25 Ağustos 2022 Perşembe
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(299.YAZI)Asr Süresi 3 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) Asra (zamana) andolsun ki, insan gerçekten hüsran içindedir.3-) Ancak, iman edip yani sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar hüsranda değillerdir).--------------------------------------------------------Hümeze Süresi 9 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) (Muminleri) arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle (onlarla) alay eden her kişiye veyl olsun! O ki mal toplar ve onu durmadan sayar da sayar. 3-) O, malının, kendisini devamlı kılacağını hesap ediyor.4-) Hayır! Andolsun ki o, Hutâme'ye atılacaktır.5-) Hutame'nin ne olduğunu sen nereden idrak edeceksin?6,7-) O, Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir. (Öyle bir ateş) ki, yüreklerin ta üstüne tırmanıp durandır. 8,9-) Şüphesiz ki o uzatılmış sütunlarda onların üzerine kapatılıp kilitlenmiş olandır.----------------------------------------------------Fil Süresi 5 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Rabbinin, fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?2-) Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?3,5-) Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi. Nihayet onları yenilmiş ekin yaprakları hâline getirdi.ASHAB-I FİL" GERÇEĞİ Kur'an'ı Mübin'de anlatılan kıssalarda amaçlanan temel hedef, onları tarihi bir vakıa özelliğinde anlatmak değildir.Ancak esas hedef, insanların ibret ve ders almalarını sağlamaktır.Nitekim Kur'an'ı Mübin'in naklettiği kıssaların gayesi iki ana maddede özetlenebilir.1-) Allah Resulü'nü ve iman edenleri teselli etmek, onların irade ve azmini arttırmak.2) İnsanları düşündürmek ve ibret almalarını sağlamak."Andolsun onların (geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır..."( Yusuf- 111) Bu nedenle kıssalar, bu amaç ve hedefler doğrultusunda anlatıldığı için, olaylar tarihi bir disiplin içinde ele alınmamışlardır.Kuran'ın amacı olayların tarihsel gerçekliğini tarihsel unsurları olan yer, zaman, tarih, coğrafya eşliğinde tarih kitaplarında olduğu gibi görmek değildir. O tarihsel olayları, darb-ı meseller'i tevhid inancını ve güzel ahlakı yerleştirmede etkili birer yan unsur olarak kullanmaktadır. Dolayısıyla kıssalara ve darb-ı mesellere bu çerçeveden bakmak gerekir.Kıssalarda doğru olan hikayenin bizzat ayrıntısı değil, vermek istediği derin mesajlardır, hikmetli anlamlardır. Hatta kıssalarda ayrıntı vermek, verilmek istenen ibret, derinlik ve hikmetleri dağıtıp yok edecektir. Bundan dolayı Kur'an'a yaklaşan, bizzat amaç edilmeyen kıssaların içerdikleri olayların ayrıntısına ve mahiyetine dalmaz ve bu anlatılan olayların marufu emretme, hidayet yolunu gösterme, öğüt verme ve ibret alma çerçevesinin dışında değerlendirmez. O halde diyebiliriz ki: Kur'an hitabında yer alan kıssalar ve bu kıssalar da geçen olayları "tarih ilmi" çerçevesinde ele almak ve yorumlamak, vahiyin amacının dışında bir yaklaşım olur. Bu sebeple kıssaları, "ana prensipleri destekleyen araçlar" olarakgörmek ve bunları insanın hidayetine yardımcı olan,bireysel ve toplumsal hayatında önünü görmesine vasıta olan ibret ve öğüt dolu hadiseler olarak değerlendirmek,kıssaların anlatılmak istenen amacına daha uygun bir yaklaşım olacaktır.Kıssaların altına dolgu malzemesi yerleştirmek onları amaçlarından saptırmaktan başka hiçbir işe yaramayacağını akıl, iz'an, tevhid ve ilim sahipleri bilir.Şimdi konumuz olan Fil Ashabı'nın anlatıldığı Fil süresine bir bakalım : Fil süresinin meali şöyledir."Rabbin Fil sahiplerine neler etti görmedin mi? Onların planlarını boşa çıkarmadı mı? Onların üstüne sürü sürü kuşlar gönderdi. O Kuşlar onların üzerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyorlardı. Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi"(Fil süresi 1-5) Temelde bu sürede verilmek istenen ders şudur.'İslam'ın sesini kesmek isteyen, Kur'an'a ve Allah Resulü'ne karşı düşmanca tavırlar sergilemeyi sürdürmeleri halinde Mekke müşriklerinin de geçmiş kavimlerin helak edildikleri gibi olmasa da, sünnetullâha uygun bir şekilde mahvolacaklarını ve yenileceklerini ihtar, onları tehdit ve uyarı, Allah Resulü'ne ve iman edenleri cesaretlendirme, imanlarını arttırma, onlara güven verme, sebat ve sabırlarını arttırma, onları teselli etme" mahiyeti taşıyordu. Yoksa Fil süresinde anlatılan kıssanın Mekke ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Kur'an'da anlatılan bu kıssa hiçbir zaman Mekke'de gerçekleşmiş değildir.Yani Şia ve Ehli Sünnet'in her şeyi yalan olduğu gibi, bu anlattıkları Yemen ve Ebrehe hikayesi de yalandır.Ehli Sünnet ve Şia Kur'an'da manasını değiştirmedikleri âyet bırakmamışlardır.Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne göre bu mucizevi olay Allah Resulün'den önceki eski çağlarda meydana gelmiştir. Neden mi? 1-) Eğer bu olay aktarıldığı gibi Allah Resulü'nün doğumundan 50 gün önce meydana gelmiş olsaydı, Kuran ayrıntıya girer bir çok âyette daha geniş bir açılım yapar bu kıssayı tefsir ederdi. Diğer kıssalarda bu yapılmıştır. Kıssa Kuran'da son derece özet olarak sunulmaktadır. Sadece teselli mahiyeti taşımakta, Allah'ın sonsuz gücünü iman edenlere haber vermektedir. 2-) Ordunun nereden geldiği, niçin geldiği, amacı, özellikleri, Mekke ile alakasını ortaya koyacak en ufak bir detay verilmemekte, tek bir isim zikredilmemektedir.Halbuki Kur'an'da helak edilen kavimler ve kurtarılan mü'minlerle ilgili adlarıyla birlikte onlarca âyette detaylı açıklamalar yapılmaktadır. Aslında Kur'an'da anlatılan bu olay mekkelilerden daha çok Müslümanlara yönelik bir mesaj taşıdığından, ayrıntıya girilmeden hulasa bir bilgi verilmiştir. Mesela: Yahudileri ilgilendirdiği için Elçilerinin ve atalarının başından geçen olayları Kur'an onlarca yerde anmakta, imana gelmelerini teşvik amaçlı onlara bir çok hatırlatmada bulunmaktadır.3-) Bu olay Mekkeliler üzerinde müspet hiçbir tesir meydana getirmemiştir.4-) Mekke'de olduğu iddia edilen bu olay esnasında Kabe'nin içinde 360 adet put bulunmakta, Mekke'de her türlü zulüm, haksızlık, şirk, ahlaksızlık baş göstermekteydi.Yüce Allah, âhiret ve Resül inancı olan bir orduyu böyle bozulmuş müşrik bir toplum için helak eder mi?Zira Ebrehe'nin Hristiyan olduğu söylenmektedir.Mesala: Mekke'de olan Müslümanlar ateşe tapan İran'lılara karşı, Rumların galip gelmesini istiyorlardı. (Rum-1,2,3,4)Çünkü Rumların Allah'a, elçilere ve âhirete imanları vardı. 5-) Allah Resulü (a.s) on üç yıllık Risalet hayatının en yoğun tebliğ mücadelesinde hiçbir zaman bu olayı mekkelilere hatırlatmamıştır. 6-) Şüphesiz ki bu hâdise Mekke'de olmuş olsaydı, büyük bir mucize ve olağanüstü bir olay olduğundan Mekkelilerin bu olay ile alakalı birçok hatıraları ve anlatımları olurdu. Bu olağanüstü hadise ile ilgili Mekkelilerin bir tane bile anıları tarihe intikal etmemiştir. 7-) Ebrehe'nin binlerce asker olması gereken Ordusu'ndan kalan ganimete ne oldu? Hiç kimsenin bundan haberi olmamıştır. Fillerden ve Ordu'dan geriye hiçbir kalıntı yoktur. Bazı rivayetlerde sekiz, on iki, on üç, hatta bin kadar Fil'den bahsedilmektedir.İri cüsseli bir canlı ile ilgili bu kadar ihtilaf olur mu? 8-) Tarihin hiçbir döneminde o günkü şartlarda büyük bir ordu sadece bir binayı yıkmak için harekete geçmez.Herkes bilir ki savaşlar, savunma, siyasi, ekonomik ve stratejik amaçlara yönelik yapılır.Yıkılacak kutsal bir binayı onu kutsayanlar kısa bir süre sonra daha mükemmelini inşa edeceklerinden hiç kimse şüphe etmez.Fil kıssasında anlatılan olağanüstü hadise Allah Resulü'nden daha eski çağlarda yaşayan zamanınElçisine ve tevhid ehline bir yardım ve destek, kafir ve zalimleri helak etmesi için yüce Allah'ın yardımı ve desteği olarak meydana gelmiştir. Bu olayın Mekke ile hiçbir alakası bulunmamaktadır. Çünkü Mekke'de esen bir kum fırtınası, bir yağmur çisintisi bile bu hadiseden daha fazla hatıra bırakmaktadır. Kur'an'ı anlamaya çalışan, aklını kullanan, tefekkür eden ve ilme değer veren muvahhidlere selam olsun.KUREYŞ VE FİL SÜRESİNİN ARASINDAKİ İLİŞKİ: Kureyş süresinin meali :"Kendilerini açlıktan doyuran ve her çeşit korkudan emin kılan şu evin (Kabe'nin) Rabbine ibadet etsinler"(Kureyş- 3_4 )Kureyş Kabilesi, kutsal sayılan Kabe'nin gözetim ve bakımını üstlendikleri için bütün kabileler onlara saygı gösterirlerdi. Bu sayede onlar Taif'in serin yaylalarına kışın da yemenin sıcak bölgelerine serbestçe giderlerdi. İşte bu Allah'ın onlara bir ihsanı idi.Bu şekilde ticaret yaparlar ve kazanç elde ederlerdi. Ayrıca Kabe'nin bulunduğu Mekke şehri sıcak ve kurak yani ot bitmez kervan geçmez (İbrahim- 37)bir vadide bulunduğu, işgal edilecek maddi bir zenginliğe, coğrafi bir özelliğe ve arzu edilen cazibeye sahip olmayaşı ona emin bir bölge hüviyeti kazandırıyordu. Yoksa bu süredeki "kendilerini açlıktan doyuran ve her çeşit korkudan emin kılan şu evin Rabbine kulluk etsinler" âyetleriyle fil ordusunun bozguna uğraması arasında başka hiçbir ilişki yoktur.Fil suresinin başlangıcında bulunan 'Elem tera' "görmedin mi?" kelimesinin açıklamasına gelecek olursak. "haberin olsun, emin ol, Rabb'inin buyurduğu gibidir, görmüş gibi iman et, asla şüphen olmasın" anlamına gelmektedir. Mesela: "Musa'dan sonra israiloğullarından ileri gelen kimseleri görmedin mi?(Bakara- 246)"Allah'ın gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmedin mi?(İbrahim-19 )Eğer bu olay Mekke'de meydana gelmiş olsaydı,Allah mutlaka Mekkelilerin imana gelmeleri için Kur'an'ın bir çok yerinde bu kıssayı anlatır, onlara hatırlatmalarda bulunur, bu muhteşem mucizeyi ve büyük nimeti çeşitli şekillerde tefsir eder ve detaylandırırdı. Kur'an'ı Mübin'in üslubu buna müsaittir. Anlatılan kıssalar bir çok şekilde dile getirilmektedir. Kur'an'da bu konu ile alakalı misaller çoktur. Mesela: Medine'de yaşayan birkaç Yahudi kabilesininİslam'ı kabul etmeleri için ataları olan İsrailoğullarına verilen nimetleri, yapılan yardımları, isyanlarından dolayı nasıl cezalandırıldıklarını anlatan yüzlerce âyet vardır."Bir zamanları hatırlayın..." diye başlayan o kadar ayet var ki, bakınız. (BAKARA--40--70, ; Araf--140--156; Şuara--17; 66 ; Taha--9--99)Kendi dönemlerinde yani Medine'de küçük ölçekli birer savaş olmalarına rağmen yüce Allah, Bedir, Uhud, Hendek, Huneyn savaşlarını ve Tebuk seferi ile ilgili yüzlerce âyeti kerimede detaylı açıklamalar yapmaktadır.Mü'minlere bir çok yerde nasıl yardım ettiğini, Allah'ın üzerlerindeki nimetlerini anmalarını ve şükretmelerini hatırlatır.Mesela: "Andolsun ki Allah, bir çok yerde (Savaş alanlarında) ve Huneyn savaşında size yardım etmişti""Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda bozularak gerisin geri kaçtınız""Sonra Allah, Resulü ile müminler üzerine sekinetini (sükunet ve huzur duygusunu) indirdi,sizin görmediğiniz ordular (melekler) indirdi de kafirlere azap etti, İşte bu, o kafirlerin cezasıdır"(Tevbe-25,26)Rumlarla İran arasında geçen savaştan bile Kur'an'ı Mübin söz etmektedir.(Rum, 1--5) Allah Resulü'nün doğumundan kısa zaman önce Mekke'de olmuş olan ve Mekkelileri çok yakından ilgilendiren böyle bir olayın ayrıntılarıyla beraber Kur'an'da bir kaç âyetle olsa dahi anlatılmaması olacak şey değildir. Bu hâdise Mekke'de gerçekleşmiş olsaydı, Kur'an bir çok âyette mutlaka üzerinde dururdu. Böyle yapmaması, Kur'an'ın üslubuna aykırı düşmektedir. Çünkü Allah Resulü (a.s) Mekke'de Tam 13 sene irşad ve tebliğ görevini ifa etmiştir. Bu konuda şu âyet çok önemlidir."Eğer yüz çevirirlerse de ki: sizi Âd ve Semud'un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırgaya karşı uyarıyorum"(Fussilet-13)Halbuki Kur'an onları Âd ve Semud kavminin helak oldukları kasırgayla değil, gördükleri, şahit oldukları ve duydukları bir azapla uyarması daha uygun olacaktı. Mekke müşrikleri kendilerine yapılan uyarılara karşı şöyle diyorlardı."Ey Allah'ım! Eğer bu kitap senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır. Yahut Elem verici bir azap getir"(Enfal- 32)Mekke müşrikleri eğer fil olayında cereyan etmiş cezalandırmayı görmüş veya duymuş olsalardı aynı cezalandırmayı isterlerdi.Şuayb (a.s) kavmini şu şekilde uyarıyordu."Ey kavmim! Sakın bana karşı düşmanlığınız, Nuh kavminin veya Hud kavminin,yahut Salih kavmi'nin başına gelenler gibi size de musibet getirmesin. Lut kavmi de sizden uzak değildir" (Hud- 89)Bu âyette bulunan "Lut kavmi de sizden uzak değildir" bölümü çok önemlidir. Yani "onların başına gelenleri duydunuz, biliyorsunuz, onların başına gelen felaket, sizin başınıza da gelir" demek istemiştir. Ayrıca inançları uğruna Allah Resul'ü ve Müslümanlarla her türlü mücadeleyi veren ve Müslümanlarla üç savaş yapan Mekkelilerin Ka'be gibi kendileri için son derece kutsal bir mekanı yıkmaya gelen bir orduya karşı koymamaları mümkün mü? SONUÇ:Fil olayının ve mucizesinin Mekke'de gerçekleştiğine inananlar yani Fil Ashabının Mekke'de helak olduklarında ısrar edenler bunun gibi daha birçok soruya cevap vermek zorundadırlar.
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(298. YAZI)Takasur Süresi 8 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) Çoklukla övünmek sizi, kabirleri ziyaret edinceye kadar oyaladı.(Kur'an'da bulunan "mesêniye" "ikili anlam" kuralına göre "kabirleri ziyaretin" iki anlamı vardır.1-) Ataların çokluğuyla övünme hatta o kadar ki, kabirlerde olan atalarının sayısını tutma, fazilet ve kerametlerini sürekli olarak tekrar etme.2-) Yani çoklukla övünme sizi o kadar oyaladı ki, en sonunda ölüm gelip size çattı ve kabirlerin içine bu aldanma ve oyalanma ile girdiniz.)3-) Hayır; (vahiy sayesinde) ileride bileceksiniz!4-) Sonra Hayır! İleride (ölüm anında) bileceksiniz!5-) Hayır, keşke ilmel yakin (ikna olacak bir ilimle) bilseydiniz. ( ve iman etseydiniz)6-) Andolsun ki, o cahimi (ölüm anında) muhakkak göreceksiniz.7-) Sonra, onu aynel yakin (ikna olacak bir şekilde âhirette) mutlaka gözünüzle göreceksiniz.8-) Sonra o gün, nimetlerden mutlaka sorulacaksınız?(Tekâsür Süresinin Sonu)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(297. YAZI)Kâria Süresi 11 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) O bilinen (büyük) patlama varya, 2-) O bilinen (büyük) patlama nedir acaba?3-) O büyük patlamanın nasıl olacağını sen nereden idrak edeceksin? 4-) O gün insanlar, her biri bir tarafa uçuşan kelebekler gibi olacaktır.5-) Dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacaktır.6-) İşte o vakit, kimin tartıları ağır gelmişse,7-) Artık o, razı olacağı bir yaşantı içinde olacaktır.8-) Ama kimin de tartıları hafif gelirse,9-) İşte onun anası (varacağı yer) Hâviye'dir. (çukurdur)10-) Sen onun (Hâviye'nin) ne olduğunu nereden idrak edeceksin ?11-) O, kızgın bir ateştir.(Kâria Süresinin Sonu)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(296. YAZI)Âdiyât Süresi 11 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,6-) Soluk soluğa (fesat için) süratle koşanlar, (koşarken dilleriyle) çatarak (fitne) ateşi çıkaranlar, sabah erkenden baskın yapanlar, orada tozu dumana katanlar yani (iman eden) topluluğun ortasına (öfke ile) dalanlar varya, (işte bu ahlaka sahip olan) insan gerçekten Rabbine karşı pek nankördür.(Mekke hayatına Kur'an penceresinden baktığımızda, iman edenlerle müşrikler arasında büyük bir mücadelenin olduğunu görüyoruz. Bu mücadele sıcak bir çatışmadan daha çok soğuk bir savaş şeklinde cereyan ediyordu. İşte süre bu atmosferi anlatıyor. Aslında Mekke ve Medine'nin özelliklerini bilmeyenler meal çalışmalarında hataya düşeceklerdir. Mekke'de gece gündüz, her zaman, sürekli olarak tartışılan tek bir şey vardır. Oda Kur'an'dı. Bütün kavga, tartışma, mücadele tamamen Kur'an'ın etrafında cerayan ediyordu. Kur'an sayesinde Mekke'de çok canlı ve dinamik bir hayat yaşanıyordu. Şii ve Sünni dünya hiç bir zaman böyle canlı ve dinamik bir hayatı yaşamadı. Şii ve Sünni din adamları Mekke müşriklerinin binde biri kadar Kur'an'ın ilmine sahip değillerdir.)7-) Hiç şüphesiz buna kendisi de şahit idi.8-) Yani ondaki (dünya ve) mal sevgisi çok şiddetlidir.9,11-) Acaba o bilmiyor mu ki, kabirlerde bulunanlar çıkarıldığı yani göğüslerde olanlar tahsil edildiği zaman, işte o gün onların Rabbi kendilerinin her hâlinden mutlaka haberdardır.(Âdiyat Süresinin Sonu)
24 Ağustos 2022 Çarşamba
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(296. YAZI)Zilzal Süresi 8 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,3-) Yer şiddetle sarsıntıya uğratıldığı, ağırlıklarını dışarıya çıkarıp attığı ve insan, "Ona ne oluyor?" dediği zaman,4-) İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır.5-) Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir.6-) O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için grup grup çıkacaklardır.7-) Artık kim zerre ağırlığınca hayırlı bir amel işlemişse, onu görecektir.8-) Kim de zerre ağırlığınca şerli bir amel işlemişse, onu görecektir.(Zilzal Süresinin Sonu)
23 Ağustos 2022 Salı
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(295. YAZI)Beyyine Süresi 8 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Kitap ehlinden kâfir olanlar ile müşrikler, kendilerine apaçık deliller (vahiy) gelinceye kadar (şirkten) ayrılacak değillerdi.2-) Bu delil, tertemiz sahifeleri tilâvet eden, Allah'tan bir Resûl'dur.3-) (O sahifelerde) toplumu ayağa kaldıracak kitaplar (dolusu hükümler) vardır.4-) Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine o apaçık delil geldikten sonra tefrikaya düştüler.5-) Hâlbuki onlara, ancak dini Allah'a özel kılan hanifler olarak sadece O'na ibadet etmeleri yani salât'ı ikâme etmeleri ve zekât'a (arınmaya) gelmeleri emredilmişti. İşte toplumu ayağa kaldıracak din budur.CEHENNEMİN MUTFAĞINDA GEÇEN BİR HAYAT Kur'an'a baktığımızda yüce Allah'ın din eğitim ve öğretimini kendi üzerine aldığını görüyoruz.Dinden başka bütün bilim dalları ve eğitim sistemleri, Allah'ın verdiği akılla konunun uzmanları yapar. Fakat yüce Rabbimiz din eğitimini değil insanlara, Nebilere bile bırakmamıştır. Siz sakın tağutların ve şeytanların kaynaklarına bakmayın. Nebi (a.s) a vahiy iner, inen vahyi Resül olarak tebliğ eder. Yani ne Nebi'nin ne de Resül'ün dine bir kelime eklemeye yetkileri bulunmamaktadır.Çünkü din Allah'a özel kılınması gerekir. (Beyyine-5; Zümer-2, 3, 11, 12, 13)Yani çocuklara verilen eğitimin ne kadar önemli olduğunu anlamamız gerekiyor. Dolayısıyla ümmet olarak yüce Allah'ın Resül seçip vahiy göndermesinin sebebini araştırmamız gerekiyor. Kur'an'a uygun eğitim sistemini kavramamız şarttır. Çünkü din eğitimi o kadar önemlidir ki, din eğitimi o kadar objektif olması gerekir ki, bunu ancak yüce Allah'ın kitabına bırakırsak düzenli ve verimli olacaktır.Aksi takdirde mümkün değildir. Demek ki, din eğitimi yüce Allah'ın ele aldığı bir konu olması hasebiyle çok ciddi bir alanda konuşuyoruz. Nihayet insanın aklına, zihnine, gönlüne, hayatına, geleceğine hitap ediyoruz.Yani çocukların ve gençlerin hayatına yön veriyoruz. İnsanı bir şeye kul yapıyoruz.Dolayısıyla yüce Allah tüm Nebi'lere gönderdiği vahiy'lerde: Benden başka ilâh yoktur, o halde sadece bana kulluk edeceksiniz.(Tâhâ-14)Sakın benden başkasına kul olmayın. buyuruyor. (Hud-2)Nebi'lere gönderilen vahiy'lerde ilk ilke ve ilk emir bu oluyor.Meselenin ne kadar önemli ve ciddi olduğunu anlamamız şarttır. Yani insanlara dini eğitimin ne kadar hayati bir konu olduğunu ancak yüce Allah'ın göndermiş olduğu vahiy'den anlayabiliriz.Yüce Allah'ın sanatının, eğitiminin, Rablık sıfatının içinde olduğunun farkına varacağız. Onun için din eğitimini rastgele, gelişigüzel yapamayız.O zaman ne olacak?Dini eğitimi Allah'tan onay alması gerekiyor. Bizim yaptığımız din eğitimini, anlattığımız prensipleri, ilkeleri ve din ahlakını hangi prensiplere dayandırdığımıza dair Allah'ın onayı olması gerekir.Yüce Allah'ın onayı olması için de Kur'an'a gitmekten başka hiçbir yolumuz yoktur.Yüce Allah bizi Kur'an ile sorgulamaktadır ve Kur'an onaylıyorsa bizim eğitim sistemimizi Allah onaylıyor demektir.Şimdi ortada şu var.Şii ve Sünni din adamlarında büyük bir sorun var. Din eğitimlerinde Kur'an'ın anlaşılması üzerinde hiç durmuyorlar.Mesela: İlahiyat eğitiminde, Kur'an kursları eğitiminde Kur'an'ın ilmi diye bir şey yoktur. Oralarda böyle bir şey bilinmez. Yani şu anda bizim insanlara ahlak diye sunduğumuz prensipler Kur'an'dan gelmiyor. Kur'an'sız bir din ve Kur'an'sız bir ahlak anlayışı var. Bütün Kur'an meallerini bakın, bir tane "güzel ahlak" ibaresini bulamazsınız. Halbuki dinin en büyük tarafı hukuktur, eğitimidir, ahlaktır. Yani Kur'an dediğimiz zaman ne anlayacağız?Şimdi konumuza gelelim.Son vahyin tarihinde Şii ve Sünni din adamları, ümmileri Kur'an'dan engellemişlerdir. İnsanlar Kur'an'dan faydalanmadılar. Onun aydınlığına gitmediler.Halbuki yüce Allah ne buyuruyor."Apaçık kitab'a andolsun ki, aklınızı kullanmanız için biz onu Arapça (anlaşılır) bir Kur'an kıldık"(Zuhruf; 2, 3)"Elif. Lam. Ra. Bunlar apaçık kitab'ın âyetleridir. Aklınızı kullanmanız için onu biz Arapça (anlaşılır) bir Kur'an olarak indirdik"(Yusuf-1, 2)Ne buyuruyor? Biz Kur'an'ı Arapça bir kitap kıldı ki aklınızı kullanasınız diye. Şimdi burada gerçekten çok ciddi bir konu var. Yüce Allah, Kur'an'ı biz göndereceğiz, fakat aklınızı siz kullanacaksınız."lealle" bir amacı bildiriyor.Yani aklınızı kullanasınız diye Kur'an'ı Arapça (anlaşılır) bir kitap olarak gönderdik.Şimdi Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları ve eğitimcileri gençlerin akıllarına kelepçe vuruyorlar. Çocukların ve gençlerin akıl ve iradelerini kilitleyip tarihin karanlıklarına mahkum ediyorlar. Çocuklarımızı ve gençlerimizi cemaat ve tarikatların buz gibi duvarların arasında, yobaz kafaların esaretinde kaybediyoruz.Âyetlere baktığımızda yüce Allah'ın her insanı özgür yarattığını ve aklını kendisinin kullanmasını emretmektedir. Herkes aklını kendisi kullanacaktır. Ben sana aklını kullanmak için gerekli kural ve kaideleri gönderdim ama aklını sen kullanacaksın.Şimdi dinde olay şudur. Resüllerin en önemli görevi, insanların akıllarına vurulan zincirleri kırıp, üzerlerinde bulunan yükleri kaldırıp atmaktır. Demek ki eğitimin amacı aklı özgür bırakmaktır.Eğitim demek, aklın önünde bulunan bütün engelleri kaldırmaktır. Bir çocuğu cemaat ve tarikatların zindanına bırakırsan, o çocuğun aklına düşünme fırsatını, sorgulama nimetini vermez, belli dogmaların, statik düşüncelerin, dar kalıpların içerisine sokar da ona esaret zincirlerini vurursan o çocuk intihar edecektir. Şimdi Enes Kara'nın intihar etmesinin en önemli sebeplerinden bir tanesi budur. Kaldığı yer yurt falan değil, gençlerin akıl ve iradelerinin kemirildiği karanlık hücrelerdir. Belli bir adamın eserlerini okuyorlar yani çocuklara bunu zorunlu kılıyorlar. Muhafazakar yobaz kafalar bu inancı çocuklara ve gençlere din diye dayatıyorlar. Genç üniversitede tıp dersi alıyor, aynı zamanda gelecek bu yurtta da Risale-i Nur okuyacak, bunlar kendilerine kul yaratıyorlar.Çocukların ve gençlerin beyinlerine egemen olarak kendi kullarını oluşturuyorlar. Burası yurt değil, insan kaynaklarımızın yok edildiği merdiven altı bir şirk merkezidir. Bunlar çocukların akıl ve gönüllerini mahkum etmeye çalışıyorlar. Bunlar yüce Allah'a kul değil, muhafazakarın gözetiminde kendilerine mürit devşiriyorlar. Bunlar din eğitimi falan yapmıyorlar. Çocuklarımızı ve gençlerimizi sürü yapıyorlar Müslümanın iradesi var, zihni var, aklı var, gönlü var, duyguları var yani onları beşeri kaynaklara esir edemezsiniz. Onları sürü yapamazsınız çünkü onlar hayvan değiller. Çocukları ve gençleri birer hayvan sürüsü gibi görmek, onları hayvan muamelesi yapmak affedilir bir suç değildir.Olay şu: Biz Kur'an'ı bir kenara attık, mezhepleri öne çıkarttık onları birer din yaptık tarikatları ve cemaatleri öne çıkarttık, onları da birer din yaptık. Bu sefer yüce Allah'ın indirmiş olduğu hidayet ve rahmet kaynağı terkedilmiş bir vaziyette önemsiz kaldı. Adama soruyorsun, İmam-ı Azam böyle dedi, Şafi böyle dedi, Buhari, Müslim böyle rivayet etti.İtikatta mezhebin nedir? Maturidi diyor. Halbuki itikadda tek yol, yüce Allah'ın indirdiği vahiy'dir. Müslümanın iman ve itikadını bir beşer nasıl belirleyebilir?Dinlerini parçalayıp fırka fırka edip şialara ayrılanlar varya, (Ey Nebi!) Senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allaha kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(Enam- 159)Âyette geçen "leste minhum fi şey'in, inneme emruhum ilallâhi" cümlesi önemlidir. Yani, rivayet ve ictihadlarından, alim ulemalarından, efendi olarak gördükleri büyüklerinden, cemaat ve tarikatlarından, mezhep ve farkalarından vazgeçmedikleri sürece, ey Nebi! Sen bile onların işini çözemezsin, onların işini halledemezsin. Onların dinlerini parçalamaları çözümsüz bir problemdir. Ey Nebi! Sen bunlara bir çözüm getiremezsin" gerçeğini ortaya koymaktadır.6-) Şüphesiz ki kitap ehlinden kâfir olanlar ve müşrikler, içinde devamlı kalmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar yaratılmışların en şerli olanlarıdır.7-) Şüphesiz, iman edip yani salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratılmışların en hayırlı olanlarıdır.8-) Rableri katında onların mükâfatı, içlerinden nehirler akan, içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine haşyet (derin saygı) duyanlara özeldir.
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(293. YAZI)Kadir Süresi 5 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Şüphesiz, biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik.2-) Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden idrak edeceksin!3-) Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.4-) Melekler (âyetler) yani Ruh (vahiy-Kur'an) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner.5-) O gece, fecrin tuluuna kadar bir selamdır.(Kadir Süresinin Sonu)
22 Ağustos 2022 Pazartesi
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(292. YAZI)Alak Süresi 19 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı "alak"dan yarattı.3-) Oku! Yani senin Rabbin en kerim olandır.4,5-) O, kalemle öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.6,7-) Hayır, insan kendini (Allah'a karşı) müstağni gördüğü için mutlaka taşkınlık eder.8-) Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir.9,10-) Sen, salât yaptığında kulu (bundan) nehyedeni (engelleyeni) gördün mü?(10.âyette bulunan "sallê" kelimesine "namaz kılmak" veya "ibadet etmek" anlamını vermek büyük bir hatadır. Çünkü Allah Resulü (a.s) risâletin ilk yıllarında yani Mekke'de yaptığı tek bir şey vardı. İnsanları vahye yani İslam'a dâvet etmek.Hatta Allah Resulünün Mekke hayatı baştan sona kadar dâvet ve tebliğle geçiyordu. Yani Mekke döneminde sadece vahyin ilan edilmesi ve duyurulması söz konusu idi. Fakat Şii ve Sünni din adamlarının akılları namaza kilitlendiği için başka hiçbir şey kafaları çalışmıyor. Dolayısıyla âyette bulunan "sallê" Allah Resulünün sesli bir şekilde insanları Kur'an'a dâvet etmesinden başka bir şey değildir. Zaten aşağıdaki âyetler bu gerçeği ortaya koyuyor.)11,12-) Ne dersin, ya o (engellenen kul) hidâyet üzerinde ise; ya da takvayı (Allah'a karşı gelmekten sakınmayı) emrediyorsa!?13-) Ne dersin engelleyen, Resulü yalanlamış yani yüz çevirmişse!?(Eğer Allah Resulü (a.s) Şii ve Sünni din adamlarının kıldıkları namaz gibi bir namaz kılsaydı veya ibadet ettikleri gibi bir ibadet etseydi, Mekke müşrikleri değil onu engellemek, onu koruma altına alır ve en büyük desteği verirlerdi. Çünkü Allah Resulünün namazı onların dinlerine bir zarar vermeyecekti. Fakat onlara Kur'an okuması, vahyi tebliğ etmesi, evliya ve ilâhlarını yermesi, kendilerine çok ağır geliyordu. İşte salât namaz kılmak değil, vahyi tebliğ etmek ve insanları İslâm'a dâvet etmektir.) 14-) O Allah'ın, her şeyi gördüğünü bilmiyor mu?15,16-) Hayır! Andolsun, eğer vazgeçmezse, muhakkak onu perçeminden; o yalancı, hatalı (müşrik) perçeminden yakalarız.17-) Haydi, taraftarlarını dâvet etsin.18-) Biz de zebânileri dâvet edeceğiz.19-) Hayır! Sakın sen ona itaat etme ve secde et yani (Rabbine) yaklaş.(Kur'an'da bir çok kavramın hangi anlama geldiğini öğrenmek için, kendisinden sonra gelen kelime ve cümlelere dikkat etmek gerekir. Yukarıdaki âyette olduğu gibi, âyette bulunan secde vahiy ahlakıyla yüce Allah'a yakınlaşma anlamında kullanılmıştır.)Alak Süresinin Sonu)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(291. YAZI)Tin Süresi 8 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Tîn'e ve zeytûn'a andolsun.2-) Yani Tûru Sinâ'ya andolsun,3-) Ve bu emin beldeye andolsun ki,4-) Biz, gerçekten insanı en güzel bir takvimde yarattık.(Âyette geçen "ehseni takvim" in iki anlamı vardır.1-) Yaratılış güzelliği, duygu ve düşünceleriyle, mükemmel organlar ve karmaşık sistemleriyle uyumlu olarak ehseni takvim.2-) Ana rahminden ta ihtiyarlığa kadar uzun yolculuk neticesinde geçirdiği değişimlerle ehseni takvim.En doğrusunu Allah bilir.)5-) Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik.6-) Ancak, iman edip yani salih ameller işleyenler başka. Onlar için devamlı bir mükâfat vardır.7-) (Ey insan!) Böyle iken, hangi şey sana dini (hesap ve cezayı) yalanlatıyor?8-) Allah, hakimler hâkimi değil mi?(Tin Süresinin Sonu)
21 Ağustos 2022 Pazar
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(290. YAZI)İnşirah Süresi 8 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Senin göğsünü açıp ferahlatmadık mı ?2,3-) Belini büken yükünü üzerinden alıp (yere) koymadık mı?4-) Senin zikrini (vahiy'le) yükseltmedik mi?(Muhammed (a.s) Kur'an sayesinde değerlidir. Bütün Resûller değerlerini vahiy'den alırlar. Yani vahiy olmasaydı hiç kimse onları tanımayacak ve onları anmayacaktı. Dolayısıyla Allah Resulü Muhammed (a.s) Kur'ân'a eşit bir konuma sahiptir. Emevi ve Abbasilerin yalan ve iftiraları Allah Resulünü hiç bir zaman temsil edemezler.)5-) Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır.6-) Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır.7,8-) Öyleyse, boş kaldığın zaman (başka bir iş için) kendini hazırla, (plan ve program yap) ve sadece Rabbine (vahye) rağbet et. (İnşirah Süresinin Sonu)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(289. YAZI)Duha Süresi 11 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Kuşluk vaktine andolsun,2-) Karanlığı çöktüğü vakit geceye andolsun ki,3-) Rabbin sana veda etmedi yani seni tek başına bırakmadı.4-) Muhakkak ki âhiret senin için ulâ'dan (ilkten-dünyadan) daha hayırlıdır.5-) Şüphesiz, Rabbin sana verecek ve sen de râzi olacaksın.6-) Seni yetim bulup da barındırmadı mı?7-) Yani seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da (vahiy'le) hidayete iletmedi mi?8-) Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi?9-) Yani sakın yetime kahretme!10-) Ve sakın isteyeni azarlama!11-) Rabbinin (vahiy) nimetine gelince; işte onu anlattıkça anlat.(Duha Süresinin Sonu)
20 Ağustos 2022 Cumartesi
KUR'AN'SIZ DİN (11.YAZI)DİYANET'İN ŞEFAAT İNANCI VE KUR'AN'DA BULUNAN GERÇEK ŞEFAAT:DİYANET'E SORULUYOR :"Şefaat ne demektir? Hz Peygamber (s.a.v) şefaati nasıl olacaktır?DİYANET'İN CEVABI :"Şefaat, sözlükte "bir kimsenin bağışlanması için onun adına af dileme, maddi veya manevi bir imkan elde etmesi için yetkilisi nezdinde aracılık yapması" demektir. Dini bir terim olarak şefaat ise; âhirette günahkar bir müminin affedilmesi veya yüksek derecelere ulaşması için Allah nezdinde mertebesi yüksek olan O'na dua etmesi, dilekte bulunması anlamına gelir"(İsfehani, müfredat- Sorularla İslam, sayfa 61) Diyanet'in Kur'an cahili Prof'ları şöyle devam ediyorlar."Şefaatin en önemli şartı Müslüman olmaktır. Allah'ı ve ahireti inkar eden kâfirlere ve münafıklara, Allah'a ortak koşan müşriklere ve Ehli kitab'a (Yahudi ve Hristiyanlara) ne şefaat ve ne de şefaatçilerin şefaati fayda verecektir" "Kendisine şefaatte bulunulacak ve günahlarının affedilmesi istenecek kişinin ilahi lutfa layık olması gerekir. Günahkar kimseler şefaate güvenerek salih amelleri terk etmemelidirler.Çünkü ahirette aracılık Allah'ın iznine bağlıdır. Kur'an'ı Kerim'de şefaatin olmadığı(Bakara, 48, 254) ifadesinden, bunu kayıtlayan ve açıklayan naslar (hadisler) olmasaydı ahirette hiçbir aracılığın ve şefaatin olmayacağı sonucu çıkarılırdı. Halbuki hemen bunu takip eden ayette, "Allah'ın izniyle şefaatin olabileceği"(Bakara, 255) vurgulanmıştır. Ehl-i Sünnet bilginleri ahirette şefaatin mümkün olduğunu, günahkar kullara "peygamberler" ve Allah nezdinde itibarı yüksek olan diğer seçkin insanlar tarafından şefaat edilebileceğini savunurlar.( Buhari-Tevhid, 24; Müslim- İman, 302; Ebu Davud- Cihad, 28; Darimi- fedailul- Kur'an)Bu sebeple birçok ayette Yüce Allah'ın izniyle kendisinin dışında şefaat edeceklere istisna getirdiğinden bahsedilir"( Sorularla İslam- s. 61-62) "Rivayetlerde geçtiğine göre Yüce Allah'ın izniyle kendisine şefaat etmesi verilecek kimselerin başında "Hz Peygamber"(s.a.v) gelmektedir. Mahşerde bütün insanlar heyecan ve ızdırap içinde bulundukları bir sırada, hesaplarının bir an önce görülmesi için "Hz. Peygamber'e" gelerek ondan şefaat dileyeceklerdir. Bunun üzerine "Hz.Peygamber" (s.a.v) in genel ve kapsamlı bir şefaati olacaktır.Bir rivayetten öğrendiğimiz kadarıyla "Hz. Peygamber" (S.A.V) her "peygamberin" kendine has ve kabul olunan bir duasının bulunduğunu ve onunla dua ettiğini, kendisi ise bu duasını ahirete ümmetine şefaat için yapacağını bildirmiştir"( Buhari- Da'avât,1; Müslim- İman,86)Buna "şefaati uzma" "büyük ve kapsamlı şefaat" adı verilir. Rvayetlerde hem "Hz. Peygamber" (s.a.v) in bizzat bütün ümmetin günahkarlarına (Tirmizi- kıyame, 11) hem de diğer "peygamberlerin" kendi ümmetine şefaat etme hakları bulunduğundan bahsedilir.( Buhari- tefsir, 18) "Peygamberlerden" başka âlimler, şehitler, kendisini okuyanlara Kur'an-ı Kerim şefaat edecektir. Ayrıca ergenlik çağına erişmeden vefat eden çocukların anne ve babalarına şefaat edecekleri konusunda rivayetler vardır"(Sorularla İslam- s. 64) KUR'AN'DA ŞEFAAT SİSTEMİNİN ÇÖZÜMÜ"Şefaat "birine menfaat sağlama veya ondan bir zararı uzaklaştırma" anlamına gelmektedir.(Yunus-18)Bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Allah'ın rahmet ve inayetiyle şefaat sisteminin Kur'an'da var olan çözümü şu şekilde ortaya çıkmaktadır. Ahirette insanların dünyada işledikleri amellerin karşılığından başka hiçbir şey yoktur.Kur'an'da anlam bakımından bazı kavramlar dünyaya ait iken, bazı kavramlarda âhirete yönelik olarak geçmektedir. Yani "şefaat" kavramı hiçbir âyette âhirete yönelik, ahiretle bağlantılı olarak kullanılmamıştır. Dolayısıyla âhirette ne Allah'ın, ne de başka kimsenin şefaatinden söz edilemez. Kısacası âhirette hiçbir şefaat yoktur. "Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve "şefaat bulunmayan" gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda infak edin. Gerçekten kafirler zalimlerin ta kendileridir" (Bakara-254)Yukarıdaki âyet, âhirette hiç kimse tarafından şefaatin olmadığını gayet açık olarak ortaya koymuştur. Yani şefaat yok ki, birisi etsin ve birilerine edilsin. "Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödeme de bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul edilmez, hiç kimseden durumunu düzeltmesi istenmez (mazeret kabul edilmez) onlara asla yardım da yapılmaz" (Bakara-48,123) Bu konu Kur'an'da o derece kesin olarak ortaya konmuş ki, buna karşı gelen, bunu kabul etmeyen, buna alternatif anlamlar ileri sürenler büyük hata ederler, eğer ilim adamı sıfatları mevcut ise hata ve sorumlulukları daha da artar. Ahiret gününde insanın kendi amelinden başka hiçbir şeyin olmadığını gösteren âyetler."Ceza günü nedir bilir misin? Nedir acaba o ceza günü? O gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün emir (hesap işi) Allah'a kalmıştır"(İnfitar, 17, 18, 19)"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için O'nun dununda (yanında- ötesinde,-berisinde) başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"(En'am, 51)Âyette geçen "dünihi" kelimesindeki "hi" zamiri Allah'a da gidebilir, Kur'an'a gidebilir.Ama bir gerçek var ki, "âhirette şefaat yoktur" Kur'an'da şefaat, tamamen dünya hayatı bağlamında kullanılmış bir kavramdır. Bu konuyla alakalı âyetler şunlardır."Allah, ondan başka ilah yoktur, O, hayydır, kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama.Göklerde ve yerdeklerin hepsi onundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat (yardım) edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir,..."(Bakara, 255)"Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'tır.O'nun izni olmadan (dünyada) hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde ona kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz"(Yunus- 3)"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimiz, diyorlar. De ki: " Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir "(Yunus-18)Şefaat ile alakalı âyetlerin iniş sebebi şudur.Müşrikler evliya ve ilahlarının dünya hayatında kendilerine savaşta ve barışta yardım ettiklerini iddia ettiklerinden şefaat ile alakalı âyetler nazil olmuştur.Çünkü Müşrikler öldükten sonra dirilmeye ve ahiret hayatına iman etmiyorlardı ki, âhirette şefaatten söz edilsin. Yukarıdaki âyette geçen "Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" cümlesi bu gerçeği ortaya koymaktadır.Mekke müşrikleri dünya hayatında ilahlarının ve efendilerinin kendilerine yardım edeceğine iman ediyorlardı. Ve bu inanca çok değer veriyorlardı.İşte yukarıda geçen âyetler dünya hayatında manevi olarak sadece Allah yani izin verdiği meleklerin (yağmur, ruzgar, güneş, ay) yardım edeceğini açıklamaktadır.ÂHİRETTE İNSANIN KENDİ AMELİNDEN BAŞKA GEÇERLİ HİÇBİR ŞEY YOKTUR ."Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir"(Müddessir- 38)"Bilsin ki insan için kendi amelinden başka hiçbir şey yoktur"(Necm- 39)"... Onlara: İşte size cennet, yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir"(Â'raf- 43)"Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar. O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"(Yasin- 53, 54)Ahirette insanlar tevhid, güzel ahlak ve salih amellere göre hesap vereceklerdir. Aslında Kur'an'da insanın kendi amelinden başka şefaatçilerin olacağını zerre kadar gösteren, ima eden en ufak bir emare ve alamet mevcut değildir. Fakat Ehli Sünnet ve Şia'nın uydurma rivayetleri ile tarikatlardaki hulul inancının tesiri ve baskısı sayesinde böyle batıl bir inanç doğmuş ve gelişmiştir. MESELA: "De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı onundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz"( Zümer- 44)âyetinde, şefaatin ölümden önce dünya hayatında olduğu, bunun da manasının Allah'ın vahiy indirmesi, insanlara yardım etmesi ve desteklemesi, iyiliğe ve hayra yönlendirmesi anlamlarına gelmektedir.Diğer bir ayette "Göklerde nice melek (yağmur, rüzgar, güneş, ay) vardır ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi (yaratılış yasası) dışında hiçbir işe yaramaz"(Necm- 26)Bu âyette yüce Allah göklerden bahsetmekte ve şunu buyurmaktadır."Benim iznim ve rızam dışında dünya hayatında melekler (yarattığım doğal kuvvetler) dahil hiç kimse bir başkasına yardım edemez ve destekte bulunamaz Kur'an'da geçen "melek" doğal güç, "meleklerde" yüce Allah'ın yarattığı "doğal kuvvetler" anlamına gekmektedir. Bunlarda Allah'ın yasasına göre hareket ederler. Kendi başlarına yani Allah'tan bağımsız hareket etme güç ve kâbiliyetleri yoktur.) Dolayısıyla Kur'an'da geçen bütün şefaat kavramları dünya hayatındaki yardım ile ilgilidir. Tekrar edelim, Mekke müşrikleri ölümden sonra dirilmeye iman etmiyorlardı. YANLIŞ MEAL VERİLEN ÂYETLER. Ahiret gününde şefaat ile alakalı yanlış meal verilen âyetlerin bir kaçı şöyledir.YANLIŞ: "Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez"(Sebe-23)Doğrusu şöyledir: "Allah'ın huzurunda kendisinin izin verdiklerinden başkasına şefaat (yardım) ulaşmaz, fayda vermez" Yani dünya hayatında Allah'ın şefaatini hak edemez, liyakat kazanamaz.Veya, ey müşrikler dünya hayatında kendilerine kulluk yaptığınız evliya ve İlahlarınızın Allah katında hiç bir değerleri yoktur ki, Allah ile sizin aranızda aracı olsunlar da dünyada size yardım etsinler, böyle bir şey söz konusu olamaz.İlk manada: Allah'ım bazı kişilere şefaat etme yetkisi vereceği anlaşılırken,doğrusunda ise, dünya hayatında Allah'ın yardım ve desteğinden yararlanabilen muttaki ve muvahhid müminler olduğu açıkça anlaşılmaktadır, yani dünya hayatında müslümanlarla müşrikler arasında gerçekleşecek bir savaşta yüce Allah melekleri (doğal kuvvetler, yaratılış yasaları) vasıtasyla müminlere şefaat edecek yani onları zafere ulaştıracaktır. YANLIŞ MEAL: "O gün Rahman olan Allah'ın katında bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olmayacaklardır"(Elmalı, Meryem süresi, 87)DOĞRUSU:"O (dünyadaki hesaplaşma- savaş-mucadele) gününde Rahman olan Allah'ın nezdinde söz ve izin alandan başkaları şefaate( Allah'ın yardımına) sahip olamazlar" Eğer gelenekçilerin şefaat anlayışına iman edecek olursak kurtuluşun tevhid, güzel ahlak ve ameli sâlih'te olduğunu açıklayan yüzlerce ayet anlamsız hale gelecektir.YANLIŞ MEAL:"O gün, Rahman'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez"(Tâhâ, 109, Elmalı, Diyanet meali)DOĞRUSU ŞÖYLEDİR:"O (dünyadaki hesaplaşma- karşılaşma- mucadele -savaş) gününde, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasına (şefaat) fayda vermez "Yukardaki âyetlerin bulunduğu âyetler topluluğna bakıldığında şefaat ile ilgili âyetlerin tamamen dünya hayatını anlattığı ve dünya hayatında yapılacak bir savaşın galibinin Allah'ın yardımı sayesinde müminlerin galibiyetiyle sonuçlanacağını ortaya kıymaktadır. Müşriklerle müminler hiç bir zaman âhiretteki şefaati konuşmamış ve hiçbir zaman tartışma konusu yapmamışlardır. Ama dünya hayatında galibiyet ve zaferin kimin yanında olacağını ve zamanı ve günü geldiğinde Allah'ın kime yardım edeceğini ve kimi zafere kavuşturacağını her gün konuşup tartışıyorlardı."Ancak iman edip salih ameller işleyenler, Allah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarınıda kendilerini savunanlar başkadır. Zalimler nasıl bir inkilab ile devrileceklerini yakında bileceklerdir"Şuara224 "O taptıkları ilahlar mı daha hayırlı yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir ilah mı var? Ne kadar da az düşünüyorsunuz"(Neml- 62)Bu mesele ile ilgili yüzlerce âyet vardır. SONUÇ OLARAK:Allah işine hiç kimseyi ortak etmez. Dünya hayatında ellerinde maddi ve manevi imkan bulunan kimseler taraftarlarına, akrabalarına, dostlarına şefaat ederler.Fakat kıyamet günü hiç kimse başkasına şefaatçi olamaz, yani dünyadaki şefaacilerin şefaati bitmiştir.Âhirette hiç kimsenin şefaati yoktur.Daha doğrusu âhirette şefaat yoktur. Bu gerçeği şu âyet apaçık olarak ortaya koymaktadır."Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez"(Müddessir-48)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(288. YAZI)Leyl Süresi 21 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ortalığı bürüdüğü zaman geceye andolsun,2-) Açılıp aydınlandığı zaman gündüze andolsun,3-) Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki,4-) Şüphesiz sizin sa'yiniz elbette çeşit çeşittir.5,7-) Onun için kim (malından) verir yani takva sahibi olursa ve en güzel sözü (vahyi) tasdik ederse, bizde onu en kolay olana (Kur'an'a veya cennetin yoluna) daha kolayca iletiriz. 8,10-) Fakat, kim behillik (cimrilik) eder ve kendini Allah'a karşı müstağni görür yani en güzel sözü (vahyi) yalanlarsa, biz de onu en zor olana (cehennemin yoluna) daha kolayca iletiriz.11-) (Cehenneme) tereddi edeceği (baş aşağı atılacağı) zaman, malı ona fayda vermez.12-) Şüphesiz hidayete iletmek bizim üzerimize düşen bir görevdir. (Yukarıdaki âyet üç kelimelik bir âyettir ve metni şudur. "inne aleynê lel hüdê" "hidayete iletmek bizim üzerimize düşen bir görevdir veya hidayetin yolunu göstermek bizim işimizdir" gibi bir anlama geliyor. Yani din ve hüküm olarak Allah'tan başka kimse hidayete ulaştıramaz yani din olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa iman etmeyin, bütün rivayetler ve ictihadlar yani mezhepler yalandır. Din adamları yalan söylüyorlar, iftira ediyorlar" gibi bir ders veriyor.)13-) Hiç şüphesiz ki son da ilk de (ahiret de dünya da) bizimdir.14-) Sizi alev saçan ateşe karşı uyardım.15,16-) O ateşe, ancak (vahyi-Resûlu) yalanlayıp yüz çeviren en şaki olan kimse yaslanır. (yanmasına destek olur)17,18-) Ve arınmak için malını hayra veren en etkâ olan (Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip olan) kimse ise, o ateşten uzak tutulacaktır.(Yukarıdaki iki âyete baktığımızda, Allah yolunda infak etmeyenlerin takva sahibi olamayacakları, şirkten ve kötülüklerden arınmanın da infak ile bağlantılı olduğunu açık olarak görüyoruz. Yani âyette infak etmekle ilgili beş durum ortaya çıkıyor. 1-) Esas takva sahipleri mallarını yüce Allah yolunda infak edenlerdir.2-) Allah yolunda infak edenler maddi ve manevi olarak arınmış olurlar.3-) İnfak edenler için cehennem söz konusu değildir. Çünkü ondan uzak tutulacaklardır.4-) Zekât maddi ve manevi arınma anlamına gelmektedir. Yani zekât verilen bir şey değildir.)5-) Manevi olarak en önemli arınma aracı Kur'an iken, maddi olarak en önemli arınma aracı infak etmek oluyor.)19,20-) O, yüce Rabbinin rızasını aramaktan başka hiç kimseden kendisini mükâfatlandıracak bir nimet beklemez. 21-) Elbette kendisi de (cennet ve Allah'ın nimetleriyle ) razı olacaktır.(Leyl Süresinin Sonu)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(287. YAZI)Şems Süresi 15 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Güneşe ve onun aydınlığına andolsun,2-) Onu izlediğinde Ay'a andolsun,3-) Onu ortaya çıkardığında gündüze andolsun,4-) Onu bürüdüğünde geceye andolsun,5-) Göğe ve onu bina edene andolsun,6-) Yere ve onu yayıp döşeyene andolsun,7,9-) Nefse ve onu tesviye edene, ona fucur ve takvasını ilham edene andolsun ki, onu arındıran kurtuluşa ermiştir.10-) Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de mahvolmuştur.11-) Semûd kavmi, tuğyanı sebebiyle yalanladı.12-) Hani onların en şaki olanı (fesat çıkarmak için) ileri atılmıştı.13-) Allah'ın Resûlü de onlara şöyle demişti: "Allah'ın devesini yani onun su içme hakkını koruyun."14-) Fakat onlar, onu yalanladılar ve deveyi boğazladılar. Bunun üzerine Rableri, suçlarından dolayı onları darmadağın etti ve kendilerini yerle bir etti.15-) (Halbuki Semud kavmi) akibetinden korkmuyordu. (Şems Süresinin Sonu)
19 Ağustos 2022 Cuma
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(286. YAZI)Beled Süresi 20 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Hayır! Bu beldeye kasem olsun,2-) Ki sen bu beldede ikamet etmektesin.3-) Babaya ve veledine de kasem olsun ki,4-) Biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek şekilde) yarattık.5-) O (insan) kendisine kimsenin güç getiremeyeceğini hesap ediyor?6-) "Yığınla mal helak ettim" diyor.7-) Kendisini kimsenin görmediğini mi sanıyor?8,10-) Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak kılmadık mı yani iki yolu göstermedik mi?("Hedeynêhun necdeyn" ibaresi, annesinden nasil süt emecegini bilmesi yani çocuğun en aciz olduğu bir durumda iki yoldan (vâlidesinin iki göğsünden) en halis gıda ile beslenmesi anlamına gelmektedir. Yani en aciz olduğu bir dönemde onu besledik, koruduk, terbiye ettik, merhamet ettik, büyüttük. Şimdi gönderdiğimiz vahye karşı geliyor. Allah'tan gelen âyetler varken evliya ve ilâhlara veya din adamlarının kitaplarına kulluk ediyor.)11-) Fakat o, akebeyi (sarp yokuşu) aşamadı.12-) Akebenin (sarp yokuşun) ne olduğunu sen nereden idrak edeceksin ?13-) O bir boynu çözmektir.(Fekku rakabetin" ifadesinin tam karşılığı, "boyun çözmek, boynu mahkum olduğu yerden kurtarmak, boynu bağdan ayırmak" anlamına gelmektedir. Mekke'de inen süreler tevhid ve güzel ahlak eksenli oldukları için onlara evrensel bir bakış açısıyla yaklaşmak gerekir. Yani "boyun çözmek" özgürlüğü için mücadele edenlere yardım etmek" olabildiği gibi, birini müzmin bir hastalıktan veya yüklü bir borçtan kurtarmak da olabilir. "Fekku rakabetin" ifadesi, sadece bu âyette geçmektedir.Çok ilginçtir, Mekke'de nazil olan bu âyette "Fekku rakabetin" "boynu çözmek" olarak gelirken, Medine'de inen âyetlerde ise, "tahriru rakabetin" "boynu hürriyete kavuşturmak" olarak geçmektedir.)(Nisa -92; Mâide -89; Mücadele -3)Bunun anlamı, Mekke'de "boynu kurtarmak" bireysel olan bir emir iken, Medine'de emir kurumsal hale geliyor.) 14,16-) Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut toprağa sürünen bir miskini doyurmaktır.17,18-) Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar meymenet sahipleridir.19-) Âyetlerimize kâfir olanlar ise, işte onlar meş'eme sahipleridir.20-) Üzerlerinde etrafı sımsıkı kapatılmış bir ateş vardır.Beled Süresinin Sonu)
18 Ağustos 2022 Perşembe
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(285. YAZI)Fecr Süresi 30 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Fecre (tan yerinin ağarmasına) andolsun,2-) On geceye de andolsun,(On geceden maksat bazı kavimlerin helak edildikleri geceler, veya bazı Nebi ve Resûllerin seyahat ettikleri geceleri de olma ihtimali vardır. En doğrusunu Allah bilir.)3-) Çifte ve teke andolsun,4-) Geçip giden geceye andolsun, 5-) Şüphesiz bunlarda, akıl sahibi bir kimse için üzerine kasem edilmeye değer bir özellik vardır.6,10-) (Ey Resûl!) Rabbinin, (Hûd'un kavmi) Âd'e, beldeler içinde misli yaratılmamış olan, sütunlarla dolu İrem'e, vadide kayaları oyan (Salih'in kavmi) Semûd'a, kazıklar sahibi Firavun'a ne yaptığını görmedin mi?11,12-) Bunlar şehirlerde tuğyanlık eden ve oralarda pek çok fesat çıkaran kimselerdi.13-) Bu yüzden Rabbin onların üzerine azap kamçısını yağdırdı.14-) Şüphesiz Rabbin, gözetlemededir.15-) İnsan ise; Rabbi onu sınayıp da kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde, "Rabbim bana ikram etti" der.16-) Ama onu sınayıp rızkını ölçülü verince de, "Rabbim beni aşağıladı" der.17-) Hayır, hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz.18-) Miskini yedirmek hususunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.19-) Mirası (hiç düşünmeden) alabildiğine yiyorsunuz. (Har vurup harman savuruyorsunuz.)(Âyette geçen "turas" "miras" anadan babadan kalma mal mülk değildir. Göklerde ve yerde bulunan nimetler anlamında kullanılmıştır. Yani yaşamın sağlıklı bir şekilde yürümesi için yüce Allah'ın yarattığı doğal denge demektir. Suyun israf edilmesi, ormanların tahrip edilmesi, denizlerin ve havanın kirletilmesi ve hayatın yaşanmaz hale getirilmesi demektir. Bütün bunlar insanlığın ortak mirası hükmündedirler.)20-) Malı da (yağmalar gibi) pek aşırı seviyorsunuz.21-) Hayır, yeryüzü (kıyamet sarsıntısıyla) parça parça olup dağıldığı zaman,22,23-) Rabbinin yasası yani saf saf dizilmiş olarak melek geldiği ve o gün cehennem getirildiği zaman, işte o gün insan (yaptıklarını birer birer) hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ona nasıl yararı olacaktır!?24-) "Keşke hayatım için önceden bir şey takdim etseydim" der.25-) Artık o gün, Allah'ın edeceği azabı kimse edemez.26-) Ve O'nun vuracağı bağı kimse vuramaz.27-) "Ey (sadece vahiy'le) mutmain olan nefis!"28-) "Sen O'ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!"29-) (Sâlih) kullarımın arasına gir."30-) "Yani cennetime gir.”(Fecr Süresinin Sonu)
17 Ağustos 2022 Çarşamba
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(284. YAZI)Ğâşiye Süresi 26 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Her şeyi kaplayacak olanın hadisi sana geldi mi?2-) O gün birtakım yüzler vardır ki eğilmiş zillete düşmüştür.3-) Amel etmiş, (ama boşuna) yorulmuştur.4-) Kızgın ateşe destek olmuştur.5-) Kızgın bir kaynaktan içirilecektir.6-) Onlara, darî'den (dikenli bitkiden başka) yiyecek yoktur.7-) O, ne besler ne de açlıktan kurtarır.8-) O gün birtakım yüzler vardır ki, nimet içindedir.9-) Sa'yine karşılık razı olmuştur.10-) Yüksek bir cennettedir.11-) Orada boş söz işitmez.12-) Orada akan bir pınar vardır.13,16-) Orada yükseltilmiş tahtlar ve konulmuş kadehler, sıra sıra yastıklar, serilmiş gösterişli yaygılar vardır.17-) Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır!18-) Göğe (bakmıyorlar mı), nasıl yükseltilmiştir!19-) Dağlara (bakmıyorlar mı), nasıl kurulmuşlardır!20-) Yere (bakmıyorlar mı), nasıl yayılmıştır!21-) Artık sen öğüt ver! Sen sadece (vahiy'le) bir öğüt vericisin.22-) Sen, onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin.23,24-) Ancak, kim yüz çevirir yani kâfir olursa, Allah ona azap eder, hemde en büyük azapla.25-) Şüphesiz onların dönüşü ancak bizedir.26-) Sonra onların hesapları da sadece bize aittir.(Ğâsiye Süresinin Sonu)
16 Ağustos 2022 Salı
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(283. YAZI)Âlâ Süresi 19 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Yüce Rabbinin adını tespih et.2-) O, yaratıp tesviye edendir. (şekillendiren ve düzene koyandır.)3-) Yani O, (her şeyi) ölçüyle yapıp (vahiy'le) hidayeti gösterendir.4,5-) O, merayı (yeşil bitki örtüsünü) çıkaran, sonra da onları çürüyüp kararmış çör çöpe çevirendir.6-) Sana (Kur'an'ı) okutacağız ve sen onu unutmayacaksın.7-) Ancak Allah'ın dilediği başka. Şüphesiz O, açık olanı da bilir, gizliyi de.8-) Biz seni en kolay olana kolayca ileteceğiz.9-) O hâlde öğüt ver, eğer öğüt fayda verirse,10-) Allah'a karşı haşyet duyarak O'na saygı duyan öğüt alacaktır.11,12-) Büyük ateşe girecek olan en şakî (müşrik) kimse ise, öğüt almaktan kaçınacaktır.13-) Sonra orada ne ölür (kurtulur), ne de dirilir.14,15-) (Şirkten) arınan ve Rabbinin adını anıp, salât eden kimse mutlaka kurtuluşa erer.(Âyette bulunan "salle" "salât etmek" yüce İslam dinine ve Allah Resulüne destek olma, küfür ve şirkten kaçınma ve mücadele etme anlamına gelmektedir. Çünkü âlemlerin Rabbi olan yüce Allah, salât edenlerin mutlaka felâha ereceklerini bildiriyor. Mekke, tevhid ve şirk, iman ve küfür arasında en sert mücadelenin yapıldığı bir merkezdir. Mekke döneminde inen sürelerde ritüellerden söz etmek büyük bir cehalet ve abesle iştigaldir.)16-) Fakat sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz.17-) Oysa âhiret, daha hayırlıdır yani bâkidir.18,19-) Şüphesiz bu hükümler ilk sayfalarda, İbrahim ve Mûsâ'nın sayfalarında da vardır.(Âlâ Süresinin Sonu)
15 Ağustos 2022 Pazartesi
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(281. YAZI)Buruc Süresi 22 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Burçlar sahibi göğe andolsun,2-) Ve va'dedilmiş güne (kıyamete) de andolsun,3,5-) Şâhitlik edene ve şahitlik edilene andolsun ki, (mü'minleri yakmak için) hendek kazıp (içinde) alevli ateş yakanlar kahrolsun.6,7-) Ve onlar o ateşin etrafında oturmuş, mü'minlere yaptıklarına şahit olup seyrediyorlardı.8,9-) Onlar mü'minlere ancak; göklerin ve yerin mülkü kendisine ait olan aziz ve hamid olan Allah'a iman ettikleri için intikam alıyorlardı. Yani Allah, her şeye şahittir. 10-) Şüphesiz mü'min erkekleri ve mü'min kadınlar fitne edip, sonra da tevbe etmeyenlere; cehennem azabı yani yakıcı bir azabı vardır.(Âyette geçen "fitne" kavramı, baskı ve işkence ile müminleri tevhid dininden uzaklaştırma anlamına gelmektedir. 8 ve 9.âyetler bunu gösteriyor. Dolayısıyla en büyük fitne din ve inanç üzerinde baskı kurmaktır.)11-) İman edip yani salih ameller işleyenlere gelince; onlara içinden nehirler akan cennetler vardır. İşte bu büyük bir başarıdır.12-) Şüphesiz, Rabbinin yakalaması pek şiddetlidir.13-) Şüphesiz O, ilk başlatan ve onu iade edendir.14-) Yani O, Ğafur ve Vedud olandır.15-) Mecid olan Arş'ın sahibidir. 16-) İstediğini yapandır.17,18-) Orduların, Firavun ve Semûd'un haberi sana geldi mi?19-) Kâfir olanlar dâima bir yalanlama içindedirler.20-) Oysa Allah, onları arkalarından kuşatmıştır.21-) Hayır, o (yalanlamakta oldukları kitap) mecid bir Kur'an'dır.22-) O, mahfuz bir levhadadır.(Aslında "Kur'an" denildiğinde nesnelerde yazılı olanı değil, gönüllerde ve levh-i mahfuzda bulunan Kur'an'ı anlamak gerekiyor. Esas Kur'an, levh-i mahfuzda yani gönüllerde olandır.Elimizde bulunan Kur'an değil, mushaftır. Yani bir deri parçasına, tahtaya, cama, plastik maddesine veya bir mermere yazılan âyetler bu maddeleri Kur'an yapmaz. Bilgisayar ve cep telefonu hiçbir zaman Kur'an sayılmazlar.Bir kağıt parçası hiçbir zaman Kur'an sayılmaz. Dolayısıyla insanların abdestsiz ve cünüp olarak Kur'an'a dokunmamalarını söylemek bir saygı değil, büyük bir sorumsuzluk ve ağır bir iftiradır.Kur'an bir kitap değil, bir söz, bir kelam ve bir hitaptır. Yani onun karakteri ve yapısı sözün gücüne dayanır.Kur'an'ın indiği zemin insanların yazıdan ve yazılı metinlerden uzak oldukları bir coğrafyadır. Ondaki tekrarlar bu yüzdendir.Söz ve hitap yani sözün gücü tekrarı kaldırır, fakat yazılı metinlerde tekrar olmaz. Kur'an'ın bazı âyetlerde kendisini "kitap" olarak anması, onun Allah'ın koruması altında olduğunu, belli bir sistemenin bulunduğunu, bağlam ve bütünlüğe sahip olduğunu ortaya koymak içindir. "Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır. Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar"(Müminün-62 )Halbuki Allah'ın indinde maddi nesnelere yazılı kitap bulunmamaktadır.Kur'an'da geçen "kitap" sözcüğü "vahiy" anlamında kullanılmıştır. Yoksa Kur'an kitap değil, söz ve hitaptır.Kur'an'ı maddi nesnelere yazılı olan bir şey olarak değil, hafızalarda bulunan bir bellek, dijital bir kaynak olarak kabul etmek gerekir.)
14 Ağustos 2022 Pazar
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(280. YAZI)İnşikâk Süresi 25 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) Gök şak şak olduğu yani Rabbine kulak verdiğinde, işte o zaman hak vukû bulmuştur.3,4-) Yer uzatılıp dümdüz edildiği yani içindekileri atıp tamamen boşaldığı zaman.5-) Yani Rabbine kulak verdiğinde, işte o zaman hak vukû bulmuştur. 6-) Ey insan! Şüphesiz, sen Rabbine giden yolda emek üstüne emek verip duracak ve sonunda ona (emeklerine) kavuşacaksın.7-) Kimin kitabı sağından verilirse,8-) Kolay bir hesapla hesaba çekilecek,9-) Yani ehline mesrur bir şekilde dönecektir,10-) Fakat kimin de kitabı arkasından verilirse,11,12-) Hemen "Yok olmak için" dua edecek ve alevli ateşe girecektir.13-) Çünkü o, (dünyada iken) ehlinin içinde mesrur idi.14-) Şüphesiz ki o, hiçbir zaman Rabbine dönmeyeceğini zannederdi.15-) Evet (sandığı gibi olmadı!) Çünkü Rabbi onu görüyordu.16-) Şafağa kasem olsun,17-) Yani geceye ve içinde topladıklarına,18-) Ve dolunay hâlindeki aya ki,19-) Şüphesiz ki siz, tabakadan tabakaya bineceksiniz.20-) Böyleyken onlara ne oluyor da iman etmiyorlar?21-) Yani onlara Kur'an okunduğu zaman secde etmiyorlar.(Âyette bulunan secde, alnın yere konulması anlamında değildir. Kayıtsız şartsız Kur'an'ın dinde tek kaynak olarak kabul edilmesi yani onun yanında hadis ve ictihadlara iman edilmemesi ile ilgili bir durumdur. Zaten aşağıdaki âyetler bu gerçeği anlatıyor.)22-) Aksine o kâfirler (Kur'an'ı) yalanlıyorlardı.23-) Hâlbuki Allah, içlerinde ne sakladıklarını çok iyi biliyordu.24-) Öyle ise sende onlara elim bir azabı müjdele!25-) Ancak iman edip de sâlih ameller işleyenler başka. Onlar için, bitmez tükenmez bir mükâfat vardır.(İnşikâk Süresinin Sonu)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(279. YAZI)Mutaffifin Süresi 36 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ölçüde ve tartıda hile yapanlara veyl olsun!2-) Onlar insanlardan (bir şey alırken) ölçtüklerinde tam olarak ölçerler.3-) Fakat kendileri onlara bir şey ölçüp, yahut tartıp verdikleri zaman zarar ettirirler.4,6-) Onlar, azim bir günde yani insanların, âlemlerin Rabbinin huzurunda duracakları gün için diriltileceklerini zannetmiyorlar mı?(Yukarıdaki iki âyet kabir azabını imkansız kılıyor. Çünkü kabir azabı olsaydı daha yakın bir azap olacağından dolayı yüce Allah, ilk önce onunla insanları sakındırırdı. Yani diriliş ve kıyamet günü ile uyarmazdı. Demek oluyor ki, kıyamet günü öncesinde hesap ve ceza diye bir şey yoktur.) 7-) Hayır, şüphesiz ki, fâcirlerin kitabı "Siccîn"dedir.8-) "Siccîn"in ne olduğunu sen nereden idrak edeceksin? 9-) O, rakamlandırılmış bir kitaptır.10,11-) O gün yalanlayanlara veyl olsun, onlar din gününü yalanlıyorlardı!12-) Onu, aşırı günahkarlaradan başka hiç kimse yalanlamaz.13-) Ona âyetlerimiz tilâvet edilince, "öncekilerin masalları" der.14-) Hayır, hayır! Bilakis onların kazanmakta oldukları (kötülükler yüzünden) kalplerinin üzeri paslanmıştır. 15-) Hayır, şüphesiz onlar, o gün Rablerinden (rahmetinden) mahcup (perdeli-engelli-uzak) olarak bırakılacaklardır.16-) Sonra şüphesiz ki onlar cahime yaslanacaklardır.(Yaslavnehê, "oraya girecekler, onun yanışına destek olacaklardır, dünya hayatında minderlere yaslanıp keyif yaptıkları gibi, bu sefer de cehenneme yaslanıp azap çekeceklerdir" anlamına gelmektedir.)17-) Sonra da onlara, "Yalanlamakta olduğunuz işte budur" denecektir.(Hatırlatmakta fayda vardır. Kur'an'da geçen"yalanlama" dil ile yalanlama değildir. İnanç, düşünce, fikir, ahlak, tavır ve karakterle ilgili bir yalanlamadır. Yani Kur'an'ın yanında başka kitaplara iman edenler yüce Allah'ın âyetlerini yalanlamış olurlar. İşte esas yalanlama budur. Hadislere iman Kur'an'ı yalanlamadır.)18-) Hayır! Hiç şüphesiz ki erdemlilerin kitabı "İlliyyûn"dadır.19-) "İlliyyûn"un ne olduğunu sen nereden idrak edeceksin? 20-) O, rakamlandırılmış bir kitaptır.21-) Ona, (Allah'a) yakın olanlar şâhit olur.22-) Şüphesiz erdemliler, naîmdedirler. 23-) Koltuklar üzerinde nazar ederler. 24-) Onların yüzlerinde, nimetlerin parıltısını tanırsın.25-) Onlara, mühürlü (el değmemiş) saf bir içecekten içirilir.26-) Onun içiminin sonu misktir. İşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar.27-) Onun mizacı ( karışımı) tesnimdendir.28-) Bir pınar ki, (Allah'a) yakın olanlar ondan içerler.29-) Şüphesiz ki cürüm (şirk) işleyenler, (dünyada) iman edenlere gülüyorlardı.30-) Onlara uğradıklarında, birbirlerine kaş göz işareti ederek onlarla alay ediyorlardı.31-) Ehillerine döndüklerinde neşe içinde dönüyorlardı.32-) Onlar (Mü'minleri) gördükleri zaman, "Hiç şüphe yok, şunlar sapkınlardır" diyorlardı.33-) Hâlbuki onlar, mü'minlerin başına muhafız olarak gönderilmemişlerdi.34-) İşte bugün de mü'minler kâfirlere gülerler.35-) Koltuklar üzerinde (etrafı) nazar ederler.36-) Kâfirler yapmakta olduklarının karşılığını buldular mı? diye.(Mutaffifin Süresinin Sonu)
13 Ağustos 2022 Cumartesi
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(277. YAZI)Tekvir Süresi 29 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Güneş, dürüldüğü zaman,2-) Yani yıldızlar, bulanıp söndüğü zaman,3-) Ve dağlar, yürütüldüğü zaman,4-) Gebe develer tâtil edildiği zaman.5-) Vahşi hayvanlar toplandığı zaman,6-) Denizler tutuşturuduğu zaman,7-) Nefisler (bedenlerle) eşleştirildiği zaman.8,9-) Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman,10-) Sahifeler neşredildiği zaman,11-) Gökyüzü (yerinden) sıyrılıp koparıldığı zaman,12-) Cahim alevlendirildiği zaman,13-) Cennet yaklaştırıldığı zaman,14-) Her nefis önceden hazırladığı şeyleri bilecektir.15,16-) Görünüp sinenlere yani akıp kaybolanlara kasem olsun.17-) Yöneldiği zaman geceye (de kasem olsun)18-) Teneffüs eden sabaha (da kasem olsun)19, 20, 21) Şüphesiz O (Kur'an) kuvvetli, arşın sahibi, mekin olan (Allah'ın) indinde kerim, mutâ (itaat eden olarak tanınan,) sonra emin olarak bilinen bir Resûlun (Muhammed'in ) kavlidir.(Resûl olmasaydı, din, iman ve İslam diye bir şey olmazdı. Çünkü vahiy Resûlün dilinde hayat bulur.)22-) (Ey Kureyşliler!) Sizin arkadaşınız (Muhammed) bir mecnun değildir.23-) Andolsun o, vahyi (gönül gözüyle) apaçık olarak ufukta gördü. (Allah Resulünün vahyi gönül gözüyle gördüğüne dair Necm Süresi 8/15 âyetlerine bakılabilir. Geleneksel imanda var olan cebrail adında bir melek yoktur. Vahyin cebrail tarafından indirildiğine dair bir âyet de mevcut değildir. Vahiy, yüce Allah'tan Nebi'nin kalbine aracısız olarak indirilmiştir.) 24 -) Yani O, gayb hususunda cimri değildir. (vahyi sizden esirgeyen biri değildir. Vahiy hakkında her türlü suçlamadan da uzaktır.)25-) Kur'an, racim olan şeytanın sözü değildir.(Âyette geçen "şeytanin racim" "vahiy tarafından sert eleştirilere hedef olan tüm zamanların yalancı din adamları anlamına" gelmektedir. Yani Kur'an'ın metnine müdahale etmekten men edilmişlerdir. Kur'an'da "elif lâm" yani marifeli yani "eşşeytan" olan kelimeler ise, uydurma dinin yaşayan ve vahiy ehli muvahhidler tarafından bilinen Kur'an düşmanı şeytanlarıdır.)26-) (Hâl böyle iken) nereye gidiyorsunuz?27-) O âlemler (bütün insanlar) için bir öğüttür.28-) Ancak bu öğüt sizden istikamet dileyen (için bir fayda sağlar.) 29-) Yani siz (hidayeti) dilemedikçe âlemlerin (bütün insanların) Rabbi olan Allah (iradenize ipotek koyarak, zorla) hidayetinize müdahale etmez.(Yüce Allah vahiy haricinde hiçbir zaman insanların iradelerine karışmaz.)(Tekvir Süresinin Sonu
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(278. YAZI)İnfitar Süresi 19 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Gök yarıldığı zaman,2-) Yani yıldızlar saçıldığı zaman,3-) Denizler kaynayıp fışkırtıldığı zaman,4-) Kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman,5-) Her nefis takdim ve te'hir ettiği şeyleri bilecek.6-) Ey insan! Seni kerim olan Rabbine karşı aldatan nedir?7-) O (Allah) ki seni yarattı, seni tesviye etti, seni (her şeyinle) dengeli kıldı. 8-) Dilediği surette seni terkip etti. (düzenledi)9-) (Bütün bunlara rağmen) siz dini (hesap ve ceza gününü) yalanlıyorsunuz.10-) Hâlbuki üzerinizde koruyucular vardır.11-) Kirâmen kâtibin (değerli yazıcılar)12-) Onlar yapmakta olduklarınızı bilirler.13-) Şüphesiz ki, erdemliler Naîm cennetindedirler.14-) Hiç şüphesiz ki, fâcirler de cahimdedirler.15-) Hesap ve ceza günü oraya yaslanacaklar.16-) Onlar ondan gâib olacak da değillerdir.17-) Din (hesap ve ceza) gününün ne olduğunu sen nereden idrâk edeceksin? 18-) Evet, din (hesap ve ceza) gününün ne olduğunu sen nereden idrâk edeceksin?19-) O gün hiçbir nefis diğer bir nefse yarar vermeye mâlik değildir. Yani o gün emir, yalnız Allah'ındır.(İnfitar Süresinin Sonu)
11 Ağustos 2022 Perşembe
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(276. YAZI)Abese Süresi 42 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) Kendisine o âmâ geldi diye yüzünü astı yani (ondan) yüz çevirdi.3-) (Ey Nebi!) Sana İdrâk ettiren nedir ki, belki de o (âmâ vahiy sayesinde) arınacak,4-) Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine bir menfaat sağlayacaktı.5-) Kendisini (vahye karşı) müstağni görene (muhtaç hissetmeyene) gelince;6-) Sen, ona yöneliyorsun.7-) Halbuki onun arınması senin üzerinde değildir.(Onun arınıp arınmamasından sana ne!)8,10-) Allah'a karşı derin bir saygıyla korku içinde koşarak sana geleni ise bırakıp, ona aldırmıyorsun.11-) Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur'an) bir öğüttür.12-) Dileyen ondan öğüt alır.13-14) (Kur'an) mükerrem, üstün kılınmış, tertemiz sahifelerdedir.15-16) Değerli, erdemli sefirlerin (elçilerin) ellerinde olan (bir kitaptır.)17-) Kahrolası insan! Onu bu kadar aşırı kâfir (nankör) yapan nedir ki! 18-) (Allah,) onu hangi şeyden yarattı? (bakıp ibret alması gerekmez mi?)19-) Bir nutfeden (meniden) onu yarattı ve onu takdir etti (ölçülü bir şekil verdi.)20-) Sonra ona (ana rahminden çıkışta ve hayat yolculuğunda vahiy indirerek) yolu kolaylaştırdı.21-) Sonra onu (yasası gereği) öldürdü ve kabre koydu.(İnsanın vefatından sonra yıkanması, kefenlenmesi, cenaze namazının kılınması, tezkiye edilmesi, kendisine Kur'an okunması ve telkin yapılması bir gelenektir. Kur'an ile hiç bir ilgisi yoktur.) 22-) Sonra, dilediği vakit onu yeniden neşreder (diriltir.)23-) Gerçek şu ki, (insan, Allah'ın) kendisine emrettiğini yerine getirmedi. 24-) (Her şeyden önce insan,) yemeğine bir baksın!25-) Gerçekten biz, suyu şarıl şarıl döktük.26-) Sonra toprağı, iyiden iyiye yardık!27,32-) Böylece sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için orada taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar bitirdik.33,37-) Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından firar edeceği gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır.38-) O gün birtakım yüzler vardır ki aydınlıktır (pırıl pırıl parlarlar,)39-) Güleçtirler, müjdelenmişlerdir.40-) O gün nice yüzler de vardır ki, toz toprak içindedirler.41-) Onları bir katran kaplamıştır.42-) İşte onlar, kâfirlerdir, fâcirlerdir.(Abese Süresinin Sonu)
10 Ağustos 2022 Çarşamba
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(275. YAZI)Naziât Süresi 46 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Boğarak söküp çıkaranlara andolsun!2-) Kolaylıkla alanlara andolsun.3-) (Vahiy denizinde) yüzdükçe yüzenlere andolsun. 4-) (Mücadele dünyasında) müsabaka ederek öne geçenlere andolsun.5-) Nihayet her emri tedbir ile yola koyanlara andolsun.6,7-) O gün o sarsıcı (zelzele) sarsacak. (Peşinden onu) artçısı takip edecek. 8-) (O gün birtakım) kalpler (korku içinde) çarpacaktır.9-) Gözleri haşyet (korku) içinde kalacaktır.10-) Şöyle derler: "Biz gerçekten çukurdan gerisingeriye eski hâlimize mi döndürüleceğiz?"11-) "Bizler çürümüş kemiklere döndükten sonra mı?"12-) "Öyle ise bu (dönüş) bir kere daha hüsran olacaktır" dediler.13-) Hâlbuki o, tek bir haykırıştan ibarettir.14-) Birdenbire onlar (mahşer) sahrasındadırlar.15-) (Ey Nebi!) Mûsâ'nın haberi sana geldi mi?16-) Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde şöyle nida etmişti:17-) "Haydi Firavun'a git! Çünkü o taşkın olmuştur."18-) "De ki: (Kibir ve zulmünden) arınmak istemez misin?19-) Seni Rabbine (vahiy'le) hidayet edeyim de O'na karşı haşyet (derinden saygı) duyasın!"20-) (Derken) ona en büyük âyeti gösterdi.21-) Fakat o, yalanladı ve isyan etti.22-) Sonra arkasına dönüp koşarak uzaklaştı.23-) Hemen (adamlarını) topladı ve onlara nida etti:24-) "Ben, sizin en yüce Rabbinizim!" dedi.25-) Allah onu, ibret verici şekilde dünya ve âhiret cezasıyla cezalandırdı.(Demek oluyor ki, Mümin süresi 46.âyette anlatılan "azap" kabir azabı değildir.Birincisi, dünya azabıİkincisi ise, âhiret azabıdır.(Kasas -40, 41, 42; Hud -98, 99)26-) Şüphesiz bunda Allah'tan korkan kimseler için bir ibret vardır.27-) Ey insanlar! Sizi yaratmak mı daha şiddetli (zor), yoksa göğü yaratmak mı? Onu Allah bina yapmıştır.28-) Onu yükseltmiş yani onu tesviye etmiştir.29-) O göğün gecesini karanlık yaptı, ışığını da çıkardı.30-) Ardından yeri düzenleyip döşedi.31-) Ondan suyunu ve merasını çıkardı.32-) Dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi.33-) Bunları sizin için ve hayvanlarınız için bir yararlanma kaynağı yaptı.34,35-) En büyük damme (kıyamet) geldiği zaman, o gün insan yaptıklarını hatırlar.36-) Yani cahim, görenler için bâriz olur.37,39-) Kim taşkınlık eder yani yalnız dünya hayatını üstün tutarsa, şüphesiz, cehennem onun sığınağıdır.40,41-) Kim de, Rabbinin makamından korkar yani nefsini (şeytâni) hevalardan nehyederse, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.42-) Sana, saatin demir atma zamanını soruyorlar.43-) Sen onun hakkında ne zikredebilirsin ki?44-) Onun nihai bilgisi yalnız Rabbine âittir.45-) Sen, ancak ondan korkanları uyarıcısın.46-) Saati gördükleri gün onlar, sanki dünyada ancak bir akşam, yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış gibi olurlar.(Naziât Süresinin Sonu)
9 Ağustos 2022 Salı
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(274. YAZI)Nebe Süresi 40 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Neyi soruşturuyorlar?2,3-) Yoksa (üzerinde anlaşmazlığa düştükleri) azim haberi (mi)?4-) Andolsun ki, ileride (ölümleri anında) bilecekler.5-) Sonra andolsun ki, ileride (âhirette mutlaka) bilecekler.6,7-) Biz, yeri bir beşik, dağları da birer sütun yapmadık mı?8-) Sizleri (erkekli-dişili) eşler hâlinde yarattık.9-) Uykunuzu bir dinlenme (sebebi) kıldık.10-) Geceyi (sizi örten) bir elbise kıldık.11-) Gündüzü de maişet zamanı kıldık.12-) Üstünüze yedi şiddetli (birbirine bağlı-sağlam) gök bina ettik.13-) Alev alev yanan aydınlatıcı yani ısıtıcı bir kandil yarattık.14,16-) Habbeler (taneler), nebât (bitkiler), sarmaş dolaş cennetler (bahçeler) çıkaralım diye sıkışmış bulutlardan (akan şarıl şarıl) su indirdik.17-) Şüphesiz fasl (ayırma) günü belirlenmiş bir vakittir.18-) Sûra üfürüleceği gün fevc fevc gelirsiniz.19-) Sema açılır, kapı kapı olur.20-) Dağlar yürütülür, serap hâline gelir.21,23-) Şüphesiz cehennem, bir gözetleme yeridir; taşkınlar için, içinde çağlar boyu kalacakları bir dönüş yeridir.24-) Orada ne bir serinlik ve ne de içecek bir şey tadacaklar!25,26-) Ancak, (amellerine ) muvafık bir ceza olarak sıcak su ve gassâk içecekler.(Cehennemliklerin yiyecekleri arasında zikredilen "ğassak, ğislin, zakkum, darî" gibi şeyler, onlara acı ve ızdıraptan daha fazla olarak ölmelerini engelleyecek, yalnızlığa itecek, kahredici ümitsizlik azapları anlamına gelmektedir. En doğrusunu Allah bilir.) 27-) Çünkü onlar hesaba çekilmeyi ummuyorlardı.28-) Âyetlerimizi de alabildiğine yalanlamışlardı.29-) Biz ise, her şeyi bir kitapta (kendi hafızalarında ve belleklerinde) tamamiyle sayıp kaydetmişiz.(İnsan, güzellik ve kötülük olarak yaptığı önemli yani kayda değer olan ameller ilk önce onun hafızasına kaydedilir. İnsan hayatı boyunca bu amelleri asla unutmaz ve kaybetmez. Bu ameller hayatı boyunca sürekli olarak hafızasında canlı olarak kalır ve ona hatırlatılır. İşte bu âyette geçen "ahsaynêhu" "sayıp kaydetmişiz" ve Yasin süresi 12.âyette bulunan "ahsaynêhu fi imemin mübin" "biz her şeyi mübin bir imamda sayıp kaydetmişiz" cümlesi, bu amellerin ilk kaydedildiği en önemli olan kayıt cihazı olan insanın belleğidir. Dolayısıyla her insanın bir çöplüğü vardır. İşte tevbe bu çöplüğü dışarı atmanın adıdır. Eğer tevbe olmasaydı, insan kendi çöplüğünde boğulmuş olacaktı.)30-) (Kâfirlere şöyle denilir:) "Şimdi tadın. Artık bundan sonra yalnızca azabınızı artıracağız."31-) Şüphesiz ki muttakiler için bir başarı vardır.32-) Nice bahçeler ve üzüm (bağları)33-) Yani salkımları olgunlaşmış (sulu olan bu bağlardan) dopdolu kadehlerle (şarap içerler)35-) (Bu şaraptan dolayı) orada ne boş bir söz işitirler, ne de bir yalan.36,38-) Bunlar Rabbinden, göklerin ve yerin yani ikisi arasında bulunanların, Rahman olan Rabbinden hesap edilmiş bir mükâfat olarak verilecektir. O'ndan (izin almadan) hitaba mâlik olamazlar.Ruhun yani meleklerin saf saf kıyam edecekleri gün, Rahmân'ın izin vereceklerinden başkası konuşamayacaktır yani sevap konuşmuştur.39-) İşte bu, hak olan gündür. Artık dileyen kimse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.40-) Şüphesiz biz sizi, kişinin önceden elleriyle yaptıklarına bakacağı ve kâfirin, "Keşke toprak olsaydım!" diyeceği günde gerçekleşecek olan yakın bir azaba karşı uyardık.(Nebe Süresinin Sonu)
8 Ağustos 2022 Pazartesi
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(273. YAZI)Mürselât Süresi 50 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,7-) Ard arda gönderilenlere, kasırga gibi esenlere, yaydıkca yayanlara, ayırdıkça ayıranlara, özür ya da uyarı olmak üzere öğüt bırakanlara andolsun ki, uyarıldığınız (son saat) mutlaka vukû bulacaktır.8-) Yıldızlar söndürüldüğü zaman,9-) Gök yarıldığı zaman,10-) Dağlar ufalanıp savrulduğu zaman,11-) Resûller için (ümmetlerine şahitlik etmek üzere) vakit belirlendiği zaman (kıyamet gerçekleşir).12-) Bu hangi güne ertelenmiştir?13-) Fasl (ayırım) gününe.14-) Fasl (ayırım) gününü sen nereden idrak edeceksin.15-) (Vahyi) yalanlayanlara o gün veyl olsun!16-) Biz evvelkileri helâk etmedik mi?17-) Sonra arkadan gelenleri de onlara tâbi kılacağız.18-) Biz mücrimleri işte böyle yaparız.19-) (Vahyi) yalanlayanlara o gün veyl olsun!20-) Biz sizi bayağı bir sudan (meniden) yaratmadık mı?21,22-) Sonra onu belli bir süreye kadar mekin (sağlam) bir yerde (ana rahminde) tuttuk.23-) Bütün bunları biz takdir ettik. Biz ne güzel takdir edenleriz!24-) (Vahyi) yalanlayanlara o gün veyl olsun!25,26-) Biz yeri dirileri de ölüleri de toplayan (bir yurt) kılmadık mı?27-) Orada oturaklı araziler yaratmadık mı yani size furat (tatlı) bir su içirmedik mi?28-) (Vahyi) yalanlayanlara o gün veyl olsun!29-) (Onlara şöyle denecek:) "Yalanlamakta olduğunuz şeye ilerleyin."30,31-) "Üç şubeye ayrılmış gölgeye ilerleyin ki, o ne gölgelendirir ne de alevden korur."32-) Şüphesiz o, her biri kasır gibi kıvılcımlar saçar.33-) Sanki o birer kızıl devedir.34-) (Vahyi) yalanlayanlara o gün veyl olsun!35-) Bu, konuşamayacakları gündür.36-) Yani onlara izin de verilmez ki, özür dilesinler.37-) (Vahyi) yalanlayanlara o gün veyl olsun!38-) Bu, fasl (ayırma) günüdür. Sizi ve öncekileri bir araya toplamışızdır.39-) Eğer bir tuzağınız varsa, haydi bana tuzak kurun!40-) (Vahyi) yalanlayanlara o gün veyl olsun!41-) Muttakiler gölgeler içinde yani pınar başlarındadırlar.42-) İştahlarının çektiği meyveler içerisindedirler.43-) Yapmakta olduğunuz şeylere karşılık afiyetle yiyin için."44-) Şüphesiz biz güzel ahlak sahiplerini işte böyle mükâfatlandırırız.45-) (Vahyi) yalanlayanlara o gün veyl olsun!46-) (Ey Müşrikler!) (Dünyada) yiyin yani birazcık yararlanın! Şüphesiz sizler mücrimsiniz.47-) (Vahyi) yalanlayanlara o gün veyl olsun!48-) Yani onlara, "Rükû edin" dendiğinde rükû etmezler.49-) (Vahyi) yalanlayanlara o gün veyl olsun !50-) Onlar artık ondan (Kur'an'dan) sonra hangi hadise iman edecekler?(Mürselât Süresinin Sonu)
MEKKE'NİN ÖZELLİĞİ (Mekke'de inen sürelerde, Mekke müşriklerine karşı Nebi (a.s) ın geceyi çok sıkı bir şekilde değerlendirmesi gerekiyordu. Çünkü Mekke'de bütün yük onun omuzlarında idi. Dâvâ Nebi'nin sırtında yükseliyordu. İşte bundan dolayı Mekke'de inen yüzlerce âyette sadece Nebi (a.s) muhatap alınmıştır.MEKKE'DE MUBELLİĞ OLARAK SADECE NEBİ (a.s) VARDI.Secde= "ves'cud" "secde et" Âlak- 19 Mekke'de inmiştir. Tekil yani Nebi'ye özel.İbadet= "ve'bud" "ibadet et" Hicr- 99 Mekke'de inmiştir.Tekil yani Nebi'ye özel.Sabır= "vasbir" "sabret" Yunus- 109 Mekke'de inmiştir. "Vasbir= "sabret" Hud- 115 Mekke'de inmiştir."Vasbir= "sabret" Nahl- 127 Mekke'de inmiştir."Vasbir= "sabret" Kehf- 28 Mekke'de inmiştir."Vasbir= "sabret" Lokman- 17 Mekke'de inmiştir."Vasbir= "sabret" Tur- 48 Mekke'de inmiştir. "Vasbir= "sabret" Müzzemmil- 10 Mekke'de inmiştir.Yani Nebi'ye sabrı tavsiye eden âyetlerin hepsi tekil ve hepsi Mekke'de inmiştir."Ekimis sâlête= Salat-ı ikâme et" Hud- 114 Mekke'de inmiştir.İsra- 78 Mekke'de inmiştir.Tâhâ- 14 Mekke'de inmiştir (Musa aleyhisselam bağlamında)Ankebut-45 Mekke'de inmiştir.Lokman 17 Mekke'de inmiştir. (Lokman (a.s) ın oğluna nasihatı bağlamında)Yukarıda görüldüğü gibi Mekke'de inen âyetlerde salât'ı ikâme etme de tekil olarak Nebi (a.s) bağlamında kullanılmıştır.Üç yerde Mekke'de inen sürelerde yer alan "salât'ı ikâme edin" âyetlerine bakalım.Yunus 87 İsrailoğulları bağlamında kullanılmıştır.Yani eski Mısır hayatlarını anlatıyor.Mekke ve Medine ile yani iman edenlerle ilgili değil, Mısır'dan çıkışla ilgilidir.Müzzemmil 20 âyet, uslup ve içerik bakımından Medine'de inmiş gibi görünüyor.Rum 31.âyet ise gerçekten çoğul olarak gelen ve iman edenlere salât'ı ikâme etmelerini yani müşriklerden olmamalarını emretmektedir. Yani tevhid bağlamında kullanılmıştır.Emir= "Umirtu= "emrolundum" "ve'mur" "emret" Araf 145 Mekke'de inmiştir. "Ve'mur" "emret" Araf 199 Mekke'de inmiştir."ve umirtu" "yani emrolundum" Yunus 72, 104 Mekke'de inmiştir."ve'mur" "yani emret" Tâhâ 132 Mekke'de inmiştir."ve umirtu" "yani emrolundum" Neml 91 Mekke'de inmiştir."ve'mur" "yani emret" Lokman 17 Mekke'de inmiştir."ve umirtu" "yani emrolundum" Zümer 12 Mekke'de inmiştir."ve umirtu" "yani emrolundum" Mümin 66 Mekke'de inmiştir."ve umirtu" "yani emrolundum" Şura 15 Mekke'de inmiştir. Sadece En'am süresi 71.âyette bir istisna mevcuttur.Aslında hitap baştan sona kadar Nebi (a.s) olmakla beraber, âyetin sonu şöyle bitiyor. "ve umirne linuslime lirabbil âlemin" "yani âlemlerin rabbine teslim olmamız emredilmiştir"Bu son cümlede Nebi (a.s)tüm müminler adına konuşuyor, onların sözcülüğünü yapıyor. Tilavet= "ütlü" "tilavet et" Ankebut 45 Mekke'de inmiştir."vetlü" "yani tilavet et" Araf 175 Mekke'de inmiştir."vetlü" "yani tilâvet et" Yunus 71 Mekke'de inmiştir. "vetlü" "yani tilâvet et" Kehf 27 Mekke'de inmiştir."vetlü" "yani tilâvet et" Şuara 69 Mekke'de inmiştir.(Burada da bir istisna var.Maide 27.âyet)"İkra= "oku" İsra 14 Mekke'de inmiştir. (Âhiret bağlamında gelmiştir.) "İkra= "oku" Âlak 1 ve 3. âyetler Mekke'de inmiştir.Bu kurulu muhteşem sistemden yola çıkarak Hud 114 ; İsra 78, 79; Tâhâ 130 gibi salat vakitlerini gösteren âyetlerin sadece Nebi'ye özel olduklarını yani yalnız Nebi'yi ve tebliğ makamında olanları bağladıklarını söyleyebiliriz. Bu âyetlerin bütün müminleri kapsadığını iddia etmek yüce Allah'a büyük bir iftiradır. Peki hiç düşündünüz mü?Neden Mekke'de inen âyetlerde "sabretin, ibadet edin, secde edin, tilavet edin, okuyun, bize emrolundu, emredin" gibi çoğul olarak gelen emirler yoktur.Mekke'de hiç iman eden bir topluluk yok muydu?Elbette vardı.Fakat Müşriklerle muhatap kılınan sadece Nebi (Aleyhisselam) yani Allah'ın Resulü idi. Herhangi bir çatışma ve kargaşa olmaması için bu tebliğ metodu mükemmel bir yöntemdi.Mekke gibi çok sert bir ortamda iman edenler de Nebi ile birlikte işin içine girmiş olsaydı, aşiret ve kabile taassubunun yoğun olarak yaşandığı bir yerde her gün kavgalar ve çatışmalar meydana gelecekti.Hiç şüphesiz ki sürekli olarak kavga ve çatışmaların yaşandığı bir yerde vahyi sağlıklı bir şekilde tebliğ etmek ve muhataplara ulaştırmak mümkün olmayacaktı.İşte bundan dolayı yüce Allah Mekkelileri iman etmekten başka bir şeyle sorumlu tutmuyordu. Hatta hayati tehlikelere karşı dil ile kafir olduklarını bile söylemelerine ruhsat veriliyordu.(Nahl -106)Zaten Mekke'de iman etmek bile önemli bir olay ve büyük bir tehlike idi.O yüzden vahyi en iyi bilen ve onlara gerekli her türlü cevabı vermeye yetkili kılınan, büyük bir donanıma sahip ve en etkili mubelliğ olarak Nebi (a.s) yeterli oluyordu.İşte bundan dolayı Mekke'de inen sürelerde "ey iman edenler! cümlesi yoktur.Fakat hicretten sonra yüzlerce âyetle iman edenler mücadeleye ortak olmaya davet edilmişlerdir.Mekke risâlet ve tebliğ merkezi iken, Medine Nübüvvet ve müminlerin güçle mücadele merkezidir.İşte bu yüzden Mekke'de nazil olan sürelerde Nebi kavramı geçmemektedir.Mekke evrensel tebliğin alanı iken, Medine yörel ve tarihsel mücadelenin alanıdır.Mekke'de sadece Resûl ve muhatabı müşrikler varken, Medine'de Nebi, Resûl, müminler, münafıklar, Yahudiler, Hristiyanlar ve müşrikler vardır.Peki sistemde neden bazı kaymalar olmuştur?Bunun sebebi, Kur'an'ın ashap tarafından toplanmasından kaynaklanmıştır.Yani Mekke'de inen bazı âyetlerin Medine'de inen sürelere, Medine'de inen bazı âyetlerin de Mekke'de inen sürelere kaymış olması yüzünden olmuştur.Fakat kavramların kullanıldığı yerler açısından birde bağlam ve bütünlüğün mükemmelliği ile görüyoruz ki, sistem binde dokuz yüz doksan dokuz olarak koruma altına alınmıştır.
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(272. YAZI)İnsan Süresi 31 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) İnsan (henüz) anılır bir şey değilken üzerinden uzunca bir zaman geçti.(Yani beşer olarak sadece avlanması ve üremesi olan yüzlerce veya binlerce yıl yaşadıktan sonra akıl, mantık, icad etme yeteneği ve sorumluluk verilip insan makam ve mertebesine yükseltilinceye kadar demektir.)2-) Şüphesiz biz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu sınamadan geçireceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.3-) Şüphesiz biz ona (vahiy'le) hidayet yolunu gösterdik. Ya şâkir olur yada kefûr.(Kur'an'da şükür kavramı, dil ile yapılan bir şey değil, fiil ve amellerle ilgili bir durumdur. Şükür Kur'an'da şirkin ve küfrün zıttı olarak kullanılmaktadır.Kur'an'da şükür, aynen ibadet, takva, iman, İslam, ihlas, şeriat, itaat, ittiba, secde, rükû, salât zekât (arınma) gibi, sadece indirilen vahye teslim olma anlamında kullanılmıştır.)4-) Şüphesiz biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar yani alevli bir ateş hazırladık.5-) Erdemliler ise, katkısı kâfur olan içecekler dolu bir kadehten içerler.6-) Bir pınar ki Allah'ın kulları ondan içer, onu (istedikleri şekilde) fışkırtıp akıtırlar.7-) O kullar nezirlerine vefa gösterirler. Şerri her yanı kuşatmış bir günden korkarlar.8-) Onlar, seve seve yiyeceği miskine, yetime ve esire yedirirler.9-) Yedirdikleri kimselere şöyle derler: "Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık yani bir şükür istemiyoruz"10-) "Çünkü biz, abus, çetin bir günden (o günün azabından dolayı) Rabbimizden korkarız."11-) Allah da onları o günün şerrinden korur yani yüzlerine bir aydınlık ve içlerine bir sevinç verir.12-) Yani sabretmelerine karşılık onları cennet ve ipek(ten giysiler) ile mükâfatlandırır.13-) Orada koltuklar üzerine kurulmuş olacaklardır. Orada ne bir güneş görürler ve nede zemherir.14-) Üzerlerine cennetin gölgeleri alçaltılmış, cennetin meyveleri (kolayca) koparılacak şekilde hazırlanmıştır.15-) Üzerlerinde gümüş kaplarla ve billur kadehlerle tavaf ettirilecektir.16-) Gümüşten billur kaplar ki, onları (ihtiyaca göre miktarını) ölçüp takdir etmişlerdir. 17-) Orada kendilerine, mizacı (katkısı) zencebil olan içecekle dolu bir kâseden içirilir.18-) Orada bir pınar ki ona "selsebil" adı verilir.19-) Üzerlerinde, gördüğünde saçılmış inciler sanacağın, hep aynı gençlik ve güzellikte kalacak hizmetçiler tavaf eder.20-) Yani orada, görünce (sonsuz) nimetler ve büyük bir mülk (saltanat) görürsün.21-) Üstlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Gümüş bileziklerle süsleneceklerdir. Ve Rableri onlara tertemiz bir şarap içirecektir.22-) Onlara şöyle denecektir: "Şüphesiz bu sizin için bir mükâfattır. Sa'yiniz (emek ve çabanız) meşkür görülmüştür."23-) Şüphesiz ki, Kur'an'ı senin üzerine (kalbine) elbette biz indirdik biz. (Kendimize ait) bir indiriliş tarzıyla.(Kur'an, yüce Allah'tan Nebi'nin kalbine aracısız olarak indirilmiştir. Kur'an'da var olan "Rûhul Emin, Rûhul Kudüs, Cibril" kavramlarının hepsi yüce Allah ve vahyin sıfatlarıdır. Cibril diye bir melek yoktur.)24-) (Ey Nebi!) O hâlde, Rabbinin hükmüne sabret. Onlardan hiçbir günahkâra yani hiçbir kefûr kimseye itaat etme.25-) (Ey Nebi!) Sabah akşam Rabbinin adını zikret.26-) Gecenin bir kısmında O'na secde et yani geceleyin O'nu uzun uzadıya tespih et.MEKKE'NİN ÖZELLİĞİ (Mekke'de inen sürelerde, Mekke müşriklerine karşı Nebi (a.s) ın geceyi çok sıkı bir şekilde değerlendirmesi gerekiyordu. Çünkü Mekke'de bütün yük onun omuzlarında idi. Dâvâ Nebi'nin sırtında yükseliyordu. İşte bundan dolayı Mekke'de inen yüzlerce âyette sadece Nebi (a.s) muhatap alınmıştır.MEKKE'DE MUBELLİĞ OLARAK SADECE NEBİ (a.s) VARDI.Secde= "ves'cud" "secde et" Âlak- 19 Mekke'de inmiştir. Tekil yani Nebi'ye özel.İbadet= "ve'bud" "ibadet et" Hicr- 99 Mekke'de inmiştir.Tekil yani Nebi'ye özel.Sabır= "vasbir" "sabret" Yunus- 109 Mekke'de inmiştir. "Vasbir= "sabret" Hud- 115 Mekke'de inmiştir."Vasbir= "sabret" Nahl- 127 Mekke'de inmiştir."Vasbir= "sabret" Kehf- 28 Mekke'de inmiştir."Vasbir= "sabret" Lokman- 17 Mekke'de inmiştir."Vasbir= "sabret" Tur- 48 Mekke'de inmiştir. "Vasbir= "sabret" Müzzemmil- 10 Mekke'de inmiştir.Yani Nebi'ye sabrı tavsiye eden âyetlerin hepsi tekil ve hepsi Mekke'de inmiştir."Ekimis sâlête= Salat-ı ikâme et" Hud- 114 Mekke'de inmiştir.İsra- 78 Mekke'de inmiştir.Tâhâ- 14 Mekke'de inmiştir (Musa aleyhisselam bağlamında)Ankebut-45 Mekke'de inmiştir.Lokman 17 Mekke'de inmiştir. (Lokman (a.s) ın oğluna nasihatı bağlamında)Yukarıda görüldüğü gibi Mekke'de inen âyetlerde salât'ı ikâme etme de tekil olarak Nebi (a.s) bağlamında kullanılmıştır.Üç yerde Mekke'de inen sürelerde yer alan "salât'ı ikâme edin" âyetlerine bakalım.Yunus 87 İsrailoğulları bağlamında kullanılmıştır.Yani eski Mısır hayatlarını anlatıyor.Mekke ve Medine ile yani iman edenlerle ilgili değil, Mısır'dan çıkışla ilgilidir.Müzzemmil 20 âyet, uslup ve içerik bakımından Medine'de inmiş gibi görünüyor.Rum 31.âyet ise gerçekten çoğul olarak gelen ve iman edenlere salât'ı ikâme etmelerini yani müşriklerden olmamalarını emretmektedir. Yani tevhid bağlamında kullanılmıştır.Emir= "Umirtu= "emrolundum" "ve'mur" "emret" Araf 145 Mekke'de inmiştir. "Ve'mur" "emret" Araf 199 Mekke'de inmiştir."ve umirtu" "yani emrolundum" Yunus 72, 104 Mekke'de inmiştir."ve'mur" "yani emret" Tâhâ 132 Mekke'de inmiştir."ve umirtu" "yani emrolundum" Neml 91 Mekke'de inmiştir."ve'mur" "yani emret" Lokman 17 Mekke'de inmiştir."ve umirtu" "yani emrolundum" Zümer 12 Mekke'de inmiştir."ve umirtu" "yani emrolundum" Mümin 66 Mekke'de inmiştir."ve umirtu" "yani emrolundum" Şura 15 Mekke'de inmiştir. Sadece En'am süresi 71.âyette bir istisna mevcuttur.Aslında hitap baştan sona kadar Nebi (a.s) olmakla beraber, âyetin sonu şöyle bitiyor. "ve umirne linuslime lirabbil âlemin" "yani âlemlerin rabbine teslim olmamız emredilmiştir"Bu son cümlede Nebi (a.s)tüm müminler adına konuşuyor, onların sözcülüğünü yapıyor. Tilavet= "ütlü" "tilavet et" Ankebut 45 Mekke'de inmiştir."vetlü" "yani tilavet et" Araf 175 Mekke'de inmiştir."vetlü" "yani tilâvet et" Yunus 71 Mekke'de inmiştir. "vetlü" "yani tilâvet et" Kehf 27 Mekke'de inmiştir."vetlü" "yani tilâvet et" Şuara 69 Mekke'de inmiştir.(Burada da bir istisna var.Maide 27.âyet)"İkra= "oku" İsra 14 Mekke'de inmiştir. (Âhiret bağlamında gelmiştir.) "İkra= "oku" Âlak 1 ve 3. âyetler Mekke'de inmiştir.Bu kurulu muhteşem sistemden yola çıkarak Hud 114 ; İsra 78, 79; Tâhâ 130 gibi salat vakitlerini gösteren âyetlerin sadece Nebi'ye özel olduklarını yani yalnız Nebi'yi ve tebliğ makamında olanları bağladıklarını söyleyebiliriz. Bu âyetlerin bütün müminleri kapsadığını iddia etmek yüce Allah'a büyük bir iftiradır. Peki hiç düşündünüz mü?Neden Mekke'de inen âyetlerde "sabretin, ibadet edin, secde edin, tilavet edin, okuyun, bize emrolundu, emredin" gibi çoğul olarak gelen emirler yoktur.Mekke'de hiç iman eden bir topluluk yok muydu?Elbette vardı.Fakat Müşriklerle muhatap kılınan sadece Nebi (Aleyhisselam) yani Allah'ın Resulü idi. Herhangi bir çatışma ve kargaşa olmaması için bu tebliğ metodu mükemmel bir yöntemdi.Mekke gibi çok sert bir ortamda iman edenler de Nebi ile birlikte işin içine girmiş olsaydı, aşiret ve kabile taassubunun yoğun olarak yaşandığı bir yerde her gün kavgalar ve çatışmalar meydana gelecekti.Hiç şüphesiz ki sürekli olarak kavga ve çatışmaların yaşandığı bir yerde vahyi sağlıklı bir şekilde tebliğ etmek ve muhataplara ulaştırmak mümkün olmayacaktı.İşte bundan dolayı yüce Allah Mekkelileri iman etmekten başka bir şeyle sorumlu tutmuyordu. Hatta hayati tehlikelere karşı dil ile kafir olduklarını bile söylemelerine ruhsat veriliyordu.(Nahl -106)Zaten Mekke'de iman etmek bile önemli bir olay ve büyük bir tehlike idi.O yüzden vahyi en iyi bilen ve onlara gerekli her türlü cevabı vermeye yetkili kılınan, büyük bir donanıma sahip ve en etkili mubelliğ olarak Nebi (a.s) yeterli oluyordu.İşte bundan dolayı Mekke'de inen sürelerde "ey iman edenler! cümlesi yoktur.Fakat hicretten sonra yüzlerce âyetle iman edenler mücadeleye ortak olmaya davet edilmişlerdir.Mekke risâlet ve tebliğ merkezi iken, Medine Nübüvvet ve müminlerin güçle mücadele merkezidir.İşte bu yüzden Mekke'de nazil olan sürelerde Nebi kavramı geçmemektedir.Mekke evrensel tebliğin alanı iken, Medine yörel ve tarihsel mücadelenin alanıdır.Mekke'de sadece Resûl ve muhatabı müşrikler varken, Medine'de Nebi, Resûl, müminler, münafıklar, Yahudiler, Hristiyanlar ve müşrikler vardır.Peki sistemde neden bazı kaymalar olmuştur?Bunun sebebi, Kur'an'ın ashap tarafından toplanmasından kaynaklanmıştır.Yani Mekke'de inen bazı âyetlerin Medine'de inen sürelere, Medine'de inen bazı âyetlerin de Mekke'de inen sürelere kaymış olması yüzünden olmuştur.Fakat kavramların kullanıldığı yerler açısından birde bağlam ve bütünlüğün mükemmelliği ile görüyoruz ki, sistem binde dokuz yüz doksan dokuz olarak koruma altına alınmıştır. 27-) Şunlar âcileyi (acele geçen dünyayı) seviyorlar yani ağır bir günü arkalarına atıyorlar.28-) Onları biz yarattık ve eklemlerini (birbirine) biz bağladık. Dilediğimizde (onları yok eder) yerlerine benzerlerini değiştiririz.29-) Şüphesiz ki bu bir hatırlatmadır. Dileyen, Rabbine ulaştıran bir yol tutar.30-) Yani siz (kendi akıl ve iradenizle hidayeti) dilemedikçe, (iradenize ipotek koyarak, sizin hidayetinizi zorla) Allah'ın dilemesi olacak bir şey değildir. Şüphesiz ki Allah Alim'dir, Hakim'dir.Âyette bulunan "illa" edatı, siz hidayeti istedikten sonra yüce Allah vahiy'le sizin hidayet talebinizi fazlasıyla karşılar demektir. Yoksa Allah dilemedikçe iman edemezsiniz demek değildir.)31-) O, dileyen kimseyi rahmetine koyar. Zalimlere ise elim bir azap hazırlamıştır.(Yukarıdaki iki âyeti anlamanın en kolay yolu, yüce Allah'ın vahiy'den bağımsız olarak hiç kimseye sapkınlık ve hidayet vermeyeceğinin bilinmesidir. Hidayet bulmanın ve sapkınlıkta kalmanın vahiy'den başka hiçbir yolu yoktur. Yani indirilen vahye iman eden hidayeti, reddeden ise sapkınlığı hak eder. Mesele bu kadar basittir.)
3 Ağustos 2022 Çarşamba
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(271. YAZI)Kıyamet Süresi 40 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Kıyamet gününe kasem ederim.2-) Kusurlarından dolayı kendini levmeden nefse de kasem ederim 3-) İnsan, kendisinin kemiklerini cem etmeyeceğimizi mi sanıyor?4-) Evet bizim, onun parmak uçlarını bile tesviye etmeye kâdiriz.5-) Fakat insan önünü (geleceğini, kıyamete) facirlik ediyor.6-) "O kıyamet ne zaman?" diye sorar.7,10-) Gözler kamaştığı, ay karanlığa gömüldüğü, güneş ve ay cem edildiği zaman, o gün insan "kaçacak yer nerede?" diyecektir.11-) Hayır, hiçbir sığınacak yer yoktur.12-) O gün varıp karar kılınacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.13-) O gün insana, yapıp önden gönderdiği ve yapmayıp geri bıraktığı şeyler haber verilir.14,15-) Hatta, mazeretlerini ortaya koysa da, insan kendi nefsinin aleyhine bir gözetleyicidir.16-) (Ey Nebi!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini hareket ettirme.17-) Şüphesiz onu cem etmek yani onu okumak bize aittir.18-) O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna tâbi ol.19-) Sonra onu beyan etmek de bize aittir.20,21-) Hayır! Siz dünyayı seviyorsunuz yani ahireti bırakıyorsunuz.Kıraat Farklılığı(Yukarıdaki iki âyette bulunan "tuhibbune" ve "tezerune" kelimeleri, "yuhibbûnu" ve "yezerûne" olarak da okunmuşlardır.Bu okuyuşa göre âyetlerin manası şöyle oluyor."Hayır! Onlar dünyayı seviyorlar yani âhireti bırakıyorlar.)22,23) O gün birtakım yüzler Rablerinin (müjdesini) beklerken ışıl ışıl olacaktır.24-) O gün birtakım yüzler de asıktır.25-) Bel kemiklerini kıran bir felakete uğratılacaklarını anlarlar.26,30-) Hayır, can boğaza dayandığı, "Kimdir (bunu) iyi edecek?" dendiği, (ölmek üzere olanın da) bunun ayrılış olduğunu bildiği yani ayakların birbirine dolandığı zaman, işte o gün sevk ediliş, Rabbinedir.31-) O, (Resûlu) tasdik etmemiş, salât da yapmamıştı.32-) Fakat yalanlamış ve yüz çevirmişti.(Yukarıdaki iki âyette "tasdik etmenin" zıttı "yalanlama" gelirken, "salât yapmanın" zıttı ise, "yüz çevirmek" olarak gelmiştir.O halde âyette bulunan salât, namaz kılmak değil, vahye yani Allah Resulüne yani İslâm dinine destek vermektir.)33-) Sonra da kasıla kasıla ehline gitmişti.34,35-) "Sen buna (azaba) müstahaksın dahasına da müstahaksın!" denecektir.36-) İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.37-) O dökülen meniden ibaret az bir nütfe değil miydi?38-) Sonra bu, bir "alaka" oldu. Derken Allah onu yaratıp (güzelce) tesviye etti.39-) Nihayet ondan da erkek ve dişi iki eşi var etti.40-) Şimdi, bunları yapan Allah'ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?(Kıyamet Süresinin Sonu)
31 Temmuz 2022 Pazar
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(270. YAZI)Müddessir Süresi 56 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla.1-) Ey (Risâlet görevine) bürünen 2-) Kalk da uyar.3-) Yani sadece Rabbini büyükle.4-) Ve elbiseni temizle.5-) Yani pisliklerden hicret et.6-) Ve yaptığını çok görerek minnet etme.7-) Yani Rabbinin rızasına ermek için sabret.8,9-) Nâkûra (sura) üfürüldüğü zaman var ya; işte o gün çok zor bir gün olacaktır.10. Kâfirler için hiç kolay değildir.11,14) (Ey Nebi!) (Mal ve ailesiz), tek olarak yarattığım ve ona bol mal kıldığım, göz önünde dolaşan oğullar, her türlü imkânı önüne serdiğim, o adamın hakkından gelmeyi sen bana bırak!15-) Sonra da o hırsla daha da artırmamı tamah ediyor.16-) Hayır, (umduğu gibi olmayacak.) Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı inatçıydı.17-) Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım.18-) Çünkü o, düşündü taşındı, ölçtü biçti.19-) Kahrolası nasıl da ölçtü biçti!20-) Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti!21-) Sonra nazar etti.22-) Sonra yüzünü ekşilterek baktı.23,24-) Sonra arkasını döndü yani kibirlenerek şöyle dedi: "Bu (Kur'an) ancak te'sirli bir sihirdir."25-) "Bu, ancak beşer sözüdür."26-) Ben onu "Sekar"a yaslıyacağım.27-) Sekar'ın ne olduğunu sen nereden idrak edeceksin? 28-) Geride bir şey koymaz, bırakmaz.29-) Derileri kavurur.30-) Üzerinde on dokuz vardır.31-) Yani biz, nar ashâbını ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını kâfirler için bir fitne vesilesi kıldık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve mü'minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler, "Allah, misal olarak bununla neyi anlatmak istedi" desinler. İşte böyle. Allah, dileyeni saptırır ve dileyeni de hidayete iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır.(Hidayet ve sapkınlık vahiy'le ilgili bir durumdur. Yüce Allah vahiy'den bağımsız olarak hiç kimseye sapkınlık ve hidayet vermez.)32,37-) Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (ateş) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyüklerden biridir.38-) Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir.(Yukarıdaki âyet, âhirette insanın kendi amelinden başka kurtarıcısının olmadığını veciz bir şekilde ortaya koymaktadır.39-) Yeminin (sağın) ashâbına gelince.40,42-) Onlar cennetlerdedirler. Mücrimler hakkında birbirlerine sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: "Sizi Sekar'a sülük ettiren nedir?"43-) Onlar şöyle derler: "Biz musallinlerden değildik."(Yukarıdaki âyette bulunan "musallinlerden değildik" cevabının hangi anlama geldiğini aşağıdaki âyetler ortaya koyuyor. Yani namazla yakından uzaktan hiç bir alakası yoktur.)44-) "Yani yoksula yedirmezdik."45-) "Batıla dalanlarla birlikte biz de dalardık."46-) "Din (ceza) gününü de yalanlıyorduk."47-) "Nihayet ölüm bize gelip çattı."48-) Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.(Aslında âhirette şefaat ve şefaatçılar yoktur (Bakara-254) Dolayısıyla âyette bulunan şefaatçılar dünya hayatında olan taraftarları ve yardımcılarıdır. Dünya hayatında olan dostluk ve kayırma burada son bulmuştur.) 49, 50, 51) Böyle iken onlara ne oluyor da, arslandan ürkmüş kaçan yaban eşekleri gibi bu hatırlatmadan (Kur'an'dan) yüz çeviriyorlar?52-) Hatta onlardan her bir kişi, kendisine neşredilmiş sahifeler verilmesini istiyor.53-) Hayır, hayır! Onlar ahiretten korkmuyorlar.54-) Hayır, düşündükleri gibi değil! Şüphesiz bu (Kur'an) bir hatırlatmadır.55-) Artık dileyen onunla (hakkı) hatırlar.56-) Bununla beraber, (bunu hatırlayanlar) ancak Allah'ın dilediğini hatırlamış olurlar. Çünkü O takva ehlidir, mağfiret ehlidir.(Müddessir Süresinin Sonu)
30 Temmuz 2022 Cumartesi
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(269. YAZI)Müzzemmil Süresi 20 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ey örtünüp bürünen (Nebi)!2,3-) Kalk, birazı hariç olmak üzere geceyi; yarısını (vahiy'le) geçir. Yahut bundan biraz eksilt.4-) Yahut buna biraz ziyade et. Ve Kur'an'ı tertil et.5-) Şüphesiz biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahyedeceğiz.6-) Şüphesiz gece ibadetinin etkisi daha fazla, sözler ise daha kalıcı ve daha dingindir.7-) Çünkü gündüzün sana uzun bir meşguliyet vardır.8-) Rabbinin adını zikret yani bütün benliğinle O'na yönel.9-) O, doğunun da batının da Rabbidir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle ise O'nu vekil edin.10-) Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl.11-) Nimet içinde yüzen o yalanlayıcıları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.Az bir kısmı dışında geceleri kalk (ayakta ol). Yarısı kadar veya ondan az eksiği ya da fazlası kadar. Kuran’ı azar azar düşüne düşüne oku. Gerçekten senin üzerine oldukça ağır bir söz bırakacağız" (Müzzemmil-2/5)Gördüğümüz gibi Müzzemmil’de Resül bir eğitim sürecine sokuluyor. Bu kapsamda biz de elbette üzerimize düşen dersialıyoruz. Peki, müddessir olana Müddessir süresinde ne deniyor? "Kalk, artık uyar yani Rabbini yücelt. Elbiselerini temizle ve kötülüklerden uzaklaş" (Müddessir-2/5)Gördüğümüz gibi Müddessir’de Resül'e harekete geçmesi emrediliyor ve uygulama süreci başlıyor. Kur'an insanlara âyetlerini yaşatır ve kendisini tekrar tekrar ispat eder. Sırası gelen âyet, izdüşümlerini bir şekilde herkese gösterir. Şu kitabı hakkıyla yani güzel niyetle okumaya başlayan herkes Müzzemmil ve Müddessir aşamalarını ve benzer süreçleri üç aşağı beş yukarı her zaman yaşamaktadır.Tâbi ki anlamadan iman eden çoğunluğu kastetmiyorum.Müzzemmil süresinin ana konusu gece okuma, düşünme, akletme ve öğrenme üzerinedir. Gece okumalarının (tesbihlerinin) nasıl yapılması gerektiği üzere tavsiyeler içerir. Aynı zamanda gerçeğe uyanmakta olan kişiye çevresinin tepkilerine karşı mucadele azmi yani psikolojik bir destek verir.Peki gece neden o kadar önemlidir?"Doğrusu gece neşesi etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır"(Müzzemmil-6 Günümüzden örnek verecek olursak. Öğrencilerin, çeşitli sınavlara hazırlanmakta olan gençlerin, kitap okumayı alışkanlık haline getirenlerin, akademisyenlerin, fikir üzerine çalışanların, yazarların, araştırma yapanların çok iyi bilebileceği gibi gece fikri çalışma yapmak gündüze göre çok daha verimlidir. İşte her şeyi en ince detayına kadar bilen yüce Allah'ın âyette bize hatırlattığı şey tam da budur. Periyodik olarak gece Kuran okumaları yapan kişiler de bu gece gündüz ayrımını çok iyi bilirler.Maalesef bugün elimizde olan birçok mealin yazarının (istisnalar hariç) âyetlerin çevirilerini yaparken bağlam ve bütünlükten kopmakta olduğunu muşahede ediyoruz. Önce ve sonra gelen âyetleri, söylemlerinin aksine kâfi biçimde dikkate almadıklarını, âyetlerde geçen kelimelerin anlamı üzerinde yeterince düşünmediklerini, çoğunun böyle bir yeteneğinin olmadığını görüyoruz. Kelimeleri çevirirken genelde başkasının çevirilerinde kullandığı kelimeyi aynen kopyaladıklarını, elde mevcut kadim sözlüklerden yeterince faydalanmadıklarını, Kur'an’ın içinde aynı kelimenin ne kadar, nerede ve cümle içerisinde nasıl kullanıldığını göz ardı ettiklerini, geleneğin dayattığı kirli bilgilerle kelimeler üzerinde hiç düşünmeden bazı anlamları baştan doğru kabul ettiklerini, en kötüsü akıllarını kullanmaktan korktuklarını görüyoruz.Dolayısıyla Kur'an’ı Türkçe olarak okuyan kişiler bile zaman zaman okuduklarını anlamakta zorlanıyorlar. Adeta alakasız birkaç konu peş peşe veriliyor ya da aynı ayet içinde bile farklı konulardan bahsediliyor zannı uyanıyor. Oysa çoğu zaman âyetler gruplar halinde, kendini, öncesini, sonrasını açıklayıcı ifadelerle dolu. Ama okunanı parça parça eden anlayış âyetlerdeki kelimelerin, hep kafasındaki veya din atalarından gelen anlamlarınkarşılığını verdiğini zannediyor. Kelimelerin kendi zamanlarına ve coğrafyalarına izdüşeceği ihtimalini göremiyorlar. Aykırı söylem sahiplerini ise dini eğitim, dil ve usul bilmemekle karalıyor, gerçeğin ortaya çıkmasına engel oluyorlar.Oysa kitap ister Arapça olsun ister bir başka lisanda, onu ancak hakkıyla okuyanlar, ona teslim olanlar, ona gerçekten iman edenler anlayacaktır. Elbette boş konuşanlar çoktur ve hep olacaktır. Ama bak her zaman haktır. Akademik yetkinlik Allah’ın ilminin yansıması değil, beşerî ilmin kurumlarında verilen diplomadan ya da fırkasal sivil yolların kişisel ve taraflı icazetlerinden ibarettir. Akademisyenler de keşke bunu bilseler ve beşerî ilimle hür tefekkürü birleştirdikleri oranda önlerinde daha güzel çalışmalar ve çeviriler yapabilme imkânlarının serili olduğunu görebilseler.Şayet öyle yapsalardı “Geceleyin kalkmak, pek meşakkatlidir, fakat ibâdet için de gece, pek uygun.” ya da “Gece ibadeti” ya da “teheccüd namazına kalkmak” vesair sözde çeviriler yapmaz, gerçeğin üstünü örttüklerine yanarlardı. Ama maalesef iş bununla da kalmamış, bırakın meali düzgün yazmayı, o Kur'an’ı insanlara dini kurumlarda ve camilerde anlatmak da toplumun bilgi ve fikri yeterliliği açısından çoğu zaman ortalamanın bile altında olan kişilere bırakılmıştır.Peki, neden gündüz değil?"Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-7)Aslında çok kolay anlaşılır ve net cümleler bunlar. Düzgün çevrildiklerinde akademik bir eğitime asla muhtaç bırakmayan, herkesin anlayabileceği şeyler. Ancak Kur'an’ın dışında dayatılan öyle bir sanal yani iftira bir din var ki, bu basit şeyler bile gözden kaçırılıyor. Gece okumaları tanımlanırken gündüzün nelere ayrılabileceği de açıkça belirtiliyor. Yani kimsenin “gündüz işten güçten ibadet yapamıyorum” diye kendini kınamasına ve kaygılanmasına gerek yok. Çünkü bir önceki gece, az da olsa kolayına gelen miktarda Kur'an okuyup düşünen birisi, ertesi gün zaten kolay kolay Allah’ı unutarak iş yapmaz. Ama ne dediğini bilmeden geceleyin teheccüd namazı kılan kişinin, ertesi gün yaşadığı uğraşlarda Kur'an’a, Allah’ın verdiği ilme ve hikmete göre nasıl davranması gerektiğini hiç bir zaman bilmeyecektir. Ezan okunduğunda camiye gitse de yaptığı işi Allah’ın öğrettiği gibi yapacak yeterli bir bilgisi zaten yoktur. Alışveriş yaparken, işinde çalışırken, patronla ya da işçisiyle konuşurken, minibüse binerken, önünden insanlar geçerken aklına Allah ve Allah’ın öğrettiği şeylerin gelmesi mümkündeğildir. Çünkü kitabından haberi yoktur. İnsanlara ezilirken ya da kendisi başka insanları ezerken ne halde olduğunu düşünmez. Dua ederken kimden ne isteyeceğini bilemez. Allah’tan istediğini zannederken O'dan başkasının yardımını ister. Allah’a dua ettiğini zannederken ettiği duanın davacısı olmaz. Her işinde Allah’ın değil hep birisinin gelip onu kurtaracağını zanneder. En ufak bir sorunda bile psikolojik durumu altüst olur.Müzzemmil süresinde kişi okumaya, akletmeye ve düşünmeye sevk edilirken sadece fikren yalnızlaşan kişiye değil, onun diğer insanlara karşı, daha doğrusu uyanmayanlara ve gerçeği yalanlayanlara karşı nasıl davranacağına dair de öğütler vardır."Onların söylediklerine karşı sabret ve onlardan güzellikle ayrıl"(Müzzemmil-10)Buradaki “güzellikle ayrılış” veya “güzellikle ayrı gidiş” onlardan hayatın içinde fiziksel bir ayrılış değildir. Gerçeğe uyanan insanın ona bu yüzden düşman olanlardan fikren ve bu fikrin açtığı yol bakımından ayrı gitmesidir. Yoksa artık onlarla alışveriş yapmaması, konuşmaması, yaşam şartlarının gerektirdiği durumlarda onları yok sayması değildir. İstenen, tüm çabalara rağmen gerçeğe ikna olmayan bu kişilerin daha fazla ikna edilmeye çalışılmamasıdır. İlmi verenin Allah olduğunun unutulmamasıdır.Müzzemmil süresi benzer öğütlerle devam eder ve ardından surenin en uzun olan yukarıda konuştuğumuz son âyeti gelir ve tüm bunları anlayabilmenin okumaktan ve düşünüp akletmekten geçtiği hatırlatılır. Sürenin en başında öğütlenen “gece okuma”sına dair biliş ve çarpıcı açıklamalar yer alır. Lütfen üşenmeyin ve âyeti dikkatlice kelime kelime okumadan geçmeyin. "Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir tâifenin gecenin üçte ikisine yakın yani yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor. Gece ve gündüzü ölçü çerçevesinde düzenleyen Allah, sizin onu hesap edemeyeceğinizi ve bundan dolayı özrünüzü bilir. O halde kolayınıza gelen kadar okuyun/akledin. Allah sizden hastalar olduğunu, diğerleri içinde Allah’ın fazlını aramak için yeryüzünde dolaşanlar ve Allah’ın yolunda savaşanlar olduğunu da bilir. O halde ondan kolayınıza geldiği kadarını okuyun. Salât'ı (ikame edin) ayakta tutun yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah’a güzel bir borç verin yani önceden hayır olarak ne takdim ederseniz Allah'ın indinde kendiniz için onu daha hayırlı ve daha azim bir mükafat olarak bulacaksınız yaniAllah’a istiğfar edin. Muhakkak ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. Âyette geçen “hesap edemeyeceğinizi biliyor” denen şey nedir acaba? Sadece gece ve gündüzün ne kadarına bu okuma işinin ayrılacağı mı? Neden Allah bu kadar önem veriyor bu hesap işine acaba? Bana göre, burada hesap edilemeyecek olan şey, okumaktan gerçeğin hazzını alan ve bu hazla düşünen kişinin zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağıdır. Bu nedenle “sabahlara kadar okuyup tüm zamanınızı harcamayın” öğüdü vardır burada. Çünkü “gündüz uzun uğraşlarımız vardır” belirtisi de bu öğüdü daha önce tamamlayan bir ifadedir. Üzerimize bırakılan ağır sözün mesuliyet hissinin omuzumuzu çökertmesini Allah’ın istememesidir.“Kolayımıza geldiği kadar okumamızla” çok uzatmayıp gecenin uyku için ayıracağımız kısmının da olması gerektiğine dair şu kadar zamanı aşmasanız iyi olur şeklinde ince ve merhametli bir uyarı vardır burada. “Abartıp da kendinizi hırpalamayın” merhameti mevcuttur. Sabahın soğuğunda pazar yerinde tezgâh açacak olan, gün doğmadan fırına ekmeğini sürecek olan, poliklinik saatinde beş dakikalık muayene için sırada bekleyecek olanlar var. Öğrencilerine insan olduklarını unutmadan ders anlatacak öğretmenler, hastasının derdini çözmeyi kendi derdi gibi görecek doktorlar, merhametli hemşireler, emniyet sağladığı yeri kendi evi gibi koruyan güvenlikçiler, bir çok zorluğun içinde görev yapacak askerlerimiz ve polislerimiz, davasına yetişecek adaletli hukukçular, az da olsa halkına hizmet için idari makamına koşacak insanlar var. Ve daha niceleri… Emin olun ki, Allah hepsinin farkında.Çeşitli nedenlerle sizin gibi yapamadıkları için sizin gibi okuyamadıkları için kendisini suçlu hissedenlere bile lütufkâr bir haber uçuruluyor bu âyette. Dinin ve kitabın içine abartılı biçimde dalıp da hayatı ve an’ı es geçenler olmamalıyız. Tam aksine hayatımızı daha bir bilinçle, özgüvenle, şuurla ve erdemle yaşamalıyız. Üstelik daha çok bilmek yetmez, hayata uygulamak daha önemlidir. Uykusuz kalıp ertesi gün işinizde gücünüzde mecalsiz kalmayın diye bir izdüşümü var bu âyette. İsterseniz yukarıya dönüp âyeti bir kez daha okuyun. Bu merhametleri ve belki de benim gördüğümden daha fazla izdüşümünü siz göreceksiniz."Sabah, akşam Rabbinin adını zikret. Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve O'nu uzun tesbih et"(İnsan-23,24, 25, 26, 27)12,13-) Çünkü bizim yanımızda (kâfirler için) bukağılar yani cahim, boğazdan zor geçen yiyecekler yani elim bir azap vardır.14-) Yerin ve dağların sarsılacağı ve dağların akıp giden kum yığını olacağı günü (kıyameti) hatırla.15-) (Ey Müşrikler!) Şüphesiz biz size üzerinize şahitlik edecek bir Resûl gönderdiğimiz gibi, Firavun'a da bir Resûl göndermiştik.16-) Ama Firavun o Resûl'e isyan etti, biz de onu kahredici bir tutuşla yakalayıverdik.17-) Hâl böyle iken kâfir olursanız, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek olan bir günden (kıyametten) nasıl korunacaksınız?18-) O günde gök (bile) yarılır, Allah'ın va'di gerçekleşir.19-) Şüphesiz bunlar bir öğüttür. Kim dilerse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.20-) (Ey Nebi!) Şüphesiz Rabbin, senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte birini (Kur'an için) kalktığını biliyor. Beraberinde bulunanlardan bir tâife de böyle yapıyor. Allah, gece ve gündüzü düzenleyip takdir eder. Sizin buna (gecenin tümünde yahut çoğunda ibadete) gücünüzün yetmeyeceğini bildi de tevbenizi kabul etti (yükünüzü hafifletti.) Artık, Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun. Allah, içinizde hastaların bulunacağını, bir kısmınızın Allah'ın faziletinden rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacağını, diğer bir kısmınızın ise Allah yolunda çarpışacağını bilmektedir. O hâlde, Kur'an´dan kolayınıza geleni okuyun yani salât'ı ikâme edin yani zekât'a (arınmaya) gelin, Allah'a güzel bir borç verin. Kendiniz için önceden ne hayır gönderirseniz, onu Allah katında daha hayırlı ve daha azim bir mükâfat olarak bulursunuz. Allah'a istiğfar edin. Şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.(Müzzemmil Süresinin Sonu)
27 Temmuz 2022 Çarşamba
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(268. YAZI)Cin Süresi 28 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) (Ey Nebi!) De ki: "Bana cinlerden (Medine'li ensardan) bir topluluğun (Kur'an'ı) dinleyip şöyle dedikleri vahyedildi: "Şüphesiz biz rüşde ileten hayranlık verici bir Kur'an dinledik de ona iman ettik. Artık, Rabbimize hiç kimseyi şirk koşmayacağız."3-) "Yani Rabbimizin şanı çok yücedir; ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk."4-) "Demek bizim beyinsiz olanımız, Allah hakkında saçma sapan sözler söylüyormuş"5-) "Şüphesiz biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk."(Yukarıdaki âyet çok önemlidir. Uydurma din mensupları yani rivayetlerin ve mezheplerin tâbiileri din atalarının yüce Allah hakkında yalan söylemeyeceklerini zannediyorlar. Halbuki dünya tarihinde Şia ve Ehl-i Sünnetin muhaddis ve müctehidleri kadar Allah'a yalan yere iftira eden kimse olmamıştır.)6-) "Doğrusu insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınırlardı da, cinler onların taşkınlıklarını artırırlardı."7-) "Gerçekten onlar da, sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi öldükten sonra tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı."8-) "Kuşkusuz biz göğe ulaşmak istedik, fakat onu çetin bekçilerle ve yakıcı ışıklarla dolu bulduk."9-) "Hâlbuki biz, (daha önce) göğün bazı yerlerinde gayb haberlerini dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinlemeye kalkacak olursa, kendini gözetleyen yakıcı bir ışık bulur."10-) "Gerçekten biz bilmiyoruz, yerdekilere kötülük mü istendi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?"11-) "Doğrusu içimizde salih olanlar da var, olmayanlar da. Ayrı ayrı yollar olduk."12-) "Muhakkak ki biz Allah'ı yerde âciz bırakamayacağımızı yani kaçarak onu âciz bırakamayacağımızı anladık."13-) "Gerçekten biz hidayeti (Kur'an'ı) işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne hakkının eksik verilmesinden yani haksızlığa uğramaktan korkar."14-) "Kuşkusuz içimizde (Allah'a) teslim olanlar da var, (sırât'ı müstakimden) sapanlar da var. Kim (Allah'a) teslim olursa, işte onlar araştırarak rüşdü bulmuşlardır."(Yukarıdaki âyet, incelemeden, üzerinde araştırma yapmadan iman edilen bir dinde hayrın olmadığını gösteriyor. TAKLİTÇİLİKŞirkten sonra Kur'an İslam'ının en büyük düşmanı taklitçiliktir.Taklitçilik, medeniyet ve hürriyet, gelişme ve icat, aklı kullanma ve sorgulamanın önündeki en büyük engeldir.Taklitçilik, İslam ümmeti için gerçekten kahredici bir yozlaşma, çürüme, bozulma, kokuşma ve korkunç bir ölümdür."Taklit:Bir şeyi boyna geçirmektir.Mesela, kılıcı omuza asmak anlamına gelen taklit, din geleneğinde"Vahiy'den bağımsız, hüccetsiz ve delilsiz, hikmetsiz ve ilimsiz, tefekkürsüz ve sorgulamasız olarak körü körüne başkasının yolunu ve sözünü takip etmek ve kayıtsız şartsız kabul etmek anlamına gelmektedir.Körü körüne başkasını taklit eden kişiye "mukallid" denir.Buna göre, Allah'ın apaçık kitabına dayanmadan, bir müctehid!veya başka bir mukallidin sözünü, sünnetini ve yolunu rehber edinip onunla amel etmekle taklit meydana gelir.Taklitçilik vahiy'den başka rehber edinmek olduğu için bir nevi Allah'a şirk koşmak, kula kulluk anlamına gelmektedir. Mukallid, Allah tarafından indirilen vahye, kesin delile ve sorgulamaya değil, hükmü çıkaran kişiye iman ve itikad eder.Mukallid, din ve hükümde Allah ve Resulü yerine insanlara itimad ve itibar eder.Halbuki Rahman ve Rahim olan Allah'ın kitabına baktığımızda bir çok âyette taklit belasının yerildiğini görmekteyiz.Vahiy'den bağımsız hareket ederek hiç düşünmeden başkasını taklit etmek insan onuruna yakışmayan çok çirkin bir davranıştır.Yüce Rabbimizin biz kullarından istediği sadece ve sadece Allah'a ve Resüle (Elçiye) tâbi olmak ve yalnız ona itaat etmektir.Bir konuyla alakalı Allah'ın kitabında müracaat edilip de orada açık bir hüküm bulunduğunda onunla amel edilir.Böyle bir hüküm yoksa, o hüküm dinde yok demektir.Çünkü din vahiy ile tamamlanmıştır ve biz Nebiler gibi sadece vahiy'den sorumluyuz.Yüce Allah, vahiy ile Nebi'ye göndermediği bir şeyden dolayıinsanları sorumlu tutmaz.İndirmediği bir şeyden dolayı hesaba çekmez, vahyetmediği bir hükümden dolayı kulunu cezalandırmaz.Falanın filanin Allah'a ve Resulüne iftira ederek dinde uydurduğu bir hükümden dolayı Allah insanı nasıl hesaba çeker?Dolayısıyla Allah'tan indirilmeyen, Nebi'ye vahyedilmeyen, Resûl tarafından tebliğ edilmeyen yani Kur'an'da olmayan bir hükümden hiç kimse sorumlu tutulamaz. Bundan dolayı Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) sadece Kur'an ile Resûlluk görevini yerine getirmiştir.Bu konuyla alakalı onlarca âyet mevcuttur."Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları ( o güne iman edenleri Kur'an ile) uyar.Onlar için Rablerinden başka ne bir veli ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"(En'am-51)"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"(Enbiya- 45)"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver"(Kaf- 45)Şuurlu bir Mümin Kur'an'da bir hükmü bulamıyorsa, o hükümden sorumlu olmadığını bilir.Kur'an'ı bilmeyen bir mümin, hükmünü bilmek ve anlamak istediği meseleyi, Kur'an ehli olan muvahhidlerden sorar ve delillerine bakarak aldığı cevaba göre amel edebilir.Devamlı olarak bir mezhebe ve belirli bir âlime bağlı olarak yaşamak İslam dininin çok çirkin gördüğü bir davranıştır.İşte bu baş belası ahlak taklit hastalığını, kahrolası statik düşünceyi meydana getirecektir.Belirli bir mezhebi taklit etmek ve o mezhebe bağlı kalarak yaşamak, manevi ve toplumsal ölümün en beter olanıdır.Halbuki iman edenler, hiç kimseye ve hiçbir mezhebe bağlı olmadan her zaman ve zeminde tefekkür ve sorgulama ekseninde, Kur'an, ilim ve hikmet rehberliğinde doğrunun avcılığını yapmış olsalardı, katliam ve ihtilaf, kaos ve anarşi, zulüm ve vahşet cehennemi yerine, hidayet ve rahmet, aydınlık ve saadeti oluşturabilirlerdi.İslam dünyası için en büyük bela ve korkunç tehlike mezhep taklitçiliği ve geleneksel din anlayışıdır.Kur'an'ın öngördüğü dini düşünce şu şekilde hayat bulması gerekirdi.Müslümanlar dini problemlerini ölü olanlara değil, her zaman ve zeminde, hayatta olan akıl ve vicdan sahibi Kur'an ehli muvahhidlere sorar ve aldıkları cevaba göre imanları şekillenirdi. ÖLÜMSÜZ DAVET ŞUDUR: "Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulü'ne icâbet edin..."(Enfal- 24)Müslümanlar belli bir mezhebe ve belli bir âlime bağlanmaları tefrika ve bölünmüşlüğü, kıskançlık ve hasedi, ilimsizlik ve cehaleti, fikirsizlik ve taklitçiliği doğuracaktır.Mezhep taklitçiliği, insanları dinlerini öğrenmekten ve ve araştırma yapmaktan alıkoyan en önemli etkendir.Gerçek âlimler de, mezhep hükümlerine, imamların içtihatlarına göre değil, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü araştırarak, Allah'ın apaçık kitabına sadık kalarak cevap vermeleri gerekir.Kur'an'dan kopuk olan mezhepler, maddi ve manevi, dini ve dünyevi insanların hanif fıtratını bozan öldürücü bir hastalık ve yıkım yolları olmuşlardır.Nesillerimize hayat boyunca yol gösterecek tek kaynak, içinde hiç bir çürüğü ve bozuğu olmayanAllah'ın kitabı olmalıdır.Küçüklüğünden itibaren bir çocuğa takip edeceği doğru yolu gösterirseniz, bu yolu takip etmekten vazgeçmeyecektir.Dolayısıyla mezhepleri gözünüzde büyütmeyin, mezhepler, Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetinden uzak kalmış karanlık kurumlardır.15-) "Yani (hak yoldan) sapanlara gelince, onlar cehenneme odunu olmuşlardır."16,17-) Yine de ki: "Bana şöyle de vahyedildi: 'Eğer doğru yolda istikamet sahibi olurlarsa, mutlaka onlara bol yağmur yağdırırız ki bununla onları bir sınama edelim. Kim Rabbinin zikrinden (Kur'an'dan) yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe yükselen bir azaba sülük ettirir"18-) "Şüphesiz mescidler, Allah'ındır. O hâlde, Allah ile birlikte hiç kimseye dua etmeyin."(Yani mescitlerde sadece yüce Allah'ın dinini yani Kur'an'ı anlatın, başkasının hadislerini, ictihatlarını, mezhebini anlatmayın.) 19-) "Allah'ın kulu (Muhammed (a.s), O'na dua etmek için kalktığında (kâfirler) nerede ise onun etrafında birbirlerine geçiyorlardı.20-) De ki: "Şüphesiz ben sadece Rabbime dua (dâvet) ederim ve O'na hiç kimseyi şirk koşmam."21-) De ki: "Şüphesiz ben, (vahiy'den bağımsız olarak) size ne zarar verebilir ne de bir rüşd (yolu) sağlayabilirim."22-) De ki: "Gerçekten beni Allah'a karşı hiç kimse asla koruyamaz yani O'ndan başka sığınacak hiç kimse bulamam."23-) "Ancak Allah'tan gelenleri tebliğ edebilirim yani O'nun risâletlerini (mesajlarını) duyurabilirim. Kim Allah'a ve Resûlüne isyan ederse, şüphesiz onlar için, içinde devamlı kalacakları ebedi cehennem ateşi vardır."(Kur'an'da itaat Allah ve Resul bağlamında geçtiği gibi, zıttı olan isyan da yine Allah ve Resul bağlamında kullanılmıştır.)24-) Nihayet vâdedildikleri şeyi gördüklerinde kimin yardımcısı daha zayıf, kimin sayısı daha azmış, bilecekler.25-) De ki: "Sizin uyarıldığınız şey yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre mi koyacaktır, idrak edemem."26-) O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını izhar etmez.27,28-) Ancak razı olduğu Resûller başka. Fakat O, Resûlün önünde ve arkasında gözetleyicileri sülük ettirir ki resûllerin, Rablerinin risâletlerini (mesajlarını) tebliğ ettiklerini bilsin. Allah, onların her hâlini kuşatmış ve her şeyi inceden inceye sayıp dökmüştür.
26 Temmuz 2022 Salı
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(267. YAZI)Nuh Süresi 28 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Şüphesiz biz Nûh'u, kavmine, "Kendilerine elim bir azap gelmeden önce kavmini uyar" diye gönderdik.2-) Nûh, şöyle dedi: "Ey kavmim! Şüphesiz, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım"3,4-) "Allah'a ibadet edin ve O'na karşı takvalı olun yani bana itaat edin ki sizin günahlarınızı mağfiret etsin ve sizi belli bir vakte kadar te'hir etsin. Şüphesiz, Allah'ın belirlediği vakit gelince te'hir edilmez. Keşke bilseydiniz"5-) Nûh, şöyle dedi: "Rabbim! Doğrusu ben kavmimi gece gündüz davet ettim"6-) Fakat benim davetim onların firar etmelerinden başka hiçbir şey attırmadı"7-) "Kuşkusuz sen onları mağfiret edesin diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler yani (iman etmemek için) direndiler ve kibirlendikçe kibirlendiler"8-) "Sonra ben onları açık açık davet ettim."9-) "Sonra, onlara (vahyi açıktan açığa) ilan ettim ve hem de onlara gizli gizli (söyledim)"10-) "Dedim ki: 'Rabbinize istiğfar edin; çünkü O, Ğaffar olandır"11-) 'Bağışlama dileyin ki, üzerinize semayı bol bol midrar (yağmur) ile göndersin.'(Kur'an'da "midrar" kelimesi, üç âyette geçer. (En"am 6; Hûd 52; Nuh 11)Midrar üç âyette de "semâ" ve "irsal" ile bağlantılı olarak geçer. Yani "midrar" semadan inen yağmur, bereket ve geniş rızık anlamında kullanılmıştır.)12-) "Yani size mallar ve oğullar, bahçeler ve nehirlerle geniş imkanlar sunsun"13-)"Size ne oluyor da Allah'a bir vakar (tevhid-saygınlık-yücelik- büyüklük) ümit etmiyorsunuz?"14-) "Hâlbuki, sizi evrelerden geçirerek O yaratmıştır."15-) "Görmediniz mi, Allah yedi göğü tabaka tabaka nasıl yaratmıştır?"16-) "Onların içinde nasıl ayı, bir nur, güneşi de bir sirac (ısı kaynağı) kılmıştır?"17-) "Allah, sizi yerden bitirdi, bir nebât olarak" 18-)"Sonra sizi yine oraya iâde edecek ve sizi (yeniden) çıkaracaktır.'19,20-) “Allah, yeryüzünü sizin için bir sergi (gibi) yaymıştır ki, oradaki geniş yollarda sülük edesiniz."21-) Nûh, dedi ki: "Rabbim! Onlar bana isyan ettiler, malı ve çocuğu ancak kendi hüsranını artıran kimseye tâbi oldular."22-) "Ve büyük bir tuzak kurdular."23-) "Ve şöyle dediler: 'Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Yani Vedd'i, Süvâ'ı, Yeğûs'u, Ye'ûk'u ve Nesr'i asla bırakmayın."24-) "Andolsun ki onlar birçoklarını saptırdılar. (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin ancak sapkınlıklarını artır."25-) Hataları (ilâhlara kulluk) yüzünden (şirk ve küfürde) boğuldular yani (hayat) âteşine sokuldular da kendileri için Allah'tan (vahiy'den) başka yardımcılar bulamadılar.26-) Nûh, şöyle dedi: "Rabbim! Kâfirlerden yer üzerinde yurt edinen gezip dolaşan hiç kimseyi bırakma!"27-) "Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını (zorla) saptırırlar yani sadece fâcir ve kâfir kimseler doğururlar."(Yani kendi inanç ve mezheplerinden başka bir inanç ve fikre tahammül etmeyerek, baskı ve istibdat ile insanlara zulmedecekler. Ehl-i Sünnet, Şia, Cemaat ve Tarikatların hakim olduğu coğrafyalarda tevhid dinine ve özgürlüğe yol verilmez.)28-) "Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları mağfiret et. Zalimlerin de ancak mahvolmalarını arttır."(Nuh Süresinin Sonu)
22 Temmuz 2022 Cuma
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(266. YAZI)Meâric Süresi 44 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,3-) Soran (birisi,) yükselme yollarının sahibi Allah tarafından kâfirler için kesinlikle vukû bulacak olan ve hiç kimsenin defedemeyeceği azabı sordu.4-) Melekler yani Ruh ona süresi elli bin sene olan bir günde yükselir.5-) (Ey Nebi!) Sen güzel bir şekilde sabret.6-) Şüphesiz onlar onu uzak görüyorlar.7-) Yani biz onu yakın görüyoruz.8,9-) Göğün, erimiş maden gibi ve dağların atılmış renkli yün gibi olacağı günü hatırla.10-) Yani o gün hiçbir candan bir dost, dostunu sormaz.11,14-) Birbirlerine gösterilirler. Mücrim kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, hanımını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yerde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, sonra tek kendisini kurtarsın.15-16-) Hayır (ne mümkün)! Şüphesiz (o günün azabı,) derileri kavurup çıkaran alevli bir ateştir.17,18-) O, arka döneni yani (vahiy'den) yüz çevireni ve servet toplayıp yığanı kendine doğru dâvet eder. 19-) Şüphesiz insan çok hırslı olarak yaratılmıştır.20-) Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır.21-) Ve ona bir hayır dokunduğunda engelci kesilir.22-) Ancak, musallinler hariç.23-) Onlar, salâtlarında devam eden kimselerdir.24,25-) Yani Onlar, mallarında; isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum kalanlar için belli bir hak bulunan kimselerdir.26-) Yani onlar, ceza gününü tasdik eden kimselerdir.27-) Ve onlar, Rablerinin azabından korkan kimselerdir.28-) Çünkü, Rablerinin azabından emin olunamaz.29-) Onlar, ferclerini(mahrem yerlerini) muhafaza eden kimselerdir.30-) Ancak eşleri, yahut yeminlerinin malik olduğu müstesna. Çünkü onlar kınanmazlar.31-) Kim bunun ötesini ararsa, işte onlar sınırı aşan kimselerdir.32-) Onlar, emanetlerine yani ahidlerine riayet eden kimselerdir.33-) Onlar, şahitliklerinde duran kararlı kimselerdir.34-) Onlar, salatlarının üzerinde muhafız olan kimselerdir.35-) İşte onlar cennetlerde ikram göreceklerdir.36,37-) Şimdi, inkâr edenlere ne oluyor ki, boyunlarını uzatarak (alay etmek için) sağdan soldan gruplar hâlinde sana doğru koşuyorlar?38-) Onlardan her biri Naîm cennetine konulacağını mı umuyor?39-) Hayır (ne mümkün)! Şüphesiz biz onları kendilerinin de bildikleri şeyden yarattık.40,41-) Doğuların ve Batıların Rabbine kasem ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter. Bizim önümüze geçilemez. 42-) Sen onları bırak, vâdedildikleri günlerine kavuşuncaya kadar batıl inançlarına dalsınlar yani oynasınlar.43,44-) Dikili putlara akın akın gidercesine, gözleri inmiş, kendilerini zillet kaplamış bir hâlde cesetlerden süratle çıkacakları o günü hatırla! İşte o, vâdedildikleri gündür.(Meâric Sürmesinin Sonu)
20 Temmuz 2022 Çarşamba
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(265. YAZI)Hakka Süresi 52 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Gerçekleşeceği hak olan (kıyamet!)2-) Nedir o gerçekleşeceği hak olan ?3-) Gerçekleşeceği hak olanın ne olduğunu sen nereden idrak edeceksin?4-) Semûd ve Âd (kavimleri,) o çarpıcı felaketi yalanladılar.5-) Semûd (kavmi) taşkınlığına karşılık helâk edildi.6-) Âd (kavmi) ise, onlar da uğultulu, kavurucu bir rüzgarla helâk edildi.7-) (Allah,) onu kesintisiz olarak yedi gece, sekiz gün(düz) onların üzerine musahhar etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş hâlde görürdün.8-) Şimdi onlardan bâki kalan bir şey görüyor musun?9-) Firavun, ondan öncekiler yani alt üst edilip yerle bir olanlar hep o hata (şirk) ile geldiler.10-) Öyle ki Rablerinin Resûlune isyan ettiler. Bunun üzerine Allah da onları gittikçe artan bir azap ile yakaladı.(Âyette geçen "Resûle Rabbihim" "Rablerinin Resûlune" ifadesinin anlamı vahiy'dir. Diğer manası ile Resûl'dur" Yoksa "Rablerinin Resûllerine" denirdi.11,12-) Şüphesiz, (Nûh zamanında) su taştığı vakit, sizi gemide biz taşıdık ki, bu olayı sizin için bir tezkire (hatırlatma) yapalım ve belleyecek kulaklar da onu bellesin.13,15-) Sûr'a bir defa üfürülünce yer yani dağlar kaldırılıp birbirine bir çarptırılınca, işte o gün olacak olmuş (kıyamet kopmuş)tur.16-) Gök de yarılmış yani artık o gün o çökmeye yüz tutmuştur.17-) Melekler onun kıyılarındadır. Yani o gün Rabbinin Arş'ını, bunların da üstünde sekiz taşıyıcı yüklenmişir.18-) O gün (hesap için Allah'a) arz olunursunuz. Hiçbir sırrınız gizli kalmaz.19-) İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: "Hey, gelin, kitabımı okuyun!"20-) "Çünkü ben, hesabımla karşılaşacağımı zannediyordum" (iman ediyordum, bundan şüphe etmiyordum, bekliyordum.)21-) Artık o, razı olacağı bir yaşantı içindedir.22-) Yüksek bir cennettedir.23-) Onun meyvelerinin koparılması alçaktan olacaktır.("Kutûfuhe dêniyetun" insan otururken, yaslanırken hatta yatarken bile meyvelerini koparabileceği bir yakınlık demektir. Katf, koparmak, dêniyetun ise, alçak, anlamına gelmektedir. Araplar, bağ bozumuna, "katf" derler.)24-) (Onlara şöyle denir:) "Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık, afiyetle yiyin, için.25-) Kitabı kendisine solundan verilen ise şöyle der: "Yazıklar olsun bana, keşke kitabım bana verilmeseydi."26-) "Hesabımın ne olduğunu da anlamasaydım"27-) "Keşke ölüm (her şeyi) bitirseydi."28-) "Malım bana hiçbir yarar sağlamadı."29-) "Saltanatım da benden helak olup gitti."30-) (Allah, şöyle der:) "Onu yakalayıp bağlayın."31-) “Sonra onu cahime salın."32-) "Sonra onu uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun"(Seb'une zirâan "yetmiş arşın" yaşadığı ömür ile ilgili bir durumdur. Yetmiş seksen yıl yaşamış ama aklını kullanmayı başaramamış ve iman etmemiştır.)33-) "Çünkü o, azim olan Allah'a iman etmiyordu."34-) " Yani miskini doyurmağa teşvik etmiyordu."(Yemek yedirme, fidyeler ve keffaretlerin tümü miskin bağlamında kullanılmıştır. Çünkü miskin, yeri yurdu belli olan ve tanıdık anlamına gelmektedir.)35-) "Bu sebeple, bugün burada onun candan bir koruyucusu yoktur.""Hamim" kelimesi, "candan ve sıcak dost" anlamına gelebildiği gibi, "himaye eden" ve "koruyan" anlamına da gelmektedir.)36-37) "Hata (şirk) işleyenlerin başkasının yemeyeceği ğislinden başka bir şey de yoktur."(Ğislin: İnsanın dünya hayatında yaptığı kötü amellerin karşılığı olan acı veren yiyecekler ve içecekler anlamına gelmektedir. En doğrusunu Allah bilir.)38,40-) Görebildiklerinize ve göremediklerinize kasem olsun ki, o (Kur'an), hiç şüphesiz çok kerim bir Resûlun (son Nebi ve Nübüvvet'e bağlı son Resûl olan Muhammed (a.s) kavlidir.(Kavl, söz gibi değildir, kavl, söylenen şey iken, hadis kaynak sahibinin sözü oluyor. Yani Kur'an, Resûlûn kavli iken, Allah'ın sözü oluyor. Dolayısıyla kavl kelimesi, vahyin beşer Resûlun dilinde hayat bulması anlamına gelmektedir. Resûl olmazsa vahiy, din, iman, İslâm diye bir şey olmaz. Dinde Resûlûn önemi çok büyüktür.Kur'an'da bulunan "kerim" kavramı ise, yüce Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır. Geleneksel olarak yani Şia ve Ehli Sünnet'in inancında var olan "cebrail" diye bir şey yoktur. Vahiy yüce Allah'tan Nebi'nin kalbine direk olarak yani aracısız olarak iner. ) 41-) Yani o, bir şairin sözü değildir. Ne kadar az iman ediyorsunuz!42-) Ve bir kâhinin sözü de değildir. Ne kadar az tezekkür ediyorsunuz!43-) O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir.44,45-) Eğer (Resûl) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu sağından yakalardık.(Yunus süresi 15 İsra 73 74 ve 75.âyetler gibi, bu âyet dahi Kur'an'dan başka kaynakların büyük bir azap sebebi olduğunu ortaya koyuyor. Yani Şiilik ve Sünnilikte olan rivayet ve içtihadaların şirk ve küfür bataklığından başka bir şey olmadığını bildiriyor.)46-) Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.47-) Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.48-) Şüphesiz o (Kur'an,) muttakiler için bir öğüttür.49-) Şüphesiz ki sizden (Kur'an'ı) yalanlayanların olduğunu elbette biliyoruz.50-) Şüphesiz ki Kur'an, kâfirler için mutlaka bir hasrettir. (Bir iç yarası bir pişmanlık sebebidir.)51-) Şüphesiz Kur'an, en ikna edici bir haktır.52-) O hâlde sen, azim Rabbinin adıyla tespih et.(Hakka Süresinin Sonu)
18 Temmuz 2022 Pazartesi
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(264. YAZI)Kalem Süresi 52 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) Nûn. Kaleme yani satır satır yazdıklarına andolsun ki, Rabbinin (vahiy) nimeti sayesinde sen bir mecnun değilsin.3-) Şüphesiz sana tükenmez bir mükâfat vardır.4-) Sen elbette yüce bir ahlâk üzerindesin.(Âyette bulunan "hulukin" ahlak anlamına değil, inanç yani din yani vahiy anlamına gelmektedir.)5,6-) Hanginizin mecnun olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.7-) Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi daha iyi bilir. Ve O, hidayete erenleri de en iyi bilendir.8-) (Ey Nebi!) O hâlde yalanlayanlara itaat etme. (Nübüvvet özel hayat olduğu için hata etme ihtimaline binaen yüce Allah Nebi'ye "yalanlayanlara itaat etme" buyuruyor. Yoksa görevi sadece vahyi tebliğ etmek olan Resule "yalanlayanlara itaat etme" demesi, abes olurdu. Nebi ve Resûlun arasında bulunan farkları bilmek işte bu kadar önemlidir.)9-) Onlar istediler ki, (onlara) yağcılık yapasın, böylece onlar da sana yağcılık yapsınlar.10,14-) Alabildiğine yemin edip duranlara, aşağılıklara, daima çekiştirerek kusur arayıp kınayanlara, durmadan söz taşıyanlara, iyiliği hep engelleyenlere, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de kötülüklerle damgalı olanlara mal ve oğulları vardır diye, sakın itaat etme.15-) Âyetlerimiz kendisine tilavet edildiği zaman, "Öncekilerin masalları!" der.16-) Yakında biz onun burnunu sürteceğiz 17-) Şüphesiz biz, vaktiyle cennet (bahçe) ashâbına belâ verdiğimiz gibi, onlara da belâ verdik. Hani o cennet (bahçe) sahipleri, sabah erkenden (miskinler gelmeden) bahçenin ürünlerini devşirmeye kasem etmişlerdi.18-) Bunu tasarlarken istisna da yapmıyorlardı. (Allah'ın izniyle demiyorlardı.)19-) Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir tayfun bahçeyi sardı.20-) Böylece bahçe, biçilmiş gibi oldu.21,22-) Derken, sabahleyin birbirlerine, "Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin" diye seslendiler.23,24-) Bunun üzerine, "Sakın, bugün orada hiçbir miskin yanınıza girmesin" diye fısıldaşarak yola koyuldular.(Âyette fakir değil de, "miskin" denmesinin sebebi, miskinin bilinen, onlara yakın, yeri yurdu belli olan, tanıdıkları kimseler olduğu içindir. Kur'an'da"yemek yedirme, fidyeler ve keffaretlerin "miskin" bağlamında kullanılmasının sebebi budur. Miskin bilinen yeri yurdu belli olan kimse iken, fakir yabancı, bilinmeyen, gariban ve insanın karşısına bir anda çıkan kimsedir.)25-) (Miskinlere) yardım etmeğe güçleri yettiği hâlde (böyle söyleyerek) erkenden yola çıktılar.26-) Fakat bahçeyi o hâlde gördüklerinde, "Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!" dediler.27-) Gerçeği anlayınca da, "Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!" dediler.28-) Onların ortancası, "Ben size ('Rabbinizi) tespih etseydiniz ya! dememiş miydim?" dedi.29-) Onlar, "Rabbimizi tesbih ederiz. Şüphesiz biz zalim kimseler imişiz" dediler.30-) Bunun üzerine bazıları bazılarına mukabele ederek kendilerini levmetmeye başladılar.31-) Şöyle dediler: "Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz taşkın (haddi aşan) kimselermişiz!"32-) "Umulur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha hayırlısını verir. Çünkü biz artık sadece Rabbimize rağbet edenleriz"33-) İşte azap böyledir! Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür; ah bir bilselerdi!34-) Şüphesiz ki muttakiler için Rableri katında Naîm cennetleri vardır.35-) Biz müslümanları mücrimler gibi kılar mıyız?36-) Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?37-) Yoksa size ait bir kitabınız var da (bu batıl hükümleri) ondan mı ders alıyorsunuz?38-) Onda, "Seçip beğendiğiniz her şey mutlaka sizin içindir" (diye mi yazılı?)39-) Yahut bizden, her ne hükmederseniz mutlaka öyle olacağına dair kıyamete kadar sürecek kesin sözler mi aldınız?40-) Sor onlara: "Onların hangisi bu (iddianın doğruluğu)na kefildir?"41-) Yoksa onların şerikleri mı var? Eğer sadıklardan iseler, haydi şeriklerini getirsinler!42,43-) Baldırların açılacağı (işlerin zorlaşacağı) yani kâfirlerin secdeye çağrılıp da gözleri düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış bir hâlde buna güç yetiremeyecekleri günü (kıyamet gününü) düşün. Hâlbuki onlar sağlıklarında secdeye dâvet edilmişlerdi.44-) (Ey Nebi!) Bu sözü (Kur'an'ı) yalanlayanlarla beni baş başa bırak. Biz onları bilemeyecekleri biçimde adım adım helâka yaklaştıracağız.45-) Onlara mühlet veriyorum. Şüphesiz benim tuzağım metindir.46-) Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar bu yüzden ağır bir zarar yükü altına mı girmişlerdir?47-) Yahut gayb kendi yanlarında da (ondan) mı yazıyorlar?48-) Sen, Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, kederli bir hâlde Rabbine nida etmişti.49-) Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmeseydi, o mutlaka kınanmış bir hâlde ıssız bir yere atılacaktı.50-) Fakat böyle olmadı. Rabbi onu (Resûl olarak) seçti ve salihlerden kıldı.51-) Şüphesiz kâfir olanlar Zikr'i (Kur'an'ı) duydukları zaman neredeyse seni gözleriyle kaydıracaklar yani "Hiç şüphe yok ki o bir mecnundur" diyorlar.52-) Hâlbuki o (Kur'an), âlemler (insanlar) için ancak bir öğüttür.(Kalem Süresinin Sonu)
17 Temmuz 2022 Pazar
MEKKE ve MEDİNE'DE İNEN SÜRELERİN ÖZELLİKLERİ. Sizden öğrendiklerini size öğretmeye kalkan arkadaşları ikna etmek gerçekten zor oluyor. Onlara cevap verme imkanınız kalmıyor.Kur'an sürelerinin Mekke'de mi, yoksa Medine'de mi indiği ile ilgili bilgilendirmemizden sonra, bazı arkadaşlar bizim esbab-ı nüzul veya rivayetlere müracaat ettiğimizi zannediyorlar.Tâbi ki bu arkadaşların Mekke ve Medine'de inen süre ve âyetlerin özelliklerinden haberleri bulunmamaktadır.Fakat Mekke ve Medine'de inen âyet ve süreler birbirinden farklı özelliklere sahiptir.Yani Mekke ve Medine birbirinden çok farklıdır dünyalardır.Kur'an'ın İstanbul'a inmesi ile bir köye inmesi gibi aralarında büyük bir fark mevcuttur. Şimdi bu özelliklerden bir kaç tanesini görelim.1-) Mekke'de inen sürelerde "Ey iman edenler!.." cümlesi bulunmaz.Yani "Ey iman edenler!..." cümlesi ile başlayan bütün âyetler Medine'de inmişlerdir. Çünkü Mekke'de iman sorunu yoktu. Mekke'de çizgiler çok netti.Mekke'de İslam'ı kabul eden ölüme bile razı oluyordu. 2-) Mekke'de inen sürelerde münafıklardan söz edilmez.Çünkü Mekke'de munafık yoktu. Munafıklar Medine'nin yerlileri olan Evs ve Hazrec kabilelerinden idiler. 3-) Mekke'de inen sürelerde Yahudi ve Hristiyanlardan da söz edilmez. Çünkü Mekke'de Yahudi ve Hıristiyan bulunmuyordu.Ama Medine'de bulunan Beni Kaynuka, Beni Kurayza, Beni Nadir ve Hayber Yahudi idiler.Necran'dan Medine'ye Hristiyanlar gelip gidiyorlardı.4-) Mekke'de inen sürelerde "Allah'a ve Resul'üne itaat edin" cümlesi bulunmamaktadır.Çünkü Mekke'de iman edenler açısından Allah'a yani Resül'e iman sorunu yoktu.İman edenlerin itaat sorunu Medine ile ilgili bir durumdur.5-) Mekke'de inen sürelerde Nebi kavramı geçmez. Çünkü Mekke devri evrensel tebliğin yapıldığı bir merkezdir.Yani Mekke'de şirk ve ahlak sorunu vardı. Medine'de ise, iman, ahlak ve itaat sorunları mevcut idi.İşte bu yüzden Medine'de inen âyetlerin büyük çoğunluğu yerel ve bölgesel, Mekke'de inen sürelerin hepsi genel ve evrenseldir.6-) Mekke'de inen süreler tevhid, şirk, sabır, güzel ahlak, Nebi ve Resüllerin mucadeleleri ile ilgilidir.Medine'de inen süreler, savaş kuralları, evlilik, boşama, cihat, itaat, iman, insan hakları, ictimai hayat, hac, infak, sadaka, insani ilişkiler, adabı muaşeret, ırkçılığın kötülüğü gibi konularla ilgilidir.7-) Hamd (güç-kuvvet-övgü) ile başlayan sürelerin hepsi Mekki'dir. Hatta Teğabun süresi birinci âyet hariç içinde hamd kelimesinin geçtiği bütün süreler Mekke'de nazil olmuşlar dır. 8-) Mekke'de inen sürelerde şiir ve edebiyat, i'caz ve belâğat hakimdir. Kelimeler çok vurgulu ve etkileyici bir üsluba sahiptir.Medine inen sürelerde böyle bir şey yoktur. Buda Kureyşin şiir sanatına ve edebiyata olan merakından kaynaklanıyordu. Mekke müşrikleri Allah'ın gücünü temsil eden varlıkları yani melekleri Allah'ın kızları olarak vasıflandırıyorlardı. Aynı zamanda Mekke müşrikleri aynen Hristiyanlar gibi yüce Allah'a çocuk izafe ediyorlardı.(Enam-101; Yunus- 68; İsra-111; Kehf- 4; Meryem-35, 88, 91,92; Enbiya- 26; Müminun- 91; Furkan- 2; Saffat- 152; Zümer- 4; Zuhruf- 81; Cin- 3; İhlas- 3)Bütün bu âyetler Mekke müşrikleriyle ilgili inmişlerdir. 9-) İçinde "inil hükmü illâ lillâhi" "hüküm yalnız Allah'ın'dır" cümlesinin geçtiği süreler Mekke'de nazil olmuşlardır. (En'am-57; Yusuf-40, 67)10-) Mekke'de inen sürelerde "ehli kitab" (kitap ehli) ve "ütül kitébe" (kitab verilenler) ifadeleri geçmez. Yani Yahudi, Hristiyan ve din adamlarıyla ilgili bir hitap bulunmaz. 11-) Kur'an'da tekil olarak geçen "fasbir, vasbir" (sabret) fesebbih, vesebbih" (tesbih et), "ekimis sâlâte" (salâtı ikâme et) yani salât ve salat'ı ikâme ile ilgili bütün âyetler Mekke'de inmişlerdir ve kelime kelimesine hepsi Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgilidir.Yani Mekke'de inen ve yalnız Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgili olan teheccud, gece ve fecir salât'ından tüm müminleri sorumlu tutmak ve insanları namaza çağırmak doğru değildir.Yani Hud 114; İsra-78, 79; Tâhâ 130 ve benzeri bütün salât âyetlerinin hepsi Mekki'dir, hepsinde tekil formatı vardır ve hepsi sadece ve sadece Nebi (a.s) Nübüvvet makam ve mertebesi ile ilgilidir. Âyetler çok bariz bir şekilde ona hitap etmektedir. Söz konusu âyetlerin iniş sebep ve hikmeti de Müzzemmil süresinde çok açık bir şekilde açıklanmıştır. Salat'a çağrı da sadece cuma (toplantı) için meşru kılınmıştır.)Ancak günümüzde teknoloji imkanlarla geniş kitlelere ulaşma imkanı olduğu için salat'a çağrı da önemini kaybetmiştir. Yani artık böyle bir şeye gerek yoktur. Ancak müminler salât, şura, ihtiyaç veya herhangi bir iş için toplanacakları zaman bunun plan ve programını kendi aralarında kararlaştırırlar. "...Salât'ın vaktini belirlemek müminlerin üzerine düşen bir yazgıdır" (görevdir) (Nisa-103)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(263. YAZI)Mülk Süresi 30 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Mülk elinde olan Allah, bereketlerin kaynağıdır. O, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 2-) O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. Yani O, Aziz ve Ğafur olandır.3-) O, yedi semâvatı tabaka tabaka yaratandır. Rahmân'ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun?4-) Sonra iki kere dön bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir.5-) Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle süsledik. Yani onları şeytanlara hedefler olarak kıldık ve (ahirette) onlara alevli saîr azabını hazırladık.6-) Rablerine kâfir olanlar için cehennem azabı vardır. Orası ne kötü varılacak yerdir!7-) Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı korkunç uğultuyu işitirler.8-) Neredeyse cehennem öfkeden çatlayacaktır! Oraya ne zaman bir fevc atıldıkça oranın bekçileri onlara, "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?" diye sorarlar.9-) Onlar da şöyle derler: "Evet, bize bir uyarıcı gelmişti. Fakat biz onu yalanlamış ve 'Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz ancak büyük bir sapkınlık içindesiniz' demiştik."(8. âyette bulunan "size bir uyarıcı gelmemiş miydi?" ile 9.âyette bulunan "Evet, bize bir uyarıcı gelmişti. Fakat biz onu yalanlamış ve "Allah hiçbir şey indirmemiştir" cümlesi, Allah Resûllerinin sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerini açık olarak ortaya koymaktadır.)10-) Yine şöyle derler: "Eğer kulak vermiş (vahyi dinlemiş) veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu saîr ashâbının içinde olmazdık."11-) İşte böylece günahlarını itiraf ederler. Artık alevli ateş ashâbı (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun! (denilir.)12-) Gayb ile Rablerinden haşyet duyanlar için bir mağfiret yani büyük bir mükâfat vardır.13-) Sözünüzü gizleyin, yahut onu açığa vurun; (fark etmez). Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.14-) Hiç yaratan (yarattığını) bilmez mi? O, Lâtif ve Habîr olandır.15-) O, yeryüzünü sizin için (uysal bir hayvan gibi) boyun eğdirendir. Haydi onun üzerinde yürüyün ve O'nun rızkından yiyin. Dönüş ancak O'nadır.16-) Semâ'da olanın sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz? (O zaman) bir de bakarsınız yeryüzü şiddetle çalkalanıyor.17-) Yahut semâ'da olanın, üzerinize taş yağdıran rüzgâr göndermeyeceğinden mi emin oldunuz? O zaman, uyarım nasılmış bileceksiniz!(Âyette geçen "men fisseméi" "gökteki olan" değil, "yüce olan,yücelerde olan" anlamına gelmektedir. Bugün bile Araplar krallarını bu şekilde övmektedirler. "Sahibus sümû" "yücelik sahibi" derler. Yoksa yüce Allah için mekan tahsis etmek doğru değildir.) 18-) Andolsun, onlardan öncekiler de yalanlamıştı. Beni inkâr etmenin sonucu nasıl oldu!? (gördüler.)19-) Üstlerinde kanat çırparak uçan kuşlara bakmazlar mı? Onları (havada yasası gereği) ancak Rahmân tutuyor. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla görendir.20-) Yahut Rahmân'dan başka size yardım edecek şu ordunuz kimdir? Kafirler ancak bir gurur (aldanışın) içindedirler.21-) Peki, Allah rızkını tutarsa, size rızık verecek olan kimdir? Hayır, onlar azgınlık ve nefretle direnip durdular.22-) Şimdi, yüzüstü sürünerek giden mi hidayet üzerindedir, yoksa sırât'ı müstakim üzerinde düz bir şekilde yürüyen mi?23-) De ki: "O, sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve gönüller verendir. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!"24-) De ki: "O, sizi yerde inşa ederek çoğaltandır. Ancak O'nun huzurunda toplanacaksınız."25-) "Eğer sâdık iseniz, bu vâdedilen ne zaman gerçekleşecek?" diyorlar.26-) De ki: "O bilgi, ancak Allah indindedir. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım."27-) Onu (azabı) yakından gördükleri zaman kâfir olanların yüzleri kötüleşir yani onlara, "İşte bu, (alaylı bir biçimde) isteyip durduğunuz şeydir" denir.28-) De ki: "Söyleyin bakalım: Diyelim ki Allah beni ve beraberimdekileri helâk edecek olursa, yahut bize merhamet edecek olursa. Peki, ya kâfirleri elim bir azaptan kim koruyacak?"29-) De ki: "O, Rahmân'dır. O'na iman ettik yani yalnızca O'na tevekkül ettik. Siz, kimin apaçık bir sapkınlık içinde olduğunu yakında bileceksiniz!"30-) De ki: "Gördünüz mü?: Sabahladığında suyunuz batacak olsa, size kim bir akar su (kaynak) getirebilir?(Mülk Süresinin Sonu)
1400 YILDIR 1400 yıldır din atalarınız bize ne dediler?Ne demek istediler? diye dediklerini tefsir etmeye çalışıyoruz.1400 yıldır Yahudi ve Hristiyanlara beddua ediyor, salavatlar getiriyoruz... gözyaşları daha fazla olsun diye!Ama bizim gözlerimizde yaş kalmadı! Vatanları yıkılsın diye, bizim elimizde yıkılmadık vatan kalmadı!1400 yıldır yağmur duaları ettik, her yer yağmurlarla doldu, sadece Şii ve Sünni çoğunluklu coğrafya hariç! 1400 yıldır zekat topladık, Şii ve Sünni çoğunluklu devletlerde her geçen gün açlık ve sefalet daha da arttı! Ey uyuyan ümmet! Beddua ettikleriniz... uzaya çıktılar, aydan uzanıp dünyaya baktılar, atomu parçaladılar, hücreyi böldüler, ikinci bir bilimsel devrim yarattılar.Sizler sadece iki bacak arası devrimlerle uğraştınız!Bugünlerde bile derslerinizde cinsellik nasıl olur, abdesti ne bozar, kadın ve siyah köpek namaz kılanın önünden geçerse namaz bozulur mu? gibi saçma sapan ictihadlara devam ediyorsunuz.Din adamlarınız, mahremiyet için yaşlı adamı emzirme ve ölen eşiniz ile son defa cinsellik üzerinde ittifak ettiler! Ne kadar övünseniz azdır!!.Ey uyuyan ümmet!Bizler aklımızı ve mantığımızı kullanmayı hak etmiyor muyuz? Akıllarımız bu bilimden, teknolojiden uygarlıktan faydalanmayı hak etmiyor mu?1400 yıldır aklımızın rehin oluşuna hayret etmeyelim mi!Biz biz yarış atı ile tarla sürüyoruz ve eşeği de koşuya hazırlayıp koşturuyoruz.Bundan ne zaman vazgeçeceğiz!
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(262. YAZI)Tahrim Süresi 12 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ey Nebi! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.2-) Allah (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmayı (ve kefaret ödemeyi) size farz kılmıştır. Yani Allah, sizin mevlânızdır. O, Alim'dir, Hakim'dir.3-) Hani Nebi eşlerinden birine, gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü (başkasına) haber verip Allah da bunu Nebi'ye bildirince, Nebi bunun bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi, bunu ona (sırrı açıklayan eşine) haber verince o, "Bunu sana kim bildirdi?" dedi. (Nebi,) "Bunu bana, Alim ve Habir olan Allah bildirdi" dedi."VAHYİ GAYRİ METLÜV" MESELESİ:Şia ve Ehli Sünnet'in din adamları; "Nebi (a.s) ın, eşlerinden Hafsa'ya bir sır söyledi. O ise bu sırrı bir diğer şahsa ifşa etti. Nebi (a.s) bu sırrın eşi tarafından ifşa edildiğini öğrenince ondan bir açıklama istedi.Eşi, Nebi (a.s)a bu sırrın ifşa edildiğini kimden öğrendiğini sordu. Nebi (a.s), bunun kendisine Allah tarafından haber verildiğini söyledi. Bu olay Kur'an'ı Mübin'de şu âyetle haber veriliyor."Nebi, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Nebi'ye açıklayınca, Nebi bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Nebi: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi."(Tahrim- 3)Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamlarına göre, yukarıdaki âyette geçen "Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi" ifadesi, söz konusu sırrın ifşa edildiğini Nebi (a.s)a yüce Allah tarafından haber verildiğini göstermektedir.Yani bu haber verme olayı Kur'an'ın hiç bir yerinde geçmez. Dolayısıyla bu âyet, Allah Resulü'nün Kur'an'da yer alan vahiy dışında Allah'tan başka vahiy aldığının da bir göstergesidir."Cevap:Kur'an ehli muvahhidler her ne kadar, "Kur'an'dan başka hiç bir kaynağın ümmeti bağlamadığını, ümmetin sadece vahiy'den sorumlu bulunduğunu" delilleriyle beraber, onlarca âyette detaylı olarak ortaya koysalar da, sıra mukallit mezhepçilere geldiğinde, uydurma hadislerin üzerine inşa ettikleri dinlerine alan açabilmek ve rivayet dininin meşru bir yol olduğunu göstermek için bu gibi âyetleri tahrif etmeye çalışıyorlar.Bu durum Şia ve Ehli Sünnet'in din adamlarının hiç bir zaman Allah'ın kitabına itibar etmediğini açık olarak gösteriyor.Öncelikle Şia ve Ehli Sünnet ruhbanlarının mezheplerinde "vahyi gayri metlüv" inancıyla ne kasdedildiğini açıklayalım. "Allah Resulü'ne genel olarak tatbikatta ortaya çıkan bazı konularda hüküm ve karar yetkisi verildiği gibi, Kur'an'da olmayan hususlarda O’na haram ve helal koyma yetkisi de verilmiştir."(Hayrettin Karaman, "Kur'an'ın Hz. Peygamber'in Sünnetine Verdiği Değer, Sünnetin Dindeki yeri, Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, s, 68, Ensar yayınları)Şia ve Ehli Sünnet'in din adamlarının anlayışına göre dinde, hükümlerin kaynağı "vahyi metlüv" ve "vahyi gayri metlüv" olmak üzere ikidir."Vahyi metlüv" "Okunan vahiy" demektir. Yani namazda okunduğu için Kur'an âyetlerine "Vahyi Metlüv" denilmiş,namazda okunmadığı halde, hadislerde aynen Kur'an âyetleri gibi, insanları bağlayıcı farzlar, vâcipler, hükümler, haramlar ve helaller bildiren vahiy'dir. "Okunmayan Vahiy" adı verilmiştir.Fakat mezhebin din adamları rivayetlere "vahyi gayri metlüv" "namazda okunmayan vahiy" dedikleri halde, yine de"tahiyyat, sübhaneke, salli-bârik dualarını namazda okurlar. Yani inanç ve fikirleriyle çelişkiye düşerler.Aslında İslam tarihine baktığımızda Ehli Sünnet ve Şia din adamlarının itikadi ve ameli olarak bütün konuları "vahyi gayri metlüv!!!" üzerine bina ettiklerini görürüz.Yani onların hayatlarını sözde Kur'an, özde "vahyi gayri metlüv!!!" şekillendirmiştir.Ehli Sünnet ve Şia din adamları Nebi (a.s)a Kur'an dışında hükümler verildiğinin bir delili olarak Tahrim suresinin 3. âyetini gösterirler.Oysa ki daha ilk bakışta bu âyetin "gayri metlüv!!!" vahye işaret etmediğinin anlaşılması gerekirdi. Çünkü âyette şöyle bir ifade geçmektedir."...O da onun birazını eşine anlattı, birazını da anlatmaktan vazgeçti....."(Tahrim-3)Eğer bu âyette geçen olay, Şia ve Ehli Sünnet din adamlarının iddia ettiği gibi "gayri metlüv vahiy" olayına bir örnek olsaydı Nebi (a.s)'ın birazını anlatmaktan vazgeçmesi mümkün olur muydu?Bir elçinin kendisine gelen vahyi insanlara tebliğ etmemesi olacak bir şey değildir. Allah Resulü'nün kendisine gelen vahyi insanlara bildirmemesi büyük bir suçtur.Yüce Allah şöyle buyurur:"Ey Resul! Rabbin'den sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez!"(Maide-67)Tahrim süresinde anlatılan olayda ise, Nebi (a.s)'ın kendisine gelen haberin sadece bir kısmını anlatıp kalanını gizliyor.Zaten bu olay bir aile meselesi olduğu ve aile içinde gizli kalması için ayette hep "Nebi" kavramı kullanılmıştır.Bu olay, tüm insanlık için bağlayıcı olduğu iddia edilen "gayri metlüv vahye" örnek olamaz. Bu örneğin baştan sona kadar hatalı olduğu çok açıktır.Ancak vahiy konusunu Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde, Allah'ın tarif ettiği şekilde anlamamış zihinlerin böyle çok basit hatalara düşmeleri normaldir.Onlar bir şekilde iddialarındaki çelişkiyi görseler bile kafa karışıklığı ve bilgi kirliliği içerisinde bocalamaktan kendilerini kurtarmayı başaralamazlar.Bu kafa karışıklığını gidermenin tek yolu "vahiy" meselesini âyetler arası ilişkileri kurarak konuları saf bir şekilde anlamaktan geçer.Sonuç olarak:"Nebi, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu onun için açığa çıkarınca, Nebi'ye bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi.Nebi: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi"(Tahrim- 3)Bu âyet ailevi bir meseleyi anlattığı için hep Nebi kavramı kullanılmıştır.Aslında bu âyette ümmeti ilgilendiren bir şey yoktur. Fakat yüce Allah vahiy ile elçilerin beşeri özelliklerini ortaya koyması gerekir ki, insanlar âlimlerini ve liderlerini yüceltmesinler.Aslında bu olayda kasdedilen haberi Nebi (a.s)'a Allah haber vermemiş de olabilir. Nebi (a.s)'ın hanımları tarafından olay yayılınca Nebi (a.s) da başkalarından duymuştu.Fakat Nebi (a.s) da var olan yüksek ahlak ve mükemmel edep gereği, kendisine dedikodu yapmayı yakıştırmadığı için bu duyma ve haber almayı yüce Allah'a izafe etmiştir. Kur'an'da bu güzel ahlaka işaret eden ayetler vardır.Mesela:"Her ne zaman Zekeriya (a.s) Meryem'in yanına gidip onun yanında bol bol rızık gördüğünde, "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" diye sorduğunda, Meryem, "Bu, Allah tarafındandır. Allah dilediğine sayısız rızık verir, derdi."(Âli İmran-37)Yani Meryem insanların kendisine hediye olarak getirmiş oldukları yiyecekleri Allah'a izafe etmiştir.Yoksa sürekli olarak Allah tarafından Meryem'e yiyecek gelmiyordu.Mesela:Nasıl ki çalışıp çabalayarak, emek sarfederek ekonomik bakımdan durumu yerinde olan birine, "Hayırdır, bu variyet nereden? diye sorulduğunda, nezaket ve güzel ahlak gereği, "Allah tarafından" demesi gerekiyorsa, Allah tarafından bu olay (Tahrim-3) ile alakalı Nebi'ye bir haber veya vahiy gelmiş değildir.Dolayısıyla Ehli Sünnet ve Şia din adamlarının bu âyeti vahyi gayri metlüv için delil göstermeleri tam bir cehalettir.4-) (Ey Nebi'nin eşleri! Eğer siz ikiniz Allah'a tövbe ederseniz, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Nebi'ye karşı birbirinize arka çıkarsanız, onun mevlâsı Allah yani cibril yani müminlerin salihi (vahiy indirerek onları ıslah eden). Bunlardan sonra melekler (müminler) de ona arka çıkarlar.(Yukarıdaki âyette bulunan "Allah, Cibril ve sâlihil müminine" aynı anlama gelmektedir. Yani yüce Allah yani cibril yani müminlerin ıslahı için onarıcı vahyi indiren göklerin ve yerin tek mâliki ve yegane sahibi olan yüce yaratıcı.Âyetin sonunda bulunan melekler ise, müminlerdir.)5-) Eğer o sizi boşarsa, Rabbi ona, sizden daha hayırlı, müslüman. mümine, gönülden (Allah'a) bağlı, tevbe eden, ibadet eden, sâime olan, dul ve bakire eşler verebilir.6-) Ey iman edenler! Nefsinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, gayet şiddetli, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere isyan etmeyen yani kendilerine emredilen şeyi yapan melekler (görevliler) vardır.7-) Ey kâfir olanlar! Bu gün özür dilemeyin! Siz ancak amellerinizin karşılığı ile cezalandırılıyorsunuz.8-) Ey iman edenler! Allah'a Nasuh bir tevbe ile tevbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, Nebi'yi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden nehirler akan cennetlere koyar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. "Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi mağfiret et; senin her şeyin üzerinde bir kudrete sahipsin. derler.(Nübüvvet ve risâlet arasında bulunan farklardan biri de Risâlet dünyada sona ererken, Nübüvvet âhirette de devam etmektedir. (Nisa -69)Çünkü Risâlet bir ihlas ve takva makamı iken, Risâlet bir misyondur. Yani rütbeler dünyada sona ererken, erdemler âhirette de devam edecektir. Dolayısıyla insanlar âhirette dünyadaki görevleri ile değil, üstün meziyetleri ve güzel ahlakları ile bilinecekler.)9-) Ey Nebi! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. (Orası) ne kötü varış yeridir!10-) Allah, kâfir olanlara, Nûh'un hanımı ile Lût'un hanımını misal olarak verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kulun (nikah) altında bulunuyorlardı. Derken onlara (inançta) hainlik ettiler de kocaları, Allah'ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, "Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!" denildi.11-) Allah, iman edenlere ise, Firavun'un hanımını misal gösterdi. Hani o, "Rabbim! Bana indinde, cennette bir ev bina et. Beni Firavun'dan ve onun amelinden koru yani beni zalimler topluluğundan koru!" demişti.12-) Allah, bir de iffetini sapasağlam koruyan ve bizim de kendisine ruhumuzdan üflediğimiz, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğrulayan İmran kızı Meryem'i de (iman edenlere) örnek gösterdi. O (Allah'a) bağlı olanlardandı. (Tahrim Süresinin Sonu)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(261. YAZI)Talak Süresi 12 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ey Nebi! Kadınları boşamak istediğinizde, onları iddetlerini dikkate alarak (temizlik hâlinde) boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah'a karşı takvalı olun. Apaçık bir hayâsızlık yapmaları dışında onları (bekleme süresince) evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın hududlarıdır. Kim Allah'ın hududlarını aşarsa, şüphesiz kendi nefsine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, daha sonra yeni bir iş ortaya çıkarır.2-) Boşanan kadınlar iddetlerinin sonuna varınca, onları güzelce tutun, yahut onlardan güzelce ayrılın. İçinizden iki âdil kimseyi şahit tutun. Şahitliği Allah için dosdoğru yapın. İşte bununla Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimselere öğüt verilmektedir. Kim Allah'a karşı takvalı olursa, Allah ona bir çıkış yolu açar.3-) Yani onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah'a tevekkül ederse, O kendisine yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah, her şeye bir ölçü koymuştur.4-) Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlar yani âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.Çocuk Evliliğinin Kur'an'da Bir Dayanağı Var Mıdır?Çeviride geçen "Henüz adet görmemiş" den ne anlarsınız? Şu an adet görmemiş ancak adet görecek olanı anlarsınız. Peki bunlar kimdir? Tabii ki çocuk yaştaki kız çocukları. Öncelikle şunu söylemeliyiz ki, yukarıdaki âyet, bir çok âyet gibi, meâlinde büyük hata yapılan âyetlerden biridir. Ayette geçen "lem yehidne" ibaresindeki "lem" sözcüğü önüne gelen geçmiş fiili geçmiş zamanda olumsuz yapar. Burada "adet görme" fiilinden önce geldiği için bu fiili "adet görmeyenler" şekline dönüştürmesi gerekir, "henüz âdet görmeyenler" şeklinde değildir.Mesela: Bu olumsuzluk ekiyle ilgili Kur'an'dan şöyle bir örnek vermek mümkündür. Hemen hemen herkesin ezbere bildiği, yüce Allah'ın kendisini tanıttığı İhlas süresinin üçüncü âyeti "lem yelid ve lem yüled" dir. Bakın, olumsuzluk eki veren "lem" sözcüğü bu sefer "doğurmak" ve "doğurulmak" fiilinin önüne gelmiş ve anlamı "doğurmadı ve doğurulmadı" şekline sokmuştur.Peki sürede "doğurmadı ve doğurulmadı" diye bahsedilen kimdir? Tabi ki yüce Allah. Bu âyetlerdeki "lem" sözcüğüne Diyanetin verdiği anlamı verirsek, Allah'a atfen "henüz doğurmadı ve doğurulmadı" şeklinde saçma bir çeviri ortaya çıkar. Demek ki "lem" sözcüğüne "henüz" anlamı ve-ri-le-mez.Diğer taraftan Kur'an'da, "hem bedeni (büluğ) hem de akli(rüşd) olgunluk" un evliliğin koşulu olarak zikredildiği akıldan çıkarılmamalıdır. (Nisa -6)Şimdi akla gelen soru şu: Gerçek böyleyken neden meallerin bir kısmında henüz adet görmemiş kız çocuklarının evliliğine atıf yapan bir çeviri yapılmaktadır?Dinlerini uydurma rivayetlerin üzerine inşa ettikleri leri için, Şia ve Ehli Sünnet'te açıktan açığa dillendirilmese de bu konu maalesef böyle kabul edilmektedir. Bu yanlış çevirilerden hareket eden dinsiz ve deistler de "Gördünüz mü, İslam dini küçük yaştaki kız çocuklarıyla evlenilmesine izin veriyor, bu nasıl bir din, böyle din olur mu" diyerek yüce İslam dininin aleyhinde propaganda yapıyor ve özellikle gençleri Kur'an'ın rahmet ikliminden uzaklaştırıyorlar. Rivayetlerden etkilenerek yapılan bu yanlış çevirileri Kur'an'ın bir emriymiş gibi kabul edenlere, "pekala, madem küçük yaştaki kızların evlendirilmesi Kur'an'ın bir emri ise, siz kızlarınızı neden küçük yaşta, çocuk iken evlendirmiyorsunuz?" diye sorulduğunda ya cevap verememekte ya da akıl ve vicdan sahibi bir kimsenin kabul edemeyeceği saçma sapan argümanlarla çıkış yolu aramaktadırlar.Hatalı çevirilerin yolaçtığı olumsuzlukların vebali çok büyük olacaktır.Sonuç olarak, bu âyette "lem yenidne" yi "henüz adet görmeyenler" olarak değil, "yani adet görmeyenler" şeklinde çevirmek doğru bir çeviri olacaktır.5-) İşte bu (Kur'an) Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'a karşı takvalı olursa, Allah onun kötülüklerini örter yani onun mükâfatını muazzam yapar.6-) (İddetleri süresince) gücünüz nispetinde, meskün bulunduğunuz yerin bir bölümünde onları meskün edin. Yani onları darlığa sokmak için kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar onlara infak edin. Sizin için (çocuğu) emzirirlerse (emzirme) ücretlerini de verin ve aranızda mârufa uygun bir şekilde anlaşın. Eğer anlaşamazsanız, çocuğu baba hesabına başka bir kadın emzirecektir.7-) Eli geniş olan, elinin genişliğine göre infak etsin. Rızkı dar olan da, Allah'ın ona verdiğinden (o ölçüde) infak etsin. Allah, bir kimseyi ancak kendine verdiği ile yükümlü kılar. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.(Yukarıdaki âyetlerde bulunan "infak" kavramına, "nafaka" anlamını vermek doğru değildir.Çünkü İslâm dininde süresiz nafaka yoktur. Gücü nispetinde boşanacak kadınlara infak etmek vardır. Ve bu konu yukarıdaki âyette çok açık bir şekilde ortaya konmuştur. Aslında infak ile nafaka aynı şeydir. Fakat nafaka kelimesi, bulunduğu anlamdan başka bir manaya evrilmiştir. İşte bu mana yüzünden erkekler aleyhinde ekonomik ve psikolojik açıdan onarılması mümkün olmayan sorunlar açılıyor.)8-) Nice kentler Rablerinin ve O'nun Resûllerinin emrinden uzaklaşıp azdılar. Bu yüzden kendilerini şiddetli bir hesaba çektik yani istenmeyen bir azabla onlara azap ettik.9-) Böylece yaptıklarının cezasını tattılar yani işlerinin sonu tam bir hüsran oldu.10-) Allah, ahirette onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde, ey iman etmiş olan akıl sahipleri, Allah'a karşı takvalı olun! Andolsun ki Allah, size bir zikir (Kur'an) indirdi.11-) İman edip yani salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Resûl gönderdi. Kim Allah'a iman eder yani salih bir amel işlerse, Allah onu, içinden nehirler akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere koyar. Şüphesiz ki Allah, ona en güzel bir rızık vermiştir.12-) Allah, yedi göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Allah'ın emri bunlar arasından inip durmaktadır ki, Allah'ın her şeyin üzerinde bir kudrete sahip olduğunu yani Allah'ın her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.(Talak Süresinin Sonu)
16 Temmuz 2022 Cumartesi
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(261. YAZI)Talak Süresi 12 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ey Nebi! Kadınları boşamak istediğinizde, onları iddetlerini dikkate alarak (temizlik hâlinde) boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah'a karşı takvalı olun. Apaçık bir hayâsızlık yapmaları dışında onları (bekleme süresince) evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın hududlarıdır. Kim Allah'ın hududlarını aşarsa, şüphesiz kendi nefsine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, daha sonra yeni bir iş ortaya çıkarır.2-) Boşanan kadınlar iddetlerinin sonuna varınca, onları güzelce tutun, yahut onlardan güzelce ayrılın. İçinizden iki âdil kimseyi şahit tutun. Şahitliği Allah için dosdoğru yapın. İşte bununla Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimselere öğüt verilmektedir. Kim Allah'a karşı takvalı olursa, Allah ona bir çıkış yolu açar.3-) Yani onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah'a tevekkül ederse, O kendisine yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah, her şeye bir ölçü koymuştur.4-) Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlar yani âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.Çocuk Evliliğinin Kur'an'da Bir Dayanağı Var Mıdır?Çeviride geçen "Henüz adet görmemiş" den ne anlarsınız? Şu an adet görmemiş ancak adet görecek olanı anlarsınız. Peki bunlar kimdir? Tabii ki çocuk yaştaki kız çocukları. Öncelikle şunu söylemeliyiz ki, yukarıdaki âyet, bir çok âyet gibi, meâlinde büyük hata yapılan âyetlerden biridir. Ayette geçen "lem yehidne" ibaresindeki "lem" sözcüğü önüne gelen geçmiş fiili geçmiş zamanda olumsuz yapar. Burada "adet görme" fiilinden önce geldiği için bu fiili "adet görmeyenler" şekline dönüştürmesi gerekir, "henüz âdet görmeyenler" şeklinde değildir.Mesela: Bu olumsuzluk ekiyle ilgili Kur'an'dan şöyle bir örnek vermek mümkündür. Hemen hemen herkesin ezbere bildiği, yüce Allah'ın kendisini tanıttığı İhlas süresinin üçüncü âyeti "lem yelid ve lem yüled" dir. Bakın, olumsuzluk eki veren "lem" sözcüğü bu sefer "doğurmak" ve "doğurulmak" fiilinin önüne gelmiş ve anlamı "doğurmadı ve doğurulmadı" şekline sokmuştur.Peki sürede "doğurmadı ve doğurulmadı" diye bahsedilen kimdir? Tabi ki yüce Allah. Bu âyetlerdeki "lem" sözcüğüne Diyanetin verdiği anlamı verirsek, Allah'a atfen "henüz doğurmadı ve doğurulmadı" şeklinde saçma bir çeviri ortaya çıkar. Demek ki "lem" sözcüğüne "henüz" anlamı ve-ri-le-mez.Diğer taraftan Kur'an'da, "hem bedeni (büluğ) hem de akli(rüşd) olgunluk" un evliliğin koşulu olarak zikredildiği akıldan çıkarılmamalıdır. (Nisa -6)Şimdi akla gelen soru şu: Gerçek böyleyken neden meallerin bir kısmında henüz adet görmemiş kız çocuklarının evliliğine atıf yapan bir çeviri yapılmaktadır?Dinlerini uydurma rivayetlerin üzerine inşa ettikleri leri için, Şia ve Ehli Sünnet'te açıktan açığa dillendirilmese de bu konu maalesef böyle kabul edilmektedir. Bu yanlış çevirilerden hareket eden dinsiz ve deistler de "Gördünüz mü, İslam dini küçük yaştaki kız çocuklarıyla evlenilmesine izin veriyor, bu nasıl bir din, böyle din olur mu" diyerek yüce İslam dininin aleyhinde propaganda yapıyor ve özellikle gençleri Kur'an'ın rahmet ikliminden uzaklaştırıyorlar. Rivayetlerden etkilenerek yapılan bu yanlış çevirileri Kur'an'ın bir emriymiş gibi kabul edenlere, "pekala, madem küçük yaştaki kızların evlendirilmesi Kur'an'ın bir emri ise, siz kızlarınızı neden küçük yaşta, çocuk iken evlendirmiyorsunuz?" diye sorulduğunda ya cevap verememekte ya da akıl ve vicdan sahibi bir kimsenin kabul edemeyeceği saçma sapan argümanlarla çıkış yolu aramaktadırlar.Hatalı çevirilerin yolaçtığı olumsuzlukların vebali çok büyük olacaktır.Sonuç olarak, bu âyette "lem yenidne" yi "henüz adet görmeyenler" olarak değil, "yani adet görmeyenler" şeklinde çevirmek doğru bir çeviri olacaktır.5-) İşte bu (Kur'an) Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'a karşı takvalı olursa, Allah onun kötülüklerini örter yani onun mükâfatını muazzam yapar.6-) (İddetleri süresince) gücünüz nispetinde, meskün bulunduğunuz yerin bir bölümünde onları meskün edin. Yani onları darlığa sokmak için kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar onlara infak edin. Sizin için (çocuğu) emzirirlerse (emzirme) ücretlerini de verin ve aranızda mârufa uygun bir şekilde anlaşın. Eğer anlaşamazsanız, çocuğu baba hesabına başka bir kadın emzirecektir.7-) Eli geniş olan, elinin genişliğine göre infak etsin. Rızkı dar olan da, Allah'ın ona verdiğinden (o ölçüde) infak etsin. Allah, bir kimseyi ancak kendine verdiği ile yükümlü kılar. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.(Yukarıdaki âyetlerde bulunan "infak" kavramına, "nafaka" anlamını vermek doğru değildir.Çünkü İslâm dininde süresiz nafaka yoktur. Gücü nispetinde boşanacak kadınlara infak etmek vardır. Ve bu konu yukarıdaki âyette çok açık bir şekilde ortaya konmuştur. Aslında infak ile nafaka aynı şeydir. Fakat nafaka kelimesi, bulunduğu anlamdan başka bir manaya evrilmiştir. İşte bu mana yüzünden erkekler aleyhinde ekonomik ve psikolojik açıdan onarılması mümkün olmayan sorunlar açılıyor.)8-) Nice kentler Rablerinin ve O'nun Resûllerinin emrinden uzaklaşıp azdılar. Bu yüzden kendilerini şiddetli bir hesaba çektik yani istenmeyen bir azabla onlara azap ettik.9-) Böylece yaptıklarının cezasını tattılar yani işlerinin sonu tam bir hüsran oldu.10-) Allah, ahirette onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde, ey iman etmiş olan akıl sahipleri, Allah'a karşı takvalı olun! Andolsun ki Allah, size bir zikir (Kur'an) indirdi.11-) İman edip yani salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Resûl gönderdi. Kim Allah'a iman eder yani salih bir amel işlerse, Allah onu, içinden nehirler akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere koyar. Şüphesiz ki Allah, ona en güzel bir rızık vermiştir.12-) Allah, yedi göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Allah'ın emri bunlar arasından inip durmaktadır ki, Allah'ın her şeyin üzerinde bir kudrete sahip olduğunu yani Allah'ın her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.(Talak Süresinin Sonu)
14 Temmuz 2022 Perşembe
TEMMUZ RUHUGerçekler cahillerin hoşuna gitmez, özellikle atalarını, âlimlerini, mezhep imamlarını, efendilerini "lé yüs'el" yani "sorumsuz birer ilah ve Rab" olarak görenler, şu fikirlerimi kabul etmeyeceklerdir.Eğer Allah'ın kitabı Kur'an, gerçekleri güneş gibi ortaya koymasaydı geçmişini kutsayan Kur'an cahillerine karşı gelemezdik.Fakat gök kubbeden bin derece daha sağlam ve kesin delil olan Allah'ın mesajına dayandığımızdan, atalarını ilah ve Rab konumuna sokan mukallitler bize karşı ilmi ve akli bir delil getiremiyorlar. Kur'an'a dayanarak her zaman şu gerçeği söylemişimdir.Günümüz Türkiye Cumhuriyetinde veya İslam aleminin herhangi bir beldesinde bulunan bir müslüman ile Allah Resulü'nün döneminde Medine'de yaşayan bir sahabi arasında fazilet açısından hiç bir fark yoktur.Yani Ebubekir ve Ömer günümüzün İstanbul'unda yaşayan bir mü'minden takva ve ihlas haricinde daha üstün değillerdir.Allah'ın mesajına göre üstünlük sadece ihlas, takva ve güzel ahlaka bağlıdır. Siz, Allah Resulü'nün arkadaşlarını yücelten, düşüncesi kıt mezhep tapıcılarına bakmayın, Kur'an'a bakın gerçeği apaçık bir şekilde göreceksiniz.Yani anlayacağınız son vahyin tarihinde asrı saadet diye bir devir yaşanmadı. Mesela: Son inen sürelerden biri olan Tevbe süresinin son âyeti şöyledir. "Ey Nebi! Eğer (onların hepsi) yüz çevirirlerse, de ki, "Allah bana yeter, O'ndan başka ilâh yoktur. Sadece O'na tevekkül ettim. Ve O (Allah) azim arşın Rabbidir"Fakat vahiy'den yüz çeviren Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları Kur'an cahili atalarını o derece yüceltirler ki, ümmeti geçmişe mahkum ederek doğrunun ortaya çıkmasına engel olurlar.Rahmân ve Rahim olan yüce Allah'a sonsuz hamd olsun ki, önümüzde Kur'an gibi tükenmez bir ilim ve hikmet hazinesi var.Ve bu Kur'an en geniş manada Allah Resulü'nün arkadaşlarının sergilemiş oldukları ahlakı bize çok açık olarak haber veriyor. Mesela: "Allah Resulü'nün arkadaşlarının savaştan kaçtıklarını..." (Âli İmran- 152, 153; Tevbe, 25, 26)"Savaşa gitmekten korktuklarını..." (Tevbe- 38, 39, 40)"Ölümden korktuklarını..." (Âli İmran- 142, 143, 144, 145, 146)"Dünya malı için masum insanları öldürdüklerini..."(Nisa- 94)"Allah Resulü'nün hanımına zina iftirasında bulunduklarını..."(Nur- 11/20)"Güç ve menfaat karşısında boyun eğmeyi bile Allah Resulü'ne karşı minnet sebebi yaptıklarını..." (Hucurat- 17)"Allah'a din öğretmeye yeltendiklerini"(Hucurat- 16)"Dedikodu, ğiybet, casusluk, fitne gibi kötü ahlaka tevessül ettiklerini..."(Hucurat- 11, 12)"Allah Ve Resulü'ne ihanet ettiklerini..."(Enfal, 27)"Allah'ın düşmanlarını dost edindiklerini..."(Mumtehine- 1,2,3,4,5)"Allah Resulü önemli bir konuşma yaparken onu ayakta terkederek eğlence ve ve ticarete koştuklarını..."(Cuma- 11) bildirmektir. Bunlar gibi Allah Resulü'nün yani arkadaşlarının (ashabın) olumsuz hareketlerini anlatan yüzlerce âyet mevcuttur.Şüphesiz Allah Resulü'nün arkadaşları içinde kahraman, fedakar ve Allah'ın razı olduğu kimselerde vardır ve bu gerçek de Kur'an'da bildirilmiştir.(Tevbe-100; Ahzab-22,23; Fetih-18)İşte 15 temmuz akşamında en kozmik ve karanlık bir örgüte karşı tarihte eşine az rastlanır bir kahramanlık sergileyen yiğitleri yad etmek, özgürlüğe aşık olan her insanın üzerine bir görevdir.Elinde hiç bir silahı olmayan, korkup yılmayan, hareket halinde olan tankın altına yatan, en ağır savaş araçlarına karşı çıplak eliyle meydan okuyan siz kahramanlara saygı ve selamlarımı sunuyorum.Bu olay bir partiyi tutma ve hükümeti kurtarma meselesi değildir.Bu olay emperyalistlerin uşaklarına karşı yapılmış asla küçümsenmemesi gereken büyük bir kahramanlık destanıdır.15 Temmuz'da ölüme meydan okuyanlar! Mekke ve Medine'de değil, sizinle aynı coğrafyada ve aynı zaman diliminde yaşadığımdan dolayı gurur duyuyorum.Allah sizlerden razı olsun.Bence 15 Temmuz akşamında Allah, insanların kalplerinden ölüm korkusunu silip atmıştı.Artık yaşamak ile ölmek arasında bir fark kalmamıştı.O gece insanlar asli vatanları olan âhiret yurduna daha yakın duruyorlardı.Tarihte buna benzer sahnelerin olduğunu Kur'an iftiharla bize aktarıyor.15 Temmuz din ve iman meselesini aşan bir destandır. Çünkü diyanetin dini, fetö'nün dininden daha kaliteli değildir.İkisinin dini de yüce Allah'a ve Resûlüne iftira olan karanlık Ehl-i Sünnet dinidir.Dolayısıyla 15 Temmuz bir özgürlük ve istiklal destanıdır.Hareket halinde olan tankın altına yatmak nasıl bir imandır. O gece Allah tarafından sekine ve huzur nazil olmuştu."Sonra Allah, Resulü ile müminler üzerine sekinetini (sükunet ve huzur duygusunu) indirdi, sizin görmediğiniz ordular indirdi de kafirlere azap etti. İşte bu, kafirlerin cezasıdır"(Tevbe- 26)"Nice Nebiler vardı ki, beraberinde bir çok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever"(Âli İmran- 146)"Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı yolunda sabit kıl, kâfirlere karşı bizi muzaffer eyle! "(ÂLİ İMRAN-147)"Allah da onlara dünya nimetini ve daha da önemlisi ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, muhsinleri sever"(Âli İmran-148)Allah mekanını cennet etsin, Mehmet Akif boşuna " Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" dememiş.
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(260. YAZI)Teğabun Süresi 18 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Göklerdeki ve yerde ne varsa Allah'ı tespih eder. Mülk yalnızca O'nundur yani hamd (güç-kuvvet- övgü) O'na mahsustur. O, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir.2-) O, sizi yaratandır. Böyle iken (inanç ve amellerinizle) kiminiz kâfir, kiminiz mü'mindir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.3-) Gökleri ve yeri hak (bir amaca yönelik) olarak yarattı. Sizi tasvir etti ve tasvirinizi de en güzel bir şekilde yaptı. Dönüş yalnız O'nadır.4-) Göklerde ve yerde olanları bilir. Yani gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir. Allah, göğüslerin özünü (içinde bulunanı) bilendir.5-) Daha önce kâfir olup da (küfürlerinin) cezasını tadanların haberi size gelmedi mi? Onlar için elim bir azap vardır.6-) Bu, Resûllerinin, onlara beyyinelerle gelmeleri ve onların da, "Bir beşer mi bizi hidayete iletecekmiş?" deyip de kâfir olmaları yani yüz çevirmeleri sebebiyledir. Allah da ğani olduğunu (hiçbir şeye muhtaç olmadığını) göstermiştir. Allah, Ğani'dir, Hamid'tir.7-) Kâfir olanlar, (öldükten sonra) asla diriltilmeyeceklerini iddia ettiler. De ki: "belé" yani Rabbime and olsun ki, mutlaka diriltileceksiniz, sonra amelleriniz size haber verilecektir. Bu, Allah'a kolaydır."(Kabir azabının olmadığını gösteren âyetlerden bir tanesi de bu âyettir. Çünkü âyette "...mutlaka diriltileceksiniz, sonra amelleriniz size haber verilecektir" buyrulmuştur. Yani dirilişten önce hiç kimse yaptığı amelin farkında olmayacaktır. Dolayısıyla hesap ve kitap, cennet ve cehennem son saatten sonra olacaktır.)8-) Artık siz Allah'a yani Resûlune yani indirdiğimiz nûra (Kur'an'a) iman edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.9-) Toplanma vakti için Allah´ın sizi toplayacağı günü düşün. O gün aldanışın ortaya çıkacağı gündür. Kim Allah´a iman eder yani salih amel işlerse, Allah onun kötülüklerini örter ve onu içinden nehirler akan, ebedî olarak kalacakları cennetlere sokar. İşte bu azim başarıdır.10-) Kâfir olanlara yani âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar, içinde devamlı kalmak üzere nârın ashâbıdır. Orası ne kötü varılacak yerdir!11-) Allah'ın izni (yasası) olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, Allah onun kalbini hidayete iletir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.12-) Allah'a itaat edin yani Resule itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Resülümüze düşen sadece (vahiy'le) apaçık bir tebliğdir.(Kur'an'a göre Resûl'e itaat Allah'a itaat etmektir. Çünkü Resûl vahyi tebliğ eden kişidir. İşte bu yüzden tebliğ de itaat etmek de Resûl bağlamında kullanılmıştır. Tebliğ ve itaat hiç bir âyette Nebi bağlamında geçmez.)13-) Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. Mü'minler yalnız Allah'a tevekkül etsinler.14-) Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer yani mağfiret ederseniz (bağışlarsanız) şüphe yok ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.(Eşlerin ve çocukların düşman olması kişiyi yüce Allah'ın vahyinden yani hidayetten yani Allah yolunda infak etmekten uzaklaştırmaları anlamına gelmektedir. İnsan bütün malını eşini ve çocuklarını razı etmek için harcar, Allah yolunda infak ederek kendini cehennem azabından kurtarmaya çalışmaz. Dolayısıyla ailesi kendisine büyük bir düşmanlık yapmış olur. Hemde hiç kimsenin yapamadığı bir düşmanlık.İnsan başta anne babası olmak üzere miskin ve fakirlerden baslayarak infak ile kendini cehennem azabından kurtarması gerekiyor. Tevhid akidesinden sonra en büyük kurtarıcı ve şefaatçi yüce Allah yolunda infak etmektir.)(Bu konuda Munafikun 9, 10, 11 âyetlerden de ders çıkarılabilir.)15-) Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer fitnedir; Allah katında ise azim bir mükâfat vardır. 16-) O hâlde, gücünüz yettiği kadar Allah'a karşı takvalı olun. (Vahyi) Dinleyin, (ona) itaat edin, kendi nefsinizin hayrı için infak edin. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.(Kim ne infak ederse kendisi için infak etmiş olur. Hiç kimse başkası adına hayır yapamaz. İnsan kendi eliyle ne verirse âhirette onu bulur. (Bakara-110)17-) Eğer siz Allah'a güzel bir borç verirseniz, Allah onu size, kat kat öder yani sizi mağfiret eder. Allah, şükrün karşılığını verendir, halîmdir.18-) O, gaybı da şehâdeti de bilendir, Aziz'dir, Hâkim'dir.(Teğabun Süresinin Sonu)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(259. YAZI)Munâfikun Süresi 11 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) (Ey Resûl!) Münafıklar sana geldiklerinde, "Senin, elbette Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik ederiz" derler. Allah senin, elbette kendisinin Resûlü olduğunu biliyor. Yani münafıkların yalancılar olduklarına Allah şahittir. (Şii ve Sünni din adamlarının "Allah birdir" sözlerine bile itibâr etmemek gerekiyor. Çünkü Allah birse, hiç şüphesiz ki Allah birdir, kitap da bir olması gerekir. "Allah birdir" deyip de, Kur'an'ı bir kenara bırakıp sayısız kaynak edinmek yalancılıktan başka bir şey değildir.) 2-) Yeminlerini kalkan yaptılar da insanları Allah'ın yolundan engellediler. Gerçekten onların amelleri çok kötü olmuştur!3-) Bu, onların önce iman edip sonra kâfir olmaları, bu yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir. Artık onlar anlamazlar.4-) Onları gördüğün zaman cisimleri (kalıpları-görünuşleri) acayibine gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her sayhâyı kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan (şerlerinden) sakın! Allah onları öldürmüştür! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar!(Vahye icabet etmedikleri için tüm duygu ve düşüncelerini köreltmiş ve öldürmüşlerdir.) 5-) Onlara, "Gelin, Allah'ın Resûlü size istiğfar etsin" denildiği zaman başlarını çevirirler yani sen onların büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.(Nebi'nin değil de, Resûlun istiğfar etmesi, vahiy ile yüce Allah'ın onları affetmesi içindir. Yani yaptıklarından dolayı pişman olduklarını Resûle söyleyerek, Resûl de yüce Allah'tan onlar için istiğfar edecekti. Çünkü söz ve tavırlarıyla Allah'ın Resûlunün üzülmesine sebep olduklar.İşte bundan dolayı onu da razı etmeleri gerekiyor.)6-) Onlara istiğfar etsen de, istiğfar etmesen de onlar için birdir. Allah, onları asla mağfiret etmeyecektir. Çünkü Allah, fasıklar topluluğunu (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete iletmez.(Yukarıdaki âyette bulunan istiğfarın kabul edilmemesinin sebebi ise, onlardan habersiz olarak yani giyaplarında Nebi'nin onlara dua ve istiğfar etmesidir. Onlar pişman olduklarını Resûle itiraf etmedikleri sürece Nebi'nin onlara dua ve istiğfarının hiç bir anlamı ve değeri yoktur.)7-) Onlar, "Allah Resûlü'nün yanında bulunanlara (muhacirlere) infak yapmayın ki dağılıp gitsinler" diyenlerdir. Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar (bunu) anlamazlar.8-) Onlar, "Andolsun, eğer Medine'ye dönersek, izzetli olan, zelil olanı oradan mutlaka çıkaracaktır" diyorlardı. Hâlbuki izzet, ancak Allah'ın yani Resûlünün ve mü'minlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.9-) Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah'ı zikrinden (Kur'an'dan) alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar husrana uğrayanların ta kendileridir.10-) Herhangi birinize ölüm gelip de, "Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar te'hir etsen de de sadaka verip salihlerden olsam!" demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda infak edin.11-) Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi asla te'hir etmez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.(Munâfikun Süresinin Sonu)
12 Temmuz 2022 Salı
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(258. YAZI)Cuma Süresi 11 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Göklerdeki ve yerdeki her şey, melik, kuddus, aziz, hakim olan Allah'ı tespih eder.2-) O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitabı yani hikmeti öğreten bir Resûl gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan (vahiy ve Resûlden) önce apaçık bir sapkınlık içinde idiler.("...Halbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapkınlık içinde idiler" cümlesi çok önemlidir. Kur'an'sız hayatın sapkınlıktan başka bir şey olmadığını gösteriyor.)3-) Allah, o Resûl'ü onlardan henüz kendilerine katılmayan başkalarına da göndermiştir. O, aziz ve hakim olandır.4-) İşte bu, Allah'ın faziletidir. Onu dileyene verir. Allah, azim fazilet sahibidir.5-) Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu (vahiy'den bağımsız yani direkt olarak) hidayete erdirmez.ALLAH'IN ÂYETLERİNİ "TEKZİB" (YALANLAMA) NE DEMEKTİR? "Allah'ın kitabını ve âyetlerini yalanlamanın" "tekzib" bildiğimiz anlamda dille kabul etmeme, dille inkâr etme, dille reddetme, dille "ben âyetlere inanmıyorum" anlamında değildir.Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan, "tekzib" (âyetleri yalanlama ) inanç, ahlak, amel ve tavırla yani onlardan yüz çevirme, vahyi hedefinden saptırma, Allah'ın âyetlerini hakkıyla takdir etmeme, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak edinme" anlamında kullanılmıştır. Âyete bir daha bakalım."Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu (vahiy'den bağımsız yani direkt olarak) hidayete erdirmez"Âyette bulunan "Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenler..." "Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin..." ile "Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez" cümleleri önemlidir.Tevrat ile yükümlü olan din adamları, dil ile hiçbir zaman Tevrat'ı yalanlamaz ve ona dil ile karşı gelmezler. Fakat onların inanç ve ahlaklarında yani dini hayatlarında kaynak olarak Tevrat'ın yeri yoktur. Onlar din ve hüküm olarak rivayetlere dayandıkları için Tevrat'ı yalanlamış oldular.Ayrıca âyetin güncellenmesi açısından "Tevrat" ibaresinin yerine "Kur'an" kelimesini koymamız gerekmektedir. Yoksa Kur'an'ı okumanın bir anlamı kalmayacaktır. Dolayısıyla Ehli Sünnet ve Şia din adamları dil ile Allah'ın kitabını kabul ettiklerini söylemelerine rağmen, en basit meselelerde bile Allah'ın âyetlerine karşı muvahhidlerle mücadele ederler."Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenlerin (bu kötü ahlakları)gerek Allah indinde, gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler"(Mümin-35)Mesela: Dil ile iman ettiklerini söylemelerine rağmen imanın kalbe inmemesi, kalbin âyetleri tasdik etmemesi, yani Kur'an'ı hakkını vererek okumamaları, "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı)onu, hakkını gözeterek okurlar.Çünkü onlar ona iman ederler.Ama her kim ona kâfir olursa (görmezden gelirse) İşte hüsranda kalanlar bunlardır "(Bakara- 121)Mesela:Kur'an'ın her âyetine kayıtsız şartsız teslim olmamaları, bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr etmeleri, onu parçalamaları, manasını parçalayıp dağıtmaları, içinde var olan bağlam ve bütünlüğü görmemeleri, üzerinde tefekkür etmemeleri, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamamaları, Kur'an'ın anlam sistemine sahip olmamaları, kavramlarının üzerinde durmamaları,"...Yoksa siz kitabın bir kısmına iman edip bir kısmına kâfir mi oluyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak alçaklık, kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir..."(Bakara-85)"Kur'an'ı bütünsüz parçalar olarak görenlere gelince, Rabb'inin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı hesaba çekeceğiz "(Hicr- 91, 92, 93)Mesela:Âyetleri gizleme, "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu, kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah, hem de bütün lanet ediciler lanet ederler. Ancak Tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim.Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim.( Âyetlerimizi) inkar etmiş ve kafir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerine tüm insanların laneti onların üzerindedir. Onlar ebediyyen lanet içinde kalırlar.Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır""İlahınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. O, Rahman'dır Rahim'dir"(Bakara- 159, 160, 161, 162, 163) "Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlar hidayet karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar. O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak(ve hidayet olarak apaçık) indirmiş olmasıdır.( Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"(Bakara-174, 175, 176)Mesela:Kur'an'ın yanında din ve hüküm olarak başka kaynaklar edinip tevhid akidesini bozmaları,"Dinlerini fırka fırka edip şialara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(En'am-159)Mesela: Kur'an'ın gerçeklerini bâtıla bulaştırmaları, batıl ile gizlemeleri, saflığını ve temizliğini tahrip etmeleri, onu tanınmaz hale sokmaları, "Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, (bile bile) hakkı gizlemeyin"(Bakara- 42) Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet mezheplerinin muhaddis ve müctehidleri her türlü küfür, tekzib (yalanlama) ve gizleme günahlarını işlemişlerdir.Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki hurafe, yalan, uydurma, sapkınlık, iftira olan rivayetlerin hepsi Kur'an'ı inkâr ve onu dolaylı yoldan yalan saymak anlamına geliyor.Bir Suriyeli vatandaş ile sohbet ediyoruz, kabir azabının olmadığı ile ilgili Kur'an'da en az bin âyet vardır, dediğimde hayretler içerisinde kalarak dedi ki: "Ben, hayatımda şimdiye kadar hiç böyle bir şey duymadım"İşte İslam toplumunun Kur'an'la olan ilişkisi budur.6-) De ki: "Ey Yahudi akidesini benimseyenler! Bütün insanlar değil de, yalnız kendinizin Allah'ın dununda evliya olduğunuzu iddia ediyorsanız, (bunda da) samimi iseniz haydi ölümü temenni edin!"7-) Ama onlar, daha evvel yaptıklarından dolayı asla ölümü temenni etmezler. Allah, zalimleri hakkıyla bilir.8-) De ki: "Sizin kendisinden firar etmek istediğiniz ölüm var ya, o mutlaka size mulâki olacaktır. Sonra gaybı da, şehadeti de bilen Allah'a döndürüleceksiniz de, O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir."9-) Ey iman edenler! Cuma (toplantı) günü salât'a nida edildiği zaman, hemen Allah'ın zikrine (Kur'an'a) koşun yani alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.(Yukarıdaki âyet, salât'ın vahiy yani Kur'an'a gitmek, onu dinlemek, ondan destek almak, onun ilim ve ahlakına sahip olmak olduğunu" açık olarak ortaya koymaktadır. Yani esas olarak cuma (toplantı) günü salât olan namaz değil, "hutbe" olarak değiştirilen zikirdir. "Abdest!" âyeti olarak bilinen Mâide 6.âyetteki temizlik işte bu cuma (toplantı) salât'ı için meşru kılınmıştır.)10-) Salât kaza edildiğinde (bittiğinde) artık yeryüzüne dağılın yani Allah'ın faziletinden (nimetini-nasibinizi) arayın. Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.11-) Durum böyle iken onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona koştular ve seni ayakta bıraktılar. De ki: "Allah'ın indinde bulunan (nimetler), eğlence ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır."(Sahabeler de bizim gibi insanlardı, onların da zaafları vardı. İçlerinde fedakar ve mert insanlar var olduğu gibi, Nebi (a.s) önemli bir konuşma yaparken eğlence ve ticarete koşanlar da vardı. Yani ashâb gökteki yıldızlar gibi değillerdi.)(Cuma Süresinin Sonu)
11 Temmuz 2022 Pazartesi
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(257. YAZI)Saf Süresi 14 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih eder. O, Aziz ve Hakim olandır.2-) Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?3-) Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah'ın indinde büyük bir nefretle karşılanır.4-) Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.5-) Hani Mûsâ kavmine, "Ey kavmim! Allah'ın size gönderdiği bir Resûl olduğumu bilip durduğunuz hâlde, niçin bana eziyet ediyorsunuz?" demişti. Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini (doğru yoldan) saptırdı. Allah, fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.6-) Hani, Meryem oğlu İsa, "Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah'ın size, benden önce gelen Tevrat'ı tasdik edici ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir Resûl'ü müjdeleyici (olarak gönderdiği) Resulüyum" demişti. Fakat (İsa) onlara beyyinelerle gelince, "Bu, apaçık bir sihirdir" dediler.7-) İslâm'a davet edildiği hâlde, (hadislerle-ictihadlarla) Allah'a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır? Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.8-) Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.(Yani hanif İslam son vahiy'le birlikte, din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak tamamlanacak, siyasal hakimiyet ve iktidar gücü olarak değil.)9-) Müşrikler hoşlanmasa da, dinini (daha önce indirdiği) dinden daha zahir (açık) kılmak için Resûlunu hidayet yani hak din ile gönderendir.(İstisnasız bütün mealler yukarıdaki âyete hatalı anlam veriyorlar. Yani âyette vurgulanmak istenen son vahyin siyasi ve hukuki hakimiyeti değildir. Çünkü hiç bir zaman tevhid dini, siyasal ve yönetim açısından şirkin üzerine bir hakimiyet kuramamıştır. Zaten İslam dininin böyle bir amacı da yoktur. Âyette anlatılmak istenen, tevhid dininin yani hanif İslam'ın son vahiy'le birlikte detaylı ve açık olarak ortaya konmasıdır. Önemli olan budur. Yani artık son vahiy'le birlikte tevhid ve şirk açısından anlaşılmayan ve kapalı kalan bir nokta kalmamıştır. Yoksa Nebi ve Resûllerin hayatta olduğu zaman bile İslam tam bir hakimiyet kuramamıştır. İslam insanların gönüllerine, inançlarına, zihinlerine ve ahlaklarına, bireysel ve toplumsal yani sivil hayatın tümüne hakimiyet kurmak istiyor.İnsanlar, sabahtan akşama kadar, gece gündüz, yirmi dört saat, dört mevsim, on iki ay, üç yüz altmış beş gün, her an yüce Allah'ın gözetimi altındadırlar. Belli vakitlerde ve belli yerlerde değil. İnsanlar bu şuur ve inanca sahip oldukları zaman İslam'ın yani yüce Allah'ın gerçek hakimiyeti kurulmuş olacaktır. Yoksa Şiilik ve Sünniliğin hakimiyeti ile sadece tağutların karanlık hakimiyeti kurulmuş olacaktır.)10-) Ey iman edenler! Sizi elim bir azaptan kurtaracak bir ticarete delâlet (aracılık) edeyim mi?11-) Allah'a yani Resûlüne iman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.12-) (Bunu yapınız ki Allah,) günahlarınızı bağışlasın, sizi içinden nehirler akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koysun. İşte bu büyük başarıdır.13-) Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah'tan bir nusret yani yakın bir fetih (Mekke'nin fethi). (Ey Resul!) Mü'minleri müjdele!14-) Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun. Meryem oğlu İsa'nın havarilere dediği gibi, "Allah'a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?" demişti. Havariler de, "Biz Allah'ın yardımcılarıyız" demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir tâife inanmış, bir tâife de kâfir olmuştu. Nihayet biz iman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün gelerek sabahladılar.(Saf Süresinin Sonu)
10 Temmuz 2022 Pazar
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(256. YAZI)Mümtehine Süresi 13 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları evliya edinmeyin. Siz onları sevgiyle karşılıyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakka kâfir oldular. Rabbiniz olan Allah'a iman ettiniz diye Resûlü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer rızamı kazanmak üzere benim yolumda cihad etmek için çıktıysanız (böyle yapmayın). Onlara gizlice sevgi besliyorsunuz. Oysa ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, andolsun ki düz yoldan sapmış olur.2-) Şâyet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman olurlar, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatırlar yani kâfir olmanızı arzu ederler.3-) Rahimleriniz (yakınlarınız) ve çocuklarınız size asla fayda vermeyecektir. Çünkü kıyamet günü Allah aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.4-) İbrahim'de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, "Biz sizden ve Allah'ın dununda ibadet ettiklerinizden beriyiz. Size (dininize) kâfir olduk. Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve buğz başlamıştır" demişlerdi. Yalnız İbrahim'in, babasına, "Senin için mutlaka istiğfar dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez" sözü başka. Onlar şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Ancak sana tevekkül ettik, yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır."(Yukarıdaki dört âyet bazı sahabeler hakkında inmiştir. Bunlar "Mekke müşriklerini evliya ediniyor, müşriklere sevgi ile yaklaşıyor yani hakkı inkâr eden ve Allah'ın Resulünü yurdundan çıkaranlara karşı gizli ilişki içine giriyorlardı. İşte yüce Allah bu âyetlerde Nebi (a.s) ın arkadaşlarına yani ashâba İbrahim (a.s) ve insanlık tarihinde onun inancına sahip olan muvahhidleri örnek olarak gösteriyor. Ahzab 21.âyet ile Mümtehine 4. âyet arasında önemli bir bağlantı mevcuttur.Ahzab 21.âyette Allah Resulü müminlere en güzel örnek gösterilirken, bu âyette İbrahim (a.s) sahabelere örnek olarak gösterilmiştir.Ahzab 21. âyette Nebi ve Muhammed'in değil de, Resûlun örnek gösterilmesi tamamen vahiy ile ilgilidir. Yani beşer Resûl hayatta olduğu sürece risâlet misyonuyla tek örnek alınacak kişidir. Vefat ettikten sonra kitap Resûlden başka hiçbir şey onun misyonunu devam ettiremez. İşte bu yüzden Resûl kavramı kullanılmıştır.Mümtehine 4.âyette de İbrahim (a.s) örnek gösterilmesi tamamen Kur'an ile ilgili bir durumdur. Çünkü Kur'an'dan başka hiçbir kaynakta İbrahim (a.s) ve müminlerin müşriklere karşı mücadelesinin anlatıldığı bir kaynak yoktur.)5-) "Rabbimiz! Bizi, kâfirler için fitne konusu kılma. Bize mağfiret eyle. Rabbimiz! Şüphesiz sen aziz ve hakim olansın.6-) Andolsun, onlarda (İbrahim ve beraberindekilerde) sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse bilsin ki, O (Allah) Ğani ve Hamid olandır. 7-) Ola ki Allah sizinle, içlerinden düşman olduğunuz kimseler arasına bir meveddet (yakınlık) koyar. Yani Allah kadirdir, Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.8-) Allah, sizi, din uğrunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere karşı erdemli olmayı yani onlara âdil davranmaktan nehyetmez. Şüphesiz Allah, âdil davrananları sever.9-) Allah, sizi ancak, sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek verenleri veli edinmekten nehyeder. Kim onları veli edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.(Sekizinci âyet taklidi imana sahip olan gayri müslimlerin ümmi takımıyla ilgilidir. Bunlar, dinden imandan haberleri olmayan kendi hallerinde yaşayan kimselerdir. Bunlar güzel ahlak sahibi oldukları takdirde cennete gireceklerdir.Dokuzuncu âyette ise, tevhid akidesine fanatik bir şekilde düşman olan uydurma dinin ileri gelen taraftarlarıdır. Yani din adamları ve onlara kulluk yapan molla takımıdır. Bunlar Kur'an'ı değil, din adamlarının kaynaklarını tek hidayet kaynağı olarak kabul ederler. Bunların hepsi cehenneme gireceklerdir.)10-) Ey iman edenler! Mü'min kadınlar muhacir olarak size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz onların iman etmiş kadınlar olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Çünkü onlar (müslüman hanımlar) kâfirlere helâl değillerdir. Kâfirler de onlara (müslüman hanımlara) helâl olmazlar. Mehir olarak harcadıklarını onlara (kocalarına geri) verin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde, bu kadınlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Müşrik kadınların nikâhlarına tutunmayın. (Zira bu nikâhlar ortadan kalkmıştır.) Onlara harcadığınız mehri, (evlendikleri kâfir kocalarından) isteyin. Kâfirler de (İslâm'ı kabul eden ve sizinle evlenen eski hanımlarına) harcamış oldukları mehri (sizden) istesinler. Bu, Allah'ın hükmüdür. O, aranızda hüküm veriyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.11-) Eğer eşlerinizden biri kâfirlere kaçar ve siz de onlarla çarpışıp ganimet alırsanız, eşleri gidenlere sarf ettikleri (mehir) kadarını verin yani iman ettiğiniz Allah'a karşı takvalı olun.12-) Ey Nebi! Mü'min kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, mârufta isyan etmemek konusunda sana biat etmek üzere geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan istiğfar dile. Şüphesiz ki Allah, Ğafur'dur, Rahim'dir.(Nebi ve Resûlun arasında bulunan farklardan bir tanesi de, Resûle mutlak itaat varken, Nebi'ye mutlak itaat yoktur. Yukarıdaki âyette bulunan "mârufta isyan etmemek konusunda sana biat etmek üzere geldikleri zaman" cümlesi bunun gösteriyor. Yani Nebi'ye itaat kayıtlı olarak gelmişken, Resûle kayıtsız şartsız itaat etme emredilmiştir.(Nisa -80)Çünkü Nübüvvet özel ve sivil hayatı temsil ederken, Risâlet resmi hayatı temsil etmektedir. Yani vahyin insanlara tebliğ edilmesini temsil etmektedir. Nübüvvet tarihsel, bölgesel ve yerel hayatla ilgili iken, Risâlet genel, evrensel ve ebedî bir hayatı temsil etmektedir.)13-) Ey iman edenler! Kendilerine Allah'ın gazap ettiği hiç bir kavmi veli edinmeyin. Onlar, kabirlerdeki kâfirlerin (Allah'ın rahmetinden) ümit kestikleri gibi, ahiretten ümitlerini kesmişlerdir. (Mümtehine Süresinin Sonu)
9 Temmuz 2022 Cumartesi
DİKKAT! İNSAN KAYNAĞIMIZ İSRAF EDİLİYOR. Kur'an'a baktığımızda Allah'ın en çok değer verdiği ilkelerden birisinin insan hakları ve özgür düşünce olduğunu açık olarak görmekteyiz.Yüce Allah insanın İradesine ve söz söyleme hakkına çok büyük değer vermiştir. Zaten Allah'ın insan fıtratına yerleştirdiği değerlerin en önemlisi aklını kullanması, tefekkür etmesi ve özgürce sorgulama yapmasıdır. Rahmân ve Rahim olan Allah kendi tevhid dinine karşı bile insan iradesini özgür bırakmış, sadece elçileri vasıtasıyla doğru yolu insanlara göstermiştir. (Ey Nebi!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın? (Yunus- 99)Yani iradelerine ipotek koyarak zorla inanmalarını sağlardı.Bu dinin sahibi olan Allah böyle bir şey yapmadığı için, ey Nebi! senin böyle bir şey yapmaya hiç hakkın yoktur. "O halde (Ey Resul! Vahiy'le) öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorlayıcı zorba değilsin"(Ğâşiye- 21, 22) Allah elçilerinin devlet kurma, ülkenin kurumlarını zorla ele geçirme, güç devşirme, güçlü olma diye bir davalarının olmadığı ile alakalı yüzlerce âyet vardır.Allah elçilerinin tek bir görevleri vardır.O da indirilen vahiy'le tevhid akidesini sevdirmek, toplumda güzel ahlakı yaygınlaştırmak, sosyal hayatı bir dengeye oturtmak, vahiy sayesinde emniyet ve adaleti sağlamaktır. "Resul'e düşen vazife, ancak duyurmadır..."(Mâide-99) "...Resullerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi?"(Nahl- 35) Son zamanlarda çocuk istismarı üzerine yoğun bir şekilde fikirler ileri sürülmekte, bu cinsel istismarın topluma vermiş olduğu büyük zararların üzerinde herkes bir şeyler söylemektedir. Tâbi ki çocukların istismarı meselesi, bu istismarı yapanların cezalandırılmaları, adaletin âcilen yerini bulması çok önemlidir. Benim esas üzerinde duracağım konu çocuk istismarının başka bir boyutudur.Çocukların zihin, akıl, fikir ve duygularının yani irade ve inançlarının istismar edilmesidir. Aslında çocukların zihin, akıl, irade ve inançlarının istismar edilmesi vücutlarının istismar edilmesinden daha önemsiz bir tehlike değildir. Benim fetö'ye karşı nefret ve büyük bir öfke ile bakmama sebeb olan en önemli şey, çocuklarımızı istismar ederek bir mankurt haline getirmesidir. Ben fetö'ye en çok bundan dolayı lânet ediyor ve beddua çekiyorum. Dolayısıyla fetö'nün toplumda en büyük tahribatı ve yıkımı çocukların zihin ve inanç istismarı olmuştur.Binlerce gencin dinini, imanını, heyecanını ve geleceğinı çalmış ve onları karanlık bir zihniyete mahkum etmiştir. Çocuklarımızın akıl ve zihin dünyalarını, özgür iradelerini ellerinden alan cemaat ve tarikatlardan uzak tutmak zorundayız.Çocuklarımızı tarikatların ve cemaatlerin oksijensiz, nefes almaz, karanlık zindanlarına hapsetmeyelim. Çünkü akıl ve mantığın, bilim ve teknolojinin tarikat ve cemaatlerde bir cazibesi bulunmamaktadır. Tarikat ve cemaatler ilim ve irfan düşmanı, şeytanların en karanlık yuvalarıdır. Cemaat ve tarikatlar evrensel ahlak, insan hakları ve terbiye sisteminin düşmanıdırlar.Adalet ve merhamet, eşitlik ve liyakat bu Kur'an düşmanlarını çok rahatsız eder. Tarikat ve cemaatler, pimi emperyalistlerin elinde bulunan canlı bombalardır. Bu insanlık ve akıl düşmanları nesillerin beyinlerini cehaletin karanlığı ile geri dönülmez bir şekilde çürütüyor.Bu özgür düşünce düşmanları akla ve ilme ihtiyaç duymaz.Bunlarda hak ve hukuka riayet olmadığı için sadece yandaşlarını ve taraftarlarını koruma altına alırlar. Kendi yandaşlarını korumak için gayri meşru olan bir şey onların yanında meşru oluyor. Bence gençlerimizin akıl ve zihinsel istismarları ümmetin en önemli meselesidir.Çocukların tarikat ve cemaatlere kaptırılması küçümsenecek bir problem değildir.Özgür irade ve fikir hürriyetinin olmadığı toplumlarda icad, güzel sanatlar, ilim, gelişme, barış, huzur, emniyet, hoşgörü, sevgi ve refah olmaz. Dolayısıyla fikir hürriyetine sahip olmayanların istidat ve kabiliyetleri körelir, üstün bir hizmet ortaya koyamazlar. Cemaat ve tarikatlara bulaşan genç nesiller beynelmilel bir başarıya imza atamazlar. Halbuki Cemaat ve tarikatlara kaptırılan bu gençlerden kim bilir belki uluslararası çapta büyük beyinler ve önemli bilim adamları yetişecekti.Tarikat ve cemaatlerde doğru dürüst, fazilet ve güzel ahlak sahibi insanların yetişmesi mümkün değildir. Çünkü tarikat ve cemaatlerde özgürlük ve fikir hürriyeti bulunmaz. Tarikat ve cemaatlerde Allah ile aldatma, inanç, fikir ve cinsel istismardan başka hiçbir bir şey mevcut değildir. Tarikat ve cemaatler, Kur'an düşmanı gençliğin yetiştiği en önemli merkezlerdir. Tevhid düşmanı ve vahiy cahili olarak yetişen gençlerin güzel bir ahlak ortaya koymaları mümkün değildir. Ne olursa olsun çocukların Kur'an ve tevhid düşmanı tarikat ve cemaatlere teslim edilmeleri bütün kötü yollardan daha kötü bir yoldur.Çocukların tarikat ve cemaatlerin kontrolünde Kur'an ve ilim düşmanı olarak yetiştirilmeleri bütün kötü alışkanlıklardan daha kötü bir alışkanlıktır. Çünkü yüce Allah âhirette şirk dışında bütün kötülükleri bağışlayacağını bildiriyor. Şirk ve sapkın yolda olanlar gittikleri yolun çirkinliğinin farkında olmazlar. Bundan dolayı şirk dışında bütün günahlardan kurtulma şansı vardır. İnsanlar sadece fikir ve inançlarının yanlış olduğunu kabul etmezler. Tarikatlar ümmetin bağlam ve bütünlüğünün düşmanıdırlar. Cemaat ve tarikatlarda statüko ve tabular hakimdir. Tarikat ve cemaatler gerici ve yobaz bir anlayışa sahiptirler. Cemaat ve tarikatlara mensup olanlar yirmi birinci asırda yedinci ve sekizinci asrın karanlık hayatını yaşarlar. Cemaat ve tarikatlarda hakim olan uydurma ve batıl dindir. Dünyada uydurma dinden daha tehlikeli ve ölümcül bir silah icat edilmemiştir. Çünkü asırlar boyu belki kiyamet gününe kadar nesillerimizi olumsuz yönde etkilemeye devam edecektir. Dolayısıyla çocuklarımızın akıl, zihin ve inançlarının istismar edilmesi sizi rahatsız etmiyorsa diğer istismarlara söz söyleme hakkını kaybedersiniz. Çünkü bunlar birbirine bağlı olarak gerçekleşen şeylerdir.
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(255. YAZI)Haşr Süresi 24 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir. O, Azîz ve Hakim olandır. 2-) O, kitap ehlinden kâfirleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır. Siz onların çıkacaklarını zannetmemiştiniz. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın emri onlara hesap etmedikleri bir yerden geldi. O, yüreklerine korku düşürdü. Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem de mü'minlerin elleriyle tahrib ediyorlardı. Ey basiret sahipleri, ibret alın.3-) Eğer Allah, onlar hakkında sürülmeyi yazmamış olsaydı, muhakkak kendilerine dünyada azap edecekti. Ahirette ise, onlar için ateş azabı vardır.4-) Bu, onların Allah'a yani Resûlüne karşı gelmeleri sebebiyledir. Kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki, Allah'ın azabı şiddetlidir.(Kur'an'da "şikak" kavramı, yüce Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır. Şikak kavramı Nebi hakkında geçmez.)5-) Savaş gereği, hurma ağaçlarından her neyi kestiniz, yahut (kesmeyip) kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa hep Allah'ın izniyledir. Bu da fasıkları rezil etmesi içindir.6-) Onların mallarından Allah'ın, savaşılmaksızın Resûlune kazandırdığı mallar için siz, at ya da deve koşturmuş değilsiniz. Fakat Allah, Resûlünü, dilediği kimselerin üzerine salıp onlara üstün kılar. Yani Allah, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir.7-) Allah'ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden savaşılmaksızın Resûlüne kazandırdığı mallar; Allah'a yani Resûle, yakınlara, yetimlere, miskinlere ve yol evladlarına aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet (güç) hâline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir). Resûl size ne verdiyse onu alın ve neyi size neyi nehyettiyse ondan vazgeçin. Yani Allah'a karşı takvalı olun. Şüphesiz, Allah'ın azabı şiddetlidir.(Yukarıdaki âyette bulunan "Resûl" kavramı çok önemlidir. Resûl'ün görevi sadece vahyi tebliğ olduğu için yüce Allah "Resûl size neyi verdiyse onu alın ve size neyi nehyettiyse ondan vazgeçin" buyuruyor.Nebi ve Resûlun arasında bulunan farkları bilmek o kadar önemli ki, yüce Allah, "Muhammed veya Nebi size neyi verdiyse onu alın ve size neyi nehyettiyse ondan vazgeçin" buyurmamıştır. Çünkü Nübüvvet özel hayatı temsil ettiği için, Nebi Allah'a karşı hata edebilir. Dolayısıyla onun her verdiği alınmaz. Yani Şii ve Sünni din adamlarının önümüze koydukları hadisler için, bunlar Allah Resûl'ündendir demelerinin hiç bir anlamı yoktur. Çünkü insanlar sadece Resûlün dilinde hayat bulan Kur'an'dan sorumludurlar. İşte onun için âyette bulunan Resûl hayati bir öneme sahiptir.)8-) (Bu ganimet malları) özellikle, Allah'tan bir fazilet ve rızasını ararken, Allah'a yani Resûlûne yardım ederken yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılan fakir muhacirlerindir. İşte onlar sâdık olanlar bunlardır. 9-) Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine'ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.10-) Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi mağfiret eyle. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin kılma! Rabbimiz! Şüphesiz sen Rauf ve Rahimsin"ÖLÜLER ADINA HAYIR YAPILMAZ, DUA BİLE EDİLMEZ.Allah'ın kitabına baktığımızda ölüler adına hiçbir hayrın yapılmayacağını görürüz.Dolayısıyla ölüler adına hacca gidilemeyeceği gibi, ölüler adına kurban kesilmez, Kur'an okunmaz, sadaka verilmez, hatta dua bile yapılmaz.Bir kişi yapmış olduğu bütün hayırları kendisi için yapmış olur. Cünkü Kur'an'da yüce Allah şöyle buyuruyor."Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka birşey yoktur ve çalışması (emeği- çabası) da ileride görülecektir"Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir"(Necm- 39, 40, 41)"Her nefis kazandığına karşılık bir rehindir"(Müddessir- 38)Her kişi sadece kazandığına karşılık bir rehindir"(Tur- 21)"O gün, herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlara asla zulmedilmez"(Nahl- 111) Bu konuda onlarca âyet vardır.Ölülere dua edileceğine delil olarak gösterilen ayet şudur."Bunların arkasından gelenler şöyle derler. Rabbimiz!Bizi ve bizden önce gelmiş geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli çok merhametlisin" (Haşr- 10)Yanlış meal verilen bu âyetin doğrusu şöyle olacaktır."Bunların arkasından gelenler (muhacirlerden sonra iman eden Ensar) şöyle derler."Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla..." yani iman etmede bizi geçmiş, bizden önce kendilerine iman nasip olmuş kardeşlerimizi bağışlı" anlamına gelmektedir. Âyet, "bizden önce ölmüş gitmiş kardeşlerimizi" değildir.Zaten ayetin içindeki şu cümle buna açık bir delildir."kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma"Peki neden ölüler adına hayır yapılmaz, hatta dua bile edilmez. Aslında kabir hayatı ve ölüm diye bir şey olmadığı içindir.Onun için yüce Allah "Her nefis ölümü tadıcıdır"(Ankebut, 57) buyuruyor.Yani nefis "ölümü sadece tadıyor" sonra kıyamet gününe kadar uyku moduna geçiyor.Vefat eden bir kimse kabirde(aslında kabir diye bir şeyde yoktur) uyku halindedir.Adem (a.s) döneminde ölen ile kiyametin son anında ölenler kabirde aynı zaman dilimini yaşarlar.Kur'an'ın "kabir" kelimesini kullanması bizim anlayış kabiliyetimize uygun olduğundan dolayıdır. Bir insan kabirde yüz bin sene kalsa bir saat kalmış gibi olacaktır. Ashabı Kehf kıssası buna güzel bir örnektir. Bizim bir gecelik uykumuz kabir hayatından çok uzundur. Ölümün hemen ardından kıyamet kopacaktır."Nihayet sur'a üfürülecek.Bir de bakarsın ki onlar cesetlerden kalkıp koşarak Rablerine giderler.(İşte o zaman) Eyvah, eyvah!Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?Bu, Rahman'ın vadettiği gündür. Elçiler gerçekten doğru söylemişler! derler. Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada sadece yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"( Yasin- 51, 52, 53, 54 )"Sonra, muhakkak ki siz bunun ardından elbet öleceksiniz. Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet tekrar diriltileceksiniz" (Mü'minün, 15, 16)Yukarıdaki iki ayet "ölümün hemen ardından kıyametin kopacağını" haber vermektedir. Kur'an'ı Mübin "ölü olan" diye bir kelime kullanmaz. "Rabbimiz! Bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Bizi ateş azabından koru! derler" (Bakara- 201)Zaman bu dünya hayatında yaşayanlar için söz konusudur. Vefat edenler açısından zaman mefhumu diye bir şeyden söz edilemez. Dolayısıyla Kur'an'ın dilinde ve ilminde kabir hayatı ve ölülere dua diye bir şey yoktur. Birçok Allah Elçisinin oğlu Elçi olduğu halde ana babasına dua ederken "ölmüş anne babama" demez.Gerçekten çok ilginç,Neden Kur'an'ın hiçbir ayetinde ölüler adına hayır yapılacağına ve dua edileceğine dair bir tane ayet geçmez?Bu konu Şia ve Ehli Sünnet dininin Kur'andaki İslam ile hiçbir ilgilerinin olmadığını gösteriyor.İbrahim (a.s) ın hayatta olan ana- babasına dua ve istiğfarı onlara verdiği bir sözden dolayı idi. Onların Allah düşmanı olduklarını anlayınca bundan vazgeçti. (Tevbe-114)İbrahim (a.s) ana-babası hayatta iken bu duayı yapmıştır.) 11-) Kitap ehlinden o inkâr eden kardeşlerine, "Yemin ederiz ki, siz (Medine'den) çıkarılırsanız, muhakkak biz de sizinle beraber çıkarız. Sizin hakkınızda asla kimseye itaat etmeyiz Eğer size karşı savaşılırsa, size mutlaka yardım ederiz" diyerek münafıklık yapanlara bakmaz mısın? Hâlbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.12-) Andolsun, eğer (kardeşleri Medine'den) çıkarılırsa, onlarla beraber çıkmazlar. Kendilerine karşı savaşılırsa, onlara yardım etmezler. Yardım edecek olsalar bile andolsun mutlaka arkalarını dönüp kaçarlar, sonra kendilerine de yardım edilmez.13-) Onların göğüslerinde size karşı duydukları korku, Allah'a karşı duydukları korkudan daha şiddetlidir. Bu, onların anlamaz bir toplum olmaları sebebiyledir.14-) Onlar müstahkem kaleler içinde veya duvarlar arkasında olmadan sizinle toplu hâlde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları bir toplum olarak hesap ediyorsun. Hâlbuki kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların akıllarını kullanmaz bir kavim olmalarındandır.15-) (Onların durumu,) kendilerinden önce yakın olanların (Mekkeli müşriklerin) durumu gibidir. Onlar (Bedir'de) yaptıklarının cezasını tatmışlardır. Onlara (Ahirette de) elim bir azap vardır.16-) (Münafıkların durumu) ise tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, "kâfir ol" der; insan kâfir olunca, "Şüphesiz ben senden beriyim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" der.(Âyette bulunan"beriün" kelimesine, "baidun" manasını vermek doğru değildir. Çünkü "baîd" uzak anlamına gelmektedir. Aslında Kur'an'da var olan bir kavram Türkçede kullanılıyorsa o kavramı olduğu gibi meâle koymak gerekiyor. Mesela bu âyette bulunan "ene berîün minke" "ben senden beriyim" cümlesini, ben senden uzağım, ifadesi karşılayamaz. Yani Kur'an'da var olan orijinal yani Rabbâni kelimelere önem vermek doğru olan bir harekettir.)17-) Nihayet ikisinin de (azdıranın da azanın da) akıbeti, ebediyen ateşte kalmaları olmuştur. İşte zalimlerin cezası budur.18-) Ey iman edenler! Allah'a karşı takvalı olun yani herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna bir baksın. Allah'a karşı takvalı olun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.19-) Yani sakın Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da kendilerine nefislerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerdir.20-) Nar ashâbı ile cennet ashâbı müsavi değildir. Cennet ashâbı var ya, onlar başarıya ulaşmışlardır.21-) Eğer biz, bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara tefekkür etsinler diye veriyoruz.22-) O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah'tır. Gaybı da, şehâdeti de bilendir. O, Rahmân'dır, Rahîm'dir.23-) O, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tır. O, meliktir, kuddustur, (her türlü eksiklikten uzaktır), selâmdır, mü'mindir, (güvenlik verendir,) müheymindir (gözetip koruyandır,) azizdir, (mutlak güç sahibidir,) cebbârdır (düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran) mütekebbirdir (büyüklükte eşsiz olan) Allah'tır. Allah, onların ortak koştuklarından subhandır.24-) O, hâlıktır, (yaratandır,) beri'dir, (yoktan var edendir,) müsavvirdir, (şekil veren) Allah'tır. Güzel isimler O'nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O'nu tesbih eder. O, Aziz'dir, Hâkim'dir.(Haşr Süresinin Sonu)
8 Temmuz 2022 Cuma
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(254. YAZI)Mücadele Süresi 22 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Allah, eşi hakkında seninle mücadele eden yani Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, ikinizin tartıştığınızı işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.(Aslında İslam dini o kadar özgürlükçü bir anlayışa sahiptir ki, bir kadın Nebi (a.s) ile mücadele edecek derecede kendine bir özgüven sunmaktadır. Yani göklerin ve yerin Rabbi olan yüce Allah'ın bir kadının haklı şikayetini işitmesi, tek bir kişinin hakkını bu kadar değerli görmesi, onu Kur'an'da ebedileştirmesi, din, devlet ve hukuk adamları için büyük bir örnek olmalıydı. Fakat maalesef Nebi (a.s) ın vefatından sonra bu adalet ve özgürlükçü anlayış yok edilmiştir. Özellikle Emevilerle başlayan süreçte kadın, rivayetlerle ilim ve fikir hayatından tecrit edilmiş ve her zaman tehlikeli bir unsur olarak kabul edilmiştir.)2-) İçinizden kadınlarına zıhar yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anaları değildir. Onların anaları ancak, kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar (zıhar yaparlarken) hoş karşılanmayan yani yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.3-) Kadınlarından zıhar yaparak ayrılıp sonra da söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle birbirlerine dokunmadan önce, bir boynu hürriyete kavuşturmaları gerekiyor. İşte bu hüküm ile (Allah tarafından) size vâzediliyor. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.4-) Kim (bir boynu hürriyete kavuşturma imkânı) bulamazsa, eşine dokunmadan önce ard arda iki şehr (dolunay) siyam yapmalıdır. Kimin de buna gücü yetmezse altmış miskini doyurmalıdır. Bunlar, Allah'a yani Resûlüne hakkıyla iman edesiniz, diyedir. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kâfirler için elim bir azap vardır.5 -) Şüphesiz ki, Allah'a ve Resûlü'ne karşı (onların koydukları sınırları tanımayıp kendileri sınır koymaya kalkışmakla) başkaldıranlar, kendilerinden öncekilerin mahvodukları gibi mahvolmuşlardır. Oysa biz apaçık âyetler indirdik. Kafirler için küçültücü bir azap vardır.6-) Allah'ın onları hep birden diriltip yaptıklarını kendilerine haber vereceği günü hatırla. Unuttukları her şeyi Allah sayıp zaptetmiştir. Yani Allah, her şeye şahittir.7-) Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu bir yerde dördüncüleri O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncıları O'dur. Bundan daha az, yahut daha çok olsunlar ve nerede olurlarsa olsunlar, mutlaka O onlarla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını kıyamet günü haber verecektir. Allah, her şeyi hakkıyla bilir.(Âyette bulunan "...Sonra onlara yaptıklarını kıyamet günü haber verecektir..." Cümlesi, kıyamet öncesinde hesap ve azabın olmadığını gösteriyor.)8-) Gizlice konuşmaktan nehyedilip de, sonra nehyedildikleri şeyi işleyen yani günah, adavet ve Resûle isyanı konuşanları görmedin mi? Yani sana geldiklerinde Allah'ın senin için iyi dilekte bulunduğu gibi (güzel) dilekte bulunuyorlar. İçlerinden de, "Söylediklerimizden dolayı Allah bize azap etse ya!" diyorlar. Cehennem onlara yeter! Oraya destek olacaklardır. Ne kötü varış yeridir orası!(Tahiyye, selam anlamına değil, iyi dilekte bulunma anlamına gelmektedir. Yaslavnehe kelimesi, "oraya atılacaklar, onlar da onun yanışına destek olacaklardır" anlamına gelmektedir.)9-) Ey iman edenler! Siz baş başa gizlice konuştuğunuz zaman, günah, adavet ve Resûle isyanı konuşmayın. Yani erdemli olmayı ve takvayı konuşun ve yalnız O'na toplanacağınız Allah'a karşı takvalı (duyarlı ve sorumluluk bilincine sahip) olun.10-) O kötü fısıltılar iman edenleri hüzünlendirmek için ancak şeytandan kaynaklanmaktadır. Oysa şeytan, Allah'ın izni (yasası) gereği mü'minlere hiçbir zarar verebilecek durumda değildir. Öyle ise mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler.11-) Ey iman edenler! Size, "Meclislerde yer açın" denildiği zaman açın ki, Allah da size genişlik versin. Size, "Kalkın", denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden iman edenlerin yani kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.12-) Ey iman edenler! Resûl ile baş başa konuşacağınız zaman, baş başa konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şâyet (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, bilin ki Allah Ğafur'dur Rahim'dir.(Resûl ile diyaloğa geçmeden önce sadakanın verilmesi, samimiyetin derecesini ortaya koymakta, Kur'an'dan azami derecede yararlanmanın yolunu açmakta, işin ciddiyetini ölçmekte ve sadaka vermenin ne kadar önemli olduğunun dersini vermektedir.)13-) Baş başa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da, sizi affettiğine göre artık salât'ı ikâme edin, zekât'a gelin, (arının) Allah'a yani Resûlüne itaat edin. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.(Resûl'e itaat, Allah'a itaat demektir. Bunun haricinde hiç kimse Allah'a itaat etmiş sayılmaz. Yani Kur'an'dan bağımsız olarak hiç kimse Allah'a itaat edemez. Resûl yüce Allah'ın emirlerini tebliğ ettiği için ona itaat etmek Allah'a itaat etmek sayılmıştır.(Nisa -80)Nebi'ye ve Muhammed'e itaat yoktur.Dolayısıyla Kur'an'ı bilmeyenler itaatin ne demek olduğunu bilemezler )14-) Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu veli edinenleri görmez misin? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler.15-) Allah, onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür!16-) Onlar yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah'ın dininden engellediler. Bunun için onlara alçaltıcı bir azap vardır.17-) Onların malları da, evlatları da Allah'a karşı kendilerine bir yarar sağlamayacaktır. Onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalacaklardır.18-) Allah'ın onları hep birden dirilteceği, onların da (kendilerini kurtaracak) bir iş (din) üzerinde olduklarını sanarak size yemin ettikleri gibi Allah'a da yemin edecekleri günü düşün! İyi bilin ki, onlar yalancıların ta kendileridir.19-) Şeytan onları hâkimiyeti altına alıp kendilerine Allah'ın zikrini (Kur'an'ı) unutturmuştur. İşte onlar şeytanın hizbidirler. İyi bilin ki, şeytanın hizbi olanlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.20-) Allah'a yani Resûlûne düşman olanlar var ya, zillet içerisinde olanların arasındadırlar.21-) Allah, "Şüphesiz ben ve Resûllerim galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphe yok ki, Allah kuvvetlidir, azizdir.22-) Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavmin, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi aşiretleri bile olsa, Allah'a yani Resûlüne düşman olan kimselere meveddet beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden nehirler akan yani içlerinde ebedî kalacakları cennetlere koyacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın hizbidirler. İyi bilin ki, Allah'ın hizbi olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
7 Temmuz 2022 Perşembe
NURCULUK Bu yazımızda amacımız Said Nursi ve Risâlelerinin iç yüzünü en açık bir şekilde ortaya koymak olacaktır. Said Nursi ve Risâle-i Nur Külliyatı talebelerince kutsal olarak kabul edilmiş, Kur'an cahili ümmi halka da bu şekilde anlatılmıştır.Kur'an cahili Nurcular için Said Nursi'nin kutsallaştırılması pek de zor olmamıştır. Çünkü insanların çoğu okumayı ve araştırmayı sevmez. İşte bu nedenle Said Nursi ne diyor? Bu dedikleri Allah'ın kitabına uygun mu ? Ya da sünnetullahla uyumlu mu? diye bir araştırma yapmadan Said Nursi "Bediuzzaman" "zamanın eşsiz âlimi" ilan edilmiştir.Ümmi insanlar tarafından âlim olarak bilinen bir kişinin reklamı yapıldığında, artık o kişiye taraftarlarınca bir tür dokunulmazlık zırhı giydirilir ve o kişiyi eleştirenler cehaletle, sapıklıkla ve iftiracılıkla suçlanır. Kur'an buna "ahbarlarını ve ruhbanlarını Allah'ın yanında, berisinde rabler edindiler" der. (Tevbe-31)Yani din atalarının kendilerine yalan söylediğine ve kendilerini aldattıklarını hiçbir zaman kabul etmezler. Hatta Said Nursi ve benzerlerine söz söyletmeyenler arasında kendini tevhid'e nispet eden kişiler de mevcuttur. Aslında bu açık bir cehalet ve büyük bir hastalıktır.Sadece çok reklamı yapıldığından dolayı Said Nursi ve benzerleri insanların bilinçaltlarında dokunulmaz bir mâsum olarak yer etmiştir. Halbuki İslam dışı inanç ve fikirler kimden gelirse gelsin onlara karşı İbrahim (a.s) gibi şiddetle karşı konulmalıdır. Bunlara bile bile karşı koymayanlar hanif dinin darbe almasına sebep olurlar. Sonuçta İslam dininin kutsalları bellidir. Bir adam düşünün ki, son Nebi'den ve Nübüvvet'e bağlı son Resul'den yani İslam dininin tamamlanmasından sonra (Mâide-3; En'am-115 ) ortaya çıksın ve aşağıdaki âyete rağmen bana Allah tarafından bir kitap yazdırıldı deyip hem kendini hem de kitabını kutsallaştırmaya kalksın."Elleriyle bir kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü onlara veyl olsun! Ve kazandıklarından ötürü onlara yuh olsun! (Bakara- 79)Şimdi böyle bir adam hakkında düşünceniz ne olurdu ? İşte Said Nursi eliyle yazdığı kitab-ı Allah'a nisbet edip bunu kendi iradesiyle değil de, Allah tarafından kendisine yazdırıldığını, Risâlelerinden ve kendisinden Kur'an'da övgüyle söz edildiğini, Allah Resulü'nün amcasının oğlu Ali başta olmak üzere asırlar önce yaşayıp geçmiş olan Abdulkadir Geylani gibi şahsiyetlerin Risâle-i Nur'u övdüğünü ve ondan haber verdiğinin iddiasındadır. Bu Kur'an'a aykırı ve akıldışı iddialar Said Nursi'nin Risâlelerinin bir çok yerinde mevcuttur.Allah'ın izniyle bu yazımızda bunları işleyeceğiz.Aslında her şey gelip Kur'an'ın bilinmesine dayanıyor.Kur'an bilinirse şirk ve iftira, yalan ve uydurmalar bilinir. Fakat Kur'an'ın ilim ve hikmetinden uzak kalınırsa Kur'an'ın ifadesiyle kişi kitap yüklü eşek olur. (Cuma-5) İşte Nurcular Kur'an cahili oldukları için ilme ve bilimsel verilere yani sünnetullaha aykırı olan ayrıca itikadi bakımdan insanın inancını zedeleyen ve onu cehenneme atan bir kitab'ı sorgulamadan kayıtsız şartsız kabul ederler. Evet her şeyi Kur'an'ın bilmesine dayanıyor. Kur'an bilinirse her şey kolaylaşır, Kur'an bilinmezse her türlü akılsızlık ve ahmaklığın yolu açılmış olur. Said Nursi ve şakirtlerinin iman ve fikirleri şöyle şekillenmiştir.Nurcular Said Nursi ile ilgili diyorlar ki:"...yirmi senede öğrenilmesi gereken ilim ve fenlerin özünü üç ayda kavrayarak öğrenimini tamamlamıştır. "Hangi ilimden olursa olsun, sorulan her soruya, tereddütsüz ve derhal cevap vermiştir"(Bediuzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Sözler Yayınevi, İst. 1991, s. 34) (Takdim yazısında bu kitabın 1958' de hazırlandığı, Bediuzzaman Said Nursi'nin onu kontrol ettiği ifade edilmektedir. Buna gerekçe olarak deniliyor ki, "rüyasında Allah Resulün'den ilim istemiş, o da ümmetine soru sormamak şartıyla Kur'an ilminin öğretileceğini müjdelemiş, bu sebeple daha çocukken asrın en büyük âlimi olarak tanınmış ve kimseye soru sormamış, ama sorulan bütün sorulara mutlaka cevap vermiştir"(Bediuzzaman Said Nursi, Haşiye, Tarihçe-i Hayat, s. 33)Aslında "bir kimsenin Allah'ın elçisi tarafından bilgi sahibi kılınması inancı" Şiilere ait bir inançtır. Şii uleması bunu Ali'nin soyundan gelen imamlar için söylerler. Onlara göre "...imamlardan herbiri hiçbir öğretmene gitmemiş, bir eğitimden geçmemiş ve bir şey öğrenmemiştir" "Hiçbiri bir hocadan ders almamış, hiçbiri bir mektebe, bir medreseye gitmemiştir""Böyle olduğu halde kendilerine bir şey sorulunca derhal en doğru cevabı verirler""Dillerine bilmiyorum sözü gelmediği gibi, cevap vermek için düşünmeleri yahut cevabı bir müddet geciktirmeleri de vaki değildir..."(Muhammed Rıza'l-Muzaffer, Akâid'ül-İmamiyye, Şia inançları (Türkçeye çeviren Abdulbaki Gölpınarlı) İstanbul 1978, s. 52-53)Şiilere göre, "imamın ilahi hükümlere, ilahi maarife, bütün bilgilere sahip olması, Resul yahut kendisinden önceki imamın vasıtasıyladır"Halbuki Allah Resulü'nün böyle bir yetki ve görevi yoktur.Resulün görevi sadece indirilen vahyi insanlara duyurmak yani tebliğ etmektir.Said Nursi diyor ki: "Kur'an'ın gizli gerçekleri Risâle-i Nur ile birlikte bize iniyor!"Bu sözün açık anlamı; Allah Resulü'ne Kur'an'ın vahiy suretiyle inmesi gibi, her asırda o Kur'an'ın arştaki yerinden ve manevi mü'cizesi'nden feyz ve ilham yoluyla onun gizli gerçekleri ve gerçeklerinin kesin delilleri iniyor"Yani "Risâle-i Nur Külliyatı, Kur'an'ın indiği yerden vahiy suretiyle inmesi gibi inerek onun gizli kalmış gerçeklerini ve o gerçeklerin kesin delillerini getiriyor" Said Nursi bu sözü ile kendini Nebi seviyesine çıkarıyor. Nebi olduğunu söylemese de yukarıdaki sözlerin o manaya geldiği açıktır. Ayrıca Kur'an'da açıklanmamış gerçeklerin kendine indirildiği iddiası, kendi kitabının Allah'ın kitabından daha önemli olduğu iddiasından başka bir anlam taşımaz. Farkında olmasalar da nurcular Said Nursi'yi son Nebi, Risâle-i Nur'u da Allah'ın son kitabı saymış oluyorlar. Said Nursi diyor ki: "Risâle-i Nur denilen otuz üç adet Söz, otuz üç adet Mektup, otuz bir adet Lem'alar, bu zamanda, Kur'an'daki âyetlerin âyetlerdir" "Yani onun gerçeklerinin göstergeleridir""Onun hak ve hakikat olduğunun kesin delilleridir" "Kur'an âyetlerinde yer alan inançla ilgili gerçeklerin gayet kuvvetli belgeleridir" Yani Said Nursi'ye göre "Kur'an delil olmaktan çıkmış, delile muhtaç hale gelmiş ve Risâle-i Nur'un âyetleri, Kur'an âyetlerinin delili" olmuştur. Böyle bir kitabın hatasız olması gerekir.Said Nursi bu iddiayı da yapmaktan kaçınmıyor. Diyor ki: "Sözler" şüphesiz Kur'an'ın nurlu parıltılarıdır. Açıklanmaya muhtaç yerleri eksik olmamakla birlikte tümüyle kusursuz ve eksiksizdir" Nurcuların Kur'an okumayıp gece gündüz sadece Risâle-i Nur Külliyâtını okumalarının gerçek sebebi işte bu batıl ve şirk dolu imandan kaynaklanmaktadır.Said Nursi, insanları kendi kitaplarına çekmek için hiçbir şeyi eksik bırakmamış.Aynen şöyle diyor. "Risâle-i Nur, bu asırda, bu tarihte bir "urvetül- vuska"dır."Yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve "hablullah" yani Allah'ın ipidir. Ona elini atan, yapışan kurtulur"Halbuki "Urvetül-vüska" (sağlam bağ) (Bakara- 256) ve "hablullah" (Allah'ın himayesi- Allah'ın koruması ) (Âli İmran-103) Kur'an'a ait özelliklerdir. Said Nursi, "Risale Nur Külliyatının, Kur'an'ın alındığı yerden alındığını iddia ediyor.Diyor ki:"Risâle-i Nurlar, ne doğunun kültüründen ve ilimlerinden, ne de batının felsefe ve bilimlerinden alınmış ve iktibas edilmiş bir nurdur""O, gökten inmiş Kur'an'ın, doğunun ve batının da üstünde olan Arştaki yerinden iktibas edilmiştir" Risâlelerinden, "Âyetü'l Kübra"yı örnek verip oradaki iddialara bir göz atalım. 1-) Said Nursi'ye yazdırıldığı iddiası: "Bu Risâlenin mukaddimesinin bu derece uzun olması istemeden olmuştur. Demek ihtiyaç var ki, öyle yazdırıldı"2-) Adını İmam Ali'nin verdiği iddiası:"Bu Risâlenin öyle bir ehemmiyeti var ki; İmam Ali (radıyallahu an) gaipten gösterdiği kerametlerde (kerameti gaybiyesinde) bu risâleye "Âyet-i Kübra" ve "Asâ-yı Musa" adlarını vermiştir" 3-) İmam Ali'nin şefaat dilediği iddası:"İmam Ali (r.a), Nur'un eczalarından haber verdiği sırada "Âyet-ül Kübra" hakkı için beni ani ölümden koru" deyip o Âyet-ül Kübra'yı şefaatçi yaparak..." 4-) Risâle'nin lâ ilahe illallah sözünün olağanüstü delili olduğu iddiası:"Lâ ilâhe illallâh'ın hücceti ise metbu' Âyet-ül Kübra Risalesidir. O emsalsiz hüccetin hârikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (radıyallahu anh), onu şefaatçi yapmıştır" 5-) Risâle'nin kurtarıcılık yaptığı iddiası:"...o risâlenin hem Ankara hem Denizli mahkemelerinde galebesi ile ve perde altında tesirli intişarı ile talebelerine beraat kazandırmağa sebep olduğu gibi..." 6-) Bir mağazayı yangından koruduğu iddiası:"... hükümet dairelerinden birisi..." gecenin en soğuk bir vaktinde üç saat cehennem gibi yandığı halde; tam bitişiğinde, Risâle'i Nur'un bir talebesi yanıma geldi, dedi: "Biz yanıyoruz, mahvolduk" Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Ayet-ül Kübra'nın bir kısım basılı nüshalarını yanıma getirmesini söylemiştim, fakat getirmemişti. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de Risle-i Nur'u Ayet-ül Kübra'yı şefaatçi yapıp: "Ya Rabbi kurtar" dedim."Üç saat o dehşetli yangın, bütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkanları bütün yaktı, yıktırdı" "Risâle-i Nur'un ve Âyet-ül Kübra'nın korumasında olan mağazaya kat'iyyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkanı da sağlam kaldı"Nurcular, Said Nursi'ye olağanüstü değer verdikleri için söylediği hiçbir şeye karşı gelmiyorlar.Nurcuların kim oldukları ile ilgili Arif Kılıç hocamın enfes değerlendirmesini dikkatinize sunuyorum. NURCULAR KİMDİR? 20. Asırda ortaya çıkan, Kur'an-ı Kerim'i okumayıp,kendi liderlerine vahyedileni okumayı ibadet sayan ve Avesta'da geçen Zerdüşti bilgileriislam ismini kullanarak topluma şırınga etmeye çalışan, ezik ve sinsi cemaat! Liderlerine "Bediüzzaman" dualarına "Cevşen" kurtarıcılarına "Mehdi" otlattıkları davarlara "Nurcu" adını veren, batını ve ilkel bir akım!Bu akımın, İslam'la tek bağı mürit edindiği insanların müslüman çocuğu olmasıdır.. Bunlar, devşirdikleri çocukları ailelerinden ve köklerinden koparmayı ilke edinmişlerdir.1-) Said Nursi, Risâle-i Nur'un Kur'an'ın tefsiri yani açıklaması olduğunu iddia ediyor.Halbuki insanlar Kur'an'ı tefsir edemezler. Çünkü Kur'an'ın tefsiri yoktur. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü ve hikmeti yani sistemi olur. Âyetlerin açıklanması ile ilgili Kur'an'da beş kavram bulunmaktadır. "Tefsir, te'vil, tasrif, tafsil ve tebyin" kavramları. Bu kavramların içinde bulunan "tebyin" kavramı hariç diğer kavramların hepsinin bağlamı Allah'tır. Çünkü diğer kavramlar yani "tafsil, tasrif, tefsir ve te'vil" âyetleri Kur'an'ı detaylandırma anlamına geliyor. Dolayısıyla sadece Allah Kur'an'ı tefsir edip detaylandırdığı için bu kavramlar Resül bağlamında bile kullanılmamıştır. "Tebyin" kavramı "okuma, duyurma, gizleme yapmadan açığa çıkarma, ilan ve tebliğ etme" anlamına geldiği için hem Allah (Nahl-89 ; Nisa-176) hemde Resul(Nahl-44) bağlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla Said Nursi'nin şakirtlerine yazdırdığı Risaleler Kur'an'ın tefsiri olamazlar. Çünkü Kur'an'ın tefsirini bizzat Allah yapmıştır (Furkan-33)Said Nursi heva ve hevesine göre sadece 250 küsür âyetin yorumunu yapmıştır. 2-) Said Nursi, sık sık kendini ve eserini övmüş ve "bunlar kalbime ihtar edildi, gıyaben bize yazdırıldı" demiştir.3-) Said Nursi, Kur'an'a, sünnetullâha ve islam aklına aykırı olan "ebced" hesapları ile "otuz üç Kur'an âyetinin" kendisinden ve eserinden haber verdiğini iddia etmiştir.Hatta, bu uydurma "ebced!" hesabına uyması için, kendi ismini Said-i Nursî , Said-ün-Nursî, Molla Said, Said- Kürdi gibi, Külliyâtını da Risâle-i Nur, Resâil-in-Nur, Risâlet-ün-Nur, Risâle-in-Nur,Risâlet-ün-Nuriyye gibi farklı şekillerde kullanmıştır.Ebced hesabına uyması için, âyette geçen şedde ve tenvinleri; "küçük sırlı bir fark" gerekçesiyle bazen saymış, bazen de saymamıştır.Üstelik ebced hesabına uyması için yılları; bazen hicrî, bazen rumî , bazen de miladî takvime göre belirlemiştir.Yani anlayacağınız uydurma bir hesapta bile dürüst hareket etmemiştir. Halbuki Kur'an'ın ilim ve ahlakına sahip olanlar böyle adi ve basit şeylere tenezzül etmezler. 4-)Dinde kaynak olması mümkün olmayan uydurma Ebced hesabıyla âyetlerin mealini değiştirerek hoşuna giden anlamı âyetlere onaylatmaya uğraşmıştır. Mesela: Âyette geçen ve (yeryüzünün temiz bir parçası ) anlamına gelen saîd (صعيد ) kelimesindeki (sad) harfini ebced hesabına uymadığı için kendi ismi olan (mutlu- sevinçli-mesud ) anlamına gelen Saîd (سعيد ) kelimesindeki (sin) harfi ile değiştirerek kendine işaret edildiğini iddia etmiştir.İbrahim süresi "Elif. Lam. Ra.( Bu Kur'an) Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa yani Aziz ve Hamid olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır" Birinci âyetinde geçen "sirâtil Azizi'l-Hamid" cümlesi ile ilgili olarak, Osmanlı padişahları olan Abdulaziz ve Abdulhamid'in sırat-ı mustakim üzerinde olduklarını iddia etmiştir. 5-) Allah Resulü'nün yanında otururken Ali'nin kucağına Cebrail'in "sekine" adında bir sayfayı düşürdüğünü, bu esnada Ali'nin Cebrail'i gökkuşağı (alâimu's-sema) şeklinde gördüğünü ve bu düşürülen "sekine" sayfasında gelmiş geçmiş önemli sır ve ilimlerin olduğunu iddia etmiştir.(Lemalar-18. Lem'a) Halbuki vahyin son muhatabı olan Muhammed (a.s) a metin olarak yazılı bir şey asla indirilmemiştir.Allah Resulü'nün huzurunda Cebraili'n yazılı bir sayfayı Alinin kucağına bıraktığını iddia etmek bozuk bir aklın ürünüdür. Said Nursi, bu "sekine" meselesinde "Gulat-ı Şia" ya mensub olan Gurabiyye fırkasının tuzağına düşmüştür. Onlar "Karganın kargaya, sineğin sineğe benzediği gibi, Muhammed ve Ali birbirine benzediğinden dolayı, Cebrail, vahyi Ali'ye getireceğine, yanlışlıkla Muhammed'e getirdi" diyorlardı. 6-) Said Nursi yazdırdıği eserlerde hiçbir yanlışlık olmadığını iddia ederek diyor ki : "Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun. Onun için bir harfine dokunmayı azim (büyük) bir günah işliyor telakki ediyorum..."(Barla Lahikası-62)Halbuki Allah'ın elçileri bile Nübüvvet makam ve mertebesinde Allah'a karşı hata yapmış ve yanlış sözler söylemişlerdir. (Tevbe-113; Tahrim-1; Hud-45,46)Said Nursi o kadar büyük bir egoya sahip idi ki: Tek amacı, insanların kendi eserine kayıtsız şartsız boyun eğmeleri ve sadece onun eserine itaat etmeleri ve sorgulama yapmadan ona teslim olmaları idi. Kur'an'a göre din ve hüküm olarak Allah'tan yani O'nun kitabından başka bir kaynağa teslim olmak şirktir.İşte bu yüzden Said Nursi'nin inanç ve öğretisine göre ihlas, "dini Allah'a özel kılmak" değil, tefekkür ve sorgulama yapmadan Said Nursi'nin eserlerine kayıtsız şartsız iman etmektir. Said Nursi'ye itiraz edenler "ihlası" kaybederler. "Diyor ki: Ey göklerin ve yerlerin yaratıcısı..." Kur'an'a ve imana hizmet için, insanların kalplerini Risâle-i Nur'a itaat ettir, boyun eğdir! Hz.Musa (a.s) a denizi ve Hz. İbrahim (a.s) a ateşi ve Hz. Davut (a.s) a dağı-- demiri ve Hz. Süleyman (a.s) a cinni ve insi ve Hz. Muhammed (a.s) a Güneş'i ve Ay'ı boyun eğdirdiğin gibi, Risâle-i Nur'a kalpleri ve akılları boyun eğdir!.."(Asa-yı Musa- 211)Halbuki Kur'an'a baktığımızda Allah ve Resulün'den başka hiç kimseye mutlak anlamda itaat emredilmemiştir. Yani itaat kavramı kayıtsız şartsız olarak Nebi (a.s) hakkında bile kullanılmamıştır.Dinde itaat sadece Allah'a ve vahyi ilan eden yani tebliğ eden Resüle özel kılınmıştır. Yine Said Nursi diyor ki : "Madem hakikat budur; ya diyeceksiniz ki: Pek harika ve mağlup olmaz bir deha bu işi çeviriyor veya diyeceksiniz: "Gayet inayetkerane bir hıfz-ı ilâhidir (Risâleler Allah'ın yardımı ve koruması altındadır) Elbette böyle bir deha ile mübareze (karşı gelme - itiraz- mücadele -tartışma-atışma) etmek hatadır, millete ve vatana büyük zarardır""Ve böyle bir hıfz-ı ilâhi ve inayet-i rabbaniyye (Allah'ın koruması altında ve Allahın yardımına mazhar olmuş) bir esere karşı gelmek, Firavunâne (Firavun'un ahlakına benzer) bir temerrüttür (kafa tutma-inatla direnme-karşı gelmedir)"(Emirdağ Lahikası-1 11)7-) Said Nursi ve şakirtlerine göre Risâle-i Nur, Allah Resûlünün vâdettiği, Ali'nin müjdelediği, Abdulkadir Geylani'nin yardımı, İmam-ı Gazali'nin tavsiyesi ve İmam-ı Rabbani'nin gaybdan haber vermesidir"(Emirdağ Lahikası- 1,98) Sonuç olarak: Şia versiyonu Bahailiğin lideri olan Mirza Hüseyin Ali Bahaullah da (ö. Hicri- 1309; Miladi-1892) böyle harf numaralarıyla "cifr" ve "ebcet" hesapları ile başlamış, sonra da Kur'an cahili ve akılsız müritlerine kendisini Allah'ın yeryüzündeki nuru diye inandırmıştı.Saîd Nursi, kendisine "Bediüzzaman" dedirterek yirminci asırda Anadolu'yu hurafe ve yalanlara boğmuş bir bahaidir. Nerde sapkın bir inanç ve fikir görürseniz Saîd Nursi mutlaka ondan bir şey çalmıştır.
5 Temmuz 2022 Salı
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(253. YAZI)Hadid Süresi 29 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir. O, Aziz ve Hakim olandır.2-) Göklerin ve yerin mülkü yalnızca O'nundur. Diriltir, öldürür. O, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 3-) O, ilk ve âhir. Zâhir ve bâtın olandır yani O, her şeyi bilendir.4-) O, gökleri ve yeri altı günde (altı evrede) yaratan, sonra (kudret ve ilmiyle) Arş'a istivâ edendir. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, oraya yükseleni bilir. Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir. Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir.5-) Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Bütün işler ancak O'na döndürülür.6-) Geceyi gündüze sokar, gündüzü de geceye sokar.O, göğüslerin özünde olanı bilendir.7-) Allah'a yani Resûlüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan, (Allah yolunda) infak edin. İçinizden iman edip de (Allah yolunda) infak edenler var ya; onlar için büyük bir mükâfat vardır.8-) Resûl, sizi, Rabbinize iman etmeniz için davet edip dururken size ne oluyor da Allah'a iman etmiyorsunuz? Hâlbuki sizden sağlam bir söz de almıştı. Eğer inanacak kimselerseniz (bu çağrıya uyun).9-) O, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kulunun üzerine apaçık âyetler indirendir. Şüphesiz Allah, size karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.10-) Size ne oluyor da, Allah yolunda infak etmiyorsunuz ? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. İçinizden, fetihten önce harcayanlar ve savaşanlar, (diğerleri ile) musavi değildir. Onların derecesi, sonradan infak edenler ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine de en güzel olanı va'detmiştir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.11-) Kim Allah'a güzel bir borç verecek ki, Allah da onu kendisine kat kat ödesin. Ona çok kerim bir mükâfat da vardır.12-) Mü'min erkeklerle mü'min kadınların nurlarının, önlerinde ve sağlarında koştuğunu göreceğin gün kendilerine şöyle denir: "Bugün size müjdelenen şey içlerinden nehirler akan, devamlı olarak kalacağınız cennetlerdir." İşte bu azim başarı budur.13-) Münafık erkeklerle münafık kadınların, iman edenlere, "Bize bakın ki sizin ışığınızdan biz de aydınlanalım" diyecekleri gün kendilerine, "Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur iltimas edin" denilecektir. Derken aralarına kapısı olan bir sur çekilir. Bunun bâtınında rahmet, onlar (münafıklar) tarafındaki dış cihetinde ise azap vardır.14-) Münafıklar mü'minlere şöyle seslenirler: "Biz de (dünyada) sizinle beraber değil miydik?" (Mü'minler de) derler ki: "Evet, fakat siz kendi nefsinizi fitneye düşürdünüz. Başımıza musibetler gelmesini gözlediniz, (haktan sürekli olarak) şüphe ettiniz. Allah'ın emri gelinceye kadar kuruntular sizi aldattı. O çok aldatıcı (şeytan-din adamı) Allah hakkında da sizi aldattı."15-) Bugün artık ne sizden, ne de kâfirlerden bir fidye alınır. Barınağınız ateştir. Sizin mevlânız odur. Orası gidilecek ne kötü yerdir!16-) İman edenlerin kalplerinin Allah'ın zikrine yani inen hakka (Kur'an'a) karşı huşu duymalarının zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşanlar (Yahudi ve Hristiyanlar) gibi olmasınlar. Yani onlardan birçoğu fasık kimselerdir.17-) Bilin ki Allah, yeri ölümünden sonra diriltmektedir. Aklınızı kullanmanız için size âyetleri açıkladık.18-) Sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlara yani Allah'a güzel bir borç verenler var ya, (verdikleri) onlara kat kat ödenir. Yani onlara çok kerim bir mükâfat vardır.19-) Allah'a yani Resullerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîkların ta kendileridir. Yani Allah'ın indinde (gerçek) şahitler bunlardır. Onların mükâfatları ve nurları vardır. Kâfirlere yani âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar cahim ashâbıdır.20-) Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir ziynet, aranızda karşılıklı bir tefâhur (övünme- böbürlenme), yani aranızda mallarda ve evlatlarda çoğaltma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı, bir yağmur gibidir ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah'ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.(Yukarıdaki âyette bulunan "kuffar" kelimesi, "çiftçiler" anlamına gelmektedir. Çiftçilere "kuffar" denmesinin sebebi tohumu örttükleri içindir. Zaten kafirler de indirilen vahyi örttükleri yani hakka karşı geldikleri, vahye karşı kör ve sağır oldukları için bu sıfatı almışlardır.) 21-) Rabbinizden bir bağışlanma ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah'a yani Resûlüne iman edenler için hazırlanan cennete müsabaka edercesine koşun. İşte bu, Allah'ın faziletidir. Onu dileyene verir. Allah, azim fazilet sahibidir.(Yukarıdaki âyette bulunan "men yeşêu" kelimesine "dilediğine" manasını vermek doğru değildir. Çünkü âyetin başında yüce Allah bir müsabakadan söz ediyor. Yani hem dünya hayatı iman ve amel bakımından bir yarış olsun, hemde bu yarışta yüce Allah müsabaka bitmeden birilerinden yana taraf tutsun. Bu yüce Allah'ın adaleti sağlama açısından olacak bir şey değildir. İkincisi Arapça dili olarak da "men neşeû" kelimesine dilediğine değil, dileyene gibi bir mana vermek daha uygundur. Üçüncüsü Bağlam ve bütünlük açısından da "dilediğine" gibi bir mana vermek son derece sakıncalıdır. Çünkü hidayet ve sapkınlık yüce Allah elinde değil, insanların tercihinde olan bir şeydir. Dolayısıyla yüce Allah'ın indinde olan vahiy indirmek, insanların iradelerinde olan şey ise seçim ve tercih etmektir. Bu seçim ve tercihe yüce Allah'ı karıştırmak büyük bir iftira ve açık bir cehalettir.)22-) Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.23-) Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.24-) Onlar cimrilik edip insanlara da cimriliği emreden kimselerdir. Kim yüz çevirirse bilsin ki şüphesiz Allah ganîdir, zengindir, övülmeye lâyıktır.25-) Andolsun, biz Resullerimizi beyyinelerle gönderdik yani beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaletle kıyam etsinler. Kendisinde şiddetli bir güç yani insanlar için birçok menfaatler bulunan demiri indirdik (ki insanlar ondan yararlansınlar). Ve herkes (her mümin) Allah'ın, kendisine ve Resûllerine gaybla (vahiy indirerek) yardım edeceğini bilecek (ve görecektir). Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak azizdir.26-) Andolsun, biz Nûh'u ve İbrahim'i gönderdik. Yani Nübüvvet'i ve kitabı onların zürriyetlerinde kıldık. Onlardan kimi (vahiy sayesinde) hidayete ermiştir, ama içlerinden (vahyi kabul etmeyerek) birçoğu da fasık olmuşlardır.27-) Sonra bunların peşinden ard arda Resullerimizi hazır bulundurduk. Onların arkasından da Meryem oğlu İsa'yı da hazır bulundurduk, ona İncil'i verdik ve kendisine (bir Resûl olduğu için) tâbi olanların kalplerine ra'fet yani merhamet duygusu kıldık. Uydurdukları ruhbanlığa gelince; onların üzerine biz yazmadık. Allah'ın rızasını aramak kasdıyla onu kendileri icat etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi riayet etmediler. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan birçoğu da fasık olmuşlardır.28-) Ey iman edenler! Allah'a karşı takvalı olun yani Resûlûne iman edin ki, size rahmetinden iki kat pay versin, size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin ve sizi bağışlasın. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 29-) (Bunları açıkladık ki,) kitap ehli, Allah'ın faziletinden hiçbir şeyi kendilerine has kılmaya güçlerinin yetmeyeceğini yani faziletin, Allah'ın (Kur'an'ın) elinde olduğunu, onu dileyene vereceğini bilsinler. Allah, azim fazilet sahibidir.(Yahudiler kendilerinin kurtuluşta olduklarını ve sadece kendilerinin cennete gireceklerini iddia ederler. Hristiyanlar da aynı şeyi söyleyip dururlar. Yahudi ve Hristiyanların ahlakına sahip olan ve onlardan farklı olmayan Şiî ve Sünni din adamları da aynı şeyi iddia ederler. Yani inanç ve fikir olarak kurtuluşta olduklarını ve sadece kendilerinin cennete gireceklerini söylerler. Yani bu inançla ilgili kaynaklarında yüzlerce hadis vardır. İşte bu açıdan yukarıdaki âyet çok önemlidir. Kurtuluş ve fazilet, hayır ve bereket, saadet ve cennet sadece Kur'an'la ilgili bir durumdur.Din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmeyenler hüsranda kalmaya mahkumdur. İşte bu yüzden yukarıdaki âyette bulunan "men yeşêu" kelimesine "dilediğine" değil, "dileyene" manasını vermek çok önemlidir.)(Hadid Süresinin Sonu)
UYDURMA DİNİN DOĞDUĞU ZEMİN"HARRE OLAYI"Ehl-i Sünnet dini tam olarak Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan hadisler ve bu hadislerden çıkarılan ictihadlar üzerine bina edildiği için mezhep âlimleri Emevi ve Abbasiler tarafından yapılan zulüm ve katliamların bir çoğunu örtbas etmişlerdir. Ehl-i Sünnet dini vahşi ve karanlık bir zeminde doğmuş olmasına rağmen, âlimler o devri sanki saadet ve selamet devri olarak görür ve gösteriler.Özellikle Emeviler dönemi tam olarak bir istibdat, zulüm ve vahşet devridir. İnanmıyorsanız buyurun "Harre Olayına" tarihten bir göz atalım.Yalnız"Harre Olayını"okuduğunuzda Ehl-i Sünnet dininin nasıl karanlık bir zeminde doğduğunu ve kimin kuruluşu olduğunu aklınızdan çıkarırsanız bu olaydan hiçbir ders çıkarmamış olursunuz. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet dininin ne kadar vahşi olduğunu anlamaktan uzak kalırsınız. Hicri 10 Muharrem 61, 680 Miladi yılında meydana gelen Kerbela faciasından sonra Emevilerin ikinci Halifesi Yezid bin Muaviye bin Ebi Süfyan bütün müslümanları kendine biat etmeye davet etmiştir. Medine'de Allah Resulü'nün arkadaşları ile tabiin, Yezid'in hüküm sürdüğü Şam'da Kur'an'ın inanç ve ahlakına aykırı yaşayışı ve halka yaptığı zulümden dolayı hilafetini kabul etmeyeceklerini ilan ettiler. Bu gelişme karşısında Müslim bin Ukbe komutasında (12 000) "on iki bin kişilik" bir orduyu Medine'nin üzerine gönderir.Emevi ordusunun içinde kendileriyle ittifak halinde bulunan Bizans askerleri de vardır. Allah Resulünün arkadaşları ve Medine halkı şehri savunmak için hendekler kazarlar. Fakat çok güçlü olan Emevi ve Bizans ordusu karşısında fazla dayanamazlar. Haliyle mağlup olurlar. Emevi ordu komutanı Müslim bin Ukbe, Yezid'in emriyle işgal edilen Medine'yi üç gün boyunca yağmalaması için "mubah" kılar. "Mubah" kelimesi, her türlü mal ve can yağmacıların saldırılarına serbest bırakılması anlamına gelmektedir. Allah Resulü'nün 80 civarında arkadaşı öldürülür. Başları kesilir ve başkent Şam'da bulunan Yezid'e gönderilir. Vahiy kâtibi!!! Muaviye'nin oğlu Yezid'in ordusu tarafından bütün genç kızlara ve kadınlara tecavüz edilir. Yaşlı, genç, çocuk demeden binlerce müslüman acımasızca katledilir. Genç kızlar cariye, erkekler köle olarak kabul edilir. Ev ve işyerleri yağmalanır. Allah Resulünün mescidinin bulunduğu topraklar kirletilmiş Medine harap olmuştur. Yıl Hicri 63 (27 zilhicce) Miladi 683, 27 Ağustos Ehli Sünnet dininin yanında vahiy katibi ve ender sahabi olarak kabul edilen Muaviye bin Ebi Süfyan,Müslümanların meşru halifesi olan Ali'ye karşı gelerek sıffin'de yapılan savaşta binlerce insan hayatını kaybetmiştir.Pek tâbi dir ki oğluna da Mekke ve Medine'yi tahrip ederek yerle bir etmek düşecektir.Yezid bin Muaviye, Emevi Arap ırkçılığına karşı çıktıkları için Allah Resulü'nün hicret yeri olan Medine'de 80 küsür sahabi olmak üzere on bin (10 000) Müslümanı katlettikten sonra orduyu Mekke üzerine sevkeder.Medine'de katliam gerçekleştiren ordunun komutanı Müslim bin Ukbe yolda hastalanır ve ölür.Yerine Emevilerin en sadık köpeği olan Haccac bin Yusuf komutanlığa getirilir.Haccac bin Yusuf, daha sonra yaptığı zulüm ve katliamlardan dolayı "Zalim" olarak şöhret olacaktır.Fakat Emevi Abbasi Ehli Sünnet dini Haccac'ı da temize çıkaracaktır.Çünkü Ehli Sünnet kaynaklarına göre Haccac çok Kur'an okuyan muttaki birisi idi.Dahası onlara göre Kur'an'ı notalayan, yani Kur'an'a hareke koyduran da Haccac idi.Daha da, aslında halk bu zulümleri hak edecek bir karakter ve ahlaka sahip idi.Daha da ilerisi Emevi dini Ehl-i Sünnet mezhebine göre bu vahşet ve katliamlar ümmetin bir kaderi ve Allah'ın bir takdiri idi.Sözü fazla uzatmadan olayımıza gelelim.Mekke'yi kuşatan Emevi ordusu, aylarca mancınıkla şehri taş yağmuruna tutar.Atılan taşlarla Kabe yıkılır.Mekke halkı açlıkla kıvranır. Zalim Haccac, Müslümanları aşağılamak için Mekke'ye mancınıkla hayvan leşleri attırır.Halk açlıktan köpek leşlerini bile yemek zorunda kalır.Bulaşıcı hastalıklar yayılır.Yezide karşı çıkan sahabi Zübeyr bin Avvam'ın oğlu Mekke'nin Emiri Abdullah bin Zübeyr, bu şekilde yaşamaktansa vuruşarak ölmeyi tercih eder ve çıkan çatışmada şehit olur. Kafası kesilir Şam'a gönderilir.Cenazesi üç gün Mekke'de asılı kalır.Annesinin çok yalvarması üzerine indirilip kendisine verilir.Zalim Haccac, Mekke'de katliamlara devam eder, yıkılan kabeyi yaktırır.(Zalim Haccac, valilik ve komutanlık dönemlerinde 200 000 kişinin ölümünden sorumlu olduğu söylenmektedir)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(252. YAZI)Vakıa Süresi 96 Âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) O vakıa (son saat) gerçekleştiği zaman, onun vukuunu yalanlayacak kimse olmayacaktır.3,7-) Yer şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.8-) İşte o ashâbı Mey'mene var ya; nedir acaba ashabı mey'mene? (Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "ashâbı mey'mene" "amel kitapları sağdan verilenler, sağduyulu olanlar, salih amel işleyenler, iman edenler, saadete erenler, sağın ashabı, uğurlu kimseler, hayır sahipleri, sağın taraftarları" olarak bir çok âyette anlatılan cennetlik kimselerdir. (Hakka -19/24; Vakia -27/40)Mey'mene ashâbının kim olduklarını tam olarak gösteren âyetler Beled Süresi 11/18 âyetleridir.)9-) Ve ashâb'ı meş'eme ! Nedir acaba ashabı meş'eme? ("ashâbı meş'eme" "Amel kitapları solundan verilenler" veya "solun ashabı, solun taraftarları, kâfirler, uğursuzlar, kötüler" şeklinde anlamı olan ashabı meş'eme, Arapçada bir deyim olup, zillet içerisinde, aşağılık, değersiz, onursuz kimseler için" kullanılan bir deyimdir.(Hakka -25/37; Vakıa -41/48)Meş'eme ashâbının kim olduklarını gösteren âyetler Beled Süresi 19 ve 20. âyetlerdir)10-) Sâbikûn (hayır ve güzel amel müsabakalarında) önde olanlara gelince, bu sâbikûnlar var ya!11-12.) Bunlar (Allah'a) yaklaştırılmış olanlar, Naîm cennetlerindedirler.13,14-) Onların çoğu öncekilerden, azı da sonrakilerdendir.15,16-) Karşılıklı yaslanmış vaziyette mücevheratla işlenmiş tahtlar üzerindedirler.17-18) Kaynağından çıkan tertemiz içkiyle, ibrikler ve kâselerle (beraber) üzerlerinde sürekli olarak gençler tavaf eder.19-) Ondan dolayı başları ağrıtılmaz yani sarhoş olmazlar.20-)Seçtikleri meyveler.21-) İştahlarının çektiği kuş etleri.22,23-) Onlar için saklı inciler gibi, iri gözlü huriler de vardır.24-) Bütün bunlar işledikleri amellere karşılık bir mükâfat olarak (verilir.)25-) Orada boş bir söz yani günaha sokan bir şey işitmezler.26-) Sadece "selâm!", "selâm!" sözünü işitirler.27-) Ve ashabı yemin! Nedir acaba ashabı yemin? 28,34-) Onlar, dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, uzatılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, kesilmeyen ve men edilmeyen çok çeşitli meyveler içinde ve yükseltilmiş döşekler üzerindedirler.35-) Biz onları inşa ettik, yepyeni bir inşa ile.36,38-) Onları yemin ashabı için, hep bir yaşta, eşlerine çok düşkün gösterişli bakireler kıldık.39,40-) Bunların birçoğu öncekilerden, birçoğu da sonrakilerdendir.41-) Ve ashâbı şimal! Nedir acaba ashabı şimal? 42,44-) Onlar, iliklere işleyen zehirli bir ateş ve kaynar bir su içindedirler. Serin yani kerim olmayan zifirî bir gölge içinde!.45-) Çünkü onlar, bundan önce varlık içinde (amaçsızca) yaşayan kimselerdi.46-) Azim günah üzerinde ısrar ediyorlardı.47-) Yani diyorlardı ki: "Biz öldükten, toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi bir daha diriltilecekmişiz?"48-) "Evvelki atalarımız da mı?"49,50-) De ki: "Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, mutlaka mâlum bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır."51,52-) Sonra siz ey sapkın yalanlayıcılar! Mutlaka bir ağaçtan, zakkumdan yiyeceksiniz.53-) Karınlar ondan dolacaktır.54-) Üstüne de o kaynar sudan içirileceklerdir. 55-) Kanmak bilmez susamış develerin suya saldırışı gibi içirilecekler.56-) İşte bu din (hesap ve ceza) günü onlara indirilecek olanlardır.57-) Sizi biz yarattık. (bunu biliyorsunuz) Hâlâ (vahyi) tasdik etmeniz gerekmez mi?(Yani tek bir yaratıcının var olduğuna iman eden, dinde tek hüküm kaynağının Kur'an olduğuna iman etmesi gerekiyor. İman etmiyorsa, yaratıcının yüce Allah olduğuna iman etmiyor demektir. Aslında ikisi aynı şeydir.) 58-) Attığınız meniyi gördünüz değil mi?59-) Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?60,61-) Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden inşa etmek üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.62-) Andolsun, ilk inşa'yı biliyorsunuz. O hâlde tezekkür etmeniz gerekmez mi?63-) Ektiğiniz tohumu gördünüz değil mi?64-) Onu siz mi ekiyorsunuz, yoksa eken biz miyiz?65-) Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz:66-) "Muhakkak biz çok zarar ettik!"67-) "Daha doğrusu mahrum kaldık!"68-) İçtiğiniz suyu gördünuz değil mi?69-) Onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?70-) Dileseydik onu acı bir su yapardık. O hâlde şükretmeniz gerekmez mi?71-) Tutuşturduğunuz ateşi gördünüz mü ?72-) Onun ağacını siz mi inşa ediyorsunuz, yoksa inşa eden biz miyiz?73-) Biz onu bir tezkire ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yararlanma aracı kıldık.(Âyet, çölde bulunan ve yeşil olduğu halde çıra olarak kullanılan bir ağaca gönderme yapıyor.)74-) O hâlde, O yüce Rabbinin adını tesbih et.75-76-) Nücûmun yerlerine kasem olsun ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir-(Vahyin yer ettiği gönüllerin yüce Allah'ın indinde ne kadar değerli olduğunu gösteren önemli bir âyettir. Zira âyette bulunan "nücûm" "Kur'an'ın bölümleri, vahyin parçaları" anlamına gelmektedir. 77-) O, elbette kerim bir Kur'an'dır.(Kur'an'da bulunan "kerim" kavramı, yüce Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan bir kavramdır. Kerim kavramı, Kur'an'da, Nebi için kullanılmamıştır.)78-) Korunmuş bir kitaptadır.79-) Ona, temiz olmayanlar dokunamaz.KUR'AN'A DOKUNMAK İÇİN MADDİ TEMİZLİK GEREKLİ MİDİR? Kur'an'a dokunmanın ve onu okumanın maddi temizlik, hayız ve nifas ile hiçbir alakası yoktur.Daha doğrusu insanlarla hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Mekke müşriklerinin "bu Kur'an'ı Muhammed'e şeytanlar indiriyor" iftiralarına karşılık olarak hepsi Mekke'de nazil olan birçok âyette şeytanların Kur'an'da tasarrufa güçlerinin yetmeyeceğine cevap verilir.Mekke'de nazil olan bir çok âyette Kur'an'ın "Allah'ın koruması altında olduğu, (Hicr -9; Vakıa-77--79) bildirilmektedir. Bu konuyu biraz açacak olursak, "Şüphesiz bu korunmuş bir kitapta bulunan kerim bir Kuran'dır. Ona temiz olmayanlardan başkası dokunamaz"(Vakıa- 77,78,79Bu âyetlerde kastedilen şeytanların Kur'an'a dokunmalarının mümkün olmadığıdır.Yani Allah tarafından indirildiğini açıklama vardır.Neden mi?Eğer Yüce Allah, insanların Kur'an'a abdestsiz ve cünüp olarak dokunmamalarını isteseydi "lé yemessühü" "ona dokunamaz" değil, "lé temüssühü" "ona dokunmayın" buyururdu."Zinaya yaklaşmayın..." (İsra-32) içki ve kumar hakkında ""...bunlardan uzak durun..." (Maide- 90) âyetleri buna örnektir.Helal ve haramlar konularında Kur'an açık ve net bir dil kullanır. Söz konusu âyette geçen "dokunamaz" ibaresi "nehiy" "yasaklama" anlamında değil, "nefiy" anlamında kullanılmıştır.Yani "Ey Mekke müşrikleri ! şeytanların Kur'an'a dokunmaları mümkün değildir, yalan söylemeyin ve iftira atmayın" demektir. Dolayısıyla Vakıa 79. âyette geçen "lé yemessuhu" "ona dokunamaz" kelimesi, "onunla oynayamazlar" "ondan bir şey çıkaramazlar, ona bir şey ekleyemezler, onda tasarruf sahibi olamazlar" demektir.Bundan başka bir mana çıkarmak katmerli bir cehalet ve apaçık bir yalandır.Yani "Ey Mekke Müşrikleri! İddia ettiğiniz gibi şeytanların Kur'an'a müdahale etmeleri mümkün değildir, iftira atmayın, yalan konuşmayın, dürüst olun" demek istenmiştir.Haliyle Kur'an'a dokunma olmayınca onunla oynama, ondan bir şey çıkarma, ona bir şey ekleme de olmayacaktır.İşte Vakıa süresinde bulunan "ona temiz olmayanlar dokunamaz" âyetinin bağlam ve bütünlüğünden örnekler. "Onu (Kur'an'ı) şeytanlar indirmedi. Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez. Şüphesiz onlar vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır" (Şuara- 210- 211- 212 )"Şüphesiz O (Kur'an) kuvvetli, arşın sahibi mekin olan (Allah'ın) indinde itaat eden, kerim ve emin olarak bilinen bir Resûlun (Muhammed (a.s) ın sözüdür"O racim şeytanın sözü değildir" (Tekvir- 19- 28)Kur'an, sadece Müslümanlara hitap eden, onlara özel kılınmış bir hitap değildir.Kur'an tüm insanlığın ortak değeridir.Kur'an bütün insanları muhatap alan bir kitaptır. Bu hidayet ve rahmet kaynağına ulaşmak, bilgilerinden faydalanmak için maddi- manevi hiçbir engelin olmaması gerekir. Dolayısıyla, Kur'an'a, abdestsiz!!! ve cünüp!!! olan, hayız ve nifas halinde bulunan kadınlar başta olmak üzere, aya ve güneşe tapan, Hristiyan, Yahudi, kısaca herkes, her durumda, her zaman dokunabilir. Bunun aksini savunmak Allah ve Resulü'ne iftiradır.Herkes Kur'an'a dokunabilir.Maddi temizlik olmadan Kur'an'a dokunmada zerre kadar bir günah ve sorumluluk yoktur. Aksine cünüp ve abdestsiz olarak Kur'an'a dokunma bütün bu yalan ve iftiralara karşı gelmek olacağından dolayı sevap ve fazilet olarak kabul edilebilir.Açık ve net olarak söylüyoruz.Abdestsiz ve cünüp, hayız ve nifas halinde olan kadınların Kur'an'a dokunmaları büyük bir hayır ve önemli bir sevaptır. Çünkü bir şey sakıncalı ve haram olmayınca, onu yapmak mubah ve sevaptır. Abdestsiz ve cünüp, hayız ve nifas halinde Kur'an'a dokunulmaz demek Kur'an'a iftiradır. Helal olan bir şeyi haram kılma olduğundan Allah'a iftiradır. Böyle bir şey söylemek Allah'a din öğretmek olduğundan büyük bir ahlaksızlıktır.Abdest almak ve cünüblükten temizlenmek sadece ve sadece cuma salatını ikâme etmek için meşru kılınmış bir ibedettir.Cuma salatını ikâme etme haricinde hiçbir şey için abdest alma ve cünüblükten temizlenme yoktur. Dolayısıyla cuma salatını ikame etme haricinde abdest almanın ve cünüblükten temizlenmenin hiçbir fazileti ve sevabı yoktur. Kur'an'ı kendi bütünlüğü içinde anlayan, aklını kullanan hiç kimse böyle bir şey söylemez.Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin cehaletini anlamak mümkün değildir.Mekke müşriklerine "cevap" olan bir âyeti müminlere "emir" olarak almışlardır. Aslında "ona temiz olmayanlar dokunamaz" ayeti indiğinde Kur'an kitap haline getirilmemişti. Yani Kur'an, Allah Resulü'nün ve iman edenlerin gönüllerinde idi. Kur'an'ın mushaf olması yani Kur'an'ın elle dokunulacak, gözle görülecek hale gelmesi Allah Resulü'nden sonra ashabın müdahalesi sonucunda gerçekleşmiştir. Yani Allah tarafından indirilen vahye insanların dokunması ve onu gözle görmeleri mümkün değildir. Allah tarafından indirilen vahiy, gözle görülecek, elle dokunulacak bir şey değildir."Ona temiz olmayanlar dokunamaz" ayeti nazil olduğunda cuma salatı meşru kılınmamıştı. Yani Mekke'de Müslümanlar bir araya gelip cuma salatını ikame edemedikleri için maddi temizlik diye bir şeyden söz edilmemiştir.Maddi temizliği emreden âyet, Müslümanların artık bir araya gelip cuma salatını ikame ettikleri Medine'de inmiştir.Kur'an'a dokunup dokunmama ile ilgili bütün âyetlerin konusu şeytanlardır. Yani Mekke müşriklerinin iftiralarına cevaptır. Yoksa bilinen anlamda şeytan diye bir şey yoktur.Aslında Kur'an denildiğinde nesnelere yazılmış olanı değil, gönüllerde ve levh-i mahfuzda bulunan Kur'an'ı anlamak gerekiyor. Esas Kur'an, levh-i mahfuzda olandır."Hakikatte o yalanladıkları, aslı levh-i mahfuzda bulunan şerefli Kuran'dır"(Buruc- 21-22)Elimizde bulunan Kur'an değil, mushaftır. Yani bir deri parçasına, tahtaya, plastik maddesine veya bir mermere yazılan âyetler bu maddeleri Kur'an'ı yapmaz. Bilgisayar ve cep telefonu hiçbir zaman Kur'an sayılmazlar.Bir kağıt parçası hiçbir zaman Kur'an sayılmaz. Dolayısıyla insanların abdestsiz ve cünüp olarak Kuran'a dokunmamalarını söylemek bir saygı değil, büyük bir sorumsuzluk ve ağır bir iftiradır.Kur'an bir kitap değil, bir söz, bir kelam ve bir hitaptır. Yani onun karakteri ve yapısı sözün gücüne dayanır.Kur'an'ın indiği zemin insanların yazıdan ve yazılı metinlerden uzak oldukları bir coğrafyadır. Ondaki tekrarlar bu yüzdendir.Söz ve hitap yani sözün gücü tekrarı kaldırır, fakat yazılı metinlerde tekrar olmaz. Kur'an'ın bazı âyetlerde kendisini "kitap" olarak tanıtması Allah'ın koruması altında olması, belli bir sistemenin bulunması, bağlam ve bütünlüğe sahip bulunmasından dolayıdır. "Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır. Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar"(Müminün-62 )Halbuki Allah'ın indinde maddi nesnelere yazılı kitap bulunmamaktadır.Kur'an'da geçen "kitap" sözcüğü "vahiy" anlamında kullanılmıştır. Yoksa Kur'an kitap değil, söz ve hitaptır.Kur'an'ı maddi nesnelere yazılı olan bir şey olarak değil, bir bellek, dijital bir kaynak olarak kabul etmek gerekir.)80-) Âlemlerin Rabb'inden indirilmedir.81,82-) Simdi siz, bu hadisin size yağcılık yapmasını mı bekliyorsunuz? Yani siz (Allah'ın verdiği) rızkınızı (vahiy nimetini) mi yalan kılıyorsunuz?83-84) Peki (ya can) hulkuma bâliğ olunca, 84-) Yani siz o zaman bakıp durursunuz.85-) Biz ise ona sizden daha yakınız. Fakat siz göremezsiniz.86,87-) Madem ki hesaba çekilmeyecekseniz ve sâdık iseniz, onu geri döndürsenize!88,89-) Fakat (ölen kişi iman ve ameliyle) Allah'a yakınlaştırılanlardan ise, ona bir rahatlık ve hoş kokular yani Naîm cenneti vardır.90,91-) Eğer yemin ashâbından ise, kendisine, (senin gibi olan yemin ashâbından "sana selam olsun!" denir.92,93-) Ama eğer yalancı sapkınlardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet iner.94-) Yani cehenneme yaslanma (ona destek olma) vardır 95-) Şüphesiz bu, hakkul yakindir. (kesin gercektir.)96-) Öyleyse azim Rabbinin adını tesbih et.(Vakıa Süresinin Sonu)
KUR'AN'A DOKUNMAK İÇİN MADDİ TEMİZLİK GEREKLİ MİDİR? Kur'an'a dokunmanın ve onu okumanın maddi temizlik, hayız ve nifas ile hiçbir alakası yoktur.Daha doğrusu insanlarla hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Mekke müşriklerinin "bu Kur'an'ı Muhammed'e şeytanlar indiriyor" iftiralarına karşılık olarak hepsi Mekke'de nazil olan birçok âyette şeytanların Kur'an'da tasarrufa güçlerinin yetmeyeceğine cevap verilir.Mekke'de nazil olan bir çok âyette Kur'an'ın "Allah'ın koruması altında olduğu, (Hicr -9; Vakıa-77--79) bildirilmektedir. Bu konuyu biraz açacak olursak, "Şüphesiz bu korunmuş bir kitapta bulunan kerim bir Kuran'dır. Ona temiz olmayanlardan başkası dokunamaz"(Vakıa- 77,78,79Bu âyetlerde kastedilen şeytanların Kur'an'a dokunmalarının mümkün olmadığıdır.Yani Allah tarafından indirildiğini açıklama vardır.Neden mi?Eğer Yüce Allah, insanların Kur'an'a abdestsiz ve cünüp olarak dokunmamalarını isteseydi "lé yemessühü" "ona dokunamaz" değil, "lé temüssühü" "ona dokunmayın" buyururdu."Zinaya yaklaşmayın..." (İsra-32) içki ve kumar hakkında ""...bunlardan uzak durun..." (Maide- 90) âyetleri buna örnektir.Helal ve haramlar konularında Kur'an açık ve net bir dil kullanır. Söz konusu âyette geçen "dokunamaz" ibaresi "nehiy" "yasaklama" anlamında değil, "nefiy" anlamında kullanılmıştır.Yani "Ey Mekke müşrikleri ! şeytanların Kur'an'a dokunmaları mümkün değildir, yalan söylemeyin ve iftira atmayın" demektir. Dolayısıyla Vakıa 79. âyette geçen "lé yemessuhu" "ona dokunamaz" kelimesi, "onunla oynayamazlar" "ondan bir şey çıkaramazlar, ona bir şey ekleyemezler, onda tasarruf sahibi olamazlar" demektir.Bundan başka bir mana çıkarmak katmerli bir cehalet ve apaçık bir yalandır.Yani "Ey Mekke Müşrikleri! İddia ettiğiniz gibi şeytanların Kur'an'a müdahale etmeleri mümkün değildir, iftira atmayın, yalan konuşmayın, dürüst olun" demek istenmiştir.Haliyle Kur'an'a dokunma olmayınca onunla oynama, ondan bir şey çıkarma, ona bir şey ekleme de olmayacaktır.İşte Vakıa süresinde bulunan "ona temiz olmayanlar dokunamaz" âyetinin bağlam ve bütünlüğünden örnekler. "Onu (Kur'an'ı) şeytanlar indirmedi. Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez. Şüphesiz onlar vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır" (Şuara- 210- 211- 212 )"Şüphesiz O (Kur'an) kuvvetli, arşın sahibi mekin olan (Allah'ın) indinde itaat eden, kerim ve emin olarak bilinen bir Resûlun (Muhammed (a.s) ın sözüdür"O racim şeytanın sözü değildir" (Tekvir- 19- 28)Kur'an, sadece Müslümanlara hitap eden, onlara özel kılınmış bir hitap değildir.Kur'an tüm insanlığın ortak değeridir.Kur'an bütün insanları muhatap alan bir kitaptır. Bu hidayet ve rahmet kaynağına ulaşmak, bilgilerinden faydalanmak için maddi- manevi hiçbir engelin olmaması gerekir. Dolayısıyla, Kur'an'a, abdestsiz!!! ve cünüp!!! olan, hayız ve nifas halinde bulunan kadınlar başta olmak üzere, aya ve güneşe tapan, Hristiyan, Yahudi, kısaca herkes, her durumda, her zaman dokunabilir. Bunun aksini savunmak Allah ve Resulü'ne iftiradır.Herkes Kur'an'a dokunabilir.Maddi temizlik olmadan Kur'an'a dokunmada zerre kadar bir günah ve sorumluluk yoktur. Aksine cünüp ve abdestsiz olarak Kur'an'a dokunma bütün bu yalan ve iftiralara karşı gelmek olacağından dolayı sevap ve fazilet olarak kabul edilebilir.Açık ve net olarak söylüyoruz.Abdestsiz ve cünüp, hayız ve nifas halinde olan kadınların Kur'an'a dokunmaları büyük bir hayır ve önemli bir sevaptır. Çünkü bir şey sakıncalı ve haram olmayınca, onu yapmak mubah ve sevaptır. Abdestsiz ve cünüp, hayız ve nifas halinde Kur'an'a dokunulmaz demek Kur'an'a iftiradır. Helal olan bir şeyi haram kılma olduğundan Allah'a iftiradır. Böyle bir şey söylemek Allah'a din öğretmek olduğundan büyük bir ahlaksızlıktır.Abdest almak ve cünüblükten temizlenmek sadece ve sadece cuma salatını ikâme etmek için meşru kılınmış bir ibedettir.Cuma salatını ikâme etme haricinde hiçbir şey için abdest alma ve cünüblükten temizlenme yoktur. Dolayısıyla cuma salatını ikame etme haricinde abdest almanın ve cünüblükten temizlenmenin hiçbir fazileti ve sevabı yoktur. Kur'an'ı kendi bütünlüğü içinde anlayan, aklını kullanan hiç kimse böyle bir şey söylemez.Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin cehaletini anlamak mümkün değildir.Mekke müşriklerine "cevap" olan bir âyeti müminlere "emir" olarak almışlardır. Aslında "ona temiz olmayanlar dokunamaz" ayeti indiğinde Kur'an kitap haline getirilmemişti. Yani Kur'an, Allah Resulü'nün ve iman edenlerin gönüllerinde idi. Kur'an'ın mushaf olması yani Kur'an'ın elle dokunulacak, gözle görülecek hale gelmesi Allah Resulü'nden sonra ashabın müdahalesi sonucunda gerçekleşmiştir. Yani Allah tarafından indirilen vahye insanların dokunması ve onu gözle görmeleri mümkün değildir. Allah tarafından indirilen vahiy, gözle görülecek, elle dokunulacak bir şey değildir."Ona temiz olmayanlar dokunamaz" ayeti nazil olduğunda cuma salatı meşru kılınmamıştı. Yani Mekke'de Müslümanlar bir araya gelip cuma salatını ikame edemedikleri için maddi temizlik diye bir şeyden söz edilmemiştir.Maddi temizliği emreden âyet, Müslümanların artık bir araya gelip cuma salatını ikame ettikleri Medine'de inmiştir.Kur'an'a dokunup dokunmama ile ilgili bütün âyetlerin konusu şeytanlardır. Yani Mekke müşriklerinin iftiralarına cevaptır. Yoksa bilinen anlamda şeytan diye bir şey yoktur.Aslında Kur'an denildiğinde nesnelere yazılmış olanı değil, gönüllerde ve levh-i mahfuzda bulunan Kur'an'ı anlamak gerekiyor. Esas Kur'an, levh-i mahfuzda olandır."Hakikatte o yalanladıkları, aslı levh-i mahfuzda bulunan şerefli Kuran'dır"(Buruc- 21-22)Elimizde bulunan Kur'an değil, mushaftır. Yani bir deri parçasına, tahtaya, plastik maddesine veya bir mermere yazılan âyetler bu maddeleri Kur'an'ı yapmaz. Bilgisayar ve cep telefonu hiçbir zaman Kur'an sayılmazlar.Bir kağıt parçası hiçbir zaman Kur'an sayılmaz. Dolayısıyla insanların abdestsiz ve cünüp olarak Kuran'a dokunmamalarını söylemek bir saygı değil, büyük bir sorumsuzluk ve ağır bir iftiradır.Kur'an bir kitap değil, bir söz, bir kelam ve bir hitaptır. Yani onun karakteri ve yapısı sözün gücüne dayanır.Kur'an'ın indiği zemin insanların yazıdan ve yazılı metinlerden uzak oldukları bir coğrafyadır. Ondaki tekrarlar bu yüzdendir.Söz ve hitap yani sözün gücü tekrarı kaldırır, fakat yazılı metinlerde tekrar olmaz. Kur'an'ın bazı âyetlerde kendisini "kitap" olarak tanıtması Allah'ın koruması altında olması, belli bir sistemenin bulunması, bağlam ve bütünlüğe sahip bulunmasından dolayıdır. "Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır. Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar"(Müminün-62 )Halbuki Allah'ın indinde maddi nesnelere yazılı kitap bulunmamaktadır.Kur'an'da geçen "kitap" sözcüğü "vahiy" anlamında kullanılmıştır. Yoksa Kur'an kitap değil, söz ve hitaptır.Kur'an'ı maddi nesnelere yazılı olan bir şey olarak değil, bir bellek, dijital bir kaynak olarak kabul etmek gerekir.)
3 Temmuz 2022 Pazar
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(251. YAZI)Rahman Süresi 78 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1,2-) Rahmân, Kur'an'ı öğretti.3-) İnsanı yarattı.4-) Ona beyanı öğretti.5-) Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.6-) Otlar yani (bütün) ağaçlar (Allah'a) secde (kayıtsız şartsız boyun eğerler.) ederler.7-) Ve göğü yükseltti yani mizânı koydu.8-) Sakın mizanda haddi aşmayın.9-) Mizânı adaletle ikâme edin yani Mizânı zarara uğratmayın.10-) Allah, yeri yaratıklar için var etti.11-) Orada meyve(ler) ve salkımlı hurma ağaçları vardır.12-) Yapraklı taneler, hoş kokulu bitkiler vardır.13-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?14-) Allah, insanı pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı.15-) Ve "Cin"i de yalın bir ateşten yarattı.16-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?17-) O, iki doğunun ve iki batının Rabbidir.18-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?19-) İki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar.20-) Fakat aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.21-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?22-) O denizlerin her ikisinden de inci ve mercan çıkar.Kıraat Farklılığı(Âyette bulunan "yehrucu" "çıkar" kelimesi, "yuhracu" "çıkarılır" olarak da okunmuştur. O zaman âyetin anlamı şöyle oluyor."O denizlerin her ikisinden de inci ve mercan çıkarılır")23-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?24-) İnşa edilip bir alâmetler (belgeler) gibi denizde akıp giden gemiler de O'nundur.25-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?26-) Üzerinde kim varsa fânidir.27-) Ancak celâl ve ikram sahibi Rabbinin vechi bâki kalacaktır.28-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?29-) Göklerde ve yerde bulunanlar, O'ndan isterler. O, her gün bir iştedir.(Yani göklerde ve yerde bulunan her şey sürekli olarak O'na muhtaç bir halde bulunmaktadır. O'da her an onların ihtiyaçlarına karşılık vermektedir. Bu âyet "yüce Allah gökleri ve yeri yaratıp kendi haline terketmiştir" inancını reddeder. Çünkü göklerde ve yerde devamlı olarak bir yenilenme ve değişim mevcuttur. Yani insanlara "her an sizde bir yenilenme ve değişim içinde bulunun" dersini vermektedir.)30-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?31-) Ey iki ağırlık! Yakında sizi boşaltacağız!(Âyette bulunan "sekaleyn" "iki ağırlık" tan maksat, "fiil ve amelleriyle ağırlık yapan insanlar ve cinler, müminler ve kâfirler, " olabilir. En doğrusunu yüce Allah bilir.)32-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?33-) Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Sultan (araç-güç-delil-aklı kullanma ve araştırma) yapmadan geçip gidemezsiniz.34-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?35. Üstünüze ateşten yalın bir alevle kıpkızıl bir duman gönderilir de birbirinize yardım edemezsiniz.36-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?37-) Gök yarılıp da, yanıp kızaran yağ gibi kırmızı gül hâline geldiği zaman (hâliniz ne olur?)38-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?39-) İşte o gün ne insana, ne cine günahı sorulmayacak.(Yani her şey kayıt altına alınmıştır. Hatta Kur'an'da bu konuda var olan âyetleri güncelleyecek olursak, yapılan bütün ameller ilahi kameraya alınmaktadır. Yani hiç bir şekilde yüce Allah'a itiraz ermenin imkanı yoktur.Kur'an'da bulunan "amellerin kitaplara kaydedilmesi" ile ilgili âyetler, on dört asır önce yaşayan insanların bilgi ve anlayışlarına hitap etmektedir. Eğer Kur'an yirmi birinci asırda inmiş olsaydı. Amellerin kaydedildiği filmlerden ve kamera sistemlerinden söz edecekti.)40-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?41-) Suçlular simalarından tanınır da, perçemlerinden ve ayaklarından alınırlar.42-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?43-) İşte bu mücrimlerin yalanladıkları cehennemdir.44-) Onlar, onun ateşi ile yüksek derecede kaynar su arasında tavaf edip dururlar. 45-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?46-) Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet vardır.47-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?48-) İki cennet de (ağaçlar, meyveler, rengârenk bitkiler gibi) çeşit çeşit güzelliklerle bezenmiştir.49-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?50-) İçlerinde akan iki pınar vardır.51-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?52-) İkisinde de her meyveden çift çift vardır.53-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? 54-) Onlar astarları kalın olan döşeklere yaslanırlar. Bu iki cennetin meyveleri (zahmetsizce alınacak kadar) alçaktır.55-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?56-) Oralarda bakışlarını (yalnızca eşlerine) çevirenler var ki, onlardan (cennetliklerden) önce onlara ne bir insan, ne bir cin dokunmamıştır.57-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?58-) Onlar sanki yakut ve mercandır.59-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?60-) Güzelliğin karşılığı, güzellik değil midir?61-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?62-) Bu iki cennetin dununda iki cennet daha vardır.63-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?64-) O iki cennet koyu yeşil renktedir.65-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?66-) İçlerinde kaynayan iki pınar vardır.67-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?68-) İçlerinde her türlü meyve, hurma ve nar vardır.69-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?70-) Onlarda (her çeşit) hayırlar ve güzellikler vardır. 71-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?72-) Onlar, haymelerde kapanmış hurilerdir.73-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?74-) Onlara, (cennetliklerden) önce ne bir insan ne bir cin dokunmuştur.75-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?76-) Onlar yeşil yastıklara ve güzel yaygılara yaslanırlar, (nimetlenirler).77-) O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?78-) Celal ve ikram sahibi Rabbinin adı mübarektir.
2 Temmuz 2022 Cumartesi
KUR'AN'DA SALÂT(7.YAZI)Son olarak İsra süresi 107 ve 109.âyetlerine bakacağız."Daha önce kendilerine ilim verilenler o (Kur'an) onlara okunduğunda, çenelerine doğru secde ederek kapanırlar (düşerler)..."Bu âyette salât kelimesinin geçmediğini hatırlatalım.O halde salât sırasında çenelerimize doğru kapanmamız veya yığılmamız gerektiği düşüncesini buradan çıkaramayız.Ek olarak, şu kullanıma bir bakın: "Çenelerine doğru kapanırlar..." Arapçası "yahirrûne lil ezkâni succeden"Bu kısımla ilgili bir kaç gözlemimiz bulunmaktadır.Öncelikle burada "çenelerine doğru" diyor. Çenelerin "üstüne" değil,Ayrıca burada çenelerine doğru "kapanırlar" diyor. Çenelerine doğru secde ederler değil, Eğer secde kelimesi, burada fiziksel olarak yere kapanmayı ifade etseydi, hem yere kapandıklarını hem secde eder olduklarını belirtmesi gereksiz olurdu.Yüce Allah'ın sadece kapandıklarını söylemesi veya sadece secde ettiklerini söylemesi yeterli olurdu.Aancak bunların yerine yüce Allah "secde ederek kapandılar" ifadesini kullanmıştır.Buradaki secde kelimesi... eğer 109. âyete dikkat edersek "Ağlayarak çeneleri üzerine kapanırlar..." Tekrardan aynı ifade, "...bu onların huşularını arttırır"Yani secdenin bir parçası olarak ağlanıldığından ve bu durumun huşuyu arttırdığından bahsedilmiştir. Secde, huşuyu arttırır.Söylenenlere kayıtsız şartsız hemen itaat etmeyi ve tereddüt etmeden boyun eğmeyi gerektirir.Yani bu pasaj, namazla yakından uzaktan alakasızdır.Burada anlatılmak istenen, Allah'ın emir ve kurallarına kayıtsız şartsız yani ön yargılardan uzak itaat etmek ve boyun eğmektir.Öğrendiğimiz her şeyi özetlemek gerekirse: Salât'ın namaz olduğu inancı Kur'an'dan çıkarılamaz.Aksine salât kelimesi, yakından takip etmek, yüce Allah ile bağlantıyı ayakta tutmak, sürekli olarak yüce Allah'ın gözetimi altında olduğunu hissetmek, Kur'an'ın ilim ve hikmetiyle donanmak ve güzel ahlakına sahip olmaktır.Ve Kur'an'a göre salât Allah'ın emirlerini bilmek ve takip etmek olduğu gibi salât zamanlarını sürdürmektir.Aynı zamanda rükû'nun Allah'ın emirlerine boyun eğmek, secdenin de kayıtsız şartsız teslim olmak anlamına geldiğini öğrendik.İşte bu bizim yaptığımız araştırma sonucu Kur'an'dan anladığımız kadarıyla salât'ın anlamıdır.Kişisel görüşümüz olarak, herhangi bir kişi fiziksel hareketleri de yapmak isterse bu onun tercihidir.Ancak Kur'an'ın anlattığı kadarıyla fiziksel hareketlerin salât ile hiçbir bağlantısı yoktur.Yüce Allah ayakta durarak meâlinden habersiz Kur'an okumalarına değer vermez. Yüce Allah insanların okudukları Kur'an'a iman edip etmediklerine, ona hakkıyla teslim olup olmadıklarına değer verir. Yüce Allah'ın indinde kıymetli olan takva, ihlas, iman, ihsan, salât, secde, rükudur. Yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmemektir."İman ettik" diyenlerin bir çoğunun kâfir olduğunu Kur'an haber vermektedir."Yanınıza geldiklerinde "iman ettik" derler. Halbuki yanınıza küfürle girip yine küfürle çıkmışlardır. Allah, onların saklamakta oldukları şeyi daha iyi bilir.(Mâide -61)İnsanın hayatı boyunca beş vakit namaz kılıp da, okuduğu Kur'an'ın ne dediğini bilmemesi ne kadar kötü bir ahlaktır. Halbuki yüce Allah mümınlere, "Sakın Yahudi ve Hiristiyanlar gibi parçalanmayın yani mezhep ve fırkalara bölünmeyin, Kur'an'ın himayesine sığının" (Âli İmran-103) buyuruyor.Kur'an'ın anlamı bilinmeden ona nasıl sığınılacak?Kur'an'da bulunan salât, secde, kıyam, rüku, takva, iman, İslam, ihlas, ihsan gibi değerli kavramların hepsi Kur'an'ı bilmek ve anlamakla ilgili kavramlardır.Kur'an'dan habersiz olanlar bu değerli meziyetlerin ve faziletlerin hiç birine sahip olamazlar. İşte namaz budur, okuyup iman etmemek, okuyup okuyup teslim olmamak, okuyup okuyup ihlas ve takvanın hangi anlam geldiğini bilmemektir.Salat ise Kur'an'ı öğrenmek, anlamak, idrak etmek, iman etmek ve ikame etmektir.Yani Allah'ın emir ve yasaklarına göre yaşamaktır. "Küfürle girdiler, küfürle çıktılar" o dönem iman ettik deyip, Kur'an'a iman etmeyen Yahudilere denilmiştir. Yüce Allah kalblere ve amellere bakıyor. Onlar iman edip kalblerindeki batıl inançları ve amelerindeki kötülükleri terketseydiler, kendileri için hayırlı olurdu.Lakin şer olanı tercih ettiler."Küfürle girdiler, küfürle çıktılar. (Mâide- 61)"Ve onlardan pek çoğunun, günah işlemede, düşmanlık yapmada ve haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yapmakta oldukları şey ne kadar kötüdür!" (Mâide- 62)Salât'ı ikâme; hadis ve mezhepler şirkini, batıl inançları, her türlü günahı ve haramları terketme derslerinin adıdır. Namaz ise Allahın emir ve yasaklarını anlamadan okuyup okuyup arkaya atılmasının adıdır.Şii ve Sünni din adamları dinlerini namazın üzerine kurmaları neticesinde insanların Kur'an'a ulaşmalarını engellediler. Dolayısıyla namaz Kur'an'la bağları koparmanın adı oldu.
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(250. YAZI)Kamer Süresi 55 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Kıyamet yaklaştı yani ay yarıldı.2-) Onlar bir âyet görseler yüz çevirirler yani bu "Süregelen bir sihirdir" derler.AY'IN YARILMASI" HANGİ ANLAMA GELİYOR?Aslında Kur'an'a baktığımızda Allah Resulünün mucize göstermediğini ve böyle bir şeye yetkisinin olmadığını açık olarak görüyoruz.O halde Kamer süresi birinci âyetin hangi anlama geldiğinin üzerinde biraz duralım."Kıyamet yaklaştı yani ay yarıldı"Yüce Allah Kur'an'da henüz dünya hayatında gerçekleşmemiş, hatta ahirette gerçekleşecek olan birçok olayı bizlere gaybi bir haber olarak vermektedir. Mesela: Kıyamet kopmadığı, sûra üflenmediği, kitap ortaya konmadığı, daha insanların hepsinin ölmediği, şahitler henüz getirilmediği halde, bu olayların olup bittiği ile ilgili onlarca âyet vardır.(En'am -94; Zümer -68,69; Kehf -47,48)Rahman ve Rahîm olan Allah, henüz olmamış olayları olmuş gibi anlatmasının sebebi, onun zamandan ve mekandan münezzeh olmasından kaynaklanıyor.Yani yüce Allah zamandan ve mekandan bağımsızdır.Zaman ve mekanla kayıt altına alınamaz.O'nun ezeli ve ebedi ilminde olmuş ile olacak, geçmiş ile gelecek arasında hiçbir fark yoktur.Dolayısıyla "kıyamet yaklaştı yani ay yarıldı" âyeti, kıyamet gününde ayın yarılacağının haberini vermektedir "Gökyüzü yarıldığı zaman"(İnfitar-1)"Gökyüzü yarıldığı zaman"(İnşikak-1)"Artık sûra bir defa üflendiği, yer yani dağlar kaldırılır birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği zaman işte o gün olacak olur (kıyamet kopar) Gök de yarılır ve artık o gün, o çökmeye yüz tutar"(Hakka- 13, 14, 15, 16)Ay'ın bir mucize olarak yarılması ile ilgili rivayetleri uyduran cahiller, ay'ın yapısının nasıl olduğunu, dünya ile bağlantısını, canlılar için ne kadar hayati bir öneme sahip olduğunu, ayın kıyametten önce sünnetullah gereği yarılmasının mümkün olmadığını bilemezlerdi.Bu kadar kolay ve anlaşılır bir âyeti muğlak hale getirmenin en büyük sebebi, Nebi ile Resûlün arasında bulunan farkların bilinmemesi, Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde anlamamak, Ehli Sünnet ve Sia'nın Allah Resulüne iftira olan kaynaklarına iman etmek ve Kur'an'ın üzerinde düşünmemekten kaynaklanmaktadır. Kamer süresi 2. âyeti ile ilgili olarak şunları söyleyebiliriz."Onlar bir mucize gördüklerinde eskiden beri devam edip gelen bir sihirdir" derler.Bu âyette yüce Allah, tarih boyunca mucizelere ve Allah'ın âyetlerine karşı kavimlerin ahlak ve tepkilerini deşifre ediyor.Yani mucizelerin insanların imanı üzerinde olumlu bir tesir meydana getirmediğini bildiriyor.Aslında vahiy yeterli bir mucizedir. Fakat bu âyette Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları mucizeden yüz çeviren "ve bu devam edip gelen bir sihirdir" diyenlerin mekkeli müşrikler olduğunu ileri sürmüşlerdir.Halbuki bu görüş hatalı ve problemli bir görüştür.Çünkü Kamer süresinde yüce Allah insanlık tarihinde geçmiş bazı kavimlerin âyetlere karşı nasıl tavır takındıklarını ve nasıl helak edildiklerini haber veriyor.Yani Kamer süresinin ana konusu, ikinci âyetin tefsiri gibidir.Dolayısıyla Allah Resulü (a.s) mucize göstermiş olsaydı, müşriklerin tevhide gelmeleri üzerinde musbet bir tesir yapacağından, aklın kullanılması, tefekkür etme, imtihan sırrının bozulması ve insanların kendi özgür iradeleriyle tevhid akidesini benimsemelerinin önüne geçilmiş olacaktı."O halde (Ey Resul!) öğüt ver. Çünkü sen ancak (vahiy'le) öğüt vericisin" (Ğaşiye- 21, 22)"Biz onlara vâdettiğimizin (azabın) bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce seni vefat ettirsek de sana ancak (Allah'ın emirlerini) tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir"(Râd-40)"Resûle düşen görev ancak vahyi tebliğ etmektir"(Mâide-99)Allah Resulünün indirilen vahyi insanlara ulaştırmaktan başka hiçbir görevi yoktur.Özellikle mucize göstermek diye bir şeyden asla söz edilemez."Biz onların dediklerini çok iyi biliyoruz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"(Kâf-45)(Ey Resul!) De ki: Ben, sadece, vahiy'le sizi ikaz ediyorum. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"(Enbiya -45)3-) (Resûlu) yalanladılar, hevalarına tâbi oldular. Hâlbuki her iş, gerçekleşecektir.4-) Andolsun ki, onlara içinde sakındırıcı tehditlerin bulunduğu haberler geldi.5-) Bu haberler, (ders ve ibret verici) beliğ birer hikmet idiler! Fakat uyarılar fayda vermiyor!6,7-) O hâlde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (daha önce) inkar edilen bir şeye çağırdığı gün, gözleri korkudan önlerine eğik dağılmış çekirgeler (sürüsü) gibi kabirlerden çıkarlar.8-) Davetçiye doğru koşarlarken kâfirler, "Bu zor bir gün" derler.9-) Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Onlar kulumuzu yalanlayıp "Bu bir mecnundur" dediler yani kulumuz (tebliğ görevinden) alıkonulmak istenmişti.10-) O da Rabbine, ("Ey Rabbim!) Ben mağlup oldum, yardım et" diye dua etti.11-) Biz de göğün kapılarını nehir gibi akan bir su ile açtık.12-) Yeri göz göz yardık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birbirine kavuştu.13-) Yani Nûh'u çivilerle perçinli levhaların üzerinde taşıdık.14-) Gemi, küfredilen kimseye (Nuh'a) bir mükâfat olarak gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.15-) Andolsun, biz onu (tufan olayını) bir âyet olarak terkettik. Hani idrak eden var mı?16-) Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!17-) Andolsun biz, Kur'an'ı zikir (öğüt almak isteyenler) için kolaylaştırdık. İdrak eden (hatırlayan) var mı?(Yani Kur'an, düşünen, merak eden, ona iman eden, teslim olan, ihlas sahibi olanlar, idrak etmek isteyen, öğüt alanlar için kolay bir kitaptır. Herkes için değil. Muddekir kelimesi, hatırlama anlamına gelmektedir."(Hapisteki) iki kişiden, kurtulmuş olan uzun bir zaman sonra (Yusuf'u) hatırlayarak "veddekera" ben size onun te'vilini haber vereceğim; beni hemen (Yusuf'a) gönderin demişti"Yusuf -45)18-) Âd kavmi de (Hûd'u) yalanladı. Azabım ve uyarılarım nasılmış! (gördüler)19-20) Sürekliliği olan zor bir günde onların üzerine, insanları kökünden sökülmüş hurma kütükleri gibi deviren dondurucu bir rüzgâr gönderdik.21-) Azabım ve uyarılarım nasılmış, (gördüler)!22-) Andolsun biz, Kur'an'ı zikir (öğüt almak isteyenler) için kolaylaştırdık. İdrak eden var mı?23,24-) Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: "Bizden tek bir beşere mı tâbi olacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapkınlık yani çılgınlığın içine düşmüş oluruz."25-) (Devamla) "Bizim aramızdan vahiy ona mı ilka edildi? Hayır o, yalancı, şımarığın biridir."26-) Yalancı, şımarık kimmiş yarın bilecekler! 27-)(Salih'e şöyle demiştik:) "Şüphesiz biz, onlara bir fitne olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz. Şimdi onları gözetle yani sabret."28-) "Yani onlara, suyun (deve ile) kendileri arasında (nöbetleşe) taksim edildiğini haber ver. Her su nöbetinde sahibi hazır bulunsun."29-) Derken onlar arkadaşlarına nida ettiler. O da ileri atıldı yani deveyi vahşice katletti.(Kur'an'da anlatılan Nebi ve Resûl kıssalarının büyük bir bölümü mecazi ve simgesel anlatıma sahiptir. Yani Sâlih (a.s) kıssasında geçen ve dokunulmaması istenen "dişi deve" kamu malının kutsallığı ile ilgili bir durumdur.Yani devlet (kamu) malını koruyun ona ihanet etmeyin anlamına gelmektedir.Çünkü başka bir âyette bu deve için "nêkatallâhi" "Allah'ın dişi devesi" olarak geçmektedir.(Şems -13)30-) Fakat azabım ve uyarılarım nasılmış! (gördüler!)31-) (Deveyi katledince) bizde, onların üzerine tek bir sayha gönderdik de, onlar, ağıldaki (hayvanların çiğneyip ufaladıkları) kuru çöpler gibi oldular.32-) Andolsun biz, Kur'an'ı zikir (öğüt almak isteyenler) için kolaylaştırdık. İdrak eden (hatırlayan) var mı ?33-) Lût kavmi de uyarıcıları yalanladı.34,35-) Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik. Yalnız Lût'un ailesi başka. İndimizden bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız.36-) Andolsun, Lût onları bizim (azapla) yakalamamızla uyardı. Fakat onlar bu uyarıları kuşkuyla karşıladılar.37-) Andolsun, onlar onun (Resûllerden olan) misafirlerinden nefislerindeki kötü arzuları tatmin etmek istediler. Biz de onların gözlerini silme kör ettik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" dedik.38-) Andolsun, onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi.39-) "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" dedik.40-) Andolsun, biz Kur'an'ı zikir (öğüt almak isteyenler) için kolaylaştırdık. İdrak eden var mı?41-) Andolsun, Firavun'un ailesine de uyarıcılar gelmişti.42-) Bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları aziz ve muktedir olanın yakalaması gibi yakaladık.43-) (Ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı? Yoksa sizin için zübürde (azaptan kurtulma gibi) bir berat mı var?(Zübür kelimesi, yüce Allah tarafından indirilen vahiy demektir.)44-) Yoksa onlar, "Biz yardımlaşan (güçlü) bir topluluğuz" mu diyorlar?45-46) O topluluk yakında hezimete uğrayacak yani arkalarını dönüp kaçacaklardır. Bilakis, o saat, (yenilgi ve hezimet) bir vaattır. Kıyamet (azabı) ise daha müthiş ve daha acıdır.47-) Şüphesiz suçlular (müşrikler) sapkınlık ve şaşkınlık içindedirler.48-) Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine, "Sakarın dokunuşunu tadın!" denecek.49-) Gerçekten biz, her şeyi bir kaderle yarattık.(Kader, "Allah her şeyi bir ölçüyle yaratmıştır. Allah ölçüsüz iş yapmaz. Kadersiz yani ölçüsüz hiçbir şey yoktur. Allah gelişi güzel iş yapmaz. Allah istediğini yapar ama keyfi iş yapmaz demektir.Allah'ın bir yasası var ve o yasaya göre iş yapar. Kader, "Allah'ın kuralları, prensipleri, kaideleri var" demektir. Kur'an'daki kader işte budur.Allah'ın takdiri olmadan hiçbir şey olmaz. Ehl-i Sünnette bulunan kader inancı Allah'a iftira olan bir inançtır.Yani müşriklerin kader inancıdır.50-) Bizim (kıyamet) emrimiz ancak tek bir göz kırpması gibidir.51-) Andolsun ki, biz sizin gibi şiaları (grupları-fırkaları-) hep helâk ettik. Fakat idrak eden var mı? 52-53) İşledikleri her şey (bütün fiilleri) zübürdedir yani küçük, büyük tüm amelleri kayıt altına alınmıştır. 54-) Şüphesiz muttakiler cennetlerde yani nehir başlarındadırlar.55-) Muktedir bir melikin indinde, sıdk meclisindedirler.(Kamer Süresinin Sonu)
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(249.YAZI)19,20-) Lât ve Uzza'yı ve diğer üçüncüsü Menat'ı gördünüz mü?21-) Erkek sizin de, dişi O'nun mu?22-) Öyle ise bu çok haksız bir taksimdir.23-) Onlar ancak sizin ve (din) atalarınızın (müctehid, mezhep imamı, evliya, ilâh) olarak isimlendirdiğiniz (batıl) isimlerden başka hiçbir değillerdir. Allah, (hidayette olduklarına dair) onların hakkında hiçbir sultan (delil) indirmemiştir. Onlar (müşrikler) sadece zanna ve nefislerin hevasına tâbi oluyorlar. Andolsun ki, kendilerine, Rablerinden hidayet de gelmiştir.(Yukarıdaki âyette bulunan "Onlar (müşrikler) sadece zanna ve nefislerin hevasına tâbi oluyorlar. Andolsun ki, kendilerine, Rablerinden hidayet de gelmiştir" cümlesi çok önemlidir.Bu cümle, tüm beşeri rivayet ve ictihadların yani tüm mezheplerin zan olduğunu, nefsin arzularına tâbi olmaktan başka bir anlam taşımadıklarını, din ve hüküm olarak Kur'an'ın hidayetinden başka hiçbir şeyin geçerli olmadığını açık olarak ispat ediyor.) 24-) Yoksa insan (kayıtsız şartsız), her temenni ettiği şeye sahip mi olacaktır?25-) Oysa, Ahiret de, ilki de Allah'ındır.26-) Göklerde nice melek vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah'ın izniyle, (yasasıyla) dilediği yani râzı olduğuna yarar sağlar.(Göklerde bulunan meleklerden maksat, yağmur, rüzgar, ay, güneş, gezegenler, yıldızlar, kar, hava, oksijen ve daha bilmediğimiz binlerce, yüz binlerce melektir. Bunlar yüce Allah'ın ordularıdır. Bu melekler yüce Allah'ın yasasına göre hareket ederler. Onlarda irade yoktur. Onların yaratılmışlara olan yararlarına Kur'an'ın verdiği isim şefaattir.İnsan dahil pozitif varlıkların tümüne melek denir. Yani yarar ve hayır üreten her şey aynı zamanda bir melektir. İnsan dahil negatif varlıkların tümüne şeytan denir. Yani zarar ve şer üreten her şey aynı zamanda bir şeytandır.)27-) Şüphesiz ahirete iman etmeyenler, meleklere (yağmur- rüzgar- fırtına- kasırga, yıldırım) dişi isimleri veriyorlar.28-) Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna tâbi oluyorlar. Şüphesiz zan, haktan yana hiçbir şey ifade etmez.29-) Öyle ise bizim zikrimizden (Kur'an'dan) yüz çevirenden yani dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden sende yüz çevir.30-) İşte onların ilimden kavrayabildikleri bu kadardır! Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı daha iyi bilir. Yani O, hidayete ereni de iyi bilir.31-) Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. (Bu) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzellik yapanları da daha güzeliyle mükâfatlandırması için (böyle)dir.32-) Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve fuhşiyattan (cimrilikten) uzak duran kimselerdir. Şüphesiz Rabbin, mağfireti çok geniş olandır. Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için nefislerinizi arındırmayın. Çünkü O, takva sahiplerini en iyi bilendir.Kıraat Farklılığı(Âyette geçen "kebêiral ismi" "büyük günahlar" ifadesi, tekil olarak "kebîral ismi" "büyük günah" olarak da okunmuştur. Yani büyük günahtan maksat "şirktir"Dolayısıyla bir insan güzel ahlak sahibi olur, malını infak eder ve dinini Allah'a özel kılarsa (ihlas) cennete girer.)33,34-) Şimdi yüz çevireni; pek az verip de kaskatı cimrileşeni gördün mü?35-) Gayb'ın ilmi kendi indindedir de o gerçeği mi görüyor?36,37-) Yoksa, Mûsâ'nın ve (hanif İslam'a) vafâlı İbrahim'in sahifelerindeki şu gerçekler kendisine haber verilmedi mi?38-) Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez.39-) İnsan için çalıştığından başka hiçbir şey yoktur. 40-) Yani çalışması ileride görülecektir.41-) Sonra çalışmasının mükâfatı kendisine tastamam verilecektir.42-) Yani en son varış Rabbinedir.43-) Ve şüphesiz ki O, güldüren ve ağlatandır.44-) Ve şüphesiz ki O, öldüren ve diriltendir.45,46-) Ve O, iki eşi, erkeği ve dişiyi, (rahme) atıldığında az bir sudan (meniden) yaratmıştır.47-) Şüphesiz tekrar diriltmek de O'na aittir.48-) Şüphesiz O, zengin yapan yani muhtaç olmaktan kurtarandır.49-) Ve şüphesiz ki O, Şi'râ'nın Rabbidir.50,51-) Şüphesiz O, önce gelen Âd kavmini ve Semûd kavmini helâk eden ve hiç kimseyi bırakmayandır.52-) Daha önce de Nûh'un kavmini helâk etmişti. Şüphesiz onlar daha zalim ve daha taşkın kimselerdi.53,54-) O, "Mu'tefike"yi de kaldırıp yere çarpmış ve onlara örttüğü azap örtüsünü örtmüştür.55-) O hâlde Rabbi'nin nimetlerinin hangisinden şüphe ediyorsun (ey insan!).56-) İşte bu (Kur'an) da önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır.57-) Yaklaşmakta olan (kıyamet iyice) yaklaştı.58-) Onu Allah'tan başka kimse açığa çıkaramaz.59,61-) Şimdi siz bu sözü mü acayip buluyorsunuz! Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?62-) Haydi Allah'a secde edin yani sadece O'na ibadet edin.(Necm Süresinin Sonu)
1 Temmuz 2022 Cuma
CEMAAT VE TARİKATLARIN İNANÇ VE KARAKTERLERİ(5.YAZI)Milli ve temiz olanları tenzih ederim ama Türkiye'deki cemaatlerin büyük bir bölümü inanca dayalı anonim şirket ya da mafya örgütlerini çağrıştırıyor. Bunların her birinde "şefkat tokadı" gibi korkutma yani susturma yasası var ve olabilecek her hangi bir kopuşu bela korkutmaları ile engelliyorlar. Fethullah Gülen Cemaati'nin devletin en temel kurumlarını ele geçirmesi ise Türkiye Cumhuriyeti adına beka sorunudur. Cemaat kültüründe malum sorgulama yoktur verilen emirleri kayıtsız şartsız kabullenmek yani biat inancı hakimdir.Dolayısıyla böyle yapılar bütün devletler için bir tehdittir. Çünkü örneğin bir Türk subayı cemaat mensubu olursa emri komutanından değil cemaat Şeyhinden alacaktır.Aynı şekilde cemaat mensupları polis ve yargıya sızarsa bunlar hukuk ve kanuna göre değil, cemaatin çıkarları ve Şeyhin buyruklarıyla hareket ederler. Yeni ifşa edilen rezillik malumdur.Yargıtay'da siyasi olmayan bir ceza dosyasının hükmü bile Pensilvanya'da "Hocaefendi" tarafından verilmiştir ki bunu açıklayan Ak Partili eski Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'dir.Düşünün sıradan bir ceza dosyasına hüküm için bile Şeyh'e müracaat ediliyor. Cemaat lideri veya tarikat Şeyhi yabancı bir gücün kontrolüne girdiği an ise, cemaat ve tarikat müritlerinin tamamı dış dinamiklerin ajanı ya da askeri olacaktır.Buradan bakınca cemaat veya tarikat müritlerinin devlette görev yapmaları yasadışı kanlı bir örgütün devlete sızmasından daha tehlikelidir. Evet cemaatlerin pek çoğu şeklen silahsız görünse de aslında örgüttürler ve devlet için tehdit teşkil ederler. Bunlar tıpkı DHKP-C gibi hücre sistemi ile çalışırlar.Işık ya da öğrenci evleri bu tür örgütlenmelerin üreme merkezleridir.Üniversiteyi kazanan gençler buralarda ehlileştiriliyor.Devletin yeterli yurt yapmaması sebebiyle özellikle taşra kökenli gençler bu cemaat örgütlenmeleri tarafından çok kolay avlanıyorlar. İnanç gibi güçlü bir olguya, imkansızlık, sahipsizlik, çevre, kimlik ve kişisel statü ilave edildiğinde gençlerin ele geçirilip paketlenmesi zor olmuyor. Yukarıda belirttik, bu yapılarda kayıtsız- şartsız lidere ve Şeyhe biat inancı yani teslimiyet esastır.Zerre mübalağa etmiyorum, cemaat önderleri müritlerinin gözünde Allah ve Resul misalidir. O önderler müritlerine dininizi değiştirin deseler bile pek çoğu anında dinini değiştirir zira onlara göre o emirde bir kerametin olduğuna inanırlar.Başka bir ifadeyle cemaatlerin pek çoğunda İslam Allah'ın değil, kendi şeyhlerinin söyledikleridir.Cemaatlerin devlete zısmasının sonuçlarını Türkiye çok ağır bedeller ödeyerek yaşadı ve hâlâ yaşıyor. Beş bin yıl mâzisi olan Türk Ordusuna karşı Pentagon ile NATO'nun başlattığı kumpas ve operasyonlar bir cemaat kullanılarak gerçekleştirildi. Mülkün temeli adalet, o cemaat müritleri tarafından yerlere serildi.Asayişi temin görevi olan polis, o münafıkların sızması sonucu çeteleşti.
29 Haziran 2022 Çarşamba
CEMAAT VE TARİKATLARIN İNANÇ VE KARAKTERLERİ(4.YAZI)İstisnasız hiçbir cemaat ve tarikat lider ve şeyhinin günah işlediğini veya hata ettiğini hiçbir zaman kabul etmez.Bu durumu İhlas içindeki abiler takımına sorduğumda onlar Enver Ören'e zerre toz kondurmuyorlardı. Hele bir tanesine somut bir veri gösterince bana aynen şunları söylemişti:"Enver Abi'ye büyü yaptılar demek"Evet cemaat anlayışına göre Enver Ören'in yanlış yapması ya da günah işlemesi bile ancak büyü ile mümkün olabilirdi, zira Ören günahlardan münezzehti.Bu bakış sadece İhlas'ta değil bütün cemaatlerde aynıdır.Yine bir ara İstanbul'da İhlas Holding'de cemaatin önde gelenlerinden biri güya beni etkilemek için şunları anlattı:"Enver abimiz o kadar mübarek bir zattır ki, bütün akşam namazlarını Mekke'de, yatsıyı Medine'de, sabah namazını da Mescid'i Aksa'da kılarlar. Gülerek sözünü şöyle kestim:-Dün akşam bir istisnası oldu galiba, zira Gülben Ergen ile beraberdiler.-Tevbe de Sabahattin BeyYahu dur telaşlanma... Enver Bey'le dün randevum vardı. Akşam ezanı okunmadan özel kaleminde beklemeye başladım. Kim var içeride diye sordum. Gülben Ergen'le programı için toplantı yapıyor dediler. Yatsı ezanı okunana kadar görüşmeleri devam etti.Onun için Enver Abi akşam namazını Mekke'de kılamadı zira toplantıdaydı. -Ruhaniyetleri oraya gitmiştir.Gerçekten de Türkiye'deki bütün cemaatlerde durum budur. Hangi cemaate ve tarikata giderseniz gidin şeyhleri Allah'ın ya da Allah Resulü'nün yeryüzündeki acenteleridir ve hepsi kanatlıdır, yani uçarlar. Cemaat analizlerinde altı çizilmesi gereken husus bu yapıların sadece dini değil sosyal bir örgütlenme olduklarıdır.Şehirleşme ile beraber kırsal kesimden göçen muhafazakar halk İşte bu cemaat örgütlenmesi ile oluşturduğu klanlarla ayakta durur ve değerlerini o şekilde muhafaza eder. Kız alıp vermelerden ticarete kadar pek çok şey kendi aralarındadır. Tekrar İhlas'a dönersek, ameliyat sonrası iyileşmemle beraber zaten gönlümden çıkardığım TGRT ile Türkiye gazetesinden istifa ettim ki o kurumda dilekçe vererek ayrılan ilk isim bendim.İstifam sonrasında veda etmek için Enver Bey'in Sarıyer'deki evine gittim. Ve tam üç saat ben konuştum o dinledi. Burada yazamayacağım her şeyi ama her şeyi yüzüne söyledim ve tevbe et dedim. Enver Bey hiç unutmam"Benim için anlatılan pek çok şey yalan, inanma" deyince şahit olduğum birkaç hadiseyi kendisine aktardım; bir tanesini buradan nakledeyim. Bir gün yine TV programı için Ankara'dan İstanbul'a giderken uçakta hemşerim olan Nurol Holding'in patronu Oğuz Çarmıklı ile karşılaştım. Oğuz bey hayrola deyince "Program için gidiyorum" dedim. Program sonrası buluşalım diye ısrar edince tamam dedim ve o gece İstanbul'un barlarına yelken açtık. Güzel bir barda kamuoyunda tanınan ünlü hanımlarla sohbet ederken Oğuz Bey beni "TGRT" den diye tanıtınca bir tanesi "Enver Abi, Enver Abi onu özledim" demeye başladı. Bunu söyleyen hanıma "Enver Bey'i nereden tanıyorsun?" deyince ünlü üç isim birden kıkırdamaya başladılar. Dahası bir tanesi "Ayol biz TGRT toplantılarını Enver abi ile buralarda yani barlarda yapardık" demez mi!.. Tersleyince, "inanmıyorsun ama ben şimdi bile onunla konuşurum" dedi. "Gecenin saat üçünde Enver Bey seninle mi konuşacak. Hadi oradan!" dedim."Ayol adam gece uyumuyor" diyen sarışın, telefonunun tuşlarına bastı ve şunları söyledi: "Uyandırdın mı yoksa sizi?" Ve telefonu kulağıma dayadı. Evet telefondaki Enver Ören'di ve sesin ona ait olduğunu yıllardır telefonla onunla en çok konuşanlardan biri olarak en iyi ben bilirdim.Bütün bunlarla beraber, Enver Ören kendisinin yüzde yüz Allah tarafından seçilmiş olduğuna inanır ve her hareketinin ilahi olduğunu düşünürdü. Bir gün yine buna benzer bir şey söylediğinde araya girip şaka ile "Seda Sayan'ın elini tutmak da ilahi bir emir mi? diye sorunca şöyle bir karşılık aldım:"Sana hiç açık vermeye gelmiyor. Anında çakıyorsun. Ama senin bu açıksözlülüğünü seviyorum. Mertsin ve arkamdan değil yüzüme karşı söylüyorsun"Tarikat ya da cemaat önderlerinindeki bu kendine aşık haller yani narsist tezahürler rol gereği değildir. Gerçekten öyle olduklarına inanıyorlardı... Bütün cemaat müritleri önderlerini hâşâ Allah'ın vekili gördüğünden ve öyle davrandıklarından olsa gerek, şeyh'lerde bir süre sonra gerçekten öyle olduklarını düşünürlerdi. Başka bir ifadeyle cemaat önderlerinin etrafının gazlamaları ile ruh halleri bozuluyor, uçuşa geçiyorlardı. Enver Ören çok zeki bir insandı. Öyle olmasa zaten biyoloji öğretmenliğinden oralara tırmanamazdı.Bir gün kendisine,-Enver abi haram diye kadının elini sıkmıyorsunuz, evinizde harem- selamlık var ama maşallah önünüze çıkan bütün güzel hanımları kucaklıyorsunuz. Cevap: Sabahattin, Holding'deki hanımlar benim için cariye hükmündedir."Nasıl" diye sorunca devam etti:- İaşesini sağladığın hanım sana dinen haram sayılmaz.- Peki nikah o zaman niye var?Bas parayı ya da ver maaşı oldu bitti mi yani? ----Cariye diyorum. Eş demiyorum. Cariyelerde nikah aranmaz.- Peki cariye olmak için gayrimüslim olmak gerekmiyor mu?- O da var ama esas olan nafakasını sağlamaktır.-Enver abi bunun bir yerde söylemeyin.Hem siz hem İslam zarar görür.(Takkeli Firavunlar- s. 128, 129, 130,131)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(248. YAZI)Necm Süresi 62 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla"CİBRİL" MELEK Mİ, VAHİY Mİ? Yahudi rivayetlerini ve Hristiyan ictihadlarını yani İsrailiyattan intikal eden yanlış algıları düzelten vahiy, “Cibril” olmaktan çıkarılmış, geleneğin algıladığı kanatlı büyük bir melek “Cebrail” olmuştur. Kur'an'da bir çok detay bulunurken, hiçbir yerinde “Cibril vahiy meleğidir” şeklinde bir âyet bulunmaz. Bu inanç, Şii ve Sünni din adamları tarafından rivayetler ve ictihadlar kanalıyla Yahudi ve Hıristiyanlardan getirildi. Halbuki Kur’an’ın, "Cibril" anlayışı, tahrif olan tevhid sistemini “onaran" anlamındadır. Yani vahyin bir özelliğidir.Aslında Kur'an'ın kavramları insanlara bir aydınlıktır. İnsanlığı geliştirmek için ileriye dönük kavramlardır.Fakat ilk dönem muhaddis ve müctehidlerin dar anlayışları bu kavramların kararmasına sebep olmuştur. "Cibril" kavramı melek değil, vahiy'dir. Aslında "Cibril" Kur'an'ı indirmemiştir, Allah indirmiştir. Vahyini indirmede yüce Allah hiç kimseye ihtiyaç duymaz. Kur'an, hiçbir âyetinde Cibril'in “nebi" ve "resüllere"vahiy indirdiğini” söylemez!Cebr: Güç, kuvvet kullanmak. El: O gücün sahibi, İlâh. Yani; “İlah’ın onaran gücü vahiy” anlamındadır. Bize geldiği kök itibariyle “kudretli ilâh” anlamında, İbranice dilinde “Gabriel”dir.Fakat sonradan yahudiler rivayetlerinde vahyin bir özelliği olan "cibril'i" (büyük melek) anlamında kullanır olmuşlardır. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri de Yahudilerden aldıkları bu anlamı yine rivayetler yoluyla kutsal kabul ettikleri kaynaklarına sokarak Kur'an’ın ortaya koymak istediği anlamı tahrif etmişlerdir. "Kutsal Ruh" melek değil, bozulmuşu tamir eden "Cibril" dir. Yani "vahiy" olduğunu söyleyebiliriz. Kur'an'da bir çok kavram "Allah, vahiy ve Resül" bağlamında kullanılır. (Ruhu'l Kudus, nur, hak, kerim, aziz) gibi. Dolayısıyla Bakara 97.âyette geçen Cibril; “melek” değil, tahrif olan önceki vahyi tamir eden Allah’ın ruhu olan vahiy'dir.Bir başka değişle, Allah’ın toplumu onaran mesajlarıdır. Böylece "cibril" vahiy indiren değil, inen oluyor. "Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Ruhu'l Emin uyarıcılardan olasın diye apaçık Arap dili ile senin kalbine inmiştir" (Şuara-193,194,195)194.âyette bulunan kelime" nezele bihi ruhu'l emin" dir. Yani (Ruhu'l emin onunla indi) anlamındadır. Bakara-197.âyette geçen “Allah’ın izni” deyimi; “kendisinin koyduğu yasaya tabi olarak” anlamındadır. Burada ilk bakışta “Kur'an'ı Allah’ın izniyle cibril indirmiştir” gibi bir algı doğabilir. Bu yanlış algıya sebep olan “izin” kelimesidir. Oysa “Allah’ın izni” ifadesi trafik polisinin vatandaşa izin vermesi, yada bir öğretmenin talebesine izin vermesi gibi bir izin anlamında değildir. Buradaki (insanın insana karşı) “izni”nde bir talep karşısında “isteğin yerine getirilmesi” durumu vardır. Fakat âyetlerde geçen "Allah’ın izni" ifadesi “yasası gereği” diye anlaşılmalıdır. Cibril yada Kur'an Allahtan “inmek ve indirmek izni” istememiştir ki Allah izin versin. Dileyen zaten Allah’ın kendisidir. "Kendi izniyle; kendi yasaları dahilinde demektir. Kur'an’da on’dan fazla yerde bu ifade geçer. Konumuzla ilgili Mâide 16.âyet şöyledir:Rızasına uyanları Allah onunla selâmet yollarına eriştirir, onları İZNİ ile zulümattan nûra çıkarır ve onları sırat'ı müstakime (dosdoğru bir yola) hidayet eder. “Allah’ın kendisine iznin” kendisi tarafından koyulan yasalara uymak olduğunun en güzel kanıtıdır. Bu âyette geçen"hi" “o” zamiri diğer birçok âyette olduğu gibi, kendisini yani yüce Allah'ı işaret eder, bir meleği işaret etmez. 98.âyette “Kim Cibril’e düşmansa” buyruluyor. Burada herkesin anlayabildiği ve inancına meydan okuduğu için düşman olabileceği bir cibril (onarıcı vahiy) vardır. İnsan bir şeyi görmeden, onu duymadan ve ona muhatap olmadan niye düşman olsun?Ona düşman olması için onun inancına, geleneklerine ve menfaatine saldırmsı gerekir.İşte bu yüzden de inen’dir. Ateistler dahil, hiç kimse meleklere düşman olmaz. Meleklere düşman olunacak bir sebep yoktur, ama vahye düşman olunacak sebep çoktur.Yani 98. âyette kastedilen "düşman" "melek" "Cebrail" değil, "vahiy" Cibril’dir. O kendisine düşman olan Yahudileri, Hristiyanları, Şiileri ve Sünnileri ilgilendiren “yasa”dır. Yanlış anlaşılmasın söz konusu gruplardan maksat insanları İslam'dan uzaklaştıran din adamlarıdır.Yoksa Kur'an'ın ümmilere karşı bir düşmanlığı yoktur. Bakara 98.âyette orjinal ifadeyle bir de "Mikéle" kelimesi eklenmiştir. Şia ve Ehl-i Sünnet'te "mikail" meleği olarak tahrif edilen bu kelime Kur'an’da yalnız bu âyette geçmektedir. Ümmi insanlara öğretilen, "yağmur ve kar yağdıran, rüzgârları estiren yani doğa olaylarını düzenleyen" meleğin adıdır.Oysa Kur'an'da yani orijinalinde "Mikail" geçmez. Yani “Mikéle” kelimesine, aynen cibril’de olduğu gibi “iyl” eki gelmemiştir. Kuran’da “Mikéle” geçer.Bu uydurma işlem anlamın değişmesine sebep olur. Kur'an’da var olan mikéle’yi, mikâil’e çevirirseniz sadece kavramları tahrif edersiniz. Yani Kur'an'ı anlamada hava almış olursunuz.Bunun düşmanlıkla ne ilgisi var? Bir insan "mikâle"ye niye düşman olsun?Sizin aklınız yokmu? Oysa biz orjinal anlamı olan “büyük reis” kavramını verirsek, Kur'an’ın bahsettiği “düşman olmak” deyimi, yerine oturur. İşte o zaman Yahudilerin ve benzerlerinin “neden” düşman olduklarını anlayabiliriz. Yine İbranice’den gelen ve 98. âyette geçen "mikéle" kelimesi; “büyük reis ” anlamına gelmektedir. Tevratta "miké" Nebi anlatımı mevcuttur. Kur'an’da geçen “mikéle” ifadesi, son Nebi ve Nübüvvete bağlı son Resül olan Muhammed(a.s) ın bir niteliği olduğu açıktır. Bu âyet Allah Resülüne düşmanlık eden yahudileri uyarmak için nazil olmuştur.Onların dilinden konuşulmaktadır. Onların düşmanlıkları Allah ve Resul’üne idi. İşte bu yüzden hurafe inançlarını ve kötü ahlaklarını deşifre eden "Cibril’e" (vahye) ve "mikéle’ye" (Resül'e) düşman oldukları bildirilmektedir. "Cibril" ve Mikél" ifadelerinin Yahudiler bağlamında kullanılması, Yahudilerin bunları biliyor olmalarından kaynaklanıyor. Çünkü Mekke'de inen sürelerde Cibril ve Mikél kavramları geçmez. Zaten 99. âyette geçen “biz sana apaçık âyetler indirdik” cümlesi de cibril’in "toplumu onarıcı vahiy" olduğunu, mikéle’nin de "vahiy temsilcisi yaşayan Resul" olduğunu ispatlamaktadır. Bir çok kavram gibi "cibril’in "cebrail’e" dönüştürülmesi, Kur'an'ı anlaşılmaz bir metin haline getirmiştir.Kur'an'da “Cibril” kelimesi üç yerde geçmektedir. (Bakara-97,98; Tahrim-4)Tahrim süresi 4. âyette"...Onun (Nebi'nin) mevlâsı ancak Allah’tır, Cibril'dir (vahiy), müminlerin salih olanları ve bunların ardından melekler de ona destektir" buyruluyor. Şimdi bu âyette Nebi'ye yardımcı olanlar sayılırken,"vahiy" olan "Cibril’in" sayılmaması ne kadar büyük bir eksiklik olurdu. Bu âyette geçen “Cibril”in bir olay karşısında, ona hemen yardımcı olan Rabbimizin direk bildirdiği vahyin olduğu gayet açıktır. Dolayısıyla Allah'ın izniyle Nebi(a.s) için en büyük ve en önemli destek vahiy'di.Bu âyette bulunan "Cibril’in" melek olmadığına başka bir delil de; “Meleklerin” de Nebi'ye yardımcı olduklarını söylemesidir. Eğer Cibril bir melek olsaydı, bu âyette Cibril'i andıktan sonra bir de “melekler” diyerek tekrar yapmaması gerekirdi. Meallerin çoğunda Cibril kelimesi geçmediği halde parantez içinde “(Cebrail)” yazılması doğru değildir. Mesela: Tekvir süresi 19-25 âyetlerini incelediğimizde; Resülün Muhammed (a.s) olduğunu, vahyi aynen tebliğ ettiğini ve itaat edilen olduğunu görüyoruz: "Şüphesiz o (Kur'an) kerim, kuvvetli ve Arş'ın sahibi indinde mekin, kendisine itaat edilen bir Resül'dür. (Tekvir-19/21)“Şüphesiz o çok kerim bir Resul sözüdür“ âyetindeki "hu" (o) zamiri, vahyi/Kur'an'ı göstermektedir. Yani âyette bulunan “Resül sözü”, elçilik yapanın kendisine ait sözler değildir.Onu Resül olarak gönderen otoriteye ait sözlerdir. Söz konusu Resül, son vahyin sahibi olan Muhammed(a.s) dır.Resülün “Cebrail” olduğu şeklindeki ifadeler doğru değildir. “Resül sözü” ile kastedilen de vahiy'dir.Vahiy Resülün dilinde hayat buluyor.Resül olmadan vahiy, din, iman, İslam diye bir şey olmaz. Yüce Allah, Nebi ve Resüllere arada hiç bir aracı olmadan vahiy indirmiştir. Necm Süresi 1-) Necm’e (bölüm bölüm açığa çıkararak hakkı anlatana) yemin olsun ki,2-) Arkadaşınız (Muhammed) ne saptı ne de yanıldı! 3-)(Ey müşrikler! İddia ettiğiniz gibi) (O Resül) hevasından konuşmaz!(Bu konuşma normal hayatta ticaret yaparken veya hanımlarıyla yaptığı konuşma değil, Resul’ün görevli olduğu vahyi (Kur'an'ı) insanlara bildirme konuşmasıdır. Çünkü Mekke müşrikleri Resül (a.s) a iftira ederek vahyi uydurduğunu söylüyorlardı) 4-) O (okuduğu) yalnızca (kendisine) vahyedilen vahiy'dir. (Yani kendisine yüce Allah’ın vahyettiği vahiyden başka bir şey değildirKur'an'ı önemsemeyen, onun anlaşılmasını engelleyen, onun yerine uydurulmuş dine tâbi olan mukallit mezhepçilerin en önemli argümanlarından ve Kur'an'dan kaçış bahanelerinden biri de yukarıda bulunan Necm Süresi 3.ve 4. âyetleridir.Şia ve Ehli Sünnet'in din adamları bu iki âyeti şu şekilde anlamışlar."Allah Resulü (aleyhisselam) ın hadisleri de birer vahiy'dir!!Çünkü o hevasından konuşmaz. Dolayısıyla ondan rivayet edilen bütün hadisler de Kur'an gibi Allah'tan gelmiş vahiy gibi kabul edilmeleri gerekiyor. Onları kabul etmeyen Resulüllâhı reddetmiş olacağından dolayı dinden çıkmış olur!!"CEVAP:Peki, Necm suresi 3.ve 4.âyetleri Kur'an'ın bağlamına göre hangi anlama geliyor.Daha önceki yazılarımızda Ehli Sünnet ve Şia din adamlarının Kur'an'dan hiçbir şey anlamadıklarını yazmıştık.Hatta Şia ve Ehli Sünnet din adamları Yahudi ve Hristiyan din adamlarından daha bozuk bir din oluşturduklarını da sürekli olarak söylüyoruz. Şia ve Ehli Sünnet din adamları Kur'an'da manasını bozmadıkları bir kavram bırakmadılar.Şimdi Ehli Sünnet ve Şii âlimlerinin şu karanlık üstüne karanlık cehaletlerine bir göz atalım.Necm süresinin ilk âyetlerinde geçen, "O, kendi hevasına göre nutuk atmaz (konuşmaz) onun bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir" mealindeki âyetler delil gösterilerek, Resul (a.s) dan asırlar sonra onun adına iftira edilen hadislerin de vahiy olduğu nasıl iddia edilebilir?Oysa bu âyetlerde "vahiy" olduğu bildirilen sözlerNebi (Aleyhisselam) den sonra onun adına iftira edilen sözleri (hadisleri) değil, Resul'ün okuduğu, onun dilinde hayat bulan yani Allah'tan gelen âyetlerdir.Yani onun Allah'tan getirdiği Kur'an âyetleridir, Allah tarafından indirilen vahiydir. Bu kadar basit ve kolay anlaşılması gereken âyetler nasıl başka bir şekle sokulup çarpıtılır? Olay şudur: Mekke müşrikleri iftira ederek Nebi (a.s) ın, Resul olarak okuduğu sözlerin Allah'ın âyetleri (Allah'tan aldığı vahiy'ler) olmadığını ve bunları kendisinin uydurduğunu yani kendi (heva ve hevesi ile söylediğini) iddia ettiler.İşte Mekke müşriklerinin bu iddiaları ile alakalı bu âyetlere benzer bir çok âyet nazil olmuştur.Mesela:"Yoksa, "Onu (Kur'an'ı) kendisi uydurdu" mu diyorlar?De ki:Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi yardıma çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on süre getirin"(Hud-13)"Yoksa, Onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar?De ki :Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da hep beraber onun benzeri bir süre getirin."(Yunus-38)İşte müşriklerin bu iddialarına cevap olarak Necm suresinin ilgili on beş âyeti nazil olmuştur.Şimdi Şia ve ehli Sünnet âlimlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını anladınız mı?Ehl-i Sünnet ve Şia dini, insanın düşünmesini engelleyen, aklı dumura uğratan, statik, durağan iki batıl dindir. Akıllı ve bir mümin elinden geldiği kadar inancını, aklını, zihnini Ehli Sünnet ve Şia'nın karanlık dininden korumaya çalışır.) 5-) O’na kuvvetleri şiddetli olan (Allah) talim etti!(Allahtan daha şiddetli kim olabilir?)Müfessir ve mealcilerin bu âyete (Cebrail) demeleri büyük bir hatadır. Çünkü herşeyi vahiy'le öğreten yüce Allah'tır. Resülüne Kur'an'ı öğretmeye gelince neden bir aracı kullansın? Yüce Allah şöyle buyuruyor.“Rahman, Kur'an'ı öğretti” (Rahman-1,2)Necm 5.âyette bahsedilen fail, yüce Allah'tır. 6-) O (kuvve) kendini fark ettirdi, böylece de istiva etti (böylece de vahye açık hale geldi) (“zû mirratin” "kuvvet, akıl, güç olduğunu kabul edersek;“Kendisine o vahyi gönderen güç, kuvvetleri şiddetli, olağanüstü bir akla sahip olan Allah öğretti” demek mümkündür. Bu özellikleri Cebrail'e! vermek, Allah’a olan övgüyü başkasına yakıştırmak olur. Olağanüstü akla sahip olan kim? Bir melek! mi yoksa gökleri ve yeri ince ayar ve hassas denge ile mühteşem bir uyum içinde yaratan Allah mı?"Kuvvetleri şiddetli olan kim?Allah'ın izni (yasası) olmadan hiçbir şey üretemeyen bir melek mi yoksa sonsuz bir güce sahip olan yüce Allah mı?Öyleyse (vahyini Resul’ün kalbine indirmek için) kendini Resul’üne (bu konuda ve o anda) fark ettiren kim oluyor?Bu âyette ikinci bir saptırma ise, yine rivayetlerin etkisinde kalarak “festeva” kelimesini bir insan hareketi olan “doğruldu” kelimesiyle çevirmek olmuştur. Oysa burda kastedilen “kudretiyle hakimiyet kurmuş olan” anlamına gelmektedir.Bu da yüce Allah'ı ifade eder. “istiva” kelimesi kullanılırken, “O Rahman ki arşın üzerine istiva etmiştir"(Tâhâ-5) buyrulmuştur. Yani kudret ve kuvvetiyle onu hakimiyeti altına almıştır” anlamına gelmektedir.)7-) O, ufuk-u âlâ (tüm dışsallığı kaplamış - âfakta) olduğu halde!(Bunun cebrail olması mümkün değildir. Çünkü Allah’tan başka hiç kimse arşa hükmedemez.)8-) Sonra yaklaştı, tedelli etti. (Müfessir ve müctehidler yaklaşanı insan gibi tasavvur edip “cebrail” demişler. Oysa yaklaşan Kutsal-Ruh olan vahyin ta kendisiydi. Zaten bu âyetlerin konusu yüce Allahtan indirilen vahyin Resul’üne nasıl ulaştığı ile alâkalıdır. Eğer Cebrail diye bir varlık aracılık edip ulaştırsa idi, mutlaka adı bu âyetlerde geçerdi) 9-) İki yayın birleşimi (kâb-e kavseyn) veya edné (daha da alçak bir mekan) oldu!(Bu ifade Resülü Muhammed (a.s) la manevi yani simgesel bir yakınlaşma anlamına gelmektedir.)10-) Böylece kuluna vahyettiğini vahyetti. (Emin olun, bu âyet, bütün cebrail hikayelerini tek başına yıkmaya yeterlidir. Bu âyet, tam olarak taşı gediğine koyuyor, her şeyi yerli yerine oturtuyor, anlatılmak istenenleri mükemmel bir şekilde hulasa ediyor. Kendisine vahyedilen Muhammed (a.s) Cebrail’in kulu olamayacağına göre; gelen vahiy direk yüce Allah’tandır.) Lütfen şimdi dikkat edelim. 11-) Füad gördüğünü yalanlamadı! (Bu âyette “Görme” işleminin faili “gönül”dür yani fuad olarak gösteriliyor. Dolayısıyla bu âyete göre Allah Resul’ü (a.s) Melek Cebrail’i değil, “inen vahyi” “gönül gözüyle” görmüş ve onu yalanlamamıştır yani ona iman etmiştir. Biraz aklımızı kullanalım. Zira âyetler Cebrail’den değil, hep vahiyden bahsetmektedir.)12-) Gördüğü hakkında onunla tartışıyor musunuz?(Yüce Allah, Resülünün Cebraili mi, vahyi mi yada Allah'ı mı gördü tartışmalarına noktayı koyuyor. 10. ve 11. âyetler “Vahyi gönül gözü ile gördü”ğünü açıkça söyledikten sonra 12. âyetin gelmesi muhteşem oldu. Çünkü âyetler, Cebraili değil, inenin vahiy olduğunu açık olarak ortaya koyuyorlar.) 13-) Andolsun ki onu bir daha gördü 14-) Sidret-ül Mümteha yanında. 15-) Cennet-ül Me’va da Onun (Sidret-ül Mümteha’nın) yanındadır!(Sidratu'l Münteha ve Cennetu'l Me'va o günkü Mekke'de yaşayan herkesin bildiği, vahyin ilk geldiği yerleşim yerleridir) 16-) O an ki, Sidre’yi bürüyen bürüyordu. 17-) Basarı (basireti) ne kaydı ne de haddi aştı. 18-) Andolsun ki Rabbinin âyetlerinden (işaretlerinden) en büyüğünü gördü! (Resul’ün kalp gözü ile gördüğü elbette ki; inen vahiydi!Şimdi de dört âyette geçen “Ruhul-Kudüs”ün, “Mukaddes -Ruh” un "noksan sıfatlardan uzak" anlamında “Allah’ın ilmi” olduğunu Kur'an'dan görelim.)Üç âyette (Bakara-87, 253; Mâide-110) yüce Allah'ın, Ruhu'l Kudüs ile İsa (a.s) ı güçlendirdiği yer almaktadır. "... Meryemoğlu İsa’ya da beyyinâtı (açık kanıtlar) verdik ve onu Ruhu'l Kudüs ile destekledik..." (Bakara-87) Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları bu âyette İsa (a.s) ı bir Resül olarak, yüce Allah’ın onu vahiy'le güçlendirdiğini anlayamadaklarından dolayı konu ile hiç alâkası olmayan "Cebrail’i" araya monte ediyorlar. Böylece anlatımdaki edebi sanat, hikmet ve vahyin diriltici gücünü yok ediyorlar.Yahudilere “Vahiy'le ona destek verdik” demesi, O’nun da bir Resül olduğunun göstergesidir, ona iman edin" anlamına gelmektedir. Konumuz olan Bakara 87. âyetinin son cümlesinden de "kutsal ruhun" cebrail olmadığı, Resulullahın Allahtan aldığı ruhu/vahyi getirdiği anlaşılmaktadır:“... Fakat her ne zaman bir elçi hoşunuza gitmeyen bir mesaj getirmişse, ...”İsa(a.s) neyi getirmiş?"kutsal ruhu" Yani Allah’ın vahyini. Böylece konunun cebrail olmadığını anlıyoruz. “... Meryemoğlu İsa'ya beyyinâtı (apaçık kanıtlar) verdik ve onu Ruhu'l Kudüs (Allah’ın vahyi-kutsal ruh) ile güçlendirdik. ...”Bu âyetteki Allah’ın ilmi olan kutsal ruh’a, Kuran’da geçmediği halde (yanlış ve alâkasız bir yorum olan) “cebrail”i ekliyorlar. “Apaçık kanıtlar”ın yanında “Allah’ın vahyi” mi uygun olur yoksa Cebrail mi uygun düşer. Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları nazarları apaçık vahiyden, görünmez olan Cebrail’e dönderip konuyu anlaşılmaz kılıyorlar. ".. Hani sani Rûhü’l-Kudüs ile desteklemiştim... "(Bakara; 253)Bu âyette de yüce Allah İsa(a.s) ı güvenilir bilgi” olan vahi'yle destek verdiğini söylemektedir.Ve âyetin altında bu bilgiden kaynaklanan mucizeleri yapması sıralanmıştır. Âyetin Cebrail ile alâkası yoktur. Allah’ın izni olan tabiat yasasıyla ve uyum içindeki vahiy'le alâkası vardır. Yine diğer çevirilerde olduğu gibi “Cebrail Meleği” çevirisi müminlerin hayatında zerre kadar bir etkiye sahip değildir. Aksine noksan sıfatlardan münezzeh olan Yüce Allah'a bir yardımcı tayin ederek tevhid sistemi çökertikmeye çalışılıyor. İslam dininde melek olarak "Cebrail'in" hiç bir önemi ve misyonu bulunmamaktadır. Ama “kutsal ruh, saf bilgi, Allah'ın noksansız ilmi” yani “Allah’ın vahyi” çevirisi orjinaline de uygun olup, müminlerin hayatlarını vahiy'le güçlendiren ve etkileyen sonsuz bir moral gücü ve tükenmez bir motivasyon olmaktadır. Şuara süresi 193.âyette geçen Ruh-ul Emin'i “Emin Ruh”u da Cebrail’e çevirmişlerdir. Bu deyim sadece bu ayette geçmektedir. Bu âyette geçen “Ruh-ul Emin” ifadesini, Şia ve Ehl-i Sünnet müfessirlerinin tamamı, “Cebrail” diye açıklamışlardır. Bu doğru değildir. Yahudi kültüründen mezhep kaynaklarına sokulmuş, üzerinde düşünüp hiçbir eleştiriye tabi tutmadan uydurma kitaplarında kuşaktan kuşağa aktarılarak gelmiştir. “Ruhu'l Emin”in cebrail değil bizzat vahyin kendisi olduğunu ve ruhun'da bizzat Allah’ın kendi işi olduğunu Kur'an açıklar. Mesela: "Sana Ruh’tan sorarlar deki, ruh, Rabbimin emrindendir..." (İsra-85)(Bu âyette ne Cebrail’e en ufak bir işaret, ne de onu aracı kılma mevcut değildir)"Bununla güvene lâyık olan vahiy indi"Şuara-193)Ruh: Kadir- 4; Mü’min-15; Şura- 52, Nahl- 2, ve İsra 85 de doğrudan “vahiy” yada “vahyin kaynağı” anlamında kullanılır. Yüce Allah müminleri kendinden bir ruh ile desteklediğini açık olarak ortaya koymaktadır. (Mucadele-22)“Bu ifade Kur'an’da sadece bu pasajdaki Şuara- 193.âyette geçmektedir. Âyette bir sıfat tamlaması olarak ER-ruhu’l-Emîn şeklinde yer alan bu ifade, bir isim tamlamasıymış gibi “Ruhu’l-Emin” şeklinde telakki edilmekte ve böylece büyük bir yanlışlık yapılmaktadır. Nitekim Kur’an’ın Cebrail adındaki melek tarafından indirildiği yolundaki peşin kabule dayanan geleneksel anlayış, Şuara 193.âyeti “Onu Ruhu’l Emin (Cebrail) indirdi diye yanlış meallendirilmiş ve zihinlerde bu yanlışla yer etmesine yol açmıştır. Oysa bu meal, âyetin lâfzî manasına uygun olmadığı gibi, hem 192. âyetteki “O âlemlerin Rabbi’nin indirmesidir” ifadesi ile hem de Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğini bildiren yüzlerce âyetle çelişik hâle getirilmektedir. Âyetin metni “nezele” (indi) fiilinin geçişsiz [etken] olmasına rağmen, geçişli [edilgen] anlama gelecek şekilde "nezzele" “indirildi” olarak ifade edilmesinden kaynaklanmaktadır. Şuara 192.âyette “O (Kur'an) Rabbinin indirmesidir” deyip, 193.âyette, “(hayır) onu cebrail indirmiştir” denilir mi? Bu geniş bilgilendirmeden sonra âyetlerin mealini bir daha verelim."O, Ruh-ul Emin (güvenilir vahiy, sağlam bilgiler) apaçık Arapça bir lisan ile uyarıcılardan olasın diye senin kalbine indi" (Şuara-193,194,195)Şura 51. âyette de vahyin Cebrail tarafından indirilğini söylemez. Aslında Kur'an'ın hiçbir yerinde söylemez. Aksine Allah’ın, vahyi indirdiğini söyler. Direk vahiy'le olduktan sonra niye perde arkasından veya elçiyle bildirim göndermeye gerek olsun. Resulullah’ın direk kalbine vahyi göndermeyi bırakıp, kendine bu işi yapacak bir elçi bulundurması yüce Allah'a yakışmaz. Allah’ın beşerle konuşması:1-) Direk kalbine gönderdiği vahiy'le oluyor. Allah Resülüne vahyettiği gibi. 2-) Perde arkasından ses kulak aracılığıyla. Musa Aleyhisselâm örneğinde olduğu gibi. 3-) Elçi göndererek(Şura-51)Âyette geçen üçüncü şık konuşma olan "resül gönderme" ise, Lut ve İbrahim (a.s) a gönderdiği elçiler olabildiği gibi, Zekeriyya (a.s) ı yollayarak Meryem'e mesajlarını iletmesi de olabilir. Sonuç olarak:"Cibril" kavramının Medeni sürelerde bulunması hem Ensar hemde Yahudiler tarafından bilindiğini gösteriyor. Daha önce söylediğimiz bir cümleyi tekrar edelim, "Sırat'ı Müstekim, Hak, Nur, Aziz, Kerim, Mübin kavramları gibi, Ruh, Cibril, Ruhu'l Emin, Ruhu'l Kudüs" kavramları, Cibril ile ilgili kavramlar değil, Yüce Allah'ın fiil ve sıfatları ile yani vahiy'le ilgili kavramlardır.
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (10. YAZI)Abbasiler döneminde mihne sürecinde halife Me'mun yönetimine karşı kuvvetli bir direniş gösteren Hadisçiler ve rivayet dinin en fanatik adamı Ahmet bin Hanbel cahil halk nazarında büyük bir şöhrete kavuşmuştur.Aşağı yukarı yirmi yıla yakın süren "mihne süreci"ni hilafet makamına geçen Mütevekkil kaldırmış, ancak o da karşı mihneyi başlatmıştır.Doğası gereği hadisçilik, Kur'an'a dayalı tefekkür ve sorgulama yapabilen entelektüel bir yaklaşım değil, cehalet ve dedikoduya dayanan gelenekçi bir halk hareketidir.Hadis ehl-i, Kur'an ehli gibi özgürlüğü bir değer olarak görmediklerinden, yönetime baskı yaparak Mu'tezile'yi sakıncalı ilan ettirerek yasaklamıştır.Mu'tezile'nin yasaklanması aklı kullanma ve tefekkürün yani Ehl-i Rey'in de yasaklanmasını beraberinde getirmiş, böylece akla değer veren ilim adamları tarihten silinmiştir."Mu'tezile âlimleri, aklına ve düşüncesine değer veren müminleri dünya kültürünün en tepesine yerleştiren özgür bir irade oluşturma konusunda büyük bir fırsattı"(Roger Garaudy, yaşayan İslam, s. 67) Kur'an cahili hadisçi anlayış bu fırsatı tarihe gömmüştür."Son vahyin tarihinde bir Rönesans olabilecek aklı esas alan bu özgür hareket, hadisçiler tarafından mahkum edilmiştir.Kur'an'ın gelişinden sonra insanların sürekli bir ahlaki bozulma ve çöküşte olduğu yolundaki hadisler ve bu rivayetlerin Müslüman zihinde kabul görmesi tam bir trajedi meydana getirmiştir.Sanki Kur'an, insana hidayeti göstermeye değil, ölülerin ruhlarına okunmak için gönderilmiş, manası olmayan, ulaşılması ve anlaşılması imkansız bir kitap durumuna düşürülmüştür.Doğrusu aklı kullanmayı mahkum eden mukallit bir zihnin bu durumu görmesi de mümkün olmamaktır"(Atay, Hüseyin, 'Ehlü'Diraye- Ehlü'r Rivaye" Selefilik, s.71)Dolayısıyla 861 yılından itibaren İslam dünyası Kur'an ile birlikte tefekkür ve sorgulamayı tamamen kaybetmiştir.Artık Müslümanlar Rahmân ve Rahim olan Allah'ın değil, uydurma rivayet dininin muhatabı durumuna düşmüşlerdir.Yani hayatlarına yön veren Allah'ın indirdiği vahiy değil, muhaddis ve müctehidlerin rivayet ve içtihatları olmuştur.Halbuki Kur'an'ı Mübin, dinin Allah'a özel kılınması gerektiğini ve Allah'ın mesajı ile insanlar arasında bir aracı makamın yer almaması gerektiğini açık olarak ortaya koymuştur.Aslında Kur'an âyetleri üzerinde düşünme emri belli bir grup insana ve bir aileye özel olarak verilmiş değildir.Allah bütün insanlara hitap etmekte aklını kullanan herkesi muhatap almakta ve tüm insanlardan kitabı üzerinde düşünmelerini ve rehberliği sadece onda aramalarını istemektedir.Allah Resulü, tâbiin ve tabe-i tâbiin döneminde İslam dininin tek kaynağı Allah'ın kitabı iken mezheplerin kurumsallaşması ile dine ikinci bir kaynak daha eklenmiştir.Arkasından hiç bir zaman gerçekleşmeyen sözde icma ve daha sonra da kiyas dinin delilleri olarak belirlenmiştir. Abbasi halifeleri Mütevekkil, Mu'taz, Mehdi ve Kadirbillâh dönemlerinde hadisçiler dini düşüncenin oluşturulmasında sorgulanamayan tek egemen güç haline geldiler.Karşı mihne sürecinde Mu'tezile, bir düşünce ekolü olarak sindirildikten sonra da hadis ehl-i, Mu'tezile'nin dini anlamada öne çıkardığı aklı hedef tahtasına oturtmuştur.Hadisçiliğin oluşturduğu doğru din ve doğru kaynak algısı Kur'an'ın ortaya koyduğu algıların önüne geçmiştir.Dolayısıyla Müslüman zihinde rivayet inanç ve ahlakının öne çıkarılmasıyla da Allah tarafından indirilen vahiy yerine sünnet adı altında uydurma hadislere ve hadislerin üzerine inşa edilen ictihadlara itaat etme ve tâbi olma almıştır.Maalesef bu Kur'an'sız din ve zihinsel körlük bugün de ümmi halkın büyük çoğunluğunun imanına ve vicdanına hakimdir. Dolayısıyla İslam dininin tek kaynağı, ilâhi rahmet ve hidayetinin yegane eseri ve Resülün mirası olan Kur'an beşeri hezeyanların yanına layık görülmüştür.Halbuki bütün Resuller gibi Nübüvvet'e bağlı son Resulü'n de tebliğ ettiği vahiy'den başka bir şey değildi. Şia ve Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri yalnız Kur'an'ın dindeki konumunu parçalamakla kalmamış, Kur'an'ın muhatabı ve Yüce Allah'ın insanlara verdiği en büyük nimet olan aklı da en önemli tehlike ve tehdit olarak almışlardır.Aslında Allah'ın mesajı açısından akıl vahyin uydusu değil, muhatabı, araştırıcısı ve belirleyicisidir.Yani vahiy dosdoğru bir yol iken, akıl o yolu bulmaya çalışan bir ışıktır.Fakat Şia ve Ehl-i Sünnet'in rivayet dininde Kur'an'sız ve tefekkürsüz imanın değer olduğu, aklı kullanmaya ihtiyaç kalmadığı algısı yerleşmiştir. Yüce Allah'ın Kur'an'da Yahudi ve Hristiyan din adamlarına yaptığı uyarıları, Şia ve Ehli Sünnet âlimleri kendilerini ilgilendirmiyormuş gibi dikkate almadılar. Mezhep kaynaklarında Kur'an'ın dindeki konumu görmezlikten gelinmiş, dinde kaynak krizinin yolu kiyamet gününe kadar kapanmayacak şekilde açılmıştır. Artık Allah'ın son mesajının yerini uydurma rivayetler almıştır. Bu inanç ve ahlak bugün de Şia ve Ehli Sünnet dinlerinde karşı konulamaz bir irade ve egemenliğe sahiptir.İndirilen vahyin yanına vahye eşdeğer bir kaynağın ilave edilmesi ile ilâhi mesaj ve beşeri kaynaklar arasında var olan tutarsızlıkların sorgulanması bir yana, hadis ve sünnet olmadan âyetlerin anlaşılamayacağı, sünnetin (hadislerin) Kur'an'a egemen olduğu (essünnetü kâdiyetun alel kitébi) ve hatta sünnetin Kur'an'ı neshedeceğine dair inançlar her tarafı sarmıştır.
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(247. YAZI)Tur Süresi 49 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,7-) Tûr'a yani kayıt altında korunmuş ve yayılmış bir verakta olan kitaba ve "Beyt-i Ma'mur"a, yani yükseltilmiş tavana (göğe), tutuşturulan denize andolsun ki, şüphesiz Rabbinin azabı mutlaka vukû bulacaktır.8-) Onu defedecek hiçbir şey yoktur.9-) O gün gök şiddetle sallanıp çalkalanır.10-) Dağlar yürüdükçe yürür.11,12-) İşte o gün, içine daldıkları (şirk) havuzunun içinde oynayıp (vahiy ve Resulü) yalanlayanlara veyl olsun! 13,14-) Cehennem ateşine itilip atılacakları gün onlara, "İşte bu yalanlamakta olduğunuz ateştir" denilir.15-) "Bu Kur'an mı bir sihirmiş, yoksa siz mi (hakkı) göremiyorsunuz?"16-) "Girin oraya, ister sabredin, ister sabretmeyin, sizin için birdir. Siz sadece amellerinizin karşılığı ile cezalandırılıyorsunuz.17,18-) Şüphesiz muttakiler Rablerinin, kendilerine verdiklerini alarak zevk ve mutluluk içinde cennetlerde yani nimetler içinde bulunurlar. Rableri onları cehennem azabından korumuştur.19,20-) Onlara, "Dünya'da yapmakta olduklarınızın karşılığında, sıra sıra dizilmiş koltuklara dayanarak afiyetle yiyin için" denir. Biz, onlari, göz aydınlığı hurilerle eşleştireceğiz.21-) İman eden ve zürriyetleri de iman konusunda kendilerinin yoluna tâbi olanlar var ya, biz onların zürriyetlerini kendilerine ilhak ettik. Bununla beraber onların amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Her kişi kazandıklarının karşılığında bir rehindir.(Yani insanı kendi amelinden başka hiçbir şey kurtaramaz. Âyette mükemmel bir belağat ve icaz mevcuttur.) 22-) Onlara iştahlarının çektiği her türlü meyve ve etten bol bol sermiş olacağız.23-) Orada, (içilince) boş söz söyletmeyen, günah işletmeyen dolu bir kadehi elden ele ulaştırırlar.24-) (Kabuğunda) saklı inci gibi kendilerine özel gençler etraflarında tavaf ederler.25-) Birbirlerine mukabele ederek ("Ne güzellik yaptınız da bu nimetlere ulaştınız?" diye) sorarlar.26-) Derler ki: "Şüphesiz daha önce biz, ehlimiz içinde yaşarken (Allah'a isyandan) korkardık."27-) "Allah da bize minnet etti yani bizi iliklere işleyen zehirleyici azaptan korudu."28-) "Gerçekten biz bundan önce sadece O'na dua ediyorduk. Şüphesiz O, evet O Berr'dir, Rahîm'dir.("Berr, tehlike ve azaptan koruyan büyük erdem sahibi olan Allah demektir.)29-) (Ey Resûl!) O hâlde, sen (Kur'an ile) öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde, sen ne bir kâhinsin, ne de bir mecnun.30-) Yoksa onlar, "O bir şairdir; onun, zamanın felaketlerine uğramasını bekliyoruz" mu diyorlar?31-) Onlara de ki: "Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim."32-) Yoksa onlara düşleri mi emrediyor, yoksa onlar taşkın bir kavim mi oldular?33-) Yoksa "O Kur'an'ı (Muhammed) kendisi söyledi" mi diyorlar? Hayır, (sırf kibir ve gururlarından dolayı) iman etmiyorlar.34-) Eğer (söylediklerinde) sâdik iseler, haydi onun gibi bir hadis getirsinler!35-) Yoksa onlar başka bir şeyden mi yaratıldılar? Yoksa yaratıcı kendileri mi?36-) Yoksa, gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, (hakka karşı) ikna olmuyorlar.37-) Yoksa, Rabbinin hazineleri onların indinde midir? Ya da zorbalık ve soytarılık mı yapıyorlar?38-) Yoksa onların, kendisi vasıtasıyla (ilâhî vahyi) dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? (Eğer varsa) dinleyenleri, açık bir sultan getirsin!39-) Yoksa, kızlar O'na (Allah'a) da oğullar size mi?40-) Yoksa sen onlardan (tebliğ görevine karşılık) bir ücret istiyorsun da onlar, (onu) ödemekten ağır bir yük altında mı kalmışlardır?41-)Yoksa, gayb onların indinde, onlar da (ondan mı) yazıyorlar?42-) Yoksa, bir tuzak (kurmak) mı istiyorlar? Asıl, kâfirler tuzağa düşecek olanlardır.43-) Yoksa, onların Allah'tan gayrı bir ilâhı mı var? Allah, onların şirk koştuklarından subhandır.44-) Gökten düşmekte olan parçalar görseler, "Bunlar, üst üste yığılmış bulutlardır" derler.45-) Artık sen (şoktan) bayıltılacakları günlerine mulâki olana kadar onları kendi hâllerine bırak.(Âyette geçen "yus'akûne" "bayıltılacakları" kelimesi, bazı kıraat imamları tarafından "yes'akune" "bayılacakları" olarak da okunmuştur.)46-) O gün tuzakları kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir ve kendilerine yardım da edilmeyecektir.47-) Şüphesiz zulmedenlere bundan başka bir azap daha var. Fakat onların çoğu bilmezler.48 -) Yani Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin, (gözetimimizin altındasın) kalktığında Rabbini hamd ile tespih et.49-) Ve gecenin bir kısmında yani yıldızların batışından sonra O'nu tesbih et.(Tur Süresinin Sonu)
28 Haziran 2022 Salı
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (11. YAZI)Kur'an'ın yanına sünnet adı altında uydurma rivayetlerin de dini delil olarak konulması yani hanif İslam'a karşı Şiilik ve Sünnilik inancı asırlardan beri aralıksız ve katı bir şekilde hakimiyetini devam ettirmektedir.Emevi ve Abbasi devletleriyle başlayan süreçte ilim sahibi olmadan iman sahibi olmanın yüceltilmesi ve aklın itibarsızlaştırılması, din adamlarını semirtirken, iman eden ümmi insanları perişan bir hayata mahkum etmiştir. İşin başlangıcında rivayetçiler sadece hadisçilerden oluşmakta iken siyasetin yönlendirmesi ile bu kervana fıkıhçılar da katılmıştır.Uydurma dinin tarihine baktığımızda rivayeçilerin dört sınıfa ayrıldığını görüyoruz.1-) Allah Resulü'nden direk olarak rivayet eden hadisçiler.Bunlar, Resülüllâhın ölümünden sonra Ebubekir ve Ömer devrinde hadis rivayetinden yasaklandıkları halde daha sonra rivayete başladılar.2-) Kadim Hint ve İran dinlerine bağlı tasavvufçular ise direk olarak yüce Allah'tan rivayet etmeye başladılar.3-) Hicri üçüncü asırda Kur'an cahili mukallitler imamlarından rivayete başladılar.4-) Dördüncü asırda kelamcılar mezhep imamlarından rivayette bulundular.Bütün bu Kur'an cahillerinin ortak özelliği:"Din akılla değil, nakille olur" hezeyanıdır.Tabi "nakil" derken kasdettikleri Allah'tan indirilen vahiy değil, uydurma rivayet ve imamların ictihatlarıdır.Yani onlara göre Kur'an'ı imamlardan başka hiç kimse anlamaz.Bu Kur'an, ilim, hikmet ve akıl düşmanlarına göre imamların içtihatları din ve hüküm olarak kıyamete kadar geçerlidir.Dolayısıyla mezhep imamlarının ictihadlarını ve ilimlerini öğrenmekle dinde her şey çözülmüş olacaktır.Şia ve Ehl-i Sünnet dininin âlimlerine göre Kur'an'dan bağımsız olarak Nebi (a.s) da Allah ile beraber şeriat ve hüküm koyucudur.Yani uydurma dinin mensuplarına göre hadisler Kur'an'a eşittir ve hatta Kur'an'ın anlaşılması hadislere bağlıdır.Ehl-i Sünnet dininin meşhur âlimi Evzâi şöyle demiştir."Essünnetü kâdiyetun alel kitébi" "Sünnet kitab'a egemendir"Bu küfür ve şirk olan sözün günümüzdeki karşılığı şu şekildedir."Hadislerin Kur'an'a olan ihtiyacından daha çok Kur'an hadislere ihtiyaç duyar"Emevi-Abbasi Devletleri döneminden günümüze kadar islam adı altında uydurma rivayet dinini hayata hakim kılan ve acımasızca uygulayan bu Kur'an cahilleridir.İşte bundan dolayı ümmi insanların Kur'an'ı anlamak için akıllarını kullanmalarına izin verilmemiş, hidayet bulmalarına engel olunmuştur. Nebi ile Resul arasında bulunan farkları anlamayan, zihin bunalıklığı içinde kalmaya mahkumdur.Mesala, Nisa süresi'nin 59. ve Ahzab suresi'nin 36. ve benzer âyetleri delil olarak gösteren Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri,Allah Resulü'nden sonra onun Sünnet'ine (hadislere) uymanın farz olduğunu yani Sünnet'e uymanın Kur'an'a uymak gibi gerekli olduğunu ileri sürmüşlerdir.Elmalılı Hamdi Yazır da Nur süresi'nin 52. âyetinin tefsirinde Resul'e itaatin "Allah Resul'ünün Sünnet'ine ittiba" olduğunu ileri sürmüştür.(Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak dini Kur'an dili 5. cilt, 3533) Aslında Muhammed ( a.s) ın Kur'an'dan bağımsız olarak ikinci bir otorite olduğunu ortaya koyan bu şirk anlayış, Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri arasında genel kabul görmüştür.Özellikle mezhep önderi Şafi'i, fıkıh usulunu, "Hadislere dayanarak din ve hüküm olarak" koyan şahsiyettir.Şafi'i, şeriatın kaynaklarını, dört temele oturtmuştur."Kitap, (Kur'an) Sünnet (hadisler), icma ve kıyas.Halbuki dinin tek kaynağı Allah'ın kitabı olan Kur'an'dır.Kur'an'dan başka kaynağın olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet vardır.Daha Resul (a.s) hayatta iken indirilen vahiy ile din Allah tarafından tamamlanmıştır.(Mâide-3; En'am-115) Dolayısıyla Allah Resulü'nden sonra özellikle Emevi ve Abbasilerle başlayan süreçte Şia ve Ehl-i Sünnet'in oluşturduğu hadis ve sünnet algısı islam milletini tam bir cehalet, ihtilaf, taklit, kaos ve kargaşa ortamına sokmuştur. Şia ve Ehl-i Sünnet'in hadis ve sünnet konusundaki yanılgılarının temelinde Nebi ile Resul'ün arasındaki bulunan farkları anlamamaları dolayısıyla Allah ve Resulü'nü ayrı ayrı otorite olarak kabul etmeleri yatmaktadır.Rahmân ve Rahim olan Allah'ın emirlerini bize Resulü bildirmektedir.Yani vahiy Resulün dilinde hayat bulmaktadır. "Resul'e itaat, Allah'a itaattir"(Nisa-80)Ehl-i Sünnet'in önderlerinden olan Şafi'i, Nebi (a.s) ın "Allah'a itaat ile birlikte zikredilen Resul'e itaatin" Nebi'nin kendi düşünce ve tedbiri ile verdiği kararları kapsayıp kapsamadığı sorununu hiç araştırma konusu yapmamıştır. Eğer "Resul'e itaat" emri onun kendi düşüncesi ile vermiş olduğu kararları da kapsıyor olsaydı, Kur'an'a aykırı düşen bazı kararlarının ardından yüce Allah, Nebi'yi tenkit etmez, ona bu kararlardan dönmesini emretmezdi.(Tevbe-113; Tahrim-1; Enfal-67,68) Bu çerçevede örnek olarak "Nebi ( a.s) ın Bedir esirleri konusundaki kararı ile müşrik akrabalarına dua ve istiğfarını" vermek mümkündür.Dolayısıyla Allah ile Resulü'nün arasını ayırmanın lânetlik bir günah olduğunu Kur'an ortaya koymaktadır.(Nisa-150)İnsanların Resulü devreden çıkararak Allah'tan emir almaları mümkün değildir.Resul olmazsa vahiy, din, iman ve İslam diye bir olmazdı.Muhammed (a.s) ın Resullük görevi, yalnız Allah'ın inzal ettiği vahyi açık olarak tebliğ etmekse,(Âli İmran-20; Mâide- 67, 99; Nahl-35, 82; Râd-40)Resul'e itaat da doğal olarak Allah'ın indirdiği mesaja itaat olacaktır.Yani Resul (a.s) hiçbir zaman Kur'an'dan bağımsız bir misyona sahip veya ikinci bir otorite asla değildir. Yüce Allah Resulü'ne vekalet vermemiştir.(Hud-12; Zümer-62)Allah hükmünde hiç kimseyi ortak kabul etmez.(Kehf -26; Yusuf-40) Din adına neyin hak neyin batıl, neyin İslam neyin şirk olduğuna karar verecek tek merci Kur'an'dır.
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(246. YAZI)Zâriyât Süresi 60 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,6-) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş taksim edenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette sâdıktır. Din (hesap günü) mutlaka vuku bulacaktır.(Yukarıdaki âyetlerde rüzgar, bulut, deniz, ırmak, nehir, toprak, fırtına, kasırga, yıldırım gibi meleklerdir. Âyette dört element olan rüzgar, su, toprak ve ateşe kasem edilmiş de olabilir. Çünkü bunlar olmadan hayat diye bir şey olmaz. Bunlar en büyük meleklerdir.)7,8-) Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (din konusunda) muhtelif söz (ler) içindesiniz.9-) Ondan (Kur'an'dan) ayrılan kişi kendi aleyhine ayrılmıştır.10,11-) (Din konusunda Kur'an'a gitmeden) saçma sapan konuşanlar kahrolsunlar. Onlar söylediklerinin nereye gideceğinin farkında değillerdir.12-) "Din (hesap ve ceza) günü ne zaman?" diye sorarlar.13,14-) O gün onlar, ateş üzerinde sınanacaklardır. (Onlara) sınanmanızın sonucunu tadın! Acele gelmesini istediğiniz (azap) işte budur. (denilecektir)15,16-) Şüphesiz ki muttakiler Rablerinin kendilerine verdiğini (nimetleri) alarak cennetlerde yani pınarların içindedirler. Şüphesiz ki onlar bundan önce güzel ahlak sahibi kimselerdi.17-18) Gecenin pek az bir kısmında uyurlardı. Yani seherlerde istiğfar ederlerdi.19-) Mallarında isteyen yani (maddi imkânlardan) mahrum olanlar için bir hak olduğunu bilirlerdi.20,21-) İkna olanlar için yerde ve kendi nefislerinizde birçok âyetler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?22-) Gökte rızkınız yani size vaad olunan şeyler vardır.Âyette bulunan "semadaki rızk"tan maksat, yağmur, uçaklar, uydular, kar, dronlar, uydu sistemleri gibi gelir getiren" araçlardır.) 23-) Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki o (size va'dolunanlar), sizin konuşmanız gibi haktır. (yani gerçek olacaktır.)24-) (Ey Resûl!) İbrahim'in mukramin misafirlerinin haberi sana geldi mi?25-) Hani onlar, İbrahim'in yanına girmişler ve "Sana selâm olsun!" demişlerdi. O da "Size de selâm olsun." demiş, "Bunlar tanınmamış (yabancı) kimseler" (diye düşünmüştü).26-) Hissettirmeden ailesinin yanına gidip, (pişirilmiş) semiz bir buzağı getirdi.27-) Onu önlerine koydu. "Yemez misiniz?" dedi.28-) Yemediklerini görünce onlardan İbrahim'in içine bir korku düştü. Onlar, "korkma" dediler ve onu alim bir oğul ile müjdelediler.29-) Bunun üzerine karısı bir çığlık kopararak yönelip elini yüzüne vurdu. "Ben kısır bir kocakarıyım (nasıl çocuğum olabilir?)" dedi.30-) Onlar dediler ki: "Rabbin böyle buyurdu. Şüphesiz O, Hakim ve Alim olandır"31-) İbrahim, onlara: "O hâlde ey Resuller amacınız nedir?" dedi.32,34-) Onlar şöyle dediler: "Biz mücrim bir kavme (Lût'un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında müsrifler için isimlendirilmiş taşlar yağdırmak için gönderildik."35-) Mü'minlerden orada bulunanları çıkardık.36-) Zaten orada bir ev halkından başka müslüman bulamadık.37-) Orada, elim azaptan korkacaklar için bir âyet terkettik.38-) Ve Mûsâ da (ibretler vardır.) Hani biz onu mübin bir sultan ile Firavun'a göndermiştik.39-) O ise ordusuyla yüz çevirdi yani (Musa'ya) "Bu bir sihirbaz veya delidir" dedi.40-) Bunun üzerine biz de kendisini ve ordularını yakalayıp denize attık. O ise (pişman olmuş), kendini kınıyordu.41-) Âd kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgârı göndermiştik.42-) Üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül ediyordu.43-) Semûd kavminde de ibretler vardır. Hani onlara, "Bir süreye kadar yararlanın" denmişti.44-) Derken Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı. Bu yüzden bakınıp dururken kendilerini yıldırım çarpıvermişti.45-) Artık, ne yerlerinden kalkmaya güçleri yetti, ne de başkasından yardım görebildiler.46-) Bunlardan önce de Nûh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar fâsık bir toplum idiler.47-) Göğü (kudret) elimizle biz bina ettik yani şüphesiz biz onu genişletiyoruz.48-) Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.49-) Tezekkür edesiniz diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.50-) O hâlde Allah'a kaçın. Şüphesiz ben, size O'nun katından gönderilmiş mübin bir uyarıcıyım.51-) Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, O'nun tarafından gönderilmiş mübin bir uyarıcıyım.52-) İşte böyle! Onlardan öncekilere hiçbir Resul gelmemişti ki, "O bir sihirbazdır" yahut "bir delidir" demiş olmasınlar.53-) Onlar bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler (ki hep aynı şeyleri söylüyorlar)? Hayır, onlar taşkın bir kavimdir.54-) Onun için, onlardan yüz çevir. Artık kınanacak değilsin.55-) Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü'minlere fayda verir.56-) Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.İBADET NEDİR?Yüce Allah tarafından indirilen ve Resüller tarafından insanlara tebliğ edilen vahyin tek indiriliş sebebi ibadettir. (Hud- 1,2, 26; Yusuf- 40; İsra-23;Yasin 60;Fussilet 14; Ahkaf-21 Tüm Resüllerin kavimlerine tebliğ ettikleri ilke yalnız Allah'a ibadet etmek olmuştur.(Araf- 59,65,73,85; Hud-50, 61, 84; Müminun- 23,32)Kur'an'ın dininde ve dilinde ibadet, atalardan ezberlenmiş ve alışılmış, insanın hayatında olumlu hiçbir etkiye sahip olmayan, belli bazı ritüelleri yapmak değildir. Yüce Allah'ın tüm Nebilere vahyettiği ve Resul misyonuyla ilan ettikleri ilkelerin hepsine birden ibadet denilmektedir.Yani yüce Allah'ın emir ve yasakları arasında ibadet, tüm salih amelleri içine alan çatı katını temsil etmektedir.Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kitaba iman edilmediği sürece yani ihlas elde edildikten sonra yalnız Allah'a yani Kur'an'a teslim (İslam) olunduktan sonra insanların yaptıkları her güzel amel ibadet kategorisine girer.Dolayısıyla bütün meşru işler ve güzel amellerin hepsi ibadet hükmüne geçer.insan her an Rabbi olan yüce Allah ile beraberdir. Geleneksel dinde ibadet denilince insanların aklına sadece namaz, hac, salavat ve umre geliyor. Halbuki insan sürekli olarak ibadet halindedir. Hayatın amacı ve gayesi ibadettir. İnsan yüce Allah'tan bir an bile ayrı kalamaz. "O gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşın üzerine (kudretiyle) istiva edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı yani gökten ineni ve oraya yükseleni bilen yani nerede olursanız olun O sizinle beraber olandır yani Allah yaptıklarınızı görendir. Göklerin ve yerin mülkü onundur yani bütün işler ancak ona döndürülür" (Hadid-4, 5)"Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Yani bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah herşeyi bilendir" (Mücadele-7)İbadet fiziksel olarak yapılan bir şey değildir. Asıl ibadet zihinsel bir olaydır. Kişi gönül ve zihinle Allah'a teslim olmadıktan sonra ona ibadet etmiş sayılmaz.Din ve hüküm olarak Kuran'dan başka kitaplara iman edenler, Allah'a değil, ibadetleri kitaplarına iman ettikleri kişileredir. Bütün vahiy'lerin indiriliş amacı ibadettir. Vahyin önderliğinde Resüllerin ilk emri ibadettir.Yani Allah'tan başkasına kulluk yapmamalarıdır.Mesela: Tarikatçıların namazı Allah'a ibadet mi oluyor? Veya Süleymancıların ibadetleri yüce Allah'a mı gidiyor. Sürekli olarak Risale-i Nur okuyan, indirilmiş kutsal bir kitap olarak ona iman eden nurcular Allah'a ibadet mi ediyorlar? İbadet, vahiy ile ilgili bir durumdur. İbadet, teslim, iman, ihlas ve takva ile ilgili bir durumdur. Muhlis ve Muttaki olmayanın ibadeti yoktur. Yani din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmeyenlerin ibadeti tâbi oldukları tağut ve şeytanlar içindir. Allah'ın kitab'ı yerine Buhari'nin ve Küleyni'nin çöpten topladıkları ile besleneceksin sonra namaz ve ibadetin Allah olacak öyle mi? Kime iman ederseniz, ona ibadet edersiniz. Yani kimin sözleri ve emirleri gönlünüzde taht kurmuşsa, kulluğunuz onadır. Şeyhe iman eden Allah'a ibadet edemez. Mezhebe bağlı olanın ibadeti Allah'a olamaz.İsa (a.s) ın dediği gibi, "İnsan aynı anda hem krala hemde Allah'a hizmet edemez"Kur'an'dan yüz çeviren ibadet diye bir şey yapmamıştır. Muhammed bin İdris, Ahmed bin Hanbel, Numan bin Sabit ve Mâlik bin Enes'in mezhebine tâbi olanlar Allah'a ulaşamazlar. Ben Hristiyanım, Yahudiyim, Şiiyim, Sünniyim diyenlerin ibadeti İslam olamaz. Hayatın hepsi ibadettir yeni hayat ibadetten ibarettir. Bütün be gerçeklerden sonra şimdi biz Şii ve Sünni dine adamlarına ne diyelim?Daha ibadetin hangi anlama gelmeden üç beş ritüele ümmeti mahkum ederek, Kur'an'da var olan yüzlerce emir ve yasağın farkında bile olmamışlar.)57-) Ben, onlardan bir rızık yani yediklerini yaratmalarını irade etmedim.(Yani ben onlardan sadece bana ibadet etmelerini istedim. Onları altından kalkamayacakları bir şeyle sorumlu tutmadım. Onların rızıklarının yaratılmasını kendilerine bırakmadım. Onların görevi ibadet, benim görevim onları beslemek ve korumak yani hayatlarını idame ettirecek besinleri ve elementleri var etmektir.)58-) Şüphesiz Allah rızık verendir, metin kuvvet sahibidir.59-) Şüphesiz zulmedenler için (önceki müşrik) arkadaşlarının azap payı gibi payları vardır. Artık azabımı acele istemesinler.60-) Uyarıldıkları günlerinden dolayı kâfirlere veyl olsun! (Zâriyât Süresinin Sonu)
27 Haziran 2022 Pazartesi
SÜNNETULLÂH Kur'an'ı Mübin Müslümanların bakışlarını yüce Allah'ın gökyüzündeki kanunlarına çevirmekle aslında Rahmân ve Rahim olan Allah'ın kanunlarına göre cereyan eden usul ve kaidelere çevirmektedir. "İman edenler" bu hayatta ömür süren ilk insanlar değillerdir. Göklerde ve yerde, halklara, ümmetlere, devletlere ve fertlere hükmeden kanunlar cereyan etmekte ve hiç bir zaman bu kanunlarda bir sapma meydana gelmemektedir. Allah'ın göklerde ve yerde hâkim olan kanunları yani sonsuz ilim ve kudreti ölçüsüz ve tahmine dayalı yürümemektedir. Yani hüküm ve hikmet sahibi olan Allah istediğini yapmaya gücü yettiği halde hiç bir zaman keyfi bir iş yapmamaktadır.Allah abes bir şey yapmaktan uzaktır. "Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık"(Duhan-38)Dolayısıyla İslam toplumu o kanunları Kur'an'dan okuyup hedef ve amaçlarını kavradığı zaman, olayların arkasında bulunan esas hikmet ve hayırları ortaya çıkarmaya muvaffak olacaktır. Olayların tâbi olduğu kanun ve mükemmel düzenin sebatı veya o kusursuz düzenin arkasında gizli olan hikmet'in varlığıyla müminlerin gönülleri huzur ve sükünet bulacak, Allah elçilerine indirilen hanif dinin istikametini görecek ve sırf atalarından gelen taklidi imanla müslüman olduklarına itimat etmeyeceklerdir. Hayata hükmeden kanunlar aynıdır. Geçen zamanda meydana gelen, her zaman meydana gelecektir. Yüce Allah'ın, hayat çarkını üzerinde icra ettiği ve çarkın hareketini üzerinde yürüttüğü yegane şey ilâhi kanunlardır.Beşer hayatında sebepsiz ve kendiliğinden meydana gelen hiçbir şey yoktur.Ancak bu hayatta, herşey, değişmeyen, geride kalmayan, yaratılanlardan hiçbirine taraf tutmayan ve beşerin heva ve heveslerine göre yön değiştirmeyen sadece yüce Allah'ın göklerde ve yerde var olan sünnetine yani kanunlarına boyun eğmektedir. "Ben benimde Rabb'im sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. Çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, boyunu O'nun elinde olmasın. Şüphesiz Rabbim sırat-ı müstakim üzerindedir"(Hud-56)İman edenlerin, Allah'ın kitabında onlar için apaçık olarak ortaya konulan Rablerinin sünnetini idrâk etmeleri hayati bir öneme sahiptir. İşte o zaman bekledikleri izzete kavuşma ve İslam davasını yerleştirip koruma gücüne sahip olma hedefine ulaşsınlar. Davayı yerleştirmek ve koruma gücüne sahip olmaya rastgele ulaşılamaz.Sebepsiz olarak yüce Allah'tan yardım inmez ve göz kapatılıp rastgele zafer aramakla elde edilmez. Bilakis O'nun göklere ve yere yani eşyaya yüklediği kanunları vardır. Yüce Allah'ın bu kanunları son vahyin mesajlarında kayıt altına alınarak hükme bağlanmıştır. Ta ki, iman edenler tefekkür etsinler ve basiretli bir şekilde onları akıl ile yaşayarak genel bir ahlak haline getirsinler.Fertler ve milletler göklerde ve yerde bulunan kanunları ve ilahi sünnetleri ile teamülün şartlarından ilki şudur.Bu kanunları anlamamızdan ziyade doğru ve kapsamlı bir şekilde özelliklerini, Allah'ın göklerde ve yerde var olan sünneti diye tabir ettiğimiz ilahi kanun çevresinde nasıl çalışacağımızı ve vahyin ışığında ondan sosyal kanunlar ve medeni dengeleri nasıl çıkaracağımızı öğrenmeliyiz.Allah'ın göklerde ve yerde var olan sünnetine karşı çarpışma olmaz. Hiç kimsenin Allah'ın kanunlarına karşı başarılı olma şansı yoktur. Çünkü onlar her zaman galip gelirler. Aslında kendine "İslam toplumu" diyenlerin mağlup olmalarının en büyük sebebi Allah'ın hem yazılı ve hemde kevni yasalarına karşı savaş açmaları olmuştur. Göklerde ve yerde hüküm süren şu İlâhi sünnetin, İslam medeniyetinin adalet ve merhametle yeryüzüne yerleşmesi ile olan irtibatı son derece açıktır. Çünkü yeryüzünde gerçek islam medeniyetini kurmak, İslam ümmetinin içinde bulunduğu bu şartlar altında mümkün olmadığı gibi kendine zillet ve gericilik hayatını seçen ve başına gelenleri değiştirmek ve yaşadığı rivayetlerin esaretinden kurtulma girişiminde bulunmayan bir ümmet için gerçekleşmesi de mümkün olmamaktadır. Dolayısıyla değişim gerekmektedir.İslam geldiği ilk günde, Arap yarımadasının mevcut durumu ve yeryüzünün siyasi, dini ve içtimai durumu gibi büyük hadiseler onun karşısında durdu. İnançlar, düşünceler, değerler, gelenekler, ölçüler, kanunlar, nizamlar, çıkarlar, ırkçılık onun karşısında dikildi.İlk geldiği günde İslam ile insanların arasındaki mesafe Arap Yarımadası'nda ve bütün dünyada gayet korkunçtu. Onları taşıyıp götürmek istediği yer çok ama çok uzaktı.Tarihin bazı devirleri, ayrı ayrı çıkarlar ve değişik güçler müşriklerin mevcut durumunu destekliyordu.Bütün bunlar, akide, düşünce, değer, ölçü, âdet, gelenek, ahlak ve şuur gibi şeyleri değiştirmekle yetinmeyen, belki beşeriyetin liderliğini, tağutların ve cahiliyenin elinden alıp İslam'a yani Rahmân ve Rahim olan Allah'a iade etmek istediği gibi şeytani inançları, tâğuti düzenleri, yasaları değiştirmek isteyen bu ilâhi dinin karşısında set gibi durdular.Kuşku yok ki bir kere meydana gelen ikinci bir kere daha meydana gelir. Meydana gelen olaylar, olağanüstü mucizelere göre değil göklerde ve yerde câri olan Allah'ın kanununa göre meydana geldi. O yapı, birikimi tüketmek, toplanmak ve doğru olan yöne başını koymak isteyen için azık olan fıtrat (yaratılış) birikimi üzerine kurulmuştur. Resul (a.s) yüce Allah'ın ortaya koyduğu metotla başını çektiği değişiklik, insanları Allah tarafından inen vahiy'le eğitmeye başladı. Zira insanları karanlıklardan aydınlığa, cehaletten ilme, gericilikten ilericiliğe taşıması gerekiyordu. Allah Resulü (a.s) Kur'an'ın metoduyla insanların inanç, fikir, düşünce, şuur ve ahlak yapısını değiştirmekle başladı ve Allah'ın izniyle bunu başardı da.Dolayısıyla insanların iç dünyası değişti. Etrafında bulunan şeyler değişti. Medine değişti, Mekke değişti. Kur'an metodu, Mekke devrinde akide yönüne önem vermekteydi. Vahiy, İslam akidesini çeşitli şekillerde ve değişik usluplarla sunuyordu.Dolayısıyla tevhid insanların gönüllerine hakim oldu ve onlarda büyük bir değişim meydana getirdi.Rahmân ve Rahim olan Allah o büyük değişimi anlatırken şöyle buyurmaktadır."Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu? İşte kafirlere yaptıkları böyle câzip gösterilmiştir"(En'am-122)Gerçekten bu, kalemlerin vasfında aciz kaldığı harika bir tasvirdir. Kur'an uslubu her zaman böyledir. Akıl sahipleri ondan doya doya hidayet ve rahmet teneffüs etmekte, her türlü güzel ahlak ve öğüdü ondan çıkarmakta ve ölümden hayata, karanlıklardan aydınlığa, değer ve şerefini anlatmakta aciz kalmaktadır.Ölüm ile hayat, karanlık ile aydınlık hiç bir olur mu? Mesafe korkunç! Nakil büyük...Büyüklüğünü ve miktarını, insanları acze sokan Kur'an'ın o beyanı ışığında onların hallerinde feraset sahibi olan kimselerin dışında hiç kimseyi idrak etmez. Allah'ın kulları üzerindeki hakkı, dini O'na özel kılarak kulluk etmeleri, O'nun tek olduğuna hakkıyla iman etmeleri, yani O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır."(Ey Nebi!) Şüphesiz sana da senden önceki Resullere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun, Allah'a şirk koşarsan amellerin boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun. Hayır! Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol"(Zümer- 65, 66)Yüce Allah kendine kulluğun nasıl yapılacağını en ince ayrıntısına varıncaya kadar Kur'an'da bildirmiştir. Kur'an ehli muvahhidler, yüce Allah'a ait sıfatların ve güzel isimlerinin şuuru üzerine terbiye görürler, sadece vahyin ve sünnetullahın ortaya koyduğu ilkelere göre hareket ederler. Dolayısıyla muvahhidler, din ve hüküm olarak Allah'tan ve O'nun kanunlarından başka başvurulacak hiç bir gücün önünde boyun eğmezler.Muvahhidler, din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa itibar etmezler.Muvahhidlerin, Allah'ın rızasından başka hiçbir amaçları bulunmamaktadır.Hanif Müslümanlar, Allah'ın yardım ve rahmetinin onlar üzerinde olduğunun şuuruna varmışlardır. Muvahhidler, Allah'ın isim ve sıfatları gereği olan gaybı bilmek, azâmet, kibriya, mutlak egemenlik, mutlak itaat ve buna benzer hiçbir şeyde onunla, ilahi sünnetle niza eden veya ortak olan birinin olduğuna inanmak gibi şeylerden uzak oldular.Kuşkusuz fertlere yönelik olgun ve doğru risalet terbiyesi üzerinde İslam'ın bina edildiği esas, tevhid olmuştur.Kısacası, bütün Resuller sadece Allah'a kulluk etmek ve tağutlardan sakınmak için uluhiyet tevhidine davet etmişlerdir.(Nahl- 36)İbrahim'in hanif dinine bağlı olan muvahhidler uluhiyet ve rububiyet tevhidine, Allah'ın isim ve sıfatlarına aykırı olan bütün inançlardan kendilerini uzak tuttular. Allah'ın emirleri ve yasaları dışında hiçbir şeyi hakem kabul etmediler. Allah ve Resullerinden başka hiç kimseye itaat etmediler.Allah'ı sevdikleri gibi hiç kimseyi sevmediler. Allah'tan başkasından korkmadılar. Allah'tan başkasına tevekkül etmediler. Allah'tan başkasına sığınmadılar. İstek ve mağfireti, rahmet ve yardımı Allah'tan başka hiç kimseden beklemideler. Çünkü muvahhidler bilirler ki, Allah'ın kitabından başka tam bir hidayet ve istikamet rehberi bulunmamaktadır.Eğer akide (tevhid) İslam sarayı'nın komuta merkezini teşkil ediyorsa, kanunlar onun ana bölümlerini, yollarını ve giriş çıkışlarını oluşturmaktadır.Ahlaka gelince, tamamlanmış saraya zerafet, güzellik ve parlaklık katmakta ve ilahi boya ile onu boyamaktadır.Eğer akide (inanç) İslam çınarının kökünü ve gövdesine teşkil ediyorsa, şeriat da onun dallarını temsil etmektedir.Ahlak da onun olgunlaşmış meyvelerini, koyu serin gölgesini ve güzel manzarasını oluşturmaktadır. Yüce Allah her işte ve her halükarda sebeplere sarılma zorluluğunu hatırlatmaktadır. "...Bir toplum kendilerinde olan özellikleri (değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunan kötü durumu) değiştirmez"(Ra'd- 11)"Bu da, bir millet kendilerinde bulunan (güzel ahlak ve meziyetleri) değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır"(Enfal-53)Allah Resulü bütün insanlardan daha fazla sünnetullahın bilincinde idi. Çünkü Allah Resulü vahiy sayesinde İslam medeniyetinin binasını tesis ettikten sonra da var gücüyle ilahi sünnete sarılıyor sünnetullahın nimetlerinden hiç bir şeyin israf edilmesine müsaade etmiyordu.Resul (a.s) dünya işlerinde olsun, âhiret işlerinde olsun eşit bir şekilde insanları daima Kur'an'ın rehberliğinde yani vahyin içinde var olan sünnetullaha uymaya yönlendiriyordu. Çünkü Yüce Allah'ın göklerde ve yerde, eşyada ve insan hayatında değişmesi mümkün olmayan kanunları vardır.Rahman ve rahim olan Allah'ın, her şeyi yapabilecek güce sahip olağanüstü kanunları olmasına ve hiçbir şeyin O'nu acze sokmayacak olmasına rağmen yine de Allah, geçerli olan sünneti dünya hayatında sabit olmasına ve harikulade olan sünnetin diğer sünnetin istisnası olduğuna hükmetmiştir.Müslümanların, bugün dünya liderliği kervanından geri kalmaları, Allah'tan onlara inen bir zillet ve zulüm değildir.Belki bu, mesajlarını unutan, onun değerini düşüren, bilim alanlarında olsun, amel ve yaşantı alanında olsun, hayal ve hevadan korkunç bir rivayet yığınını risalet yani vahiy madenine ve aslına karıştan, ilahi sünnetleri ihmal eden, iktidar sahibi olmanın hayal ve temennilerle mümkün olabileceğini zannedenlere uygulanan ilahi bir adalet ve Rabbani bir sünnettir."Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez"(Âli İmran-192)"Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber Allah rahmeti gereği) bir çoğunu affediyor"(Şura-30)Birisi çıkıp şöyle sorabilir: Bu zillet ve gericilik azabı, isyan edip günah işleyen müminlere geliyorsa, temel'den Allah'ın mesajlarını ve elçisini kabul etmeyen sömürücü emperyalist kafirlerin durumu ne olacak? Hem de maddi alanlarda yeryüzünde onlara büyük imkanlar, zenginlik, refah ve bolluk verilmiştir.Aslında kafirler Allah'a çok daha yakın oldukları veya Allah'ı daha fazla razı ettikleri için bu refah ve zenginliğe ulaşmış değillerdir. Yüce Allah şu dünya hayatında iktidarı, imkanı ve güç sahibi olmayı değişmez Rabbani sünnetlere ve değişmeyen kanunlara bağlamıştır.Her kim ki, çalışır, araştırır, aklını kullanır, gayret gösterir bu hayatın kanunlarına boyun eğerse, çalışması, verimi, gayreti ve koşuşturması kadarıyla bir yere ulaşacaktır.O Allah'ın bu hayatta irade ettiği değişmez kanunudur. O, Rahman ve Rahim olan Allah'ın meşieti ve iradesidir.
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(245. YAZI)Kaf Süresi 45 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1,2-) Kâf. Mecid Kur'ân'a andolsun ki kâfirler, aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesi acayiplerine gitti yani "Bu acayip bir şeydir!" dediler.3-) "Öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (dirilecekmişiz)? Bu, uzak bir dönüştür!"4-) Şüphesiz biz, yerin; onlardan neleri eksilttiğini bilmekteyiz yani indimizde (amellerini) muhafaz eden bir kitap vardır.5-) Hatta hak kendilerine gelince onu yalanladılar. Artık onlar perişan bir haldedirler.6-) Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina ettik ve onu nasıl ziynetlendirdik (süsledik!) Yani onda hiçbir yarılma ve çatlaklık yoktur.7-) Yeri de yaydık ve orada araziler yerleştirdik yani orada her türden iç açıcı çiftten bitkiler bitirdik.8-) Bütün bunlar, içtenlikle Allah'a yönelen her kulun gözünü açmak yani ona öğüt ve ibret vermek içindir.9,11-) Gökten de mübarek (bereketli) bir su indirip onunla kullar için rızık olarak bahçeler ve biçilecek taneler (ekinler) ve birbirine girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları bitirdik yani böylece onunla ölü bir beldeye hayat verdik. İşte (dirilip kabirlerden) çıkış da aynen böyle olacaktır.(Gökten indirilen yağmur için mübarek denmesinin sebebi kimyasal özelliklerinin farklı olmasından dolayıdır.)12,14-) Onlardan önce Nûh kavmi, Ress halkı ve Semûd kavmi, Âd ve Firavun, Lût'un kardeşleri, Eykeliler, Tübba'ın kavmi de yalanlamıştı. Bütün bunlar (kendilerine gönderilen) Resulleri yalanladılar, böylece kendilerini uyardığım şey gerçekleşti.(Birinci yalanlama vahiy'le ilgili iken, ikinci yalanlama Resullerle ilgili gelmiştir. Çünkü "tekzib" "yalanlama" Resuller bağlamında kullanılan bir kavramdır. Nebiler için "tekzib" "yalanlama" kullanılmamıştır.Fakat Resuller vahye eşit bir konuma sahiptirler. Dolayısıyla vahyi yalanlama Resulleri yalanlamadır.) 15-) İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik ki (yeniden yaratamayalım)? Doğrusu onlar, yeniden yaratılış konusunda şüphe içindedirler.16-) Andolsun, insanı biz yarattık yani nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.17-) Üstelik, biri sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki alıcı melek de (onun yaptıklarını) alıp kaydetmektedir.18-) (İnsan) hiçbir söz teleffuz etmez ki onun yanında (yaptıklarını gözetleyen) rakib yani atid (kaydeden hazır) biri bulunmasın.19-) Ölüm sarhoşluğu bir hak olarak gelir de ona, "İşte bu, senin öteden beri kaçıp durduğun şeydir" denir.20-) (İnsanlar öldükten sonra tekrar dirilmeleri için) Sûr'a üfürülecek. İşte bu, vâdedilen şeyin gerçekleşeceği gündür.21-) Herkes beraberinde bir sevk edici yani bir şahitle gelir.22-) Ona "Andolsun ki sen bundan gaflette idin. Şimdi gaflet perdeni açtık; artık bugün gözün keskindir" (denir.)23-) Beraberindeki arkadaşı (onu sevketmekle görevli), «işte bu (onun amelini yansıtan kitap) yanımda hazırdır,» der.24,25-) (Allah,) şöyle der: "Atın cehenneme, (hakka karşı) inatçı, hayrı hep engelleyen, haddi aşan şüpheci her kâfiri!"26. "Allah ile beraber, başka bir ilâh edinen o kimseyi atın şiddetli azabın içine!"27-) Arkadaşı (olan din adamı şeytan) der ki: "Ey Rabbimiz! Onu ben azdırmadım, fakat kendisi (haktan) uzak bir sapkınlık içinde idi."28-) (Allah,) şöyle der: "Benim huzurumda çekişmeyin. Çünkü ben bu (konudaki) uyarıyı size önceden takdim ettim"29-) "Benim katımda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim."30-) O gün Cehenneme, "Doldun mu?" deriz. O da, "daha var mı?" der.31-) Cennet, muttakilere uzak olmayacak şekilde yaklaştırılacak.32,33-) Onlara şöyle denir: "İşte bu, size (dünyada) vaad edilmekte olan şeydir. O, her tevbe eden, O'nun emrini gözeten için, görmediği hâlde sırf saygıdan dolayı Rahmân'dan korkan yani O'na yönelmiş bir kalp ile gelen kimseler içindir."34. "Oraya selâmetle girin. İşte bu, huld (devamlılık) günüdür."35-) Orada kendileri için diledikleri her şey vardır. Katımızda daha fazlası da vardır.36-) Biz onlardan önce, kendilerinden daha şiddetli (güçlü) nice nesilleri helâk ettik de ülke ülke dolaşıp kaçacak delik aradılar. Kaçacak bir yer mi var?37-) Şüphesiz bunda, kalbi olan yahut hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.38-) Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde (altı evrede) yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı.39-) O hâlde onların söylediklerine sabret yani güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbini hamd ederek tespih et.40-) Gecenin bir kısmında ve secdelerin ardından da O'nu tespih et.41-) (Ey Nebi!) Çağırıcının yakın bir yerden sesleneceği gün, (o sese) kulak ver.42-) O gün insanlar hakka çağıran o korkunç sesi işiteceklerdir. İşte bu, (kabirlerden) çıkış günüdür.43-) Şüphesiz biz diriltir ve öldürürüz. Dönüş de ancak bizedir.44-) O gün yer, onların üzerinden süratle yarılıp açılır. Bu, (hesap için) bir toplamadır, bize göre kolaydır.45-) Biz onların ne dediklerini çok iyi biliyoruz. Sen, onlara karşı bir zorba (cabbâr) değilsin. O hâlde sen, benim uyarımdan korkan kimselere Kur'an ile öğüt ver.(Son âyet, Allah Resulünün sadece vahiy'le uyardığını açık olarak ortaya koymaktadır. Yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur.)
25 Haziran 2022 Cumartesi
KUR'AN'DA İMAN ve İSLAM"Aslında "Müslim" kavramı Kur'an'ı Mübin'de "sadece Allah'a dolayısıyla onun hükümlerine indirdiği kitab-a teslim olan kişi" anlamında kullanılmıştır."İbrahim, ne Yahudi ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan saf, dosdoğru bir Müslim idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı"(Âli İmran- 67) "Müslim, selim, silm, Müslüman, selam, İslam kavramlarının bütün türevleri "saf inanç, şirksiz iman, temiz ve katışıksız, hanif yani orijinal din" anlamlarında kullanılmıştır. Kur'an'ın neresinde böyle bir kavram ile karşılaşırsak "şirksiz iman, temiz inanç, hanif İslam, saf ve halis din" aklımıza gelmesi gerekiyor.Kur'an'a göre, Allah'a iman ile şirk bir arada olabildiği halde, İslam ile şirk hiçbir zaman bir arada anılmamıştır. Kur'an'a göre "insanların çoğunun Allah'a imanları şirkle beraberdir" (Yusuf- 106)Tarihin bütün müşrikleri Allah'a iman ederlerdi, hem de dinlerinde samimi bir imana sahip bulunuyorlardı.Yani dinlerinin muhafazası için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor, mallarını infak ediyor (Enfal-36) her türlü fedakarlığı gösteriyorlardı.Fakat şirk ile İslam birbirine düşman, birbirine son derece aykırı iki zıt inanç ve ayrı din konumundadırlar.İşte bundan dolayı yüce Allah, mezheplerin söyledikleri gibi "iman" üzerine değil, kullarının İslam üzerine yani "Müslüman" olarak can vermelerini istemektedir."Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluğunuzun gereğini hakkıyla yerine getirin ve ancak Müslümanlar olarak can verin"(Âli İmran- 102)Allah'ın Resulleri de "iman" üzerine değil, İslam ve Müslüman olarak vefat etmeyi temenni etmişlerdir. Yusuf (a.s) ın Allah'a yakarışı şöyledir."... Ey göklerin ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim dostumsun. Beni Müslim olarak vefat ettir ve beni sâlih kullarına ulaştır"(Yusuf- 101) "Çünkü Rabbi ona Müslim ol, (eslim) demiş o da: Âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da, : Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam-Tevhid) seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak can verin, dediler"( Bakara- 132, 133) İslam kavramı "saf inanç, hanif din, pak sistem" anlamına geldiği için Kur'an'da mü'minlerin özellikleri sayılırken, Müslümanların özelliklerine yer verilmez. Mesela: "Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanları arttıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar salat'ı ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden Allah yolunda infak eden kimselerdir. İşte onlar gerçek mü'minlerdir"(Enfal- 2, 3, 4)"Müminler ancak Allah ve Resulü'ne iman eden, sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte (imanlarında) sadık olanlar bunlardır"( Hücurat- 15) Kur'an'ı Mübin'e göre bir insanın gerçek mü'min olması için "iman ettim" demesi yeterli olmamaktadır.Gerçek olarak iman etmenin birçok şartı mevcuttur. İşte bundan dolayı bir çok âyette genellikle "iman edip ameli salih işleyenler..." buyrulmaktadır.İman ile beraber şirk illetinin olabileceği veya sırf iman etmenin yeterli olmadığını Kur'an bizlere haber vermektedir."İnsanlar sınanmadan, sadece "iman ettik" demekle bırakılıvereceklerini mi sandılar?"( Ankebut- 2) Bu konuda yanlış anlaşılmaya müsait bir âyet bulunmaktadır. "Araplar "iman ettik" dediler. De ki: Siz gerçek olarak iman etmediniz, ama (dürüst olun ve doğru konuşun, İslam'ın ve Müslümanların gücü karşısında ister istemez) "gelip teslim olduk, boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir" (Hücurat- 14) Yukarıdaki âyette bulunan "eslemné- "Müslüman olduk, Allah'a teslim olduk" anlamlarında değil, güç karşısında Müslümanlara ve menfaate boyun eğmek" anlamında kullanılmıştır.Çünkü iman kalbe iyice yerleşmeyince iman ve İslam yani Allah'a teslim olma tahakkuk etmiyor.İslam her türlü endişe, korku, şirk, şüpheden uzak tam bir emniyet içerisinde olma anlamına gelmektedir. Bu âyette Yüce Allah "iman ettik" diyen bedevilerin kalplerini bildiği için onların gerçekten iman etmediklerini İslam'ın ve Müslümanların zaferi karşısında mahalle ve akraba baskısı veya devletin maddi imkanlarından faydalanma amacıyla ister istemez boyun eğdiklerini bildiriyor.Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni ilim adamlarının imanlarının Kur'an'a uygun olmadığını şu âyetler ortaya koyar."(Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanlara:) "Yahudi ya da Hristiyan olun ki doğru yolu bulasınız. dediler.De ki: Hayır! Biz, hanif olan İbrahim'in dinine uyarız. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı.Biz, Allah'a bize indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer nebilere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin iman ettik ve biz sadece Allah'a teslim olduk (ve nehnu lehu müslimün) deyin. Eğer onlar da, sizin inandığınız gibi iman ederlerse hidayeti bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, her şeyi bilendir"( Bakara- 135, 136, 137) Yukarıdaki âyetlerde vahiy'den bağımsız imanın Allah katında bir değerinin olmadığı ve hidayete asla vesile olmayacağı açık olarak görülüyor.İman, ancak Allah'ın indirdiği kitab-a özel kılındığı zaman "teslim" yani İslam mertebesine ulaşıyor.Yani vahyin öngördüğü iman tahakkuk etmeyince Allah'a tam teslim anlamında olan İslam gerçekleşmiyor."Kim de iyi amellerde bulunmuş bir mümin olarak O'na varırsa, üstün dereceler bunlar içindir"( Tâhâ-75)"İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.( Enam- 82)İman ettim demenin hiçbir zaman yeterli olmadığını gösteren en büyük delillerden biri de, "Ey iman edenler!...." diye başlayan onlarca âyettir.Bu âyetlerde "Ey iman edenler!..." denildikten sonra iman iddiasına sahip olan Allah Resulünün arkadaşlarına yani ehl-i sünnet âlimlerinin "gökteki yıldızlar gibidir" dedikleri sahabilere çok sert eleştiriler getirilmektedir. Hatta âyetlerin "Ey iman edenler! diye başlamasının sebebi, Nebi (a.s) in arkadaşlarının imanlarında bir sorun olduğundandır. İmanda bir sorun olmadığı yani saf iman anlamında İslam'ınolduğu Mekke'da inen sürelerde "Ey iman edenler! diye başlayan âyet bulunmaz. MESELA "Ey iman edenler! Allah'ın ve Resul'ünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir"( Hücurat- 1)"Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi'nin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Nebi'ye yüksek sesle bağırmayın; Yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider" (Hucurat-2) "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin ayıplarını araştırmayın. Biriniz diğerinizin gıybetini yapmasın. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, engin merhamet sahibidir"(Hucurat-12)"Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e ihanet etmeyin; sonra bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz"(Enfal-27) Dolayısıyla Allah tarafından indirilen vahiy ahlakına göre aracısız, şirkten uzak iman olmadan hiçbir zaman İslam gerçekleşmiş olmayacaktır.Yani Şii ve Sünni ilim adamlarının "Biz Müslümanız, Allah'a teslim olduk, dinimiz islamdır" demelerinin Allah katında hiç bir değeri bulunmamaktadır.Çünkü elçiler tarihinde yani Allah Resullerinin muhatap kılındığı tüm zamanların müşriklerinin zihin dünyalarında yaratıcı olarak daima Allah vardır. Onların Allah'ın varlığı ve büyüklüğü konusunda hiçbir sıkıntıları olmamıştır.Zaten Kur'an tarafından "müşrikin" yani "şirk koşanlar, müşrikler" olarak tanımlanmaları da bu yüzdendir.Onlar din büyüklerini, âlimlerini, iman önderlerini, evliya ve İlâhlarını Allah'a şirk koştukları için müşrik sayılmışlardı.Yoksa Allah'a inanmadıkları veya O'nu inkar ettikleri için değildir. Şu dua Mekke müşriklerinindir."Ey Allah'ım! Eğer bu hak (Kur'an- Resul) senin kadından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir"(Enfal- 32) Başka bir âyette şöyle buyrulmuştur."De ki: Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik ve hakim bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor? Diriden ölüyü kim çıkarıyor?Her türlü işi kim idare ediyor? "Allah" diyecekler. De ki: Öyleyse (O'na şirk koşmaktan) sakınmıyor musunuz? İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan ayrıldıktan sonra sapıklıtan başka ne kalır? O halde nasıl şirke dönderiliyorsunuz"(Yunus- 31,32) Dolayısıyla mezhep, cemaat ve tarikat müşrikleri gibi kadim müşrikler de gökleri ve yeri yaratanın, Güneş'i ve Ay'ı hareket ettirenin, yağmur yağdıranın, rızkı verenin, hayatı ve ölümü takdir eden gücün Yüce Allah olduğunun farkında oldukları ve Allah'a kendilerince iman ettikleri onlarca âyette çeşitli şekillerde dile getirilmiştir.
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(244. YAZI)Hucurat Süresi 18 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ey iman edenler! Allah'ın yani Resûlûnün önüne geçmeyin. Allah'a karşı takvalı olun. Şüphesiz Allah duyandır, bilendir.2-) Ey iman edenler! Seslerinizi, Nebi'nin sesinin üstüne yükseltmeyin. Yani birbirinize konuştuğunuz gibi, ona yüksek sesle konuşmayın, yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.(Âyette bulunan"savtin nebiyyi" önemlidir. Burada sahabiler Nebi (a.s) sahsına saygısızlık yapmışlar. Birinci âyette Resul geçtiği için vahiy'le ilgili bir saygısızlık varken, bu âyette Nübüvvet makam ve mertebesine karşı bir saygısızlık yapılmıştır. Çünkü Resûlun okuduğu vahiy varken, Nebi'nin sesi vardır. Resûlun tebliğ ettiği vahiy, Nebi'nin sesi yani Resûlun sesi, evi, hanımları ve kızları yoktur. Nebi ve Resûlun arasında bulunan farklardan biri de budur. Aynı zamanda bu iki âyete şöyle bir ders de veriliyor. "Ey iman edenler! Her ne kadar Nebi'nin söyledikleri sizi bağlamaz ise de, ona saygısızlık yapmanızı gerektirmez. Çünkü o aynı zamanda Allah'ın Resulüdür. Ona karşı dikkatli olun, onu üzmeyin.)3-) Şüphesiz ki Allah'ın Resulü'nün yanında seslerini kısanlar, Allah'ın, gönüllerini takvâ konusunda sınadığı kimselerdir. Onlar için bir mağfiret ve azim bir mükâfat vardır.4-) (Ey Nebi!) Odaların arkasından (yüksek sesle) sana nida edenlerin çoğu akılları ermeyen kimselerdir.5-) Onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu. Allah, Ğafur'dur, Rahim'dir.6-) Ey iman edenler! Size bir fasık bir haberle gelirse, bilmeyerek bir kavme zarar verip yaptığınıza nedamet getirmeyesiniz diye o haberin doğruluğunu araştırın.Kıraat Farklılığı(Âyette bulunan "fetebeyyenû" "araştırın" kelimesi, "fetesebbetü" "isbat edin" olarak da okunmuştur.O âyetin meâli şöyle oluyor."Ey iman edenler! Size bir fasık bir haberle gelirse, bilmeyerek bir kavme zarar verip yaptığınıza nedamet getirmeyesiniz diye o haberi (doğru olup olmadığını) ispat edin"Yani ispat etmeden harekete geçmeyin. Aslında noktaları ve harekeleri kaldırdığımızda kelimede bir değişiklik meydana gelmiyor. Yani Kıraat sorunu Arapçadan kaynaklanıyor. Noktalama işaretleri ve harekeler Allah Resulünün vefatından sonra konulduğu için bu sorun yaşanmıştır. Buna rağmen sistemde önemli bir bozulma olmamıştır. Hatta manada büyük bir zenginlik sağlamıştır. Dolayısıyla kıraat Farklılığını kabul etmemek ve kıraat Farklılığına karşı gelmek tam bir cehalettir. Arapçanın özelliklerini bilen kıraat Farklılığına asla karşı gelmez. Aslında Kur'an tek bir kıraatle gelmiştir. Fakat yazı yazma materyalleri olmadığı için zamanında kayda geçirilmemiştir. Kur'an'ın hangi kıraat ile indiğini hiç kimse bilemez. Ama bağlam ve bütünlüğe baktığımızda sistemin geneline zarar verilmeden bazı yerlerde ufak tefek hataların olduğunu görüyoruz.)7-) Bilin ki, aranızda Allah'ın elçisi bulunmaktadır. Eğer o, birçok işlerde size itaat etseydi, sıkıntıya düşerdiniz. Lâkin Allah, size imanı sevdirmiş yani onu kalplerinize ziynetlendirmiş; küfrü, fıskı ve (İslâm'ın emirlerine) isyanı da kerih göstermiştir. İşte bunlar râşidun olanların ta kendileridir.(Rüşt- râşidun= ölçülu, dengeli, olgun, akıllı, mantıklı hareket etme anlamına gelmektedir.)8-) Allah, kendi katından bir fazilet yani bir nimet olarak böyle yaptı. Allah, Alim'dir, Hakim'dir.9-) Eğer müminlerden iki tâife birbirleriyle savaşırlarsa aralarını ıslah edin. Eğer biri ötekine karşı bağilik yaparsa, Allah'ın emrine geçinceye kadar haddi bağilik yapana karşı savaşın. Eğer (Allah'ın emrine) geçerse, artık aralarını adaletle ıslah edin yani (onlara) adaletle (eşit) davranın. Çünkü Allah, adil davrananları sever.10-) Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını ıslah edin. Allah'a karşı takvalı olun ki size merhamet edilsin.11-) Ey iman edenler! Bir kavim diğer bir kavmi (kendinden) düşük görerek alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da diğer kadınları (kendilerinden) düşük görerek alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Nefislerinizi ayıplamayın, birbirinize (incitici) lakaplar takmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Yani kim de tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.12-) Ey iman edenler! Zandan çok kaçının. Çünkü zannın bazısı günahtır. Sakın (birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırıp) casusluk yapmayın. Bazılarınız bazılarının gıybetini yapmasın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan hoşlanmadınız (değil mi!) Allah'a karşı karşı takvalı olun. Şüphesiz Allah tevbeyi kabul edendir, merhamet edendir.NEBİ (a.s) IN ARKADAŞLARI (ASHAB) GÖKTEKİ YILDIZLAR GİBİ MİYDİ ?Said İbnu'l- Müseyyeb, Ömer (r.a)tan naklediyor. Demiş ki: Ben Resulullah (a.s) ı dinledim, buyurmuştu ki:"Ben Rabbim'den, ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum.Bunun üzerine Rabbim bana şöyle vahyetti: "Ey Muhammed! Senin ashabın benim indimde, gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları diğerlerinden üstündür.Her biri için bir nur vardır. Öyleyse kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidayet üzerindedir" Ömer der ki: Resulullah (a.s) devamla ilave etti. "Ashabi kennucumi bieyyihim'uktedeytüm ihdeteytüm""Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet buluyorsunuz" (Rezin tahric etmiştir. Hadisin birinci kısmını cemi'us-Sağir'de Suyuti Suyuti kaydeder (Feyzu'l Kadir 4,76)İlinci kısmı da İbn-u Abdilberr, Cami'ul ilm'de kaydetmiştir 2,99 )Hiç şüphesiz ki, sahabelerin içinde güzel ahlak ve takva sahibi, kahraman (Ahzab-23) Allah'ın razı olduğu (Tevbe-100; Fetih-18) ihtiyaç halinde olsa bile kardeşini kendi nefsine tercih eden (Haşr-9) kimseler olduğu gibi, ashabın olumsuz ahlak ve hareketlerini anlatan yüzlerce âyetin de var olduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları şu şekilde özetlenebilir.1-) Allaha ve Resulüne ihanet etmeleri..." ( Enfal- 27)2-) "Savaştan kaçmaları..., (Al-i İmran-152, 153, Tevbe- 24, 25 )3-) "Allahın düşmanı olan müşrikleri dost edinmeleri..." (Mumtehine- 1,2)4-) "Nebi (a.s) ın eşine zina iftirasında bulunmaları..." (Nur- 11/ 21 Tam 10 âyet )5-) "Nebi (a.s) a saygısızlık yapmaları..." ( Hucurat- 1,2; Ahzab- 53,69; Tevbe- 58,61 )6-) "Allah yolunda savaşa çıkın denildiğinde yere çakılıp kalmaları..."( Tevbe-39,39,40; 7-) "Allah'a din öğretmeye kalkmaları..."(Hucurat-16)8-) Zorla, boyun bükerek, güç karşısında gelip teslim oldukları halde Allah Resulüne minnet etmeleri..."(Hucurat-17)9-) "Bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman Allah Resulünü ayakta terkederek hemen ona doğru gitmeleri"(Cuma -11)Bütün bunlardan başka Kur'an'da münafıklarla alakalı müstakil bir sürenin bulunması, yüzlerce âyette münafıkların anlatılması, İsrail oğullarının Nebilerine karşı saygısızca tavırlarının Resulullah'ın arkadaşlarına örnek olarak aktarılması ve "Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın (Allah'ın Resulü'ne eziyet etmeyin) (Ahzab-69) âyeti gösteriyor ki, sahabelerin büyük çoğunluğunun Kur'an'ın ahlakını temsil etmekten uzak kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır.Ayrıca "Ey iman edenler! İle başlayan âyetlerin hepsinin Medine'de nazil olmaları ve bir sorunla yüklü bulunmaları da, "gökteki yıldızlar" iftira ve cehaletini ortaya koymaktadır. Yani Kur'an'a göre, Nebi (a.s) ın arkadaşları ile günümüz müslümanları arasında güzel ahlak, takva ve ihlas haricinde bir farkın bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela, şu âyetin ilk muhatapları onlardır. "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olan) Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir"(Hucurat-12)Mesela : Allah Resulü vefat eder etmez birbirleriyle savaşmaları, bu savaşlarda binlerce müslümanın hayatını kaybetmesi bu hakikatı gözler önüne seriyor.Ali ile Muaviye arasında Siffin'de yapılan savaşta 70 bin, Ali ile Nebi (a.s) ın hanımı Aişe arasında Basra'da Cemel olayında 15 bin, yine Ali ile Hariciler arasında Nehravanda yapılan savaşta binlerce müslüman hayatını kaybetmiştir. Peki bütün bu gerçeklere rağmen neden Ehli Sünnet dininin âlimleri, Allah Resulü'nün arkadaşlarının (Ashabın) hepsini gökteki yıldızlar gibi gösterip ümmi insanları aldatıyor?Bunun nedeni şudur : Ehli Sünnet ve Şia arasındaki siyasi çatışmalarda, Şia muhaddis ve müctehidleri, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ehli Beyt ve 12 İmam hakkında onları yücelten, Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Aişe, Hafsa ve sahabelerin dördü dışında ( Mikdat bin Esved, Ammar bin Yasir, Selmanı Farisi, Ebu Zer el Gıfari )Allah Resulü'nün arkadaşlarının dinden çıkıp kafir olduklarını konu edinen binlerce hadis uydurmaya başlayınca, buna mukabil Emevi beslemesi Ehli Sünnet'in muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için sahabeleri yücelten ve onları cennetlik yapan hadis kulliyatları meydana getirmişlerdir.Ehli Sünnet rivayetlerinde Muaviye, Yezid, Haccac ve Emevilerin zulüm dolu saltanatlarının vahşetini örtbas etmek de vardır.İşte Ehli Sünnet ve Şia'ya bağlı mukallitlerin Kur'an'dan habersiz bulunmalarının en büyük sebebi bu uydurma rivayetler ve uydurma din olmuştur. Uydurma dinin evliya ve ilahlarına yani muhaddis ve müctehidlere kulluk eden ilim adamları, Kur'an'a itibar edip onu anlatmadıkları için, ümmi toplum ashabın olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberleri olmamıştır. Bir düşünün, insanların büyük çoğunluğu, yüzlerce âyetten haberleri olmazken, yalan ve iftira olduğu belli olan bir rivayeti duymayan kalmamıştır. Eğer insanlar sahabelerin olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberler olsaydı, belki de din adamlarını yüceltmeyecek, mezhep liderlerini ve din adamlarını birer rab ve ilah yapmayacaklardı. Halbuki Kur'an Mekke müşriklerine seslenirken Allah Resulü (a.s) için "sahibüküm" "arkadaşınız" (Sebe-46; Necm-2; Tekvir-22) kelimesini kullanmaktadır.Emevi saltanatı döneminde doğan, Abbasi idaresi döneminde kayda geçirilen ve Osmanlı döneminde en katı bir sadakatle yaşanan ırkçı Emevi Ehli Sünnet rivayetlerinin Allah'a, Resulüne, dine, ilme, akla ve güzel ahlaka hakaret içerdiğinden ümmetin haberi yoktur. Dolayısıyla Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan, aynen Şiilik gibi rivayetler üzerine kurulu olan Ehl-i Sünnet dini ümmeti aldatmayı temel prensip edinmiştir.Ehli Sünnet dini yalanları ve iftiraları kendisine kaynak kabul eden bir sistem olarak şekillenmiştir.Bu yüzden ne Ehli Sünnet ne de Şia âlimleri, hiçbir zaman Kur'an'ın rahmet iklimine ayak basamayacak İslam'ın evrensel ahlakına sahip olamayacaklardır.Sonuç olarak: Ehli Sünnet ve Şia âlimleri, inançta, fikir ve hürriyette bize öyle kötü bir miras bıraktılar ki, sadece yaşayan cahillerinden değil, cesetleri toz olmuş alimlerinden de çekeceğimiz var.Ehli Sünnet ve Şia'nın rivayet bataklığından kendini kurtaramayan Kur'an'ın hikmetinden hiçbir şey anlamaz.Çünkü Kur'an kendisine karşı yüz çevirmelerinden ötürü Ehli Sünnet ve Şia âlimlerine kapılarını kapatmıştır.İşte bütün bu gerçeklerden sonra Ehl-i Sünnet dininin Kur'an cahilleri her ne kadar öfkelenseler de, Mehmet Akif'in Çanakkale şehitleri için söylediği "Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" cümlesi, kafadan sallama ve rastgele söylenecek bir cümle değildir. Özellikle Fetö'nün 15 Temmuz işgal hareketini ve ümmetin kahramanlığını gördükten sonra Mehmet Akif'i daha iyi anladım.13-) Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en kerim olanınız, O'na karşı takvalı olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haberdar olandır.14-) Bedevîler "İman ettik" dediler. De ki: "İman etmediniz. (Öyle ise, "iman ettik" demeyin.) "Fakat boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah'a ve Resûlune itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. "KUR'AN'DA İMAN ve İSLAM"Aslında "Müslim" kavramı Kur'an'ı Mübin'de "sadece Allah'a dolayısıyla onun hükümlerine indirdiği kitab-a teslim olan kişi" anlamında kullanılmıştır."İbrahim, ne Yahudi ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan saf, dosdoğru bir Müslim idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı"(Âli İmran- 67) "Müslim, selim, silm, Müslüman, selam, İslam kavramlarının bütün türevleri "saf inanç, şirksiz iman, temiz ve katışıksız, hanif yani orijinal din" anlamlarında kullanılmıştır. Kur'an'ın neresinde böyle bir kavram ile karşılaşırsak "şirksiz iman, temiz inanç, hanif İslam, saf ve halis din" aklımıza gelmesi gerekiyor.Kur'an'a göre, Allah'a iman ile şirk bir arada olabildiği halde, İslam ile şirk hiçbir zaman bir arada anılmamıştır. Kur'an'a göre "insanların çoğunun Allah'a imanları şirkle beraberdir" (Yusuf- 106)Tarihin bütün müşrikleri Allah'a iman ederlerdi, hem de dinlerinde samimi bir imana sahip bulunuyorlardı.Yani dinlerinin muhafazası için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor, mallarını infak ediyor (Enfal-36) her türlü fedakarlığı gösteriyorlardı.Fakat şirk ile İslam birbirine düşman, birbirine son derece aykırı iki zıt inanç ve ayrı din konumundadırlar.İşte bundan dolayı yüce Allah, mezheplerin söyledikleri gibi "iman" üzerine değil, kullarının İslam üzerine yani "Müslüman" olarak can vermelerini istemektedir."Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluğunuzun gereğini hakkıyla yerine getirin ve ancak Müslümanlar olarak can verin"(Âli İmran- 102)Allah'ın Resulleri de "iman" üzerine değil, İslam ve Müslüman olarak vefat etmeyi temenni etmişlerdir. Yusuf (a.s) ın Allah'a yakarışı şöyledir."... Ey göklerin ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim dostumsun. Beni Müslim olarak vefat ettir ve beni sâlih kullarına ulaştır"(Yusuf- 101) "Çünkü Rabbi ona Müslim ol, (eslim) demiş o da: Âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da, : Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam-Tevhid) seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak can verin, dediler"( Bakara- 132, 133) İslam kavramı "saf inanç, hanif din, pak sistem" anlamına geldiği için Kur'an'da mü'minlerin özellikleri sayılırken, Müslümanların özelliklerine yer verilmez. Mesela: "Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanları arttıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar salat'ı ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden Allah yolunda infak eden kimselerdir. İşte onlar gerçek mü'minlerdir"(Enfal- 2, 3, 4)"Müminler ancak Allah ve Resulü'ne iman eden, sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte (imanlarında) sadık olanlar bunlardır"( Hücurat- 15) Kur'an'ı Mübin'e göre bir insanın gerçek mü'min olması için "iman ettim" demesi yeterli olmamaktadır.Gerçek olarak iman etmenin birçok şartı mevcuttur. İşte bundan dolayı bir çok âyette genellikle "iman edip ameli salih işleyenler..." buyrulmaktadır.İman ile beraber şirk illetinin olabileceği veya sırf iman etmenin yeterli olmadığını Kur'an bizlere haber vermektedir."İnsanlar sınanmadan, sadece "iman ettik" demekle bırakılıvereceklerini mi sandılar?"( Ankebut- 2) Bu konuda yanlış anlaşılmaya müsait bir âyet bulunmaktadır. "Araplar "iman ettik" dediler. De ki: Siz gerçek olarak iman etmediniz, ama (dürüst olun ve doğru konuşun, İslam'ın ve Müslümanların gücü karşısında ister istemez) "gelip teslim olduk, boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir" (Hücurat- 14) Yukarıdaki âyette bulunan "eslemné- "Müslüman olduk, Allah'a teslim olduk" anlamlarında değil, güç karşısında Müslümanlara ve menfaate boyun eğmek" anlamında kullanılmıştır.Çünkü iman kalbe iyice yerleşmeyince iman ve İslam yani Allah'a teslim olma tahakkuk etmiyor.İslam her türlü endişe, korku, şirk, şüpheden uzak tam bir emniyet içerisinde olma anlamına gelmektedir. Bu âyette Yüce Allah "iman ettik" diyen bedevilerin kalplerini bildiği için onların gerçekten iman etmediklerini İslam'ın ve Müslümanların zaferi karşısında mahalle ve akraba baskısı veya devletin maddi imkanlarından faydalanma amacıyla ister istemez boyun eğdiklerini bildiriyor.Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni ilim adamlarının imanlarının Kur'an'a uygun olmadığını şu âyetler ortaya koyar."(Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanlara:) "Yahudi ya da Hristiyan olun ki doğru yolu bulasınız. dediler.De ki: Hayır! Biz, hanif olan İbrahim'in dinine uyarız. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı.Biz, Allah'a bize indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer nebilere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin iman ettik ve biz sadece Allah'a teslim olduk (ve nehnu lehu müslimün) deyin. Eğer onlar da, sizin inandığınız gibi iman ederlerse hidayeti bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, her şeyi bilendir"( Bakara- 135, 136, 137) Yukarıdaki âyetlerde vahiy'den bağımsız imanın Allah katında bir değerinin olmadığı ve hidayete asla vesile olmayacağı açık olarak görülüyor.İman, ancak Allah'ın indirdiği kitab-a özel kılındığı zaman "teslim" yani İslam mertebesine ulaşıyor.Yani vahyin öngördüğü iman tahakkuk etmeyince Allah'a tam teslim anlamında olan İslam gerçekleşmiyor."Kim de iyi amellerde bulunmuş bir mümin olarak O'na varırsa, üstün dereceler bunlar içindir"( Tâhâ-75)"İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.( Enam- 82)İman ettim demenin hiçbir zaman yeterli olmadığını gösteren en büyük delillerden biri de, "Ey iman edenler!...." diye başlayan onlarca âyettir.Bu âyetlerde "Ey iman edenler!..." denildikten sonra iman iddiasına sahip olan Allah Resulünün arkadaşlarına yani ehl-i sünnet âlimlerinin "gökteki yıldızlar gibidir" dedikleri sahabilere çok sert eleştiriler getirilmektedir. Hatta âyetlerin "Ey iman edenler! diye başlamasının sebebi, Nebi (a.s) in arkadaşlarının imanlarında bir sorun olduğundandır. İmanda bir sorun olmadığı yani saf iman anlamında İslam'ınolduğu Mekke'da inen sürelerde "Ey iman edenler! diye başlayan âyet bulunmaz. MESELA "Ey iman edenler! Allah'ın ve Resul'ünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir"( Hücurat- 1)"Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi'nin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Nebi'ye yüksek sesle bağırmayın; Yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider" (Hucurat-2) "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin ayıplarını araştırmayın. Biriniz diğerinizin gıybetini yapmasın. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, engin merhamet sahibidir"(Hucurat-12)"Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e ihanet etmeyin; sonra bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz"(Enfal-27) Dolayısıyla Allah tarafından indirilen vahiy ahlakına göre aracısız, şirkten uzak iman olmadan hiçbir zaman İslam gerçekleşmiş olmayacaktır.Yani Şii ve Sünni ilim adamlarının "Biz Müslümanız, Allah'a teslim olduk, dinimiz islamdır" demelerinin Allah katında hiç bir değeri bulunmamaktadır.Çünkü elçiler tarihinde yani Allah Resullerinin muhatap kılındığı tüm zamanların müşriklerinin zihin dünyalarında yaratıcı olarak daima Allah vardır. Onların Allah'ın varlığı ve büyüklüğü konusunda hiçbir sıkıntıları olmamıştır.Zaten Kur'an tarafından "müşrikin" yani "şirk koşanlar, müşrikler" olarak tanımlanmaları da bu yüzdendir.Onlar din büyüklerini, âlimlerini, iman önderlerini, evliya ve İlâhlarını Allah'a şirk koştukları için müşrik sayılmışlardı.Yoksa Allah'a inanmadıkları veya O'nu inkar ettikleri için değildir. Şu dua Mekke müşriklerinindir."Ey Allah'ım! Eğer bu hak (Kur'an- Resul) senin kadından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir"(Enfal- 32) Başka bir âyette şöyle buyrulmuştur."De ki: Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik ve hakim bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor? Diriden ölüyü kim çıkarıyor?Her türlü işi kim idare ediyor? "Allah" diyecekler. De ki: Öyleyse (O'na şirk koşmaktan) sakınmıyor musunuz? İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan ayrıldıktan sonra sapıklıtan başka ne kalır? O halde nasıl şirke dönderiliyorsunuz"(Yunus- 31,32) Dolayısıyla mezhep, cemaat ve tarikat müşrikleri gibi kadim müşrikler de gökleri ve yeri yaratanın, Güneş'i ve Ay'ı hareket ettirenin, yağmur yağdıranın, rızkı verenin, hayatı ve ölümü takdir eden gücün Yüce Allah olduğunun farkında oldukları ve Allah'a kendilerince iman ettikleri onlarca âyette çeşitli şekillerde dile getirilmiştir.15-) Müminler ancak, Allah'a yani Resûlûne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte (imanında) sadık olanlar sadece bunlardır.16-) (Ey Resul!) De ki: "Siz Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Allah, her şeyi bilendir."(Rivayet ve ictihadları yani mezhepleri reddetme bakımından en önemli âyetlerden biri budur. Yani siz Allah'ın size göndermiş olduğu vahyi nasıl yeterli görmezsiniz? "Allah'ın göndermiş olduğu vahiy'den ayrı olarak nasıl helal ve haramlar, farz ve vâcipler icad edersiniz?" Dolayısıyla bütün rivayet ve ictihadlar mezhep ve fırkalar Allah'a din öğretmenin adıdır. Yani "Allah sizin din atalarınız kadar bilmedi, onun ilmi eksik yetersiz kaldı. Sizin her şeyi bilen din atalarınız Allah'ın eksik bıraktığı yerleri tamamladılar" Size ve Allah'ı yetersiz gören din atalarınıza veyl olsun.)17-) Onlar (güç ve kuvvet karşısında boyun eğerek) teslim oldukları için sana minnet mi ediyorlar. De ki: "İslam'ınızı (boyun egmenizi-tesliminizi) bana minnet etmeyin.Tam tersine eğer sadık kimselerseniz sizi imana hidayet erdirmesinden dolayı asıl Allah size minnet etmiştir"18-) Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.(Hucurat Süresinin Sonu)
24 Haziran 2022 Cuma
CEMAAT VE TARİKATLARIN İNANÇ VE KARAKTERLERİ(3.YAZI) Dönem: 1970'lerin ortalarıİstanbul'da mühendislikte okuyan dayımın oğlu Orhan Yerebakan bir gün beni kaldığım Trabzon yurdunda ziyaret etti. Bana "Gel seni bugün bir yere götüreyim" dedi ve beraber yola koyulduk. Gittiğimiz yer Fatih Çarşamba'da bulunan Darüşşafaka Caddesi'ndeki Işık Kitabevi idi. Caddeden bakınca pek de büyük görünmeyen kitabevinin arkası devasa büyüklükteydi. Kapıdan girmemizle dayıoğlu Orhan"Esselamu aleyküm" dedi... Kasada oturan yaşça bizden çok büyük olan adam "Aleykümüsselam Orhan abi" deyince şaşırarak sordum: "Koca adam sana niye abi dedi ki. Aferin lan, racon mu kesiyorsun buralarda!"Orhan, "Ne raconu bizim camiada herkes birbirine abi der.Sus ve sadece izle" dedi. Kitabevinin arkasına geçtik, epey bir kalabalık. Dayıoğlu yine "Esselamu aleyküm abiler" dedi..Salondakilerin neredeyse tamamı "Aleykümusselam Orhan abi" karşılığını verdi ve tokalaşma faslı başladı.Ama bu tokalaşma bildiğimiz tokalaşma değil. Kollar bilek güreşi yapılırcasına birleşiyor ve başlıyorlar sallamaya.Ben tabii öyle yapmadım ve normal olarak el sıkmaya kalkıştım. Dayıoğlu bu arada beni tanıttı: "Halamın oğlu Sabahattin. Öğrenci ve ülkücüdür, Trabzon yurdunda kalıyor" Hoş bulduk demek için elimi uzatınca muhatabım bana şunu söyledi:- Muhterem, önce el sıkma ile başlayalım. Sizin yaptığınız şeytanın tokalaşmak biçimidir. Hakikat olan yani müminlerin yapması gereken ise musafaha yapması yani bu şekilde el sıkışmaktır. Hemen sordum:- Sizin dediğiniz gibi el sıkmanın bir hikmeti mi var?-Var hem de çok var. Müsafaha ile kollar sallanırsa günahlar dökülür.-Kol sallayarak günahların dökülmesini ilk defa duyuyorum.Bu sözüm üzerine salonda gözler bana çevrildi ve şu tepkiyi aldım.-Muhterem, bu yolun birinci maddesi her şeye peki demektir.İtiraz ettim:-Yahu ben bir yola falan girmedim. Dayıoğlu gel seni bir yere götüreyim dedi ve beni hiçbir şey söylemeden buraya getirdi.Orhan hemen sağa-sola gözle işaret verdi derken kitabevinin ön bölümünde oturan zat bağırarak içeri daldı:-Abiler Müjdeler olsun. Mücahit Efendi Hazretleri kitabevini teşrif ediyorlar.10 küsur kişi hep bir ağızdan:-Elhamdülillah. Bana musafaha yapmanın hikmetini anlatan kişi yine bana döndü ve şunları söyledi:-Muhterem sen ne nasipli adammışsın! Ben 2 yıldır her hafta en az 3 gün buraya uğrarım, Mücahit Efendi Hazretleri ile hiç karşılaşmadım. Sen daha adımını atar atmaz onu göreceksin. Sen seçilmişlerdensin haberin ola. İçimden, ne diyor bu adam, manyak mı bunlar dedim ama sustum ve beyaz sakallı pir-ü fani olarak tasavvur ettiğim Mücahid Efendi Hazretleri beklemeye başladık.Çok sürmedi, 45- 50 yaşlarında bir adam elini tuttuğu ilkokul çağındaki bir çocukla "Esselamu aleyküm" diyerek içeri girdi.Bütün Salon yine "Aleykümusselam " dedi ve birden başlar öne eğildi.Meğer bu öne eğiş edep gereği imiş! Yine şaşırdım, zira pir-ü fani beklerken bıyıklı bir adamla bir çocuk içeri girdi ve içerdekilerin başları önde.Hemen başladılar musafaha yapmaya! Musafahasını bitiren Elhamdülillah deyip başlıyor ağlamaya. Şaşkınlığım derinleştikçe derinleşiyor.Bana sıra geldiğinde sempatiklik yapma adına küçük çocuğa şöyle dedim:"Hadi biz kol çekmek yerine normal el sıkışalım. Adın ne senin bakayım? Okula başladın mı? Hangi takımı tutuyorsun?"Art arda sıraladığım bu sorular üzerine çocuk kıkırdamaya başladı. İşte tam o anda çocuğu getiren adam sert bir tonla araya girdi:"Kim bu arkadaş Orhan abi? Nasıl konuşuyor böyle?"Orhan, "Abi affedin, Mücahid Efendi Hazretlerinin gelebileceği düşünemedim.Bu benim halamın oğlu. Abileri görsün, tanısın diye getirmiştim"Adam bana sert sert bakarak "Tamam tamam" dedi o oturmayarak çocukla beraber hemen yine "Esselamu aleyküm" diyerek kitabevini terk etti.Onlar çıkar çıkmaz ben de hemen "Haydi biz de çıkalım" dedim ve kendimi dışarı attım. Ardımdan gelen dayıoğluna sordum-Nereye geldik? Kim bunlar? Mücahit efendi dediğiniz kim? Niye bunların hepsi tüy bıyıklı. Neden doğru tokalaşmıyorlar? Dayıoğlu Orhan beni Malta çarşısındaki mini bir pastaneye sokup başladı anlatmaya:-Sözümü kesmeden dinle... Ben dini bir gruba girdim. Bağlı olduğumuz mübarek hocamız var. Adı Hüseyin Hilmi Işık.Nakşibendi tarikatınamensubuz.Hocamızın vekili Enver Ören abidir. Türkiye isimli bir gazetemiz var, sadece akşamları iskelelerde elden satılıyor. Mektubat ve Saadeti ebediye isimli ilmihal kitaplarımız var. Dayanamayıp sordum:-Peki sözü edilen o Mücahit Efendi Hazretleri, o kim?- Mücahit Efendi Hazretleri mübarek hocamızın torunları, Enver Ören Abimizin evlatlarıdır. Yine söz kestim: -Adamın 50 gibi yaşı vardı. O zaman Hüseyin Hilmi Işık 100 vardır.- Mücahit Efendi Hazretleri kitabevine gelen o adam değildi. Cocuk olandı.-Yapma ya... Peki o sabi çocuk nasıl Hazret oluyor?-Bu konularda şaka yapma, imanın gider. Ben bizzat kulağımla mübarek hocamızdan ve Enver Abiden işittim. Mücahit 15 yaşına geldiğinde bütün dünya tarafından tanınacak. -Nasıl tanınacak, artist olup film mi çevirecek? -Yahu şaka yapma diyorum sana, küfre giriyorsun...- Şaka yapmıyorum anlamak istiyorum. -Mücahid Efendi Hazretleri 15 yaşına geldiğinde bin yılın müceddidi olarak bütün Müslümanların halifesi olacak. -Müceddid ne demek?-Bin yılda bir gelen evliyanın en büyüğü demek. Birinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbani Hazretleriydi. Mücahid Efendi Hazretleri ikinci bin yılın müceddidi olacak.-O çocuk öyle biri olacak öyle mi? Peki bütün bunlara peşinen inanmak doğru mu?- Ne olur sus, imanın gider.- Allah Allah...Bu çocuk herhalde kolejde okutuluyordur.-Okula gitmiyor, özel yetiştiriliyor.-Nasıl, hiç okula gitmeyecek mi? İlkokul mecburiyeti var.-İlkokul imtihanlarına dışarıdan girip bitirecek. Özel hocaları var. İngilizce, Arapça öğreniyor. Kur'an öğreniyor. Tam burada bir parantez... Uzun yıllar sonra yine bu dayıoğlu'nun dolaylı vesile olmasıyla gazetecilik yaparken Türkiye Gazetesi ile yollarımız kesişti ve bu gazetede önce muhabir sonra 1988'in sonunda Ankara temsilcisi oldum. Bu görevim hasebiyle de babası Enver Ören ile beraber sık sık Ankara'ya gelen Mücahid Ören'i çok yakından tanıdım. Öyle ki Enver Bey sosyalleşsin diye Ankara'ya indiği dakika oğlunu bana teslim ederdi. O dönem yaşı 15' i aşan Mücahid, bütün Müslümanların halifesi ve dünyanın en büyük evliyası, benim gibi namaz bile kılmıyordu. Dahası özel yaşama girdiğinden asla yazmayacağım uçarlıklarına tanıktım. Bir başka boyut, 15 yaşında müceddid olacağı söylenen Mücahid akıl almaz bir biçimde Amerikan hayranıydı. Bana "New York'a gidip asla geri dönmeyeceğim" diyordu. Bu durumu yıllar sonra birkaç kez dayıoğluna hatırlattım ve "Bu mu sizin bin yılın evliyası" dedim.'(Sabahattin Önkibar, Takkeli Firavunlar, s.78--81)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(243. YAZI)Fetih Süresi 29 Âyet olup Medine'de inmiştir Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Şüphesiz ki biz sana apaçık bir fetih açtık.(Âyette zikredilen "fetih" ülkelerin işgal edilmesi yani kılıç ve kalkanla yapılan fetih değildir.Bu fetih vahiy'le yapılan gönül fethidir.Çünkü âyette yüce Allah, "fetehnê" " biz fethettik" buyrulmuştur. Yüce Allah silahla değil, gönülleri vahiy'le fetheder.İkincisi, âyette bahsedilen fetih "Hudeybiye musalahası" olarak bilinen ve görünüşte iman edenlerin aleyhinde olan barış antlaşması idi. Ama buna rağmen Kur'an bu antlaşmaya fetih adını vermiştir. Barış her zaman savaştan iyidir.)2,3-) (Ey Nebi!) Ta ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret etsin, sana olan (vahiy) nimetini tamamlasın, seni sırât'ı müstakime hidayet etsin ve Allah sana yardım etsin, (hemde) aziz bir yardım ile.4-) O, iman edenlerin, imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine sekinet (huzur ve güven) indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah, Alim ve Hakim olandır.5-) Bütün bunlar Allah'ın; mümin erkek ve mümine kadınları, içlerinden nehirler akan, içinde devamlı kalacakları cennetlere koyması, onların kötülüklerini örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında azim bir başarıdır.6-) Bir de Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkek ve müşrik kadınlara azap etmesi içindir. Kötülük girdabı onların üzerine olsun! Allah onlara gazap etmiş, onları lânetlemiş yani kendilerine cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir varış yeridir!7-) Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah Azîz ve Hakim olandır.8-) (Ey Resul!) Şüphesiz biz seni bir şâhit ve müjdeci yani bir uyarıcı olarak gönderdik.9-) (Ey insanlar!) Allah'a yani Resûlûne iman edesiniz, ona gereken değeri gösterip yani ona saygı gösteresiniz ve sabah akşam (Allah'ı) tespih edesiniz diye (Resûl gönderdik.)10-) (Allah'ın Resulü olarak) Sana bîat edenler ancak Allaha bîat etmiş olurlar. Allahın eli (yardım ve kudreti) onların elleri üstündedir. Şu halde kim (antlaşmayı)) bozarsa kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile ahitleştiği şey'e vefalı olursa, (Allah) ona da azim bir mükâfat verecektir.11-) Bedevîlerin (savaştan) geri bırakılanları sana, "Bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti; Allah'tan bizim için istiğfar et" diyecekler. Onlar kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylerler. De ki: "Sizin bir zarara uğramanızı dilerse, yahut bir yarar elde etmenizi dilerse, Allah'a karşı sizin için kim bir şeye mâlik olur? Hayır, Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."12-) (Ey münafıklar!) Siz aslında, Resûlun ve müminlerin bir daha ailelerine geri dönmeyeceklerini zannetmiştiniz. Bu, sizin kalplerinize süslü gösterildi de kötü zanda bulundunuz yani yıkımı hak eden bir kavim oldunuz.13-) Kim Allah'a yani Resûlûne iman etmezse bilsin ki, şüphesiz biz, kâfirler için sairi hazırladık.14-) Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O, dileyene mağfiret eder, dileyene de azap eder. Allah, Ğafur ve Rahîm olandır.15-) Savaştan geri bırakılanlar, siz ganimetleri almaya giderken, "Bırakın biz de sizinle gelelim" diyeceklerdir. Onlar Allah'ın kelâmını değiştirmek isterler. De ki: "Siz bize asla tâbi olmazsınız. Allah, önceden böyle buyurmuştur." Onlar, "Bize hased ediyorsunuz" diyeceklerdir. Hayır, onların anlayışları çok azdır.16-) Bedevîlerin (savaştan) geride kalmış olanlara de ki: "Siz, şiddetli ve zorlu bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya dâvet edileceksiniz. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz, Allah size elem verici bir azap ile azap eder"17-) Âmâya güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. (Bunlar savaşa katılmak zorunda değillerdir.) Kim Allah'a yani Resûlûne itaat ederse, Allah onu, içlerinden nehirler akan cennetlere koyar. Kim de yüz çevirirse, ona elem verici bir azap ile azap eder.18,19-) Şüphesiz ki Allah, ağaç altında sana bîat ederlerken müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onların üzerine sekinet indirmiş, onlara yakın bir fetih yani alacakları birçok ganimetlerle ödüllendirmistir. Allah Aziz ve Hakim olandır.20-) Allah, size, alacağınız birçok ganimetler vaad etmiştir. Bunu size acele vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. (Allah, böyle yaptı) ki, bunlar mü'minler için bir âyet olsun yani sizi sırât'ı müstakime hidayet etsin.21-) Henüz elde edemediğiniz, fakat Allah'ın, ilmiyle kuşattığı başka (ganimetler) de vardır. Allah, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 22-) Kâfir olanlar sizinle savaşsalardı, arkalarını dönüp kaçarlar, sonra da ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilirlerdi.23-) Allah'ın öteden beri işleyip duran sünneti (budur). Allah'ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın.24-) O, Mekke'nin göbeğinde, sizi onlara karşı üstün kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.Kıraat Farklılığı(Âyette bulunan "te'melûne" "yaptıklarınızı" kelimesi, "ye'melûne" "yaptıklarını" olarak da okunmuştur.O zaman son cümlenin manası şöyle oluyor. "Allah, yaptıklarını hakkıyla görmektedir")25-) Onlar, kâfir olanlar ve sizi Mescid-i Haram'ı ziyaretten ve bekletilen kurbanlıkları yerlerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer, oradaki henüz tanımadığınız mümin erkeklerle, mümine kadınları bilmeyerek ezmeniz ve böylece size bir eziyet gelecek olmasaydı, (Allah, Mekke'ye girmenize izin verirdi). Allah, dileyeni rahmetine koymak için böyle yapmıştır. Eğer, iman edenlerle kâfirler birbirinden ayrılmış olsalardı, onlardan kâfir olanları elem verici bir azapla azaplandırırdık.26-) Hani kâfir olanlar kalplerine hamiyeti, cahiliye hamiyetini (ırkçılığı) yerleştirmişlerdi. Allah ise, Resûlune ve müminlere sekinetini (huzur ve güveni) indirmiş ve onlara takva sözünü tutmalarını ilzam etmişti. Yani onlar buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi hakkıyla bilmektedir.27-) Andolsun, Allah, Resulü'nün rüyasını (ön görüsünü) hak çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. (Allah), sizin bilmediğinizi bildi yani size bundan başka yakın bir fetih daha kıldı.28-) O, Resûlünü hidayet yani hak din ile gönderendir. (Allah) o hak dini (Resullere daha önce gelen) dinin üzerine daha açık ortaya koymak için (böyle yaptı). Şahit olarak Allah yeter.(Son vahyin indiriliş sebebi, daha önce diğer Nebilere indirilen ve Resuller tarafından tebliğ edilen bütün vahiy'lerden daha açık ve detaylı olarak hak dinî ve hidayeti ortaya koymak içindir. Yani hanif İslam dinini tamamlamak içindir. Dolayısıyla "Aled dini küllihi" "diğer dinler" değil, "daha önce indirilen hak din" anlamına gelmektedir."Liyuzhirahu" "üstün kılmak" değil, "daha açık olarak ortaya koymak" anlamına gelmektedir. Muhammed (a.s) ın son Nebi olmasının nedeni budur. Çünkü daha Allah Resulü hayatta iken indirilen vahiy ile din yüce Allah tarafından tamamlanmıştır.)29-) Muhammed, Allah'ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, kâfirlere karşı şiddetli, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde ederken, Allah'tan fazilet ve rızasını aradıklarını görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat'taki misalidir. İncil'deki misalleri de şöyledir. Onlar filizini yarıp çıkarmış, onu güçlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle kâfirleri öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip yani salih amel işleyenlere bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.(Âyette bulunan "vellezine maahu" "onunla beraber olanlar" ifadesi, kendi döneminde yaşayan sahabilerden daha çok kıyamet gününe kadar gelecek olan müminlerdir. Mümtehine süresi 4.âyette bulunan "İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır" cümlesi de aynı gerçeği anlatıyor. Çünkü kendi döneminde İbrahim (a.s) ın arkadaşları yani onunla beraber olan kimse yoktu. Yani onun inancına sahip olanlar onunla beraberdir anlamına gelmektedir.)(Fetih Süresinin Sonu)
23 Haziran 2022 Perşembe
CEMAAT VE TARİKATLARIN İNANÇ VE KARAKTERLERİ(2.YAZI)Cemaat ve tarikatlar Kur'an'ın ahlak ve ilminden uzak oldukları için genellikle Ehl-i Sünnet dininin rivayet ve ictihadlarına göre amel ederler.Taptıkları lider ve evliyasından dolayı ayrıca her cemaat ve tarikatın kendine ait bir inanç ve anlayışı mevcuttur.Yani şirk ve hurafe bataklığında hayatlarını düşüncesizce sürdürmektedirler.Gelelim Sabahattin Önkibar'ın ihlas Finans hatıralarına..."Diyor ki: "Enver Ören'in Hüseyin Hilmi Işık'ın damadı olması ise Hüseyin Hilmi Işığ'a rağmen tamamen Işık Hoca'nın kızı ve eşinin tercihi sonucudur ki bunu bana bizzat Enver Bey anlatmıştı. Hüseyin Hilmi Işık'ın damat adayı şimdilerde İhlas Holding'in inşaat işlerinin başında olan Zeki Celep'ti. Işıkçılar 70'li yıllarda sıkı Demirelciydiler ve onu Allah'ın yeryüzündeki vekili gibi görürlerdi.Öyle ki İhlas'ın öğrenci yurdunda kalan gençler seçimlerde Demirel'e korumalık görevi yaparlardı. İlaveten bütün cemaatlerde olduğu gibi Işıkçılar da diğer cemaatleri sapkın olarak görür ve kıyamet günü cehennemden kurtulacak tek fırkanın kendileri olduğuna inanırlardı. 1980 ihtilali tecrübesiyle, el konmasın diye İhlas cemaatine ait bütün mal ve birikimler, Kuleli Askeri Lisesi'nden ayrıldıktan sonra Fen Fakültesi Biyoloji bölümünü bitirip öğretmenlik yapmaya başlayan Hüseyin Hilmi Işık'ın damadı Enver Ören'e devredildi.Işıkçı grubu ihtilal günlerinde sıkı Kenan Evren'ci, ANAP iktidar olduktan sonra da keskin Özalcıydı. Öyle ki çok değil birkaç yıl öncesinde evliya olarak görülen Demirel hakkında 80'li yıllarda sarhoş hikayeleri anlatılmaya başlandı.Işıkçılar Mesut Yılmaz'ı hiç sevememişti. Buna mukabil Tansu Çiller'i evliya olarak görürlerdi. Enver Ören, Çiller seçim kazansın diye kendi anlatımıyla 1995, 1999 ve 2002 seçimlerinin hemen arefesinde Mısır'a giderek Nebi (a.s) ın kızının oradaki Türbesi'nde onu vesile ederek Tansu Hanım için dualar ettirdi.Işıkçılar, dişinde dolgu olan herkese cenabet derlerdi, zira gusül abdestinde iğne ucu kadar yer ıslanmazsa abdest geçerli olmazmış. Enver Ören TGRT'yi mütedeyyin halkın büyük bağışlarıyla kurmuştu.Bileziğini bozduran İhlas'a veriyor ve büyük bağış kampanyaları yapılıyordu.Enver Ören muhafazakar bir TV kanalını önce İstanbul'daki dindar iş adamlarıyla kurmak istedi ancak konu, yabancı film oynarken kovboyların içki içme görüntüsünü verecek miyiz tartışmalarına kayınca Ören kendi ifadesiyle hemen orayı terk edip kendi başına televizyon kurmaya karar verdi ve halktan büyük bağış topladı. O dönem televizyon kanalı kurmak çok pahalıydı ve Cem Uzan'ın Star'ınden sonra TGRT ikinci özel kanal olarak yayın hayatına başladı.Burada yine bir parantez açıp TGRT ve Türkiye gazetesinin Ankara bürosunda aylarca maaş ödeyemediğim o günlerde yaşadığım tuhaflıklardan bir tanesini aktarmak istiyorum. Bir gün Enver Bey'i almak için bana bildirilen saatte havalimanı'na gittim. Baktım tarifeli uçakta yok. Nerde diye oraya buraya bakarken Ören'i VİP çıkışında gördüm. Ben bir şey sormadan o açıklamada bulundu. "Özel uçak kiraladım, onun için buradan çıktım" Biz yöneticisi olarak personele aylardır maaş veremiyoruz, o özel uçakla Ankara'ya geliyor. Aradan bir süre daha geçti, Enver Ören'in önce helikopter, peşi sıra özel uçak aldığı duyuldu. Enver Ören işte o günlerde büroya geldi ve herkesi topla dedi. Enver Ören büroda yaptığı sohbette yeni döndüğü Avrupa seyahatini anlatmaya başladı."Çocuklar! Özel uçak sahibi olmak çok güzel bir şey. Düşünün, sabah Roma'da kahvaltı yaptık, öğle yemeği için Paris'e geçtik, aynı gece gidip Londra'da uyuduk. Büyük salonu dolduran muhabirler bu sözler üzerine burunlarından solumaya başladılar. Sohbet sonrası Enver Bey'e odamda şunu söyledim. Enver abi! Az önce sohbet ettikleriniz sizin cemaatin mensubu, yani abi takımı değil, tamamı profesyonel gazeteci. Bunlar alamadıkları beş aylık maaşlarını aylardır beklerken sizin Avrupa maceralarınızı anlatmanız hiç hoş olmadı. Bu gazetecilerin her biri bir uçağın yabancı havalimanına tekerleğinin değmesinin onbinlerce dolar olduğunu biliyor. Enver Bey bu açık sözlerime çok bozuldu ve "Senin imanın zayıfladı galiba. Tövbe et" diyerek odamdan hışımla ayrıldı.Özellikle uçak- helikopter ve İhlas Finans'ta toplanan bir buçuk milyar dolar mevduatla Ören; gücü, itibarı ve kadın dünyasını keşfetti. Hayır, bu kitapta Enver ve Mücahit Ören'lerin özel hayatına dair tek bir satır bulamayacaksınız birebir şahit olduğum pek çok şey benimle beraber mezara gidecek. Benim bu kitapla sorguladığım husus inancın istismarı, yani pek çok şeye alet edilmesidir.(Takkeli Firavunlar- s.36--40)
22 Haziran 2022 Çarşamba
CEMAAT VE TARİKATLARIN İNANÇ VE KARAKTERLERİ(1.YAZI)Dünyada bulunan bütün cemaat ve tarikatların inanç ve karakterleri aşağı yukarı birbirine benzemektedir.Bütün cemaat ve tarikatların inançları birbirinden farklı gözükse de Kur'an açısından baktığımızda aslında İslam dini ile hiçbir ilgilerinin olmadığını rahatlıkla görebiliriz.Çünkü cemaat ve tarikatlar Kur'an'ın ortaya koymuş olduğu vahiy dininin en önemli şartı, olmazsa olmazı olan ihlas'tan yoksundurlar. Yani onlar, dinlerini Allah'a özel kılıyor değillerdir.Onların dinlerinde vahiy'den başka her şey mevcuttur.Dinlerine Allah'ın âyetlerinden bir şey almamışlardır.Dolayısıyla Allah'a özel kılınmayan bir dinin "İslam dini" olarak nitelenmesi cehaletten başka bir şey değildir ?İslam dininin tek kaynağı, otoritesi ve sahibi Allah'tır.Rahmân ve Rahim olan Allah, saf ve hanif dininde hiç bir ortak kabul etmediğini yüzlerce âyetle ortaya koymuştur. "(Ey Nebi ! ) Şüphesiz ki kitab-ı sana hak olarak indirdik.O halde sen de dini Allah'a özel kılarak ibadet et. Dikkat et, hâlis din yalnız Allah'ındır..."(Zümer-2,3)"Dikkat et, hâlis din yalnız Allah'ındır..." demek, içinde başkalarının inanç, söz, ictihad ve fikirlerin olduğu dinlerin Allah ile bir ilişkilerinin olmadığını ve "İslam dini" olarak adlandırılamayacaklarını ortaya koymak etmek içindir. İslam dininin Allah'tan başka hiçbir otoritesi, hüküm koyucusu, helal ve haram kılıcısı yoktur."...O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez"(Kehf-26)"Allah'ın dununda ibadet ettikleriniz, sizin ve atalarınızın taktığı bir takım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir şey indirmemiştir.Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte (toplumu) ayağa kaldıracak dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"(Yusuf-40)İnancın nasıl olacağını, ibadetlerin nasıl yapılacağını, gerçek ahlakın ne olduğunu Allah tarafından indirilen vahiy haricinde hiç kimse ortaya koyamaz. İşte Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin ve onlara fanatik bir şekilde bağlı olan cemaat ve tarikatların inanç ve karakterlerinin yani ahlaki seviyelerinin nasıl olduğunu göstermek için bu yazı dizimizde yakından göreceğimiz ihlas holdingin kurucusu "Enver Ören ve cemaati olan ışıkçılar" tâifesi olacaktır. Kur'an'ın ilim ve ahlakından uzağa savrulanların nasıl bir anlayış ve ahlaka büründüklerini daha iyi göreceğiz. Aslında Kur'an'ın hikmetinden uzak olan cahillerin nasıl bir inanca ve karaktere sahip olduklarını Fetö çok acı bir şekilde bize göstermiştir. Fakat bu ışıkçılar tâifesini yakından görmekle akılda bulunan bazı şüphe ve istifhamlar yok olacaktır. Yani cemaat ve tarikat liderlerinin nasıl Kur'an ahlakından ve İslam onurundan mahrum olduklarını göreceğiz. Bu cemaat ve tarikatların "Allah'ı" "İslam dinini' "Allah'ın Resulünü, dinen kutsal olan kavramları" kullanarak milleti nasıl sömürüp soyduklarını göreceğiz.Aslında cemaat ve tarikatlar, ümmi insanlara "faiz haramdır" diye kandırıp mal ve mülklerini ellerinden alındığı bir tezgah ve örgütlenmeden başka bir şey değillerdir.Gazeteci yazar Sabahattin Önkibar bütün bu konuları "Takkeli Firavunlar" adlı kitabında çok güzel bir şekilde işlemiştir.Sabahattin Önkibar yıllarca TGRT de spikerlik ve möderetörlük yapmış, bu cemaatin içinde kalmış, sırlarına vakıf olmuş birisidir.Aslında Allah'ın kitab'ını okuduğumuzdan yani Kur'an'ın bize vermiş olduğu ilim ve anlayışla cemaat ve tarikatların batıl inanç, kötü ahlak ve çirkin karakterleri tuhafımıza gitmeyecektir.Fakat Kur'an ilim ve ahlakından uzak duran birinin cemaat ve tarikatların inanç ve karakterlerini bu şekilde deşifre etmesi ilginç olmuştur.Şimdi Kur'an'a karşı cehalet ve ön yargının insanları nasıl bir ahlaka sürüklediğini görelim.Ancak takılacağınız kişi "Enver Ören" ve "cemaati" olmasın.Esas ibret alacağımız gerçek, mezhep ve fırkaların nasıl büyük bir bela ve felaket olduğunu görmek olmalıdır. Kur'an'dan kopuşun yani fırka ve mezheplerin hakim güçler karşısında nasıl sefil bir seviyeye düştüklerini anlayacağız.Aslında Kur'an'a karşı mezhep rivayet ve ictihadlarını savunan siyasal dincilerin, cemaat ve tarikatların "Allah'ın hakimiyetini" dillendirmelerinin gerçek nedeni, kendi hakimiyet alanlarını korumak ve genişletmekten başka bir şey değildir. Yoksa uydurma dinin inanç ve kuralları ile Allah'ın hüküm ve hakimiyetini sağlamak mümkün değildir."Allah zaten hakimler hâkimidir"(Tin-8)"Göklerin ve yerin mirası Allah'a aittir" (Âli İmran-180) "Göklerin ve yerin hükümdarlığı Allah'ındır"(Âli İmran-189)İnsanların amelleri inançlarına göre değer kazanır.İnancı bozuk olanın hayırlı ve faziletli bir fiil ortaya koyması mümkün değildir.Yani imanı sağlam olmayandan güzel ahlak ve onurlu bir karakter beklemek olmayacak bir şeydir.Sabahattin Önkibar'ın "Takkeli Firavunlar" kitabından:İHLAS FİNANS KURUMUNUN SEYRİ ve SERÜVENİ. İhlas Finans tahmin edilenin ötesinde mevduat topladı ve faiz her ay kâr payı adı altında mudilere ödenmeye başlandı.Toplanan mevduat ise yatırıma, şuraya buraya değil borsaya yönlendirildi ki batış sonrasında yapılan incelemede toplanan paraların çok çok az kısmının kredi talebinde bulunan sanayiye kredi olarak aktarıldığı, büyük kısmının ise İhlas'ın içinde kullanıldığı belgelendi. Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun kesin rakamlarına göre İhlas Finans'ta hortumlanan paranın toplamı tamı tamına 750 milyon dolardır. Bu kadar büyük bir para nereye saçıldı ? sorusuna gelince... Bir kısmı yurt dışına gitti. MESELA: ABD'nin Florida eyaletindeki Miami'de çiftlik evler projesi için binlerce dönüm arazi alındığını Enver Ören'den duymuştum.Arazi alındı ama inşaat yapılamadı ve proje fiyaskoyla sonuçlandı.Araziler ne oldu bilmiyorum.Keza yine ABD'de bazı emlak yatırımlarının yapıldığını dinlemiştim. İlaveten Türkiye'de Coca-Cola'ya alternatif olarak düşünülen Kristal kola gibi yatırımlar yapıldı ama sonuç husran oldu. Tabii İhlas Finans mevduatının en çok savrulduğu yer hatıra dayalı kredilerle TGRT harcamalarıydı.Yakından biliyorum, Ankara'dan kim telefon ettiyse onların yakınlarına ipoteksiz Kredi ler verildi bunların pek çoğu geri dönmedi.Buna ilaveten TGRT için servetler saçıldı.Mesela Sibel Can'ın boğazın en nadide yerlerinden biri olan Nakkaştepe'de bugün fiyatı 7-8 milyon dolar olan havuzlu tripleks villalardan birine sahip olmasına yardımcı olundu ki o villanın aynısından bir tane de 28 Şubat'ta askerle İhlas'ın arasını bulsun diye transfer edilen Kenan Evren'in basın danışmanı Ali Baransel'e hediye edildi.Keza Gülben Ergen TGRT'de kazandığı büyük paralarla Tarabyadaki Nurol Malikânelerinde mülk sahibi oldu.Kadir İnanır'la milyon dolarlık mukaveleler yapılırken, Seda Sayanlar, Muazzez Ersoylar, Orhan Gencebaylar, Jülide Ateşler, Murat Soydanlar rüyalarında göremeyecekler paralar kazandılar. Barış Manço bile aldığı muhteşem villanın TGRT'den kazandığı paralar sayesinde olduğunu TGRT'deki karşılaşmamızda söylemişti.Kuşkusuz bütün bunlar program karşılığıydı ama büyük meblağlardı ve tamamı İhlas Finans'tan karşılanıyordu, zira TGRT sürekli zarar içindeydi. Sadece bunlar değil, o dönem neredeyse bütün sanat camiası TGRT ile karnını doyuruyordu. Enver Ören sanat camiasının âdete rızık tanrısıydı vekonuklarını odasına Cumhuriyet altınlarına sarılmış çikolata sağanakları ile karşılıyordu ki bunun bir örneği,tesadüfen tanıklık ettiğim için biliyorum, Serdar Ortaç'tı. Enver Ören'in o günlerde bütün işi bu sanatçılarla sohbet etmekti.Yanına Ali Baransel dahil hiçbir TGRT Genel Müdürünü almaksızın Holding odasında bir gün Avşar'la iş konuşur, ertesi gün Türkan Şoray'a dizi teklifleri yapardı.Dahası hangi sanatçının ayağına diken batsa Enver Ören hazır ve nazırdı.Ebru Gündeş beyin kanaması geçirince yardımına ilk koşan ve bütün hastane masraflarını karşılayan Enver Bey'di.Ören Cumhurbaşkanı Demirel'i izlemek için göreve giderken otobüsü kaza yapıp ölen muhabirimizAhsen Çetiner'in Ankara'daki cenaze törenine gelememe gerekçesini hiç unutmam telefonda şöyle açıklamıştı."Sibel Can'ın ayağı kırılmış geçmiş olsuna gideceğim. O daha mühim!" Mahsun Kırmızıgül'ün Hilmi Topaloğlu ile ortak olduğu Prestij Müzik şirketi çok zora düşünce, adını yazarsam Türkiye'de gündem konusu olacak birinin talebi üzerine Enver Ören 3 milyon dolar nakit parayı Mahsun'un önüne serdi ki Kırmızıgül bile"Enver abi bana bu parayı veriyorsun ama ben bunu zor geri ödeyebilirim" dedi ve "Canın sağ olsun" karşılığını aldı. Enver Bey bu olayı bana "Hayır diyemeyeceğim biri ver dedi ve karşılığını fazlasıyla alırım diye düşünerek verdim" diye kendisi anlatmıştı. Yine o günlerde şöhret basamaklarını hızla tırmanan Beyaz namıyla Beyazıt Öztürk'e Milyonlarca dolar transfer ücreti teklif edildi ki bu tekliften son anda Aydın Doğan'ın sert uyarı telefonayla dönüldü. TGRT o dönem işi o kadar abarttı ki İFPAŞ diye bir şirket kurarak büyük paralarla Türkiye'nin en büyük köstüm arşivini oluşturdu.Amacı İslam ülkelerine evliya filmlerini satmaktı ama sonuç tam bir çöküştü ve çekilen onlarca evliya filminin bir tanesi bile satılamadı. İhlas Finans'ın savrulan paraları elbette TGRT ile sınırlı değildi.(S. 15, 16, 17)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(242. YAZI)Muhammed Süresi 38 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Kâfir olanlar yani Allah'ın yolundan engelleyenlerin amellerini (Allah) boşa çıkarmıştır.2-) İman edip, salih ameller işleyenlerin yani Muhammed'e indirilene -ki o Rablerinden gelen haktır- iman edenlerin ise Allah günahlarını örtmüş yani durumlarını ıslah etmiştir.3-) Bu, kâfirlerin batıla tâbi olmaları ve iman edenlerin Rablerinden gelen hakka tâbi olmalarından dolayıdır. İşte Allah, onların örnek alınacak durumlarını insanlara böyle anlatır.4-) (Savaşta) kâfir olanlarla karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları çökertip etkisiz hâle getirdiğinizde bağı sıkı bağlayın (sağ kalanlarını esir alın). Artık bundan sonra (esirleri) ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverin. Savaş sona erinceye kadar hüküm budur. Eğer Allah dileseydi, onlardan öç alırdı. Fakat sizi birbirinizle sınamak için böyle yapıyor. Allah yolunda öldürülenlere gelince, (Allah) onların amellerini asla boşa çıkarmayacaktır.Kıraat Farklılığı(Âyette bulunan "kûtilû" öldürülenler" kelimesi, "kâtelû" "savaşanlar" olarak da okunmuştur. O zaman cümlenin manası şöyle oluyor. Allah yolunda savaşanlara gelince, (Allah) onların amellerini boşa çıkarmayacaktır.)5-6) Onları (vahiy'le) hidayete ulaştıracak yani durumlarını ıslah edecektir ve kendilerine tanıttığı cennete koyacaktır.7-) Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (dinine) yardım ederseniz. O da size yardım eder yani ayaklarınızı sâbit kılacaktır.8-) Kâfir olanlara gelince, yıkım onlarındır yani (Allah), onların amellerini kaybettirmiştir.9. Bu, Allah'ın indirdiğini kerih görmeleri, bu sebeple de Allah'ın amellerini boşa çıkarmasındandır.10-) Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmadılar mı? Allah, onları darmadağın etmiştir. Kâfirlere de bu cezanın benzerleri vardır.11-) Bu, Allah'ın iman edenlerin yardımcısı olması, kâfirlerin ise, hiçbir mevlalarının bulunmamasından dolayıdır.12-) Şüphesiz Allah, iman edip yani salih ameller işleyenleri, içinden nehirler akan cennetlere koyacaktır. Kâfirler ise (dünyadan) yararlanırlar yani hayvanların yediği gibi yerler. Onların kalacakları yer ateştir.13-) (Ey Nebi!) Seni yurdundan çıkaranlardan daha güçlü nice yurt halkları vardı ki, biz onları helâk ettik. Onlara yardım eden olmadı.14-) Rabbinin katından açık bir beyyine üzerinde olan kimse, kötü amelleri kendisine ziynetli (süslü) gösterilen ve nefislerinin hevalarına tâbi olan kimseler gibi olur mu?15-) Muttakilere vâdedilen cennetin misâli şöyledir: Orada bozulmayan sudan nehirler, tadı değişmeyen sütten nehirler, içenlere zevk veren şaraptan nehirler ve süzme baldan nehirler vardır. Yani orada onlar için meyvelerin her çeşidi vardır. Ve Rablerinden mağfiret de vardır. Bu cennetliklerin misâli, ateşte temelli kalacak olan yani bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?16-) Onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat senin yanından çıktıkları zaman (alay ederek), kendilerine bilgi verilmiş olanlara, "Az önce ne söyledi?" derler. İşte bunlar, Allah'ın, kalplerini mühürlediği yani nefislerinin arzularına uyan kimselerdir.17-) (Vahyin) hidayetine ulaşanlara gelince, Allah onların hidayetini artırır yani takvalarını verir.18-) Onlar saatin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar. Andolsun ki onun şartları gelmiştir. Kendilerine gelip çatınca öğüt almaları kendilerine neye yarar?19-) (Ey Nebi!) Bil ki Allah'tan başka ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de mümin erkek ve kadınların günahları için istiğfar et! Allah, gezip dolaştığınız yeri de, içinde kalacağınız yeri de bilir.(Nübüvvet özel hayat olduğu için Nebi Allah'a karşı hata eder. Yani günahlarının bağışlanması Resul ile ilgili bir şey değildir. Çünkü tek görevi vahyi tebliğ olan Resul hata etmez yani Resuller masumdur. İşte Nebi ve Resûl arasında bulunan farklardan biride budur.) 20-) İman edenler, "Keşke bir sûre indirilse!" derler. Fakat hükmü apaçık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince; kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığına girmiş kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. O da onlara pek yakındır.21-) İtaat ve mâruf bir söz onlar için daha hayırlıdır. İş ciddileşince Allah'a verdikleri söze sâdık kalsalardı, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.22-) Demek, yüz çevirdiğinizde yerde fesad çıkaracak ve rahimlerinizi koparacaksınız, öyle mi?(Âyette bulunan "tukattiu erhâmekum" "rahimlerinizi keseceksiniz" ifadesi, yüce Allah'ın insanlara gönderdiği vahiy ve tevhid nimetini engelleme ve karşı gelme anlamına gelmektedir.)23-) İşte bunlar, (sanki) Allah'ın lânetleyip, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimselerdir.(Lânet: "İnsanın kendini kötü bir inanca sürüklemesi, acımasız bir hâle sokmasi, yüce Allah'ın rahmet ve mağfiretinden uzak kılması, vahiy ve tevhid nimetinden mahrum etmesi" anlamına gelmektedir.Kur'an'da "lânet" kelimesinin zıt anlamı, "süüd -dêr" "kötü yurt, kötü konum, hayır ve bereketten uzaklaşma" olarak geçiyor. (Râd-25; Mümin-52) Yani lânet belasına saplanma insanların kendi amellerinin karşılığından başka hiçbir şey değildir. Çünkü insanların başlarına gelen bütün kötülükler kendi elleriyle yaptıklarındandır. Yinede Allah bir çoğunu affediyor.)24-) Onlar Kur'an'ı tedebbür etmiyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?(Tedebbür, âyetlerin arka planda kalan manalarını düşünmek anlamına gelmektedir.Mesela: "Hak Rabbinden gelendir" (Bakara-147) cümlesi, ön planda olan manadır.Arka planda kalan manası ise, "Din olarak Rabbinden gelmeyen şeyler hak değildir, onları kabul etme hemen reddet" demektir.Mesela: "Bu kitapta şüphe yoktur. Muttakilere hidayettir" (Bakara-2) Bu ön planda olan manadır. Arka planda kalan manası şudur. "Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bütün kitaplar şüphelidir. Onlardan uzak dur, sakin onlara tâbi olma" demektir.)25-) Kendileri için hidayet belli olduktan sonra gerisingeri dönenleri, şeytan onları aldatıp peşinden sürüklemiş yani kendilerini boş ümitlere düşürmüştür.26-) Bu, (münafıkların), Allah'ın indirdiğini kerih gören kimselere, "Bazı işlerde size itaat edeceğiz" demelerindendir. Yani Allah, onların sırlarını bilir.27-) Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken hâlleri nasıl olacak?(Yukarıdaki âyette bulunan melekler, müminlerdir. Âyetlerin bağlam ve bütünlüğüne bakıldığında bu gerçek görülecektir. Enfal süresi 50. âyet de aynı kullanıma sahiptir.Nasıl ki şeytanın Kur'an'da bir çok anlamı varsa, şeytanın zıttı olan meleğin de bir çok anlamı veya çeşidi vardır.Hanif fıtrata sahip olan insanlar dahil, pozitif yaratılışa sahip olan her canlı ve cansız varlık gerçek anlamda melektir.Şirk ve küfür yolunda olan insanlar dahil, negatif yaratılışa sahip olan her canlı ve cansız varlık şeytandır.Kur'an'a göre Şeytanlar nasıl bir misyona sahipse, melekler de tam zıt bir misyona sahiptirler.Şeytan iki kutuplu bir yapıya sahiptir. 1-) Zihinsel şeytan veya ameli şeytan, bu zihinsel ve ameli olarak insanları yanlış yapmaya iten, tuzağı zayıf yani aşılması kolay olan bir şeytandır.Bu şeytan, "cimrilik, kıskançlık, gurur, kibir, kariyer ve makam hırsı, kabile, cemaat, tarikat ve aşiret taassubu yani ırkçılık, şehevi istek ve arzular, içten dürtü ve vesvese şeklinde kendini gösterir.2-) Ete kemiğe bürünmüş yani din adamı kılığında olan şeytanlar.En tehlikeli şeytanlar bunlardır. Çünkü bunların tuzağına düşen bir daha kurtulamaz. Bu şeytanlar rivayet ve ictihadlarıyla insanların akıllarını sihirleyen, korku veya ümit enjekte ederek insanları kendine bağlayan, insanların Kur'an'a gitmelerini engelleyen bir özelliğe sahiptirler.Kur'an'da "itaat, ibadet, izini tâkip etmeme, ittibâ yani tâbi olma, vâdetme, sihir öğretme, konuşma" bağlamında kullanılan şeytan kavramlarının hepsi din adamları anlamında kullanılmışlardır.Kur'an'da melekler şeytanların tam zıttı olarak anılır. Mısır'daki kadınların Yusuf (a.s) için "Bu kerim bir melektir" sözleri mecaz değil, gerçek anlamda kullanılmış bir cümledir. Bütün Nebi ve Resûller aynı zamanda melektirler. Yani güzellik ve erdem üreten herkes aynı zamanda melektir. Kötülük ve ahlaksızlık üreten herkes şeytandır. En kötüsü de din adamları kılığında olan şeytanlardır. Çünkü insanların hem dünya hayatlarını hemde âhiretlerini mahvetmeye kadir bir potansiyele sahiptirler. Dolayısıyla hayır ve güzellik üreten bütün müminler de melektirler. Yüce Allah'ın yolundan cihat edenlerin melekler olduklarından asla şüphe yoktur.)28-) Bunun sebebi, Allah'ı öfkelendiren şeylere tâbi olmaları yani O'nun razı olduğu şeyleri kerih görmeleri içindir. Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır.29-) Yoksa, kalplerinde hastalık olanlar Allah'ın, niyetlerini ortaya çıkarmayacağını mı hesap ettiler?30-) Biz dileseydik, onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Fakat, sen onları, konuşma tarzlarından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir.31-) Andolsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri bilinceye (belirleyinceye) yani haberlerinizi ortaya koyuncaya kadar sizi sınayacağız.32-) Şüphesiz ki, kâfir olanlar yani Allah'ın yolundan engelleyenler yani kendilerine hidayet yolu belli olduktan sonra Resûle karşı gelenler hiçbir şekilde Allah'a zarar veremezler. Allah, onların amellerini boşa çıkaracaktır.33-) Ey iman edenler! Allah'a itaat edin yani Resule itaat edin. Sakın amellerinizi boşa çıkarmayın.(Yukarıdaki âyette bir çok önemli nokta vardır.1-) İtaat Allah ve Resul bağlamında kullanılan bir terimdir. Resule itaat, yüce Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir. Nebi'ye mutlak anlamda itaat etme emredilmemiştir.2-) Allah ve Resûlune itaat evrensel bir emirdir. Yani beşer Resûl hayatta olduğu sürece risâlet misyonuyla itaat ona yapılacaktır. O vefat ettikten sonra kitap Resul olan Kur'an'a itaat edilecektir. İşte Resul kavramı bundan dolayı evrenseldir. Kitap Resûle yani Kur'an'a itaat edenler tarihte gelmiş bütün Resullere itaat etmiş sayılırlar.3-) Bu âyette bulunan itaat emri beşer Resûl ile değil, kitap Resul ile ilgilidir. Çünkü beşer Resûl on dört asır önce vefat etmiştir. Fakat kitap Resul kıyamet gününe kadar baki kalacaktır.4-) Kur'an'da Allah ve Resul lafızlarının arasında bulunan bütün "ve" edatları "yani" anlamına gelmektedir. 5-) Allah ve Resûlune itaat etmeyenin yani dinde tek hüküm kaynağının Kur'an olduğuna iman etmeyenin ameli boştur, batıldır, yok hükmündedir.6-) Kur'an'ın hiç bir âyetinde "Allah'a itaat edin"emri bulunmamaktadır. Mutlaka Allah lafızlarının yanında Resul vardır. Bunun anlamı, yüce Allah'a itaat etmenin tek yolunun kitab'a itaat etmek olduğu içindir. Yani insanlar din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynağa iman ve itaat etmedikleri zaman gerçek anlamda yüce Allah'a iman ve itaat ettikleri ortaya çıkacaktır.34-) Şüphesiz ki kâfir olanlar yani Allah'ın yolundan engelleyenler, sonra da kâfir olarak ölenler var ya, Allah onları asla mağfiret etmeyecektir.35-) Gevşeklik göstermeyin yani üstün olduğunuz hâlde barışa dâvet ediyorsunuz. Allah sizinle beraberdir. Sizin amellerinizi asla eksiltmeyecektir.36-) Şüphesiz dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman edip yani takva sahibi olursanız, O size mükâfatınızı verir ve sizden mallarınızı istemez.37-) Eğer onları sizden isteyip de sizi zorlasaydı, cimrilik ederdiniz, O da (gerçek) niyetinizi ortaya çıkarırdı.38-) İşte sizler, Allah yolunda infak etmeye dâvet ediliyorsunuz. Ama içinizden cimrilik yapanlar var. Kim cimrilik yaparsa ancak kendi nefsine cimrilik yapmış olur. Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O'ndan yüz çevirecek olursanız, yerinize başka bir kavim getirir. Sonra onlar sizin gibi olmazlar.(Muhammed Süresinin Sonu)
21 Haziran 2022 Salı
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(241. YAZI)Ahkâf Süresi 35 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Hâ Mîm.2-) Kitab'ın indirilişi, Aziz ve Hakim olan Allah'tandır.3-) Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları hak (bir amaca yönelik) olarak yani belirli bir süre için yarattık. Kâfirler ise, uyarıldıkları şeylerden yüz çevirmektedirler.4-) De ki: "Allah'ın dununda dua ettiklerinizi gördünüz mü? Bana gösterin, yeryüzünden neyi yaratmışlardır? Yoksa göklerin yaratılışında onların bir ortaklığı mı var? Eğer sâdıklar iseniz, bana bundan önceki bir kitap, yahut ilmi bir eser (bilgi kalıntısı) olsun getirin!"5-) Allah'ın dununda, kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere dua edenden daha sapkın kim vardır? Oysa onlar, bunların dualarından gâfildirler.6-) İnsanlar (haşir günü) toplandığında, o ibadet ettikleri kendilerine düşman oluverirler yani onların ibâdetlerine kâfir olurlar.(Kur'an'ın dinine ve diline göre kimin emirleri yerine gelirse ona ibadet yapılmış olur. Yani rivayetleri ve mezhepleri kendine din edinen Allah'a ibadet etmiş olmaz. Beşeri yalanları din olarak yaşayan Allah'a isyan etmiş olur. "İBADET" NEDİR?Yüce Allah tarafından indirilen ve Resüller tarafından insanlara tebliğ edilen vahyin tek indiriliş sebebi ibadettir. (Hud- 1,2, 26; Yusuf- 40; İsra-23;Yasin 60; Fussilet 14; Ahkaf-21 Tüm Resüllerin kavimlerine tebliğ ettikleri ilke yalnız Allah'a ibadet etmek olmuştur.(Araf- 59,65,73,85; Hud-50, 61, 84; Müminun- 23,32)Kur'an'ın dininde ve dilinde ibadet, atalardan ezberlenmiş ve alışılmış, insanın hayatında olumlu hiçbir etkiye sahip olmayan, belli bazı ritüelleri yapmak değildir. Yüce Allah'ın tüm Nebilere vahyettiği ve Resul misyonuyla ilan ettikleri ilkelerin hepsine birden ibadet denilmektedir.Yani yüce Allah'ın emir ve yasakları arasında ibadet, tüm salih amelleri içine alan çatı katını temsil etmektedir.Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kitaba iman edilmediği sürece yani ihlas elde edildikten sonra yalnız Allah'a yani Kur'an'a teslim (İslam) olunduktan sonra insanların yaptıkları her güzel amel ibadet kategorisine girer.Dolayısıyla bütün meşru işler ve güzel amellerin hepsi ibadet hükmüne geçer.insan her an Rabbi olan yüce Allah ile beraberdir. Geleneksel dinde ibadet denilince insanların aklına sadece namaz, hac, salavat ve umre geliyor. Halbuki insan sürekli olarak ibadet halindedir. Hayatın amacı ve gayesi ibadettir. İnsan yüce Allah'tan bir an bile ayrı kalamaz. "O gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşın üzerine (kudretiyle) istiva edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı yani gökten ineni ve oraya yükseleni bilen yani nerede olursanız olun O sizinle beraber olandır yani Allah yaptıklarınızı görendir. Göklerin ve yerin mülkü onundur yani bütün işler ancak ona döndürülür" (Hadid-4, 5)"Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Yani bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah herşeyi bilendir" (Mücadele-7)İbadet fiziksel olarak yapılan bir şey değildir. Asıl ibadet zihinsel bir olaydır. Kişi gönül ve zihinle Allah'a teslim olmadıktan sonra ona ibadet etmiş sayılmaz.Din ve hüküm olarak Kuran'dan başka kitaplara iman edenler, Allah'a değil, ibadetleri kitaplarına iman ettikleri kişileredir. Bütün vahiy'lerin indiriliş amacı ibadettir. Vahyin önderliğinde Resüllerin ilk emri ibadettir.Yani Allah'tan başkasına kulluk yapmamalarıdır.Mesela: Tarikatçıların namazı Allah'a ibadet mi oluyor? Veya Süleymancıların ibadetleri yüce Allah'a mı gidiyor. Sürekli olarak Risale-i Nur okuyan, indirilmiş kutsal bir kitap olarak ona iman eden nurcular Allah'a ibadet mi ediyorlar? İbadet, vahiy ile ilgili bir durumdur. İbadet, teslim, iman, ihlas ve takva ile ilgili bir durumdur. Muhlis ve Muttaki olmayanın ibadeti yoktur. Yani din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmeyenlerin ibadeti tâbi oldukları tağut ve şeytanlar içindir. Allah'ın kitab'ı yerine Buhari'nin ve Küleyni'nin çöpten topladıkları ile beslendikten sonra namaz ve ibadetinin hedefi Allah olmayacaktır. Kime iman ederseniz, ona ibadet edersiniz. Yani kimin sözleri ve emirleri gönlünüzde taht kurmuşsa, kulluğunuz onadır. Şeyhe iman eden Allah'a ibadet edemez. Mezhebe bağlı olanın ibadeti Allah'a olamaz.İsa (a.s) ın dediği gibi, "İnsan aynı anda hem krala hemde Allah'a hizmet edemez"Kur'an'dan yüz çeviren ibadet diye bir şey yapmamıştır. Muhammed bin İdris, Ahmed bin Hanbel, Numan bin Sabit ve Mâlik bin Enes'in mezhebine tâbi olanlar Allah'a ulaşamazlar. Ben Hristiyanım, Yahudiyim, Şiiyim, Sünniyim diyenlerin ibadeti İslam olamaz. Hayatın hepsi ibadettir yeni hayat ibadetten ibarettir. Bütün be gerçeklerden sonra şimdi biz Şii ve Sünni dine adamlarına ne diyelim?Daha ibadetin hangi anlama gelmeden üç beş ritüele ümmeti mahkum ederek, Kur'an'da var olan yüzlerce emir ve yasağın farkında bile olmamışlar. "İBADET": inanç, fikir ve zihinle ilgil bir olaydır. İnsanların yüce Allah'a bağlantıları iman, takva, sevgi, ihsan, ibadet, zihin ve eğitimle ilgilidir. Hiç kimse namaz kılmakla Rabbi ile bağlantı kuramaz ve kuramamıştır. Yüce Allah ile namaz kılanların arasında uzun bir mesafe vardır. Namaz hiç bir zaman insanları Kur'an'a yakınlaştırmamış tam aksine namaza en çok kulluk edenler tarikatçı ve cemaatçi hurafeciler olmuştur.İbadet hiç bir zaman Allah ile bağlantıyı koparmamak, sürekli olarak yüce Allah'ın gözetimi altında olduğumuzun şuurunda olmaktır. Küfürde böyledir. Küfür ve şirk ehli sürekli olarak dinlerini anlatır onun faziletini ve üstünlüğünü savunurlar. Nurcular Said Nursi'yi, tarikatçılar şeyhlerini, cemaatçiler efendilerini, siyasal dinciler liderlerini, Şia ve Ehli Sünnet hadis ve muhaddislerini anlatırlar. İşte bu yaşam tarzının ve inanç sisteminin Kur'an'daki adı ibadet oluyor. İbadet sürekli olan, hiç kesilmeyen, insandan ayrılmayan, gece gündüz onunla olan bir inançtır. Yani namaz ibadet değildir. Onun için yaratılışın tek amacı ibadettir (Zâriyat-56) İbadet yüce Allah ile ilişkileri düzene sokmak demektir. İşte bundan dolayı vahyin ve Resüllerin yegane gönderiliş amaçları da ibadettir. (Hud-1,2, 26; Yusuf-40; İsra-23; Yasin-60; Fussilet-14; Ahkâf-21)Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen ve Allah yolunda infak edenlerin uykuları bile ibadet sayılır. Her an yüce Allah'ın gözetimi altında olduğunu bilmeyen, günde beş defa Allah'ın huzuruna çıktığına iman edenin ibadeti yoktur.7-) Yani âyetlerimiz onlara açıkça tilâvet edildiği zaman, o küfredenler kendilerine geldiğinde hak (Kur'an) için, düşünmeden "Bu, apaçık bir sihirdir" dediler.8-) Yoksa, "Onu iftira etti" mi diyorlar? De ki: "Eğer ben onu iftira etmişsem, Allah'tan gelecek olana (cezaya) karşı siz benim için hiçbir şey yapamazsınız. O, sizin, hakkında yaygara kopardığınız şeyi daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda şâhit olarak O yeter! O, Ğafur ve Rahîm olandır.9-) De ki: "Ben Resullerden türedi (ilk gönderilen) biri değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilemem. Ben (bir Nebi olarak) sadece bana vahyedilene tâbi olurum. Ve ben (bir Resul olarak) sadece apaçık bir uyarıcıyım."(Nebi, kendisine gelen vahye tâbi olurken, (Ahzab-1,2) Resûl, kendisine indirileni tebliğ eden kişidir.(Mâide-67)Bütün Nebiler vahiy alır, aldığı vahyi tebliğ görevi alana Resûl denir. Yakup, İshak, Davut, Süleyman, Zekeriya, Yahya gibi Nebi'lerin aldıkları vahyi tebliğ etme görevleri yoktur. Yani bunlar Nebidir ama Resûl değillerdir.)10-) De ki: "Ne dersiniz? Şayet bu, Allah katından ise ve siz ona kâfir olduysanız, İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini (Tevrat'ta görerek) şahitlik edip iman ettiği hâlde, siz yine de kibirlik taslamışsanız (zulmetmiş olmaz mısınız?). Şüphesiz Allah, (vahiy'den bağımsız olarak) zâlimler topluluğunu hidayete iletmez."11-) Kâfir olanlar, iman edenler için, "Eğer o vahiy hayırlı bir şey olsaydı, onlar onu kabulde, bizi geçemezlerdi" dediler. Onlar onunla hidayete ulaşmadıkları için; "Bu eski bir uydurmadır" diyecekler.(Yukarıdaki âyet vahyin dışında bir hidayetin olmadığını açık olarak gösteriyor.)12-) Bundan önce bir imam ve bir rahmet olarak Mûsâ'nın kitabı da vardı. Bu (Kur'an) ise, onu doğrulayan ve zulmedenleri uyarmak, güzel ahlak sahipleri için müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş bir kitaptır.(Yukarıdaki âyette esas uyarıcının Kur'an olduğunu görüyoruz. Yani Resul aldığı görev icabı sadece vahiy'le uyarı yapar. Enbiya-45; Kaf-45)13-) "Şüphesiz Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra da istikamet sahibi olanlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.(İstikamet sahibi olmak din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmemek demektir. Çünkü Kur'an'ın bir adı da sırat'ı müstakim'dir.)14-) Onlar cennet ashabıdır. Amellerine karşılık olarak, orada devamlı kalacaklardır.15-) Biz, insana anne babasına güzellikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz şehrdir. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına bâliğ olunca şöyle der: "Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amellere ulaştır. Benim için zürriyetimi ıslah et.Şüphesiz ben sana tevbe ettim yani ben sadece sana teslim olanlardanım."16-) İşte, yaptıklarının güzelini kabul edeceğimiz yani günahlarını bağışlayacağımız bu kimseler cennet ashabı arasındadırlar. Bu, onlara öteden beri vâdedilen sâdık bir vaattır.17-) Anne ve babasına, "Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni (öldükten sonra) tekrar çıkarılmayı mı vâdiyorsunuz?" diyen kimseye, onlar Allah'a sığınarak, "Yazıklar olsun sana! İman et, Allah'ın va'di gerçektir" diyorlar, o da, "Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyordu.18-) İşte onlar, kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş topluluklar içinde, haklarında o sözün (azabın) hak olduğu kimselerdir. Şüphesiz onlar husrana uğrayanlardır.19-) Herkesin amellerine göre dereceleri vardır. (Bu da) Allah'ın onlara yaptıklarının karşılığını tastamam vermesi içindir. Asla kendilerine zulüm yapılmaz.20-) Kâfirler ateşe arzolundukları gün, (onlara şöyle denir:) "Dünyadaki hayatınızda tüm güzelliklerinizi giderdiniz, sadece onunla yararlandınız. Bugün ise yerde haksız yere kibirlik taslamanızdan yani fıskınızdan dolayı, alçaltıcı azapla cezalandırılacaksınız."21-) Kendisinden önce ve sonra uyarıcıların gelip geçmiş olan Âd kavminin kardeşini (Hûd'u) zikret. Hani Ahkâf'taki kavmini, "Ancak Allah'a ibadet edin, çünkü ben sizin adınıza azim bir günün azabından korkuyorum" diye uyarmıştı.22-) Onlar ise, "Sen bizi ilâhlarımızdan engellemeye mi geldin? Sadıklardan bize vâdettiğin şeyi başımıza getir" dediler.23-) Hûd, "(Bu konudaki) ilim ancak Allah indindedir. Ben sadece, benimle gönderileni size tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum" dedi.(Âyette bulunan"...Ben sadece, benimle gönderileni size tebliğ ediyorum" cümlesi, Resullerin sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerini gösteriyor.)24-) O azabı vadilerine doğru yayılan bir bulut olarak gördüklerinde, "Bu, bize yağmur getiren bir buluttur" dediler. Hûd, "Hayır, o sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. İçinde elem verici azabın bulunduğu bir rüzgârdır" dedi.25-) "O, Rabbimin emriyle her şeyi darmadağın ediyor." Derken sabahladıklarında meskenlerinden başka hiçbir şeyleri görünmüyordu. İşte biz, mücrim bir kavmi böyle cezalandırırız.Kıraat Farklılığı(Âyette bulunan "lê yurâ illê mesekinuhum" "meskenlerinden başka hiçbir şeyleri görünmüyordu" cümlesinde geçen "lê yurâ" "görünmüyordu" kelimesi, le terâ" "görmezdin" olarak okunmuştur. Bu okuyuşa göre cümlenin meâli şöyle oluyor. "...(Ey Nebi! Orada olsaydın) "...meskenlerinden başka hiçbir şeyi görmezdin..."26-) Andolsun ki onlara, size vermediğimiz imkânları vermiştik. Kendilerine kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri kendilerine bir yarar sağlamadı. Çünkü Allah'ın âyetlerine karşı geliyorlardı ve alaya aldıkları şey onları kuşatmıştır.27-) Andolsun, biz çevrenizde bulunan memleketleri de helak ettik. (hidayete) dönsünler diye âyetleri tasrif ettik.28-) Allah'ın dununda O'na yakınlık sağlamaları için edindikleri ilâhlar kendilerine yardım etseydi ya!? Aksine onları (yüzüstü bırakarak) uzaklaşıp kayboldular. Bu, onların uydurmaları yani iftira etmiş oldukları şeydir.29-) Hani Kur'an'ı dinlemek üzere cinlerden bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, onun huzurunda iken, birbirlerine,"Susun!" dediler. (Kur'an'ın) okunması bitince de uyarıcı olarak kavimlerine döndüler.30-) Dediler ki: "Ey kavmimiz! Şüphesiz biz, Mûsâ'dan sonra indirilen, önündeki kitapları tasdik eden, hakka yani doğru yola ileten bir kitap dinledik."31-) "Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icâbet edin yani ona iman edin ki, günahlarınızı mağfiret etsin yani sizi elem dolu bir azaptan korusun"32-) Kim Allah'ın davetçisine icâbet etmezse, yerde Allah'ı âciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah'ın dununda evliya da bulunmaz. İşte onlar apaçık bir sapkınlık içindedirler.(Âyette geçen cinler birinci Akebede Nebi (a.s) ile görüşmeye gelen Medine'li ensardır. Daha sonra ikinci Akabe gerçekleştikten sonra hicret etme olayı meydana geliyor.)33-) Gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah'ın, ölüleri de diriltmeye gücünün yeteceğini görmediler mi? Evet şüphesiz O, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir.34-) Ateşe arzulanacakları gün, kâfir olanlara "Bu hak değil miymiş?" denir. Onlar, "Rabbimize andolsun ki evet (hakmış)" diyecekler. Allah, "Öyle ise kâfir olduğunuzdan dolayı azabı tadın!" diyecektir.35-) (Ey Nebi!) O hâlde, Resullerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sende sabret. Onlar için acele etme. Kendilerine vâdedilen azabı gördükleri gün, sanki dünyada gündüzün bir saatinden başka kalmadıklarını sanırlar.Tebliğ (şudur) fasıklar kavminden başka helak edilen olur mu? (Ahkâf Süresinin Sonu)
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(240. YAZI)Casiye Süresi 37 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Hâ Mîm.2-) Kitab'ın indirilişi, Aziz ve Hakim Allah tarafındandır.3-) Şüphesiz, göklerde ve yerde, müminler için (Allah'ın birliğini gösteren) nice âyetler vardır.4-) Sizin yaratılışınızda ve Allah'ın (yeryüzüne) yaydığı her canlıda da kesin olarak yakin getiren bir kavim için nice âyetler vardır.5-) Geceyle gündüzün ihtilâfında, Allah'ın gökten rızık olarak indirmiş olduğu (suda) ve ölümünden sonra yeri onunla diriltmesinde, rüzgârları çevirmesinde aklını kullanan bir kavim için âyetler vardır.6-) İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir. Onları sana hâk olarak tilâvet ediyoruz. Artık Allah'tan yani O'nun âyetlerinden sonra hangi söze iman edecekler?Kıraat Farklılığı(Âyette bulunan "yu'minun" "iman edecekler" kelimesi, "tü'minun" olarak da okunmuştur. O zaman cümlenin manası şöyle oluyor. "... Artık Allah'tan yani O'nun âyetlerinden sonra hangi söze iman edeceksiniz.)7-8) (Allah'a yalan) uyduran her günahkâra veyl olsun! Kendisine Allah'ın âyetlerinin tilâvet edildiğini işitir de, sonra kibirlik taslayarak sanki onları hiç duymamış gibi (şirkte) direnir. İşte onu elim bir azap ile müjdele!9-) Ve âyetlerimizden bir şey öğrenince onu alaya alır. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır!10-) Arkalarında da cehennem vardır. Kazandıkları şeyler ve Allah'ın dununda (yanında-astında) edindikleri evliya da onlara hiçbir fayda sağlamadı. Onlar için azim bir azap vardır.11-) İşte bu (Kur'an) bir hidayettir. Rablerinin âyetlerine kafir olanlara ise en kötüsünden elem verici bir azap vardır.12-) (O) Allah ki, içinde gemilerin, emriyle akıp gitmesi, O'nun faziletini aramanız ve şükretmeniz için denizi size musahhar kılandır.13-) Yani göklerde ve yerde bulunan her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) size musahhar kılandır. Elbette bunda tefekkür eden bir kavim için âyetler vardır.14-) İman ederlere söyle, Allah'ın (hesap) günlerinin geleceğini ummayanları mağfiret etsinler (nasıl olsa) Allah her kavme kazandığının karşılığını verecektir.15-) Kim salih bir amel işlerse, kendi nefsi içindir. Kim de bir kötülük işlerse, kendi aleyhine işlemiş olur. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.16-17) Andolsun biz, İsrailoğullarına kitap ve hikmet yani Nübüvvet verdik. Onları temiz yiyeceklerle rızıklandırdık ve onları (kendi dönemlerindeki) âlemlerden (insanlardan) farklı kıldık. Yani onlara din konusunda beyyineler verdik. Ama onlar ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ırkçılıktan dolayı ihtilafa düştüler. Şüphesiz Rabbin, hakkında ihtilâfa düştükleri şeyler konusunda kıyamet günü, aralarında hüküm verecektir.18-) Sonra da seni (Allah'ın ) emirlerinden bir şeriat üzerinde kıldık. Sen ona tâbi ol, bilmeyenlerin hevalarına tâbi olma. "ŞERİAT NEDİR?"Şeriat" kelimesi "ş-r-a" kökünden gelmekte olup türevleri ile birlikte Kur'an'ı Mübin'de dört yerde geçmektedir.Sözlükte ise "su yolu, herhangi bir su kaynağından su içmek ve almak için gidilen yol, büyük ve geniş cadde, suyun kaynağı" anlamlarına gelmektedir.Istılahta yani din dilinde ise, "Allah tarafından indirilen tevhid dini, hak din yolu, aydınlık ve ışık" gibi manalara gelmektedir. Milletler için itikadi ve ameli hükümler, emir ve yasaklar anlamına gelen "şeriat" bütün ilahi vahiy'lerde elçiler aracılığıyla gönderilen emir ve kuralların ortak adıdır.Şeriat, zannedildiği gibi, siyasal anlamda hukukla ilgili bir kavram değildir. Şeriat, aynen ibadet, takva, iman, nur, hidayet, sırât'ı müstakim, hüküm, Allah'ın sözü, Allah'ın âyetleri, Kur'an, furkan, İslam, ihlas, salât, ihsan gibi Kur'an'ın tümünü içine alan bir kelimedir. Şeriatın geleneksel fıkıh, beşeri kanun ve kâidelerle yani hukukla hiç bir bağlantısı yoktur. Şeriat için söylenen kanun ve hukuk iddiası büyük bir iftira ve açık bir yalandır. "Sonra da seni din konusunda bir "şeriat" üzerinde kıldık. Sen ona tâbi ol, bilmeyenlerin heva ve heveslerine tâbi olma"Şeriat kelimesi, siyasi emellerine ulasmak için cemaat ve tarikatların en çok konuştukları, istismar ettikleri, tartışma konusu yaptıkları yani çeşitli spekülasyonlara âlet ettikleri önemli bir kavramdır. Yukarıdaki âyette görüldüğü gibi yüce Allah'ın, Nebi (a.s) a olan emirlerinden birisi de kendisine indirilen vahyin yani şeriatın üzerinde sabırla durmasını ve ondan ayrı bir yola sapmamasıdır.O halde şeriat Allah tarafından elçilere indirilen yolun yani dinin bir diğer adıdır."Sana da, daha önceki kitab-ı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak kitab-ı gönderdik.Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma.( Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik..."(Mâide-48) Ben müslümanım diyen şuurlu ve aklı başında hiç kimsenin yüce Allah tarafından indirilen emirlere dolayısıyla şeriata karşı gelmesi düşünülemez. Hiç bir mü'min ve hanif Müslüman, Allah'ın eşsiz iradesine ve sonsuz hikmetine karşı gelmez. Fakat Allah elçilerinden sonra, din adamları tarafından her zaman şeriat yani hanif din dejenere olmuş,indirilen vahyin manası bozulmuş, hak dine batıl karışmış ve ilahi emirlerin bazıları metin bazıları da mana yönünden tahrif edildikleri de bir gerçektir. "Din ve hüküm olarak vahiy'den başka hiçbir kaynak yoktur..." (Yusuf- 40; Şura-10) Yani son vahye baktığımız zaman "dinin Allah tarafından indirildiğini ve daha Allah Resulü hayatta iken indirilen vahiy ile din, Allah tarafından tamamlandığını..."(Enam-115; Maide- 3)"Allah elçilerinin sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerini..." (Maide- 99; Râd- 40; Nahl- 35)"Nebi (a.s) ın sadece vahye tabi olduğunu..."( En'am- 106; Yunus- 15, 109 ; Ahkaf- 9)"Allah elçilerinin sadece indirilen vahiy'le insanları uyardıklarını, (Enbiya-45; Kaf- 45; En'am-51; Araf- 62, 67, 68, 69) açık ve net olarak görüyoruz. Yani şeriat dediğimiz zaman aklımıza Allah'ın indirdiği vahiy ve hak dinden başka bir şey gelmemesi gerekir. Şu halde şeriat denildiğinde, Allah tarafından Resul misyonu ile Muhammed (as) a indirilen İslam dini kasdediliyorsa bunda bir sorun yoktur.Bu şeriat baştan sona kadar barış ve ilimdir, olduğu gibi hidayet ve rahmettir, hüküm ve hikmettir, akıl ve mantıktır, kurtuluş ve mutluluktur, cennet ve Allah'ın rızasıdır. Fakat "şeriat'"tan maksat Buhari, Müslim, Tirmizi, İbni Mace, Ebu Davud ve Nesai'nin uydurma ve yalan rivayetleri ile oluşturulan mezheplerin vahşi "şeriatı" ise orada biraz durun, bu "şeriat" cehennemde son bulacak bir yoldur.Yani "şeriat'"tan maksat, Ahmed bin Hanbel'in, Malik Bin Enes'in, Muhammet bin İdris'in, Numan bin Sabit'in, Ebu Yusuf'un, İmam-ı Muhammed'in, İmam-ı Nevevi'nin, Gazali'nin, Evzai'nin iftira "şeriat"ı ise, peşkeş çekilecek bir imanımız ve aklımız yoktur.İslam milletini aldatmaktan ve yalan söylemekten vazgeçin.Bu "şeriat"a ilmimiz ve irfanımız yol vermiyor.Sizin "şeriat" dediğiniz şeyi, yani Allah'ın indirdiği vahye karşı uydurulmuş rivayet ve iftiralarla, paralel, vahşi ve katliamcı "şeriat" nızı şuurumuz, kitabımız ve hikmetimiz reddediyor. Biz, Allah'ın indirmiş olduğu şeriat'tan başka bir "şeriat"ı kabul etmiyoruz.Kur'an ehli muvahhidler olarak mezheplerin karanlık "şeriat"ını reddediyoruz."Dinden döneni öldüren, zina edenleri recmeden, namaz kılmayanları tekfir edip ölüme mahkum eden, kertenkeleleri öldürmeyi sevap sayan, kara köpekler için ölüm fermanı çıkaran, insanların saçına ve sakalına karışan, kadın düşmanı olan, kargaları bile fasık olarak gören, ressamları cehennemin en alt tabakasına gönderen, sanat ve estetik düşmanı "şeriat'ı" şiddetle reddediyoruz.Biz, Kur'an ehli muvahhidler, tevhid ve güzel ahlakı, merhamet ve adaleti, akıl ve mantığı, tefekkür ve hürriyeti olmayan "şeriat"ın düşmanıyız. Siz hangi şeriattan söz ediyorsunuz?Allah'ın dostu, muvahhidlerin atası İbrahim'in hanif ve saf şeriat'ından mı?Yoksa şirk ve zulüm olan Firavun ve Nemrud'un "şeriat"ından mı?Allah Resullerinin orijinal ve organik şeriat'ı mı,Tağutların ve iblislerin uydurma şeriat'ı mı? İŞTE SİZE EVRENSEL ŞERİAT İLKELERİ"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye Nuh'a tavsiye ettiğini(Ey Resul! ) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı.Fakat kendilerini çağırdığın bu (tevhid-islam) dini müşriklere ağır gelir. Allah dilediğini kendisine Resul seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir"( Şura-13)"Ey iman edenler! Allah'tan ona yaraşır bir şekilde sorumluluk bilincine sahip olun ve ancak kendisine (Kur'an'a) teslim olarak can verin."Hep birlikte Allah'ın himayasine (Kur'an'a) sığının; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, günüllerinizi (vahiy'le) birleştirmişti ve O'nun (İslam) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi o kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız. Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır"(Âli İmran-102,103,104,105) "Ey ehli kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir kelimeye geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; ona hiçbir şeyi şirk koşmayalım ve Allah'ı bırakıp da (yanında, yöresinde, berisinde) kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman şahit olun ki biz sadece Allah'a (Kur'an'a) teslim olanlardanız, deyiniz"( Âli İmran-64)"İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan hanif (her türlü şirkten temiz) bir Müslüman idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı"(Âli İmran-67)Güncelleme açısından yukarıdaki âyette bulunan "İbrahim" kelimesinin yerine "Muhammed" "Yahudi" kelimesinin yerine "Şii" "Hristiyan" kelimesinin yerine de "Sünni" kelimesini koyarak okumak gerekiyor. Yoksa Kur'an okumamızın bir anlamı olmaz.19-)Çünkü onlar, Allah'a karşı sana asla bir fayda sağlayamazlar. Şüphesiz birbirlerinin velileridir. Allah ise muttakilerin velisidir.20-) Bu Kur'an, insanlar için bir basiret yakin getiren bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir.21-) Yoksa kötülük işleyenler, kendilerini, iman edip salih amel işleyenler gibi kılacağımızı; hayatlarının ve ölümlerinin bir olacağını mı sanıyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar!22-) Allah, gökleri ve yeri, hak (bir amaca yönelik) olarak yani herkese kazandığının karşılığı verilsin diye yaratmıştır. Onlara zulm edilmez.23-) Hevasını ilâh edinen yani ilme (vahye) rağmen Allah'ı kaybeden yani kendi kulağını ve kalbini mühürleyen, kendi gözüne de perde çeken kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan (vahiy'den) başka kim onu hidayete eriştirebilir? Hâlâ tezekkür etmeyecek misiniz?24-) Dediler ki: "Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve diriliriz. Bizi ancak dehr (zaman) yok eder." Bu hususta onların bir ilimleri yoktur. Onlar sadece zanda bulunuyorlar.25-) Onlara âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman onların huccetleri ancak, "Sadıklardan iseniz babalarımızı getirin" demek oldu.26-) De ki: "Allah sizi diriltiyor. Sonra sizi öldürecek, sonra da kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde sizi bir araya toplayacaktır, ama insanların çoğu bilmezler."27-) Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Ve saatin kalkacağı gün var ya, işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.(Âyette bulunan "Kıyametin kopacağı gün var ya, işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır" cümlesi önemlidir. Yani kıyamet gününden önce hesap, azap, hüsran diye bir şey yoktur. Her türlü hesap ve kitap kıyametten sonra başlıyor.)28-) O gün her ümmeti diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağrılır. (Onlara şöyle denilir:) "Bugün size (yalnızca) amellerinizin karşılığı verilecektir."29-) İşte kitabımız, size karşı hakkı (yantiku) söylüyor. Çünkü biz yapmakta olduklarınızı istinsah ediyorduk (kaydediyorduk.)30-) İman edip yani salih ameller işleyenlere gelince, Rableri onları rahmetine koyacaktır. İşte apaçık başarı budur.31-) Kâfir olanlara gelince, onlara şöyle denir: "Âyetlerim size tilâvet edilmişti de sizler kibirlik taslamış yani mücrim bir kavim olmuştunuz değil mi?" (denecektir.)32-) "Şüphesiz, Allah'ın va'di gerçektir, saat hakkında hiçbir şüphe yoktur" dendiği zaman ise; "Saatin ne olduğunu idrak etmiyoruz, zannediyoruz evet sadece zann. Biz bu konuda ikna olmuş değiliz" demiştiniz.33-) Yaptıklarının kötülükleri karşılarına dikilmiş yani alay edip durdukları şey, kendilerini kuşatıvermiştir.34-) (Onlara) şöyle denir: "Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, bu gün biz de sizi unutuyoruz yani barınağınız ateştir. Ve yardımcılarınız da yoktur."35-) "Bunun sebebi, Allah'ın âyetlerini alaya almanız yani dünya hayatının sizi aldatmasıdır." Artık bugün ateşten çıkarılmazlar ve Allah'ın rızasını kazandıracak amelleri işleme istekleri kabul edilmez.36-) Hamd, (güç-kuvvet-övgü) göklerin Rabbi ve yerin Rabbi, âlemlerin Rabbi olan Allah'a özeldir.37-) Göklerde ve yerde kibriya (büyüklük) O'na aittir. Yani O, Aziz'dir, Hâkim'dir.(Câsiye Süresinin Sonu)
20 Haziran 2022 Pazartesi
KUR'AN'DA SALÂT(6.YAZI)Sırada söz etmek istediğimiz âyet Nisa süresi 102;Bu âyet namazın meşrulaştırılmasında en çok delil olarak gösterilen âyetlerden bir tanesidir. Ancak âyeti yeterince dikkatli okursak göreceğiz ki, bu âyet aslında bugün bilinen namaza tamamen aykırı düşmektedir.Şimdi bu âyetteki secdenin gerçekten yere kapanmak olduğunu farz edelim ve âyetin ne dediğine bir bakalım "Sen de içlerinde bulunup..." burada "sen" tekildir. Onlara salat-ı ikâme ettirdiğin zaman (halen tekil) onların bir kısmı seninle (tekil) beraber salât'a dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar"Evet, şimdi bu manzarayı gözümüzde canlandıralım. Grubumuzun bir lideri bir komutanı bulunmakta ve arkasında silahlarını getirmiş bir grup var..." bir grup yanında dursun ve silahlarını getirsin..." Ve onlar secde ettiklerinde" ONLAR secde ettiklerinde (hepiniz yere kapandığında) demiyor.ONLAR secdeye gittiğinde demek, liderin secdeye gitmediği anlamına gelir.Daha sonrasında arkanıza (çoğul) geçsinler.Şimdi ne oldu?Aniden bir özne değişimi?Tekil olan senden çoğu olan size..." Yani onlar (ordu) lider hariç yere kapandı?İşte bu anlayış klasik namaz anlayışına terstir.Bu tanım lideri kapsamamaktadır.Bu durum, öznelere dikkat ettiğimizde ortaya çıkan tablodur.Bunun yerine biz bu âyette ne anlıyoruz, onu gösterelim:Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu pasaj savaştan bahsediyor.Daha da spesifik olmak gerekirse, salât dönemlerini, savaş sırasında nasıl sürdürebileceğimizi anlatılıyor. Bu âyette bulunan secde kelimesi yara kapanmayı ifade etmiyor. Onun yerine salât dönemlerinde verilen kurallara, boyun eğmeyi ifade ediyor.Yani diyor ki: Sizlerin arkasında bulunsunlar.Âyet metnindeki ifade "verâiküm" olarak geçiyor.Buda birinin başka bir insanın göremeyeceği bir pozisyonda veya durumda olması gerektiği anlamına geliyor.Yani burada "sizi örtsünler" anlamını verdik. Tekrardan bunu görsele dökelim."Sen de içlerinde bulunup onlara salât'ı ikamet ettirdiğin zaman onların bir kısmı seninle beraber salâta dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar"Burada bir grup askerimiz bulunmakta ve örneğin burada, ortada bir liderimiz var.İçerisinden bir grup silahlarıyla beraber gelecek, Allah'ın sözünü işitecek, boyun eğecekler veayrılacaklar.Ve başka bir grup gelecek, Allah'ın sözünü işitecek, boyun eğecek.Secde ettiklerinde (emirlere boyun eğdiklerinde) yerlerine geri çekiliyorlar ve salât edenleri koruyorlar.Bu âyetin anlattığı olay budur.Namazın nasıl kılınacağı ile alakasızdır.Savaş sırasında salât dönemlerinin nasıl uygulanacağından bahseder. Kısacası savaş sırasındaki "Salât Dönemleri" dönüşümlü yapılıyordu. Bir grup gelecek, Allah'ın mesajını duyacak.Mesajlara boyun eğecek ayrılacak ve diğer bir grup gelecek ve aynı şeyleri tekrarlayacaklar.Zaten günümüzde sadece düğmeye basmakla bir anda şehirler yerle bir oluyor. Özellikle günümüzün savaşlarında namaz gibi bir ritüelden söz edilemez.Dolayısıyla bazı durumlarda savaş gerekli yani evrensel bir olay ise, savaşta bu şekilde bir ibadet söz konusu bile olamaz.11Eylül saldırılarından sonra ABD Umman denizinden 2000 km uzaklıkta bulunan Afganistan'daki Taliban'ın askeri mevzilerini füze ile bir dakikada yerle bir etti.Yani bu savaşta namaz kılma mevzusunu bir kenara bırakıp savaşla ilgili taktik ve talimatları göz önünde bulundurun.Bir sonraki âyette (Nisa-103) "Güvendeyseniz salât'ı ikâme edin, şüphesiz salât, vaktini iman edenlerin belirleyeceği bir yazgıdır" denmesinin sebebi de budur.Yani Nisa 103.âyetin son cümlesine hatalı bir meâl veriliyor.Yanlış Meâl : Şüphesiz ki namaz, müminler üzerine vakitle yazılmış (bir farz) dır" (M.Okuyan)Doğru Meâl: Şüphesiz ki salât'ın vaktini belirlemek müminlerin üzerine düşen bir yazgıdır (görevdir)Yüce Allah salât'ın vaktine müdahale etmez. Bu görev müminlerin kendi durum ve ihtiyaçlarıyla ilgili bir durumdur.Sadece Mekke'de inmiş olan bazı sürelerde yüce Allah, zor dönemlere hazırlık için Nebi'ye özel vakitlerde salât etmeyi önermiştir.(Hud-114,115; İsra-78,79; Müzzemmil süresi baştan sona kadar)Özetle salat dönemleri, hem mescitlerde hem de açık alanlarda Allah'ın mesajlarını dinlemek için yapılan belirli toplanma ve buluşmaların ismidir.Ve eğer bu pasajın da sonrasını okuyacaksanız Nisa-105/113 arasını,bunu net bir şekilde görürsünüz.Eğer mescitlerde namaz değil de, salât icra edilseydi, bugün islam toplumunun hepsi yüce Allahın kitabını öğtenmiş olurdu. Proflarının bile Kur'an cahili oldukları bir toplum olmazdı. Diyanet İşleri Başkanlığında ve ilâhiyat fakültelerinde kaç tane öğretim görevlisi Kur'an'ı biliyor? Salâttan maksat yüce Allah'ın kitabını öğrenip hayata hâkim kılmaktır.
18 Haziran 2022 Cumartesi
"CİBRİL" MELEK MİDİR YOKSA VAHİY MİDİR? Yahudi rivayetlerini ve Hristiyan ictihadlarını yani İsrailiyattan intikal eden yanlış algıları düzelten vahiy, “Cibril” olmaktan çıkarılmış, geleneğin algıladığı kanatlı büyük bir melek “Cebrail” olmuştur. Kur'an'da bir çok detay bulunurken, hiçbir yerinde “Cibril vahiy meleğidir” şeklinde bir âyet bulunmaz. Bu inanç, Şii ve Sünni din adamları tarafından rivayetler ve ictihadlar kanalıyla Yahudi ve Hıristiyanlardan getirildi. Halbuki Kur’an’ın, "Cibril" anlayışı, tahrif olan tevhid sistemini “onaran" anlamındadır. Yani vahyin bir özelliğidir.Aslında Kur'an'ın kavramları insanlara bir aydınlıktır. İnsanlığı geliştirmek için ileriye dönük kavramlardır.Fakat ilk dönem muhaddis ve müctehidlerin dar anlayışları bu kavramların kararmasına sebep olmuştur. "Cibril" kavramı melek değil, vahiy'dir. Aslında "Cibril" Kur'an'ı indirmemiştir, Allah indirmiştir. Vahyini indirmede yüce Allah hiç kimseye ihtiyaç duymaz. Kur'an, hiçbir âyetinde Cibril'in “nebi" ve "resüllere"vahiy indirdiğini” söylemez!Cebr: Güç, kuvvet kullanmak. El: O gücün sahibi, İlâh. Yani; “İlah’ın onaran gücü vahiy” anlamındadır. Bize geldiği kök itibariyle “kudretli ilâh” anlamında, İbranice dilinde “Gabriel”dir.Fakat sonradan yahudiler rivayetlerinde vahyin bir özelliği olan "cibril'i" (büyük melek) anlamında kullanır olmuşlardır. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri de Yahudilerden aldıkları bu anlamı yine rivayetler yoluyla kutsal kabul ettikleri kaynaklarına sokarak Kur'an’ın ortaya koymak istediği anlamı tahrif etmişlerdir. "Kutsal Ruh" melek değil, bozulmuşu tamir eden "Cibril" dir. Yani "vahiy" olduğunu söyleyebiliriz. Kur'an'da bir çok kavram "Allah, vahiy ve Resül" bağlamında kullanılır. (Ruhu'l Kudus, nur, hak, kerim, aziz) gibi. Dolayısıyla Bakara 97.âyette geçen Cibril; “melek” değil, tahrif olan önceki vahyi tamir eden Allah’ın ruhu olan vahiy'dir.Bir başka değişle, Allah’ın toplumu onaran mesajlarıdır. Böylece "cibril" vahiy indiren değil, inen oluyor. "Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Ruhu'l Emin uyarıcılardan olasın diye apaçık Arap dili ile senin kalbine inmiştir" (Şuara-193,194,195)194.âyette bulunan kelime" nezele bihi ruhu'l emin" dir. Yani (Ruhu'l emin onunla indi) anlamındadır. Bakara-197.âyette geçen “Allah’ın izni” deyimi; “kendisinin koyduğu yasaya tabi olarak” anlamındadır. Burada ilk bakışta “Kur'an'ı Allah’ın izniyle cibril indirmiştir” gibi bir algı doğabilir. Bu yanlış algıya sebep olan “izin” kelimesidir. Oysa “Allah’ın izni” ifadesi trafik polisinin vatandaşa izin vermesi, yada bir öğretmenin talebesine izin vermesi gibi bir izin anlamında değildir. Buradaki (insanın insana karşı) “izni”nde bir talep karşısında “isteğin yerine getirilmesi” durumu vardır. Fakat âyetlerde geçen "Allah’ın izni" ifadesi “yasası gereği” diye anlaşılmalıdır. Cibril yada Kur'an Allahtan “inmek ve indirmek izni” istememiştir ki Allah izin versin. Dileyen zaten Allah’ın kendisidir. "Kendi izniyle; kendi yasaları dahilinde demektir. Kur'an’da on’dan fazla yerde bu ifade geçer. Konumuzla ilgili Mâide 16.âyet şöyledir:Rızasına uyanları Allah onunla selâmet yollarına eriştirir, onları İZNİ ile zulümattan nûra çıkarır ve onları sırat'ı müstakime (dosdoğru bir yola) hidayet eder. “Allah’ın kendisine iznin” kendisi tarafından koyulan yasalara uymak olduğunun en güzel kanıtıdır. Bu âyette geçen"hi" “o” zamiri diğer birçok âyette olduğu gibi, kendisini yani yüce Allah'ı işaret eder, bir meleği işaret etmez. 98.âyette “Kim Cibril’e düşmansa” buyruluyor. Burada herkesin anlayabildiği ve inancına meydan okuduğu için düşman olabileceği bir cibril (onarıcı vahiy) vardır. İnsan bir şeyi görmeden, onu duymadan ve ona muhatap olmadan niye düşman olsun?Ona düşman olması için onun inancına, geleneklerine ve menfaatine saldırmsı gerekir.İşte bu yüzden de inen’dir. Ateistler dahil, hiç kimse meleklere düşman olmaz. Meleklere düşman olunacak bir sebep yoktur, ama vahye düşman olunacak sebep çoktur.Yani 98. âyette kastedilen "düşman" "melek" "Cebrail" değil, "vahiy" Cibril’dir. O kendisine düşman olan Yahudileri, Hristiyanları, Şiileri ve Sünnileri ilgilendiren “yasa”dır. Yanlış anlaşılmasın söz konusu gruplardan maksat insanları İslam'dan uzaklaştıran din adamlarıdır.Yoksa Kur'an'ın ümmilere karşı bir düşmanlığı yoktur. Bakara 98.âyette orjinal ifadeyle bir de "Mikéle" kelimesi eklenmiştir. Şia ve Ehl-i Sünnet'te "mikail" meleği olarak tahrif edilen bu kelime Kur'an’da yalnız bu âyette geçmektedir. Ümmi insanlara öğretilen, "yağmur ve kar yağdıran, rüzgârları estiren yani doğa olaylarını düzenleyen" meleğin adıdır.Oysa Kur'an'da yani orijinalinde "Mikail" geçmez. Yani “Mikéle” kelimesine, aynen cibril’de olduğu gibi “iyl” eki gelmemiştir. Kuran’da “Mikéle” geçer.Bu uydurma işlem anlamın değişmesine sebep olur. Kur'an’da var olan mikéle’yi, mikâil’e çevirirseniz sadece kavramları tahrif edersiniz. Yani Kur'an'ı anlamada hava almış olursunuz.Bunun düşmanlıkla ne ilgisi var? Bir insan "mikâle"ye niye düşman olsun?Sizin aklınız yokmu? Oysa biz orjinal anlamı olan “büyük reis” kavramını verirsek, Kur'an’ın bahsettiği “düşman olmak” deyimi, yerine oturur. İşte o zaman Yahudilerin ve benzerlerinin “neden” düşman olduklarını anlayabiliriz. Yine İbranice’den gelen ve 98. âyette geçen "mikéle" kelimesi; “büyük reis ” anlamına gelmektedir. Tevratta "miké" Nebi anlatımı mevcuttur. Kur'an’da geçen “mikéle” ifadesi, son Nebi ve Nübüvvete bağlı son Resül olan Muhammed(a.s) ın bir niteliği olduğu açıktır. Bu âyet Allah Resülüne düşmanlık eden yahudileri uyarmak için nazil olmuştur.Onların dilinden konuşulmaktadır. Onların düşmanlıkları Allah ve Resul’üne idi. İşte bu yüzden hurafe inançlarını ve kötü ahlaklarını deşifre eden "Cibril’e" (vahye) ve "mikéle’ye" (Resül'e) düşman oldukları bildirilmektedir. "Cibril" ve Mikél" ifadelerinin Yahudiler bağlamında kullanılması, Yahudilerin bunları biliyor olmalarından kaynaklanıyor. Çünkü Mekke'de inen sürelerde Cibril ve Mikél kavramları geçmez. Zaten 99. âyette geçen “biz sana apaçık âyetler indirdik” cümlesi de cibril’in "toplumu onarıcı vahiy" olduğunu, mikéle’nin de "vahiy temsilcisi yaşayan Resul" olduğunu ispatlamaktadır. Bir çok kavram gibi "cibril’in "cebrail’e" dönüştürülmesi, Kur'an'ı anlaşılmaz bir metin haline getirmiştir.Kur'an'da “Cibril” kelimesi üç yerde geçmektedir. (Bakara-97,98; Tahrim-4)Tahrim süresi 4. âyette"...Onun (Nebi'nin) mevlâsı ancak Allah’tır, Cibril'dir (vahiy), müminlerin salih olanları ve bunların ardından melekler de ona destektir" buyruluyor. Şimdi bu âyette Nebi'ye yardımcı olanlar sayılırken,"vahiy" olan "Cibril’in" sayılmaması ne kadar büyük bir eksiklik olurdu. Bu âyette geçen “Cibril”in bir olay karşısında, ona hemen yardımcı olan Rabbimizin direk bildirdiği vahyin olduğu gayet açıktır. Dolayısıyla Allah'ın izniyle Nebi(a.s) için en büyük ve en önemli destek vahiy'di Bu âyette bulunan "Cibril’in" melek olmadığına başka bir delil de; “Meleklerin” de Nebi'ye yardımcı olduklarını söylemesidir. Eğer Cibril bir melek olsaydı, bu âyette Cibril'i andıktan sonra bir de “melekler” diyerek tekrar yapmaması gerekirdi. Meallerin çoğunda Cibril kelimesi geçmediği halde parantez içinde “(Cebrail)” yazılması doğru değildir. Mesela: Tekvir süresi 19-25 âyetlerini incelediğimizde; Resülün Muhammed (a.s) olduğunu, vahyi aynen tebliğ ettiğini ve itaat edilen olduğunu görüyoruz: "Şüphesiz o (Kur'an) kerim, kuvvetli ve Arş'ın sahibi indinde mekin, kendisine itaat edilen bir Resül'dür. (Tekvir-19/21)“Şüphesiz o çok kerim bir Resul sözüdür“ âyetindeki "hu" (o) zamiri, vahyi/Kur'an'ı göstermektedir. Yani âyette bulunan “Resül sözü”, elçilik yapanın kendisine ait sözler değildir.Onu Resül olarak gönderen otoriteye ait sözlerdir. Söz konusu Resül, son vahyin sahibi olan Muhammed(a.s) dır.Resülün “Cebrail” olduğu şeklindeki ifadeler doğru değildir. “Resül sözü” ile kastedilen de vahiy'dir.Vahiy Resülün dilinde hayat buluyor.Resül olmadan vahiy, din, iman, İslam diye bir şey olmaz. Yüce Allah, Nebi ve Resüllere arada hiç bir aracı olmadan vahiy indirmiştir. Şimdi de Necm süresi 1-18 âyetlerinin mealini sunuyoruz.1-) Necm’e (bölüm bölüm açığa çıkararak hakkı anlatana) yemin olsun ki,2-) Arkadaşınız ne saptı ne de yanıldı! 3-)(Ey müşrikler! İddia ettiğiniz gibi) (O Resül) hevasından konuşmaz!(Bu konuşma normal hayatta ticaret yaparken veya hanımlarıyla yaptığı konuşma değil, Resul’ün görevli olduğu vahyi (Kur'an'ı) insanlara bildirme konuşmasıdır. Çünkü Mekke müşrikleri Resül (a.s) a iftira ederek vahyi uydurduğunu söylüyorlardı) 4-) O (okuduğu) yalnızca (kendisine) vahyedilen vahiy'dir. (Yani kendisine yüce Allah’ın vahyettiği vahiyden başka bir şey değildir) 5-) O’na kuvvetleri şiddetli olan talim etti!(Allahtan daha şiddetli kim olabilir?) Müfessir ve mealcilerin bu âyete (Cebrail) demeleri büyük bir hatadır. Çünkü herşeyi herkese direk öğreten yüce Allah'tır. Resülüne Kur'an'ı öğretmeye gelince neden bir aracı kullansın? Yüce Allah şöyle buyuruyor.“Rahman, Kur'an'ı öğretti” (Rahman-1,2)Necm 5.âyette bahsedilen fail, yüce Allah'tır. 6-) O (kuvve) kendini fark ettirdi, böylece de istiva etti (böylece de vahye açık hale geldi) “zû mirratin” "kuvvet, akıl, güç olduğunu kabul edersek;“Kendisine o vahyi gönderen güç, kuvvetleri şiddetli, olağanüstü bir akla sahip olan Allah öğretti” demek mümkündür. Bu özellikleri Cebrail'e! vermek, Allah’a olan övgüyü başkasına yakıştırmak olur. Olağanüstü akla sahip olan kim? Bir melek! mi yoksa gökleri ve yeri ince ayar ve hassas denge ile mühteşem bir uyum içinde yaratan Allah mı?"Kuvvetleri şiddetli olan kim?Allah'ın izni (yasası) olmadan hiçbir şey üretemeyen bir melek mi yoksa sonsuz bir güce sahip olan yüce Allah mı?Öyleyse (vahyini Resul’ün kalbine indirmek için) kendini Resul’üne (bu konuda ve o anda) fark ettiren kim oluyor?Bu âyette ikinci bir saptırma ise, yine rivayetlerin etkisinde kalarak “festeva” kelimesini bir insan hareketi olan “doğruldu” kelimesiyle çevirmek olmuştur. Oysa burda kastedilen “kudretiyle hakimiyet kurmuş olan” anlamına gelmektedir.Bu da yüce Allah'ı ifade eder. “istiva” kelimesi kullanılırken, “O Rahman ki arşın üzerine istiva etmiştir"(Tâhâ-5) buyrulmuştur. Yani kudret ve kuvvetiyle onu hakimiyeti altına almıştır” anlamına gelmektedir. 7-) O, ufuk-u âlâ (tüm dışsallığı kaplamış - âfakta) olduğu halde!Bunun cebrail olması mümkün değildir. Çünkü Allah’tan başka hiç kimse arşa hükmedemez. 8-) Sonra yaklaştı, tedelli etti. (Müfessir ve müctehidler yaklaşanı insan gibi tasavvur edip “cebrail” demişler. Oysa yaklaşan Kutsal-Ruh olan vahyin ta kendisiydi. Zaten bu âyetlerin konusu yüce Allahtan indirilen vahyin Resul’üne nasıl ulaştığı ile alâkalıdır. Eğer Cebrail diye bir varlık aracılık edip ulaştırsa idi, mutlaka adı bu âyetlerde geçerdi) 9-) İki yayın birleşimi (kâb-e kavseyn) veya edné (daha da yakın) oldu!Bu ifade Resülü Muhammed (a.s) la manevi yani simgesel bir yakınlaşma anlamına gelmektedir. 10-) Böylece kuluna vahyettiğini vahyetti. Emin olun, bu âyet, bütün cebrail hikayelerini tek başına yıkmaya yeterlidir. Bu âyet, tam olarak taşı gediğine koyuyor, her şeyi yerli yerine oturtuyor, anlatılmak istenenleri mükemmel bir şekilde hulasa ediyor. Kendisine vahyedilen Muhammed (a.s) Cebrail’in kulu olamayacağına göre; gelen vahiy direk yüce Allah’tandır. Lütfen şimdi dikkat edelim. 11-) Füad gördüğünü yalanlamadı! Bu âyette “Görme” işleminin faili “gönül”dür yani fuad olarak gösteriliyor. Dolayısıyla bu âyete göre Allah Resul’ü (a.s) Melek Cebrail’i değil, “inen vahyi” “gönül gözüyle” görmüş ve onu yalanlamamıştır yani ona iman etmiştir. Biraz aklımızı kullanalım. Zira âyetler Cebrail’den değil, hep vahiyden bahsetmektedir. 12-) Gördüğü hakkında onunla tartışıyor musunuz?Yüce Allah, Resülünün Cebraili mi, vahyi mi yada Allah'ı mı gördü tartışmalarına noktayı koyuyor. 10. ve 11. âyetler “Vahyi gönül gözü ile gördü”ğünü açıkça söyledikten sonra 12. âyetin gelmesi muhteşem oldu. Çünkü âyetler, Cebraili değil, inenin vahiy olduğunu açık olarak ortaya koyuyorlar. 13-) Andolsun ki onu bir daha gördü 14-) Sidret-ül Mümteha yanında. 15-) Cennet-ül Me’va da Onun (Sidret-ül Mümteha’nın) yanındadır!(Sidratu'l Münteha ve Cennetu'l Me'va o günkü Mekke'de yaşayan herkesin bildiği, vahyin ilk geldiği yerleşim yerleridir) 16-) O an ki, Sidre’yi bürüyen bürüyordu. 17-) Basarı (basireti) ne kaydı ne de haddi aştı. 18-) Andolsun ki Rabbinin âyetlerinden (işaretlerinden) en büyüğünü gördü! Resul’ün kalp gözü ile gördüğü elbette ki; inen vahiydi!Şimdi de dört âyette geçen “Ruhul-Kudüs”ün, “Mukaddes -Ruh” un "noksan sıfatlardan uzak" anlamında “Allah’ın ilmi” olduğunu Kur'an'dan görelim. Üç âyette (Bakara-87, 253; Mâide-110) yüce Allah'ın, Ruhu'l Kudüs ile İsa (a.s) ı güçlendirdiği yer almaktadır. "... Meryemoğlu İsa’ya da beyyinâtı (açık kanıtlar) verdik ve onu Ruhu'l Kudüs ile destekledik..." (Bakara-87) Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları bu âyette İsa (a.s) ı bir Resül olarak, yüce Allah’ın onu vahiy'le güçlendirdiğini anlayamadaklarından dolayı konu ile hiç alâkası olmayan "Cebrail’i" araya monte ediyorlar. Böylece anlatımdaki edebi sanat, hikmet ve vahyin diriltici gücünü yok ediyorlar.Yahudilere “Vahiy'le ona destek verdik” demesi, O’nun da bir Resül olduğunun göstergesidir, ona iman edin" anlamına gelmektedir. Konumuz olan Bakara 87. âyetinin son cümlesinden de "kutsal ruhun" cebrail olmadığı, Resulullahın Allahtan aldığı ruhu/vahyi getirdiği anlaşılmaktadır:“... Fakat her ne zaman bir elçi hoşunuza gitmeyen bir mesaj getirmişse, ...”İsa(a.s) neyi getirmiş?"kutsal ruhu" Yani Allah’ın vahyini. Böylece konunun cebrail olmadığını anlıyoruz. “... Meryemoğlu İsa'ya beyyinâtı (apaçık kanıtlar) verdik ve onu Ruhu'l Kudüs (Allah’ın vahyi-kutsal ruh) ile güçlendirdik. ...”Bu âyetteki Allah’ın ilmi olan kutsal ruh’a, Kuran’da geçmediği halde (yanlış ve alâkasız bir yorum olan) “cebrail”i ekliyorlar. “Apaçık kanıtlar”ın yanında “Allah’ın vahyi” mi uygun olur yoksa Cebrail mi uygun düşer. Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları nazarları apaçık vahiyden, görünmez olan Cebrail’e dönderip konuyu anlaşılmaz kılıyorlar. ".. Hani sani Rûhü’l-Kudüs ile desteklemiştim... "(Bakara; 253)Bu âyette de yüce Allah İsa(a.s) ı güvenilir bilgi” olan vahi'yle destek verdiğini söylemektedir.Ve âyetin altında bu bilgiden kaynaklanan mucizeleri yapması sıralanmıştır. Âyetin Cebrail ile alâkası yoktur. Allah’ın izni olan tabiat yasasıyla ve uyum içindeki vahiy'le alâkası vardır. Yine diğer çevirilerde olduğu gibi “Cebrail Meleği” çevirisi müminlerin hayatında zerre kadar bir etkiye sahip değildir. Aksine noksan sıfatlardan münezzeh olan Yüce Allah'a bir yardımcı tayin ederek tevhid sistemi çökertikmeye çalışılıyor. İslam dininde melek olarak "Cebrail'in" hiç bir önemi ve misyonu bulunmamaktadır. Ama “kutsal ruh, saf bilgi, Allah'ın noksansız ilmi” yani “Allah’ın vahyi” çevirisi orjinaline de uygun olup, müminlerin hayatlarını vahiy'le güçlendiren ve etkileyen sonsuz bir moral gücü ve tükenmez bir motivasyon olmaktadır. Şuara süresi 193.âyette geçen Ruh-ul Emin'i “Emin Ruh”u da Cebrail’e çevirmişlerdir. Bu deyim sadece bu ayette geçmektedir. Bu âyette geçen “Ruh-ul Emin” ifadesini, Şia ve Ehl-i Sünnet müfessirlerinin tamamı, “Cebrail” diye açıklamışlardır. Bu doğru değildir. Yahudi kültüründen mezhep kaynaklarına sokulmuş, üzerinde düşünüp hiçbir eleştiriye tabi tutmadan uydurma kitaplarında kuşaktan kuşağa aktarılarak gelmiştir. “Ruhu'l Emin”in cebrail değil bizzat vahyin kendisi olduğunu ve ruhun'da bizzat Allah’ın kendi işi olduğunu Kur'an açıklar. Mesela: "Sana Ruh’tan sorarlar deki, ruh, Rabbimin emrindendir..." (İsra-85)(Bu âyette ne Cebrail’e en ufak bir işaret, ne de onu aracı kılma mevcut değildir)"Bununla güvene lâyık olan vahiy indi"Şuara-193)Ruh: Kadir- 4; Mü’min-15; Şura- 52, Nahl- 2, ve İsra 85 de doğrudan “vahiy” yada “vahyin kaynağı” anlamında kullanılır. Yüce Allah müminleri kendinden bir ruh ile desteklediğini açık olarak ortaya koymaktadır. (Mucadele-22)“Bu ifade Kur'an’da sadece bu pasajdaki Şuara- 193.âyette geçmektedir. Âyette bir sıfat tamlaması olarak ER-ruhu’l-Emîn şeklinde yer alan bu ifade, bir isim tamlamasıymış gibi “Ruhu’l-Emin” şeklinde telakki edilmekte ve böylece büyük bir yanlışlık yapılmaktadır. Nitekim Kur’an’ın Cebrail adındaki melek tarafından indirildiği yolundaki peşin kabule dayanan geleneksel anlayış, Şuara 193.âyeti “Onu Ruhu’l Emin (Cebrail) indirdi diye yanlış meallendirilmiş ve zihinlerde bu yanlışla yer etmesine yol açmıştır. Oysa bu meal, âyetin lâfzî manasına uygun olmadığı gibi, hem 192. âyetteki “O âlemlerin Rabbi’nin indirmesidir” ifadesi ile hem de Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğini bildiren yüzlerce âyetle çelişik hâle getirilmektedir. Âyetin metni “nezele” (indi) fiilinin geçişsiz [etken] olmasına rağmen, geçişli [edilgen] anlama gelecek şekilde "nezzele" “indirildi” olarak ifade edilmesinden kaynaklanmaktadır. Şuara 192.âyette “O (Kur'an) Rabbinin indirmesidir” deyip, 193.âyette, “(hayır) onu cebrail indirmiştir” denilir mi? Bu geniş bilgilendirmeden sonra âyetlerin mealini bir daha verelim."O, Ruh-ul Emin (güvenilir vahiy, sağlam bilgiler) apaçık Arapça bir lisan ile uyarıcılardan olasın diye senin kalbine indi" (Şuara-193,194,195)Şura 51. âyette de vahyin Cebrail tarafından indirilğini söylemez. Aslında Kur'an'ın hiçbir yerinde söylemez. Aksine Allah’ın, vahyi indirdiğini söyler. Direk vahiy'le olduktan sonra niye perde arkasından veya elçiyle bildirim göndermeye gerek olsun. Resulullah’ın direk kalbine vahyi göndermeyi bırakıp, kendine bu işi yapacak bir elçi bulundurması yüce Allah'a yakışmaz. Allah’ın beşerle konuşması:1-) Direk kalbine gönderdiği vahiy'le oluyor. Allah Resülüne vahyettiği gibi. 2-) Perde arkasından ses kulak aracılığıyla. Musa Aleyhisselâm örneğinde olduğu gibi. 3-) Elçi göndererek(Şura-51)Âyette geçen üçüncü şık konuşma olan "resül gönderme" ise, Lut ve İbrahim (a.s) a gönderdiği elçiler olabildiği gibi, Zekeriyya (a.s) ı yollayarak Meryem'e mesajlarını iletmesi de olabilir. Sonuç olarak:"Cibril" kavramının Medeni sürelerde bulunması hem Ensar hemde Yahudiler tarafından bilindiğini gösteriyor. Daha önce söylediğimiz bir cümleyi tekrar edelim, "Sırat'ı Müstekim, Hak, Nur, Aziz, Kerim, Mübin kavramları gibi, Ruh, Cibril, Ruhu'l Emin, Ruhu'l Kudüs" kavramları, Cibril ile ilgili kavramlar değil, Yüce Allah'ın fiil ve sıfatları ile yani vahiy'le ilgili kavramlardır.
KUR'AN I MÜBİN'İN MEÂLİ(239.YAZI)40-) Şüphesiz, fasl (ayrılma) günü, hepsinin bir arada buluşacağı gündür.41-) O gün mevlânın mevlâya hiçbir faydası olmaz yani kendilerine yardım edilmez.42. Yalnız, Allah'ın merhamet ettiği kimseler bunların dışındadır. Şüphesiz O, Aziz ve Rahîm olandır.İNSANLAR NEYLE CENNETE GİRERLER? Şu dünya hayatında itikadına ve imanına şirk bulaştırmayanlar, ahiret hayatında emniyette olurlar."İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlardır"(En'am- 82)Yukarıdaki âyette bulunan "zulmün" "şirk" anlamında kullanıldığını Lokman süresi 13. âyetinde görüyoruz."Lokman, oğluna öğüt vererek: Evladım! Allah'a şirk koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti"Yoksa herkes kendisine, ailesine, çocuklarına ve çevresinde bulunan canlı cansız varlıklara bazen zulmeder.Tevhid akidesinden sonra âhirette infak yapmaktan daha büyük bir ŞEFAATÇİ ve yardımcı yoktur."Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve ŞEFAAT bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan (ALLAH'IN YOLUNDA) İNFAK EDİN. Gerçekleri inkar edenler elbette zalimlerin ta kendileridir"(Bakara- 254) İnsanı âhirette kendi amelinden başka hiçbir şey kurtaramaz."...Her kişi kazandığına karşılık bir rehinedir"(Tur- 21)"Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir"(Müddessir-38)Yani âhirette insanı sadece amelleri kurtaracaktır"O gün (âhirette) hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"(Yasin-54) "...Onlara: İşte size cennet, yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona varis kılındınız diye seslenilir"(Âraf- 43)"Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka hiçbir şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir"(Necm-- 39, 40, 41Fakat bazı âyetler âhirette kurtuluş ve saadetin Allah'ın merhamet ve mağfiretine bağlı olduğunu söylüyor.Mesela:"O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, kendilerine yardım da edilmez.Ancak Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Şüphesiz O, Aziz ve Rahim olandır"(Duhan--40, 41, 42)Acaba insanlar kendi amelleriyle mi, yoksa Allah'ın rahmet ve mağfiretiyle mi cennete girerler?"Hava ne kadar güzel olursa olsun, yağmur ne kadar bereketli yağarsa yağsın, güneş ne kadar güzel açarsa açsın, rüzgar ne kadar olumlu olursa olsun, toprakta tohum olmayınca orada bir şey bitmeyecek, o topraktan asla ürün alınmayacaktır.Yani insanların güzel ahlak ve işledikleri salih ameller tohum ve çekirdek gibidirler.Dolayısıyla güzel ahlak ve salih ameller Allah'ın rahmet ve mağfiretini celbeder.Güzel ahlak ve salih amel, çaba ve emek olmayınca rahmet ve mağfiret tecelli etmez.Allah'ın rahmet ve mağfireti amellere bağlı bir durumdur.Amel çekirdekleri içinde en bereketli olanı da infak çekirdeğidir. Bire yedi yüz, durumuna göre sonsuz bir sevabı vardır.(Bakara-261)Bu örneği şu âyet açık olarak ortaya koyar."...rahmetim her şeyi kuşatmıştır. Onu, takva sahiplerine, arınanlara ve âyetlerimize iman edenlere yazacağım"(Âraf, 156)Tohum ve çekirdekler salih ameli,yağmur, güneş, hava ve rüzgar Allah'ın rahmet ve mağfiretini temsil ederler.Dolayısıyla hiç çalışma ve emek olmadan sadece dua ederek Allah'ın yardımını beklemek cehalettir.İnsan ilk önce üzerine düşen görevi yapmalı sonra Allah'ın rahmet ve mağfiretine güvenmelidir.Yüce Allah'da üzerine düşen görevi mutlaka yerine getirecektir."...Müminlere yardım etmek bize düşen bir görevdir"(Rum- 47)"...Allah kâfirlere müminler aleyhine yol vermez"(Nisa- 141)Vahiy'den bağımsız olarak asla hidayet olmaz. Yani Allah hiç kimseye vahiy'den bağımsız olarak hidayet vermez.Hidayet bulmanın ve hidayete ulaşmanın tek yolu Kuran'dır. (Sebe, 50; Bakara, 159; Fussilet, 44)Tevhid ve infak olmayınca da rahmet ve mağfiret olmaz."Allah müminlerden, mallarını ve canlarını kendilerine verilecek cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler.Bu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak olarak verilmiş bir sözdür. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır. O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu gerçekten bir kurtuluştur"(Tevbe- 111)43,44. Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir.45,46-) O, maden eriyiği gibidir. Kaynar suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar.47-) "Tutun onu, cahimin ortasına sürükleyin."48-) "Sonra başının üstüne kaynar su azabından dökün."49-) “Tat bakalım! Hani sen aziz'din! kerim'din!?"50-) "İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir!"51-) Muttakiler ise emin bir makamdadırlar.52-) Cennetlerde yani pınar başlarındadırlar.53-) İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyinerek karşılıklı otururlar.54-) İşte böyleca onları (iri) gözlü hurilerle eşleştirmişizdir.55-) Orada güven içinde her türlü meyveyi isterler.56-) Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah, onları cahimin azabından korumuştur.57-) Bunlar, Rabbinden bir fazilet olarak verilmiştir. İşte büyük başarı budur.58-) (Ey Nebi!) Biz Onu (Kur'an'ı) senin dilinle kolaylaştırdık ki, tezekkür etsinler.59-) Artık sen (onların başına gelecekleri) bekle; onlar da beklemektedirler.(Duhan Süresinin Sonu)
"POSTACI" SÖZÜ (2.YAZI)Gelenekçiler bırakın Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, bırakın Kur'an'ın bir sisteme sahip olduğunu,bırakın Nebi ile Resulün arasında bulunan farkları, daha Allah'ın kitabını üstün körü olarak da olsa anlayamamışlardır.Ön yargı ile yaklaşan Kur'an'dan hiçbir şey anlayamaz.Yani şimdi siz Kur'an'ın yanında Buhari'nin hadislerine, Celaleddin-i Rumi'nin mesnevi'sine, Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Marifetnâmesine, Said Nursi'nin Risale'i Nur Külliyatına, F Gülen'in din anlayışına Diyanet'in Kur'an cahili vaizlerine, tarikatların şeyhlerine iman ederseniz, Kur'an size tüm kapılarını kapatacaktır. Mezhep imamı olan Muhammed bin İdris bile "sana kitabı ve hikmeti indirdi yani sana bilmediğini öğretti..." âyetinde bulunan "kitaptan maksadın Kur'an, hikmetten maksadın ise sünnet yani hadisler olduğunu söylemiştir. Mezhep imamları bu kadar Kur'an'a yabancı olursa diğerlerine ne diyeceğiz?Hikmetin, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü yani vahiy'den doğru hüküm çıkarma olduğunu anlayamamıştır.Çünkü Kur'an kendisine karşı oluşturulan beşeri hiçbir ortağı kabul etmez.Kur'an, kirli, pis, paslı, müşrik bir zihne gelip yerleşmez.Temiz, hâlis, arı duru ve aydınlık olmayan bir zihinde Kur'an'ın işi olmaz.Akllarını temiz ve saf olarak tutmayanlar Kur'an'ın kapısından içeri giremezlerDolayısıyla bu mezhep taklitçiliği ve taassubu içinde boğulan hurafeciler,Kur'an'ın ortaya koyduğu Resül kavramını hiç bir zaman anlayamazlar.Bırakın Resül kavramını, bunların"müçtehid" olarak gördükleri ağa babaları bile Allah'ın kitabına inanmamış, tevhid düşmanı ve Kur'an cahili mukallitler olarak tarihe geçmişlerdir.Resülleri Kur'an'dan ayıranlar kafirlerin en önde gidenleridir. "Allah'ı ve Elçilerini inkâr edenler ve Allah ile Elçilerini birbirinden ayırmak isteyip"Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız"diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu, İşte gerçekten kafir olanlar bunlardır.Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır"(Nisa-150, 151)Akıllı mümin, Allah Elçilerini, indirilen vahiy'den öğrenen kişidir.Çünkü hayatı, edebi, mücadele ve ahlakı Kur'an'da anlatılan "Resul" Elçi iman edenlere örnek olarak gösterilmiştir."Andolsun ki, Allah'ın Resulünde sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnek vardır"(Ahzab- 21)Bir düşünün, neden Muhammed (a.s) ın şahsiyeti ve Nebi makamı değil de, Resül (elçi) örnek olarak gösterilmiştir.Elçilerin bütün bağlantıları vahiy ile kuruludur.Allah'ın Elçileri Kur'an'dan bağımsız olarak anlaşılamazlar.Elçileri Kur'an'ın dışına çıkarmak onlara yapılacak en büyük hakaret olacaktır.Resullerin Kur'an'da anlatılan inanç ve karakterleri iman edenler için yeterlidir.Günümüzün gelenekçilerinin, Kur'an ehli muvahhidleri lekelemek ve iftira etmek maksadıyla,Allah'ın Elçisi için kullandıkları bu uydurma "postacı" sözcüğü, bizzat kendileri tarafından icat edilmiş bir hurafedir.Yani bu tabirin mucidi, ataların dinine körü körüne bağlı olmaya davet eden rivayet tapıcılarıdır.Aslında, bu konuyu, vahiy ve Resüller tarihi zemininde değerlendirdiğimiz zaman hakkı görmüş olacağız.Yani bu eleştirinin sahipleri olan Ehl-i Sünnet din adamları ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapanŞia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlere kayıtsız şartsız tâbi olanlar, Allah Resulü'nü hayatın ve Kur'an'ın dışına çıkarmışlardır.Muhammed (a.s) değerini kendinden değil, yüklendiği misyondan almaktadır.Bu iftiracılar, Allah Elçileri konusunda, Kur'an ehli muvahhidleri itham etme hastalığına mağlup olarak, bile bile hakkı gizlemek ve doğru yolu eğri göstermek gayesiyle kilise engizisyoncularının Allah Resulü İsa (a.s) aleyhinde sergiledikleri iftira ve apaçık cehaleti tekrar hayata geçirmektedirler.Onların bu çirkin ahlak ve bozuk inanç yapıları sayesinde Allah'ın ve tüm lânet edicilerin lânetine maruz kalmaktadırlar.Mezhep müşrikleri şu sorunun cevabını vermek zorundadırlar.Allah'ın Elçilerini hayattan uzaklaştırmak, onları vahyin ölçüleri içinde sağlıklı olarak övmek yüzünden mi vücut bulur,yoksa onları şirk geleneğinin yüceltmelerine malzeme yapmak yüzünden mi?BİZ MUVAHHİDLER İKİ NOKTANIN ALTINI ÇİZİYORUZ.1-) Tarihin hiç bir zamanında Kur'an ehli muvahhidler Allah'ın Elçileri için "postacı" sözcüğünü kullanmamışlardır.Kullandığımızı varsayalım:2-) Allah'ın postacılığını yapmak, vahyi tebliğ etmek, Allah'ın temsilcisi makamında bulunmak, canlı vahiy ve konuşan Kur'an olmak küçümsenecek bir görev, hafife alınacak bir sıfat mıdır?Şirki tevhid akidesine bulaştırarak, rivayetlerle şeytanın postacısı olanların bu soruya cevap vermeleri gerekir.Ümmi, saf, ilimsiz ve aldatılmış bu ümmetin inançlarını ve duygusallığını sömürmenin getirisi alçaklık ve cehennem azabından başka bir şey değildir.Bu "postacı" sözcüğünü dillerine dolayarak akılları sıra "Nebi'yi rant aracı ve şirklerine âlet" yapanlar farkında olmadan, şecaat arz ederken sirkatlerini söylemektedirler.Bu yalan ve dolan ile ortaya konan sahtekarlığın bilinçaltında Kur'an'a ve tevhid akidesine karşı bir kin ve düşmanlık yatmaktadır.Şöyle ki:İsa (Aleyhisselam) ı ilahlaştıran müşrik din adamları gibi dillerine doladıkları bu "postacı" olmadan,vahyin gerçeklerini toplayan kitap, yani Allah'ın kitabı Kur'an insanlığa ulaşmaz.Kur'an'ın insanlığa ulaştırılması, vahyin hayat bulması sıradan bir değer midir ki, bu "postacılıktan" (risâlet misyonundan)böylesine rahatsız oluyorsunuz?Allah'tan gelen vahyin elçinin dilinde hayat bulması, Allah Resulü'nün vefatından iki asır sonra toplanan Emevi-Abbasi Ehli Sünnet dininin hurafelerinden ve kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia'nın kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerle kıyas kabul eder mi?Resulü değerli kılan şey, Allah tarafından indirilen hanif vahiy dini midir?Yoksa Allah Resulü adına iftira edilen rivayetlerle oluşturulan şeytanların şirk dini midir?Allah Resulü'nün sadece "postacı" olduğunu, yani Kur'an'ı getirmekle işinin bittiğini kabul edelim.Öyle bir durumda, size göre, Allah'ın kitabının tebliğ edilmesi, insanlara ulaştırılması hiç bir anlam ifade etmiyor mu?Sizin yanınızda Kur'an bu kadar değersiz bir kitap mıdır?Vahyin hayata aktarılmasına karşı bu kin ve nefretiniz nedir?Neden Allah'ın kitabına karşı bu kadar nefret besliyor, tahammülsüzlük gösteriyorsunuz?Neden Allah'ın yüceliğini kabul etmiyor, Kur'an'ın üzerinde bir yücelik taslıyorsunuz? Din atalarınızın iftira kitapları Kur'an'dan değerli midir?Kur'an size ne kötülük yaptı?Yani şimdi Allah Resulü'nün Kur'an'ı getirmiş olması, Kur'an'a elçilik görevini yerine getirmesi, sizin iftira deyiminizle "vahye postacılık" yapması, şeref, onur, değer ve büyüklük açısından az bir değer midir?Kur'an değersiz bir kitap değilse, Kur'an'a postacılık yapmak neden bu kadar sizi rahatsız ediyor?Allah'ın kitabına elçilik görevini yapmayı yetersiz görerek Resülüllah (Aleyhisselam) a uydurma ve iftira rivayetlerle hurafe ve yalan nitelikler verme cür'et vecesareti nereden buluyorsunuz?Her şeyi bilen Allah, kendi Elçilerine sıfat bulmakta zorluk mu çekti?Yani Allah'ın, Elçilerine vermiş olduğu Resül, Nebi, beşir, nezir, şahit, dâi, sirac gibi kavramların içinde en değerli sıfat "Resül ( Elçi) sıfatı değil midir?İşin bilimsel yönüna gelince, Kur'an'da "elçi" olarak kullanılan "resül" sözcüğünün Arap dilinde karşılığı "sözü veya işi yüklenen kişiyi" ifade eder. (Rağıb el İsfehani, resül madd) Bir fıkıh terimi olarak Resul'ün anlamı Ehl-i Sünnet mezhep anlayışın bir tür anayasası sayılan Mecelle'de şöyle verilmektedir:"Risalet, bir kimse, tasarrufta dahli (etkisi) olmaksızın bir kimsenin sözünü diğerine ulaştırmak ve tebliğ etmektir. Ol kimseye resul veya mürsil, tebliğ yapılana da mürselün ileyh denir."(Mecelle- madde: 1450)İslami terimlerini açıklamadaki otoritesiyle ünlü Seyyid Şerif Cürcani (Ölüm-816/ 1413)ünlü eseri "Tarifat"ın, resul maddesinde tarifi şöyledir :"Resul, Allah'ın hükümlerini halka ulaştırmak üzere görevlendirilen insana denir"(Cürcani, Tarifat, Resul-madd) Resul, Allah'ın hükümlerini Allah'ın kullarına ulaştırır, Allah adına hüküm koyamaz, Allah'ın hükümlerine müdahale edemez.Resul, Allah'ın elçisidir, ama Allah'ın ortağı asla değildir. Bu böyle olduğu içindir ki, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki uydurma rivayetler vahiy hüviyeti taşıyamazlar. Çünkü ne olursa olsun sonuçta beşeri ürünlerdir.Ve Nebi (a.s) ın beşer olduğu, tartışmasız bir Kur'an gerçeğidir.O halde, vahiy yani Allah tarafından indirilen orijinal din sadece ve sadece Kur'an âyetleri için geçerlidir. Dolayısıyla Allah tarafından indirilen ve elçinin dilinde hayat bulan Kur'an, sorumlu olduğumuz tek kaynak oluyor. Bu uydurma ve tümden yalan olan Ehl-i Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki yalan rivayetlerin hangisine cevap vererek yetişebiliriz ?Böyle bir şey mümkün değildir.İşte bu yüzden Rahman ve Rahim olan yüce Allah dinini daha Allah Resulü hayatta iken tamamlamış, (Mâide-3) din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak edinmeyin buyurmuştur. "İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir. Artık Allah'tan ve onun ayetlerinden başka hangi söze iman edecekler"( Casiye- 6)"...Deki: Doğru yol, ancak ALLAH'IN yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır"(Bakara- 120)"Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir bilendir"( En'am- 115)"Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan (işte o zaman) Allah tarafından senin için ne bir dostun ne de koruyucun vardır"(Ra'd-37)Şimdi mezhepçilerin şu hezeyanlarına bir göz atalım."Kur'an metlüv, (namazda okunan) hadisler ise, "gayri metlüv" (namazda okunmayan) vahiy'dirler"Madem hadisler "vahyi gayrı metlüv" yani namazda okunmayan vahiy'dir.O halde neden hadisleri namazda okuyorsunuz?Tahiyyat, sübhaneke, salli-bârik duaları nedir?Yani hadisler için "vahyi gayri metlüv" cümlesini söyleyebilmek için, apaçık Kur'an düşmanı olmak gerekir. Böyle bir söz, Allah'ın vahye yüklediği bütün önemli özellikleri tarumar ederek yerle bir eder.Bu fikir ve inanç vahiy diye bir şey bırakmaz.Bu dinsiz ve imansız sözler, Allah'ın eşsiz kitabı olan Kur'an'ı bir beşer sözüne eşit hale getirir.Bu söylem batıl ile hakkı birbirine karıştıran dini en tehlikeli silah haline getiren kitapsız bir söylemdir.Nitekim İslam aleminin geldiği vahşet ve şirk, küfür ve lanet, cehalet ve yobazlık, perişanlık ve felaketlerin başında bu "metlüv ve gayri metlüv" hikayeleri yatıyor.Dolayısıyla tek gerçek şudur.Vahiy Elçiyi hidayete ulaştırır fakat elçi olmadan da vahiy hayat bulamaz, vahiy elçinin dilinde hayat bulur, elçi olmazsa vahiy diye bir şey olmaz. Bundan dolayı Allah Elçiler gönderir.Elçilerin değerli oluşları Allah tarafından indirilen vahiy sayesindedir.Elçileri önemli ve dokunulmaz kılan Allah'tan aldıkları vahiy'den başka bir şey değildir.Yani elçilerin görevi sadece vahyi tebliğ etmektir. Elçilerin misyonu gönderenin gönderdiğini, hiçbir müdahale ve tasarrufta bulunmadan muhatap kitleye iletmeleridir.Vahye müdahale olursa risalete aykırı hareket edilmiş olur.Ancak vahye müdahale edilmemesi, taşınan şeyden habersizlik anlamına gelmez.Resul ( Elçi) olan kişi, gelen vahye ilk iman edendir. Vahyin ne olduğunu, niçin geldiğini iyice sindirir, ondan asla şüphe etmez ve en güzel bir üslupla temsiliyet görevini yerine getirmek için çalışır.Ancak gelen vahiy Allah tarafından açıklanıp detaylandırıldığı için elçi ona ayrıca bir tefsir ve açıklama getiremez.Saf ve temiz, hâlis ve muhlis olarak vahiy orijinalini koruması gerekiyor.Elçilerin görevlerinin yalnız vahyi tebliğ etmek olduğu ile alakalı onlarca ayet vardır.Vahyin hayat bulması için Resüller tereddüt etmeden hayatlarını feda etmişlerdir. Postacılar taşıdıkları mesajın mucadelesini yapmaz ve hayatlarını feda etmezler.
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(238. YAZI)Duhan Süresi 59 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Hâ Mîm.2,3-) Apaçık olan kitab'a andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz biz (vahiy'le) uyarıcıyız.4,7-) Katımızdan bir emirle her hikmetli iş o gecede ayırt edilir. Eğer kesin bir imana sahipseniz, Rabbinden yani göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden bir rahmet olarak biz (Resuller) göndermekteyiz. O, evet O, işitendir, bilendir.8-) O'ndan başka ilâh yoktur. Diriltir ve öldürür. O, sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.9-) Fakat onlar, şüphe içinde oynayıp duruyorlar.10-) Göğün açık bir duman getireceği günü bekle.11-) O duman insanları bürür. Bu, elem dolu bir azaptır.12-) "Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır, çünkü biz müminleriz"13-) Nerede onlarda öğüt almak?! Oysa kendilerine (hakkı) getiren mübin bir Resul gelmişti.(Kur'an'da "mübin" kavramı, bir çok kavram gibi sadece Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır. Mübin kavramı Nebi hakkında geçmez.)14-) Sonra ondan yüz çevirdiler yani "Bu öğretilmiş bir delidir!" dediler.15-) Biz bu azabı kısa bir süre kaldıracağız, siz de yine eski hâlinize döneceksiniz.16-) Onları o en şiddetli yakalayışla yakalayacağımız günü hatırla. Şüphesiz biz intikam alırız.17-) Andolsun, onlardan önce Firavun kavmini sınamıştık. Onlara kerim bir Resul (Mûsâ) gelmişti.(Kerim kavramı, Kur'an'da, yüce Allah, vahiy ve Resûl bağlamında kullanılmıştır. Kerim kavramı, Nebi için kullanılmamıştır.)18-) O, şöyle demişti: "Allah'ın kullarını (esaret altındaki İsrailoğullarını) bana tevdi edin. (benimle serbest bırakın) Çünkü ben sizin için emin bir Resulum.19-) "Yani sakın Allah'a karşı yücelik taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir sultan (delil) getiriyorum."(Yani sakın beşeri rivayet ve ictihadlarınızı yüce Allah'ın gönderdiği vahyin üzerinde bir kuvvet ve kudrete bir güc ve konuma sokmayın. Sadece gönderilen vahye itaat edin ve yalnız ona tâbi olun.)20-) "Şüphesiz ki ben, beni recmetmenizden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım."21-) "Bana iman etmiyorsanız benden ayrılın"22-) (Musa) Rabbine, "Bunlar mücrim bir kavimdir" diye dua etti.23-) (Allah da şöyle buyurdu:) "O hâlde kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz."24-) "Denizi olduğu gibi terket." Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.25-) Onlar geride nice cennetler yani pınarları terkettiler.26. Nice ekinler, nice kerim makamlar!27-) Zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler!28-) İşte böyle! Onları diğer bir kavme miras bıraktık.29-) Gök ve yer onların üzerine ağlamadı yani onlara bakılmadı.(hiç bir değer verilmedi)30,31-) Yani andolsun ki, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun'dan kurtardık. Çünkü o, yücelik taslayan müsriflerden biri idi.32-) Andolsun, onları, bir ilim üzerine âlemlere (insanlara) üstün kıldık.33-) Yani onlara, içinde apaçık bir imtihan (belâûn) bulunan âyetler verdik.(Âyette bulunan "bela" İsrailoğullarının Firavunun zulmünden kurtarılmasıdır. Yani âyette bulunan bela kavramı menfi olarak değil, musbet olarak kullanılmıştır.)34,35-) Bunlar (müşrikler) diyorlar ki: "İlk ölümümüzden başka bir ölüm yoktur. Biz diriltilecek değiliz."36-) "Eğer doğru söyleyenler iseniz atalarımızı getirin."37-) Bunlar mı daha hayırlı, yoksa kavmi ile onlardan öncekiler mi? Onları helâk ettik. Çünkü onlar mücrim kimselerdi.38-) Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, eğlenmek için yaratmadık.39-) Biz onları ancak hak ( bir amaca yönelik) olarak yarattık. Ama onların çoğu bilmiyorlar.İNSAN DUYGU BAKIMINDAN DÜNYA HAYATI İLE DEĞİL, AHİRET İLE BAĞIMLI YARATILMIŞTIR. Allah tarafından insana bahşedilen bir çok duygunun dünya hayatında karşılığı bulunmamaktadır. Mesela: Yüce Allah inananlara sonsuz bir hayal gücü, geniş bir emel, büyük bir arzu ve istek, sonsuz yaşama duygusu vermiştir. Halbuki Kur'an'a baktığımızda göklerde ve yerde hiç bir şeyin boşuna ve abes olarak yaratılmadığnı, Allah'ın her şeyi bir amaca yönelik olarak yarattığını görürüz. "Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar"(Duhan-38, 39) "Biz, göğü, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun (eğlence) olarak yaratmadık"(Enbiya- 16) Yani, Rahman ve Rahim olan Allah bu evrende boşuna hiçbir şey yaratmadığına göre insana gerçekleştiremiyeceği duyguları niye versin. Hiç bir insan, kim olursa olsun, dünya hayatında Allah tarafından kendisine verilen hayallerine kavuşamaz, arzularını gerçekleştiremez, emellerine yetişemez, bütün isteklerini elde edemez, en önemlisi, insanoğlu fıtratı gereği ebedi yaşamak ister. Allah'ın insanoğlunun fitratına yerleştirdiği en önemli duygu ebedilik duygusu, uzun yaşama arzusu, sağlık ve mutluluk, huzur ve refah duygularıdır. Halbuki hiçbir insan için dünya hayatında bu önemli duyguların gerçekleşmesi mümkün değildir. O zaman insanın anavatanı, ikametgahı, esas memleketi dünya değil, ahirettir. İnsanın benliğine yüklenen duygu ve düşünceler ahiretle ilgilidir, bu arzu ve istekler ahirette gerçekleşecek.İnsanın gözünü toprak değil, âhiret doyuracaktır.Dolayısıyla, ölüm kabir kuyusuna giriş, karanlık bir çukur ağzı değil, bizi yaratan, terbiye eden, merhamet edip büyüten, her şeyi yerli yerince yapan, her şeye yaratılışını bahşeden sonsuz nimetler sahibi Rabbimize bir dönüş, bir kavuşmadır. Bu yüzden Rahmân ve Rahim olan yüce Allah bir çok ayette ölüm için "Rabbinize döneceksiniz" buyuruyor. Akraba ve dostlarımızın bir çoğu zaten ana vatana gitmiş bizim gelmemizi bekliyorlar. İşte bundan dolayı ölümün yüzü soğuk değildir, ölüm bir kurtuluş, bir dinlenmedir, Allah'a ulaşma, yaratıcı güce kavuşmaktır. Ölüm dünya hayatına geliş gibi bir göçüştur. ALLAH'IN BİR DÜZEN VE BİR KANUNUDUR. Aslında kabir diye bir şey yoktur. Kur'an'ın dilinde ve aklında dünya hayatından ve ahiretten başka hiçbir şey yoktur. Bizim bir gecelik uykumuz kabir uykusundan çok daha uzundur. Kabir bir gün, bir günden az, bir saat, tanışma müddeti kadar bir süre, bir yemeğin bozulma süresi kadar bir zamandır, bir andır. "Nihayet Sur'a üfürülmüş olacak. Bir de bakarsın ki onlar cesetlerden kalkıp koşarak Rablerine giderler. (İşte o zaman) Ne oldu bize! Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? Bu, Rahman'ın vâdettiği gündür. Elçiler gerçekten doğru söylemişler! denir. Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar. O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"Ölüm ve hemen ardından ahiret hayatının başlaması vardır. "Sonra, muhakkak ki siz, bunun ardından elbet öleceksiniz. Dikkat! "Sonra da (hemen) Şüphesiz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz"(Mu'minun, 15, 16) Ölüm yüce Allah'ın büyük bir nimetidir.
17 Haziran 2022 Cuma
KUR'AN'DA SALÂT(5.YAZI)Şimdi namaz sırasında yapılması gerektiği düşünülen üç farklı kavramdan söz edeceğiz.Ayakta durma, eğilme ve kapanma (Arapçası) "kıyam-kavm, rüku, sucud- secde" Daha önce de söylediğimiz gibi Kur'an'da namazın nasıl kılınacağına dair bir açıklama yoktur.Kıyam, rüku ve secdenin salât ile ilişkilendirildiği hiçbir âyet bulunmamaktadır.Ve bu üç terim Kur'an'ın içerisinde serpiştirilmiş bir durumdadır. Başka bir deyişle, Kur'an'a baktığımızda bugün gördüğümüz ritüel ibadetin nasıl yapılacağına dair herhangi bir detay veya rehber bulamamaktayız.Aksine, bu üç kelimenin Kur'an'ın geneline yayıldığını ve peşi sıra gelen ve bir ritüellin parçası şeklinde olmadığını görürüz.O zaman bu terimlerin nasıl kullanıldığına bir göz atalım da yüce Allah'ın bu kelimelerle ne demek istediğini daha iyi kavrayalım."İkame" gibi kelimelerin türediği "k-v-m" kökü ile başlayalım."K-v-m" kök anlamı olarak bir şeyi doğrultmak ve bir pozisyonda kalmasını sağlamak demektir.Hiç şüphe yok ki Arapçada "k-v-m" Âli İmran-191. âyetteki kullanımında görüldüğü gibi basitçe "ayakta durmak" anlamına da gelmektedir. Aynı zamanda Kehf-77. âyetinde olduğu gibi, duvar gibi bir şeyi düzeltmek anlamına da gelir.Aynı zamanda Âli İmran-75.âyette görüldü üzere birinin arkasını kollamak gibi bir anlamı da vardır. Ancak konu salât'a geldiğinde (Bakara-110) salât'ı ikame etmek, basitçe salât'ı sürdürmek demektir. Bizler salât'ı doğrultuyoruz ve bu şekilde tutuyoruz.Bu dini ikame etmek ile aynı kullanım ve anlama sahiptir. (Şura-13) Yani dini/ sistemi sürdürmek, Tevrat'ı ikamet etmek ile aynı kullanım ve anlama sahiptir.(Mâide-66)Bu ifade aynı zamanda tartıyı ikame etmek için de kullanılmaktadır.(Rahman-9)Eevet, salât'ın ikamesi, salât'ın sürdürülmesidir.Çünkü onu doğrultuyoruz ve bu şekilde sürdürüyoruz.Bunun ayağa kalkmakla hiçbir alakası yoktur.Bu öğrendiklerimizle Âli İmran 38 ve39.âyetleri okuyalım.Birçok insan bu âyetlerden Zekeriya (a.s) ın ibadeti sırasında ayakta durduğunu çıkarıyor.Zekeriya ayakta duruyor olabilir, bu mümkündür.Ancak bu âyetlerde bahsedilen, basitçe ibadeti sürdürdüğü anlamına da gelir."Orada Zekeriya, Rabbine dua etti. Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bağışla, kuşkusuz sen duayı işitensin"(Âli İmran-38)"O mihrapta salât'ını sürdürürken (kaimun) melekler ona geldi..."(Âli İmran-39)Zekeriya, bir önceki âyette bahsedilen ibadetini sürdürürken melekler geldi. İşte salât'ın ikamesi bu demektir. Kısacası ikamet etmek, bir şeyi devam ettirmek anlamına gelmektedir.Sırada incelemek istediğimiz kelime ise "ra-kef-ayn" rüku gibi kelimeler buradan türüyor. "R-k-a" kök anlamı olarak, bir şeye karşı koymamak, direnmemek ve durumu kabullenmek anlamına gelir.Mesela: Lisan-ul Arap'ta "zenginlikten fakir konumuna düşen bir adamın durumu rüku etmiş olur" açıklaması verilmesinin sebebi budur.Yani önceden zengin olan bir adam fakir olduğunda rüku etmiş olur, fakir durumu hakkında direnç gösteremez ve durumu kabullenir.Hatta üzerinde çukurlar bulunan yola da "rakea" derler.Çünkü yol dirençsizdir.Ve Maide 55. âyette, rükû halindeyken salât'ı sürdüren ve zekât'a gelen (arınanlardan) bahseder.Eğilirken salât'ı sürdürmeleri ve zekât'a (arınmaya) gelmeleri mantıksızdır.Namaz bakış açısından da hiçbir mantığı yoktur.Bu, durumu kabullenmekle alakalıdır. Bulundukları durumu kabullenerek salât'ı sürdürürler zekât'a gelirler (arınırlar) anlamına gelmektedir.Bu sebepledir ki Âli İmran- 42 43.âyetlerde "Ey Meryem! Allah seni seçti, seni temizledi ve seni alemlerdeki kadınlardan üstün kıldı. Ey Meryem! Rabbine karşı sorumlu ol, secde et ve durumu kabullenenlerle beraber ol" buyurmuştur. Meryem'in sadece eğilmesinin istenmesi mantıksızdır.Burada olan, Meryem'in bir önceki âyette kendisi hakkında bahsedilen durumu kabullenmesi ve karşı koymaması gerekmektedir. Kur'an'ın bakış açısından "r-k-a" nın anlamı budur. Ve elbette son terimimiz "s-c-d" secde gibi terimlerin kökü.S-c-d, kök anlamı olarak verilen emirlere itaat etmek anlamına gelmektedir.Lisan-ul Arab, bunu "her kim ki tevazu ile kendisine verilen emre boyun eğerse, o kişi secde etmiş olur" diyerek, bu tanımı doğrulamaktadır. Biz bunu Nahl süresi 48 49 ve 50. âyetlerde görüyoruz."Onlar, Allah'ın yarattığı şeylerden herhangi bir şeye bakmazlar mı? Gölgelerinin; boyun eğerek, saygıyla sağa sola dönüp O'nun yasalarına nasıl boyun eğdiklerini (secde ettiklerini) görmezler mi?Yüce Allah, gölgelerin nasıl emre boyun eğdiklerinden söz ettikten buyuruyor ki, "Göklerde ve yerde bulunan hareket halindeki varlıkların tamamı yani melekler büyüklenmeden Allah'a secde ederler"(Nahl- 49)"Onlar, kendi güçlerinin üstünde olan Rablerinden korkarlar yani kendilerine ne emredildiyse onu yaparlar"(Nahl-50)Bu âyetlerden anladığımız üzere secde, basitçe emredilen şeye itaat etme anlamına gelmektedir.İşte secdenin tüm anlamı budur.Bu bakış açısıyla birkaç âyete bakacak olursak."Hayır ona itaat etme ve (Allah'a) secde et yani yakınlaş"(Âlak-19)"Hani onlara denildi ki: Şu şehirde yerleşiniz yani oranın ürünlerinden dilediğiniz gibi yiyiniz ; "hıtta" deyin yani kapıdan secde ederek girin ki hatalarınızı bağışlayalım..."(Âraf-161)Burada yere kapanmaktan bahsetmiyor.Çok basit olarak, emre itaat etmekten bahsediyor."Gecelerini, Rablerine secde ederek geçirirler"(Furkan-64)"Kendilerine Kur'an okunduğu zaman secde etmiyorlar. Aksine o kâfirler yalanlıyorlar"(İnşikak-21, 22)İsteyen bu âyete yere kapanma anlamını da verebilir.Ancak burada yere kapanıldığı ile alakalı bir işaret bulunmamakta, aksine buradaki Allah'ın emirlerine itaat etme vurgusu, secden anlamına bir işarettir. Akılda tutulması gereken önemli bir nokta ise, bu âyetleri dikkatli bir şekilde okuduğumuzda, secdenin fiziksel bir yere kapanış olamayacağıdır.Bakara 34.âyette olduğu gibi.Burada: Âdem'e dosdoğru secde edin demiyor.Eğer yüce Allah, fiziksel bir kapanmadan söz etseydi, Âdem'e dosdoğru secde edin demesi gerekirdi.Ancak burada Âdem'e secde edin denmiştir.Aynı durum diğer âyetler içinde geçerlidir."O'na secde ettiler..."(Âraf-206)"Güneş'e secde ediyorlar..."(Neml-24)"...Bana secde ederlerken gördüm"(Yusuf-4)"Allah'a secde etmeyecekler mi?(Neml-25)Aslında secde yüce Allah'a değil, O'nun emirlerinedir.Yani secde kavramının yere kapanma ile hiç bir ilgisi bulunmamaktadır.Aksine, Kur'an'da secde kavramı Nahl süresi 48 49 ve 50.âyetlerde görüldüğü gibi, yüce Allah'ın emirlerine boyun eğmek anlamındadır.Secde yüce Allah tarafından indirilen vahye itaat anlamına geliyorsa, o halde Kur'an'ı anlamadan yani ne dediğini bilmeden secde etmenin bir manası var mı? Veya Kur'an'ı bilmeden nasıl secde ediliyor? Çünkü secde verilen emre yani gönderilen vahiy'le ilgili bir durumdur.Siz hayatınız boyunca, yüce Allah'ın bütün emir ve yasaklarını çiğneyin sonra geçip iki dakika ayakta dikilin.Bu olacak bir şey midir?Yani yüce Allah'ın size olan emirlerini bilmeden ve uygulamadan nasıl veya niye secde ediyorsunuz?Bir soru daha sormak istiyorum. Vatandaşlık, ülkenin yasalarına uyarak ve itaat ederek mi yapılır, yoksa bazı günlerde bir meydanda saygı duruşu yaparak mı?Artık Kur'an'da geçen salât'ın yanı sıra rüku, kıyam, secde gibi kelimelerin de anlamını öğrendiğimize göre, şimdi bu kavramların beraber geçtiği âyetlere bir göz atalım.Bakara süresinin 124 ve 125. âyetleri ile başlayalım.Bu âyetler İbrahim (a.s)dan ve onun Rabbi tarafından bir takım kelimelerle sınanışından bahseder."...Ben seni insanlara önder kılacağım" dedi. Yani Allah, insanlar için İbrahim'in bir numune'i imtisal örnek bir şahsiyet bir imam olmasını istiyor."İbrahim dedi ki: "Soyumdan olanları da" Ardından Allah "Benim ahdim zalimlere ulaşamz!" dedi.(Bakara-124)"Hani biz, beyti insanlar için toplanma yeri ve güvenli bir yer kılmıştık. Yani İbrahim, insanlara güvenli bir din inşa etmişti. İbrahim'in (Nübüvvet) makamından kendinize musalla edinin..."(Bakara-125)Buradaki makam sözcüğüne dikkat ediniz.Malesef ki bir çok kavram gibi, "makam" sözcüğü de yanlış anlaşılıp "fiziksel olarak İbrahim'in ayakta durduğu bir yer" olduğuna iman edilmiştir. Bu "makam" Mekke'de İbrahim'in üzerinde durduğuna inanılan ve şunlar da onun ayak izleri denilerek insanların imanları istismar edilmiş ve uydurma makamın bulunduğu yerde insanların ritüellerini yaptığı kutsal bir yer olarak gelmiştir.Halbuki Kur'an'da var olan makam fiziksel bir yer değil, İbrahim (a.s) ın Nübüvvet makam ve mertebesinden yani müşriklere karşı yaptığı ve Kur'an'da anlatılan büyük mücadelesinden destek alma anlamına gelmektedir.Bu gerçeği en geniş bir şekilde ortaya koyan Mümtehine süresi 4.âyettir.Mümtehine 4.âyete bakarak Bakara süresi 125. âyeti anlayabilir ve doğrulayabilirsiniz.Kur'an'da geçen "salât, kıyam, secde, din, iman, itaat, ittibâ, şükür, takva, rükû, ihlas, ibadet, ihsan, şeriat gibi kavramların hiç bir tanesi belli bir mekan ve zamanda yapılan şeyler değildir. İnsanın hayatında sürekli var olan ve kesintisiz yapması gereken görevlerdir. Yani bunlar ritüel değil, insanın inancına ve hayatına hakim olan güzel ahlak ve erdemli değerlerdir.Sıradaki âyet Fetih süresinin 29. âyetidir.Yüce Allah buyuruyor ki: Muhammed Allah'ın Resulüdür. Onunla beraber olanlar, kafirlere karşı şiddetli birbirlerine ise çok merhametlidirler. Onları rüku ve secde ederlerken görürsün. Allah'tan fazilet ve hoşnutluk isterler.Bir soru sorayım;Eğilmek ve yere kapanmak Allah'ın rızasını kazanmak için bir yarar sağlar mı?Cevap tâbi ki "hayır" olacaktır. Allah'ın hoşnutluğu sürekli olarak onun emirlerine boyun eğerek ve yalnız O'na teslim olarak kazanılır.Ek olarak "Onların belirtileri yüzlerinin içindeki secde izleridir..."(Fetih-29)Maalesef bu tanım da kafalarını zemine vurarak iz çıkartan din adamları tarafından yanlış anlaşılmıştır. Yüce Allah bundan bahsetmiyor. Çünkü yüzlerinin üzerinde buyurmamış, içinde demiştir. Üzerinde /içinde farkı bizlere göstermektedir ki onlar, Allah'ın yasalarına boyun eğmektedirler. Secde sonucunda bir huşu kazanmışlardır. İman edenlerin yüzündeki saygı ve tam bir teslimiyet işaretidir.Âyet bundan bahsetmektedir.
"POSTACI" SÖZÜ (1.YAZI)Gelenekçiler, mezhepçiler, ataların dinine tapan mukallitler yani kısacası müşrikler, Kur'an ehli muvahhidlere karşı ellerinde doyurucu bir delil olmayınca, önce iftira olan bir sözcük ortaya attılar.Sonra da muvahhid müminleri bu uydurma ve son derece yalan olan "POSTACI" sözcüğü ile itham etmeye başladılar.Kur'an ehli muvahhidler, Allah Resulü'nü hiç bir zaman "postacı" olarak görmezler. Bu onlara karşı yapılmış çirkin bir iftiradır.Aslında Kur'an''ı bağlam ve bütünlüğü içinde, bir sistem olarak bilmeyenler gerçek anlamda Allah Resüllerinin nasıl bir değere sahip olduklarını bilemezler.Dolayısıyla Allah Resulü ile birlikte diğer Elçilerin makam ve mertebesini de ıskalamış olurlar.Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed ( Aleyhimusselam) ı ve diğer Resülleri de gerçek anlamda hiçbir zaman kavrayamazlar.Yani tam manasıyla, eksiksiz olarak Allah'ın Elçilerini tanımak Kur'an ehli muvahhidlere özel çok önemli bir özelliktir.Çünkü muvahhidler Allah Elçilerini uydurma ve yalan rivayetlerden değil, Allah'ın apaçık ve kesin delili olan Kur'an'dan tanırlar.Şu mesele çok önemlidir.Allah'ın Elçilerini değerli kılan şey vahiy'dir.Onların Allah'ın temsilcileri olmalarıdır.Bundan dolayı yüce Allah, Kur'an'da, âyetleri ve Resülleri arasında hiçbir ayırım yapmamış elçileri yalancılıkla suçlamayı ile âyetleri yalanlamayı aynı cürüm ve büyük bir vebal olarak anmıştır.Şimdi gerçek bu kadar ortada iken, ataların dinine tapan müşriklerin Kur'an ehli muvahhidleri, Resül düşmanı olarak göstermeleri çirkin bir iftira, büyük bir yalan ve apaçık bir cehalettir. Muvahhidler, Allah Resulü'ne karşı yapılacak menfi bir sözün ve kötü bir hareketin nasıl bir netice ile sonuclanacağını çok iyi bilmektedirler. "Allah ve Resulü'nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır"(Ahzab-57)Kur'an ehli muvahhidler Elçilere itaatin mutlak olarak Allah'a itaat, Elçilere isyan etmenin mutlak olarak Allah'a isyan olduğunu en iyi bilen Allah'ın muhlis kullarıdır.Yani şu "postacı" sözcüğünü, Allah Resulü'nü ilah ve rab konumuna sokmak, onu vahiy dışına atmak, Kur'an'dan uzaklaştırmak, sonra da keyfine ve inancına göre ona bir takım uydurma ve yalan kimlikler belirlemek tam manasıyla Allah Resulü'ne karşı iftira ve apaçık bir buhtandır.Bu "postacı" sözcüğünü uyduranlar Kur'an'ın muhkem bir şekilde koruma altına aldığı Allah Resulü'nü istismar edemeyeceklerini bildiklerinden dolayı şirk dinine göre bir Resül meydana getirdiler. Dolayısıyla Allah'ın kitabı olan Kur'an'da yüzlerce âyette anlatılan Allah elçisi ile Ehli Sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia'nın kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerle anlatılan "peygamber" birbirinden çok farklı kişilerdir.Bu farkları ele alacak olursak söz çok uzayacaktır.Aslında bu mesele Kur'an ehli muvahhidlere malum olan bir meseledir."POSTACI" sözcüğü, aynen Hıristiyanlar gibi, hatta onlardan daha ilerde uydurma rivayetlerle Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparmak ve onu şirk aracı haline getirmek, vahiy ile ilişkisini kesmek sonra da bunu"Peygambere saygı, sünnete bağlılık" aldatmalarıyla ümmi halka inandırmayı amaçlayan iftiracı,şirke sapmış bulunan hurafecilerin icat ettikleri sonra da itham ve eleştiri aracı olarak kullandıkları sözcüklerden biridir.Bunlar bu aldatma ve yalanlarla evliyalarını ve efendilerinikutsamak ve yüceltmek maksadıyla Allah Resulü'nü batıl dinlerine alet ederek, başlattıkları putperest bir tapınma, batınilik şirki ve hululiyyet inancıdır.Yani dini yıkma ve islamı dejenere etme projesidir. Koruma altında olan Kur'an'la batıl inançlarına bir yol bulamayınca bu çirkin emellerini Allah Resulü'nün üzerinden gerçekleştirdiler.Oyunu büyük oynadılar, tevhid akidesini ve İslam milletini paramparça ederek arzu ve isteklerine kavuştular.Hem Kur'an'ın manasını tamamen boşaltıp bozdular.Hemde Allah Resulü'nü vahiy'den ayırarak sanal bir masal kahramanı haline getirdiler.Mezhepçi cahiller bu "postacı" söylemle, Allah Resulü'nü Kur'an gerçeğinde sadece vahyi tebliğ eden, Kur'an ile insanları uyaran,sadece Kur'an'ı anlatan ve okuyan, yalnız vahye tâbi olan, bunun dışında hiçbir yetkiye sahip olmayan Allah'ın bir temsilcisi olarak gören Kur'an ehli muvahhidlere çirkin bir iftira ile itham etmektedirler.Fakat bu Allah'ın bir kanunudur, Kur'an ehli muvahhidler tevhid akidesinden dolayı hakaret görecekler ki, Allah'ın indinde ve cennete dereceleri kat kat olsun.Yüce Allah, Elçileri ile birlikte muvahhidlere büyük bir değer veriyor."Âyetlerimiz açık açık okunduğunda, kafirlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk sezersin.Onlar, kendilerine âyetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar.De ki: Size bundan (bu öfkenizden) daha kötüsünü bildireyim mi?Cehennem! Allah, onu kafirlere ( ceza olarak) bildirdi. O, ne kötü sondur"(Hac- 72)
16 Haziran 2022 Perşembe
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (9. YAZI)Aslında kaderin, iman esasları (Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resüllerine öldükten sonra tekrar dirilmeye -ahiret'e ) arasında olabilmesi için islam dininin tek kaynağı olan Kur'an'da yer alması gerekmektedir.İman esasları Kur'an'ı Mübin'de geçerken (Bakara- 177, 285; Nisa- 136-) Kadere imanın! Kur'an'ın hiçbir âyetinde geçmemesi İslam'da geleneksel olarak inanılan kaderin olmadığını gösteriyor. İman edenlerin Kur'an'dan uzaklaşmasına sebep olan süreç, Emevi döneminde hadisçiliğin teşvik edilmesi ve Abbasiler döneminde hadislerin yazıya geçirilmesi ile başlamıştır.Allah'ın kitabına rağmen Emeviler döneminde kadere imanın öne çıkarılması, hanif İslam dini için kırılma noktası olmuştur.Özellikle Emevi ve Abbasi devletleri döneminde ortaya çıkan üç batıl inanç, Kur'an'ın akıl ve zihinlerden silinmesine sebep olmuştur.Bu inançlar, Emevilerin "cebir" inancı, (Cabiri, İslam'da siyasi akıl, s. 510- 514) Haricilerin "tekfir" inancı, ( a.g.e- s.596-611)Şia'nın "imamet" inancıdır.( a.g.e- 515- 585)Geleneksel din adamlarının iddia ettiği gibi, insanlar fiillerini işlerken Allah'ın iradesine bağlı olsalardı yani inanç ve amellerinde özgür bir iradeye sahip olmasalardı, yüce Allah'ın vahiy ve elçiler göndermesinin yani insanlara vahiy'le rehberlik etmesinin ne anlamı kalırdı. Dolayısıyla birey hürriyet sahibi ve sorumlu bir şekilde hareket ederken, Allah'a veya başka bir güce asla bağımlı değildir.Kişinin özgürlüğü tam olarak yaşamadan başka bir güce bağımlı olması onu hayata yabancı hale getirecektir. Rahmân ve Rahim olan Allah her bireyin kaderini boynuna bağlamış, kendi eline vermiş, kendi irade ve ameline bağlı kılmıştır.Yani insanın kaderi kendi ellerinde, fiillerinde, amellerinde iradesi ve ameliyle ortaya çıkmaktadır.(İsra-13) Hadis ilminin Emeviler döneminde Arapların İslam üzerindeki tekellerini kaybetme endişesine karşı geliştirilen bir faaliyet olarak meydana gelmiştir.Hadisler, Kur'an'ın evrenselliğinin yok edilmesine yani Arap kültürünün İslam dininin içine girmesi ile İslam dininin temeli olan merhamet, tevhid, takva, ihlas ve adalet ilkeleri sarsılmıştır. Kur'an, özellikle hicri ikinci asırdan sonra hadislerin ve sünnetin "vahy-i gayr-i metlüv" "namazda okunmayan vahiy" olduğu yolundaki inancın geliştirilmesi ile İslam dininin yegane kaynağı olmaktan çıkarılmış" kaynaklardan biri olarak insanlara aktarılmıştır. Yahudi ve Hristiyan din adamları vahyin metninde "tahrifat" yapmış, Şii ve Sünni din adamları da vahyin metninde değil, manasında "tahrifat" yapmışlardır.Yani Yahudilik ve Hristiyanlıktan ayrı olarak Allah'ın mesajının yanına yüzlerce beşeri eserler ve kaynaklar eklenmiştir. Dolayısıyla beşeri söz ve uygulamalar ilâhi hükümlere dönüşmüştür. Artık beşer olanların söz ve içtihatları din olarak algılanmaya ve yaşanmaya yani hayata hakim olmaya başladı.Abbasilerin beşinci halifesi olan Harun- Reşid kendisinden sonra hilâfete geçmesi için çocuklarından iki veliaht'ta karar kılmıştır.İlk sıraya Emin'i ondan sonra gelecek kişi olarak da Me'mun-u tayin etmiştir.Ayrıca Me'mun'u Horasan vilayetine vâli olarak görevlendirmiştir. Hicri- 139 (Miladi- 809' da Harun Reşid'in ölümü üzerine vasiyeti gereği ilk velihaht Emin altıncı Abbas halifesi olarak göreve başlamıştır. Halife Emin iki sene sonra vâli olan Me'mun'u görevden uzaklaştırmış, bunun üzerine Me'mun isyan etmiş ve halifenin gönderdiği orduyu hezimete uğratmıştır. Daha sonra Me'mun'un ordusu Bağdat'ı işgal etmiş, 24 Eylül 813 tarihinde halife Emin öldürülmüş ve yedinci Abbasi halifesi olmuştur.Bu kardeşler arası taht savaşında hadis ehl-i, Emin'i, ehl-i Rey 'de Me'mun'u desteklemiştir. Kırk yaşında iktidara sahip olan Me'mun, zeki, filozof ve ilme değer veren bir kişilik olarak bilinir.Me'mun, Mu'tezile'ye mensup âlimlerin geliştirdiği kelam ilmine ve bu ilmin konularına ilgi duymuştur.İbn Ebu Duad'ın etkisinde kalarak Haziran Hicri 212- Miladi 833 tarihinde Kur'an'ın mahluk olmadığını düşünen hadisçilerin sorgulanması emrini vermiştir. Karşı mihnenin sebebi olan mihneyi başlatmış, ancak aynı yıl ölmüştür.(Bozkurt, Nahide-"Me'mun. TDV İslam Ansiklopedisi. İstanbul-2004.32.c-s.101-104)"Mihne": Abbasi Halifesi Me'mun'un "Kur'an mahluktur" inancını zorla kabul ettirmek amacıyla Miladi 833'te başlattığı, hadisçilerin sorguya çekilerek eziyet ve işkenceden geçirildiği olaylara verilen bir isimdir. Toplam yirmi yıl kadar süren mihne süreci H. 237- Miladi 852 tarihinde Abbasi halifesi mütevekkil tarafından kaldırılmıştır. Dolayısıyla Mütevekkil'in döneminde, yönetim felsefesi terkedilmiş ve "Mütevekkil'in hilâfeti" hadisçilerin zaferi olarak tarihe geçmiştir.(İşcan, Zeki, Selefilik, İstanbul- 2016, s. 165; bkz, Mehmet Kırkpınar "Mütevekkil -Alellâh 847- 861 TDV. İslam Ansiklopedisi 32. c. s. 212- 214)Ehl-i Rey ile ehl-i Hadis arasında mihneden önce de hadis ve Sünnet'in dindeki yeri ile ilgili çatışmalar olmuştur. Özellikle Emeviler döneminde kaderin imanın şartları içine girmesinin dinin iman esasları arasında olduğunu gösteren hadisler uydurulmuştur. Bu dönemde yöneticiler hadis uydurmacılığını teşvik etmiş, hatta hadislerin toplanıp kayda geçirilme emrini de halife Ömer bin Abdülaziz vermiştir.Bu dönemde hadis ehl-i "Hristiyanların İsa'ya yükledikleri Resul algısını son Nebi'ye uyarlamışlardır" Yani "İsa Allah'ın özü, kelimesi logosudur"Dolayısıyla Hristiyanlarda (Resul değil) İsa vahyin kendisidir. İsa vahyeder, İsa'ya vahyedilmez.İsa Pavlus'a görünerek vahyetmiştirİşte hadisçiler bunu İslam'a adapte ettiler.Yani Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırmak suretiyle onun adına iftira edilen hadisleri vahiy olarak kabul ettiler. Ve bunu yaparken, Arap ırkçılığını desteklemek için yaptılar.Fars olan İbni Kutey'be "Arap olanın, olmayana üstünlüğü" diye bir eser bile yazmıştır.
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(237. YAZI)Zuhruf Süresi66-) Onlar farkında değillerken, saatin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?67-) O gün, muttakiler hariç, dostlar birbirine düşman olurlar, .68,69-) (Allah, şöyle der:) "Ey âyetlerimize iman eden yani müslüman olan kullarım! Bugün size korku yoktur ve siz mahzun da olmayacaksınız"70-) "Siz ve eşleriniz ağırlanmış olarak cennete giriniz."71-) Onlar için altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Nefislerin çektiği ve gözlerin hoşlandığı her şey oradadır. Yani siz orada devamlı olarak kalacaksınız.72-) İşte bu, amellerinize karşılık size mîras kılınan cennettir.73-) Orada sizin için bol bol meyveler vardır, onlardan yersiniz. (denilecektir)74-) Şüphesiz suçlular cehennem azabında devamlı kalacaklardır.75-) Azapları hafifletilmeyecektir yani onlar azap içinde ümitsizdirler.76-) Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar, kendileri zâlim idiler.77-) Mâlik'e şöyle nida ederler: "Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin." O da, "Siz hep böyle kalacaksınız" der.78-) Andolsun, size hakkı getirdik. Fakat çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.79-) Yoksa (haktan) yan mı çiziyorlar? Şüphesiz biz de onları yan çizdikleri yolda bırakırız.80-) Yoksa onların sırlarını ve gizli konuşmalarını duymadığımızı mı sanıyorlar? Hayır öyle değil, yanlarındaki Resullerimiz yazmaktadırlar.81-) (Ey Resul!) De ki: "Eğer Rahmân'ın bir çocuğu olsaydı, ibadet edenlerin ilki ben olurdum."(Bu âyet, ibadetin, "kabul etmek ve kayıtsız şartsız itaat etmek" anlamında olduğunu apaçık gösteriyor.82-) Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah, onların vasıflandırmalarından subhandır.83-) Bırak onları, tehdit edildikleri güne kavuşana kadar, (batıl inançlarına) dalsınlar yani (dünya hayatlarında) oynayadursunlar.Âyette bulunan "havd""suya girmek ve sudan geçmektir"Deyim olarak "hayvanı suya vurmak" demektir. Türkçe'deki "havuz" kelimesi ile aynı anlama gelmektedir."daldıkları bataklıkta oyalansınlar""Havdihim, (batıl davasıyla gereksiz tartışmaya) girenler" demektir."Ve O, size indirdiği kitap'ta: "Ayetlerine küfredildiği yahut alaya alındığını duyduğunuz zaman başka bir hadise (değerli bir konuya ) dalıncaya-geçinceye kadar onlarla beraber bulunmayın, yoksa onlar gibi olursunuz." diye bildirdi. Kuşkusuz, Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennem'de toplayacaktır. (Nisa-140)"Âyetlerimiz hakkında dalanlarla (gereksiz yere mücadele ederek kendini batıranlarla) karşılaştığın zaman, onlar başka bir hadise dalıncaya (başka değerli bir konuya geçinceye) kadar, onlardan yüz çevir. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırlar hatırlamaz zalim kavimle beraber oturma" (Enam-68)Allah'ı gereği gibi takdir etmediler. "Allah, hiçbir beşere bir şey indirmedi." dediler. De ki: "Musa'nın insanlar için bir nur ve hidayet olarak getirdiği; sizin yazılı sayfalar haline getirip bir kısmını açıklayıp ama çoğunu da gizlediğiniz; sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler, kendisiyle size öğretilen kitap'ı kim indirdi?" Sen, "Allah de." Ve sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oyalana dursunlar! (Enam-91)"Onlara sorarsan, kesinlikle, şöyle derler: "Yalnızca, lafa dalmış oyalanıyorduk!" De ki: "Allah'la, O'nun âyetleriyle ve O'nun Resulu ile alay ediyordunuz; öyle mi?" (Tevbe-65)(Ey münafıklar! Siz de) sizden kuvvetçe daha üstün, mal ve evlatça daha çok olan sizden öncekiler gibi (yaptınız).Onlar (dünya malından) paylarına düşenden yararlanmışlardı. Sizden öncekiler nasıl paylarına düşenden yararlandıysalar siz de payınıza düşenden yararlandınız ve (bataklığa) dalanlar--oyalananlar gibi siz de oyalandınız-daldınız. İşte onların işleri dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlar husrana uğrayanların ta kendileridir.* (Tevbe-69)"Bırak onları, kendilerine vaat edilen günlerine kavuşuncaya kadar dalıp gitsinler; oyalanıp dursunlar! (Zuhruf-83)"Onlar ki, gereksiz şeylere dalıp oyalanıyorlar" (Tur-12)"Artık onları kendi hallerine bırak. Uyarıldıkları günleri gelip çatıncaya kadar gaflet içinde dalıp--oyalanıp dursunlar" (Mearic-42)"Batıl inançlara dalanlarla beraber biz de dalar--oyalanırdık." (Müddessir-45)84-) O, gökte de ilâh olandır, yerde de ilâh olandır. O, Hakim'dir, (her şeyi hakkıyla) bilendir.85-) Yani göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin mülkü kendisine ait olan Allah mübarektir! Saatin ilmi de yalnız O'nun indindedir ve yalnızca O'na döndürüleceksiniz.86-) O'nun dununda ibadet ettikleri şeyler şefaata mâlik olamazlar. Ancak bilerek hakka şâhitlik edenler müstesna.(Âhirette hiç bir şefaat yoktur. Müşrikler dünya hayatında evliya ve ilâhlarının kendilerine yarar ve zarar vermeye (şefaate) kâdir olduklarına inanıyor ve "Ey Muhammed ! Bizim ilâhlarımıza bir şey söyleme, onlar dünya hayatında bize yardım ediyorlar" sözleri üzerine şefaat âyetleri nazil olmuştur. Yüce Allah'ın dünya hayatında şefaate izin verdikleri yağmur, rüzgar gibi doğal güçlerin adıdır.)87-) Onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette, "Allah" derler. Öyleyken nasıl (haktan) ayrılıyorlar? (Âyette bulunan "yu'fekun" "ayrılma, sapma, bırakma, uzaklaşma" anlamına gelmektedir. Âd kavmi Hud (a.s) ı şu şekilde suçluyorlardı. "Sen bizi ilâhlarımızdan ayırmaya mı geldin..."(Ahkaf-22)88-89) Yani (Nebi) «Ey Rabbim ! Şüphesiz ki bunlar imân etmeyen bir kavimdir», sözüne karşılık, «sen, onları hoş gör yani selâm de.Yakında bileceklerdir.» (buyuruldu).(Zuhruf Süresinin Sonu)
15 Haziran 2022 Çarşamba
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(236. YAZI)Zuhruf Süresi46-) Andolsun, biz Mûsâ'yı âyetlerimizle Firavun'a ve ileri gelen adamlarına göndermiştik de o, "Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin Resuluyum" demişti.47-) Mûsâ âyetlerimizle kendilerine gelince, onlara gülmeye başladılar.48-) Halbuki onlara gösterdiğimiz her bir âyet önceki kızkardeşinden (diğerinden) daha büyüktü. (Zulümden hidayete) dönsünler diye, onları azapla yakaladık.49-) (Onlar azabı görünce:) "Ey sihirbaz! Sanin indindeki ahdi için, bizim için Rabbine dua et. Çünkü biz artık hidayeti bulduk" dediler.50-) Fakat biz onlardan azabı kaldırınca hemen sözlerinden dönüyorlardı.51-) Firavun, kavminin içinde nida ederek: "Ey kavmim! Mısır'ın mülkü benim değil mi? Yani şu nehirler benim altımdan akıyor (değil mi?) Hâlâ görmüyor musunuz?" dedi.52-) "Yoksa ben, şu düşük, nerede ise derdini açıklayamayacak durumda olan bu adamdan daha hayırlı değil miyim?"53-) ("Eğer doğru söylüyorsa) onun üzerine altın bilezikler atılmalı, yahut onunla beraber bulunmak üzere melekler gelmeli değil miydi?"54-) Firavun, kavmini hafif gördü. Buna rağmen kendisine itaat ettiler. Çünkü onlar fâsık bir kavim idiler.55-) Onlar bizi üzünce biz de onlardan intikam aldık, hepsini suda boğduk.(Âyette geçen "êsefûnê" "bizi üzünce" ifadesi, yüce Allah için değildir. Musa ve Harun (aleyhimesselâm) için söylenmiştir. Firavun sözleriyle Allah'ın Resullerini üzünce, yüce Allah'ı üzmek gibi oldu. Bu yüce Allah'ın Resullere vermiş olduğu değerden kaynaklanan bir durumdur. Yoksa Allah üzülmez.)56-) Onları, sonradan geleceklere, geçmiş bir ibret yani bir mesel (örnek) kıldık.57-) Meryem oğlu (İsa, Kur'an'da) bir örnek olarak söz konusu olunca senin kavmin (hayretlerinden) hemen el çırpmaya başladılar.58-) "Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?" dediler. Bunu sadece seninle cedelleşmek için ortaya attılar. Onlar tartışmacı (yaygaracı) bir kavim idiler.59-) İsa, sadece, kendisine nimet verdiğimiz yani İsrailoğulları'na örnek kıldığımız bir kuldur.60-) Yani eğer dileseydik, içinizden yeryüzünde sizin yerinize geçecek melekler kılardık.61-) Şüphesiz o kıyametin (öldükten sonra dirilmenin) bir ilmidir. Artık onun hakkında asla şüphe etmeyin, bana tâbi olun, işte sırât'ı müstakim budur.(Âyette bulunan ilim, alem (delil) olarak da okunmuştur. Yani İsa (a.s) öldükten sonra dirilmenin bir delili bir göstergesidir. Dolayısıyla onun babasız olarak doğması yüce Allah'ın öldükten sonra dirilmeyi gerçekleştirmesinin bir işareti olarak görülmelidir.)MEHDİ ZUHUR ETMEYECEK, İSA (A.S) İNMEYECEKTİR. İslam dininden başka neredeyse bütün dinlerde ve inançlarda bir kurtarıcı (mehdi) beklentisi mevcuttur. Fakat Kur'an dini olan İslam, aklın ve ilmin kabul etmediği bu gibi hurafe ve efsaneleri kabul etmez. Bu konuyu âyetlerin ışığı altında aydınlığa çıkarmak mümkündür. Allah Resulü'nden sonra hangi şartla olursa olsun asla Nebi ve Nübüvvet'e bağlı Resul gelmeyecektir. Bu aynı zamanda itikadi bir konudur. Yani İsa (a.s) ın ineceğini söylemek ve buna inanmak Kur'an'ın hidayetine olan imansızlığı ortaya çıkarır. Kur'an'ın yüzlerce âyetine göre ümmetin kurtuluşu, tevhid, infak, güzel ahlak ve salih amellere bağlanmıştır. Nebi ve Resul dahi olsa kurtuluş şahsiyetlere bağlanmamıştır. (Âli İmran-144)İslam dininin bu konudaki yasası şudur. "...Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onların durumunu değiştirmez"(Ra'd-11)"Oysa bir toplum kendi özündekini değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti değiştirmeyecektir..."(Enfal-53)Kur'an'a göre İsa (a.s) vefat etmiştir. (Âli İmran-55; Mâide-116,117)Mehdi inancı ise Mecüsi'likten Şia'ya, Şia'dan Ehl-i Sünnet'e intikal eden dünyanın en garip uydurmalardan biridir. İsa (a.s) ın ineceğine, Mehdi'nin!!! zuhur edeceğine inanan biri Kur'an'ın ilminden, aklından ve hikmetinden hiçbir şey anlamamıştır. Bir insan bu derece Kur'an'ın ahlakından uzak olamaz. Müslüman, ilim, akıl, tefekkür, feraset ve basiret sahibidir. İsa (a.s) ın nüzülüne yani âhiretin sonunda geleceğine delil olarak gösterilen iki âyetin çözümü şu şekildedir. Birinci âyet "Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce ona (İsa'ya) muhakkak iman edecektir. Kiyamet günü de, onlara şahit olacaktır"(Nisa-159)İkinci âyet "Şüphe yok ki o (İsa) kıyametin kopacağının bilgisidir. Veya diğer bir kıraate göre "alametidir" Ondan (kıyametin kopacağından - öldükten sonra dirilmeden) şüphe etmeyin ve bana uyun. Çünkü bu dosdoğru yoldur"(Zuhruf-61)Birinci âyet yanlış anlaşılmaya müsait olan bir âyettir. Bu âyet Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde alınmadığı zaman büyük bir sorun teşkil edecektir. Fakat diğer halkalarla birleştirildiği zaman problem çözüme kavuşacaktır. Âyeti anlaşılmaz hale getiren ve son derece zorlarsan en büyük sebep, hadis kaynaklarında bulunan Kur'an aklından ve hikmetinden uzak uydurma rivayetlerdir. Allah'ın kelâmı olan Kur'an, rivayetlere iman edenlere ilminden ve ahlakından hiçbir şey nasip etmez. Ön yargılı olanlar Kur'an'ı asla anlayamazlar. Din ve hüküm olarak başka kaynağa iman edenlere Kur'an, hikmet hazinesinden hiçbir bağışta bulunmaz. Çünkü rivayetler, Kur'an'a karşı gönülleri ve basiretleri köreltir, hadis batağına saplanan Kur'an'a ulaşamaz. Birinci âyette söylenmek istenen şey şudur. İsa (a.s) a "Allah" diyen( Maide- 17, 72) "Allah üçtür" (Baba, oğul ve ruhu'l-kudüstür ) diyen ve onu "rab edinen" ( Tevbe- 31) her Hristiyan din adamı ile İsa'yı Allah'ın bir Resulü olarak kabul etmeyen her Yahudi din adamı ölmeden önce İsa (a.s) ın gerçek kimliğini görecektir. Yahudi ve Hristiyan din adamları İsa (a.s) ın gerçek kimliğini yani Allah'ın Resulü olduğunu gördükten sonra ölecekler. Yani Hristiyan din adamları, İsa(a.s) ın ilâh ve rab olmadığını, Yahudi din adamları da (Hâşâ) onun zina eseri olmadığını, Allah'ın kulu ve Resulü olduğunu gördükten sonra ölecekler fakat iş işten geçmiş olacaktır. Yoksa Yüce Allah insanların imanları üzerinde asla zorlayıcı değildir. Çünkü Rahmân ve Rahim olan Allah hiçbir Resul için "insanlar muhakkak ona iman edecektir" dememiştir. Kur'an'da buna aykırı çok âyet vardır.İnsanlar elçileri daima yalanlamışlardır. "İşte böylece, onlardan öncekilere her ne zaman bir Resul geldiğinde hemen; o, bir sihirbazdır veya delidir, dediler"(Tur- 55)"Biz hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kişileri: Biz size gönderilmiş olan şeyi (dini) inkar ediyoruz, demişlerdir"(Sebe-34 )Allah tarafından gönderilen bütün elçiler yalanlanmışlardır. İnsanlar canlarını teslim etmeden bazı gerçekleri göreckleri ile alakalı âyetler mevcuttur. Mesela: Firavun, İsrailoğulları'nı yakalamak için onları takip ederken denizde boğulma ile karşı karşıya kalınca iman etmişti. (Yunus- 90) Fakat öleceğini anladığı için imanı kendisine fayda vermemişti. İşte âyette "Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce (İsa'ya ) muhakkak iman edecektir" pasajı, Firavun'un imanına benzemektedir.Yani âyette geçen "mevtihi" kelimesindeki "hi" zamiri, İsa'ya değil, her Yahudi ve Hristiyan din adamına gitmektedir. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü bu manayı şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde göstermektedir. Firavun ölüm anında bütün gerçekleri müşahede etti ve sonunun nereye varacağını gördü. Halbuki daha önce Mısır'da iken "Ben sizin en yüce rabbinizim"(Nazihat- 24) diyordu.Bu konuda diğer bir âyet şöyledir. "Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: "Rabbim! der, beni geri gönder tâ ki boşa geçirdim dünyada iyi iş yapayım" Hayır! bu onun ağzından çıkan boş (bir laftan) ibarettir..."( Müminun- 99, 100)Gelelim İsa (a.s) ın nüzülüne delil olarak gösterilen ikinci âyete. "Şüphe yok ki o (İsa) kıyametin (kopacağının) bilgisidir"( Zuhruf- 61) Bu âyet manası en açık ve kolay olan âyetlerindendir. Fakat hakkın ta kendisi olan bir mesajın manası buharlaştırılıp, manasına uydurma rivayetler bulaşınca anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Kur'an'ın meali kadar tahrif olmuş bir kitab yoktur.İkinci âyetin anlamı ve vermek istediği mesaj şudur. "Ey İsrailoğulları ve insanlık âlemi! Şunu kesin olarak bilin ki, Allah gibi sonsuz kudrete ve ilme sahip bir zatın İsa'yı babasız olarak dünyaya getirmesi, kıyametin hak ve öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğuna bir işaret, bir delil, bir ilim ve bir alamettir, sakın bundan şüphe etmeyin" demek istenmiştir. İsa ( a.s) babasız doğması, ahiretin var olacağını yani öldükten sonra dirilmeyi gösteren bir nevruz çiçeği gibidir. İsa Mesih'in babasız olarak dünyayı şereflendirmesi ilkbaharı gösteren bir nevruz çiçeği gibi, öldükten sonra dirilmeyi gösteren bir kudret, bir işaret, bir alamet, bir delil ve bir çiçektir. Bu âyeti başka türlü anlamak birçok soruna yol açacaktır. Kadim tarihlerde elçilerin kavimlerine öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğuna inandırmak için Allah tarafından bu çeşit mucizeler gösterilirdi.Ashab-ı Kehf bunlara güzel bir örnektir. Allah Resulü (a.s) geldikten sonra kıyametin kopması ve diriliş ile alakalı örnekler artık aklı ve ilmi delillerle ortaya konmaktadır. Bununla alakalı onlarca âyet vardır. "Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak: Yeryüzünü, ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye kadirdir"(Rum-50)"İnsan der ki "Öldüğüm zaman gerçekten diri olarak çıkarılacak mıyım? İnsan düşünmezmi ki, daha önce o hiçbir şey değilken biz kendisini yarattık"( Meryem- 66, 67) Mehdilik inancı ve hurafesi İslam tarihinde birçok fitnelere ve kanlı çatışmalara sebep olmuş daha çok siyasi mahiyet taşıyan büyük bir yalan ve Allah Resulü adına yapılmış ahmakça bir iftiradır. Mehdi inancı ile alakalı hadis kaynaklarında geçen rivayetlerin istisnasız hepsi yalan ve uydurmadır. Bu rivayetler Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, İslam'ın evrensel özgürlük anlayışına, dinin ruhuna, Allah Resulü'nün hikmet, ahlak ve aklına aykırı bir inanç ve ilimsiz bir mahiyet taşımaktadır. Mehdi'nin insanların hidayetini sağlayacak olması, olağanüstü bir güce sahip olması, elçilerin bile tâbi olduğu ilahi yasaları ortadan kaldıran bir inançtır. İşte o yasayı açık olarak ortaya koyan bir ayeti kerime"Andolsun ki senden önce elçiler yalanlanmıştı. Onlar yalanlanmallarına ve eziyet edilmelerine karşılık sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah'ın kanunlarını değiştirebilecek hiç kimse yoktur. Muhakkak ki elçilerin haberlerinden bazısı sana da geldi"( Enam- 34) Mutlak olarak Allah'tan başka hidayete erdirici kimse yoktur.Resulleri bile hidayete erdiren onlara gelen vahiy'dir.(Sebe-50; Şuara-78; Zuhruf-27)62-) Sakın şeytan sizi yoldan engellemesin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.63-) İsa, beyyinelerle geldiği zaman şöyle demişti: "Ben size hikmeti getirdim yani (dinde) hakkında ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyle ise, Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."64-) Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin, işte sırât'ı müstakim budur.65-) Ama aralarından çıkan hizipler ayrılığa düştüler. Elem dolu bir günün azâbından vay o zulmedenlerin hâline!
14 Haziran 2022 Salı
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(235.YAZI)16-) Yoksa (Allah), yarattıklarından kızları kendisine aldı da oğulları size mi ayırdı?! 17-)Onlardan biri, Rahmân’a isnat ettiği kız çocuğuyla müjdelenince, hiddetlenerek yüzü simsiyah kesilir. 18-) (Şöyle derdi) "Süs içinde (nazik bir şekilde) yetiştirilip de tartışma bile yapamayacak olan mı ? (bana müjdeleniyor?) 19-) Onlar, Rahmân’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Acaba meleklerin yaratılışlarına şahit mi oldular ? Onların bu şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir. 20-) Ve dediler ki: Rahmân dileseydi biz onlara ibadet etmezdik. Onların bu husustpa bir bilgileri yoktur. Onlar sadece saçmalıyorlar. 21-) Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı tutunuyorlar? 22-) Hayır! "Sadece, biz babalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk, biz de onların izinde hidayetteyiz" diyorlar. 23-) Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı şımarıkları: Atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk, biz de onların izlerine iktida ediyoruz, derlerdi.24-) Ben size, (din) atalarınızı üzerinde bulduğunuzdan daha hidayet edicisini getirmişsem (yine mi bana uymazsınız)? deyince, dediler ki: Doğrusu biz sizinle gönderilen şeye kâfir oluyoruz. 25-) Biz de onlardan intikam aldık. Bak, yalanlayanların sonu nasıl oldu? 26-) Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: Ben sizin ibadet ettiklerinizden beriyim. 27-) Ancak beni yoktan yaratan (Rabbim) beni hidayete iletecektir. 28-) Bu sözü, ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar (onun dinine) dönsünler. (Yukarıdaki iki âyette, İbrahim (a.s) ın bıraktığı mirasın ne kadar önemli olduğunu görüyoruz.Yüce Allah'tan sonra yani Kur'an'dan sonra en önemli tevhid kahramanı, hanif dininin önderi, hidayet yolunun dev zirvesi ve iman edenlerin büyük babası olan İbrahim (a.s) ın Kur'an'daki mücadelesi olmasaydı, mezhepçi müşriklere karşı nasıl mücadele edecektik? Vahyi tebliğ görevlerinde, iman edenler için İbrahim (a.s) en önemli örnektir.(Bakara 125; Mümtehine-4) 29-) Doğrusu bunları da atalarını da kendilerine hak yani onu açıklayan bir Resûl gelinceye kadar (dünyadan) yararlandırdım. 30-) Fakat kendilerine hak gelince: Bu bir sihirdir ve biz ona kâfir oluyoruz, dediler. 31-) Yani dediler ki: Bu Kur’an iki şehirden azim bir adama indirilmeli değil miydi ? 32-) Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların mâişetlerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine musahhar olmaları için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. 33-) Şayet insanların küfürde birleşmiş tek bir ümmet olması (tehlikesi) bulunmasaydı, Rahmân’a kâfir olanların evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten kılardık. 34-) Yani evlerinin kapılarını ve üzerine yaslanacakları koltukları (hep gümüşten yapardık). 35-) Yani (onlara çeşitli) zinetler verirdik. Bütün bunlar sadece dünya hayatının geçimliğidir. Ahiret ise, Rabbinin indinde muttakilere özeldir. 36-) Kim Rahmân’ın zikrine karşı (Kur'an'a) duyarsız olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. 37-) Şüphesiz bu şeytanlar onları hidayetten engellerler de onlar, kendilerinin hidayette olduklarını hesap ederler. 38-) (O şeytan dostu kimse, en sonunda bize gelince arkadaşına:) Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın! der. 39-) Zulmettiğiniz için bugün (nedâmet) size hiçbir fayda vermeyecektir. Çünkü siz, azapta ortaksınız. 40-) (Ey Nebi!) Sağırlara sen mi işittireceksin; yahut körleri ve apaçık sapkınlıkta olanları hidayete sen mi ileteceksin?(Hidayete ulaşmanın tek yolu Kur'an'dır. Kur'an haricinde hiç kimse hidayet bulamaz ve hiç kimse Kur'an'dan bağımsız olarak başkasına hidayet veremez.) 41-) Biz seni onlardan alıp götürsek de yine onlardan intikam alırız. 42-) Yahut onlara vâdettiğimiz azabı, sana gösteririz. Çünkü bizim onların üzerine muktediriz. 43-) Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, (vahiy sayesinde) sırat'ı müstakim üzerindesin. (Kur'an'a sımsıkı sarılmak demek, din ve hüküm olarak ondan başka kaynak edinmemek demektir. Hadislere ve mezhep ictihatlarına iman edenler Kur'an'a iman etmemiş olurlar.) 44-) Yani o (Kur’an), sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. (İnsanlar Kur'an'dan başka hiçbir kitaptan sorguya çekilmeyeceklerdir. Dolayısıyla akıllı insan hadis kaynaklarına iman etmeyen ve onlara itibar etmeyendir.) 45-) Senden önce gönderdiğimiz Resullerimize (vahiy'lere) sor! Rahmân’dan başka ibadet edilecek ilâhlar kılmış mıyız?
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (8.YAZI)Emevilerin birinci halifesi Muaviye, Medine hilafet hükümetine bağlı bir vali iken elindeki devlet gücüne güvenerek meşru otorite olan Ali'ye karşı gelmiş ve hileli bir şekilde iktidarı ele geçirmiştir.Birinci halife Muaviye olmak üzere Emevilerin bütün yöneticileri devletin kuruluşundaki söz konusu gayri meşruluğun sıkıntısını çekiyorlardı.Yöneticiler, devletin zulüm ve gasp ile ele geçirildiğini biliyorlardı. Uydurma rivayetlerin henüz yazıya geçirilmediği bir dönemde ümmeti, meşruluğu tartışmalı bir iktidarın idare etmesi problemi, uydurulan hadislere de etki etmiştir.Mesela:Kur'an'a son derece aykırı rivayetlerle hilafetin Kureyşin hakkı olduğu inancı geliştirilmiş en absürt bir yalan bile sahih hadis olarak piyasaya sürülmüştür.Dünyada hadis ilmi kadar düşüncesizce ve ahmakça bir ilim dalı herhalde yoktur.Çünkü Allah Resulü ve sahabe döneminde hiç bir hadis bulunmazken yani din ve hüküm olarak sadece Kur'an hayata hakim ve tek kaynak iken, tâbiin döneminde biraz, tabe-i tâbiin döneminde biraz daha, Emeviler döneminde belki yüzlerle ifade edilirken Abbasi ve daha sonraki dönemlerde binlerce hatta milyonlarca hadis üretilmiş, hadis ilmi ve hadislerle ilgili yüzlerce kavram uydurulmuştur. Muaviye ile başlayan süreçte bütün Emevi halifeleri kendilerinin Allah tarafından hilâfete lgetirildikleri dolayısıyla Allah'ın halifeleri oldukları, yeryüzünde Allah'ın gölgesi konumunda bulundukları, bu sebeple kendilerine karşı gelmenin, Allah'a karşı gelmek olduğunu söyleyerek takdir-i ilâhiye'ye herkesin razı olması gerektiğini vurgulamışlardır.Daha sonraki yıllarda Ehl-i Sünnet din adamları Emevi- Abbasi yönetimlerinin anlayışı istikametinde hadis üretimi yapıyor ve din tamamen bu hadislere göre şekilleniyordu.Ve böylece bu hadisler yoluyla siyasal idare, sorumluluğu kendi üzerinden Allah'ın üzerine atmayı, kendini aklamayı din adamlarının sayesinde din ve inanç haline getiriyordu. Bundan sonra Ehl-i Sünnet'in siyasi geleneğinde halifeler ve padişahlar kendilerinin Allah'a itaat ettiklerini ve inananların da kendilerine itaat etmeleri gerektiğini itikadını geliştirmişlerdir. Bu inanç çerçevesinde milletin idarecileri denetleme ve sorgulama hakları da gasp ediliyordu. Çünkü yöneticiler, biat'ın verdiği yetkiyle, kendilerine biat eden insanlara karşı değil, direkt Allah'a karşı sorumlu olduklarını savunmuşlardır.Özellikle itaat kavramı Kur'an'da sadece Allah ve Resulü için (Nebi veya Muhammed değil) kullanılırken, yöneticiye itaat etmek dinin emirleri arasında gösterilmiştir. Kur'an, iman edenleri birleştirirken (Âli İmran-103) siyasal zihin iktidara kilitlendiği için ister istemez bölünme ve ihtilafı beraberinde getirecektir. Dinde tefrika ve ihtilâfı Allah'ın kelamı mı, yoksa Şia ve Ehl-i Sünnet'in yüzlerce uydurma kutsal kaynakları mı yaratmaktadır? Uydurma dinin siyasal zihni milleti böler. İnsanlar bir arada yaşamak durumunda olduklarından, bu yaşam biçimi her bireyin uyması gereken kuralların bulunmasını da gerekli hale getirmektedir. Zaman ve zemine göre isyankarlar tarafından adalet ve hukuk kurallarının çiğnenmesini önleyecek sistemlerin kurulması da milletin görevidir. Milletin üyeleri olan bireyler, siyasal olarak kendilerini yönetecek kişiye, ölünceye kadar değil, adaleti ayakta tuttuğu müddetçe veya belli bir süreye kadar otoriteyi geçici olarak devrederler. Çünkü idareci ile halkın olduğu her yerde siyaset mevcuttur. LYani siyaset, insanın insanı yönetme sanatı ve ahlakıdır. Ancak idareci ile halk arasında ilâhi ve dini bir ilişki değil, dünyevi ve beşeri bir ilişki bulunmaktadır. Dolayısıyla yöneticiler hem Allah'a hem de sorumlu oldukları halka hesap vermek durumundadırlar. Rahmân ve rahim olan Allah özgürlüğü tek tek her bireye vermiştir. İşte bundan dolayı kişiler kendilerini değiştirmedikçe sünnetullah gereği toplumların değişmesine imkan yoktur. ( Ra'd- 11; Enfal- 53) Toplum önderlerinin yanlışları sadece kendilerini değil, tüm milletin bireylerini de ilgilendirmektedir."Öyle bir günden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (herkesi perişan eder) ..."(Enfal-25)Yukarıdaki âyete göre, toplumun bireylerinin siyasi ve toplumsal olayların olumlu ve olumsuz sonuçları ile dünya hayatında karşılaşacak olması gerçeği de dinin ve siyasi özgürlüğün sadece millete ait bir hak olduğunu açıkça gösteriyor.Halbuki Emevi-Abbasi Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin geliştirdiği kader anlayışı zalimlere karşı gelinmesini imkansız hale getiriyor. Bu inanca göre, zalimin zulmünün, mazlumun da çaresizliğinin gerekçesini kaderle yani mutlak adil olan Allah'la ilişkilendirilmektedir.Dolayısıyla her türlü zulüm ve adaletsizliğin faturası Allah'a kesilmektedir. Şiilik ve Sünnilikten yani uydurma dinle milletin başına açtıkları beladan kurtuluş, vahiy ehl-i muvahhidlerin öncülüğü olmaksızın mümkün değildir.Çünkü Şia ve Sünnet din adamları, sürekli olarak ilâhi bir takdir inancı pompalayarak zulüm ve adaletsizliğin devam etmesine sebep olmaktadırlar.Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları yalnız zulüm ve adaletsizliğin değil, başarısızlığın da dinselleşmesini sağladılar. Onların inancına göre hem fakirlik ve perişanlık hem de zulüm ve merhametsizlik ilahi takdirin bir sonucudur.Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin ortaya koyduğu dini yapı akıl ve zihinleri zehirleyen uyuşturucudan daha tehlikeli ve ölümcül bir yapıya sahiptir.Siyaseten yapılan zulmün Allah kullanılarak dini alana taşınması, siyasi olanın Kur'an'da var olan kelimelerle kamufle edilip gizlenmesi ruhunu ve haysiyetini satmış din adamlarının uzmanlık alanı olmuştur.Şia ve Ehl-i Sünnet muhaddis ve müctehidleri Muhammed (a.s) ın elçilik görevinin, Allah tarafından indirilen vahye bir kelime bile ilave etmeden ve ondan bir şey eksiltmeden olduğu gibi insanlara beyan etmekten ibaret olduğunu (Ra'd-40; Nahl- 35, 82; Maide- 67, 99; Ahkaf- 23 Ankebut- 18 ; Hakka-44) yeterli bulmamışlardır. İşte bundan dolayı Allah Resulü'ne indirilen vahyin Kur'an'dan ibaret olmayacağını inancını geliştirmişlerdir. Aslında Kur'an'ın manasını etkisizleştirmenin en etkin yolu, yüzlerce âyete aykırı olmasına rağmen Allah kelâmının dışında başka vahiy'lerin de var olabileceğini yaygınlaştırılması olmuştur.Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları Hristiyanlıkta var olan vahiy inancını andıracak bir şekilde "vahy-i gayr-i metlüv" "okunmayan vahiy" fikrini üretmişlerdir.Yani Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerine göre hadislerde Kur'an gibi vahiy'dir, fakat salat'ı ikame esnasında sadece Kur'an okumak gerekir. Onlara göre Kur'an "vahy-i metlüv" "okunan vahiy" hadislerde "vahy-i gayri metlüv" "namazda okunmayan vahiy" dir. Vahiy çeşitliliği meydana getirerek, Kur'an'ın önemini görmezlikten gelme, milleti Şiilik ve Sünnilik dininin kaos ve karanlığına mahkum etmiştir. Mezheplerin "Vahy-i gayr-i metlüv" yalanı Kur'an'a yapılmış büyük bir iftira ve ağır bir darbe olduğu zamanla daha iyi anlaşılmıştır."Vahy-i gayr-i metlüv" fikri din ve hüküm olarak Kur'an'ın yanında başka kaynakların da var olduğu inancını yerleştirmiştir. Artık dünyanın en karanlık cehaletinin eserleri olan rivayetler din ve hüküm olarak Kur'an'ın yanına daha doğrusu Kur'an yerine konmuş oldu.Halbuki din ve hüküm olarak Kur'an'ın yetersizliğini iddia etmek, Kur'an'ın eksikliğini iddia etmek olur.Din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak dinde Kur'an dışında kaynak kabul etmek yüzlerce âyete aykırı olmasına rağmen bu ihaneti yaptılar.Allah'ın kitab'ını hadislerle eşitlemek, mesajın devre dışı kalmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları büyük bir ihanetle Kur'an ile milletin arasına hadis ve Sünnet adı altında aşılmaz bir engel, geçilmez bir bataklık yarattılar. Allah tarafından indirilen hidayet'in yolu hadis adı altında sünnetle kesilmiş Allah'ın karşısına uydurma din vasıtasıyla sanal bir "resul" çıkarılmıştır. Sadece Resul (a.s) ı değil, tüm elçileri Kur'an'dan kopararak Allah ile araları sonsuza kadar açılmıştır.Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları "sünnet" kavramını Kur'an'i bir kavram olmaktan çıkararak ideolojik bir kavrama dönüştürdüler.Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Kur'an'ın mesajını yok etmek, nurunu söndürmek için sadece "vahy-i gayr-i metlüv" ile iktifa etmemiş, "nasıh-mensuh, tefsir usul-u ve ilmi hadis, hadis usul-u ile esbab-ı nüzul, mücmel-mufassal, rivayet tefsiri ve fıkıh usul-u" gibi birçok sözde ilim dalları geliştirerek vahyin hidayetini sulandırmaya devam ettiler. Zaman içerisinde sadece vahyin Arapça okunmasına odaklanarak metin ile manasını ayırmış ve ikisi arasında bulunan bağlantıyı koparmışlardır.Halbuki vahiy insanın kabiliyetine, tarihi deneyimlerine, bulunduğu zaman ve zemine göre hayatı inşa etmektedir.Aslında İslam bütün elçilere indirilen evrensel dinin ortak adı olmakla birlikte şeriat, milletin vahyin bağlam ve bütünlüğünden anladığını uygulamasıdır. Tarihte yaşanan ümmetler arasında "hayırda yarış" olması gerektiğinden her ümmetin şeriati diğerlerinden farklı olmuştur. Yoksa ya hayatı, ya dini rehberliği dondurma durum ortaya çıkacaktır.İşte Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları hadis ve ictihadlaryla dini hayatı dondurarak İslam dininin gelişimini ve yayılma özelliğini engellemişlerdir. Yani İslam milletini bin dört yüz yıldan beri beşeri inanç ve statik fikirlere mahkum etmişlerdir.
13 Haziran 2022 Pazartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(234.YAZI)15-) Yani onlar, kullarından bir kısmını, O’nun (Allah'ın) bir cüzü kıldılar. Şüphesiz ki (bunu yapan) insan apaçık olarak (Rabbine) kâfir olmuştur. HULUL İNANCI :Dinin şemsiyesine sığınarak bir "evliya ve ilâhlar dinî" kurup kutsala hürmet adı altında açık şirke giddilmesi, Kur'an'ın dikkat çektiği en büyük ve en önemli tehlikedir. Kur'an bize gösterdi ki, şirkin failleri her zaman din adamları olmuştur. Kur'an, yüzlerce âyetinde doğrudan ve açık olarak bu din adamlarından yakınmaktadır. Kur'an bilmektedir ki, elçiler mirası evliya ve ilâhlar hegemonyasıyla içinden çürütülmüş ve faturası Allah'a kesilen din, her zaman ve zeminde şeytanlara ve tağutlara hizmet eden bir yıkım kurumuna dönüşmüştür. İşte, İslam dünyasının asırlardan beri husrandan husrana ve akıl almaz katliamlara sürüklenmesinin gerçek sebebi burada yatıyor. Şirk, hulul inancı ve batınilik tevhid dininin yozlaştırıldığı anda ortaya çıkan bir dindir.Tevhid dininde, yani ilahi dinin herhangi bir ilkesinde vücut bulan bir yozlaşma o dini tartışmasız biçimde şirk yapar.Yozlaşan tevhid dininin yeni kimliği kesinlikle şirk olacaktır. Elçilerden sonra her zaman dinin akibeti bu olmuştur. Olmasaydı ardarda elçiler gönderilmezdi. Bundan dolayı insanların din adına Kur'an'dan başka gidecek bir yeri, başvuracak sağlam bir kaynağı yoktur. Kur'an'dan nasip yoksa varılacak sonuç ya şirk veya tümden Allah'ın inkar edilmesi olacaktır. Şu mesele gerçekten çok önemlidir. Şirk Kur'an'ın gösterdiği şekliyle tanınmadıkça İslam'ı ve tevhidi Kur'anın gösterdigi şekliyle anlamak mümkün olmayacaktır.Ümmetin ümmileri Kur'an'ın ortaya koyduğu şekliyle şirki tanımıyor. Tanıma yönündeki tüm gayretleri bilinçli ve şuurlu yani şeytani bir iradeyle sonuçsuz bırakılıyor. Çünkü şirk ve hulul inancının mahiyeti halk tarafından anlaşıldıkça Müslüman dünyaya İslam adı altında yaşatılan dinin gerçek İslam olmadığı ortaya çıkacaktır. Böyle bir gerçek dünyadaki bütün çıkar dengelerini sarsacaktır.Kelime-i tevhid formülü, hiçbir ilah yok sadece Allah var, şeklinde tezahür eder. Dikkat edilirse formülde öncelikle sahte ilahlar yani şeytanlar ve tağutlar yok ediliyor, onun ardından tek ve kahhâr olan âlemlerin rabbi egemen kılınıyor. Yani "olması gereken" gösterilmeden önce" olmaması gerekenler" tanıtılıyor. Bu o kadar önemli ki, ancak şirk olmadığı zaman tevhid'in hâkimiyetinden söz edilebilir. Yani hem iman hem de şirkin bir insanda bulunma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Bundan ötürü yüce Allah Şöyle buyurur."İmana ulaşan ve imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya. İşte onlar emniyette ve hidayette olanlardır"( Enam- 82)Kur'anda yüzlerce âyette bulunan küfür ve zulüm şirk anlamında kullanılmıştır. Yoksa insan bilerek veya bilmeyerek cahillikle, ailesine, akrabasına, çevresine, tabiata haksızlık ve zulüm edebilir. Kelime-i tevhidle formüllendirilen zıtlıkla kutuplardan herhangi birini gereğince tanımadığımızda ötekini gereğince tanımamız mümkün değildir. Bu da insanı, o kutupla ilgili tüm tespit, inanç ve eylemlerinde yanlış yapmaya mahkum eder. İslam dünyasının tevhid akidesine gerektiği gibi değer vermemesinin sebebi şirkin gerçek mahiyetini, tahrip gücünü ve yıkım özelliğini bilmediğindendir. Tevhide değer verilmeyince İslam dininin güzellikleri insanın hayatına yansımıyor.Dolayısıyla İslam'dan beklenen bereket, barış, nimet, huzur, mutluluk, merhamet uzaklarda kalıyor. Dünyayı şirke ve hululiyyet inancına yani kula kulluğa karşı uyaran, akli ve ilmi verilerle donatan tek kaynak Allah'ın kelâmı Kur'an'dır. Fakat maalesef Kur'an'ın iman eden çocuklarının şirki anlayamaz hale getirilmeleri insanlığın maruz kaldığı en büyük talihsizlik olmuştur. İslam dünyası şirkin ve huliliyyet inancının pençesinde can çekişmektedir. Yüzyıllardan beri belini doğrultamamasının sebebi budur. Yoksa yüce Allah hiçbir toplumu ufak tefek eksiklikleri yüzünden perişan etmez.Perişanlık ve hüsran sadece şirkin sonucudur. Şirk insanın emek ve üretimini yok eden en büyük beladır. İslamı anlamak için Kur'an'ı dikkatli okumak ve elçiler tarihini iyi incelemek gerekir. Kur'an hakkıyla okunursa (Bakara- 121) görülür ki, elçilerin mücadelesi dinsizliğe karşı değil, sahte din ve ilahlara karşı olmuştur.Bir kere elçilerin ve Kur'an'ın en büyük düşmanı şirktir ve şirk, dinsizlik değil, tarihin en yaman zorlu ve inatçı dinidir.
12 Haziran 2022 Pazar
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(233. YAZI)Zuhruf Süresi 89 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Hâ. Mîm. 2,3-) Apaçık kitab’a andolsun ki biz, aklınızı kullanmanız için biz onu Arapça bir Kur’an kıldık. (Son vahyin tarihinde Şii ve Sünni din adamları, ümmileri Kur'an'dan engellemişlerdir. İnsanlar Kur'an'dan faydalanmadılar. Onun aydınlığına gitmediler. Halbuki yüce Allah ne buyuruyor."Apaçık kitab'a andolsun ki, aklınızı kullanmanız için biz onu Arapça (anlaşılır) bir Kur'an kıldık"Ne buyuruyor? Biz Kur'an'ı Arapça bir kitap kıldı ki aklınızı kullanasınız diye. Şimdi burada gerçekten çok ciddi bir konu var. Yüce Allah, "Kur'an'ı biz göndereceğiz, fakat aklınızı siz kullanacaksınız" buyuruyor."lealle" bir amacı bildiriyor.Yani aklınızı kullanasınız diye Kur'an'ı Arapça (anlaşılır) bir kitap olarak gönderdik.Şimdi Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları ve eğitimcileri gençlerin akıllarına kelepçe vuruyorlar. Çocukların ve gençlerin akıl ve iradelerini kilitleyip tarihin karanlıklarına mahkum ediyorlar. Çocuklarımızı ve gençlerimizi cemaat ve tarikatların buz gibi duvarların arasında, yobaz kafaların esaretinde kaybediyoruz.Âyetlere baktığımızda yüce Allah'ın her insanı özgür yarattığını ve aklını kendisinin kullanmasını emretmektedir. Herkes aklını kendisi kullanacaktır. Ben sana aklını kullanmak için gerekli kural ve kaideleri gönderdim ama aklını sen kullanacaksın.Şimdi dinde olay şudur. Resüllerin en önemli görevi, insanların akıllarına vurulan zincirleri kırıp, üzerlerinde bulunan yükleri kaldırıp atmaktır. Demek ki eğitimin amacı aklı özgür bırakmaktır.Eğitim demek, aklın önünde bulunan bütün engelleri kaldırmaktır. Bir çocuğu cemaat ve tarikatların zindanına bırakırsan, o çocuğun aklına düşünme fırsatını, sorgulama nimetini vermez, belli dogmaların, statik düşüncelerin, dar kalıpların içerisine sokar da ona esaret zincirlerini vurursan o çocuk intihar edecektir. Şimdi Enes Kara'nın intihar etmesinin en önemli sebeplerinden bir tanesi budur. Kaldığı yer yurt falan değil, gençlerin akıl ve iradelerinin kemirildiği karanlık hücrelerdir. Belli bir adamın eserlerini okuyorlar yani çocuklara bunu zorunlu kılıyorlar. Muhafazakar yobaz kafalar bu inancı çocuklara ve gençlere din diye dayatıyorlar. Genç üniversitede tıp dersi alıyor, aynı zamanda gelecek bu yurtta da Risale-i Nur okuyacak, bunlar kendilerine kul yaratıyorlar.Çocukların ve gençlerin beyinlerine egemen olarak kendi kullarını oluşturuyorlar. Burası yurt değil, insan kaynaklarımızın yok edildiği merdiven altı bir şirk merkezidir. Bunlar çocukların akıl ve gönüllerini mahkum etmeye çalışıyorlar. Bunlar yüce Allah'a kul değil, muhafazakar cahillerin gözetiminde kendilerine mürit devşiriyorlar. Bunlar din eğitimi falan yapmıyorlar. Çocuklarımızı ve gençlerimizi sürü yapıyorlar Müslümanın iradesi var, zihni var, aklı var, gönlü var, duyguları var yani onları beşeri kaynaklara esir edemezsiniz. Onları sürü yapamazsınız çünkü onlar hayvan değiller. Çocukları ve gençleri birer hayvan sürüsü gibi görmek, onları hayvan muamelesi yapmak affedilir bir suç değildir.Olay şu: Biz Kur'an'ı bir kenara attık, mezhepleri öne çıkarttık onları birer din yaptık tarikatları ve cemaatleri öne çıkarttık, onları da birer din yaptık. Bu sefer yüce Allah'ın indirmiş olduğu hidayet ve rahmet kaynağı terkedilmiş bir vaziyette önemsiz kaldı. Adama soruyorsun, İmam-ı Azam böyle dedi, Şafi böyle dedi, Buhari, Müslim böyle rivayet etti.İtikatta mezhebin nedir? Maturidi diyor. Halbuki itikadda tek yol, yüce Allah'ın indirdiği vahiy'dir. Müslümanın iman ve itikadını bir beşer nasıl belirleyebilir?Dinlerini parçalayıp fırka fırka edip şialara ayrılanlar varya, (Ey Nebi!) Senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allaha kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(Enam- 159)Âyette geçen "leste minhum fi şey'in, inneme emruhum ilallâhi" cümlesi önemlidir. Yani, rivayet ve ictihadlarından, alim ulemalarından, efendi olarak gördükleri büyüklerinden, cemaat ve tarikatlarından, mezhep ve farkalarından vazgeçmedikleri sürece, ey Nebi! Sen bile onların işini çözemezsin, onların işini halledemezsin. Onların dinlerini parçalamaları çözümsüz bir problemdir. Ey Nebi! Sen bunlara bir çözüm getiremezsin" gerçeğini ortaya koymaktadır.)4-) Yani O, katımızda bulunan ana kitap’ta (levh-i mahfuzda) mevcut, yüce ve hikmetle dolu bir kitaptır. 5-) Siz, müsrif bir kavim da oldunuz diye, sizi zikirle (Kur’an’la) uyarmaktan vaz mı geçelim? (Yani hayatınızı şirk ve hurafe, yalan ve iftiralarla israf ettiniz diye sizi Kur'an ile uyarmaktan vaz mı geçelim?) 6-) Daha önceki ümmetlerde nice Nebileri (Resul olarak) göndermiştik.("Daha önceki" ifadesi, ancak ümmetler için kullanılır.Bu gibi yerlerde milletler kavramını kullanmak yanlış olacaktır. Çünkü aynı zaman ve zeminde yaşayanlara ümmet denirken, insanlık tarihinde ister şirk, isterse İslam olsun aynı inanca sahip olanlara millet denilmiştir. Dolayısıyla millet için daha önceki ifadesini kullanmak hatalıdır. Ama şimdiye kadar binlerce ümmet gelip geçmiştir. Millet geçmez, sürekli devam eder. Geçenler ümmettir. Onun için "her ümmetin eceli vardır..." (Âraf-34) "her ümmet için bir mensek kılınmıştır..." (Hac-34) "her ümmet için Resul gönderilmiştir..." (Yunus-47) Her milletin değil, çünkü millet ölmez kıyamet gününe kadar devam eder. İşte Kur'an bunun için mükemmel bir kitaptır. Kavramları muhteşem bir şekilde kullanmıştır.) 7-) Onlar, kendilerine gelen her Nebiyi mutlaka alaya alırlardı.(6.ve 7. âyetlerde Nebi kavramının kullanılmasının sebebi, Resullerin Nebilerden seçilmiş olmasındandır. 6.âyete dikkat edilirse anlatılan kişi Nebi'lerden seçilen Resûl'dur. Çünkü "her ümmetin Resul'u olur..." (Yunus-47)Ayrıca âyette "erselnêke" "elçi olarak gönderdik" fiili kullanılmıştır. Her Resul daha önce mutlaka Nebi'dir. Bazıları Resul olur. Bazıları da Resul olmadan vefat eder veya müşrikler tarafından öldürülür.)8-) Biz bunlardan daha zorba olanları da helâk ettik. Nitekim öncekilerde örneği geçmiştir. 9-) Andolsun ki, onlara gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan; "Onları şüphesiz aziz olan, her şeyi bilen Allah yarattı" derler. 10-) O, size yeri beşik kılmış yani yollarınızı bulasınız diye yeryüzünde size yollar kılmıştır. 11-) Gökten bir ölçüye göre suyu indiren O’dur. Biz onunla (kupkuru), ölü memlekete hayat veririz. İşte siz de böylece (mezarlarınızdan) çıkarılacaksınız. 12,13-) Bütün çiftleri O yaratmıştır. Ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar vâretmiştir ki, böylece onların sırtına binip üzerlerine yerleşince, Rabbinizin ni’metini anarak yani bunu bize musahhar kılanı tesbih ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik, diyesiniz. 14-) Biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz (demelisiniz).
10 Haziran 2022 Cuma
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(232.YAZI)17-) Kitab’ı yani mizanı hak (bir amaca yönelik) olarak indiren Allah’tır. Onu sana idrak ettirecek nedir ki! Belki de (son) saat yakındır. 18-) Ona iman etmeyenler, acele gelmesini isterler. İman edenler ise, ondan korkar yani onun hak olduğunu bilirler. İyi bilin ki, saat hakkında tartışanlar (anlamsız konuşanlar) derin bir sapkınlık içindedirler. 19-) Allah kullarına lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır. O kuvvetlidir, azizdir. 20-) Kim âhiret ekinini (mahsülünü) isterse, onun ekininde artırma yaparız. Kim de sadece dünya ekinini isterse ona da ondan veririz yani onun âhiretten yana hiçbir nasibi olmaz.21-) Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği bir dini şeriat olarak belirleyen şerikleri mı var? Eğer fasl sözü olmasaydı, derhal aralarında karar verilirdi. Yani zalimlere elim bir azap vardır.(Kur'an'ı bir kenara iterek ve onu terkederek, dinlerini rivayetlerin üzerine inşa eden mezhepcileri bu âyetten daha güzel anlatan bir şey yoktur. "Yoksa onların Allah'ın onaylamadığı bir dini (Şiilik-Sunnilik) şeriat (yol) olarak belirleyen (Allah'a karşı) şerikleri (ortakları) mı var? Dolayısıyla Mezheplerin şirk oldukları şüphe götürmez bir gerçektir.) 22-) Yaptıkları şeyler başlarına gelirken zalimlerin, korkudan titrediklerini göreceksin. İman edip yani salih ameller işleyenler de cennet bahçelerindedirler. Rablerinin indinde onlara diledikleri her şey vardır. İşte büyük fazilet budur.23-) İşte Allah’ın, iman eden yani salih ameller işleyen kullarına müjdelediği nimet budur. De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık saygısından başka bir ücret istemiyorum. Kim güzel bir harekette bulunursa onun güzelliğini fazlasıyla arttırırız. Şüphesiz Allah Ğafur'dur, şükrün karşılığını fazlasıyla verendir. (Şia din adamları, yukarıdaki âyetin ehli beyt hakkında indiğini iddia ederler. Yani bu âyeti delil göstererek "ehli beyti" sevmenin farz olduğunu söylerler.Halbuki Kur'an'da var olan ehli beyt Nebi'nin hanımlarıdır. Bu âyetin Ali, Fatma, Hasan, Hüseyin ve on iki imamla hiç bir ilgisi yoktur. On iki imam diye bir şey de yoktur. Halbuki yukarıdaki âyette, "Ey Mekkeliler hepimiz birbirimize komşuyuz, akrabayız, dostluk ilişkilerimiz var, ben sizden bu yakınlıklara saygı ve sevgiden başka hiçbir şey istemiyorum. Biraz saygılı olun, beni dinleyin, hakaret etmeyin" demek istenmiştir.) 24-) Yoksa onlar, (senin için) Allah’a karşı iftira etti mi diyorlar? Allah dilerse senin kalbini de mühürler. Ve Allah bâtılı (vahiy'le) yok eder yani kelimeleriyle hakkı ortaya koyar. Şüphesiz ki O, göğüslerde olanları bilendir. 25-) Ve O, kullarının tevbesini kabul eden yani kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir. 26-) Allah, iman edip, salih ameller işleyenlere icâbet eder yani faziletinden onlara fazlasıyla verir. Kâfirlere gelince, onlara da şiddetli bir azap vardır. 27-) Allah kullarına rızkı alabildiğine yaysaydı, yeryüzünde azarlardı. Yani O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarından haberdardır, onları görendir. (Yani onları yaratan Allah, ahlak ve karakterlerini de en iyi bilendir. Onlara her şeyi bir ölçü ve hesapla verir. Dolayısıyla göklerde ve yerde ince bir ayar ve çok hassas bir denge mevcuttur.) 28-) O, insanlar umutlarını kestikten sonra, yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. Yani O, gerçek veli ve hamid olandır. 29-) Gökleri, yeri ve bunların içine yayıp ürettiği canlıları yaratması da O’nun âyetlerindendir. O dilediği zaman bunları biraraya toplamaya da kadirdir. 30-) Size isâbet eden herhangi bir musibet, kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. (Bununla beraber) Allah bir çoğunu da affediyor. 31-) Yerde (O’nu) âciz bırakamazsınız. Allah’ın dununda bir veliniz yani bir yardımcınız yoktur. 32-) Denizde dağlar gibi akıp gidenler (gemiler) de O’nun âyetlerindendir. 33-) Dilerse O, rüzgârı durdurur da onun (denizin) sırtında kalakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için âyetler vardır. 34-) Yahut yaptıkları yüzünden onları cezalandırır. Birçoğunu da affeder (kurtarır). 35-) Böylece âyetlerimiz hususunda mücadele edenler, kendilerine kaçacak bir yer olmadığını bilsinler. 36-) Size verilen şey, yalnızca dünya hayatının metaıdır. Allah’ın yanında bulunan (nimetler) ise daha hayırlıdır yani kalıcıdır. Bu mükâfat iman edenler yani yalnız Rablerine tevekkül edenler içindir. 37-) Onlar, büyük günahlardan ve fuhşiyattan (cimrilik-ahlaksızlık) kaçınırlar; gazaba geldikleri zaman bile bağışlarlar. (Yukarıdaki âyette bulunan "kebeiral ismi" "büyük günahlar" kelimesini, tekil formunda yani "kebiral ismi" "büyük günah" olarak da okuyan kıraat imamları olmuştur. O zaman âyetin anlamı şöyle oluyor."Onlar, büyük günahtan ve fuhşiyattan (cimrilik-ahlaksızlık) kaçınırlar; gazaba geldikleri zaman bile bağışlarlar...") 38-) Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve salât'ı ikâme ederler. Yani işleri, aralarında şura iledir. Ve kendilerine verdiğimiz rızıktan da infak ederler. 39-) Onlara bir bağiy isâbet ettiği zaman, yardımlaşırlar. (Bağiy, inanç, ırk, milliyet, mezhep, cemaat ve tarikat taassubu anlamına gelmektedir. Kur'an'ın bir çok âyetine göre bağiy, insanların ve toplumların hakkı kabul etmelerinin önündeki en önemli engellerden biridir.) 40-) Bir kötülüğün cezası, onun misli bir kötülüktür. Fakat kim affeder yani barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.41-) Kim zulme uğradıktan sonra yardım almışsa, artık onların üzerine bir yol yoktur. 42-)Ancak yol, insanlara zulmedenlere yani yerde haksız yere bağiy yapanlaradır. İşte bunlara elim bir azap vardır. 43-) Kim sabreder yani bağışlarsa şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir. 44-) Kim Allah'tan (vahiy'den) saparsa, artık bundan sonra onun hiçbir dostu yoktur. Yani azabı gördüklerinde zalimlerin: Dönecek bir yol var mı? dediklerini görürsün. (Hiç kimse Allah'tan sapamaz, fakat vahiy yüce Allah'ı temsil ettiği için vahiy'den sapan Allah'tan sapmış olacaktır.) 45-) Ateşe arz olunurlarken onların, zilletten başlarını öne eğerek göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceksin. İman edenler de: İşte asıl hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü nefislerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır, diyecekler. Dikkat edin, zalimler, sürekli bir azap içindedirler. 46-) Onların Allah’ın dununda kendilerine yardım edecek hiçbir dostları yoktur. Kim Allah'tan saparsa artık onun (hidayete giden) bir yolu yoktur. 47-) Allah’tan geri çevrilmesi imkânsız bir gün gelmezden önce, Rabbinize (Kur'an'a) icâbet edin. Çünkü o gün, hiçbiriniz iltica edecek hiçbir yer bulamazsınız, (yaptıklarınızı) inkar da edemezsiniz. 48-) Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine muhafız olarak göndermedik. Sana düşen görev sadece (vahyi) tebliğ etmektir. Biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama ellerinin takdim ettikleri yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, işte o zaman insan pek kefûr'dur (nankördür!) 49-) Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine dişiler bahşeder, dilediğine de erkekler bahşeder. 50-) Yahut onları, hem erkek hem de dişiler olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır kılar. O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir. 51-) Allah bir beşerle ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir. 52-) İşte böylece sana da emrimizle bir ruh (Kur’an) vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle hidayete eriştirdiğimiz bir nur kıldık. (Ey Resul!) Şüphesiz ki sen (vahiy'le) sırat'ı müstakim'e hidayet etmektesin. (Âyette bulunan "men neşeû min ibâdinê" "kullarımızdan dilediğimizi" ifadesi, normal hidayet verme anlamında değil, Resul seçip gönderme anlamına gelmektedir. Yoksa yüce Allah vahiy'den bağımsız olarak hiç kimseye sapkınlık ve hidayet vermez. Ama istediğini Resul seçer.)53-) O sırât göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın sırâtıdır. Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah’a döner.(Şûra Süresinin Sonu)
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (7. YAZI)Emevi Devleti zamanında altyapısı kurulan, Abbasiler döneminde gelişen Hadis ve Sünnet dini son vahiy öncesi Arap geleneğinin ve ırkçılığının kurumsallaşmasına zemin hazırlamıştır. Çünkü hadis ve Sünnet geleneği Arap geleneğini ve egemenliğini korumayı esas almaktaydı. Hayatın her alanına hadisleri egemen kılmanın peşinde koşan bu hastalıklı zihin yapısı, hakkı sadece kendi dininde gören, başkasına ait olanları reddeden, kendi inanç ve aklına göre üstün bir dava için bireyi feda eden, cemaate kudsiyet atfeden, farklı inanç ve düşünceleri büyük bir tehlike olarak algılayan, dışa tamamen kapalı bir toplum modeli doğurmuştur. Özellikle cemaate uyma ve cemaatin önemli olduğu inancı bu rivayetçi inanç yapısında çok önemli bir yer tutar.Şia ve Ehl-i Sünnet'te cemaat olma ilkesi atalarının yolundan sapmamanın garantisi olarak görülmüştür. Çünkü cemaatçi zihin yapısı özgür bireylerin oluşmasının önünde en büyük bir engel en aşılmaz bir bataklıktır.Dolayısıyla özgür bireylerin yetişmediği toplumlarda erdem ve güzel ahlakın, adalet ve ilmin gelişmesine de imkan yoktur. İşte bu yüzden ataların şirk dinine uyma ve cemaat olma inancı aslında Kur'an'ın saf dinine karşı bir dayanışma çağrısı olarak meydana getirilmiştir.Şia, Ehli Sünnet ve Selefi inancına göre; din, Allah ile Muhammed'in ortak yapımı bir kurumdur.Onların dininde Nebi ve Resul diye bir şey bulunmamaktadır. Daha sonra da sahabe, tabiin ve tabe-i tâbiin olan muhaddis ve müctehidler bu kuruma alt yardımcılar olarak katılmışlardır.Onlara göre dinde önemli olan Kur'an değil, Muhammed (a.s) ın sünnetidir, bu yüzden "hadisler Allah'ın indirdiği âyetleri nesheder" derler.Tabi hadis dedikleri şey tamamı Allah Resulü'ne iftira olan saçma sapan sözlerden başka bir şey değildir.Yine onların dininde "essünnetü kâdiyetun alel kitébi" "Sünnet kitab'a (Kur'an'a) egemen olarak görülmüştür.Yine onlara göre; islam dininde aklın kullanılmasına, tefekkür ve sorgulamaya gerek yoktur. Çünkü Allah'ın muhatabı bireyler değil, müctehidler, mezhep imamları ve cemaat liderleridir.Yani onların dinlerine göre milletin yöneticileri ve idarecileri çoban, milletin geri kalanı sürüdür. Sürü çobanın emir ve yasaklarına uymak zorundadır. Şiilik, Sünnilik ve Selefilik anlayışına göre dinin yaşanması için Kur'an'a gitmeye hiç gerek yoktur.Çünkü hadisler Kur'an'ın, içtihatlar da hadislerin açıklamasıdırlar.Dolayısıyla İslam denildiğinde sadece din bilgisi olan fıkıh ve ilmihal kitaplarını alıp okumak gerekiyor.Şia, Ehl-i Sünnet ve Selefi anlayışta Muhammed (a.s) vahiy alan bir Resul değil, din ve hüküm koyan Allah'ın ortaklarından biri olarak görülmüştür.Şia, Ehli Sünnet ve Selefi âlimleri Allah'ın dinini "İslam" değil, Muhammed'ilik olarak benimsemişlerdir. Ehli Sünnet ve Selefi mantık, yüzlerce âyette Kur'an'ın tek kaynak olması gerektiğini idrak edemediğinden "vahy-i gayri metlüv, hadis-i kutsi" gibi Kur'an açısından tamamen şirk olan kavramlar üretmiştir.Ehl-i Sünnet ve Selefi anlayış, ilim kavramının içini boşaltmış, yani ilim Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, onu anlamak ve yaşamak iken, onu hadislerden ve beşeri ictihadlardan ibaret görmüş, tabiat kitabını, insan âyetini ve vahyin ahlakını arkalarına atmışlardır. Ehli Sünnet ve Selefi düşünce milleti geçmiş ataların dinine ve takdirine sığınan, yaşadıkları çağa yabancı ve gelecek zamanı planlamadan uzak kalarak, kaderci bir inanç sistemi geliştirmiştir.Dolayısıyla geleneksel din anlayışı yani Sünnilik, Şiilik ve Selefilik Müslüman düşünürlerin yetişmesini engellemiştir.İşin doğrusu Şiilik, Sünnilik ve Selefilik Kur'an ahlak ve aklından uzak, sanat ve estetiğe düşman, merhametsiz bir düşünce ve inanç inşa etmiştir.Geleneksel mezhebi anlayış, icat ve medeniyet yarışında kendisine iman eden milletin önünü durağan düşünce ve kokuşmuş inanç sayesinde kesmiştir.Şia ve Ehl-i Sünnet'in din atalarından kaynaklanan bu yozlaşmayı düzeltmek zorundayız. İman edenler, vahiy, aklı selim ve doğru bilgi sahibi olmadan sırat-ı müstakim yani hanif din olan islam'a sahip olamazlar.Aslında vahyin esas amacı, bir kulluk sistemi, ekonomi veya siyasi bir sistem kurmak değildir.Vahyin esas amacı, hanif islam'ı yani mala- mülke, kula- kulluğu ortadan kaldırmak, güzel ahlakı inşa etmek, yeryüzünde adaleti ve merhameti gerçekleştirmektir.Din, insanların hayatlarını ve yaşam tarzlarını etkileme gücüne sahiptir. Bireyi değiştirip dönüştürmeden milletin değişip dönüşmesine de imkan ve ihtimal yoktur.Tüm vahiy'lerle birlikte son vahiy'de bireyin hayatını kolaylaştırmak, ahlakını güzelleştirmek ve yolunu islam'a doğru açmak için gönderilmiştir.Yani son vahyin amacı, insana problemlerini çözmede yardımcı olacak bir sistem sunmasıdır."Allah size bilmediklerinizi açıklamak ve sizi, sizden önceki iyilerin yollarına iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak istiyor.Allah hakkıyla bilendir, yegane hikmet sahibidir. Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister, şehvetlerine uyanlar (şirk'in esiri olanlar) ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler. Allah sizden yükünü hafifletmek ister, çünkü insan zayıf yaratılmıştır"( Nisa- 26- 27 -28) Kur'an'ın emir ve yasakları tek tek her bireye yönelik olarak ortaya konmuştur. Yani din cemaat ve gruplar ile değil, bireyde başlar ve bireyde son bulur.İslam dininde toplum için bireyi feda etmek diye bir şey yoktur. Dolayısıyla tek hidayet kaynağı olan vahiy, bireyin kaliteli bir ahlak ve doğru bilgi ile yetişmesine değer verir.Bireylerin inanç ve fikir dünyası kalite kazanınca toplumsal olarak hayat kolay hale gelecektir.Vahiy ehl-i muvahhidler, geleneksel din anlayışına yani mezheplere karşı onurlu hareket etmek ve atalar dinini tüm yönleriyle sorgulamak zorundadırlar. Aslında ataların dinini sorgulamak Kur'an'daki islam için bir varolma savaşıdır. İslam dini hakkında araştırma ve inceleme yapmak Allah'ın emridir. İslam dininin tek kaynağı olan Kur'an'ı okumak, üzerinde düşünmek Allah'ın ilk ve en önemli emridir."Ey Resul! Kuran'ı okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı sana farz kılan Allah, elbette seni yine dönülecek yere döndürecektir.De ki: Rabbim, kimin hidayeti getirdiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir. Sen, bu kitabın sana vahyedileciğini ummuyordum. Bu ancak Rabbinden bir rahmet olarak gelmiştir.O halde sakın kâfirlere arka çıkma. Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu âyetlerden alıkoymasınlar. Sadece Rabbine dâvet et asla müşriklerden olma. Allah ile birlikte başka bir İLAHA tapıp yalvarma! O'ndan başka ilah yoktur.O'nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz"(Kasas- 85, 86, 87, 88) Bu farz Kuran'ı anlamadan asla gerçekleşmeyecektir. Dolayısıyla Kur'an'ı herkes anlamaz inancı Kur'an'ın birçok âyetine aykırı olduğu için Allah'a karşı büyük bir iftiradır. Kur'an'ı herkes kendi bilgi, araştırma, düşünme, akletme, güzel ahlak ve merak seviyesine göre anlayabilir.
YER YÜZÜNDE BÖYLE BİR CEHALET YAŞANMADI.İnsanlık için hidayet ve rahmet olarak Allah'ın indirdiği vahyin tek bir kavramını çözemeyen Şia ve Ehli Sünnet âlimleri iftira dinde yüzlerce, hatta binlerce lafız ve kavram geliştirerek korkunç bir cehalet örneği göstermişlerdir. Şii ve Sünni ilim âdamları, Kur'an'da bulunan en basit kavramları bile anlamaktan aciz iken, bakın saçma sapan dinde nasıl bir çalışma ve çaba içine girmişler. MESELA:Nebi ve Resul, salavat ve şefaat zikir ve tebyin, ümmet ve millet, tafsil ve tasrif, tefsir ve te'vil, ihlas ve İslam, din ve iman gibi kavramların hangi anlama geldiğini bilmezler. Dolayısıyla bu makalede "Usul'u hadis, hadis ıstılahları, sünnet ve hadis ilimleri" adı altında nasıl korkunç bir şirk dini meydana getirdiklerini göreceğiz. İŞTE ŞİA ve EHLİ SÜNNET DİNİNİN ŞİRK BATAKLIĞI."Usul-ü hadis, Allah Resulü'nün sünneti,Hasen hadis, hasen lizâtihi, sahih li gayrihi, hasen li gayrihi,zayıf hadis, mevaiz, mevzu hadis, mu'an'an, sahabe ve tabiinin hadisleri, merfu hadis, maktu hadis, mevkuf hadisler. metin, senet, muttasıl, muallak hadisler, munkatı hadisler,müdrec, mürsel, muselsel, musahhaf, muharref, müsnet muhaddis,hadis hafızları, mütevatir ve meşhur hadisler, aziz, garip, mu'daf,mudelles, mürselul hafi, şazz, mahfuz, münker, maruf hadisler,metruk ve ahad hadisler, muallak hadisler, muallel, muzdarip, maklub, muttasıl, senetlerde mezit, garip hadis, sahih lizatihi, haberi vahid, tedribu'r râvi, itibâr,muhkem, muhteliful hadis, nâsih- mensuh, ilelu'l hadis, garip hadisler.Muhaddisler için kullanılan bazı kelimeler. Tabaka, sahabe, tabiin, muhadram, zayıf, sika, hafız. Cerh ve ta'dil ilmi, zayıf hadis, gayri sahih hadis, galat, cehalet, hâl, inkitâ, bid'at, muhalefet, muallak hadisler, haber ve eser, hadisi kutsi, semâ, kıraat, icazet, münavele, kitabet, i'lam, vasiyet, vicadet, eda şekilleri,hadis ravileri ilmi, muhalefetul hadis ilmi, garibul hadis ilmi,rivayet kitaplarının dereceleri, belli başlı rivayet kitapları ve musnetler. sahih hadis kitapları, câmiler, müsnedler, mü'cemler, müstedrekler, müstehrecler, cüz'ler, hadislerin kısımları,şaz hadis, müselsel hadis, musahhaf hadis, hadise tedvini, hadis tasnifi, ehli hadis, ehli rey,Kütübü Sitte(Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ,İbni Mace, Nesai, Sünen'ler, âbâ ve âbnâ, âdalet, abâdile, adaletu'r-Râvi, adl, ahad, ahberânâ, ahberânâ kira'eten, aleyh, akvâl, esanid, âli, arz, asahhul ahadis, asahhul esanid, asahhul kütüb, ashab, ashâbul bid'a, ashâbil hadis, asl, aziz, bedel, beyan, bid'atu'r râvi, cehalet, câmi, el- camiu's- Sahih, cârih, ceyyid, ehlu'l heva, ekâbir ve esâğir, elkab,ercâhul esanid, esbet, esbetul esanid, eser, esma ve kuna, etkan, evsakun nas, ferd, ferdi muhalif, ferdi mutlak, ferdi nisbi, fikhu'r-râvi, fısk, fukaha-i seb'a, gayru sika, hadisi ilahi, hadisi rabbani, hasen garip hadis, hasenu'l İsnad, hıyar, hücce, illet, ilmul hadis, ilmi nazari, ilmi zaruri, ibdal, i'cam, idrac, ihtilat, kadh, kavl, ma'lul, meçhul, mechulu'l adale, meçhulul ayn, mechulu'l hal, merdut, mevali, mestür, mu'addil, müphem, mücalese, mücaz, müdebbec, müdevven, müdrec, müfredat, müfterik, muhazram, muhkem, mukabele, mukatebe, mukillun, muksirun, mumli, münavele, mürüvvet, musafaha, musahhaf, musannef, musavât, müstefiz, müstemil, müteşabih, mütevatir, mutkin, muttasıl, müttefik, muttehemun bi'l kizb, muvafakat, muvatta, muzdarib, nazil, râvi, rivayet, rivaye bi'l manâ, sabık ve lâhik, sabit sadıka, sadık, sahife, sahih, sahiheyn, sahih garip, sahih hasen garip, sakıt, salih, sâmi, sened, şahid, şakk, şâz, tabakât, tabi'i, tahric, tahrif, takti, takebul hadis, ta'lik, tashif, tashih, tasnif, tazbib, tedlis, telkin, tedvinu'l hadis, temriz, tercih, tesviye, tevarih ve vafeyat,uluvv, vasiyyet, vaz, vehim, vuhdan, zabt, za'if hadis, za'ıfun cidden, zarb, zevaid, zındık, ziyade, zü'afa.Daha yüzlerce lafız ve kavram, binlerce âlim ve müfessir, muhaddis ve fakih bu uydurma şirk dini ile hayatını çürütmüş,Allah'ın kitabından hiçbir haberi olmadan sapmış, dünya hayatında milleti cehennemin mutfağına mahkum ederek sapıtmasına sebep olmuş en sonunda cehennemin alevli ateşine odun olmuştur.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(231. YAZI)Şura Süresi 53 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Hâ. Mîm. 2-) Ayn. Sîn. Kaf. 3-) Azîz ve Hakîm olan Allah, senden öncekilere vahyettiği gibi sana da aynı şekilde vahyetmektedir. 4-) Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Yani O yücedir, azimdir. 5-) Neredeyse üstlerinden gökler çatlayacak! Melekler de Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar yani yerdekiler için istiğfar ediyorlar. Dikkat edin ki Allah Ğafur ve Rahîm olandır.(Rüzgar ve yağmur gibi meleklerin yerdekiler için istiğfar etmeleri, yüce Allah'ın onları yerdeki canlılar hayatı için yaratması anlamına gelmektedir. Güneş, ay, gezegenler, yıldızlar, bulutlar, yağmur, rüzgar, fırtına ve bütün doğal güçlerin tesbih ve istiğfarlarının anlamı, yerde yaşayan canlıların hizmetinde olmalarından başka hiçbir şey değildir. Çünkü meleklerin âdeme secde etmesi bu gerçeği sembolüze ediyor. Bir sefer melekler ademoğlunun aklının önünde secde ederek boyun eğmişlerdir.) 6-) O'nun dununda evliya edinenler Allah'ın gözetimi altındadırlar yani sen onlara vekil değilsin. 7-) Şehirlerin anası ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları uyarman için, sana böyle Arapça bir Kur’an vahyettik. Bir fırka cennette, bir fırka da çılgın sâirdedir. 8-) Allah dileseydi (iradelerine ipotek koysaydı) onları tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dileyeni rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur. 9-) Yoksa onlar Allah’ın dununda evliya mı edindiler? Halbuki veli olan yalnız Allah’tır. O ölüleri diriltir, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 10-) (Dini konularda) düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek yalnız Allah’a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O’na tevekkül ettim yani sadece O’na yönelirim. 11-) O, gökleri ve yeri yoktan var edendir. Size kendi nefislerinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler kılmıştır. Bu suretle orada çoğalmanızı sağlamıştır. O’nun misli hiçbir şey yoktur. Yani O işitendir, görendir. 12-) Göklerin ve yerin kilitleri O’nundur. Dilediğine rızkı alabildiğine yayar, dilediğine ölçülü verir. O, her şeyi bilendir. 13-) "Dini ikâme edin yani onda ihtilafa düşmeyin" diye Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi Allah size de dinde bir şeriat kıldı. Fakat kendilerini dâvet ettiğin bu (tevhid dini), müşriklere büyük geldi. Allah dileyeni (vahiy'le) kendisine yöneltir yani kendisine yöneleni hidayete ulaştırır. YER YÜZÜNDE BÖYLE BİR CEHALET YAŞANMADI.İnsanlık için hidayet ve rahmet olarak Allah'ın indirdiği vahyin tek bir kavramını çözemeyen Şia ve Ehli Sünnet âlimleri iftira dinde yüzlerce, hatta binlerce lafız ve kavram geliştirerek korkunç bir cehalet örneği göstermişlerdir. Şii ve Sünni din âdamları, Kur'an'da bulunan en basit kavramları bile anlamaktan aciz iken, iftira dinde saçma sapan bir çalışmanın içine girmişler. MESELA:Nebi ve Resul, salavat ve şefaat zikir ve tebyin, ümmet ve millet, tafsil ve tasrif, tefsir ve te'vil, ihlas ve İslam, din ve iman, secde ve rükû, ibadet ve takva, fakir ve miskin, hamd ve şükür, kıraat ve tilavet, ihsan ve iftira gibi kavramların hangi anlama geldiğini bilmezler. Dolayısıyla bu makalede "Usul'u hadis, hadis ıstılahları, sünnet ve hadis ilimleri" adı altında nasıl korkunç bir şirk dini meydana getirdiklerini göreceğiz. İŞTE ŞİA ve EHL-İ SÜNNET DİNİNİN ŞİRK BATAKLIĞI."Usul-ü hadis, Allah Resulü'nün sünneti,Hasen hadis, hasen lizâtihi, sahih li gayrihi, hasen li gayrihi,zayıf hadis, mevaiz, mevzu hadis, mu'an'an, sahabe ve tabiinin hadisleri, merfu hadis, maktu hadis, mevkuf hadisler. Metin, senet, muttasıl, muallak hadisler, munkatı hadisler,müdrec, mürsel, muselsel, musahhaf, muharref, müsnet muhaddis,hadis hafızları, mütevatir ve meşhur hadisler, aziz, garip, mu'daf,mudelles, mürselul hafi, şazz, mahfuz, münker, maruf hadisler,metruk ve ahad hadisler, muallak hadisler, muallel, muzdarip, maklub, muttasıl, senetlerde mezit, garip hadis, sahih lizatihi, haberi vahid, tedribu'r râvi, itibâr, muhkem, muhteliful hadis, nâsih- mensuh, ilelu'l hadis, garip hadisler.Muhaddisler için kullanılan bazı kelimeler. Tabaka, sahabe, tabiin, muhadram, zayıf, sika, hafız. Cerh ve ta'dil ilmi, zayıf hadis, gayri sahih hadis, galat, cehalet, hâl, inkitâ, bid'at, muhalefet, muallak hadisler, haber ve eser, hadisi kutsi, semâ, kıraat, icazet, münavele, kitabet, i'lam, vasiyet, vicadet, eda şekilleri,hadis ravileri ilmi, muhalefetul hadis ilmi, garibul hadis ilmi,rivayet kitaplarının dereceleri, belli başlı rivayet kitapları ve musnetler. sahih hadis kitapları, câmiler, müsnedler, mü'cemler, müstedrekler, müstehrecler, cüz'ler, hadislerin kısımları,şaz hadis, müselsel hadis, musahhaf hadis, hadise tedvini, hadis tasnifi, ehli hadis, ehli rey,Kütübü Sitte:(Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, Nesa'i, Sünen'ler, âbâ ve âbnâ, âdalet, abâdile, adaletu'r-Râvi, adl, ahad, ahberânâ, ahberânâ kira'eten, aleyh, akvâl, esanid, âli, arz, asahhul ahadis, asahhul esanid, asahhul kütüb, ashab, ashâbul bid'a, ashâbil hadis, asl, aziz, bedel, beyan, bid'atu'r râvi, cehalet, câmi, el- camiu's- Sahih, cârih, ceyyid, ehlu'l heva, ekâbir ve esâğir, elkab,ercâhul esanid, esbet, esbetul esanid, eser, esma ve kuna, etkan, evsakun nas, ferd, ferdi muhalif, ferdi mutlak, ferdi nisbi, fikhu'r-râvi, fısk, fukaha-i seb'a, gayru sika, hadisi ilahi, hadisi rabbani, hasen garip hadis, hasenu'l İsnad, hıyar, hücce, illet, ilmul hadis, ilmi nazari, ilmi zaruri, ibdal, i'cam, idrac, ihtilat, kadh, kavl, ma'lul, meçhul, mechulu'l adale, meçhulul ayn, mechulu'l hal, merdut, mevali, mestür, mu'addil, müphem, mücalese, mücaz, müdebbec, müdevven, müdrec, müfredat, müfterik, muhazram, muhkem, mukabele, mukatebe, mukillun, muksirun, mumli, münavele, mürüvvet, musafaha, musahhaf, musannef, musavât, müstefiz, müstemil, müteşabih, mütevatir, mutkin, muttasıl, müttefik, muttehemun bi'l kizb, muvafakat, muvatta, muzdarib, nazil, râvi, rivayet, rivaye bi'l manâ, sabık ve lâhik, sabit sadıka, sadık, sahife, sahih, sahiheyn, sahih garip, sahih hasen garip, sakıt, salih, sâmi, sened, şahid, şakk, şâz, tabakât, tabi'i, tahric, tahrif, takti, takebul hadis, ta'lik, tashif, tashih, tasnif, tazbib, tedlis, telkin, tedvinu'l hadis, temriz, tercih, tesviye, tevarih ve vafeyat,uluvv, vasiyyet, vaz, vehim, vuhdan, zabt, za'if hadis, za'ıfun cidden, zarb, zevaid, zındık, ziyade, zü'afa.Daha yüzlerce lafız ve kavram, binlerce âlim ve müfessir, muhaddis ve fakih bu uydurma şirk dini ile hayatını çürütmüş,Allah'ın kitabından hiçbir haberi olmadan sapmış, dünya hayatında ümmetleri cehennemin mutfağına mahkum ederek sapıtmasına sebep olmuş en sonunda cehennemin alevli ateşine odun olmuştur.14-) Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki (ırk-kâbile-aşiret-mezhep- cemaat- tarikat) taassubu yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir (erteleme) sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hemen karar verilirdi. Onlardan sonra kitaba vâris kılınanlar da onun hakkında derin bir şüphe içindedirler. 15-) İşte onun için sen (tevhide) dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevalarına tabi olma ve de ki: Ben Allah’ın indirdiği Kitab’a iman ettim yani aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin sizin amelleriz de sizedir. Aramızda tartışacak bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O’nadır. (Âyette "İstikâmet sahibi ol" değil de, "emrolunduğun gibi istikâmet sahibi ol" denilmesi çok önemlidir. Yani vahye göre inanç ve hayat yoksa, istikâmet olmayacaktır. İkincisi, bizim mezhepçi hurafecilerle tartışacak bir şey yoktur. Çünkü dinlerin biri tevhid dini olan İslam yani Allah'ın hanif dini, diğeri ise, şirk dini olan Şiilik ve Sunnilik yani Allah adına iftira edilmiş beşeri din. Bunlar arasında tartışma olur mu? Biri hakkın ta kendisi, diğeri şirk ve küfrün en önde gideni.) 16-) Yani kendilerine (her türlü ilmi ve mantıklı) cevap verildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rableri katında anlamsızdır. Onların üzerinde bir gazap yani onlar için şiddetli bir azap vardır. 17-) Kitab’ı yani mizanı hak (bir amaca yönelik) olarak indiren Allah’tır. Onu sana idrak ettirecek nedir ki! Belki de o (son) saat yakındır.
9 Haziran 2022 Perşembe
VAHYİ GAYRİ METLÜV" MESELESİ:Şia ve Ehli Sünnet'in din adamları; "Nebi (a.s) ın, eşlerinden Hafsa'ya bir sır söyledi. O ise bu sırrı bir diğer şahsa ifşa etti. Nebi (a.s) bu sırrın eşi tarafından ifşa edildiğini öğrenince ondan bir açıklama istedi.Eşi, Nebi (as)a bu sırrın ifşa edildiğini kimden öğrendiğini sordu. Nebi (a.s), bunun kendisine Allah tarafından haber verildiğini söyledi. Bu olay Kur'an'ı Mübin'de şu âyetle haber veriliyor."Nebi, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Nebi'ye açıklayınca, Nebi bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Nebi: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi."(Tahrim- 3)Ehl-i Sünnet'in din adamlarına göre, yukarıdaki âyette geçen "Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi" ifadesi, söz konusu sırrın ifşa edildiğini Nebi (a.s)a yüce Allah tarafından haber verildiğini gösteriyor.Yani bu haber verme olayı Kur'an'ın hiç bir yerinde geçmez. Dolayısıyla bu âyet, Allah Resulü'nün Kur'an'da yer alan vahiy dışında Allah'tan başka vahiy aldığının da bir göstergesidir."Cevap:Kur'an ehli muvahhidler her ne kadar, "Kur'an'dan başka hiç bir kaynağın ümmeti bağlamadığını, ümmetin sadece vahiy'den sorumlu bulunduğunu" delilleriyle ilgili onlarca âyeti detaylı olarak ortaya koysalar da, sıra mukallit mezhepçilere geldiğinde, uydurma hadislerin üzerine inşa ettikleri dinlerine alan açabilmek ve rivayet dininin meşru bir yol olduğunu göstermek için bu gibi âyetleri tahrif etmeye çalışıyorlar.Bu durum Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin hiç bir zaman Allah'ın kitabına itibar etmediğini açık olarak gösteriyor.Öncelikle Şia ve Ehli Sünnet ruhbanlarının mezheplerinde "vahyi gayri metlüv" inancıyla ne kasdedildiğini anlamaya çalışalım."Allah Resulü'ne genel olarak tatbikatta ortaya çıkan bazı konularda hüküm ve karar yetkisi verildiği gibi, Kur'an'da olmayan hususlarda O’na haram ve helal koyma yetkisi de verilmiştir."(Hayrettin Karaman, "Kur'an'ın Hz. Peygamber'in sünnetine verdiği değer, sünnetin Dindeki yeri, tartışmalı ilmi toplantılar dizisi, s, 68, Ensar yayınları)Şia ve Ehli Sünnet'in din adamlarının anlayışına göre dinde, hükümlerin kaynağı "vahyi metlüv" ve "vahyi gayri metlüv" olmak üzere ikidir."Vahyi metlüv" "Okunan vahiy" demektir. Yani namazda okunduğu için Kur'an âyetlerine "Vahyi Metlüv" denilmiş,namazda okunmadığı halde, hadislerde aynen Kur'an âyetleri gibi, insanları bağlayıcı farzlar, vâcipler, hükümler, haramlar ve helaller bildiren vahiy'dir. "Okunmayan Vahiy" adı verilmiştir.Fakat mezhebin din adamları rivayetlere"vahyi gayri metlüv" "namazda okunmayan vahiy" dedikleri halde, yine de"tahiyyat, sübhaneke, salli-bârik dualarını namazda okurlar. Yani gene kendileriyle çelişkiye düşerler.Aslında İslam tarihine baktığımızda Ehli Sünnet ve Şia âlimlerinin itikadi ve ameli olarak bütün konuları "vahyi gayri metlüv" üzerine bina ettiklerini görürüz.Yani onların hayatlarını sözde Kur'an, özde vahyi gayri metlüv şekillendirmiştir.Ehli Sünnet ve Şia âlimleri Nebi (a.s)a Kur'an dışında hükümler verildiğinin bir delili olarak Tahrim suresinin 3. âyetini gösterirler.Oysa ki daha ilk bakışta bu âyetin "gayri metlüv!!!" vahye işaret etmediğinin anlaşılması gerekirdi. Çünkü ayette şöyle bir ifade geçiyor;"...O da onun birazını eşine anlattı, birazını da anlatmaktan vazgeçti....."(Tahrim-3)Eğer bu ayette geçen olay, Şia ve Ehli Sünnet din adamlarının iddia ettiği gibi "gayri metlüv vahiy" olayına bir örnek olsaydı Nebi (a.s)'ın birazını anlatmaktan vazgeçmesi mümkün olur muydu?Bir elçinin kendisine gelen vahyi insanlara tebliğ etmemesi olacak bir şey değildir. Allah Resulü'nün kendisine gelen vahyi insanlara bildirmemesi büyük bir suçtur.Yüce Allah şöyle buyurur:"Ey Resul! Rabbin'den sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez!"(Maide-67)Tahrim süresinde anlatılan olayda ise, Nebi (a.s)'ın kendisine gelen haberin sadece bir kısmını anlatıp kalanını gizliyor.Zaten bu olay bir aile meselesi olduğu ve aile içinde gizli kalması için ayette hep "Nebi" kavramı kullanılmıştır.Bu olay, tüm insanlık için bağlayıcı olduğu iddia edilen "gayri metlüv vahye" örnek olamaz. Bu örneğin baştan sona kadar hatalı olduğu çok açıktır.Ancak vahiy konusunu Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde, Allah'ın tarif ettiği şekilde anlamamış zihinlerin böyle çok basit hatalara düşmeleri normaldir.Onlar bir şekilde iddialarındaki çelişkiyi görseler bile kafa karışıklığı ve bilgi kirliliği içerisinde bocalamaktan kendilerini kurtarmayı başaralamazlar.Bu kafa karışıklığını gidermenin tek yolu "vahiy" meselesini âyetler arası ilişkileri kurarak konuları saf bir şekilde anlamaktan geçer.Sonuç olarak:"Nebi, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu onun için açığa çıkarınca, Nebi'ye bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi.Nebi: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi"(Tahrim- 3)Bu âyet ailevi bir meseleyi anlattığı için hep Nebi kavramı kullanılmıştır.Aslında bu âyette ümmeti ilgilendiren bir şey yoktur. Fakat yüce Allah vahiy ile elçilerin beşeri özelliklerini ortaya koyması gerekir ki, insanlar âlimlerini ve liderlerini yüceltmesinler.Aslında bu olayda kasdedilen haberi Nebi (a.s)'a Allah haber vermemiş de olabilir. Nebi (a.s)'ın hanımları tarafından olay yayılınca Nebi (a.s) da başkalarından duymuştu.Fakat Nebi (a.s) da var olan yüksek ahlak ve mükemmel edep gereği, kendisine dedikodu yapmayı yakıştırmadığı için bu duyma ve haber almayı yüce Allah'a izafe etmiştir. Kur'an'da bu güzel ahlaka işaret eden ayetler vardır.Mesela:"Her ne zaman Zekeriya (a.s) Meryem'in yanına gidip onun yanında bol bol rızık gördüğünde, "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" diye sorduğunda, Meryem, "Bu, Allah tarafındandır. Allah dilediğine sayısız rızık verir, derdi."(Âli İmran-37)Yani Meryem insanların kendisine hediye olarak getirmiş oldukları yiyecekleri Allah'a izafe etmiştir.Yoksa sürekli olarak Allah tarafından Meryem'e yiyecek gelmiyordu.Mesela:Nasıl ki çalışıp çabalayarak, emek sarfederek ekonomik bakımdan durumu yerinde olan birine, "Hayırdır, bu variyet nereden? diye sorulduğunda, nezaket ve güzel ahlak gereği, "Allah tarafından" demesi gerekiyorsa, Allah tarafından bu olay (Tahrim-3) ile alakalı Nebi'ye bir haber veya vahiy gelmiş değildir.Dolayısıyla Ehli Sünnet ve Şia din adamlarının bu âyeti vahyi gayri metlüv için delil göstermeleri tam bir cehalettir.
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(230.YAZI)27) O kâfirlere şiddetli bir azabı tattıracağız yani onları yaptıklarının en kötüsüyle cezalandıracağız. 28-) İşte bu, Allah düşmanlarının cezası, ateştir. Âyetlerimize karşı gelmelerinden dolayı, orada onlara ceza olarak devamlı kalacakları yurt vardır. 29-) Kâfirler orada: Rabbimiz! Cinlerden yani insanlardan bizi saptıranları bize göster de aşağılanmışlardan olsunlar diye onları ayaklarımızın altına alalım! diyecekler. 30-) Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra istikâmet sahibi olanların üzerine melekler iner. Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin! (Yukarıdaki âyette bulunan "melekler" iman edenlerin üzerine indirilen güzel duygulardır. Çünkü âyette "derler" diye bir ifade yoktur.) 31,32-) Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin evliyanınız. Gafûr ve Rahîm olan Allah’tan inme olarak orada nefislerinizin çektiği yani istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır. 33-) Ve insanları Allah’a dâvet eden yani salih amel işleyen ve "Ben müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kim vardır? (Yukarıdaki âyet, rivayet ve ictihadlarıyla bütün mezhep ve fırkalara bir reddiye hükmündedir. Yani bu âyete göre bütün mezhepler ve fırkalar şirktir. İnsanları yüce Allah'a yani Kur'an'a dâvet etmeyen din adamları fasıktır, zalimdir, kafirdir, müşriktir.)34-) Güzellikle kötülük müsavi olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde def'et. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki hamim (candan) bir dost olur. 35 -) Buna (en güzel ahlaka) sabredenlerden başkası kavuşturulmaz. Yani buna ancak (hayırdan) azim pay sahipleri kavuşturulur.36-) Eğer şeytanın dürtülerinden bir dürtü sana uğrayacak olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Nezğ kavramı, Kur'an'da dört yerde geçmektedir. Bulunduğu bütün süreler Mekke'de nazil olmuş sürelerdir. (Âraf-200; Yusuf 100; İsra 53; Fussilet-36) Yani buradan söz konusu olan şeytan din adamları anlamında kullanılan şeytan değil, zihinsel şeytan anlamındadır. Hepsi şeytan bağlamında geçen nezğ kavramı, arayı bozma, kötü duygu ve düşünceler anlamında kullanılmıştır.)37-) Gece ve gündüz, güneş ve ay O’nun âyetlerindendir. Eğer Allah’a ibadet etmek istiyorsanız, güneşe de aya da secde etmeyin. Onları yaratan Allah’a secde edin!(Kur'an'da ibadet, salât, secde, rükû, ihsan, ihlas, şeriat, takva, iman, İslam gibi kavramlar yüce Allah ile sürekli olarak bağlantı içerisinde olmak, kayıtsız şartsız ona itaat etmek, dini Allah'a özel kılmak, dinde Kur'an'dan başka kaynağa yönelmemek, sadece vahye boyun eğmek, Kur'an'da var olanlarla yetinmek yani dinin Allah tarafından tamamlandığına iman etmek, Resullerin yolu, Allah'a güvenip dayanmak ve sadece Kur'an'a teslim olmak anlamında kullanılmışlardır. Bu kavramların hiç bir tanesinde ritüel yoktur.)38-) Eğer insanlar kibirlik taslarlarsa (bilsinler ki) Rabbinin yanında bulunanlar hiç usanmadan, gece gündüz O’nu tesbih ederler. 39-) Senin yeryüzünü kupkuru görmen de Allah’ın âyetlerindendir. Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçip kabarır. Ona can veren, elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir. 39-) Yani O'nun ayetlerinden biri de, senin gerçekten yeri huşu içinde (solmuş, boynu bükülmüş ve kupkuru) görmendir. Ama biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, deprenir yani kabarır. Şüphesiz onu dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir. Çünkü O, her şeyin üzerinde bir güce sahiptirir.40-) Âyetlerimiz hakkında ilhâda sapanlar bize gizli 3. O halde, ateşin içine atılan mı daha hayırlıdır, yoksa kıyamet günü emniyetle gelen mi? Dilediğiniz ameli yapın! Kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir.22(Âyetlerde ilhad etmek, kendi batıl inanç ve mezhebine göre âyetlerin anlamını bozmak anlamına gelmektedir.)41-) Kendilerine zikir geldiğinde ona kâfir oldular. Halbuki o, (Kur'an) aziz bir kitaptır. (Kur'an'da "aziz" kavramı, yüce Allah, vahiy ve Resul (Tevbe-128) bağlamında kullanılmıştır. Aziz kavramı Nebi hakkında geçmez. Aziz olan yüce Allah, aziz olan vahyi indirir. Görevi sadece aziz vahyi tebliğ etmek olan Resul de aziz oluyor. Aziz, Nebi ve Resûlun arasında bulunan farklardan biridir.) 42-) Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, Hakim, Hamid olandan indirilmiştir. 43-) (Ey Resul!) Sana söylenen, senden önceki Resullere söylenmiş olandan başka bir şey değildir. Elbette ki senin Rabbin, hem mağfiret sahibi hem de elem verici bir azabın sahibidir. 44-) Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur’an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Âyetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab’a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, iman edenler için hidayet ve şifadır. İman etmeyenlere gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır yani Kur’an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur’an’da ne söylendiğini anlamıyorlar.) 45-) Andolsun biz Musa’ya kitab’ı verdik, onda da ihtilâfa düşüldü. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal karar verilirdi. (işleri bitirilirdi). Onlar Kur’an hakkında derin bir şüphe içindedirler. 46-) Kim salih bir amel işlerse, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir. 47-) Kıyamet gününün bilgisi, sadece O’na döndürülür. Çünkü O’nun ilmi dışında hiçbir meyve (çekirdeği) kabuğunu yarıp çıkamaz yani (onun ilmi dışında) hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Allah onlara: Şeriklerim nerede! diye nida ettiği gün: Buna dair bizden hiçbir şahit olmadığını sana arzederiz, derler. 48-) Yani önceden yalvarıp dua ettikleri onlardan uzaklaşmıştır. Ve artık kendilerinin kaçacak yerleri olmadığını anlamışlardır. 49-) İnsan hayır istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe düşer, üzülüverir. 50-) Andolsun ki, kendisine dokunan bir zarardan sonra biz ona bir rahmet tattırırsak: Bu, benimdir (benim başarımdır) saatin kalkacağını zannetmiyorum, Rabbime döndürülmüş olsam bile muhakkak O’nun katında benim için daha güzeli vardır, der. Biz, kâfirlere amellerini mutlaka haber vereceğiz yani muhakkak onlara ağır azaptan tattıracağız. 51-) İnsana bir nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirir ve yan çizer. Fakat ona bir şer dokunduğu zaman da yalvarıp durur. 52-) De ki: Ne dersiniz, eğer o (Kur’an), Allah tarafından ise siz de ondan sonra ona kâfir olduysanız, o halde (haktan) uzak bir çatlağa düşenden daha sapkın kim vardır? 53-) Ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur'an’ın) hak olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi? 54-) Dikkat edin; onlar, Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. Yine dikkat edin O, her şeyi (ilim ve kudretiyle) kuşatmıştır.(Fussilet Süresinin Sonu)
7 Haziran 2022 Salı
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(229. YAZI)Fussilet Süresi 54 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Hâ. Mîm. 2-) (Bu kitap) Rahmân, Rahîm olan Allah'tan indirilmiştir. 3-4) (Bu) Arapça bir Kur'an olarak âyetleri tafsil edilmiş (detaylandırılmış), bilen bir kavim için müjdeleyici ve uyarıcı olsun diye (indirilmiş) bir kitaptır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi, artık duymazlar. 5-) Yani dediler ki: Bizi dâvet ettiğin şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız! 6-) (Ey Nebi!) De ki: Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın bir tek İlâh olduğu vahyediliyor. Artık O’na doğru istikâmet sahibi olun, O’na istiğfar edin. Müşriklere veyl olsun! 7-) Onlar zekât'a (arınmaya) gelmezler yani onlar ahirete kâfirdirler. (Yukarıdaki âyette bulunan "lê yu'tunez-zekête" ibaresi, "zekât'ı vermezler" değil, "Zekât'a (arınmaya) gelmezler" anlamına gelmektedir. Çünkü Kur'an'da bulunan bütün "zekât" kavramları "arınma" anlamında kullanılmıştır.İkincisi, müşrikler zekât verseler ne olacak, vermeseler ne olacak? Müşriklerin zekat vermesinin bir anlamı yoktur. Ama müşrik, tevbe ederek yani İslam'ı kabul ederek şirkten arınabilir.)8-) Şüphesiz iman edip yani salih ameller işleyenler için minnetsiz bir mükâfat vardır. 9-) De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratana kâfir olup O’na denk ilâhlar mı kılıyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir. 10 -) Yani O, (Allah) dört günde (evrede), yerin üstüne araziler yerleştirdi, orayı bereketlendirdi yani orada soruşturanların ihtiyaçlarına uygun olarak gıdalar takdir etti.11-) Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yere: İtaat ederek veya zorla, gelin! dedi. İkisi de "İtaat ederek geldik" dediler. 12-) Böylece onları, iki günde yedi gök olmalarına karar verdi yani her göğe emrini (görevini-işini) vahyetti. Ve biz, dünya semâsını kandillerle süsledik yani onu (tehlikelerden) koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah’ın takdiridir. 13-) Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki: İşte sizi Âd ve Semûd’un başına gelen yıldırım misâli bir yıldırımla uyarıyorum! 14-) Resüller onlara: Önlerinden ve arkalarından gelerek Allah’tan başkasına ibadet etmeyin, dedikleri zaman, "Rabbimiz dileseydi elbette melekler indirirdi. Onun için biz sizinle gönderilen şeylere kâfiriz" demişlerdi. 15-) Âd kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere kibirlik tasladılar yani bizden daha şedit kuvvete sahip kim var? dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah’ın, onlardan daha şedit kuvvete sahip olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimize karşı geliyorlardı. 16-) Bundan dolayı biz de onlara dünya hayatında zillet azâbını tattırmak için o alçaltıcı günlerde soğuk bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azabı elbette daha çok alçaltıcıdır. Onlara yardım da edilmez. 17-) Semûd’a gelince onlara hidayeti gösterdik, ama onlar körlüğü hidayetin üzerinde sevdiler. Böylece yapmakta oldukları kötülükler yüzünden aşağılayıcı azabın yıldırımı onları çarptı. 18-) İman edenleri kurtardık çünkü onlar takva sahibi idiler. 19-) Allah’ın düşmanları (olan müşrikler) ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi (cehenneme doğru) sevk edilirler. 20-) Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik edecektir. 21-) Derilerine: Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz? derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. İlk kez de sizi o yaratmıştır. Yine O’na döndürülüyorsunuz, derler. 22-) Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini zannediyordunuz. 23-) Yani bu zannınız, Rabbiniz hakkında beslediğiniz işte bu zan sizi mahvetti de husrana uğrayanlardan olarak sabahladınız.24-) Şimdi eğer sabredebilirlerse (dayanabilirlerse), zaten onların yeri ateştir. Ve eğer özür dilemek isterlerse özürleri kabul edilmeyecektir. 25-) Biz onların başına birtakım arkadaşlar sardık da onlar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gösterdiler. Yani kendilerinden önce gelip geçmiş olan cinler ve insanlar için (uygulanan) azap sözü onlar için de hak olmuştur. Şüphesiz onlar hüsrana düşenlerdi. 26-) Kâfir olanlar: Bu Kur’an’ı sakın dinlemeyin, ona karşı gürültü yapın. Umulur ki galip gelirsiniz, dediler. "SAKIN KUR'AN'I DİNLEMEYİN..."Siz siz olun, atalarınızın kitaplarını bırakıp da sakın Kur'an'ı dinlemeyin! Sakın Kur'an'ı okumayın! Aslında dünya hayatı ve ahiretiniz için ondan daha önemli bir kitap yoktur. Hayat kitabıdır, içerisi rahmet ve hidayet, güzel ahlak ve öğütlerle dolu bir kitaptır Ama olsun, siz bizim gibi gariban cahillere! kanıp da sakın bu kitabı ciddiye almayın!Müşrik atalarınızdan emir var! "SAKIN KUR'AN'I DİNLEMEYİN. ONA KARŞI PROPAGANDA YAPIN. İŞTE O ZAMAN GALİP GELİRSİNİZ ! Aslında bu kitap ölü olan kalpleri dirilten, topluma hayat veren aydınlık bir kitaptır. Ama olsun, din atalarınız Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nese'i, İbni Mace, Tirmizi, Gazali, Celaleddin'i Rumi, Said Nursi'nin kitapları ondan daha değerli iken!! sakın bu kitapla vaktinizi geçirmeyin! zamanınızı telef etmeyin ! Bin dört yüz yıl önce inmiş ! İsmi Kur'an-ı Mübin, yüce Allah'ın kelamı olan bu son kitap, gerçekte tek kurtuluş reçetesi ve yol haritasıdır, ama size lazım olan bir kitap değildir!!!Siz, muhaddislerinizin, müctehidlerinizin, gavslarınızın, mehdilerinizin, on iki imamınızın sözlerine ve inançlarına tapmaya devam edin, bu kitap size gerekmiyor! bir gömlek fazla geliyor! Siz atalarınıza, heva ve hevesinize, keyfinize bakın!Mekke ve Medine’de çok rağbet görmüş olsa da! Sizin yanılmaz ve hata etmez mezhep imamlarınız ve mâsum efendileriniz varken, on dört asır önce Allah'tan indirilmiş bir kitabı ne diye okuyasınız! Siz o kadar akılsız mısınız! Dünyanın en çok satılan ama anlaşılmak için hiç okunmayan bir kitabı okumak ve anlamak sizin gibi kodamanlara yakışır mı! Ağababalarınız"sevad'ı âzam'a" "çoğunluğun yanında yer alın, çoğunluğun yolu doğrudur"demediler mi? Artık din atalarınızın sözünü dinlemeyip "Çoğunluğun Allah'a iman etmeleri şirkle beraberdir" (Yusuf-106) diyen Kur'an'a tâbi olmak size caiz olur mu? Demek ki Kur'an'ı okumaya ve anlamaya hiç gerek yok! Ama illa ki okumak istiyorsanız manasına ihtiyacınız yoktur, onun kutsal ve mukaddes metnini okumanız daha makbuldür, anlamını değil, akıllı olun, sapkın mezhep düşmanlarına zinhar kulak asmayın!.Atalarınızdan gelen ve din namına her şeyi açıklayan hadis ve tefsir kitaplarınız, fıkıh ve ilmihal kaynaklarınız mevcut iken, anlaşılması zor olan bir kitapla kafanızı karıştırmanızın âlemi var mı ? Kur'an haricinde her türlü kitab'ı okuyun, fakat Kur'an ile sakın aklınızı ve zihninizi bulandırıp zehirlemeyin! Gerçi Nebiler sadece kendilerine vahyedilene tâbi olmuş ve Resuller yalnız indirilen vahyi tebliğ etmişler ama olsun Allah'ın elçileri imam ve muctehidlerinizden daha mı değerli !!! Siz ancak âlimlerinizden gelenleri anlarsınız, Allah'ın yüce ve kutsal kitabını anlamak, onu idrak etmek mümkün değildir! Siz Allah'ı ve O'nun kitabını boş verin, din atalarınızın kitapları size yeter ve artar bile! Çünkü Allah’ın kitabına bakar ve hükümlerine uyarsanız mezhepsiz birer sapkın olur, atalarınızın dinine ihanet etmiş olursunuz! Çok dikkatli olun ve sakın "dinde Kur'an tek hüküm kaynağıdır" diyen Kur'an sapkınlarına kanmayın, onlar yeni piyasaya çıkmış çağımızın en büyük fitnesidirler. Dahası bu Kur'an sapkınları, usulü hadis ve usulü fıkıh bilmeyen zındıklardır. Siz, siz olun, din atalarınızı dinleyin! Size bir konu hakkında beş yüz âyet de getirilse, yelkenleri hemen indirmeyin. Selefi salihin olan atalarınız ne diyor, asıl ona bakın. Abdestsiz ve cunüb, hayız ve nifas hallerinde sakın Allah’ın kutsal kitabına dokunmayın, yoksa çarpılırsınız!! Aslında Kur'an hayat kitabıdır, hayatta olanlar için inmiştir, ama olsun sizin ölüleriniz yaşayanlardan daha değerlidir! Kur'an'ı ölülere okumaya devam edin! onu güzelce sarıp sarmalayın, sakın belden aşağı gelmesin, özellikle çocukların ve gençlerin ulaşamayacağı yüksek bir yere asın, güzel bir çeyiz hediyesidir haberiniz olsun, tecvidle okumayı ihmal etmeyin, okunurken ağlayın, ağlayamazsanız ağlar gibi yapın, sizden istenen en kutsal görev işte budur. Kur'an'ın anlaşılması önünde atalarınızın gürültü olarak bunca emek ve çaba ile meydana getirdikleri kaynaklara ihanet etmek reva mıdır? Onun için sakın Kur'an-ı okumayın ve anlamaya çalışmayın, haddinizi bilin!Kralların, sultanların, halifelerin ve devletlerin ihtişamlı, resmi dini dururken, üç beş garip gurabanın, fakir fukaranın hanif tevhid dini sizin klasınıza uyar mı? Sakın ha karizmanızı çizdirmeyin, atalarınızın dininden yan çizmeyin, akıllı olun!!Gerçi Allah katında hak birdir, o da hanif olan islam dinidir. Fakat siz Kur'an'ın ne dediğine bakmayın, sakın Allah'ın kitabını ciddiye almayın! Siz, bir değil, tam dört hak!! mezhebe sahipsiniz, yanlış mı söylüyoruz ? Birde cemaat ve tarikatlarınız, onlar da hak yolda size ekstra bir zenginlik kazandırmıyor mu? Sizin Kur'an'a hiçbir ihtiyacınız kalmadı, dünya hayatında ve âhirette belanızı buldunuz!!Ey Sünni ve Şii din adamları! Size tek bir soru soruyoruz."Dünyada Kur'an'dan başka, bir kitab'ı anlamak için, yanında bir kamyon eşek yükü de rivayet, sebeb-i nüzul, tefsir kitabı, hermeneutic, yorumbilim kitab'ı taşınması gereken başka bir kitap var mı?Sizin rivayetlerinize göre Osman bin Affan Kur'an'ı teksir edip dünyanın her tarafına gönderdiği zaman yanında birer eşek yükü de muktesebat kitapları mı gönderdi?Ya da biz bugün Amerikalı bir ateist dostumuza islam'ı anlatabilmek için güzel bir İngilizce meal göndersek bu yetmez mi diyeceksiniz? Yanında bir kamyonet de hadis, hermönötik, sebebi nüzul, tefsir, mezhep ilmihali kitabı mı göndermemiz gerekecek?Siz bunu böyle iddia ettiğiniz zaman Allah'ın meramını anlatmada diğer bütün yazarlardan daha başarısız olduğunu söylemiş olmuyor musunuz?
"SAKIN KUR'AN'I DİNLEMEYİN..."Siz siz olun, atalarınızın kitaplarını bırakıp da sakın Kur'an'ı dinlemeyin! Sakın Kur'an'ı okumayın! Aslında dünya hayatı ve ahiretiniz için ondan daha önemli bir kitap yoktur. Hayat kitabıdır, içerisi rahmet ve hidayet, güzel ahlak ve öğütlerle dolu bir kitaptır Ama olsun, siz bizim gibi gariban cahillere! kanıp da sakın bu kitabı ciddiye almayın!Müşrik atalarınızdan emir var! "SAKIN KUR'AN'I DİNLEMEYİN. ONA KARŞI PROPAGANDA YAPIN. İŞTE O ZAMAN GALİP GELİRSİNİZ ! Aslında bu kitap ölü olan kalpleri dirilten, topluma hayat veren aydınlık bir kitaptır. Ama olsun, din atalarınız Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nese'i, İbni Mace, Tirmizi, Gazali, Celaleddin'i Rumi, Said Nursi'nin kitapları ondan daha değerli iken!! sakın bu kitapla vaktinizi geçirmeyin! zamanınızı telef etmeyin ! Bin dört yüz yıl önce inmiş ! İsmi Kur'an-ı Mübin, yüce Allah'ın kelamı olan bu son kitap, gerçekte tek kurtuluş reçetesi ve yol haritasıdır, ama size lazım olan bir kitap değildir!!!Siz, muhaddislerinizin, müctehidlerinizin, gavslarınızın, mehdilerinizin, on iki imamınızın sözlerine ve inançlarına tapmaya devam edin, bu kitap size gerekmiyor! bir gömlek fazla geliyor! Siz atalarınıza, heva ve hevesinize, keyfinize bakın!Mekke ve Medine’de çok rağbet görmüş olsa da! Sizin yanılmaz ve hata etmez mezhep imamlarınız ve mâsum efendileriniz varken, on dört asır önce Allah'tan indirilmiş bir kitabı ne diye okuyasınız! Siz o kadar akılsız mısınız! Dünyanın en çok satılan ama anlaşılmak için hiç okunmayan bir kitabı okumak ve anlamak sizin gibi kodamanlara yakışır mı! Ağababalarınız"sevad'ı âzam'a" "çoğunluğun yanında yer alın, çoğunluğun yolu doğrudur"demediler mi? Artık din atalarınızın sözünü dinlemeyip "Çoğunluğun Allah'a iman etmeleri şirkle beraberdir" (Yusuf-106) diyen Kur'an'a tâbi olmak size caiz olur mu? Demek ki Kur'an'ı okumaya ve anlamaya hiç gerek yok! Ama illa ki okumak istiyorsanız manasına ihtiyacınız yoktur, onun kutsal ve mukaddes metnini okumanız daha makbuldür, anlamını değil, akıllı olun, sapkın mezhep düşmanlarına zinhar kulak asmayın!.Atalarınızdan gelen ve din namına her şeyi açıklayan hadis ve tefsir kitaplarınız, fıkıh ve ilmihal kaynaklarınız mevcut iken, anlaşılması zor olan bir kitapla kafanızı karıştırmanızın âlemi var mı ? Kur'an haricinde her türlü kitab'ı okuyun, fakat Kur'an ile sakın aklınızı ve zihninizi bulandırıp zehirlemeyin! Gerçi Nebiler sadece kendilerine vahyedilene tâbi olmuş ve Resuller yalnız indirilen vahyi tebliğ etmişler ama olsun Allah'ın elçileri imam ve muctehidlerinizden daha mı değerli !!! Siz ancak âlimlerinizden gelenleri anlarsınız, Allah'ın yüce ve kutsal kitabını anlamak, onu idrak etmek mümkün değildir! Siz Allah'ı ve O'nun kitabını boş verin, din atalarınızın kitapları size yeter ve artar bile! Çünkü Allah’ın kitabına bakar ve hükümlerine uyarsanız mezhepsiz birer sapkın olur, atalarınızın dinine ihanet etmiş olursunuz! Çok dikkatli olun ve sakın "dinde Kur'an tek hüküm kaynağıdır" diyen Kur'an sapkınlarına kanmayın, onlar yeni piyasaya çıkmış çağımızın en büyük fitnesidirler. Dahası bu Kur'an sapkınları, usulü hadis ve usulü fıkıh bilmeyen zındıklardır. Siz, siz olun, din atalarınızı dinleyin! Size bir konu hakkında beş yüz âyet de getirilse, yelkenleri hemen indirmeyin. Selefi salihin olan atalarınız ne diyor, asıl ona bakın. Abdestsiz ve cunüb, hayız ve nifas hallerinde sakın Allah’ın kutsal kitabına dokunmayın, yoksa çarpılırsınız!! Aslında Kur'an hayat kitabıdır, hayatta olanlar için inmiştir, ama olsun sizin ölüleriniz yaşayanlardan daha değerlidir! Kur'an'ı ölülere okumaya devam edin! onu güzelce sarıp sarmalayın, sakın belden aşağı gelmesin, özellikle çocukların ve gençlerin ulaşamayacağı yüksek bir yere asın, güzel bir çeyiz hediyesidir haberiniz olsun, tecvidle okumayı ihmal etmeyin, okunurken ağlayın, ağlayamazsanız ağlar gibi yapın, sizden istenen en kutsal görev işte budur. Kur'an'ın anlaşılması önünde atalarınızın gürültü olarak bunca emek ve çaba ile meydana getirdikleri kaynaklara ihanet etmek reva mıdır? Onun için sakın Kur'an-ı okumayın ve anlamaya çalışmayın, haddinizi bilin!Kralların, sultanların, halifelerin ve devletlerin ihtişamlı, resmi dini dururken, üç beş garip gurabanın, fakir fukaranın hanif tevhid dini sizin klasınıza uyar mı? Sakın ha karizmanızı çizdirmeyin, atalarınızın dininden yan çizmeyin, akıllı olun!!Gerçi Allah katında hak birdir, o da hanif olan islam dinidir. Fakat siz Kur'an'ın ne dediğine bakmayın, sakın Allah'ın kitabını ciddiye almayın! Siz, bir değil, tam dört hak!! mezhebe sahipsiniz, yanlış mı söylüyoruz ? Birde cemaat ve tarikatlarınız, onlar da hak yolda size ekstra bir zenginlik kazandırmıyor mu? Sizin Kur'an'a hiçbir ihtiyacınız kalmadı, dünya hayatında ve âhirette belanızı buldunuz!!Tam bu yazıyı paylaşırken, iki lise öğrencisinin Kur'an'ı tekmelediklerine dair görüntüleri ekrana düştü, çok kötü bir hakaret ve hareketti.Ama asıl Kur'an'ı tekmeleyen rivayet ve mezhepleriyle Sünni ve Şiî din adamlarıdır.Ey Sünni ve Şii din adamları! Size tek bir soru soruyoruz."Dünyada Kur'an'dan başka, bir kitab'ı anlamak için, yanında bir kamyon eşek yükü de rivayet, sebeb-i nüzul, tefsir kitabı, hermeneutic, yorumbilim kitab'ı taşınması gereken başka bir kitap var mı?Sizin rivayetlerinize göre Osman bin Affan Kur'an'ı teksir edip dünyanın her tarafına gönderdiği zaman yanında birer eşek yükü de muktesebat kitapları mı gönderdi?Ya da biz bugün Amerikalı bir ateist dostumuza islam'ı anlatabilmek için güzel bir İngilizce meal göndersek bu yetmez mi diyeceksiniz? Yanında bir kamyonet de hadis, hermönötik, sebebi nüzul, tefsir, mezhep ilmihali kitabı mı göndermemiz gerekecek?Siz bunu böyle iddia ettiğiniz zaman Allah'ın meramını anlatmada diğer bütün yazarlardan daha başarısız olduğunu söylemiş olmuyor musunuz?(Rüştü Emir)
KUR'AN'DA SALÂT(4.YAZI)Kur'an'da öyle iki âyet vardır ki bu âyetler sadece Nebi (a.s) a özel olarak salât'ı ikame etmesi için günün bazı zamanları değerlendirmesinden bahseder.Bunlar Hud süresi 114.âyet ve İsra süresi 78. ayettir.İlginç bir şekilde iki âyet de tekil formundaki "ekimissâlâte" "salât'ı ikâme et" kelimesi ile başlamaktadırlar.Bu da demek oluyor ki bu âyetler tamamen Nebi (aleyhisselam) a hitap etmektedir.O zaman burada şöyle bir soru doğuyor. Allah neden Nebi (a.s) a günün belli vakitlerinde "salât-ı ikâme etmesini" tavsiye ediyor? "Tesbih, Salat ve Vakit" yazılarını okumadan önce Allah Resülünün vahyin içinde nasıl bir yoğunlaşma yaşadığını bilmek çok önemlidir. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının rivayetler dininde yaşadıkları yoğunlaşmanın bin katı kadar vahyin merkezinde bir hayat yaşıyordu. Çünkü Mekke'de bütün yük onun sırtında idi. İşte bu yüzden tesbih ve salat'ı ikame ile ilgili emir ve tavsiyeler her zaman tekil formunda yani ona özel gelmiştir. Yani gece vakitlerinde Allah Resülüne özel bir motivasyon ve enerji sağlıyordu. Şii ve Sünni din adamları Nebi ve Resülün arasında bulunan farkları, Kur'an'daki kavramları, Mekke ve Medinenin şartlarını bilmedikleri için daha doğrusu Kur'an'a hakkıyla iman etmedikleri için bu gerçekleri anlamaktan uzak kalmışlardır. Yani Mekke'de vakit ayırma ihtiyacı salât'ı ikamenin içinde öncelikle bireysel olarak ortaya çıkan bir gerçektir.Bağlantınızın (salâtınızın) bir daha asla kopmamasını istediğiniz için öğrendiklerinizin üstüne koyarak ilerlemeye artık kesinlikle vakit ayırmak ihtiyacı hissedeceksiniz. "Salât'a kalktığınızda Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Ne zaman ki güvenliğinizden tatmin oldunuz artık salât'ı ikame edin. Çünkü salat'ın vakitlerini yazmak(tayin etmek) müminlerin üzerine belli bir görevdir" Yani onun vaktini belirlemek müminlerin üzerine düşen bir görevdir.((Nisa-103) Herhangi acil bir durum ve ihtiyaç hallerinde tayin edecekleri zamanlarda mescidlerde bir araya geleceklerdir. "innes saléte kénet alelmüminine kitében mevkuten" cümlesi, bunu apaçık olarak ortaya koymaktadır. Şii ve Sünni din adamları namaz ritüelinden dolayı âyetin son cümlesini tahrif etmişlerdir. "Sabredenler, sâdık olanlar yani gönülden boyun eğenler yani infak edenler ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir"(Âli İmran-17)Bu ayetteki “seher vakitleri” ifadesi “Ey müminle! Hepiniz her sabah seher vaktinde af dileyin” anlamında değildir. Hûşû ile bağlantısını ayakta tutanların tesbihleri için örnek olarak gösterilen bir zaman dilimidir. Kesin bir emir ya da görev değil, ibret alınacak bir misaldir. Yalnız başına kalınabilecek ve rahatça tesbih edilebilecek ve Allah’tan af dilenebilecek çok özel bir zaman dilimidir. Uykusuz kaldığımız bir gecenin sabahında bile mutlaka kalkıp o saatte yapacağımız bir görev değildir. "Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir ümmet vardır ki; gece vaktinde ayakta durup Allah'ın âyetlerini tilâvet ederler yani secde ederler" (Âli İmran-113)Benzer bir durum burada da vardır. Gece vakti ayakta kalıp Allah’ın âyetlerini okuyup çözümlemek, üzerinde düşünmek ve tam bir kavrayışa ulaşmak için farkındalık sahibi olmaya çalışmak erdemli bir meziyettir. Salât'ı ikâme etmek (vahiy'le bağlantısını ayakta tutmak) isteyenler için örnek bir ahlak biçimidir. Gecenin sessizliğinde çalışmak, kavrama kolaylığı açısından çok faydalıdır. Ama her gece için emredilen mutlak bir vazife değil, örnek gösterilen bir emek ve yöntemdir. Fırsatı olanların ve kendine fırsat yaratanların zaten yapmak isteyeceği bir ders çalışma işidir."(Zekeriya) “Rabbim! Bana bir delil (âyet) kıl.” dedi. Senin âyetin, işaretleşme dışında, insanlarla üç gün konuşmamandır. Rabbini çokça zikret yani akşam sabah O’nu tesbih et"(Âli İmran-41)"Böylelikle (Zekeriya) mihraptan kavminin karşısına çıkıp onlara işaret etti: Sabah akşam tesbih edin"(Meryem-11)Sabah ve akşam olarak diğer tesbih âyetlerine uygun olarak da alınabilir, süreklilik ifadesi olarak da kabul edilebilir. Her iki şekilde de tesbih geçmektedir."Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar salâtı ikame et yani fecir Kur’an’ı (okumasını yap): Öyle ki fecir okuması müşahede edilebilirdir (görünürdür, şahit olunurdur).Gecenin bir kısmında sana özel ilave olarak onunla uyanık kal. Umulur ki Rabbin seni hamd edilecek bir makama (yere) ulaştırır"(İsra-78, 79) Buradaki vakitler yine sadece Nebi'ye özel olan Hud 114’de yazılı vakitlerin farklı bir üslupla yazılmış halidir. Âyette bulunan vakitler ve Hud 114’deki vakitler aynı vakitlerdir: Sabah, akşam ve gecenin bir kısmı."Kur'ânel-fecri" “Fecir okuması” tabirine gelecek olursak. Kur'an’da ne yazdığını anlamak gibi bir derdi olan ve o kitab'ı bir ikon ve fetiş yapmak için değil mesajı alıp doğruya ulaşmak üzere o kitab'ı okuyanların eminim ki birçok kere kulaklarının tırmalanıp takıldığı bir yerdir İsra 78. âyet. Ki bu âyeti, geleneksel meal yazarlarının hemen hepsi aynı biçimde çevirmişler. “Sabah namazı tanıklıdır” Hatta kimileri hızını alamamış ve “sabah namazına melekler şöyle şahit olurlar, böyle şahit olurlar” diyerek kelimeleri tahrif etmekle kalmayıp, olmayan kelimeleri de kitabın meâline eklemişler. Peki, neden böyle yapmışlar? Konunun hastalıklı yani mezhepsel bir saplantıyla namazla bağdaştırılıyor olmasıdır. Halbuki burada ikame edilmesi istenen salât, namaz değil yine bir tesbihtir. Nebi'yi ve arkadaşlarını Mekke'den çıkarma planları yapan veya kendi istedikleri kıvama getirmek isteyen müşriklere karşı yapılacak mücadelenin zihinsel hazırlığıdır. Âyetin önündeki ve arkasındaki âyetleri de okursanız bunu net olarak göreceksiniz. Nebi bu konuda sıkıntı çekiyor. Ne yapılması gerektiği üzerinde düşünüyor ve Allah’ın yardımını umuyor. Enine boyuna iyice düşünmeden karar vermek istemiyor. Buradaki tesbih bir hal tarzı çalışmasıdır. Kendi hayatımızda karşılaşabileceğimiz farklı konularda da ibret alınabilecek bir örnektir. Detaylandırılabilir ana mesaj kabaca şudur: “Başkaları tarafından başına bir sıkıntı getirildiğinde etraflıca düşünmeden hareket etme. Yol gösterici kitabın üzerinde çalış yoğunlaş. Konuyu analiz etmeye vakit ayır, sonra kararını ver ve yalnız Allah’a tevekkül et, sabırlı ol ve ümidini kesme. Oysa âyetlerin önüne ve arkasına bakmayanlar. O kadar sıkıntı içerisinde bulunan Nebi (a.s) ın başındaki belayı unutup hangi saatlerde nasıl namaz kılacağının ve kılacağı namaza meleklerin şahit olup olmayacağının derdine düştüğüne inanıyorlar. Hatta Şii ve Sünni din adamlarına kalsa Nebi (a.s) başında kılıç sallanırken bile namazını bozmayacağını ileri süreceklerini biliyoruz. Ama Kur'an’da böyle saçma sapan bir manzarayı göremezsiniz. Tam tersine tehlike anlarında salât'ın kısa tutulması gerektiği bile söylenir.Ayette geçen “fecr”in “sabah aydınlığı”, Kur'an’ın ise “okunan, okuma” anlamına geldiğini herkes bilir. “Meşhuden” ifadesi ise “görünen, görünür, görülebilir, tanık olunabilir, müşahede edilebilir” demektir. Yani âyette anlatılmak istenen şey, fecir’deki okumanın sadece dille değil, gözle ve gönülle de görülebilir bir okuma olduğudur. Okuyup düşünme işinin aydınlıktan dolayı kolaylaşmış olduğudur. Çünkü akşam alacakaranlığından gecenin kararmasına kadar ve gecenin bir bölümünde de konu üzerinde düşünen Nebi (a.s) ın osaatlerde fecir ile birlikte aydınlığa da kavuşmuş olması söz konusudur.Evet kelime “şâhit olunan” diye de çevrilebilir ama bu tanık olunma hali başkalarının gelip bize şâhit olması değildir. Şu halde onların söylediklerine rağmen sen sabırlı ol yani güneşin doğuşundan ve batışından önce ve geceden bir vakitte Rabbini hamd ile tesbih et yani böylece gündüzün taraflarında tesbihte bulun. Umulur ki razı olursun"(Tâhâ-130)Tâhâ 130. âyetteki vakitler, yine Hud 114; Rum 17, 18; Kaf 39,40 ve İsra 78-79’daki zaman dilimlerinin farklı cümlelerle aynısının ifadesidir ve yine vakitli salât değil tesbih içindir. Âyetlerin içinde bulunduğu sürelerin hepsi Mekke'de nazil olmuş ve tamamen Nebi (a.s) a özel olarak gelmişlerdir. Çünkü Mekke'de inen seksen küsür sürenin hiç bir tanesinde çoğul olarak "salât'ı ikame edin" diye bir emir yoktur. Dolayısıyla Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları tarafından "namaz vakitleri" olarak görülen âyetlerin hiç birinde vakit açısından müminleri ilgilendiren bir şey bulunmamaktadır. Yani müminlerin kendi aralarında istişare ile belirledikleri vakitler haricinde salâtın vakti diye bir şey yoktur.Ancak cuma salat'ı ve acil durumlar bundan müstesnadır. Yani şu gerçeği iyi anlamak gerekiyor. Mezhep imamları ve müctehidler tarafından Salât vakitleri olarak algılanan âyetler Nebi(a.s) özel olarak inmişlerdir. Ancak müminlerin de bu vakitleri değerlendirmelerinde hiç bir sakınca yoktur. Yeter ki büyük bir farz gibi telakki edilerek ümmeti de bundan sorumlu tutmasınlar. “Gündüzün tarafları” ifadesi bu vakitlerin gündüzün içinde olmadığından, etrafında (dışında) olduğundandır. Ön ve arka âyetlere bakıldığında yapılacak tesbihin de yine bağlamdaki sorunlar çerçevesinde olduğu görülür."(Allah’ın nuru) Allah'ın, onların yükseltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir. Onların içinde sabah akşam O'nu tesbih ederler"(Nur-36)Bu âyet toplu halde yapılan vakitli salât'a katılanların kendi evlerinde de süreklilik gösteren biçimde tesbih ettiğini gösteren bir âyettir. Bu salât cuma suresinde geçen ifadelere benzemektedir ve salât'ı ikame bağlamında açıklanıyor."(Onlar öyle) adamlar ki; ne ticaret yani ne alış-verişin onları Allah'ın zikrinden (Kur'an'dan) yani salât'ı ikame etmekten ve zekât'a (arınmaya) gelmekten alıkoymadığı kimselerdir. Onlar kalplerin ve bakışların altüst olacağı günden korkarlar"(Nur-37)Şimdi konu ile ilgili en önemli âyetlerden birine geldik."Ey iman edenler! Himayeniz altında olanlar yani sizden erginliğe ulaşmamış olanlar üç kez izin istesinler: Fecir salâtından önce, gün içinden (öğle vakti) elbiselerinizi çıkarttığınız vakit ve işa (akşam) salâtından sonra. Üçü de özel (avret vakitleri)dir. Bunların dışında size de onlara da bir günah yoktur. Yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında olabilirsiniz. İşte Allah, size âyetleri böyle beyan ediyor. Allah bilendir, hâkim olandır" (Nur-58)Meşhur üç vakit âyeti! Aslında burada üç değil iki vakit var. Konu da esasen vakit değil aile içi terbiye. Yani iki vakit de namazla veya vakitli salâtla ilgli değil, tesbihle ilgili yukarıda konuştuğumuz vakitler. Salât kelimesinin kullanılmasının bir nedeni de aile içinde sabah ve akşam ailece tesbihin yapılabilir olması (Nur- 36) da olabilir. Neticede fecir ve işa olarak burada geçen salâtlar sabah ve akşam tesbihleridir. Öğle elbiselerin çıkarılması vakti ise salâtla ilgili değil sıcak iklimde yaşanan yerel dinlenme saatleriyle ilgili bir zaman aralığıdır."Onlar, (Rahmanın kulları) Rablerine secde ederek ve kıyama durarak (ayakta kalarak)gecelerler"(Furkan-64) Vakit bağlamı yönünden tamamen hûşûyla ve gece tesbihiyle ilgili bir âyet olarak görünüyor."Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah'ı tesbih edin yani göklerde ve yerde hamd O'nundur, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de"(Rum-17, 18)Aslında özel vakitler olmasından ziyade burada o özel zaman dilimlerinin de kati bir şart olmayıp şartlar içinde bir tavsiye olduğu açık olarak anlaşılıyor.Yine sabah ve akşam var. Tesbih var. Ama bu iki âyeti ilginç kılan başka bir durum daha var: "Günün sonu ve öğleye erdiğiniz vakit" Bu ikisinin gündüzün iki bölümü; yani öğleden akşama (günün sonu) ve sabahtan öğleye (öğleye erdiğiniz vakit) olma ihtimali kuvvetli görünüyor. Bu âyetteki kelime seçimleri de anlamlıdır: Genelde hamd ile tesbih birlikte kullanılan kelimelerdir. Rum on yedinci âyette tenzih anlamında bir tesbih geçerken, 18.âyette tesbih de değil sadece hamd geçiyor. Yani “gündüz meşguliyetleriniz olduğu için tesbih edemeseniz de günün her vakti zaten hamd Allah’adır” şeklinde anlamak uygun olacaktır. Aşağıdaki âyetlerde yine hem sabah ve akşam vakitlerini hem de tesbihin farklı içeriklerini gösteren ifadelere rastlıyoruz. "Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah ve akşam tesbih edin. O (Allah) ki, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size salât ediyor yani O, müminlere karşı Rahim'dir" (Ahzab-42, 43)"Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın vaadi haktır.(Ey Nebi!) Günahın için mağfiret dile, akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et" (Mümin-55)"Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et" (Kaf-39)Aşağıdaki âyette farklı bir tabir “secdelerin ardından” ifadesi geçmektedir. Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da O'nu tesbih et"(Kaf-40)“Secdelerin ardından” ifadesinin tesbihini “belli vakitlerle sınırlı tutmamak” anlamına yakın olduğunu anlamak gerekiyor. Gerek vakitli salâtlardan sonra gerekse bireysel tesbihlerin ardından gece ve gündüz bir uyarıcı olarak zihnen meşgul olunmaya devam edilmesi öngörülüyor. "Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, gözetimimizin altındasın yani her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et yani gecenin bir bölümünde ve yıldızlar kaybolurken O'nu tesbih et"(Tur-48, 49, )"Ey iman edenler! Cuma(toplanma) günü salât için nida edildiği zaman, Allah'ın zikrine (Kur'an'a) koşun yani alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır" (Cuma-9)Kur'an’da üzerinde özellikle durulan vakitli salât işte budur. Müminler üzerinde ortak akıldan faydalanacakları bir beraberlik sorumluluğudur. Çağrıyla yapılan ve iman edenlerin katıldığı geniş bir ortak tesbih ve dayanışma faaliyetidir.Durumun bu olması ayrıca geniş kapsamlı başka salât yapılamaz demek değildir. Kur'an’da emredilen bu salâtın dışında elbette müminler kendi aralarında anlaşıp farklı gün ve saatlerde de emredilmediği halde toplu salât yapabilirler. Gece tesbihlerinde de bir araya gelebilirler. Gelmişlerdir de. Bunun önünde hiçbir bir engel yoktur."Doğrusu gece neşesi etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüzde, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-6, 7)Bu âyet açık olarak gündüzün öğütlenen bir ders tesbihi vakti olmadığını, gündüzün dışındaki saatlerde o tip tesbih saatlerinin öğütlendiğini gösteriyor. Sebeplerini de açıklıyor. Elbette vakitli olan toplantı salâtı bunun dışında. Bunu da Cuma süresi ve bağlantılı âyetlerden anlıyoruz. Şimdi geldik daha önce de bahsettiğimiz Müzzemmil 20.âyete. Hud 114’de konuştuğumuz ve link verdiğini belirttiğim gecenin zülüfleri bu ayetle ilgiliydi."Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir grubun gecenin üçte ikisine yakın, yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor…" (Müzzemmil-20)Bu âyete tekrar döneceğiz. Ama önce Nebi önderliğinde salât'ı ikame eden bireylerin gelişim evrelerinden bu sure kapsamında bahsetmemiz gerekiyor. Müddessir ve Müzzemmil sürelerinde genelde her ikisi de benzer biçimde “örtüsüne/elbisesine bürünen” olarak tercüme edilen “Müddessir ” kelimesi ile bir sonraki surede geçen “Müzzemmil” kelimesinin yakın anlamlara sahip olmakla birlikte aralarında bir nüans vardır. Müzzemmil kelimesi daha çok “elbisesine bürünen” anlamına müddessir ise “örtünerek gizlenen” anlamına yakın duruyor. Yani birisinde kendi olağan kıyafetine bürünen bir kişi varken, diğerinde bir üst giysisi ya da üzerine aldığı ilave bir örtü söz konusudur. Ancak her iki kelimenin de benzeşimli bir deyim olduğunu göz önüne alırsak aradaki farkı daha net görüyoruz. Şöyle ki…Müzzemmil’den yani elbisesine bürünen kişiden kasıt, kendisini toplum içinde, daha doğrusu kalabalıklar içinde yalnızlığa terk etmiş olan, toplumdan farklı düşündüğü halde kendi kendine bu farklılığı yaşayıp toplumla bu yönde ilişki kurmayan ya da kuramayan bir kişi anlaşılır. Yani düşüncelerini kendi içinde yaşar. Müddessir ise bir adım daha geride durup gizlenmeyi seçendir. Müzzemmil’in tüm anlamlarını taşımakla beraber Müddessir deyiminden kasıt, kendisini toplumun içinde yalnız görmekle kalmamış elbisesinin üzerine bir de battaniye/zırh çeker gibi kendisini daha bir korumaya almış olan kişi anlaşılır. Yani düşüncelerinden dolayı yalnızlaşmış olan kişinin ilave olarak toplumdan kaçmaya başlaması, kendi gibi düşünmeyenlerin şerrinden korunma gayreti söz konusudur.Peki, bu fark niçin önemli diye sorabilirsiniz. Bunu surelerin diğer âyetlerinde göreceğiz. Müzzemmil aşamasında olan kişi henüz öğrenim aşamasının daha alt basamaklarındadır. Uyanmıştır ama daha okuyacağı, öğreneceği çok şey vardır. Fakat müddessir aşamasında olan kişi öğrendiklerinin ne kadar önemli olduğuna daha bir farkındalıkla hâkimdir ve bu yüzden toplumun tepkisinden iyiden iyiye çekinmeye başlamıştır.Kısacası Müzzemmil’de bir acemilik, bir kendi halindelik ve hamlık, müddessir’de ise ilerleyen fikri olgunluğun verdiği bir gizlenme refleksi ve “şimdi ben ne yapacağım” tereddüdü söz konusudur. Bu anlamlar sürelerde gelen sonraki âyetlerde mevcuttur. Müzzemmil süresinin ikinci ve daha sonra gelen âyetlerinde emredilenlerle Müddessir süresinin ikinci ve daha sonra gelen âyetlerinde emredilen şeylerin birbirinden farkı bunu net biçimde ortaya koyar. Müzzemmil süresi bireysel eğitime yöneltirken, Müddessir süresi ise öğrendiğini uygulamaya yönelten bir süredir."Az bir kısmı dışında geceleri kalk (ayakta ol). Yarısı kadar veya ondan az eksiği ya da fazlası kadar. Kuran’ı azar azar düşüne düşüne oku. Gerçekten senin üzerine oldukça ağır bir söz bırakacağız" (Müzzemmil-2/5)Gördüğümüz gibi Müzzemmil’de Resül bir eğitim sürecine sokuluyor. Bu kapsamda biz de elbette üzerimize düşen dersialıyoruz. Peki, müddessir olana Müddessir süresinde ne deniyor? "Kalk, artık uyar yani Rabbini yücelt. Elbiselerini temizle ve kötülüklerden uzaklaş" (Müddessir-2/5)Gördüğümüz gibi Müddessir’de Resül'e harekete geçmesi emrediliyor ve uygulama süreci başlıyor. Kur'an insanlara âyetlerini yaşatır ve kendisini tekrar tekrar ispat eder. Sırası gelen âyet, izdüşümlerini bir şekilde herkese gösterir. Şu kitabı hakkıyla yani güzel niyetle okumaya başlayan herkes Müzzemmil ve Müddessir aşamalarını ve benzer süreçleri üç aşağı beş yukarı her zaman yaşamaktadır.Tâbi ki anlamadan iman eden çoğunluğu kastetmiyorum.Müzzemmil süresinin ana konusu gece okuma, düşünme, akletme ve öğrenme üzerinedir. Gece okumalarının (tesbihlerinin) nasıl yapılması gerektiği üzere tavsiyeler içerir. Aynı zamanda gerçeğe uyanmakta olan kişiye çevresinin tepkilerine karşı mucadele azmi yani psikolojik bir destek verir.Peki gece neden o kadar önemlidir?"Doğrusu gece neşesi etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır"(Müzzemmil-6 Günümüzden örnek verecek olursak. Öğrencilerin, çeşitli sınavlara hazırlanmakta olan gençlerin, kitap okumayı alışkanlık haline getirenlerin, akademisyenlerin, fikir üzerine çalışanların, yazarların, araştırma yapanların çok iyi bilebileceği gibi gece fikri çalışma yapmak gündüze göre çok daha verimlidir. İşte her şeyi en ince detayına kadar bilen yüce Allah'ın âyette bize hatırlattığı şey tam da budur. Periyodik olarak gece Kuran okumaları yapan kişiler de bu gece gündüz ayrımını çok iyi bilirler.Maalesef bugün elimizde olan birçok mealin yazarının (istisnalar hariç) âyetlerin çevirilerini yaparken bağlam ve bütünlükten kopmakta olduğunu muşahede ediyoruz. Önce ve sonra gelen âyetleri, söylemlerinin aksine kâfi biçimde dikkate almadıklarını, âyetlerde geçen kelimelerin anlamı üzerinde yeterince düşünmediklerini, çoğunun böyle bir yeteneğinin olmadığını görüyoruz. Kelimeleri çevirirken genelde başkasının çevirilerinde kullandığı kelimeyi aynen kopyaladıklarını, elde mevcut kadim sözlüklerden yeterince faydalanmadıklarını, Kur'an’ın içinde aynı kelimenin ne kadar, nerede ve cümle içerisinde nasıl kullanıldığını göz ardı ettiklerini, geleneğin dayattığı kirli bilgilerle kelimeler üzerinde hiç düşünmeden bazı anlamları baştan doğru kabul ettiklerini, en kötüsü akıllarını kullanmaktan korktuklarını görüyoruz.Dolayısıyla Kur'an’ı Türkçe olarak okuyan kişiler bile zaman zaman okuduklarını anlamakta zorlanıyorlar. Adeta alakasız birkaç konu peş peşe veriliyor ya da aynı ayet içinde bile farklı konulardan bahsediliyor zannı uyanıyor. Oysa çoğu zaman âyetler gruplar halinde, kendini, öncesini, sonrasını açıklayıcı ifadelerle dolu. Ama okunanı parça parça eden anlayış âyetlerdeki kelimelerin, hep kafasındaki veya din atalarından gelen anlamlarınkarşılığını verdiğini zannediyor. Kelimelerin kendi zamanlarına ve coğrafyalarına izdüşeceği ihtimalini göremiyorlar. Aykırı söylem sahiplerini ise dini eğitim, dil ve usul bilmemekle karalıyor, gerçeğin ortaya çıkmasına engel oluyorlar.Oysa kitap ister Arapça olsun ister bir başka lisanda, onu ancak hakkıyla okuyanlar, ona teslim olanlar, ona gerçekten iman edenler anlayacaktır. Elbette boş konuşanlar çoktur ve hep olacaktır. Ama bak her zaman haktır. Akademik yetkinlik Allah’ın ilminin yansıması değil, beşerî ilmin kurumlarında verilen diplomadan ya da fırkasal sivil yolların kişisel ve taraflı icazetlerinden ibarettir. Akademisyenler de keşke bunu bilseler ve beşerî ilimle hür tefekkürü birleştirdikleri oranda önlerinde daha güzel çalışmalar ve çeviriler yapabilme imkânlarının serili olduğunu görebilseler.Şayet öyle yapsalardı “Geceleyin kalkmak, pek meşakkatlidir, fakat ibâdet için de gece, pek uygun.” ya da “Gece ibadeti” ya da “teheccüd namazına kalkmak” vesair sözde çeviriler yapmaz, gerçeğin üstünü örttüklerine yanarlardı. Ama maalesef iş bununla da kalmamış, bırakın meali düzgün yazmayı, o Kur'an’ı insanlara dini kurumlarda ve camilerde anlatmak da toplumun bilgi ve fikri yeterliliği açısından çoğu zaman ortalamanın bile altında olan kişilere bırakılmıştır.Peki, neden gündüz değil?"Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-7)Aslında çok kolay anlaşılır ve net cümleler bunlar. Düzgün çevrildiklerinde akademik bir eğitime asla muhtaç bırakmayan, herkesin anlayabileceği şeyler. Ancak Kur'an’ın dışında dayatılan öyle bir sanal yani iftira bir din var ki, bu basit şeyler bile gözden kaçırılıyor. Gece okumaları tanımlanırken gündüzün nelere ayrılabileceği de açıkça belirtiliyor. Yani kimsenin “gündüz işten güçten ibadet yapamıyorum” diye kendini kınamasına ve kaygılanmasına gerek yok. Çünkü bir önceki gece, az da olsa kolayına gelen miktarda Kur'an okuyup düşünen birisi, ertesi gün zaten kolay kolay Allah’ı unutarak iş yapmaz. Ama ne dediğini bilmeden geceleyin teheccüd namazı kılan kişinin, ertesi gün yaşadığı uğraşlarda Kur'an’a, Allah’ın verdiği ilme ve hikmete göre nasıl davranması gerektiğini hiç bir zaman bilmeyecektir. Ezan okunduğunda camiye gitse de yaptığı işi Allah’ın öğrettiği gibi yapacak yeterli bir bilgisi zaten yoktur. Alışveriş yaparken, işinde çalışırken, patronla ya da işçisiyle konuşurken, minibüse binerken, önünden insanlar geçerken aklına Allah ve Allah’ın öğrettiği şeylerin gelmesi mümkündeğildir. Çünkü kitabından haberi yoktur. İnsanlara ezilirken ya da kendisi başka insanları ezerken ne halde olduğunu düşünmez. Dua ederken kimden ne isteyeceğini bilemez. Allah’tan istediğini zannederken O'dan başkasının yardımını ister. Allah’a dua ettiğini zannederken ettiği duanın davacısı olmaz. Her işinde Allah’ın değil hep birisinin gelip onu kurtaracağını zanneder. En ufak bir sorunda bile psikolojik durumu altüst olur.Müzzemmil süresinde kişi okumaya, akletmeye ve düşünmeye sevk edilirken sadece fikren yalnızlaşan kişiye değil, onun diğer insanlara karşı, daha doğrusu uyanmayanlara ve gerçeği yalanlayanlara karşı nasıl davranacağına dair de öğütler vardır."Onların söylediklerine karşı sabret ve onlardan güzellikle ayrıl"(Müzzemmil-10)Buradaki “güzellikle ayrılış” veya “güzellikle ayrı gidiş” onlardan hayatın içinde fiziksel bir ayrılış değildir. Gerçeğe uyanan insanın ona bu yüzden düşman olanlardan fikren ve bu fikrin açtığı yol bakımından ayrı gitmesidir. Yoksa artık onlarla alışveriş yapmaması, konuşmaması, yaşam şartlarının gerektirdiği durumlarda onları yok sayması değildir. İstenen, tüm çabalara rağmen gerçeğe ikna olmayan bu kişilerin daha fazla ikna edilmeye çalışılmamasıdır. İlmi verenin Allah olduğunun unutulmamasıdır.Müzzemmil süresi benzer öğütlerle devam eder ve ardından surenin en uzun olan yukarıda konuştuğumuz son âyeti gelir ve tüm bunları anlayabilmenin okumaktan ve düşünüp akletmekten geçtiği hatırlatılır. Sürenin en başında öğütlenen “gece okuma”sına dair biliş ve çarpıcı açıklamalar yer alır. Lütfen üşenmeyin ve âyeti dikkatlice kelime kelime okumadan geçmeyin. "Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir tâifenin gecenin üçte ikisine yakın yani yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor. Gece ve gündüzü ölçü çerçevesinde düzenleyen Allah, sizin onu hesap edemeyeceğinizi ve bundan dolayı özrünüzü bilir. O halde kolayınıza gelen kadar okuyun/akledin. Allah sizden hastalar olduğunu, diğerleri içinde Allah’ın fazlını aramak için yeryüzünde dolaşanlar ve Allah’ın yolunda savaşanlar olduğunu da bilir. O halde ondan kolayınıza geldiği kadarını okuyun. Salât'ı (ikame edin) ayakta tutun yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah’a güzel bir borç verin yani önceden hayır olarak ne takdim ederseniz Allah'ın indinde kendiniz için onu daha hayırlı ve daha azim bir mükafat olarak bulacaksınız yaniAllah’a istiğfar edin. Muhakkak ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. Âyette geçen “hesap edemeyeceğinizi biliyor” denen şey nedir acaba? Sadece gece ve gündüzün ne kadarına bu okuma işinin ayrılacağı mı? Neden Allah bu kadar önem veriyor bu hesap işine acaba? Bana göre, burada hesap edilemeyecek olan şey, okumaktan gerçeğin hazzını alan ve bu hazla düşünen kişinin zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağıdır. Bu nedenle “sabahlara kadar okuyup tüm zamanınızı harcamayın” öğüdü vardır burada. Çünkü “gündüz uzun uğraşlarımız vardır” belirtisi de bu öğüdü daha önce tamamlayan bir ifadedir. Üzerimize bırakılan ağır sözün mesuliyet hissinin omuzumuzu çökertmesini Allah’ın istememesidir.“Kolayımıza geldiği kadar okumamızla” çok uzatmayıp gecenin uyku için ayıracağımız kısmının da olması gerektiğine dair şu kadar zamanı aşmasanız iyi olur şeklinde ince ve merhametli bir uyarı vardır burada. “Abartıp da kendinizi hırpalamayın” merhameti mevcuttur. Sabahın soğuğunda pazar yerinde tezgâh açacak olan, gün doğmadan fırına ekmeğini sürecek olan, poliklinik saatinde beş dakikalık muayene için sırada bekleyecek olanlar var. Öğrencilerine insan olduklarını unutmadan ders anlatacak öğretmenler, hastasının derdini çözmeyi kendi derdi gibi görecek doktorlar, merhametli hemşireler, emniyet sağladığı yeri kendi evi gibi koruyan güvenlikçiler, bir çok zorluğun içinde görev yapacak askerlerimiz ve polislerimiz, davasına yetişecek adaletli hukukçular, az da olsa halkına hizmet için idari makamına koşacak insanlar var. Ve daha niceleri… Emin olun ki, Allah hepsinin farkında.Çeşitli nedenlerle sizin gibi yapamadıkları için sizin gibi okuyamadıkları için kendisini suçlu hissedenlere bile lütufkâr bir haber uçuruluyor bu âyette. Dinin ve kitabın içine abartılı biçimde dalıp da hayatı ve an’ı es geçenler olmamalıyız. Tam aksine hayatımızı daha bir bilinçle, özgüvenle, şuurla ve erdemle yaşamalıyız. Üstelik daha çok bilmek yetmez, hayata uygulamak daha önemlidir. Uykusuz kalıp ertesi gün işinizde gücünüzde mecalsiz kalmayın diye bir izdüşümü var bu âyette. İsterseniz yukarıya dönüp âyeti bir kez daha okuyun. Bu merhametleri ve belki de benim gördüğümden daha fazla izdüşümünü siz göreceksiniz."Sabah, akşam Rabbinin adını zikret. Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve O'nu uzun tesbih et"(İnsan-23,24, 25, 26, 27)
5 Haziran 2022 Pazar
KABİR AZABI VAR MI? Kur'an'ın yüzlerce âyetine göre değil kabir azabı, kabir hayatı diye bir şey söz konusu değildir. Kur'an'a göre dünya hayatındaki cezalandırma ve kıyametten sonra sadece ve sadece cehennem azabı vardır. Bu konuda o kadar çok âyet var ki hangisini ele alacağımız şaşırıyoruz. "Dünya hayatında onlara azap vardır. Ahiret azabı ise daha şiddetlidir"(Râd- 34)"Bundan dolayı biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o uğursuz günlerde soğuk bir rüzgar gönderdik. Ahiret azabı elbette daha çok rüsvay edicidir. Onlara yardım da edilmez"( Fussilet- 16)"İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür"(Kalem- 33)"Cehenneme girecek olanlara melekler şöyle derler. "Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden Resuller gelmedi mi..."( Zümer- 71)"Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa! onun bekçileri onlara: Size (bu azap ile) korkutucu (bir Resul) gelmedi mi? diye sorarlar"(Mülk- 8)Yukarıdaki âyetlere göre eğer cehennem azabından başka bir azab olsaydı, Allah'ın elçileri ona karşı da kavimlerini uyarmaları gerekirdi. Âyetlerde sadece cehennem azabından söz edilmektedir."Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır. O gün her ümmeti diz üstü çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağırılır.( onlara şöyle denir) Bugün yaptıklarınızla cezalandırılacaksanız"( Casiye- 27, 28) Bu âyetler batıla sapan müşriklerin daha önce değil, "kıyametin kopacağı gün" hüsrana uğrayacaklarını açık bir şekilde ifade etmektedir. Aynı şekilde Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor. "Onlar düşünmezlermi ki, büyük bir günde (hesap vermek için) diriltilecekler! Öyle bir gün ki, insanlar o gün de âlemlerin Rabbinin huzurunda divan duracaklardır"( Mutaffifin-4-5-6) Demek oluyor ki kiyamet saatinin öncesinde yani kiyamet kopmadan önce bir korku, panik, cezalandırma, sorgu, hesap, kitap ve azap diye bir şey mevcut değildir. Bu konuda en dikkat çekici âyetler şunlardır. "İnkar edenler, kesinlikle (öldükten sonra) diriltilmeyeceklerini iddia ettiler. Deki: Hayır! Rabbime andolsun ki mutlaka diriltileceksiniz. Sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. (Teğabun- 7)Yukarıdaki âyette "mutlaka diriltileceksiniz. Sonra yaptıklarınız size haber verilecektir" cümlesi çok önemlidir. Yani dirilişten önce hiçbir şey yoktur."Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka odur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka odur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah herşeyi bilendir"( Mücadele-7)Yukarıdaki âyette hesap ve azabın dirilişten sonra olacağını hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya konmuştur. Çünkü âyette "...Sonra kiyamet günü yaptıkları onlara haber verilecektir..." buyrulmaktadır. Kur'an'ın yüzlerce âyetinde Yüce Allah insanları sadece âhiretteki cehennem azabından sakındırmaktadır.Bu konuda âyetlerin gösterdiği önemli bir gerçek de "kıyamet koptuğu gün günahkarlar, ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler"(Rum- 55)Eğer kabir azabı olsaydı, zaman geçmez bir gün bir asır olurdu.Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin "Dünyada pek kısa kaldıklarına yemin ederler" görüşü Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne aykırıdır. Çünkü Rum süresi 55. âyetinde sonra gelen "Kendilerine ilim ve iman verilenler şöyle derler: Andolsun ki siz, Allah'ın yazgısında hükmedildiği gibi yeniden dirilme gününe kadar kaldınız..." 56. âyeti bunu ortaya koymaktadırHiçbir insan dünyada yeniden dirilme gününe kadar kalmaz.Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını en iyi gösteren şey kabir azabı yalanıdır. Çünkü kabir azabının olmadığı ile ilgili bine yakın âyet vardır. Hatta ben şunu iddia ediyorum. Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'a iman etmemişlerdir. Konu ile ilgili şu âyetlere bir göz atalım. "Sonra, mutlaka siz, bunun ardından elbette öleceksiniz. Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz"( Müminün- 15,16 )Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi "ölmek ve dirilmek var" bunun ortasında olacak hiçbir şeyden söz edilmez. "...Sonunda Allah' da onların binalarını temellerinden söktü üstlerindeki tavanda tepelerine çöktü. Bu Azap onlara fark edemedikleri bir yerden gelmişti. Sonra kıyamet gününde Allah onları rezil eder ve der ki..."(Nahl, 26-27)Yukarıdaki ayette kafirlerin dünya hayatındaki azaplarından hemen sonra kiyamet gününe geçiş yapılmıştır. "Allah'ın onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vaziyette yeniden diriltip toplayacağı gün aralarında birbirleri ile tanışırlar"( Yunus- 45)Yukarıdaki âyeti şu şekilde anlamak mümkündür. "Allah onları, sanki günün ancak bir saati, aralarında tanışacak kadar kaldıktan sonra diriltip toplayacağı gün...""İşte onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şey olmayan kimselerdir"(Hud- 16)Yukarıdaki âyetlerde açık olarak görünüyor ki Kur'an'ı Mübin kabir hayatı ile ilgili hiçbir şey görmez. Dünya hayatından yani ölümün hemen ardından kıyameti, ahiretin hesap ve azabını başlatır.Şu soru çok önemlidir. Neden âhiretteki cehennem azabını anlatan yüzlerce ayete mukabil bir tane kabir azabını anlatan ve açıklayan âyet yoktur. Cehennem azabının Kur'an'da bu derece geniş anlatılmasının sebebi azabın ciddi ve sakınılması gereken bir iş olduğunu ortaya koymak içindir. "... Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar, (ateşe nasıl sabredecekler"( Bakara -175) Azap ciddi bir iştir, kendinizi koruyun demek istenmiştir.Yani kabir azabı olsaydı onu anlatan onlarca âyet olması gerekirdi. (Ey Müşrikler!) Sizde ondan başka dilediğinize kulluk edin! De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini hüsrana sokanlardır. Bilesiniz ki, bu apaçık husrandır. Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da öyle tabakalar vardır. İşte Allah kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarım! Kendinizi koruyun"( Zümer, 15- 16)Allah'ın kitabında bir çok konu hakkında ayrıntıya varacak açıklamalar yer alırken kabir azabı hakkında en ufak bir işaretin bulunmaması kabir azabının olmadığını gösterir. Ashab-ı Kehf'in mağarada üç yüz dokuz yıl kaldıktan sonra uyandırılmalarının hikmet ve sebebi de öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğunu ve kabirde pek kısa bir zaman kalınacağını ortaya koymak içindir. Yine Bakara süresi 259. âyetindeki kıssada kabir hayatının "bir yiyeceğin ve içeceğin bozulmama müddeti" kadar olduğu veciz bir şekilde ortaya konmaktadır.Dolayısıyla berzah aleminde Adem (a.s) döneminde ölen ile kıyametin son anında ölen arasında zaman açısından fark bulunmamaktadır. Zaman dünya hayatında yaşayanlar için vardır, kabirde zaman diye bir şey söz konusu değildir. Karakolda hesap, kitap, mahkeme ve cezalandırma olmaz. Aslında bizim bir gecelik uykumuz kabir hayatı ve uykusundan çok uzundur. Ölen her insan hangi zamanda ölmüş olursa olsun kabirde çok kısa bir zaman dilimi kaldıktan sonra kıyamet kopacaktır.( Naziat- 46; Ahkaf- 35; Yasin, 51- 52- 53- Rum- 55- 56 ; İsra-52) Kur'an'ın kabir uykusu için kullandığı "bir saat" kavramı, Araplar arasında "bir an" anlamına gelmekteydi. Yasin süresi 52. âyetinde geçen "...Eyvah eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı?" cümlesi dikkat çekicidir. Kabir azabı olmuş olsaydı bizi kabrimizden kim kaldırdı? demezlerdi.Azap gördüklerinin bilincinde olurlardı.Kabir azabının var olduğunu iddia eden mezhepçilerin dayandıkları tek âyeti kerime şudur. "Onlar sabah akşamı ateşe arz olunurlar. Kıyametin kopacağı gün de Firavun ailesini azabın en çetinine sokun denilecek"(Mümin-46) Firavun'un ailesi hakkında olan bu âyet Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü esas alınarak şu âyetlerle birlikte değerlendirilmesi gerekir. "Andolsun ki Musa'yı da âyetlerimizle ve apaçık delille Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri doğru değildi. Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları çekip ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir! Onlar burada da (dünyada) kıyamet gününde de lânete uğratıldılar. Onlara verilen bu armağan ne kötü armağandır"(Hud, 96- 97- 98- 99) İkinci âyet şöyledir. "Biz de onu ve ordusunu yakalayıp denize atıverdik. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu. Onları ateşe çağıran öncüler kıldık, kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir. Bu dünyada arkalarına lânet taktık. Onlar, kıyamet gününde de kötülenmişler arasındadır"( Kasas- 40- 41- 42) Dolayısıyla Mümin süresi 46. âyetinde zikredilen "sabah akşam ateşe arzolunmak" kabir azabı değil, peşlerine takılan lanet, beddua, kötü anılma, Musa (a.s) ın onları sabah akşam uyarması, kalplerindeki ızdırap ve işkence olmalıdır. Tek gerçek budur. Kiyamet saatinden önce yani cehennem azabından başka hiçbir azabın olmadığı ile alakalı süre ve âyetler. (Mürselat süresi- Kiyame süresi, Zilzal süresi, Tekvir süresi, İnfitar süresi, Mutaffifin süresi, inşikak süresi, Karia süresi- Naziat-34-46; Abese-33-42; Kaf, 20-30)Özellikle Zümer suresinin 68-75 âyetleri bu konuda çok önemlidir. Çünkü kiyamet saatini sura üflemenin başlangıcından, cennet ve cehenneme varıncaya kadar olayların özetini veriyor. Yasin süresi 51-65 ile Kaf süresi 20-30 âyetleri de böyledir. Önemli bir gerçek daha vardır ki bu çok önemlidir. Kabir azabının varlığında ısrar edenlerin İslam'dan, Kur'an'ın hikmetinden hiçbir şey anlamamış olmalarıdır. Önyargı ile yaklaşan birine, Kur'an kendisinden hiçbir şey nasip etmez. Çünkü Kur'an kendisiyle birlikte bir ortak ve rakip kabul etmez.Şia ve Ehli Sünnet anlayışı cehaletin eyleme geçmiş hali gibidir. Onlar Kur'an'a kulak asmaz rivayetlerin bataklığında debelenip dururlar. Ehli sünnet ve Şia'nın kaynakları olan Buhari, Müslim, Kâfi, Meclisi, Kur'an'ın dengi olamazlar, onlar tahrif edilmiş Tevrat ve İncil'in dengi bile olamazlar.
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(228.YAZİ)Mümin Süresi47-) Kâfirler ateşin içinde birbirleriyle huccetleşirken zayıf bırakılanlar, o kibirlik taslayanlara: Biz size tâbi olmuştuk. Şimdi ateşin bir payını bizden savabilir misiniz? derler. 48-) O kibirlik taslayanlar ise: Doğrusu hepimiz bunun (şirkin) içindeydik. Şüphe yok ki Allah kulları arasında vereceği hükmü verdi, derler. 49-) Ateşte bulunanlar cehennem bekçilerine: Rabbinize dua edin, bizden, bir gün olsun azabı hafifletsin! derler. 50-) Resulleriniz size beyyinelerle gelmediler mi? Onlar da: belê (evet), derler: O halde kendiniz dua edin, derler. Halbuki kâfirlerin yalvarması boşunadır.51-) Şüphesiz Resullerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hemde şahitlerin kıyam edeceği günde yardım ederiz. (Bu âyet kıyamet gününe kadar kitaba bağlı resulluğun devam edeceğini gösteriyor. Fakat vahiy alan yani Nübüvvet'e bağlı Resul asla gelmeyecektir. (Ahzab-40)Nebi Resulun gelmemesinin sebebi vahiy dininin yani İslam'ın Kur'an tarafından tamamlanmasından dolayıdır. (Mâide-3)52-) O gün zalimlere, özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Yani artık lânet onlarındır yani kötü yurt onlarındır! 53,54-) Andolsun ki biz Musa’ya hidayeti verdik yani İsrailoğullarına, beyin sahipleri için bir zikir ve hidayet rehberi olan kitab’ı miras bıraktık. 55-) (Ey Nebi!) Şimdi sen sabret. Çünkü Allah’ın vâdi gerçektir. Günahın için istiğfar et. Akşam sabah Rabbini hamd ile tesbîh et. (Kur'an'ın Nebi ve Resûl sisteminde istiğfar, Nebi ile ilgili bir durumdur. Çünkü Nübüvvet özel hayatla ilgili olduğu için Nebi Allah'a karşı hata yapar. Fakat Resul masum olduğu için onun istiğfar etmesi söz konusu olamaz. Çünkü Resulun görevi vahyi tebliğdir ve tebliğde asla ihanet etmez yani hata yapması mümkün değildir. İşte bundan dolayı Resulun istiğfar etmesi Kur'an'ın Nebi ve Resûl sistemine aykırıdır.) 56-) Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah’ın âyetleri hakkında mücadele edenler var ya, hiç şüphe yok ki, onların kalplerinde, asla yetişemeyecekleri bir kibirlik hevesinden başka bir şey yoktur. Sen Allah’a sığın. Şüphesiz O, işiten ve görendir. 57-) Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler. 58-) Körle gören, iman edip yani salih ameller işleyenlerle kötülük yapanlar musavi olmaz. Ne kadar az tezekkür ediyorsunuz! (Tezekkür, Kur'an'da var anlatılan yani âyetlerde var olan mücizeler, olağanüstü hadiseler, tevhid, güzel ahlak, öğüt, önerilen hayat sistemi ve ideal yaşantı ile ilgilidir.Yani tezekkürün konusu Kur'an ve içinde anlatılan konulardır.Çünkü Kur'an'ın kendisi zikir olduğu için, tezekkür, ondan üretim yapma emek ve çabasıdır.Tefekkür ise, göklerde ve yerde var olan yüce Allah'ın âyetleriyle ilgili bir durumdur.) 59-) Saat günü mutlaka gelecektir, bunda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu buna inanmazlar. 60-) Yani Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadette büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir. 61-) İçinde sükun bulasınız diye geceyi, (mâişetiniz için de) gündüzü aydınlık kılan Allah’tır. Şüphesiz Allah, insanlara karşı fazilet sahibidir. Fakat insanların çoğu şükretmezler. 62-) İşte O, her şeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O halde nasıl oluyor da (haktan) sökülüp ayrılıyorsunuz! 63-) Allah’ın âyetlerine karşı gelenler işte (haktan) böyle sökülüp ayrılıyorlar. 64-) Yeri sizin için karar yeri (yerleşim alanı), göğü de bir bina kılan, size süret verip de süretinizi en güzel bir şekilde yapan ve sizi temiz besinlerle rızıklandıran Allah’tır. İşte Rabbiniz Allah budur. Âlemlerin Rabbi Allah, bütün bereketlerin kaynağıdır. 65-) O daima diri olandır; O’ndan başka ilâh yoktur. O halde muhlisinler (dini O'na özel kılarak) olarak O’na dua edin. Hamd (güç- kuvvet- kudret-övgü) âlemlerin Rabbi Allah’a özeldir. 66-) (Ey Nebi!) De ki: Bana Rabbimden apaçık beyyineler gelince, sizin Allah’ın dununda ibadet ettiklerinize ibadet etmem bana yasaklandı yani âlemlerin Rabbine teslim olmam emredildi. 67-) Sizi (önce) topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan) yaratan sonra sizi (ana rahminden) bir tıfıl olarak çıkaran, sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlamanız -ki içinizden daha önce vefat edenler de vardır- ve belli bir ecele ulaşmanız için sizi yaşatan O’dur. Yani umulur ki aklınızı kullanırsınız. 68-) O, hem dirilten hem de öldürendir. O, herhangi bir işin olmasını dilediği zaman yalnız "Ol!" der, o da oluşmaya başlar. 69-) Allah’ın âyetleri hakkında mücadele edenlere bakmadın mı? Nasıl döndürülüyorlar? 70-) Onlar, kitab’ı (vahyi) yani onunla gönderdiğimiz Resullerimizi yalanlayanlardır. Onlar yakında (gerçeği) anlayacaklar! (Tekzib, yani yalanlama Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan bir kavramdır. Tekzib, Nebi bağlamında geçmez. Tekzib, sözle değil, rivayetlerle, mezheplerle, inanç ve karakterlerle vahyi yalanlamadır. Yani inatla hakkı reddetme anlamına gelmektedir. Dolayısıyla tekzib dinsizlerden daha çok din adamları ile ilgili bir durumdur. Küfür, kibir, zulüm, fusuk, şirk, ilhâd da böyledir. Kur'an'ın hedefinde dinsiz imansızlar değil, atalar dinine bağlı müşrik kâfir din adamları vardır.) 71,72-) Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde, sıcak suya sürüklenecekler, sonra da ateşte tutuşturulacaklardır. 73,74-) Sonra onlara: Allah’ın dununda (yanında-yöresinde-astında) şirk koştuklarınız hani nerededir? denilecek. Onlar da: Bizden kayboldular, sanki biz önceleri hiçbir şeye dua etmiyorduk, (gibi bizi terkettiler) diyecekler. İşte kâfirler Allah'tan (vahiy'den) bu şekilde saptılar. 75-) Bu, sizin yeryüzünde haksız olarak (şirk dininizle) sevinmenizden yani aşırı derecede (vahye karşı) böbürlenmenizden ötürüdür. 76-) İçinde devamlı kalmak üzere cehennemin kapılarından girin! Mütekebbirlerin yeri ne kadar kötüdür! 77-) Onun için (ey Nebi!) sabret! Şüphesiz Allah’ın vâdi gerçektir. Onlara söz verdiğimizin (azabın) bir kısmını ya sana gösteririz, yahut seni daha önce vefat ettiririz. (Her halükarda) bize döneceklerdir. 78-) Andolsun, senden önce de Resuller gönderdik.Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var, kıssalarını sana bildirmediklerimiz de var. Hiçbir Resul Allah’ın izni olmaksızın herhangi bir âyeti kendiliğinden getiremez. Allah’ın emri gelince de hak ile karar verilir yani işte o zaman bâtılı seçenler hüsrana uğrayacaklardır. 79-) Allah, ondan kimine binesiniz ve kiminden yiyesiniz diye sizin için hayvanları (bir nimet olarak) kılandır. 80-) Onlarda sizin için daha nice menfaatler vardır. Göğüslerdeki bir arzuya, onlara binerek ulaşırsınız. Onların ve gemilerin üstünde taşınırsınız. 81-) Allah size âyetlerini gösteriyor. Şimdi, Allah’ın âyetlerinden hangisini inkâr edersiniz? (Yukarıdaki âyette bulunan kelime "tunkirune"dir. Yani inkâr ile küfür birbirinden farklı anlamlara gelmektedir. Dolayısıyla küfür kavramına inkâr ile meal verilmemesi gerekir.) 82-) Onlar yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuştur, görsünler! Öncekiler bunlardan daha çoktu, kuvvetçe ve yeryüzündeki eserleri bakımından da daha şiddetli (sağlam) idiler. Fakat kazandıkları şeyler onlara asla bir zenginlik sağlamamıştır. 83-) Resulleri onlara apaçık beyyineler getirince, onlar kendilerinde bulunan (beşeri) ilimle (rivayetlerle ve ictihadlarla) sevindiler. (Hakkı alaya aldılar). Fakat alaya aldıkları şey kendilerini kuşatıverdi. 84-) Artık o çetin azabımızı gördükleri zaman: Tek olan Allah’a iman ettik yani O’na şirk koştuğumuz şeylere kâfir olduk, dediler. 85-) Fakat âfetimizi gördükleri zaman imanları kendilerine hiçbir menfaat sağlamayacaktır. Kulları hakkında süregelen Allah'ın sünneti (yasası) budur. İşte o zaman kâfirler hüsrana uğrayacaklardır.(Mümin Süresinin Sonu)
4 Haziran 2022 Cumartesi
HANGİ ŞERİAT?"Şeriat" kelimesi "ş-r-a" kökünden gelmekte olup türevleri ile birlikte Kur'an'ı Mübin'de dört yerde geçmektedir.Sözlükte ise "su yolu, herhangi bir su kaynağından su içmek ve almak için gidilen yol, büyük ve geniş cadde, suyun kaynağı" anlamlarına gelmektedir.Istılahta yani din dilinde ise, "Allah tarafından indirilen tevhid dini, hak din yolu, aydınlık ve ışık" gibi manalara gelmektedir. Milletler için itikadi ve ameli hükümler, emir ve yasaklar anlamına gelen "şeriat" bütün ilahi vahiy'lerde elçiler aracılığıyla gönderilen emir ve kuralların ortak adıdır.Şeriat, zannedildiği gibi, siyasal anlamda hukukla ilgili bir kavram değildir. Şeriat, aynen ibadet, takva, iman, ihlas, salât, ihsan gibi Kur'an'ın tümünü temsil eder.Şeriatın hukukla hiç bir bağlantısı yoktur. Şeriat için söylenen kanun ve hukuk iddiası büyük bir iftira ve açık bir yalandır. "Sonra da seni din konusunda bir "şeriat" sahibi kıldık. Sen ona tâbi ol, bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma"(Casiye-18)Şeriat kelimesi, cemaat ve tarikatların en çok konuştukları, istismar ettikleri, tartışma konusu yaptıkları ve çeşitli spekülasyonlara sebep olan önemli bir kavramdır. Yukarıdaki âyette görüldüğü gibi yüce Allah'ın, Nebi (a.s) a emirlerinden birisi de kendisine indirilen vahyin yani şeriatın üzerinde sabırla durmasını ve ondan ayrı bir yola sapmamasıdır.O halde şeriat Allah tarafından elçilere indirilen yolun yani dinin bir diğer adıdır."Sana da, daha önceki kitab-ı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak kitab-ı gönderdik.Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma.( Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik..."(Mâide-48) Ben müslümanım diyen şuurlu ve aklı başında hiç kimsenin yüce Allah tarafından indirilen emirlere dolayısıyla şeriata karşı gelmesi düşünülemez. Hiç bir mü'min ve hanif Müslüman, Allah'ın eşsiz iradesine ve sonsuz hikmetine karşı gelmez. Fakat Allah elçilerinden sonra, din adamları tarafından her zaman şeriat yani hanif din dejenere olmuş,indirilen vahyin manası bozulmuş, hak dine batıl karışmış ve ilahi emirlerin bazıları metin bazıları da mana yönünden tahrif edildikleri de bir gerçektir. "Din ve hüküm olarak vahiy'den başka hiçbir kaynak yoktur..." (Yusuf- 40; Şura-10) Yani son vahye baktığımız zaman "dinin Allah tarafından indirildiğini ve daha Allah Resulü hayatta iken indirilen vahiy ile din, Allah tarafından tamamlandığını..."(Enam-115; Maide- 3)"Allah elçilerinin sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerini..." (Maide- 99; Râd- 40; Nahl- 35)"Nebi (a.s) ın sadece vahye tabi olduğunu..."( En'am- 106; Yunus- 15, 109 ; Ahkaf- 9)"Allah elçilerinin sadece indirilen vahiy'le insanları uyardıklarını, (Enbiya-45; Kaf- 45; En'am-51; Araf- 62, 67, 68, 69) açık ve net olarak görüyoruz. Yani şeriat dediğimiz zaman aklımıza Allah'ın indirdiği vahiy ve hak dinden başka bir şey gelmemesi gerekir. Şu halde şeriat denildiğinde, Allah tarafından Resul misyonu ile Muhammed (as) a indirilen İslam dini kasdediliyorsa bunda bir sorun yoktur. Bu şeriat baştan sona kadar barış ve ilimdir, olduğu gibi hidayet ve rahmettir, hüküm ve hikmettir, akıl ve mantıktır, kurtuluş ve mutluluktur, cennet ve Allah'ın rızasıdır. Fakat "şeriat'"tan maksat Buhari, Müslim, Tirmizi, İbni Mace, Ebu Davud ve Nesai'nin uydurma ve yalan rivayetleri ile oluşturulan mezheplerin vahşi "şeriatı" ise orada biraz durun, bu "şeriat"a aklımız ve vicdanımız kapalıdır.Yani "şeriat'"tan maksat, Ahmed bin Hanbel'in, Malik Bin Enes'in, Muhammet bin İdris'in, Numan bin Sabit'in, Ebu Yusuf'un, İmam-ı Muhammed'in, İmam-ı Nevevi'nin, Evzai'nin iftira "şeriat"ı ise, peşkeş çekilecek bir aklımız ve zihnimiz mevcut değildir. İslam milletini aldatmaktan ve yalan söylemekten vazgeçin.Bu "şeriat"a ilmimiz ve irfanımız yol vermiyor.Sizin "şeriat" dediğiniz şeyi, yani Allah'ın indirdiği vahye karşı uydurulmuş rivayet ve iftiralarla, paralel, vahşi ve katliamcı "şeriat" nızı şuurumuz, kitabımız ve hikmetimiz reddediyor. Biz, Allah'ın indirmiş olduğu şeriat'tan başka bir "şeriat"ı kabul etmiyoruz.Kur'an ehli muvahhidler olarak mezheplerin karanlık "şeriat"ını reddediyoruz."Dinden döneni öldüren, zina edenleri recmeden, namaz kılmayanları tekfir edip ölüme mahkum eden, kertenkeleleri öldürmeyi sevap sayan, kara köpekler için ölüm fermanı çıkaran, insanların saçına ve sakalına karışan, kadın düşmanı olan, kargaları bile fasık olarak gören, ressamları cehennemin en alt tabakasına gönderen, sanat ve estetik düşmanı "şeriat'ı" şiddetle reddediyoruz.Biz, Kur'an ehli muvahhidler, tevhid ve güzel ahlakı, merhamet ve adaleti, akıl ve mantığı, tefekkür ve hürriyeti olmayan "şeriat"ın düşmanıyız. Siz hangi şeriattan söz ediyorsunuz?Allah'ın dostu, muvahhidlerin atası İbrahim'in hanif ve saf şeriat'ından mı?Yoksa şirk ve zulüm olan Firavun ve Nemrud'un "şeriat"ından mı?Tağutların ve iblislerin uydurma şeriat'ı mı? Allah elçilerinin uymak zorunda oldukları ilâhi şeriat'mı?İŞTE SİZE EVRENSEL ŞERİAT İLKELERİ"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye Nuh'a tavsiye ettiğini(Ey Resul! ) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı.Fakat kendilerini çağırdığın bu (tevhid-islam) dini müşriklere ağır gelir. Allah dilediğini kendisine Resul seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir"( Şura-13)"Ey iman edenler! Allah'tan ona yaraşır bir şekilde sorumluluk bilincine sahip olun ve ancak kendisine (Kur'an'a) teslim olarak can verin."Hep birlikte Allah'ın himayasine (Kur'an'a) sığının; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, günüllerinizi (vahiy'le) birleştirmişti ve O'nun (İslam) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi o kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız. Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır"(Âli İmran-102,103,104,105) "Ey ehli kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir kelimeye geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; ona hiçbir şeyi şirk koşmayalım ve Allah'ı bırakıp da (yanında, yöresinde, berisinde) kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman şahit olun ki biz sadece Allah'a (Kur'an'a) teslim olanlardanız, deyiniz"( Âli İmran-64)"İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan hanif (her türlü şirkten temiz) bir Müslüman idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı"(Âli İmran-67)Güncelleme açısından yukarıdaki âyette bulunan "İbrahim" kelimesinin yerine "Muhammed" "Yahudi" kelimesinin yerine "Şii" "Hristiyan" kelimesinin yerine de "Sünni" kelimesini koyarak okumak gerekiyor. Yoksa Kur'an okumamızın bir anlamı olmaz.
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(227.YAZI)Mümin Süresi23,24-) Andolsun ki biz Musa’yı âyetlerimizle ve apaçık sultanla, Firavun, Hâmân ve Karun’a gönderdik. Onlar: Bu, çok yalancı bir sihirbazdır! dediler. (Firavun, devleti, hâman bürokrasiyi, Karun sermayeyi temsil etmektedir. Aslında devletin din adamı ayağı da mevcuttur. Fakat Firavun kendini rab ve ilâh olarak kabul ettiği için, din adamı ayağını da kendi uhdesine almıştı.) 25-) İşte o (Musa), tarafımızdan kendilerine hakkı getirince: Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınları diri bırakın! dediler. Ama kâfirlerin tuzağı elbette boşa çıkar. 26-) Firavun: Beni bırakın, dedi. Musa’yı öldüreceğim; Rabbine dua etsin! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut yerde fesad çıkaracağından korkuyorum.Kıraat Farklılığı(Yukarıdaki âyette bulunan "ev en yuzhira fil'ardilfesêd" "yahut yerde fasad çıkaracağından korkuyorum" kelimesi, "ve yuzhira fil'ardilfesêd" "ve yerde fesad çıkaracağından korkuyorum" olarak da okunmuştur. Bu okuyuşa göre âyetin manası şöyle oluyor."Firavun: Beni bırakın, dedi. Musa'yı öldüreceğim; Rabbine dua etsin! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden ve yerde fesad çıkaracağından korkuyorum.Birinci okuyuşta Firavun, Musa (a.s) ı bir suçla itham ederken, ikinci okuyuşta iki suçla itham etmektedir. Fakat ikinci okuyuşta bulunan "vav" edatı yani anlamına gelecek olursa, bu sefer mana şöyle oluyor."... dininizi değiştireceğinden yani yerde fesad çıkaracağından korkuyorum"27-) Musa da: Ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığındım, dedi. 28-) Firavun ailesinden olup, imanını gizleyen mümin bir adam şöyle dedi: Siz bir adamı "Rabbim Allah’tır" diyor diye öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık beyyinelerle gelmiştir. Eğer o yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir. Eğer sadık ise, sizi tehdit ettiğinin bir kısmı olsun gelip size isâbet eder. Şüphesiz Allah, müsrif olanı ve yalancı kimseyi hidayete ulaştırmaz. 29-) Ey kavmim! Bugün, yerde zâhiri olarak (görünüşte) mülk (saltanat) sizindir. Ama Allah’ın felaketi bize gelirse, kim bize yardım eder? Firavun: Ben size kendi öngörümü gösteriyorum yani sizi sadece reşad yoluna hidayet ediyorum, dedi. 30,31-) İman etmiş olan dedi ki: "Ey kavmim! Doğrusu ben sizin için, Nuh kavminin, Âd, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin misâli gibi, (Resulleri yalanlayan) hiziplerin başlarına gelen (azap) gününden korkuyorum. Yoksa Allah, kullara asla zulüm dileyecek değildir."32,33-) "Ey kavmim! Gerçekten sizin için o bağrışıp çağrışma gününden, arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Allah’tan (O’nun azabından) sığınacağınız kimse yoktur. Kim Allah'tan (vahiy'den) saparsa, artık onun hidayet edicisi yoktur." 34-) Andolsun ki, (Musa’dan) önce Yusuf da size açık beyyinelerle gelmişti ve onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o helâk olunca (vefat edince) "Allah ondan sonra Resul göndermez" dediniz. İşte Allah o müsrif şüphecileri böyle saptırır. 35-) Kendilerine gelmiş hiçbir sultan (delil) olmadığı halde Allah’ın âyetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah'ın indinde, gerekse iman edenlerin indinde (bu ahlak ve karkterleri) büyük bir nefretle karşılanır. Allah, mütekebbir her zorbanın kalbini işte böyle mühürler. (Yukarıdaki âyette Kur'an'ı insanlara tebliğ eden müminler için büyük bir onur ve müjde vardır. Yani iman edenlerin kâfir müşriklere karşı kin ve düşmanlık beslemelerinin altında yüce Allah'ın ahlakının var olduğunu görüyoruz. Yoksa iman edenler, Kur'an'ı dinde tek kaynak kabul etmeyen müşriklere karşı niye bu kadar kin besleyip düşman olsunlar?Yani âyette bulunan "iman edenlerin indinde de bu durumları büyük bir nefretle karşılanır" cümlesi hem çok önemlidir hemde çok değerlidir.)36,37-) Firavun: Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap; belki (göklerin) yollarına erişirim de Musa’nın ilahına muttalî olurum! Doğrusu ben onun, yalancı olduğunu zannediyorum, dedi. Böylece Firavun’a, yaptığı kötü ameli süslü gösterildi yani yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı tamamen boşa çıktı. (Âyette bulunan "ve sudde anis-sebil" "yani yoldan saptırıldı" kelimesi, "ve sadde anis-sebil" "yani yoldan saptı" olarak okunmuştur. Bu kıraat daha doğrudur.) 38-) O iman eden kimse: Ey kavmim! dedi, siz bana tâbi olun, sizi reşad yoluna hidayet edeyim. 39-) Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir yararlanmadır. Ama ahiret, gerçekten karar kılınacak yurttur. 40-) Kim bir kötülük işlerse, onun kadar ceza görür. Kim de kadın veya erkek, mümin olarak salih bir amel işlerse, işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık sunulacaktır. 41-) Ey kavmim! Nedir bu hal? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz. 42-) Siz beni, Allah’a kâfir olmaya yani hiç tanımadığım nesneleri O’na şirk koşmaya davet ediyorsunuz. Ben ise sizi, azîz ve Ğaffâr olan Allah’a davet ediyorum. 43-) Gerçek şu ki, sizin beni davet ettiğiniz şeyin dünyada da ahirette de davete değer bir tarafı yoktur. Dönüşümüz Allah’adır. Yani o müsrif olanlar ateş ehlinin ta kendileridir. 44-) Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını çok iyi görendir. (Yukarıdaki âyetlere dikkatli bir şekilde bakıldığında iman eden kişinin Musa (a.s) dan başkasının olmadığını görüyoruz. Bu sözleri Nebi ve Resûlden başka kimse söyleyemez. 38.âyette bulunan "bana tâbi olun sizi reşad yoluna hidayet edeyim" cümlesini, Resûlden başka hiç kimse için câiz olmaz. Özellikle aşağıdaki âyet bunun en büyük delilidir.) 45-) Nihayet Allah, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden onu korudu, Firavun’un kavmini ise kötü azap kuşatıverdi. 46-) Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Yani saatin kalkacağı gün: Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun (denilecek)! KABİR AZABI VAR MI? Kur'an'ın yüzlerce âyetine göre değil kabir azabı, kabir hayatı diye bir şey söz konusu değildir. Kur'an'a göre dünya hayatındaki cezalandırma ve kıyametten sonra sadece ve sadece cehennem azabı vardır. Bu konuda o kadar çok âyet var ki hangisini ele alacağımız şaşırıyoruz. "Dünya hayatında onlara azap vardır. Ahiret azabı ise daha şiddetlidir"(Râd- 34)"Bundan dolayı biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o uğursuz günlerde soğuk bir rüzgar gönderdik. Ahiret azabı elbette daha çok rüsvay edicidir. Onlara yardım da edilmez"( Fussilet- 16)"İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür"(Kalem- 33)"Cehenneme girecek olanlara melekler şöyle derler. "Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden Resuller gelmedi mi..."( Zümer- 71)"Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa! onun bekçileri onlara: Size (bu azap ile) korkutucu (bir Resul) gelmedi mi? diye sorarlar"(Mülk- 8)Yukarıdaki âyetlere göre eğer âhiretteki ateş azabı ve cehennem azabından başka bir azab olsaydı, Allah'ın elçileri ona karşı da kavimlerini uyarmaları gerekirdi. Âyetlerde sadece ateş azabı ve cehennem azabından söz edilmektedir."Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır. O gün her ümmeti diz üstü çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağırılır.( onlara şöyle denir) Bugün yaptıklarınızla cezalandırılacaksanız"( Casiye- 27, 28) Bu âyetler batıla sapan müşriklerin daha önce değil, "kıyametin kopacağı gün" hüsrana uğrayacaklarını açık bir şekilde ifade etmektedir. Aynı şekilde Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor. "Onlar düşünmezlermi ki, büyük bir günde (hesap vermek için) diriltilecekler! Öyle bir gün ki, insanlar o gün de âlemlerin Rabbinin huzurunda divan duracaklardır"( Mutaffifin-4-5-6) Demek oluyor ki kiyamet saatinin öncesinde yani kiyamet kopmadan önce bir korku, panik, cezalandırma, sorgu, hesap, kitap ve azap diye bir şey mevcut değildir. Bu konuda en dikkat çekici âyetler şunlardır. "İnkar edenler, kesinlikle (öldükten sonra) diriltilmeyeceklerini iddia ettiler. Deki: Hayır! Rabbime andolsun ki mutlaka diriltileceksiniz. Sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. (Teğabun- 7)Yukarıdaki âyette "mutlaka diriltileceksiniz. Sonra yaptıklarınız size haber verilecektir" cümlesi çok önemlidir. Yani dirilişten önce hiçbir şey yoktur."Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka odur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka odur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah herşeyi bilendir"( Mücadele-7)Yukarıdaki âyette hesap ve azabın dirilişten sonra olacağını hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya konmuştur. Çünkü âyette "...Sonra kiyamet günü yaptıkları onlara haber verilecektir..." buyrulmaktadır. Kur'an'ın yüzlerce âyetinde Yüce Allah insanları sadece âhiretteki ateş azabı ve cehennem azabından sakındırmaktadır.Bu konuda âyetlerin gösterdiği önemli bir gerçek de "kıyamet koptuğu gün günahkarlar, ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler"(Rum- 55)Eğer kabir azabı olsaydı, zaman geçmez bir gün bir asır olurdu.Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin "Dünyada pek kısa kaldıklarına yemin ederler" görüşü Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne aykırıdır. Çünkü Rum süresi 55. âyetinde sonra gelen "Kendilerine ilim ve iman verilenler şöyle derler: Andolsun ki siz, Allah'ın yazgısında hükmedildiği gibi yeniden dirilme gününe kadar kaldınız..." 56. âyeti bunu ortaya koymaktadırHiçbir insan dünyada yeniden dirilme gününe kadar kalmaz.Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını en iyi gösteren şey kabir azabı yalanıdır. Çünkü kabir azabının olmadığı ile ilgili bine yakın âyet vardır. Konu ile ilgili şu âyetlere bir göz atalım. "Sonra, mutlaka siz, bunun ardından elbette öleceksiniz. Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz"( Müminün- 15,16 )Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi "ölmek ve dirilmek var" bunun ortasında olacak hiçbir şeyden söz edilmez. "...Sonunda Allah' da onların binalarını temellerinden söktü üstlerindeki tavanda tepelerine çöktü. Bu azap onlara fark edemedikleri bir yerden gelmişti. Sonra kıyamet gününde Allah onları rezil eder ve der ki..."(Nahl, 26-27)Yukarıdaki âyette kafirlerin dünya hayatındaki azaplarından hemen sonra kiyamet gününe geçiş yapılmıştır. "Allah'ın onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vaziyette yeniden diriltip toplayacağı gün aralarında birbirleri ile tanışırlar"(Yunus- 45)Yukarıdaki âyeti şu şekilde anlamak mümkündür. "Allah onları, sanki günün ancak bir saati, aralarında tanışacak kadar kaldıktan sonra diriltip toplayacağı gün...""İşte onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şey olmayan kimselerdir"(Hud- 16)Yukarıdaki âyetlerde açık olarak görünüyor ki Kur'an'ı Mübin kabir hayatı ile ilgili hiçbir şey görmez. Dünya hayatından yani ölümün hemen ardından kıyameti, ahiretin hesap ve azabını başlatır.Şu soru çok önemlidir.Neden âhiretteki cehennem azabını anlatan yüzlerce ayete mukabil bir tane kabir azabını anlatan ve açıklayan âyet yoktur? Cehennem azabının Kur'an'da bu derece geniş anlatılmasının sebebi azabın ciddi ve sakınılması gereken bir iş olduğunu ortaya koymak içindir. "... Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar, (ateşe nasıl sabredecekler"( Bakara -175) Azap ciddi bir iştir, kendinizi koruyun demek istenmiştir.Yani kabir azabı olsaydı onu anlatan onlarca âyet olması gerekirdi. (Ey Müşrikler!) Sizde ondan başka dilediğinize kulluk edin! De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini hüsrana sokanlardır. Bilesiniz ki, bu apaçık husrandır. Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da öyle tabakalar vardır. İşte Allah kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarım! Kendinizi koruyun"(Zümer, 15- 16)Allah'ın kitabında bir çok konu hakkında ayrıntıya varacak açıklamalar yer alırken kabir azabı hakkında en ufak bir işaretin bulunmaması kabir azabının olmadığını gösterir. Ashab-ı Kehf'in mağarada üç yüz dokuz yıl kaldıktan sonra uyandırılmalarının hikmet ve sebebi de öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğunu ve kabirde pek kısa bir zaman kalınacağını ortaya koymak içindir. Yine Bakara süresi 259. âyetindeki kıssada kabir hayatının "bir yiyeceğin ve içeceğin bozulmama müddeti" kadar olduğu veciz bir şekilde ortaya konmaktadır.Dolayısıyla berzah aleminde Adem (a.s) döneminde ölen ile kıyametin son anında ölen arasında zaman açısından fark bulunmamaktadır. Zaman dünya hayatında yaşayanlar için vardır, kabirde zaman diye bir şey söz konusu değildir. Karakolda hesap, kitap, mahkeme ve cezalandırma olmaz. Aslında bizim bir gecelik uykumuz kabir hayatı ve uykusundan çok uzundur. Ölen her insan hangi zamanda ölmüş olursa olsun kabirde çok kısa bir zaman dilimi kaldıktan sonra kıyamet kopacaktır.( Naziat- 46; Ahkaf- 35; Yasin, 51- 52- 53- Rum- 55- 56 ; İsra-52) Kur'an'ın kabir uykusu için kullandığı "bir saat" kavramı, Araplar arasında "bir an" anlamına gelmekteydi. Yasin süresi 52. âyetinde geçen "...Eyvah eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı?" cümlesi dikkat çekicidir. Kabir azabı olmuş olsaydı bizi kabrimizden kim kaldırdı? demezlerdi.Azap gördüklerinin bilincinde olurlardı.Kabir azabının var olduğunu iddia eden mezhepçilerin dayandıkları tek delil yukarıdaki âyettir. "Onlar sabah akşamı ateşe arz olunurlar. Yani saatin kalkacağı gün Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun denilecek"(Mümin-46) Firavun'un ailesi hakkında olan bu âyet Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü esas alınarak şu âyetlerle birlikte değerlendirilmesi gerekir. "Andolsun ki Musa'yı da âyetlerimizle ve apaçık delille Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri doğru değildi. Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları çekip ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir! Onlar burada da (dünyada) kıyamet gününde de lânete uğratıldılar. Onlara verilen bu armağan ne kötü armağandır"(Hud, 96- 97- 98- 99) İkinci âyet şöyledir. "Biz de onu ve ordusunu yakalayıp denize atıverdik. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu. Onları ateşe çağıran öncüler kıldık, kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir. Bu dünyada arkalarına lânet taktık. Onlar, kıyamet gününde de kötülenmişler arasındadır"( Kasas- 40- 41- 42) Dolayısıyla Mümin süresi 46. âyetinde zikredilen "sabah akşam ateşe arzolunmak" kabir azabı değil, peşlerine takılan lanet, beddua, kötü anılma, Musa (a.s) ın onları sabah akşam uyarması, kalplerindeki ızdırap ve işkence olmalıdır. Tek gerçek budur. Kiyamet saatinden önce yani cehennem azabından başka hiçbir azabın olmadığı ile alakalı süre ve âyetler. (Mürselat süresi- Kiyame süresi, Zilzal süresi, Tekvir süresi, İnfitar süresi, Mutaffifin süresi, inşikak süresi, Karia süresi- Naziat-34-46; Abese-33-42; Kaf, 20-30)Özellikle Zümer suresinin 68-75 âyetleri bu konuda çok önemlidir. Çünkü kiyamet saatini sura üflemenin başlangıcından, cennet ve cehenneme varıncaya kadar olayların özetini veriyor. Yasin süresi 51-65 ile Kaf süresi 20-30 âyetleri de böyledir. Önemli bir gerçek daha vardır ki bu çok önemlidir. Kabir azabının varlığında ısrar edenlerin İslam'dan, Kur'an'ın hikmetinden hiçbir şey anlamamış olmalarıdır.Önyargı ile yaklaşan birine, Kur'an kendisinden hiçbir şey nasip etmez. Kur'an kendisiyle birlikte bir ortak ve rakip kabul etmez.Çünkü dinde Kur'an yüce Allah'ı temsil eder. Kur'an'ı başka kitaplarla yarışmaya sokmak tartışmasız küfürdür.Birinci derecede kaynak Kur'an, ikinci derecede kaynak Buhari, Müslim, Tirmizi, Kâfi, Ebu Davud, Nese'i, Ahmet bin Hanbel, Mâlik bin Enes, İbni Mace dediğiniz anda bu şirk ve küfür olur. Kur'an'ı beşeri kaynaklarla dereceye sokamazsınız.Kur'an dışında bütün kaynaklar tartışmaya açıktır. Tevhid, dinde vahyin egemenliği demektir. Şia ve Ehli Sünnet anlayışı cehaletin eyleme geçmiş hali gibidir. Onlar Kur'an'a kulak asmaz rivayetlerin bataklığında debelenip dururlar. Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynakları asla Kur'an'ın dengi olamazlar, onlar tahrif edilmiş Tevrat ve İncil'in dengi bile olamazlar.
BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ŞART MIDIR? (6. YAZI)Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa iman etmemek ve sadece Kur'an'a tâbi olmak kişinin kendisine kolay geleni alıp sadece onunla amel etmesi caiz olur.Din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet mevcuttur.İnsanın kendisi için en kolay olan bir yoldan yürüme hakkı vardır.Yeter ki Kur'an'a aykırı olmasın.Din kolaylıktır.İnsanları amel bakımından zora koşmaz.Onları altından kalkamayacakları yükü yüklemez. "...Allah sizin için kolaylık ister zorluk istemez..." (Bakara-185)" Allah size herhangi bir bir güçlük çıkarmak istemez" (Maide- 6)Salat'ı ikâme etmek için su bulunmadığı zaman teyemmüm, (herhangi bir şeyle temizlik) yolculukta ve hastalıkta şehri Ramazan savmının terk edilmesi gibi uygulamalar ameli konularda kolaylık ilkesini insanlara göstermek açısından ortaya konmuştur. Kur'an ilminde hükmün delilini bilmeyen ve böylece avamdan sayılan kimseye gerekli olan, Kur'an'ı bilen ve ondan başka hiçbir kaynak kabul etmeyen birisinin görüşüne tâbi olmaktır.Ehli Sünnet ve Şia mezhebinin kaynakları ve içtihatları hurafe, yalan, iftira ve zorluklarla doludur.Kuran'a, akıl ve tefekküre, güzel ahlak ve sorgulamaya aykırı olan bu uydurma ictihadlara uymak caiz değildir.Çünkü Allah Resulü'nün görevi, dinde ve yaşam alanında olan zorlukları, uydurma ve yalanları, hurafe ve cehaleti kaldırmaktır."Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları ümmi Nebi olan Resul'e uyanlar var ya, işte o Resul onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir"O Resul'e iman edip, ona saygı gösteren yani ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nura (Kur'an'a) tâbi olanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır"(Araf- 157)Toplum, tamamen uydurma, Resul (a.s) adına iftira ve büyük çoğunluğu Allah'ın kitabına aykırı bölücü ve ayrıştırıcı mezhep ictihatlarından değil, Kur'an'dan hesaba çekileceğini bilmelidir.Yani hiçbir meselede ve hadisede belirli bir mezhebe tabi olmak caiz değildirİnsan için, itikâdi doğruluğu sabit olan âlimlerden dilediğini taklit etme ve dilediği Kur'an âliminin görüşü ile amel etme hakkı vardır.Kişinin bulunduğu görüş ve ictihattan başka bir görüş ve ictihada geçmesi kınanacak bir şey değildir.Aksine bu hareket tarzı tefekkür etme, sorgulama yapma, aklı kullanma ve bir erdemdir.Çünkü yüce Allah'ın vahiyle gerekli kıldığı şeyden başka hiçbir şey farz olmaz.Sonuç Olarak:Şia ve Ehl-i Sünnette en çok istismar edilen ve rant aracı olarak kullanılan şey dindir! Şii ve Sünni din adamlarının akıl ve zihin dünyaları problemlidir.Mezhep imamlarının ve muhaddislerinin inanç ve ahlak yapısı proproblemlidir. Toplum olarak yüzyıllardan beri bu problemlerin faturasını malımız ve mülkümüz, canımız ve kanımızla çok ağır olarak ödüyoruz. Bu problemli akılsız kafa, önce birini ilahlaştırıyor, sonra da gidip onun ürettiği şirk bataklığında kendisini ona boğduruyor.Bu akılsız mukallit kafa, çok tehlikeli bir kafadır! Bu kafa çağlar öncesinde kalmış yobaz bir kafadır. Bu kafa, şizofrenik bir kafadır! Bin üç yüz yıl öncesinin anlayışıyla bugünü yaşamaya çalışan medeniyetsiz ve merhametsiz blr kafadır.Bu çağdışı ve akılsız inanç malzemesiyle hayırlı bir icat ortaya koyamazsınız.Kur'an sayesinde ya hayırlı ve medeni bir ümmet olacaksınız ya da cehenneme odun olmak için yaşayan bir toplum.Aslında mesele bu kadar basittir.Yani dünya hayatında cehennemin mutfağına insanları mahkum eden bir din, âhirette onları nasıl cennete götürsün? Şiilik ve Sünnilik dininde Kur'an'ın zerresi, aklın "a" sı, tefekkür etmenin "t" si yoktur.Allah'ın rahmet ve sünneti gereğince "gavur" ve "cehennemlik" olarak gördükleri batı, ürettiği akıl ve teknolojiyi bize satıyor da, onu alıp rahat ediyoruz. Satmasa hepten birbirimizi yiyeceğiz. Resül (Kur'an) Allah'a ve selamet yurdu olan cennete davet ederken, Mezhepler şeytanlara ve cehenneme dâvet ederler.Bin yıl öncesinde yaşayıp ölen mezhep imamına, müctehidine itaat etmek ve tâbi olmak put perestliğin daniskasıdır.Yirmi birinci asırda biyolojik yönden akılsızların "evliyadır" diye, milyonların peşlerinden koşup gittiği, "bizim halimiz ne olacak?" diye de soran akıllılarımız! var.Batı dünyasını sömürgeci diye eleştirip duruyoruz! Esas sömürgeci vatandaşının dinini ve imanını, dünyasını ve âhiretini insafsızca sömürendir.Dini rant ve çıkarına alet edendir.Allah ile insanları aldatan, gözü dünya hayatından başka bir şey görmeyendir.Batı kendi insanını sömürmüyor. Biz ise binbir yalan ve dolanla kendi insanımızı aklen ve zihnen sömürüyoruz.Kur'an'a göre gerçek ihanet budur.(Enfal-27)Adam ilahiyat profu! olmuş yaptığı tek iş muhafazakar kanallarda milyonlarca insana çağlar öncesinin akıl almaz hurafe ve yalanlarını anlatmak.Adam prof olmuş ama hâlâ bin yıl öncesinin mağara hayatının faziletini anlatıyor.Kur'an üzerinde bütünsel bir çalışma yapmadığımız, Nebi ve Resülün hangi anlama geldiğini bilmediğimiz, vahyin kavramlarını çözmediğimiz, daha açık bir ifadeyle, Kur'anin hedefi nedir, ahlakı nasıldır, sorularına cevap bulmadığımız sürece, bin üç yüz yıl öncesinin beyni çürümüş fosillerine mahkum yaşarız.Uydurma dine karşı Kur'an ile aklımızın çapını genişletmeden mezheplerin karanlığından dışarıya çıkamayız.Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları Kur'an'a düşman oldukları gibi, akla da düşmandırlar, halbuki batı'da aklın kullanılması ile ilgili yüzlerce eser vardır.Şunu kafamıza iyice yerleştirelim! Yirmi birinci yüzyılda mezhepsel dünya ve medeniyet diye bir şey olmayacaktır.Gelecek çağlar, akıl ve bilim eksenli düşünme çağı olacaktır. Bu çağda olduğu gibi, bundan sonraki çağlarda da mezhep tapıcılığı devam edecektir.Fakat hükmetmenin ve medeniyetin yolu akılcılıktan ve bilimsel düşünmekten geçecektir.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(226. YAZI)Mümin Süresi 85 Âyet olup Mekke'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Hâ. Mîm. 2,3-) Bu kitap Aziz, Alim, günahı mağfiret eden, tevbeleri kabul eden, azabı şiddetli, geniş imkan (güç ve kuvvet) sahibi Allah tarafından indirilmiştir. O’ndan başka ilâh yoktur, dönüş ancak O’nadır. 4-) Kâfirler olanlardan başkası, Allah’ın âyetleri hakkında mücadele etmez. Onların beldelerde (refah içinde) gezip dolaşması seni aldatmasın.(Âyet mezhep tapıcıları ile ilgilidir. Her ne zaman onlara Kur'an okunsa, atalarından kendilerine gelen rivayetleri savunur. Dinde Kur'an'ın tek kaynak olduğunu kabul etmez, beşeri yalanlarla dinlerini müdafaa eder ve hakka karşı tüm güçleriyle mücadele ederler.) 5-) Onlardan önce Nuh kavmi ve bunlardan sonraki topluluklar da (vahyi) engellemeye, her ümmet kendi Resul'unu almaya yeltenmişti. Hakkı yok etmek için batılla (atalarının dini olan rivayetlerle vahye karşı) mücadele etmişlerdi. Bunun üzerine ben onları aldım. Cezalandırmamın nasılmış (gördüler!) 6-) Kâfirlerin ateş ashabı olduklarına dair Rabbinin sözü işte bu şekilde gerçek oldu. 7-) Arş’ı yüklenen yani onun çevresinde bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih ederler yani O’na iman ederler. Ve Müminlere istiğfar ederler: Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeye geniş gelmiştir. O halde tevbe eden ve senin yoluna tâbi olanları mağfiret et yani onları cehennem azabından koru! (Arşı yüklenenlerin müminlere istiğfar etmelerini şu şekilde anlamak gerekiyor.Yüce Allah müminlerden nasıl razı olmuş ve onları sevmiş ise, yağmur, su, rüzgar, fırtına, kasırga, deniz, madenler, bitkiler ve ormanlar gibi yüce Allah'ın yasaları olan melekler de lisanı halleriyle müminlere istiğfar ederler yani yüce Allah'ın bir kulu ve askeri olarak onların akılları emrinde hareket eder, onların sayesinde geniş imkanlar elde ederek medeniyet kurar, refah ve huzur içinde yaşarlar. Yüce Allah kimi severse, yerde ve göklerde yarattığı her şey de onu sever yani psikolojik bir rahatlama ve müreffeh bir hayatın içinde olur. Yüce Allah'ın müminlere destek verdiği en büyük gücü yani yasası yani meleği indirmiş olduğu vahiy'dir.Aşağıdaki âyetler, müminlerin, meleklerin (yağmur-ruzgar- fırtına- kasırga- güneş enerjisi ve diğerlerinin) lânetine değil, rahmet ve mağfiretine mazhar olduklarını göstermektedir. Yüce "Allah, iman edip salih ameller işleyenlere karşı eşyanın tümünde bir sevgi ve kabullenme meydana getirir" (Meryem-96)8-) Rabbimiz! Onları da, onların atalarından, zevcelerinden, zürriyetlerinden salih olanları da kendilerine vâdettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz azîz ve hakîm olan sensin! 9-) Bir de onları, kötülüklerden koru. O gün sen kimi kötülüklerden korursan muhakkak ki onu rahmetine mazhar etmiş olursun. Yani bu azim bir başarıdır. 10-) Kâfir olanlara şöyle nida edilir: Allah’ın (size karşı olan) nefreti, sizin kendi nefislerinizde (vahye karşı) taşıdığınız nefretinizden elbette daha büyüktür. Zira siz (vahye) imana davet ediliyor, fakat kâfir oluyordunuz. 11-) Onlar: Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mıdır? derler. (Âyette bulunan iki ölüm ve iki dirilmeden maksat, geçici ölüm olan uyku ve ondan dirilme (Zümer-41) dünya hayatından intikal etme olan yani gerçek ölüm ve yeniden dirilmedir. Yoksa İslam dini reenkarnasyon diye bir şeyi kabul etmez.)12-) (Onlara denir ki:) İşte bunun sebebi şudur: Yalnız Allah'a (Kur'an'a) dâvet olunduğu zaman kâfir oluyordunuz. O’na şirk koşulunca (hemen) iman ediyordunuz. Artık hüküm, yüce ve büyük olan Allah’ındır. (Yukarıdaki âyet, rivayetlere ve mezheplere iman edenlerin nasıl bir şirk içinde olduklarını apaçık bir şekilde ortaya koyuyor.) 13-) Size âyetlerini gösteren yani sizin için gökten rızık indiren O’dur. (ön yargısız Kur'an'a) yönelenden başkası tezekkür etmez. 14-) (Ey müminler!) Kâfirlerin hoşuna gitmese de Allah'a karşı muhlis olarak dua edin!(İhlas, dini Allah'a özel kılmak, muhlis ise, dini Allah'a özel kılan kişi demektir. Muhlis olmayanın yani dini Allah'a özel kılmayanın hiç bir ibadeti kabul olmaz. Yani rivayetlere ve mezhep ictihatlarına iman edenlerin Allah'ın indinde hiç bir değerleri yoktur. Çünkü ameller vahiy'le yani ihlâsla yani dini Allah'a özel kılmakla değer kazanırlar.) 15-) Dereceleri yükselten, Arş’ın sahibi olan Allah, kavuşma günüyle uyarmak için kullarından dilediğine emri (yasası) gereği ruhu (Kur'an'ı) indirir. (Yukarıdaki âyet Nebi'lere vahiy göndermekle ilgili olduğu için "alé men yeşêu min ibêdihi" "kullarından dilediğine" oluyor. Çünkü Resul seçimi yüce Allah'ın seçimine bağlı bir durumdur.Nahl-2 ve Şûra-52 âyetlerde de benzer mesajlar mevcuttur.)16-) O gün onlar meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah’a gizli kalmaz. Bugün mülk kimindir? Kahhâr olan tek Allah’ındır. 17-) Bugün her nefse kazandığının karşılığı verilir. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çarçabuk görendir. 18-) Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o onda dehşet içinde yutkunurken kalpler ağızlara gelmiştir. (O gün) zalimler için candan bir dost ve itaat edilecek (sözü dinlenecek) bir şefaatçı yoktur. 19-) Allah, gözlerin hain bakışını yani göğüslerin gizlediğini bilir. 20-) Allah, adaletle karar verir. O’nun dununda dua ettikleri ise, hiçbir şeye karar veremezler. Şüphesiz Allah, hakkıyla işiten ve görendir. (Yani Allah tek olduğu için, sözü, emri, hükmü, kararı bellidir, başı ve sonu vardır yani her şey açık ve nettir. Fakat rivayet ve mezhep şirkinin onlarca ilâh ve rableri vardır. Dolayısıyla hiçbir şey açık ve net değildir. İnançlar ve fikirler muhteliftir.)21-) Onlar, yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin âkıbetinin nasıl olduğunu görsünler! Onlar, kuvvet ve yerde yaptıkları eserler yönünden bunlardan daha da şiddetli idiler. Böyleyken Allah onları günahları yüzünden yakaladı. Onları Allah’ın gazabından koruyan da olmadı.(Gerçekten de, Mısır medeniyeti ve eserleri yanında Mekke bir hiçtir, sözü bile edilmez.)22-) Bunun sebebi, Resulleri kendilerine beyyinelerle geldikleri halde, kâfir oldular. Allah da kendilerini tutup yakalayıverdi. Doğrusu O, kuvvetlidir; azabı da şiddetli olandır.
2 Haziran 2022 Perşembe
KUR'AN'DA SALÂT(3.YAZI)Bir âyet dizisine daha bakalım."Siz kitab'ı tilavet ettiğiniz halde kendinizi unutup başkalarına erdemli olmayı mı emrediyorsunuz? Aklınızı kullanmaz mısınız! Yani sabır ve salât ile yardım dileyin. Huşu duyanlar dışında kalanlara çok ağır gelir"(Bakara- 44,45)Burada yüce Allah insanlara anlaşılır bir şekilde buyuruyor ki: Siz kitab'ı okuduğunuz halde, kitab'ın emirlerini okuduğunuz halde kendinizi unutup başkalarına erdemli olmayı tavsiye mi ediyorsunuz?Sabırla yani kitab'ın içindeki emirleri takip etmekle ona tâbi olmakla yardım dileyin""Kendilerine, "elinizi çekin yani salât'ı ikâme edin "Allah'ın emirlerini takip edin" denilen kimseleri görmedin mi? Sonra savaş onların üzerine yazılınca içlerinden bir fırka Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korkuyla insanlardan korkuyorlar da "Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın, bizi yakın bir süreye kadar geri bıraksan olmaz mıydı?" diyorlar.(Nisa-77)Burada bir anahtar kelime görüyoruz "yazılmak" yani Allah onlara belli bir işi yapmaları için emir verdi. Dolayısıyla onlara salât'ı emretti. Onlara her ne emredildiyse, ona tâbi olmalarını emretti.Hud süresi 84- 87. âyetlere bir göz atalım.(Şuayb) dedi ki: Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. O'ndan başka ilahınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın..." "Ey kavmim! Ölçüye ve tartıya adaletle vefa gösterin yani insanların mallarının değerini düşürmeyin, yeryüzünde bozgunculuk yaparak başkalarına zarar vermeyin. Kavmi ise, "ey Şuayb! Atalarımızın ibadet ettikleri şeylerden yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana salât'ın (tabi olduğun vahiy, din) mı emrediyor?" yani Şuayb, onlara ilahi emirleri getirdi. Ve kavmi ona: Senin salât'ın mı, senin tabi olduğun din mi bunu emrediyor? diyorlar. Burada anlatılan namaz değil, yani bir ritüel değildir.Burada açıkça bahsedilen, Şuayb (a.s) ın sıkı sıkıya bağlı olduğu ilahi emirlerin tümüdür.Son üç âyetimizden biri olan Şura 38. âyette: Onlar, Rablerinin dâvetine icâbet eden yani salât'ı ikâme edenlerdir. Yani (dünya) işlerini aralarında şura ile (danışarak) yapanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edenlerdir"Burada açıkça görülüyor ki Allah'ın davetine cevap demek, onun emirlerinin hepsini yakından takip etmektir. Mâide- 91. Âyet: Şeytan ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak yani Allah'ın zikrinden yani salâttan (yakın takip etmekten) sizleri alıkoymak ister" Tekrardan söylüyorum, bu âyetler bir çeşit ritüelden bahsetmiyor. Bu âyetler, Allah'ın tüm emirlerini takip etmekten yani istisnasız onlara itaat ve ittibâdan bahsediyor. Tevbe- 5. ayet: Haram aylar geçtiğinde müşrikleri gördüğünüz yerde öldürün. Eğer tevbe eder yani salât'ı ikâme ederlerse yani zekâta (arınmaya)gelirlerse onların yollarını bırakın" Bu âyet, bir ritüele başlayan müşrikleri anlatmıyor. Basit bir şekilde Kur'an'da anlatılan Allah'ın emirlerine saygı duyan ve onları takip eden yani tevhid dinini kabul eden birinin durumunu anlatıyor. Evet arkadaşlar, az önce salât kelimesinin anlamının Allah'ın emirlerini yakından takip etmek olduğunu bilinciyle Kur'an'dan toplam dokuz âyete göz attık.Bu kelimenin ritüellerle hiç bir alakası yoktur. Kısaca özetlemek gerekirse, "musalli", Allah'ın emirlerini yakından takip eden vahyin tümüne itaat ve ittibâ eden kişiye denir. Ve eğer daha öncesinde bahsettiğimiz iki at analojisini kullanacaksak, bu durum aslında Kur'an'ın kendisinin lider olduğunu ve imanlı bir kişinin Allah'ın emirlerine sıkıca sarılmış, onun himayesine girmiş kişinin onu yakından takip eden musalli olduğunu gösterir. Buda demek oluyor ki bu iman eden kişi, Kur'an'ın emirlerini çiğnemediği sürece Kur'an'ı takip etmektedir. Yani musallidir. Salat kelimesinin başka âyetlerde başka anlamlarla da kullanıldığından ötürü elbette bazı sorularımız da olacaktır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(225. YAZI)Zümer Süresi 41-) Şüphesiz biz bu kitab’ı sana, insanlar için hak ile (bir amaca yönelik) olarak indirdik. Artık kim (buna bakarak) hidayeti seçerse, kendi nefsinedir; kim de (ondan) saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Yani sen onların üzerinde vekil değilsin. 42-) Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken nefisleri vefat ettirir de ölümüne karar verdiğini alır, diğerini adı konulmuş bir süreye kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda tefekkür eden bir kavim için âyetler vardır. (Gece vakti yatan bir insan aslında vefat etmiş sayılır. Bu geçici bir ölümdür. Sonra insan yeniden dirilir. Yani öldükten sonra dirilmeye en büyük kanıt uykudur. Yüce Allah, insana her gece öldükten sonra yeniden dirilişi gösteriyor.) 43-) Yoksa onlar Allah’tan başkasını şefaatçılar mı edindiler? De ki: Onlar hiçbir şeye mâlik olamazlar yani akıl erdiremezlerse de mi (şefaatçı edineceksiniz)? (Kur'an'da geçen bütün şefaat (yarar veya zarar verme) kavramları dünya hayatı ile ilgilidir. Çünkü müşrikler öldükten sonra dirilmeye iman etmiyorlardı. Müşrikler, dünya hayatında evliya ve ilahlarının kendilerine yarar ve zarar dokundurabileceğine iman ediyorlardı. Yani onların aleyhinde söz söylenmesini istemiyorlardı. Şefaatle ilgili âyetlerin iniş sebebi budur. Dolayısıyla âhirette hiç kimsenin şefaati yoktur. (Bakara- 48, 254) Çünkü âhiret yarar ve zarar verme yeri değil, hasad yeridir yani ekilenin biçildiği yerdir. Yani ceza ve ödül yeridir.) 44-) De ki: (Dünyada) Bütün şefâat Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz. (Yukarıdaki âyette bulunan "şefaat" kavramının dünya ile ilgili olduğunu, sonradan gelen cümle ortaya koyuyor. "Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz")45-) Allah, tek olarak anıldığı zaman, (gerçekte) ahirete iman etmeyenlerin kalplerine sıkıntı basar. Ama Allah’ın dununda başkaları anıldığı zaman hemen müjdelenmiş gibi sevinirler. (Yukarıdaki âyet mezhep ve tarikat müşriklerinin ahlak ve karakterlerini deşifre ediyor. Onlara "Kur'an'a gelin, sadece ona iman ve itaat edelim, dinde ondan başka kaynak yoktur, din onunla tamamlanmıştır" denildiğinde, rahatsızlık duyarak şiddetli bir şekilde karşı çıkarlar.)46-) De ki: Ey gökleri ve yeri yoktan var eden, gaybı da şehâdeti de bilen Allah'ım! Kullarının arasında, (din konusunda içine) düştükleri ihtilafın hükmünü (vahiy'le) ancak sen verirsin. (Yani ihtilaf edilen dini konularda vahiy'den başka hiçbir kaynak hüküm mercii olamaz. Âyette geçen "hüküm" dünya hayatı ile ilgilidir. Çünkü âyet dünya hayatı ile ilgili olmasaydı âhiret kaydı düşerdi.(Bakara-213; Âli İmran -23; Nisa-65, 105; Mâide-44, 45, 47, 48, 49; Nur-48,51)Dini konularda Kur'an'dan başka hiçbir şey ihtilafları çözemez.) 47-) Eğer yerde ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha o zulmedenlerin olsaydı, kıyamet gününde azabın kötülüğünden (kurtulmak için) elbette bunu fidye olarak verirlerdi. Halbuki (o gün) onlar için, Allah tarafından, hiç hesap etmedikleri şeyler ortaya çıkmıştır. 48-) Onların kazandıkları kötülükler (o gün) açığa çıkmış, alaya aldıkları şey, kendilerini sarmıştır. 49-) İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize dua eder. Sonra, kendisine tarafımızdan (zararı) nimetle değiştirdiğimiz vakit, "Bu bana ancak bir ilimden dolayı verilmiştir" der. Hayır o, bir fitnedir, (sınamadır) fakat çokları bilmezler. 50-) Andolsun ki onlardan öncekiler de bunu söylemişti; ama kazandıkları şeyler onlara fayda vermedi. 51-) Bunun için kazandıkları kötülükler onlara isâbet etti. Yani bu zalimlerin de işledikleri kötülükler kendilerine isâbet edecektir. Çünkü hiç bir şekilde (Allah’ı) âciz bırakamazlar. 52-) Bilmiyorlar mı ki Allah, rızkı dilediğine yayar, dilediğine de ölçülü verir. Şüphesiz bunda inanan bir kavim için âyetler vardır. 53-) De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullar! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, Ğafur ve Rahim olandır. 54-) Yani size azap gelip çatmadan önce Rabbinize (Kur'an'a) dönün, O’na teslim olun, sonra size yardım edilmez. 55-) Yani siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur’an’a) tâbi olun.56-) Nefsin: Allah’ın (Kur'an'ın) yakınında (olduğum halde kötülüklerde) aşırı gittiğim için bana yazıklar olsun! Gerçekten ben (vahyi) alaya alanlardandım (diyeceği günden sakının)! 57,58-) Veya: Allah bana hidayet etseydi, elbette muttakilerden olurdum, diyeceği, yahut azabı gördüğünde: Keşke benim için bir kere daha(dönmeye) imkân bulunsa da güzel ahlak sahibi olanlardan olsaydım! demeden önce (Kur'an'a tâbi olun.) 59-) (Bu pişmanlık duyanlara karşı yüce Allah'ın cevabı) Hayır (dönemeyeceksin)! Âyetlerim sana gelmişti de sen onları yalanlamış, kibirlik taslamış yani kâfirlerden olmuştun. (Yukarıdaki âyetler dinde her şeyin Kur'an'a bağlı olduğunu gösteriyor. İbadet de, takva da, ihsan da, ihlas da salât da Kur'an'la ilgili kavramlardır. Yani dinde Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul etmeyenler Allah'a değil, tağutlara ibadet etmiş sayılırlar. Kur'an'ın yanında başka kitaplara iman edenler muhsin, muhlis, musalli ve muttaki olamazlar. Çünkü bütün bu kavramlar Kur'an'a teslim olmakla ilgilidir. )60-) Yani kıyamet gününde Allah hakkında yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Kibirlenenlerin kalacağı yer cehennemde değil midir? 61-) Allah, takvâ sahiplerini kurtuluşa erdirir. Onlara hiçbir kötülük dokunmaz. Yani onlar mahzun da olmazlar. 62-) Allah her şeyin yaratıcısıdır. Yani O, her şeye vekîldir. 63-) Göklerin ve yerin kilitleri O’nundur. Allah’ın âyetlerine kâfir olanlar var ya, işte onlar hüsrana uğrayanlardır. 64-) (Ey Nebi!) de ki: Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına ibâdet etmemi mi emrediyorsunuz? 65-66) (Ey Nebi!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun Allah’a şirk koşarsan, tüm amellerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun! Hayır! Yalnız Allah’a ibâdet et ve şükredenlerden ol. (Yukarıdaki iki âyette bulunan önemli noktalar. 1-) Bütün Nebiler vahiy alır, Resul olarak tebliğ ederler. Bu yüzden parantezin içine "Ey Nebi!" hitabı gelmesi gerekiyor.2-) Nübüvvet özel hayat olduğu için, Nebi'nin hata etme ihtimaline karşılık uyarılmıştır. Resul'un görevi tebliğ olduğu için hata etme ihtimali yoktur. Resul asla hata etmez. Çünkü Nebi hata yaptıktan sonra, Resul hata yapmadan önce uyarılır.3-) Şükür, şirkin zıttı olan bir kavramdır. Yani şükür dille yapılan bir şey değil, inanç, amel ve yaşanan hayatla ilgili bir kavramdır. 4-) İbâdet bazı ritüelleri yapmak değildir. İbâdet kulluk demektir. Yani ömrün tümünü içine alan bir inanç, ahlak ve hayat tarzıdır.)67-) Onlar Allah’ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O’nun tasarrufundadır. Gökler O’nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir. (Dinde Kur'an'dan başka kaynağa iman edenler Allah’ı hakkıyla takdir etmemiş olurlar. İbâdet, ihlas, ihsan, takva, salât gibi kavramlar, Kur'an'ı bilmekle ilgili oldukları gibi, Allah’ı gerektiği gibi takdir etmekte Kur'an'la ilgili bir durumdur. Kimin eserine iman edersen, onu takdir etmiş olursun. Çünkü dinde Allah'ı Kur'an temsil eder. Kur'an'ı başka kitaplarla yarışmaya sokmak tartışmasız küfürdür.Birinci derecede kaynak Kur'an, ikinci derecede kaynak Buhari, Müslim, Tirmizi, Kâfi, Ebu Davud, Nese'i, Ahmet bin Hanbel, Mâlik bin Enes, İbni Mace dediğiniz anda bu şirk ve küfür olur. Kur'an'ı beşeri kaynaklarla dereceye sokamazsınız.Kur'an dışında bütün kaynaklar tartışmaya açıktır. Tevhid, dinde Allah’ın egemenliği demektir. Yüce Allah egemenliğine hiç kimseyi ortak yapmaz (Kehf-26) 68-) Sûr’a üflenince, Allah’ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir. Sonra ona bir daha üflenince, bir de ne göresin, onlar ayağa kalkmış bakıyorlar! 69-) Ve yer, Rabbinin nûru ile aydınlanır, kitap konulur, Nebiler ve şahitler getirilir yani aralarında adaletle karar verilir, onlara asla zulmedilmez. 70-) Yani her nefse amellerinin karşılığı verilir. O (Allah), onların yaptıklarını en iyi bilendir.71-) Kâfir olanlar, zümre zümre cehenneme sevkedilir. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara: Size, içinizden Rabbinizin âyetlerini tilâvet eden yani bugüne kavuşacağınızı ihtar eden Resuller gelmedi mi? derler. «Evet geldi» derler ama, azap sözü kâfirlerin üzerine hak olmuştur.(Âyette bulunan "Resüller" vahiy alan yani Nebi olan Resüller değil, vahiy ile insanları uyaran kitaba bağlı Resüllerdir. Kitaba bağlı Resüller kıyamet gününe kadar bulunacaklardır. Yani her zaman var olacaklardır. Yoksa bekçilerin "Size, içinizden Rabbinizin âyetlerini tilâvet eden yani bugüne kavuşacağınızı ihtar eden Resüller gelmedi mi? ..." demelerinin hiçbir anlamı olmazdı. Çünkü vahye bağlı yani Nebi olan Resüllerin ömürleri çok kısadır. Dünya hayatı ve insanlık tarihi açısından Nübüvvete bağlı yani vahiy alan Resüllerin ömrü bir yıldırım çakması kadar değildir. Kitaba bağlı Resüllerin olmasının sebebi ise, vahyin sözün gücüne sahip olmasındandır. Eğer insanları Kur'an ile uyaranlar olmazsa toplum tümden hurafe ve karanlıklara mahkum olacaktır. Çünkü vahyin dili yoktur. Vahiy konuşmaz. İşte bu yüzden bize "bilmediklerinizi zikir (Kur'an) ehline sorun buyurmaktadır.(Nahl-43; Enbiya-7) 72-) Onlara: İçinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin; kibirlenenlerin yeri ne kötü! denilir. 73-) Rablerine karşı takvâlı olanlar ise, zümre zümre cennete sevk edilir, oraya varıp yani kapıları açılıp da bekçileri onlara: Size selam olsun! Tertemiz geldiniz. Artık devamlı kalmak üzere oraya giriniz, derler. 74-) Onlar: Bize verdiği vâde (söze) sadık kalan yani bizi, dilediğimiz yerinde yerleşeceğimiz bu cennet yurduna vâris kılan Allah’a hamdolsun. Salih amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş! derler. 75-) Melekleri görürsün ki, Rablerini hamd ile tesbih ederek Arş’ın etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında adaletle hükmolunmuş ve "alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun" denilmiştir.(Zümer Süresinin Sonu)
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (6. YAZI)Rey ehl-i ile hadis ehl-i arasında en önemli tartışma, dini kurallar hakkında aklın kullanılmasının gerekli olup olmadığı ile ilgili olan tartışmadır.Rey ehl-i dinin emirleri konusunda, özellikle Kur'an'ı anlamada aklın kullanılmasını önemserken, hadis ehl-i din alanında aklın kullanmasına şiddetle karşı çıkmıştır. "Ehl-i hadis, Sünni ve Selefi anlayışa göre dini konuda âyetin, hadisin ve sahabe ictihadının dikkate alınması, bunlarda delil bulunmazsa Selef âlimlerinin ictihadlarına tabi olunması gerekir" görüşündedirler. Aslında Rey ehl-i de aynen Şia, Ehl-i Sünnet ve Selefiler gibi din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak alıyor değiller. Rey ehl-i'nin din anlayışı Kur'an ve Sünnet'e dayalı bilginin akıl ve içtihadlarla geliştirilmesi idi.Bu anlayışın ileri gelen önemli şahsiyeti Ebu Hanife'dir. Ebu Hanife, dini düşüncede az da olsa aklı kullanmaya değer verdiği için ona karşı büyük bir savaş açılmıştır.Selefi ve Sünni anlayışa sahip olanlar içinde Ebu Hanife'yi kafir, fasık, sapkın ve mürted olarak görmeyen kimse yoktur.Siyasi iktidarların hadis ehlinden yana tavır almaları neticesinde hicri üçüncü asrın ortalarında rivayetçi inanç sahipleri akla değer veren düşünceyi yok etmiştir.Bu kahrolası cehalet günümüzde de devam etmektedir.Hanif din anlayışını hayat sahnesinden silen mezhebi bağnazlık ümmi insanlara tek hidayet olarak gösterilmiştir.Ehl-i hadis, Selefi inanç ve Sünni anlayış, islam dininin tek kaynağından sapmış, Kur'an'ı tek kaynak durumundan çıkarmış, birçok kaynaktan biri olarak görmüştür. Ebul Hasan el- Aş'ari, Muhammed bin İdris (Şafii), Ahmed bin Hanbel ve benzeri mezhep imam ve müctehidler, dinin Allah'ın kitabına ve Resulü'nün Sünnetine uymak olduğunu savunmuşlardır.Ashabul- Hadis'e göre dinde önemli olan Allah Resulü'nün hadisleri ve geçmiş üç neslin (sahabe-tâbiin-tabe'i tâbiin) ictihad ve uygulamalarıdır.Kur'an'dan kopuk olan Selefi akıl, geleceği planlama ve kurmaya yönelik değil, geçmişin yalan ve iftiralarını gelecek nesillere aktarmaya çalışan tamamen mukallit bir zihin ve inanç şeklidir.Ehl-i hadis, Şii, Sünni ve Selefi düşünceye göre, İslam dini, Allah tarafından tamamlanmış değildir.Bu anlayışa göre din ancak Muhammed (a.s) ın söz ve uygulamaları, sahabe- tâbiin-tebe'i tabiin'nin ictihadlarıyla tamamlanmıştır. Yani artık geçmişte ortaya çıkan mutlak hidayet!!! ve hakkın! üzerine hiç kimse bir şey koyamaz, Artık dinde hiç kimsenin söz söyleme hakkı bulunmamaktadır.Bu gerici ve sefil anlayışa göre Kur'an, yedinci yüzyılın Mekke ve Medine'sine nazil olmuştur.Yani Kur'an'ın tüm insanları muhatap alması söz konusu değildir. Dolayısıyla gelecek olan insanlar vahyin değil, mezhep imamlarının ve onların içtihatlarının muhatabıdır. İşte bu bozuk din algısı yüzünden insanların orijinal ve heyecanlı fikir üretmelerinin önüne engel konulmuş, Kur'an'ın sesi susturulmaya çalışılmıştır.Sonuç olarak : Sadece vahyin muhatabı olması gereken insanlar, kurtuluşu ve hidayeti atalarının zehirli dininde bulmaya çalışan hastalıklı bir akıl yapısı ile dunya ve ahiretleri karartılmıştır. Ehl-i Sünnet ve Şia muhaddisleri rivayetler yoluyla Kur'an'la ilgisi bulunmayan yani Kur'an dışından uydurdukları sanal ve hayali bir "Muhammed" hakkında efsaneler geliştirmiştir. Resul (a.s) adına iftira ettikleri hadislerle Resulün beşeri yönü mitolojik masal kahramanına dönüştürülmüştür. Çok ilginçtir, Şia, Ehl-i hadis, Ehli Sünnet ve Selefiler, Kur'an cahili olduklarından dolayı Muhammed (a.s) ın beşer olma özelliğini, Resul olma niteliğinin önüne geçirmişlerdir. Yani bu ekollerin hepsi Allah Resulü'ne değil, Kur'an'dan koparılmış Muhammed'e itibar ettiler. Dolayısıyla geleneksel din mensuplarının yanında hadislerle anlatılan Muhammed, Kur'an'da bulunan Allah Resulü'nden daha önemlidir.Bu anlayışa göre Allah'ın yüzlerce âyette anlattığı Resul Muhammed diye bir kimse yeryüzünde yaşamış değildir. Buna bağlı olarak gelenekçilerin yanında diğer Allah elçilerinin de itibar gördüklerini söylemek imkansızdır.Sanki yeryüzünde Muhammed, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Aişe, Hafsa, Muaviye, Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatima'dan başka hiç kimse yaşamamıştır. Maalesef bu sakat anlayış günümüzde de devam etmektedir. Kur'an bilinmediği için insanların Allah'ın Resulleri hakkında sahip oldukları bilgi yok denecek kadar azdır. Mevlid kandilleri ve kutlu doğum merasimleri de onun beşeri ve biyolojik kişiliğini "Allah'ın Resulü olma" misyonunun önüne alan inanç biçiminin göstergesidir.Geleneksel dinin meydana gelmesinde köklü kültür ve kadim inançlarla karşılaşmanın rolü büyük olmuştur.Mesela, geleneksel dinin oluşmasında ortaya çıkan iki ana akımdan biri olan Rey ehl-i, dışa açık, Kur'an ve Sünnet ortak paydası ekseninde inanç geliştirirken, Ashab-ı Hadis ise Nebi (a.s) adına nisbet edilen hadisler ekseninde bir inanç sistemi inşa etmiştir.Rey ehl-i evrenselliği benimserken, Ehl-i Hadis ise yerel kalmayı tercih etmiş, hadis ve Sünnet perdesi altında Arap ırkını üstün tutmuş dolayısıyla yeni olan her düşünceye karşı gelmiştir.Hadis ehl-i her zaman Arap kültür ve geleneğini üstün görmüş, onu muhafaza amacıyla hareket etmiş, Kur'an'a aykırı olan cahiliyenin siyasal ve sosyal ahlakını hadislerle örtmeye çalışmıştır.Hadis Ehl-i'nin inanç ve amellerinde yani ictihadlarında Kur'an'dan bir şey bulmak mümkün değildir.Geleneksel İslam anlayışı olan Şia, Ehli Sünnet ve Selefilik, diğer din mensuplarına islam'ın evrensel ilkeleriyle örnek olmaları gerekirken, kendi içlerine kapanmış, insanları diğer inanç ve kültürlerin etkisinden korumayı amaçlamış ve din savaşını sünnet ve hadisler adına yapmıştır.Geleneksel din âlimleri, İslam'ı muhafaza etmeyi, hadis ve sünneti korumak olarak anlamıştır.Dolayısıyla Kur'an'ın ortaya koyduğu evrensel ahlak ve adaleti sünnet adı altında hadislerle yerelleştirmiştir. Allah Resulü (a.s) ve sahabe döneminde bilinmeyen hadis ve Sünnet iki asır sonra tamamen Kur'an'ın yerini almıştır.Şia ve Ehl-i Sünnet, Ehl-i Hadis ve Selefilikte, Kur'an teorik ve sözde kaynak olurken, hadisler ve âlimlerin ictihadları ise hayatın her alanına hakim olmuştur.Halbuki Kur'an ile Sünnet'i yani vahiy ile hadisleri yan yana koymak veya aynı yerde mütalaa etmek başta Kur'an olmak üzere ilim ve akla, tefekkür ve sorgulamaya büyük bir hakarettir. Sünnetçi inanç yapısı Kur'an'dan sonra en büyük darbeyi ilme yapmıştır. Hadis dininin öncüleri, ilmin sadece geçmiş alimlerin tekelinde olduğunu yani Selef alimlerinin ictihadlarından ibaret olduğu inancını yerleştirmiş ve bu fikri din haline getirmişlerdir.Şia ve Ehli Sünnet mensupları tarafından din atalarının tek ilmi otorite olarak kabul edilmesi, insanların Kur'an'a ulaşmasının önünde en büyük engel en aşılmaz bataklık olmuştur. Fakat Kur'an'ı Mübin'e baktığımızda Allah'tan başka hiç bir ilmi otoritenin olmadığını görebiliriz."Dinlerine tâbi olmadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Hidayet ancak Allah'ın hidayetidir. Sana gelen ilimden sonra onların hevalarına tâbi olacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır" (Bakara- 120)Başka bir âyete göre, "Her bilenin üzerinde bir bilen vardır"(Yusuf-76)Şia ve Ehl-i Sünnet'in selefi zihni, aklın karşısına hadis adı altında sünneti ve âlimlerinin ictihadlarını koyarak iman eden milleti akıl ve fikir engelli duruma getirmişlerdir.Selefi anlayışa göre atalarının dinine dayanmayan her ilim bid'attır.Yani sonradan çıkmış hurafe ve uydurmalardır.Halbuki kendi atalarından intikal eden her şey bid'attır, yalandır, şirktir.Çünkü din ve hüküm, helal ve haram olarak Allah'ın kitabına dayanmayan her inanç ve fikir batıldır.Fakat onlara göre ilim edinmenin tek yolu din adamlarının kaynaklarıdır.Atalarının dinine kesin bir şekilde tâbi olmayı öngören bu tavrın uzun bir süreç sonucunda ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.Selefilik, Emevi Halifesi Ömer bin Abdülaziz döneminden itibaren dini bir inanç kimliği kazanmıştır.Ömer bin Abdülaziz döneminde Selefe tâbi olmak, Resulullah'ın sünnetine tâbi olmak olduğunun inancı yaygın hale gelmiştir. Ömer bin Abdulaziz'e göre dinde asıl olan aklın yolu değil, eskilerin yani Selefi salihinin yolunu izlemektir. Bu nedenle hadisler, bid'at ve fasıklık adı verilerek bütün yeni fikirlerin karşısında siper yapılmışlardır. Bu sakat anlayış zaman içerisinde atalardan gelen ve atalara ait olan her şey olumlu ve güzel, Kur'an'a dayansa da yeni olan ve sonradan icat edilen her inanç ve fikir kötü inancını yaygınlaşmıştır. Bu şekilde mezhep tutuculuğunun merkezine hadis adı altında sünnet savunuculuğu gelişmiştir. Kur'an'dan edinilecek bağlam ve bütünlük yani hikmetin karşısına dinde olmayan başka kaynaklar yerleşip dinin tek kaynağı diskalifiye edilmiştir. Dini inanç alanında iman edenlerin dramı her zaman ve zeminde böyle olmuştur. Bu şekilde geçmiş atalarına kulluk eden, onların içtihatlarını din ve hüküm kabul eden ve onları sorgulamaktan korkan basit, düşüncesiz, ilimsiz bir yobazlık hayatın her alanına hakim olmuştur.
BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ŞART MIDIR?(5. YAZI)Bin sene önceki bir ilim adamı ile bugünkü ilim adamı arasında takva ve ihlas dışında hiçbir üstünlük bulunmamaktadır. Hatta Kur'an'a ulaşma, Kur'an'dan faydalanma, özgürlük ve ilim bakımından bugünkü âlimler öncekilerden daha akıllı ve daha geniş imkanlara sahiptirler. Bugünkü âlimler dünyayı daha net görmekte bilgi karmaşası geçmiş devirlere göre daha azdır.Allah elçisi adına yalan uydurma devri çok geride kalmıştır.Fakat kavram kargaşası ve batıl olanın hakka karıştırılması yüzünden ümmilerin Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yani hikmetini anlama ve ondan hüküm çıkarma yetenekleri yok edilmiştir. Böyle olunca elbette ki, ümmiler Kur'an'ı bağlam ve bütünlüğü içinde bilmeden yani araştırma yapmadan kendi ihtiyaçları için, keyfi amel yapmaları caiz olmaz. Bundan dolayı Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor. "Bilmiyorsanız zikir (Kur'an) ehline sorun"(Nahl, 43)Dolayısıyla, mukallidler ile Kur'an üzerinde tefekkür eden âlimler bir değildir. Mukallidin Kur'an ehli muvahhid âlimlere sormasından başka hiçbir yolu bulunmamaktadır.Mezheplere yani ölmüş kişilere uymak Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekküre aykırı çok sakıncalı bir durumdur.Akıllı müslüman güncel olmak zorundadır.Yani sorunlarını ölmüşlerden değil, yaşayanlardan sormak ve ona göre hareket etmek zorundadır. Akıllı mümin 1350 sene önce uydurulan Emevi- Abbasi Ehli Sünnet dininin ve kadim İran inançlarının kalıntılarına ve mezheplerine iman edemez.Müslüman sürekli kendisini yenileyen akıl ve fikir sahibi şuurlu insandır.Müslüman dini konularda kayıtsız şartsız olarak müracaat edeceği yer Kur'an ve Kur'an ehli muvahhid âlimler olmalıdır. (Bilenlere sormasıdır) Çünkü mukallidin delili yoktur.Delil olmadan da sorumluluk olmaz.Amel etmek için delil bulunmadığı vakit sorumluluk düştüğü gibi, fetva veren bilgili bir kimse bulunmadığı vakitte sorumluluk olmaz. İşte böylece Kur'an'ı hakkıyla bilen âlimin görüşünün mukallid için geçerli bir delil olduğu âyetle sabit olmuş olur. Her şeyin en doğrusunu bilen yalnız yüce Allah'tır. (Allah günahlarımızı bağışlasın)Kur'an'ın dini, Mezheplerin, rivayetlerin, tarikatların ve fırkaların üzerine bulaştırdıkları kirlerden dolayı bütün güzelliklerini kaybetmiş durumdadır.Mezhep âlimleri ve müctehidler tarafından dine bulaştırılan kirliliği başka kurumlarda görmek mümkün değildir.Nasıl ki alimler, Allah'ın kitabını açık olarak ortaya koymaktan sorumlu tutuluyorsa,"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu Kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra _gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hemde bütün lânet ediciler lânet ederler""Ancak tevbe edip durumlarını duzeltenler ve hakikatı açıkça ortaya koyanlar başkadır""Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim""Ayetlerimizin üstünü örtmüş ve o şekilde ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir. Onlar ebediyyen lânet içinde kalırlar..."(Bakara, 159, 160, 161, 162)İctihad etme yeteneği olmayan ümmiler de sadece Kur'an'ı anlatan ve yalnız Kur'an'dan konuşan âlimlerin inanç ve fetvalarını almakla sorumludurlar. Görünüşte âlimlerle mukallidler arasında ilmi bir farklılık görülüyorsa da, önemli olan güzel ahlak, ihlas ve takvada üstün olmaktır. Yani mukallid olanlar saygı dışında âlimlere kul ve köle konumuna kendilerini sokmamaları, âlimlerin ise bu gibi şeylerden mukallidleri men ederek, son derece tabii, güzel ahlak sahibi olmaları Kur'an'ın emirleri arasında yer almaktadır. Kur'an'ın, Allah Resulü için "sahibuküm" "arkadaşınız" tâbirini kullanması boşuna değildir.(Ey Mekke müşrikleri!) "Arkadaşınız (Muhammed-Nebi) mecnun değildir "(Tekvir-22)Yani Muhammed sizin arkadaşınızdır. Ona vahiy gelmesi ve güzel ahlak sahibi olması dışında sizden bir üstünlüğü yoktur."Deki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. Şu var ki bana, İlah'ınızın, tek bir İlah olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amellerde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi şirk koşmasın"(Kehf-110)"Sakın ona kul ve köle olmayın, zaten o sizden böyle bir şey beklemez demek istenmiştir"Kur'an'ın yüzlerce âyeti olaylar ve sorulan sorular üzerine nazil olmuştur.Kur'an'ın apaçık olmasının en büyük sebebi ilim adamlarının rab edinilmemesi içindir."Elif. Lam.Râ (Bu sana indirilen)hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da detaylandırılmış bir kitaptır. Allah'tan başkasına kulluk yapmayasanız diye,..."(Hud-1,2)Fakat vahiy tamamen sözün gücüne dayandığı için onu okuyan, tebliğ eden, onu duyuran ve ilan edene ihtiyaç vardır.
31 Mayıs 2022 Salı
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (82.YAZI) "Bu paylaşımı üç defa okudum. İnanılmaz gerçekçi ve doğru.Uzun bir yazı ama lütfen kavrayana kadar okuyun.Bunu kopyalayıp paylaşacağım.Biraz ağır, herkes anlamaz, sadece bilgi ve iman derecesi yeterli olanlarla paylaşın.Yoksa cehaletlerinden dolayı fitneye düşerler..Ali beye teşekkürler, varolasın.Bazı hususlarınızı eleştiriyorum.Kim bilir belki de seni anlayamıyorum, belki de sen hata yapıyorsun. Her ikisi mümkün ama bu yazın harika.."Hikmet Genç "İblis- Şeytan- Melek- Melekler" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum"----------------------------------------------------------"Sayın hocam!Allah yardımcınız olsun.Zamanın akımına sıraya girmiş, hipnotize olmuş cehalet sürüsü ile karşı karşıyasınız.Ağzı olan konuşuyor. Bir şeyleri kabul etmeyebilirler.Dediğiniz gibi dinimizin temeli tevhid ve güzel ahlak. Verilen cevapları okuyorum da güzel ahlaktan yoksun oldukları gibi birde cahilce haller sergiliyorlar. Verdiğiniz cevaplar güzel, ahlakınızın insanlığınızın ve onlardan zeki olduğunuzun kanıtıdır. Yürüdüğünüz yolda karşınızda olan bu sürüyle size sabır diliyorum. Saygılarımla" (Celal Polat "Salat Namaz Değildir" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)---------------------------------------------"Hocam! Dilinize, emeğinize sağlık.Teredütlü bilgilerimizi pekiştiriyorsunuz.Günümüzde Kur'an, namazın yanında yetim kalmıştır.Çok yazık islam âlemi büyük bir bataklığa batmış durumdadır. (Vedat Güllü "Salât Namaz Değildir" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)--------------------------------------------"Ali Aydın hocam! Bu sahtekarların uydurulmuş dinlerini açığa çıkardığınız için Allah sizden razı olsun. Nasıl böyle saçma sapan yalanlara alet olabiliyorlar? Allah'ın elçisine nasıl bu kadar iftira etmişler? Olamaz, pes diyorum.Nasıl akıl almaz yorumlar yazılmış. Bunlar zerre kadar Kur'an'dan ve dinden haberdar değiller.Bu şahıslar gerçekten müşriklerden daha aşağı imişler. Yani söylenecek söz bulamıyorum, şaşkınlık içindeyim.Din adına insanları nasıl zehirlediler? işte Kur'an'ı okuyup anlamayan insanları kolayca ağlarına düşürüp, doğru yoldan saptırıp, dini yozlaştırarak, sapkın bir hale getirdiler.Gerçekten içim sızlıyor.Bunların yalanlarına, iftiralarına yani hangi birini dile getirelim.Din adına o kadar sapkınlık var ki, güzel dinimizi Allah'ın Resülünü ne duruma düşürdüler. Allah'ım bunları kahru perişan etsin. Yüce Allah, inananları da doğru yola hidayet etsin inşallah" (Fatma Elmas "Risâle'i Nurda Bulunan Şirk, Hurafe ve Yalanlar" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)-----------------------------"Hocam!Allah'ın selamı üzerinize olsun inşallah.Bu paylaşımda zekat kavramını iyice anlamış oldum.Sizin paylaşımlarınızla zekat kavramını sorgulamaya almıştım. Çünkü Hakkı Yılmaz hoca zekat kavramını salât kavramı ile birlikte değerlendirerek, zekat kavramına vergi anlamı olarak yapmıştı. Fakat yazınızı okumaya başladıktan sonra sorgulamaya almıştım.Ama bu paylaşımda taşlar yerine oturdu.Fakat sizin yaptığınız çeviri daha mantıklı geldi ve yerine tam olarak oturuyor.O zaman da sorgulamıştım.Sebebi de insanlar vergiyi isteyerek vermiyorlar.Mecburi oldukları için veriyorlar.Devlet adına bir zorunluluk olduğu için.Ama siz bu paylaşımda zekat kavramını çok güzel ve detaylı anlatmışsınız.Elinize, emeğinize sağlık.Hocam çok teşekkür ederim, Allah razı olsun.Gerçekten Kur'an'ın kavramları doğru anlamlandırıldığı zaman âyetler net bir şekilde anlaşılıyor.Rabbim yar ve yardımcınız olsun. Kur'an'ı çeviri yaparken bizler de doğru anlamayı ve kavramayı Rabbim ihsan eylesin inşallah. Hocam! Hakkı Yılmaz hoca da kendisinin bilerek hiç bir yanlış yapmadığını, inşallah Kur'an erlerinin çıkacağını, bizlerden daha iyi bir çeviri yapacağını daima söylemiştir.Ve mealinin başlığında da bunu yazmıştır.Çünkü Kur'an evrenseldir, okunması ve anlaşılması gereken bir çağrı ve buyuruktur.Bu paylaşımınızda kafam tam netleşti.Zekatın tamamen arınma ile ilgili olduğunu anladım.Hocam zaten bunu Tevbe süresi 5 ve 11. âyetler referansı ve delilidir"(Fatma Elmas "Salât'ı İkâme ve Zekat" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)----------------------------------------------------"Mehmet Gül kardeşim!Salât kelimesinin geçtiği her âyette namaza atıfta bulunmanın yanlışlığına dair Kur'an'dan yüzlerce dayanak ileri sürülüyor. Bugün (Resuülullah vefat ettiğine, ahir hayatta yalnızca Kur'an'dan hesaba çekileceğimize göre ve tek hakem Kur'an olduğuna göre) uymakla emrolunduğumuz Ku'ran'a dayanmayan her iş ve görüşü sorgulamak, her görüşe aynı mesafe ile yaklaşıp, kullanmamız farz olan aklımızı yeteri kadar zorlayarak ilmin ve ilim sahiplerinin önünü açmak, gerektiğinde ise, zulümlerin en büyüklerinden olan alime zulüm hususunda, zulme uğrayan ilim sahiplerine sahip çıkarak bir başka farzı yerine getirmek zorundayız. Her nereden, her ne konuda, kime karşı yapılırsa yapılsın zulme engel olmak, bırakın İslami sorumluluğu, insani zorunluluktur. Bu vakarlı, basiretli, dirayetli duruşumuz, kendi iç dünyamıza ve inançlarımıza halel getirmeyeceği gibi, bu gibi durumlarda ortaya koyacağımız tepki ve davranışlarımızı dolayısıyla bizi daha şerefli ve haysiyetli kılacaktır. Nacizane tavsiyem, eleştirmek yerine ne deniyor, neden deniyor, delil ve dayanaklar neler gibi sorulara cevap aramak adına, anlamaya çalışmaya gayret edilmeli.(Zihni Dönmez "Namaz Vakitleri Diye Bir Şey Yoktur" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)--------------------"Mehmet Gül!Birisinin fikirlerine katılmıyor olabilirsiniz, onaylamıyor olabiliriniz.O fikirleri nötr edecek fikirleriniz varsa yazabilirsiniz.Lakin kendiniz gibi düşünmeyeni kafirlikle, İslam'a ihanet etmekle ve hatta misyonerlikte suçlamakta neyin nesi oluyor?Bu konudaki düşüncenizi yazın, sizi de okuyalım. İnanın düşüncenizi beğenmezsek size hakaret etmeyiz. Selamlar" (Muhittin Kavak "Namaz Vakitleri Diye Bir Şey Yoktur" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)--------------------! "Mehmet Gül kardeşim! Onyargılarımızdan, yıllardır bize dayatılan tercümelerden kurtulmadıkça, Kur'an'ın bize vereceği bir şey yoktur. Asıl hak olan bugüne kadar Kur'an'a yapılan tercümeler değil, Kur'an'ın kendisidir. Bu nedenle bugüne kadar yapılan ve bundan sonra yapılacak olan tercümeler de farklı olacaktır. Aksi taktirde ilmi, bizden öncekilerin fikir ve görüşlerine mahkum etmiş oluruz. Yaşayan ve yaşaması gereken Kur'an'ı bu mahkumiyetle hükümsüz kılmış oluruz.Onu hayatımıza taşımak mümkün olmayacaktır. Bakınız yüzyıllardır din adına insanlığın dimağına boca edilen onca hurafe kısım kısım, hemde hiç güvenmediğim DİB eliyle reddedilmeye başlandı. DİB ölünün arkasından yedisi kırkı bilmem nesi yapılmayacağını bilmiyor olamaz. Öyleyse gerçeği söylemek için neden bugüne kadar bekledi?Tek sebebi olmasa da en önemli sebeplerinden biri, halkın, kendisine giydirilen deli gömleğinden bir anda kurtulamayacağını bildikleri, diğer yandan statülerinin ve saygınlıklarının yara alacağını bildikleri içindir. Bu basit gerçeği itiraf etmelerini de yine cesur ve dirayetli ilim adamlarımızın vakarlı ve kararlı duruşlarına borçlu olduğumuzu unutmayalım. DİB nın halkımızın ve İslam milletinin tepkisinden korktuğunu hatırdan çıkarmamakta fayda var. İnşallah gerçek korku ve endişeleri bundandır, kendi söylediklerine kendileride inanmıyordur. Aksi taktirde durum çok daha vahimdir"(Zihni Dönmez "Namaz Vakitleri Diye Bir Şey Yoktur" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -----------------------"Mehmet Gül! Değerli kardeşim!İşin garip tarafı, bizim vahiy'den başka bir delile ihtiyacımızın olmadığı birçok Müslümanın hadis, rivayet, yabancı dil konusunda bilgisinin olmadığı, araştırmakla görevli ve mesul olanlarında pers dili kavramlarını gereği gibi anlamadan para kazanmak maksadı ileyazılan tefsir ve kitapların insanlığı doğruya ulaştırmadığını görüyoruz. Ali Aydın hocanın yazdıkları yeni değil ki, bundan evvel bir çok yazar çizer, ilim ehli bunu anlattı, yazdı.Sizin bunları bilmemeniz bunun yeni olduğu anlamına gelmez.Siz, işin sadece bir tarafına bakar olmanız da ayrı bir vehamet.Bizim derdimiz geleceğimiz, genç nesil, siz hangi eseri veya hangi araştırmayı okuyup gençlik ne düşünüyor?Bizim çocuklarımızın islam açısından nerede oldukları sizin gibi düşünenleri hiç ilgilendimiyor.Gençlerin yüzde ellisi ateist ve deist. Bundan haberiniz varmı?Sizin kaç rekat namaz kıldığınız bizi hiç ilgilendirmiyor.İsterseniz sabahlara kadar ne dediğinizi bilmediğiniz âyetleri şarkı okur gibi okuyup kılın.Bizim bir derdimiz var.Yüce Allah’ın dinini parasız öğretmek kitabını da parasız vermek. Bu gençliğe ihtiyacı olan bilgiyi inanılırve anlaşlır sağlamaktır"Selam olsun"(Ibrahim Serin Gartenlandschaft bau Almanya Ibrahim Serin "Namaz Vakitleri Diye Bir Şey Yoktur" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)---------------------------------------"Ali Aydın!Mealinizi sabırsızlıkla bekliyoruz.Nasıl ki cehalet kuşağı Kur'an'ı evinin başköşesine koyup unuttuysa, bizde onlara inat, mealinizi kalbimizin başköşesine koyup her an hafızamızda taşıyacağız.Yüce Allah, girmiş olduğunuz bu meşakkatli yolda, size ve bize nusret, idrak ve bilinçli olmayı nasip etsin...(Murat Karadağ "Kuranı Mübinin Meâli" Adlı Yazıya Yağtığı Yorum) ------------------------------------------------------Ali Hocam! Allah'ın kitabına sadakatin, inanç ifadelerin, melekler ile ilgili bilmedigimiz, yeni öğrendiğimiz, Kur'an, bilim ve anlayış kâbiliyetin, doğruları eğmeden ve bükmeden anlatman, Allah'ın kitab'ı kerimine insan sözü eklemeden, vahy Nebi ve Resul bağlamında anlatım tarzınız yüreklere ve kalplere tam oturuyor. Genelde saygı duyduğumuz bazı Kur'an meal yazanları, rivayetler olmsa Kur'an'da şu ve bu âyetleri nasıl anlayacaksınız? diyorlar.Ben şahsım adına çok üzülüyorum. Kur'an'da bir tek âyet bile insanın kurtuluşuna sebep oluyor. Allah Zuhruf süresi 44.âyette buyuruyor ki: "Siz bu kitaptan sorulacaksınız"Muhteşem!Pekala, rivayetler nasıl yüce Allah'ın mübarek sözlerine eklemeler yapılabiliyor?Şaşıyorum!Ben bir marangoz ustasıyım.Fazla bilgim olmamasına rağmen Allah'a, kitabına, vahyine, Resulüne iman ettim. Elhamdulillah.Allah'ul alliyul kebir. Sizi tanıdığım için çok mutluyum! Allah ilminizi, amelinizi bereketli eylesin. Saygılar sevgilerimle! Kur'an ehli muvahhid kardeşlerimize selamlar olsun inşaAllah.(Mücahit Güleç "Kur'an'ı Mübin'in Meâli" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) --------------------------------------------------------"Hocam! Rabbimiz sizden razı olsun insaallah. Şefaat konusunu çok güzel detaylandırmışsınız.Yani şefaat konusunu ayrıntılı bir şekilde açığa koymuşsunuz. Şefaatin sadece Allah'a ait olduğunu âyetlerden biliyorduk ama dünyada olduğunu bilmiyordum.Çünkü şimdiye kadar böyle bir yorum hiç yapılmadı.Daha öncede şefaat konusunda kısa bir paylaşım yapmıştınız. Fakat burada çok detaylı bir paylaşım yapmışsınız.Hocam âyetler ışığında konu daha iyi anlaşıldı.Ve en sonunda nokta ateşi ile âyeti tamamlamışsınız.Gerçekten Müddessir 48. âyet muhteşem.Şefaat konusunda son noktayı koyuyor.Elinize emeğinize sağlık.Rabbim yar ve yardımcınız olsun. Selamlar(Fatma Elmas "Kur'an'da Şefaat Sisteminin Çözümü" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -------------------------------Sayın hocam!Kur'an-ı Kerim'in adını zikrederken bir Kur'an deyişiniz var, çok manidar. Bu mana Kur'an'ın yetim bırakılması mı desem, Kur'an'ın terk edilmesi mi desem, Kur'an'ın susturulmaya çalışılması mı desem...." Kısacası yapılan ihanetlerin hepsine karşılık, yüreğiniz yanarcasına bir feryat figan ve haykırma ile "bu Kur'an" diye serzenişiniz beni çok etkiledi. Allah için seni seviyorum. Kur'an'ı zikriniz muhteşem bir salât örneği olmuş. Hiç bıkmadan usanmadan sizi dinledim.Sohbet gayet anlaşılır net ve berraktı. Zaten aksi olamaz.Çünkü siz Allah'ın vahyini bizlere anlattınız. Bir bilene sorun âyeti gerçekten muhteşem. Benim gözümde hocam, siz bir bilensiniz. Neden diye sorabilirsin bana.Çünkü sizin elinizde Allah'ın delil olarak indirmiş olduğu bir kitap var, yani Kur'an-ı Kerim var. Kur'an'ı Kerim'i referans alıyorsunuz. En sağlam, en güvenilir delil. Atalar dinine baktığımızda Rabbim onlara "deliliniz varsa getirin" diyor. Onlar ise 10 tane ravinin birbirine naklettiği tamamı söylenti ve zanlara dayalı, Allah'ın hakkında hüküm verip de işaret etmiş olduğu bir delili olmayan, rivayetlere itibar ediyorlar ve de bunu hak olarak görüyorlar. Bunlara bir bilen denilmez, zalim delinir. Rabbim senin gibilerin sayısını arttırsın. Rabbim bu günümüzü, yarınımızı ve akıbetimizi hayır üzere eylesin.Göstermiş olduğunuz çabaları muhafaza eylesin. Rabbimize hamdolsun. Selametle kalın hocam, gönderinizi paylaştım"(Muammer Aydın- "Muhammed (a.s) a Salavât Çekme Diye Bir Şey Yoktur" Adlı Videoya Yaptığı Yorum)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(224. YAZI)Zümer Süresi 4-) Eğer Allah bir evlât edinmek isteseydi, elbette yarattıklarından dilediğini seçerdi. O'nu tesbih ederim. (böyle şeylerden uzaktır), tek ve kahhâr olan Allah’tır. 5-) Allah, gökleri ve yeri hakla (bir amaca yönelik olarak) yarattı. Geceyi gündüzün üzerine sarıyor, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor. Yani güneşi ve ayı (emrinize) musahhar etti. Her biri belli bir süreye kadar akıp gidiyor. Dikkat et! O, Azîz ve Ğaffâr olandır. 6-) Allah sizi bir tek nefisten yarattı, sonra ondan da eşini yarattı. Ve sizin için nimetlerden sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor. İşte bu yaratıcı, Rabbiniz Allah’tır. Mülk O’nundur. O’ndan başka ilâh yoktur. Öyleyken nasıl oluyor da (vahiy'den) çevriliyorsunuz? (Âyette geçen sekiz çiftten maksat, iki göz, iki kulak, iki kol, iki ayak, iki el, iki böbrek, iki dudak, iki ciğer gibi nimetlerdir. Yani âyette bulunan "en'am" kelimesi, "hayvanlar" anlamında değildir. Çünkü âyet tamamen insanın yaratılmasından söz etmektedir. Her ne kadar "en'am" hayvanlar anlamına geliyorsa da, tamamen insanın yaratılmasını anlatan bir âyetin içine hayvanları katmak doğru değildir. En'am, nimetler anlamına da geliyor.)7-) Eğer (bunca nimetlere) kâfir olursanız, şüphesiz Allah Ğani'dir, size muhtaç değildir. Bununla beraber O, kullarının küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizden razı olur. Hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekmez. Sonra hepinizin dönüşü Rabbinizedir. Yaptığınız amelleri O size haber verir. Çünkü O, göğüslerde olan herşeyi hakkıyla bilendir. (Kur'an'da küfür, şirk anlamına gelirken, şükür de, tevhid yani sadece yüce Allah'a teslim olma anlamına gelmektedir.) 8-) İnsanın başına bir sıkıntı gelince, Rabbine yönelerek O’na dua eder. Sonra Allah kendisinden ona bir nimet verince, önceden dua etmiş olduğunu unutur. Allah’ın yolundan saptırmak için O’na denk eşler koşar. (Ey Resul!) De ki: Küfrünle az yararlan (bakalım;) çünkü sen, muhakkak ateş ashabındansın! 9-) Yoksa geceleyin secde ederek yani kıyamda durarak, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini uman kimse (o kâfir gibi) midir? (Ey Resul!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler musavi olur mu? Doğrusu ancak beyin sahipleri bunları tezekkür eder. 10-) Deki: Ey iman eden kullar! Rabbinize karşı takvâlı olun. Bu dünyada güzellik yapanlara güzellik vardır. Allah’ın arzı geniştir. Şüphesiz ki sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir. 11-12) (Ey Nebi!) De ki: Dini Allah’a özel kılarak sadece O’na ibâdet etmekle emrolundum. Yani Müslümanların ilki olmakla emrolundum.(Muhlis, dini Allah'a özel kılan yani Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmeyen demektir. Dini katışıksız yaşayan demektir.) 13-) De ki: Rabbime isyan edersem, doğrusu azim günün azabından korkarım. 14-) De ki: Ben dinimde muhlis olarak sadece Allah’a ibadet ederim. 15-) (Ey müşrikler!) Siz de O’nun dununda dilediğinize ibadet edin! De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendi nefislerini, hem de yandaşlarını husrana sokanlardır. Bilesiniz ki, bu apaçık hüsrandır. 16-) Onların üstlerinde (karanlık) gölgeler, altlarında da (öyle) gölgeler vardır. İşte Allah kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarım! Bana karşı takvâlı olun. 17,18-) Tâğut’a (muhaddislere- müctehidlere) ibadet etmekten kaçınıp, Allah’a (vahye) yönelenlere müjde vardır. (Ey Nebi!) Dinleyip de sözün en güzeline (Kur'an'a) tâbi olan kullarımı müjdele. İşte Allah’ın onunla hidayete ilettiği kimseler bunlardır. Yani gerçekten beyin sahipleri bunlardır. 19) (Ey Nebi!) Hakkında azap sözü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı sen mi çekip alacaksın! 20-) Fakat Rablerine karşı takvâlı olanlar için, üstüste yapılmış odalar, altlarından nehirler akan odalar vardır. Bu, Allah’ın verdiği sözdür. Allah, vâdinde hilâf etmez.21-) Görmedin mi? Allah gökten bir su indirdi, onu yerdeki kaynaklara yerleştirdi, sonra onunla türlü türlü renklerde ekinler yetiştiriyor. Sonra onlar kurur da sapsarı olduklarını görürsün. Sonra da onu kuru bir kırıntı yapar. Şüphesiz bunlarda beyin sahipleri için bir öğüt vardır. 22-) Allah (vahiy'le) kimin göğsünü İslâm’a açmışsa o, Rabbinden bir nûr üzerindedir. Allah’ın zikri (Kur'an) hususunda kalpleri katılaşmış olanlara veyl olsun! İşte bunlar apaçık bir sapkınlık içindedirler. (Hidayete ulaşmanın tek yolu yüce Allah'tan indirilen vahiy'dir. Dinde vahyi tek kaynak kabul etmeyenler İslam dairesinden çıkmış sapkınlardır.) 23-) Allah hadisin en güzelini, birbiriyle muteşabih (birbirine benzeyen, birbirini açıklayan) ve mesâni (tekrarlanan) bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu kitab’ın etkisinden derileri ürperir, derken derileri yani kalpleri Allah’ın zikrine (Kur'an'a) ısınıp yumuşar. İşte bu kitap, Allah’ın hidayetidir. Dileyeni onunla hidayete ulaştırır. Kim de Allah'tan (vahiy'den) saparsa, artık onun bir hidayet edicisi olmaz. 24-) Kıyamet gününde yüzünü azabın en kötüsünden korumaya çalışan kimse (kendini ondan emin kılan gibi) midir? Zalimlere "Kazandığınızı tadın!" denilir. 25-) Onlardan öncekiler (vahyi- Resulleri) yalanladılar da farkında olmadıkları bir yerden onlara azap geldi. 26-) Bu suretle Allah, dünya hayatında onlara rezilliği tattırdı. Ahiret azabı daha büyüktür. Keşke bunu bilselerdi! 27-) Andolsun ki biz, tezekkür etsinler diye, bu Kur’an’da insanlara her türlü misali verdik. 28-) Takva sahibi olsunlar diye, eğriliği olmayan Arapça bir Kur’an indirdik. 29-) Allah, çekişip duran birçok şeriklerin (ortakların) sahip olduğu bir adam (çalışan) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd (güç-kuvvet-övgü) Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler.(Yukarıdaki âyette güzel ve ibretlik bir misal verilmiştir. Başı sonu belli, ulaşması kolay, kesin delil, tek hidayet kaynağı, mutlak rahmet olan Kur'an'a bağlı olmakla, onlarca muhaddis, müctehid, müfessir, mezhep imamı, evliya, molla, âyetullâh, müftü, ruhban, rahip, papa, kardinal, cemaat lideri, tarikat şeyhine bağlı olmak muhteşem bir örnekle verilmiştir. Yani Kur'an'a teslim olan Allah’a teslim olmuştur. Durumu nettir, rahattır, mutludur, huzurludur. Kur'an'a teslim olmayan kimsenin durumu karışık ve karanlık, huzursuz ve hastadır. Önüne gelene kul ve köle olmak zorundadır.) 30-) Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler. 31-) Sonra şüphesiz, hepiniz kıyamet günü, Rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız. 32-) Allah’a karşı yalancı olan yani kendisine gelen sıdkı (doğru söz olan Kur’an’ı) yalan sayandan daha zalim kim vardır? Kâfirlerin yeri cehennemde değil midir? 33-) Sıdk ile gelen ve onu tasdik edenler var ya, işte muttakiler bunlardır. 34-) Onlar için Rablerinin indinde diledikleri her şey vardır. İşte bu, güzel ahlak sahiplerinin mükâfatıdır. 35-) Böylece Allah, onların geçmişte yaptıkları en kötü amelleri bile örtecek ve (hayırlı) amellerinin ücretlerini en güzeliyle mükâfatlandıracaktır. 36-) Allah kuluna kâfi değil midir? Yani O’ndan başkalarıyla seni korkutuyorlar. Kim Allah'tan (vahiy'den) saparsa, artık onun hidayet edicisi olmaz. 37-) Kimin hidayet edicisi Allah (Kur'an) olursa, artık onu saptıracak yoktur. Allah, Azîz ve intikam alıcı değil midir? 38-) Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette "Allah’tır" derler. De ki: Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ın dununda dua ettikleriniz, O’nun verdiği zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun bu rahmetini tutabilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O’na tevekkül etsinler. 39,40-) De ki: Ey kavmim! Kendi konumunuza uygun amelleri işleyin; doğrusu ben de (kendi konumuma uygun) amelleri işliyorum. Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini yani sürekli olan bir azabın kime helal kılınacağını yakında bileceksiniz!
KUR'AN'DA SALÂT(2.YAZI)"Kur'an'ı Anlamak" Evet, salat hakkında yaygın iddialara göz atmamız bittiğine göre biraz da bu konudan bahsedelim. Ancak buna geçmeden önce ben dahil herkesin Âraf süresinin 204 âyetini hatırlaması gerekir. "Kur'an okunduğu zaman ona kulak verin yani susun ki size merhamet edilsin" Yüce Allah'ın burada emrettiği sessizlik, bizim susturmamız gereken iç konuşmalarımız, ön kabullerimiz, din atalarımızdan gelenler yani inancımızdaki ve kafamızdaki ön yargılarımızdır. Diğer bir deyişle, salât hakkında bildiklerimizi ve ön kabullerimizi silip atalım.Çünkü dinde Allah'ı Kur'an temsil eder. Kur'an'ı başka kitaplarla yarışmaya sokmak tartışmasız küfürdür.Birinci derecede kaynak Kur'an, ikinci derecede kaynak Buhari, Müslim, Tirmizi, Kâfi, Ebu Davud, Nese'i, Ahmet bin Hanbel, Mâlik bin Enes, İbni Mace dediğiniz anda bu şirk ve küfür olur. Kur'an'ı beşeri kaynaklarla dereceye sokamazsınız.Kur'an dışında bütün kaynaklar tartışmaya açıktır. Tevhid, dinde vahyin egemenliği demektir. Haydi o zaman ilk "salât" kelimesinin tanımıyla başlayalım.Kelimenin kökü "sad- lam-vav" ve "yakından takip etmek" anlamına geliyor.At yarışlarında, Arapça birinci giden ata "sabık" (lider) ikinci giden ata "el musalli" "yakından takip eden" denilmiştir.Sonuçta birinci olan atı en yakından takip ediyor.Bu tanım aslında Kıyame süresinin 31 ve 32 âyetleriyle tasdikleniyor."Fakat ne tasdik etti ne de salat etti (takip etti). Aksine, yalanladı ve yüz çevirdi" Burada "saddaka" nın yani tasdik etmenin zıttının yalan ve "salla" nı yani salât etmenin zıttının ise yüz çevirmek olduğunu görürüz. Eğer salla'nın zıttı geri dönme ve yüz çevirmekse, bu demek olur ki salla yönelmek, destek olmak ve yakından takip etmektir. Ayrıca salâtın ölçütü olarak Âlâ süresinin 15. âyetinde görebiliriz ki yüce Allah bu âyette "Rabb'inin ismini zikretti ve böylece salât etti (takip etti.) Yani" Allah'ın varlığını ve birliğini sürekli zihninde canlı tutarak O'nun yolundan gitti" demektir. Artık "salla" veya salâtın ne demek olduğunu anladığımıza göre Kur'an'a bakıp bir kişinin salât etmesinin ne anlama geldiğini bulalım. Salât eden birinin özellikleri Mearic süresinin 22. âyeti ile 34. âyeti arasında tanımlanmıştır. Yüce Allah bu pasaja "illel musallin" "musallinler müstesna" diyerek başlıyor.(Salat edenler/el-musallin). Bu âyet, bundan sonra sıralanan özelliklerin salât edenlere ait olduğunun bir göstergesidir. Allah, devamında "Onlar ki salâtlarında devamlı olanlardır" buyuruyor.Buradaki devamlı kelimesine dikkat ermek gerekiyor.Devamlı diye çevirdiğimiz kelime, Arapça'da "dâimun" dur ve bu, daim olunan şeyin bitmeyeceğini ve kesintisiz olacağını gösterir. Bu, namazın tam tersidir. Çünkü namazı birkaç dakikada kılarsın ve sonlanır. Kesintiye uğrar. Ancak Kur'an'a göre salât, kişinin devamlı olarak salât durumunda olduğundan bahseder. Kesintiye uğramaz. Ve Allah bize sol tarafta da belirttiğim şekilde salat edenlerin karakteristik özelliklerinden bahseder. Salat edenler yardım eder ve hüküm gününe iman ederler. Allah'tan korkarlar. İffetlerini korurlar. Güvenilirlerdir. Verdikleri söze/yemine sadıktırlar ve salâtlarını korurlar. Peki bu özelliklerin ortak noktası nedir? Cevap çok basittir. Bunların hepsi Kur'an'da geçen emirlerdir, bunlar Allah'ın emirleridir. Bu da demek oluyor ki Allah'ı takip eden kişi, onun emirlerine uyan kişidir.Toparlamak gerekirse bu; "salatın" tanımıdır."Allah'ın emirlerini takip etmektir." Musalli (salât eden) Allah'ın emirlerini takip eden kişidir. Ve evet arkadaşlar, bu bizim "salat" hakkında bilmemiz gereken tek şeydir. Bu pasajda açıkça gördüğümüz üzere salât'ı sürdürmek demek Allah'ın bütün emirlerine itaat etmek ve ittibâ etmek demektir.Namaz kılmak yüce Allah'ın emirlerini paramlarça etmiştir. Aslında ihlas (dini Allah'a özel kılmak) ihsan (güzel ahlak) ibadet (dinde tek otorite ve hüküm sahibi olarak yalnız Allah'ı bilmek) takva (din ve hüküm olarak Kur'an'la yetinmek) gibi bütün kavramlar, aynen salât gibi sürekli devam eden ve asla kesintiye uğramayan kavramlardır.Artık salâtın ne demek olduğunu anladığımıza göre (Allah'ın emirlerini yakından takip etmek).Haydi o zaman, konuyu daha iyi kavrayabilmek için biraz da bu bakış açısıyla, birkaç âyete daha bakalım. Yüce Allah buyuruyor ki: "Sana indirilen kitabı tilavet et yani salât'ı ikame et. Şüphesiz ki salat, ahlaksızlıklardan ve münkerden alıkoyar. Allah'ın zikri (Kur'an) en büyüktür... "(Ankebüt-45)Yani emirleri yakından takip etmenin neticesi kötülüğün, çirkinliğin alıkonulmasıdır. Tahmin edilebileceği gibi namazın kötülükten alıkoyacağını düşünmek son derece yanlıştır.Çünkü diyalog ve iletişim olmadan yani sözün gücü bulunmadan, hatırlatma ve nasihat olmadan kötülüklerden uzaklaşmanın imkanı yoktur. Bu öğüt ve hatırlatmada en büyük ve en önemli eğitim sistemi Kur'an'dır. Ancak O'nun emirlerini takip ederek kendimizi her türlü kötülükten arındırabiliriz. Maun suresinde yüce Allah buyuruyor ki: "Gördün mü dini yalanlayanı, yetimi itip kakanı, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyeni? Yazıklar olsun öyle Musallinlere ki onlar salatlarında bilinçsizdirler. Sadece gösteriş yaparlar ve en ufak bir yardımı da engellemektedirler" burada görüyoruz ki, takip ettiği şey hakkında gaflet içinde olanların sıkıntısı, ritüellerde değildir. Bu tamamen dini yalanlamayla, yetimi itip kakmayla ve yoksulu doyurmaya teşvik etmeme ile alakalıdır. Bu durum Allah'ın emirlerini takip etmenin tamamen zıttıdır. Onlar,Allah'ın emirlerini takip etmeyi önemsemezler: Bir de Meryem süresine bakalım: "Sonra onların ardından öyle nesiller türedi ki salatı (Allah'ın emirlerini takip etmeyi) bıraktılar. Yani şehvetlerine tâbi oldular. Onlar gayya ya atılacaklardır" (Meryem-59)Burada anlatılan namazın bırakılması değildir. Onlar, Allah'ın emirlerine tabi olmayı bırakmışlardır. Allah'ın emirlerini bıraktılar yani unuttular. Dolayısıyla Allah'ın emirleri yerine heva ve heveslerine uydular.
30 Mayıs 2022 Pazartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(222. YAZI)Saffât Süresi45-)(Ey Nebi!) Güçlü irâde ve basiret sahibi kullarımız İbrahim, İshak ve Ya’kub’u da zikret. 46-) Biz onları özellikle (ebedi) yurdu zikreden ihlâslı kimseler kıldık. 47-) Yani onlar indimizde seçkin ve hayırlı kimselerdendir. 48-) İsmail’i, Elyesa’yı, Zülkifl’i de zikret. Yani hepsi de hayırlı kimselerden idiler. 49-) İşte bu (Kur'an), bir zikirdir. Şüphesiz ki muttakiler için güzel bir gelecek vardır. 50-) Kapıları kendilerine açılmış Adn cennetleri vardır. 51-) Onlar koltuklara yaslanıp kurularak orada bir çok meyveler ve içecekler isterler. 52-) Yanlarında, eşlerinden başkasına bakmayan, kendilerine yaşıtlar vardır. 53-) İşte, hesap günü için size vâdolunan şeyler bunlardır. 54-) Şüphesiz bu, bizim verdiğimiz rızıktır. Onun için bitmek ve tükenmek yoktur. 55-) Bu böyle; ama taşkınlara şerli bir gelecek vardır. 56-) Onlar cehenneme girecekler. Orası ne kötü bir kalma yeridir. 57-) İşte bu; hamim ve ğassâk olandır. Onu tatsınlar.(Cehennemlik olanların yiyecek ve içecekleriyle ilgili "hamim, ğassâk, ğislin, zakkum, dari', mâin sadid, mâin kelmühli yeşvil vucuh, (yüzleri kavuran maden eriyiği) esim, ze ğussatin gibi ifadeler geçerken, elim, muhin, sair, azim, kebir, cehennem, ateş, şiddetli, yakıcı, beis, hun, mukim, ğaliz, muhit azabı gibi çeşitli ceza adları geçmektedir.) 58-) Bu şekilde çifter çifter başka (azaplar) da vardır. 59-)(Müşriklerin din adamlarına:) İşte bu sizinle beraber olan gruptur (denildiğinde, din adamları:) Onlar rahat yüzü görmesin (lé merhaben bihim) (derler). Onlar mutlaka ateşe salınacaklardır. 60-)(Din adamlarına tâbi olanlar ise:) "bel entüm lé merhaben biküm" Bilakis, asıl siz rahat yüzü görmeyin! Onu (azabı) bize siz takdim ettiniz! Ne kadar kötü bir karardır! (yer, durak, kalınacak mekan) derler. 61-)(Yine onlar:) Rabbimiz! Bunu bize kim takdim ettiyse onun ateşteki azabını iki kat artır! derler. 62-) (Kendilerine tâbi olunan ve tâbi olanlar derler ki:) Bize ne oldu da: Kendilerini dünyada iken en şerli (en tehlikeli ve kötü) saydığımız adamları burada görmüyoruz? 63-) Maskaraya aldığımız onlar değil miydi? Yoksa (buradalar da) onları gözden mi kaçırdık? 64-) İşte bu, ateş ehlinin tartışması,(şüphe edilmeyecek) bir haktır. 65-) (Ey Resul!) De ki: Ben sadece bir uyarıcıyım. Tek ve kahhâr olan Allah’tan başka bir ilâh yoktur. 66-) Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi (olan Allah) Aziz'dir, Ğaffar'dır. 67,68-) De ki: Bu (Kur'an) azim bir haberdir (olaydır.) Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz. 69-) Onlar orada tartışırken benim mele-i a’lâ (yüce makam) hakkında hiçbir bilgim yoktu. 70-) Bana vahyedilen ancak apaçık bir uyarıcı olduğumdan başka bir şey değildir. 71-) Rabbin meleklere (göklerde ve yerde bulunan güçlere, maddelere, enerjiye) demişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir beşer yaratacağım. 72-) Onu tesviye edip (düzenleyip), yani ona ruhumdan (akıl-irade- yetenek-icad) üfürdüğüm zaman ona secde edin! 73-) Bütün meleklerin (ruzgar-yağmur-güneş enerjisi gibi güçlerin, maddelerin) hepsi (insanın akıl ve irâdesine) secde ettiler. 74-) Ancak İblis secde etmedi. O kibirlik tasladı yani kâfirlerden oldu.(Âyetlere baktığımızda, şu dünya hayatında sorumlu yani özgür bir varlık olarak insandan başka hiç bir varlık yoktur. Yani geleneksel olarak inanılan cin, iblis, şeytan, melek diye bir şey yoktur. Melekler yüce Allah'ın göklerde ve yerde bulunan Allah'ın yarattığı maddeler ve enerjidir. Secde etmeleri de, insanını akıl ve iradesine boyun eğdirilmeleridir. Yani insanın onları kullanması ve onlardan güç elde etmesidir. Cinler ise, insanın bazı fiil, hareket, karakteristik sıfatları ile ilgili kavramlardır. Çünkü onlarca âyette olumlu veya olumsuz bir şey anlatıldığında her zaman insanın akıl ve iradesinde sonuçlanmaktadır. Yani sorumlu bir varlık olarak insandan başka hiç kimseden söz edilmemektedir. Akıllı varlık olarak insandan başka hiç bir varlık yoktur. Onlarca âyette "insanların çoğu" denildiği halde, bir tane "cinlerin çoğu" diye bir ifade geçmemektedir.) 75-) (Allah:) Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Kibirlendin mi, yoksa yücelerden mi oldun? dedi. 76-) Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi. 77,78-) Allah: Çık oradan! Sen artık racimsin, din gününe kadar lânetim senin üzerindedir! buyurdu. (Allah'ın lâneti kişilerin üzerinde değil, fiil, sıfat ve işlenen amellerin üzerindedir.Mesala: Lânet, zâlimlerin, kâfirlerin, âyetleri gizleyenlerin üzerindedir.) 79-) Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bani gözetle (neler yapacağım) dedi. 80,81-) (Allah:) Haydi, sen mâlum güne kadar gözetlenenlerdensin, buyurdu. 82,83-) Senin mutlak izzetine andolsun ki, onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna, hepsini mutlaka kaydıracağım, dedi. 84,85-) Doğrusu -ki ben hep doğruyu söylerim- mutlaka senden ve sana tâbi olanlardan, hepsiyle cehennemi dolduracağım! buyurdu. (Bu âyetten, iblisin, gurur, kibir, hased, düşmanlık, heva ve hevese tapma, adaletsizlik, merhametsizlik, zulüm, ahlaksızlık, şirk, dürtü, bencillik, cimrilik gibi olumsuz duygular anlamına geldiğini görüyoruz. Çünkü âyette "mutlaka senden ve sana tâbi olaanlardan olalardan, hepsiyle cehennemi dolduracağım!" buyruluyor. Dünya hayatında insanları yüce Allah'ın yolu olan vahiy'den sadece bu kötü duygular engeller.) 86-) (Ey Resul!) De ki: Buna (risalet görevime) karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben kendi kendimi zorla sorumluluk altına sokanlardan da değilim. 87-) Bu (Kur’an), ancak âlemler (insanlar) için bir öğüttür. 88-) Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra çok iyi bileceksiniz.(Sâd Süresinin Sonu)
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (5.YAZI)SELEFİLİK :Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet vardır.Yani Allah tarafından indirilen vahiy'den başka hiçbir kaynak insanları bağlamaz.İnsanlar sadece indirilen vahiy'den sorumlu tutmuşlardır.Fakat SELEFİ anlayış, İslam dini için tâbiin ve tâbe-i tâbiin döneminin görüş ve uygulamalarını tek rehber olarak kabul eder.Selefi inanç ve anlayışa göre Allah Resulü'nden sonra gelen ilk iki nesil islam dinini doğru olarak temsil etmişlerdir.Selefilere göre, sahabe, tâbiin ve tabe-i tâbiinden sonra gelenler tam olarak islamı temsil edemezler.Selefi anlayışa göre Allah Resulü adına nispet edilen rivayetler aynen Kur'an gibi dinin bir parçası konumundadırlar.Halbuki Kur'an'a baktığımızda din olarak insanların sadece indirilen vahy'den sorumlu olduklarını görürüz.Allah elçilerinin tek görevi, indirilen mesajı insanlara bildirmekten ibarettir.Elçilerin görevi vahyi tebliğ ve tebyin etmek yani onu ilan etmek ve muhataplarına ulaştırmaktır.Her insan kendi aklı ile karar verme, özgürlüğünü sonuna kadar kullanma, tefekkür etme ve sorgulama yapabilme kabiliyetine sahip olarak yaratılmıştır.Dolayısıyla Selefi inanç biçimi, hem akla ve tefekküre, hem Kur'an'i ilkelere hem de özgürlük ve sorgulamaya karşı mücadele etmiştir.Selefi düşünce aklın kullanılmasına karşı çıkmış, islam dininde tek kaynak olan vahyin yanına "Sünnet" adı altında dünyanın en karanlık rivayetlerini kaynak olarak kabul etmiştir.Selefi akide,Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklardan, vahyin kavramlarının hangi anlama geldiğinden haberi olmadığı için uydurma rivayetleri Kur'an'ın tefsiri ve açıklaması olarak kabul etmiş, insanların fikir sahibi olma, akıllarını kullanma, geleneği sorgulama ve doğruları bulma hakkına karşı çıkmış, vahyin sorun çözme yöntemini değil, selefin uygulamalarını esas almıştır.Dolayısıyla Selefiler, insanları siyasal anlamda hüküm verebilecek ve kendini yönetecek özgür bir varlık olarak kabul etmezler.Bu Kur'an'sız zihin yapısı, insanların hem onur ve özgürlüklerini hem de sorumluluklarını ortadan kaldırmaktan başka hiçbir şeye yaramamıştır.Selefilik inancı zamanla iman edenleri çok kötü yönde etkilemiş, Selefi ve Sünni inanç her tarafı kaplamıştır.Bugün islam toplumunda Kur'an'sızlığın ve akıl tutulmasının arkasında bu tasavvuftan daha zalim ve tehlikeli olan Selefi- Sünni düşünce yatmaktadır.Maalesef Selefi inanç, rivayetleri kutsayarak Kur'an'ın anlamının buharlaşmasına da sebep olmuştur.Atalarından intikal eden iftira rivayetleri sorgulayacak yerde bu yalanların üzerini örten, daha sonra da onları kutsayan ve dinde kaynak olarak görmeye çalışan ilimsiz iman sahiplerine Selefi adı verilir.Allah Resulü'nün vefatından sonra cahiliyenin siyasal taassubu dini hayata el koymuş ve dini hayatı siyasallaştırmıştır.Bundan sonra Allah Resulü'nün Kur'an ile inşa ettiği insanları yönetmek için toplum kesimleri arasında siyasi mücadele dini alana sürüklenmiştir.Artık şahsi çıkarlar ve siyasi sorunlar dini sorunlara dönüşmüştür.İslam toplumunda siyasetten kaynaklanan sorunlar zamanla hız kazanmış, toplumsal ihtilaflara, kavgalara ve savaşlara dönüşmüştür.Üçüncü halife olan Osman başkent Medine'de iman edenler tarafından katledilmiş, dördüncü halife olan Ali döneminde sahabe arasında binlerce insanın ölümüne neden olan Cemel (Ali-Âişe) ve Sıffin (Ali- Muaviye) savaşları meydana gelmiştir.Halbuki Allah'ın mesajına gittiğimizde onun, dünya hayatının en mükemmel mesajı olduğunu, her zaman ve mekana uyum sağladığını görürüz.Kur'an'ı Mübin, belli bir zaman dilimine sıkıştırılmış, statik, durağan bir sistem önermez.Bugün olduğu gibi yirmi bin yıl sonra da vahiy bağlılarına o zamanki hayata dair özel ve modern bir düşünce ve anlayış kazandıracaktır.Ancak Kur'an'ın mesajı, geçmişte olduğu gibi günümüzde de Selefi- Şii-Sünni- Batıni- Vahhabi ve siyasal islamcıların militan nefreti ile karşı karşıyadır.İman ettiklerini zannedenlerin kendi içlerinden çıkan mezhep ve fırkalara karşı Kur'an'ın mesajı çok savunmasız kalmıştır. Çünkü Allah tarafından indirilen vahiy sistemi ile Allah Resulü adına uydurulan rivayetler (metin değil) mana itibariyle birbirinin içine karıştırılmış, özellikle ilk üç neslin haber ve uygulamaları ile dinin tamamlandığı inancı yerleştirilmiştir. Dinin tek kaynağı olması gereken vahyin yanına birçok kaynaklar eklenerek Kur'an'a dolayısıyla Allah'a karşı şirk koşulmuştur.Kur'an'ın mesajına en büyük saldırı ve ihanet Selefi, Sünni ve Şii inanç altyapısından gelmiştir.Bu inanç yapısı, dinde kaynakları çoğaltmış Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparmış ve dindeki konumunu yerle yeksan etmiştir.Halbuki Kur'an'ın anlaşılmasında yüce Allah, tek tek her bireyi muhatap almıştır. Yani hanif islam dini topluma birey açısından bakar.Siyaset ise bireyi toplum nazarıyla değerlendirir.Bu durum, din ile siyasetin alanlarının birbirinden çok farklı olduğunu gösterir.Yani siyasetin dinden, dinin siyasetten ayrılması mümkündür. Aslında Emevi ve Abbasi yönetimleri siyasetin dinden ayrılmasının bir zorunluluk olduğunu göstermiştir.Yoksa ezeli ve ebedi ilmiyle yüce Allah, Resülünden sonra hanif dinin tahrif edileceğini ve uydurulan dinin şeriat kuralları ile insanların inanç ve zihinlerinin baskı altına alınacağını biliyordu.Selefi inancın üç esası mevcuttur.1-) Her şeyi "Kur'an" ve Sünnet'e göre dizayn etmek.Bu maddede bulunan Kur'an, sözde kalan bir söylemden yani slogandan ibarettir.Esas olan rivayetlerin yani uydurma sünnetin hayata hakim olmasıdır. Kur'an söylemi sadece ümmi halkı aldatmak ve yanlarına çekmek içindir. 2-) Selefi atalardan intikal etmeyen her şeyin gayri meşru olduğuna iman etmek. 3-) Doğruya ulaşmak için aklı kullanmanın ve akla uygun hüküm vermenin islam dışı olduğuna iman etmek.Allah Resulü'nün tâbi olduğu yalnız indirilen vahiy iken (Ahkaf -9; Yunus-15, 109) kendisinden sonra Kur'an'ın yanına birçok dini kaynaklar konmasına razı olmamak Selefi ve Sünni âlimlerince büyük bir sapkınlık olarak kabul edilmiştir.Allah Resulü adına iftira edilen binlerce hadisi sünnet adı altında "vahyi gayri metlüv" "namazda okunmayan fakat Kur'an gibi vahiy" olarak değerlendirmek, bu sakat ve hastalıklı zihin yapısından kaynaklanmıştır. Yani bu ahlaksız ve karanlık zihin yapısı Allah'a dinini öğretme cüret ve cesaretini utanmadan göstermeye girişmiştir.Şia ve Ehl-i Sünnet alimleri sadece Kur'an'ın manasını bozarak dinde emir ve yasakları arttımakla kalmamış, Kur'an'daki âyetlerin büyük çoğunluğunun iman edenlerle ilgili olmadığını iddia ederek inanç bakımından apaçık bir sapkınlığa düşmüştür. Yani Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerine göre Kur'an mesajlarının bir bölümü "puta tapan" müşrikleri, bir bölümü kafirleri, bir bölümü münafıkları, bir bölümü Yahudileri, bir bölümü Hıristiyanları çok az bir kısmı da iman edenleri ilgilendirmektedir. Halbuki Kur'an belli bir zaman ve zemine göre değil, evrensel mesajı ile her asırda her ferdi alakadar etmektedir. Fakat Şii, Sünni ve Selefi anlayışa göre, Kur'an'da iman edenleri ilgilendiren âyet sayısı gayet azdır.Açık olarak ortaya çıkıyor ki, vahyin manasını bu hastalıklı işgalden kurtarmadıkça milletin içine düştüğü kaos ve ihtilaf, terör ve anarşi, taklit ve cehalet belasından kurtulma imkân yoktur. Din haline geldiği için çok güçlü olan Sünnetçi gelenek yok edilmedikçe, iman edenlerin zihin ve fikir yapısı değişmeyecektir.İşte bu yüzden Şia ve Ehl-i Sünnet dininin doğru bildikleri her şeyi sorgulamak zorundayız. Dolayısıyla Allah'ın hidayetinden yararlanmak için Kur'an'ın dışında baş vuracağımız başka bir kaynak bulunmamaktadır. Allah'tan indirilen aydınlık yol (Yusuf-108; İbrahim-1) ile beşer tarafından uydurulan karanlık yolu birbirinden ayırmak zorundayız. Elçiler tarihinde her zaman iki anlayış var olmuştur. Biri, özgür, kendisini davasının öznesi kabul eden ilim ve tefekkür, akıl ve mantığın gereğini yerine getirmeye çalışan anlayış,diğeri ise, kendisini sınırlayan, başkasının inanç ve fikirlerine göre yaşamayı esas alan, aklını kiraya veren ve daima bir emrin güdümünde olmayı önceleyen anlayıştır.Selefi inanca göre aklı olanın dini olmaz. Akıl, dine girene kadar gereklidir.Dine girdikten sonra akla ihtiyaç kalmamıştır.
29 Mayıs 2022 Pazar
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(221. YAZI)Sâd Süresi 88 Âyet olup Mekke'de İnmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) Sâd.(baştan sona kadar) zikir olan Kur’an’a kasem olsun ki, kâfirler, bir izzet yani derin bir ayrılık (ve çatlaklık) içindedirler. 3-) Onlardan önce nice medeniyetleri helâk ettik. O zaman nida ettiler. Halbuki artık kurtulma zamanı değildi. 4,5-) Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesi acayiplerine gitti yani kâfirler: Bu yalancı bir sihirbazdır! İlâhları, tek ilâh mı yaptı? Doğrusu bu acayip bir şeydir! dediler. 6,8-) Yani onlardan ileri gelenler:(Kalkın) yürüyün ve ilahlarınızın üzerinde durmaya sabredin, sizden istenen ancak budur. Son millette bile böyle bir şey işitmedik. Bu, uydurmadan başka bir şey değildir. Zikir (Kur’an) aramızdan ona mı indirildi? diyerek kalkıp yürüdüler. Hayır! Onlar zikrim (vahiy) hakkında şek (şüphe) içindedirler. Bilakis! Onlar henüz azabımı tatmadılar. (Ümmet: Aynı zaman ve zeminde yaşayanlar, ulusal birlik yani vatandaşlık anlamına gelirken, ister şirk ve küfür, isterse islam ve ihlas olsun aynı inanca ve dine sahip olanlara da millet denir. Şia ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında ve gündelik hayatta bu kavramlar tam tersi olarak kullanılmaktadırlar.) 9-) Yoksa azîz ve vahhab olan Rabbinin rahmet hazineleri onların indinde midir! 10-) Yahud göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü onların mı? Öyleyse sebeblere sarılarak yükselsinler!11-) Onlar, çeşitli hiziplerden oluşmuş bir ordudur; işte şurada hezimete uğratılacaklardır. 12,13-) Onlardan önce Nuh kavmi, Âd kavmi, sutunlar sahibi Firavun, Semûd, Lût kavmi ve Eyke ashabı da (vahyi) yalanladılar. İşte bunlar da (Resullere karşı) birleşen hiziplerdi. 14-) Onların her biri gönderilen Resulleri yalanladılar da bu yüzden (kendilerine) azabım hak oldu. 15-) Yani bunlar da ancak, (eskilere verilen azabın) üstünde olmayan tek bir sayha beklemektedirler. 16-) Rabbimiz! Bizim payımızı hesap gününden önce ver, dediler. 17-) (Ey Nebi!) Onların söylediklerine sabret, kulumuz Davud’u, o eli güçlü olanı hatırla. O, hep Allah’a yönelirdi. 18,19-) Doğrusu biz akşam sabah onunla beraber tesbih eden dağları, toplu halde kuşları ona musahhar kılmıştık. Hepsi O’na yönelmiştir. 20-) Onun mülkünü şiddetli bir şekilde bağlamış, ona hikmet (vahiy'den doğru hüküm verme) yani hitapta isabetli açıklama yeteneği vermiştik 21,22-)(Ey Nebi!) Sana davacıların haberi ulaştı mı? Mihrabın duvarına tırmanıp, Davud’un yanına girmişlerdi de (Dâvud) onlardan paniklemişti. "Korkma! Biz bazısı bazısına zorbalık yapan iki davacıyız, aramızda hak ile hükmet yani aşırılık etme ve bizi düz (eşit) bir yola hidayet et" dediler.23-) Onlardan biri şöyle dedi: Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Yani benimde tek bir koyunum var. Böyle iken «Onu da bana ver» dedi ve hitabette (derdini anlatmada) bana üstün geldi. 24-) Davud: Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu ortakların çoğu, birbirlerinin haklarına zorbalık ederler. Yalnız iman edip yani salih amek işleyenler başkadır. Bunlar da azdır! dedi. Davud, kendisini fitne (sınama) ettiğimizi zannetti ve Rabbine istiğfar ederek rüku etti yani tevbe edip (Allah’a) yöneldi. (Devlet başkanı ve bir Nebi olan Davut (a.s) manevi hayat için mabede çekilip toplumu kendi kaderine terketmişti. Ekonomik düzende öyle bir bozulma oldu ki, bir kişiye tam doksan dokuz, doksan dokuz kişiye bir pul düşecek duruma gelmişti. Artık insanların, kapılardan devlet başkanı olan Davut'a ulaşma imkanları kalmamıştı. Dertlerini anlatmak için duvarlara tırmanmaya başlamışlardı. Yüce Allah Davut (a.s) ı uyararak böyle yapmamasını, insanların arasına karışmasını, dertleriyle ilgilenmesini, ekonomik düzenin kurulmasını, esas ibadetin bu olduğunu nildirmişti.) 25-) Sonra bu tutumundan dolayı onu bağışladık. Şüphesiz ki, indimizde onun bize yakın bir makamı ve güzel bir geleceği vardır. 26-) Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife kıldık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Yani hevâya tâbi olma, sonra bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık şiddetli bir azap vardır. 27-) Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri batıl olarak yaratmadık. Böyle düşünmek kâfirlerin zannıdır. Veyl olsun kâfirlerin ateşteki haline! 28-) Yoksa biz, iman edip yani salih amel işleyenleri, yerde ifsad edenler gibi mi kılacağız? Veya muttakileri, fuccarlar gibi mi kılacağız? 29-) (Ey Nebi!) Sana bu mübarek kitab’ı, âyetlerini tedebbür etsinler yani beyni olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.(Tedebbür, ilk bakışta âyetlerin görünmeyen taraflarını yani arka planlarını bulup çıkarma anlamına gelmektedir. 30-) Biz Davud’a Süleyman’ı bağışladık. Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah’a yönelirdi. 31-) Akşama doğru kendisine, üç ayağının üzerine durup bir ayağını tırnağının üzerine diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu. 32,33-) Süleyman: Gerçekten ben hayır sevgisini, Rabbimin zikri için sevdim, dedi. Nihayet güneş battı. (O zaman:) Onları (atları) tekrar bana getirin, dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı. 34-) Andolsun biz Süleyman’ı fitne ettik (sınadık.) Tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik, sonra o, yine eski haline döndü. 35-) Süleyman: Rabbim! Beni mağfiret eyle ve bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir mülk bağışla. Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın, dedi. 36,38-) Bunun üzerine biz de, istediği yere emriyle giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğerlerini de onun emrine musahhar kıldık. 39-) "İşte bu bizim vergimizdir. İster ver, ister (elinde) tut; hesapsızdır" dedik. 40-) Doğrusu onun, bizim indimizde bir yakınlığı ve güzel bir geleceği vardır. 41-) (Ey Resul!) Kulumuz Eyyub’u da zikret. O, Rabbine: Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi, diye nida etmişti. 42-) Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su (dedik). 43-) Bizden bir rahmet ve beyin sahipleri için bir öğüt olmak üzere ona hem ehlini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık. 44-) Eline bir demet sap al da onunla vur yani günaha girme. Gerçekten biz Eyyub’u sabırlı bulduk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah’a yönelirdi.
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (3.YAZI)Nebi (a.s) dan sonra siyasi düşüncede meydana gelen iki ayrı ucu teşkil eden Sünni ve Şii anlayışlar bu konuda aynı inancı paylaşmaktadır.Yani Sünnilere göre yüce Allah siyasi hakimiyetini iman eden toplum vasıtasıyla daha doğrusu devleti idare eden "Kral, Halife ve Padişah" vasıtasıyla, Şiilere göre ise "Masum İmamlar" vasıtasıyla gerçekleştirmektedir.Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri hüküm âyetleri ile aslında atalar dininin sorgulandığını düşünemediler.Bu da "Nebi ile Resul'ün" arasında bulunan farklardan ve Kur'an'ın kavramlarından haberleri olmadıkları için rivayetleri din olarak algılamalarından kaynaklanmıştır.Yani Şia ve Ehli Sünnet'e göre "Resul'e itaat etmek" rivayetleri benimseyip din olarak almak anlamına gelmektedir.Dolayısıyla bütün iş Kur'an'a karşı olan cehalette gelip düğümleniyor. Şia'ya göre toplumun kendisine özgü bir anlayış ve gerçekliği yani siyasal bir hakimiyet-i bulunmamaktadır.Çünkü toplum Kur'an'ı tam olarak anlamaktan mahrumdur.Kur'an'ı tam olarak anlama ve hayata aktarma ancak masum kılınmış imamlar tarafından gerçekleştirilir.Şia "Temiz olmayanlar ona dokunamaz" (Vakıa-79) âyetini "on iki imamdan başka gerçek olarak kimse Kur'an'ı anlayamaz" olarak okumuşlardır.Onlara göre Ahzap süresi 33. âyetiyle Allah, Ehl-i Beyti her türlü günahtan koruma altına almıştır.On iki imamın otoritesini temin eden şey onların Allah tarafından tayin edilen hakları ve hatasız olmalarıdır.Şia'ya göre zamanın imamını tanımayanlar gerçek Müslüman olmazlar.Diğer taraftan Sünni anlayışa göre ise Allah'ın vekili ve gölgesi padişahlar ve devlet adamlarıdır.Yani her ikisinde de Allah'a ait olduğunu inandıkları siyasal egemenlik O'nun vekilleri tarafından kullanılmaktadır.Haricilik mezhebi, isim olarak sevilmemesine rağmen inanç ve zihniyet açısından Şia ve Ehl-i Sünnet'in anlayışına damgasını vurmuştur. Yani Şia ve Ehli Sünnet'te, siyasi ve devlet yönetiminde genelde harici anlayış hakim olmuştur.Bugün de hüküm âyetlerinin Hârici yorumu Ehl-i Sünnet ve Şia'nın anlayış ve inancına hakimdir. Sadece hakimiyet meselesi değil, Kur'an'da geçen pek çok kavramın içeriği Ehl-i Sünnet ve Şia alimlerince yanlış yorumlanmış ve bu yanlışlıklar hâlâ devam etmektedir. Hakimiyet ile ilgili âyetlerin devletin yönetimi ile yani siyasetle ilgili olmadığı, âyetlerde mutlak güç sahibinin Allah olduğunun vurgulandığı görülmektedir.Mutlak gücün Allah'a ait olduğu konusunda Ehl-i Sünnet ve Şia arasında bir ihtilaf söz konusu değildir.Esas ihtilaf, yüce Allah'ın, devlete ve insana hükmetme, hakimiyet kullanma gücü olan siyasi egemenliği verip vermediği konusundadır. Kur'an'a göre siyasi hakimiyetin insana ait olduğu açıkça ortaya konmaktadır.Devlet ve toplum idaresinde Allah'ın emri, topluma ait işlerin toplumsal idare yani Şura tarafından bir düzene sokulmasıdır.(Âli İmran-159; Şura-38)Adem'in yaratılış gerekçesinde onun yeryüzünde "halife" olduğu bildirilmiş, hür iradeli ve kendi adına iş yapacak bir varlık olduğu açıkça belirtilmiştir.(Bakara- 30; Enam- 165 )Şia ve Ehl-i Sünnet'in din ve devlet adamları, siyasi hakimiyetin millete ait bir hak olmasından hiçbir zaman hoşlanmamışlardır. Aslında Allah'a iman eden ülkelerde hakimiyetin kişi ve ailelerden daha çok halka ait olması siyaset konusundaki birçok sorunu çözebilecek niteliktedir. İşte bundan dolayı iman edenlerin yani Müslüman toplumun özgürlükçü ruha dayalı bir siyasi yapılanmaya geçmeleri, Şia ve Ehl-i Sünnet zihninin hatalarını devam ettirmemeleri gerekmektedir. Rahman ve rahim olan Allah, özgür olma ya da hürriyeti sonuna kadar kullanma imkanını her insana sunmuş ve insandan hakimiyetini tam olarak kullanmasını istemiştir.İman edenler, bulundukları durumdan hoşnut değillerse kendi yönlerini değiştirmek zorundadırlar. (Râd-11; 11 Enfal- 53) Siyasi ve toplumsal olayların kötü sonuçları ile milletin karşılaşacak olması bile siyasal hakimiyetin millete ait bir hak olduğunu gösteriyor. Kur'an, toplumsal ve siyasal ilişkilerin, milletin davranışlarının sonucuna göre şekilleneceğini ortaya koymaktadır.Dolayısıyla siyasi konudaki sıkıntılarımız Allah'ın kitabından değil, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın anlayışından kaynaklanmaktadır.Maalesef Şia ve Ehl-i Sünnet geleneği, devleti yönetenlerin arzu ve istekleri doğrultusunda oluşturulmuş, din adamları da hukuk ve adaletin yanında değil, idarecilerin tarafında yer almışlardır.Kur'an'ın manası bozulmuş, sistem dağıtılmış, kavramların yeri değiştirilmiş, vahyin içindeki düzen bozulmuş, dedikodularla yeni bir din inşa edilmiştir.Bu yeni dinin hadis ve ictihadlarıyla yöneticiler kutsanmış israf ve yolsuzlukları örtbas edilmiştir. Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimleri tarafından yaşatılmaya çalıştırılan atalar dininin hakimiyet konusundaki yanlış uygulamalarının düzeltilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Yüce Allah'ın insana verdiği iradenin de Allah'a ait olduğu yolundaki inanç, hem dinin sömürülmesine hem de müminlerin ahlâken çökmesine sebep olmuştur.İnananlar, idarecilerin kendi vekilleri olduğunu, onların Allah'ın vekili olamayacaklarını kavramak zorundadırlar.Çok ilginç, iman edenleri hayat sahnesinden silen zihniyet her zaman kurtarıcı olarak gösterilmiştir.Bu milletin sorunu Kur'an'ın temsil ettiği hanif İslam dini ile ilgili değildir.Sorun, Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin oluşturduğu mezheplerle ilgilidir.(En'am-159; Rum-30,31,32)Kur'an, vahyi tebliğ eden elçilerin dahi Allah'ın vekili olmadıklarını ve olamayacaklarını açıkça ortaya koymuşken, diğer insanların Allah'ın vekili olabileceklerini ve Allah adına hüküm verebileceklerini yani O'nun adına hareket edebileceklerini söylemek her şeyden önce vahye aykırı düşmektedir. Hiçbir beşer'in -Nebi'ler ve Resuller dahil- Allah adına hüküm koyma ve Allah adına insanları idare etmeye hakkı yoktur. Allah'ın elçileri bile sadece risâlet misyonu ile Allah tarafından indirileni insanlara tebliğ ederler.Kur'an'da bulunan "...Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hğkmet ..." (Mâide-48)(Sana da şu talimatı verdik) : Aralarında Allah'ınindirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma..."(Mâide-49)Ve benzeri âyetler, Allah tarafından indirilen vahiy haricinde kaynak oluşturulmayacağı yani helal ve haram, din ve hüküm ile ilgili inmişlerdir.Allah'ın Resulleri vahyin üzerine, yanına, yöresine kendilerinden bir kelime bile ekleyemezler.(Hakka- 44; İsra- 72)Dolayısıyla Resuller dahil hiçbir beşer'in Allah adına konuşmaması ve O'nun adına hüküm koymaması için vahiy koruma altında nazil olmuştur. Kur'an'a tek kaynak olarak bağlı olmayan milletin özgürlükçü bir anlayışa sahip olması mümkün değildir. İman eden toplumun, hem dini hem siyasi anlayışı Şia ve Ehli Sünnet'in uygulamalarına dayanmaktadır. İslam ülkelerinde bulunan siyasi krizlerin sebebi budur. Bu geleneksel mezhebi anlayış yok olmadığı sürece iman edenlerin demokratik ve özgürlükçü bir yapıya kavuşmaları mümkün değildir.Öyle görülüyor ki devlet, siyaset ve din adamlarımız özgürlükçü yapının gelişmesi için mevcut parçalayıcı mezhepsel zihniyetin değiştirilmesinin önemini henüz anlayamamışlardır.
28 Mayıs 2022 Cumartesi
TAKLİTÇİLİK (3.YAZI)Ataların taklit dinini reddeden âyetler: "Onlara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar," Hayır!Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız"derler. "Ya ataları bir şey anlamamış hidayet yolunu da bulamamış idiyseler?"( Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer"" Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler"(Bakara-170, 171)"Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir" (Enfal-22)"Onlara (Allah'ın indirdiğine Uyun) dendiğinde: Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler."Ya Şeytan onları,(din atalarını ve kendilerini) alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!(Lokman- 21)"Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk biz de onların izlerine uyarız, derlerdi""(Elçileri) Ben size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( Yine mi bana uymazsınız?) deyince, dediler ki:Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi( Tevhid'i) inkar ediyoruz""Biz de onlardan İntikam aldık. Bak, yalanlayanların sonu nasıl oldu? "Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: Ben sizin kulluk ettiklerinizden uzağım "" Ben yalnız beni yaratana taparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir"" Bu sözü, ardından gelecek(Muvahhidlere) devamlı olarak kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar (onun Tevhid dinine) dönsünler" ( Zuhruf- 23,,,28)"Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Resül'e gelin" denildiği vakit,"Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler.Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?(Mâide- 104)"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler"" iman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır.Keşke zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi ""İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır"( Kötülere) uyanlar şöyle derler: Ah keşke, bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi bizde onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerine pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"(Bakara-165, 166, 167)"Şu Muhakkak ki Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş( onlara lanet etmiş) ve onlara çılgın bir azap hazırlamıştır"" Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır. Kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır" Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize keşke Allah'a itaat etseydik, Resül'e (Kur'an) itaat etseydik! derler"" Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden uzaklaştırır"(Ahzab, 64/68)"Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir. Onlara: Allah ile beraber taptıklarınız hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu? denilir" "Artık onlar, o azgınlar ve İblis orduları toptan oraya tepetaklak cehenneme atılırlar. Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz""Çünkü biz sizi alemlerin rabbi ile eşit tutuyorduk""Bizi ancak o günahkarlar saptırdı""Şimdi artık bizim ne bir şefaatçilerimiz var, ne de yakın bir dostunuz""Ah keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da, müminlerden (Muvahhidlerden) olsak""Bunda elbet alınacak büyük bir ders vardır, ama çokları iman etmezler"" Şüphesiz Rabbin, İşte O, mutlak galip ve Engin Merhamet sahibidir"(Şuara, 91/104)
26 Mayıs 2022 Perşembe
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (220.YAZI) Saffât Süresi 114-) Andolsun biz Musa’ya da Harun’a da (Nübüvvet ve Risalet vererek) minnet ettik. 115-) Onları ve kavimlerini o azim sıkıntıdan kurtardık. 116-) Yani onlara yardım ettik de galip gelenler onlar oldu. 117-) Ve ikisine de apaçık anlaşılan bir kitap verdik. 118-) Yani ikisini de sırât'ı müstakime hidayet ettik. 119,120-) Sonra gelenler içinde, Musa ve Harun’a selam olsun, diye (ihlaslı kullar için güzel bir ibret ve delil) bıraktık.121-) Doğrusu biz, güzel ahlak sahiplerini böylece mükâfatlandırırız. 122-) Şüphesiz, ikisi de mümin kullarımızdandı. 123-) İlyas da şüphe yok ki, Resullerdendi. 124,126-) İlyas milletine: (Allah’a karşı) takvâli olmaz mısınız? Yaratanların en güzeli olan, sizin de Rabbiniz, sizden önce gelen atalarınızın da Rabbi olan Allah’ı bırakıp da Ba’l’e mi dua edersiniz? demişti. 127,128-) Bunun üzerine İlyas’ı yalanladılar. Onun için Allah’ın muhlas kulları hariç; onların hepsi (ateşte) hazır bulundurulacaklardır. 129,130-) Sonra gelenler içinde, kendisi için güzel bir hatıra ve ibret bıraktık, "İlyas’a selâm olsun!" dedik. 131-) Şüphesiz biz, güzel ahlak sahiplerini işte böyle mükâfatlandırırız. 132-) Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandı. 133-) Lût da elbette Resullerdendi. 134,136-) Geride kalanlar arasında yaşlı bir kadın dışında, Lût’u ve ehlinin hepsini kurtardık. Sonra diğerlerini darmadağın ettik.137,138-) (Ey Mekkeliler!) Elbette siz de (yolculuğunuzda) sabah ve gece onların üzerinden geçip gidiyorsunuz. Hâla aklınızı kullanmaz mısınız? 139-) Doğrusu Yunus da Resullerdendi. 140-) Hani o, dolu bir gemiye kendini atmıştı. 141-) Gemide olanlarla karşılıklı kur’a çektiler de kaybedenlerden oldu. 142-) Yunus kendini kınayıp dururken onu hut yuttu. 143,144-) Eğer Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.145-) Hasta (bitkin) bir vaziyette kendisini dışarı çıkardık. 146-) Ve üstüne yaktin türünden bir ağaç bitirdik. 147-) Onu, yüz bin veya daha çok kişiye (Resul olarak) gönderdik. 148-) Sonunda ona iman ettiler, bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar (dünyadan) yararlandırdık 149-) Müşriklere sor: Kızlar Rabbinin de erkekler onların mı? 150-) Yoksa biz melekleri dişiler olarak yarattık da onlar şahit mi idiler? 151-152) İyi bilin ki onlar kendi uydurmaları olarak, "Allah çocuk edindi" diyorlar. Onlar elbette yalancıdırlar. 153-) Allah, kızları oğullara tercih mi etmiş! 154,156-) Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz? Hiç tezekkür etmiyor musunuz? Yoksa sizin apaçık bir sultanınız (deliliniz) mi var? 157-) Sâdıklardan iseniz, kitabınızı getirin! 158-) Allah ile cinler arasında da bir nesep kıldılar. Andolsun, cinler de kendilerinin (hesap yerinde) hazır bulundurulacaklarını bilirler. 159-) Allah, onların vasfettiklerinden subhan olandır. 160-) Allah’ın muhlas kulları hariç. (Kur'an'da bir çok âyette bulunan "muhlas, muhlasin" "ihlasa erdirilmiş, ihlasa erdirilmişler" kelimesi, bazı kıraat âlimleri tarafından "muhlis, muhlisin" "ihlasa ermiş, ihlasa ermişler" olarak okunmuştır. Yani bazı âlimler "lam'ın" fethasıyla (üstün) bazıları da "lam'ın" kesresiyle (esre) olarak okumuşlar. Kelime "muhlas" olursa, "yüce Allah tarafından ihlasa erdirilmiş olanlar" "muhlis" olursa, "kendi ahlak ve amelleriyle ihlasa ermiş olanlar" anlamına gelmektedir. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne göre "muhlis" okuyuşu daha doğrudur. Çünkü insanlar kendi akıl ve amellerinin karşılığı olarak ihlası elde ederler. Ancak kelime "muhlas" olarak kabul edilirse yani "ihlasa erdirilmiş, ihlasa erdirilmişler" olarak okunacak olursa bu sadece Nebi ve Resuller için geçerli bir okuyuştur. Çünkü Nebi ve Resuller ihlasa ermeden tebliğ yapamazlar.) 161,163-) Sizler ve ibadet ettikleriniz! Hiçbiriniz, cahime yaslanacaklardan başkasını fitneye düşüremezsiniz. 164,166-) Bizim her birimiz için, bilinen bir makam vardır. Şüphesiz biz, orada sıra sıra dururuz ve şüphesiz Allah’ı tesbih ederiz. 167,169-) (Müşrikler:) Eğer öncekilere verilenlerden bizde de bir kitap olsaydı, mutlaka Allah’ın muhlis kulları olurduk! diyorlardı. 170-) (Fakat kendilerine kitap gelince) onu kâfir oldular. Ama yakında bileceklerdir! 171-) Andolsun ki, Resul kullarımıza sözümüz şöyle geçmiştir. 172-) Onlar mutlaka yardıma kavuşacaklardır. 173-) Bizim ordumuz onlar için şüphesiz gâlip gelecektir. 174-) Onun için sen bir süreye kadar onlardan yüz çevir. 175-) Onların halini gör, onlar da görecekler. 176-) Azabımızı acele mi istiyorlar? 177-) Azap sahalarına indiğinde, uyarılanların (fakat yola gelmeyenlerin) sabahı ne kötü olur! 178-) Sen bir zamana kadar onlardan yüz çevir. 179-) Yani (hallerini) bir gör, onlar da göreceklerdir. 180-) Senin izzet sahibi Rabbin, onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir. 181-) Resullere selam olsun! 182-) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a da hamd olsun!(Saffât Süresinin Sonu)
KUR'AN'DA SALÂT(1.YAZI) Kur'an ehli bir arkadaş tarafından gönderilen "Salat in the Kuran" "Kur'an'da Salat" adındaki İngilizce seslendirme, Türkçe alt yazılı videoyu on günlük yoğun çalışmadan sonra kelime kelime yazarak, bazı hatalı söz ve kavramları düzenleyerek ve kendi Kur'ani bilgi ve birikimimle yoğurarak paylaşmayı uygun buldum. İşte İngilizce Seslendirme Olan Videonun İlk Yazısı: "Şia ve Ehl-i Sünnet inancına göre salât belirli bir dizi metinlerin okunduğu ve belirli bir dizi hareketin günün belirli vakitlerinde yapıldığı bir ritüeldir.Ama asıl soru, gerçekten de Kur'an bu inancı destekliyor mu? Gerçekten de Kur'an, namaz adında bir ritüelin olduğunu bize emrediyor mu? Şimdi Kur'an'a gidelim.Kur'an'a giderken, kendimize soracağımız ilk soru şu olmalı: Bu ritüelin detayları, tam olarak Kur'an'ın neresinde vardır? Kur'an'ın doğal yapısına yani apaçık olduğuna yani diline yani bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda, bu işlemleri nasıl yapacağımıza dair adım adım detaylandırılmış bir liste veya bir pasajın olmasını görmek isteriz. Buna karşılık, Kur'an'da kesinlikle böyle bir şey görmemekteyiz. Tam aksine, salât terimine gelindiğinde Kur'an'da namazdan tamamen farklı bir durum görmekteyiz. Ancak bu konuya girmeden önce "Ritüel (namâz), Kur'an'da vardır." diyenlerin sıklıkla dile getirdikleri iddialarından bir kaçını görelim. Birinci iddia: Ritüel Salât (Namaz), hadislerle açıklanmıştır.Cevap: Biz Müslümanlar olarak, görevimiz yalnızca Kur'an'a iman etmek, sadace ona tâbi olmaktır. Çünkü Kur'an tek hidayet rehberidir. (Bakara-2)Dinde Kur'an'dan başka bir kitaba tâbi olmamakla ilgili yüzlerce âyet mevcuttur. (En'am-153, 155)Dahası, Allah Resul'u (a.s) hayatta iken din Allah tarafından tamamlanmış,(Mâide-3; En'am-114,115) Kur'an'da, din ve hüküm olarak hiç bir şey eksik bırakılmamıştır (En'am-38) ve tamamen detaylandırılmış bir kitabtır. (Fussilet-3; Hud-2) Hatta Kehf Süresi 109. âyette yüce Allah şöyle buyuruyor: De ki: "Rabbimin kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsa Rabbimin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi." Buradan da anlaşılacağı gibi, Kur'an, bizim dünya ve âhiret kurtuluşumuz için yeterli ve bizim ihtiyacımız olan tüm detaylara sahip olan bir kitaptır. Yüce Allah Nahl Süresi 89. âyetinde de şöyle buyurmaktadır. "...Ve sana bu kitab'ı..." her şeyin açıklayıcısı olarak indirdik..."O halde Allah'a iman ediyorsak, bu demektir ki, salât hakkında da ihtiyacımız olan tüm detaylar bu Kur'an'da olmalıdır. O halde kolaylıkla bu iddianın doğru olmadığını söyleyebiliriz. İkinci iddia: Namaz çağlar boyu aktarıla aktarıla gelmiştir.Bu iddiayı doğrulamak için de Nahl süresinin 123.âyetini delil göstermektedirler.Nahl 123 âyet şöyledir."Sonra da sana hanif (Allah'ı birleyen) olarak İbrahim'in milletine tâbi olmayı vahyettik..."İddia sahipleri derler ki: Buradaki milletten kasıt ritüellerdir. Namaz, zekat, hac, oruç yani bunların hepsi İbrahim'in döneminde belirlenmişti ve nesilden nesile aktarıldı.Bu iddiaya göre namaz İbrahim (a.s) ile başladı, Musa (a.s) a geçti, oradan İsa (a.s) a oradan Muhammed (a.s) a ve bugüne kadar mükemmel bir şekilde korunarak yaklaşık olarak dört bin yıl sonrasına aktarıldı. Ancak bu fikirde büyük bir problem vardır.Bakara 170; Mâide-104; Lokman-21 âyetler gibi, birçok âyette öğrendiğimiz önemli bir emir var ki, bizler din adamlarının yolunu körü körüne takip etmekten yasaklanmış bulunmaktayız.Mesela Âraf süresi 3. âyette yüce Allah şöyle buyuruyor."Rabbinizden sizlere indirilene tabi olun yani ondan başka evliyaya tâbi olmayın..."Buda demek oluyor ki, bizlere nesilden nesile aktarılan herhangi bir ritüel elimizin altında bulunan kitap (Kur'an) tarafından doğrulanamıyorsa, bunun Allah tarafından emredilmediği sonucuna varıyor. Yani o ritüel'in, Allah'ın dininin bir parçası olmadığını anlarız.Bu fikri, bir de millet'i İbrahim'den bahseden şu âyetle (Nahl- 123) bir gözden geçirelim.Millet kelimesi, Arapça M-L-L kökünden gelmekte ve sözlük anlamı dikte etme, emretme şeklindedir.Evet, kelimenin anlamı bu.Yani yüce Allah buyuruyor ki: (Ey Nebi!) "İbrahim'in Kur'an'da var olan inancına, dinine, itikâdına, emrine tâbi olmalısın.Bu emir de bir sonraki kelimeden anlaşılacağı üzere, monoteistlik (hanif, tek tanrıcılık dinidir) İşte millet'i İbrahim demek bu:Tek tanrıcılık.Ritüellerle tamamen alakasız bir durum.Yani ritüellerin İbrahim'den bu yana nesilden nesile aktarılma düşüncesini "millet" kelimesi ile temellendirmek, Kur'an'a göre yanlış. O halde ikinci iddianın da sağlam bir temelin üzerinde olmadığını anlıyoruz. Üçüncü iddia ise biraz daha ilginç, çünkü ziyaret ettiğim web sitesinde namazın zaten Kur'an'da anlatıldığını iddaa eden bir yazı okudum. Sonrasında Kur'an'daki 114 surenin tamamını bu şekilde listeledim ve böylelikle bu yazıya görsel bir perspektif kazandırmak istedim.Bu yazıyı göre, namazın amacı Ankebüt süresi 45. âyette anlatılıyor.Tâhâ süresi 14.âyette namazda Allah'ı hatırlamak gerektiğine, Mâide süresi 6.âyette namaz için abdestten bahsedildiğine, Bakara süresi 144.âyette ise namaz için yönü belirtildiği ama kırmızı oka dikkat, kırmızı okta belirttiğim âyetlerde (Hac-26; Bakara-149; Yunus-10; Âla-1; Âli İmran-18) "salât" kelimesinin dahi geçmediğini bir yere not edin.Ve aynı âyetin (İsra-110) devamında (İsra-111) âyette Allah'ın namaza nasıl başlanacağından bahsettiği yazıyor.Ve Nisa süresi 102.âyette Allah bizlere namazdaki kıyam ve secdeden bahseder.Ancak bu âyette de rüku geçmez.Hac süresi 26. âyette ise rüku geçer ancak "salât" kelimesi geçmez.İsra süresi 110.âyette ses tonundan, Vakıa süresi 74 ve Âlâ süresi 1.ayette Allah'ı yüceltmeden bahseder, ancak salât kelimesi buralarda da geçmemiştir. Âli İmran süresi 18.âyette şehadet kelimesi geçer ancak salât ile bir bağlantı kurulamamıştır.Yunus süresi 10.âyette namazın bitişindeki selamdan bahseder denilmiştir, ancak salât kelimesi burada yine geçmez.Cüma süresi 9.âyette cuma günkü salâttan bahseder.Hud süresi 114 ve İsra 78. âyette namazların sayısından ve vaktinden bahsedilmiştir.Nur süresi 56.âyette namazın isimlerinden söz eder.Bunların hepsi namazın Kur'an'da olduğunu söyleyen bir web sitesinin görüşleri.Umarım buradaki problemi siz de görüyorsunuzdur. Problem şu ki, bu âyetleri namaz olarak değerlendirdiğimiz durumda Allah'ın bize karma karışık bir ibadet tarifinde bulunduğunu söylemek durumunda kalırız.Size bir soru sorayım.Eğer namaz bu kadar önemli bir konu ise, Allah neden bizim bu ibadetin ne olduğunu anlayabilmemiz için bize yap boz gibi tüm parçaları birleştirmek zorunda olduğumuz karmaşık son derece problemli bir tarifte bulunmuştur? Buradan benim çıkardığım sonuç şöyle.Şu an sağ üst köşede bir namazı gerçekleştirebilmek için gereken tek yol ön kabullerimizi teyit etmekten geçiyor.Eğer namaz hakkında bir fikriniz yoksa bu âyetlerden bir ritüel çıkarmanız imkansızdır. Kur'an'ı açtığınızda, imkanı yok bu karmaşık âyetleri birleştirip bu şekilde bir ritüel çıkaramazsınız. O yüzden bize göre bu görüş de kolaylıkla reddedilir.
25 Mayıs 2022 Çarşamba
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(219.YAZI) 58,61-) Birinci ölümümüz hariç, bir daha biz ölmeyecek yani biz bir daha azaba uğratılmayacağız. Şüphesiz bu, azim bir başarıdır. Çalışanlar, işte böylesi bir başarı için çalışsın. 62,63-) Şimdi, (kurtuluş ve başarı olarak), cennet ehli için sunulan bu nimetler mi daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onuzalimler için bir fitne kıldık. 64-) Zira o, cahimin (çılgın ateşin) dibinde bitip yetişen bir ağaçtır. 65-) Tomurcukları sanki şeytanların başları gibidir. 66-) Onlar ondan yerler yani karınlar ondan dolar. 67-) Sonra zakkum yemeğinin üzerine onlar için, kaynar su karıştırılmış bir içki vardır. 68-) Sonra kesinlikle onların dönüşü, cahim (çılgın ateş) olacaktır. 69,70-) Şüphesiz ki onlar (din) atalarıyla dalâlette karşılaştılar da sarhoşlar gibi izlerinden koşup gittiler.71-) Andolsun ki, onlardan önce eski milletlerin çoğu dalâlete düştü. 72-) Kuşkusuz, biz onlara uyarıcılar göndermiştik. 73-) Uyarılanların âkıbetinin ne olduğuna bir bak! 74-) Allah’ın ihlâslı kulları müstesna. 75-) Andolsun, Nuh bize nida etti. Biz de duaya en güzel bir şekilde icabet ederiz! 76-) Kendisini ve ehlini azim sıkıntıdan kurtardık. 77-) Ve zürriyetini, işte onları baki kıldık. 78-) Yani sonradan gelenler içinde ona iyi bir nam bıraktık 79-) Âlemlerin (insanların) içinde Nuh’a selam olsun! 80-) İşte biz güzel ahlak sahiplerini böyle mükâfatlandırırız. 81-) Zira o, mümin kullarımızdan idi. 82-) Nihayet ötekileri (müşrikleri) boğduk. 83-) Şüphesiz İbrahim de onun (Nuh’un) şiâ'sından idi. (Şia, aynı din, inanç, ahlak ve karaktere sahip olma anlamına gelmektedir.) 84-) Çünkü Rabbine kalb-i selîm ile geldi. (Kalb-i selim, her türlü şirk, hurafe ve kötü ahlaktan temizlenmiş ve arınmış kalp demektir.) 85-) Hani o, babasına ve kavmine: Siz kime ibadet ediyorsunuz? demişti. 86-) Allah’ın dununda (yanında- berisinde) bir takım iftira ilâhlar mı istiyorsunuz? 87-) O halde âlemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir? 88-) Bunun üzerine İbrahim yıldızlara şöyle bir nazar etti. 89-) Ben rahatsızım, dedi. (Sekim kelimesi, hasta olmaktan ziyade rahatsız ve bitkin olma anlamına geliyor. Yani onların evliya ve ilahlara kulluk etmeleri ve hiç bir söz dinlememeleri onu çok yormuştu.) 90-) Ona arkalarını dönüp gittiler.91,92-) Yavaşça ilâhlarının yanına vardı. (Oraya konmuş yemekleri görünce:) Yemiyor musunuz? Size ne oluyor ki, konuşmuyorsunuz? dedi. 93-) Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu (kırıp geçirdi.) 94-) (Müşrikler) onunla karşılaşınca azarlamaya başladılar. 95,96-) İbrahim: Yonttuğunuz şeylere mi ibadet edersiniz! Oysa ki sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı, dedi. 97-) Onun için bir bina yapın ve derhal onu cahime atın! dediler. 98-) Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları aşağılardan kıldık. 99,100-) Oradan kurtulan İbrahim: Ben Rabbime gidiyorum. O bana hidayeti gösterecektir. Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat bağışla, dedi. 101-) İşte o zaman biz onu halim bir oğul ile müjdeledik. 102-) Babasıyla beraber çalışacak çağa erişince: Yavrum! Rüyada (vahiy-öngörü-Allah'ın emri olarak) seni boğazladığımı (feda ettiğimi) görüyorum; bir bak, görüşün nedir? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın, dedi.(Şiilikte ve Sünnilikte var olan İbrahim (a.s) ın oğlunu boğazlaması doğru değildir. Bu yüce Allah'ın emirlerine ve sünnetullaha aykırıdır. İsmail (a.s) ın "emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" demesi, bu işin uzun bir süreçle ilgili olduğunu gösteriyor. O halde âyetteki "ezbehuke" "seni boğazlıyorum" ne demektir? Âyette bulunan "zebh" "boğazlama" onu ıssız bir yere bırakma, onu terketme, yüz üstü bırakma, ondan ayrılmayı" ifade etmektedir. Yani bu iş ikisine o kadar zor geldi ki, oğlunu boğazlaması gibi ağırına gitti. İbrahim (a.s) onu ve annesini ot bitmez, kervan geçmez bir bölge olan Mekke'ye bıraktı.(İbrahim-37)Vahiy, akıl ve hikmet önderlerinin en önemli temsilcisi olan İbrahim (a.s) ın oğlunu gerçek anlamda boğazlamaya kalkıştığına iman etmek Kur'an'ın bir çok âyetine aykırıdır. 107.ayette "zibhin" yani boğazlamanın gerçekleştiğini görüyoruz. Çünkü bağazlamanın yani İsmail'in feda edilmesi karşılığında bedel olarak ona İshak veriliyor. İsrailoğullarının erkek çocuklarının boğazlanması da bu şekilde olmuştur.((Bakara-49; İbrahim-6; Kasas-4) Yani Firavun onlardan çocuklarını ayırıyor, onları kendine kul-köle yapıyordu.(Şuara-22 ) Âyetlerde geçen "yuzebbihune" "boğazlıyorlardı" ifadesi, mecaz olarak değil de, gerçek anlamda kesme olsaydı, kısa zamanda nesilleri yok olur. Yüz binlerce olarak çoğalmazlardı.) 103,106-) Her ikisi de (emre) teslim olup, onu yüz üstü bırakınca: Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz güzel ahlak sahiplerini böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten, apaçık bir bela (sınama) idi, diye nida ettik. 107,111-) Biz, zibhin (boğazlamanın) bedeli olarak ona azim bir fidye olan (İshak'ı) verdik. Yani geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık: İbrahim’e selam! dedik. Biz güzel ahlak sahiplerini böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır. 112,113-) Sâlihlerden bir Nebi olarak O’na (İbrahim’e) İshak’ı müjdeledik. Kendisini ve İshak’ı mübarek (bereketli) eyledik. Lâkin her ikisinin neslinden güzel ahlak sahibi kimseler olacağı gibi, açıktan açığa kendi nefsine zulmedenler de olacaktır.
24 Mayıs 2022 Salı
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(81.YAZI) "Bizim sülale olarak bir cemaatimiz, tarikatımız hiç bir zaman olmadı. Mezhep diye hasbel kader üzerimize doğuştan yaftalanan mezhebimiz olsa da, hükmü olmadı. Allah her şeyi bilen, gören, duyandır öğretisi yaşamımızı şekillendirdi. Hoşgörü ortamı hayatımızın her yanında hakimdi. Dinde temel olan ne varsa bizle beraberdi. Sizin ki zor bir görev. Sayılarınızın çoğalması tek dileğim. Emeğinize sağlık" (Nihalnihal Erdoğan "Çocuklarımızı Cemaat ve Tarikatlardan Uzak Tutalım" Adlı Yazıya Yaptığı Zorum) ------------------------------------------------------"Ali Aydın hocam! Bütün içimizden geçenleri dökmüşsünüz. Allah razı olsun.Sesimiz olmuşsunuz.Umarım yetkili olanlardan biri okur ve duyar.Bunlarda bir tepki, bir soru işareti oluşur diye ümit ediyorum. Ali hocam! Emeğinize, yüreğinize sağlık.(Fatma Elmas "Çocuklarımızı Cemaat ve Tarikatlardan Uzak Tutalım" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) --------------------------------------"Ali Hocam! Çok dolu ve aydınlatıcı bir paylaşım olmuş, yüreğinize sağlık. Güncel ama yürek yakan bir konuyu, gerçek bir din adamı kimliğinizle dile getirmişsiniz.Hocam! Paylaşımınızda belirttiğiniz bir konuya nacizâne katkı sunmak istedim. Yaklaşık 35 yıl önce memleketime kısa bir ziyaret için gitmiştim. Memleketim bir ilçe merkezi ve oranın tek camisinin yöreye göre ünlü bir imamı ile karşılaştık, kısa bir hoşgeldin sohbetinden sonra (şu an kendileri rahmetli) ona şöyle bir soru sormuştum."Hocam bizler sizlerle ilgili gurbette çok güzel şeyler duyuyoruz ve mutlu oluyoruz, yaklaşık yirmi beş yıl burada görevlisiniz.Bu halka bu cemaate ne verdiniz? Hocam biraz düşündükten sonra: Yeğenim çok güzel bir soru, doğrusunu söylemek gerekirse, bir arpa boyu yol alamadık demişti. Ali Hocam! Durum bu günde hiç değişmemiş maalesef. Sağlıklı huzurlu ömürler dilerim"(Hayri Sipahi "Salât, Dua ve Namaz" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -------------------------------------------"Ali Aydın hocam! Allah sizden razı olsun.Gerçekten bu konu çok önemli.İki üç yıl önce Kur'an'ın Resül olduğunu, Kur'an'ın âyetlerinden kanaat getirmiştim.Ve bu önemli konuyu âyetlerle te'yid edip açığa çıkardığınız için Allah razı olsun hocam.Gerçekten muhteşem bir çalışma. Rabbim ilminizi ve ilmimizi arttırsın inşallah.Allah'ın âyetlerine secde edenler hakkı batıldan ayıran kişilerdir. Saygılar selamlar" (Fatma Elmas'"Kur'an'ın Resül Anlamında Kullanıldığı Âyetler" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ----------------------------------------Husamettin Aktas!Bu soruya kendiniz cevap vermeniz gerekir.Salat-ı ikâme, salât âyetlerini anlayarak karar vermeniz gerekir. Çünkü insan Allah'ın âyetlerini okuyup kavradığı zaman tam olarak mutmain oluyor. Ve Rabbine hamd ederek yüceltiyor. Salat-ı ikâme etme buyruğu Rabbimizin farz olan âyetlerindendir. Yani Kur'an'la bağ kurma, Kur'an'ı okuyup anlama, kavrama, âyetlerine içtenlikle secde etme, kabullenme ve kıyam edip ayağa kaldırma, destek verme, destekleşme, salat-ı ikâme etmektir. Ben iki yıldır kılmıyorum ve salât'ı ikame ediyorum.Ama beş yıldır salât âyetlerini incelemeye aldım ve sürekli okuyup anlamaya kavramaya çalıştım.Şu an için kalbim mutmain yani salât'ın namaz olmadığına iman ettim. Tâbi ki referansım ve delillerim Allah'ım âyetleridir.On yıldır Kur'an'ın anlamı ile buluştum ve kendi dilimizde okuyup anlamaya, kavramaya, sorgulamaya çaba gösteren bir insanım ve hâlâ da devam ediyorum.Çünkü salât bir yaşam tarzı ve iman etme ögüdüdür"(Fatma Elmas "Salât Namaz Değildir" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)-----------------------------------------"Kasım Tümtürk! Holigan ve fanatik değilim. Olsaydım kendimi hiç yormaz, bana çocukluğumdan beri dayatılmış rivayet dinini kabul eder, yedi yaşında anlamadan tıkır tıkır okuduğum Kur'an'ı okur, üfler, namazımı ne dediğimi anlamadan kılar, tesbihimi çeker, duamı eder, çok iyi müslüman olduğumu zannederek, rahat, huzurlu yaşardım.Niye kafamı kurcalayan sorularıma cevap bulmak için farklı farklı mealler, tefsirler, tebyin okuyayım?Kitabımız gerçekten ne diyor diye uğraşayım acaba.Siz yolunuza, ben yoluma kardeş" (Handan Ertan "Salât Namaz Değildir" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)---------------------------------------------Selâmun Aleyküm Ali hocam! Yıllardır hep arayışı içindeydim. Kur'an anlayarak nasıl okunur mümkün değildi. Şükür nasip eyleyen Allah'a.Paylaşımlarınızla salât kavramının da üzerine yoğunlaşarak mümkünsüz dediğim, Kur'an'ı anlayarak okumanın sırrını çözdüm İnşallah!Kur'an'ın öğrenilmesini ve anlaşılmasını zorlaştıran, hatta istemeyen, teker teker saymaya gerek yoktur.Tek kelimeyle ilahiyatçı geçinen imam, şeyh alim dünyalık heveslerine yazıklar olsun. Allah'a emanet olun"(Avni Yazdıç)
BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ŞART MIDIR?(4. YAZI)Mezhep âlimlerinin ictihadlarında her zaman isabetli ve hatasız olduklarına ilişkin inanç, onlara Allah Resulü'nün üstünde bir nitelik, hatta ilahlık yakıştırmakta olduğundan, bu rablığın kabulünü zorunlu kılar ki, küfrün ve şirkin en büyüğüdür. Öte yandan, Müslümanlara Kur'an tercümesini okumayı yasaklayan, aklın kullanılmasının önüne set çeken, ilim ve fikir düşmanlığı yapan Kur'an'sız cahiller, sadece mezheplerin birine cevaz verip insanı bir robot gibi, ruhsuz ve taklitçi yapan bu tutumları, mezhebi sinsi bir biçimde Kur'an'ın üstünde bir konuma yükselttiğinden ötürü de açık bir zulüm içermektedir. Mezheplere tapanların anlayışlarına göre din: 1) Kur'an.2) Sünnet.3) Mezheplerden oluşan bir inanç sistemidir. Ancak bu iddia Kur'an'ın en son inen âyeti olan "...Bugün size dininizi ikmal (Mükemmelleştirdim) ettim, üzerinize (tevhid) nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a (tevhid sistemine )razı oldum"(Maide- 3) İle "Rabb'inin sözü doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. Onun sözlerini değiştirecek yoktur. O işitendir, bilendir"(Enam- 115) âyetleriyle açık bir çelişki içindedir.Yukarıdaki âyetler göz önüne alındığında ve hiçbir şey Allah'ın kelamını yalanlayamayacağına göre bu âyetlerin iniş tarihinde İslam dininin tamamlanmış olduğu kesindir.Yani son Nebi ve Nübüvvet'e bağlı son Resul olan Muhammed (a.s) daha hayatta iken indirilen vahiy ile hanif din Allah tarafından tamamlanmıştır. O halde mezhebe tapanlar fırkasının tanıttığı din, Allah tarafından Kur'an vasıtasıyla indirilen İslam değil, insanlar tarafından uydurulan şirk dindir.Kur'an İslam'ında tek sorgulanamaz Allah iken, (Enbiya-23) Resuller bile âhirette Allah'ın sorgulamasına muhatap tutulmuşken (Âraf-6) bir çok âyette Nebi (a.s) yapmış olduğu hatalardan dolayı uyarılmışken (Tevbe-113; Tahrim-1)Yine Allah Resulü'nün arkadaşları olumsuz ahlak ve tavırlarından dolayı onlarca âyette kınanmışken (Cuma-11; Mümtehine-1,2,3,4; Hucurat-1,2,3,4,5,11,12,14,16,17; Nur-11,12,13,14,15,16 17,18 19,20; Tevbe- 39,40)Muhaddisler, müctehidler ve mezhep imamları, dokunulmaz, tenkid edilemez ilan edilerek nasıl ilâhlaştırılmışsa cemaat liderleri ve tarikat şeyhleri dahi zaman üstü ilan edilerek ilahlaştırılmışlardır.Dolayısıyla inanç ve ahlak sistemi, rivayet ve ictihadları değil, son ilahi kitap esas alınarak yeniden belirlenmelidir. Allah bir olduğu gibi dinde bir olmalıdır. Yani din Allah'a özel kılınmalıdır (Zümer-1,2,3,11,12,13,14, Beyyine-5, Mümin- 14)Hak din bir olduğu gibi onun kaynağı da bir olmalıdır. O kaynak da Kur'an'dır. Bu tevhid dininin kaçınılmaz sonucudur.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(218. YAZI)Saffât Süresi 182 Âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,4-) Saf saf dizilenlere, (şirke) engel olanlara, zikri (vahyi) tilâvet edenlere andolsun ki, sizin ilâhınız birdir. 5-) O, göklerin ve yerin yani ikisi arasındakilerin Rabbi, hem de doğuların Rabbidir. 6-) Biz yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik. 7-) Ve (gökyüzünü) itaat dışına çıkan her şeytandan (tehlikeden-zarardan) koruduk. 8-9) Onlar, artık mele-i a’lâ’ya kulak veremezler çünkü her taraftan sökülüp atılırlar. Yani onlar için sürekli bir azap vardır. 10-) Ancak çalıp kapan olursa, onu da delip geçen bir parlak ışık takip eder. 11-) Şimdi onlardan bir fetva iste! Yaratma bakımından onlar mı (gökler mi) daha şiddetli (zor), yoksa yarattığımız (insanlar) mı? Şüphesiz biz kendilerini (sadece) yapışkan bir çamurdan yarattık. 12-) (Ey Nebi!) Onların maskaralıkları senin acayibine gidiyor. 13-) Kendilerine (Kur'an'dan) hatırlatıldığında tezekkür etmezler. 14-) Yani bir âyet gördüklerinde onu maskara (eğlence) edinirler. 15-) Bu ancak apaçık bir sihirdir, derler. 16-) "Gerçekten biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, diriltileceğiz?" 17-) "İlk atalarımızda mı (diriltilecek)?" 18-) De ki: Evet, hem de hor olarak (diriltileceksiniz). 19-)O(diriltme) korkunç bir bağırtıdan ibaret olacak, o anda hemen onların gözleri açılıp etrafa bakacaklar. 20-) (Durumu gören kâfirler:) Eyvah bize! Bu din günüdür, derler. 21-) İşte bu, her zaman yalanlamış olduğunuz fasl günüdür. 22,24-) (Allah:) Zalimleri ve eşlerini yani Allah’ın dununda (yanında- berisinde) ibadet ettiklerini toplayın. Onları cahimin yoluna hidayet edin. Yani onları tevkif edin, çünkü onlar mes'üldürler (sorguya çekilecekler! buyurur.) 25-) Size ne oldu ki, birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz? 26-) Evet, onlar bugün teslim olmuşlardır. 27-) (İşte bu duruma düştükleri zaman) onlardan bazısı, bazısına dönerek, birbirlerini sorumlu tutmaya çalışırlar. 28-) (Uyanlar, uydukları efendilerine:) Siz bize sağdan gelirdiniz (sûreti haktan görünürdünüz) derler. 29,30-)(Efendileri de:) "Bilâkis, derler, siz mümin kimseler değildiniz. Bizim sizin üzerinizde bir saltanatımız yoktu. Fakat siz kendiniz taşkın bir kavim idiniz."31-) "Onun için Rabbimizin sözü bize hak oldu. Biz (hak ettiğimiz cezayı) mutlaka tadacağız." 32-) "Evet biz sizi şaşırttık. Çünkü kendimiz de şaşırmıştık." 33-) Şüphesiz o gün onlar azapta ortaktırlar. 34-) İşte biz, mücrimlere böyle yapacağız. 35-) Çünkü onlara: Allah’tan başka ilâh yoktur, denildiği zaman kibirlenirlerdi. 36-) "Mecnun bir şair için mi ilâhlarımızı terk edeceğiz?" derlerdi. 37-) Aksine! O (Resul) hakla geldi yani Resulleri tasdik etti.38-) Kuşkusuz siz elem verici azabı tadacaksınız. 39-) Çekeceğiniz ceza, amellerinizin karşılığından başka bir şey değildir. 40-) Bu azaptan ancak Allah’ın muhlis kulları istisnâ edilecek. (illâ ibâdallâhil muhlasin" "Dini Allah'a özel kılanlar, vahiy'den başka hiç bir şeye iman etmeyenler, beşeri kaynakları yani rivayet ve mezhepleri reddedenler" demektir. Sadece bunlar kurtuluşa erecek, diğerleri cehennemi boylayacaktır.) 41,44-) Bunlar için bilinen bir rızık, türlü meyveler vardır. Yani naîm cennetlerinde karşılıklı koltuklar üzerine kurulmuş oldukları halde (değerli misafirler misâli) kendilerine ikram edilir. 45-) Onların etrafında pınardan (doldurulmuş) kadehlerle tavaf edilir. 46-) Berraktır, içenlere lezzet verir. 47-) O içkide ne sersemletme vardır ne de onunla sarhoş olurlar. 48-) Yanlarında bakışlarını yalnız onlara özel kılmış, iri gözlü eşler vardır. 49-) Onlar, sanki saklı yumurta gibi bembeyazdır. 50-) İşte o zaman, birbirlerine dönerek (dünyadaki hallerini) soracaklar. 51-) İçlerinden biri: "Benim, bir arkadaşım vardı" der. 52,53-) Derdi ki: Sen de (dirilmeyi) tasdik edenlerden misin? Biz ölüp kemik, sonra da toprak haline geldiğimiz zaman (diriltilip) cezalandırılacak mıyız? 54,55-)(O kişi) siz ona muttali oldunuz mu?(arkadaşımı gördünüz mü?) dedi. İşte o zaman muttali oldu ki, arkadaşını cahimin (çılgın ateşin) ortasında gördü. 56,57-) "Tallâhi, sen az daha beni de (ateşe) döndürecektin. Rabbimin (vahiy) nimeti olmasaydı, şimdi ben de (ateşte) hazır olanlardandım" dedi.
22 Mayıs 2022 Pazar
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(217. YAZI)Yasin Süresi 47-) Onlara, Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden infak edin, denildiğinde, kâfirler iman edenlere dediler ki: Allah’ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapkınlık içindesiniz. 48-) Onlar: Eğer gerçekten sâdıksanız, bu vaad ne zaman gerçekleşecektir? derler. 49-) Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini ansızın yakalayacak tek bir sayhayı bekliyorlar. 50-) İşte o anda onlar bir vasiyyette bulunmaya bile güç getiremezler yani ailelerine dönemezler. 51-) Çünkü sûr’a üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar cesetlerden boşalarak Rablerine giderler. 52-) İşte o zaman: Yazıklar olsun bize! Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? Bu, Rahmân’ın vâdettiğidir yani Resuller sadık imişler! derler. 53-) Olan tek bir sayhadan ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar. 54-) O gün hiç kimse en ufak bir zulme uğramaz. Yani orada sadece amellerinizin karşılığı ile cezalandırılırsınız. 55-) O gün cennet ashabı, gerçekten hoşlandıkları meşgaleler içinde olacaklardır. 56-) Onlar ve eşleri gölgeler altında koltuklara yaslanırlar. 57-) Orada onlar için her çeşit meyve vardır. Yani bütün istekleri yerine getirilir. 58-) Onlara Rahim Rabten selam sözü vardır. 59-) "Ayrılın bir tarafa bugün, ey mücrimler!" (müşrikler) 60-) "Ey Âdem oğulları! Size şeytana ibadet etmeyin, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır" demedim mi? 61-) "Yani sadece bana ibadet edin, sırat'ı müstakim budur" (demedim mi?) 62-) Şeytan (din adamları) sizden pek çoklarını aldatıp saptırdı. Hâla aklınızı kullanmayacak mısınız? (Zihinsel şeytan insanı ameli yönden günaha sokarken, şeytanın süret almış hâli yani şeytanın ete kemiğe bürünen hâli olan din adamları imani ve itikâdi olarak insanların sapkınlığına sebep olurlar. En tehlikeli olan budur. Yani din adamları zihinsel şeytandan daha ölümcül bir günaha sebep olurlar. Bu günaha yani şirke yani uydurma dine kulluk eden fanatiklerin ondan kurtulmaları artık mümkün olmuyor.) 63-) İşte, bu size vâdedilen cehennemdir. 64-)Küfrünüzden dolayı bugün oraya yaslanın! 65-) Bugün onların ağızlarının üzerini mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır ve ayakları da şahitlik eder. 66-) Dilesek onların gözlerini büsbütün kör ederdik. O zaman sırat'a doğru musabaka ederlerdi, ama nasıl göreceklerdi? 67-) Eğer dilesek oldukları yerde onların şekillerini değiştirirdik de ne ileriye gitmeye güçleri yeterdi ne de geri gelmeye! 68-) Kime uzun ömür verirsek biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç akıllarını kullanmazlar mı? 69-) Yani biz ona (Resul'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yakışmazdı da. (Onun söyledikleri), ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır.(Yukarıdaki âyet, Allah Resulunun vahiy'den başka bir şey tebliğ etmediğini gösteriyor. Kur'an'da bulunan "şiirin tanımı" algımızdaki şiir gibi değildir. Kur'an'da var olan şiir, yalan, abartı, iftira, hezeyan hakka aykırı, insanları aldatma amacı güden sözlerdir. Kur'an'a göre şairler bağıl peşinde koşan ve söylediklerini yapmayanlardır.(Şuara-224, 225, 226)) 70-) Diri olanları uyarsın ve kâfirler cezayı hak etsinler diye. (Âyette bulunan "hayyen" "diri" ifadesi, ölenin zıttı anlamında değil, kalbi diri olan, anlayışı sağlam, aklını kullanan, tefekkür eden, duygularını yitirmemiş anlamında kullanılmıştır. Çünkü bu durumda olmayan insanlara Kur'an bir şey yapamaz, adalet ve imtihan gereği yüce Allah insanların irade ve akıllarına zorla müdahale edip hidayet ve sapkınlığa sevketmez. Hidayet bulmanın ve sapkınlığa düşmenin tek sebebi vahiy'dir. Vahye tek kaynak olarak iman eden hidayeti, vahyin yanında başka kaynaklara (hadis- mezhep) iman eden sapkınlığa düşmüş olur. ) 71-) Görmüyorlar mı ki, biz ellerimizin (kudretimizin) eseri olmak üzere onlar için birçok hayvan yarattık. Bu sayede onlar bunlara mâlik olmuşlardır. 72-) Bu hayvanları onların emrine boyun eğdirdik. Onların bazısını binek olarak kullanırlar ve bazısını da besin olarak yerler. 73-) Bu hayvanlarda onlar için nice menfaatler ve içilecekler vardır. Hâla şükretmezler mi? 74-) Yani yardım göreceklerini umarak Allah’tan başka ilâhlar edindiler. 75-) Halbuki ilâhların onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri bunlar için yardıma hazır askerler konumundadır. 76-)(Ey Nebi!) O halde onların sözleri sakın seni mahzun etmesin. Kuşkusuz biz, onların gizlemekte olduklarını da, açığa vurduklarını da biliyoruz. 77-) İnsan görmez mi ki, biz onu bir nutfeden yarattık. Bir de bakıyorsun ki o, apaçık hasım (tartışmacı-düşman) kesilmiştir. 78-) Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" diyor. 79-) De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir. 80-) Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O’dur. İşte siz ateşi ondan yakıyorsunuz. 81-) Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet! Elbette kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır. 82-) Onun emri bir şeyi irâde ettiğinde ona "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluşmaya başlar. 83-) Her şeyin melelütü (ince ayarı ve hassas dengesi) kendi elinde olan Allah subhandır! Siz de O’na döneceksiniz.(Yasin Süresinin Sonu)
21 Mayıs 2022 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(216. YAZI)Yasin Süresi 83 Âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Yâsîn, 2-) Hakim olan Kur’an'a andolsun. 3-) Şüphesiz ki sen Resullerdensin. 4-) Müstakim bir yol üzerindesin. 5-) Bu Kur’an Aziz ve Rahim (olan Allah) tarafından indirilmiştir. 6-) Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir kavmi uyarman için indirilmiştir. 7-) Andolsun ki onların çoğunun üzerinde söz hak olmuştur. Çünkü onlar iman etmiyorlar.(Yani "... cehennemi cinlerden ve insanlardan dolduracağım azap sözü..."(Secde-14; Hud-120) 8-) Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır. 9-) Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler. 10-) Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, iman etmezler. 11-) Sen ancak zikre (Kur’an’a) uyan ve görmeden Rahmân’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiretle yani kerim bir mükâfatla müjdele. 12-) Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi, bıraktıkları bütün eserlerini yazarız. Çünkü her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır. 13-) Onlara, şu şehir halkını misal getir: Hani onlara Resuller gelmişti. 14-) İşte o zaman biz, onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir Resul ile destekledik. Onlar: Biz size gönderilmiş Resulleriz! dediler. 15-) (Resullere) dediler ki: Siz de ancak bizim gibi birer beşersiniz. Yani Rahmân, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz. 16-) (Resuller) dediler ki: Rabbimiz biliyor; biz gerçekten size gönderilmiş Resulleriz. (Yukarıdaki âyette vahiy ehli muvahhidlere önemli bir öğüt ve teselli vardır. Yani bizim hidayet üzerinde olduğumuzu yüce Allah'ın bilmesi yeter.Dolayısıyla rivayet ve Mezhep ictihadlarına iman edenlerin bize iftira etmelerinin hak nazarında bir değeri yoktur.) 17-) "Bizim üzerimize düşen, apaçık bir şekilde (Allah’ın emirlerini) tebliğ etmekten başka bir şey değildir" dediler. 18-) (Bunun üzerine onlar:) Doğrusu sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun sizi recm ederiz. Yani bizden size mutlaka elim bir azap dokunur, dediler. 19-) (Resuller) dediler ki: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size hatırlatma yapılıyorsa, bu uğursuzluk mudur? Bilakis, siz müsrif bir kavimsiniz. (Ümmetlerin hayatı vahiy'le şekillenmiyorsa yani din ve hüküm okarak Kur'an tek kaynak kabul edilmiyorsa, maddi-manevi her şeyleri israf hükmündedir.) 20-) Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. "Ey kavmim! dedi, bu Resullere tâbi olunuz!" 21-) "Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayette olan kimselerdir." 22-) "Bana ne olmuş ki, beni yoktan var edene ibadet etmeyecekmişim! Halbuki, hepiniz O’na döndürüleceksiniz." 23-) "O’nun dununda (yanında- yöresinde) ilâhlar mı edineyim? O Rahman (olan Allah), (şirk koştuğum için) bana bir zarar dilerse onların (ilâhların) şefâati bana hiçbir fayda vermez yani beni (azaptan) kurtaramazlar." 24-) "İşte o zaman ben apaçık bir sapkınlığın içine düşmüş olurum" 25-) "Şüphesiz ben, Rabbinize iman ettim, beni dinleyin." 26,27-) Gir cennete! denildi. "Keşke, dedi, Rabbimin beni nasıl mağfiret ettiğini yani beni nasıl ikrama mazhar olanlardan kıldığını kavmim bilseydi!" (Yukarıdaki âyet iki şekilde anlaşılmaya müsaittir. 1-) Kavmi onu öldürdü ve alaylı bir şekilde ona "cennete gir" dediler. Fakat o, gerçekten yüce Allah'ın mağfiret ve ikramına mazhar oldu. 2-) Kavmi onu öldürdü, vefat eder etmez yüce Allah ona "cennete gir" buyurdu. 28-) Biz ondan sonra, onun kavmini yok etmek için üzerlerine gökten herhangi bir ordu indirmedik ve indirecek de değildik. 29-) Onları yok eden tek bir sayhadan başka bir şey değildi. Birdenbire sönüverdiler. 30-) Kendilerine gelen her Resul ile mutlaka alay etmiş olan kullara yazıklar olsun. 31-) (Müşrikler) görmüyorlar mı ki, onlardan önce nice medeniyetler helâk ettik. Onlar tekrar dönüp de bunlara gelmezler. 32-) Elbette onların hepsi (kıyamet gününde) karşımızda hazır bulunacaklar. 33-) Bu hususta ölü olan yer onlar için bir âyettir. Biz onu dirilttik yani ondan dane çıkardık. İşte onlar bundan yerler. 34-) Biz, onda nice nice hurma cennetleri, üzüm bağları kıldık ve oralarda birçok pınarlar fışkırttık. 35-) Ta ki, onların meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal ettiklerinden yesinler. Hâla şükretmeyecekler mi? 36-) Yerin bitirdiklerinden, insanların nefislerinden ve bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah tesbih edilmeye layık olandır. 37-) Gece de onlar için bir âyettir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklar içinde kalırlar. 38-) Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (gider). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah’ın takdiridir. 39-) Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) takdir ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner. 40-) Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler. 41-) Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide (ana rahminde) taşımamız da onlar için bir âyettir. 42-) Onlar için, bunun gibi binecekleri başka şeyler de yarattık. 43-) Dileseydik onları boğardık. O zaman onların imdadına koşan olmaz yani onlar kurtarılmazlardı. 44-) Ancak bizim tarafımızdan bir rahmet olarak yani belli bir zamana kadar faydalandırmamız için onları yaşatıyoruz. 45-) Onlara önünüzde olan ve arkadanızda bıraktıklarınız hususunda takvâlı olun; umulur ki size merhamet edilir denildiği zaman (aldırmazlar) (Yani geçmişe pişmanlık ve tevbe gelecek için ihlas ve takva sahibi olmak.) 46-) Yani onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet geldiğinde mutlaka ondan yüz çevirmişlerdi.
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (2.YAZI)Şiilik ve Sünniliğin oluşmasında referans çerçevesi olan "tedvin devri" yani hadislerin toplanıp kitaplaştırılması siyasi, dini ve ilmi sahalarda kırılmaların gerçekleştiği bir dönemdir.Bu dönemde Allah'ın indirdiği vahiy, akıl ve ilim, iftira ve hurafelerin enkazı altında kalmıştır. Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların bilinmemesi islam dininin kaynağı konusunda büyük bir çelişkiye düşülmüş ve dinin kaynakları çoğaltılarak kavram kargaşası ile iman edenlerin zihni inanç krizine sürüklenerek allak bullak edilmiştir.Yani hadislerin her alanda hayata hakim kılınması neticesinde İslam dini Emevi ırkçılığının kurbanı olmuştur. Allah'ın kitabı Arapların şirk dinine büyük bir darbe vurmuş fakat Emevi zihniyetini değiştirememiştir. Çünkü medeniyetin oluşması ve zihin değişikliği için uzun bir zamanın geçmesi gerekmektedir. Dolayısıyla sadece Kur'an'dan hareket ederek yeniden hanif bir inanç ve sağlam bir zihin inşa edilmesi zorunluluk halini almıştır.İman edenleri, din düşmanlarının İslam'a verdiği zarar değil, Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin kendi dinlerine verdikleri zarar ilgilendirmektedir. Her inanç, düşmanlarının saldırılarından değil, en çok bağlılarının cehalet ve beceriksizliğinden zarar görmektedir.Müslüman milletin huzur ve mutluluk ekseninde gelişmesi ancak dini anlayışların Kur'an'a göre ayarlanması ve yaşadıkları çağın anlayışına göre yenilenmesi ile mümkün olabilir.Tarihsel süreçte geleneksel mezhebi inanç ve anlayışlar hanif İslam'a dönüşmedikçe gelişmeye değil, çürümeye ve yok oluşa şahit olacağız.Kur'an'ın herhangi bir âyetinden çıkardığımız doğru bilgi, o âyetin uygulanmasından daha önemlidir. Çünkü inanç ve ameller sağlam bilgi üzerine inşa edilmeleri şarttır.Sağlam ve sahih bilgi üzerine inşa edilmeyen inanç ve fiiller insanlara ızdırap ve acıdan başka bir şey kazandırmazlar.Ayrıca doğru ve erdemli bilgi, asırları aşar, uygulama ve yaşama ise tarihsel kalmaya mahkumdur.Dolayısıyla insanların sahip oldukları kaynaklar sağlam ve sahih bilgiye dayanmak zorundadır.Bilgi, çağları aşarak her zaman kendisine manevra alanı bulur.On dört asırdan beri insanların başına musallat olan cehalet ve taklit, yalan ve iftiralar, kaos ve kargaşa, terör ve anarşi bu gerçeğin en büyük kanıtıdır. Evet Kur'an bilgisinin insanlara doğru olarak ulaştırılması onu yaşamaktan daha önemli bir görevdir. Allah Resulü dinin ortağı değil, Kur'an'ın mübelliğidir. Yüce Allah'ın en önemli emri, Rahmân tarafından indirilen ve Resul'ün dilinde hayat bulan vahye tabi olmaktır. Nebi'nin hadislerinin! ve uygulamalarının! Kur'an'ın bazı âyetlerini "nesh ettiği" yolundaki inançları, dinin temeline konulmuş bir dinamit olarak değerlendirmek gerekir.Kur'an'ın yorumlanmasını Ehl-i Sünnet ve Şia'nın oluşturduğu zihin yapısının hakimiyetinden kurtarmak ve onu zaman ve zemine göre güncellemek gerekir. Bu görev, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen muvahhidlerin sorumluluğundadır.Muvahhid, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen, aklını kullanabilme cesaretine sahip olan bireye denir.Muvahhid, "rüşde" ermiş, Allah'a karşı sorumluluk ve yükümlülüklerini, kendi aklı ve Kur'an bilgisi doğrultusunda bizzat kendisinin belirlediği kimsedir. Bu nedenle muvahhid, Allah'tan başka hiç kimsenin hakimiyetini kabul etmeyen kişidir."Hakimiyet" kelimesi yönetimini hiçbir engele veya denetlemeye bağlı olmaksızın devam ettiren, bağımlı olmayan, hükümran, hakim, sözünü geçiren, üstünlük kazanan, buyruğunu yürütme, hükümranlık" anlamına gelmektedir. (Türkçe Sözlük- 1, 434; 1- 597- 98 Kamus-i Türki, 1- 313; 1- 462) "Hakimiyet" kelimesinin aslı h-k-m (hakeme) fiilidir.Bu fiilden türetilmiş pek çok kavram Arapçada yer almaktadır."Hüküm, hükmi, hikmet, hâkim, hükümet, muhkem gibi. Kur'an'ı Mübin "hakeme" fiiline ve türevlerine birçok âyette yer vermektedir. Terim olarak "hakimiyet" "bir devletin milli sınırlar içinde ve dış ilişkilerinde beynelmilel hukuktan doğan kısıtlamalar dışında tam bağımsızlığı, yani özgürlük ve hükümranlığı demektir. Karar alma sürecinde ve bu kararı uygulama aşamasında en üstün otorite olma anlamına "hakimiyet" kavramı, devlet, bağımsızlık ve demokrasi gibi kavramları da yakından ilgilendirmektedir. (Naim- Toward an islamic Reformation s.81- Ana Britanica- 6, 29)"Devlet, topluca yaşama durumunda bulunan insanların bir düzen içinde kendi vatandaşlarını koruma ve ortak amaçlarına hizmet etmek için örgütlenmelerinden doğmuştur"( Ertürk, Diktacı Tutum s. 173) Başka bir ifadeyle devlet, belirli sınırlar içinde yaşayan insan topluluklarının hakimiyet ve bağımsızlık temelinde oluşturduğu siyasal örgütlenmedir.( Türkçe Sözlük 1- 366; Ana Britanica 7-202-203) Son vahyin indirilmesinden sonra hüküm ve hakimiyet tartışmasını ilk başlatanlar hariciler olmuştur.Muaviye'ye karşı Ali'nin tarafında savaşırken"hakem" olayı sebebiyle meşru halifenin yanından ayrılarak farklı bir grup oluşturan hariciler "Hüküm Allah'ındır, insanlar hakem tayin edemez" iddiasında bulunmuştur.Hariciler bu görüşlerini yanlış yorumladıkları âyetlere bağlamışlardır. Halbuki Kur'an'a baktığımızda "hüküm" ve "hakimiyet" denildiği zaman hanif İslam dininden başka din edinmemek anlamında kullanılmıştır.Yani "din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın olmadığını" ortaya koymak istenmiştir. Kur'an'ın "hakimiyet" kavramını kullanması siyasal anlamda yani devleti yönetme ve insanların üzerinde hüküm kurma anlamında değildir.Yüce Allah'ın indirmiş olduğu vahiden başka bir kaynağın rehber olmaması, indirilen vahye beşeri inanç ve fikirlerin ortak yapılmaması, hak olana batılın karışmaması, din ile insanların aldatılması,vahyin eksik muhataplarına ulaştırılmaması, Allah kelâmının gizlenmeden beyan edilmesi, Kur'an'a karşı sınır ve engel konulmaması, Kur'an dışında beşerin helal-haram, farz, vacip, sünnet, mekruh, mubah gibi kavramların dayatılmaması ile ilgilidir. Kur'an'ın indiği coğrafyada özellikle Mekke'de nasıl bir evliya ve ılâhlar hegemonyasının olduğunu unutmayalım.Dolayısıyla Kur'an'da geçen bütün "hüküm" kavramları siyasal anlamda değil, vahyin din olarak tek kaynak kabul edilmesi ile alakalı kullanılmıştır.Bunun en büyük delili "hüküm" kavramının geçtiği âyetlerde devlet adamlarının değil, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen din adamlarının muhatap alınmasıdır.Haricilerin, halifeye karşı isyanlarını meşru göstermek için ileri sürdükleri ve Kur'an'daki hüküm âyetlerine dayandırdıkları "Hakimiyet Allah'ındır" ya da "hüküm vermek Allah'a mahsustur" görüşü iman edenlerin siyasi düşüncesini derinden etkilemiş ve harici mezhebine karşı olan Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bile bu yanlış inancı benimsemişlerdir.Halbuki Kur'an'da var olan "hüküm ancak Allah'a aittir" ifadesi atalardan intikal eden inanç ve kaidelere iman eden din adamları hedef alınarak söylenmiştir.( Yusuf- 40; Maide- 44, 45,47, 48, 49, 50)Mekke ve Medine'de kurulmuş bir hukuk ve adalet sistemi ve mahkeme binası bulunmuyordu.Mekke ve Medine'de evliya ve ilahların dini yani şirk'in inanç ve hakimiyeti ile Yahudi ve Hristiyanların hurafe ve uydurmaları hayata hakimdi.Yani "Hüküm Allah'ındır" sözü, "Allah tarafından indirilen vahiy dışında hiçbir dini kaynak hüküm ortaya koyamaz, vahiy haricinde hiçbir kaynaktan hüküm çıkarılamaz" demektir Dolayısıyla "hüküm Ancak Allah'a aittir" sözünü işittiğimiz zaman aklımıza devlet ve siyaset değil, hadisler, mezhepler, fırkalar, cemaatler, tarikatlar, içtihatlar gelecektir.Yoksa belli başlı ilkeler ve emirler dışında Allah, idarecilere ve hukukçulara siyasal anlamda çok geniş bir yer ayırmıştır.
KARGA MI FASIKTIR?YOKSA BUHARİ, MÜSLİM VE HANBELİ MEZHEBİNİN İMAMI AHMET BİN HANBEL Mİ?Buharî ve Müslim'in sahihinde şöyle bir hadis vardır:"Beş tane hayvan 'fasık'dır ki, Mekke'nin harem bölgesinde de öldürülebilir. Bunlar; fare, akrep, karga, çaylak ve yırtıcı köpektir." (Bir rivayette: kişi ihramda da olsa bunları öldürebilir.) (Buhârî, Bedu'l-halk, 16; Müslim, Hac, 9: 66-72). Bazı rivayetlerde yılan da vardır "Karga fasıktır"(Buhari, 59, 16, Hanbel, 2, 52)Ehli sünnet dininin âlimlerinin yanında muhaddis Buhari ve Müslim nasıl bir değere sahiptir? İlk önce onu ortaya koyalım.Onlara göre Buhari "Muhaddislerin ağa babasıdır"Ehli sünnet âlimlerine göre,"Buhari hadisleri Allah'tan gelmiş gibidir" Yani vahiy'dir.Allah'ın kitabını saçma sapan beşeri bir kaynak ile kıyas yaparak, Allah'tan korkmadan ve utanmadan "Buhari Kur'an'dan sonra en sahih kaynaktır" demişlerdir. Hatta Suudi Arabistan'da Buhari'nin aleyhinde bir şey söylemek Allah Resulü'ne birşey söylemek ile eşit olarak tutulur.İşte bu Buhari, Müslim ve Hanbeli mezhebinin imamı Ahmet bin Hanbel Allah'ın Resulüne iftira ederek, Allah Resulü'nün bazı hayvanların fasık olduklarını ve öldürülmelerini emrettiğini iddia etmişlerdir. CEVAP:Kur'an doğadaki varlıklardan her biri için bir yol, kendine ait bir hedef ve sonuçta özel bir hidayetin (kanun) olduğunu söylemektedir."Görmedin mi?Allah gökten bir su indirdi, onu yerdeki kaynaklara yerleştirdi, sonra onunla türlü türlü renklerde ekinler yetiştiriyor.Sonra onlar kurur da sapsarı olduklarını görürsün.Sonra da onu kuru bir kuruntu yapar. Şüphesiz bunlarda akıl sahipleri için bir öğüt vardır"(Zümer, 21)Yukarıdaki ayette, özel bir hidayeti olan yağmurların hareketi, takip ettiği yol, faydaları, su kaynaklarında toplanışı, bitkilerdeki cazibesi ortaya konmuştur.Güneş, ay, yıldızlar, gezegenler, hayvanlar ve bitkiler hepsi Allah'ın yarattığı bir kanuna göre hareket ederler."O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır"(Casiye, 13)"Rabbin bal arasına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin.Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir toplum için büyük bir ibret vardır"(Nahl, 68, 69)Bu ayette bal arısının ev yapımında, çiçeklerden ve meyvelerden öz almada, yaratanın belirlediği yolu katetmede ve sonuçta kendine özel hidayetini ifade eden bal üretimindeki kendine ait süreç gündeme getirilmiştir.Asıl ilginç olan şudur ki, bal üretimi yolunda doğru çabayı Allah'ın yolu, yani Allah'ın bal arısını yönelttiği ve hidayet amacına ulaşmak için ona gösterdiği yol olarak bilmesidir.O halde Allah( cc) insanlar haricinde bulunan bütün varlıklılara, özellikle hayvanlara bir hidayet ve yol tayin etmişse karganın bu yaratılış kanununu aşarak fasık olması mümkün değildir.Madem ki karganın fasık olması mümkün değilse, tam aksine karga kendine yüklenen görevi en mükemmel bir şekilde yerine getirmeklemübarek bir hayvan oluyorsa, Allah Resulü'ne ve kargaya iftira eden Kur'an cahili Buhari ve Ahmet bin Hanbel fasıktır."Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi ümmetlerdir. Biz bu kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet hepsi toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecektir"(En'am, 38)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(215. YAZI)Fatır Süresi 45 Âyet Olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Hamd, (güç, kuvvet, hüküm, övgü) gökleri ve yeri yararak yoktan var eden, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı Resuller kılan Allah’a özeldir. O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar. Şüphesiz Allah, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 2-) Allah’ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutacak kimse yoktur. Ve O’nun tuttuğunu O’ndan sonra salıverecek de yoktur. O, Aziz'dir, Hakim'dir. 3-) Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini zikredin; Allah’tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O’ndan başka ilâh yoktur. Nasıl oluyor da (tevhidden küfre) çevriliyorsunuz! 4-)(Ey Resul!) Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme); senden önceki Resuller de yalanlanmıştı. Bütün işler yalnızca Allah’a döndürülecektir. 5-) Ey insanlar! Allah’ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın yani o aldatıcı (şeytan-din adamları) Allah ile sizi aldatmasın! 6-) Çünkü şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman edinin. O, kendi hizbini ancak ateş ashabından olmaya dâvet eder. 7-) Kâfirler için şüphesiz şiddetli bir azap vardır, iman edip yani salih ameller işleyenlere de mağfiret yani azim bir mükâfat vardır. 8-) Kötü işi kendisine ziynetli gösterilip de onu güzel gören kimse (kötülüğü hiç istemeyen kimse) gibi olur mu? Şüphesiz Allah dileyeni (vahiy'den yüz çevireni) sapkınlığa, dileyeni de (vahiy'le) hidayete iletir. O halde (Ey Nebi!) nefsin onlara karşı hasretlerle (tükenip) gitmesin. Çünkü Allah onların neler yaptıklarını bilendir. 9-) Rüzgârları gönderip de bulutu harekete geçiren Allah’tır. Biz onu ölü bir beldeye sevk ederiz de ölümünden sonra yeri onunla diriltiriz. Ölülerin yeniden dirilmesi de böyle olacaktır. 10-) Kim izzet istiyorsa, bilsin ki, izzetin tümü Allah’ındır. O’na ancak tayyib (temiz ve nezih) sözler yükselir. Yani onları da ancak salih ameller yüceltir. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için şiddetli bir azap vardır yani onların tuzağı çürüğe çıkacaktır. 11-) Ve Allah sizi topraktan, sonra da nutfeden yarattı. Sonra sizi çiftler (erkek-dişi) kıldı yani O’nun ilmi olmadan hiç bir dişi ne hamile kalır ne de (yavrusunu) bırakır. Yani bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz bunlar, Allah’a kolaydır. 12-) İki deniz birbirine eşit olmaz. Bu tatlıdır, susuzluğu keser, içilmesi kolaydır. Ve buda tuzludur, acıdır. Ve hepsinden taze et (balık) yersiniz ve giyeceğiniz süs eşyası çıkarırsınız. Yani Allah’ın faziletinden (nasibinizi) arayıp da şükretmeniz için gemilerin, denizi yarıp gittiğini görürsün. 13-) Allah, geceyi gündüzün içine geçiriyor ve gündüzü de gecenin içine geçiriyor yani güneşi ve ayı (emrinize) musahhar kılmıştır. Her biri belirtilmiş bir süreye kadar (yörüngelerinde) akıp gider. İşte (bütün bunları yapan) Rabbiniz Allah’tır. Mülk O’nundur. Yani O’nun dununda (yanında- yöresinde- astında) ibadet ettikleri, bir çekirdek zarına bile mâlik değillerdir. 14-) Eğer onları (din atalarınızı) dâvet ederseniz, sizin dâvetinizi işitmezler. Faraza işitseler bile, size cevap veremezler. Ve kıyamet günü de sizin şirk koşmanıza kafir olacaklardır. Ve (Ey Resul!) Sana, her şeyden haberi olan (Allah) gibi hiç kimse (bu gerçekleri) haber veremez. 15-) Ey insanlar! Allah’a karşı fakir olan sizsiniz yani Ğani ve Hamid olan ancak Allah'tır. 16-) Allah dilerse sizi giderir yani yerinize yeni bir halk getirir. 17-) Bu da Allah’a aziz olan bir şey değildir. 18-) Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. Yani yükü (günahı) ağır gelen kimse onu taşımak için (başkasını) dâvet etse, bu dâvet ettiği en yakın akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenmez. Sen ancak gâipten Rablerinden korkanları yani salât'ı ikâme edenleri uyarabilirsin. Yani kim arınırsa, kendi nefsi için arınmış olur. Ve dönüş Allah’adır. 19, 21-) Yani körle gören, karanlıklarla nur, gölge ile hararet bir olmaz.22-) Ve dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dileyeni (vahiy'le) işittirir. Sen kabirlerde olanlara (ölülere) işittiremezsin! 23-) (Ey Resul!) Sen ancak bir uyarıcısın. 24-) Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Yani her ümmet için mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur. 25-) Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme), onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. (Oysa ki) Resulleri onlara açık âyetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getirmişlerdi.(Bu âyetler Mekke'de tebliğ faaliyetinin ne kadar zor şartlarda geçtiğini gösteriyor. İnsanlar akıllarını kullanmadıkları için atalarından intikal eden şirk dini kolay kolay bırakmıyorlar. Yüce Allah, Resülünü teselli ederek onların ölü olduklarını çok veciz ve beliğ örneklerle gösteriyor. Onların iman edip etmemeleri önemli değildir. Önemli olan onlara tebliğin açık olarak ulaşmasıdır.) 26-) Sonra ben, kafirleri yakaladım. (Bak ki) cezam nasıl oldu! 27-) Görmedin mi Allah gökten su indirdi. Onunla renkleri muhtelif meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı, muhtelif renklerde caddeler yani simsiyah yollar (yaptık). 28-) Ve insanlardan, hayvanlardan, davarlardan da yine böyle muhtelif renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah Aziz'dir, Ğafur'dur. 29-) Allah’ın kitabını okuyanlar yani salât'ı ikâme edenler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için) gizli ve açık infak edenler, asla zarara uğramayacak bir ticâret umabilirler. 30-) Çünkü Allah, onların ücretlerini tam olarak öder yani faziletinden onlara fazlasını da verir. Şüphesiz O, Ğafur'dur, şükrün karşılığını bol bol verendir. 31-) Sana kitaptan vahyettiğimiz, kendinden öncekini (ilâhi kitapları) tasdik eden bir haktır. Allah, kullarının (her halinden) haberdardır, görendir. 32-) Sonra kitab’ı, kullarımız arasından seçtiklerimize vâris kıldık. Onlardan kimi nefsine zulmeder, onlardan kimi ortadadır, kimi de Allah’ın izniyle (yasasıyla) hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur. Bu üç grup şunlardır. (1-) Nefsine zulmeden, kâfir ve müşrikler. 2-) Ortada olanlar, güzel ahlak sahibi ümmiler. 3-) Vahiy ehl-i muvahhidler yani şirk ve küfürle mücadele edenler. Kur'an baştan sona kadar bu üç grubun arasında geçen mücadeleleri anlatır. 33-) Onların (üçüncülerin) mükâfatı, içine girecekleri Adn cennetleridir. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Yani orada giyecekleri elbiseleri ipektir. 34-)(Cennette şöyle derler:) Bizden her türlü hüznü (korkuyu) gideren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok Ğafur'dur, şükrün karşılığını verendir. 35-) O (öyle bir Rab) ki faziletiyle bizi asıl ikamet edilecek yurda (cennete) yerleştirdi. Artık orada bize hiçbir yorgunluk ve usanç dokunmayacaktır. 36-) Kâfir olanlara da cehennem ateşi vardır. Haklarında karar verilmez ki ölsünler, (cehennem) azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez. İşte biz,(küfürde) ileri giden her kâfiri böyle cezalandırırız. 37-) Yani onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! diye feryad ederler. Size tezekkür edecek kimsenin tezekkür edeceği kadar bir ömür vermedik mi? Yani size uyarıcı (vahiy-Resul) gelmişti? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.(Kur'an'da var olan bunca delil karşısında vahyin tek kaynak olduğunu kabul etmeyenler, bin yıl daha yaşayacak olsalar değişen bir şey olmayacaktır.) 38-) Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. O, göğüslerin içinde ne varsa onu da hakkıyla bilendir. 39-) Sizi yerde halifeler kılan O’dur. Onun için kim kâfir olursa, küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlerin küfrü, Rableri indinde kendilerine ancak öfkeyi arttırır. Kâfirlerin küfrü, kendilerine husrandan başka bir şeyi arttırmaz. 40-) De ki: Allah’ın dununda ibadet ettiğiniz şeriklerinizi gördünüz mü? Gösterin bana! Onlar yerdeki hangi şeyi yarattılar! Yoksa onların göklerde bir şerikleri mi var! Yahut biz onlara, (bu hususta) bir kitap verdik de onlar, o kitaptaki bir beyyineye mi dayanıyorlar? Hayır! O zalimler birbirlerine, aldatmadan başka bir şey vâdetmiyorlar. (Yukarıdaki âyette, Kur'an'ı arkalarına atıp beşeri rivayet ve ictihatların peşinde koşan Şii ve Sünni din adamlarına ağır bir kınama ve tehdit vardır.) 41-) Şüphesiz ki Allah gökleri ve yeri, düzenleri yok olmasın diye tutuyor. Yani onların düzeni bir bozulursa, kendisinden başka hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O, Halim'dir, Ğafur'dur. 42-) Kendilerine bir uyarıcı (vahiy-Resul) gelirse, herhangi bir ümmetten daha çok hidayette olacaklarına dair bütün güçleriyle Allah’a kasem etmişlerdi. Fakat onlara uyarıcı (Resul) gelince, bu, onların haktan nefretlerinden başka bir şeyi arttırmadı. 43-) Çünkü onlar yeryüzünde kibirlik taslıyor yani kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kurduğu tuzağa kendi ehlini düşürür. Onlar öncekilerin sünnetinden (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar? Halbuki Allah’ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın yani Allah’ın kanununda kesinlikle bir sapma bulamazsın. 44-) Bunlar yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkibetlerinin nasıl olduğunu görmediler mi? Yani onlar, bunlardan daha güçlü idiler. Ne göklerde ne de yerde Allah’ı âciz bırakacak hiçbir şey yoktur. O, Alim'dir, Kâdir olandır. 45-)Eğer Allah, kazandıkları(günahlar) yüzünden insanları (hemen) muaheze etseydi, yeryüzünde hiçbir dâbbe (yaratık) bırakmazdı. Yani Allah, onları adı konmuş bir ecele kadar erteliyor. Ecelleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullarını görmektedir.(Fâtır Süresinin Sonu)
20 Mayıs 2022 Cuma
KUR'AN'DA ŞEFAAT SİSTEMİNİN ÇÖZÜMÜBağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Allah'ın rahmet ve inayetiyle şefaat sisteminin Kur'an'da var olan çözümü şu şekilde ortaya çıkmaktadır. Ahirette insanların dünyada işledikleri amellerin karşılığından başka hiçbir şey yoktur.Kur'an'da anlam bakımından bazı kavramlar dünyaya ait iken, bazı kavramlarda âhirete yönelik olarak geçmektedir. Yani "şefaat" kavramı hiçbir âyette âhirete yönelik, ahiretle bağlantılı olarak kullanılmamıştır. Dolayısıyla âhirette ne Allah'ın, ne de başka kimsenin şefaatinden söz edilemez. Kısacası âhirette hiçbir şefaat yoktur. "Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve "şefaat bulunmayan" gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda infak edin. Gerçekten kafirler zalimlerin ta kendileridir" (Bakara-254)Yukarıdaki âyet, âhirette hiç kimse tarafından şefaatin olmadığını gayet açık olarak ortaya koymuştur. Yani şefaat yok ki, birisi etsin ve birilerine edilsin. "Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödeme de bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul edilmez, hiç kimseden durumunu düzeltmesi istenmez (mazeret kabul edilmez) onlara asla yardım da yapılmaz" (Bakara-48,123) Bu konu Kur'an'da o derece kesin olarak ortaya konmuş ki, buna karşı gelen, bunu kabul etmeyen, buna alternatif anlamlar ileri sürenler büyük hata ederler, eğer ilim adamı sıfatları mevcut ise hata ve sorumlulukları daha da artar. Ahiret gününde insanın kendi amelinden başka hiçbir şeyin olmadığını gösteren âyetler."Ceza günü nedir bilir misin? Nedir acaba o ceza günü? O gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün emir (hesap işi) Allah'a kalmıştır"(İnfitar, 17, 18, 19)"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için O'nun dununda (yanında- ötesinde,-berisinde) başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"(En'am, 51)Âyette geçen "dünihi" kelimesindeki "hi" zamiri Allah'a da gidebilir, Kur'an'a gidebilir.Ama bir gerçek var ki, "âhirette şefaat yoktur" Kur'an'da şefaat, tamamen dünya hayatı bağlamında kullanılmış bir kavramdır. Bu konuyla alakalı âyetler şunlardır."Allah, ondan başka ilah yoktur, O, hayydır, kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama.Göklerde ve yerdeklerin hepsi onundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat (yardım) edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir,..."(Bakara, 255)"Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'tır. O'nun izni olmadan(dünyada) hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde ona kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz"(Yunus- 3)"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimiz, diyorlar. De ki: " Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir "(Yunus-18)Şefaat ile alakalı âyetlerin iniş sebebi şudur.Müşrikler evliya ve ilahlarının dünya hayatında kendilerine savaşta ve barışta yardım ettiklerini iddia ettiklerinden şefaat ile alakalı âyetler nazil olmuştur.Çünkü Müşrikler öldükten sonra dirilmeye ve ahiret hayatına iman etmiyorlardı ki, âhirette şefaatten söz edilsin. Yukarıdaki âyette geçen "Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" cümlesi bu gerçeği ortaya koymaktadır.Mekke müşrikleri dünya hayatında ilahlarının ve efendilerinin kendilerine yardım edeceğine iman ediyorlardı. Ve bu inanca çok değer veriyorlardı.İşte yukarıda geçen âyetler dünya hayatında manevi olarak sadece Allah yani izin verdiği meleklerin (yağmur, ruzgar, güneş, ay) yardım edeceğini açıklamaktadır.ÂHİRETTE İNSANIN KENDİ AMELİNDEN BAŞKA GEÇERLİ HİÇBİR ŞEY YOKTUR ."Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir"(Müddessir- 38)"Bilsin ki insan için kendi amelinden başka hiçbir şey yoktur"(Necm- 39)"... Onlara: İşte size cennet, yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir"(Â'raf- 43)"Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar. O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"(Yasin- 53, 54)Ahirette insanlar tevhid, güzel ahlak ve salih amellere göre hesap vereceklerdir. Aslında Kur'an'da insanın kendi amelinden başka şefaatçilerin olacağını zerre kadar gösteren, ima eden en ufak bir emare ve alamet mevcut değildir. Fakat Ehli Sünnet ve Şia'nın uydurma rivayetleri ile tarikatlardaki hulul inancının tesiri ve baskısı sayesinde böyle batıl bir inanç doğmuş ve gelişmiştir. MESELA: "De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı onundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz"( Zümer- 44)âyetinde, şefaatin ölümden önce dünya hayatında olduğu, bunun da manasının Allah'ın vahiy indirmesi, insanlara yardım etmesi ve desteklemesi, iyiliğe ve hayra yönlendirmesi anlamlarına gelmektedir.Diğer bir ayette "Göklerde nice melek (yağmur, rüzgar, güneş, ay) vardır ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi (yaratılış yasası) dışında hiçbir işe yaramaz"(Necm- 26)Bu âyette yüce Allah göklerden bahsetmekte ve şunu buyurmaktadır."Benim iznim ve rızam dışında dünya hayatında melekler (yarattığım doğal kuvvetler) dahil hiç kimse bir başkasına yardım edemez ve destekte bulunamaz Kur'an'da geçen "melek" doğal güç, "meleklerde" yüce Allah'ın yarattığı "doğal kuvvetler" anlamına gekmektedir. Bunlarda Allah'ın yasasına göre hareket ederler. Kendi başlarına yani Allah'tan bağımsız hareket etme güç ve kâbiliyetleri yoktur.) Dolayısıyla Kur'an'da geçen bütün şefaat kavramları dünya hayatındaki yardım ile ilgilidir. Tekrar edelim, Mekke müşrikleri ölümden sonra dirilmeye iman etmiyorlardı. YANLIŞ MEAL VERİLEN ÂYETLER. Ahiret gününde şefaat ile alakalı yanlış meal verilen âyetlerin bir kaçı şöyledir.YANLIŞ: "Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez"(Sebe-23)Doğrusu şöyledir: "Allah'ın huzurunda kendisinin izin verdiklerinden başkasına şefaat (yardım) ulaşmaz, fayda vermez" Yani dünya hayatında Allah'ın şefaatini hak edemez, liyakat kazanamaz.Veya, ey müşrikler dünya hayatında kendilerine kulluk yaptığınız evliya ve İlahlarınızın Allah katında hiç bir değerleri yoktur ki, Allah ile sizin aranızda aracı olsunlar da dünyada size yardım etsinler, böyle bir şey söz konusu olamaz.İlk manada: Allah'ım bazı kişilere şefaat etme yetkisi vereceği anlaşılırken,doğrusunda ise, dünya hayatında Allah'ın yardım ve desteğinden yararlanabilen muttaki ve muvahhid müminler olduğu açıkça anlaşılmaktadır, yani dünya hayatında müslümanlarla müşrikler arasında gerçekleşecek bir savaşta yüce Allah melekleri (doğal kuvvetler, yaratılış yasaları) vasıtasyla müminlere şefaat edecek yani onları zafere ulaştıracaktır. YANLIŞ MEAL: "O gün Rahman olan Allah'ın katında bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olmayacaklardır"(Elmalı, Meryem süresi, 87)DOĞRUSU:"O (dünyadaki hesaplaşma- savaş-mucadele) gününde Rahman olan Allah'ın nezdinde söz ve izin alandan başkaları şefaate( Allah'ın yardımına) sahip olamazlar" Eğer gelenekçilerin şefaat anlayışına iman edecek olursak kurtuluşun tevhid, güzel ahlak ve ameli sâlih'te olduğunu açıklayan yüzlerce ayet anlamsız hale gelecektir.YANLIŞ MEAL:"O gün, Rahman'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez"(Tâhâ, 109, Elmalı, Diyanet meali)DOĞRUSU ŞÖYLEDİR:"O (dünyadaki hesaplaşma- karşılaşma- mucadele -savaş) gününde, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasına (şefaat) fayda vermez "Yukardaki âyetlerin bulunduğu âyetler topluluğna bakıldığında şefaat ile ilgili âyetlerin tamamen dünya hayatını anlattığı ve dünya hayatında yapılacak bir savaşın galibinin Allah'ın yardımı sayesinde müminlerin galibiyetiyle sonuçlanacağını ortaya kıymaktadır. Müşriklerle müminler hiç bir zaman âhiretteki şefaati konuşmamış ve hiçbir zaman tartışma konusu yapmamışlardır. Ama dünya hayatında galibiyet ve zaferin kimin yanında olacağını ve zamanı ve günü geldiğinde Allah'ın kime yardım edeceğini ve kimi zafere kavuşturacağını her gün konuşup tartışıyorlardı."Ancak iman edip salih ameller işleyenler, Allah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarınıda kendilerini savunanlar başkadır. Zalimler nasıl bir inkilab ile devrileceklerini yakında bileceklerdir"Şuara224 "O taptıkları ilahlar mı daha hayırlı yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir ilah mı var? Ne kadar da az düşünüyorsunuz"(Neml- 62)Bu mesele ile ilgili yüzlerce âyet vardır. SONUÇ OLARAK:Allah işine hiç kimseyi ortak etmez. Dünya hayatında ellerinde maddi ve manevi imkan bulunan kimseler taraftarlarına, akrabalarına, dostlarına şefaat ederler.Fakat kıyamet günü hiç kimse başkasına şefaatçi olamaz, yani dünyadaki şefaacilerin şefaati bitmiştir.Âhirette hiç kimsenin şefaati yoktur.Daha doğrusu âhirette şefaat yoktur. Bu gerçeği şu âyet apaçık olarak ortaya koymaktadır."Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez"(Müddessir-48)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(214.YAZI) Sebe Süresi 24)(Ey Resul!) De ki: Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran kimdir? De ki: Allah'tır! Yani ya biz veya siz, ikimizden biri, ya hidayet üzerinde veya apaçık bir sapkınlık içindedir. 25-) De ki: Bizim işlediğimiz cürümlerden siz sorumlu değilsiniz; biz de sizin amellerinizden sorulacak değiliz. 26-) De ki: Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir. Yani O, fettah olan (her şeyi) bilendir. 27-) De ki: O'na (Allah'a) kadar ulaştırdığınız şerikleri bana gösterin. Bilakis, yegâne aziz ve her şeyi hikmetle idare eden ancak Allah’tır. 28-) Biz seni insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler. 29-) Eğer sözünüzde sâdık iseniz bu vâdettiğiniz (kıyamet) ne zaman kopacak? derler. 30-) De ki: Size öyle bir gün vâdedilmiştir ki, ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.31-) Kâfir olanlar dediler ki: Biz hiçbir zaman bu Kur’an’a ve bundan önce gelen kitaplara inanmayacağız. Sen o zalimleri, Rablerinin huzurunda tutuklanmış, birbirlerine söz atarlarken bir görsen! Müstaz'aflar, müstekbirlere: Siz olmasaydınız, elbette biz müminler olurduk, derler. 32-) Müstekbirler, müstaz'aflara (kıyamet gününde): Size hidayet geldikten sonra sizi ondan biz mi engelledik? Bilakis siz mücrim idiniz, derler. 33-) Müstaz'aflar da müstekbirlere: Hayır! Gece gündüz (işiniz) tuzak kurmaktı. Çünkü siz daima Allah’a (vahye) kâfir olmamızı, O’na denk ortaklar koşmamızı bize emrederdiniz, derler. Yani azabı gördüklerinde pişmanlıklarını gizleyeceklerdir. Biz de o kâfirlerin boyunlarına demir halkalar takarız. Onlar ancak yapmakta oldukları amelleri yüzünden cezalandırılırlar.(Müstekbirler: İnsanları yüce Allah'ın yolundan engelleyen, bir türlü vahye yanaşmayan kibirli din ve devlet adamlarıdır.) (Müstaz'aflar: Uydurma din ve iman ile akıl ve zihinleri sömürülen yani din adamları tarafından sihirlenen fanatik tabiiler.) 34-) Biz hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın şımarıkları: Biz, kendisiyle gönderilmiş olduğunuza kâfiriz, demişlerdir. 35-) Ve dediler ki: Biz malca ve evlâtça daha çoğuz yani biz azaba uğratılacak değiliz. 36-) De ki: Rabbim, dilediğine rızkı yayar ve (dilediğine de) takdir ederek, (ölçülü verir); fakat insanların çoğu bilmezler. 37-) Yani sizi indimize yaklaştıracak olan ne mallarınızdır ne de evlâtlarınız. Ancak iman edip yani ameli salih işleyenler müstesna; onlara amellerinin kat kat fazlası mükâfat vardır. Yani onlar (cennet) odalarında emniyet içindedirler. 38-) Âyetlerimizi âciz çıkarmaya çalışanlara gelince, onlar da azabın içinde hazır olacaklardır. 39-) De ki: Rabbim, kullarından dilediğine rızkı yayar ve (dilediğine de) takdir ederek (ölçülü olarak verir.) Siz hayır için ne infak ederseniz, Allah onun yerine başkasını verir. Çünkü O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. 40-) O gün Allah, onların hepsini toplayacak; sonra meleklere: Bunlar size mi ibadet ediyorlardı? diyecek. 41-) (Melekler de:) Seni tesbih ederiz, bizim velimiz onlar değil, ancak sensin. Bilakis onlar cinlere ibâdet ediyorlardı. Çoğu onlara iman etmişti; diyecekler.(Mekke müşrikleri içinde, güneşe aya ve yıldızlara ibadet edenler vardı. Bu âyette geçen melekler bunlardır. Aslında bu âyette simgesel bir anlatım tarzı mevcuttur. Yani teatral bir sahnenin sergilenmesi vardır.Yoksa hiç bir zaman güneş, ay, yağmur, rüzgar gibi melekler gerçek anlamda yüce Allah ile konuşamazlar. Teatral anlatım, farklı bir şekilde yani simgesel olarak gerçeklerin konuşmalarla ortay konmasıdır.Simgesel anlatım, vahiy gibi evrensel bir mesaj için en geniş bir anlatım tarzıdır. Simgesel anlatım Kur'an'da çok işlenen bir sanat dalıdır. Bu sanat, olayları gerçeğini gösterir. Ancak simgesel anlatımı anlayabilmek için ön kabuller ve ön yargılar terkedilmesi gerekiyor. Yani olayların tek çözüm yerinin Kur'an olduğuna iman etmek şarttır. Eğer Kur'an'ın bu simgesel anlatımı anlaşılsaydı, bir çok konu daha kolay çözüme kavuşurdu.) 42-) Bugün birbirinize ne fayda, ne de zarar vermeye gücünüz yeter. Yani zalim olanlara, yalanlamakta olduğunuz ateşin azabını tadın! diyeceğiz. 43-) Yani onlara apaçık âyetlerimiz tilavet edildiği zaman demişlerdi ki: Bu, sizi babalarınızın ibâdet ettiği (evliya ve ilâhlardan) çevirmek isteyen bir adamdan başkası değildir. Yani bu (Kur’an) iftira edilmiş uydurmadan başka bir şey değildir, dediler. Yani hak kendilerine geldiğinde ona kâfir olanlar: Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir, dediler. KIRAAT, TİLÂVET ve TERTİL"Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda, "kıraat" kavramının topluma yönelik yani tebliğ ve davette okunandan daha çok, insanın bireysel olarak okuduğu, kendisinin donanımı ile ilgili bir okuma çeşidi olduğunu görüyoruz.Mesela: "Kur'an'ı okuduğun zaman racim şeytandan Allah'a sığın" (Nahl-98)Mesela: "Kur'an okuduğun zaman seninle âhirete iman etmeyenlerin arasına korunaklı bir örtü kılarız"(İsra-15)Mesela: "Güneşin batmasından gecenin karanlığı basıncaya kadar salat-ı ikâme et yani fecrin Kur'an'ı, hiç şüphesiz fecrin Kur'an'ı şahitlidir" (İsra-78)Yani kıraat, insanın kendi kendine okuması, Kur'an'a yoğunlaşması, üzerinde tefekkür etmesi, akıl ve zihinle okuması anlamına gelmektedir. "Tertil" ise, daha çok toplumla ilgili tebliğ ve ilan etme, duyurma, mücadele etme, huccet ve delil ile okuma demektir.Kur'an'a baktığımızda, kıraat ile değil, tilavet ile muhatap olanların sorumlu olduklarını görüyoruz.O halde tilavet, rastgele bir okuyuş değil, mesajın anlaşılıp kavranması, kabul edilmesi veya reddedilmesine yol açan, muhatapları düşünce ve mücadele etmeye sevkeden, bilinçli ve şuurlu bir okumadır.Tilavetin Kur'an'ın anlaşılması ve kavranması ile ilgili olduğunu ortaya koyan âyetler.(Kasas- 59; Zümer- 71; Bakara- 151) "Tertil" ise, Kur'an'da sadece Allah ve Resul bağlamında kullanılan bir kavramdır."Kâfirler "Kur'an ona bir cümlede (topluca, tek seferde) indirilmeli değil miydi dediler. İşte böylece gönlünü onunla iyice sebat ettirmek yani onu peyderpey (sure sure, âyet âyet) olarak tertil ettik"(Furkan- 32)"Ey (vahiy'le) bürünen (Nebi!) Birazı hariç gece kalk Gecenin yarısında veya ondan biraz eksilterek daha erken kalk. Ona ilave ederek gece yarısından sonra kalk ve Kur'an'ı tertil et" (Müzzemmil-1-4)Tertil, Allah ve Resul bağlamında geçtiği için, tebliğ makamında olanların yapacağı bir okuma çeşididir. Vahiy ehlinden ümmilere Kur'an'ı tebliğ etme ve onunla uyarmanın adı tilavettir. Tebliğ ve duyurma makamında olanların kendilerini vahiyle donatmalarının adı kıraat. Kur'an-ı duyurma ve tebliğ etme durumlarında, her zaman tane tane, ağır ağır, acele etmeden bağlam ve bütünlüğüne bağlı kalarak yapılan okumanın adı tertildir. 44-) Halbuki biz, onlara ders yapacakları kitaplar vermediğimiz gibi senden önce onlara bir uyarıcı (Resul) de göndermemiştik. 45-) Onlardan öncekiler de (Resullerini) yalanlamışlardı. Bunlar, öncekilere verdiklerimizin onda birine erişmemişlerdi. (Böyle iken), Resullerimi yalanladılar; ama beni inkar etmek nasıl oldu (gördüler!) 46-) Onlara de ki: Size tek bir vaazım vardır: İkişerli olarak ve teker teker (iman ettiğiniz) Allah’a için dik durun (dürüst olun!) Sonra arkadaşınızda hiçbir cinnetin olmadığını tefekkür edin! O sadece şiddetli bir azap gelip çatmadan evvel sizi uyaran biridir. 47-) De ki: Ben sizden bir ücret istemişsem, o sizin olsun. Ücretim yalnız Allah’a aittir. O, her şeye şahittir. 48-) De ki: Kuşkusuz, Rabbim hakkı ortaya koyandır yani O, bilinmeyenleri en iyi bilendir. 49-) De ki: Hak geldi; artık bâtıl ne bir şeyi başlatabilir ne de geri getirebilir. 50-) (Ey Nebi!) De ki: Eğer (haktan) saparsam, kendi nefsim aleyhine sapmış olurum. Eğer hidayeti bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği (Kur’an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, yakındır.(Yukarıdaki âyet, Nebi de olsa kendisi için vahiy'den başka hidayetin olmadığını gösteriyor. Yani beşeri hadislerin hepsi sapkınlık, şirk ve küfürdür.) 51-)(Ey Nebi!) Paniğe düştükleri zamanı bir görsen! Artık geçiş yok, yakın bir yerden yakalanmışlardır. 52-) Yani iş işten geçtikten sonra: "Ona iman ettik" demişlerdir, ama uzak yerden (dünya hayatı gelip geçtikten sonra) imana kavuşmak onlar için nasıl mümkün olur? 53-) Yani daha önce ona (hakka) kâfir olmuşlardı. Uzak bir yerden gayb hakkında atıp tutuyorlardı. 54-) Artık, bundan önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde çekilmiştir. Şüphesiz onlar, şek ve şüphe içindeydiler.(Sebe Süresinin Sonu)
18 Mayıs 2022 Çarşamba
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(213. YAZI)Sebe Süresi 54 Âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Hamd (Güç-kuvvet-övgü), göklerde ve yerde bulunanların kendisine ait olan Allah’a özeldir yani âhirette de hamd O’na özeldir. O, hikmet sahibidir, (her şeyden) haberi olandır. 2-) Yerin içine gireni ve ondan çıkanı yani gökten ineni ve oraya çıkanı bilir. O, Rahim'dir, Ğafur'dur. 3-) Kâfirler: Saat bize gelmeyecek, dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Yani bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitaptadır (yazılıdır). 4-) Allah, iman edip yani salih ameller işleyenleri mükâfatlandırmak için (her şeyi açık bir kitapta tesbit etmiştir). Onlar için bir mağfiret yani kerim (değerli) bir rızık vardır. 5-) Âyetlerimizi âciz bırakmak için yarışırcasına çalışanlar için de, en peterinden, elem verici bir azap vardır. 6-) Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilenin (Kur’an’ın) hak olduğunu bilir; onun, aziz ve hamid olan (Allah’ın) yoluna ilettiğini görürler. 7-) Kâfirler (kendi aralarında) şöyle dediler: Çürüyüp paramparça olduğunuz vakit yeniden dirileceğinizi söyleyerek haber veren kişiyi gösterelim mi? 8-) "Acaba o, yalan yere Allah’a iftira mı etmiştir? Yoksa onda bir cinnet mi var?" (dediler). Hayır! Ahirete iman etmeyenler azabın içindedir yani (haktan) uzak bir sapkınlık içindedirler. 9-) Onlar, gökte ve yerde önlerine ve arkalarına bakmıyorlar mı? Dilesek onları yere batırırız, ya da üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Şüphesiz bunda (Rabbine) yönelen her kul için bir âyet vardır. 10-) Andolsun, Davud'a kendimizden bir fazilet verdik. "Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber boyun edin" dedik. Yani ona demiri yumuşattık. 11-) Geniş zırhlar imal et yani dokumasını ölçülü yap. (Ey Davud ailesi!) Salih amel işleyin. Kuşkusuz ben, yaptıklarınızı görmekteyim, diye (vahyettik). 12-) Sabah gidişi bir şehr (dolunay) , akşam dönüşü yine bir şehr (dolunay) olan rüzgârı da Süleyman’a (onun emrine) verdik ve onun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Yani Rabbinin izniyle (yasası gereği) cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Yani onlardan kim emrimizden sapsa, ona sair azabını tattırırdık. 13-) Onlar Süleyman’a kalelerden, temsillerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden yani sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davud ailesi! Amel ederek şükredin çünkü kullarımdan şükreden azdır! 14-) Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü, ancak değneğini yiyen bir yer dâbbesi gösterdi. (Sonunda yere) yığılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o alçaltıcı azabın içinde kalmazlardı. 15-) Andolsun, Sebe’ kavmi için oturduğu yerde büyük bir âyet vardır. Biri sağda, diğeri solda iki bahçeleri vardı. (Onlara:) Rabbinizin rızkından yeyin ve O’na şükredin. İşte tayyib bir belde ve Ğafur bir Rab! 16-) Ama onlar yüz çevirdiler. Bu yüzden üzerlerine Arim selini gönderdik. Yani iki cennetini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki (harap) cennete çevirdik. 17-) Kafir oldukları için onları böyle cezalandırdık yani kefur olandan başkasını cezalandırır mıyız! 18-) Onların yurdu ile, içlerini bereketlendirdiğimiz şehirler arasında, kolayca görülen (manzaralı) nice şehirler var ettik yani bunlar arasında gidiş gelişlerini mümkün kıldık. Oralarda geceleri ve gündüzleri emniyet içerisinde gezin, dedik. 19-) Bunun üzerine: Ey Rabbimiz! Aralarında yolculuk yaptığımız şehirlerin arasını uzaklaştır, dediler ve kendi nefislerine zulmettiler. Biz de onları, ibret hâdiseleri haline getirdik yani onları alabildiğine paramparça ettik. Şüphesiz bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için âyetler vardır.20-) Andolsun ki İblis, onların üzerindeki zannında sadık oldu. Mümin bir fırka dışında hepsi ona tâbi oldu. (Daha önce İblis "muhlis kulların hariç hepsini saptıracağım" demişti. Ve öyle oldu. İblis bu sözünde yanılmadı.) 21-) Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir saltanatı yoktu. Ancak ahirete iman edeni, şüphe içinde kalandan ayırdedip bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır. 22-) Müşriklere de ki: Allah’tan başka ilâh saydığınız şeyleri davet edin! Onlar ne göklerde ne de yerde zerre ağırlığınca bir şeye mâlik değillerdir. Yani onların buralarda hiçbir şeriklikleri yoktur yani Allah’ın onlardan bir yardımcısı yoktur. 23-) Allah’ın indinde, kendisinin izin verdiklerinden başkasının şefâati fayda vermez. Nihayet onların yüreklerinden korku giderilince: Rabbiniz ne buyurdu? derler. Onlar da: Hak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür. KUR'AN'DA ŞEFAAT SİSTEMİNİN ÇÖZÜMÜBağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Allah'ın rahmet ve inayetiyle şefaat sisteminin Kur'an'da var olan çözümü şu şekilde ortaya çıkmaktadır. Ahirette insanların dünyada işledikleri amellerin karşılığından başka hiçbir şey yoktur.Kur'an'da anlam bakımından bazı kavramlar dünyaya ait iken, bazı kavramlarda âhirete yönelik olarak geçmektedir. Yani "şefaat" kavramı hiçbir âyette âhirete yönelik, ahiretle bağlantılı olarak kullanılmamıştır. Dolayısıyla âhirette ne Allah'ın, ne de başka kimsenin şefaatinden söz edilemez. Kısacası âhirette hiçbir şefaat yoktur. "Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve "şefaat bulunmayan" gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda infak edin. Gerçekten kafirler zalimlerin ta kendileridir" (Bakara-254)Yukarıdaki âyet, âhirette hiç kimse tarafından şefaatin olmadığını gayet açık olarak ortaya koymuştur. Yani şefaat yok ki, birisi etsin ve birilerine edilsin. "Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödeme de bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul edilmez, hiç kimseden durumunu düzeltmesi istenmez (mazeret kabul edilmez) onlara asla yardım da yapılmaz" (Bakara-48,123) Bu konu Kur'an'da o derece kesin olarak ortaya konmuş ki, buna karşı gelen, bunu kabul etmeyen, buna alternatif anlamlar ileri sürenler büyük hata ederler, eğer ilim adamı sıfatları mevcut ise hata ve sorumlulukları daha da artar. Ahiret gününde insanın kendi amelinden başka hiçbir şeyin olmadığını gösteren âyetler."Ceza günü nedir bilir misin? Nedir acaba o ceza günü? O gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün emir (hesap işi) Allah'a kalmıştır"(İnfitar, 17, 18, 19)"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için O'nun dununda (yanında- ötesinde,-berisinde) başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"(En'am, 51)Âyette geçen "dünihi" kelimesindeki "hi" zamiri Allah'a da gidebilir, Kur'an'a gidebilir.Ama bir gerçek var ki, "âhirette şefaat yoktur" Kur'an'da şefaat, tamamen dünya hayatı bağlamında kullanılmış bir kavramdır. Bu konuyla alakalı âyetler şunlardır."Allah, ondan başka ilah yoktur, O, hayydır, kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama.Göklerde ve yerdeklerin hepsi onundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat (yardım) edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir,..."(Bakara, 255)"Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'tır. O'nun izni olmadan(dünyada) hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde ona kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz"(Yunus- 3)"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimiz, diyorlar. De ki: " Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir "(Yunus-18)Şefaat ile alakalı âyetlerin iniş sebebi şudur.Müşrikler evliya ve ilahlarının dünya hayatında kendilerine savaşta ve barışta yardım ettiklerini iddia ettiklerinden şefaat ile alakalı âyetler nazil olmuştur.Çünkü Müşrikler öldükten sonra dirilmeye ve ahiret hayatına iman etmiyorlardı ki, âhirette şefaatten söz edilsin. Yukarıdaki âyette geçen "Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" cümlesi bu gerçeği ortaya koymaktadır.Mekke müşrikleri dünya hayatında ilahlarının ve efendilerinin kendilerine yardım edeceğine iman ediyorlardı. Ve bu inanca çok değer veriyorlardı.İşte yukarıda geçen âyetler dünya hayatında manevi olarak sadece Allah yani izin verdiği meleklerin (yağmur, ruzgar, güneş, ay) yardım edeceğini açıklamaktadır.ÂHİRETTE İNSANIN KENDİ AMELİNDEN BAŞKA GEÇERLİ HİÇBİR ŞEY YOKTUR ."Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir"(Müddessir- 38)"Bilsin ki insan için kendi amelinden başka hiçbir şey yoktur"(Necm- 39)"... Onlara: İşte size cennet, yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir"(Â'raf- 43)"Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar. O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"(Yasin- 53, 54)Ahirette insanlar tevhid, güzel ahlak ve salih amellere göre hesap vereceklerdir. Aslında Kur'an'da insanın kendi amelinden başka şefaatçilerin olacağını zerre kadar gösteren, ima eden en ufak bir emare ve alamet mevcut değildir. Fakat Ehli Sünnet ve Şia'nın uydurma rivayetleri ile tarikatlardaki hulul inancının tesiri ve baskısı sayesinde böyle batıl bir inanç doğmuş ve gelişmiştir. MESELA: "De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı onundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz"( Zümer- 44)âyetinde, şefaatin ölümden önce dünya hayatında olduğu, bunun da manasının Allah'ın vahiy indirmesi, insanlara yardım etmesi ve desteklemesi, iyiliğe ve hayra yönlendirmesi anlamlarına gelmektedir.Diğer bir ayette "Göklerde nice melek (yağmur, rüzgar, güneş, ay) vardır ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi (yaratılış yasası) dışında hiçbir işe yaramaz"(Necm- 26)Bu âyette yüce Allah göklerden bahsetmekte ve şunu buyurmaktadır."Benim iznim ve rızam dışında dünya hayatında melekler (yarattığım doğal kuvvetler) dahil hiç kimse bir başkasına yardım edemez ve destekte bulunamaz Kur'an'da geçen "melek" doğal güç, "meleklerde" yüce Allah'ın yarattığı "doğal kuvvetler" anlamına gekmektedir. Bunlarda Allah'ın yasasına göre hareket ederler. Kendi başlarına yani Allah'tan bağımsız hareket etme güç ve kâbiliyetleri yoktur.) Dolayısıyla Kur'an'da geçen bütün şefaat kavramları dünya hayatındaki yardım ile ilgilidir. Tekrar edelim, Mekke müşrikleri ölümden sonra dirilmeye iman etmiyorlardı. YANLIŞ MEAL VERİLEN ÂYETLER. Ahiret gününde şefaat ile alakalı yanlış meal verilen âyetlerin bir kaçı şöyledir.YANLIŞ: "Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez"(Sebe-23)Doğrusu şöyledir: "Allah'ın huzurunda kendisinin izin verdiklerinden başkasına şefaat (yardım) ulaşmaz, fayda vermez" Yani dünya hayatında Allah'ın şefaatini hak edemez, liyakat kazanamaz.Veya, ey müşrikler dünya hayatında kendilerine kulluk yaptığınız evliya ve İlahlarınızın Allah katında hiç bir değerleri yoktur ki, Allah ile sizin aranızda aracı olsunlar da dünyada size yardım etsinler, böyle bir şey söz konusu olamaz.İlk manada: Allah'ım bazı kişilere şefaat etme yetkisi vereceği anlaşılırken,doğrusunda ise, dünya hayatında Allah'ın yardım ve desteğinden yararlanabilen muttaki ve muvahhid müminler olduğu açıkça anlaşılmaktadır, yani dünya hayatında müslümanlarla müşrikler arasında gerçekleşecek bir savaşta yüce Allah melekleri (doğal kuvvetler, yaratılış yasaları) vasıtasyla müminlere şefaat edecek yani onları zafere ulaştıracaktır. YANLIŞ MEAL: "O gün Rahman olan Allah'ın katında bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olmayacaklardır"(Elmalı, Meryem süresi, 87)DOĞRUSU:"O (dünyadaki hesaplaşma- savaş-mucadele) gününde Rahman olan Allah'ın nezdinde söz ve izin alandan başkaları şefaate( Allah'ın yardımına) sahip olamazlar" Eğer gelenekçilerin şefaat anlayışına iman edecek olursak kurtuluşun tevhid, güzel ahlak ve ameli sâlih'te olduğunu açıklayan yüzlerce ayet anlamsız hale gelecektir.YANLIŞ MEAL:"O gün, Rahman'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez"(Tâhâ, 109, Elmalı, Diyanet meali)DOĞRUSU ŞÖYLEDİR:"O (dünyadaki hesaplaşma- karşılaşma- mucadele -savaş) gününde, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasına (şefaat) fayda vermez "Yukardaki âyetlerin bulunduğu âyetler topluluğna bakıldığında şefaat ile ilgili âyetlerin tamamen dünya hayatını anlattığı ve dünya hayatında yapılacak bir savaşın galibinin Allah'ın yardımı sayesinde müminlerin galibiyetiyle sonuçlanacağını ortaya kıymaktadır. Müşriklerle müminler hiç bir zaman âhiretteki şefaati konuşmamış ve hiçbir zaman tartışma konusu yapmamışlardır. Ama dünya hayatında galibiyet ve zaferin kimin yanında olacağını ve zamanı ve günü geldiğinde Allah'ın kime yardım edeceğini ve kimi zafere kavuşturacağını her gün konuşup tartışıyorlardı."Ancak iman edip salih ameller işleyenler, Allah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarınıda kendilerini savunanlar başkadır. Zalimler nasıl bir inkilab ile devrileceklerini yakında bileceklerdir"Şuara224 "O taptıkları ilahlar mı daha hayırlı yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir ilah mı var? Ne kadar da az düşünüyorsunuz"(Neml- 62)Bu mesele ile ilgili yüzlerce âyet vardır. SONUÇ OLARAK:Allah işine hiç kimseyi ortak etmez. Dünya hayatında ellerinde maddi ve manevi imkan bulunan kimseler taraftarlarına, akrabalarına, dostlarına şefaat ederler.Fakat kıyamet günü hiç kimse başkasına şefaatçi olamaz, yani dünyadaki şefaacilerin şefaati bitmiştir.Âhirette hiç kimsenin şefaati yoktur.Daha doğrusu âhirette şefaat yoktur. Bu gerçeği şu âyet apaçık olarak ortaya koymaktadır."Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez"(Müddessir-48)
BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ŞART MIDIR? (3.YAZI)Mezhepleri din edinenenlerin iddialarına göre, ictihad kapısı kapandığından, yeni bir anlayışın, hayat içinde değişen zamanın ihtiyaçlarına cevap vermesi mümkün değildir. Bu durumda iki şeyden birini kabul etmek zorundayız.1-) İnsanlık yeni birşey düşünmek, yeni bir fikir üretmek, yeni yorumlar ve yeni ictihadlar ortaya koymak için gerekli gelişmeyi gösterememiş, 1400 yıldan beri bir adım ilerlemeden yerinde sayıp durmuştur.Bu yüzden yeni ictihatlardan ve yeni bir mezhepten söz edilemez. 2-) İnsanların hayat standartları hiç değişmemiştir.Dolayısıyla ilk mezhep imamlarının yaşadıkları zamandaki hayat şartları en küçük bir değişiklik söz konusu olmadan aynen devam etmektedir. Bu yüzden yeni bir yoruma ve ictihada, dolayısıyla tefekkür ve sorgulamaya ihtiyaç bulunmamaktadır.MEZHEPÇİLERİN KUR'AN VE AKIL DIŞI SAPLANTILARI:1-) Mezhep imamları din adına yapılması gerekli bütün ictihadları yapmış, işi bitirmiş, İslam'da çözülmedik hiçbir mesele bırakmamışlardır.2-) Eksik olan Allah'ın dini Mezhep imamları tarafından tamamlandığından yeni ictihada kalkışmak gereksiz, isabetsiz ve büyük bir günahtır, insanı dinden çıkaracak kadar tehlikelidir. 3-) Kur'an'ın tercümesini ve tefsir kitapları okumak caiz değildir.Hele bunlardan hüküm çıkarmak zinhar haramdır. Kur'an'ı ancak Allah Resul'ü anlar, o da hadislerle onu açıklamış, mutlak müctehidler ve mezhep imamları da hadisleri fıkha uyarlayarak dini tamamlamışlardır. Dolayısıyla din ancak eski fıkıh kitaplarından öğrenilir.Bize düşen sadece dört mezhepten birini takip etmektir.Gerisi sapıklıktır, mezhepsizliktir, vahhabiliktir, dinsizliktir.4) Aynı meselenin çözümünde imamların ictihatlarında farklılık olsa bile bu ictihad farklılığı yalnızca rahmettir.İmamlar bütün içtihatlarında hatasız bir konumdadırlar. Onlar hiçbir kimsenin sahip olmayacağı üstün niteliklere sahiptirler. Keramet ve keşif ehlidirler, vehbi ve ledünni ilimlere mazhardırlar.5) İmam Ebu Hanife dört yaşında hafız olmuş, yirmi dört saatte veya iki rekatta bütün Kur'an'ı okuyan mübarek bir şahsiyettir.Ruhunu teslim ettiği yerde yedi bin kere Kur'an'ı hatmetmiştir.Elli defa hac yapmak kendisine nasip olmuştur.Mezhep bağlıları bunlar gibi binlerce yalana iman ederler. Kur'an ilâhi, geleneksel dinin üzerine oturtulan hadisler beşeri olduğu için bünyelerinde birbirine karşı zıt inanç, ahlak ve fikirleri barındırır.Yani İslam dini ile mezhep dinlerini birbirinden ayırmak gerekiyor. Çünkü Kur'an'ın dini ile rivayetlerin dini birbirine düşmandır. Dolayısıyla muhaddis ve müctehidler yani mezhep imamları ne diyorsa tam tersi doğrudur. Din ve hüküm olarak yüzlerce âyette Kur'an beşeri olanı reddeder. Mesela:"Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli rabler edinmek mi daha hayırlı, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?Allah'ı bırakıp da (yöresinde, yanında) kulluk ettikleriniz sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirilmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte toplumları ayağa kaldıracak dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"(Yusuf-39,40)"Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik. (Şirk'ten) korusunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kur'an indirdik. Allah, çekişip duran birçok ortakların sahip olduğu bir adam ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler"(Zümer-27,28,29)29. âyet, Kur'an'ı terkedip mezhep imamlarına kul ve köle olanlar ile bir tek Allah'a teslim olanların temsilini yapıyorBir dinde kimin emir ve hükümleri işliyorsa, dinin otoritesi odur, din onundur. Şia ve Ehli Sünnet'te hayata hakim olan Allah'ın hanif dini değil, muhaddis, müctehid ve imamların şirk dinidir. Bunu anlamak için de çok şey bilmeye gerek yoktur. Sadece akıl ve mantık yeterlidir. Aklını kullanan bir insan mezhep bataklığından kendini korumaya çalışır.Çünkü bozulduğu zaman dinden daha tehlikelisi yoktur. Uydurma din, dünyada bulunan bütün ölümcül silahlardan daha tehlikeli, tüm kimyasallardan daha zehirli bir mikroptur.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(212.YAZI)Ahzab Süresi 49-) Ey iman edenler! Mümin kadınları nikâhlayıp da, henüz zifafa girmeden onları boşarsanız, onları sayacağınız bir iddet süresince bekletme hakkınız yoktur. O halde onları (bir bağışla) memnun edin ve onları güzel bir şekilde serbest bırakın. 50-) Ey Nebi! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah’ın sana ganimet olarak verdiği ve koruman altında bulunanları, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber göç eden kızlarını sana helâl kıldık. Bir de Nebi kendisiyle nikahlanmak istediği takdirde, kendisini Nebi'ye hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık). Kuşkusuz biz, hanımları ve ellerinin altında bulunanlar hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz. (Bu hususta ne yapmaları lâzım geldiğini onlara açıkladık) ki, sana bir zorluk olmasın. Allah Ğafur ve Rahim olandır. 51-) Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Bıraktığın hanımlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur. Böyle yapman onların mutlu olmalarına, üzülmemelerine yani hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına daha uygundur. Allah, kalplerinizde olanı bilir. Allah hakkıyle bilendir, halîmdir. 52-) Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunanlar hariç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların yerine başkalarını alman sana helâl değildir. Allah her şeyi gözetler. 53-) Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağırılmadıkça, zamanını gözetmeksizin, Nebi'nin evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Nebi'yi üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı oraya koymaktan haya etmez. Nebi'nin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah’ın Resûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında azim (bir günah)tır. 54-) Bir şeyi açığa vursanız da, gizleseniz de şüphe yok ki Allah, her şeyi gayet iyi bilmektedir. 55-) Onlara (Nebi'nin hanımlarına) babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları (mümin kadınlar) ve ellerinin altında bulunandan dolayı bir günah yoktur. (Ey Nebi'nin hanımları!) Allah’tan korkun; şüphesiz Allah, her şeye şahittir. 56-) Allah ve melekleri, Nebi'ye salât salât ederler. Ey müminler! Siz de ona sâlât edin yani (Allah'ın emirlerine) tam bir teslimiyetle (iman ederek yani güvenerek) teslim olun. (Âyette Nebi geçtiği için tarihsel ve bölgesel bir özellik taşımaktadır. Yani Medine ve çevresi yani Nebi döneminde yaşayan müminlerle ilgilidir. Nebi'nin vefatından sonra gelen müminler ona yardım edemezler.) NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER. Kur'an'da yüzlerce âyette Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar ortaya konduğu halde birçok arkadaş Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilmeden veya Nebi ile Resul'ün hangi anlama geldiğini idrak etmeden veya gurur ve kibrine yenilerek Nebi ile Resul'ün arasında bir farkın olmadığını, her iki kavramın aynı şeyler olduklarını ve aynı manaya geldiklerini söylemektedir. Halbuki Nebi ile Resul ayrı kavramlarla geçtiği için aynı manalara gelmeleri mümkün değildir. Biz de Nebi ile Resul'ün arasında bulunan bazı önemli farklara Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü yani sisteminden yararlanarak ortaya koymaya çalıştık.Son zamanlarda Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklara baktığımızda Nebi'nin tarihselliği, Resul'ün ise evrenselliği temsil ettiğini gördük.Tabii ki biz "Nebi'nin tarihselliği" derken Kur'an'da anlatılan son Nebi'nin hayatını ve güzel ahlakını devre dışı bırakıyor değiliz. Nebi'nin Kur'an'da anlatılan hayat ve hatıralarından ibretler ve dersler çıkaracağız.Çünkü Kur'an'ı Mübin bir amaca yönelik olarak indirilmiştir ve Kur'an'da amaçsız bir âyet bulunmamaktadır. Yani Kur'an Musa(a.s)ın çocukluğunu ve kimden süt emip emmediğini anlatıyorsa, dar bir alan ve özel bir hayatı temsil eden son vahyin sahibi olan Muhammed (a.s) ın inanç, güzel ahlak, karakter ve hareketlerini yani üstün meziyetlerini anlatmamasını düşünmek doğru değildir. Nebi (a.s) Kur'an'da anlatılan hayat ve hatıralarından elbette ibret ve ders çıkarırız. Fakat üzerine din ve hüküm inşa edemeyiz. Dolayısıyla Nebi kavramının kullanıldığı âyetlerin uygulanma alanı bulmaları imkansızdır. Çünkü toplum sürekli olarak gelişmekte ve sorunlar çoğalmaktadır. Yani toplumun gelişimine paralel olarak kanun ve kaidelerin değişmesi ve güncellenmesi gerekiyor. Resul sözcüğünün beraber kullanıldığı kavramlara baktığımızda geniş bir hayat, evrensel bir mesaj, ve ebedi bir davet görüyoruz.Yani şunu demek istiyoruz.Nebi Medine ve çevresi ile hayatı kayıt altına alınmıştır.Nübüvvet makam ve mertebesi Medine'de son bulmuştur. Nebi'nin hayatı dar bir alan ve sınırlı bir coğrafya ile kalarak son bulmuştur. Fakat "Beşer Resul" bütün ilişkisi vahiy olduğu için kendisinden sonra "Kitap Resul" ile misyonunu devam ettirmesi şarttır. Yani "Resul" kavramı evrensel bir özellik ve ebedi bir misyonu temsil etmektedir. Bu Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri olarak kabul edilmelidir. Başta itaat kavramı olmak üzere "isyan, hak, ittibâ, hakem olma, üsve-i hasene (güzel örnek) mübin (apaçık) kerim, aziz, helal ve haram kılma, tebliğ, nehiy ( yasaklama) âyetleri tilavet etme (vahyi okuma ve duyurma) gönderilmeden azap etmeme, şikak, dâvet, icâbet, tekzib (yalanlama) küfür gibi birçok kavram ölümlü olan Nebi ( a.s) bağlamında değil, ölümsüz olan Resul (a.s) bağlamında kullanılmıştır. Nebi'nin dar bir alan ve belli bir coğrafya ile sınırlı olduğunu gösteren âyetler. "Ey iman edenler! Sesinizi Nebi'nin sesinin üzerine yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi ona (Nebi'ye) yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir"(Hucurat-2) Yukarıdaki âyette Nebi'nin sesinden söz edilmektedir.Pek tabiidir ki, Nebi'nin sesi tarihsel olmaya mahkumdur.Fakat ona karşı da saygısızlık yapılamaz.Bu ayetten sonra gelen âyetin meali şöyledir. "Allah Resulünün indinde seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret yani azim bir mükafat vardır"( Hucurat- 3)Çok ilginç, ikinci âyette "savtin nebiyyi" (Nebi'nin sesi) buyurduğu halde 3.âyette "inde Resulilléhi" (Allah Resulü'nün indinde) buyurmuştur. Yani Resulü'n tebliği, daveti, vahyi okuması ve duyurması vardır, ama sesi yoktur.Çünkü onun sesi vahiy'den başka bir şey değildir. Resulün görevi sadece vahyi tebliğ etmek olduğu için onun sesi değil, okuduğu ve duyurduğu vahiy vardır yani kendisi de okuduğu vahiy'de Resul'dur. Nübüvvet makam ve mertebesi tarihsel ve özel hayat ile ilgili olduğu için "Nebi'nin sesi" buyrumuştur. Yani Hucurat süresi 2.âyatte Nebi'nin yanında dünyevi bir şey konuşulduğu esnada arkadaşlarının yüksek sesle konuşup ona saygısızlık yaptıklarını anlıyoruz. Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri de Nebi özel hayatı temsil ettiğinden dolayı söz ve hareketlerinde Allah'a karşı hataları olmuştur. (Tevbe-113; Tahrim-1; Enfal-67,68)Fakat görevi sadece vahyi tebliğ etmek (Mâide-99) olduğu için yani vahyi duyurmada ihanet etmesi mümkün olmadığı için (Hakka-44) dolayısıyla Resul masum olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir. (Nisa-80)Nebi'nin tarihsel olduğuna ikinci bir örnek:"Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağrılmadıkça zamanını gözetmeksizin Nebi'nin evlerine girmeyin..."(Ahzab- 52)Nebi'nin evleri kelimesi "büyüten nebiyyi" aynen Nebi (a.s) ın kendisi gibi ölümlü ve tarihsel kalmaya mahkumdur. Şimdi Resul kavramının nasıl bir evrenselliğe ve genel bir davete sahip olduğunu gösteren âyetlere bir göz atalım."O gün, zalim kimse pişmanlıktan ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Resul ile birlikte bir yol tutsaydım" (Furkan- 27) Zulüm kıyamet saatine kadar sürecekse, Resul'ün dahi misyonu yani tebliğ ve yol göstericiliği kıyamet gününe kadar sürmesi gerekir.Yani "beşer" olan "Resul" hayatta olduğu sürece risâlet misyonu ile konuşan Kur'an'dır. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra yine Resul misyonu ile onu bir şeyin temsil etmesi gerekir.O da Allah'ın kitabından başka bir şey olamaz. Dolayısıyla evrensel mesaj taşıyan bütün kelimeler "Resul" kavramı ile beraber gelmektedir. Mesela:"Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır"Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Resul'e itaat etseydik derler"(Ahzab-64,65,66) Yukarıdaki âyette kafirler "keşke Allah'a itaat etseydik, Nebi'ye de itaat etseydik değil, Resul'e itaat etseydik" diyecekler, buyuruyor. Çünkü küfür aynen kitap Resul gibi kıyamet gününe kadar devam edecektir.Özel hayatı temsil ettiğinden dolayı son Nebi olan Muhammed ( a.s) Medine'de vefat etmiştir. Fakat Resul dâvet ve yol göstericiliği yani hidayeti ile akıyamet saatine kadar devam edecektir.Mesela: "Kim Allah'a yani Resulü'ne doğru hicret etmek için evinden çıkar da kendisine ölüm onu idrak ederse, artık onun mükafatı Allah'a kalmıştır. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir"(Nisa- 101)Nebi tarihsel yani ölümlü olduğu için ona hicret edilmez. Fakat Resul misyonu itibariyle evrensel olduğu için kıyamet gününe kadar tebliği ve beyanı devam edecektir. Yani kıyamet gününe kadar Resul olan Kur'an'a hicret etmek mümkündür. Kitap Resul'e hicret edenler aynı zamanda beşer Resul'e hicret etmiş olurlar. Vahyin belağ olduğu ile ilgili (İbrahim-52) beyan olduğu ile ilgili (Âli İmran-138) âyetlerine bakılabilir. Mesela: "İman etmelerinden sonra, Resul'ün hak olduğuna şahit olmalarından sonra ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra hakkın üstünü örten kafir bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder..." (Âli İmran- 86) Aynı şekilde küfür kıyamet gününe kadar sürecekse Resul da kıyamet gününe kadar misyonuna devam etmesi gerekiyor. Çünkü Resul ile muhatap olmadan küfür, dalâlet, nifak ve şirk olmayacağı gibi, hidayet, iman, islam, takva ve ihlas'ın olması mümkün değildir.Bütün bu dini kavramlar ve fiiller ancak Resul ile karşılaştıktan yani onunla muhatap olup, onu red veya kabul ettikten sonra bir anlam kazanırlar. Yani "beşer Resul" veya "kitab Resul" olan vahiy'le muhatap olmayan, onu bilmeyen insanlara kafir, münafık, fasık ve müşrik denmeyeceği gibi, mümin, Müslüman, muttaki, muhsin ve muhlis de denemez" "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir" (Kasas -59)"...Biz, bir Resul göndermeden kimseye azap edecek değiliz"(İsra-15)Mesela: Neden "Resul size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının..."(Haşr-7) buyrulduğu halde, "Nebi size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının" denmemiştir. Çünkü Nebi tarihsel ve ölümlü, Resul evrensel, davet ve tebliği sonsuz olduğu yani kiyamet gününe kadar süreceği içindir.Her ne kadar Nebi'nin tarihselliğini kabul etmesek de, onunla ilgili olan âyetler tarihsel kalmaya mahkumdur. Yani Nebi ve onunla ilgili âyetler zamana mağlup olacaklardır. Dolayısıyla Nebi adına uydurulan rivayetler hiç bir zaman uygulanma alanı bulamazlar. Eğer bu uydurmalar halka zorla dayatılacak olursa, kaos, kargaşa, terör, anarşi, katliam ve gericilik baş gösterecektir. Bir iktidar ne kadar muhafazakar ve dindar olursa olsun hadisleri kanun yani hüküm haline getiremez. Bizim onlara şiddetle karşı gelmemiz ümmetin hayatını kararttığından ve Kur'an'ın hidayat ve rahmetini engellediğinden dolayıdır. 57-) Allah'a yani Resûlüne eziyet edenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş yani onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. 58-) Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz azim bir buhtan yani apaçık bir günah yüklenmişlerdir. (Yukarıdaki iki âyet arasında ilginç detaylar mevcuttur. 1-) Resul Allah'ı temsil ettiğinden dolayı, nasıl ki Allah'a itaat Resül'e itaat olarak kabul edilmişse,(Nisa-80) Resul'e eziyet de Allah'a eziyet olarak kabul edilmiştir. Yoksa hiç kimsenin yüce Allah'a eziyet etmesi mümkün değildir. Burada vahyin ve risâlet misyonunun önemine vurgu yapılmaktadır. Bütün beşeri hadisler, ictihadlar, mezhep ve firkalar Allah ve Resulune eziyettir.2-) 57.âyette Allah ve Resulune eziyet edenler mutlak olarak laneti hak ederken, mümin kadın ve erkekler için "yapmadıkları bir şeyden" kaydı düşülmültür. Çünkü mümin kadın ve erkekler bazen sözle eziyet edilmeyi hak edebilirler. Fakat yüce Allah "lé yus"el" yani yaptıklarından sorumsuz olurken, Resul de her türlü ihanetten masum yani görevinde kusursuz olduğu için asla kınanamaz ve sözle eziyet edilemez. 59-) Ey Nebi! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınmaları yani eziyet edilmemeleri için en elverişli olan budur. Allah Ğafur ve Rahim olandır. 60-) Andolsun, munâfıklar yani kalplerinde hastalık bulunanlar (fuhuş düşüncesi taşıyanlar), şehirde kötü haber yayanlar (bu hallerinden) vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler. 61-) Hepsi de lânetlenmiş olarak nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve mutlaka öldürülürler. 62-) Allah’ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. 63-) İnsanlar sana kıyameti soruyorlar. De ki: Onun ilmi Allah indindedir. Ne idrak edersin, belki de zamanı yakındır.64-) Şüphesiz ki, Allah kâfirlere lânet etmiş yani onlara sairi hazırlamıştır. 65-) Onlar orada ebedî olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) bir veli yani hiç bir yardımcı bulamayacaklardır. 66-) Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Yazıklar olsun bize! Keşke Allah’a itaat etseydik yani Resul'e itaat etseydik! derler. (Yukarıdaki âyette bulunan Resul beşer Resul değil, kitap Resul'dur. Çünkü beşer Resul'un hayatı yaşadığı zaman ve coğrafya ike sınırlı olduğu yani ölümlü olduğu içini bütün insanlarla muhatap olması mümkün değildir. Fakat kitap Resul ölümsüz ve ebedi olduğu için bütün zamanları ve coğrafyaları aşacak bir güce ve yapıya sahiptir.) 67-) Ey Rabbimiz! Biz sâdatlarımıza yani (din) büyüklerimize itaat ettiğimiz için bizi yoldan saptırdılar, derler.68-) Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver yani onları lânetle, öyle bir lanet ki, büyük olsun. 69-) Ey iman edenler! Siz de Musa’ya eziyet edenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu, dedikleri şeyden teberri ettirdi. O, Allah'ın indinde saygın biri idi. (Yani Musa'ya eziyet eden İsrailoğulları gibi sizde Nebi'ye eziyet etmeyin. Bu âyet sahabilerin Nebi (a.s) a ne kadar eziyet ettiklerini yani gökteki yıldızlar olmadıklarını gösteriyor. Tabi ki içlerinde istisnalar mevcuttur.) 70-) Ey iman edenler! Allah’tan korkun yani sedid (sağlam) söz söyleyin. 71-)(Takva sahibi olur ve sözünüz sağlam olursa Allah) amellerinizi ıslah eder yani günahlarınızı mağfiret eder. Kim Allah'a yani Resûlüne itaat ederse, öyle bir başarıya ulaşır ki, and olsun başarısı azim olur. 72-) Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara arzettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir. 73-)(Allah bu emaneti insana vermek sûretiyle), münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap edecek, mümin erkeklerin ve mümine kadınların da tevbelerini kabul buyuracaktır. Çünkü Allah Ğafur ve Rahim olandır.
17 Mayıs 2022 Salı
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(211. YAZI)Ahzab Süresi 36-) Allah yani Resûlü (Kur'an) bir işi hükme bağladığı zaman, mümin bir erkek ve mümine bir kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Yani kim Allah'a yani Resûlüne (Kur'an'a) karşı gelirse, apaçık bir sapkınlığa düşmüş olur. (Yukarıdaki âyette Resül'e karşı gelmenin sapkınlık olduğu bildirilirken, aşağıdaki âyette ise, Zeyd'in Nebi'yi dinlemediği haber verilmektedir. Çünkü Nübüvvet özel ve sivil hayat olurken, risâlet bir misyonu temsil etmektedir. Nebi'ye karşı gelmek günah değildir. Çünkü Nebi Allah'a karşı hata etmiştir. İşte bu yüzden ona mutlak itaat emredilmemiştir. Ama tek görevi tebliğ olan Resulun vahye ihanet etmesi imkansız olduğundan ona itaat etmek Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir. İkincisi Resül kavramı evrenseldir. Yani beşer Resul vefat ettikten sonra kitap Resul devreye girer. İnsanlar hiç bir zaman Resûlsuz kalmazlar.) 37-)(Ey Nebi!) Hani Allah’ın nimetlendirdiği yani senin kendisini nimetlendirdiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’a karşı takvâlı ol! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan korkarak içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, hanımlarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir zorluk olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.(Nebi'nin korktuğu şey geleneklerin ağır baskısıydı. Evlatlığının boşadığı kadınla bir kişinin nikahlanıp evlenmesi büyük bir ayıp olarak karşılanıyordu. Kim olursa olsun, bir çok insan karşı olmasına rağmen geleneklere aykırı düşmekten çok korkar.Bu yüzden insanların büyük çoğunluğu topluma yerleşmiş ve alabildiğine kök salmış âdetlere karşı gelmezler. İşte bu yüzden Nebi (a.s), Zeyd'in hanımından boşanmasını şiddetle reddetmiş ve "hanımını yanında tut yani Allah'tan kork" demişti. Bunun aksini düşünmek Nübüvvet makam ve mertebesine, Risâlet misyonuna leke olacağından dolayı uygun değildir.) 38-) Allah’ın, kendisine farz kıldığı şeyde Nebi'ye herhangi bir zorluk yoktur. Önce gelip geçenler arasında da Allah’ın sünneti böyle idi yani Allah’ın emri mutlaka yerine gelecek olan takdir edilmiş bir ölçüdür. 39-) O (Resüller ki) Allah’ın mesajlarını tebliğ ederler ve yalnız Allah’tan korkarlar yani O’ndan başka hiç kimseden korkmazlar. Çünkü hesap görücü olarak Allah yeter. 40-) Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Lâkin o, Allah’ın Resûlü ve Nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir. 41-42) Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin yani sabah akşam O'nu tesbih edin. (Kur'an'ın dininde ve dilinde tesbih, yüce Allah tarafından indirilen vahiy'den sapmamadır. Yani Allah'ın emir ve tavsiyelerini yerine getirmektir. Bunun en önemlisi de ihlastır yani dini Allah'a özel kılmaktır. Yani Kur'an'dan başka kaynak kabuk etmemektir.) 43-) O (Allah) ve melekleri sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize salat ediyor yani O, müminlere karşı Rahim olandır. ALLAH ve MELEKLERİ NEBİ ve MÜMİNLERİN ÜZERİNE NASIL SALAT EDERLER? Uzun zamandır Ahzab süresi 56. âyette bulunan "alé" (üzerine) fiiline takılıyordum.Ancak bu "alé" (üzerine) fiilinin tam olarak hangi anlama geldiğini bilmiyordum.Yani Allah ve melekleri (göklerde ve yerde bulunan ilâhi kuvvetler, doğal güçler) Nebi (Ahzab-56) ve müminlerin üzerine (Ahzab-43) nasıl "salât" ederler? Çünkü kelime "yusallûne ilen nebiyyi" "Nebi'ye salât ederler değil, "yusallûne alen nibiyyi" Nebi'nin üzerine salât ederler, "yusalli aleyküm ve meléiketühü" "Allah ve melekleri üzerinize salât ederler" Bugün konu ile ilgili yani Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının "namaz" olarak gördükleri ve bu şekilde meal verdikleri "salât'ın" gerçekten hangi anlama geldiğini geniş bir açıdan düşünmeye başladım. Sonra Kur'an'da "salât" kavramının namaz değil, "vahiy" anlamına geldiğini gördüm.Şöyle ki: Allah ve meleklerinin (rüzgar ve yağmur gibi ilâhi güçler) Nebi'ye ve müminlere "salâtları" nasıl ve neyle oluyor?Ahzab-43. ve 57. âyetlerin mealini verdikten sonra konuyu daha geniş bir açıdan görmeye çalışalım."Sizi karanlıklardan Nur'a (aydınlığa) çıkarmak için üzerinize salât eden O'dur. Allah müminlere karşı Rahim olandır" (Ahzab-43)"Allah ve melekleri Nebi'nin üzerine "salât" ederler. Ey müminler! Siz de onun üzerine "salat" edin ve (Allah'a) teslimiyet gösterin"(Ahzab-56) Peki yüce Allah Nebi ve müminlere nasıl salat edip onları karanlıklardan Nur'a yani aydınlığa çıkarıyor?Yani Ahzab 43 ve 56. âyetlerde geçen "salât" nedir?Buna Kur'an şöyle cevap veriyor. "Sizi karanlıklardan Nur'a (aydınlığa) çıkarmak için kulunun üzerine apaçık âyetler indiren O'dur. Şüphesiz ki Allah size karşı çok Rauf ve Rahim'dir.(Hadid- 9)"Elif.Lam.Râ.(Bu Kur'an), Rablerinin izniyle (yasası gereği) insanları karanlıklardan Nur'a (aydınlığa) yani Aziz ve Hamid olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır" (İbrahim-1)"Ey iman eden akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı (kitap) indirmiştir. İman edip salih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Resul indirmiştir..." (Talak-10,11)Demek oluyor ki, Ahzab 43. ve 56. âyetlerde bulunan, Nebi ve müminlerin üzerine inen "salât" vahiy'miş.Yine "salatın" "vahiy" anlamına geldiğini şu âyet apaçık olarak ortaya koyar. "Dediler ki: Ey Şuayb! (Din) atalarımızın ibadet ettiklerini (evliya ve ilâhları- muhaddis ve müctehidleri) yahut mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana" salâtın" mı emrediyor?..."(Hud- 87) Yukarıdaki âyette "salat'ın" "vahiy" yani Allah'tan gelen emirler olduğunu kimse inkar edebilir mi? Salât, yüce Allah tarafından indirilen vahiy'dir.Alın size bir âyet daha."Sabır yani salat'la Allah'tan yardım isteyin..."(Bakara- 45)Yukarıdaki âyette bulunan salât yani sabrın kaynağının Allah yani Kur'an olduğunu şu âyet gayet açık olarak ortaya koyar. "Rabbimiz ancak sana ibadet eder yani ancak senden yardım dileriz" (Fatiha-5)Bakara 45. âyetteki fiil, "vesteinu" "yardım dileyin" iken, Fatiha 5. âyetteki fiil "nestein" "yardım dileriz" idi. Dolayısıyla Kur'an'da bulunan bütün "salât" (destek) kavramları, "vahiy" yani Allah'ın himayesi olan Kur'an anlamına gelmektedir.Yani "salât-ı ikâme" vahyi baş tacı edip onu ayağa kaldırma, din ve hüküm olarak ondan başka hiçbir kitabı kaynak kabul etmeme, sadece onu yaşama, onun ahlak ve ilmine sahip olmaktır.Allah için söyleyin.İnsanları Kur'an'dan uzaklaştıran, anlaşılmasını zorlaştıran bir ritüel ibadet olur mu? İbadet bütün hayatı için alan Allah'tan başkasına kulluk yapmama yani sadece Kur'an'ı kabul etme anlamına gelmektedir.Yüce Allah'ın Nebi ve müminlerin üzerine en büyük salât-ı vahiy indirmesidir. Salât tamamen vahiy ile ilgili bir durumdur. Tek cümle ile salatın ne olduğunu söylersek, "Topluma ve bireye, vahyin ilim ve ahlakıyla destek sağlanması, insanlara Kur'an'ın öğretilmesi" demektir.Allah için biraz düşünmek gerekir. Kur'an gibi bereketli, yüzlerce konuya temas eden bir kitap olsun da “zihinsel öğrenim ve eğitim”den söz etmesin.Bu mümkün müdür ? İşte insanların vahyin ilim ve hikmetiyle desteklenmeleri, Kur'an'ın ahlak ve erdemine sahip olmalarını ifade eden öğrenim ve öğretim, “salât” kavramının içnde yer almaktadır. Yüce Allah'ın onlarca âyette açık olarak ortaya koyduğu "salât-ı, aynen "peygamber" kelimesi gibi, Hindistan ve İran'nın dilinden devşirerek "namaza" çeviren Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları dinde büyük bir cinayete sebep oldular.Bunun üzerine Allah'ın bir ilim yani mükemmel bir sistem üzerine indirdiği vahiy'de, öğrenim ve eğitimle ilgili âyet aramaya başladılar. Aradılar, taradılar, araştırdılar bir tane âyet bulamadılar. Kur'an’ın onlarca âyette “öğrenim görme” anlamındaki "ekimus salât'e" sesine kulak tıkadılar.Salât-ı her manaya çevirdiler. Sadece bir “öğrenim ve öğretime" çevirmeyi başaramadılar.Sonunda bu kompleksten kurtulmak için, ilk nazil olan “ikra' bismi rabbikellezi halaka” "Rabbinin adıyla oku" âyetine sarıldılar.Fakat bu âyette bulunan hitap umuma değil, sadece Nebi (a.s) a olduğu ve bir anlamı da göklerde ve yerde olan Allah'ın âyetlerini oku olunca, yine boşa düştüler.Kur'an’da salâtın birinci anlamı olan “zihinsel destek” ifadesini, İsra süresi 78.âyette “fecrin Kur'an-ı” (kur'an-el fecri) ifadesinden anlamak mümkündür.Bu âyette çok açık bir şekilde Kur'an’ın okunması ve öğrenilmesi emredilmektedir. Aynı zamanda emredilen fecir zamanı, insan zihninin en canlı olduğu bir zamandır. İşte bundan dolayı âyet; "zihne nakşedilen" anlamında "meşhûdâ" “şahit olunan” buyurur. Bu âyet Mekki olduğu ve sadece Nebi (a.s) a hitap olduğu için "Kur'an öğrenim ve öğretiminin" bireysel olarak yapılabileceğinin de bir göstergesi oluyor. Çünkü Mekkede müslümanlar toplu olarak değil, bireysel hareket etmek zorunda idiler. Salât nedir bilir misiniz?Cuma'ya gittiğinizde dinlediğiniz hutbedir. Fakat din adamlarınız salât-ı değiştirip adını "hutbe" koymuşlar. Halbuki Kur'an'da hutbe diye bir şey yoktur. Yani Maun süresinde var olan "sehun" damgasını yemişler.Âyetler şöyledir. "Veyl olsun o musallinlere ki, onlar salatlarının ne olduğundan gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar hayra da mani olanlar. (Mâun-4,5,6,7)Dolayısıyla cuma salâtına nida yani çağrı ile birlikte toplanan insanlar, (salatta) Allah’ın zikri olan Kur'an'ın üzerinde eğitim ve öğretim yapacaklardır.Cüma süresi 9.âyette bulunan cümlenin metin ve manası aynen şöyledir. LÜTFEN DİKKAT! "Yé eyyühellezine émenû izé nûdiye lissalâti min yevmil cumuati fesav ilé zikrilléhi vezerul bey'a..." "Ey iman edenler! Cuma salatına nida (çağrı) yapıldığı zaman Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın..." Demek ki, salât, Allah'ın zikri olan Kur'an'mış. Şu halde salâtın öğrenim kısmı da iki ayrı talim ve terbiyeye işaret etmektedir.1-) Bireysel olarak Allahın zikrini yani vahyi öğrenmek. 2-) Cemaat olarak Allah’ın zikrini dinlemeye koşmak. Gerçekten de bir çok âyete baktığımızda salâtın “zihinsel destek alma” olduğunu görebiliyoruz.Mesela: “Sana vahyedilen bu kitab-ı tilâvet et yani salat-ı ikâme et. Salât, kesinlikle her türlü ahlaksızlıktan ve münkerden alıkoyar yani Allahın zikri (onunla uyarı yapmak) en büyük(öğüt)tür. Allah bütün yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebüt-45) buyuruyor. Şimdi sözlü eğitim olmazsa yani Kur'an ile diyalog ve iletişim olmadan insanların ahlaksızlıktan ve münkerden kurtulmaları nasıl mümkün olacaktır? Halbuki yüce Allah "salâtın kesinlikle her türlü ahlaksızlıktan ve münkerden alıkoyacağını" söylemişti. Fakat bu âyette bulunan salât-ı “zihinsel destek alma” yani Kur'an ile öğüt ve vahiy'le uyarı olarak değil de, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının yorumları olan "namaz kılmak" olarak kabul edersek Allah'ın âyetini saptırmış olmaz mıyız?Böylece hayatını namaz kılmakla geçirmiş fakat her türlü kötülüğü yapan kimseleri gördüğümüzde, “onlar namazı dosdoğru kılamadılar” mı diyeceğiz? Halbuki yüce Allah ne buyuruyordu? "salat, kesinlikle her türlü ahlaksızlıktan ve münkerden alı koyar" Hâşâ bu durumda yüce Allah'ı da yalancı çıkarmış olmuyor muyuz?İşte Kur'an'da var olan "salât" âyetlerini doğru anlamak bu kadar önemlidir. SALÂT'IN BİR TEK ANLAMI VARDIR. Uydurma dinin ileri gelenleri, salât'ın insanlar üzerindeki müspet etkilerini yok etmek için kavramın açık ve anlaşılır anlamına karartma yapıp onun bir çok anlama geldiğini iddia etmektedirler.Fakat bu iddia Kur'an'ın kavramlar sistemine aykırıdır.Çünkü kaç çeşit korku veya kaç yardım ve destek türü varsa yüce Allah Kur'an'da hepsine ayrı ayrı kelime kullanmıştır. Yani yüce Allah'ın “salât” kavramını birden fazla anlamda kullandığını iddia etmek, diğer durumlar için (hâşâ) kelime sıkıntısı çektiği anlamına gelir ki, bu noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'a iftira olur.Dolayısıyla “salâtın bir çok anlamı vardır ” diyenlere itibâr edilmemesi gerekir. Salât'ın bir tek anlamı vardır.“vahiy ağırlıklı sözel ve zihinsel destek, Kur'an ile öğüt verme” Bu da eğitim ve öğrenimle Kur'an ilim ve ahlakının topluma ulaştırılması, insanlara destek olma ve onları Kur'an'ın hikmet ve marifetiyle donatma demektir.Yani salât, aynen cemaat ve tarikatların kendi batıl dinleri için yaptıkları çalışma gibidir. Nurcuların ve süleymancıların kendi şirk dinlerinin eğitim ve öğretimi için açtıkları yurt ve okullar, medrese ve tekkeler gibi. İşte cemaat ve tarikatların kendi dinleri için yaptıkları şey "salât" oluyor. Fakat kendi liderlerine ve kitaplarına dâvet ettikleri yani din ve dâvâları batıl olduğu için Kur'an, onların salâtlarına "sehun" damgasını vuruyor. Cuma günleri diyanetin vaaz ve hutbesi de Ehl-i Sünnet öğretileri için bir salât oluyor. Salât olmasaydı cemaat ve tarikatlar (batıl da olsa) inanç ve zihin açısından bu kadar güçlü bir yapıya sahip olamazlardı. Fethullah Gülen terör örgütünü bu kadar güçlü yapan şey salat'tan başka bir şey değildir. Araplar atın ve devenin üzengisine "salât" anlamına gelen “salli” kelimesini kullanırlardı. Çünkü devenin veya atın üstüne bundan destek alarak binerlerdi. Vahiy de kelimeyi bu anlamda kullanmıştır. Aynı zamanda ateşe odun atıp yanmasına destek olmaya da "sallâ" denilmiştir. Şuna emin olun ki, Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları Kur'an'da var olan hiç bir kavrama doğru bir anlam vermemişlerdir. Mesela: Salat kavramına, namaz anlamı veremeyecekleri yerlerde "dua" ve "rahmet" anlamı vermişler.Halbuki hem “dua” hemde "rahmet" kavramları Kur'ani kavramlardır.Yani bir çok yerde Kur'an bunları kullanmıştır. Mesela: Yüce Allah, Bakara süresi 157.âyette, hem salât hemde rahmet kavramlarını kullanarak ayrı anlamlara geldiklerini göstermiştir. İslam düşmanları, sistemli ve sürekli olarak Şii ve Sünni halkların cehaletini beslemektedir. Şii ve Sünniliğin bulunduğu her yerde taklitçi ve cehalet yobazlığı; muhafazakar dini duyarlılığı yani uydurma ve karanlık dini ayakta tutmak için büyük çabalar harcamaktadır. Buna karşın Kur'ani ve akli gerçekleri seslendirme ve yaşatma mucadelesi veren muvahhidler, küçük düşürücü yaftalarla karalanmak istenmektedirler. Bu sebeple Kur'an'dan haberi olmayan ümmi halkın aldatılması kolay olmaktadır. Çünkü salât konusunda kabul edilebilir ilmi delillerden yoksun vaziyettedirler.Mehmed Akif'in onlara karşı cevabı muhteşemdir. "Acaba şu şayiayı(iftira ve yalanı) çıkaranlar bir adamın alnına "Vahhabi" damgasını yapıştırmak ne demek olduğunu biliyorlar mı? Vahhabilik bir mezhebi mahsusun ismi olmakla beraber Arabistan'ın birçok yerlerinde dinsiz tanıtılmak istenilen adamlara verilen bir payedir.Lehte söylenen sözlere inanmamak lakin aleyhte söylenenlere derhal iman etmek insanlarda cibilli bir hasısa (özellik, hastalık) olduğu için, Mesela: Ben bugün çıkar da Allah'tan korkmadan en akidesi pak (inancı temiz-ihlas sahibi) bir adam hakkında "iyidir ama dinsiz olmasa!..." dersem az zaman sonra o masum zavallıyı bütün insanlar baştan başa mülhid (sapık ) tanırlar, acaba bu adam ilhadı mucib (sapıklığı hak edecek ) ne yapmış, ne söylemiş demeyi hatırlarına bile getirmezler. Müslümanlıkta en güç bir şey varsa oda bir adama dinsiz payesini (damgasını) vurmaktan ibaret olduğu halde fazlını, (faziletlerini) irfanını, (erdemini) ikbalini, şöhretini çekemediğimiz yahut tarzı tefekkürünü kendi meşrebimize muvafık görmediğimiz kimseleri bu hasbi rütbeyle nazardan (gözden) düşürmek nedense bize pek kolay geliyor..." En garibi şurasıdır ki, bütün aktarı İslamiyede "vahhabilik" ünvanı ile teşhir edilen adamların kısmı azamı (büyük çoğunluğu) Müslümanları müdafaaya vakfı hayat etmiş(müslümanları müdafa etmek için hayatlarını vakfetmiş) olan ekabiri ümmettir( ümmetim büyük alimleridir), fedakarânı Millettir( milletin en fedakar şahsiyetleridir) Bir yabancı aramıza girse dese ki : Ey cemaat-i Müslimin! filan filan zatlar sizin en âkiliniz, en âliminiz, en fâzılınız olduktan başka ebna-yı milletin saadetine çalışmış olmak itibariyle en hayırhahınız, en hamiyetlinizdir. (Ülkeyi en çok seven, Milli ve yerli olanlardır) siz bunları vahhabilik ile itham ediyorsunuz yani Müslümanlıktan çıkarıyorsunuz, demek sizin dininiz akıl ile, ilim ile, hamiyet (milli olmak) ile kabil-i telif olamayacak! Bu söze karşı ne diyebileceğiz. Cihan-ıslam (İslam toplumu) hakikaten bikes (çaresiz) cidden garip. Bu ekabiri ümmeti (ümmeti büyük âlimlerini) rahmet ve hürmetle anmalıyız ki, geriden gelenler aramızda bir yad-ı cemil (güzel anılmak) bırakabilmek ümidinden mahrum kalarak mucahededen vazgeçmesinler.Üç beş sene evvel İnsaf ehli bir Frenk bana demişti ki : Erbab-ı fen ve sanatın kıymetini takdir edemiyorsunuz, mazursunuz, lakin erbab-ı sa'yu hizmeti takdir etmiyorsunuz! işte bu kabahatiniz afvolunmaz..." (Mehmet Akif külliyat hzl İsmail Hakkı Şengüler- Hikmet Neşriyat 5 ,51,55)44-) Kendisine kavuştukları gün,(Allah’ın) onları karşılaması, "selâm" dır. Allah onlara kerim (değerli) bir mükâfat hazırlamıştır. 45-46) Ey Nebi! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik yani Allah’ın izniyle,(yasası gereği) bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik). 47-) Allah’tan büyük bir fazilete ereceklerini müminlere müjdele. 48-) Kâfirlere ve münafıklara itaat etme yani eziyetlerini en güzel bir şekilde önle ve sadace Allah’a tevekkül et çünkü vekil olarak Allah yeter.
15 Mayıs 2022 Pazar
KURANI MÜBİNİN MEÂLİ (210.YAZI) Ahzab Süresi 9-) Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular gelmişti de, biz onlara karşı bir rüzgâr (melek) yani sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi. 10-) Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vâdinin üstünden ve alt yanından) size geldikleri zaman; gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği yani sizler Allah hakkında (olumsuz) zanlarda bulunuyordunuz. 11-) İşte orada müminler ibtila edilmiş (imtihandan geçirilmiş) yani şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmışlardı. 12-) O zaman, münafıklar yani kalplerinde hastalık bulunanlar: "Meğer Allah ve Resûlü bize ğururdan (aldatmadan) başka bir şey vâdetmemişler" diyorlardı. (Munafıklar, kalplerinde hastalık olanlar demektir. Yani nifak ile kalpte hastalık ayrı sıfatlar değil, aynı anlama gelmektedir. Aradaki "ve" yani edatı bunu gösteriyor.) 13-) Yani Onlardan bir tâife demişti ki: Ey Yesrib ehli (Medineliler)! Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi dönün! Yani içlerinden bir fırka ise: Gerçekten evlerimiz çıplaktır (korunaklı değil), diyerek Nebi'den izin istiyordu; oysa evleri çıplak değildi, sadece firar etmek istiyorlardı. 14-) Yani eğer (Medine'nin) her tarafından üzerlerine girilseydi de, sonra onlardan bir fitne (çıkarmaları) istenseydi, şüphesiz ona hemen giderlerdi yani ona çok kolay adapte olurlardı. 15-) Halbuki daha önce onlar, gerisin geri kaçmayacaklarına dair Allah’a ahit vermişlerdi yani Allah’a verilen ahit, mesuliyeti gerektirir. 16-)(Ey Resul!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla bir menfaati olmaz! Yani (dünyadan) yararlandıralacağınız süre azdır. 17-) De ki: Size bir kötülük dilerse, Allah'a karşı sizi kim koruyabilir; ya da size rahmet dilerse (size kim zarar verebilir)? Yani kendilerine Allah’ın dununda bir veli ve yardımcı bulamazlar. 18-) Andolsun ki Allah, içinizden (savaştan) geç bırakılanları yani kardeşlerine: "Bize gelin" diyenleri gerçekten biliyor yani bunların azı hariç zorluğa gelmezler. 19-) Gelseler de size karşı cimri olurlar. Korku geldiği zaman, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri kayarak sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, hayra (dünya malına) düşkünlük göstererek sizi keskin dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir; bunun için Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır. Yani bu Allah’a göre kolaydır.20-) Bunlar, hiziplerin (bozulup) gitmediklerini hesap ediyorlar. Hizipler ordusu yine gelecek olsa, isterler ki, çölde göçebe Araplar içinde bulunsunlar da, sizin haberlerinizi (uzaktan) sorsunlar. Zaten içinizde bulunsalardı dahi pek azı hariç savaşacak değillerdi. 21-) Andolsun ki, Allah'ın Resul'unde, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için en güzel bir örneklik vardır. (Nebi ve Resul arasında bulunan farkları bilmeyenler Nebi (a.s) dan asırlar sonra pak dilinden iftira edilen yalanları kendisinin örnekliği olarak algılamışlardır. Halbuki örnek gösterilen Muhammed ve Nebi değil, Allah'ın Resul'udur. Resul'un örnek gösterilmesinde büyük bir ilim ve hikmet vardır. Yani Resul'un örnek gösterilmesinde eşsiz bir akıl ve muhteşem bir sistem mevcuttur. Beşer Resul hayatta olduğu sürece risâlet misyonuyla konuşan Kur'an ve örnek olan kişidir. Vefat ettikten sonra onu sadece Resul olan Kur'an temsil etmektedir. Beşer Resul geçici bir temsiliyette bulunurken, kitap Resul ebedi bir temsiliyette bulunuyor. Yani Kur'an, Allah'ın Resulu olduğu için müminlere kıyamet gününe kadar örneklik yapmaya devam edecektir. Dolayısıyla esas örnek olan beşer Resul değil, Kur'an Resul'dur. Çünkü beşer Resul'un örnekliği çok kısa olmuştur. Fakat Kur'an olan Resul'un örnekliği kıyamet gününe kadar sürecektir. İnsanlık tarihi açısından beşer Resul'un örnekliği bir yıldırım çakması kadar kısa olmuştur. Üsve'i hasene yani "en güzel örnek" olarak Resûl kavramının kullanması hayati bir öneme sahiptir.Bu mesele gerçekten çok önemlidir.Örneklikte Resul kavramının kullanılması Yahudi ve Hristiyanlığa, Şii ve Sünniliğe büyük bir darbe olmuştur. Çünkü Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri yani âlimleri "üsve-i hasene" "en güzel örnek" ile ilgili olarak, Allah Resulü adına uydurulan rivayetleri bu kavrama sığınarak sünnet adı altında milletin sapmasına yol yapmışlardır. Halbuki yukarıdaki âyette bulunan "üsve'i hasene" Allah Resulü'nün Kur'an'da anlatılan inanç, ahlak ve mücadelesi anlamına gelmektedir. Yani aynı zamanda Resül olan Kur'an'ın içinde anlatılan inanç ve güzel ahlak kıyamet gününe kadar gelecek insanlar için "üsve-i hasene" "en güzel örnek" olarak gösteriliyor. Yoksa "üsve-i hasene" "en güzel örnek" sadece beşer Resül olsaydı, kendi döneminde yaşayan müminlerle ilgili olurdu. Bu gerçeği gösteren en güzel delil Mümtehine 4. âyettir. Bu âyette yüce Allah İbrahim (a.s) ı ve tarihin bütün dönemlerinde yaşamış, onun inancını temsil eden Allah Resullerinin ve muvahhidlerin mücadelelerinin Nebi (a.s) ın arkadaşlarına en güzel örnek olarak gösteriyor."İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki:"Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi inkar ediyoruz. Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir..."(Mümtehine- 4) Şimdi biz İbrahim (a.s) ve onun inancına sahip olan Müslümanların mücadelelerini doğru olarak anlatan hangi kaynaktan öğreneceğiz?Şii ve Sünni din adamları bu soruya cevap vermek zorundadırlar. Kur'an'da İbrahim (a.s) ve onun inancına sahip olan müminler örnek olarak gösterildiğine göre, onların örnekliklerini nereden öğreneceğiz. Bu konuda Allah'ın Resul'u olan Kur'an'dan başka başvurabilecek bir kaynak var mıdır. Demek oluyor ki, kiyamet gününe kadar gelecek müminler için, ebedi olarak Allah'ın Resulu olan Kur'an'dan başka örnek alınacak bir Resül yoktur. Yani İbrahim (a.s) ve onunla beraber olanların Kur'an'da anlatılan inanç ve mücadeleleri Nebi (a.s) ın arkadaşları ve muvahhidler için en güzel örnek olmaya devam edecektir. Yoksa Allah Resullerinin inanç ve ahlaklarını öğrenmek için Kur'an'dan başka başvurulacak bir kaynak yoktur.Şii ve Sünni din adamları şu soruya da cevap vermek zorundadırlar.Allah Resulu Muhammed (a.s) ı Kur'an'ın temsil etmesi mi büyük bir onur ve üstünlük, büyük bir meziyet ve yücelik, yoksa zalim Emevi ve Abbasilerin yalanları mı? Söyleyin, hangisi? Allah Resul'u Muhammed (a.s) vahye yani Kur'an'a yani Tevrat ve incil'e eşit iken, onu nası yalan ve iftiralara eşit hale getirirsiniz. Bu ağır vebalin altından nasıl kalkacaksınız? Dolayısıyla Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anladığımızda Şia ve Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri tarafından meali çarpılan bütün âyetlerin gerçek manası tecelli edecektir. Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kaynağın olmadığı ortaya çıkacak, rivayet ve içtihatlarla buharlaştırılan ve manası bozulan âyetlerin gerçek manası ortaya çıkmış olacaktır. Dolayısıyla helal ve haram kılan,(Âraf-157; Tevbe-29) rahmet olan (Enbiya-107) tâbi olunması gereken (Âli İmran-32) hakem olan (Nisa -65) Muhammed ve Nebi değil, vahyi tebliğ eden Resul'dur.) 22-) Müminler ise, düşman birliklerini gördüklerinde: İşte Allah ve Resûlü’nün bize vâdettiği! Allah ve Resûlü doğru söylemiştir, dediler. Bu (orduların gelişi), onların ancak imanlarını ve Allah’a teslimiyetlerini arttırdı. (Yukarıdaki âyet de beşer Resul ile ilgili değil, kitap Resul olan Kur'an'la ilgilidir. Çünkü gaybi bir olayı yani vâdetmeyi ancak Allah ve O'nun gönderdiği vahiy yani Resulu yapabilir. Beşer olan yani Nebi ve Muhammed (a.s) müminlere hiç bir şey vâdedemezler.) 23-) Müminlerden Allah’a verdikleri ahitte duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de beklemektedir yani hiçbir şekilde (ahitlerini) değiştirmediler. 24-) Çünkü Allah sadâkat gösterenleri sadâkatları sebebiyle mükâfatlandıracak, münafıklara -dilerse- azap edecek yahut da (tevbe ederlerse) tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, Ğafur Rahim olandır. 25-) Allah, o kâfirleri hiçbir hayır elde edemeden öfkeleri ile geri çevirdi yani Allah(ın yardımı) savaşta müminlere kâfi geldi. Allah Kavi(Kuvvetli), Aziz olandır. 26-) Allah, ehl-i kitaptan, onlara (müşrik ordularına) sırt verenleri kalelerinden indirdi yani kalplerine panik düşürdü; bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz. 27-) Allah, onların yerlerine, yurtlarına, mallarına yani ayak basmadığınız topraklara sizi mirasçı yaptı. Allah her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 28-) Ey Nebi! Zevcelerine şöyle söyle: Eğer dünya hayatını yani zinetini istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim. 29-) Eğer Allah’ı yani Resulunu ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel ahlak sahipleri için büyük bir mükâfat hazırlamıştır. 30-) Ey Nebi'nin hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah’a göre kolaydır.31-) Sizden kim, Allah’a yani Resûlüne boyun eğer yani salih ameller işlerse ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona kerim bir rızık hazırlamışızdır. 32-) Ey Nebi'nin hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer takva sahibi iseniz (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Konuşurken kerim söz söyleyin. 33-) Evlerinizde vakarlı (onurlu) olun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Salât'ı ikâme edin , zekât'a (arınmaya) gelin, Allah’a yani Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. (Hud süresi 73.âyetine baktığımızda "ehli beyt'in" Nebi'nin hanımları olduğunu görüyoruz. Yani Şia'ın iddia ettiği gibi, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma ve on iki imam ehli beytten değildirler. Âyette geçen "ankum" "sizden" müzekker fiili ise, Nebi (a.s) ın da ehli beyt içinde olmasından kaynaklanıyor. 34-) Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini yani hikmeti (bağlam ve bütünlüğü) zikredin. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır. 35-)(Allah'a) teslim olan erkekler ve teslim olan kadınlar, mümin erkekler ve mümine kadınlar, (Allah'a) boyun eğen erkekler ve boyun eğen kadınlar, sâdık erkekler ve sadıka kadınlar, sabırlı erkekler ve sabırlı kadınlar, huşu duyan erkekler ve huşu duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, sâim erkekler ve sâime kadınlar, ferclerini muhafaza eden erkekler ve ferclerini muhafaza eden kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve azim bir mükâfat hazırlamıştır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(209.YAZI)Ahzab Süresi, 73 Âyet olup Medine'de inmiştir. 1-) Ey Nebi! Allah’tan kork, kâfirlere ve münafıklara itaat etme elbette Allah Alim, Hakim olandır. 2-) Yani Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.NEBİ ve RESUL ARASINDA BULUNAN BAZI FARKLAR 1-) Kur'an Nebi'ye "Sana vahyedilene tâbi ol" derken, Resul'e "sana indirileni tebliğ tebliğ et" (Mâide-67) demiştir. 2-) Nebi'ye "Allah'tan kork, kafirlere ve munafıklara itaat etme" denilmiştir. Çünkü Nübüvvet özel ve sivil hayat olduğu için Nebi'nin Allah'a karşı hata etmiştir.(Tevbe-113; Tahrim-1) Fakat görevi sadace vahyi tebliğ olan Resul'un böyle bir hata etmesi yani vahye ihânet etmesi mümkün olmadığından yani Resul mâsum olduğundan ona "Allah'tan kork, kâfirlere ve munafıklara itaat etme" denilmesi câiz olmaz. Tam aksine " "Kim Resul'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur" buyrulmuştur. (Nisa-80)Dolayısıyla bazı âyetlerde geçen "günahların için istiğfar et" denilmesi, Nebi ile ilgilidir. Çünkü Resul'un günahı olmaz. 3-) Resul ile vahiy aynı şeydir. Vahiy ile Resul'un arasında hiç bir fark yoktur. Kur'an'ın dilinde ve dininde vahiy ile Resul eşit bir konuma sahip kılınmışlardır. Hayatta olduğu sürece beşer Resul risâlet göreviyle konuşan Kur'an'dır. Vefatından sonra onu sadece indirilen vahiy temsil etmektedir.Güzel ahlakı, mükemmel edebi, sözünün gücü, örnekliği, mimik hareketleri ve vahyi tebliğ etmesiyle beşer Resül, Kur'an Resul'den daha avantajlı bir konuma sahiptir yani daha üstündür. Beşer Resul'un ulaşamayacağı coğrafyalara ve zamanlara ulaşmasıyla kitap resul, beşer Resul'den daha üstündür. Kitap Resül dünyanın bütün coğrafyalarına ulaşabilir. Hiç bir güç ve kuvvet kitap resul'u engelleyemez ve ona bir sınırlama koyamaz. Kıyamet gününe kadar herkes her zaman kitap resul'e ulaşabilir. Beşer Resul'un yaşamış olduğu hayat kitap resul'un yanında bir yıldırım çakması kadar değildir. O halde âyetlerde geçen resul kavramlarının büyük bir çoğunluğu beşer resul ile ilgili değil, kitap resul ile ilgilidir. Fakat kitap resul ile beşer Resul arasında bir fark olmadığı için âyetlerde hangisinin kasdedildiğini anlamak zordur Bunu anlamanın tekil yolu beşer Resul'un ölümlü, kitap resul'un ölümsüz olduğunu bilmektir. Beşer Resul'un ölümlü olduğunu bildiğimiz zaman âyette geçen resul'un hangi resul olduğunu anlarız. 4-) Beşeri yalan ve hurafeler yani hadisler Resul'u temsil edemezler. Yalanlar nasıl Resul'u temsil ederler. Hadislerin hepsi Allah'ın Resulune iftiradır yani hepsi şirk ve küfürdür. Çünkü kültür ve gelenek olarak değil, din ve hüküm olarak intikal etmişlerdir. 5-) Nebi kelimesinin geçtiği âyetler bölgesel ve tarihsel, Resul kelimesinin geçtiği âyetler ise, genel ve evrenseldir. Bu yüzden "kadınlar, eşler, evler ve ses" gibi ifadeler Resul bağlamında değil, Nebi bağlamında geçmektedir. 6-) Resul'e karşı gelmek yani ona isyan etmek sapkınlık ve küfür iken, Nebi'ye karşı gelmek günah bile sayılmamıştır.7-) Kur'an'da "İtaat, Allah ve Resul--- hakem, Allah ve Resul-- Nur, Allah, vahiy ve Resul--- Hak, Allah, vahiy ve Resul----emanet, Resul--- ittiba, vahiy ve Resul--- tekzib, Allah, vahiy ve Resul--- helal ve haram kılma, Allah, vahiy ve Resul--- âyetleri tilavet etme, Allah ve Resul--- hâdd, Allah ve Resul--- tezkiye, "her türlü şirkten arındırma" Allah ve Resul--- mubin, vahiy ve Resul---din, Allah ve Resul--- şikak, Allah ve Resul-- İsyan, Allah ve Resul--- dâvet, Allah, vahiy ve Resul--- Aziz, Allah, vahiy ve Resul--- Kerim, Allah, vahiy ve Resul-- savaş açılma, Allah ve Resul-- ihanet edilmeme, Allah ve Resul--- üsve'i hasene (en güzel örnek) Resul--- verdiğini alma nehyettiklerinden sakınma Resul--- hidayete ulaştırma, Allah ve Resul bağlamında kullanılmıştır.Savaş alanıyla ilgili bir âyette geçen ittiba kavramı hariç (Enfal-64) bu kavramlar hiçbir âyette Nebi bağlamında geçmez. 8-) Yüce Allah Nebi (a.s) a müminlerle istişâre etmesini emrediyor. Fakat Resul'un istişâre etmesi mümkün değildir. Çünkü Resul demek vahiy demektir. Resul demek yasa ve hüküm demektir. Resul demek din ve kanun demektir. 9-) Bütün bu gerçeklerden sonra meâlinde orjinal ve organik olan Nebi ve Resul kavramları yerine sanal olan "peygamber" kelimesini kullananların meâllerini araştırma haricinde asla okumayın.) 3-)Yani Allah’a tevekkül et çünkü vekîl olarak Allah yeter. 4-) Allah, bir adamın karnında iki kalp kılmadığı gibi, "zıhâr" yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde kılmadı yani evlâtlıklarınızı öz oğullarınız olarak kılmadı. Bunlar sizin ağızlarınıza söylediğiniz (boş) sözlerden ibarettir Fakat Allah sadece hakkı söyler yani hidayete (vahiy'le) yalnız O ulaştırır. 5-) Onları (evlât edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek dâvet edin. Allah yanında en uygun olanı budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz yani görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Hata ederek yaptıklarınızda size vebal yoktur. Lâkin kalplerinizin kasden yöneldiğinde sorumluluk vardır. Yani Allah Ğafur ve Rahim olandır. 6-) Nebi, müminlere kendi nefislerinde daha evlâdır. Eşleri, onların analarıdır. Birbirlerine rahim (akraba) olanlar, Allah’ın kitabına göre, (mirasçılık bakımından) diğer müminlerden ve muhacirlerden daha evlâdırlar; ancak, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır. Yani bunlar kitap’ta kayıt altına alınmışlardır. ("Evlâ" kelimesi, "öncelikli konuma sahip" anlamına gelmektedir.) 7-) Hani biz Nebilerden misak almıştık; senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan da. (Evet) biz onlardan pek sağlam bir misak aldık. 8-) Allah bu sözü sâdıkları sadakatlarıyla sorumlu kılmak için aldı. Kâfirler için de elim bir azap hazırladı.
14 Mayıs 2022 Cumartesi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(80.YAZI) "Değerli hocamın alattıklarını biz canlı olarak yaşayanlardanız. Almanya’da kırk sene kurulmasında önemli katkım olan ikicamide istenilen eğitimi veremedik. Biz çalışmak için gittiğimiz ülkede dini yarım yamalak bilenlerin eline düştük.İslamı bilmiyorduk ki, buşekilde istenileni yapıyorduk.Bunun bir parti proğramıyla yoğrulmuş olduğununerden bilelim.Bilgisiz oldunuz mu her söyleneni İslamdan zanneder ve cihat olarak vargücünüzle çalıştırırlar.Bu karmaşada çocuklarımız büyüdü evlenecek çağa geldiler. Hristiyanların fanatikleri Müslümanların Hristiyan olmasını istiyor bizde onların Müslüman olmasını.Çocuklarımıza doğru dürüstdini bir bilgi öğretemedik. İslamı bilen bir toplum olmadığımızı Kur’an’ı anlayarak okumaya başladığımızda gördük.İşte o zaman nasıl bir hata yaptığımızı anladık. Fakat çocuklar elimizden gitti.Alman bir gelinimiz oldu adı Mariya iken Meryem oldu.Bu geline İslamı öğreteceğiz! Almanca yazılmış bir meal verdik eline oku diye.Almanya’da tercüme edilmiş, biraz okuduktan sonra dedi ki, bunu bana niçin verdiniz?Bu daha evvel okuduğum İncilin aynısı. Bizlere ilk etapta sahipçıkan olmadı.İleriki yıllarda devletimiz sahip çıktı, ama iki kültür arasındakalan bir melez toplum oluştu. Şahsen ben bir Türk olarak görevimi fazlasıyla yaptığıma inanıyorum.Yurt içinde ve dışında bir çok talebe yetiştirmenin huzurunu yaşıyorum. Selam okuyanlara olsun"(İbrahim Serin Gartenlandschaft bau Almanya NiğdeIbrahim Serin "Salât ve Secde" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -------------------------------------------------------"Cemil Akdağ!Yanlışa çağırmak değil beyefendi! Yıllarca doğru bildiği yanlışı düzeltmektir. Herkes bunu yapamaz.Herkes bu cesareti gösteremez.Çünkü işin ucunda toplumdan dışlanmak, ağır hakaretlere maruz kalmak var.Bunlar kolay kabul edilir şeyler değildir. Ali Aydın hoca gerçeği kavradı ve teslim oldu.Allah'ın âyetlerine secde etti.İşte gerçek bu.Bu çok önemli bir eylemdir ve Allah'a kulluktur.Sizleri de gerçek secdeye davet etti diye onu suçlayamazsınız.Çünkü mü'min gerçeği saklayamaz. Selametle. Umarım gerçeği anlarsınız.Bende 50 yaşında salât gerçeği ile haberdar oldum.Gerçekten bu işin yaş ve başla alakası yoktur.Allah'ın âyetlerine iman etme ve onlara teslim olma ile alakası vardır. (Fatma Elmas "Salât ve Secde" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -------------------------------------"Ali Aydın hocam!Gerçekten Allah'ım öğütlerini âyetlerin anlamlarını ne kadar güzel dile getiriyorsunuz. Allah sizden razı olsun hocam. Gerçekten paylaşımlarınız muhteşem! Her insanın anlayabileceği bir dil ile hitap ediyorsunuz.Kaleminize, elinize, yüreğinize sağlık hocam! Allah ilminizi, ilmimizi arttırsın.Doğru olan, dosdoğru dine ve takva sahipleri ile olmamızı bizlere ihsan eylesin İnşallah.İşte bu sizin paylaşımlarınızı gerçekten takva sahipleri gerçek manada anlayıp kavrayabiliyorlar. Bu çok açık ve net.Aklını kiraya vermiş kişiler asla takva kavramının içine girmeyeceklerdir. Teşekkürler saygılar selamlar" (Fatma Elmas "Salât ve Takva" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ----------------------------------------"Yeni bir vizyon ve bakış.Kur'an ışığında müthiş bir tespit.Akla ve mantığa giydirilir bir izahat.Yaşanılanla ve Kuran'da vurgulanan ... ayrı bir dünya.Ne kadarda güzel anlatmışsın. Kalemine ve yüreğine sağlık..İlmine bereket.."Şahabettin Aslan "İnfak, Sadaka ve Zekât" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)---------------------------------"Ali Aydın hocam!Zekat infak ve sadaka kavramlarını âyetler ışığında muhteşem anlatmışsınız. Allah razı olsun.Emeğinize, yüreğinize sağlık hocam. Herçekten çok çaba harcıyorsunuz ve insanların anlayacakları öğreti ile paylaşımlar yapıyorsunuz.Salât'ı ikâme etmek, dine destek vermek, insanları Kur'an'ın nuru ile aydınlatmaya gösterdiğiniz çaba gerçekten takdire şayandır.Ali Aydın hocam!Tâbi ki, bunu gerçek mümin olan kardeşlerimiz anlayıp takdir edebilir. Kur'an'ın içindeki kavramları anlarsak âyetlerin bize neleri buyurduğunu çok daha iyi kavrayıp anlarız.Bu çok önemli bir çaba ve paylaşım. Ben kendi adıma çok faydalanıyorum. Allah razı olsun.Hocam saygılar selamlar"(Fatma Elmas "İnfak, Sadaka ve Zekât" Sdlı Yazıya Yaptığı Yorum)
KURANI MÜBİNİN MEÂLİ(208.YAZI) Secde Süresi 11-) De ki: Size vekil kılınan ölüm meleği sizi vefat ettirecek, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz. "MELEK-MELEKLER-İBLİS-ŞEYTÂN" Melek, göklerde ve yerde yüce Allah'ın güç ve iradesini temsil eden yasalar ve doğal kanunlar anlamına gelmektedir. Mesela: Yukarıdaki âyette "melekül mevt-ölüm meleğinden" (ölum yasasından) En'am 61.âyette "vefat ettiren Resüllerden, (yasalardan) Enfal-50; Muhammed-27.âyetlerde geçen melekler, müminler, Yunus-104.âyetlerde de" ölüm meleklerinden (ölüm yasalarından) söz edilmektedir. Zümer-42; Nahl-70; Yunus-104; Mâide-117.âyetlerde de, aslında vefat ettirenin koyduğu yasalar gereği yüce Allah olduğu açık olarak haber verilmektedir. Yani Şii ve Sünni din adamlarının iddia ettikleri gibi azrail adında melek ve yüce Allah'tan bağımsız olarak melekler bulunmamaktadır. Kur'an'da Adem-melekler kıssasında simgesel bir anlatım tarzı bulunmaktadır. Yani kıssada anlatılanlar, olup gitmiş ve bitmiş şeyler değil, kiyamet gününe kadar devam edecek insanın hayat ve yaşam serüvenin manzarası veriliyor. Yüce Allah yerde sadece avlanması ve üremesi olan beşere insan kimliğini ve formatını atmadan önce, o zamana kadar dünya üzerinde yüce yaratıcının gücünü temsil eden melekler göklerde ve yerde olan madde ve enerji olan doğal güçlerden oluşuyordu. Yeryüzü yüce Allah'ın kuvvet ve kudretiyle onlar tarafından şekilleniyordu. Şu âyetlerde meleklerin, müminlere huzur, güven, cesaret ve destek verme anlamında kullanıldığını görüyoruz. (Enfal-9, 10, 11, 12; Fussilet-30)Vefatları anında melekler huzur ve güven şeklinde müminlerin gönüllerine nazil olurlar. (Nahl-32; Fussilet-30)Ama ilahi iradenin gereği olarak uzun yıllar beşer olarak yaşamış olan vahşi canlıya insan formatı atılmıştır.Yani artık yeryüzünün şekil almasında melekler insanın emrine musahhar kılındılar. Yani yüce Allah, insan akıl ve iradesinin yani ilim ve icad etme yeteneğinin önünde melekleri secde ettirmiştir. Herşeyin öncesi ve sonrasını bilen ve programlayan yüce Allah, tüm gökleri ve yeri daha öncesinde yaratacağını sadece kendisinin bildiği "İnsan türü" için hazırlamıştır."Hani Rabbin bir zaman meleklere (göklerde ve yerde bulunan enerji ve doğa güçlerine; ''Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturacağım. Onu düzgünleştirip ruhumdan üfleyip (akıl, vicdan, irade, yetenek, icad, merhamet, cömertlik ve bilgi ile donattığım zaman) derhal ona secde edin (boyun eğip teslim olun) demişti. Bunun üzerine İblis hariç melekler (göklerde ve yerde olan doğal güçlerin) tümü hep birlikte secde ettiler (boyun eğip, teslim oldular). İblis büyüklük tasladı ve o kafirlerden oldu. (Sad-71, 74)Kur’anda; ''Meleklere yeryüzünde bir halife atayacağım diye haber verilmesi'', ''Meleklerin bu karara, kan döken birini mi halife yapacaksın itirazı'' ''Meleklerin ve İblisin Adem'e secde etmesinin istenmesi'' gibi daha pek çok anlatım ve olay simgesel olarak yani bir temsil ve mesel olarak anlatılır. Yani gerçek anlamda böyle bir şey olmamıştır. Mesela: ''cennet ve cehenneme girecek olanların durumlarını'' anlatan âyetlerde de yine ''temsili bir sahne ve konuşmalarla'' aynı simgesel anlatım tarzını, yani ''teatral'' bir anlatımı görmekteyiz. Ama Kur'an'ın muhteşem edebiyat ve belağatını, âyetlerdeki mükemmel anlatım sistemini yani hikmet ve tekniğini kavrayamayan Şii ve Sünni din adamları, bu konuşmaları gerçek zannederek basit bir mantıkla sanki ''yüce Allah ve Meleklerini insanlar gibi karşılıklı konuşturan'' uydurma rivayetlerin ardına düşmüşlerdirŞia ve Ehl-i Sünnette var olan Allah ve mekekler inancı yaşamış oldukları saltanata uygun düştüğü için benimseniyor. Halbuki atomlardan protonlara rüzgarlardan uykuya kadar her şey melektir. Meleklere iman demek, bütün bunların Allah'ın ilim ve iradesiyle olduğunun bilincine varmak damektir. Aslında rivayetlerde yani geleneksel zihinlerde var olan algı gibi, Allah ve Melekleri arasında hiçbir zaman "karşılıklı bir konuşma ve dialog" meydana gelmemiştir. Yüce Allah'a böyle bir şeyin izafe edilmesi doğru değildir. Yüce Allah bu gibi şeylerden uzaktır, münezzehtir.Yüce Allah yarattığı her şeyi bir kanun ve kaideye bağlamış, insanların bunu rahat algılamaları için ilim olarak onların akıl seviyelarine indirgiyerek bunlara "melek" ve "melekler" adını vermiştir. Dolayısıyla Adem, İblis ve Melekler kıssasından almaları gereken ibret ve dersleri bu tarz bir söyleşi ile simgesel anlatarak insanların akıllarına çok geniş bir manevra alanı sunmuştur. Yani yeryüzünde kurduğu ilahi yasalara göre rüzgar, güneş enerjisi, yağmur gibi tüm yönetim güçlerinin (meleklerin) artık halife olarak atayacağı insan türünün akıl ve iradesinin emrine gireceğini, ona secde edeceklerini bu anlatım tarzı ile son vahiy olan Kur'anda bizlere haber vermiştir. Yani Âdem, Melekler, İblis ve Şeytan olayının sergilendiği sahne olmuş bitmiş bir oyun değildir. Kiyamet gününe kadar varlığını devam ettirecek gerçek bir akıl, yetenek, imtihan ve icad sahnesidir. Önemli olan bu hayat sahnesinde kim neyi temsil ediyor? Anlatılmak istenen nedir? Melekler, yüce Allah'ın göklerde ve yerde var ettiği güçler anlamına geliyor. Zaten melek, kök itibariyle "güç" demektir. Mülk, güç ve hükümdarlık demektir. Melik, kral ve hükümdar anlamına gelmektedir. Mélik, sahip ve sözü geçen, kudret sahibi demektir. İblis, kibir, küfür, şirk, haset, ve ırkçılığı temsil ediyor. Sahnede var olan şecere ise, şirk, hurafe, insanları vahiy'den uzaklaştıran karmaşık, çerpeşik, sanal, uydurma, zan ve algı gibi şeyleri temsil ediyor. Ağaca yaklaşmayın sözü, vahyi temsil ediyor. Şeytan, insanını nefsinde var olan "hırs, kibir, cimrilik, şehvet, kızgınlık, yalan, ırkçılık" gibi olumsuz duyguları temsil ediyor. Melekler, "sabır, cömertlik, güzel ahlak, merhamet, dürüstlük" gibi erdemli duyguları temsil ediyor. Temsilde geçen secde ise, ''tereddütsüz kabul etmek, boyun eğerek teslim olmak, itaat etmek'' anlamına gelmektedir. Karşısındaki hakim gücün emir ve hükümranlığını yani otoritesini kesin olarak kabul etmektir. İşte bundan dolayı temsilde sahnelenen oyunda; ''Allah’ın kodladığı bütün emirlerine harfiyen uyan, O’na hiç isyan etmeyen, insanın yararına olarak yaratılmış ve görevlendirilmiş yağmur, su, rüzgar, enerjisi olan bütün doğal güç- Meleklerinin" yani göklerde ve yerde bulunan kanunların, ince bir ayar ve hassas bir denge ile onları ayakta tutmak için yüce Allah'ın yaratmış olduğu çeşitli enerji türlerinin ve güçlerinin insanın emrine verilmesini ve ona destek olmalarını, onun emrine girmeyi kabul ettiklerini ''simgesel olarak'' dile getirilmektedir. Adem’e yani ''İnsanın akıl ve yeteneğine secde eden meleklerin''geleneksel dinde anlatıldığı gibi üç boyutlu nesnel yapılarıyla, uydurma dinin ümmileri gibi sürekli namaz kılan, niyazda bulunan Melekler olmadığı,aksine bu ''secde eden Meleklerin'' insanda bulunan (Allah’ın Adem’e Ruhumuzdan üfledik ifadesiyle verdiği) ''akıl, irade, yetenek, icad, vicdan, zihin, zekâ, hafıza, bilgiye sahip olma ve onu kullanabilme'' kabiliyeti gibi zihinsel fonksiyonlar ve Allah'ın bahşettiği ''el ve ayak becerileri'' gibi motor fonksiyonlar ile ''doğal dengede var olan su, madenlerdeki elementler, çekim kuvveti, itme gücü, kaldırma ve basınç kanunları, sıcaklık, ısı, enerji çeşitleri, yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ateş gibi, yani insanın dışında doğada mevcut diğer tüm canlılar ve güçlerden'' oluştuğu ve tüm bu sayılanlardan insanın istediği gibi teknoloji üreteceği ve her alanda hayatını kolaylaştırmak için onlardan yararlanabileceğini anlaşılır. Çünkü doğada insanın dışında bulunan bütün varlıklar ve güçler (enerji türleri) ''insana secde edip onun aklına boyun eğmişlerdir'', insanın aklını, gücünü, yeteneğini kabul etmişler, hizmetine amade kılınmışlardır. Bu secde kıyamet gününe kadar da kesintisiz olarak devam edecektir. Yani beşer olan ve henüz insana ait donanıma sahip olmayan Adem’e ''Ruh (akıl, irade, vicdan ve bilgi) üflendiğinde'' (akıl, ilim, icad, sanat, merhamet, adalet, cömertlik gibi Allah'a ait sıfatlar verildiği) zaman, beşer olan Ademinsan olan Adem'e dönüşmüş, bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir, onlardan yararlanabilir hale gelmiş, bilgisi geliştikçe de doğaya hükmetmeye başlamış hatta doğal dengeyi tahrip edebilecek bir güç ve kuvvete ulaşmıştır.Halife, yani insan, kendisine emanet edilen ''yeryüzü yönetimi'' gerçeğini, kavramak ve mevcut doğruları idame ettirmek zorundadır. Bunu yapabilmek için kendisine ''Meleklerin yönetimi ve gücü'' tahsis edilmiştir. Böylece hayvanları evcilleştirmiş, etinden, sütünden, kılından, postundan yararlanır hale gelmiş, rüzgâra hükmedip elektrik enerjisini elde eder, gemileri suda yüzdürür olmuş, ateşle madenleri işlemiş, ağaçları istediği amaçta kullanabilmiştir. Havanın kaldırma gücünden yararlanmış, uçaklar uçurmuştur. Bugün ise uzaya çıkmıştır. Bilgisayarla iletişim teknolojisini geliştirmiş, akıllı telefonlara sahip olmuştur. Bütün bunlar varlıkların, yani Meleklerin, yani doğa güçlerinin beşerden ''İnsana terfi eden Adem’e secde/boyun eğip itaat ettiğinin'' göstergesidir. Uydurma rivayetlerde anlatıldığı gibi Meleklerin insanlar gibi üç boyutlu bir yapıya bürünüp, ''yatıp kalkıp namaz kıldıkları'' gibi bir ibadet söz konusu değildir. Yani Meleklerin secde etmesi, gelenekçi din anlayışının iddia ettiği gibi "Meleklerin Adem'e karşı yere kapanıp alınlarını yere koyması" olarak şekilsel bir anlam Şii ve Sünni din adamlarının inancına uygun olabilir.Fakat Kur'an'ın tevhid ilkesine aykırıdır. Secde ederek boyun eğen, yani insanın emrine giren Melekler; insanın hüküm süreceği dünya hayatındaki güzel ve olumlu gücü temsil eden ''Meleke'leri'' olmuşlardır. İblis ise secde etmeyerek yani boyun eğmeyerek, insanın iradesi altına girmeyi reddederek dünya hayatında insanın kontrol altına alamadığı, ''olumsuz ve kötülüğe sevkeden güce'' yani ''şeytana'' dönüşmüş oluyor. Aslında Kur'anda bir kaç yerde tekrarlanan o sahne, yani "Meleklerin ve iblisin Adem'e secde etmeleri yani boyun eğme" emrine verdikleri cevabın sonucu şu olmuştur;Meleklerin insanın emrine verilmesi ile "güzel-olumlu Meleke'lerimiz" olmaları ve iblisin insanı Allah'ın yolundan alıkoymayı amaç edinen, kötülüğe sevkeden, ''olumsuz güdülerimize'' yani ''şeytana'' dönüşümüdür.Dolayısıyla şeytan, insanın zihin dünyasından, istediğini yapabilme gücüne sahip, bağımsız olan bir varlık değildir. Bütün bu âyetlerde verilmek istenen mesaj ve anlaşılması istenen ilahi gerçek; işte bu ilahi muradın gerçekleşmesinin anlatımıdır.Bunların hepsi zaten Allah'ın önceden yaptığı bir plan ve programın sahnelenmesi ve hayata geçirilmesidir. Yani Kur'anda bu konuyla ilgili âyetlerdeki akış içinde yer alan anlatımlardan asıl amaçlanan; "ilahi muradın yerine getirilmesinin anlaşılması" içindir. Meleklere ''Adem'e secde edin'' demek; aslında ''beşer olanı insan yapan'', iyi ve kötüye yönlendirebilecek her türlü manevi, duygusal, psikolojik davranışları harekete geçirecek kaabiliyetler ve yetiler, yani ''vicdan, sevinç, güven, irade, dayanıklılık, metanet, sevgi, zorluklara dayanıklılık, sabır, düşünme, idrak etme, eğriyi doğrudan ayırma, ahiret bilinci, Allah'a iman, tevekkül, takva, bilinç sahibi olmak, icat etmek, eldeki verilerden sonuçlar çıkarmak, koordinasyon, bilişsel faaliyetler, akletme, olaylar arasında bağlantı kurmak gibi birçok insana ait faaliyetleri yapmasını sağlayacak "Meleke'leri" insanın emrine vermesidir. Melekler aslında insana ait özellikleri ve faaliyetleri, icad etme yetenekleri, kaabiliyetleri ortaya çıkaracak Meleke'lerdir. Yani insana ait olan bu zihinsel ve bilişsel kaabiliyet ve faaliyetleri ''bize (Adem'e) secde eden, boyun eğen Melekler eliyle'', Melekler üzerinden harekete geçirip meydana getirebiliriz. Meleklerin Adem'e-İnsana secde etmesiyle; ''iyi yönde tüm Meleke, icad etme yetenek ve kaabiliyetler insanın emrine verilmiş ve bu iyi yönlü faaliyetleri kontrol edebilme gücü insana sunulmuştur. İblisin temsil ettiği kötü yönlü faaliyetler, yetiler ise İblisin (aslında ilahi murad gereği) secde etmemesi sonucunda Adem'in/insanın kontrolü dışında kalmıştır. Bu kötü yönlü tüm faaliyetler, yani ''isyan, küfür, kötülük, sapkınlık, Allah'a itaatsizlik, şirk koşma, zarar verme, yıkıp yakmak, kan dökmek gibi.'' iblisin secde etmemesi ile insanın kontrolü dışında kalmıştır ve ''ancak'' güzel yönlü amellerimizin, irademizin, faaliyetlerimizin baskısı altında tutularak, ortaya çıkmaları engellenerek kontrol altına alınabilecek olumsuz, şeytanî yönümüzdür, kendi şeytanımızdır. Yoksa insandan başka cin de yoktur şeytan da yoktur. Yani şeytan bizi her türlü kötülüğe yönelten, olumsuzlaştıran ve böylece Allah'ın dosdoğru yolundan alıkoyan, bu yolda ilerlememizi engelleyen ''içsel dürtü ve zihinsel güdülerimizdir'Şeytan bu kötü yönlerimizi açığa çıkarmak ve böylece insanları ''Allah'a karşı kibir, ğurur, isyan, küfür, şirk, kötülük gibi yollara saptırmak için Allah'tan kıyamete kadar mühlet istemiş ve Allah bu ilahi muradını bu şekilde gerçekleştirecek kurguyu, ilahi kanunlarına göre belirleyip başlatmıştır.Hamd-övgü, göklere ve yere yaradılış yasalarını koyan, Melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a özeldir. O, yaratmada dilediğini arttırır. Allah, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. (Fatır-1)Kur'anda iki, üç veya dört kanatlı olarak tarif edilen Meleklerin aslında bilinen anlamda kanatları yoktur. Bu ifade sadece ''Meleklerin farklı gücünü'' simgeler.Dumansız ateş, nur, yani ''saf enerji ve titreşimden'' oluşan Melekler ''Varlık Aleminde'' herşeyden sorumludur, ilk yaratılanlardır ve yüce Allah'ın güç, kuvvet, ilim, hikmet, rahmet ve iradesini temsil ederler.Evrendeki bütün doğa olayları, insanda bulunan bütün duygusal yeteneklerimiz, bütün hissiyatlarımızın hepsi birer Melektir. Fakat yüce Allah'tan ayrı ve bağımsız değillerdir. Yani koyduğu yasalardır ve emrinin dışına asla çıkamazlar.Yoksa kaos olur, denge bozulur, her şey alt üst olur. Çünkü gerçekte her şeyi yapan yüce Allah'tır. Bir yaprak O'nun iradesi ve ilmi yani yasası dışında yere düşmez, bütün işler O'na döner. Her Melek yaratılış amacına uygun olarak kendisine verilen görev alanından ve onu yerine getirmekten sorumlu birer güç ve enerji değişimidir.Doğal olarak bilgisi de kendisine verilen kadardır. Yani görevi neyse ona sadece o öğretilmiştir ve fazlasını bilmez. Melekler görevlerini, güçlerini Allah'ın iradesinin dışında asla kullanmaz, kullanamaz. Melek kavramını ''Allah'ın tek bir formda yarattığı bir güç, enerji'' olarak algılamak doğru olmaz;''insanları duygusal olarak motive ederek destekleyen ve böylece içindeki potansiyel gücü maksimum bir şekilde kullanmasını sağlayacak bir etken olarak da, duygusal destek formunda da hayat bulur, doğa olaylarını oluşturan tüm hareketleri sağlayan rüzgar, ısı, sıcaklık, itme, kaldırma, yerçekimi, enerji değişimleri, formunda da hayat bulabilir'Meleklerin insanın duygusal dünyasını etkileyen ve iç dünyasında meydana getirdiği değişimlerle insana özgü farklı duygulara yol açan birer ''duygusal enerji'' olduğunu aşağıdaki âyetler ortaya koymaktadır;"Eğer siz ona yardım etmezseniz, andolsun ki Allah ona yardım etmişti. Hani hakkı yalanlayan kafirler onu (Mekke'den) çıkardıklarında iki kişiden ikincisiydi. İkisi mağaradayken, o, arkadaşına: ''hüzünlenme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir.'' demişti. O anda Allah ''sekinetini'' üzerine indirmişti yani Onu, ''sizin görmediğiniz ordularla'' desteklemişti yani kafirlerin sözünü(davalarını) alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise en yüce olandır. Allah, Aziz'dir, Hakim'dir" (Tevbe-40)Sonra Allah, Resul'ünün ve müminlerin üzerine ''sekinetini'' (huzur-güven) indirdi yani ''görmediğiniz ordular indirdi'' yani hakkı yalanlayan kafirlere azap etti. İşte kafirlerin cezası budur. (Tevbe-26)Bu âyetlerde yüce Allah'ın lütuf ve inâyetiyle Resûl'e, müminlere ve zor durumda kalanlara görünmeyen güçlerle yani Melekler ile destek vermesi anlatılıyor. Aslında aynı zamanda zihinsel ve duygusal birer etkileşime yol açan, yani insanın iç dünyasında, ruhunda, kalbinde kişiyi olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyen tüm ''haleti ruhiye diye tabir edilen hissiyatlar'' birer Melek-Meleke'dir yani insanın içinde var olan potansiyeldir. Dolayısıyla insanın duygusal zihninde meydana gelen ''sevinç, güven, sevgi, öfke, üzüntü, inanç, direnme, yetinme, metanet, sabır gibi duyguların hepsi birer Melektir"Hani siz, Rabbinizden imdat diliyordunuz. O da ardı ardına bin Melekle yardım edeceğim diye, isteğinize karşılık vermişti. (Enfal-9)"Andolsun! Ezilmiş olduğunuz halde Bedir'de de Allah size yardım etmişti. O halde, Allah'a karşı takvalı olun ki şükretmiş olasınız.Hani! Sen mü'minlere: ''Rabb'inizin, indirmiş olduğu üç bin Melekle yardım etmesi size yetmez mi?'' diyordun.Evet! Sabreder ve takvalı davranırsanız, düşman size hemen saldırsa bile, Rabb'iniz, size, seçilmiş beş bin Melekle yardım eder.(Âli İmran-123-125)İşte bu âyetlerde Rabbimiz olan yüce Allah inananlara savaşta bin, 3 bin, 5 bin Melekle yardım ediyor. Buradaki 3 bin, 5 bin Melek kavramları şunları ifade eder;Orada savaşan müminlere, ''kural ve kaidelere göre akıllıca hareket etme yetisi, uykusuzluk, sabır ve metanet, açlık, susuzluk çekmemek, attığını vurma, kılıçlarının keskinliği, güneşin sıcaklığının onları rahatsız etmemesi, havanın serinlik vermesi'' gibi bir sürü duygusal destek sağlayan hissiyatlar aslında Allah'ın yardım için gönderdiği Melekleri'dir.Yüce Allah sadece hidayet ve sapkınlığı indirdiği vahye bağlamış, bu konuda insanın özgür iradesini meleklerin mudahalesi dışında tutmuştur. Ancak melekler iman edenlere yardım ve kafirlere korku verir azap ederler. Yani seçilmiş beş bin, üç bin Melekle destekledik demek; ''düşman kendilerinden daha güçlü olsa bile, inananları düşmanı yenebilecek bir ruh haline sokan sabır, metanet, güven, inanç, sıhhat, güç, cesaret, dirayet gibi binlerce zihinsel ve duygusal güçlerle-Meleklerle destekledik'' demektir.Yüce Allah'ın insanlara dünya hayatında doğru yolu bulmaları için verdiği en büyük destek; kuşkusuz insanlık tarihi boyunca Elçileri ile gönderdiği ilahi mesajlarını içeren ve Kur'anda ''Ruh'' diye adlandırılan ''Vahiy'dir'' İnsanları uyaran ve takvalı olmaya çağıran Elçilerini desteklemek için onlara ''vahiy'' ve emrine amade olan, boyun eğen, secde eden ''Melekler'' gönderir;Allah, ''Benden başka ilah yoktur, öyleyse bana karşı takvalı-vahyin korunma alanında olun'' uyarısında bulunmaları için kullarından dilediğine/Elçilerine emrinden ''Ruh/Vahiy'' ve ''Melekleri/göklerde enerji olan doğa güçlerini'' indirir. (Nahl-2)Bütün bu anlatılanlar çerçevesinde düşünüp, sorguladığımızda; acaba ''Kur'an'ın Melek kavramı ile bir bağlantısı olabilir mi? Bu konuyu, Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75) âyetinin bağlamında değerlendirip, Kur'an'ın özelliklerini inceleyerek,KUR'AN-MELEK-RESUL kavramları arasındaki bağı, yalnız âyetlere dayalı olarak analiz ettiğimizde nasıl bir ilişki olabileceğine bakabiliriz. MELEK KAVRAMI VE KUR'AN"Allah, Meleklerden de Resûller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir" (Hac-75)Peki melek neydi? Melek, yüce Allah'ın gücünü temsil eden tüm varlıkları kapsar. Bu bir doğa olayı, rüzgâr, ısı, basınç, yer çekimi, kaldırma gücü, sıcaklık ta olabilir, insanları doğru yola, iyiye, güzele, Allah'a imana, Allah'a sevgiye, Allah'a güvene, Allah'a tam bir teslimiyete yönlendiren, tüm bu "duyguları/Meleke'leri" kazandıran bir "Vahiy/Kitap" ta olabilir. Bu vahiy-kitap sıradan basit bir kitap değildir.Bu vahiy-mitap göklerde var olan en güçlü ilahi mesajdır, yani Melek'tir. Melek, sadece Allah'ın yarattığı ve kendisine verilen görevi yapan ilâhi yasalar değildir.Melek aynı zamanda enerji, belli bir amaca yönelik her türlü doğa olayı, bir açıdan da Meleke'lerimiz, yani insanın emrine verilmiş ve insanı yönlendiren her türlü duygusal, zihinsel manevi etkileşime yolaçan, duygusal tepkilerimize yön veren ruhani bir güçtür.İnsanı doğruya, eğriye, yanlışa, iyiye yönlendiren, sevgi, hırs, öfke, rekabet, merhamet, sabır, dirayet, sebat gibi tüm duygusal etkileşim ve zihinsel faaliyetlerimiz ''Melekler'' tarafından yönlendirilen manevi, ruhsal enerjimizin ortaya çıkardığı ''Meleke'lerimizdir''Allah'ın insanları Sırat-ı Müstakim'e yönlendirdiği ve hidayete ilettiği esas Melek; işte her topluma gönderilmiş olan, Allah'ın doğru dinine götüren ve ebedi mutluluğa erişebilmek için uymaları gereken ilahi kurallar ve hükümlerini içeren ''vahiy/İlahi mesajlar- kitap'tır''İşte bu açıdan bakıldığında insanı doğruya, Allah'ın yoluna yönlendiren tüm ilahi mesajlar, yani gönderdiği tüm vahiyler/kitap'lar da birer Melek'tir. Bu ilahi mesajların sonuncusu, Allah'ın insanlığa tebliğ etmesi için son beşer Elçisi Muhammed (a.s) a gönderdiği, insanlığa hidayet rehberi, bir nur olarak gelmiş, kıyamete kadar bütün insanlara içerdiği ilahi mesajlar ile uyarı ve ikaz görevini yapacak ve sırat-ı müstakime ulaştıracak son vahiy olan Kur'an'da işte bir Melektir.Kur'an Allah'ın gönderdiği bir Melek olarak ve Beşer Resûl Muhammed (a.s) ile aynı muhteviyatta olması hasebiyle, O'nunla aynı özelliklere sahip olması, yani müjdeleyici, uyarıcı, öğüt verici, rahmet, karanlıktan aydınlığa çıkarma, yani bir Resulde bulunabilecek tüm özelliklere sahip olması ile Kur'an'da bir Resül'dür. "Elif, Lâm, Râ! Bu Kuran, insanları Rab'lerinin izniyle ''karanlıklardan aydınlığa çıkarman'' Aziz, Hamid olan Allah’ın yoluna iletmen için, sana indirdiğimiz bir kitaptır. (İbrahim-1)"Sizi ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. (Hadid-9)"İman eden ve salih ameller işleyenleri ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için, Allah’ın apaçık âyetlerini size okuyan bir Resül göndermiştir. (Talak-11)"Allah, kendi rızasına tâbi olanları, bu kitap-Kuran vesilesiyle selâmetin yollarına ulaştıracak yani izniyle-yasasıyla onları ''karanlıklardan aydınlığa çıkaracak'' yan onları sırat'ı müstakime hidayet edecektir" (Maide-16)Yani yüce Allah açıkça tekrar aynı gerçeği buyuruyor;Peki Allah'ın insanlardan seçtiği Resulleri zaten biliyoruz, Melek olan Resül nedir? Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75)Tüm bu anlatılanlara, ilgili âyetlere, Melek kavramının gerçek anlamını ortaya koyan ayetler eşliğinde ve Hac-75 bağlamında baktığımızda açık ve net bir şekilde görüyoruz ki; her ikisi de aynı içeriğe sahip olan ve Allah'ın insanlardan seçtiği RESÛL; Muhammed (a.s) gibi Resüller iken, Meleklerden seçtiği RESÛL DE; vahiy'dir yani Kur'an'dır. Yani Kur'an, meleklerden bir resüldür. Mesela: "...O gecede, Rablerinin izniyle-yasasıyla melekler yani ruh her iş için iner dururlar" (Kadr-4)Mesela: "Ruh yani melekler saf saf olup kıyam ettiği gün,..." "Bütün kötü duygu ve dürtüler şeytandır..."(Âraf-200, 201)"İnsanı cimriliğe sevkeden duygu şeytandır..."(Bakara-268) "Haset şeytandır.."(Yusuf-5) "İnsanı kötülüklere yönlendiren vesvese şeytandır..."(Âraf-20) "Şeytan" kavramlarının büyük çoğunluğu insan şeytanlarını anlatırken, bir kısmı da insanın içinde var olan zihinsel şeytanlardan söz etmektedir.Mesela: İnsanlar için faydalı olan yani zararlı mıkroplardan koruyan mikroorganizmalar yüce Allah'ın birer askeri anlamında melek olurken, ona zararlı olan mikroorganizmalar da şeytan oluyor. Yani hem insanın iç dünyasında maddi ve zihinsel melek ve şeytan vardır. Hem de dış dünyada melekler ve şeytanlar vardır. İnsan içinde var olan zihinsel şeytanın tuzağı zayıftır (Nisa- 76)"İnsanda var olan gurur ve kibir şeytandır..." (Nisa- 120)Kötülüklere yönlendiren tüm kötü ameller şeytandır.Yani onu vahiy'den uzaklaştıran, insanların arasına kin ve düşmanlık duygu ve dürtülerini yerleştiren de şeytandır. Yani bunlar insanın içinde var olan zihinsel şeytanlar olabildiği gibi, dış dünyada olan insan şeytanları da olabilir.İnsanın maddi ve manevi olarak temizleyen her şey melektir.Kur'an'da var olan meleklerin tesbihleri, yüce Allah'ın kendilerine yüklemiş olduğu görevleri yerine getirmeleri anlamına geliyor. Yüce Allah'a din öğretmeye kalkan din adamları şeytandır. Saçıp savurma şeytandır. İnsanı Kur'an'dan uzaklaştıran her şey şeytandır. Yani şeytan insanın dışında olan, ondan bağımsız ve bağlantısız bir varlık değildir. İnsanı kötülüklere yönlendiren, helali haram kılan, vahiy'den uzaklaştıran, cimrilikle korkutan, ahlaksızlığı telkin eden yine şeytandır.Mesela: İnsanlar için faydalı olan mikroorganizmalar yüce Allah'ın askerleri anlamında birer melektirler. Zararlı mikroorganizmalar da birer şeytandır. Mısırd kadınların Yusuf (a.s) için dedikleri "bu beşer değil, "mekekün kerim" "kerim bir melektir" ifadesi, yani "değil böyle bir şey yapması, beşeri dürtüleri olmayan bir melek kadar saf ve masum" anlamına gelmektedir. Yani aslında kadınlar meleğin hangi anlama geldiğini biliyorlardı. Yüce Allah'ın âhirette meleklere bu müşrikler size mi ibadet ediyorlardı (Sebe-41) dediği melekler de güneş, ay, rüzgar, su ve yağmur gibi Allah ın gücünü temsil eden doğadaki varlıklardır. Meleklerin de "bunlar cinlere ibadet adiyorlardı" (Sebe-42) şeklinde cevap vermeleriyle, cinlerin bilinmeyen, tanınmayan, farkında olunmayan, yabancılar anlamına geldiklerini anlıyoruz. Yani melekler lisanı halleriyle "onlar neye ibadet ettiklerinin bile farkında değillerdi" diyorlar. İnsana yararlı olan ve emrinde olan her şey melek, ona zararlı olan ve emrine girmeyen her duygu ve dürtü şeytandır. Şeytan ve melek hem insanın iç dünyasında hemde dış dünyada vardır. "Düşmanlık, haset, kin, cimrilik, gurur, kibir, nankörlük, acelecilik, zulüm gibi kötü duygular zihinsel şeytanla ilgilidir. "İbadet, ittiba yani tâbi olma, vâdetme, Allah ile aldatma, tağut, evliya, davet gibi somut kavramlar şeytan tabiatlı din adamları ile ilgilidir. Yani aslında uydurma dinin temsilcileri şeytanın ete kemiğe bürünmüş şeklidirler. Yine aynı şekilde çoğul halinde yani "şeyétin" "şeytanlar" olarak geçen bütün yerlerde, Allah ile aldatan, Allah'a iftira eden mezhep önderleri yani din adamları anlamında kullanılmıştır.Kur'an'a göre yağmur ve ruzgarlar hem melek hemde resüldürler. 12-) O mücrimlerin, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, "Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi (dünyaya) geri gönder de, salih ameller işleyelim, yakin getirdik)(artı kesin olarak iman ettik) diyecekleri zamanı bir görsen! (Âyetten anladığımıza göre yakin, inanılması gereken şeyi 👁 gözle görmek ve onun sesini işitmek gibi ona iman etmek demektir.) 13-) Biz dileseydik, (irâdelerine ipotek koysaydık) elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, «Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım» diye benden kesin söz çıkmıştır. (Vahiy olmadan hidayet ve sapkınlık olmaz. Yani yüce Allah, vahiy'den bağımsız olarak hiç kimsenin irâdesine mudahele ederek onu hidayet ve sapkınlığa sevketmez. Yoksa büyük bir adaletsizlık meydana gelirdi.) 14-) O gün onlara şöyle diyeceğiz: Bu güne kavuşmayı unutmanızın cezasını şimdi tadın bakalım! Doğrusu biz de sizi unuttuk yani yaptıklarınızdan ötürü devamlı olan azabı tadın! 15-) Bizim âyetlerimize ancak o kimseler iman ederler ki, bunlarla kendilerine tezekkür edildiğinde,(hatırlatıldığında) büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar yani Rablerini hamd ile tesbih ederler. (Kur'an'da geçen "secde, rukü ve harr" kelimelerinin hangi anlama geldiğini öğrenmek isteyen, söz konusu kelimelerin hemen arkasından gelen kavramlara baksın, ne demek istendiğini görecektir. Yukarıdaki âyette bulunan "secdeye kapanırlar, secdede yığılıp kalırlar" anlamına gelen "harru sücceden" "Rablerini hamd ile tesbih ederler" anlamına geldiği gibi. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda ise, "hamd" fiilinin, dil ile Allah'ı yüceltme anlamına geldiğini görüyoruz. Aslında bir insan inanç ve zihinle ilgili problemlerini çözmedikten sonra yani Allah'a teslim olmadıktan sonra, yani dini Allah'a özel kılmadıktan sonra (ihlas) yani hanif müslüman olmadıktan sonra yani din ve hüküm olarak Kur'an, tek dayanağı olmadıktan sonra, takva, ibadet, salih amel ve güzel ahlak gerçekleşmeyecektir. Yani her şey imanda ve zihinde başlayıp imanda ve zihinde bitmektedir.) 16-) (Dahası) korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere vücutları yataklardan uzak kalır yani kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. (Din kuru imanı yani sadakatsiz imanı kabul etmez. Yukarıdaki âyette "korkuyla ve umutla Rabbe yalvarmanın" "infak etmek olduğunu" görüyoruz. İmanın bedeli olacak, bedelsiz iman olmaz.) 17-) (Bu ahlak ve imana sahip olanların) yaptıklarına karşılık olarak, ne göz aydınlıklarının saklandığını hiç bir nefis bilemez. 18-) (Hiç bu şekilde) mümin olan, fasık kimse gibi olur mu? Bunlar eşit olamazlar. 19-) İman edip yani salih ameller işleyenlere gelince, onlar için amellerine karşılık olarak varıp kalacakları cennet menzilleri vardır. 20-) Fasıklara gelince, onların varacakları yer ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde geri çevrilirler yani kendilerine: Yalandır deyip durduğunuz cehennem azabını tadın! denilir. 21-) En büyük azaptan önce, onlara mutlaka daha düşük (basit- alçak -aşağılık) azaptan tattıracağız; umulur ki (ihlasa) dönerler. 22-) Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim vardır? Hiç şüphesiz biz, mücrimlerden intikam alıcılarız. 23-) Andolsun biz Musa’ya kitab'ı vermiştik, -(Ey Nebi!) sen ona kavuşacağından şüphe etme- yani onu İsrailoğullarına bir hidayet kıldık. 24-) Sabrettikleri ve âyetlerimize yakin getirdikleri için, onların içinden, emrimizle (vahiy'le) hidayete ileten imamlar kıldık. 25-) Muhakkak ki Rabbin, (din hususunda) ihtilâf etmekte oldukları şeyler hakkında kıyamet günü onların aralarını tafsil edecektir.26-) Halen yurtlarında yürüyüp dolaştıkları kendilerinden öncekileri helâk edişimiz onları hidayete sevketmedi mi? Bunlarda elbette âyetler vardır. Hâla duymazlar mı? 27-) Kupkuru yerlere suyu ulaştırdığımızı, onunla gerek hayvanlarının gerekse kendi nefislerinin yiyegeldikleri ekini çıkarmakta olduğumuzu da görmediler mi? Hâla basiret sahibi olmayacaklar mı? 28-) Eğer doğru söylüyorsanız, bu fetih (ve hüküm) günü hani ne zaman? derler. 29-) De ki: Fetih (ve hüküm) gününde kâfirlere imanları fayda vermeyecek yani kendilerine (rahmet nazarıyla) bakılmayacaktır! 30-) Artık sen onlardan yüz çevir yani bekle. Onlar da beklemektedirler.
12 Mayıs 2022 Perşembe
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (25.YAZI) iman edenler arasında en kolay ve en rağbet gören iş yâ da meslek; önüne Kur’ân’ı veya hadisleri koyup, ordan bir kaç ayet ve hadis okuyarak millete din anlatmak.Bir usul ve metodunuzun olup olmaması, dünyadaki tüm gelişmelerle nasıl ilgilenileceği, yoksullukla ve sömürü düzenleriyle nasıl mücâdele edilmesi gerektiği, dünyaya barış ve adâletin nasıl egemen olacağı, bilimsel araştırmaların nasıl yapılacağı ve gelişmelerden nasıl yararlanılması gerektiği, tüm mazlum ve mağdurları nasıl ayağa kaldırmak gerektiği ile ilgili…hiç bir çözüm önerileri ve projeleri olmadan, sadece hikâye ve menkıbelerle ümmi insanları aldatıyorlar!Abdest âyeti olarak bilinen Mâide 6.âyette önemli konu “izé kumtum” (kalktığınız zaman) olarak geçen kelimenin namaz kılmakla ilgili değildir.“Bilgi (vahyi) öğrenim ve öğretimine yani dayanışma kurumlarının işlevini oluşturmaya” cemaat halinde katılmak anlamındadır. Temizlenmek, insanın insanla diyaloğunun temiz, pak görülmesi içindir. "Kumtum" ifadesi; ayak üstünde dikilir duruma geçmek anlamından daha çok “toplu salât”ın başlanacağı zamanın içindeki hazırlığı ifade eder.Yani Mâide 6.âyette geçen “kalkmak” ifadesi “toplu salât'a katılmak” anlamındadır. Kişisel salâtlar anlamında değildir. Hele ki namaz kılmak anlamında hiç değildir. Görüldüğü gibi “kalkmak ” kelimesi önüne gelen kavrama göre şekillenir. Kur'an'a göre bu; toplanma salât'ı olan cuma için kalkmaktır. Eğer salât'a yanlış manâ verilirse, “kalkmak” sözcüğü de yanlış anlamda kullanılacaktır. Bu âyette bizden istenilen toplu salât'a giderken zihinsel olarak kötü fikirlerden arınmak ve görünen yerleri temizlemek istenmektedir. Bu temizlik Allah’a karşı değil, insanlara karşıdır. Tıpkı üzerimize giydiğimiz çeşitli giysilerin temiz olmasına özen gösterdiğimiz gibidir. Çünkü Allah’a karşı olsaydı sadece salât (öğrenim ve dayanışma) toplantısında değil, diğer işlerimizde, ibadetlerimizde hattâ yemek yememizde ve uyumamızda dahi temizlık isterdi. Kur'an'a baktığımızda yüce Allah insanlar için maddi temizliği, kendisi için manevi temizliği istemektedir. Şeytan, din adamı kılığında imanın içinde gizlenmiş olarak ortaya çıkar. Âyetin bizi uyandırmak için “şeytanın... ben de onları saptırmak için senin müstakim yolunun üstüne oturacağım" (Araf- 16) buyurduğu gibidir.Zihinsel şeytanın böyle bir şey yapmaya kuvvet ve kabiliyeti yoktur. İnsanları Kur'an'ın yolundan engelleyen din adamı kılığındaki şeytandır. Şeytanların oyun ve tuzaklarını Kur'an'dan ve aklı kullanmaktan başka hiçbir şey bozamaz. Çünkü Kur'an'ın ezeli ve ebedi hükmü böyle tecelli etmiştir “Allah, aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır" ” (Yunus- 100) buyurur. Kur'an'ın ve aklın terazisinde tartılmayan bir dinin şeytanların uydurması olup olmadığını bilemeyiz.Yüce Allah şöyle buyuruyor."... Sapıtmamanız için Allah size (vahiy'le) açıklama yapıyor..." (Nisa-176)"... Sadece Allah hakkı söyler yani doğru yola yalnız O hidayet eder" (Ahzab-4)İşte yukarıdaki âyetler, Rabbimizin “kimse sizi Allah ile aldatmasın” (Lokman- 33; Fatır- 5, Hadid-14) uyarısının gerçekten uygulanır olmasıdır. İnsanlar iyi niyetle din adamlarına veya duygu ve algılarına uyarak Allah’ın rızasını kazanmak için ayin yaparlar. Halbuki Allah insanlardan niçin ritüel ibadet yapmalarını istediğini düşünmeleri gerekir. Din adamlarının ritüller için ileri sürdükleri gerekçe şudur. "Namaz kılın, borçlarınızdan kurtulursunuz, rızkınız genişler, günahlarınız silinir, mutlu-mesut olursunuz..." derler. “Fakat namaz kıldığımız halde bunlar gerçekleşmiyor" dediğinizde, bu kez "hakkıyla kılmıyorsunuz veya imtihanınız böyledir" derler. Yani doğru söylediklerini kanıtlamak için yalan konuşurlar. Çünkü Kur'an'da var olan İslam, iman, takva, ihlas, ihsan (güzel ahlak) gibi en önemli kavramlar gönül ve zihinle ilgilidir. Yani Kur'an sadece bir öğüttür.(Âli İmran- 58; En'am-68, 90; Âraf- 2, 63, 69, 171; Hud- 120; Yusuf-104; Râd- 19, 28; İbrahim- 52; Hicr- 6, 9; Nahl-43,44; İsra- 41; Kehf- 28, 57; Tâhâ- 3, 14, 42, 99, 113; Enbiya- 2, 7, 10, 24, 48, 50; Müminun-110; Nur- 37; Furkan- 18, 29, 73; Şuara- 5; Ankebut- 48, 51; Secde- 15, 22; Yasin- 11, 69; Sâd- 1, 8, 29, 87; Zümer- 22, 23; Zuhruf- 36,44, 45; Necm-29- Cuma-9; Talak- 10; Kalem- 51, 52; Hakka- 48; Cin-17; Müzzemmil- 19; Müddessir- 31, 49, 54, 55; İnsan- 29; Abese-4, 11, 12; Tekvir- 27; Gâşiye- 21) Bu öğüt ve değerlerin hayatta karşılıkları ise, adalet, merhamet, insan hakları, infak ve her türlü salih ameldir. Mesela: Âyetin manasını bozarak "Namaz kötülüklerden alıkoyar" derler. Bunun böyle olmadığını, namaz kılanların her türlü kötülüğü yaptıklarını somut örneklerle gösterdiğimiz zaman da, “onlar dosdoğru namaz kılmıyorlar” diyerek insanları aldatırlar. Mesela: Çocukların istismar edildiği tarikat ve cemaatlerin Kur'an kurslarında hiç aksatılmadan yapılan tek şey namazdır. Namaz böyle bir pislikten neden engellemiyor? Tam aksine, namaz bütün kötülükler için bir istismar aracı ve bir örtü olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla şeytani duygu ve düşünceler din adamı kılığında gelerek insanlara şirk ve batılı islam diye yutturmuştur. “Acaba bunları gerçekten Allah mı emretti yoksa rivayetçiler mi şeytanın tuzağına düştüler?” diye de hiç kimsenin aklına gelmiyor.Kendi aklınıza değer vererek âyetleri anlama seviyenizi yükseltin! Sizi karanlık çukurlara çeken rivayet ve mezheplerden kurtulun! Kur'an’ın bir özelliği de; “yaşanan çağın uygunluğuna göre anlamak” istediğinizde kendisini size açar. Yani onun aklına göre doğru kod girilmiş olur. Kur'an okuyan, bilen yığınla din adamı, hoca, şeyh, evliya, üstad, imam olduğu halde, tümünün Kur'an'a aykırı inançları olduğunu görüyoruz, duyuyoruz. Neden böyle oluyor? Çünkü Kur'an’ın bağlam ve bütünlüğünü, kavramların hangi anlama geldiğini bilmiyorlar ve merak da etmiyorlar.Din atalarından gelen yalanlarla yetiniyorlar. Halâ Arapça dilinin kutsallığı üzerinde yoğunlaşanlar, Kur'an'ın canlılara indiğini algılayamıyorlar. Yüce Allah'ın âyetlerini alaya alır gibi ölülere okuyorlar. Yani vahyin hikmetini anlamadığından maksadını anlayamıyor. Şii ve Sünni coğrafyasındaki milyonlarca insanın namaz kılmadığı için suçlu durumuna düştükleri bir gerçektir. İman ediyor ama beş vakit namazı kılmıyor-kılamıyor. Büyük bir çoğunluk bu şekildedir. Bazıları ellisinden altmışından sonra büyük bir gayretle kılmaya başlıyor. Fakat iki günde pes ediyor. Bazıları iki ay, bazıları iki yıl. Moralleri bozulan, suçluluk psikolojisine giren milyonlarca insan! Bu da o insanlarda olumsuz sonuçlar ve psikolojik hastalıklar ortaya çıkarıyor.İbn-i Sina bir gün iki kuzu alır. Birini kurdun yakınına, diğerini kendi başına özgür olarak bırakır. Altı ay boyunca yiyecek ve içeceklerini de eşit olarak verir. Yani kuzular için tüm şartlar eşittir. Kurdun yakınında olan kuzu korkudan dolayı hiç bir gelişme göstermez, zayıf kalır. Tek başına özgür beslenen kuzu ise, gelişir, serpilir, annesinin boyuna ulaşır. İbni Sina bu deneyden sonra bir karar verir. "Özgür olmayan insanlar ve toplumlar gelişemezler" Eğer uyanmamız için kıssayı benzetecek olursak buradaki “korku ve stres”i devamlı kılmaya mecbur bırakıldığımız ve bir türlü başaramadığımız namaza, “Kurt”u da cehenneme giriş ve ateşle tehdit eden din adamlarına benzetebiliriz. Çünkü hep namaz kılmayanı (Allah'ın yerine geçip) cehennemlik” olarak yargılamışlardır. İslâm toplumu da bunlara inanıp korkmaktadır. Lâkin salât’ın gerçeğini anladığımızda, bu yargıları tersine dönmektedir. Daha da kötüsü var; ya hergün beş vakit namaz kılarsın yada cehennemde yanarsın” deyimi yüzünden insanlar bütün salih amellerden uzak kalıyor veya komple terk ediyorlar. Yani namaz konusunda öyle de böyle de başarılı olmanın imkânsız olduğu ortaya çıkıyor. Bu haller de bizi “insanı mükemmel yaratan bir yaratıcının, böyle bir şey (savaşta bile değil, barışta bile) istemeyeceği açıktır” sonucuna götürüyor. Halâ namaz kurgusuna inananlara sesleniyoruz: Ya günde beş vakit inandığın gibi sürekli olarak namaz kılacaksın yada Allah’ın vahyine (salâtın gerçeğine) inanıp bu zoraki kölelikten kurtulacaksınız. “İnanıyorum ama kılmıyorum” demek çok daha kötü; insanı münâfık konumuna sokar. Madem inanıyorsun onu yapmalısın. Yapmadığın inanç, geçerliliğini yitirir. O halde yaşamla ve fıtratla çelişen namaz kuralları Allah’ın emri olamaz. Zira “Allah insana yapamayacağı yükü yüklemez!” (Bakara-286)"İnsanlar güçlük çeksinler diye Kur'an inmedi, haşyet duysunlar ve öğüt alsınlar diye indi" (Tâhâ-2,3)Yüce Allah, insanı merhamete yönelten bir Rab iken, zorla namaz kılmayı istemekle, birdenbire insanı zora ve strese sokan bir varlık haline geliveriyor. Bu da namazın Allah’ın değil, sufi anlayışa sahip insanların kurgusu olduğunu gösteriyor. Dini uyduranlar, “Namaz kılmanın” farz, vacip, sünnet, müstehap, mekruh, müfsit, haram yani hükümlerini-kurallarını-kâidelerini Allah'a bırakmadan kendileri takdir(!) ederek, Allah'ın emretmediği bir sürü uygulamayı yüzyıllardan beri zorla insanlara yaptırıyorlar. Üstelik âyetlerde bulunan secde, rukü, salavât, kıyam, kıble, ibadet, imtihan gibi kavramları da kast edilen manadan çıkarıp namazda kaybetmişlerdir. Kur'an'a göre Allah'a iftira en büyük zulümdür.(En'am-21, 93; Hud-18; Kehf-57; Ankebüt-68; Secde 22; Saf-7)Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları Kur'an'da işlerine gelen bir kulluk yolu bulamadıkları için Kur'an'ın yetersiz olduğunu bile iddia ettiler İslâm bizi, her ne suretle olursa olsun Allah’tan başkasına kulluk etmemeye dâvet ediyor. İslam bizi, her ne suretle olursa olsun, kimimizi kimimize Rab edinmemeye dâvet ediyor. Gerçekten bu dâvet önemli bir dâvettir. Bugün ortada bir ihtilaf ve kavga varsa, dâvet ve tebliğ bu kavganın yok edilmesi için sürdürülmelidir. Ama maalesef din adamları eski yanlışlara takılı kalmaları yüzünden “insanlık için” iyi bir sınav verememektedirler.Bu ümmetin sorunu dinsizlik değil, dindir.Uydurma şirk dini, evliya ve ilahların küfür dini, cibt ve tağutların zulüm dinidir.Bu ümmetin sorunu halk değil, din adamlarıdır.Yalancı, mufteri, istirmarcı, din tüccarı sahtekar din adamı en büyük sorundur. Diyanet, bu fedakar ve saf ümmet için büyük bir israf ve büyük bir sıkıntıdır"... Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah onlarda bulunanı değiştirmez..." (Râd-11)Sonuç Olarak "Abdest" temizlik içindir. Allah'ın temizlik için bir öğütüdür. Cuma süresinden sonra Medinede inmiştir. Cuma süresi 110. süre, "abdest" denilen temizlik âyeti ise 112. sürededir. Kur'an'da inen ilk süre Alak süresidir. Bu sürede salât âyeti vardır. "Salat eden kulunu engelleyeni gördün mü" âyetini nasıl çeviriyorlar? Namaz kılanı engelleyeni gördün mü? diye. Böyle bir cehalet olabilir mi? Ortada namaz diye bir şey yok. Cuma için temizlik âyeti on dokuz yirmi yıl sonra iniyor. İnsanlar bu süre içinde abdestsiz namaz mı kıldılar? Temizlik âyetini "abdest" diye kabul etsek diyelim. Nasıl yapılacağı açıkça anlatılıyor. Namaz için ön şart diyelim. Peki Namazın nasıl kılınacağı neden bir namaz âyeti ile açıklanmıyor? Ön şart açıklanıyor, asıl olan namazın nasıl kılınacağı açıklanmıyor. Yani sanki Allah bize bulmaca kitabı gönderdi arayıp bulacağız. Savaş âyetinden rekat sayısı çıkarıyorlar. Ön yargısız Nisa 103.âyete bakın. Oradan nasıl rekat sayısı çıkarıyorlar. Savaş hali var. Ordunun intikali söz konusu. Nebi bununla ilgili bilgilendirme yapıyor Kur'an temelli. Yani savaş hali olmasaydı rekat sayısını öğrenemeyecektik öyle mi?Eğer namaz dinin temeli ise neden müstakil olarak nasıl kılınacağı ve rekat sayısı belirtilmemiş. Kıyam, rüku ve secde'nin anlamlarıda farklıdır. Secde yere kapanmak değildir. Kur'an'da hangi âyette rukü ve secde geçiyorsa arkasından gelen cümlede veya âyette nasıl bir manasının olduğu açıklanır. Secde, Allah'ın âyetlerini gönülden, ihlas ve takva dahilinde kabul edip teslim olmaktır. Mesela: Ağaçların, kuşların secde ettiklerini belirten âyete göre kuşlar namaz kılıp yere kapanmıyorlar? Veya, "İsrailoğullarına kapıdan secde ederek girin âyeti var" kapılardan yere kapanarak girin demek değildir.Yine " Allah senin secde edenler arasında dolaştığını görür" âyetine göre" Nebi (a.s) yere kapanan insanları arasında dolaşmıyordu. Yine müşrikler için; "onlara âyetlerimiz okunduğunda secde etmiyorlar âyetine göre" müşrikler yere kapanmaları gerekmiyor. Müşrikler bunları bilmezler.Salât kavramının anlamı tahrif edilmiştir. Gelenekçi mezhepçı anlayışın uydurma rivayet ve ictihadları doğrultusunda tahrifat yapılmıştır ve paralel hadis dini ortaya çıkarılmıştır.Yani Kur'an ayetleri rivayetlere uydurulmaya çalışılarak çeviriler yapılmıştır. Şimdiye kadar anlattığımız yüze yakın âyet cümlesini, sanki kendi görüşleri doğruymuş gibi anlamını kendi menfaatleri açısından ortaya koymaktadırlar. Bunlardan biri de sıkışınca söyledikleri şu âyettir. Aslında bu âyet, biz gerçek müminlere karşı dillendirenler, (âyetlere karşı) yanlış bildiği rivayet bilgilerinin ispatı için yeterli olmayışındandır. Yani vahye karşı aciz kalışlarındandır. Güya kendilerinin hidayetin üzerinde olduklarını var sayarak, vahiy ehli muvahhidlere karşı "sizin dininiz size bizim dinimiz bize" demektedirler. Halbuki biz hayatta yegâne yol göstericinin sadece Allah olduğuna iman ediyor ve ona göre hareket ediyoruz. Burada yanlış olan kimdir?Aslında “senin veya benim” dediğin din hangi din, indirilmiş vahiy dini mi uydurulmuş şirk dini mi?Yüce Rabbimizin Resul’üne vahyettiği ve söyle diye emir buyurduğu âyet; “Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize” demekle; senin “şirk” (ritüelci) din anlayışın sana yol gösteriyor, benim yalnız Allah’ı “birleyici” din anlayışım da bana yol gösteriyor anlamına gelmektedir. Yani Kâfirun süresinde geçen son âyet çok önemli bir mesajı içine alıyor. Bu cümleyi en çok kullanan kesim, kendi inançlarının yanlış olduğunu gösteren hidayetle karşılaştığında, eski inancını sorgulamaya almayıp tutuculuk göstererek bunu dillendirenlerdir. Oysa âyet, Kur'an'dan bağımsız, dayanaksız bir inanç için değil, aksine Kur'an'a bağlı, ondan destekli hanif İslam dini için söylüyor. Dolayısıyla hadisçilere soruyoruz: “Sizin dininiz size bizim dinimiz bize!” demekle kendinizin hidayette olduğunuzu mu zannediyorsunuz? Bir kez olsun Kur'an'a baktınız mı, Allah'ı hanif dini hakkında bilginiz nedir? Müslümanlar körü körüne inandıkları taklit anlayışını bırakarak, araştırmak, karşılaştırmak, yargılamak ve sorgulamak suretiyle sağlıklı sonuçlara ulaşmak zorundadırlar. Hiç kimse “biz atalarımızdan böyle gördük” mazeretinin arkasına sığınarak geleneksel sahne ve rolleri ayakta tutmaya çalışmamalıdır. Geçmişin donmuş kalıplarının sergilendiği bu sahnenin kaldırılması zorunludur artık. Yüce Allah şöyle buyuruyor."Biz, göğü, yeri ve aralarındakileri oyun olsun diye yaratmadık"(Enbiya-16)"Biz, gökleri, yeri ve aralarındakileri oyun olsun diye yaratmadık" (Duhan-38)Abes bir şey yapmayan ve yaratmayan Allah, iman edenlere kendilerine hiçbir yararı olmayan bir şeyi emreder mi?Yüce Allah'ın insanlara, özellikle iman edenlere en büyük desteği onlara vahiy indirmesidir. Eğer Nebi (Aleyhisselam) a vahiy indirmeseydi yani ona vahiy'le destek vermeseydi, Mekke müşriklerine karşı koyma imkanı olmazdı. O halde Yüce Allah'ın insanlara en büyük yardım ve desteği onları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan vahyi indirmesidir. Bir düşünün! Aslında sizin namazınızda salât vardır. Yani namazda okuduğunuz Kur'an salâttır. Fakat uygulama ve yöntem yani usulunuz hatalıdır. Neden mi? Yüce Allah kullarına destek amaçlı vahiy indirdikten sonra onu insanlara tafsil, tasrif, tefsir ve tebyin ederek detaylandırmıştır.Ama siz amaçsızca, hangi anlama geldiğini bilmeden, tekrar tekrar okuyor, aynı şeyleri okuyor, aynı yerleri sürekli okuyor, ama mesajın anlamında hiçbir haberiniz olmuyor.Bu Kur'an okumak değildir. Sizce salât bu mudur?Bir düşünün! Sorgulama yapmanız gerekmez mi. Yüce Allah birçok yerde biz misalleri düşünmeleri için insanlara tekrar tekrar anlatıyoruz, açıklıyoruz derken, sizin hiç Kur'an üzerinde düşünmeden onu anlamadan ve merak etmeden okumanız Allah'ın ahlakına ve vahyin amacına uygun bir hareket midir? Nebi (a.s) dan sonra hanif dine bu kadar hurafe, yalan, iftira ekleyip Kur'an'ı saf dışı edenler, namazı araya monte etmiş olamazlar mı?Araya yüzlerce, binlerce yalan sıkıştıranlar, namazı sıkıştırmış olamazlar mı?Yani şimdi siz! Kur'an ahlak ve aklına sahip olan Nebi (a.s) ın günde beş kez yüksek bir sesle adının alınmasına razı olur mu? Yani ezanı emretmiş ve okutmuş olabilir mi? Hem de Resüller arasında fark göz etmeyin ilâhi emine rağmen. Veya Kur'an'da olmayan "Allah'u ekber" ifadesini kullanmış olabilir mi? Kıldığınız namazın Kur'an'da, Allah'ın ahlakında ve fiillerinde bir karşılığını görüyor musunuz?Hemde Kur'an'ın bir öğüt olduğunu deklare eden yüzlerce âyete rağmen. Evet Kur'an sadece bir öğüttürSalât ne kadar hayati ve faydalı ise, namaz o kadar ölümcül ve zararlıdır. Eğer Kur'an ilim ve ahlakına sahip olsaydınız otomatikman güzel ahlak sahibi olurdunuz, Kur'andan yüz çevirmekle kötü ahlak sahibi olduğunuz gibi. Cami ve mescitler gerçek misyonlarına namaz kılmakla değil, salât'ı ikâme etmekle kavuşurlar. Yüce Allah, içinde üretimi yani bereketli olmayan hiç bir şey yapmaz. O zaman insan da kendisine yaramayan ve faydası olmayan bir şeyi yapmaması gerekir. (Son)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(207. YAZI)Secde Süresi, 30 Âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Elif. Lâm. Mîm. 2-) Bu kitab’ın, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olduğunda asla şüphe yoktur. 3-) "Onu kendisi iftira etti mi" diyorlar? Hayır! O, senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı (Resül) gelmemiş bir kavmi uyarman için -hidayeti bulsunlar diye- Rabbinden gelen hak (kitap)tır. 4-) Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra (ilim ve kudretiyle) arşa istivâ eden Allah’tır. O’nun dununda bir veli yani bir şefaatçınız yoktur. Hâlâ tezekkür etmez misiniz ? ZİKİR-TEZEKKÜR: Zikir kavramı, bir çok âyette vahiy yani Tevrat, İncil ve Kur'an anlamında kullanılmıştır.Zikir, Kur'an olduğuna göre, tezekkür, Kur'an'dan üretim yapma ve manevi anlamda ürün devşirme hadisesi olarak görülmelidir. Yani Kur'an'ın üzerinde aklımızı kullanıp bazı çıkarımlar yaparak, vahyi anlamaya çalışıyorsak, gerçek anlamda “Allah’ı zikrediyoruz” demektir. Kur'an'dan öğrendiğimiz hükümleri hayatta uygulayabilirsek yine “Allah’ı zikrediyoruz” demektir. Zikir, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının algıladıkları ve uyguladıkları şeyler değildir. Yani zikir, anlamadan bir takım dua ve kelimeleri tekrar tekrar seslendirme olayı değildir. Müminler, zikrin, salâtın içinde Kur'an'a yoğunlaşmanın en önemli bir unsuru olduğunun bilincine sahip olmak zorundadırlar. Yani müminler salat'ı ikâme etmek için bir araya geldiklerinde zikrin mana, hikmet ve ehemmiyetini ortaya çıkarırlar. Salat, zikrin anlaşılması yolunda en önemli adımdır. "Ve ekimissâléte lizikri" "salat'ı zikrim için ikâme et" âyeti bunu açıkça gösteriyor. Dolayısıyla iman edenlerin Kur'an'ı anlamadan, üzerinde tezekkür etmeden yani onun sonsuz enerjisinden üretim yapmadan ne imanlarının, ne ibadetlerinin ne de mâbetlerinin yüce Allah indinde bir değeri yoktur. Kur'an'ı anlamadan hacca ve umreye gitmenin, cami ve mescit, yurt ve medrese inşa etmenin israftan başka hiçbir getirisi yoktur. İslam dininde her şey vahiy'le değer kazanır. Vahiy yani İslam yani iman yani ihlas yani dini Allah'a özel kılmadan hiçbir amelin değeri yoktur. "Dikkat edin! Kalpler ancak Allah'ın zikri (olan Kur'an) ile mutmain olur, huzur bulur.(Râd-28) Dolayısıyla "zikir" “kitap, vahiy" ”(Allah’ın zikrettiği âyetler) anlamında geçmektedir: (Cuma-9; Nahl-44; Enbiya-10,50; Yasin-69; Tâhâ-113; Sâd-1,49; Âraf-63; Zuhruf-44; Mümin-53,54; Talak-10; Kamer-17,22,32,40; Yusuf-104; Kehf-27)Mesala: “... Salât'a nida edildiğinde Allah’ın zikrine (Kur'an'a) koşun ve alışverişi birakın. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır.”(Cuma-9) âyeti bütün açıklığıyla, Kur'an'ı “öğrenmek” ve anlamak olduğunu gösteriyor. Mesela: “... indirileni insanlara beyan edesin diye sana zikri indirdik ki, tezekkür etsinler ...”(Nahl-44)Demek oluyor ki, tezekkürün yani düşünsel üretim yapmanın ve bilgi üretmenin tek kaynağı vardır, o da Kur'an'dır Mesela: “Andolsun ki, içinde zikir üretimi yapacağınız bir kitap indirdik. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?” (Enbiya-10)Mesala: “Bu Kur'an indirdiğimiz mübarek bir zikir’dir. ...”(Enbiya-50)"Mubarek zikir" inanç, güzel ahlak ve öğüt olarak onda üretimin hiçbir zaman bitmeyeceği sonsuz berekete sahip kitap demektir. Zikir, "Allah’ın âyetlerini sürekli hatırlamak, onları anmak, akla nakşetmek, zihne hakim kılmak dâima bu bilinç ve şuurla yaşamak" anlamına gelmektedir.Zikir, Kur'an olarak bir fabrika, tezekkür ise, o fabrikada çalışan ve sürekli hareket halinde olan emektar insanları sembolize eder. Kur'an, tevhid, güzel ahlak, iman, ihlas, takva ve her türlü hayır vr fazilet üretiminin yapıldığı bir makine bir tezgah gibidir. Zikir ve tezekkür kavramları, yüz otuz âyette geçmekte ve hepsi yüce Allah'ı anma, Kur'an, göklerde ve yerde bulunan yaratılış âyetlerini düşünme bağlamında kullanılmaktadır. (Bakara-152; Ankebüt-45; Nisa-142; Âli İmran-135; Enfal-45; Tâhâ-14; Müminun-70,71; Fâtır-3) Mesala: “Siz beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim..."(Bakara-152) buyurur. Yani "size değer veririm, indimde bir itibarınız olur, size yardım eder ve sizi korurum" demektir. Yoksa zikir, Şia ve Ehl-i Sünnet ümmilerinde olan zikirmatik'e basmak değildir. Mesela: (Ey Nebi!) Sana bu kitaptan vahyedileni tilavet et yani salât'ı ikâme et!Muhakkak ki, salat (Kur'an'ı öğrenme ve dayanışma) ahlaksızlıktan, kötülükten alıkoyar. Ve Allah'ın zikri (vele zikrullahi ekber) daha büyük uyarıdır. Allah bütün yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebüt-45)Âyette bulunan; “Allah’ın zikri ise, en büyüktür” cümlesi, salâtın içinde yani insanlara verilen öğretim ve eğitimin en büyük unsuru ve en önemli yol göstericisinin Kur'an olduğunu ortaya koyuyor.Yani Allah'a ve insanların gönüllerine giden yolun en önemli rehberi Allah'ın zikri olan Kur'an'dır.Dolayısıyla insanları manevi olarak eğitimenin en büyük aracı onlara Kur'an'ın öğretilmesidir. Zikir, Kur'an'dan ilim öğrenmek anlamına da gelmektedir. (İbrahim-25; Nahl-12,13; Enbiya-24; En'am-80; Âraf-210; Kehf-83; Mesela: “Rabbinin izniyle o ağaç her zaman ürününü verir. İşte Allah belki tezekkür etsinler (yetezekkerün) diye insanlara böyle misaller veriyor.”(İbrahim-25)Mesela: “O, geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı emrinize musahhar kıldı.Yıldızlar da O’nun emriyle musahhar kılınmışlardır. Bunda aklını kullanan bir toplum için âyetler vardır. (Nahl-12)Yeryüzünde, rengarenk şeyleri, sizin için üretip çoğalttı. Bunda zikreden (yezzekkerün) bir toplum için elbette âyet vardır.”(Nahl-13)Mesela: "Yoksa ondan başka ilah mı edindiler? De ki: Bürhanınızı getirin! işte benimle beraber olanların zikri (olan) Kur'an ve benden önceki ümmetlerin zikrini (kitaplarını anlatan Kur'an) hayır onların çoğu hakkı bilmezler de bundan dolayı hakka karşı itiraz ediyorlar ”(Enbiya-24) Bir çok yerde zikir, âyetler anlamında kullanılmıştır. (Âli İmran-58; Âraf-2; Hicr-6,9; Nahl-43,44; Furkan-17,18; Yasin- 11,15; Saffât-167,169; Sâd-8,9; Fussilet-41,43; Zuhruf-5; Kalem-51,52)Mesela: “Bu sana tilâvet ettiklerimiz, âyetlerden ve hikmetli zikirdendir” (Âli İmran-58)Mesela: “Ey kendisine zikir indirilen kişi! ...”(Hicr-6)“Zikri biz indirdik ve kesinlikle onun koruyucusu da biziz.” (Hicr-9)"Siz, müsrif bir toplum oldunuz diye, size zikirle öğüt vermekten vaz mı geçelim?”(Zuhruf-5)Zikrin bir manası da yüce Allah'ın yarattıkları varlıklar hakkında düşünmektir. (Zümer-21; Bakara-269; Âli İmran-190,191)Görüldüğü gibi tezekkürle ilgili âyetlerin hiç birisinin namaz!! kılmakla uzaktan yakından bir alakası yoktur.Peki zikirle kast edilen şey nedir? Zikir; yüce Allah'ın adını anmak ise Mekke müşrikleri Allah'ın adını anıyorlardı. Aslında Yüce Allah'ı anmaktan esas maksat, indirdiği vahyi dinde tek hüküm kaynağı olarak kabul etmek ve onu anlamaya çalışmaktır. Yoksa dünyada Allah'ı anmayan hiç bir toplum yoktur. Kur'an'ı din ve hüküm olarak kabul etmeyenler gerçek anlamda Allah'ı zikretmiş olmazlar. Demek ki Allah'ı zikretmekten maksat bazı kelimeleri tekrarlamak değil, onun vahyini hücrelere kadar sindirip, ona göre iman etmek ve güzel ahlak sahibi olmaktır. Bir başka ifadeyle; “âyetlerini sürekli olarak hatırlamaktır." Zikir, akıl ve zekâ ile yapılan eylemdir. Mesela: Kur'an'da ağaçlar, hayvanlar, Allah’ı tesbih ederler yani yatatılış özellikleriyle yüce Allah'ı tanıtırlar,(Hac-18) Fakat Allah'ı zikrederler, bilgi sahibi olurlar buyurmaz. Çünkü Kur'an'a göre zikir, sadece insanlar için söz konusu olan bir eylem ve erdemdir. Tesbih: Allah’ı noksan sıfatlardan arındırarak, onu tanımak ve tanıtmaktır. Herşey Allah’ın mükemmel yaratıcılığını tanıtır. Herşey onun göklerde ve yerde koyduğu yasalarına uyarak yaşaması, O’nun herşeyin hakimi olduğunun bilincine ve şuurana varılmasıdır Yüce Allah'ın mesajını öğrenmek, üzerinde düşünmek, hikmetini arayıp bulmak, ondan bilgi edinmek, onu tüm benliğimizle onaylamak, her zaman onu hatırlamak büyük bir zikirdir. Aynı zamanda Kur'an âyetlerinin bir öğüt olarak hayatta yol göstermesi Allah’ın zikridir.Yani Allah’ın andığını anmak da bir zikirdir. Bu bakımdan zikrullah; “Allah’ın adını” boş boş anmak değil, “Allah’ın sözünü” bilerek anmaktır. Allah’ı anan insan O'nun emirlerine göre hareket eden insandır. Allah’ı anmak demek, niyetini düşüncesini ve halini O’nun seveceği, Kur'an'da ortaya koyduğu rızasına göre hareket etmesidir. Bunun için de vahyi öğrenmesi şarttır. İşte bu salattır.Kur'an, insanları Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünnilerin anlamsız ibadet, tesbih ve zikir esaretinden kurtaracak tek kitaptır.Bu yönüyle Kur'an büyük bir devrim yapmıştır. Uydurma dinlerin iman ve ibadetlerini devirmiş, zikir ve tesbihlerini yerle yeksan etmiştir. Kur'an, insanları esaret altına alan, sadece kendi din ve mezhebinin menfaatini düşünen müfterilerin kimliğini deşifre etmiş, insanlara engin ufuklarda özgürlüklerini kazandırmıştır. Dolayısıyla Kur'an, ne namazın, ne zikrin, ne tesbihin Kur'an'daki salat, zikir ve tesbihle yakından ve uzaktan bir bağlantısının olmadığını göstermiştir. Şis ve Ehl-i Sünnet din adamları aman Yahudilere benzemeyelim diye diye Kur"an"da var olan bütün kavram ve fiilleri yahudileştirdiler. İşte Kur'an bütün bu kavramları yerli yerine koyarak, ince eleyip sık dokuyarak onları islamileştirmiş ve sonsuz hamdolsun ki zihnimizi berraklaştırmıştır.5-) (Allah), gökten yere kadar her işi tedbir edendir. (düzenleyip yönetendir) Sonra (bütün bu işler) sizin saymakta olduğunuza göre bin yıl tutan bir günde O’na yükselir. 6-) İşte, görülmeyeni ve görüleni de bilen, Aziz, Rahim (olan Allah) O’dur. 7-) O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve insanı çamurdan yaratmaya başlamıştır. 8-) Sonra onun neslini, basit bir suyun özünden kılmıştır.9-) Sonra onu tesviye edip (şekillendirmiş) yani ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz! 10-) "Yerin içinde kaybolduğumuz zaman, gerçekten (o vakit) biz mi yeni bir yaratılış içinde olacağız?" derler. Yani onlar Rablerine kavuşmaya kâfir olmuşlardır.
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (79.YAZI) "Hocam!Allah sizden razı olsun.Bu paylaşımda muhteşem olmuş.Her paylaşımınız ibret verici ve o kadar öğüt verici ki, Allah'ın yüce âyetlerini açığa koymak için gösterdiğiniz çabadan, verdiğiniz emekten dolayı sizi kutluyorum.O kadar doğru söylüyorsunuz ki Aydın hocam.Gerçekten bu konu hiç anlaşılmadığı için birçok kardeşimiz ihtilafta ve Kur'an'a rağmen körü körüne Kur'an dışında yani var olmayan bir Muhammed'e tâbi olduklarını zannediyorlar. Yani Kur'an'a muhalefet ediyorlar.Çünkü o kadar çok bilgi kirliliği var ki hocam, siz bu konuyu gerçekten çok detaylı anlatıyorsunuz.Sizin kadar detaylı ve üstüne durarak paylaşım yapanı şimdiye kadar okumadım. Evet çok okudum, ama siz çok detaylı bilgiler veriyorsunuz hocam.Allah razı olsun.Çok emek veriyorsunuz ve yoğun çaba harcıyorsunuz. Rabbim sizi en güzel şekilde ödüllendirsin inşallah.Çünkü benim için her paylaşımınız çok değerli hocam.O kadar çok büyük bir emek var ki, çok değerli bilgiler paylaşıyorsunuz. Selam olsun gerçek öğütleri baş tacı yapanlara, selamlar saygılar hocam. Paylaşımlar karşısında zaten söylenecek tek bir kelime dahi kalmıyor hocam.Bizler de bu paylaşımlara destek vererek salât-ı ikame etme görevini üstleniyoruz inşallah hocam.İşte Kur'an Hakkı Yılmaz çevirisinde bu kavramlara "peygamber, Elçi" diye çevirisi yapmış.Ama Kur'an'ın giriş bölümünde neden böyle yazdığını açıklamış.Yani Nebi'nin Türkçe açıklaması "peygamber" resul'ün Türkçe anlamı "Elçi" anlamına geliyormuş. İnsanlar anlasınlar diye yapmış! Ama iyice anladım ki doğrusu sizin yapmış olduğunuz paylaşımlar hocam.Allah sizden razı olsun.Çünkü bu konu, Kur'an'ın anlaşılması ve tevhid inancının yerleşmesi için çok önemli olduğunu anlıyoruz. Bu konu anlaşılmadığı için insanlar ne okuduklarını maalesef anlayamıyorlar. Yani Nebi makamını ve Resul misyonunu ayırt edemiyorlar. Bu yüzden hadis şirkinin içinde kalıyorlar.Saygılar hocam"(Fatma Elmas "Peygamber" Kelimesi, Nebi ve Resülün Arasında Bulunan Farkları Yok Ediyor" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum? ------------------------------Çok önemli bir kesişim noktası! Müthiş bir farkındalık..."Peygambere uymak ve itaat etmek, onun her sözü ve kutsi sözleri âyet niteliğinde" hayır böyle değil, diyorsun..."Dönüp sana "Resül'e ve Allah'a itaat et" âyetlerini örnek olarak veriyor..." İşte kendi diliyle düşüyor. Bak! Kur'an, Muhammed'e ve Nebi'ye değil, "Resül'e itaat et" diyor..."diye sıkıştırınca kaçıyor ve bizi peygamberi tanımamak ithamında bulunuyor..." Haktan sıyrılmaya çalışarak tribüne oynuyor... "Bu durumu "Nebi ve Resül Arasında Bulunan Farklar" isimli eserinizde detaylı açıklamışsınız...Bu iki kavramı neden aynı gaye ve amaçla KUR'AN çalışmasında hizmeti olan onlarca tanınmış ve yine cemaat ve dergahlar, tv profları veya vaizleri tarafından, diyanet dahil bir çok kesimce tartaklanan ünlü Kur'an emektarları olan simalar bakıyorum hala peygamber kelimesini kullanıyorlar.Abdulaziz Bayındır hoca, Mehmet Okuyan hoca, Mustafa İslamoğlu, Edip Yüksel, İhsan Eliaçık, Hakkı Yılmaz, Bayraktar Bayraklı ve daha niceleri..."Allah razı olsun..."(Şahabettin Arslan "Nebi ve Resül Yerine Peygamber Kelimesini Kullanmayalım" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)-------------------------Allah tarafından açıklanan ( muhkem kılıp, tafsilini tebyinini, açıklamasını yaptığı), seçtiği Resül ile bize tebliğ ettirilen Kur'an, inandığımız dinimizdeki tek kaynaktır.Allah'ın sözü en güzel sözdür. Başka kitapları Kur'an'a ekleyemeyiz, ya da Allah’ın sözünü kitabından nesh edemeyiz. Dini koyan, sahibi olan Allah'tır, hiçbir ortağa ihtiyacı yoktur.Güzel bir program olmuş, teşekkürler.(Zuhal Uzun" Tek Hüküm Kaynağı Kur'an'dır" Adlı Programa Yaptığı Yorum) -------------------------Allah emeklerinizin karşılığını bin kat versin İnşaAllah. Uslup ve adap erbabı olmakta çok önemli.Allah'a kul, Kur'an'a yani Resül'e talebe olmak şereflerin ve takvanın en büyüğüdür.Allah razı olsun değerli Ali Hocam. Ben Sizlerden çok şeyler öyreniyorum. Teşekkür ederim, saygılarımı hürmetlerimi sunarım.(Mücahit Güleç "Bir Mezhebe Bağlı Olmak Şart Mı" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)--------------------------"Erdal Koç! Başında sarık, sırtında cübbe, yüzünde kıl var diye, sen nur yüzlümüsün be şarlatan! Senin gibi, keçilerde de sakal var. Ebu Lehep ve Ebu Cehil'de büyük ihtimalle seninle aynı kılıkta idi. O zaman onlara da nur yüzlü demek gerekir be cahil! Adamı zorla kötü konuşturuyorsun! Varsa delilin Kur'an'dan göster! Yoksa otur oturduğun yerde!(Rıdvan Canbaz-" Salât Namaz Değildir"Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)-----------------------------------------------------------"Rıdvan Canbaz kardeş!Bunlar kafirden daha kafir, din pazarlayan şarlatanlardır.Çapına bakmadan gelmiş burda insanları tehdit ediyor.İblisin çocuklarından korkan onlardan kötü olsun.Bu nur kelimesine de takıntılıyım, ona bakarsan, porno film çeviren, Rus, Ukraynalı kızların da yüzlerinden nur akıyor! Mühim olan kalplerin nurlu olması. Bu tiplerin kalpleri de kapkara oluyor.(Ali Cihan "Salât Namaz Değildir" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)-----------------------------------------------"Ahmet Akçam bey!Yukarıda Ali Aydın hocanın hanımıyla çekilmiş kara çarşaflı fotoğrafını paylaşman, Ali Aydın hocanın Kur'an'ın başörtüsüne bakışını yazmasına engel değildir.Jatta görevidir. Yukarıda yazdığım gibi Kur'an'a göre, kadına başörtüsü takmak emir değil, Kur'an'ın Ahzab süresi “ …tanınmanız ve eziyet edilmemeniz için…” İlgili 69. âyetinde olduğu gibi tavsiyedir. Benim eşim ve kızlarım da kara çarşaf değil, ama âyet tavsiyesine uygun bireysel hakkı veya tercih olarak başörtüsü takarlar. Bu konuda bizim yazdıklarımızla başörtüsü hakkında bulunan âyetlerle çelişkiye düştüğümüz anlamına gelmez.Eşlerimize tercih hakkı tanımaktır. İlahiyatçı kimliğimle tekrar ediyorum Kur'an'a göre başörtüsü Kur'an'ın tavsiyesi, kadının özgür bireysel hakkı ve tercihidir. Kur'an'ın emri değildir, nokta. Mümkünse Ali Aydın hocanın yazısını bir daha lütfen okuyun. Kur'an basiretli herkese mahsus selamlar" (Recep Can "İslam'da Başörtüsü Var Mı" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)---------------------------------------------------- Ali hocam!Kitabınız ne zaman bitecek.İnşaallah sabırsızlıkla bekliyorum. Şimdilik elimde sekiz mealle Kur'an'ı baştan sona kadar okuyup bitiriyorum. Ama sizin verdiğiniz açıklamalar ve yorumlar bana daha aydınlatıcı ve insanın fıtratına daha uygun geliyor. Rabbim sizlerin sayısını arttırsın.İliminizi gayretinizi daim etsin. Rabbim sizden razı olsun.Selam ve dua ile"(Mehmet Tan "Kur'an-ı Mübin'in Meâli" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ------------------------------------------------"Ali Aydın hocam kutluyorum ve harika yazınıza teşekkürler. Kuranın ahlakını bırakıp namaz, oruç, hacc, vb ritüelleri yapmayı ve baş örtüsü takmayı din ve dindarlık sananlar varsın şok olsunlar. Hüseyin Atay hocanın deyimiyle “ namazı ümmetin başına bela ettiler” yerinde sözüne ilave olarak maalesef ifade ettiğiniz gibi evrensel Kuran ahlakını ıskalayıp ekonomik ve politik çıkarlarına son evrensel din islamı bazı ritüellerle/ ayinlerle geleneksel görsellerle “ başörtüsünü de ümmet kadınlarının başına bela ettiler”. İlahiyatçı olarak yazıyorum Kuranda başörtüsü farz değil, tavsiyedir. Başka ifadeyle kadının kendi bireysel hakkı ve aksesuarıdır. Kadını başörtüsü takmaya da çıkarmaya da zorlamak Kurana kadına zulüm, Kurana da aykırıdır. Başta zatınıza sadece Kuran müminlerine mahsus selamlarRecep Can "İslamda Başörtüsü Var Mı" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)---------------------------------------------------"Varlığı var edenin bizlere sunduğu en önemli şey akıl ve vicdandır. Ve her ikisi de birbiriyle doğru orantılı kullanıldığında, sonuç ya yararımıza ya da zararımıza olacaktır. Bireysel ve toplumsal meselelerde bu böyledir diye düşünüyorum.Yazınızı sonuna kadar okudum ve yorumlarınıza aynen katıldığımı ifade etmek isterim. Başörtüsü meselesi de, akıl ve vicdan çalıştırılması sonucunda bağnaz bir anlam yüklenerek, Kur'an'dan mış gibi sunulması yobazlık anlayışının tezahürüdür.Kılık kıyafet, her durumda/konumda örf ve adetlerden kaynaklanan görsele dayalı şekilsel bir beşeri tercihlerden biridir.Sonuç olarak, ahlâkî davranışın 'güzele bakmak'ta değil, güzel bakmakta olduğunu anlamaktır...Sayglr.(Hasan Torun "İslamda Başörtüsü Var Mı" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)---------------------------------------------------------Teşekkür ediyorum beyefendi, sağolasın, saygılar sunuyorum,Yıllardır bir kadın olarak dikkatle didik didik ettim tüm "örtü" ile alakalı âyetleri.Dünya süsleri ve şehvetine erkeğin daha fazla düşkün olduğu Âli İmran 14. âyette de değinilmiştir! Üzüntü verici olan, kadınların da Kur'an'ı okumadan ikaz önceliğini araştırmadan, bu tuzağa düşmeleri ve kabullenmeleri.Kadınların kullanmakta oldukları geleneksel ve bölgesel olan örtüyü Kur'an getirmemiş, sadece mevcut geleneksel örtünün bir ucunu, ziynetler olan mücevherleri ve göğsü örtmek üzere indirtmiştir!!!Nur 60. âyette ziynetlerin, ayrıca mahrem yerler olduğu açıkça belirtilmektedir.Ve dikkat edilirse bu emri Allah, kendi rızası için istememekte, kendini bilmez densiz erkekler tarafından rahatsız edilmesinler diye kadınlara tavsiye etmektedir!!!Yani tesettür, tedbir için önerilmektedir!!!Ayrıca Nur 31.ayet ile, Müslüman kadınlara özgü ve onları diğer inançlı kadınlardan ayıracak "dini bir kıyafet önerisi" de yoktur..Kıyafetin din temelli olmadığı ve Allah'ın elbiseye değil, takvaya baktığı sizin de yazdığınız gibi Hocam Araf 26.ayette vurgulanmıştır.Size yürekten katılıyorum..Kaleminize sağlık..İyi ki varsınız Hocam..Saygı ve hürmetlerimi sunuyorum..."(Sems Yazgan "İslam'da Başörtüsü Var mı" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)
11 Mayıs 2022 Çarşamba
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ206.YAZI) Lokman Süresi 14-) Biz insana, ana babasına güzellikle davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır. (Şükür, dil ile yapılan bir şey değildir. Fiil ve amelle yapılan bir görevdir. Yani onlara itaat edecek, meşru isteklerini yerine getirecek, onlara saygı duyacak, onları üzmeyecek, onlara öf bile demeyecektir.) 15-) Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana şirk koşman için mücadele ederlerse, onlara itaat etme. Dünyada onlarla mâruf dairesinde arkadaşlık yap. Fakat bana yönelenlerin yoluna tâbi ol. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm. 16-)(Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişti:) Yavrucuğum! Yaptığın amel (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır. 17-) Yavrucuğum! Salât'ı ikâme et yani mâruf ile emret ve münkerden nehyetmeye çalış, başına gelen musibetlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdendir. 18-) Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme yani sakın yerde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez. 19-) Yürüyüşünde tabiî ol yani sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en hoş olmayanı merkeplerin sesidir. (İnsanın bağırarak yani insanları rahatsız ederek konuşması eşeklerin sesinden daha kötüdür. Aslında hoş görülmeyen eşeğin sesi değil, bağırmasıdır.) 20-) Allah’ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) size musahhar kıldığını yani nimetlerini rengârenk, açık ve gizli olarak emrinize verdiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -ilmi, hidayet edici yani aydınlatıcı bir kitabı olmadan- Allah (vahiy) hakkında mücadele eden kimseler vardır.(Âyette geçen mucadele, mezhepçi müşriklerin Kur'an'ı kabul etmeme inatlarına işaret ediyor. Onlara nasıl bir delil ile gelirseniz gelin din atalarının yolundan asla bir sapma göstermiyorlar. Aşağıdaki âyet bu duruma açıklık getiriyor.) 21-) Onlara "Allah’ın indirdiğine tâbi olun" denildiğinde: Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuza tâbi oluruz, derler. Ya şeytan,(din ataları) onları sair ateşinin azabına dâvet ettiyse! (Âyetlerde bulunan şeytan, dâvet, ittibâ, ibadet, itaat, yandaş olma evliya ittihaz etme gibi ibarelerle geçiyorsa, şeytanın ete kemiğe bürünmüş şekli olan din adamları anlamına gelmektedir. Haset, kin, düşmanlık, dürtü, vesvese, gurur, kibir, kötü düşünce, cimrilik gibi ibarelerle beraber geçen şeytan, zihinsel şeytan anlamında kullanılmıştır.) 22-) Güzel ahlak sahibi olarak, tüm benliğiyle yönünü Allah’a (vahye) teslim eden kimse, şüphesiz ki, en sağlam kulpa yapışmıştır yani bütün işlerin sonu Allah’a varır. 23-) Kâfir olanın küfrü seni mahzun etmesin. Onların dönüşü ancak bizedir. İşte o zaman yaptıklarını kendilerine haber veririz. Allah göğüslerde olanı şüphesiz ki çok iyi bilir. 24-) Onları biraz yararlandırır, sonra kendilerini ağır bir azaba sürükleriz. 25-) Andolsun ki onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, mutlaka "Allah..." derler. De ki: (Öyleyse) hamd da yalnız Allah’a özeldir, ama onların çoğu bilmezler. 26-) Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah’ındır. Bilinmeli ki, Ğani ve Hamid olan Allah’tır. 27-) Şayet yerdeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allah’ın sözleri (mesajı yazmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah Aziz'dir, Hakim'dir. 28-) Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak tek bir nefsin yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Unutulmasın ki, Allah her şeyi bilen ve görendir. 29-) Bilmez misin ki Allah, geceyi gündüze ve gündüzü geceye geçirmektedir yani Güneşi ve ayı da (emrinize) musahhar kılmıştır. Bunların her biri belli bir vâdeye kadar (yörüngesinde) akmaya devam etmektedir. Yani şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. 30-) Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir; O’ndan başka ibadet ettikleri ise hiç şüphesiz bâtılın ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür. ALLAH'U-EKBER" DEYİMİNİN İSLAMDA YERİ VAR MI?Aynen "Muhammed'e salavat getirme, Muhammed'e salavat çekme" gibi, Şia ve Ehl-i Sünnet'te "Tekbir" olarak şöhret bulmuş olan "Allah-u Ekber" deyimi "Allah en büyüktür, ilâhların en büyüğü Allah'tır, Allah daha büyüktür" gibi anlamlara gelmektedir. Aziz ve Mübin kitabımızda yüce Allah şöyle buyuruyor."En güzel isimler (el- esmâu'l- hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na güzel isimlerle dâvet edin. (O'na güzel isimlerle dua edin, yalvarın) O'nun isimleri hakkında ilhada sapanları (bana) bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır"(Araf- 180)Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Kur'an'da manasını tahrif etmedikleri bir âyet, içini boşaltmadıkları bir kavram bırakmadıkları için, Kur'an'ı tek kaynak kabul eden akıllı ve mantıklı her insan onların inanç ve söylemlerinden şüphe etmeye hak kazanıyor.Gerçekten de Kur'an'da Allah'ın onlarca ismi ve sıfatı varken Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri neden Kur'an'ın hiçbir âyetinde yer almayan "Ekber" sıfatını kullanmışlardır?Mesela: Kerim, Rahim, Alim, Hakim, Azim, Aliyyu'l Kebir gibi isimleri onlarca âyette tekrar edilirken, neden bir âyette bile yer almayan "Ekber" kavramı seçilmiştir.Acaba bu "Ekber" sıfatı evliya ve ilâhların gücüne iman eden Mekke müşriklerinin inanç ve geleneğinden gelmiş olmasın.Çünkü Mekke müşrikleri evliya ve ilâhlara iman etmekle birlikte "ilâhların en büyüğünün Allah olduğuna" inanıyorlardı.Onlar, "tek ilâh inancına" yani "hanif İslam'a" ve "hâlis dine" karşı geliyorlardı."Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar ve kafirler: Bu pek yalancı bir sihirbazdır! İlahları tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu çok acayip bir şeydir! dediler"(Sâd-4,5)Müşrikler, evliya ve ilâhlarını Allah ile aracı ve şefaat edici olarak kabul etmelerine rağmen, "Allah'ın en büyük ilâh" olduğunu, zor durumlarda istek ve niyazların sadece onda son bulacağını biliyorlardı."Hani (o müşrikler) bir zaman da: Ey Allah'ım! Eğer bu kitap senin katından gelmiş bir hak ise üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir! demişlerdi"(Enfal-32)"Nebi"ye yardım ve destek olmayı..." emreden tarihsel ve bölgesel hayatla ilgili bir âyeti (Ahzab-56) "Muhammed'e salâvât getirme, Muhammed'e salavat çekme olarak değiştiren, Nebi'ye yardım ve destek olan salât'ı, genelleştiren, evrenselleştiren, Muhammed'e salavat çekmeğe çeviren ve ibadet olarak namaza koyan ve hutbeye farz olarak ekleyen..." bir zihniyetten her cehâlet beklenir.Medine'de yaşayan müminlere "Nebi'ye yardım etmelerini ve destek olmalarını" ifade eden yöresel ve tarihsel bir emri, evrensel bir ibadete dönüştüren bir cehaletten her türlü kötü ahlak beklenir.Aslında Kur'an'ın hiçbir âyetinde Resul misyonundan bağımsız olarak Muhammed (a.s) ın şahsiyeti övülmez.Kur'an, hiçbir âyette Muhammed (a.s) ın kimliği üzerinde olumlu bir şey söylemez.Hatta yolunu şaşırmış bir durumda ne yapacağını bilmez bir halde iken vahiy ile yol gösterdiğini ve hidayete ulaştırdığını söyler.(Duha-7)Kur'an'ın konusu Muhammed'in kimliği ve şahsiyeti değildir.Kur'an'ın esas konusu Nübüvvet ve Risalettir.Çünkü vahye göre önemli olan Muhammed (a.s) değil, Nübüvvet makam ve mertebesi, vahiy ve Risâlet misyonudur.Muhammed ( aleyhisselâm) ı değerli kılan şey Nübüvvet makamı ve Risalet görevidir.Dolayısıyla son vahiy olan Kur'an'da Muhammed yoktur, Nebi ve Resul vardır.Şia ve Ehli Sünnet âlimleri çok basit olan bu gerçeği bile anlamaktan âcizdirler. Yine aynı şekilde kabir hayatının olmadığını anlatan yüzlerce âyete rağmen kabir azabını kabul etmeyen vahiy ehli muvahhidleri sapık olarak gören bir anlayışın hiçbir ictihadına güven duyulamaz. En önemlisi din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet bulunmasına rağmen Allah Resulü adına iftira edilen rivayetleri kabul etmeyen muvahhidleri kafir olarak gören bir akıl ve mantıktan şüphe etmek önemli bir basiret ve büyük bir şuurdur. Mesela: Âyetlere rağmen, Allah Resulü (a.s) diğer elçilerden kendisini ayırıp üstün gösterir mi? Yani Allah Resulü Muhammed ( a.s) ezanda kendi adını sürekli tekrar ettirerek diğer Resüllerden üstün olduğunu ilan ettirmesinin mümkün olmadığını söylüyorum.Kur'an'ın emirleri karşısında kılı kırk yaran ve tek bağlantısı Allah'ın mesajı olan, indirilen vahye tâbi olmakla emrolunan Nebi(a.s) diğer Resüllerden üstün olduğunun imajını yaratır mı?Çünkü Allah Resulü (a.s ) kitabın hikmetini en iyi bilen ve onu en güzel bir şekilde yaşayıp örnekliğiyle ortaya koyan kişidir. Dolayısıyla Allah Resulü'nün şu Rabbani vahye muhalefet edeceğini hiçbir kimse iddia edemez. "...onlardan (Resullerden) hiçbiri arasında fark gözetmeksizin iman ettik ve biz sadece Allah'a teslim olduk, deyin"(Bakara-135 )"Resul, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de ( iman ettiler) Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resullerine iman ettiler. Allah'ın Resullerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız..."(Bakara-285)"Allahu Ekber" deyimi, "Allah en büyüktür" anlamına geldiği için başka ilahların varlığını kabul etme gibi bir şirkin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.Tamda Mekke müşriklerinin kabul ettikleri bir imandır. Halbuki yüce Allah "...ve ennellâhe huvel aliyyul Kebir" "gerçekten Allah çok yüce ve büyüktür" ( Lokman-30) buyurmaktadır. Dolayısıyla "tekbir" "Allahu Ekber" değil, "Allâh'ul Aliyyul Kebir" olması gerekir. Benim bu görüşlerimi garip olarak gören arkadaşların Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehiderinin rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'a tamamen aykırı düştüklerinin bilincine sahip olmadıklarından dolayıdır.Evet Şia ve Ehli Sünnet âlimleri yüzlerce âyete zıt rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'ın zerresini anlamaktan ebediyen uzak tutulmuşlardır.(Kehf-57)31-) Size birliğinin âyetlerini göstermesi için, Allah’ın faziletiyle gemilerin denizde akmasını görmedin mi? Şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için âyetler vardır. 32-) Dağlar gibi dalgalar onları kuşattığı zaman, dini tamamen Allah’a özel kılarak (ihlâsla) O’na dua ederler. Allah onları karaya çıkararak kurtardığı vakit içlerinden bir kısmı orta yolu tutar yani bizim âyetlerimize, ancak acımasız (vicdansız) kafirler karşı gelir. "İHLAS" "Allah'a iman ettik" demelerine rağmen, insanları müşrik yapan şey nedir?Bu soruya Kur'an'ın cevabı şöyledir."Allah'ı bırakıp (yöresinde- berisinde bilginlerini) hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek bir Allah'a kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştuklarından uzaktır"(Tevbe-31)"Onlar Allah'ı bırakıp (yöresinde- berisinde) kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere kulluk ediyorlar ve: Bunlar, Allah'ın indinde bizim şefaatçilerimizdir, diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? (Hâşâ) O, onların şirk koştuklarından uzak ve yücedir"(Yunus-18)"...O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar(evliya) edinenlere: Onlara bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve alabildiğine hakkın üzerini örten kimseyi hidayete erdirmez"(Zümer- 3)Zaten batıl ve şirk dine, yani beşerî ictihad ve hükümlere, yani mezheplerin uydurma dinine fanatik bir şekilde bağlı olmayan müşrik olamaz.Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet'in sözde âlimleri gibi, tarihin bütün müşriklerinin yaptığı tek şey, dinde ve hükümde Allah ile aralarına din büyüklerini ve müctehidlerini aracılar koymak suretiyle, Allah'ın hükümleri yerine onların hüküm ve içtihatlarına bağlı olarak yaşamaları idi. Ehl-i Sünnet ve Şia'nın âlimlerine dinle ilgili bir şey sorulduğunda, hiç bir zaman Allah'ın kitabına bakma ihtiyacı hissetmezler.Dinî konularda Kur'an'a müracaat etmeyi gerekli görmezler.Allah'ın kitabı sadece cenaze merasimlerinde ve Kur'an'ı güzel okuma yarışmalarında akıllarına geliyor. Kur'an bunların yanında bilinecek ve yaşanacak bir hayat sistemi değil, kağıt ve cildine tapılacak bir nesne gibidir. Dinî bir sorun olduğunda din adamlarının o konudaki inanç, fikir ve ictihadlarına bakarlar.Halbuki Resullere indirilen tüm vahiy'lerde en çok dikkat çekilen şey "dinde ihlas sahibi olmalarıydı" yani "dini sadece ve sadece Allah özel kılmaları" idi. "Ey Resul! Şüphesiz ki, kitab-ı sana hak olarak indirdik. O halde sende dini Allah'a özel kılarak (İhlas ile) kulluk et. Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır"( Zümer- 2,3)Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'ın bütün kavramlarının manalarını tahrif etmişlerdir.Bozdukları ve anlamını yamulttukları en önemli kavramlardan birisi de "ihlas" kavramıdır. Onlara göre "ihlas" "samimi olmak" ve "ibadetleri yalnız Allah için yapmaktır" Halbuki Kur'an'ı Mübin'de "İhlas" kavramı "dini yalnız Allah'a özel kılmak, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak etmemek" anlamında kullanılmıştır. Yani "İhlas" kavramı "ameli" bir kavram değil, "imâni" ve "itikadi" bir kavramdır. Eğer din yalnız Allah'a özel kılınmış olsaydı, ibadetler otomatikman Allah için yapılmış olacaktı. Onun için "ihlas" kavramı Kur'an'da her zaman din ile beraber anılarak dinin Allah'a özel kılınması ile ilgili bir kavram olduğu açıkça ortaya konmuştur."Halbuki onlara (tarihin bütün ümmetlerine) ancak, dini yalnız O'na özel kılarak hanifler (her türlü şirkten arınmış) olarak Allah'a kulluk etmeleri, salat-ı ikame etmeleri ve zekat vermeleri emrolunmuştu. İşte (toplumu) ayağa kaldıracak sağlam din budur"( Beyyine-5)"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin, diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı..."( Şura- 13)Dinde İhlas sahibi olmanın yani dini Allah'a özel kılmanın tek yolu sadece Allah tarafından indirilen âyetlere uymaktır."Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) tabi olun. O'nu bırakıp da (yöresinde- berisinde) başka dostların (evliya) peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz" ( Araf-3) "Ey Resul! Sen, sana vahyedilene tâbi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"( Yunus- 109) "Ey Resul! Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"( En'am-106)"Ey Resul! Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz ki sen ( Kur'an) sayesinde dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"(Zuhruf-43,44)Dolayısıyla bize şah damarımızdan daha yakın olan Rahmân ve Rahim olan Rabbimizle aramıza hiç kimseyi aracı olarak koymaya hakkımız yoktur. Kur'an eski zamanların müşriklerini anlatırken, Allah Resulü'nün dönemindeki Mekke müşriklerine "Gördüğünüz gibi şimdi sizin yaptıklarınızla kadim müşriklerin yaptıkları arasında herhangi bir fark yoktur" demiş ve şirkin sadece geçmiş milletler'de kalmış bir fiil olmadığını ortaya koymuştur. Benzer şekilde Kur'an, Musa (aleyhisselam)a iman ettiklerini iddia ettikleri halde ona yapmadıkları eziyeti bırakmayan Yahudileri anlatırken, Muhammed (aleyhisselam)a iman edenlere "Ey iman edenler! Sizde Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın..."(Ahzab-69) uyarısında bulunmuş oluyor. Dolayısıyla ilk anda Mekke müşriklerini muhatap alan yukarıdaki âyetler, onlardan sonraki bütün zamanlarda hatta kıyamet gününe kadar dünyanın herhangi bir yerinde aynı fiil yapacak herkesi doğrudan muhatap almaktadır. O gün müşrikleri uyaran yüce Allah, bugün aynı şirki işlemeye meyilli iman edenleri uyarmaktadır.Öyleyse bu durumda olanlar "O günkü müşrikler için indirilmiştir, bu âyetler Yahudiler için nâzil olmuş, şu süre israiloğulları ile alakalı gelmiş, Hristiyanlar için indirilmiş âyetleri bize okuma" deme hakkına sahip değillerdir.Aslında böyle diyenler Kur'an cahilidirler.Çünkü yüce Allah bu âyetleri kiyamet gününe kadar geçerli olarak indirmiştir."De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür? De ki: ( Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu..."(En'am-19)"Ey Resul! Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçi gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler"(Sebe-28)33-) Ey İnsanlar! Rabbinize karşı takvalı olun. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Bilin ki, Allah’ın vâ'di haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın yani şeytan,(din adamları) Allah’la sizi aldatmasın. 34-) Saatın ilmi, ancak Allah’ın indindedir ve yağmuru O indirir yani rahimlerde olanı O bilir ve hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(205. YAZI)Lokman Süresi 34 Âyet Olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla1-) Elif. Lâm. Mîm. 2-) İşte bu âyetler, Hakim kitab’ın âyetleridir. 3-) Güzel ahlak sahipleri için bir hidayet ve rahmet olmak üzere (indirilmiştir). 4-) O kimseler, salât'ı ikâme eder yani zekât'a (arınmaya) gelirler; onlar ahirete de yakin getirirler. 5-) İşte onlar, Rableri tarafından bir hidayet üzerindedirler yani onlar kurtuluşa erenlerdir. 6-) İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilme dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için eğlence olarak hadis satın alır. İşte onlara alçaltıcı bir azap vardır. 7-) Ona âyetlerimiz tilâvet edildiği zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi kibirlik taslayarak yüz çevirir. Sen de ona elim bir azapla müjdele. 8-) Şüphesiz, iman edip yani salih işleyenler için naim cennetleri vardır. 9-) Allah'ın hak bir vaadi olarak orada devamlı kalacaklardır. O, Aziz'dir, Hakim'dir. 10-) O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, size (rızıklar) sunsun diye yerde geniş araziler (ovalar) yerleştirdi yani orada her çeşit canlıyı yaydı ve gökten su indirip, orada her kerim (değerli) çiftten bitirdik. 11-) İşte bunlar Allah’ın yarattıklarıdır. Şimdi (ey müşrikler!) O'nun dununda (yanında berisinde ilâh olarak iman ettiklerinizin) neler yarattıklarını bana gösterin! Bilakis! Zalimler apaçık bir sapkınlık içindedirler. 12-) Andolsun biz Lokman’a: Allah’a şükret! diyerek hikmet verdik yani kim şükrederse, ancak kendisi için şükretmiş olur. Ve kim kafir olursa şüphesiz ki, Allah Ğani'dir, Hamid'tir. 13-) Lokman, oğluna vaaz vererek: Yavrucuğum! Allah’a şirk koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti. ŞİRK BÜYÜK BİR ZULÜMDÜR. Dinin himayesine sığınarak kutsala hürmet adı altında açık şirke gidilmesi Kur'an'ın dikkat çektiği en büyük ve en önemli tehlikelerden biridir. Kur'an, yüzlerce âyette gösteriyor ki, şirkin failleri daima din temsilcileri olmuştur. Zaten din ile bağlantısı olmayan müşrik olamaz.Kuran'ı Mübin doğrudan ve açık olarak bu din temsilcilerine lânet okumaktadır.(Bakara-159/174)Kur'an haber vermektedir ki, Resüller mirası, fosiller hakimiyetiyle içinden çürütülmüş ve faturası Allah'a kesilen din, her zaman ve zeminde şeytana ve zulme hizmet eden bir yıkım aracına dönüşmüştür. İşte İslam dünyasının asırlardan beri hüsrandan hüsrana ve akıl almaz katliamlara sürüklenmesinin gerçek sebebi burada yatıyor. Şirk, hulul inancı ve batınilik, İslâm dininin yozlaştırıldığı anda ortaya çıkan dinin adıdır. Tevhid dininde yani ilahi yani vahye dayalı hanif dinin herhangi bir ilkesinde vücut bulan bir yozlaşma o dini tartışmasız biçimde şirke bulaştırır. Yozlaşan hâlis dinin yeni kimliği kesinlikle şirk olacaktır. Musa (a.s) a, İsa (a.s)a ve tüm Resüllere indirilen vahyin akibeti bu bulmuştur. Olmasaydı ardarda elçiler gönderilmezdi. Bundan dolayı insanlığın din adına Kur'an'dan başka gidilecek bir yeri başvuracak sağlam bir kaynağı bulunmamaktadır. Kur'an'dan nasip yoksa, varılacak sonuç ya şirk veya tümden Allah'ın inkar edilmesi olacaktır. Şu mesele gerçekten çok önemlidir. Şirk Kur'an'ın gösterdiği şekliyle bilinmedikçe, İslam'ı ve tevhid'i Kur'an'ın gösterdiği şekliyle anlamak mümkün değildir. Şia ve Ehl-i Sünnet dünyası, Kur'an'ın ortaya koyduğu şekliyle şirki tanımıyor. Tanıma yönündeki tüm gayretleri bilinçli ve şuurlu bir iradeyle sonuçsuz bırakılıyor. Çünkü şirk ve hulul inancının mahiyeti halk tarafından anlaşıldıkça onlara İslam adı altında yaşatılan dinin esasında şeytanların dinî olduğu ortaya çıkacaktır. Böyle bir şuur ve iman dünyada bulunan bütün çıkar dengelerini sarsacaktır. Şirki tanıma seferberliği, Kur'an'ın mü'minlerden istediği en büyük ve en zorlu seferberliği olduğunu asla unutmayalım.Şirk, tasavvuf, zühd, zikir maskesi adı altında tarikatlar eliyle en kolay yayılan bir cehalettir.Kur'an'a göre yayılmayı kolaylaştıran şirk ve hulul çevrelerinin dünyalık nimetlere bol bol sahip bulunmaları ve dinleri olan batıl inancı yaymada bu maddi servet ve nimetlerden yararlanmalarıdır. Sahte ilahların dünyalık dağıtarak inançlarını yaymada başarılı olduklarını bizzat Kur'an tarafından şu şekilde ortaya konmaktadır."O gün Rabbin onları ve Allah'ın yanında, altında, berisinde taptıklarını toplar da, der ki, şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan çıktılar? Onlar seni tesbih ederiz senin yanında, seninle beraber başka evliya edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda seni anmayı unuttular ve helakı hak eden bir toplum oldular" (Furkan- 17-18 )Kur'an'ın düşmanı zulüm, en büyüğü düşmanı ise zulmün en karanlık olanı şirktir. "Doğrusu şirk büyük bir zulümdür" (Lokman- 13) Şirk ve hulul inancı bütün zulümlerin anasıdır. Özellikle hulul inancı ve batınilik sürekli zulüm ve kaos üreten lanetli bir doğurgandır
9 Mayıs 2022 Pazartesi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(78.YAZI) "Ali hocam! Gerçekten çok anlaşılır bir paylaşım olmuş.Kitap Resül, beşer Resul kavramlarını âyetler ışığında muhteşem anlatmışsınız.Hocam! Allah razı olsun.Tâbi ki" anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az" diye bir söz vardır.Bizim dindar takımı Muhammed'i ve Nebi'yi ölesiye savunurlar. Resül Muhammed'i ve Resül Kur'an'ı ise, maalesef ki anlayamadılar.Kur'an'ın ne dediğinden zerre kadar akletmeyenler Nebi (a.s) adına uydurulan hadislere inanarak, gerçek Resülü sırtlarının arkasına atmaktadırlar. Kur'an'ın öğretisine körleşerek kulak arkası ediyorlar. Bu nasıl bir iman şeklidir.Hayretler içinde kalıyorum. Teşekkürler Ali Bey!Gerçekten her gün paylaşımınızı iple çekiyorum.Gerçekten paylaşımlarınızla öğretilerimi ayrıntılı ve detaylı olarak daha iyi anlıyorum. Allah razı olsun Ali bey"(Fatma Elmas "Kur'an-ı Mübin'in Anlamı" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ----------------------------------------------------------Hocam! Bu paylaşımda muhteşem olmuş, âyetleri içeriğinden saptırıp kendi uyduruk inançlarına delil yapanlar zalimlerin ta kendileridir.Olayı çok güzel anlatıp, gerçeği ortaya koymuşsunuz. Allah'ın lâneti âyetleri kendi dinlerine uyduranlar, din adına hüküm verenler üzerindedir. Böyle paylaşımlarla bilgi sahibi oluyoruz.İnanın ki şaşkınlık içinde okudum, bu nasıl bir uydurmadır? Bu nasıl bir çarpıtmadır?Hocam! Bu âyet hakkında bu yorumları ilk defa okuyorum. Teşekkürler Ali Bey! Gerçekten bizleri bu konular hakkında da bilgilendirdiğiniz için Allah razı olsun. Bunlar çok önemli bilgiler.Nebi (a.s) a indirilen Allah'ın anayasasını bilimsel temelde insanları bigilendirdiğin için sana ve senin gibi hocalara teşekür ederım.(Mehmet Turan "Kur'an'ın Resül Anlamında Kullanıldığı Âyetler" Yazısına Yaptığı Yorum) ----------------------------------------"Önce aklınıza sağlık diyor, yazdıklarınıza teşekkür ediyorum..."Yazınız düştüğünde; Kur'an bağlamında kurduğunuz her cümlenizi içtenlikle okuyor ve kendimce sorgulayarak, yaşamın her alanında bizlere mürşit olan Kur'an'ı, asla gösteriş olsun anlayışıyla değil, çok daha iyi anlamaya çalıştığımı düşünüyorum..." Ama hâlâ, "cep telefonu ile tuvalete gidilmez" diyen 'Kur'an cahilliği' içinde olan, yakınlarımız da olanlar var. Onlarla birlikte olmak da, onlar adına ne yazık ki bizleri üzüyor..." Tekrar teşekkürler. Kur'an bize yeter. Aklın ve bilimin ışığında hareket ederek, hayata sağlıklı bakanlara esenlikler diliyorum. Saygılar. (Hasan Torun) --------------------------"Said Nursi kibrinde Firavunu da solladı.Salla sallayabildiğin kadar.Said Nursi'nin müritleri, öncelikle Sultan Abdülhamid'den, cami ve medrese yapacağım diye aldığı paranın akıbetini sorgulasınlar..!! Bu din tüccarı hırsız, dini ifsad ettiği yetmiyormuş gibi, peşinden yüzlerce cahili de sürüklemiş ve İslam'a Ebu Cehil'den daha fazla zarar vermiş ve muhtemelen yabancı istihbaratların kölesi olmuş (tıpkı öğrencisi fetö gibi) hain ve münafık biridir..." (Murat Karadağ "Risâle-Nur'da Bulunan Şirk, Hurafe ve Yalanlar" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) --------------------------------------"Önal Sevinç! Sen önce git Said Nursi denen taptığın tanrının Abdülhamid den cami yapacağım diye tırtıkladığı paranın akıbetini öğren..." Bu milletin sizin ve tanrılarınızın zırvalarından bıktığını da unutmayın! Kendileri sahtekar olduğu yetmezmiş gibi, birde geride yüzlerce sahtekar bırakıyorlar..."Haa kimse bu gibi budalalara nezaketle davranmam gerektiğini söylemesin!Herkese anladığı dilden konuşmak sünnetullahın karakteridir ve biz onu uyguluyoruz..!!Murat Karadağ "Risâle'i Nur Külliyâtında Bulunan Şirk, Hurafe ve Yalanlar" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)-------------------------------------------------"Hocam! Rabbim ilminizi artırsın inşaallah.Karşı çıkanlara aldırma birkaç gün önce bir köye gittim vallahiKöydeki insanlar bile artıkanlamaya başladı Ebu Hanifeyi yani Numan bin Sabit'i kafir ilan edenlerin torunları Hüseyin Atay hocayı Yaşar Nuri Öztürk hocayı şimdilerde AliAydın ve daha niceleri.Bunlar Kur’an’ı bilen ilim ehli insanlar. Hatasını gören ve düzelten insanı kutlamak yerine onu kınamak ve ona saldırmak ise acizliğin göstergesidir. Selam olsun vahye uyanlara(Ibrahim Serin "Salât Namaz Değildir" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ---------------------------------------------------"Hocam! Artık Kur'an kavramları Allah'ın inayeti ve salih kullarının çabasıyla gün yüzüne çıkıyor.Hurafelerin, hikayelerin, atalardan gelen hezeyanların karanlığıartık vahyin ışığıyla yırtılmakta, fecre kadar melekler bir bir inmektetan yeri ağarıncaya kadar......... Rabbimiz ibadeti gösterdiğiniz yüzlerce âyette detaylı, yalın ve kolay bir dille anlatmışken, bin yıldır bu âyetler insanların kulaklarında çınlatılmadı" (Adem Gölen "İbadet Nedir?" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)-----------------------------------------"Allah'ın sizlere vermiş olduğu Kur'an, vahy, Nebi, Resül bağlamındaki ilmi derinlikler beni derinden etkiliyor. Subhanallah, Elhamdulillah, Allahul Aliyyul Kebir. Her paylaşımınız beni derinden etkiliyor. Allah, gönderdigi kitabını açık seçik, menfaat temin etmeden, çıkar gözetmeden anlayıp anlatan âlimlerimizden ebediyyen razı olsun. Cennetiyle mükafatlandırsın inşaallah. Saygılar selâmetler sunarım Ali Hocam! (Mücahit Güleç)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(204.YAZI) 30-)(Ey Nebi!) Sen yüzünü hanîf (her türlü şirkten arınmış) olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte tolumu ayağa kaldıracak din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.(İlk vahiy ve ilk Nebi'den itibâren hanif dinde bir değişiklik meydana gelmemeiştir. Sadace Kur'an hanif dini çok geniş bir çerçevede açıklamıştır. Yani İslam dini kıyamet gününe kadar son vahiy'le tamamlanmıştır. Fakat şirk böyle değildir. Şirk sürekli olarak değişmekte ve bir bukelemun gibi rengini değiştirmektedir. Her mezhebin, her fırkanın, her cemaat ve tarikatın şirki birbirinden çok farklıdır.) 31-) Hepiniz O’na (vahye) yönelerek O’na (Allah'a) karşı takvalı olun ve salât'ı ikâme edin yani müşriklerden olmayın. 32-) Dinlerini fırka fırka yani şia şia olanlardan olmayın. Bunlardan her hizip, kendilerinde olan (din ve inançla) ile sevinmektedir. (Yani kendi inanç ve itikâdlarının diğerlerinden daha doğru ve üstün olduğunu iddia etmektedirler. Böyle olunca artık dinlerini ve inançlarını bırakıp hakkı ve hidayeti aramanın peşinde olmayacaklardır. İnsanlar amel bakımından hata ettiklerini itiraf ederler. Fakat din ve imanlarının yanlış ve hatalı olduğunu asla kabul etmezler. Dolayısıyla cehennemi görünceye kadar yollarının şirk ve küfür olmadığının mücadelesini yaparlar.) ŞİA VE EHL'İ SÜNNET'İN KUTSALLARI:Sünni'lerin uydurma kutsal kaynakları:Buhari (ö-H-256-M, 869)Müslim (ö-H-261-M-875)Tirmizi (ö-H-279-M-892)Ebu Davud (ö-H 275-M-888)İbni Mace ve Nesai hadis kitaplarıdır.Şii'lerin uydurma kutsal kaynakları:Küleyni'nin(H-328 M-939) kâfi'siEbu Cafer İbni Babeveyh el Kummi (H-381-M-991) nin Men lé yahduruhul-FakihÜçüncü ve dördüncü kaynaklar Ebu Cafer et-Tusi(H-460-M-1067) ye aittir.Bunlar, Tehzibul-Ahkam ve el-İstibsar adlı hadis kitaplarıdır.Buhari'nin sünniler arasında sahip olduğu şöhret ne ise Şiiler arasında da aynı değere sahip Küleyni'nin el-Kâfi adlı eseridir.Ehli sünnet dininde dört halife ile Ebu Hüreyre, Enes bin Mâlik, Talha bin Ubeydullah, Muaviye bin Ebi Süfyan gibi sahabeler kutsal olarak görülür.Ehl-i Sünnetin kaynaklarına göre on sahabe Allah Resulü tarafından cennetle müjdelenmiştir. Şia'nın hadis kaynaklarına göre ise Ali dışında kalan dokuz sahabe cehennem ile müjdelenmiştir. Aynı zamanda Sünniler kaynakları itibariyle bütün sahabeleri gökteki yıldızlar gibi masum ve günahsız olarak telakki ederler.Şia ise Gadir Hum'da Hz. Ali'nin imamet ve hilafetine biat ettikten sonra Sakifede Ebu Bekir'i halife olarak seçtikleri için dördü dışında bütün sahabelerin dinden dönüp zalim olduklarını iddia ederler.Şia'nın hadis kaynaklarına göre mürted olmayan dört sahabi şunlardır.Ebu Zer el Gifari, Mikdat bin Esved, Selman-ı Fârisi, Ammar bin Yasir.Şia'ya göre Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz Fatma ve beklenenMehdi (Mehdi-i Muntazır) ile birlikte geri kalan dokuz imam Allah tarafından bütün günahlardan tertemiz kılınmışlardır. Sahih kaynaklarına göre delil şu âyettir.",,,Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"(Ahzab, 33)Şia'ya göre, Kerbela, Kum, Küfe gibi şehirler kutsaldır.Ehli sünnet'e göre Şam, Kudüs gibi şehirler kutsaldır.Şia'ya göre Ali bin Ebi Talib Allah'ın arslan'ıdır.Ehli sünnet'e göre Halid bin Velid Allah'ın Kılıcıdır. Sünni'lere göre Mekke ve Medine, Şia'ya göre ise Küfe ve Kerbela haremeyn'dir. Şia'nın kaynaklarına göre Fatma gelmiş geçmiş bütün kadınlardan daha üstün bir fazilete sahiptir. Ehli Sünnete göre ise bu dereceye Aişe sahiptir. Bu listeyi bir hayli uzatmak mümkündür.Allah'ın, Kur'an'ı Mübin'de neden Yahudi ve Hiristiyanlara çok fazla yer ayırdığını merak eden, Şia ve Ehli Sünnetin kaynaklarına, inançlarına ve ahlaklarına bir baksın. İnsanlık tarihinde Şia ve Ehli sünnet dini kadar birbirine zıt ve birbirlerine düşman başka bir toplum gelmemiştir. İlim adamları için Kur'an'da "Yahudiler" ve "Hristiyanlar" diye yazılır, "Şiiler" ve "Sünniler " olarak okunur. Gerçi on dört asır önce Kur'an Allah tarafından Muhammed (a.s) a yani yeryüzüne nazil olmuştur. Fakat maalesef Kur'an, hâlâ Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin yani âlimlerinin kalplerine inmiş değildir. Şia ve Ehli Sünnet, Allah'ın kitabından ve hidayetinden mahrum olarak, uydurma kutsal kaynakları sebebiyle kıyamete kadar aralarında bir kardeşlik olmayacak ve beyinlerinde barış kurulmayacaktır.33-) İnsanların başına bir zarar gelince, Rablerine yönelerek O’na dua ederler. Sonra Allah, kendinden onlara bir rahmet (nimet ve bolluk) tattırınca, bakarsınız ki onlardan bir fırka yine Rablerine şirk koşuyorlar. 34-) Kendilerine verdiklerimize kâfirlik etsinler! (Dünyadan) yararlanın; ama yakında bileceksiniz! 35-) Yoksa onlara bir sultan (vahiy) indirdik de, o (sultan), müşrik olmalarını mı söylüyor? 36-) İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda ona sevinirler. Şayet kendi ellerinden ötürü başlarına bir kötülük gelirse hemen ümitsizliğe düşüverirler. 37-) Görmediler mi ki Allah, rızkı dilediğine yaymakta, dilediğininkini de takdir etmektedir.(ölçülü vermektedir) Şüphesiz iman eden bir kavim için bunda âyetler vardır. 38-) O halde sen, akrabaya, miskine, yol evladına hakkını ver. Allah’ın vechini isteyenler için bu, en hayırlısıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. 39-) İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir riba, Allah katında artmaz. Fakat sadece Allah’a yönelmeyi isteyerek zekâta (arınmaya) geldiğinizde ise, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat kat arttıranlardır. 40-) Allah, (o yüce varlıktır) ki sizi yaratmış, sonra rızıklandırmıştır; sonra O, sizi öldürecek, sonra da sizi (tekrar) diriltecektir. Peki sizin (Allah’a şirk koştuğunuz) şerikleriniz içinde bunlardan birini yapabilecek var mı? Allah onların şirk koştuklarından subhandır yani yücedir. 41-) İnsanların bizzat kendi elleriyle kazandıkları yüzünden karada ve denizde fesat zâhir oldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (yaptıkları tahribattan geri) dönerler. 42-) (Ey Resül!) De ki: Yerde gezip dolaşın da, daha öncekilerin âkıbetleri nasıl oldu, görün. Onların çoğu müşrik idi. 43-) Allah'tan dönüşü olmayan bir gün (kıyamet günü) gelmeden önce yönünü (o toplumu) ayağa kaldıracak dine çevir! O gün bölük bölük ayrılacaklardır. 44-) Kim kâfir olursa, kâfirliği kendi aleyhinedir. Salih ameller işleyenlere gelince, onlar da kendi nefisleri için (cennetteki yerlerini) hazırlamış olurlar. 45-) Zira Allah, iman edip yani salih ameller işleyenlere kendi faziletinden mükafatlarını verecektir. Şüphesiz O, kâfirleri sevmez.46-) Size rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler aksın, faziletinden (nasibinizi) arayasınız yani şükredesiniz diye (hayat ve bereket) müjdecileri olarak rüzgârları göndermesi de Allah’ın (varlık ve kudretinin) âyetlerindendir. 47-) Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice Resüller gönderdik de onlara açık beyyineler getirdiler. (Onları dinlemeyen) mücrimlerden de intikam aldık yani müminlere yardım etmek bizim üzerimize düşen bir haktır. 48-) Allah O’dur ki, rüzgârları gönderir, bunlar da bulutu kaldırır. Derken, Allah onu gökte dilediği gibi yayar yani onu parça parça eder; nihayet arasından yağmurun çıktığını görürsün. Allah dilediği kullarından onu isâbet ettirince, onlar hemen sevinmeye başlarlar. 49-) Oysa onlar, daha önce, üzerlerine (yağmur) indirilmesinden iyice ümitlerini kesmişlerdi. 50-) Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak: Yeri, ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de aynen bu şekilde diriltecektir yani O, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 51-) Andolsun ki, bir rüzgâr göndersek de onu (ekini) sararmış görseler, ardından muhakkak kâfirliğe başlarlar. 52-) (Ey Resül!) Elbette sen ölülere duyuramazsın yani arkalarını dönüp giderlerken sağırlara o daveti işittiremezsin. 53-) Yani körleri sapkınlıklarından (vazgeçirip) hidayete iletemezsin. Ancak teslimiyet göstererek âyetlerimize iman edenlere duyurabilirsin. 54-) Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük yani ihtiyarlık veren, Allah’tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir. 55-) Kıyamet koptuğu gün, mücrimler, ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler. İşte onlar, böyle döndürülüyorlardı. 56-) Kendilerine ilim ve iman verilenler şöyle derler: Andolsun ki siz, Allah’ın yazısında (hükmedildiği gibi) yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bugün yeniden dirilme günüdür; fakat siz bilmiyorsunuz. 57-) O gün zulmedenlere mazeretleri fayda sağlamaz yani (kendilerini kurtarabilecek) amelleri işleme istekleri de kabul edilmez.58-) Yani andolsun ki biz, bu Kur’an’da insanlar için her çeşit misali vermişizdir yani onlara bir âyet getirirsen kâfirler kesinlikle şöyle diyeceklerdir: Siz ancak (atalarımızın yolunu) ibtal etmektesiniz. 59-) İşte bilmeyenlerin (hakkı tanımayanların) kalplerini Allah böyle mühürler. 60-) (Ey Nebi!) Sen şimdi sabret. Bil ki Allah’ın vâdi haktır yani yakin sahibi olmayanlar, sakın seni gevşekliğe sevketmesin!(Rum Süresinin Sonu)
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(77.YAZI) "Subhanallah!Çocuklarımızın kurtuluş reçetesi, çok muhteşem paylaşım. Allah razı olsun Ali Hocam. Anlayanlara Allah selametler versin. Keşke bu yazı benim için 30 yıl önceki düşüncem olsaydı.Saygılar sunuyorum hocam! Mücahit Güleç "Cehennemin Mutfağında Geçen Bir Hayat" adlı yazıya yaptığı yorum) --------------------------------------"Ali Hocam!Her paylaşımınız, bilgi deryası, ilham kaynağı, (en azından ben öyle düşünüyorum).Ancak beni üzen bu ve diğer hazine değerindeki paylaşımlar ne yazık ki, yeterince okunmuyor olması. Ben bu yazınızı okuduğumda 35 beğeni 10 yorum yapılmıştı. Bana göre muhteşem içeriklerle dolu bu paylaşımlar hak ettiği ilgiyi görmüyor, şu anda milyonlarca insan bunları okumalıydı. Bu nedenle kahroluyorum ve umutlarım kırılıyor. Sağlıklı ömürler dilerim, selamlar" Hayri Sipahi "Cehennemin Mutfağında Geçen Bir Hayat" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -------------------------------------"Ali Aydın hocam!Dünkü yazının devamı paylaşım yaparak konunun ne kadar vahim olduğunu gözler önüne koyarak insanların uyanmasına vesile oluyorsunuz.Hocam Allah razı olsun. Elinize, emeğinize, yüreğinize sağlık. Saygılar selamlar" Fatma Elmas "Cehennemin Mutfağında Geçen Bir Hayat" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -------------------------------------"Şirk inancı bütün amelleri silip süpüren ve boşa çıkaran inanç ve iman şeklidir.Ne yazık ki iman eden çoğunluk bunun farkında bile değiller.Çünkü yaptıklarını şeytan onlara süslü gösteriyor. Kur'an'ın öğüdüne kulak vermeyenler, ona sarılmayanlar hüsrandadır.Teşekkürler Ali Aydın hocam! Allah razı olsun. Şirk kavramı tevhid inancında en önemli bilgidir. (Fatma Elmas-" Kur'an-ı Mübin'in Meâli" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) -----------------------------------------------------"Ali Aydın hocam!Bu konuyu sizden daha anlaşılır, daha güzel, daha dünyevi anlatabilecek bir din adamını bilmiyorum.Bilenler beni bağışlasın. Bu paylaşımı önyargısız, sindirerek okuyunca ne kadar etkili ve bilgilendirici olduğu anlaşılıyor. Umarım Ehl-i Sünnetin cahil silahşörleri için ilham kaynağı olur. Yüreğinize sağlık" (Hayri Sipahi "Cehennemin Mutfağında Geçen Bir Hayat" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ----------------------------------------"Allah'tan umduklarını, Kur'an'da arayan ilim- bilim insanları, ilimde derinleşip Allah, vahiy ve Resül farklarını ve bağlantılarını ayrıntılarıyla açığa çıkaran degerli ilim insanlarına benim gibilerin o kadar ihtiyacı var ki. Dinimizi Kur'an'dan, vahiy'den yani Resülden ayrılmayan degerli hocalarımızdan öğrenmeye gayret ediyorum. Allah sizlerden razı olsun. Önümü yolumu aydınlatıyorsunuz.Sağol varol Ali hocam! Allah'ın selamı, bereketi, affı üzerimize olsun" (Mücahit Güleç "Salât ve Secde" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ------------------------------------"Ali Aydın hocam!Her zamanki gibi anlatım ve paylaşım muhteşem olmuş.Gerçekten çok ayrıntılı anlaşılır bir paylaşım.Elinize, emeğinize, yüreğinize sağlık. Hocam çok faydalanıyoruz. Kur'an kavramlarının anlamları benim için salât-ı ikâme dersi oluyor. Sizin paylaşımlarınızla okuduğum ve anladığım Kur'an âyetlerini tasdiklemiş oluyorum.Her günü iple çekiyorum hocam! Allah razı olsun" (Fatma Elmas "Salat ve Secde" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) --------------------------------------"Ali Hocam!Salât, namaz, ritüel, secde, rüku gibi kavramların aslında ne olduğuyla ilgili tespitlerinizi savuna gelen birisiyim. Keşke iman edenler bu kavramların gerçek anlamlarının bilincine sahip olarak yaşasaydı. Maalesef ki artık yalnızca, ahlaksızlığı örtmek için birer kamufle olarak kullanılan simgeler halinde dinin içerisinde yer alıyor...(Ahmet Özdemir "Salât ve Secde" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) --------------------------------------"Saygı değer hocam!Ben oğlumu hafızlığa verdim.Dört sene okudu, son sene Adana'nın Karataş ilçesinin Yemişli köyünde diyanetin bir Kur'an kursunda hafızlık eğitimi yaptıran Pozantı kamışlıdan Ahmet hoca diye birisi orada görev yapıyordu. Çocukları okadar çok dövermiş ki" ben kendimi kaybettim mi sizi öldürebilirim, döverken kaçın" diyormuş.Çocuk Kur'an kursunu bırakıp eve gelince, "dört sene Kur'an'ı açıp bir kere bile yüzüne bakmadım diyor. Böyle bir din eğitimi olurmu hocam! (Tahsin Yörükoğlu "Cehennemin Mutfağında Geçen Bir Hayat" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ---------------------------------------"Ali Aydın hocam!Elinize, emeğinize, yüreğinize sağlık! Gerçekten çok aydınlatıcı ve çok değerli bilgiler.Âyetleri tebyin ederek, üzeri örtülmüş gerçekleri açığa çıkarttığınız için Allah razı olsun.Çok teşekkürler hocam.İnsanın öğrendiklerini te'yid etmesi, inancının ve imanının artırmasının verdiği duygunun yani haşyet duygusunu hiçbir şey vermiyor. Gerçekten iman edenlere saygılar, hürmetler. Rabbim yardımcınız olsun" (Fatma Elmas "Namaz Vakitleri Diye Bir Şey Yoktur" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum) ------------------------------"Değerli hocam! Allah sizden razı olsun inşaallah!O kadar güzel sıralamışsınız ki, hayran oldum.Şikayetçi olduğunuz hadis adı altındaki kitapların hepsini okudum. Bunları okumak İslam'dan bir vecibegibi biliyorduk.Dün bir köye ziyaretim oldu.Nereye gitsem aynı felaketi görüyorum. Doğruları anlattım ve söz aldım. Kitabı anlayarak okursanız size ikitane meal hediye edeceğim. Kabul ettiler. Size çok teşekkür ediyorum. İlminize, elinize, gayretinize ve vahye uyanlara selam olsun" (Ibrahim Serin "Hangi Muhammed?" Adlı Yazıya Yaptığı Yorum)
RİSÂLE-İ NURDA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR (42. YAZI ) Said Nursi, Allah'ın âyetlerinde ilhada sapıyor. Yani âyetleri heva ve hevesine göre yorumlayarak manalarını tahrif ediyor.Said Nursi diyor ki:"Elif. Lam. Mim. İşte bu kitap kendisinde şüphe yoktur. Allah'tan sakınanlar için bir rehberdir"(Bakara- 2 ) "El kitab-u la raybe fi-hi huden lilmuttekin""Risâle-i Nur'un mebde-i intişârı (yayılmasının başlangıcı) (Tılsımlar mecmuası- 184, Mâidetul Kur'an - Kur'an Sofrası )Devam ediyor ve diyor ki: "Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur'an'dan şüphe içindeyseniz, haydi onun sürelerinden birisi gibi bir süre getirin Allah'tan başka sahiplerinizi de çağırın, Eğer sözünüzde doğru kimseler iseniz"(Bakara- 23)" Said Nursi'ye göre bu âyetin verdiği mesaj şudur. "Ve in küntüm fi raybin mimmâ nezzelnâ alâ abdina" "kulumuza indirdiğimiz Kur'an'dan şüphe içindeyseniz"(Tılsımlar Mecmuası-181,Mâidetul Kur'an Sofrası)(1372 -1372)"Devri Nur'un başlangıç" "Risâle-i Nur'un başlangıç) tarihidir"Yani Said Nursi'ye göre bu âyette bulunan "abdiné" "kulumuz" dan maksat Said Nursi ve eseri Risâle-i Nur Külliyatıdır.Halbuki âyette bulunan "abdiné" "kulumuz" son Nebi olan Muhammed ( a.s) dır.Ona indirilen de son vahiy olan Kur'an'dır.Said Nursi'nin iddiasına göre bu âyetler Risalei Nur'a işaret ediyor, eserini müjdeliyor. Devamla diyor ki " Şemsi Kur'an'ın meydan okumasına bir zeyl olarak ondan la yenfek (ayrılmaz) bir inşi-a olan envar-ı Nuriye'nin bütün aktarı aleme okuyuşunu gösteriyor"Yukarıdaki cümlenin manası az bir yanılma ile şöyledir."Kur'an güneşinin (müşriklere) meydan okumasına bir zeyl olarak ondan ayrılmaz bir yapısı (parçası) olan nurların nuru (Risâle-i Nur Külliyatı) bütün insanlara okunuşunu (yukarıdaki âyet) gösteriyor"( Tılsımlar Mecmuası- 181)Yukarıdaki âyetin cümlesini şöyle yorumluyor. "Fe'tü bisuretin min mislihi"(1880) "Son asırların tağut dalaletinin (Mustafa Kemal ) doğumu olup, onun temsil ettiği ruh'u dalâlete Hz. Kur'an'ın ve ondan Nebean eden( fışkıran) Risâle-i Nur'un meydan okumasını gösteriyor"( Tılsımlar Mecmuası- 193)Yani Said Nursi'ye göre Risâle-i Nur Külliyatı Kur'an'dan fışkıran bir nurdur.Said Nursi'ye göre Kur'an Risâle-i Nur'u işaret ediyor."Allah inananların dostudur onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kafirlerin dostları da tağuttur"( o ise )onları aydınlıktan Karanlığa çıkarır"Onlar Ateş ehlidir.Orada ebedi kalacaklardır"( Bakara- 257)Bu âyetle alakalı Said Nursi diyor ki: "Makamı cifri ve ebced hesabı ile Risale'i Nur'un ismine tam tamına tetabuk eder"(Şualar- 236, Asay-ı Musa- 82)Yani Said Nursi'ye göre yukarıdaki âyet Risâle-i Nur gibi bir eserin doğacağına işaret ediyor.Başka bir âyet,"Ey Nebi ! onları hidayete erdirmek senin üzerine borç değildir.Fakat Allah, dileyen kimseye hidayet eder"( Bakara- 272) Said Nursi bu âyetle alakalı şöyle diyor. "Velakinnallahe yehdi men yaşâu" (598) "Risale'i Nur- 598 )(Tılsımlar Mecmuası -184) Yukarıdaki âyette demek istediği şudur."Allah dilediğini Risâle-i Nur'la hidayet edecektir" Diğer bir âyet, "İnneddine indallahil İslam..." "549- Risale'i Nur- 548, lam'ı tarifsiz 549)( Tılsımlar Mecmuası- 192)Yukarıdaki âyette demek istediği şudur."İslam Risâle-i Nur Külliyatıdır veya Risâle-i Nur Külliyatı İslam'ın kendisidir"Devam ediyor."Yoksa siz, Allah, içinizden cihada katılanları belli etmeden ve sabredenleri ortaya çıkarmadan Cennete gireceğinizi mi sandınız"( Âli İmran- 142) Bu âyetle alakalı Said Nursi diyor ki: "Velemma yalemillahllezi cehedu minkum" (Bediüzzaman )arefe'i veladet(doğum zamanı ) 1254- 1253 sene'i şemsiye- hicriye ile tarih'i veladet 1323 -1293- sene'i kameriye- hicriye ile))Tılsımlar Mecmuası- 184 Mâidetul Kur'an) Said Nursi, Bunun gibi onlarca Kur'an âyetinin cifir ve ebced hesabıyla Risale'i Nur ve Müellifine işaret ettiğini iddia etmektedir.Dolayısıyla Said Nursi Allah'ın kitabı olan Kur'an'ı tahrif etme cüretini gösteren bozuk imanlı batınilerden biri olmuştur.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(203. YAZI)Rum Süresi 60 Âyet Olup Mekke'de İnmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Elif. Lâm. Mîm. 2,5-) Rumlar, (rakım bakımından) en alçak bir yerde (ovada) mağlup oldular. Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Bundan önce de sonrada emir Allah’ındır yani o gün müminler Allah’ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah, dilediğine yardım eder. O, Aziz'dir, Hakim'dir. (Kur'an, müşriklere nazaran, kitap ehli Hristiyanları "ehveni şer" olarak görüyor. Yani bazı durumlarda büyük zararlardan kurtulmak için zararı daha az olanı tercih etmeli ve ona destek verilmelidir. Ancak kim olursa olsun, dini ne olursa olsun her zaman mazlumdan yana olmak en önemli Kur'an ilkelerindendir. Üçüncü âyette bulunan "edné" kelimesine, "yakın" anlamının verilmesi hatalıdır. "Edné" "Rakım bakımından alçak" anlamına gelmektedir. Yani savaş bir ovada yapılmıştır. Zaten yakın anlamı verildiği zaman âyet anlamsız hale geliyor.) 6-) Bu Allah’ın vâdettiğidir. Allah vâdinde hilâf etmez; lâkin insanların çoğu bilmezler. 7-) Dünya hayatının görünen yüzünü bilirler yani onlar âhiretten tamamen gafildirler. 8-) Kendi nefislerinde, Allah’ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak yani muayyen bir süre için yarattığını hiç tefekkür etmediler mi? Yani insanların çoğu, Rablerine kavuşma hususunda kâfirdirler. 9-) Onlar, yerde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha şiddetli bir kuvvete sahip idiler yani yerde eserler yapıp, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Resülleri, onlara da apaçık deliller getirmişlerdi. Allah hiç bir zaman onlara zulmetmedi; fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. 10-) Sonunda, Allah’ın âyetlerini yalanlayarak yani onları alaya alarak kötülük yapanların âkibetleri çok kötü oldu. 11-) Allah, ilkin yaratılışı başlatan, sonra da bunu iade edendir Sonunda O’na döndürüleceksiniz. 12-) Yani kıyametin kopacağı gün, mücrimler (müşrikler) ümitsizlik içinde kalacaklardır. (Âyette "kıyametin kopacağı gün, mücrimler (müşrikler) ümitsizlik içinde kalacaklardır.) denilmesi, kabir azabının olmadığını gösteriyor. Çünkü kabir azabı olsaydı, ümitsizlik daha önce başlayacaktı.? 13-) Allah’a koştukları şeriklerinden kendilerine hiçbir şefaatçı (yarar sağlayan) olmayacaktır. Zaten onlar, şeriklerine de kâfir olacaklardır. (Yani evliya ve ilâh gibi masum gördükleri, eserlerini yüce Allah'a ortak koştukları muhaddis, müctehid ve mezhep imamlarının kendilerine hiç bir faydalarının olmadığını göreceklerdir.) 14-) Yani kıyamet kopacağı gün, işte o gün (müminlerle kafirler) birbirlerinden ayrılacaklardır. 15-) İman edip yani salih ameller işleyenlere gelince, onlar, cennette mutluluk içindedirler. 16-) Kafir olanlar yani âyetlerimizi ve âhiret buluşmasını yalanlayanlar ise, işte onlar azapta hazır bulundurulacaklardır. 17,18-) O halde akşama kavuştuğunuz zaman ve sabaha kavuştuğunuzda tesbih Allah'ın'dır yani göklerde ve yerde karanlıkta ve aydınlıkta hamd (güç-kuvvet-övgü) ona özeldir. 19-) Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor yani yeryüzünü ölümünün ardından O diriltiyor yani siz de (öldükten sonra) böyle çıkarılacaksınız.20-) Sizi topraktan yaratması, O’nun (varlığının) âyetlerindendir. Sonra siz, (her tarafa) intişar eden bir beşer oluverdiniz. 21-) Kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratıp aranızda meveddet ve merhamet kılması da O’nun (varlığının) âyetlerindendir. Doğrusu bunda, tefekkür eden bir kavim için âyetler vardır. 22-) O’nun âyetlerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin muhtelif olmasıdır. Şüphesiz bunda âlimler için âyetler vardır. Kıraat Farklılığı (Âyette bulunan "âlimine" "âlimler" kelimesini, diğer bütün kıraat imamları "âlemine" "âlemler"(insanlar) olarak okumuşlardır. Yani bu kıraate göre âyetin son cümlesinin manası şöyle oluyor. "Şüphesiz bunda alemler (insanlar) için âyetler vardır.) 23-) Gece olsun gündüz olsun, uyumanız ve Allah’ın faziletinden (nasibinizi) aramanız da O’nun (varlığının) âyetlerindendir. Gerçekten bunda, işiten bir kavim için âyetler vardır. 24-) Yine O’nun âyetlerindendir ki, size korku ve ümit vermek üzere şimşeği gösteriyor yani gökten su indirip ölümünün ardından arzı onunla diriltiyor. Doğrusu bunda, aklını kullanan bir kavim için âyetler vardır. 25-) Göğün ve yerin O’nun buyruğu ile durması da O’nun (varlığının) âyetlerindendir. Sonra sizi topraktan bir dâvet etti mi hemen (olduğunuz yerden) çıkıverirsiniz. 26-) Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Hepsi O’na boyun eğmiştir. 27-) Yaratmaya başlayan, sonra onu iade eden (tekrarlayan) O’dur, ki bu, O’nun için daha kolaydır yani göklerde ve yerde (tecelli eden) en yüce sıfat O’nundur. O, Aziz'dir, Hakim'dir. (Her zaman ilk yapılan şey yani ilk icad zordur. Çünkü düşünme, araştırma, parçaları bir araya getirme, çalıştırma gibi onlarca safhadan geçirmek gerekiyor. Fakat ikincisini yapmak çok daha kolaydır. Çünkü ikincisi artık kopya olacaktır. İşte öldükten sonra dirilişte bunun gibidir. Şöyle bir örnek verelim. Askerlik çağına gelmiş gençlerin adreslerini öğrenmek, onların hakkında her türlü bilgiye sahip olmak, onları askerlik hakkında bilgilendirmek, onları birliklerine kadar sevketmek uzun bir zaman ve süreç istiyor. Fakat birliklerine dağıttıktan sonra artık bir düdükle hepsini ictima alanında hazır bulursunuz.) 28-) Allah size kendinizden bir temsil getirmektedir: Elinizin altında bulunanlar içinde, size verdiğimiz rızıklarda -birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekineceğiniz derecede sizinle eşit (haklara sahip)- ortaklarınız var mı? İşte biz âyetlerimizi, aklını kullanacak bir kavim için böylece açıklıyoruz. ŞEYTAN EVLİYASINA İBRETLİK BİR TEMSİL Bu âyette yüce Allah, şeytan evliyasına ve ilahlara kulluk eden müşriklere cevap olması açısından güzel bir örnek ve akli bir kıyas yapmaktadır.Çünkü bütün müşrikler gibi Mekke müşrikleri de Allah'a iman etmekle beraber evliya ve ilahlarının Allah'ın dostları, yardımcıları, şefaatçi olduklarına iman ediyorlardı.Yüce Allah onlara öyle bir örnek veriyor ki, doğruluğunu başka hiçbir şeye bakma ihtiyaçları olmadan kendilerinden bilebilecekleri bir delil sunmutur. Delillerin en güzeli ve en etkilisi de, kişinin bizzat kendisinde bulunan ve inkar edemeyeceği bir şekilde kendisine karşı kullanılmasıdır.Yüce Allah şunu demek istiyor: Ey müşrikler! Korumanız altında olan, elinizin altında çalışanlar mal- mülk kuvvet- kudret, otorite- güç bakımından kendinize eşit seviyede kimse var mı? Dolayısıyla köle ve cariyelerinizden mal ve mülk, kuvvet ve kudret, güç ve otorite hususunda size ortak olacak kadar mal ve servet verip onları maddi olarak yüceltir misiniz ki, siz onlarla maddi bakımdan eşit hale gelesiniz? Bunun sonucunda da, mallarınızı sizinle birlikte istedikleri gibi paylaşsınlar ve onlarda tasarruf sahibi olsunlar. Çünkü bu bir ortağın, ortağına karşı taşıdığı korkudur."De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilahlar olsaydı, o takdirde bu ilahlar arşın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı"(İsra-42)"Yoksa o müşrikler, yeryüzünde bir takım ilahlar edindiler de, onlar mı diriltecekler? Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı yer ve gök (bunların nizam-ı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki arşın rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir"(Enbiya-21,22)Dolayısıyla "sizden biriniz, yanında çalışanın, mal ve mülk konusunda kendisine ortak olmasını istemez ve kabul etmezken"Yani siz mal ve mülkünüzde herhangi bir ortaklığa razı olmazken, nasıl olur da, noksan sıfatlardan uzak olan Allah, yarattığı aciz bir kulunu uluhiyet ve rububiyetine ortak eder? Bu sizin fıtrat ve aklınıza göre batıl ve yanlış bir hüküm olduğuna göre, halbuki bu sizin hakkınızda mümkün ve caizdir. Çünkü sizin köle ve cariyeleriniz gerçekte sizin malınız değil, onlarda sizin gibi kullardır. Sizin yaratılışınıza eşit bir şekilde aynı maddeden yaratılmışlardır. Bu durumda iken bile, siz kölelerinizi kendinize maddi güç bakımından eşit kılmak istemezken, Allah kullarından kendisine eşit olacak bir şekilde "evliya ve yardımcı ilahlar" edinir mi? Nasıl olur da, böyle bir şeyi Allah hakkından mümkün ve caiz görürsünüz?) 29-) (Gerçek şu ki) zulmedenler, ilimsizce hevalarına tâbi oldular. Allah’tan (vahiy'den) sapanı kim hidayete ulaştırabilir yani onların yardımcıları yoktur.
8 Mayıs 2022 Pazar
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(202. YAZI)31-) Elçilerimiz İbrahim’e müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: Biz bu memleketin ehlini helâk edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir. 32-) (İbrahim) dedi ki: Ama orada Lût var! Şöyle cevap verdiler: Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o, geride kalacaklar arasındadır.(Kur'an'da Ğâbirin kelimesi yedi âyette geçmektedir. Hepsi de Lut (a.s) ın kafir hanımıyla ilgilidir.) 33-) Elçilerimiz Lût’a gelince, Lût onlar hakkında tasalandı yani onlardan dolayı daraldı. Ona: Korkma ve hüzünlenme! Çünkü biz seni de aileni de kurtaracağız. Yalnız, geride kalacaklar arasında bulunan karın müstesna, dediler. 34-) "Biz, şüphesiz, bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık gökten bir rics indireceğiz." 35-) Andolsun ki, biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir âyet bırakmışızdır. 36-) Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik ve Şuayb: Ey kavmim! Allah’a ibadet edin, ahiret gününe umut bağlayın yani yerde fesad yaparak karışıklık çıkarmayın! dedi. 37-) Fakat onu yalanladılar. Derken, kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. 38-) Âd ve Semûd’u da (gelince) yani sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları meskenlerden apaçık anlaşılmaktadır yani şeytan onlara yaptıkları amelleri süslü gösterip onları yoldan engelledi. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar. 39-) Karun’a, Firavun’a ve Hâmân’a(gelince). Andolsun ki, Musa onlara apaçık beyyinelerle gelmişti de onlar yeryüzünde kibirlik taslamışlardı. Halbuki bizi geçebilecek değillerdi. 40-) Nitekim, onlardan her birini günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk yani Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. 41-) Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi! Âyette “ankebüt” kelimesi ile dişi örümcek kastedilmektedir. Kuran`da, “evlerin en ehveni” olarak neden özellikle dişi örümceğin evi gösterilmştir? Dişi örümcek, cinsel ilişkiye girdikten sonra yamyamlık yaparak kendi erkeğini yemektedir. Bu yüzden dişi örümceğin evi bırakın başkalarına huzur ve güven vermesini, kendi eşi için bile güvenilmezdir. Canlı türleri genelde evlerini sıcaktan, soğuktan, düşmanlardan ve her türlü tehlikeden korumak için inşa ederler. Oysa örümcek evini yok etmek, zarar vermek, evine yanlışlıkla uğrayanları yemek için inşa eder. Bu yüzden evlerin en güvenilmezi örümceğin evidir. Yani âyet bizi şirke karşı uyarmaktadır. Allah'ın yanında yöresinde evliyaya sığınanlar, örümceğin evine sığınanlar gibi mahvolmaya mahkum olurlar. Dişi örümcek kendisine en yakın olan eşini bile hiç acımadan yok eder. İşte dişi örümceğe benzetilen rivayetler, ictihadlar, mezhepler, tarikatlar, tekke ve cemaat yurtları da kendilerine sığınanları yani kendilerine güvenenlerin hayatlarını mahvederler. İnsanın Kur'an'ın dışında sığınaklar araması, dinen ve ahlaken bir yok oluştur.Bu sığınaklar kimin adına olursa olsun farketmez. Çünkü herşey Allah'ındır ve her hayır yüce Allah'ın kitabındadır. Allah'ın yarattığı kulun, Allah'ın âyetleri dışında evliya arayıp onların yalanlarına sığınması kadar hayret edilecek bir şey yoktur! Allah'ın yani Kur'an'ın dışındaki kaynakların insanların başına getireceği felaket, Ankebüt süresini incelediğimiz âyetinde çok güzel bir misal ile gösterilmiştir. Kur'an dışı kaynaklara karşı bizi uyaran bir başka âyet ise şöyledir: Rabbiniz’den size indirilene tâbi olun. O'nun dununda (yanında-yöresinde-altında) başka evliyaya tâbi olmayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.(Âraf Süresi- 3)42-) Şüphesiz ki Allah, onların dununda (yanında-yöresinde-astında) hangi şeye dua ettiklerini bilir. O, Aziz'dir, Hakim'dir. 43-) Yani biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak âlimler bunlara akıl erdirirler. 44-) Allah, gökleri ve yeri hak olarak (bir amaca yönelik olarak) yarattı. Şüphesiz bunda, iman edenler için (Allah’ın varlık ve kudretine) bir âyet bulunmaktadır. 45-)(Ey Nebi!) Sana vahyedilen kitab’ı oku yani salâtı ikâme et. Muhakkak ki, namaz, fuhşiyattan ve münkerden alıkoyar. Allah’ın zikri elbette (öğütlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir. (Bu âyet salât'ı ikâme etmenin namaz olmadığını ortaya koyan en önemli âyettir. Âyette salât'ı ikâme etmenin insanları yüzde yüz, mutlaka kötülüklerden alıkoyacağını garantilemektedir. Yani "lealle" "umulur ki alıkoyar" demiyor. Garanti vererek "mutlaka alıkoyar" buyurmaktadır. Fakat kesin olarak biliyoruz ki, namaz iman edenleri hiçbir kötülükten alıkoymuyor. Tam aksine namaza en çok değer verenler ve hiç terketmeyenler toplum için en tehlikeli olanlardır. Bir fetö'nün yaptıklarını düşünün, birde kıldıkları namazlarını düşünün, bir cemaatlerin yurtlarında olan çocuk istismarlarını ve cehaletlerini düşünün, birde kıldıkları namazlarını düşünün.Namaz kılan insanların büyük çoğunluğunun dürüst olmadıkları darbı mesel yani artık herkesin bildiği bir şey olmuştur.Kombassanı, yimpaşı, insanların servetini kadınlara yediren ihlas holdingi düşünün, birde hocalarının namazın üzerinde ne kadar durduklarını bir düşünün. Cemaat ve tarikatlarda olan cehalet ve taklidi düşünün, birde namaza ne kadar değer atfettiklerini bir düşünün. Dâişi, Boko Haram'ı, El Kâidenin vahşetlerini düşünün birde namazı hiç terketmediklerini düşünün, Diyanet İşlerinin binlerce cami, Kur'an kurslarını ve namazlarını düşünün, birde ilim ve fikir planında Türk toplumuna ne kadar yararlı olduğunu bir düşünün. O zaman yukarıdaki âyette bulunan "ekimis salâte" "salat'ı ikame et" asla namaz kılmak anlamında değildir. Kur'an ilim ve ahlakının insanlara anlatılması, zihnen Kur'an'ın ilim ve ahlakıyla desteklenmeleri anlamına gelmektedir. Âyette bulunun "velé zikrullâhi ekberu" "senin eğitim sisteminden en büyük öğüt aracın Allah'ın zikri olan Kur'an olsun, gençliğini Kur'an'ın ilim ve ahlakıyla yetiştir" demektir. Bunun aksine namaz insanları Kur'an'dan uzaklaştıran en büyük araç olmuştur. Namaz kılanlar Kur'an'ın en önemli kavramlarını bilmezler. Namazın insanlığa zerre kadar bir faydası olmamıştır.) İkincisi ve belki de en önemlisi şudur. Âyet tüm insanlara hitap eden bir ayet değildir. Nebi (a.s) ın şahsına yöneliktir. Bu âyetin geniş açılımı (Hud-114; İsra-78, 79 ve Müzzemmil süresidir. Yani Nebi (a.s) ın Mekke müşriklerine karşı koyabilmesi için Kur'an ile donanmasını anlatmaktadır.) Üçüncüsü, diyalog ve iletişim olmadan yani insanları sözün gücüyle eğitmeden onları kötülüklerden engellemenin imkanı var mı? Dördüncüsü: Âyette bulunun "vahyi tilâvet" ten sonra gelen "vav" edatı, "yani" anlamına gelmektedir. Dolayısıyla âyetin anlamı şöyledir. (Ey Nebi!) Kitaptan sana vahyedileni tilâvet et yani salat'ı ikâme et. Salat (Kur'an'la eğitim) mutlaka fuhşiyattan ve münkerden alıkoyar... "Beşincisi: Tilâvet normal bir okuma değildir, anlayarak ve kavrayarak okuma anlamındadır. Çünkü bir çok âyette "Allah'ın âyetlerini insanlara tilâvet eden Resüller olmadan, onlara azap edilmeyeceğini haber veriyor. Demek oluyor ki tilavet, Kur'an ilim ve hikmetinin anlaşılmasını sağlayan bir okuyuştur.) 46-) Ve onlardan zulmedenleri bir yana, ehl-i kitapla (din adamlarıyla) en güzel bir şekilde (vahiy'le) mücadele edin yani deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik yani bizim ilâhımız da sizin ilâhınız da birdir ve biz sadece O’na teslim olmuşuzdur. 47-)(Ey Resül!) İşte böylece sana bu kitab’ı indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar ve şunlardan da ona iman eden nice kimseler vardır yani âyetlerimize ancak kâfirler (inatları yüzünden) karşı çıkar. 48-) (Ey Nebi!) Sen bundan önce ne bir kitap okur ve ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtılda olanlar kuşku duyarlardı. 49-) Bilakis, o (Kur’an), kendilerine ilim verilenlerin göğüslerinde (yer eden) apaçık âyetlerdir. Âyetlerimize ancak zalimler karşı çıkar. (Âyetlerin anlattiği Kur'an, yani yüce Allah tarafından indirilen vahiy yani Kitab-ı Mübin, nesnelerde olan bir şey değildir. O levhi mahfuzda ve göğüslerde yer alan bir kitaptır. Yani yazının değil sözün gücüne dayanmaktadır. Yazı ile değil, sözle ilgili bir yapıya sahiptir. Yani âyetlerde olan Kur'an 👁 gözle görülemez, ✋ elle tutulamaz. Dolayısıyla ona temiz olmayanlar dokunamaz âyeti insanlarla ilgili değil, şeytanlarla ilgilidir. Söz konusu ayetlerin hepsi Mekke'de inmiş ve hepsi de Müşriklere cevaptır. Yani ey Mekke müşrikleri! "İş iftira ettiğiniz gibi değildir, Kur'an'ı Muhammed'e şeytanlar indirmiyor. Yalan söylemeyin" demektir.(Şuara-210, 211, 212)Şeytanların ona dokunamaması, ondan bir şey çıkarıp bir şey eklememeleri ile ilgilidir. Yani Allah'ın koruması altında olduğu için onda tasarrufta bulunamazlar anlamındadır. Vakıa süresi 77. âyette bulunan "le yemessuhu illel mutahharun" "temiz olmayanlar ona dokunamaz" ifadesi, nehiy yani yasaklama değil, nefiy'dir yani cevap ve haber vermedir, ona dokunmaları mümkün değildir, demektir. İşte Şii ve Sünni din adamları bu kadar Kur'an cahilidirler.) 50-) "Ona Rabbinden âyetler (mücizeler) indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Âyetler ancak Allah’ın indindedir. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.51-) Kendilerine okunmakta olan kitab’ı sana indirmemiz onlara kâfi gelmemiş midir? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve öğüt vardır. 52-) De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde ne varsa bilir yani bâtıla iman edip Allah’a kâfir olanlarr (var ya), işte husrana uğrayacaklar onlardır. 53-) Yani senden, azabı acele (getirmeni) istiyorlar. Eğer önceden tayin edilmiş bir vade olmasaydı, azap elbette onlara gelip çatmıştı yani onlar farkında değilken, ansızın kendilerine geliverecektir. 54-) Evet senden azabı acele istiyorlar yani hiç şüpheleri olmasın, cehennem kâfirleri çepeçevre kuşatacaktır. 55-) O günde azap, onları hem üstlerinden hem ayaklarının altından saracak yani Allah (onlara): "Yaptıklarınızı tadın!" diyecektir. 56-) Ey iman eden kullarım! Şüphesiz, benim arzım geniştir. O halde yalnız bana ibadet edin. 57-) Her nefis ölümü tadıcıdır. Sonunda bize döndürüleceksiniz. 58-) İman edip salih ameller işleyenleri (evet) muhakkak ki onları, içinde devamlı kalmak üzere altlarından nehirler akan cennetin odalarına yerleştireceğiz. (Böyle salih) ameller işleyenlerin mükâfatı ne güzeldir! 59-) Onlar, sabreden kimselerdir yani yalnız Rablerine tevekkül edenlerdir. 60-) Yani nice canlı vardır ki, rızkını taşımıyor. Onları da sizi de Allah rızıklandırıyor. O, her şeyi işiten ve bilendir. 61-) Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı musahhar kılan kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Allah'tır" derler. O halde nasıl (haktan) ayrılıp döndürülüyorlar? 62-) Allah rızkı kullarından dilediğine yayar, dilediğine de ölçülü verir. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir. 63-) Andolsun ki onlara: "Gökten su indirip onunla ölümünün ardından yeryüzünü dirilten kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Allah'tır" derler. De ki: (Öyleyse) hamd da Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu (söyledikleri üzerinde) akıllarını kullanmazlar. (Hamd kavramlarının iniş yeri Mekke olduğu için, içinde sadece övgüyü barındırmaz. Hamd, güç ve kuvvet, kudret ve mutlak egemenlik anlamına gekmektedir.) 64-) Bu dünya hayatı ancak bir eğlenceden yani bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte orası esas diriliş yeridir. Keşke bilmiş olsalardı! 65-) Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız O’na has kılarak (ihlâsla) Allah’a yalvarırlar. Fakat onları sâlimen karaya çıkarınca, bir bakarsın ki, (Allah’a) ortak koşmaktadırlar. 66-) Kendilerine verdiklerimize karşılık olarak kâfirlik yapsınlar yani (onlarla) yararlansınlar! Ama yakında bilecekler! 67-) Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken, bizim (Mekke'yi) emniyet içinde dokunulmaz bir yer kıldığımızı görmediler mi? Hâla bâtıla inanıp Allah’ın nimetine kâfirlik ediyorlar? 68-) Allah’a karşı yalan yere iftira eden yahut kendisine hak gelmişken onu yalanlayandan daha zalim kim vardır? Cehennemde kâfirlere yer mi yok! 69-) Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza (vahiy'le) hidayet edecektir. Hiç şüphe yok ki Allah güzel ahlak sahipleriyle beraberdir.(Ankebüt Süresinin Sonu)
7 Mayıs 2022 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(201. YAZI)Ankebüt Süresi 69 Âyet Olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Elif. Lâm. Mîm. 2-) İnsanlar, fitneden geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi hesap ettiler? 3-) Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de fitneden geçirmişizdir. Elbette Allah, sâdıkları ve yalancıları bilecektir.(Yani sınayarak ortaya çıkaracaktır. Kur'an'da bulunan üç kavram sınama anlamına gekmektedir. 1-) Bela: Musibetlerle sınama. 2-) Fitne: İmanları mı artacak küfürleri mi diye yapılan sınama. 3-) İmtihan: İman ve takvalarının ölçüsünü sınama 4-) Yoksa kötülükleri yapanlar bizi açabilecelerini mi hesap ettiler? Ne kadar kötü hüküm veriyorlar! 5-) Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği o vakit elbette gelecektir yani O, her şeyi işiten ve bilendir. 6-) Cihad eden, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnîdir. (O’nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur). 7-) İman edip yani salih amel işleyenlerin kötülüklerini elbette örteriz ve onlara, yaptıklarının en güzeli ile karşılık veririz. 8-) Biz, insana, ana babasına güzellikle davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında ilmin olmayan bir şeyi bana şirk koşman için cehd ederlerse, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim. 9-) Ve iman edip yani salih ameller işleyenleri, muhakkak sâlihlerin içine katarız. 10-) İnsanlardan kimi vardır ki: "Allah’a inandık" der; fakat Allah uğrunda eziyet edildiğinde, insanların fitnesini Allah’ın azabı gibi tutar. Halbuki Rabbinden bir yardım gelecek olsa, mutlaka, "Doğrusu biz de sizinle beraberdik" derler. İyi de, Allah, âlemlerin (insanların) göğüslerinde olanları en iyi bilen değil midir? 11-) Yani Allah, elbette iman edenleri de bilir, munafıkları de bilir. 12-) Yani kâfirler, iman edenlere: Bizim yolumuza tâbi olun, sizin hatalarınızı biz yüklenelim, derler. Halbuki onların hiçbir şeyde hatalarını yüklenecek değillerdir. Gerçekte onlar, yalan söylemektedirler. 13-) Yani onlar kendi ağırlıklarını ve kendi ağırlıklarıyla beraber nice ağırlıkları yükleneceklerdir yani iftira etmekte oldukları şeylerden dolayı kıyamet günü mutlaka sorguya çekileceklerdir.14-) Andolsun ki biz Nuh’u kavmine gönderdik de o, içlerinde bin seneden elli yıl eksik kaldı. Onlar zulmederken tufan kendilerini alıverdi. 15-) Fakat biz onu ve gemidekileri kurtardık yani onu âlemlere bir âyet kıldık. 16-) Ve İbrahim’e gelince, o kavmine şöyle demişti: Allah’a ibadet edin. O’na karşı takvalı olun. Eğer bilmiş olsanız bu sizin için daha hayırlıdır. 17-) Siz Allah’ın dununda birtakım putlara ibadet ediyorsunuz yani (evliya ve ilâhlarla) iftiralar yaratıyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah’ın dununda ibadet ettikleriniz, size rızık vermeye mâlik olamazlar. O halde rızkı Allah'ın indinde arayın ve O’na ibadet edin yani O’na şükredin. O’na döndürüleceksiniz. 18-) Yani eğer (size tebliğ edileni) yalanlarsanız, bilin ki sizden önceki birçok ümmetler de (kendilerine tebliğ edileni) yalanlamışlardı.Resül'e düşen, yalnız açık bir tebliğdir. (Kur'an'da tebliğ sadace Resül ve risalet (mesaj) bağlamında geçen bir kavramdır. Tebliğ Nebi bağlamında geçmez. Tebliğ denilince akla sadace vahiy gelmesi gerekiyor. Vahiy haricinde kalan bilgilerin aktarılması tebliğ sayılmaz. İşte bu yüzden tebliğ Resül ve risâlet için kullanılmıştır. Tebliğin Resül ve risâlet bağlamında geçtiği âyetler. (Âli İmran-20; Âraf- 62, 68, 79, 93; Hud- 57; Ahzab- 39; Ahkaf- 23; Mâide-67, 92-99; Râd- 40; Nahl- 35, 82; Nur- 54; Ankebut- 18; Yasin- 17; Şura- 48; Teğâbun-12; Cin- 23)Vahyin kendisi de zaten belâğdır. (İbrahim-52; Enbiya106; Ahkâf-35) 19-) Allah’ın, yaratmayı nasıl başlattığını, sonra bunu (nasıl) tekrarladığını görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah’a kolaydır. 20-) De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, ilk yaratılışın nasıl başladığına bir bakın. İşte Allah bundan sonra (aynı şekilde) ahiret hayatını da inşâ edecektir. Şüphesiz ki Allah her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 21-) O, dileyene azabeder, dileyene de merhamet eder yani O’na döndürüleceksiniz. 22-) Ne yerde ne de gökte (Allah’ı) âciz bırakamazsınız yani Allah’ın dununda (yanında-yöresinde-altında) bir veli ve yardımcı da bulamazsınız. 23-) Allah’ın âyetlerini ve O’na kavuşmaya kâfir olanlar -işte onlar- benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir yani onlar için elim bir azap vardır. 24-) Kavminin (İbrahim’e) cevabı ise: "Onu öldürün yahut yakın!" demelerinden ibaret oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda, iman eden bir kavim için âyetler vardır. 25-) İbrahim onlara dedi ki: Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına özel bir meveddet uğruna Allah’ın dununda birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet gününde birbirinizi tanımazlıktan gelecek yani bazınız bazınıza lânet edeceksiniz ve barınağınız yer ateştir ve hiç yardımcınız da olmayacaktır. 26-) Bunun üzerine Lût ona iman etti ve (İbrahim): Doğrusu ben Rabbim’e hicret ediyorum. Şüphesiz O, Aziz'dir, Hakim'dir, dedi. 27-) Ve ona İshak'ı ve Ya’kub’u bağışladık. Nübüvvet'i ve kitâb'ı (vahyi), onun zürriyetine özel kıldık yani ona dünyada mükâfatını verdik ve o, ahirette de sâlihlerdendir.(Ahirette insanlar dünyadaki makam ve mertebeleriyle değil, güzel ahlak ve meziyetleriyle anılacaklardır. İbrahim (a.s) ın âhirette salihlerden olmasının anlamı budur. Mesela: Risâlet dünya ile ilgili bir görevlendirme olduğu için âhirette son bulacak fakat Nübüvvet devam edecektir.(Nisa-69) Çünki Nübüvvet bir ihlas ve takva makamıdır.) 28-) Lût’u da kavmine demişti ki: Gerçekten siz, daha önce hiçbir milletin yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz! 29-) Bu ilâhî ikazdan sonra hâla siz, ille de erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlikler yapacak mısınız! Kavminin cevabı ise, şöyle demelerinden ibaret oldu: (Yaptıklarımızın kötülüğü ve azaba uğrayacağımız konusunda) sâdıklardan isen, Allah’ın azabını bize getir! 30-) Lût: Rabbim! Şu müfsid kavme karşı bana yardım et! dedi.
5 Mayıs 2022 Perşembe
KUR'AN-I MÜBİN'IN MEÂLİ(200.YAZI) Kasas Süresi 51-) Andolsun ki biz, tezekkür etsinler diye, kavli (vahyi) birbiri ardınca ulaştırmışız. (aralıksız vahiylerimizi göndermişizdir). 52-) Ondan (Kur’an’dan) önce kendilerine kitap verdiklerimiz, ona da iman ederler. 53-) Onlara (Kur’an) okunduğu zaman: Ona iman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş haktır. Esasen biz daha önce de müslüman idik, derler. 54-) İşte onlara, sabretmelerinden ötürü, mükâfatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü güzellikle savarlar yani kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler. 55-) Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler yani bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size. Size selam olsun. Biz cahilleri aramıyoruz, derler. (Kur'an'ın dilinde ve dininde cehalet, ilim tahsil etmekle ilgili birşey değildir. İnanç, ahlak, karakter ve hareketlerle ilgili bir durumdur. Bu konularda dengesiz olan cahildir. Âyetin son cümlesini anlatan güzel bir sözü vardır. "Cahille sohbeti kestim") 56-)(Ey Nebi!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin lâkin Allah dileyene (vahiy'le) hidayet eder ve hidayete erenleri en iyi O bilir. (Hidayet vahiy'le ilgili bir durum olduğu için yüce Allah hiç kimseye direkt olarak hidayet vermez ve vahiy'den bağımsız olarak hiç kimseyi de sapkınlığa mahkum etmez.Eğer ortada vahiy olmasaydı. İşte o zaman yüce Allah istediğine hidayet ve sapkınlık verirdi.Vahiy göndererek yol gösterdikten sonra kalbe ve iradeye baskı yaparak hidayet ve sapkınlık vermek yüce Allah'ın adaletine uygun düşmez. Eğitim olmadan not vermeye benzer. O zaman toplumda hiç bir gelişme ve ilerleme olmaz.) 57-) "Biz seninle beraber hidâyete (Kur'an'a) tâbi olursak, yerimizden atılırız" dediler. Biz onları, kendimizden bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği, muharrem (dokunulmaz) emniyetli bir yere yerleştirmedik mi lâkin onların çoğu bilmiyorlar. 58-) Biz, refahından şımarmış nice memleketi helâk etmişizdir. İşte meskenleri! Kendilerinden sonra oralarda pek az oturulabilmiştir yani onlara biz vâris olmuşuzdur. 59-) Rabbin, kendilerine âyetlerimizi tilâvet eden bir Resül'ü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helâk edici değildir yani biz ancak halkı zalim olan memleketleri helâk etmişizdir. (Kur'an'da tilâvat yüce Allah ve Resül bağlamında kullanılmıştır. Tilâvat Nebi bağlamında geçmez. Âyette bulunan "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi tilavet eden bir Resul'ü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir" cümlesi, Resul'ün sadece vahyi tebliğ ettiğini ve yalnız vahyi duyurduğuna en güzel bir delildir. İkincisi, tilâvet rastgele üstün körü okuma anlamında değil, bilinçli ve şuurlu yani akıl ve zihinle farkında olarak okumaktır. Dolayısıyla karşıdaki insan ne söylendiğini bilmiyorsa bu tilâvet olmaz. Roman okur gibi Kur'an okunmaz. Kur'an akılla okunacak bir kitaptır. Dil ile değil.) 60-) Size verilen şeyler, dünya hayatının metaı ve zinetidir yani Allah'ın indinde olanlar daha hayırlı ve bâkidir. Hâla aklınızı kullanmayacak mısınız? 61-) Şu halde, kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz kimse -ki ona mutlaka kavuşacaktır-, (sırf) dünya hayatının geçici metaıyla faydalandırdığımız, sonra kıyamet gününde hazır bulunanlardan olan kimse gibi olur mu? 62-) O gün Allah onlara nida edecek: Benim şeriklerim olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede? diyecektir. 63-) O gün aleyhlerine söz (hüküm) gerçekleşmiş olanlar: Rabbimiz! Şunlar (iftira ve yalanlarla) şaşırttığımız kimselerdir. Biz nasıl şaşırdıysak onları da öylece şaşırttık. Sana teberri ederiz. Onlar bize ibadet etmiyorlardı, derler. 64-) Yani "Allah’a şirk koştuğunuz ortaklarınızı dâvet edin!" denilir, onlar da dâvet ederler ; fakat kendilerine cevap vermezler yani (karşılarında) azabı görürler. Ne olurdu (dünyada iken vahyin) hidayetine erselerdi! 65-) Yani o gün Allah onlara nida edecek: Resüllere ne cevap verdiniz? diyecektir. 66-) İşte o gün bütün haberler onlara kör olmuştur. Onlar birbirlerini de soramayacaklardır. 67-) Fakat tevbe eden yani iman edip salih amel işleyen kimseye gelince, onun kurtuluşa erenler arasında olması kesindir. 68-) Yani Rabbin, (Resül olarak) dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Allah sübhandır yani onların şirk koştuklarından yücedir. 69-) Rabbin, onların, göğüslerinde gizlediklerini ve açığa vurduklarını da bilir. 70-) Yani O, Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. İlkinde de, sonunda da hamd O’nundur yani hüküm O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz. 71-) (Ey Resül!) De ki: Eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka size bir ışık getirecek ilâh kimdir? Hâla işitmeyecek misiniz? 72-) De ki: Eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka, istirahat edeceğiniz geceyi size getirecek ilâh kimdir? Hâla görmeyecek misiniz? 73-) Rahmetinden ötürü Allah, geceyi ve gündüzü (büyük bir nimet olarak) kıldı ki geceleyin dinlenesiniz, (gündüzün) O’nun faziletinden (rızkınızı) arayasınız yani şükredesiniz. 74-) O gün Allah onlara nida edecek: Benim şeriklerim olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede? diyecektir. 75-) O gün her ümmetten bir şahit çıkarır, (kâfirlere): Burhanınızı getirin! deriz. O zaman hakkın tamamen Allah’a ait olduğunu bilirler yani iftira ettikleri şeyler kendilerinden kaybolup gitmiştir. 76-) Karun, Musa’nın kavminden idi de, onlara karşı bağilik etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Şüphesiz ki Allah şımaranları sevmez. 77-) Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda infak ederek) ahiret yurdunu ara ve dünyadan da nasibini unutma. Yani Allah'ın sana olan güzel ihsanı gibi, sen de (insanlara) güzellik et. Yani yerde fesad arama. Şüphesiz ki Allah, fesad edenleri sevmez. 78-) Karun ise: O (servet) bana ancak indimdeki ilim sayesinde verildi, demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki medeniyetlerden, ondan daha kuvvetli, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Mücrimlerin günahları sorulmaz. 79-)Derken, Karun, ziyneti(ve ihtişamı) içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler: Keşke Karun’a verilenin misli bizim de olsaydı; doğrusu o çok azim bir payın (zenginliğin)sahibidir, dediler. 80-) Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip yani salih ameller işleyenler için Allah’ın sevabı daha hayırlıdır. Fakat ona da ancak sabredenler kavuşabilir. 81-) Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik yani Allah’a karşı kendisine yardım edecek bir birliği olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. 82-) Daha dün onun yerinde olmayı temenni edenler: Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol olarak seriyor, dilediğine de belli bir ölçüde veriyor. Şayet Allah bize minnet etmeseydi, bizi de yerin dibine geçirirdi.Yani kâfirler iflâh olmazmış! demeye başladılar. 83-) İşte ahiret yurdu! Biz onu yerde yücelik istemeyen yani fesad peşinde koşmayan kimselere veririz. Âkibet muttakilerindir. 84-) Kim bir güzellikle gelirse ona bundan daha hayırlısı vardır ve kim bir kötülükle gelirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kötülükler kadar ceza görürler. 85-)(Ey Resül!) Kur’an’ı (tilâvet etmeyi ve tebliğ etmeyi) sana farz kılan Allah, elbette seni (yine) dönülecek yere döndürecektir. De ki: Rabbim, kimin hidayetle geldiğini ve kimin apaçık bir sapkınlık içinde olduğunu en iyi bilendir. 86-) (Ey Nebi!) Sen, bu Kitab’ın sana vahyedileceğini ummuyordun. (Bu) ancak Rabbinden bir rahmet (olarak gelmiş)tir. O halde sakın kâfirlere arka çıkma! 87-) Yani (Ey Nebi!) Allah’ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu âyetlerden engellemesinler ve yalnız Rabbine davet et yani sakın müşriklerden olmayasın! 88-) Yani Allah ile birlikte başka bir ilâha dua etme! O’ndan başka ilâh yoktur. O’nun zâtından başka her şey helak olacaktır. Hüküm O’nundur yani siz ancak O’na döndürüleceksiniz.(Son iki âyette, din ve hüküm olarak yüce Allah'ın indirdiği vahiy'den başka bütün rivayet ve ictihadların yani mezheplerin şirk olduğu açık olarak ortaya konmaktadır. Hemde başta Nebi olmak üzere iman edenlerin tümü uyarılmaktadır.) (Kasas Süresinin Sonu)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(199.YAZI) Kasas Süresi 25-) Derken, o iki kadından biri haya üzerinde (edeple) yürüyerek ona geldi: Babam, dedi, bizim yerimize (hayvanları) sulamanın mükafatı için seni dâvet ediyor. Musa, ona gelip başından geçenleri kıssa edince o: Korkma, o zalim kavimden kurtuldun, dedi. 26-) İki kızından biri: Babacığım! Onu ücretle tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en hayırlı kimse, güçlü ve emin olandır, dedi. (Yukarıdaki âyet, güçlü, yönetim kâbiliyetine sahip ve emin olmayanların devlet idaresine seçilmemeleri ilgili güzel bir ders veriyor.) 27-) Babaları dedi ki: Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden olacaktır yani sana meşakkat vermek istemem. İnşallah beni salihlerden bulacaksın. 28-) Musa şöyle cevap verdi: Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, demek ki bana karşı düşmanlık olmayacak. Yani söylediklerimize Allah vekîldir. 29-) Sonunda Musa süreyi doldurup ehli ile yola çıkınca, Tûr tarafından bir ateş sezdi (énese). Ehline: Siz (burada) bekleyin; ben bir ateş sezdim (énestu), belki oradan size bir haber yahut ısınmanız için bir ateş parçası getiririm, dedi. 30-) Oraya varınca, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle nida edildi: Ey Musa! Bil ki ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’ım. 31-) Yani "Asânı at!" (diye nida edildi). Musa (attığı) asâyı cân gibi deprenir görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Musa! Geri dön, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın" (diye nida edidi). 32-) "Elini ceybine sok; hiçbir kötülüğü olmadan bembeyaz çıkacaktır yani korkudan açılan kanadını kendine çek.İşte bu ikisi Firavun'a ve onun ileri gelenlerine karşı Rabbin tarafından iki burhandır. Çünkü onlar, fasık bir kavim olmuşlardır" (diye seslenildi). 33-) (Musa) dedi ki: Rabbim! Ben onlardan bir nefis öldürmüştüm, beni öldürmelerinden korkuyorum. 34-) Kardeşim Harun’un dili benimkinden daha fasihtir. Onu da beni tasdik eden bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Zira beni yalanlamalarından korkuyorum.. 35-) Allah buyurdu: Pazunu kardeşinle bağlayıp (kuvvetlendireceğiz) yani size öyle bir sultan kılacağız ki, âyetlerimiz sayesinde onlar size ulaşamayacaklardır. Siz ve size tâbi olanlar gâlip geleceksiniz. 36-) Musa onlara apaçık âyetlerimizle gelince: Bu, olsa olsa iftira edilmiş bir sihirdir yani önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik, dediler. 37-) Musa şöyle dedi: Rabbim, kendi katından kimin hidayet getirdiğini yani âkıbet yurdunun (cennetin) kimin olacağını en iyi bilendir. Şüphesiz ki, zalimler iflâh olmazlar. 38-) Ve Firavun: Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Hâmân! Haydi benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et), bana bir kule yap ki Musa’nın ilâhına muttali olayım yani onun yalancılardan olduğunu zannediyorum, dedi. 39-) Yani o ve askerleri, yeryüzünde haksız yere kibirlik tasladılar ve bize döndürülmeyeceklerini sandılar. 40-) Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denizde gömdük. Bak işte, zalimlerin akibeti nasıl oldu! 41-) Onları, (Firavun ve ileri gelenlerini) ateşe dâve eden imamlar kıldık yani kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir. 42-) Ve bu dünyada arkalarına lânet taktık yani kıyamet gününde de kötülenmişler arasındadırlar. 43-) Andolsun biz, ilk medeniyetleri yok ettikten sonra Musa’ya, - tezekkür etsinler diye- insanlar için basiretler yani hidayet ve rahmet olarak kitab’ı vermişizdir. 44-)(Ey Resül!) Musa’ya emrimizi vahyettiğimiz sırada, sen batı yönünde değildin (o gaybi olaya) şâhit olanlardan değildin.45-) Bilakis biz nice medeniyetler inşâ ettik de, onların üzerinden uzun zamanlar geçti yani âyetlerimizi kendilerinden okuyarak öğrenmek üzere Medyen halkı arasında oturmuş da değilsin lâkin (onları sana) gönderen biziz. 46-) Ve Musa’ya seslendiğimiz zaman da, sen Tûr’un yanında değildin yani senden önce kendilerine uyarıcı (Resüller) gelmeyen bir kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak (orada geçenleri sana bildirdik); umulur ki tezekkür ederler. 47-) Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde: Rabbimiz! Ne olurdu bize bir Resül gönderseydin de, âyetlerine tâbi olsaydık yani müminlerden olsaydık! diyecek olmasalardı (seni göndermezdik). (Âyette bulunan "Rabbimiz! Ne olurdu bize bir Resül gönderseydin de, âyetlerine tâbi olsaydık yani müminlerden olsaydı!" bölümü çok önemlidir. 1-) Resül yani vahiy olmadan azap olmaz. 2-) Resüller sadece vahyi tebliğ ederler. 3-) Yüce Allah'tan indirilen ve Resülün dilinde hayat bulan vahyi tek kaynak kabul etmeyen din adamları mümin değillerdir.) 48-) Fakat onlara tarafımızdan o hak (Resül) gelince: "Musa’ya verilen gibi ona da verilmeli değil miydi?" dediler. Peki, daha önce Musa’ya verilene de kafir olmamışlar mıydı? "Birbirine arka çıkan iki sihir!" yani biz hepsine kafiriz demişlerdi.Kıraat Farklılığı (Âyette bulunan "sihrâni" "iki sihir" kelimesini, bazı kıraat imamları "séhirâni" olarak okumuşlardır. O zaman âyetin meâli şöyle oluyor. " "Fakat onlara tarafımızdan o hak (Resül) gelince: Musa'ya verilen gibi ona da verilmeli değil miydi? dediler. Peki, daha önce Musa'ya verilene de kafir olmamışlar mıydı?" Birbirine arka çıkan iki sihirbaz" yani biz hepsine kâfiriz, demişlerdi. İlk kıraate "iki sihir" ikinci kıraatte ise "iki sihirbaz" olarak okunmuştur. "İki sihirbaz" kuraatı daha doğrudur. Çünkü Mısır kafirleri Musa ve Harun'a "iki sihirbaz" demişlerdi. (Tâhâ-63) Ama iki sihrin ne olduğunu çözmek kolay değildir.) 49-)(Ey Resül!) De ki: Eğer sâdıksanız, Allah'ın indinden bu ikisinden (bana ve Musa’ya inen kitaplardan) daha hidayet edici bir kitap getirin de ben ona tâbi olayım! 50-) Eğer sana cevap veremezlerse, bil ki onlar, sırf hevalarına tâbi oluyorlar. Allah’tan bir hidayet edici olmaksızın sadece kendi hevasına tâbi olandan daha sapkın kim olabilir! Elbette Allah (vahiy'den bağımsız olarak) zalim kavmi hidayete iletecek değildir.
3 Mayıs 2022 Salı
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(198. YAZI)Kasas Süresi, 88 Âyet olup Mekke'de inmiştir. 1-) Tâ. Sîn. Mîm. 2-) Bunlar, apaçık kitab’ın âyetleridir. 3-) İman eden bir kavim için Musa ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana hak olarak tilâvet ediyoruz. 4-) Firavun, yerde yücelik taslamış. halkını çeşitli şia'lara bölmüştü. Onlardan bir tâifeyi zayıf düşürüp eziyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise diri bırakıyordu. Çünkü o müfsidlerdendi. 5-) Yani biz, o yerde zayıf düşürülenlere minnet etmek, onları imamlar yapmak ve onları (İslam dinine-tevhid akidesine) vâris kılmak istiyorduk. 6-) Yani o yerde onları yerleştirmek; Firavun'a, Hâmân’a ve ordularına, onlardan çekindikleri şeyi göstermek (istiyorduk). 7-) Musa’nın anasına: Onu emzir, onun için korkar isen onu denize bırakıver, hiç korkma ve hüzünlenme, çünkü biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu Resüllerden kılacağız, diye vahyetmiştik. 8-) Nihayet Firavun ailesi kendilerine bir düşman ve bir hüzün kaynağı olarak onu aldı. Şüphesiz Firavun, Hâmân ve askerleri hatalı (müşrik) idiler. 9-) Firavun’un karısı: Benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize menfaati dokunur, ya da onu evlât ediniriz, dedi. Halbuki onlar (işin aslının) şuurunda değillerdi. 10-) Musa’nın annesinin yüreği bomboş olarak sabahladı. Eğer biz, (vâdimize) müminlerden olması için onun kalbini rabt etmeseydik, neredeyse işi meydana çıkaracaktı. 11-) Yani annesi Musa’nın ablasına: Onu izle, dedi. O da, onlar farkına varmadan bir kenardan onu gözetledi. 12-) Biz daha önceden ona süt analarının emmesini haram ettik. Bunun üzerine ablası: Size, onun bakımını sizin için üstlenecek, ona kefil olacak bir ev halkını göstereyim mi? demişti. 13-) Böylelikle biz onu, anasına, gözü aydın olsun, hüzünlenmesin yani Allah’ın vâdinin hak olduğunu bilsin diye geri verdik. Fakat yine de pek çoğu (bunu) bilmezler. (Çok ilginçtir, Musa (a.s) ın çocukluğu üzerinde duran ve teferruatlı bir şekilde anlatan Kur'an, Muhammed (a.s) ın çocukluğu üzerinde hiç durmamış olumlu-olumsuz en ufak bir ayrıntı vermemiştir. Eğer Kur'an, Musa (a.s) veya İsa (a.s) ın çocuklukları üzerinde durduğu gibi Muhammed (a.s) ın çocukluğu üzerinde dursaydı ve onu bu şekilde övmüş olsaydı, Şii ve Sünni din adamlarının bunları nasıl abartıp bire bin yalan ve iftira ekleyeceklerini düşünmek bile istemiyoruz.) 14-) Musa buluğ çağına erip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik yani güzel ahlak sahiplerini işte böyle mükâfatlandırırız. 15-) Musa, ehlinin gaflette olduğu bir sırada şehre girdi. Orada, biri kendi şiasından, diğeri düşmanından olan iki adamı birbiriyle döğüşür buldu. Kendi şiasından olanı, düşmana karşı ondan imdad diledi. Musa da ötekine, bir yumruk vurup işini bitirdi. (Bunun üzerine:) Bu şeytanın amelindendir. O, gerçekten saptırıcı, apaçık bir düşmandır, dedi. (Kur'an'a baktığımızda iki çeşit şeytanın var olduğunu görüyoruz. 1-) Ökfe, cimrilik, haset gibi kötü duygu ve dürtüleri simgeleyen zihinsel şeytan. 2-) Din adamı kılığındaki şeytanlar. En tehlikeli olanlar bunlardır. Çünkü zihinsel şeytanın zararı amelidir. Yani amel bakımından insanları günaha sokar. Fakat din adamı kılığında ete kemiğe bürünen şeytanlar ise, Allah yolundan engelleyen, hakkı batıl, batılı hak, küfrü iman, imanı küfür, ihlası şirk, şirki İslam gösteren bir etki ve yetkiye sahiptir. İtaat, ibadet, ittiba, dâvet, tezyin (süsleme) hutuvat (adımlar), veli-evliya, karin (yandaş) vaad, Allah yolundan engelleme, küfür bağlamında geçen şeytanlar din adamı; vesvese, zelle, düşmanlık, amel, unutkanlık, saçıp savurma, israf, kin, gurur, haset gibi olumsuz dürtü ve duygular bağlamında geçen şeytanlar zihinsel şeytanlardır. Musa (a.s) ın kasdettiği şeytan öfke ve kızgınlık şeytanıdır.) 16-) Musa: Rabbim! Doğrusu ben nefsime zulmettim. Beni mağfiret et, dedi, Allah da onu mağfiret etti. Çünkü, O, Ğafur'dur, Rahim'dir. 17-) Musa: Rabbim! Üzerimde olan nimetlerine andolsun ki, artık mücrimlere asla arka çıkmayacağım, dedi. 18-) Şehirde korku içinde, (etrafı) murakabe ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek (yine ondan imdat istiyor.) Musa ona dedi ki: Doğrusu sen, apaçık bir şaşkınsın! 19-) Musa, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki: Ey Musa! Dün bir nefsi öldürdüğün gibi, beni de mi öldürmek istiyorsun? Demek, ıslah edicilerden olmayı değil de, bu yerde ille bir cabbar (zorba) olmak mı istiyorsun? 20-) Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi: Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için görüşme yapıyorlar. Hemen (buradan) çık! (Bil ki, ben senin için nasihat edicilerdenim, dedi.21-) Musa korkarak, (etrafı) murakabe ederek oradan çıktı. "Rabbim! Zalimler kavminden beni kurtar" dedi. 22-) Medyen’e doğru yöneldiğinde: Umarım, Rabbim beni düz yola hidayet eder, dedi. 23-) Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir ümmet buldu. Onların gerisinde de, (hayvanlarını sulamayı) bekleyen iki kadın gördü. Onlara: Amacınız nedir? dedi. Şöyle cevap verdiler: Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da ihtiyardır. (Ümmet, aynı zaman ve aynı coğrafyada yaşayanlara denir. Vatandaşlık ve ulusal birlik demektir. Millet ise, ister İslam olsun, ister küfür olsun insanlık tarihinde aynı inanca sahip olanlara millet denir. Mesela: İslam milleti, küfür milleti gibi. Kur'an'a göre Türk milleti, Kürt milleti kullanımı hatalıdır. Doğrusu Kürk ümmeti, Türk ümmeti, Arap ümmeti olacaktır. Ümmet, vatandaşlık ve aynı coğrafyada yaşama olduğu için tüm canlılar için kullanılan bir kelimedir. Aynı zamanda her ümmetin bir eceli vardır. Fakat her milletin bir eceli yoktur. Millet ile ümmet arasında bulunan farkı bikmeyenler meal yazımında hata ederler. Yukarıdaki âyete verilen meâl gibi. Ümmetin hangi anlama geldiğini bilmeyen meâl yazarları, ümmete, insanlar diye meâl vermişler. Halbuki ümmet ayrı bir şey, insanlar ayrı bir şeydir.) 24-) Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra fakirim, dedi.FAKİR ve MİSKİNİN ARASINDA BULUNAN FARK "Miskin" işi ve oturacak evi olmasına karşın, geliri giderini karşılamayan, eve bağlı olan, yatalak, kronik bir hastalığa mübtela olan kişiye denir.Miskinin hangi anlama geldiğini Kehf süresi 79.âyetten anlıyoruz. "Gemi var ya, o, denizde çalışan miskinlerindi..." Dolayısıyla yeri yurdu belli olan, tanınan ve bilinen çaresiz kişiye miskin denir. Kur'an'da (taam) yemek yedirme fidye ve keffaretler fakir bağlamında değil, miskin bağlamda kullanılmıştır.(Mâide-89, 95; Bakara-184; Mücadele-4; Hakka-34; İnsan-8; Maun-3;)Çünkü yemek yedirme fidye ve kefaret verme durumu meydana geldiği zaman miskinlere ulaşma imkanı kolaydır.Fakat fakire ulaşma imkanı yoktur. Çünkü fakir yabancıdır, tanınan ve bilinen biri değildir yani bir anda insanın karşısında çıkan kişidir.Fakirin hangi anlama geldiğini en güzel gösteren âyet, yukarıda Musa (a.s) ın durumunu haber veren 24. âyettir."Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra fakirim, dedi. Dolayısıyla fakir ve miskin kavramları yerine kullanılan" muhtaç" ve "yoksul" ifadeleri, âyetler tarafından inşa edilen fakir ve miskin sistemini darmadağın ediyor. Artık gelecek nesilller için fakir ve miskinin arasında bulunan farkın bir anlamı kalmıyor. Dolayısıyla Kur'an'ın mükemmel sistemi ve kavramlar kombinasyonu yok oluyor.)
1 Mayıs 2022 Pazar
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (97.YAZI) 45-) Andolsun ki, "Allah’a ibadet edin!" (demesi için) Semûd kavmine kardeşleri Sâlih’i gönderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki fırka oluverdiler. 46-) Sâlih dedi ki: Ey kavmim! Güzellikten önce niçin kötülükte acele ediyorsunuz? Allah’tan istiğfar dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir. 47-) Şöyle dediler: Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık. (Sâlih:) Size çöken uğursuzluk (sebebi), Allah katında (yazılı)dır. Hayır, siz fitneye çekilen bir kavimsiniz, dedi. 48-) O şehirde dokuz çetebaşı vardı ki, bunlar yerde fesatlık yapıyorlar yani sulha hiç yanaşmıyorlardı. 49-) Allah’a kasem ederek birbirlerine şöyle dediler: Gece ona ve ailesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da velisine: "Biz ehlinin helak edilişine şâhid olmadık yani biz sâdıklarız" diyelim. 50-) Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de tuzak kurduk yani kurduğumuz tuzağın şuurunda değillerdi. 51-) Bak işte, tuzaklarının âkıbeti nasıl oldu: Onları da, (kendilerine uyan) kavimlerini de (nasıl) darmadağın ettik! 52-) İşte zulümleri yüzünden çökmüş evleri! Bilen bir kavim için elbette bunda bir âyet vardır. 53-) İman edip Allah’a karşı takvalı olanları kurtardık. 54-) Lût da kavmine şöyle demişti: Göz göre göre hâla o hayâsızlığı yapacak mısınız? 55-) Bu ilâhî ikazdan sonra hâla siz, ille de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz, cehalete devam edegelen bir kavimsiniz! 56-) Kavminin cevabı sadece: «Lût ailesini memleketinizden çıkarın; çünkü onlar temizlenmek isteyen insanlarmış!» demelerinden ibaret oldu. 57-) Bunun üzerine onu ve ehlini kurtardık. Yalnız karısı müstesna; onun geride (azaba uğrayanların içinde) kalmasını takdir ettik. 58-) Onların üzerlerine müthiş bir yağmur indirdik. Bu sebeple, uyarılan (fakat aldırmayan)ların yağmuru ne kötü olmuştur! 59-) (Ey Resül!) De ki: Hamd olsun Allah’a, selam olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı daha hayırlı, yoksa şirk koştukları mı? 60-) Onlar mı hayırlı yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah’tan başka bir ilâh mı var! Doğrusu onlar sapkınlıkta devam eden bir güruhtur.61-) Onlar mı hayırlı yoksa yeri oturmaya elverişli kılan yani aralarından (yer altından ve üstünden) nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan yani iki deniz arasına engel koyan mı? Allah’tan başka bir ilâh mı var! Doğrusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar. 62-) Onlar mı hayırlı yoksa darda kalana kendine dua ettiği zaman dâvetine karşılık veren yani (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yerin hakimleri kılan mı? Allah’tan başka bir ilâh mı var! Ne kadar da az tezekkür ediyorsunuz! 63-) Onlar mı hayırlı yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran ve rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah’tan başka bir ilâh mı var! Allah, onların şirk koştuklarından yücedir. 64-) Onlar mı hayırlı yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah’tan başka bir ilâh mı var! De ki: Eğer sâdıksanız burhanınızı getirin! 65-) De ki: Göklerde ve yerde, Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilmez yani onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. 66-) Hayır; onların ahiret hakkındaki idrakleri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar ahiretten yana kördürler. 67-) Yani kâfirler dediler ki: Sahi, biz ve atalarımız, toprak olduktan sonra, gerçekten (diriltilip) çıkarılacak mıyız? 68-) Andolsun ki, bu tehdit bize vâdildiği gibi, daha önce atalarımıza da vâdedilmiştir. Bu, öncekilerin senaryolarından başka bir şey değildir. 69-) De ki: Yeryüzünde gezin de, mücrimlerin âkıbeti nasıl oldu, görün! 70-) (Ey Nebi!) Onların yüzünden hüzünlenme yani kurmakta oldukları tuzaklardan ötürü sıkıntı içinde olma. 71-) Onlar: Eğer sâdıksanız (söyleyin bakalım) bu vaâd ne zaman olacak? derler. 72-) De ki: Çabucak gelmesini istediğiniz şeyin (azabın) bazısı herhalde yakında başınıza gelecektir. 73-) Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı fazilet sahibidir; lâkin insanların çoğu şükretmezler. 74-) Yani Rabbin elbette onların göğüslerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. 75-) Yani gökte ve yerde gâip olan hiçbir şey yoktur ki, mübin bir kitapta bulunmasın. 76-) Şüphesiz bu Kur’an, İsrailoğullarına, hakkında ihtilâf edegeldikleri şeylerin pek çoğunu kıssa etmektedir. 77-) Yani o, müminler için gerçekten bir hidayet ve rahmettir. 78-) Rabbin şüphesiz, onlar arasında kararını verecektir yani O, Aziz'dir, Alim'dir. 79-) O halde sen yalnız Allah’a tevekkül et. Çünkü sen mübin bir hak üzerindesin. 80-) Bil ki sen ölülere işittiremezsin yani arkalarını dönüp giderlerken sağırlara işittiremezsin.81-) Yani sen körleri sapkınlıklarından çevirip hidayete yönlendiremezsin. Sen ancak âyetlerimize iman edip de teslim olanlara işittirebilirsin. 82-) O söz vuku bulduğu zaman, onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, bu onlara insanların âyetlerimize yakin (kesin iman) etmemiş olduklarını söyler. 83-) Yani o gün, her ümmetten âyetlerimizi yalan sayanları toplarız da onlar fevc fevc (hesap yerine) sevkedilirler. 84-) Nihayet, (hesap yerine) geldikleri zaman Allah buyurur: Siz benim âyetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi? Değilse sizin yaptığınız neydi? MÜŞRİKLERİN AKIL VE MANTIĞI Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları Kur'an'da bulunan hiç bir kavrama isabetli bir açıklama getirmediler. İnsanları aldatmak için kavramı Kur'an'dan aldılar. Fakat onu dinlerinde var olan uydurma rivayet ve yalan ictihadlarla doldurdular.Mesela: İslam, din, iman, Nebi, Resul, secde, rukü, salât, salavât, hasenat, salihât, takva, ibadet, ümmet, millet, küfür, ihlâs kavramları gibi.Bu konuda ümmi insanların bir günahı yoktur.Ümmi insanlar hangi geleneğin ve dinin içinde kendini bulmuşsa o inanç ve geleneklerle şekil almışlardır. Şirk akıl ve mantığının en önemli argümanı "din âlimlerimiz, atalarımız, eski ulema bilmedi de, siz mi bildin?""Bunları nereden çıkarıyorsun ?""...Biz geçmişteki (din) atalarımızdan böyle bir şey işitmedik"(Mü'minün-24) itirazlarıdır. Mezhebi din edinen cahil, düşünmüyor ki, bir de şu Kur'an'a kulak verelim, bir de şu Kur'an'dan konuşanları dinleyelim.Bu konuşan insanlar sadece Kur'an'a atıf yapıyorlar, "dinde Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yok" diyorlar. Bu adamlar dinde adres olarak yalnız Kur'an'ı gösterdiklerine göre, birde Allah'ın indirdiği kitab-a bir göz atalım. Bir ihtimal, olabilir ki, bunlar doğru söylüyor. Rahmân ve Rahim olan Allah müminleri tarif ederken şöyle buyuruyor. "Onlar ki, sözü dinlerler en güzeline uyarlar..."(Zümer-18)Sözü dinlemeden en güzelini nasıl bulacaksınız? Sizin Allah'a, kitab'a imanınız yok mu? Bak Kur'an her şeyi tarif ediyor, her açıklamayı yapıyor. Siz bin dört yüz seneden beri yalan ve iftira konuşuyorsunuz! Bırakın herkes konuşsun, konuşturmuylar, hemen kafirsin, "peygamber" düşmanısın, hemen aforoz ediyorlar. "Atalarımız, ulemamız, imamlarımız bilmedi de sen mi bildin? Bak Kur'an senin din ataların hakkında ne diyor? "Onlara (müşriklere) : Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Peki ataları hiç bir şey anlamamış, doğruyu bulamamış idiyseler?"(Bakara-170)"Nihayet hesap yerine geldikleri zaman Allah onlara buyurur. Siz benim âyetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi? Yoksa yaptığınız neydi ?"(Neml-84)Siz atalara kulluk ediyorsunuz, siz Ebu Cehil'in dinine mensup cehennem odunusunuz. Kur'an bir çok âyette bu gerçeği ortaya koyuyor. Bizim sizinle harcayacak bir zamanımız yoktur. Eğer bilgi sıkıntınız varsa, Kur'an ile giderelim. Ama aforoz yok, daha ağzımızı açmadan "atalarımız bilmedi de sen mi bildin?""Atalarımız bilmedi de, sen mi bildin?" diyen adam Kur'an'ın yüzlerce âyetini inkâr ediyor demektir."Atalarımız bilmedi de, sen mi bildin?" diyen, Allah'a, O'nun dinine ve elçilerine savaş açan Kur'an düşmanıdır. Evet ataların bilmedi, Kur'an sayesinde Allah bize bilmediklerimizi bildirdi.85-) Yaptıkları zulümden ötürü, (azaba uğrayacaklarını bildiren) o söz vuku bulmuştur; artık onlar konuşamazlar. 86-) Dinlensinler diye geceyi (karanlık) ve (çalışsınlar diye) gündüzü aydınlık kıldığımızı görmediler mi? İman eden bir kavim için elbette bunda birçok âyetler vardır. 87-) Sûr’a üfürüldüğü gün, -Allah’ın diledikleri müstesna-, göklerde ve yerde bulunanların hepsi dehşete kapılır yani hepsi boyunları bükük olarak O’na gelirler. 88-) Yani sen dağları görürsün de, onları yerinde durur hesap ediyorsun. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler. (Bu,) her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, fiillerinizden tamamıyla haberdardır. 89-) Kim güzellikle (ilâhî huzura) gelirse, ondan daha hayırlısı verilir yani onlar o günün korkusundan emin olurlar. 90-) Rablerinin huzuruna kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar. (Onlara) "Ancak yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz!" (denir). 91,92-) De ki: Ben ancak, bu şehrin (Mekke’nin) Rabbine -ki O burayı haram (dokunulmaz) kılmıştır- ibadet etmekle emrolundum yani her şey zaten O’na aittir yani müslümanlardan olmam ve Kur’an okumam emredildi. Artık hidayeti seçerse, yalnız kendisi için seçmiş olur ve kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım. (Hidayet ve sapkınlık tamamen vahiy'le ilgili bir durumdur. Yüce Allah vahiy haricinde hiç kimseye hidayet vermez ve sapkınlığa mahkum etmez.Yukarıdaki iki âyet bu gerçeği anlatıyor.) 93-) Yani şöyle de: Hamd Allah’a mahsustur. O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız (ama artık faydası olmayacaktır). Rabbin, yaptıklarınızdan gâfil değildir.(Neml Süresini Sonu)
BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ŞART MIDIR?(1.YAZI)Rahmân ve Rahim olan Allah şöyle buyuruyor."Şüphesiz bu Kur'an, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"( En'am- 153) Allah tarafından indirilen tevhid sisteminin evrensel bir ahlakı, standart ve üstün kalitede bir yapısı mevcuttur.Tevhid sistemi ve İslam ahlakı ibret olma haricinde hiçbir zaman geriye doğru işlemez, ataların uydurma dinini taklit etmeyi reddeder.(Bakara-170; Mâide-104; Lokman-21; Zuhruf-23,24)Kur'an'ın dini olan İslam, insanların önünü aydınlatan, bilimsel ve teknolojik gelişmeler gibi, sürekli olarak ileriye doğru bir hedefe yönlendirmektedir. Yani Kur'an'ın öyle bir ilmi, öyle bir sistemi, öyle bir ahlakı, bağlam ve bütünlüğü, akıl ve mantığı var ki, insanların akıl ve fikirlerini aşacak bir mükemmelliğe sahiptir. İnsanlık tarihinde yapılan bütün icat ve keşifler Kur'an'da var olan ilmi ve fikri kurallara hiçbir zaman aykırı düşmemiştir. Fakat fırka ve cemaatlere, mezhep ve tarikatlara, kurum ve kuruluşlara baktığımızda dini, ahlaki, fikri, ilmi ve ameli standart bir kalite yakalamak mümkün değildir.Bundan dolayı Kur'an, hangi din ve kültür, hangi ilim ve geleneğe, hangi millet ve inanca bağlı olursa olsun insanların bir araya gelip ilmi ve fikri bir mücadelenin içine girmelerine engel koymaz. İndirilen vahiy dini insanların iradeleri üzerinde dini ve ameli hiçbir baskı kurmaz.(Yunus-99; Gaşiye-21, 22) İnsanlar birbirlerinin haklarına tecavüz etmedikleri sürece din bakımından tam bir özgürlük içinde hayat sürebilirler. Fakat mezheplerde ve fırkalarda böyle özgür bir anlayış ve evrensel bir ahlak mevcut değildir. Mezheplerde ve fırkalarda koyu bir taassup, kapkaranlık bir cehalet, statik bir düşünce ve akılsız bir taklit hakimdir.Aynı şeyleri düşünen ve aynı şeylere iman eden mezhep, fırka, şia,cemaat ve tarikatlar, dinlerine aykırı bir inancın neşvü nema bulmasına fırsat vermezler. Bu din mensupları, inanç ve fikirlerine karşı aykırı bir sesin çıkmasına asla tahammül etmezler. İçeriden ve dışardan birinin seslenerek havanın oksijensiz olduğunu ve ortamın kötü koktuğunu söyleyemez. İşte indirilen vahiy ile insanları uyaran (Enbiya-45; Kaf-45) Allah elçilerinin ve Kur'an ehli muvahhidlerin (Hac-72; Mümin-35) önemi burada kendini gösteriyor.Yani mezhep ve fırkalarda batıl din ve şirk pisliğiyle kirlenen zihin ve beyinleri dışarıdan birinin uyarması son derece önemlidir.Çünkü fırka, mezhep ve cemaatlerin içinde bu uyarı ve ikaz vazifesini yapacak özgür düşünceye sahip, aklı başında olan birisini bulmak mümkün değildir.Mezhep taassubuna ve fırka karanlığına mahkum olanlar kiyamet gününe kadar hatta cehennemi görünceye kadar bu kahrolası kör inançtan ve karanlık hayattan kurtulamazlar.(Bakara-165,166,167; Şuara-91/103)Mezhep ve fırka mensupları yanlış ve kötü yolda olduklarının farkında olmazlar.İnanç ve fikirlerinin sapıkça olduğunu asla kabul etmezler. "...Çünkü onlar Allah ile beraber şeytanları evliya edinmişler. Gerçek böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar"(Âraf- 30) "Kim rahmanın zikri olan Kur'an'dan gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar(din adamları) onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar"( Zuhruf-- 36, 37)Dolayısıyla mezhep ve fırkalara bağlı olmayanlar şirk ve benzeri günahlardan daha kolay ve çabuk kurtulurlar. Ehl-i Sünnet ve Şia'da mezhep imamının ve fırka liderinin otoritesinin ve iradesinin aşılmasına müsaade edilmez. Yani mezhep imamları ve fırka liderleri sorgulanamaz birer "İlâh" ve "Rab" konumuna yükseltilmişlerdeir.(Tevbe-31) Böyle olunca toplumda ilim ve fikir, aklı kullanma ve tezekkür, sorgulama ve özgürlük, merhamet ve yenilenme meydana gelmeyecektir.Toplumda, tefekkür ve aklı kullanma, ilmi ve fikri özgürlük olmayınca, sosyal hayatta gelişme, büyüme, refah ve huzur olmayacaktır.İlimde ve fikirde, icatta ve keşifte ilerleme ve gelişme olmayınca, toplum içine kapanacak, düzen bozulacak, toplum durağan ve statik bir hayata mahkum olacaktır.Kendini yenilemeyen mezhep ve fırka mensupları koyu karanlık bir inanç ve taklitçi bir düşünce ile kendi içine kapanacak, bozulmaya, kokuşmaya, çürümeye, nihayetinde psikolojik bunalımlarla boğuşmak zorunda kalacaklardır. İşte bu yüzden Kur'an sürekli olarak "Ey insanlar! Ey iman edenler ! Ey Ademoğulları! diyerek mesajının evrensel olduğunu, ilâhi ve evrensel mesajın dar kalıpların içine hapsedilmesinin doğru olmadığını öğütlemektedir. Tevhid, İslam, hanif, ihlas ve güzel ahlak olarak din, Kur'an'da en ince detaylara kadar yer almış en mükemmel bir şekilde tamamlanmıştır. Şirk açısından da Kur'an, bir nokta, bir zerre kadar karanlıkta bir şey bırakmamıştır. Yine hangi dine mensup olursa olsun insanların birbirlerine karşı nasıl hareket edeceklerini, nasıl bir tutum içerisinde olacaklarına kadar sosyal ve bireysel hayat için Kur'an birçok detay vermektedir. İşte burada önümüze çıkan en büyük tehlike ve aşılmaz engel, mezhep taassubu, ataların uydurma dini ve toplumu etkisi altına alan baskın geleneklerdir. Çünkü mezhep taassubunu ve fırkacılık karanlığını aşamadığımız zaman Kur'an'a ve evrensel ahlaka ulaşma imkanını baştan kaybediyoruz.Din Allah'ındır, tevhid Allah'ın fıtrat dinidir.Vahiy evrensel, ilâhi bir kalite ve sağlam bir karaktere sahiptir.Allah'ın dini hak, ilâhların dini batıldır.(İsra- 81) Allah'ın dini mutlak hidayet, mezheplerin dini baştansona kadar sapkınlıktır.(Yunus-32) Allah'ın dini vahdet, mezheplerin dini tefrika ve bölücülüktür" (En'am-159; Rum-30,31,32) Allah'ın dini bütüncül, fırkaların dini paramparçadır.(Âli İmran-103,106; Hac-31)Allah'ın dini orijinal, mezheplerin dini sanal, Allah'ın dini organik, uydurma din hormonlu, Allah'ın dini şifa, uydurma rivayet dini zehirli ve hastalıklıdır. Vahiy dini insanı tüm dünya karşısında özgür bir birey yaparken, uydurma hadis dini bin sene önce çürümüşlere mahkum eder. Uydurulmuş mezhep dini insanı sayısız ilâh ve Rablere kul köle yaparken, tevhid dini insana özgür bir zeka, mükemmel bir saygınlık ve evrensel bir beyin bahşeder. Şeytanların ve tağutların şirk dininde ilmi, akli ve teknolojik bir gelişme olmaz.Uydurma mezhep dinlerinde her mezhep ve fırka diğerini istemez, hiçbir zaman bir araya gelemez, bir birlik kuramazlar. Çünkü birbirlerinden ölümüne nefret ederler. Fakat Kur'an'a iman edenler, yalnızca kendi aralarında değil, fanatik İslam düşmanı haricinde kalan bütün insanlara iyilik yaparlar, onlara kucak açarlar.(Mümtehine--8,9 )Mezhep ve fırka şirkine bulaşanlar dinde olmayan en ufak bir ayrıntıda boğulurken, kendi dinlerine karşı gelen herkesi sapkın ve kafir ilan ederler. Muvahhidler ise Allah'ın indirdiği âyetleri inkar ve alay edenlerle bile ebedi bir ötekileştirme anlayışına sahip olamazlar.(Nisa-140) Vahiy insana kötülüklere karşı koyma ahlakını ve adaletsizliklere isyan etme faziletini kazandırır.Fırka ve mezheplere bağlılık toplumda eşitlik ve adaletin yerleşmesine mani olur.(Fetö'de olduğu gibi)Mezhebi İslam'a, uydurma rivayetleri Kur'an'a, mezhep imamını Allah'a, imanı küfre, sapıklığı hidayete, şirki ihlasa, fırkasını takvaya, körlüğü basiret ve ferasete, cehaleti ilme, yalanı dürüstlüğe, cehennemi cennete karşı tercih eden ahmağın ta kendisidir.Mezhepler ve fırkalar, cemaat ve tarikatlar insanların Kur'an'a ulaşmaları önünde en büyük engel, en aşılmaz bir barikat, en tehlikeli bir bataklıktır."Hep birlikte Allah'ın himayesi olan Kuran'a sığının, dağılıp parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın:Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerimizi birleştirmişti ve O'nun(tevhid-islam) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki hidayet bulasınız"(ÂLİ İmran-103)"(Ey Nebi!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat (din-inanç) üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında (indirdiği dinde) değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.Hepiniz Allah'a yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin; müşriklerden olmayın. Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka (mezhep-cemaat-tarikat) kendilerinde olan inanç ile sevinip kibirlenmektedir"(Rum-30, 31, 32)Yani yüce Allah, dininin tek hak, yolunun tek doğru yol olduğunu söylemektedir.İşte bütün bunlardan dolayı yüce Allah, insanların üzerine mezhepleri gerekli kılmamıştır.Yüce Allah muvahhid âlimleri ayırt etmeksizin dini meselelerde onlara baş vurulmasını emrederek şöyle buyurmuştur."Eğer bilmiyorsanız zikir (Kur'an) ehlinden sorunuz"(Enbiya-7; Nahl-43)İnsanları belirli bir mezhebe bağlı kalmalarını mecbur tutmak, onları zorluğa ve darlığa mahkum etmek olacağından asla caiz değildir.Mezhepleri din yapmak cahiliyye anlayışıdır.Ümmiler tarafından müctehid olarak kabul edilen alimlerin büyük çoğunluğu Kur'an'da bulunan kavramlardan, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden haberi olmayan kimselerdir.İctihadlarına dikkatli bakıldığında Kur'an'a son derece yabancı oldukları görülecektir.Mesela:Zekatın ve salâtın hangi anlama geldiğinden, vekalet yoluyla haccın yapılabileceğine, cuma hutbesinde salavat getirmenin farz olarak görülmesinden, hac'ta şeytan'ın taşlanmasına, kabir azabından, oruç kefaretine kadar bir çok mezhebi ictihad Kur'an'a aykırıdır.İslam'da kişinin bir mezhebe tabi olmayı gerekli kılacak herhangi bir mecburiyet ve hüküm bulunmamaktadır.Tam aksine fırka ve mezhepler Kur'an'ın bir çok âyetinde reddedilmiş bölücülük ve şirk olarak kabul edilmiştir. (En'am-159; Rum-30,31,32)Mezhep ve cemaatler insanın iradesinin önünde bir barikat ve bataklık gibidir.Kişinin hiçbir tarafa ayrılmayacak şekilde kendisini belirli bir mezhebe mahkum etmesi Allah'ın kullarına karşı zorluk çıkarma anlamını taşımaktadır.Yani, Allah'ın haram kılmadığı bir şeyi haram kabul etmek ahirette yüce Allah'ın huzurunda büyük bir zulüm ve haddi aşmak olarak karşılık bulacaktır. Mezhep inancı, Kur'an cahili olan kişileri Allah Resulü'nün bulunduğu makamdan daha ileriye götürmek anlamını taşımakta, onları dokunulmaz ve masum birer ilah ve rab kabul etmekte, din adamlarını kutsama inancını insanlara dayatma anlamına gelmektedir.(Tevbe-31)
30 Nisan 2022 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(196. YAZI)Neml Süresi 93 Âyet olup Mekke'de İnmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Tâ. Sîn. Bunlar Kur’an’ın yani apaçık bir kitab’ın âyetleridir. 2,3-) Salât'ı ikâme edep yani zekât'a (arınmaya) gelen ve ahirete de yakin olarak iman eden müminler için bir hidayet ve bir müjdedir. 4-) Şüphesiz biz, ahirete iman etmeyenlerin amellerini kendilerine süslü gösterdik; o yüzden bocalar dururlar. 5-) İşte bunlar, azapları en kötü olanlardır yani ahirette en çok husrana uğrayanlardır. 6-)(Ey Resül!) Şüphesiz ki bu Kur’an, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından sana ilka edilmektedir. 7-) Hani Musa, ailesine şöyle demişti: Gerçekten ben bir ateş gördüm. (Gidip) size oradan bir haber getireceğim, yahut bir ateş parçası getireceğim, umarım ki ısınırsınız! 8-) Oraya geldiğinde şöyle seslenildi: Ateşin bulunduğu yerdeki ve çevresindekiler mübarek kılınmıştır! Âlemlerin Rabbi olan Allah, subhandır! 9-) Ey Musa! İyi bil ki, ben, Aziz, Hakim olan Allah’ım! 10-) Asânı at! Musa (asâyı atıp) onu cân gibi deprenir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı. (Kendisine dedik ki): Ey Musa! Korkma; çünkü benim huzurumda Resüller korkmaz. 11-) Ancak, kim zulmeder, sonra, işlediği kötülük yerine güzellik yaparsa, bilsin ki ben (ona karşı da) Ğafur'um, Rahim olanım. 12-) Elini ceybine sok da kötülüksüz bembeyaz çıksın. Dokuz âyetle Firavun ve kavmine (git). Çünkü onlar fasık bir kavim olmuşlardır. 13-) Âyetlerimiz onlara açık olarak görülünce: "Bu, apaçık bir sihirdir" dediler. 14-) Nefisleri de bunlara yakîn getirdiği halde, zulüm yani yücelik tutkusundan ötürü onlara karşı geldiler. Müfsidlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak! 15-) Andolsun ki biz, Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. Ve onlar: Bizi, mümin kullarının birçoğundan farklı kılan Allah’a hamd olsun, dediler. 16-) Süleyman Davud’a vâris oldu ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuş mantığı öğretildi yani bize her şeyden verildi. Doğrusu bu apaçık bir fazilettir. 17-) Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları toplandı; hepsi birarada (onun tarafından) düzenli olarak sevkediliyordu. 18-) Nihayet Karınca vâdisine geldikleri zaman, bir karınca: Ey karıncalar! Meskenlerinize girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dedi. 19-) Süleyman onun sözünden dolayı tebessüm etti ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana babama verdiğin nimete şükretmeye yani razı olacağın salih ameller yapmaya sevket yani rahmetinle, beni salih kullarının arasına kat. 20-) Süleyman kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: Bana ne oluyor ki, Hüdhüd’ü göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?21-) Ya bana apaçık bir sultan getirecek ya da ona şiddetli bir azapla azap edeceğim yahut onu boğazlayacağım! 22-) Uzun bir zaman geçmeden (Hüdhüd) gelip: Ben, dedi, senin ihâta etmediğin bir şeyi ihâta ettim yani Sebe’den sana yakin olan bir haber getirdim. 23-) Gerçekten, onlara (Sebe’lilere) hükmeden, kendisine her şeyden verilen yani azim arşı olan bir kadın buldum. 24-) Allah’ın dununda güneşe secde ettiklerini gördüm yani şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları yoldan alıkoymuş bu yüzden o ve kavmi bir türlü hidayeti bulamıyorlar. 25-) Şeytan böyle yapmış ki göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler. 26-) Halbuki azim arş’ın sahibi olan Allah’tan başka ilâh yoktur. 27-)(Süleyman Hüdhüd’e) dedi ki: Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız. 28-) Şu kitabımla git, onu kendilerine ilet, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak. 29-) Süleyman’ın mektubunu alan Sebe’ melikesi, "Ey ileri gelenler! Bana çok kerim bir kitap iletildi" dedi. 30-) "O Süleyman’dandır yani o Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyladır. 31-) "Bana karşı gelmeyin, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadır)". 32-)(Sonra Melike) dedi ki: Ey ileri gelenler! Bu emrimde bana bir fetva verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan (size danışmadan) hiçbir işi kestirip atmam. 33-) Onlar, şu cevabı verdiler: Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, şiddetli savaş erbabıyız; emir ise senindir; artık ne emredeceğine bir bak. 34-)(Kralliçe:) dedi ki: Melikler bir memlekete girdiler mi, orayı ifsad ederler yani aziz (özgür) olan halkını alçaltırlar.(esir ederler herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi. 35-) Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler. 36-) Elçiler, hediyelerle Süleyman’a gelince şöyle dedi: Siz bana mal mı takdim ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır. Hediyenizle (ben değil) siz sevinin. 37-) Ey elçi! Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamıyacakları ordularla gelir yani onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız! 38-) Sonra Süleyman ileri gelenlere dedi ki: Ey ileri gelenler! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz onun (melikenin) tahtını bana getirebilir? 39-) Cinlerden bir ifrit: Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm yani onun üzerine kuvvetli ve eminim, dedi. 40-) Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise:(Süleyman) Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. Onu yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) faziletindendir. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbim Ğani'dir, Kerim olandır.(Kur'an'da "kerim" ismi, Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılmıştır. "Kerim" Nebi bağlamında geçmez. Yüce Allah için kullanıldığı yerler (Neml-40; İnfitar-6; Vahiy için kullanıldığı yer Vakıa-77; Resül için geçtiği yer Duhan-17; Hakka-40)Yukarıdaki âyette bulunan ve Süleyman (a.s) ın "hézé min fazli rabbi" "bu Rabbimin faziletindendir" dediği söz, herkesin, özellikle muvahhidlerin söylemeleri gereken güzel bir duadır. 41-) (Süleyman devamla) dedi ki: Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin; bakalım hidayete erecek mi, yoksa eremeyenler arasında mı olacak. 42-)(Melike) gelince kendisine: Senin tahtın böyle miydi? denildi. O şöyle cevap verdi: Tıpkı o! (Süleyman şöyle dedi): Bize daha önce (Allah’tan) bilgi verilmiş yani biz sadece ona teslim olmuştuk. 43-) Onu, Allah’ın dununda ibadet ettiklerinden (o zamana kadar İslam'a girmekten) engellemişti. Çünkü o kâfir bir kavimdendi. 44-) Ona: Saraya gir! denildi.(Melike) onu görünce derin bir su sandı yani eteğini yukarı çekip ayaklarını açtı.(Süleyman:) Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir, dedi.(Melike:) "Rabbim! Ben gerçekten kendi nefsime zulmettim yani (bundan böyle) Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum" dedi.
GÜZEL AHLAK VE NEZAKET GİBİSİ YOKTUR. 1-) Pikniğe gittiğinizde ormanlık alanda asla ateş yakmayın, piknik yerinde yakılan ateşin söndüğünden emin olun, piknik alanında çöp bırakmayın, arabanın penceresinden dışarıya sigara izmariti atmayın. 2-) Komşunuzun bahçe ve balkonuna hiçbir şey atmayın, Allah'ın cezalandırmasından korkun. 3-) Misafirlerinizi araçlarına kadar uğurlayın, ufak çocuğunuz olsa dahi jest yaparak aracın kapısını ona siz açın. 4-) Arkanızda bulunan araçların geçişleri için kolaylık sağlayın, sizi ikaz etmelerine fırsat vermeyin, yol dar ise kenara çekilerek yol verin, güzel ahlak gibisi yoktur. 5-) Bir kişiyi telefonla üç defadan fazla çaldırmayın. Çağrınızı anında yanıtlamazsa, ilgilenmesi gereken önemli işlerinin olduğunu farz edin. 6-) Borcunuzun vâdesi dolduğunda size borç veren arkadaş hatırlatmadan önce mutlaka iade edin. Bu hareket sizin dürüstlüğünüzü ve karakterinizi gösterir. Aynı şey para haricindeki diğer şeyler için de geçerlidir.7-) Hangisinin hayırlı olduğunu bilmediğiniz için kız ile erkek çocukların arasında maddi-manevi asla ayırım yapmayın. 8-) Karşınızdaki insanın dinini, fikrini ve kültürünü bilmeden genelleme yaparak rastgele konuşmayın. 9-) Erkek, kadın, yaşlı genç fark etmez misafirleriniz için arabanın veya evin kapısını siz açın, toplum içinde birine iyi davranmak insanı küçültmez.10-) İsterse zengin olsun bir arkadaşınız size bir ikramda bulunduysa, durumunuz el veriyorsa bir dahaki sefere siz ikramda bulunun. 11-) Mirasınızı erkek çocuklarının üzerine tapulayarak kız çocuklarını mahrum etmek büyük bir zulüm ve son derece çirkin bir harekettir, sakın böyle bir şeye tevessül etmeyin. 12-) İnsanların konuşmasını asla bölmeyin. Konuşmalarına izin verin, yanlış olanları güzel bir üslupla dile getirin. İnsanların hakkı kabul etmeleri, onu duymaları kadar değerli değildir.Yani önemli olan hakkı duymalarıdır. 13-) Özellikle toplu taşıma araçlarında konuşurken sesinizi fazla yükselterek insanları rahatsız etmeyin. 14-) Size yapılan iyiliği dile getirmenin hiçbir sakıncası yoktur.İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a da şükretmez. 15-) Dost ve arkadaşlarla karşılaşıldığında "seni çok iyi gördüm" demek, gönüllerini kazanmanızı sağlayacaktır. Kötümser olmanın hiçbir mantığı yoktur. 16-) Kendi çocuklarınız dahi olsa hiç kimsenin özel eşyasını karıştırmayın, özellikle cep telefonlarını, empati yapın. 17-) Irkçılık hastalığına yakalananlara asla yüz vermeyin, insanın kendisini cehennem azabından kurtarmasından daha büyük bir sorunu yoktur. 18-) Konuşmalarınızda son derece nezaket sahibi olun, doğru olan "çöpçü" değil, "temizlik görevlisi" demenizdir. 19-) Kendi çocuğunuz da olsa basit bir şey istediğiniz zaman "sana zahmet" demenizin hiçbir zararı yoktur.20-) Ticaret dahil bütün insani ilişkilerde karşı tarafı daha fazla düşünün, Allah'ın ihsan ve nimetinin her şeyden daha engin olduğuna iman edin. 21-) Mabedlere değil, insanlara yardım edin. Bir fakirin bir damla gözyaşının kâbe dahil bütün mabedlerden daha değerli olduğunu hiç bir zaman unutmayın. 22-) İnsanların ne kadar maaş aldıkları, gelirlerinin ne kadar olduğu sizi ilgilendirmez. 23-) Maddi durumu yerinde olanlarla durumu düşük olanlar arasında saygıda ayırım yapmak çok çirkin bir ahlaktır. 24-) Daima islah edici olmak Allah Resüllerinin mesleğidir. 25-) Özellikle kapalı mekanlarda ve toplu taşıma araçlarında cep telefonu ile konuşurken, başkalarının rahatsız olmamasına dikkat edin.26-) Her zaman ve her yerde hakkınızdan vazgeçerek başkalarını kendinize tercih edin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. 27-) İhtiyaç sahibi olduklarından dolayı değil, alışkanlık ve meslek edindiklerinden dolayı çocuklu dilencilere bir şey vermeyin. Yaz kış, sıcak soğuk demeden zavallı çocukları hem istismar ediyor, hemde zulmediyorlar Onlara bir şey vermek Kur'an'a aykırıdır. (Bakara-273)İnfak yapmada akraba, komşu ve tanıdıklarınız içinde çocuk sahibi olanları tercih edin. 28-) Toplu taşıma araçlarında yaşlı ve özürlü olanlara anında yer verin, hiçbir zaman zarar etmezsiniz. 29-) Dağ başında da olsanız elinizdeki çöpü yere atmayın, doğanın çöpünüze ihtiyacı yoktur. 30-) Cimri olmayalım, çünkü göklerin ve yerin mirası Allah'ın'dır. Biz ölüp gittikten sonra malın kime kalacağı önemli değildir. 31-) Göçmenlere kin beslemeyin hiç kimse vatanını keyfinden bırakacak değildir. İnsanların daha özgür yaşama hakları vardır. Aynı zamanda bu Allah'ın emridir. Yeryüzü hiç kimsenin malı-mülkü değildir. Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ın'dır. İnsanların ülkenize gelmesi, korkulacak bir olay değil, onur duyulacak bir olaydır. Çünkü insanlar özgürlük ve güvene doğru giderler. 32-) Ahlakınız güzel değilse, ibadet etmenize gerek yoktur, çünkü ahlakı güzel olmayanın ibadeti yoktur. 33-) Çocuklarınız evde mutlaka misafir görsünler, yoksa bu değerli ahlak zamanla kaybolacaktır. 34-) Çocuklarınızın yanında dostlarınıza ikramda bulunun ki, onlarda bu güzel ahlaka sahip olsunlar. 35-) Çay ocağında, özellikle restoran veya lokantada içtiğiniz çay için kötü ve pis kelimelerini kullanmayınız, sizin bu kelimeleri kullanmanız hiç bir şeyi değiştirmeyecektir. 36-)(Keşke bırakbilseniz) sigara içtiğinizde hiç kimsenin dumanınızdan rahatsız olmadığına dikkat edin. En doğrusu temiz havada yani hiç kimsenin rahatsız olmayacağı bir ortamda için. 37-) Ağız kokusu sarımsak kokusundan çok daha rahatsız edici bir özelliğe sahiptir. 38-) Nerede olursa olsun elinde ağır yük taşıyan kadın ve ihtiyarlara yardım edin. Çok büyük bir zevk ve makbul dua alacaksınız. 38-) Söz verdiğinizde mutlaka sözünüze sadık kalın, söze sadakatsizlik, yüce Allah'ın hoşuna gitmeyen kötü bir ahlak ve büyük bir sorumluluktur. (İsra-34)Yukarıdaki özellikten dolayı yüce Allah, İsmail (a.s) ı Kur'an'da övmüştür. (Meryem-54)39-) Yediğiniz ve içtiğiniz maddenin arta kalanlarını yere atmayın, medeni ve temiz olan zarar etmez. Hatta dinlendiğiniz yerde başkasından kalan maddeleri toplamaktan büyük bir haz alacaksınız. 40-) Ortalık aydınlık olsa dahi banyo ve lavabo gibi yerlere girdiğiniz zaman ışığı yakın, ev halkı için ani korku ve paniklemeyi engellemiş olursunuz. 41-) Bir kaç günlüğüne evden ayrıldığınızda, bir iki odanın ışığını açık bırakın, hırsızları uzaklaştırmaya yarayacaktır. 42-) Evinizde para, antika ve değerli ziynet eşyası bulunduğuna dair yabancı kimseye hiç bir şey söylemeyin. 43-) Değerli bir şey gizlediğinizde ev halkından bir iki kişinin nerede olduğundan haberi olsun. 44-) Cimrilik, dünya hayatında fakir yaşama, âhirette zengin olarak hesap vermektir. Hiç bir zaman bunu unutmayın. Malınızın hepsini çocuklarınıza miras olarak bırakmayın, ilk önce kendinizi cehennem azabından koruyun. (Bakara-254)Bir insan cimrilikten dolayı cehenneme girdikten sonra, malının çocuklarına veya bir vakfa ya da düşmanlarına kalması arasında hiç bir fark yoktur. 45-) Günlük hayatta, özellikle trafikte hakkınızdan vazgeçin, büyük olayların çıkmasına engel olacaksınız. 46-) Çocuklarınıza ve hanımınıza sakın sert davranmayın, özellikle insanların içinde onlara bağırıp çağırmayın, son derece sabırlı olun. Asla pişman olmazsınız.47-) Banyodan çıkarken mutlaka paspas yapın, başkasının kaymasını engellemiş olursunuz. 48-) Arkadaşlarınızın ayıp ve kusurlarını yüzlerine karşı söyleyin, bir kişi arkadaşının yüzünde ve elbisesinde bulunan bir lekeyi söylemesinden üzüntü değil, minnet duymalıdır. 49-) Halka açık lavoboları kendisinden sonraki insanlar için temiz bırakandan yüce Allah razı olsun. 50-) Arkadaşı beş dakika bekletmektense, siz onu on dakika bekleyin, gönlünüz rahat olsun, vicdanınız huzur dolsun. 51-) Banyodan çıkmadan önce mutlaka paspas yaparak zemini kurutun, lavabo ve banyo çıkışında terlikleri dik bırakın. 52-) Çamaşırları asmak gibi basit işlerde hayat arkadaşınıza destek olun, onu memnun etmenizden daha önemli bir şey yoktur. 53-) Alışverişlerinizde mutlaka üretici ve köylüleri tercih edin, onlara fazladan gidecek üç beş kuruşu düşünmeyin. Hem üretime destek olursunuz hemde sebze ve meyvelerin temiz, organik ve tazesinden beslenmiş olursunuz. 54-) İlinize ait marketlerden alışveriş yapın, hem paranın ilde kalmasına katkıda bulunmuş hemde dayanışmaya sebep olursunuz. Aynı zamanda ilinizin kalkınması ve işsizliğin azalmasında önemli bir yararı olacaktır. 55-) Yabancı bir yerde adres soracağınız zaman, güvenlik açısından yayalara değil, esnaflara sormak daha iyidir. Çevreyi tanıma yönünden esnaflar adresin tarifini daha yaparlar. 56-) Akşam yemeğini erken yemenin önemli faydaları vardır. Özellikle yemek yendikten üç saat sonra 45 dakika kadar spor veya yürüyüş yapın. 67-) Ev yemeklerine kendinizi alıştırın, sofrada mutfakta sulu yemek bulundurun. Her gün sabah aç karınla bir iki diş sarımsağı dilimlere ayırarak yutmayı alışkanlık haline getirin. 68-) Saatinizi yumuşak bir zeminin üzerinde takın. 69-) Size yol verenlere karşı elinizi kalbinizin üzerine koyarak hafif bir eğilmeyle memnüniyetinizi açık olarak gösterin. 70-) Konteynere çöp boşaltmadan önce ses çıkarın. 71-) Dâvette size özel olarak ikram edilen yemeği bitirmeyecekseniz ona dokunmayın, yiyebileceğiniz kadar alın. 72-) İnsanlar sırada beklerken su bidonunuzu çalkalamakla uğraşmayın az bir tozdan ölmezsiniz.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ Şuara Süresi 105-) Nuh kavmi de Resülleri yalanladılar. 106-) Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı) takvalı olmaz mısınız? 107-) Bilin ki ben, size gönderilmiş emin bir Resülüm.(Aynen itaat ve isyan gibi "sıdk" ve "emanet kavramları Resül bağlamında kullanılmıştır. Hiç bir âyette bu kavramlar Nebi hakkında geçmemektedir.Yani Resül demek, vahiy demektir. Resül ile vahiy arasında bir fark yoktur. Resül ile vahiy etle tırnak gibi birbirinin içine girmiştir. Dolayısıyla Resülü vahiy'den ayırmak büyük bir cinayet olmuştur. İşte bu sistemler Kur'an'ın Allah'tan geldiğini ve Allah tarafından korunduğunu göstermektedir.) 108-) Artık Allah’a karşı takvalı olun yani bana itaat edin. (Bu sürede tüm Resüllerin kıssalarında bulunan "fettekullâhe veetîuni" "Allah'a karşı takvalı olun yani bana itaat edin" âyeti çok önemlidir. Demek oluyor ki Resül'e itaat olmadan takva olmuyormuş. Takva tamamen Resül'e yani vahye itaatla etmekle ilgili bir şeymiş. Takvanın hadis, sünnet ve mezheplerle hiç bir ilişkisi yoktur. Çünkü onlar müşriktir.) 109-) Buna (Resüllük görevime) karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. 110-) Onun için, Allah’a karşı takvalı olun yani bana itaat edin. 111-) Onlar şöyle cevap verdiler: Sana düşük seviyeli kimseler tâbi olup dururken, biz sana hiç iman eder miyiz!112-) Nuh dedi ki: Onların amelleri hakkında bilgim yoktur.(Onlar Allah'a iman ve itaat etmişlerse ben ne diyebilirim. Yani onları üzecek bir şey söyleyemem. Onları yanımdan uzaklaştıramam.) (Hud-27,28,29,30)113-) Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Şuurlu olmaz mısınız! 114-) Ben müminleri kovacak değilim. 115-) Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım. 116-) Dediler ki: Ey Nuh! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, recmedilenlerden olacaksın! 117-) Nuh: Rabbim! Kavmim beni yalanladı, dedi. 118-) Artık benimle onların arasını fethet yani beni ve beraberimdeki müminleri kurtar. 119-) Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri, o dolu geminin içinde (taşıyarak) kurtardık. 120-) Sonra da geri kalanları suda boğduk. 121-) Doğrusu bunda bir âyet vardır; ama çokları iman etmezler. 122-) Şüphesiz Rabbin, işte O, Aziz'dir, Rahim'dir. 123-) Âd (kavmi) de Resülleri yalanladı. 124-) Kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı ) takvalı olmaz mısınız? 125-) Bilin ki, ben sizin için emin bir Resülüm. 126-) Artık Allah’a karşı takvalı olun yani bana itaat edin.127-) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. 128-) Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek eğleniyor musunuz? 129-) Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz? 130-) Yakaladığınız zaman, zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz? 131-) Artık Allah'a karşı takvalı olun yani bana itaat edin. 132,134-) Bildiğiniz şeyleri size veren, size davarlar, oğullar, bağlar, pınarlar ihsan eden (Allah’a karşı) takvalı olun. 135-) Doğrusu sizin üzerinize gelecek azim bir günün azabından korkuyorum.. 136-) Onlar şöyle dediler: Sen vaaz versen de, vaaz verenlerden olmazsan da bizim için musavidir. 137-) Bu, öncekilerin ahlakından (inancından) başka bir şey değildir. 138-) Biz azap edilecek de değiliz. 139-) Böylece onu yalanladılar; biz de kendilerini helâk ettik. Doğrusu bunda bir âyet vardır; ama çokları iman etmezler. 140-) Şüphesiz Rabbin, işte O, Aziz'dir, Rahim'dir. 141-) Semûd (kavmi) de Resülleri yalanladı. 142-) Kardeşleri Sâlih onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı) takvalı olmaz mısınız? 143-) Bilin ki, ben sizin için emin bir Resülüm. 144-) Artık Allah’a karşı takvalı olun yani bana itaat edin. 145-) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. 146,148-) Siz burada, cennetlerin yani pınarların içinde; ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında emniyet içinde bırakılacak mısınız (sanırsınız)? 149-) Yani böyle sanıp dağlardan şımarıklık edecek evler yontuyorsunuz. 150-) Artık Allah’a karşı takvalı olun yani bana itaat edin. 151,152-) İşi gücü yerde ifsat olup, ıslaha asla yanaşmayan müsriflerin emrine itaat etmeyin. 153-) Dediler ki: Sen, iyice sihirlenmiş birisin! 154-) Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer sâdıklardan isen, haydi bize bir âyet getir. 155-) Salih: İşte bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, mâlum olan bir günün içme hakkı da sizindir, dedi. (Âyette geçen dişi deve, insanların ortak olarak yararlandıkları, gelir getiren kamu malını temsil ediyor. Bu mallara kötu niyetle yaklaşmanın yani bunlarda yolsuzluk yapmanın ne kadar tehlikeli bir fiil olduğu vurgulanıyor.) 156-) Yani ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi azim bir günün azabı yakalayıverir. 157-) Buna rağmen onlar deveyi kestiler; ama pişman olarak sabahladılar. (Âyette onu kestiler anlamında "akaruhe" fiili olarak üç yerde, (Hud-65; Şuara-157; Şems-14) geçmektedir. Kamer 29.âyet, bu kamu malının, halkın desteğiyle bir kişinin eliyle yok edildiğini anlatıyor. Âyetlerde "akarûhe" fiilinin kullanılması, sanki onun akarını yani gelirini kestiler gibi bir anlamı çağrıştırıyor.) 158-) Bunun üzerine onları azap yakaladı. Doğrusu bunda, büyük bir âyet vardır; ama çokları iman etmezler. 159-) Şüphesiz Rabbin, işte O, Aziz'dir, Rahim'dir. 160-) Lût kavmi de Resülleri yalanladı. 161-) Kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı ) takvalı olmaz mısınız? 162-) Bilin ki, ben sizin için emin bir Resülüm. 163-) Artık Allah’a karşı takvalı olun yani bana itaat edin. 164-) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. 165,166-) Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, insanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz sınırı aşmış (sapkın) bir kavimsiniz! 167-) Onlar şöyle dediler: Ey Lût! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, sürgün edilmişlerden olacaksın! 168-) Lût: Doğrusu, dedi, ben sizin bu amelinizden tiksinmekteyim! 169-) Rabbim! Beni ve ehlimi, onların amellerinden kurtar. 170-) Bunun üzerine onu ve bütün ehlini kurtardık. 171-) Ancak bir acûze (kadın) müstesna. O, geride kalanlardan (oldu). 172-) Sonra diğerlerini darmadağın ettik. 173-) Yani üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki... Uyarılanların (fakat yola gelmeyenlerin) yağmuru ne de kötü! 174-) Elbet bunda büyük bir âyet vardır; fakat çokları iman etmezler.175-) Şüphesiz Rabbin, işte O, Aziz'dir, Rahim'dir. 176-) Eyke halkı da Resülleri yalanladı. 177-) Şuayb onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı) takvalı olmaz mısınız? 178-) Bilin ki, ben sizin için emin bir Resülüm. 179-) Artık Allah’a karşı takvalı olun yani bana itaat edin. 180-) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. 181-) Ölçüye vefa gösterin yani (insanların hakkını) eksik verenlerden olmayın. 182-) Müstakim bir kıstas ile tartın. 183-) İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın yani yerde ifsat ediciler olarak karışıklık çıkarmayın. 184-) Sizi ve önceki nesilleri yaratan (Allah) a karşı takvalı olun. 185-) Onlar şöyle dediler: Sen, iyice sihirlenmiş birisin! 186-) Sen de, ancak bizim gibi bir beşersin. Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri olduğunu zannediyoruz. 187-) Şayet sâdıklardan isen, üstümüze gökten bir parça düşür. 188-) Şuayb: Rabbim yaptıklarınızı en iyi bilendir, dedi. 189-) Velhasıl onu yalanladılar da, kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o, azim bir günün azabı idi! 190-) Doğrusu bunda bir âyet vardır; ama çokları iman etmezler. 191-) Şüphesiz Rabbin, işte O,Aziz'dir, Rahim'dir. 192-) Yani Muhakkak ki o (Kur’an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. 193,195-) Resûlüm! Onu Rûhu’l-emîn uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap lisânıyla, senin kalbine indirmiştir. (Kur'an'da bulunan bazı kavramlar, Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılmıştır. "Aziz, kerim, mübin, hak gibi. Bazı kavramlar, Allah ve Resül bağlamında kullanılmıştır." itaat, ihânet etmeme, dâvet, icâbet, şikâk, küfür, isyan etmeme gibi. Bazı kavramlar da Allah ve vahiy bağlamında kullanılmıştır. "Ruhu'l-Emin, Ruhu'l-Kudus, Cibril gibi. Dolayısıyla "cibril" diye bir melek yoktur. Vahiy, yüce Allah'tan Resülün kalbine aracısız yani direk olarak indirilmektedir.) 196-) O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır. 197-) Benî İsrail âlimlerinin onu bilmesi, onlar için bir âyet değil midir? 198,199-) Biz onu acemlerin (Arapça bilmeyenlerin) bazısına indirseydik de, bunu onlara o okusaydı, ona iman etmezlerdi. 200,201-) Onu günahkârların kalplerine böyle soktuk. Onun için, elem verici azabı görünceye kadar ona iman etmezler.202-) İşte bu (azap) onlara, kendileri şuurunda olmadan, ansızın gelecektir. 203-) O zaman: Bize mühlet verilir mi acaba? diyeceklerdir. 204-) Durmadan bizim azabımızı acele mi istiyorlar? 205,206-) Ne dersin! Eğer biz onları senelerce yaşatıp yararlandırsaydık, sonra tehdit edilmekte oldukları (azap) başlarına gelse! 207-Yararlandırdığımız şeyler onlara hiç yarar sağlamayacaktır. 208,209-) Biz hiçbir memleketi, uyarıcıları olmadan yok etmemişizdir. Bu bir zikirdir yani biz zalim değiliz. 210-) O’nu (Kur’an’ı) şeytanlar indirmedi. 211-) Bu onlara düşmez; zaten güçleri de yetmez. 212-) Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır. 213-) O halde sakın Allah ile beraber başka ilâha dua etme, sonra azap edilenlerden olursun! 214-) Önce en yakın aşiretini uyar. 215-) Sana tâbi olan müminlere (merhamet) kanadını ger. 216-) Şayet sana isyan ederlerse, de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan beriyim. 217-) Yani Sen Aziz ve Rahim olana tevekkül et. 218-) O ki, kalktığın zaman seni görüyor. 219-) Secde edenler arasındaki inkilabını da. 220-) Çünkü her şeyi işiten, her şeyi bilen O’dur. 221-) Şeytanların ise kime ineceğini size haber vereyim mi? 222-) Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üstüne inerler. 223-) Bunlar, (şeytanlara) kulak verirler yani onların çoğu yalancıdırlar. 224-) Şairler(e gelince), onlara da şaşıranlar uyarlar. 225,226-) Onların her vâdide başıboş dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi? 227-) Ancak iman edip yani salih ameller işleyenler, Allah’ı çok ananlar ve zulme uğradıklarında kendilerine yardım edilenler başkadır yani zulmedenler, nasıl bir inkılap ile yıkılıcaklarını yakında bileceklerdir.(Şuara Süresinin Sonu)
29 Nisan 2022 Cuma
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(194. YAZI)Şuara Süresi60-) Derken (Firavun ve ordusu) gün doğumunda onların peşlerine düştüler.61-) İki topluluk birbirini görünce, Musa’nın ashâbı: İşte idrak edildik! dediler. 62-) Musa: Asla! Rabbim şüphesiz benimledir, bana hidayet edecektir, dedi. 63-) Bunun üzerine Musa’ya: Asân ile denize vur! diye vahyettik. (Deniz) infilak etti her fırka koca bir dağ gibi oldu. 64-) Diğerlerini de oraya yaklaştırdık. 65-) Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık. 66-) Sonra ötekilerini suda boğduk. 67-) Şüphesiz bunda bir âyet vardır; ama çoğu mümin değildir. 68-) Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak Aziz'dir, Rahim'dir. (Bu sürede anlatılan Nebi ve Resül kıssalarının hepsinin sonunda yukarıdaki âyet mevcuttur. Hepsinde de yüce Allah'ın iki ismi geçmektedir. "Aziz" ve "Rahim" Âyetlerde özellikle "Aziz" ve "Rahim" isimlarinin geçmesinin sebebi şudur."O Azizdir, kafir ve müşrikleri cezalandırdı, Rahim'dir, müminlere merhamet ederek onları kurtardı" demek istenmiştir.) 69-) (Ey Resül!) Onlara İbrahim’in haberini de tilâvet et. 70-) Hani o, babasına ve kavmine: Neye ibadet ediyorsunuz? demişti. 71-) "Putlara ibadet ediyoruz ve onlara saygı duruşuna devam edeceğiz" diye cevap verdiler. (İbrahim (a.s) ın kavminin putlara tapmaları, atalarından kendilerine intikal eden din ve mezhebe göre göre iman etmeleri idi. Saygıda kusur etmemeleri ise, din atalarına gelecek olan her hangi bir eleştiriyi kabul etmemeleri anlamına gelmektedir. Çünkü din atalarının yani din adamlarının hata edebileceklerine inanmıyorlardı.) 72-) İbrahim: Peki, dedi, dua ettiğinizde onlar sizi işitiyorlar mı? 73-) Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı? 74-) Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı aynen bu şekilde yaparken bulduk. 75,76-) İbrahim dedi ki: İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın; neye ibadet ettiğinizi gördünüz mü? 77-) (İyi bilin ki) onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim velimdir); 78-) Beni yaratan ve bana hidayeti gösteren O’dur. 79-) Beni yediren, içiren O’dur. 80-) Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.(İbrahim (a.s) ın hasta olmayı kendine, şifayı yüce Allah'a izafe etmesi önemlidir. Yani hastalıklar Allah'tan değil, insanların kendi hata ve ihmallerinden kaynaklanırken, şifa ise yüce Allah'ın rahmetinden kaynaklanan en önemli yasalarından biridir. Yani vucutta açılan yara kapanmayabilir, kemikler kaynamayabilirdi.) 81-) Beni öldürecek, sonra beni diriltecek O’dur. 82-) Ve din günü hatalarımı mağfiret edeceğini umduğum O’dur. 83-) Rabbim! Bana hikmet bağışla ve beni salihlere ilhâk eyle. 84-) Bana, sonra gelecekler içinde, lisânı sıdk ile anılmayı nasip et! 85-) Beni, Naîm cennetinin vârislerinden kıl. 86-) Babamı da mağfiret eyle (ona tevbe ve iman nasip et). Çünkü o sapkınlardandır.(İbrahim (a.s) babasının Allah düşmanı bir müşrik olduğunun bilincine varınca ona dua etmekten vazgeçti.(Tevbe-114) Aslında onun babasına olan duası, bağışlanması için değil, tevhid akidesini benimsemesi içindi. Yoksa Allah hiç kimseyi vahiy'den bağımsız olarak ne hidayet, ne de sapkınlık verir. Vahiy olmadan mükafat ve ceza da olmaz. Vahiy olmadan kişi mümin, müslüman, muttaki, muhlis, kafir ve müşrik de olmaz. Bütün bunların gerçekleşmesi için vahiy şarttır.) 87-) İnsanların dirilecekleri gün, beni mahcup etme. 88-) O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. 89-) Ancak Allah’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).(Kalb-i selim, her türlü şirkten arınmış olan imandır.) 90-) O gün cennet, muttakilere yaklaştırılır. 91-) Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir. 92,93-) Onlara: Allah’ın dununda ibadet ettikleriniz hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine (olsun) yardımları dokunuyor mu? denilir. 94,95-) Artık onlar, o azgınlar ve İblis orduları, toptan oraya tepetaklak atılırlar. 96-) Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: 97-) Tallâhi, biz gerçekten apaçık bir sapkınlık içindeymişiz. 98-) Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk. (Eğer bir dinde atalardan gelen rivayetler ve ictihadlar vahiy kadar değerliyse, inanç ve amel olarak kaynak kabul ediliyorlarsa, artık o din mensuplarının rab ve ilâhları din adamlarıdır.) 99-) Bizi ancak mücrimler saptırdı. 100,101-) Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz ne de candan sâdık bir dostumuz vardır. 102-) Ah keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş daha olsa da, müminlerden olsak! 103-) Bunda elbette bir âyet vardır; ama çokları iman etmezler. 104-) Şüphesiz Rabbin, işte O, Aziz'dir, Rahim'dir.
26 Nisan 2022 Salı
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(193. YAZI)Şuara Süresi 31-) Firavun: Sâdıklardan isen, haydi getir onu! diye karşılık verdi. 32-) Bunun üzerine Musa asâsını atıverdi; bir de ne görsünler, asâ apaçık bir sû'ban (oluvermiş)! 33-) Elini de (koynundan) çıkardı; o da bakanlara bembeyaz görünmüş. 34-) Firavun, etrafında olan ileri gelenlere: Bu, dedi, doğrusu alim bir sihirbazdır! 35-) Sizi sihriyle yerinizden çıkarmak istiyor. Şimdi ne emredersiniz? 36-) Dediler ki: Onu ve kardeşini beklet ve şehirlere toplayıcı görevliler gönder; 37-) Ne kadar alim sihirbaz varsa sana getirsinler. 38-) Böylece sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde toplandı. 39-) İnsanlara: Siz de toplanıyor musunuz (haydi hemen toplanın), denildi. 40-) (Firavun’un adamları:) Eğer üstün gelirlerse, herhalde sihirbazlara tâbi oluruz, dediler. 41-) Sihirbazlar geldiklerinde Firavun’a: Şayet biz gâlip gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır değil mi? dediler. 42-) Firavun cevap verdi: Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, en yakınlardan olacaksınız. 43-) Musa onlara: Ne atacaksanız atın! dedi. 44-) Bunun üzerine iplerini ve asalarını attılar ve: Firavun’un izzeti için elbette bizler galip geleceğiz, dediler. 45-) Sonra Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuveriyor! (Âyette attıklarını değil de, "uydurduklarını yutuveriyor" denilmesi çok önemlidir. Yani atılan bir nesne yok, uydurma ve iftira din ile vahyin mucadalesi var. Allah Resülü Musa (a.s) ile din adamlarının tartışması var. Âyette geçen "ye'fiküne" Nur süresi 11.ayette geçen "ifk" ibaresi ile aynıdır. Yani orada Nebi (a.s) ın hanımına dil ile yapılan bir iftira vardı. Burada iftira edilen Firavun'un ilahlığına vahiy'le meydan okuma vardır. Sihirbaz alimlerin sahip oldukları bilgiler yılanların zehirleri gibi ölümcüldür. İpleri de insanların akıl ve iradelerini bağlama anlamında simgesel bir anlatıma sahiptir. Yoksa Musa (a.s) asa ile gösteri yapmaktan münezzehtir. Resüllerin tek bir görevleri vardır, O da yüce Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ etmektir. Resüller insanlara gösteri yapmazlar. Böyle bir şey onlara yakışmaz. Zaten vahyin ahlakında da gösteri olmaz.) 46,47,48)(Hakka şâhid olunca) sihirbazlar derhal secde ettiler (yani) "Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik" dediler. (Kur'an'da nerede "rukü" ve "secde" geçiyorsa, arkasından gelen cümle veya âyette rukü ve secdenin hangi anlama geldiğini ortaya koyuyor. Bu âyette de sihirbazların secdesi "Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik" demeleri olmuştur. Yoksa sihirbazlar yere kapanmadılar. Böyle bir şeyde bilmezlerdi. Ölümü göze alan sihirbazların Firavun'a karşı bile yere kapanmış olmaları düşünülecek bir şey değildir.) 49-) Firavun, (kızgınlık içinde) dedi ki: Ben size izin vermeden ona iman ettiniz öyle mi! Demek ki o, size sihiri öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi (size yapacağımı görecek ve) bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım! 50-)(Sihirbazlar) "Zararı yok, Rabbimize dönüyorüz" dediler. 51-) "Biz, ilk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı mağfiret edeceğini umarız." 52-) Musa’ya: Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü takip edileceksiniz, diye vahyettik. 53-) Firavun da şehirlere toplayıcılar gönderdi: 54-) "Esasen bunlar, sayıları az, bölük pörçük bir cemaattır." 55-) "Böyle iken kesinkes bizi öfkelendirmişlerdir." 56-) "Biz ise, elbette uyanık (ve yekvücut) bir cemaatız." (diyor ve dedirtiyordu). 57,58-) Ama (sonunda) biz onları (Firavun ve kavmini), cennetlerden, pınarlardan ve hazinelerden yani kerim bir makamdan çıkardık. 59-) Böylece, oralara İsrailoğullarını mirasçı yaptık.
25 Nisan 2022 Pazartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(192. YAZI)Şuara Süresi: 227 Âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Tâ. Sîn. Mîm. 2-) Bunlar, apaçık kitab’ın âyetleridir. 3-) (Ey Nebi!) Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendi nefsine kıyacaksın! 4-) Biz dilesek, onların üzerine gökten bir âyet indiririz de, ona boyunları eğilip kalır. 5-) Yani onlar kendilerine, Rahman'dan hiçbir zikir gelmez ki, ondan yüz çevirmesinler. 6-) Andolsun bunu (mesajı) da yalanladılar fakat alay edip durdukları şeylerin haberleri yakında kendilerine gelecektir. 7-) Yere bakmazlar mı! Orada her kerim çiftten nice bitkiler bitirdik. 8-) Şüphesiz bunlarda (Allah’ın kudretine) bir âyet vardır fakat çoğu iman etmezler. 9-) Şüphe yok ki Rabbin, Aziz ve Rahim olandır. 10,11-) Hani Rabbin Musa’ya: O zalimler kavmine, Firavun’un kavmine git. Hâla takvalı olmayacaklar mı ? diye nida etmişti. 12-) (Musa) şöyle dedi: Rabbim! Doğrusu, beni yalanlamalarından korkuyorum. 13-) Yani bu durumda göğsüm daralır, lisânımın nutku tutulur; onun için Harun’a da elçilik ver. (Bu dua üzerine yüce Allah Harun (a.s) a risâlet verir. Harun (a.s) İsrailoğullarına Nebi, Firavun'a, Musa (a.s) ile birlikte Resül'dür.) 14-) Yani onların bana isnad ettikleri bir suç da var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden korkuyorum. 15-) Allah buyurdu: Hayır (seni asla öldüremezler)! İkiniz âyetlerimizle gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz.16-) Firavun’a gidip deyin ki: Gerçekten biz, âlemlerin Rabbi’nin Resülüyüz; 17-) İsrailoğullarını bizimle beraber gönder.(diye geldik) 18-)(Kendisine Allah’ın emri tebliğ edilince) Firavun dedi ki: Biz, seni bir çocuk iken büyütmedik mi? Ömrünün birçok senelerini aramızda geçirmedin mi? (Âyette geçen "büyütmedik mi?" ifadesinin metni "elem nurabbike" dir.Yani seni en ideal bir şekilde büyütüp, besleyip, terbiye ederek yetiştirmedik mi? anlamlarına gelmektedir.) 19-) (Firavun Musa'ya dedi ki:) Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın yani sen kâfirlerdensin. (Kâfir kavramının itikâdi anlamı hakkı örtmek, vahyi gizlemek, ameli anlamı ise, nankörlük etmektir. Bu âyette Firavun, yaptığı iyiliklere karşı Musa (a.s) ın nankörlük ettiğini iddia etmektedir.) 20-) Musa: Ben, dedi, o işi yaptığımda kendimi bilmezlerdendim. (Âyette geçen kelime "dâllin" dir. Yani Musa (a.s) ben "dâllin" lerden idim, dedi. "Dâllin" "kendini kaybetmek, şaşkın olmak, yaptığının farkında olmamak, hata etmek, işin sonucunu kestirmemek, sapkınlardan olmak" gibi anlamlara geliyor.) 21-) Sizden korkunca da hemen aranızdan firar ettim. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti yani beni Resüllerden kıldı. 22-) O nimet diye başıma kaktığın ise, (aslında) İsrailoğullarını kendine kulluk ettirmendir. 23-) Firavun şöyle dedi: Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir? 24-) Musa cevap verdi: Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler iseniz, (itiraf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. 25-) Firavun etrafında bulunanlara:(alaylı bir şekilde) İşitiyor musunuz?(Musa ne diyor?) dedi. 26-) Musa dedi ki: O, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbidir. 27-)(Firavun:) Size gönderilen bu elçiniz mutlaka mecnundur, dedi. 28-) Musa devamla şunu söyledi: Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir. 29-) Firavun: Benden başkasını ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindanlıklardan ederim! dedi. (Âyette seni öldürürüm değil de, "seni zindanlıklardan ederim" demesinin sebebi, zindana girmenin ölümden daha beter bir ceza olduğundan dolayıdır.) 30-) Musa: Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı? dedi.
24 Nisan 2022 Pazar
KUR'AN-I MÜBİN'IN MEÂLİ(191.YAZI) Furkan Süresi 45-) Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Eğer dileseydi, onu elbet hareketsiz kılardı. Sonra biz güneşi, onun üzerine delil kıldık. 46-) Sonra onu (uzayan gölgeyi) yavaş yavaş kendimize çektik (kısalttık). 47-) Sizin için geceyi örtü yani uykuyu istirahat kılan ve gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) yapan, O’dur. 48,49-) Rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen O’dur. Biz, ölü olan beldeyi diriltmek, yarattığımız nice hayvanlara ve nice insanlara su vermek için gökten tertemiz su indirdik. 50-) Andolsun bunu, insanların öğüt almaları için, aralarında çeşitli şekillerde tasrşf etmişizdir; ama insanların çoğu ille kafirlik edip diretmiştir. 51-)(Ey Nebi!) Şayet dileseydik, elbet her karyeye bir uyarıcı gönderirdik. 52-)(Fakat evrensel uyarıcılık görevini sana verdik.) O halde, kâfirlere itaat etme yani bununla (Kur’an ile) onlara karşı olanca gücünle büyük bir cihad et!(51.âyetin başına "Ey Nebi!" hitabını koymamın sebebi şudur. Kur'an'a göre Resül'ün indirilen vahye ihanet etmesi mümkün olmadığından dolayı masumdur. Yani onun kafirlere itaat etmesi düşünülemez. Fakat Nübüvvet özel hayatla ilgili olduğu için Nebi'nin Allah'a karşı hataları olmuştur. Dolayısıyla Nebi hata etmemesi için uyarılmıştır. Kafirlere ve munafıklara itaat etmemesi ile ilgili aynı uyarı Ahzab süresi 1.ayette de yapılmış ve hitap yine "Ey Nebi!" olarak gelmiştir.) 53-) Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel yani aşılmaz bir sınır koyan O’dur. 54-) Sudan (meniden) bir insan yaratıp onu nesep yani sıhriyet (kan ve evlilik bağından doğan) yakınlığa dönüştüren O’dur. Rabbinin her şeye kâdirdir. 55-) Yani (durum böyle iken kâfirler) Allah’ın dununda kendilerine ne fayda ne de zarar verebilen şeylere ibadet ediyorlar yani kafir Rabbinin aleyhine sırtını dönendir.56-)(Ey Resül!) Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. 57-) De ki: Buna (risâlet görevime) karşılık, sizden, Rabbine bir yol tutmayı dileyen kimseler (olmanız) dışında herhangi bir ücret istemiyorum. (Yani sizin hidayete ulaşmanız dışında hiç bir isteğim ve amacım yoktur. Benim tek görevim vahyi karşılıksız tebliğ etmektir.) 58-) Ölümsüz yani daima diri olan Allah’a tevekkül et. O’nu hamd ile tesbih et yani kullarının günahlarını O’nun bilmesi yeter. 59-) Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş’a (güç ve kudretiyl) istivâ eden (ona hükmeden) Rahmân’dır. Bunu bir bilene sor. 60-) Yani onlara: Rahmân’a secde edin! denildiği zaman: "Rahmân da kimmiş! Bize emrettiğin şeye secde eder miyiz hiç!" derler ve bu emir onların nefretini arttırır. 61-) Gökte burçları var eden, onların içinde bir sirac (güneş) ve münir bir ay kılan Allah, mübarektir. ( tüm bereketlerin kaynağıdır.) 62-) Tezekkür etmek veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren de O’dur. 63-) Yani Rahmân’ın (Muhlis) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahiller onlara sataştığında (incitmeksizin) "Selam!" derler (geçerler); 64-) Ve onlar gecelerini Rablerine secde ederek yani kıyam ederek geçirirler. 65-) Yani şöyle derler: Rabbimiz! Cehennem azabını üzerimizden sav. Doğrusu onun azabı tüketicidir. 66-) Orası cidden kötü bir yerleşme ve ikamet yeridir! 67-) O kullar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler yani ikisi arasında orta bir yol tutarlar. 68-) Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları) başka bir ilâha dua etmezler, Allah’ın haram kıldığı nefsi haklı bir sebep olmadıkça öldürmezler ve zina etmezler yani bunları yapan, günahı(nın cezasıyla) karşılaşır. 69-) Kıyamet günü azabı kat kat arttırılır yani onda alçaltılmış olarak devamlı kalır. 70-) Ancak tevbe eden yani iman edip salih amellerde bulunanlar başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere tebdil eder. Allah Ğafur (ve) Rahim olandır. 71-) Yani kim tevbe edip salih amellerde bulunursa, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner. 72-) Ve o kullar, yalan yere şahitlik etmezler yani boş sözlerle karşılaştıklarında onurlu bir şekilde (oradan) geçip giderler. 73-) Ve onlar Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar; (Bütün kötülüklerin anası Kur'an'dan yüz çevirmektir. Kur'an'dan yüz çevirmek kadar büyük bir bela ve musibet, perişanlık ve dağılmışlık yoktur.) 74-) Ve o kullar: Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerinin öncülerinden kıl! derler. 75-) İşte onlara, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamı verilecek, orada onurlandırıcı dilekle yani selamla karşılanacaklardır. 76-) Orada devamlı kalacaklardır. Orası ne güzel bir yerleşme ve ikamet yeridir. 77-) De ki: Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? (Ey müşrikler!) Siz Resûl’ün bildirdiklerini) kesinkes yalanladınız; onun için bunun karşılığını görmeniz elzemdir.(Gereklidir-bedeli olması gerekir.) (Yani dünya hayatında hiç bir şeyin bedeli ve karşılığı olmazsa âyetleri yalanlamanın bir bedeli ve karşılığı olması gerekiyor.) (Âyet müşriklere hitap olduğu için anlamı şöyle oluyor. Ey müşrikler! Siz evliya ve ilâhlarınızdan yüz çevirip, dini sadece Allah'a özel kılarak, yalnız ona dua etmedikçe yani itaat ve ibadetleriniz tek olan Allah'a olmadıkça, Allah'ın indinde hiçbir değeriniz yoktur. Âyeti güncelleyecek olursak: Ey Yahudi ve Hristiyanlar! Şii ve Sünniler! Siz mezhep ve ictihadlarınızdan yani din atalarınızın batıl dininden yüz çevirip Kur'an'a dönmedikçe yani dini Allah'a özel kılmadıkça Allah indinde hiç bir değeriniz yoktur. Çünkü izzet ve onur, şeref ve değer Allah'ın yani Resülü olan Kur'an'ın yanındadır.) (Furkan Süresinin Sonu)
HAK DİN-KIRMIZI ELMA 🍎 UYDURMA DİN- MAVİ ELMA veya SALÂT-KIRMIZI ELMA 🍎 NAMAZ- MAVİ ELMA "Gerçeği keşfeden, başkaları farkı düşünüyorlar diye onu gizleyen hem budala hemde alçaktır. Tek bir kişinin," benden başka yanılıyor" demesi, güç şüphesiz. Fakat gerçekten herkes yanılıyorsa, o ne yapsın?"(Daniel Defoe) "Hiçbir zaman gerçekle sanal (algı) olan birbiriyle örtüşmez. Fransız İhtilali: Halk büyük bir acı ve sefalet içinde, acımasız bir kraliçe çıkar ve o ünlü sözü söyler.Der ki: Ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler" Evet, tahmin ediyorum bu cümleyi duyar duymaz hepinizin aklına gelen ilk isim kraliçe Maria Android gelir. Oysa kraliçe asla ve asla böyle bir şey söylememiştir.Ama tüm kraliyet ailesinin fertlerinin giyotine gönderilmesi, ne yapar? Farklı bir algı yaratılmasını zorunlu kılar. Ve böyle bir söz üzerinden kraliçe adeta bir nefret öznesi haline dönüştürülür.Kovboy filmleri: Özellikle bizim dönemimizin pazar sabahlarının vazgeçilmez filmleriydi.Kimdir kovboylar? Beyazlar, iyi ata binerler, sâde ve basit bir hayatları vardır. Ve iyi silah kullanırlar.Hepsi kahramandırlar.Ve kime karşı savaşıyorlar?Vahşi, ilkel ve acımasız, kafaderisi yüzen Kızılderililere karşı. Peki gerçekte olan nedir? Amerika'nın 1492 yılındaki keşfinden 47 yıl sonra beyazlar yerli katliamına başlar ve dört yüz yıl boyunca bu katliam devam eder. Aslında Kızılderililer sadece ve sadece yaşadıkları toprakları korumaya çalışmaktadırlar. Ama algı bambaşkadır.Ve belki de dünya tarihinin en büyük yanılsaması:Hitler:Kendisi aslen bir Alman vatandaşı bile değildir. Resmi hiçbir eğitimi yoktur.Ama kendisini Alman halkına büyük bir lider olarak benimsetmeyi başarır. Örneğin Hitler şöyle der: "Almanlar üstün ırktır! Âri ırktır! Kimdir Almanlar? Uzun boylu, sarışın, açık renk gözlü insanlardır!Öyle bir algı, öyle bir kara propagandadır ki, bir kişi bile çıkıp Hitler'e," peki sen niye bir zahmet edip aynaya bakmıyorsun" demez.Ve sonuç, faturayı sadece Alman halkı değil, tüm dünya acı bir şekilde öder. İkinci dünya savaşı sonrasında yetmiş milyondan fazla insan yaşamını yitirir.Tüm bunları niçin anlatıyorum? Gördüğünüz gibi, binlerce yıldır, tarih boyunca gerçek ve algı arasında sürekli olarak çekişmeli bir ilişki vardır. Peki o zaman bakalım.Gerçek Nedir?Algı nedir? Bu görselde bir gerçeğimiz var. Kırmızı elmamız. Bir de aynadaki aksi var.Bunu onun algısı olarak düşünebiliriz. Peki bu görseli nasıl yorumlayabiliriz?Diyebiliriz ki, gerçek çok güçlü, güzel, iyi.Algısı ise, çok zayıf. Yani iletişim danışmanlarına, medya uzmanlarına büyük iş düşüyor.Ama benim özellikle üzerinde durmak istediğim.Burada ne var?Burada koca bir yalan var, burada beyin yıkama var, burada manipülasyon var, burada kara propaganda var.Yani olmayan bir şeyi var gösterme çabası var. Altını çiziyorum. Eğer bir yerde gerçek varsa, bir yerde şeffaflık varsa, netlik ve açıklık varsa, dürüstlük varsa, etik varsa, güzel ahlak varsa, orada etkili iletişim vardır. Ama bir yerde yalan varsa, dolan varsa, kara propaganda varsa, beyin yıkama varsa, manipülasyon varsa, orada sinsi ve şeytani bir iletişim vardır.İşte sinsi iletişim dediğimiz şey büyük yanılsamalara neden olabilir. Peki nasıl? Bir örnek üzerinde anlatmaya çalışacağım.Ve size, kimi iletişim tekniklerinden söz edeceğim.Her tekniğin arkasında aslında çok kapsamlı araştırmalar, bilimsel çalışmalar var. Ama ben olabildiğince en sâde ve net şekilde aktarmaya çalışacağım. Neden?Çünkü geçmişte insanlar için, toplumlar için en büyük tehdit, toprakların işgal edilmesiydi.Bugün ise en büyük tehdit, beyinlerin işgal edilmesidir.Onun için bu tekniklere dikkat etmenizi rica edeceğim.Kırmızı elmamızı bir gerçek olarak kabul ediyoruz ve gökten bir de mavi elmayı düşürüyoruz!Size sorsam, desem ki, hangi elmayı yemek istersiniz?Tahmin ediyorum, aklı başında hiç kimse mavi elmayı yemek istemez. Özellikle de mavi rengi seçtim.Çünkü insan içgüdüsel olarak mavi renkteki bir şeyi yemek istemez. Şöyle bir düşünün! Doğada mavi renkte hiçbir yiyecek yoktur.Ama ben yadi teknikten bahsedeceğim ve bu yedi teknik sonrasında kim bilir belki de çoğunuza bu mavi elmayı yedireceğim.Yada birileri bu teknikleri kullanarak kitlelere mavi elmayı yediriyor.Ne yapıyor?1.Teknik: Riski yönet, bakın ne kadar afilli bir tanım!Riski yönetmek, gayet şık duruyor.Ne yapıyorum? Aslında sizin için, çocuklarınız için, çevreniz ve doğanız için, toplumunuz ve demokrasiniz için, geleceğiniz ve dünyanız için tehlikeli olan bu mavi elmadaki her türlü riski, risk emaresini yok ediyorum!Şimdi ben aynı soruyu bir daha size sorsam, hangi elmayı yemek istersiniz? diye. Evet, tahmin ediyorum, bir çoğunuz kırmızı elmayı yemeyi tercih edecektir. Ama yine kim bilir, belki aranızda bazıları, "acaba şu mavi elmayı bir denesek mi? diye düşünmeye başlayacaktır. Çünkü artık risk yoktur!2.Teknik: Ne yapıyorum?Yeniden tanımlıyorum.Kırmızı elma, ah bu kırmızı 🍎 elma var ya, eski, demode, sıradan, yavan, ucuz, tatsız.Mavi elma ise, yeni, sıradışı, eşsiz, faydalı, benzersiz, leziz, tatlı, hatta sağlıklı. Dikkat edin, sözcükler, sadece sözcüklerden ibaret değildir. Sözcükler, sizin algı haritanızı şekillendirir.Algı haritanızı, zihin haritanızı renklendirir.Şimdi ne oldu? Mavi elma daha kıymetli oldu! Yeniden tanımadığım için, yeniden değer biçtim.3.Teknik:Büyüt: Büyük olan her şey daha iyidir, etkileyicidir, daha doğrudur, daha güzeldir algısı üzerine oyna! Onun için biz büyük evlerden, büyük arabalardan, büyük projelerden, büyük uluslardan, büyük başarılardan, büyük liderlerden bahsediyoruz. Sadece bu da yetmez!Rakibini yani bu örnekteki gerçeği küçült, mavi elmayı yani yalanı, dolanı, manşet yap, gerçeği ise, satır aralarına gizle. Ona ulaşmayı zorlaştır. Hatta daha da öteye git, kırmızı elmayı tamamıyla yok et! Hitler'den söz edip de, Dr.Paul Goebbels'ten söz etmemek olmaz. Malumunuz, Goebbels Hitler'i, Hitler yapan kişidir.Hitler'in propaganda bakanıdır.Tam ismi şöyledir."Halkı aydınlatma ve propaganda bakanı"Ve Goebbels'in yaptığı ilk işlerden biri, Berlin meydanında kimi düşünür ve yazarların kitaplarını yakmak olmuştu ki, o kitaplar barıştan, insanlıktan, demokrasiden bahseden kitaplardı.4.Teknik:Çoğalt: Daha çok olan daha iyidir algısı üzerine oyna!Ne yapıyoruz? En çok satan kitaplar, en fazla izlenen, en fazla dinlenen, en çok seyircisi olan, en çok oy alan partiler daha iyidir algısı üzerinde yoğunlaşıyoruz. Düşünün!Şurada binden fazla insanız ve hepimizin elinde birer mavi elma var! Bakıyorum.Senin elinde kırmızı elma mı var? Cesaret edip evet demeyebilir.Herkesin elinde mavi elma varken, kırmızı elma yenir mi?Yani bu kadar insanın içinde o kırmızı elmayı alıp yemekten çekinecektir. Belki gizli gizli çantasına bile koymaya çalışacaktır. Çünkü bu mavi elmayı kutsayıp, büyütüp, çoğaltırken, kırmızı elmayı yalnızlaştırıyorum, küçültüyorum, değerini düşürüyorum.Bu noktada detaya girmeyeceğim, ama Elisabeth Noelle Neumann'ın "suskunluk sarmalı teorisine" bir göz atmanızı isterim.(????) 5.Teknik:Bakın sizin için neler hazırlıyorum? Sepette bir sürü kırmızı elma var.Ama Marilyn Monroe'nun tercihi mavi elmadır. "Kim bilir belki de, güzelliğini bile mavi elmaya borçludur" dediğimde mavi elma ile güzelliği ve şöhreti ilişkilendiriyorum. Bu kimi zaman bir otorite de olabilir. Bilim adamlarına mavi elmanın faydalarından bahsettiriyorum!Mavi elma iyidir, faziletlidir, sağlıklıdır, faydalıdır diye!Tâbi bütün bunların hepsi yalandır. Onun için bazı televizyon kanallarında mavi elmayı tartıştığımda, aslında olmayan bir şeyin yani yalanı, dolanı, sanki gerçekmiş gibi size algılatmayı başarıyorum.6. Teknik:Evet senaryosunu ben yazdım.Hikaye şöyle başlar. Michelle Pfeiffer, elinde bir mavi elma, tam onu ısırırken, kafeye giren Bruce Willis'le göz göze gelir.Ve bütün hikaye o ilk bakıştan sonra başlar, dedim.Ve şimdi çoğunuz o aşk hikayesini merak eder oldunuz.Bir süre sonra mavi elmayı ölümsüz aşkın sembolü olarak kabul etmeye başlayabilirsiniz.Yani hikayeyi kullan! Hikayenin gücüne inan! Sadece mavi elmayla ilgili hikaye anlatma! Kırmızı elmayı kötüleyen hikayeler de anlat. Bak! Bu kırmızı 🍎 elma var ya, bu kırmızı 🍎 elma! Ta Adem'le Havva'dan beri tüm kötülüklerin, tüm günahların anasıdır. Bu arada parantez açıyorum.Nasıl kullanıyorum deyimi? "Kötülüklerin anası' kötülüklerin babası" demiyorum. Hikayede de kırmızı 🍎 elma yiyen de Adem'e yediren de Havva'dır.Yani Âdem'in hiçbir suçu yoktur! Aldatıldı!7. Teknik:En sonuncusu ama daha az önemlisi değil, belki hepsinden daha önemli. Tüm teknikleri tekrar et, tekrar et, tekrar et. Riski yönet!Yeniden tanımla, yeniden etiketle, büyüt, çoğalt otoriteyle, şöhretle ilişkilendir. Hikaye anlat, rakibini kötüle!Ve bütün bunları sürekli olarak tekrar et.Yine Goebbels'in o ünlü sözü: Kitleleri yönlendirmek ve etkilemek istiyorsanız, ortaya kocaman bir yalan attın.Ama çok büyük bir yalan olsun.İkinci kriter: Çok basit bir yalan olsun. Sonrasında bu basit ve çok küçük yalanı sürekli olarak tekrar et ve ardından kitlelerin o yalanı nasıl gerçekmiş gibi kucakladıklarını otur seyret.Bunların niçin söylüyorum?Sonuç: Aslında mavi elma yok, o koca bir yalan, tamamıyla beyin yıkama, manipülasyon ve kara propagandanın bir eseridir. O yüzden lütfen, ama lütfen, zaman zaman da olsa algılarımızı sorgulayalım, aldanmayalım birini de aldatmayalım.Algı sihirbazlarına kanmayalım ve ne olursa olsun, her fırsatta, her daim gerçeğin peşinde olalım.Bilgi çağında bilgiye ulaşmak kolaydır. Ama gerçek bilgiye ulaşmak zordur. Neredeyse onu bulmaya çalışalım. Köşede ise arayalım bulalım.İyi haber: İnanın gelecek daha iyi, daha güzel, daha sağlıklı, daha lezzetli ve en önemlisi bâki olandır. Dün vardı, bugün var, yarın da var olmaya devam edecektir. Dolayısıyla yolunuz, iletişiminiz ve algınız açık olsun"(Sedef Kabaş'ın Anlatımından) SUSKUNLUK SARMALI TEORİSİ Suskunluk sarmalı, bireyin/kişilerin toplum tarafından kabul görmek için kendi düşüncelerini bir kenara bırakıp suskunluğa bürünmesidir. Toplumda güçlü olan görüşler ana akım kitle iletişim araçlarıyla sıkça beslendiği için çoğu birey içinde bulunduğu durumu sağlıklı şekilde değerlendirememekte ve “korku” güdüsüyle içinde bulunduğu koşullara tepkisizleşmektedir. Suskunluk sarmalı kavramına en uygun örnek belki de Hitler’in yaptığı iletişim çalışmalarının sonucunda iktidara gelmesi ve bu süreçten sonra yaşanan olgulardır. Hitler, yoğun propaganda ve diğer kitle iletişim çalışmalarıyla birlikte toplumun büyük kısmı üzerinde etkili olmuş ve kitleleri peşinden sürüklemeyi başarmıştır. Dünya tarihi açısından pek çok dramatik vakaya imza atan Hitler’in bu kadar güçlü olmasına ve toplum tarafından sorgulanmamasına yol açan durum suskunluk sarmalıdır. Hitler elindeki tüm “fiziki” ve “iletişim” gücünü kullanarak toplum üzerinde kendi egemen görüşünü sağlamıştır. Hitler gibi düşünmeyen veya ona muhalefet etmek isteyen kişiler ise ya büyük cezalar ya da toplumdan dışlanma korkusu ile suskunluk sarmalının içine sürüklenmiştir. Bu örnek tabi ki demokrasinin olmadığı toplumları yansıtsa da suskunluk sarmalı yine de hayatımızın içinde etkisini farklı boyutlarda göstermeye devam etmektedir.(mahalle baskısı, aile baskısı vs.)Birey ne zamanki kendi görüşlerinin kitle iletişim araçları tarafından dile getirildiğini görürse, kendi düşüncelerini dile getirebilmek için daha cesur davranabilmekte ve suskunluk sarmalının içinden çıkabilmektedir. Bu nedenle demokratik ve modern toplumların en önemli argümanlarından olan “muhalefet/eleştirel bakış açısı” toplumun suskunluk sarmalına girmesini engellemeye ve demokratik zemini korumaya katkı sağlamaktadır.
23 Nisan 2022 Cumartesi
KUR'ANI MÜBİN'İN MEÂLİ(190.YAZI) Furkan Süresi 29-) Çünkü zikir (Kur’an) bana geldikten sonra o, beni ondan saptırdı yani şeytan insanı yüzüstü bırakıp rezil rüsvay eder. (28 ve 29. Âyetlerde geçen "fülan" ibaresi, insanları Kur'an'dan engelleyen din adamı kılığındaki şeytandır. Yani şeytanın süret almış, ete kemiğe bürünmüş hali olan din tüccarlarıdır. Çünkü bunlardan başka hiç kimse insanları Kur'an'dan engelleyemez.) 30-) Resül dedi ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı mehcür bıraktılar.(Resül (a.s) bu sözü Mekke'de söylemiştir. Her Resül'ün kavmini şikayet eden buna benzer sözleri olmuştur. Yani bu söz âhirette söylenecek bir söz değildir. Çünkü fiil "kâle" "söyledi" demektir. Eğer "diyecektir" olsaydı "yekulu" olması gerekirdi. Şii ve Sünni din adamları Resül'ün bu şikayetinden ders alarak, Kur'an'a sahip çıkmaları ve müşriklerin ahlakına sahip olmamaları gerekiyor.) 31-) (Ey Nebi!) İşte biz böylece her Nebi için mücrimlerden düşmanlar kıldık yani (vahiy'le) hidayet verici ve yardımcı olarak Rabbin yeter. 32-) Kâfirler: Kur’an ona bir cümlede topluca indirilmeli değil miydi? dediler. Biz onu senin gönlünü iyice sabit kılmak için böyle yaptık (parça parça indirdik) yani onu tane tane (ayırarak) tertil ettik. 33-) Yani onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, (onun karşılığında) sana hak olanı ve onu en güzel bir şekilde tefsir etmiş olmayalım. (Kur'an yüce Allah tarafından tefsir, tafsil, tasrif ve tebyin edilmiştir. Yani Allah tarafından hem açıklanmış hemde detaylandırılmış bir kitaptır. Dolayısıyla onu Allah'tan başka hiç kimse tefsir edemez.) 34-) Yüzüstü cehenneme (sürülüp) toplanacak olanlar; işte onlar, mekânları en şerli yani yolları en sapkın olanlardır. 35-) Andolsun biz Musa’ya Kitab’ı verdik, kardeşi Harun’u da ona vezir kıldık. 36-) "Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin" dedik. Sonunda, onları darmadağın ettik. 37-) Nuh kavmine gelince, Resülleri yalanlayınca onları boğduk yani kendilerini insanlar için bir âyet kıldık. Zalimler için elim bir azap hazırladık. (Nuh (a.s) vahiy alan yani Nübüvvete bağlı bir Resül idi. Tebliğde ona yardım eden az sayıda kitaba bağlı yani ona iman eden Resül müminler de var olduğu için âyette "Resüller" denilmiştir. Yoksa Nübüvvete bağlı yani vahiy alan sadece Nuh (a.s) idi.) 38-) Âd’ı, Semûd’u, Ress ashabını ve bunlar arasında daha birçok medeniyetleri de (şirkten ötürü helâk ettik). 39-) Onların her birine (uymaları için) misaller getirdik yani (öğüt almadıkları için) hepsini kırdık geçirdik. 40-) Andolsun (müşrikler), kötülük yağmurunun yağdığı o beldeye uğramışlardır. Peki onu görmüyorlar mıydı? Hayır, onlar öldükten sonra dirilmeyi ummamaktadırlar.41-) Seni gördükleri zaman: "Bu mu Allah’ın Resül olarak gönderdiği!" diyerek hep seni alaya alıyorlar. 42-) "Şayet ilâhlarımızın üzerlerinde sabretmeseydik, gerçekten bizi neredeyse ilâhlarımızdan saptıracaktı" diyorlar. Azabı gördükleri zaman, asıl kimin yolunun sapkın olduğunu bilecekler! 43-) Hevasını kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? Sen (Ey Nebi!) ona vekil olabilir misin? 44-) Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapkındırlar. (Ümmi halk arasında hangi din yaygınsa, hangi din daha büyük şöhrete sahipse, hangi din daha fazla anlatılıyorsa, hangi din daha medyatikse, hangi din garipsenmiyorsa, hangi din devlet adamları tarafından destek görüyorsa, hangi din istismar aracıysa, hangi din mabedlere hakimse o din şirktir, batıldır, karanlık bir dindir.)
21 Nisan 2022 Perşembe
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(189. YAZI)Furkan Süresi 77 âyet olup, Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1,2-) Âlemlere (insanlara) uyarıcı olsun diye kuluna Furkan’ı indiren, göklerin ve yerin mülkü kendisine ait olan, hiç çocuk edinmeyen yani mülkünde ortağı bulunmayan ve her şeyi yaratıp onun mukadderatını takdir eden Allah, yüceler yücesidir. 3-) (Kâfirler) O’nu (Allah’ın) dununda hiçbir şey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan, kendilerine bile ne zarar ne de fayda verebilen, öldürmeye, hayat vermeye ve ölüleri yeniden diriltip (kabirden) çıkarmaya güçleri yetmeyen ilâhlar edindiler. 4-) Kâfirler: Bu (Kur’an), olsa olsa onun (Muhammed’in) uydurduğu bir yalandır ve başka bir kavim de bu hususta kendisine yardım etmiştir, dediler. Böylece onlar hiç şüphesiz zülum ve yalan söze başvurmuşlardır. 5-) Yine onlar dediler ki: (Bu âyetler), onun, başkasına yazdırıp da kendisine sabah akşam okunmakta olan, öncekilere ait masallardır. 6-) (Ey Resül!) De ki: Onu göklerde ve yerdeki gizlilikleri bilen Allah indirdi. Şüphesiz O, Ğafur ve Rahim olandır. 7-) Onlar (bir de) şöyle dediler: Bu ne nasıl bir Resül; (bizler gibi) yemek yiyor, sokaklarda yürüyor! Ona bir melek indirilmeli, kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalıydı! 8-) Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yeyip (meşakkatsizce geçimini sağlayacağı) bir cenneti olmalıydı. (Ayrıca) o zalimler (müminlere): Siz, ancak sihirlenmiş bir adama tâbi olmaktasınız! dediler. 9-)(Ey Resül!) Senin hakkında bak nasıl misaller getirdiler! Artık onlar sapmışlardır, yola (çıkmaya) güç getiremiyorlar. 10-) Dilerse sana bunlardan daha hayırlısın, altlarından nehirlar akan cennetleri kılacak yani sana kasırlar kılacak olan Allah’ın şanı mübarektir. 11-) Onlar üstelik saati de yalanladılar. Biz ise, saati yalanlayanlar için sairi hazırladık. 12-) Sair onları uzak bir mesafeden kendilerini görünce, onun öfkelenişini yani uğultusunu işitirler. 13-) Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman, oracıkta yok oluvermeyi isterler. 14-)(Onlara şöyle denir:) Bugün (yalnız) bir defa yok olmayı istemeyin; aksine birçok defalar yok olmayı isteyin! 15-) De ki: Bu mu daha hayırlı, yoksa takvâ sahiplerine vâdedilen huld (devamlı olan) cenneti mi? Orası, onlar için bir mükâfat ve (huzura kavuşacakları) bir varış yeridir.16-) Onlar için orada devamlı kalmak üzere diledikleri her şey vardır. İşte bu, Rabbinin üzerine (aldığı ve yerine getirilmesi gereken) bir vaaddir. 17-) O gün Rabbin onları ve Allah’ın dununda ibadet ettikleri şeyleri toplar da, der ki: Şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan saptılar? 18-) Onlar: Seni tenzih ederiz. Senin dununda başka evliya edinmek bize yaraşmaz yani sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda zikri (Kur'an'ı) unuttular yani helâki hak eden bir kavim oldular, derler. 19-) Bunun üzerine ötekilere (evliya!!! ve ilâhlara!!! tâbi olanlara) hitaben şöyle denir: İşte (ibadet ettikleriniz), söylediklerinizde sizi yalanladılar. Artık (azabınızı) geri çevirmeye gücünüz yetmez yani yardımlarını elde edemezsiniz. İçinizden zulmedenlere büyük bir azap tattıracağız! Kıraat Farklılıkları Âyette bulunan "feme testetiûne sarfen velé nasran" "Artık azabınızı geri çevirmeye gücünüz yetmez) ibaresini, şu şekilde okuyan kıraat âlimleri okumuştur. "feme yestetiûne sarfen velé nasran" "artık ne (azabınızı geri çevirmeye güçleri yeter yani size yardım edemezler.) Bu kıraate göre âyetin meâli tamamen değişiyor. Yani şöyle oluyor. "Bunun üzerine ötekilere (evliya!!! ve ilâhlara!!! tâbi olanlara) hitaben şöyle denir. İçte (ibadet ettikleriniz) söylediklerinizde sizi yalanladılar. Artık azabınızı geri çevirmeye güçleri yetmez yani size yardım edemezler. İçinizden zulmedenlere büyük bir azap vardır. Bu kıraat daha doğru gibi duruyor. (Bakara-165, 166, 167. âyetlerle de daha uyumlu hale geliyor.) 20-) (Ey Resül!) Senden önce gönderdiğimiz bütün Resüller de hiç şüphesiz yemek yerler, sokaklarda yürürlerdi. (Ey insanlar!) Sizin bir kısmınızı diğer bir kısmınıza imtihan (vesilesi) kıldık; (bakalım) sabredecek misiniz? Yani Rabbin her şeyi hakkıyla görmektedir. 21-) Bizimle karşılaşmayı (bir gün huzurumuza geleceklerini) ummayanlar: Bize ya melekler indirilmeliydi ya da Rabbimizi görmeliydik, dediler. Andolsun ki onlar kendi nefislerinde kibre kapılmışlar ve azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir. 22-) Fakat melekleri görecekleri gün, mücrimlere o gün hiçbir müjde haberi yoktur yani: (Allah'ın rahmetinden) bir engel ile engellenmişiz, derler. 23-) Yani onların amel ettikleri her bir ameli ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız). 24-) O gün cennetliklerin kalacakları yer daha hayırlı yani dinlenecekleri yer daha güzeldir. 25-) O gün gökyüzü beyaz bulutlar ile yarılacak ve melekler indirildikçe indirileceklerdir. 26-) İşte o gün, gerçek mülk (hükümranlık) Rahman'ındır yani kâfirler için o gün zor olacaktır. 27-) Yani o gün, zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Resül ile birlikte bir yol alsaydım!28-) Yazık bana! Keşke falancayı (muhaddis-müctehid-mezhep) dost edinmeseydim! KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLERKur'an-ı Mübin, Adem (a.s)dan Allah Resulü Muhammed (a.s)a kadar gönderilen bir çok Elçinin hayatını anlatır. Aynı zamanda Kur'an evrensel bir mesaj olduğu için kıyamet gününe kadar gelecek insanları muhatap alır."De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür.De ki:(Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kuran bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu" (Enam- 19) O halde Kur'an'da Resül kavramının geçtiği bütün âyetler Allah Resulü Muhammed (a.s) döneminde yaşayan insanları ilgilendirdiği gibi kıyamet gününe kadar gelecek insanları da ilgilendirir ve onları da muhatap alır.Bundan doya Kur'an-ı Mübin'de "Resul" kavramı geçen âyetleri yeniden bir değerlendirme altına almak gerekir.Âyetlerin bir çoğunda bulunan "Resul" kavramı "Kur'an" hakkında kullanılmıştır.Veya Kur'an'da geçen "Resül" kavramlarının bir çoğunu "Kur'an" hakkında kullanmamızın hiçbir sakıncası yoktur. İşte bu yazılarımızda "Resül" kavramının geçtiği âyetleri ele almaya çalışacağız.Yoksa Kur'an'da bulunan yüzlerce âyet güncellenmemiş olacağından metinde olan varlığının bir anlamı olmayacaktır. MESELA: "Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir "Resül" (Elçi) gelince ehl-i kitaptan bir grup, sanki Allah'ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına atıp terkettiler" (Bakara-101) Yukarıdaki âyette bulunan "Resül" kavramı Kur'an hakkında kullanılmıştır. Çünkü Bakara 89. âyette "Resûl" kavramının yerine "kitap" kavramı kullanılmıştır.Âyete bir bakalım: "Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir "kitap" gelince..."(Bakara-89) Birde "Resül" kavramı için kullanılan "Allah'ın ininden kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir "Resul" gelince bölümü de çok önemlidir."Beşer- Resûl" Allah indinden değil, insanlar arasından seçilir. Aslında "Beşer -Resul" ile "Kitab Resul" arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. "Kitap- Resul" "Beşer- Resul" sayesinde hayat bulur."Beşer- Resul" olmazsa "Kitap- Resul" diye bir şeyden söz edilemez. Muhammed (a.s) vefat edinceye kadar "Beşer- Resul" olarak görevinin başında bulunuyordu. Vefat ettikten sonra artık tek müracaat edilecek kaynak "Kitap- Resul" kalmıştır. "De ki: Allah'a ve Resul'üne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kafirleri sevmez"( Âli İmran- 32) Hem "Beşer- Resul" ve hem de "Kitap- Resul" Allah'ı temsil ederler.Yani Allah adına konuşurlar. Özellikle de bu gibi âyetlerde her zaman tekil olarak "Resül" kavramı kullanılmıştır. Bu gibi âyetlerde hiçbir zaman "Muhammed'e" ve "Nebi'ye" yer verilmemiştir. Yani sistem çok dengeli ve hassas kurulmuştur. Fakat bu ince ayar ve hassas denge "peygamber" kelimesini kullanmayan muvahhidler için önemlidir. "Peygamber" kelimesi, bütün bu ince ayar ve hassas dengeyi yani "Nebi" ile "Resülün" arasında bulunan ilim ve hikmeti darmadağın ediyor. "Beşer Resul" olmayınca "Kitap "Resul" din ve hüküm olarak devreye girer.Yani İnsanlara şu gerçek anlatılmak istenir."Din ve hüküm olarak sizin Allah tarafından indirilen vahye uymanızdan başka hiçbir yolunuz yoktur.Dolayısıyla insanlar tarafından uydurulan rivayetler hiçbir zaman Resul'ü temsil edemezler.Bundan dolayı hidayete vesile de olamazlar.Örnek: "Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Resul'e uyduk. Şimdi bizi (birliğini tasdik eden) şahitlerden yaz, dediler" (Âli İmran- 53)Aslında yukarıdaki âyet İsa (a.s) a iman eden Havarilerin dillerinden aktarılmaktadır. Fakat güncelliğini koruyor ki, son vahiy'de de yer almıştır. Âyet indirilen vahye iman etmenin aynı zamanda "Beşer- Resu'e" tabi olma anlamına geleceğini veciz bir şekilde ortaya koyuyor.Demek oluyor ki, Allah Resulü'ne tâbi olmanın tek şartı indirilen vahyi tek kaynak kabul etmek, din ve hüküm olarak sadece ona inanmaktır. Aslında "Kitab Resul" ile "Beşer Resul" arasında bir fark yoktur. "Beşer Resul" ile "Kitab Resul" birbirlerini tamamlayan bir bütünün parçalarıdır. "Beşer Resul" hayatta olduğu sürece "Kitab Resul"ü anlatır, onu okur, beyan ve tebliğ eder. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra bu sefer "Kitab Resul" "Beşer" olan "Resul"ü anlatır, yani insanlara önderlik eder.(Âraf-3; En'am-153,155) "İman etmelerinden, "Resul'ün hak olduğuna" şahit olmalarından ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra küfre sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez" (Âli İmran-86)Yüce Allah, dua etme ile kimseye hidayet vermez, hidayet Allah tarafından indirilen vahiy ile indirilmiştir. (Bakara-159) Yani "hidayet" vahiy'den bağımsız bir şey değildir. Yukarıdaki âyeti güncelleyecek olursak "Resûl" kavramının "Kur'an" hakkında olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Çünkü söz konusu âyette yüce Allah'ın hitabının kıyamet gününe kadar gelecek insanları hedef aldığını görürüz.Halbuki beşer Resül olan Muhammed (a.s) on dört asır önce vefat etmiştir. O halde kıyamet gününe kadar iman edilmesi ve inkar edilmemesi gereken bir Resülün bulunması şarttır. Âyetleri hakkıyla yani çok dikkatli okumalıyız. Allah'ın kitabını alaya alacak şekilde teğanni ile okumaktan vazgeçmeliyiz. Hatta bugün ve ilerideki çağlarda "Kur'an'ın" Allah tarafından gelmiş bir "hak" olduğu daha açık olarak görülecektir.Örnek: "Size Allah'ın ayetleri okunurken, üstelik "Allah Resulü" de içinizdeyken nasıl inkâra (hakikatı görmezlikten) saparsınız? Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir" (Âli İmran-101)Yukarıdaki âyette kurulan sistem şu şekilde işliyor"Allah'ın âyetleri-- Allah'ın Resulü-- Allah'a bağlanma-- hidayet" Demek oluyor ki, "Allah'ın âyetleriyle" yani "Resul" le "Allah'a ulaşma" "hidayeti" beraberinde getiriyor.Din ve hüküm olarak bunlardan başka bir yerde hidayet arayan sadece sapıklığı ve şaşkınlığı bulacaktır. Yukarıdaki âyette de "Resul" kavramına "Kur'an" manasını vermemizin hiçbir sakıncası yoktur. Çünkü "Beşer" olan "Resul" Muhammed (a.s) yirmi üç yıllık dünya hayatında insanların içinde bulunuyor, ahlak ve hareketleriyle, okuduğu vahiy ve mükemmel edebiyle onlara yol gösteriyor ve örnek oluyordu. "Beşer" olan "Resul" Muhammed (Aleyhisselam) vefat ettikten sonra Allah insanlık âlemini "Resul"den mahrum eder mi? Asla mahrum etmez.İşte bundan dolayı fâni olan beşer "Resul" vefat ettikten sonra Allah onun örnekliğini, ahlak ve edebini en güzel bir şekilde ortaya koyan ve onun dilinde hayat bulan ebedi bir "Resul" olan Kur'an'ı miras olarak bıraktı. Dolayısıyla âyetlerin kalıp ve karakterlerine baktığımızda "Resûl" kavramının iki anlama geldiğini, Allah'ın ebedi bir mucizesi olarak görüyoruz. Şu âyete bir bakalım. "Allah'a ve Resul'üne itaat edin ki rahmete kavuşturalasınız" (Âli İmran- 132) Bugün birisi haklı olarak çıkar da: "Resul" yani Muhammed (a.s) 1400 sene önce vefat etti. Bu emir kıyamet gününe kadar gelecek insanları muhatap aldığına göre, biz bugün kime itaat edeceğiz? derse, ona nasıl bir cevap vereceğiz?Dolayısıyla âyette açık olarak "Kur'an'ın" "Resul" olduğunu görüyoruz. Çünkü Allah'ın bu hitabı kıyamet gününe kadar gelecek insanlara yönelik bir emirdir. "Beşer" olan "Resul" ölümlü olduğuna göre ebedi ve ölümsüz olan Allah'ın kelamı "Resul'"ün (Elçi'nin) hidayeti kıyamet gününe kadar devam edecektir.Burada kasdeden amaç şudur. Yani beşer Resülden sonra kitap Resül ile devam edilmesi, insanları Allah'tan indirilen kaynaktan başka bir yere sapmalarını engellemek içindir. İşte bu yüzden ilgili bütün âyetlerde Nebi kavramı değil, evrensel bir kavram olan Resul kavramı kullanılmıştır. Aslında "Beşer" olan "Resul" insanlara sadece Allah'ın âyetlerini okuduğu, yalnız âyetleri tebliğ ettiği ve indirilen kitabı duyurduğu için "Beşer Resul" ile "Kitap Resul" arasında bir fark yoktur. Ancak "Beşer" olan "Resul'"ün hareketleri, diksiyonu, etkileyici hitabeti, güzel ahlakı ve göze ve gönüle hitap eden mükemmel örnekliği kendi döneminde yaşayan insanlar için bir avantaj olarak görülebilir.Ancak yüce Allah kıyamet gününe kadar gelecek insanlar için bu avantajı"Kitap Resul'"ün belağat ve edebiyatı ile ileriye dönük mucizeleriyle ve muvahhidlerin güzel ahlakı ile kapatmıştır. Dolayısıyla Kur'an ehli muvahhidler hayatlarında Kur'an'ın örnekliğini en güzel şekilde ortaya koymak zorundadırlar. Mademki Allah'ın son mesajı olan Ku'ran evrenseldir ve kıyamet gününe kadar gelecek bütün insanları ilgilendiriyor. O halde Kur'an'da bulunan "Resül" kavramı iki anlama gelmek zorundadır.1-) "Beşer Resul" aynı zamanda "Kitap Resul"ü duyuran, onu ilan eden ve vahyi tebliğ eden örnek kişidir. 2-) "Beşer Resul" olan Muhammed (Aleyhisselam) vefat ettikten sonra onun yerine, onun misyonuna sahip olan "Kitap Resul""Rabbimiz! Bize, elçilerin (Rusülike) vasıtasıyla vâd ettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil rüsvay etme, şüphesiz sen vâdinden dönmezsin"(Âli İmran-194) Yukarıdaki âyette geçen "Rüsülike" "Elçilerin" yüce Allah tarafından indirilen "Vahiy'ler" anlamında kullanılmıştır. Çünkü Allah vâd ettiklerini indirdiği kitapta haber vermiştir ve bütün vahiy'leri içinde toplayan son Resul olan Kur'an bu gerçeğe en büyük şahittir. "Beşer" olan "Resul'e" ulaşan insanların sayısı çok sınırlıdır. Fakat "Kitap" olan "Resul'e" milyonlarca belki milyarlarca insan ulaşır. Aslında "Kitap" olan "Resul'e" ulaşan insanlar, aynı zamanda indirilen tüm vahiy'lere ve bütün elçilere ulaşmış sayılırlar.Çünkü Kur'an, gönderilen tüm elçilerin ve indirilen tüm vahiy'lerin geniş bir özeti gibidir.Örnek: "Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah'a ve elçisine (Resülehü) itaat ederse Allah onu, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada devamlı kalıcıdırlar, işte büyük kurtuluş budur"( Nisa- 13)"Kim Allah'a ve Elçisine(Resülehü) karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır"( Nisa-14) Yukarıdaki iki âyette geçen "Resul" kavramı "Kitab Resul" anlamında kullanılmıştır. Çünkü kıyamet gününe kadar Allah'ın sınırlarını gösterecek olan tek kaynak Allah'ın kitabı olan Kur'an'dır.Beşer Resül öldüğüne göre, ölümsüz bir Resül bulunması gerekir. Yoksa Resül'e nasıl itaat edilecektir. Bütün âyetlerde Resül kavramı geçmektedir. Nabi ve Muhammed'e itaat etme hiçbir yerde geçmez. Dolayısıyla kim "Kitap" olan "Resul'e" itaat ederse, aynı zamanda son Elçi olan Muhammed (a.s)a dolayısıyla yüce Allah'a itaat etmiş ve Allah'ın sınırlarını korumuş olur.Örnek: "Küfür yoluna sapıp Elçi"ye (Resül'e) isyan edenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah'tan hiçbir haberi gizleyemezler. (Nisa-42) Yukarıdaki âyette geçen "Resul" "Kitap" olan "Resul"anlamında kullanılmıştır. Çünkü âyet kıyamet gününe kadar gelecek olan kafir ve müşrikleri hedefe koymaktadır. Oysa "Beşer Resul" yaşadığı hayat ve sınırlı coğrafya ile ömrü kayıt altına alınmıştır. Bütün bu hakikatleri dile getirmemizin ana sebebiNebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları ortaya koymak, din ve hüküm olarak Allah tarafından indirilen vahyin dışında insanları bağlayan ve sorumlu oldukları bir kaynağın olmadığını göstermek içindir. Yani Allah'ın Resul'ünü gerçek olarak öğrenmek isteyenler için Kur'an'ın dışında başka bir rehber bulunmamaktadır.Örnek: "Kim Resul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik"( Nisa- 80) Yüce Allah kıyamet gününe kadar gelecek olan insanlara hitap ettiği için, Resül döneminde yaşayan insanlar vahyi tebliğ eden "Beşer" olan "Resul'e" itaat etmek mecburiyetinde idiler. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra artık "KitapResul'e" itaat etmek zorundadırlar.Yani itaat evrensel bir kavram ve ebedi bir görevdir. Uydurma rivayetler Allah Resulü'nü temsil edemez, Allah Resulü'nü sadece vahiy temsil eder. İşte bundan dolayı Kur'an'ı Mübin'de hiçbir zaman Nebi'ye itaat etme ile alakalı bir emir ve âyet bulunmamaktadır."İtaat" yalnız Allah'a Resüllere özel kılınmıştır. Aslında Nebi ve Resül sistemi ince bir ayar ve hassas bir denge ile kurulmuştur. Fakat Allah Resulü'nden sonra uydurulan hadisler ve hadislerden oluşturulan ictihatlarla bu mükemmel ayar ve hassas denge dağıtılmış ve düzen tanınmaz hale getirilmiştir.Özellikle İran ve Türkiye'de kullanılan "peygamber" kelimesi, Nebi ile Resülün arasında bulunan ve hayati öneme sahip bulunan farkları tanınmaz hale getiriyor. Kur'an'ın tevhid dini olan İslam rivayetler şirkine bulaştırılmış ve yok edilmiştir.Örnek: "Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek bir çok güzel yer ve bol imkanlar bulur. Kim, evinden muhacir olarak çıkar, Allah ve Resul'üne (gider) ve sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah'a kalmıştır. Allah da çok bağışlayan açık merhamet edendir"( Nisa, 100) Aslında Allah Resulü Muhammed (a.s)a değer veren, onu gerçekten seven ve ona hakkıyla saygı duyan Kur'an'a da aynı onun gibi değer verecek, onu yaşayacak ve ona yegâne kaynak ve tek rehber olarak sahip çıkacaktır. Çünkü Allah Resul'ü ile Kur'an arasında bir fark yoktur. Allah Resulü'nü seviyoruz ve ona saygı duyuyoruz diyen rivayetçi mukallitler kesinlikle yalan söylüyorlar.Çünkü Allah Resulü'nü gerçekten seven onun bıraktığı tek mirasa sahip çıkanlardır. Yukarıda bulunan Nisa 100. âyet "Allah ve Resul'e hicret etmekten" söz ediyordu.Peki "Beşer" olan "Resul" vefat ettiğine ve Kur'an evrensel olduğuna göre, bugün ve yarın hicret etmek isteyenler hangi "Resul'e" hicret edeceklerdir?Eğer Kur'an Resül olarak kabul edilmeyecek olursa bu sorunun cevabı olmaz. Demek oluyor ki, "Beşer Resul" ile "Kitap Resul" arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de aynı misyonu yerine getirmektedirler. Kadim İran'ın Mecüsi inançları ile Emevi- Abbasi uydurmaları Allah Resulü'nü asla temsil edemezler.Allah Resulü yalan ve iftiralardan münezzehtir. Dolayısıyla Allah Resulü'nü sadece Kur'an temsil eder.(Ey Nebi !) Onlar için ister af dile, ister dileme, onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecektir. Bu, onların Allah ve Resulü'nü inkar etmelerinden ötürüdür. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez"(Tevbe-80)Yukarıdaki âyette geçen "Resül" kavramı da Kur'an'ın güncellenmesi açısından "Kitap Resul" olduğunu anlayabiliriz. Aslında Kur'an'ı güncellediğimizde "Resul"( Elçi) kavramlarının büyük çoğunluğunun "kitap Resul" olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Eğer Kur'an'da geçen Resul kavramlarını güncellememiş olursak vahyin ne demek istediğini anlamamış oluruz. "Kur'an'ın "Resul" anlamında kullanıldığı âyetler" serisini yazdığımızda en çok dikkatimizi çeken şey, vahyin "Resul" (Elçi) misyonunun üzerinde bu kadar yoğun durduğunu görmek olmuştur.Yani her konuda olduğu gibi uydurmacı rivayetçiler Kur'an ehli muvahhidleri "Elçi düşmanı, bunlar elçisiz din istiyorlar" söylemlerinin ne kadar büyük bir yalan ve açık bir iftira olduğunu Kur'an çok açık olarak ortaya çıkarıyor. Çünkü Allah tarafından indirilen vahiy Resul'ün misyonunu yüzlerce âyette anlatmaktadır. Resül'e karşı gelmek, vahye yani kitab-a yani Kur'an'a karşı gelmek demektir. Elçiyi anlamak için Kur'an'ın hiçbir kaynağa ihtiyaç bırakmadığını görmeyenler hayvanlardan daha aşağı bir dereceye sahiptir.Kur'an ehli muvahhidler hiçbir zaman Allah'ın elçilerine karşı gelmez ve aralarında bir fark gözetmeden onlara kayıtsız şartsız itaat ederler. Allah'ın elçileri hakkında en geniş, doyurucu ve doğru bilgiyi sadece Kur'an verebilir. Kur'an haricinde Resul arayışına girenler hem dünya hayatında hemde âhirette perişan olup cehennemin gayyasına girmeye mahkum olurlar.Tevhid dininin bozulması ve bir şirk kurumuna dönüşmesinin en büyük sebebi Resûl kavramının hangi anlama geldiğinin bilinmemesinden kaynaklanmıştır. Eğer Nebi ve Resul'ün arasında bulunan farkları anlamış olsaydık, din bu şekilde içinden çıkılmaz bir şirk ve hurafeler yığını olmayacaktı.Örnek: (Allah'ın emir ve yasaklarını) onları açıklasın diye her Resul'ü elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik. Allah dileyeni saptırır, dileyeni de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir" (İbrahim- 4) Kur'an'daki "Resul" kavramlarına baktığımızda din ve hüküm olarak vahiy'den başka bir kaynağın olmadığını rahatlıkla görüyoruz. "Beşer Resul" hayatta olduğu sürece "canlı Kur'an" odur. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra onu sadece "kitap Resul" temsil ediyor. Aslında "Beşer Resul" gibi "Kitap Resül"ü de canlı bir organizma olarak görmek gerekir. Çünkü "vahiy" insanlara dinamik bir ruh ve canlı bir hayat kazandırır. Bundan dolayı İbrahim süresi 4. âyette geçen "Resul" lafzını "Kitap Resul" olarak görmenin hiçbir sakıncası yoktur.Yüzlerce âyette anlatılan en büyük gerçek "Allah'ın elçileri sadece ve sadece kendilerine indirilen vahiy ile uyarı görevlerini yapmışlardır"Hiçbir elçinin vahiy'den bağımsız görev yapması mümkün değildir. Elçiler yalnız Allah tarafından kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler. Bu sistem hem vahiy hemde elçilerin kendileri için en ideal bir yöntemdir.Çünkü elçilerin gönderildiği bütün kavimler Allah'a iman etmektedirler. Yani Allah, elçiyi direkt olarak müşriklere hedef yapmıyor."Beşer Resul" müşrikleri iman ettikleri fakat imanları ile beraber şirk koştukları(Yusuf, 106) Allah'ın emir ve nehiy'leri ile başbaşa bırakıyor. Burada vahiy, müşriklerin sadece Allah'ın emirlerini dillendiren "Beşer Resul"e karşı gelmelerinin önüne geçiyor. İşte bu yüzden Kur'an "Resul" (Elçi) kavramının üzerinde çok duruyor. Yani elçin'in tebliğ görevine karşı gelen müşrikler Allah'ın emirlerine, dolayısıyla direkt olarak Allah'a karşı geldiklerinin farkında olmalıdırlar.Şimdi şu âyeti hatırlamanın tam zamanıdır. "Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz.Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar"(En'am-33)Gerçekten de Allah'ın elçileri sadece Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ ettikleri için onlara karşı yapılan inkâr ve yalanlama direk olarak Allah'a karşı inkâr ve yalanlama olarak kabul ediliyor.Dolayısıyla "vahiy" ile "Resul" aynı şeydir."Vahiy" ile "Resul" bir bütünün iki parçasıdır.Resul olan şahsiyet vahyi temsil ettiği gibi, vahiy'de "Beşer Resul"ü temsil eder. Yani Allah Resulü Muhammed (a.s) ile birlikte bütün elçileri gerçekten anlamak isteyenler için son vahye gitmekten başka yol yoktur.Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet'in kaynaklarında bulunan tüm hadislerin yalan ve iftira oldukları ortaya çıkıyor. Bu uydurma, yalan ve iftira olan hadislerin hiçbiri Allah Resulü'nü temsil edemez.Bu uydurma şeytan dininin üzerine inanç, güzel ahlak ve edep inşa edilemez.Örnek: "Kendilerini azabının geleceği, bu yüzden zalimlerin "Ey Rabb'imiz! Yakın bir müddete kadar bize süre ver de senin davetine icabet edelim ve elçilere tâbi olalım diyecekleri gün hakkında insanları uyar"(İbrahim-44) Yukarıdaki âyet vahiy ile Elçin'in misyonunun aynı şey olduğunu çok güzel bir şekilde ortaya koyuyor. Demek oluyor ki, elçinin tek görevi insanları Allah'ın emirleri olan vahye davet etmektir. Dolayısiyle Elçi vefat ettikten sonra Kur'an ehli muvahhidler sadece vahiy ile insanları hidayete davet edeceklerdir. Çünkü vahiy'den başka hidayete ulaştıracak hiçbir kaynak yoktur. İşte iddiamızın en büyük kanıtları ( Ey Resul! )De ki:Eğer Haktan saparam, kendi aleyhime sapmış olurum (sapmam kendi nefsimdendir)Eğer hidayeti bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği Kur'an sayesindedir" Şüphesiz O, işitendir, yakın olandır" (Sebe-50) "De ki: Allah'a şirk koştuklarınızdan (muhaddis, müctehid, Evliya, Şeyh, Gavs) hakka iletecek olan var mı? De ki:Hakka yalnız Allah iletir. Öyleyse hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa kendisine hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı?Size ne oluyor? Nasıl böyle hükmediyorsunuz?"(Yunus-35)(Müşriklerden ayrılan İbrahim:) Ben Rabbime gidiyorum. O bana hidayet'in yolunu gösterecektir, dedi"( Saffat- 99)"İşte bu Kuran, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir bildiridir"( İbrahim-52)Kur'an'a inanmış muvahhidler kendileriyle alay edilmekten ve yalanlanmaktan ümitsizliğe düşmemeleri gerekir. Çünkü yalanlanmayan ve alay edilmeyen elçi gelmemiştir. "Andolsun, senden önceki milletler arasında da elçiler gönderdik.Onlara bir elçi gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi. İşte böylece biz onu suçluların kalplerine sokarız.Öncekilerin başına gelenlerden ders almaları gerekirken onlar hala Kur'an'a inanmıyorlar"(Hicr-10, 11, 12, 13)Örnek: "...Biz, Resul göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz"(İsra-15)Soru şu : Madem Resul olmadan azap edilmeyecek, son Nebi ve Resül'den sonra kıyamet gününe kadar Resul kimdir? Örnek: "Eğer biz bundan( Kur'an'dan) önce onları bir azapla helak etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: Ey Rabb'imiz! Ne olurdu, bize bir Resul gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce ayetlerini uysaydık"(Tâhâ-134)Yukarıdaki âyette geçen Resul nedir? Örnek "Her kim Allah'a ve Resul'üne itaat eder, Allah'a karşı haşyet duyar ve sorumluluk bilincine sahip olursa, kurtuluşa erenler bunlardır"(Nur-52)"Salat-ı ikame edin; zekatı eda edin; Resul'e itaat edin ki merhamet göresiniz"(Nur-56)Çağrı ve mesaj evrensel yani davet ve öğüt bütün insanlara yönelikse yukarıdaki âyetlerde bulunan Resul kimdir? Örnek:"O gün zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Resul ile birlikte bir yol edinseydim" (Furkan -27)Beşer Resul'ün yaşadığı hayat çok sınırlı olduğuna ve zulüm kıyamet gününe kadar devam edeceğine göre bu Resul kimdir? Çünkü her zaman ve zeminde bir Resul'ün var olduğu âyetten açıkça anlaşılıyor. Örnek: "Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde: Rabbimiz! Ne olurdu bize bir Resul gönderseydin de, ayetlerini uysaydık ve müminlerden olsaydık! diyecek olmasalardı (Resul göndermezdik)(Kasas-47)Âyetlere dikkat edilirse hepsinde Resul kavramı geçer. Hiç birinde Nebi kavramı kullanılmamıştır. Çünkü Nebüvvet yani Nebi'lik tarihseldir. Fakat Risâlet yani Resül'lük evrenseldir. Yani beşer Resül ölür yerine kitap Resul kıyamet gününe kadar, insanlar var oldukça tebliğe devam eder. Örnek: "Andolsun ki, Allah'ın Resul'ünde sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örneklik vardır"(Ahzab-21)Allah Resul'ünün örnekliği sadece onun döneminde yaşayan insanları değil, bütün insanları ilgilendiriyorsa yani hitap bütün insanlara yapılmışsa ve âyette örnek gösterilen Nebi ve Muhammed değil, Resül ise, bu Resul Kur'an'dan başka bir şey olamaz. Resül'lün örnekliği sadece onun zamanında yaşayanlar için değil, bütün insanlar için olmalıdır. Örnek: "Allah ve Resulü bir bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resul'üne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur"(Ahzab- 36)"Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip olun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur"(Ahzab-70,71)Resül kavramının kullanıldığı âyetlerde bütün insanlara yönelik bir çağrı ve davet, bir mesaj ve sorumluluk vardır. Mesela şu âyetlere bir bakalım. "Şu Muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırılmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır. Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Yazıklar olsun bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Resul'e de itaat etseydik derler. Ey Rabb'imiz! Biz efendilerimize ve (din) büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden uzaklaştırır"(Ahzab- 64, 65, 66, 67,68)Yukarıdaki âyetlere dikkatli bir şekilde bakıldığında uydurma din ve küfür devam ettikçe Resül'ün varlığının devam edeceğini görebiliriz. Örnek: "Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip olun ve Resül'e iman edin ki, O, size rahmetinden iki kat versin ve size aydınlığında yürüyebileceğiniz bir nur lütfetsin; sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir"( Hadid-28)Herhalde yukarıdaki âyette bulunan "Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip olun ve Resül'e iman edin..." hitabının muhatabının sadece Allah Resulü döneminde yaşayan insanlar olduğunu iddia edemez.Hitabın bsğlamı, bütün insanlar olduğuna göre "iman edilmesi gereken Resul nedir? Veya bu Resul kimdir? Örnek:"...Resül size neyi verdiyse (sadece) onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip olun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir"(Haşr-7) Mekke ve Medine'de Allah Resulü kendisine indirilen vahyi insanlara tebliğ ediyordu. Vefat ettikten sonra artık onun dilinden hayat bulmuş Kur'an'ın bize verdiğini alacağız. Yoksa "Resül size neyi verdiyse onu alın..." emrinden, Emevi-Abbasi yalan ve iftiralarını anlamak ve onları din yapmak, tam anlamıyla şirk ve küfürdür. Tevhid dininin yerleşmesi ve sağlam olarak tesis edilmesi uzun bir süreç içinde olur. İşte bu yüzden Muhammed (a.s) son nebi ve nübüvvet'e bağlı yani vahiy alan son Resul'dür. Fakat hakkı ve hidayeti yani sırat-ı mustakim'i tam olarak yarleştirecek olan son vahiy Kur'an'dır. Dolayısıyla aşağıdaki âyette geçen Resul kavramı Kur'an ile ilgilidir. "O Allah, müşrikler hoşlanmasalar da dinini (daha önceki elçilere indirdiği) dinden daha açık kılmak için Resul'ünü hidayet ve hak din ile gönderendir"(Tevbe-33)Yani âyette geçen "liyuzhirahu aleddini küllihi" "dinlerden üstün kılma" anlamında değil, açık ve detaylı kılma anlamında kullanılmıştır. Çünkü tevhid dini olan İslam, insanlık tarihinde hayata hakimiyet açısından hiçbir zaman üstün olmamıştır ve olması mümkün değildir. Kur'an, bir çok âyetinde insanların çoğunluğunun her zaman batıl yolda ve şirk içinde olacaklarını açıklıyor. Dolayısıyla İslam dini, diğer dinlerden zaten üstündür. Fakat yaşantı ve hakimiyette şirk inancı ve batıl dinler daha revaçta olmuştur.
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (24.YAZI) Kur'an'a göre namazın günde beş vakit kılınacağını gösteren hiç bir delil yoktur. Yani bu konuyla ilgili yapılan yorumlar, geleneklerle âyetleri örtüştürmeye yönelik zorlama yorumlardır.Aynı şekilde namazda yapılan kıyam, rükû ve çift secde hareketlerinin tekrarını ifade eden “rekât” kelimesi de Kur'an'ın hiç bir âyetinde geçmemektedir. Dolayısıyla Kur'an'a göre hangi namaz'ın kaç rekât olacağı da belli değildir. Namazların sadece iki rekât olması gerektiği düşüncesi, savaş zamanı yapıldığı iddia edilen namaza dayandırılmaktadır. Üstüne üstlük diğer bazı dinlere mensup insanların kendilerine özgü bir şekilde ibadet ediyor veya benzer ritüelleri yapıyor olmaları; namazın eskiden beri süregelen geçerli ve doğru bir ibadet olduğuna dair delil olarak sunulurken her ne hikmetse İslam'a diğer dinlerden bulaşmış geleneksel bir ritüel olabileceği düşünülmemektedir. Oysaki namaz kılmanın kökeninde ateşe, güneş'e tapma gibi putperest geleneklerinin bulunduğu herkesçe bilinmektedir. Buna rağmen Cibril’in, Allah’ın Resulüne Kur'an dışı iletişimle namaz kılmayı öğrettiği; buna da gerekçe olarak önceki kitap ehlinin namaz kılmayı unuttuğu iddia edilmiştir. Kur'an’da bulunan kesin açıklamalara göre sadece Kur'an'a tabi olan Nebi (a.s) ın namaz gibi, Allah’ın indirmiş olduğu hiçbir kutsal kitapta yer almayan fakat yerine getirilebilmesi için tarife ihtiyaç duyulan bir ritüeli kendi kafasından üretmesi veya Kur'an harici vahiy alarak uygulamış olması düşünülemeyecek bir alternatiftir. Zira Kur'an’ın kesin açıklamalarına göre son Nebi ve Nübüvvete bağlı son Resül olan Muhammed (a.s) a Allah tarafından yüklenilmiş görevine göre Kur'an’a herhangi bir ekleme veya ondan bir çıkarma yapması kesinlikle yasaktır.(Yunus-15; İsra-73,74,75; Hakka-44)İnsanlık tarihinde Nebi ve Resüller dahil, kafirler, müşrikler, munafıklar, İsrailoğulları, Yahudiler ve Hristiyanlar salât kelimesini duyar duymaz hangi anlama geldiğini biliyorlardı. Salat'ın tarihi vahyin tarihidir. Vahiy salât sayesinde hayat bulur. Salat olmadan dine karışan şirk ve hurafelerden kurtulmanın imkanı yoktur. İşte namaz böyle önemli bir misyonun yok olmasına sebep olan anlamsız bir uygulamadır. İfade etmek gerekirse, Şii ve Sünni din adamlarından taklitle gelen namaz; delili ve dayanağı sadece rivayetler olan, şekil şartına bağlanmış, yüce Allah'tan indirilen âyetlerin ve insan sözü duaların Kur'an’daki kıyam, rükû, secde gibi kavramlara dayandırılarak isimlendirilmiş şekilsel hareketlerle anlayarak ya da anlamayarak Allah'a geri okunması yani içinden seslendirilmesidir. Cuma Namazı da aynı uygulamanın topluca yapılmasıdır.Kur'an’a göre ise, cuma (toplanma) gününde müminler salât'ı yerine getirmek için yani Allah’ın zikri olan Kur'an’ı müzakere etmek ve güncel meselelere vahyin önderliğinde çözümler üretmek amacıyla bir araya gelerek miskinlere sahip çıkmaları yüce Allah'ın en önemli emirleri arasında yer alıyor. Oysaki günümüz geleneksel dini yani Şiiliği ve Sünniliği uygulayan din adamları şekilsel bir ibadet olarak öğrettikleri namazı, tam bir âyin havasında topluca yerine getirmektedirler. Camilerin içinde zengin, fakir, kentli, köylü erkekler yan yana, omuz omuza birbirinin derdinden habersiz; yoksullar, düşkünler, yetimler, kimsesizler için Allah’a dua etmektedirler! Üstelik “Ey iman edenler” hitabıyla başlayan cuma salatının âyetini, “Ey iman eden erkekler” şeklinde alarak kadınlara asırlarca camiye gitme hakkını tanımadılar. Namaz bitince de camiden çıkıp, çoğu kere birbirlerine selam bile vermeden dağılmaktadırlar. Din adamlarının korkutmalarına ve tehditlerine karşı namaz kılarak görevini yerine getirmiş olmanın verdiği psikolojik rahatlık içinde; el açan dilenciye bozuk para verip, cenneti hak ettiklerine inanmaktadırlar.Cami ve namaz haricindeki gerçek hayatta ise çoğu zaman birbirlerini tanımamakta, yardım etmemekte, bir çok harama bulaşmakta, borçlulara haciz ve icra yoluna gitmekten çekinmemektedirler.Müslümanların bu yaşam tarzına girmiş olmalarının nedeni, vahyin uygulanmak üzere anlaşılması olan Kur'an’daki gerçek salât'ın işlevinin ortadan kaldırılarak namaza dönüştürülmesidir.Tekrar belirtmek gerekir ki "namaz" kelimesi, aynen "peygamber" kelimesi gibi Farsça olup, Kur'an'da olmayan bir kelimedir. Bunun yerine Kur'an'ın orijinalinde "salât" kelimesi ve bu kelimenin türevleri geçmektedir. Neredeyse günümüzdeki bütün mealciler ve çevirmenler de Kur'an’daki salât kelimesini ve kelimenin türevlerini (kelimenin âyetlerdeki gramerle ilgili değişik kullanımlarını) namaz ritüeliyle değiştirmişlerdir.Salât'ı ikamenin “namaz kılmak” anlamına geldiği; geleneksel bir ritüel olan namazın Kur'an’da bulunmaya çalışılması zorlama bir yorumdur ve Kur'an’da karşılığı bulunmamaktadır. Dolayısıyla din adamlarının kendi anlayışlarını Kur'an’a sokma ve insanları bu şekilde yönlendirme fiilinin sonucudur. Yani hiç bir âyette, Kur'an’da geçen salâtı ikame etmenin karşılığı olarak “namaz kılmak” anlamı yerine oturmamaktadır. Zaten böyle bir mana vermek de salâta değişik anlamlar verilmesi gerekli hale gelmiş ve âyetler arasında anlam bakımından bir çok çelişkiye sebebiyet verilmiştir. Yani bazı âyetlerde salât kelimesinin türevlerine yükledikleri bu anlam, âyette bahsi geçen konuyla uyuşmadığı için bu defa kelimeye farklı anlamlar yüklemişler ve Kur'an içerisinde anlamı olmayan meallere yol açmışlardır. Bu çelişkileri de ‘kelimelerin birden fazla anlamı vardır ve âyetteki konuya göre kelimeye bu anlamlardan biri verilir’ şeklinde savunmuşlardır.Kur'an'da namazın hem kelime olarak hem de şekilsel bir tarif olarak karşılığının bulunmaması dolayısıyla Kur'an'daki "salât" kelimesi, din adamları tarafından "namaz" olarak yorumlanmıştır. Yani bu anlayış yüzünden "salât" kelimesinin anlamı "namaz" şeklinde; "ekimus salât" kavramının anlamı da "namaz kılmak" şeklinde başka bir kavrama dönüştürülmüş durumdadır. Doğal olarak salât ile ilgili âyetlerin çevirilerinde veya yorumlarında "namaz kılmak" karşılığını gören insanlar, geleneksel uygulamadaki şekilsel "namaz kılma" ibadetini düşünmemeye ve sorgulamadan kabul etmeye yönlendirilmişlerdir. Dolayısıyla doğumundan yaşadığı ana kadar çevre ve geleneklerin içerisinde yetişen ve genellikle onlardan etkilenerek dinlerini öğrenen insanlar, namazı da şekilsel bir ritüel olarak birbirlerinden öğrenmekte; Kur'an’da “namaz kılmak” şeklinde meallendirilen salât kavramını da akıllarında bu şekliyle canlandırmaktadırlar. Böylece salât ederek yani Kur'an'ı öğrenerek vahyin rehberliğini hayatlarında uygulayacaklarına; namaza yönlendirilerek sayılara ve şekillere boğulmuş bir halde ve çoğu zaman ne dediğini bilmeden dini vecibe’lerini yerine getirmiş olma psikolojisiyle hem Kur'an’dan hem de dünya işlerinden uzak tutulmuşlardır. Sonuçta Kur'an okuyucuları ile samimi insanlar, diğer birçok konuda olduğu gibi bu çok önemli konuda da yönlendirilmiş ve yanıltılmışlardır.Geleneksel namazın unsurları olan kıble, kıyam, rükû, secde gibi şekilsel hareketler Kur'an’dan incelendiğinde; bu kavramların gerçekte şekilsel hareketlerin isimleri olmayıp, daha geniş ve kapsamlı anlamlarda yani zihinsel kabul ve mutlak itaat anlamında kullanıldıkları anlaşılmaktadır.Salât-ı ikame; toplum içindeki sorunları, zikre- Kur'an'a- hayata göre çözme yollarını öğrenip onarma, (ikame ise) bunları dikme sürekli olarak ayakta tutma ve yaşatma eylemidir.Aslında salât dinin kendisidir. İndirilmiş vahiy dininin asli niteliklerinden mahrum bulunan yığınlara biçimsel kimi alışkanlıklar ve yüzeysel kimi eğilimler kazandırmak bir kıymet ifade etmez. Kendilerini İslam’ın asli ilkeleri ile İslam lehine değiştiremeyen bireylerin bir toplumu değiştirmeye kalkışmaları sadece şuursuz ve bilinçsiz bir aklın ifadesi olabilir.Nebi (a.s) ın Medine hayatına “asr-ı saadet” (mutluluk asrı) dediler. Hamd olsun Kur'an sayesinde bu yalana kanmadık. Kur'an'dan bu konuyu araştırdığımızda büyük bir yalan olduğunu gördük. Dolayısıyla elimizde güvenilir kitap olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur. Bütün namaz araştırmaları; Milâdi 632den sonra söylenilenler ve bu söylentilerin evrimleşerek başkalaşmış hale geçerek Milâdi 800’lü yıllarda yani Abbasiler döneminde rivayetlerin kitaplaşmasıyla oluşmuştur. Yani iki İslâm tarihi vardı:1-) Nebi (a.s) ın yaşadığı ve sadece Kur'an’ın tebliğ edildiği tarih.Bu tarihte Kur'an'dan başka hiçbir şey yoktu, sadece vahye tâbi olma ve ona itaat vardı. 2-) Nebi (a.s) vefat ettikten sonra dedikodu ve yalanların hadis ve sünnet yapıldığı tarih. Bu tarih Kur'an'sız ve koyu karanlık bir cehalet ve taklit tarihidir. Vahşi bir inancın hakim olduğu, iman edenler arasında kıyamet gününe kadar sürecek bir parçalanma ve düşmanlık tarihidir. Bu tarihte sahabeler arasında Nehravan, Sıffin, Cemel savaşları, Kerbela, Harre ve Kabe baskını katliamları yaşandı. Şiilik ve Sünnilik bu çağda neşvu nema buldu. Yani mezhep ve fırkalar bu karanlık çağın ürünüdürler. İşte bu hal O’ndan sonraki devirlerde efsane, hayal ve hayallerle desteklenen birçok bilgi kirliliği ortaya çıktı. Daha sonraları bu yalanlar kitaplaştırıldı.Yani Buhari, Müslim, Nesai, Tirmizi, Malik bin Enes, Ahmed bin Hanbel, İbni Mâce, Ebu Davût gibi muhaddis ve müctehidler, namaz hakkında ortalıktaki söylentileri topladılar, vâiz ve kıssacılar da bu uydurma namazın ne kadar faziletli olduğunu anlatıyorlardı. İşin vahim tarafı, Kur'an'ın ilmi ve hikmeti olmadığı için ümmi halk bu sözleri akıl ve mantık, vicdan ve fıtrat terazisine koymadan olduğu gibi kutsal olarak kabul etmeleriydi. Bunların büyük çoğunluğu Zerdüşt toplumunun etkisinde kalmış, çocuklukları İran’da geçmiş insanlardı. Bu yüzden Kur'an'ın en önemli kavramı olan salât'ı Zerdüşt'ün namazına çevirdiler.Sadece salât'ı değil, bu tarih Kur'an'da var olan bütün kavramların değiştirildiği bir tarihtir.Yani "ibâdet, takva, ihlas, ihsan, iman, İslam kavramları da bu tarihte yok olmuştur. Bir düşünün bu karanlık tarihin adamları ihlas ve İslam'ın hangi anlama geldiğini bilmiş olsalardı, "hadis" ve "sünnet" adı altında bir din meydana gelir miydi? Bu karanlık çağın adamları Kur'an'dan zerre kadar nasipleri olsaydı, bu kadar mezhep ve fırkalar olur muydu? Bu çağda Kur'an'ın ilim ve hikmeti olsaydı, bu karanlık adamlar hata etmez birer rab gibi kabul görürler miydi? Yani ümmi insanlar, bu Kur'an cahillerine “büyük alim” sıfatına layık görmeleri cehaletten kaynaklanan bir olaydır. Kur'an bilinmediği için bu cehalet günümüzde de devam edip gitmektedir.Dolayısıyla her şey gelip Kur'an'ı bilmeye dayanıyor. Kur'an bilinirse, her şey kolay olur. Kur'an bilinmezse her ahmaklık normal bir olay hatta din olur. Nurculuk ve tarikatçılık gibi. Kur'an bilinmeden hiçbir amelin gerçek anlamı bilinemez. Bu şuur ve bilinci gerçekleştirecek olan salâttır, fakat salât'ı namaz ile katkettiler. Ama en korkunç olanı, din adamlarının insanlara kıldıkları namazın “Allah'tan bir emir” olduğunu söylemeleri olmuştur.Çünkü Nebi (a.s) adına iftira edilen binlerce rivayeti dinleyen ümmiler bunları “din, iman, ihlas ve ibadet” olarak algılıyordu. Oysa yüce Allah, kendi kitabından başkasının kitabının “inanılıp dine ortak edilmesini” kula kulluk etmek yani şirk koşmak olduğunu haber veriyordu.(Kasas-87) Kur'an'a tâbi olmayan din adamları tam da bunu yaptılar.Mâide-65,66, âyetlerde yüce Allah Tevrat ve İncil'e yapılan ihânetten sonra 67.âyette direk olarak Resül'ü şöyle uyarıyordu. "Ey Resül! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan risâler görevini yapmamış olursun..." Yani insanları namaza mahkûm eden yüce Allah değil, din adamları olmuştur. Son vahyin tarıhi Nebi (a.s) ın vefatından yüzyıllar sonra kaleme alındığından birçok hayal ve hikayelerle doludur. Hadis ve İslâm tarihi, çöplüklerden toplanan rivayetlerin toparlanmasıyla oluşmuştur. Muhaddis ve tarih yazarlarının hiç biri ne Nebi (a.s) ne de sahabeleriyle tanışmış değildir. Fakat ne yazık ki öyle bir algı oluşmuş ki, bugün bu iftira eserler sanki Nebi (a.s) dan gelmiş, onun temiz dilinden dölülmüş gibi din ve iman olarak görülüyorlar. Bu yalanlara iman eden din adamları salât'ı namaz olarak anlamaktan başka hiç bir alternetifleri olamaz. Elbette salât'ı namaz olarak anlayacaklar. Bunlara karşı durmak da “akıntıya karşı kürek çekmek”ten başka hiç bir şey değildir. Ataların dinine kulluk edenlere hakkı kabul ettirmek mümkün değildir.
19 Nisan 2022 Salı
ŞİA VE EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİNİN EN BÜYÜK GÜNAHLARI: Yüce Allah'a sonsuz şükür olsun ki, "Nebi" ile "Resul'ün" arasında bulunan farkları anlamaya başladığımızdan beri önümüze çok ilginç manalar çıkıyor. Mesala: "Allah'ı ve elçilerini (ve rusulihi) inkâr edenler Allah ile elçilerini (ve rusulihi) birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına iman etmeyiz" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu: İşte gerçek kafirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır" "Allah'a ve Elçilerine "ve Rüsülihi " iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince işte Allah onlara bir gün mükafatını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir"( Nisa- 150,151,152) Evet "şirk en büyük zulümdür"(Lokman- 13 ) "Şirk, ahirette affedilmeyecek tek günah ve büyük bir iftiradır..."( Nisa-48, 116)Mel'un bir günah da "Allah'ın âyetlerini ve hidayet yolunu gizlemeye çalışmak ve onu insanlara ulaştırmamaktır..."(Bakara- 159,160,161,162,174,175, 176; Âli İmran-187 ) İşte bu iki kahredici ve lanetlik günahtan sonra Kur'an, üçüncü büyük günah ve gerçek kafirliğin "Allah (vahiy) ve Resülleri birbirinden ayırmak" olarak ortaya koymuştur. Bu günah öyle alçak bir küfürdür ki, siz eğer Allah ile Resüllerini birbirinden ayırırsanız artık onlarla alakalı her türlü yalan ve iftirayı yapabilirsiniz. Tabii burada Allah'ı, indirilen vahyin temsil ettiğini hiçbir zaman unutmayalım. Yani Allah'ın Resüllerini vahiy'den ayrı bir yerde değerlendirme altına alamazsınız. Allah'ın elçilerini Kur'an'dan koparıp, başka bir kaynak ile onların hayatlarını ve özelliklerini ortaya koyamazsınız.Resülleri vahiy'den ayırarak inanç ve ahlaklarıyla keyfinize göre oynayamazsınız. Çünkü yüce Allah onların bütün özelliklerini, ahlaklarını, inançlarını, hayatlarını ve mücadelelerini indirilen vahiy'le kayıt ve koruma altına almıştır.Allah'ın Resüllerini sadece Kur'an'dan öğrenmek ve Kur'an'dan anlatmak zorundasınız.Yüce Allah onların inanç ve hayatlarını, söz ve hareketlerini kayıt ve koruma altına almış ki, başka bir inanç, din, hayat ve yön ortaya çıkmasın.Elçiler Allah'ın vahiy ile tayin ettiği kimselerdir. Siz kendi keyfinize göre, kendi gelenek ve inançlarınızı Allah'ın elçilerine uyarlayamazsınız. Allah'ın elçilerine Allah'ın indirdiği vahiy ile gitmek zorundasınız. Dolayısıyla Allah'ın elçilerine Emevi-Abbasi rivayetleriyle ulaşmak, onları hadislerle anlatmak cehaletin ve küfrün katmerli olanlarındandır. Siz eğer Allah elçilerini vahiy'den, yani Allah'tan ayırırsanız, Yahudiler gibi Süleyman (a.s ) ı sihirbaz, muhterem ve tertemiz annemiz Meryem (Aleyhesselam)'ı zina eden bir fahişe, İsa (a.s ) ı hem Allah hem de gayri meşru bir çocuk bile yaparsınız.Siz eğer son vahyin sahibi olan Muhammed (a.s)ı Kur'an'dan ayırırsanız uydurma bir din bile icad eder, bu dinde namaz kılmayanı, zina edeni, uydurma dininizden döneni bile öldürebilirsiniz.Eğer Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparırsanız keyfinize göre oyun ve eğlence edinilecek bir din hatta bir kaç din ve mezhep bile yaratabilirsiniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Allah'tan ayırın, o zaman sağ elle yemek yiyemeyen bir çocuğa bile Resülüllah'ın beddua ettiğini ve onu kötürüm haline getirdiğini söylerseniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırın, kargayı fasık yapar, kertenkeleyi öldürmeyi sevap sayarsınız.Uydurmanın en alçağıyla zina eden maymunu Allah'ın Resulüne recmettiirsiniz.İşte sizin atalarınız Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Malik bin Enes, Muhammed bin İdris, Ahmet bin Hanbel, Evza-i, Nevev-i, Ebu Yusuf tam da bu operasyonu yaptılar.Bütün bu kaos, anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, ihtilaf ve ayrımcılık Allah Resulü'nü Kur'an'dan kopardıkları için olmuştur.Çünkü inanç ve ahlakı Kur'an'da kayıt ve koruma altına alınan bir Resulden keyfinize göre bir din ve hüküm uyduramazdınız.Siz var ya, şirkin en lânetli olanını işlediniz.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(188.YAZI) Nur Süresi 42-) Yani göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır ve dönüş de ancak O’nadır. 43-) Görmez misin ki Allah bir takım bulutları (çıkarıp) sürüyor; sonra onları bir araya getirip üstüste yığıyor. İşte görüyorsun ki bunlar arasından yağmur çıkıyor. Yani O, gökten, oradaki dağlardan (dağlar büyüklüğünde bulutlardan) dolu indirir. Artık onu dilediğine isabet ettirir ve dilediğinden de onu uzak tutar; (bu bulutların) şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alır! 44-) Allah, gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Şüphesiz bunda basiret sahipleri için mutlak bir ibret vardır. 45-) Allah, her dâbbeyi (canlıyı-hareket halinde olanı) sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde yürür, kimi iki ayağı üstünde yürür ve kimi de dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeyin üzerinde bir küdrete sahiptir. 46-) Andolsun biz (bilmediklerinizi size) açık seçik bildiren âyetler indirdik. Allah, dileyeni hidayete iletir. (Hidayetin tek kaynağı vahiy olduğu için "limen yeşéu" kelimesine "dilediğini" gibi bir mana vermek doğru değildir. Yani âyette bulunan "limen yeşéu" fiili Allah'ı değil, kişiyi gösteriyor. Dolayısıyla Kur'an ile karşılaşıp hidayeti istemeyen ve benimsemeyen hiç kimseye yüce Allah zorla hidayet vermez, sapkınlık da böyledir.) 47-) Bazıları: "Allah’a yani Resül'e iman ve itaat ettik" diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir fırka yüz çeviriyor yani bunlar iman etmiş değillerdir. 48-) Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resül’e dâvet edildiklerinde, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler. 49-) Ama, eğer (Allah ve Resûlünün hükmettiği) hak kendi lehlerine ise, ona boyun eğip gelirler. KUR'AN'DA "İtaat, Allah ve Resul----; hakem, Allah ve Resul--; Nur, Allah, vahiy ve Resul---; Hak, Allah, vahiy ve Resul----; emanet, Allah ve Resul---; ittiba, vahiy ve Resul---; tekzib, Allah, vahiy ve Resul---; helal ve haram kılma, Allah, vahiy ve Resul---; âyetleri tilavet etme, Allah ve Resul---; hâdd, Allah ve Resul---; tezkiye, "(her türlü şirkten arındırma) " Allah ve Resul---; mubin, vahiy ve Resul---; din, Allah ve Resul---; şikak, Allah ve Resul--; İsyan, Allah ve Resul---; dâvet, Allah, vahiy ve Resul---; Aziz, Allah, vahiy ve Resul---; Kerim, Allah, vahiy ve Resul--; savaş açılma, Allah ve Resul---; ihanet edilmemesi gereken, Allah ve Resul---; sırat'ı müstakim, Allah, vahiy ve Resül---; hidayet, Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılmıştır.Resül ile vahiy aynı şeydir yani Resül vahiy kadar değerlidir. Kur'an'da vahiy ile Resül et ve tırnak gibi birbirinin içine karışmış bir haldedir. Yani Resül'ü Kur'an'dan koparmak ölümcül bir tehlikedir. Resül kavramı evrensel bir kavramdır. Beşer resül vefat ettikten sonra onu kitap Resül temsil etmektedir. Onun için kitabın bir adı da Resül'dür.) Mâide-15,16)ŞİA VE EHLİ SÜNNET DİN ADAMLARININ EN BÜYÜK GÜNAHLARI: Yüce Allah'a sonsuz şükür olsun ki, "Nebi" ile "Resul'ün" arasında bulunan farkları anlamaya başladığımızdan beri önümüze çok ilginç manalar çıkıyor. Mesala: "Allah'ı ve elçilerini (ve rusulihi) inkâr edenler Allah ile elçilerini (ve rusulihi) birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına iman etmeyiz" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu: İşte gerçek kafirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır" "Allah'a ve Elçilerine "ve Rüsülihi " iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince işte Allah onlara bir gün mükafatını verecektir. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir"( Nisa- 150,151,152) Evet "şirk en büyük zulümdür"(Lokman- 13 ) "Şirk, ahirette affedilmeyecek tek günah ve büyük bir iftiradır..."( Nisa-48, 116)Mel'un bir günah da "Allah'ın âyetlerini ve hidayet yolunu gizlemeye çalışmak ve onu insanlara duyurmamaktır..."(Bakara- 159,160,161,162,174,175, 176; Âli İmran-187 ) İşte bu iki kahredici ve lanetlik günahtan sonra Kur'an, üçüncü büyük günah ve gerçek kafirliğin "Allah (vahiy) ve Resülleri birbirinden ayırmak" olarak ortaya koymuştur. Bu günah öyle bir küfürdür ki, siz eğer Allah ile Resüllerini birbirinden ayırırsanız artık onlarla alakalı her türlü yalan ve iftirayı yapabilirsiniz. Tabii burada Allah'ı, indirilen vahyin temsil ettiğini hiçbir zaman unutmayalım. Yani Allah'ın Resüllerini vahiy'den ayrı bir yerde değerlendirme altına alamazsınız. Allah'ın elçilerini Kur'an'dan koparıp, başka bir kaynak ile onların hayatlarını ve özelliklerini ortaya koyamazsınız.Resülleri vahiy'den ayırarak inanç ve ahlaklarıyla keyfinize göre oynayamazsınız. Çünkü yüce Allah onların bütün özelliklerini, ahlaklarını, inançlarını, hayatlarını ve mücadelelerini indirilen vahiy'le kayıt ve koruma altına almıştır.Allah'ın Resüllerini sadece Kur'an'dan öğrenmek ve Kur'an'dan anlatmak zorundasınız.Yüce Allah onların inanç ve hayatlarını, söz ve hareketlerini kayıt ve koruma altına almış ki, başka bir inanç, din, hayat ve yön ortaya çıkmasın.Elçiler Allah'ın vahiy ile tayin ettiği kimselerdir.Siz kendi keyfinize göre, kendi gelenek ve inançlarınızı Allah'ın elçilerine uyarlayamazsınız. Allah'ın elçilerine Allah'ın indirdiği vahiy ile gitmek zorundasınız.Dolayısıyla Allah'ın elçilerine Emevi-Abbasi rivayetleriyle ulaşmak, onları hadislerle anlatmak cehaletin ve küfrün en katmerli olanlarındandır. Siz eğer Allah elçilerini vahiy'den, yani Allah'tan ayırırsanız, Yahudiler gibi Süleyman (a.s ) ı sihirbaz, muhterem ve tertemiz annemiz Meryem (Aleyhesselam)'ı zina eden bir fahişe, İsa (a.s ) ı hem Allah hem de gayri meşru bir çocuk bile yaparsınız.Siz eğer son vahyin sahibi olan Muhammed (a.s)ı Kur'an'dan ayırırsanız uydurma bir din bile icad eder, bu dinde namaz kılmayanı, zina edeni, uydurma dininizden döneni bile öldürebilirsiniz.Eğer Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparırsanız keyfinize göre oyun ve eğlence edinilecek bir din hatta bir kaç din ve mezhep bile yaratabilirsiniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Allah'tan ayırın, o zaman sağ elle yemek yiyemeyen bir çocuğa bile Resülüllah'ın beddua ettiğini ve onu kötürüm haline getirdiğini söylerseniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırın, kargayı fasık yapar, kertenkeleyi öldürmeyi sevap sayarsınız.Uydurmanın en yalan olanıyla zina eden maymunu bile recmettirirsiniz.İşte sizin atalarınız Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Malik bin Enes, Muhammed bin İdris, Ahmet bin Hanbel, Evza-i, Nevev-i, Ebu Yusuf tamda bu operasyonu yaptılar.Bütün bu kaos, anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, ihtilaf ve ayrımcılık Allah Resulü'nü Kur'an'dan kopardıkları için olmuştur.Çünkü inanç ve ahlakı Kur'an'da kayıt ve koruma altına alınan bir Resulden keyfinize göre bir din ve hüküm uyduramazdınız.Siz var ya, şirkin en lânetli olanını işlediniz.50-) Kalplerinde bir hastalık mı var; yoksa şüphe içinde midirler, yahut Allah ve Resûlünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Bilakis onlar zalimlerin ta kendileridir! 51-) Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak "İşittik yani itaat ettik" demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.52-) Yani kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder, Allah’a karşı haşyet duyar ve O’ndan sakınırsa, işte başarıya erişenler bunlardır. 53-) Münafıklar, sen kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka (savaşa) çıkacaklarına dair, (görünüşte) en samimi bir şekilde Allah’a kasem ettiler. De ki: Kasem etmeyin. İtaatiniz malûmdur! Bilin ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. 54-) De ki: Allah’a itaat edin yani Resül'e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Resül'ün sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir yani eğer ona itaat ederseniz, hidayeti bulmuş olursunuz. Resül'e düşen apaçık tebliğden başka bir şey değildir. 55-) Allah, sizlerden iman edip yani salih amellerde bulunanlara, kendilerinden öncekileri halife kıldığı gibi onları da yere halife kılacağını, onlar için razı olduğu dini (İslâm’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını yani (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vâdetti. Çünkü onlar sadece bana ibadet ederler; hiçbir şeyi bana şirk koşmazlar yani bundan sonra kim kâfir olursa, işte asıl fasık olanlar bunlardır. 56-) Ve salât'ı ikame edin yani zekât'a (arınmaya gelin yani Resül'e itaat edin ki merhamete nâil olasınız. Kur'an Sisteminde Çok Önemli Bir Ayrıntı Kur'an'da sadece Allah ve Resül bağlamında geçen "itaat" kavramı, hiç bir âyette tek başına Allah bağlamında kullanılmamıştır. Yani Kur'an'da "Allah'a itaat edin" diye bir ifade geçmez. Mutlaka Resül ile beraber geçer. Yani "Allah'a ve Resül'e itaat edin" veya "Allah'a ve Resül'üne itaat edin" olarak geçer. Fakat Allah lafzı olmadan sadece "Resül'e itaat edin" vardır. Mesela: Yukarıdaki âyette Allah lafzı bulunmadan sadece "Resül'e itaat edin" buyrulmuştur. Bunun birinci sebebi "Resül'e itaat, Allah'a itaat etmek" olduğundandır. İkinci sebebi, hadis adı altında Allah Resül'ü adına iftira edilen yalanlara tâbi olmamak içindir. Bu sistem Resül kavramı olduğu zaman söz konusudur. Nebi kavramı için böyle bir şey yoktur) 57-) Kâfirlerin, yerde (Allah’ı) âciz bırakacaklarını hesap etmeyesin! Onların varacağı yer ateştir. Ne kötü varış yeri! 58-) Ey müminler! Ellerinizin altında bulunanlar yani içinizden henüz ergenlik çağına girmemiş olanlar, fecir salâtından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve işâ salâtından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar, mahrem (kapanmamış) halde bulunabileceğiniz üç avret vaktidir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için ne de onlar için bir günah yoktur. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. İşte Allah âyetleri size böyle açıklar. Allah, Alim'dir, Hakim'dir. 59-) Çocuklarınız büluğ çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler (büyükleri) izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir. 60-) Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, zinetleri (yabancı erkeklere) teşhir etmeksizin (bazı) elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir günah yoktur. İffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir. 61-) Âmâya güçlük yoktur; topala güçlük yoktur; hastaya da güçlük yoktur. (Bunlara yapamayacakları görev yüklenmez; yapamadıklarından dolayı günahkâr olmazlar.) Sizin için de, gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, veya anahtarlarını uhdenizde bulundurduğunuz yerlerden, yahut dostlarınızın evlerinden yemenizde bir sakınca yoktur. Toplu halde veya ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir yaşama dileği olarak nefislerinize selâm verin. İşte Allah, aklınızı kullanasınız diye size âyetleri böyle açıklar. 62-) Müminler, Allah’a ve Resûlüne iman etmiş kimselerdir yani onlar, Resül ile ortak bir emir üzerindeyken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. (Ey Resül!) Şu senden izin isteyenler, Allah’a ve Resûlüne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver ve onlar için Allah’tan istiğfar dile; şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 63-)(Ey müminler!) Resül'ün dâvetini kendi aranızda birbirinize olan dâveti gibi kılmayın. İçinizden, birini siper edinerek kaçıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, onun emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitne isabet etmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar. (Resül'ün emri, kendisine indirilen vahiy'dir. Yoksa Nebi'ye muhalefet etmek azap sebebi değildir. Yani Nebi ile Resül'ün arasında bulunan farkları bilmek o derece önemlidir.) 64-) Dikkat edin, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. O, sizin ne durumda, neyin üzerinde olduğunuzu iyi bilir.(İnsanlar) O’nun huzuruna döndürüldükleri gün yapmış olduklarını onlara hemen bildirir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.(Nur Süresinin Sonu)
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (23.YAZI) Kur'an'da var olan salât âyetlerinin, hiçbir cümlesinde “namaz kılmak” gibi eylem çıkarılamaz. Bu ritüel, diğer dinlerden etkilenilmiş ve “bizim de olsun” denilerek “salât” namaza kurban edilmiştir. Yüce Allah'ın emrettiği “destek” kavramını alıp, yerine “beş vakit ritüeli” koyarsanız, toplumdan salât'ı silmiş olursunuz. Adeta canlı bir insanı değil, iskeletini tarif etmiş olursunuz. “Belediye” dediğimiz zaman nasıl aklımıza hizmetle ilgili: Temizlik işleri,su işleri, kanalizasyon, yollar, parklar,bahçeler, çeşmeler, kütüphaneler gibi çalışmalar geliyorsa, “salât” dediğimizde de aklımıza destek’le ilgili: Öğrenim, dayanışma, çaba harcama, ilgilenmek, vahiy'le bağ kurma, vahye tâbi olma, gibi çalışmalar aklımıza gelmelidir. Zira belediye işlerindeki hizmet grubundakilerin eğitimi öğrenimi zihinsel destek, topluma ilişkin yaptıkları topluma destektir. Bunun organize olanına da salâtı ikame” diyoruz. Kur'an'da bulunan her “salât” kelimesi geçtiği yerlerde, anlattığı konuya uygun olarak, bir destek çeşidinden söz etmektedir. Aslında bu anlamda herkes salât yapıyor. Eğer salât vahiyle bağ kurma ve ihlası elde etmek içinde yapılıyorsa cennet, insanları Kur'an'dan uzaklaştırıp cemaat ve tarikatların ölümcül virüsüne mahkum ediyorsa cehennem vardır.Okullar, üniversiteler, hastahaneler, kızılay, yeşilay, huzur evleri, kadın sığınma evleri gibi toplum için son derece önemli olan yardım ve destek kuruluşlarını Kur'an ihmal etmiş olamaz. Çünkü bunlar bir toplum için can damarlarıdır. “Kur'an'dan bunları gösterin!” dediğimizde, sadece infakı gösteriyorlar. İşte bütün bunları gösteren "salât”ı namaza boğdurarak ortadan kaldırmışlardı. Kur'an'da namaz olarak değiştirilen “salât” kelimesinin çeşitli anlamlarının hepsinin de “destek” köküne bağlı olduğunu ilgili 99 ayette de görmekteyiz. Mesela:Öğrenim=bilgi desteği, eğitim alma-verme,Dayanışma=fakire, yetime, yoksula mali yardım desteği,Çaba harcama=Bedensel destek gibi. Kur'an'da içinde namazın rükûnları olarak kabul edilen kıble, kıyam, kıraat, rükû, secde, ka’de ve selâmlamanın hepsinin bir arada toplandığını gösteren bir âyet yoktur. Yani “salât” âyetlerine “namaz” olarak meal verilmesi, Kur'an'ın onlarca âyetinin tahrif etmekten başka bir şey değildir. Çünkü salât kavramlarının hiçbirinin namazla alâkası bir ilgisi bulunmamaktadır. Kur'an’ın bir çok özelliği vardır.Bunlardan bir tanesi de, aynen canlı bir organizma gibi, kendinden olmayan kelimeyi bünyesine kabul etmez, onu içine sindirmez yani muvahhidlerin ilmiyle şu veya bu şekilde dışarı atar.Dolayısıyla Kur'an'a yabancı olan maddeler anlattığı konulara uyum sağlayamaz. İman edenler Kur'an'ın bu özelliğine uyansalar meallerdeki tüm “namaz kılmak” çevirilerinin yanlış olduğunu anlayacaklardır. Yüce Allah rahmet ve mağfireti gereği yarattığı insana, günde beş vakit yapamayacağı ritüeller serisine mahkûm etmez. Ama acımasız ve merhametsiz din adamları çeşitli sebeplerle insanları günde beş vakit namaz silsilesine ebediyen mahkum ederler. Gerçekten Allah böyle mi demiş diye araştırmayanlar, bu mahkûmiyetten hiç bir zaman kurtulamazlar. Allah’ın mükemmel dini, bütün zamanlara ve bütün zamanların getirdiği sorunlara karşı verilecek bir cevabı vardır. Âyetlere nerden bakarsak bakalım hiç bir âyette, salâtın “namaz kılmak” anlamında olmadığını gösterir.Âyette “secde var rükû var?” diyenlere kulak vererek baktığımız zaman yine farklı anlamda çıkmaktadır. “Yani biz bir zamanlar beyti’in (tevhid evinin) yerini belirlemiş İbrahime'de şu ilkeleri öğretmiştik: “Bana hiçbir şeyi şirk koşma; tavaf edenler, kâim olanlar (yani:orada şirke karşı baş kaldıranlar), rükû edenler (yani: Allah’ın âyetleri ile ilgilenip, boyun eğenler) ve secde edenler (yani: Allah ve Resulünün ilkelerine teslim olanlar) için beytimi/tevhid dininin yerini temizle,!” (Hac-26)Âyet, kıyam, rüku ve secde kelimelerinin yan yana geçtiği kurandaki tek âyet olmasına rağmen bu kavramların Kur'an içindeki anlamlarına bakıldığında; namazın tarifini içerdiği düşünülememektedir. Zira bu âyette namaza çevirdikleri “salât sözcüğü” de geçmez. Bu kavramlar farklı ortamlarda farklı kişiler tarafından vahiy'le kurulan bağlantı sonucu elde edilir. Kıyam: Allah’ın âyetlerini ikame etmek, haksızlığa karşı çıkmak. Rükû: Allah’ın âyetlerine ilgi gösterip boyun eymek. Secde: Allah’ın âyetlerine teslim olmak, içtenlikle kabul etmek. Kıble: Hayatında tercih edeceğin yön’dür. Bunlar kâbeye karşı birbirine bağlı hareketler yapılması anlamında değildir. Peki, nasıl olmuş da Kuran’da çok farklı anlamlarda yer alan kıyam, rükû, secde, kıble gibi kavramlar bu derece tahrife uğramıştır? Bu soruyu şu şekilde cevaplamak mümkündür:Yerine getirdikleri geleneksel dini alışkanlıklarını sürdürürken Kur'an’ın vahyi ve İslam’ın yayılması üzerine İslam Dini’ne girmek zorunda kalan bazı kişiler; Nebi (a.s) ve arkadaşlarının vefatından sonra Kur'an’ın bir çok kavramının kadim kültüre göre yorumlayarak ve konuyla ilgili uydurma rivayetler üreterek eski ibadetlerini devam ettirmek istemişlerdir. Böylece Kur'an âyetlerini değiştiremeseler bile mesela salât ve secde gibi birçok kelimenin anlamını saptırmışlar; işlerine gelen anlamı kelimelere yükleyerek ve bu anlamları destekleyecek rivayetler ve hadisler uydurarak emellerine büyük ölçüde ulaşmışlardır.Maalesef ki dinlerini Kur'an’dan değil de doğruluğu şüpheli rivayetlerden ve birbirlerinden tamamen taklit yoluyla öğrenen ümmi halk, gördükleri ve duydukları hemen hemen her şeyi doğru bilip, benimseyerek namazı da bugünlere dek sürdürmüşlerdir.Din adamlarının Kur'an’ı atalar ve gelenek gözlüğüyle okumaya kalkışmaları ve kültürel olarak yaşatılan namazı, Kur'an’da aramaları ama bulamamaları dolayısıyla uydurma rivayetlerin ve hadislerin de etkisiyle atalarına hak vererek Kur'an’daki salât kavramının namaz ritüeli olduğuna kanaat getirmeleri; bu anlayışın zamanla iyice yerleşmesine ve benimsenmesine sebep olmuştur.Bu fikri benimseyen ve gelenekleriyle yaşatan din adamları; Kur'an’da namaz adlı bir ritüelin geçmediğini fakat bunun yerine salât kavramının olduğunu var saymışlardır. Böylece salât ve namazın aynı şeyler olmadığını fark eden düşünürlerin veya fikir akımlarının seslerini duyurmalarına da imkân tanımamışlardır. Çünkü namazın ortadan kalkması veya gerçek anlamının ortaya çıkarılması demek; gösterişli camilerin ve maaşlı din adamlarının sonlanması olarak anlamışlardır. Halbuki onlar salâta (öğrenime ve dayanışmaya) kanalize olup, daha verimli çalışmalar yapacaklardı. Bu da müminlerin gerçek salâta yönelmesi anlamına gelmektedir. Şekilsel hareketlerle gerçekleştirilen namaz kılma eylemi, ümmi halkın arasına rivayetler aracılığıyla rahatça girebilmiştir. Çünkü bir rivayet Allah'ın Resulüne dayandırıldığında, iman edenlerin ikna olmalarına kâfi geliyordu. İnsanlar aynı dikkat ve özeni Allah’ın âyetlerine karşı göstermediklerinden dolayı bu yalanları anlayamıyorlardı. Aynen günümüzde olduğu gibi, rivayet ve ictihadları, Allah’ın âyetlerinden daha önemli gören pek çok din adamı ve gruplar mevcuttu. İşte İslam önderleri din mensuplarının bu zayıf noktayı çok iyi değerlendirmemeleri, bir çok konuda olduğu gibi Kur'an dışı bir ritüel olan namazı da İslam’a kolayca sokmalarını sağlamıştır.Dine dışarıdan monte edilen namazın tek dayanağı, Müslümanların zayıf karnı olan rivayetlerdir. Bunun da en büyük sebebi Kur'an'ın bilinmemesi idi. Rivayetlere göre Allah’ın Resül'ü namaz kılmıştır ve günümüzde namaz kılanların iddiasına göre Müslüman tarihçesinde Resulün namaz kılmadığına dair bir rivayet de yoktur. Dolayısıyla Resulün namaz kılmadığına dair bir itirazın bulunmayışı, namazın kılınması gereken bir gerçek olduğuna dair delil olarak sunulabilmektedir. Hâlbuki bu geleneksel anlayış açısından Kur'an’a göre mesela İsa (a.s) da namaz kılmış olmalıdır.Fakat Hıristiyanlık tarihinde İsa’nın namaz kıldığına dair bir iz bulunmamaktadır. Bu durum, “galip gelenler tarihi yazar ” sözünün güzel bir örneği sayılmalıdır. Yani Kuran ile örtüşmeyen rivayet tarihi asla delil olarak kabul edilmemelidir. Yine rivayetlere göre; “Allah’ın Resulünden önce gelen bütün Resül ve Nebiler de namaz kılmıştır.” Ancak her ne hikmetse Allah’ın indirdiği hiç bir kutsal kitapta kıldıkları namazın târifi bulunmamaktadır. Namaz'ın adı veya tarifi ne Tevrat'ta, ne Zebur'da, ne İncil'de, ne de Kur'an'da bulunmamakta iken, Kur'an'dan bir tarif çıkarmaya çalışmak çok zorlama ve beyhude bir çaba olmaktadır."Dinin direği" şeklinde nitelenen böyle önemli şekilsel bir ibadetin, Allah tarafından kendi koruma garantisi altında olmayan rivayetlerin güvenilirliğine teslim edilmiş olması; Kur'an perspektifinde düşünüldüğünde çok garip, aklen ve mantıken kabul edilemez bir durumdur.Kur'an içerisinde geleneksel namaz ritüelini oluşturan “kıyam, kraat, rükû, çift secde, kade, selamlama” gibi namazın parçası olduğu belirtilen kelimelerin namazdaki sırasıyla bir arada geçtiği bir âyet de yoktur, demiştik. Üstelik bu kelimelerin geçtiği ayetlerde, bu kavramların tamamının namazın birer parçası olduklarına dair bir delil de yoktur. Ayrıca bu kelimelerin anlamları, Kuran’ın genelindeki gerçek anlamlarından saptırılmıştır. Oysaki namaz kılmanın nasıl yapılacağı belli olsaydı; Allah’ın bunu da tıpkı abdest ve oruç konusunda olduğu gibi bir ya da birkaç ayetle tarif etmiş olması gerekirdi.Eğer birbirimizle iyi geçinme gibi bir derdimiz yoksa, barış içinde yaşamak gibi bir hedefimiz olamıyorsa, birbirimizin kuyusunu kazan bir ekonomik duyarsızlığa sahipsek, iyilikleri bile “desinler” diye yapıyorsak; birbirimize selam vermemizin, selamun aleyküm, merhaba veya günaydın dememizin hiçbir anlamı yoktur. İnsanlardan beklenen bir lidere, ruhban sınıfına ya da ahbar sınıfına körü körüne bir salât (bağlantı) kurmaları değil bağlantılarını (salâtlarını) Allah’a kurmalarıdır. İşte bu yüzden onların mescidi haramdaki salâtları alkışlamak ve el çırpmaktan ibaret kalmıştır. Oysa Nebi ve diğer iman edenler vakitli olarak dersler yapmakta, furkan ile sorgulamakta, kitabı okumakta, doğrulamakta, tam bir emin oluşla iman edip secde etmekte, hûşû ile kendilerini arındırmaya, sulh’u yaymaya, infak ile dayanışmaya ve dualarını dava edinip o davaya paydaş olmaya çalışırlardı. Nebi'yi alkışlamak değil, onun ağzından çıkan âyetleri duyup anlama, emin olma ve öğrendikleri erdemleri hayatlarına tatbik etme gayretindeydiler. Aybaşına on gün kala cebinde on beş lira kalmışken, şefkat arayıp da bulamamışken, Kur'an’a döndüğün ve Kur'an’la uyardığın için zanlarla damgalanmış ve sapkınlıkla suçlanmışken, çaresiz olduğunu zannettiğin dertlere düşmüşken, artık bundan öte ne yapacağını bilememişken, imanla eğil, zihinle eğil, yürekle eğil, ayakta, eğilerek, yan yatarak, düz durarak, uzanarak her an yüce Allah'ın seninle birlikte olduğunu bilmelisin.
18 Nisan 2022 Pazartesi
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (22.YAZI) Kur'an'da olmadığı halde namaza o kadar büyük bir değer atfedilmiş ki, bir insan ne yaparsa yapsın, hangi günahı işlerse işlesin namaz kıldığı için en sonunda affedilip cennete girecektir. Hırsızlık yapacak ama namaz kıldığı için cennetlik olacak! Allah'ın kitabından başka bütün din koyuculara iman edecek yani şirk koşacak ama namaz kıldığı için cennetlik olacak! İnsanlara zulmedecek ama namaz kıldığı için cennetlik olacak! Diğer yandan; Şii ve Sünni dinine mensup olmadığından dolayı insanlık için en güzel icatlar ve buluşlar yapan bir kişi de namaz kılmadığı için cehenneme atılacak! Sanki bu dinin sahibi yüce Allah değildir de, kendi muhaddis ve müctehidleridir. Adam işinde gücünde, dürüst, meşru yollardan kazanç sağlayacak, hiç kimseye zararı olmayacak ama namaz kılmadığı için cehenneme atılacak! Adamlar yüce Allah'a din öğretmeye kalkarken hiç utanmıyorlar. Dini en tehlikeli bir silah ve ölümcül bir virüs haline getiren bu zihniyete karşı mucadele etmekten daha önemli ve kutsal bir dâvâ bulunmamaktadır. Kur'an, yüce Allah tarafından tebyin, tefsir, tasrif ve tafsil edilmiş bir mesajdır. Yani Kur'an, âyetleri mufassal olan bir kitaptır.Yani deteylandırılmış bir kitaptır. Yani dinde namaz gibi bir ritüel olsaydı, Kur'an şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde onu ortaya koyardı. Şii ve Sünni coğrafyasında bulunan insanlar, ihtiyaç duydukları ve gerekli gördükleri için değil, din adamları tarafından tahrif edilerek namaza evrilen salât âyetlerinin zoru ve uydurma rivayetlerin yalanlarına kanarak namaz kılıyorlar. Hemen hemen yüzde yüzü niçin namaz kıldıklarını ve okudukları âyetlerin bağlam ve bütünlüğünü bilmeden, alışkanlık haline getirdiklerinden ve din adamlarının korkulu vaazları yüzünden cehenneme girmemek için namaz kılarlar. Hiç kimse imansız, dinsiz, gıdasız, susuz ve havasız yaşayamaz. İnsanlar sürekli olarak bunlara ihtiyac duyarlar. Mesela: İnsan katiyyen duasız yaşayamaz, ihtiyaç ve zaafları karşısında her an yüce bir dergaha iltica etme gereği duyar. Fakat insanların büyük çoğunluğu namaz kılmaya hiç bir zaman ihtiyaç duymazlar. Namaz kılmak fikriyle kendilerini zehirlemiş olanların, "namaza ihtiyaç vardır, namaz kötülüklerden alıkor, Allah’ın emridir, şükürdür, zikirdir" gibi sözlere sakın aldanmayın.Kur'an'a baktığımızda yüce Allah'ın kullarından kendine “temiz bir imanla yani dini yalnız O'na özel kılarak salih ameller yapmak”tan başka hiçbir şey istememektedir.Şii ve Sünni din adamları derler ki, "Allah'ın bizim namazımıza ihtiyacı yoktur, bizim namaza ihtiyacımız vardır" Peki namazın size faydası oluyorsa, anladığınız dilden okumanız gerekmiyor mu? Üstelik aynı şeyleri tekrar tekrar okumanızın mantığı nedir?İşte gözlerin kör olması yada önyargılı olmak böyle bir şey. Şu soruya daha cevap vermiş değillerdir. -Namaz kılınca ne oluyor?Maalesef bu soruya mantıklı bir cevap veremiyorlar. Çünkü namaz gerçekten de maddi manevi hiç bir sorunu çözmüş değildir. Bırakın sorunları çözmeyi, fakir ve miskinlere gitmesi gereken milyonlarca lira cami ve mescitlerin halı ve mermerlerine gidip israf oluyor.Eğer camilerde Kur'an eğitim ve öğretimi yani salât olsaydı, her şey değişirdi. Yapılan bir ibadetin insanın kendisine ve çevresine faydası olması gerekiyor. Halbuki namazın insanın kendisine de, çevreye de, diğer insanlara da hiç bir faydası yoktur.Şii ve Sünni dünyasının içinde bulunduğu kaos, kargaşa, terör, vahşi örgütler, katliamlar, korku, dehşet, adaletsizlik, fakirlik ve zulüm bunun en büyük göstergesidir.Namaz şükür de olamaz. Çünkü şükür, şirk koşmama anlamına gelmektedir. Yani inanç ve ibadetlerinde insanın dini Allah'a özel kılması demektir. Halbuki siz din adamlarınızın hadis ve mezheplerine Allah'ın kitabından daha fazla değer veriyorsunuz. İnsafsız din adamları, namaz sayesinde müminlerin sırtına nasıl bir yükün bindiğini görmezler. Bir de kendileri ek olarak bir çok yük bindirirler. İman edenlerin içinde bulunduğu şartları görmezler. Bir de kendileri işleri daha da zorlartırırlar. Bu inanç ve anlayış müslümanların yaşadığı beldelerde emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda biçimlenmektedir. Uluslararası baskı sistemleri müslümanları tek bir kanala, yalnızca “sürüleştirme” kanalına sokmak istiyorlar. Gerçeği duymak, görmek, bilmek hakları her zaman bir kenara itiliyor. Müslümanları Kur'an özgürlüğünden uzak bir din anlayışıyla kendilerine itaat ettirmek istiyorlar. Çünkü Kur'an müslümanlarının Allahtan başka kimseye itaat ve kulluk etmeyeceklerini iyi biliyorlar. Şimdi siz Kur'an'ın nazarında Müslüman mısınız?Siz güzel ahlak ve teknolojide yani maddi manevi bütün toplumların gerisinde değil misiniz? Hani sizin dininiz dünyanın en mükemmel dini idi? Sizin mükemmel olan dininiz yüzyıllardan beri size hangi fazileti kazandırdı? Siz, namaz gibi anlamını bilmediğiniz ve hangi anlama geldiğini söyleyemediğiniz ritüellerin peşinde giderseniz ahlak ve teknolojide hiç bir mesafe alamazsınız.Neden bu halde olduğunuzun sorgulamasını yapmalısınız. Kötü gidişe rağmen en doğru yolda olduğunuzu hiç kimseye inandıramazsınız. Bu din ve inançla dünyanın her yerinde perişan olmaya mahkumsunuz. Sizin işinizde güzel ahlak yoktur, ticaretinizde güzel ahlakı yoktur, yönetiminizde güzel ahlak yoktur. İnsanlar ölüm pahasına dininizin hakim olduğu ülkelerden Hristiyan ülkelere kaçıyorlar.Halklarınızın vatanlarını terkederek Hristiyanların hakim olduğu ülkelere göç etmeleri utanç verici bir olay değil mi? İnsanlar "ya denizde boğulacağım ya da buradan kaçıp kurtulacağım" diyor. Yani sizin dininizden ve ahlakınızdan kurtulmak için insanlar ölüm riskini bile göze alıyor.Can alıcı soruyu tekrar soruyoruz. Namazın size olan bir tane faydasını gösterebilir misiniz? İnsanları kandırmak için sahabelerin olmayan hayatlarını ve faziletlerini bizi anlatmayın. Ömer'in adaletinden Ebubekir'in doğruluğundan size ne! Falan sahabi şöyle yaptı! falan sahibi böyle yaptı! Siz vahiy'den ve İslam'dan ne anladınız? Kur'an size ne verdi? İslam'dan nasibiniz nedir. Onu söyleyin.Sahabileri anlatmakla dininizin ne kadar güzel bir din olduğunu gösteremezsiniz. Her kim sahabenin faziletlerini anlatıyorsa, o yalancının en büyüğüdür. Hristiyan Ukrayna bir ayda bütün Hristiyanları bir araya getirdi. Bir Filistin seksen yılda sizi bir araya getirmedi. Peki namaz kılmayan Ukraynalıların, dünyanın en büyük süper gücü olan Rusya'ya karşı göstermiş olduğu sabır ve direncin binde birini Amerika'ya karşı gösterebildiniz mi? Amerika'nın postalını öptüğünüzde size özgürlük veren ritüelleriniz neredeydi? En önemlisi namazınız aranızda neden bir vahdet ve kardeşlik meydana getirmemiştir. Hristiyan Avrupa ülkelerinin sınırlarının üzerlerinde insanlar oturup yemek yerken, sizin ülkelerinizin sınırlarını on tane engel zor koruyor.
17 Nisan 2022 Pazar
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(187. YAZI)Nur Süresi 32-) Ve aranızdaki bekârları yani kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler, Allah kendi faziletinden onları zenginleştirir. Allah, (fazileti) geniş olan ve (her şeyi) bilendir. 33-) Evlenme imkânını bulamayanlar ise, Allah, fazileti ile kendilerini zengin kılıncaya kadar iffetli olsunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve câriyelerden) mükâtebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır (kendilerini idâre edebilecek bir kâbiliyet) görüyorsanız, hemen mükâtebe yapın. Allah’ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin yani dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen câriyelerinizi taşkınlığa zorlamayın. Kim onları zor durumda bırakırsa, (bilinmelidir ki) zorlanmalarından sonra Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 34-) Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren âyetler yani sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve muttakiler için öğütler indirdik. 35-) Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun misâli, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba bir züccaciye içindedir; o züccaciye de sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da ait olmayan mübarek bir ağaçtan yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş dokunmasa dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dileyeni nûruna hidayet eder yani Allah insanlara (işte böyle) misaller veriyor. Allah her şeyi bilendir. 36-) Bu (nur) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O’nu (öyle kimseler) tesbih eder ki; 37-) Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah’ın zikrinden, salât'ı ikâme etmekten ve zekât'a (arınmaya) gelmekten alıkoyamadığı kişilerdir. Onlar, kalplerin ve gözlerin altüst olacağı bir günden korkarlar. 38-) Çünkü (o günde) Allah, onları yaptıklarının en güzeli ile cezalandıracak yani faziletinden onlara fazlasıyla verecektir. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır.(Kur'an'da ceza kavramı, azap etme, mükafat verme, başkası adına birşey yapamama, ödül gibi anlamlara gelmektedir.) 39-) Kâfirlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su hesap eder; nihayet ona vardığında hiçbir şey bulamamış, üstelik yanında da (şirk koştuğu) Allah’ı bulmuştur; Allah ise, onun hesabını tastamam görmüştür yani Allah hesabı seri olarak yapandır. 40-) Yahut (o kâfirlerin şirk olan amelleri) engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir; (öyle bir deniz) ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut... Karanlık üstüne karanlıklar... İnsan, elini çıkarıp uzatsa, neredeyse onu dahi göremez. Bir kimseye Allah (vahiy'le) nûr kılmamışsa, artık o kimsenin başka bir nuru olamaz. (Hidayet ve sapkınlık, iman ve küfür, şirk ve tevhid vahiy ile ilgili bir durumdur. Resüllerin kavimleri gibi ciddi olarak vahiy'le karşılaşmayan yani kendisine tebliğ ulaşmayanlar gerçek anlamda mümin, kafir, müşrik ve müslüman olmazlar. Bunlar imandan dağil, güzel ahlak, adalet, insan hakları ve infaktan hesaba çekilirler.) 41-) Göklerde ve yerde bulunanlarla saf saf olmuş kuşların Allah’ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi salâtını ve tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyle bilir. KUŞLARIN SALÂT ve TESBİHLERİ Aslında Kur'an'da var olan, iman, islam, ibadet, ihlas, secde, rukü, birr, sabır, kıyam, salât, tesbih, zikir, şükür, hamd, furkan, takva, ihsan (güzel ahlak) gibi kavramlar, sürekli olarak insanın hayatında var olan, her an karşılaşabileceği, ondan hiç bir zaman ayrılmayan, sosyal hayatının bir parçası konumundadırlar. Yani bunların hiç birinin yeri ve zamanı yoktur. Ancak cuma salât'ı müstesnâdır. Dolayısıyla gece gündüz, yirmi dört saat, hayat boyunca bireysel olsun, ailevi, sosyal ve ictimâi hayat olsun din daima insanın zihni ile beraber yaşayan bir olgudur. "Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur. O'nun indinde bulunanlar, O'na kulluk etmekte kibirli olmazlar ve yorgunluk duymazlar. Gece ve gündüz hiç durmaksızın tesbih ederler"(Enbiya-19,20)Sürekli olarak anma ve hayata yansıtma açısından tesbihin sürekliliğini ifade eden bir çok âyet vardır. "Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur; her biri bir yörüngedetesbih edip gitmektedirler"(Enbiya-33)"Ne güneş aya yetişir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede tesbih edip gitmektedirler"(Yasin-40)"Tesbih ederek gidenlere"(Nâziat-3)Bu âyetleri almamızın sebebi, içinde geçen ve tesbihle aynı kökten olan kelimedir. Gök cisimlerinin yörüngelerinde yüzmesini de tesbihin manidar bir tanımı olarak gösteriliyor. Yani tesbih, göklerde ve yerde olan herşeyin yüce Allah'ın kendisine yüklemiş olduğu görevi aşmadan, eksiksiz olarak yerine getirmesi anlamına gelmektedir. Biz de bize bildirilen hayat yörüngesinde, yüce Allah ile salât dediğimiz bağlantıyı ayakta tutarak devam etmeliyiz. Şimdi konumuz olan yukarıdaki âyete bakalım."Görmedin mi; göklerde ve yerde olanlar ve saf saf uçan kuşlar Allah'ı nasıl tesbih etmektedir. Hepsi kendi salât'ını ve tesbihini bilir. Ve Allah onların ne yaptığını bilmektedir" (Nur-41)Bu âyetten bir önceki âyette denizden, onun dalgalı karanlık katmanlarından söz ediliyordu. Çok önemli ve manidardır.Çünkü Kur'an insanları doğal olaylar üzerinden düşündürür. Ondan bir öncesinde ise kâfirlerin çöldeki serap gibi olan amellerinin peşinde onu çok büyük bir başarı zannettikleri, ama sonunda sadece Allah’ın azabını bulabilecekleri haber veriyordu. Batil imanlarıyla yapmış oldukları amellerle rahmet bulacaklarını hesaplarken, nasıl azabı bulduklarını anlatıyordu.Su bulacak iken, ateşi bulacaklar, cenneti umarken, cehennemin dibini boylayacaklar. Kur'an bütün bunları doğanın üzerinden ders veriyordu. İşte kuşlarla ilgili bu âyet de tesbihi ve salât'ı tabiat üzerinden düşündüren ve ders veren, hikmetler çıkarılabilecek en önde gelen âyetlerden biridir. Kur'an’a bakarsanız göreceksiniz ki bu âyetlerden sonra da tabiat konusu hemen bitmez. Bulutların ve yağmurun işleyişinden, dağların, gece ile gündüzün oluşmasından ve sonra her canlının yaratılış serüveninden bahsedilerek devam eder gider. Kısacası doğadaki makul düzen ve yüce Allah ile olan bağlantıları ölçüsünde tesbih ve salât bu yolla açıklanmaktadır. Tekrar kuşlara dönelim. Toplu gruplar halinde saf saf uçan kuşlara şâhit olmuşsunuzdur. Bazıları V harfi biçiminde göç edenlerdir. İkinci grup ise adeta tek bir beyin tarafından yönetilircesine aynı anda aynı yöne dönen yani tek vucut gibi aynı hareketi yapan ve seyri hoş bir dans gösterisi sunup harika şekiller oluşturan kuşlardır.Her iki grubun önünde de sabit olmayan yani sürekli nöbetleşen öncüler vardır ve rüzgârdan faydalanarak uçar ve tasarruf yaparak uzun mesafeleri az enerjiyle katederler. Yine de öndekiler en fazla güç sarf ederken yorulduklarında bu sefer hemen arkasındaki öne geçer ve bu döngü devam eder gider. Kısacası orada müthiş ve örnek alınması gereken bir yardımlaşma, destekleşme ve dayanışma vardır. Tek başlarına uçamayacak kadar uzağa uçar ya da tek başlarına yapamayacakları kadar manevrayı, oluşturdukları hava akımı nedeniyle çok daha kolay ve daha az enerji harcayarak yaparlar. Alınacak ilk ibret budur: Dayanışma, destekleşme, yardımlaşma. Kuşlar geçmişten bu yana özgürlüğün sembolü olmuşlardır. Özgürce yaptıkları göçler gerektiğinde hicreti ve seferi ifade ederken, özgürce yaptıkları manevralar da özgün olarak hepsinin yaratılışıgereği bir arada çalışabileceğini gösterir. Aşağıya diğer insanlara ya da canlılara bakıp da onlar nasıl bir arada çalışıyor, neyi nasıl yapıyorlar diye dert etmez, içlerinden geldiği biçimde ve yaratılışlarında olana göre bir tesbih ve salât edişleri vardır. Yaptıkları taklit değildir. Birbirlerine özenmez, kıskanmaz ve üzerine düşeni güçleri ve yetenekleri ölçüsünde yaparlar. Alınacak ibret, erdemli, özgür ve özgün olarak bir arada çalışmaktır.Kuşların diğer bir sembolik tarafları barışçı olmalarıdır. Orada o muhteşem gösteriyi ve dayanışmayı yaparken kimseyle kavga etmez, kimseye dokunmaz ve kimseyi rahatsız etmezler. Herkesi kendilerine hayran bırakırlar. Her birinin ayrı ayrı bir hayatı varken bir aradayken uyumlu taraflarını öne çıkarırlar.Âyet ne diyordu: "Hepsi salâtlarını ve tesbihlerini bilmiştir..." Yani göklerde ve yerde olan her şey ve kuşlar salâtın ne olduğunu bilmişlerdir. Fakat maalesef insanlar salât ve tesbihlerinin hangi anlama geldiğini bilmemişlerdir. Bir diğer ibretse büyük güç olmalarıdır. Yırtıcı kuşlara ve canlılara tek başlarına iken kolayca av olacak kadar güçsüzdürler. Ama bir arada oldukları zaman yırtıcı bir kartal bile onların arasına girmekten korkacaktır. Uçmayı tek başına bile öğrenseler, uçmaya başladıktan sonra bir arada yaşaması gereken sosyal hayvanlardır. Doğru zamanda doğru yerde doğru işler yaptıktan sonra salâtları de elbette yüce Allah içindir. Ve Allah onların ne yaptığını bilmektedir.İşte salât'ı ikâmenin içindeki salât tam da budur. Kuşların salât ve tesbihlerinde büyük bir akıl, şuur, dinamizm, organize hareket ve eşsiz bir manevra kabiliyetinin olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda "hepsi salat ve tesbihatını bilmiştir" (Nur-41) cümlesi, "Salât ve tesbihatın canlı bir şuur, dinamik bir bilinç, açık bir zihin ve hikmetli bir ilimle ilgili olduğunu göstermektedir. Bunların hepsi sadece Kur'an'ın ilim ve hikmetiyle elde edilecek erdemlerdir. Kur'an olmadan asla. Çünkü bunların ne olduğunu bize Kur'an öğretmiştir. Öğretmeni Kur'an olmayanın, öğretmeni şeytandır.
15 Nisan 2022 Cuma
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (21.YAZI) Son vahyin tarihinde yani Nebi (a.s) dan kısa bir süre sonra Allah ve Resulü’nün yapmamızı istediği "salât” namaz gibi tuhaf bir ritüele makas değiştirdi. Şii ve Sünni din adamları da hakkın değil, batıl olanın peşine takıldılar. Çünkü onlar için önemli olan Allah'ın kitabı değil, beşeri yalanlardı. Bunun da sebebi; “Âyetleri anlamak için rivayetleri bilmek gerekir” inancına sahip olmaları idi. Halbuki âyetleri doğru anlamak için rivayetlere değil, temiz bir vicdana, güzel bir ahlaka, kullanılan bir akla ihtiyaç vardı. Akıl ikliminden çıkarılan Kur'an, din adamlarının dünyalık metaına yani sömürü aracına ve müzik güftesine dönüştü.İnanan insanların en başta aldatıldığı en büyük yalanlardan biri de, “Namaz kılanlar cennete girerler, namaz dinin direğidir” söylemidir. Acaba bu sözlerin Kur'an'la bir bağlantısı var mı? Halbuki Kur'an'a baktığımızda; arınmış bir iman yani hanif İslam, yani ihlas (dini Allah'a özel kılma), yani güzel ahlak yani salih amel işleyen herkesin cennete gireceğini görebiliriz. Salât'ı tahrif ederek ve konuyu amacından saptırarak namaz kılanın cennetlik olduğuna delil olarak bulabildikleri tek âyet şudur. “Cennetlikler sakar'da olanlara sorarlar: “sizi cehenneme sokan nedir?” “Biz musallin’lerden değildik: Yani yoksulu doyurmazdık yani batıla dalanlarla beraber biz de dalardık (âyetleri umursamazdık), yani din gününü yalanlardık. Nihayet ölüm bize gelinceye kadar!” (Müddessir- 42/47)Aslında “musallin'lerden değildik” ifadesini “Destek olanlardan” değildik anlamına geldiğini sonradan gelen âyetler gösteriyorlar. "lem nekü minel- musallin" "destek olanlardan değildik" (Müddessir-43) yerine “namaz kılanlardan” veya “ibadet edenlerden değildik" çevirisi koymak tam bir cehalettir. Çünkü ilgili âyetten hemen sonra gelen âyet "musallin" in hangi anlama geldiğini gösteriyor. "velem nekü nut'imul-miskin"yani miskinlere yedirmezdik, onları doyurmazdık" (Müddessir-44)Mesela: "musallin'e" “İbadet edenler” diye meal verenler burada "namaz kılmanın" olamayacağını, bunun tüm ibadetleri kapsayacağı görüşündeler. “Niye tek namaz olsun ki?” diyorlar. Biz de onlara soruyoruz: İyi de ibadet anlamında olsaydı, yüce Allah “İbadet” derdi, niçin "musallin" buyursun?Şimdi “namaz kılanların” inanç, fikir, hayat, ahlak ve amellerine bir göz atalım. Bunların büyük çoğunluğunun Kur'an'dan zerre kadar haberleri yoktur.Şii ve Sünni din adamları rivayet ve ictihadlara tapar.Siyasal dinciler tamamen devletin imkanlarına kilitlenmiş durumdalar, Kur'an umurlarında değil, inanç ve fikir bakımından fetö'den hiçbir farkları bulunmuyor.Tarikat ve cemaatlerde tam bir kula kulluk yani Ebu Cehil'e rahmet okuttaracak bir şirk ve ahlaksızlık hakimdir. Yani şimdi namaz kılan İşid, Boko Haram, Taliban, El-kaide, Fetö, Hizbullah gibi örgütler mi cennete gidecekler? Dolayısıyla sizin iddianıza göre dünyayı cehenneme çevirmenin mukafatı cennettir, öyle mi? Şimdi namazın dincilere kazandırdığı inancı görelim. "Beş yüz tane âyet getirseler, eğer selefin (din atalarımızın) onayından geçmiyorsa, biz buna bid'at hükmü vermekte tereddüt etmemeliyiz" (Ebubekir Sifil)"Buhari'de gök aşağı, yer yukarıdır" yazsa, benim için bitmiştir. Benim için artık gök yer, yerde göktür.Taş sıvı su katıdır" derim.(Nurettin Yıldız) "Kur'an'a uymuyor diye sahih bir hadisi reddeden kâfirdir, Müslüman değildir"( Mehmet Emin Işık)"Oynama Buhari ile, oynama Müslim ile, Buhari çökerse İslam çöker, Müslim çökerse İslam çöker"(İhsan Şenocak) Bizde deriz ki, Kur'an'dan haberi olmayanların İslam dininden zerre kadar nasipleri olmaz. Namaz kılan yalan söylüyor, kılmayan doğru söylüyor. Bunların dininde güzel ahlak sahibi olmak mümkün değildir.Bunların inandıkları kitaplarda yani uydurulmuş paralel dinde şöyle hadisler vardır. "Günde beş vakit namaz kılana o günkü her günahına kefarettir" Böyle bir dinde ahlaklı olunmaz. Sadece beş vakit namaz değil, günahlarına kefaret için cuma hadisleri de var.Cuma günü öyle bir an var ki, kişinin duası o ana denk gelirse bütün günahları bağışlanır. Cuma da olmazsa, sırada Ramazan vardır. Hadis şöyledir."Kim Ramazan'ı tam bir imanla ve hesapla tutarsa, geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır.Yani günlük günahları affeden namaz, haftalık günahları bağışlayan cuma, yıllık günahları silen Ramazan, Hac, Umre, Arafat, kutsal geceler, Nebilerin, âlimlerin, şehitlerin, hafızların şefaati gibi bir sürü imansız rivayetler mevcuttur.Böyle iman edilen bir dinden ahlak çıkmaz. Bu din insanlık adına bir bela ve ölümcül bir hastalıktır.Son vahyin tarihine baktığımızda namazın insanlara hiçbirşey şey kazandırmadığını açık olarak görüyoruz. Kiliselerde İsa (a.s) ın ikonlarını, resimlerini veya heykellerini sokmakla, Nebi (a.s) ın hırkasını, saç veya sakalını sokmak arasında Kur'an'ın İslam'ı açısından bir fark var mı? Kur'an'ın ifadesiyle İslam hakkın dinidir. Kur'an hak dinin kitabıdır. Şia ve Ehl-i Sünnetin yaşadıkları din ise, kralların ve sultanların, imparatorların ve padişahların dinidir. İşte temel zıtlık burada yatıyor.Şia ve Ehl-i Sünnet dünyası yirmi dört saat Allah'a ve Resul'üne yani Kur'an'a ihanet ediyor yani suç işliyorlar. İsa (a.s) a "Allah'ın oğludur" diyenler saygı ve sevgiden başka ne düşünüyorlardı?Yani niyetleri iyiydi. İsa (Aleyhisselam) rastgele bir insan mıydı? Allah Resüllerinin içinde babasız olması ve Allah'ın kelimesi olarak çok büyük meziyeti ve önemli bir farkı vardır.Kur'an, İsa (a.s) a "Allah'ın oğludur" demeyi şirk sayıyor.Ve bunu söyleyenleri yerden yere vuruyor. Bunu iyi niyetten dolayı söyleyenlerin müşrik olduklarını ortaya koyuyor.Şimdi Şia ve Ehl-i Sünnetin din adamlarının inanç ve söylemlerine bir bakalım. "Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım, kâinat onun yüzü suyu hürmetine yaratıldı, kâinatın efendisi" Bunları ümmetin kafasına sokanların hepsi kafir ve müşriktir.Bu inanç ve söylemlerin hepsi şirk ve küfür ifadelerdir. Allah Resulünün üzerinde bir makam ve mertebe var mı. Siz "Allah'ın Resulü" ifadesinin neresini beğenmiyorsunuz? Resüllere Allah'ın vermediği payeleri vermeye hakkınız var mıdır? Siz kimsiniz? Siz Allah Resul'ünün ahlakına layık bir ümmet olamadınız da, onu şirkle yüceltmeye kalkmakla mı ona layık olmaya çalışıyorsunuz? Üstün meziyetlere sahip olan İsa Aleyhisselam hakkında Kur'an şöyle buyuruyor."Ne Mesih ve ne de Allah'a yakın Melekler Allah'ın kul olmaktan çekinir. O'na kulluktan çekinip kibirlenen kimselerin hepsini Allah yakında huzuruna toplayacaktır" (Nisa-172)En iyisi siz bu hanif ve muazzez dini bırakın da gidin başka bir yere kapaklanın. Orada ne melanetler içleyecekseniz işleyin. Kur'an'ın ve İslam'ın üzerinden rant devşirmeye doymadınız mı? Uydurma ve iftira dinden iki yüz metreye bir cami yapmayı öğrenmişler. Bellemişler bir kaç rekat yat kalk. Birisi çıkıp, Allah rızası için sadece Kur'an'a davet edip, vahiy'le uyarı yaptığı zaman, "vay sen camiden, ezandan rahatsız mı oluyorsun, senin cami ve ezanla derdin ne?Size soruyoruz, Kur'an mescitten rahatsız mı oluyor? İnsan haklarına ve hanif dine zarar veren mescitleri lanetliyor.Ve Nebi (a.s) a "Bu mescitlerde ebediyen durma, oraya sakın girme" diyor.(Tevbe-107,108)Eğer mescitlerde namaz değil de, salât'ı ikame etme icra edilseydi, bugün Şii ve Sünni coğrafyasının hepsi yüce Allahın kitabını öğtenmiş dolayısıyla bir çok sorun çözülmüş olurdu. İlâhiyât Prof'larının bile Kur'an cahili olduğu bir toplum olmazdı. Yüz elli bin personeli bulunan Diyanet İşleri Başkanlığında ve ilâhiyât fakültelerinde acaba kaç tane öğretim görevlisi Kur'an'ı biliyor?
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ186.YAZI) Nur Süresi 21-) Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına tâbi olmayın. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o, kötülüğü yani ahlaksızlığı emreder. Eğer üstünüzde Allah’ın fazilet ve merhameti olmasaydı, içinizden hiç kimse ebediyen arınamazdı. Lâkin Allah dileyeni arındırır. Allah işitir ve bilir. 22-) İçinizden fazilet sahibi ve (maddi durumu) geniş olan kimseler akrabaya, miskinlere, Allah yolunda hicret edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler; affedici olsunlar yani hoşgörülü olsunlar. Allah’ın sizi mağfiret etmesini sevmez misiniz? Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 23,24-) Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve ahirette lânetlenmişlerdir. Yapmış olduklarına, dilleri, elleri ve ayaklarının, aleyhlerinde şahitlik edeceği gün onlar için çok azim bir azap vardır. 25-) O gün Allah onlara gerçek cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah’ın apaçık gerçek olduğunu anlayacaklardır. 26-) Hâbise kadınlar hâbis erkeklere, hâbis erkekler de hâbise kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. Bu sonuncular, (iftiracıların) söylediklerinden beridirler. Kendileri için mağfiret ve kerim bir rızık vardır. 27-) Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi farkettirip (izin alıp) ev halkına selâm vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır; herhalde (bunu) tezekkür edersiniz. 28-) Orada hiç kimse bulamadıysanız size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, "Geri dönün!" denilirse, hemen dönün. Çünkü bu, arınmanız açısından daha uygun bir davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir. 29-) İçinde kendinize ait metâ'ın bulunduğu oturulmayan evlere girmenizde herhangi bir sakınca yoktur. Allah, sizin açığa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de bilir. 30-)(Ey Nebi!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.31-) Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Örtülerini yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların avret yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Yani ey mü'minler, hep birlikte Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!KADINLARDA BAŞÖRTÜSÜ FARZ MIDIR?Bu konuyu iyice anlayabilmek için son vahyin ilk yıllarına gitmek gerekir.Bilindiği gibi kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi Mekke ile ilgili bir durumdur.Tekvir-8,9; Nahl- 58,59)Mekkelilerin kadına bakış tarzı Medineli ensardan ayrı bir özellik arz ediyordu.Mekke'lilerin kadına bakış tarzları son derece ilkeldi. Fakat Medine böyle değildi.Medine'de kadının söz söyleme ve birçok sosyal faaliyetlere katılma hakkı vardıNebi (a.s) Mekke'li olduğu halde merhamet, güzel ahlak ve karakter bakımından Medine'li ensara benziyordu. Kadınlar, hiçbir aracı olmadan, her zaman direkt olarak Allah Resulü (a.s) dan Kur'an'ı öğreniyorlardı. Bu imkan kendilerine sonuna kadar açıktı.Hatta Nebi ( aleyhisselam) ile tartışılabilecek bir hürriyete sahip idiler.(Mücadele-1) Fakat Nebi ( aleyhisselam) dan sonra dört halifenin, Emevi ve Abbasilerin Mekkeli olmaları, rivayet ve içtihadlara etki ederek, özellikle Ehl-i Sünnet âlimlerinin kadına bakış tarzı, Mekkelilerin bakış tarzı olarak gelişmiştir.Ehl-i Sünnet âlimleri ve müctehidleri ilim ve fikirde kadına gerektiği değeri vermemişlerdir.Uydurulan hadislerle sosyal faaliyetlerde kadına dar bir alan çizilip bu alanın dışına çıkmasına fırsat verilmemiştir. Kur'an'a ihanet tarihinde diğer toplumlardan gelen kültürlerle kadın her zaman "tehlikeli bir varlık, günah işlemeye meyilli, güvenilmez, göz altında olması gereken, namusu lekeleyen şeytani bir birey" olarak görülmüştür.Dolayısıyla Nebi (a.s) dan sonra "kadınların evlere hapsedilmeleri, eğitim ve sosyal hayattan çekilmeleri, yönetici yapılmamaları, seyahat özgürlüklerinin kısıtlanması, cami ve mescitlerden uzak tutulmaları, fitnenin esas kaynağının kadınlar olduğu" ile ilgili yüzlerce hadis uydurulmuştur.Şimdi bu hadislerden bir kaç tanesine bakalım.Bakalım da, Allah'tan korkmadan Nübüvvet makam ve mertebesini, Risâlet misyonunu nasıl bir çirkinliğe alet ettiklerini görelim."İşlerini kadına havale eden bir topluluk iflah olmaz"(Buhari-Megazi, 84, Fiten, 17; Tirmizi-Fiten,75; Nesai- Âdabu'l-Kudat-8)"İşleriniz kadınlara kalırsa sizin için yerin altı (kabir-ölüm) üstünden daha hayırlıdır"(Tirmizi-Fiten, 78) "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının beraberinde babası veya oğlu yahut kocası veya kardeşi yahut nikahı haram olan biri olmaksızın üç gün veya daha fazla süren bir yolculuğa çıkması helal değildir"(Müslim-Hac, 108)"Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının yanında kendisine nikahı haram olan biri bulunmadıkça, bir gün veya bir gecelik yola gitmesi helal değildir" (Müslim-Hac, 421; Tirmizi- Rada, 15)"Bir kadın, yanında mahrem birisi bulunmadıkça bir erkekle yalnız kalmasın ve yola çıkmasın" buyurunca, bir adam ayağa kalktı ve "Ey Allah'ın Resulü! Eşim Hac için çıktı, ben ise falanca gazvede (savaşta) idim" deyince, Nebi (a.s) git ve eşinle birlikte hac yap" buyurmuştur.(Buhari-Nikah, 110; Müslim- Hac, 424) "Kadının evinin avlusunda kıldığı namaz, mescidde kıldığı namazdan daha faziletlidir. Evinde kıldığı namaz, avluda kıldığı namazdan daha faziletlidir. Evin iç kısmında kıldığı namaz, evinin açık yerinde kıldığı namazdan daha faziletlidir"(Ebu Davud- Salât, 54)"Kadın, insanın ar ve namusudur. Evinden dışarı çıktığında şeytan ona yaklaşır. Kadının Allah'a en yakın olduğu yer evidir"(İbn Huzeyme- Sahih, 3.c- 93; Taberani-el-Mu'cemu'l-evsat, 3.c-189, 8.c, 101) "Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım" (Buhari- Nikâh, 18; Müslim- Zikir, 97; Tirmizi- Edep, 31)"Sayet kocasının ayağından, başından, saçlarının ayrıldığı yerine kadar irin ve iltihapla kirlenmiş olsa sonra kadın ona yönelse ve kocasını dili ile yalarsa onun hakkını ödeyemez"(Ahmed bin Hanbel, Müsned, 20- 64,65) "Cüzzam hastalığının onun etini deldiğini, iki burun deliğini yırttığını, bu iki burun deliğinden kan ve irin aktığını görsen, sonra onun hakkını ödemek için ağzınla onunla o iki burun deliğinden akınları yalayıp yesen, ebediyen onun hakkını ödeyemezsin"(Taberani- el- Mu'cemu'l-kebir, 8, 259) "Kendisinden kocası razı olduğu halde ölen her müslüman kadın cennete gider"(Tirmizi-Rada, 10; İbn-i Mâce-Nikah,4) "İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim"(Tirmiz- Rada,10; Ebu Davud-Nikah, 41; İbn-i Mâce- Nihah, 4)"Uğursuzluk üç şeydedir: Kadında, evde ve atta"(Buhari- Cihad,47, Nikâh,18; Müslim- selâm, 115; Tirmizi- Edep, 58; İbn-i Mâce- Nikah, 55) "Resulullah bir bayram namazında kadınlar tarafına geçerek şöyle dedi: "Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz çünkü sizler cehennem halkının çoğunluğunu oluşturmaktasınız" Bunun üzerine kadınlardan biri, "Ey Allah'ın Resulü! Niçin böyle oluyor? dedi.Resulüllah"Çok lanet etmeniz ve kocalarınızın yaptığı iyiliklere nankörlük etmenizden dolayı" dedi.Allah Resulü (a.s) şöyle devam etti: Aklı başında ve görüşü sağlam bir erkeğe galip gelebilen, aklı ve dinî eksik sizden başka varlık görmedim" Orada bulunanlardan biri bir kadın: "Kadının aklının ve dininin noksanlı nedir?" diye sordu.Nebi (aleyhisselam) da "Sizden iki kadının şahitliği bir erkeğinkine denktir. Dininizin noksanlığına gelince o da hayızlı olmaktır. Sizden biriniz hayızlı iken 3-4 gün oturur, namaz kılamaz" dedi."Sizden biriniz namaza durduğu vakit, önünden deve semerinin arka kaşı kadar bir şey bulunursa, o kendisine sütreler (önünden geçenlere karşı korur) Önünde semerin arka kaşı kadar bir şey bulunursa bunun namazını eşek, kadın ve siyah köpek bozar"(Buhari-Salat, 103,106; Müslim- Salât, 265; Ebu Davud, Salât, 110; Tirmizi- Salât 253; Nesai- Kıble, 7)Halbuki Kur'an'a baktığımızda kadınların da da erkekler gibi özgür bir iradeye sahip olduklarını, erkekler gibi imtihan edildiklerini, fiziki ve psikolojik yapılarından başka diğer bütün özelliklerinde erkeklere ortak olduklarını görüyoruz.Son vahyin tarihinde İslam dinini kabul eden milletlerin gelenek ve kültürleri hakim olunca iman edenler içinden çıkılmaz bir çok problemlerle karşı karşıya kaldılar. Bunlardan birisi de kadınların başlarını örtmelerinin Allah'ın emri olduğu inancıdır.Kur'an, namus mefhumunu anlatırken ilk önce erkeğin namuslu olmasını tavsiye etmektedir. "(Ey Nebi!) Mümin erkeklere, gözlerini harama dikmemelerini, ırzlarını korumalarını söyle..."(Nur- 30 )"... ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya: İşte Allah bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükafat hazırlamıştır" (Ahzab- 35) Bu âyetlere rağmen, son vahyin tarihinde iman ettiklerini iddia edenlerin nazarında ırzlarını koruması gerekenlerin sadece kadınlar olacakları inanç ve algısı yerleşmiştir.Halbuki erkeklerin ırzlarını korumaları daha kolaydır.Erkek ırzını koruduğunda, kadının ırzı otomatikman korunmuş olacaktır. Son vahyin tarihinde Ehl-i Sünnet âlimleri açık bir şekilde olmazsa bile zihin altında kadının rabbinin erkek olduğunu, kadının Allah'a karşı değil, erkeğe karşı sorumlu olduğunu benimsemişlerdir. Kur'an'da, kadınların başlarını örtmelerinin farz olduğunu gösteren açık bir emir yoktur. Nedense hüküm ve tavsiyelerin yoğun olarak bulunduğu altmış dört âyetlik Nur süresinde insanlar sadece 31.âyetten haberleri vardır.Diğer âyetlerden hiç kimsenin haberi yoktur.Şimdi ilgili âyete bakalım."Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini harama bakmaktan korusunlar; iffetlerini esirgesinler.Görünen kısımları müstesna olmak üzere zinetlerini teşhir etmesinler, örtülerini yakalarının üzerine örtsünler..."( Nur- 31)Âyette "görünen kısımları müstesna..." cümlesinden, genel görüş olarak örtme mecburiyeti bulunmayan yerler yüz ve eller olarak kabul edilmiştir. Bu konuda tefsir ve fıkıh kitaplarında yoğun bilgi bulunmaktadır.Muhaddis ve müctehidler genellikle kadınları baskı altına alabilmek için bunları uydurmuşlardır.Kadının vücudu dikkat çekici bir cazibeye sahip olduğu için yabancı erkeklerin rahatsız edici bakışlarından korunmalıdır.İslam dini kadına "dikkatleri üzerine çekme" ve "sorumluluk bilincine sahip ol" der. "...takva elbisesi işte o daha hayırlıdır..."(Araf- 26)Yani takva ve ihlas ile hareket etmelerini, başkalarının nazarlarını üstlerine çekecek dar ve renkli elbise giymemelerini, niyet ve hareketleriyle yabancılara ümit verecek davranışlardan sakınmallarını tavsiye eder.Yoksa kadınların saçlarını yüzlerinden daha mahrem görmek akıl ve mantığın kabul edeceği bir şey değildir.Bir kadının vücudunda zinet açısından insanı etkileyecek en son şey saçlarıdır. Saçların insanı tahrik edecek cazibesi yoktur. Evlenecek kızların saçlarına değil de, yüz ve vücutlarına bakılması bundan dolayıdır.Kızların saçlarına bakmak kimsenin aklına bile gelmez.Aslında kadın olsun erkek olsun bir insanda en önemli güzellik ihlas (dinî Allah'a özel kılmak) güzel ahlak ve infaktır.Diğer zahirî güzellikler abartıldığı kadar önemli değildir.Giyim kuşamla ilgili tavsiyeler bölgesel ve tarihsel özellikler taşımaktadır.Yani bu gibi şeyler zaman ve iklimlerin değişkenliği karşısında mağlup olmaya mahkumdur.Dolayısıyla başörtüsü bir kültür, bir gelenek, bir tercih ve bir insan hakkıdır.Hiç bir güç ve kuvvet kadınların haklarına ve özgürlüklerine müdahale ederek, onları tercihlerinden alıkoyamaz. Bir genç kız okumak istiyorsa, istediği gibi giyinme hakkına sahip olmakla birlikte, başörtüsü takmadan da tahsil hayatına devam eder.Kadınların başörtüsü takıp takmamaları konusunda erkeklerin müdahale etme hak ve yetkileri yoktur. Daha doğrusu kadınların başörtüsü takıp takmamaları ne devleti, ne hukuku, ne de erkekleri ilgilendiren bir konudur. Kadınların giyimleri, tahrik amacı taşımıyorsa, zaman ve zemin, iklim ve coğrafya şartlarına, halkın gelenek ve göreneklerine göre bir şekil alacaktır. Kur'an, giyim kuşam gibi konuları esnek bırakmıştır.Medine'de kadınlar geleneksel olarak başlarının üzerine bir şey atar fakat vücutlarının büyük bir kısmı dışarıda kalırdı. Nur süresinin 31.âyet başın örtülmesi ile ilgili bir emir değil, vücudun örtülmesi ile ilgili bir tavsiyedir.Başını örten bir kadına insan hakları açısından, başını açması için nasıl müdahale edilmezse, başını açan kadına da başını ört diye müdahale edilemez.İslam açısından ikisi de aynı şeydir. Aslında başörtüsünü farz kılan Kur'an değildir.Başörtüsünü farz kılan, alimlerin zihinlerinde bulunan fesat anlayış, siyasal egemenlik, uydurma rivayetler, ilkel inançlar ve Kur'an'a karşı cehalettir.İklim ve coğrafya, zaman ve zemine göre değişkenlik arzeden bir şey farz olmaz. Yakasından ayaklarına kadar uzun ve geniş elbise giyen bir kadın tesettürlü sayılır.Baş örtüsü olmadan bu elbiseyle dışarı çıkabileceği gibi, salât'ı da ikame edebilir.İslam dininde esas olan, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın kabul edilmemesi, ihlas yani dinî Allah'a özel kılınması, infak, güzel ahlak, ana-baba hakkı, komşu ve akrabalara iyilik, adalet ve insan hakları, israftan kaçınmak, ve yolsuzluk yapmamaktır. Bunlar olmadan yaşanılan dinin Allah katında hiç bir değeri yoktur.Bu değerli ilkeler yanında kadınların saçlarının görülüp görülmemesinin hiç bir önemi yoktur. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri, kadınların saçlarına, giyim kuşamlarına değil de, kendi şirklerine, vahşi dinleriyle ülkelerini nasıl cehenneme çevirdiklerine baksalardı, daha mantıklı olurdu.
NEBİ (a.s) IN ARKADAŞLARI (ASHAB) GÖKTEKİ YILDIZLAR GİBİ MİYDİ ?Said İbnu'l- Müseyyeb, Ömer (r.a)tan naklediyor. Demiş ki: Ben Resulullah (a.s) ı dinledim, buyurmuştu ki:"Ben Rabbim'den, ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum.Bunun üzerine Rabbim bana şöyle vahyetti: "Ey Muhammed! Senin ashabın benim indimde, gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları diğerlerinden üstündür.Her biri için bir nur vardır. Öyleyse kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidayet üzerindedir" Ömer der ki: Resulullah (a.s) devamla ilave etti. "Ashabi kennucumi bieyyihim'uktedeytüm ihdeteytüm""Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet buluyorsunuz" (Rezin tahric etmiştir. Hadisin birinci kısmını cemi'us-Sağir'de Suyuti Suyuti kaydeder (Feyzu'l Kadir 4,76)İlinci kısmı da İbn-u Abdilberr, Cami'ul ilm'de kaydetmiştir 2,99 )Hiç şüphesiz ki, sahabelerin içinde güzel ahlak ve takva sahibi, kahraman (Ahzab-23) Allah'ın razı olduğu (Tevbe-100; Fetih-18) ihtiyaç halinde olsa bile kardeşini kendi nefsine tercih eden (Haşr-9) kimseler olduğu gibi, ashabın olumsuz ahlak ve hareketlerini anlatan yüzlerce âyetin de var olduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları şu şekilde özetlenebilir.1-) Allaha ve Resulüne ihanet etmeleri..." ( Enfal- 27)2-) "Savaştan kaçmaları..., (Al-i İmran-152, 153, Tevbe- 24, 25 )3-) "Allahın düşmanı olan müşrikleri dost edinmeleri..." (Mumtehine- 1,2)4-) "Nebi (a.s) ın eşine zina iftirasında bulunmaları..." (Nur- 11/ 21 Tam 10 âyet )5-) "Nebi (a.s) a saygısızlık yapmaları..." ( Hucurat- 1,2; Ahzab- 53,69; Tevbe- 58,61 )6-) "Allah yolunda savaşa çıkın denildiğinde yere çakılıp kalmaları..."( Tevbe-39,39,40; 7-) "Allah'a din öğretmeye kalkmaları..."(Hucurat-16)8-) Zorla, boyun bükerek, güç karşısında gelip teslim oldukları halde Allah Resulüne minnet etmeleri..."(Hucurat-17)Bütün bunlardan başka Kur'an'da münafıklarla alakalı müstakil bir sürenin bulunması, yüzlerce âyette münafıkların anlatılması, İsrail oğullarının Nebilerine karşı saygısızca tavırlarının Resulullah'ın arkadaşlarına örnek olarak aktarılması ve "Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın (Allah'ın Resulü'ne eziyet etmeyin) (Ahzab-69) âyeti gösteriyor ki, sahabelerin büyük çoğunluğunun Kur'an'ın ahlakını temsil etmekten uzak kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır.Ayrıca "Ey iman edenler! İle başlayan âyetlerin hepsinin Medine'de nazil olmaları ve bir sorunla yüklü bulunmaları da, "gökteki yıldızlar" iftira ve cehaletini ortaya koymaktadır. Yani Kur'an'a göre, Nebi (a.s) ın arkadaşları ile günümüz müslümanları arasında güzel ahlak, takva ve ihlas haricinde bir farkın bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela, şu âyetin ilk muhatapları onlardır. "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olan) Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir"(Hucurat-12)Mesela : Allah Resulü vefat eder etmez birbirleriyle savaşmaları, bu savaşlarda binlerce müslümanın hayatını kaybetmesi bu hakikatı gözler önüne seriyor. Ali ile Muaviye arasında Siffin'de yapılan savaşta 70 bin, Ali ile Nebi (a.s) ın hanımı Aişe arasında Basra'da Cemel olayında 15 bin, yine Ali ile Hariciler arasında Nehravanda yapılan savaşta binlerce müslüman hayatını kaybetmiştir. Peki bütün bu gerçeklere rağmen neden Ehli Sünnet dininin âlimleri, Allah Resulü'nün arkadaşlarının (Ashabın) hepsini gökteki yıldızlar gibi gösterip ümmi insanları aldatıyor? Bunun nedeni şudur : Ehli Sünnet ve Şia arasındaki siyasi çatışmalarda, Şia muhaddis ve müctehidleri, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ehli Beyt ve 12 İmam hakkında onları yücelten, Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Aişe, Hafsa ve sahabelerin dördü dışında ( Mikdat bin Esved, Ammar bin Yasir, Selmanı Farisi, Ebu Zer el Gıfari )Allah Resulü'nün arkadaşlarının dinden çıkıp kafir olduklarını konu edinen binlerce hadis uydurmaya başlayınca, buna mukabil Emevi beslemesi Ehli Sünnet'in muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için sahabeleri yücelten ve onları cennetlik yapan hadis kulliyatları meydana getirmişlerdir.Çok özür diliyorum, affedersiniz ama Şia ve Ehli Sünnet muhaddislerine güzel bir örnek olduğu için onu söylemek zorundayım. Şia ve Ehli Sünnet muhaddislerinin rivayet yarışı, çocukların sidik yarışına benziyor. Fakat çocukların sidik yarışı daha masumdur. Ehli Sünnet rivayetlerinde Muaviye, Yezid, Haccac ve Emevilerin zulüm dolu saltanatlarının vahşetini örtbas etmek de vardır.İşte Ehli Sünnet ve Şia'ya bağlı mukallitlerin Kur'an'dan habersiz bulunmalarının en büyük sebebi bu uydurma rivayetler ve uydurma din olmuştur. Uydurma dinin evliya ve ilahlarına yani muhaddis ve müctehidlere kulluk eden ilim adamları, Kur'an'a itibar edip onu anlatmadıkları için, ümmi toplum ashabın olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberleri olmamıştır. Bir düşünün, insanların büyük çoğunluğu, yüzlerce âyetten haberleri olmazken, yalan ve iftira olduğu belli olan bir rivayeti duymayan kalmamıştır. Eğer insanlar sahabelerin olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberler olsaydı, belki de din adamlarını yüceltmeyecek, mezhep liderlerini ve din adamlarını birer rab ve ilah yapmayacaklardı. Halbuki Kur'an Mekke müşriklerine seslenirken Allah Resulü (a.s) için "sahibüküm" "arkadaşınız" (Sebe-46; Necm-2; Tekvir-22) kelimesini kullanmaktadır.Emevi saltanatı döneminde doğan, Abbasi idaresi döneminde kayda geçirilen ve Osmanlı döneminde en katı bir sadakatle yaşanan ırkçı Emevi Ehli Sünnet rivayetlerinin Allah'a, Resulüne, dine, ilme, akla ve güzel ahlaka hakaret içerdiğinden ümmetin haberi yoktur. Dolayısıyla Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan, aynen Şiilik gibi rivayetler üzerine kurulu olan Ehl-i Sünnet dini ümmeti aldatmayı temel prensip edinmiştir.Ehli Sünnet dini yalanları ve iftiraları kendisine kaynak kabul eden bir sistem olarak şekillenmiştir.Bu yüzden ne Ehli Sünnet ne de Şia âlimleri, hiçbir zaman Kur'an'ın rahmet iklimine ayak basamayacak İslam'ın evrensel ahlakına sahip olamayacaklardır. Sonuç olarak: Ehli Sünnet ve Şia âlimleri, inançta, fikir ve hürriyette bize öyle kötü bir miras bıraktılar ki, sadece yaşayan cahillerinden değil, cesetleri toz olmuş alimlerinden de çekeceğimiz var.Ehli Sünnet ve Şia'nın rivayet bataklığından kendini kurtaramayan Kur'an'ın hikmetinden hiçbir şey anlamaz.Çünkü Kur'an kendisine karşı yüz çevirmelerinden ötürü Ehli Sünnet ve Şia âlimlerine kapılarını kapatmıştır.İşte bütün bu gerçeklerden sonra Ehl-i Sünnet dininin Kur'an cahilleri her ne kadar öfkelenseler de, Mehmet Akif'in Çanakkale şehitleri için söylediği "Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" cümlesi, kafadan sallama ve rastgele söylenecek bir cümle değildir. Özellikle Fetö'nün 15 Temmuz işgal hareketini ve ümmetin kahramanlığını gördükten sonra Mehmet Akif'i daha iyi anladım.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(185.YAZI) 6,7-) Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği, kendisinin sâdıklardan olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir. 8,9-) Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ve şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer (kocası) sâdıklardan ise Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi kendisinden cezayı kaldırır. 10-) Ya Allah’ın üzerinizde olan fazilet ve merhameti bulunmasaydı yani Allah, tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (haliniz nasıl olurdu)! 11-) (Ey Nebi'nin arkadaşları! Nebi'nin hanımına) bu ağır ifk'le gelenler şüphesiz sizin içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir şer olduğunu hesap etmeyin, aksine o, sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı) vardır. Onlardan (önderlik edip) bu günahın büyüklüğünü yüklenen kimse için de çok azim bir azap vardır. 12-)(Ey Nebi'nin arkadaşları!) Bunu (buhtanı) işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi nefisleri ile hüsnüzanda bulunup da: "Bu, apaçık bir ifk'tir" demeleri gerekmez miydi? (Kur'an'ın dilinde yüce Allah'a karşı yapılan yalana "iftira" insanlara karşı yapılana ise "buhtan" kavramı kullanılmıştır.Yani bu âyetlerde anlatılan "ifk" olayına "iftira" denilmesi Kur'an kavramları açısından yani sistem olarak hatalı bir kullanım olacaktır. Zaten aynı olaya 12. âyette "ifk" derken, 16.âyette ise "buhtan" kavramı kullanılmıştır.) 13-) Onların (buhtan atanların) da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki şahitler getiremediler, öyle ise onlar Allah'ın indinde yalancıların ta kendileridir. 14-) Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın fazilet ve merhameti üzerinizde olmasaydı, içine daldığınız bu buhtandan dolayı size mutlaka azim bir azap dokunurdu. 15-) Çünkü siz bu (buhtanı), dilden dile birbirinize aktarıyor yani hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz yani bunun basit bir şey olduğunu hesap ediyordunuz. Halbuki bu, Allah katında çok azim (bir suç) tur. 16-) Yani onu duyduğunuzda: "Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. "Subhâneke!" Bu, çok azim bir buhtandır" demeli değil miydiniz? 17-) Eğer mü'minseniz, Allah, bir daha buna benzer tutumu tekrarlamamanız için size vâzediyor. 18-) Yani Allah âyetleri size açıklıyor. Allah, (işin iç yüzünü) çok iyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.19-) İnananlar arasında ahlaksızlığın yayılmasını seven kimseler için dünyada da ahirette de elim bir azap vardır yani Allah bilir, siz bilmezsiniz. 20-) Ya sizin üstünüze Allah’ın fazilet ve merhameti olmasaydı, Allah Rauf ve Rahim olmasaydı (haliniz nasıl olurdu)! NEBİ (a.s) IN ARKADAŞLARI (ASHAB) GÖKTEKİ YILDIZLAR GİBİ MİYDİ ?Said İbnu'l- Müseyyeb, Ömer (r.a)tan naklediyor. Demiş ki: Ben Resulullah (a.s) ı dinledim, buyurmuştu ki:"Ben Rabbim'den, ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum.Bunun üzerine Rabbim bana şöyle vahyetti: "Ey Muhammed! Senin ashabın benim indimde, gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları diğerlerinden üstündür.Her biri için bir nur vardır. Öyleyse kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidayet üzerindedir" Ömer der ki: Resulullah (a.s) devamla ilave etti. "Ashabi kennucumi bieyyihim'uktedeytüm ihdeteytüm""Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet buluyorsunuz" (Rezin tahric etmiştir. Hadisin birinci kısmını cemi'us-Sağir'de Suyuti Suyuti kaydeder (Feyzu'l Kadir 4,76)İlinci kısmı da İbn-u Abdilberr, Cami'ul ilm'de kaydetmiştir 2,99 )Hiç şüphesiz ki, sahabelerin içinde güzel ahlak ve takva sahibi, kahraman (Ahzab-23) Allah'ın razı olduğu (Tevbe-100; Fetih-18) ihtiyaç halinde olsa bile kardeşini kendi nefsine tercih eden (Haşr-9) kimseler olduğu gibi, ashabın olumsuz ahlak ve hareketlerini anlatan yüzlerce âyetin de var olduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları şu şekilde özetlenebilir.1-) Allaha ve Resulüne ihanet etmeleri..." ( Enfal- 27)2-) "Savaştan kaçmaları..., (Al-i İmran-152, 153, Tevbe- 24, 25 )3-) "Allahın düşmanı olan müşrikleri dost edinmeleri..." (Mumtehine- 1,2)4-) "Nebi (a.s) ın eşine zina iftirasında bulunmaları..." (Nur- 11/ 21 Tam 10 âyet )5-) "Nebi (a.s) a saygısızlık yapmaları..." ( Hucurat- 1,2; Ahzab- 53,69; Tevbe- 58,61 )6-) "Allah yolunda savaşa çıkın denildiğinde yere çakılıp kalmaları..."( Tevbe-39,39,40; 7-) "Allah'a din öğretmeye kalkmaları..."(Hucurat-16)8-) Zorla, boyun bükerek, güç karşısında gelip teslim oldukları halde Allah Resulüne minnet etmeleri..."(Hucurat-17)Bütün bunlardan başka Kur'an'da münafıklarla alakalı müstakil bir sürenin bulunması, yüzlerce âyette münafıkların anlatılması, İsrail oğullarının Nebilerine karşı saygısızca tavırlarının Resulullah'ın arkadaşlarına örnek olarak aktarılması ve "Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın (Allah'ın Resulü'ne eziyet etmeyin) (Ahzab-69) âyeti gösteriyor ki, sahabelerin büyük çoğunluğunun Kur'an'ın ahlakını temsil etmekten uzak kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır.Ayrıca "Ey iman edenler! İle başlayan âyetlerin hepsinin Medine'de nazil olmaları ve bir sorunla yüklü bulunmaları da, "gökteki yıldızlar" iftira ve cehaletini ortaya koymaktadır. Yani Kur'an'a göre, Nebi (a.s) ın arkadaşları ile günümüz müslümanları arasında güzel ahlak, takva ve ihlas haricinde bir farkın bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela, şu âyetin ilk muhatapları onlardır. "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olan) Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir"(Hucurat-12)Mesela : Allah Resulü vefat eder etmez birbirleriyle savaşmaları, bu savaşlarda binlerce müslümanın hayatını kaybetmesi bu hakikatı gözler önüne seriyor. Ali ile Muaviye arasında Siffin'de yapılan savaşta 70 bin, Ali ile Nebi (a.s) ın hanımı Aişe arasında Basra'da Cemel olayında 15 bin, yine Ali ile Hariciler arasında Nehravanda yapılan savaşta binlerce müslüman hayatını kaybetmiştir. Peki bütün bu gerçeklere rağmen neden Ehli Sünnet dininin âlimleri, Allah Resulü'nün arkadaşlarının (Ashabın) hepsini gökteki yıldızlar gibi gösterip ümmi insanları aldatıyor? Bunun nedeni şudur : Ehli Sünnet ve Şia arasındaki siyasi çatışmalarda, Şia muhaddis ve müctehidleri, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ehli Beyt ve 12 İmam hakkında onları yücelten, Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Aişe, Hafsa ve sahabelerin dördü dışında ( Mikdat bin Esved, Ammar bin Yasir, Selmanı Farisi, Ebu Zer el Gıfari )Allah Resulü'nün arkadaşlarının dinden çıkıp kafir olduklarını konu edinen binlerce hadis uydurmaya başlayınca, buna mukabil Emevi beslemesi Ehli Sünnet'in muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için sahabeleri yücelten ve onları cennetlik yapan hadis kulliyatları meydana getirmişlerdir.Çok özür diliyorum, affedersiniz ama Şia ve Ehli Sünnet muhaddislerine güzel bir örnek olduğu için onu söylemek zorundayım. Şia ve Ehli Sünnet muhaddislerinin rivayet yarışı, çocukların sidik yarışına benziyor. Fakat çocukların sidik yarışı daha masumdur. Ehli Sünnet rivayetlerinde Muaviye, Yezid, Haccac ve Emevilerin zulüm dolu saltanatlarının vahşetini örtbas etmek de vardır.İşte Ehli Sünnet ve Şia'ya bağlı mukallitlerin Kur'an'dan habersiz bulunmalarının en büyük sebebi bu uydurma rivayetler ve uydurma din olmuştur. Uydurma dinin evliya ve ilahlarına yani muhaddis ve müctehidlere kulluk eden ilim adamları, Kur'an'a itibar edip onu anlatmadıkları için, ümmi toplum ashabın olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberleri olmamıştır. Bir düşünün, insanların büyük çoğunluğu, yüzlerce âyetten haberleri olmazken, yalan ve iftira olduğu belli olan bir rivayeti duymayan kalmamıştır. Eğer insanlar sahabelerin olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberler olsaydı, belki de din adamlarını yüceltmeyecek, mezhep liderlerini ve din adamlarını birer rab ve ilah yapmayacaklardı. Halbuki Kur'an Mekke müşriklerine seslenirken Allah Resulü (a.s) için "sahibüküm" "arkadaşınız" (Sebe-46; Necm-2; Tekvir-22) kelimesini kullanmaktadır.Emevi saltanatı döneminde doğan, Abbasi idaresi döneminde kayda geçirilen ve Osmanlı döneminde en katı bir sadakatle yaşanan ırkçı Emevi Ehli Sünnet rivayetlerinin Allah'a, Resulüne, dine, ilme, akla ve güzel ahlaka hakaret içerdiğinden ümmetin haberi yoktur. Dolayısıyla Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan, aynen Şiilik gibi rivayetler üzerine kurulu olan Ehl-i Sünnet dini ümmeti aldatmayı temel prensip edinmiştir.Ehli Sünnet dini yalanları ve iftiraları kendisine kaynak kabul eden bir sistem olarak şekillenmiştir.Bu yüzden ne Ehli Sünnet ne de Şia âlimleri, hiçbir zaman Kur'an'ın rahmet iklimine ayak basamayacak İslam'ın evrensel ahlakına sahip olamayacaklardır. Sonuç olarak: Ehli Sünnet ve Şia âlimleri, inançta, fikir ve hürriyette bize öyle kötü bir miras bıraktılar ki, sadece yaşayan cahillerinden değil, cesetleri toz olmuş alimlerinden de çekeceğimiz var.Ehli Sünnet ve Şia'nın rivayet bataklığından kendini kurtaramayan Kur'an'ın hikmetinden hiçbir şey anlamaz.Çünkü Kur'an kendisine karşı yüz çevirmelerinden ötürü Ehli Sünnet ve Şia âlimlerine kapılarını kapatmıştır.İşte bütün bu gerçeklerden sonra Ehl-i Sünnet dininin Kur'an cahilleri her ne kadar öfkelenseler de, Mehmet Akif'in Çanakkale şehitleri için söylediği "Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" cümlesi, kafadan sallama ve rastgele söylenecek bir cümle değildir. Özellikle Fetö'nün 15 Temmuz işgal hareketini ve ümmetin kahramanlığını gördükten sonra Mehmet Akif'i daha iyi anladım.
14 Nisan 2022 Perşembe
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (20.YAZI) Eğer salât orijinal haliyle kalsaydı, insanlığa araştırmalar, buluşlar yapmada öncü ve gelişmiş ülkeler İslâm ülkeleri olacaktı. İman edenler “salât”ı Rabbimizin âyetler içinde kast ettiği esas misyonu ile anlamış olsalardı, evrensel ahlakta ve özgürlükte insanlar çok ileri bir seviyeye sahip olacaklardı.Hatta icat ve araştırma bilim ve teknoloji alanında uzayda koloniler bile kurabilirlerdi. Aynen Nebi ve Resül'ü "peygamber" , ihlas ve islam'ı, "samimiyet ve mezhep" fakir ve miskini, "muhtaç ve yoksul" beşer ve insanı, "sadece insan" hamd ve şükrü, sadece "dille söylenen bir şey" zekat, sadaka ve infakı, tamaman bozmaları, ibadeti "belli ritüeller"," ihsanı" yani güzel ahlakı "iyilik yapmak" gibi, salât'ı "namaz kılmak" olarak değiştirmeleri, kıble, vakit, temizlik, rukü, sucüd, kıyam ve kıraat gibi bir çok kavram da bunlara bağlı olarak gerçek anlamını keybetmiştir. Esasen yüce Allah'ın insanlara en önemli armağanı, onlara dünyada mutlu, huzurlu ve özgür bir hayat sağlayan salât emridir. Yani Kur'an'da var olan salât, ilme yönlendirir, bireyleri ve toplumu disipline eder, yardımlaşma kurumlarını oluşturur. İnsanlığın huzuru, refahı ve gelişmesi için vahiy sayesinde yüce Rabbimizle sürekli olarak devam eden bir bağ kurar. Âli İmran-103. âyette var olan "va'tasimu bihablilléhi ve lé teferraku" "Allah'ın himayesine sığının fırka fırka olmayın" dediği, işte bu bağın kurulmasıdır. Allah’ın yasasında tesadüflerin yeri yoktur. Hiç kimse “bu gidiş böyle gerektiriyor” diyemez. İman edenlerin gerektiğinde hakkın kendilerine yüklediği sorumluluklarını yerine getirmek üzere kötü gidişe karşı da yiğitçe durmaları gerekir. İnsanlık tarihi boyunca içerden ve dışardan yapılan bütün saldırılar İslam’ın özüne herhangi bir gölge düşürememiştir.Kur'an, bağlam ve bütünlüğü, orijinal kavramları, kelime kombinasyonu sayesinde kendisini korumakta, kendisini tebliğ edecek ve mudafaasını yapacak muvahhidler beklemektedir. Hiçbir muvahhidin, Kur'an'a bakmadan eski yorumlardan körü körüne etkilenmesi düşünülemez. Hanif İslam yani vahiy dini zamanları ve mekanları bozan her unsura karşı dirençlidir."Salat ederken bir kulu, nehyedeni gördün mü? (İkra-9, 10) Salât sözcüğü, ilk bu âyette geçmektedir. Yani vahyedilen ilk süre olduğu dikkate alındığında, Şii ve Sünni din adamlarının âyette geçen “salât” sözcüğüne" namaz kılan" anlamı vermeleri büyük bir cehalet olmuştur. Bu cehalet; bundan sonra da bu sözcüğe, geçtiği her yerde namaz anlamının verilmesine neden olmaktadır. Şirkten arınmış bir bilinçle Allah’a yönelmek, ibadete layık yegâne ilahın Allah olduğuna inanmak, çağrıda bulunmak, destek olmak, dayanışma gibi anlamlara gelen “salat” sözcüğünün bu âyetteki karşılığı, çağrıda bulunmak, insanları İslam’a davet etmektir. Sahabeler salâtın; zihinsel eğitim-öğretim desteği ve toplumsal bir dayanışma olduğunu biliyorlardı. Bunun en açık delili Kur'an'da var olan salât âyetlerinin verdiği manâdır. Yani salât geçen âyetlere bakıldığında konu ile ilgisi namaz ve duayla görülmemektedir. Anlatılan konu, ya zihinsel öğrenimle veya toplumsal dayanışma ile alâkalı görülmektedir. Bu da Allah’a ve Resul’üne göre salâtın namaz manâsının olmadığını bütün açıklığıyla ortaya koyar. Fakat sahabelerin Allah Resülünü ve vahyi tam olarak anladıklarını da söyleyemeyiz. Kur'an'ın bu kadar anlaşılmaz olmasının ilk sorumluları sahabelerdir. İçlerinde Resülüllahı iyi anlayan ve ona ihlasla itaat edenler elbette vardı. Ama bunların sayıları “cahil” çoğunluk karşısında yetersiz kalıyordu. Üstelik bu çoğunluk (kabullendikleri inançlara karşı gelinmesi sebebiyle) hemen iftira, karalama, taşlama ve yol kesme silahlarını rahat kullanabiliyorlardı. Böylece az sayıdaki şuurlu mümin susmak zorunda kalıyordu. Bugünkü dünyada mahalle baskısı yüzünden gerçeklerin dile getirilmediği gibi. Ki o devir bugünden daha tehlikeliydi.Resülüllâhın vefatından hemen sonra meydana gelen ihtilaf, ayrışma, küskünlük, çatışmalar, Ali ile Muaviye arasında yapılan Sıffin savaşı, Ali ile Hariciler arasındaki Nehrevan savaşı, Ali ile Aişe arasında Basra'da cemel vakıası, Yezid'in ordusu tarafından gerçekleştirilen Kerbela vahşeti ve Harre katliamı, Mekke baskını gibi bir çok olay bunu göstermektedir. Daha Allah'ın Resülü hayatta iken, yani vahiy nazil olurken bile sahabilerin olumsuz tavır ve ahlaklarını ortaya koyan yüzlerce âyet immiştir. Allah ve Resülüne ihânet etmekten, (Enfal-27) Nebi (a.s) ın hanımına zina iftirasına, (Nur-11/20) Allah'ın düşmanlarını veli edinmekten, (Mümtehine-1) Allah'a din öğretmeye kalkmalarına kadar bir çok olumsuzluğun sahabiler tarafından işlendiğini biliyoruz. Allah'ın Resülünü ihlas ve takva ile takip eden müminlerin çok az olduğuna en güzel örnek Kur'an'da anlatılan Resüllerin hayatıdır. Nuh (a.s) a çok az kişi iman etmişti, (Hud-40) tüm olağanüstü hadiselere, işkence ve eziyetlere rağmen, zorba kavme karşı mucadeleye İsrailoğullarından, Musa (a.s) a iki kişiden başka kimse cevap vermedi (Mâide-23) hepsi "git sen ve Rabbin savaşın biz burada oturuyoruz (Mâide-24) dediler. Lut (a.s) a kendi ev halkından başka kimse iman etmedi (Zâriyât; 36) İsa (a.s) a on iki kişi tâbi olmuştu. İsa (a.s) aralarından ayrılınca “tevhid mirası " cahil çoğunluğunun eline mahkum oldu. Kısa zaman sonra rivayetçilerin batıl dini topluma tamamen egemen oldu. Son vahyin sahibi olan Muhammed (a.s) ın arkadaşları içinde aynı şey gerçekleşti.Yani "tarih tekerrürden ibarettir" sözü gerçek oldu. Tarihi kaynaklara göre cenazesinde sadece on yedi kişinin olduğu kayıt edilmiştir. O devirde yaşayan çoğunluğun bu dini, “ihlas sahibi azınlık”ın elinden nasıl aldığını açık olarak gösteriyor. En son inen Tevbe süresi, Hucurat ve Ahzab sürelerinden sonra sahabeleri en çok eleştiren süre olmuştur. Sessiz çoğunluğun en büyük tesellisi; uğrunda nice uğraşılar, fedakârlıklar yapılan Kur'an'ın, birgün mutlaka savunucuları tarafından ortaya çıkıp “salâtın namaz olmadığını” haykırması olacaktı. İhlas ve takva sahibi olan az sayıdaki sahabinin yolunda yani Kur'an'ın hidayetinde olduğumuza iman ediyoruz. Yani bizler, Allah'ın izniyle o azınlıkta olan sahabelerin dualarıyız. Tarih 2022’li yılları göstermektedir. Bu mücadele fark edildikten sonra gittikçe hız kazanacaktır. Temeli dinamitlenen salât'ın yeniden inşâsı için kollar sıvanmaktadır. Bunu çabuk ve doğru anlamak için ortalığın söylentilerine kulak asmamak, sadece Kur'an’ın âyetlerine kulak vermek ve tek hidayet kaynağına odaklanmak gerekmektedir. Karşımızdaki yığınların söz anlamaz olmaları, bu işlevi tersine işletmeleri yüzündendir. Yani Kur'an'a kulağını tıkamış ve rivayetlere kulağını açmış olmaları nedeniyledir. Bunun üstüne din adamları da Allah'ın yolu olarak Kur'an'ı değil, Buhari’nin topladıkları çöpleri din diye göstererek hakkı batıl, batılı hak olarak göstermişlerdir.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(184. YAZI)Nur Süresi, 64 Âyet olup Medine'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Bu bizim inzâl ettiğimiz ve (hükümlerini üzerinize) farz kıldığımız bir sûredir yani düşünüp tezekkür edesiniz diye onda açık seçik âyetler indirdik. 2-) Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz celde vurun; Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın ve müminlerden bir tâife de onlara uygulanan azaba şahit olsun. 3-) Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez; zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenir yani bu, müminlere haram kılınmıştır.(Âyette geçen "zâni" "zina eden erkek" ve "zâniyete" "zina eden kadın" kelimeleri, gaflet, cehalet, sorumsuzluk, zihinsel şeytana uyarak yapılan zina değildir. Âyette kasdedilen fâhiş ve fahişeliktir. Yani bu yolun yolcusu olanlar, bunu ahlak ve meslek edinenler, dolayısıyla ondan vazgeçmeyen ve tevbe etmeyenler hakkındadır. Yoksa şu veya bu şekilde zina eden erkek ve kadınla evlenmenin hiç bir sakıncası yoktur.) RECM(TAŞLAMA)CEZASI Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin yanında Kur'an, bir çeyiz eşyası, bir müzik güftesi, gönül eğlencesi, bir süs ve sanat kitabıdır. Şiilik ve Sünniliğin temeli aynen Yahudilik ve Hristiyanlık gibi muhaddislerin ve müctehidlerin uydurdukları rivayetler üzerine inşa edilmiştir. Şia ve Ehl-i Sünnet dininde Kur'an'a uygun bir ahlak ve ibadet mevcut değildir. "Muhammed'e salavat ibadetinden, şefaate, kabir azabından kader inancına, Mehdi inancından İsa'nın nüzülüne kadar her şeyleri Kur'an'a aykırıdır. Bunlardan bir tanesi de, zina eden dul ve evlileri öldürme cezası olan "recm" cezasıdır. Allah'a karşı iftira, İslam ahlak ve merhametine göre zulüm ve haddi aşma olan "recm" (taşlayarak öldürme) cezası en vahşi uygulamalardan biridir. Şiilik ve Sünnilik dendiğinde akla ilk gelen şey Kur'an'sızlık ve akılsızlık olması gerekir. Şiilik ve Sünniliğin bu vahşi ve zalimâne uygulamalarından dolayı zina ettiğinden değil, sırf erkeklerle konuştuğundan dolayı yüzlerce genç kız, aile meclisleri tarafından "namusu temizleme ve namus cinayeti" adı altında acımasızca katledilmiştir. Ehl-i Sünnet mühaddis ve müctehidleri yani mezhep âlimleri "recm" (taşlayarak öldürme) cezasını sorunsuz infaz edebilmek için Kur'an'ın eksik yazıldığını bile iddia etmişlerdir. Yani Kur'an'ın metninde var olan âyetin bir keçi tarafından yenildiğini söylemişlerdir. Ve bu "keçinin yediği âyet" le ilgili rivayetlere hiçbir Ehl-i Sünnet âlimi karşı çıkmamıştır. Yani bu konuda tam bir ittifak söz konusudur. Aslında Nebi ve Resulün arasında bulunan farklar bilinmiş olsaydı, hadislerin dinde hiçbir öneminin olmadığı anlaşılmış olacaktı. İşte o zaman Şiiliğin ve Sünniliğin, Yahudilik ve Hristiyanlıktan hiç bir farkının olmadığı, sadece şirk ve batılı temsil ettikleri de ortaya çıkmış olacaktı. Hanif İslam dini, Allah tarafından vahiy vasıtasıyla Resüllere indirilen hidayet ve merhametin ortak adı ve yaşam tarzıdır. Kur'an'da olmayan bir emir ve yasağın İslam ile hiçbir ilgisi olamaz. Kur'an'nın olmazsa olmazı olan takva ve ihlas, dini Allah'a özel kılma anlamına gelmektedir. Recm cezası gibi, yüzlerce emir ve yasağın, farz ve vacibin, helal ve haramın Kur'an ile hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Bu emir ve yasaklar, helal ve haramlar, sünnet ve müstehaplar, mekruh ve menduplar, tesbih ve zikirler, salavat ve dualar milletin boynunda bir esaret zinciri, sırtında çok ağır ve kötü bir yüktür. Şia ve Ehl-i Sünnet'in hadis kaynaklarında öyle rivayetler var ki, İslam adına, Kur'an adına, Allah Resulü adına, akıl ve mantık adına, tefekkür ve sorgulama adına güzel ahlak adına tam bir rezillik ve yüz karasıdır. Kur'an cahili Buhari başta olmak üzere, Müslim, Ebu Davud, Ahmed bin Hanbel, İbni Mace, Mâlik bin Enes Nesai gibi Ehl-i Sünnet'in bütün muhaddis ve müctehidleri recm cezasını savunurlar. Hemde "recm" (taşlayarak öldürme) cezasının içinde bulunduğu âyetin bir keçi tarafından yendiğinin mücadelesini hiç utanmadan ve sıkılmadan yaparlar. Burada biz bir tiyatro ve bir şakadan söz etmiyoruz. Emevi-Abbasi mahsulu Ehl-i Sünnet dininden ve rivayetlerinden konuşuyoruz. Halbuki yüce Allah tarafından zina cezasının kararı verilmiş ve hükme bağlanmıştır. Ama bu müfteriler ille de Allah'a din öğretecekler. (Hucurat-16) Şia ve Ehl-i Sünnet dininde Kur'an'la çelişmeyen ve Kur'an'a aykırı olmayan ictihad yoktur. "Zina eden kadın ve zina eden erkeğe yüz celde vurun. Allah'a ve âhiret gününe imanınız varsa, Allah'ın dini konusunda acıma duygusu sizi almasın. Müminlerden bir grup da cezalarına şâhid olsun"(Nur-2)Zina etmenin cezasının yüz celde olduğu âyette açık ve net olarak görülüyor. Âyette geçen "celde" kelimesi, cildi incitecek, iç uzuvlara zarar vermeyecek şekilde değnekle vurmak demektir. Şia ve Ehl-i Sünnet dininin namus anlayışı ile Kur'an'ın namus anlayışı birbirinden çok farklıdır. Zinanın ispatı için âyette (Nur-13) dört şahidin gerekli görülmesi, bu işin toplumda yayılmasını engellemeye yöneliktir. Yoksa İslam'da esas olan mülkiyetin dokunulmazlığı ve mahremiyet ilkesidir. Gizli olarak zina edenlerin dört kişi tarafından görülmeleri imkansız bir durumdur. En doğrusunu yüce Allah bilir, zina cezası (celde), bu fiilin kurumsallaşmasının önüne geçmek için ön görülmüştür. Yani genelevler şeklinde bir yapılanmaya gidilmemesi için verilmiştir. Allah o kadar merhametli ki, cilde vurulacak yüz değnek için "onlara acımanız tutmasın" buyururken, Şia ve Ehl-i Sünnet dini taşlayarak öldürüyor. Şimdi gelin Kur'an cahillerinin iftira ettikleri "recm" (taşlayarak öldürme) uygulamasına bir bakalım. "ÂYET KEÇİ🐐 TARAFINDAN YENİLİYOR"Ehl-i Sünnet'in muhaddisleri "recm"(taşlayarak öldürme)cezasını ümmete kabul ettirmek için ilginç bir hikaye uydurdular. Bu hikâyeye göre keçi tarafından yenildiğinden dolayı metni Kur'an'da yer almayan âyet şöyledir. "Eşşeyhu veşşehatu ize zeneyâ fercumuhumé nekélen minallâhi vallâhu azizun hakim""İhtiyar (evli ve dullar) zina ettiklerinde Allah'tan bir ceza olarak onları recmedin. Allah aziz ve hakimdir"Ehl-i Sünnet dininin âllemelerine göre bu âyet Nebi (a.s) ın eşi Aişe’nin evinde bir sahifede yazılı olarak bulunuyordu. Nebi (a.s) ın vefatından sonra Aişe (radiyallâhu anhe) onun cenaze işleriyle uğraşırken, odaya giren aç bir keçi âyeti yemiştir! Böylece keçi tarafından yenilen âyetin metni yok olmuş, fakat hükmü baki kalmıştır. Evet inanç ve ictihadları budur. "Her ne kadar âyetin metni keçi tarafından yenilmiş olsa da hükmü baki kalmıştır"Dolayısıyla evli ve dullar için Kur'an'da var olan "celde" cezası değil, hâlâ "recm" cezası uygulanıyor. Bu hükmün ve hikayenin doğru olduğunu savunma adına bir çok kitap yazılmıştır. Mesela: Ehl-i Sünnet âlimlerinin "sahih" dediği İbni Mace, Nikâh- 36; dört mezhep imanından biri olan Ahmed bin Hanbel'in 5,131,132,183 ve 6/269) Müsnedin'de bunları bulabilirsiniz. Daha Allah Resulü hayatta iken Allah tarafından tamamlanan ve onlarca sahabenin hafızasında koruma altında bulunan Kur'an’ın âyeti keçinin yemesiyle nasıl ortadan kalkar? Ehl-i Sünnet'in âlimlerinden biri olan İbni Küteybe'ye göre bunun olması mümkündür! Der ki: "Keçi mübarek bir hayvandır! Hud (a.s) ın kavmi “Ad" ve Salih (a.s)ın kavmi "Semud" u ortadan kaldıran "yüce Allah" bir âyetini keçiye yedirerek ortadan kaldıramaz mı ?Türkçeye “Hadis Müdafaası” olarak çevrilen orijinal ismi “Te'vilu Muhteliful Hadis” olan İbni Küteybe’nin eserine bakmanızı tavsiye ediyoruz. Ehl-i Sünnet'in muhaddisleri ikinci halife Ömer'i de bu keçinin yediği âyetle ilgili hikayeye âlet etmeyi ihmal etmemişler. Güya Ömer demiş ki: "İleride bazı kişiler çıkacak ve "recm cezasını Allah'ın kitabında bulmuyoruz" diye recmi inkar edeceklerdir! İşte bu kişiler okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklardır! "Eğer insanların “Ömer Kur'an’a ilave yapıyor” demelerinden korkmasaydım recm âyetini Kur'an’a yeniden eklerdim!Ömer'in bu söylediklerini Ehl-i Sünnet'in en önemli altı hadis kaynağından (kütüb-ü sitte) üçü olan Buhari-93/21; Müslim-Hudud, 8/143 ve Ebu Davud-41/1) rivayet etmiştir. "Zina yapan Maymunların "recm" edilmeleri" rivayetine bir göz atalım. Keçi rivayetleriyle yetinmeyen muhaddis ve müctehidler görüşlerini takviye etmek için Maymunlardan da bir hikaye rivayet ettiler. Rivayete göre: "Maymunlar, kendi aralarında zina eden iki maymunu yakalayarak "recm" ettiklerini, sahabeden birinin de "zina yapan Maymunların" "recm" edilme olayına katılarak bu kutsal görevde onlara yardımda bulunduğu iddia edilmiştir. Yani "recm" cezasını uygulamayan müminlerin, Maymunlardan daha aşağı bir konumda oldukları anlatılmaya çalışılmıştır. Ehl-i Sünnet âlimleri son vahyin tarihinde bu saçma sapan ve akılsızca rivayetleri kabul etmeyen vahiy ehli muvahhidleri tekfir etmiş ve "Buhari ve Müslim'in bir hadisini bile inkar edenin dinden çıkacağını" söylemişlerdir. Ehl-i Sünnet'in önemli âlimlerinden Kurtubi de, "Ahzab süresi’nin sonunda "recm" âyetinin mevcut olduğunu, üçüncü halife Osman’ın bunu mushafa kaydetmediğini" iddia etmiştir. RECM'İ KABUL EDENLER VE GEREKÇELERİ:"İslam hukukunda recm cezası olduğunu ileri sürenler de görüşlerini birden fazla gerekçeye dayandırmışlardır. Her şeyden önce Hz. Ömer'in sözünü ettiği recm âyetinin lafzı mensuh olsa dahi hükmü bakidir. Ayrıca Hz. Ömer'in minberde recm âyeti ile ilgili konuşmasına sahabeden bir itiraz gelmediğinden bu hususta suküti (karşı görüş olmaması dolayısıyla) icma oluşmuştur. İkincisi, Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli ve Şii hukukçuların çoğunluğuna göre recm, Hz. Peygamberin sözü, fiili ve tevatüre yakın haberlerle sabittir. Hz. Peygamberin sünneti ile Kur'an'ın bir hükmü tahsis edilmiştir. Ayrıca ashab ve tabiin'de bu konuda icma etmiştir.Gerçekten Kur'an'da pek çok hüküm genel olarak gelmiştir.Daha sonra bu hükümler sünnetle tahsis veya takyid edilmiştir. Mesela: Hırsızın elinin Kur'an'a göre en küçük bir şey çaldığında dahi kesilmesi gerekirken sünnet bunu takyit ederek miktarını belirlemiştir.Keza namazın vakitleri, rekatları, zekatın hangi maldan ne kadar verileceği, ölü hayvan eti yemenin yasaklığının kara hayvanlarına tahsisi hep Hz. Peygamberin tahsis ve takyit yetkisi çerçevesinde konulan hükümlerdir.Bu durumda genel olarak zina edenlere sopa cezası verileceğini hükme bağlayan âyet, bekarlara tahsis edilmiş, evlilere ise recm uygulanacağı Hz. Peygamber tarafından hem ifade edilmiş hem de uygulanmıştır.Keza Şafii'ye göre de celde âyetinden sonra Hz. Peygamber Allah'tan aldığı bir emir (vahyi gayri metlüv) ile zina eden evlilere recmi uygulamıştır. Hz. Peygamberin zina eden Yahudilere Tevrat'ın hükmü olarak recmi uyguladığı doğru olmakla birlikte daha sonra zina eden muhsan Müslümanlara kendi içtihadi ile recm uygulamıştır. İkisi de ilahi olan dinlerin hükümleri arasında bu tür benzerliklerin olması tabiidir.Şu kadar var ki birisinde kitaba giren husus diğerinde peygamberin söz ve uygulaması ile sabit olmuştur. Doğrusu değişen bir şey olduğu söylenemez. Sahabi ravilerin recmi bizzat görerek naklettikleri anlaşıldığından Maiz, gamidli kadın ve Asif'in recminin celde âyetinden sonra olduğunun anlaşılması ve sahabe ile tabiinin recmi uygulamaya devam etmeleri recmin celde âyetinden sonra da uygulandığı hususundaki kanaati güçlendirmektedir. Bu sebeple recmin celde âyetinden önce mi sonra mı olduğu hususunda herhangi bir şüphe kalmamıştır. Hz. Peygamberden "zina eden evlilere yüz sopa ve recm, bekarlara ise yüz sopa ve bir yıl sürgün" cezası verileceğine ilişkin rivayetten hareketle Hz. Ali zina eden evli bir kadına önce sopa vurup sonra da recm ettikten sonra "Allah'ın kitabına göre sopaladım, Hz. Peygamberin sünnetine göre de recm ettim" demesinden hareketle İslam hukukçuları recmle birlikte sopa vurulup vurulmayacağı hususunda farklı fikirler ileri sürmüşlerdir. İbni Abbas, İbni Mesud, Übey bin Kâb, Ebuzer, Hasan Basri, İshak bin Rahuye, İbn-i Hanbel ve Davut ez- Zahiri de önce sopa sonra recm cezası verilir.Cumhur'a göre ise, Hz. Peygamber, söz konusu hadise rağmen sadece recm uygulamıştır.Bu nedenle ayrıca sopaya gerek yoktur. İslam tarihi boyunca da cumhur'un görüşü uygulanmıştır.(e-akademi, hukuk, ekonomi ve siyasal bilgiler aylık internet dergisi.Makale: İslam hukukunda recm cezası Doç. Dr. Osman Kaşıkçı) Her şey geliyor Kur'an'a iman etmeye ve Kur'an'ın bilinmesine dayanıyor. Kur'an bilinirse akıl ve mantık, fikir ve sorgulama, ilim ve hikmet devreye girer. Kur'an'a itibar olmazsa yani Kur'an'dan yüz çevrilirse insan hayvanlardan daha aşağı bir dereceye mahkum olur. (Furkan-44; Enfal-22) Nisa süresi 25.âyette bulunan bir cümle Ehli Sünnet ve Şia'nın uydurdukları "recm" cezasını tek başına çöpe atmaya yeterlidir. "...cariyeleriniz evlendikten sonra bir huhuş yaparlarsa onlara hür kadınların cezasının yarısı uygulanır..." (Nisa- 25)Şimdi can alıcı soru şu: "Hür kadınların cezası "recm" yani ölüm ise, cariyelere ölümün yarısı nasıl uygulanacak? Yüzlerce âyet var ki, din ve hüküm olarak Kur'an'ın yeterli olduğunu, din için başka hiçbir kaynağa ihtiyaç bırakmadığını ortaya koyuyor. Kur'an, fırka ve mezhepleri dinde parçalanma ve dağılma, ihtilaf ve kargaşa, fitne ve fesat olarak görmektedir. (En'am-159; Âli İmran-103/106; Rum-30,31,32) Ehl-i Sünnet âlimlerine göre "recm" cezası şöyle gerçekleşir. "Taşlanarak öldürülecek kadın açılan bir çukurun içine yarıya kadar gömüldükten sonra nohut büyüklüğünde çakıl taşları ile "recm" edilir""Zina eden erkek ise ayakta taşlanır" ( Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı- 7/97 ) Sonuç: Maalesef Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin Kur'an'a karşı cehaletlerinden dolayı tamamen şirk olan mezhep ve fırkalar sürekli olarak övüldü ve yüceltildi. Mezhep şirkine karşı çıkma ümmi insanlara "din ve Resul düşmanlığı" olarak lanse edildi. Mezhepsizlik bir övünç kaynağı, hanif müslüman olmayı temsil ederken, cahil halka hakaret unsuru olarak gösterildi. Ölü gönülleri dirilten, manevi hastalıklara şifa ve hidayet kaynağı olan Allah'ın kitabı ise ölülere ve mezar taşlarına layık görüldü. Rivayet ve ictihadlarla öyle bir din inşa edildi ki, bu din sadece Kur'an'ın düşmanı yapılmadı. Bu şeytanların ve tağutların dininde akıl ve mantık, ilim ve hikmet, icad ve yetenek, sanat ve sorgulama da hedefe kondu. Bu batıl ve küfür dini tamamen fosillerin inanç ve ictihadlarına mahkum edildi.4-) Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu isbat için) dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini ebediyen kabul etmeyin yani onlar fasıkların ta kendileridir. 5-) Ancak bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar müstesnadır. Şüphesiz ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.
13 Nisan 2022 Çarşamba
SABIR ve SALÂT'I İKÂME(37.YAZI) Sabır da, salât dediğimiz bağlantının içindeki önemli ve sürekli araçlardan birisidir. Bağlantısından emin olanların davalarında kararlılıkla mücadelelerine devam etmeleri demektir. Sabır başa gelene razı olup da oturup hiç bir şey yapmadan beklemek değildir. Tüm güçlüklere rağmen motivasyonunu sağlam tutmak ve dayanıklı olmaktır.Sabır, dayanıklılık ve kararlılık demektir. "Sabırla ve salâtla yardım dileyin. Şüphesiz bu hûşûlu olmayanlara büyük (çok zor) gelir" (Bakara-45) İmanı olmayan (sabırlı) dayanıklı olamaz. Dayanıklı (sabırlı) olmayan salât'ı önemsemez. Davasında dayanıklı olmayana salât'ı sağlam tutmak (bağlantısını ayakta tutmak) da salât'a (vakitli cuma salâtına) katılmak da çok zor gelir. Salâtı olmayanın da istianesinin (Allah'tan yardım dilemesinin) içi zaten boştur. "Ey iman edenler, sabırla ve salât'la istiâne edin. Şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir" (Bakara-153) Yüce Allah davasında dayanıklı olanlarla beraberdir. Maymun iştahlıların, zora gelmeyenlerin, bilgiyle üstünlük taslama heveslilerinin, sözünde durmayanların ve acelecilerin tutumlarında sabır (dayanıklılık) yoktur. "… Salâtı ikame eden, zekât'a gelen yani … Sözüne vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve genel hastalık (pendami) zamanlarında sabredenlerin tutumlarıdır. İşte sadık olanlar ve muttaki olanlar onlardır" (Bakara-177) Şartların zorlaştığı zamanlarda bile davasından vazgeçmeyip kararlı ve dayanıklı olanlar davasına sadık olanlardır. Davasına sadık olanlar onu gerçekten doğrulayanlardır. Sabırla ilgili örnek âyetlerle devam edelim… Onların hepsinde sabrın “kararlılık” manasını göreceksiniz. "... Takva sahipleri için Rableri indinde içinden nehirler akan devamlı kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsini üstünde) Allah'ın rızası vardır. Allah kullarını çok iyi görür.(Bu nimetler)" Ey Rabb'imiz! İman ettik; bizim günahlarımızı mağfiret eyle, bizi ateş azabından koru diyen" sabredenler, sâdık olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve seher vakitlerinde istiğfar dileyenlerindir" (Âli İmran-15, 16, 17) "Gündüzün iki ucunda gecenin de ilk saatlerinde salât'ı ikâme et. Çünkü güzellikler kötülükleri giderir. Bu öğüt almak isteyenlere bir zikirdir yani sabırlı ol. Çünkü Allah güzel ahlak sahiplerini mükafatlandıracaktır" (Hud-114, 115)"Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri tezekkür eder. Onlar Allah'ın ahdine vefa gösteren yani verdikleri sözü bozmayanlardır. Yani onlar Allah'ın onunla birleştirilmesini emrettiği şeyleri birleştiren Rablerinden korkan ve kötü hesaptan endişe eden kimselerdir. Yani onlar Rablerinin yüzünü (rızasını) isteyerek sabreden, salât'ı ikâme eden, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık olarak infak eden ve kötülüğü güzellikle giderenlerdir. Bu diyarın güzel sonucu işte bunlar içindir" (Râd-19,20,21,22) "Andolsun, onların söylemekte oldukları şeylerden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz. Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol yani yakîn sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et" (Hicr-97, 98, 99) "Şu halde onların söylediklerine karşı sen sabırlı ol…" (Tâhâ-130) "Ehline salât'ı emret ve onun üzerine sabırlı ol…" (Tâhâ-132) "...Sizin ilahınız bir tek ilahtır. Öyle ise, sadece ona teslim olun.(Ey Resül!) ihlaslı insanları müjdele! Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen ve kendilerine isabet eden musibetlere sabreden yani salât'ı ikâme eden ve rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir" (Hac-34,35)"Onlara (Kur'an) okunduğu zaman: ona iman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş haktır. Esasen biz daha önce de müslüman idik, derler. İşte onlara sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü güzellikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler"(Kasas-53,54) "Ey oğlum! Salât'ı ikâme et yani maruf'u emret ve münkerden nehyet ve sana isabet musibetlere sabret. Muhakkak ki bunlar, azmedilmesi gereken önemli işlerdendir"(Lokman-17) Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et"(Kaf-39)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(183. YAZI)Müminun Süresi 91-) Allah evlât edinmemiştir yani O’nunla beraber hiçbir ilah da yoktur. Aksi takdirde her ilâh kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri diğerine üstünlük kurmaya çalışırdı. Allah, onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir. 92-) Allah, gaybı da şehâdeti de bilendir. O, şirk koştukları şeylerden yücedir. 93,94-)(Ey Resül!) De ki: "Rabbim! Eğer onlara yöneltilen tehdidi mutlaka bana göstereceksen; Rabbim! Bu durumda beni zalimler topluluğunun içinde kılma!" 95-) Yani onlara yönelttiğimiz tehdidi sana göstermeye elbette kadiriz. 96-) Sen, kötülüğü en güzel bir şekilde def'et. Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyi çok iyi bilmekteyiz. 97-) Ve de ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! 98-) Yani onların yanımda hazır bulunmalarından sana sığınırım Rabbim! 99-) Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında: "Rabbim! der, beni geri gönder;" 100-) "Ta ki terkettiğim hayatta salih amel yapayım." Hayır! Bu onun ağzından çıkan (boş) bir laftan ibarettir yani onların gerisinde yeniden dirilecekleri güne kadar (süren geri dönmeye engel) bir berzah vardır. (Âyette "terkettiğim hayatta salih amel yapayım" denilmesi önemlidir. Yani insanı âhirette salih amelden başka hiçbir şey kurtaramaz.) Tefekkür, tezekkür, tefekküh, tedebbür ve aklı kullanma (taakkul) olan "hasenât" haricindeki herşey başkalarıyla ilgili "salihât" yani "ameli salih" kategorisine girer. Dolayısıyla salât dahi insanın kendisinden başkalarıyla ilgili salih ameller grubuna giren bir fiildir. Sadece tebliğ makamında olan Nebi, Resül ve muvahhid müminler gece salâtını müşriklerle mucadele ve iman edenlere tebliğ için yaparlar.Yani gece salât'ı hem "hasenât" hemde "salihât" kısmına giriyor.) 101-) Sûra üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır yani birbirlerini arayıp sormazlar. 102-) Artık kimlerin (sevap) tartıları ağır basarsa, işte bunlar kurtuluşa erenlerdir. 103-) Ve kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da nefislerini husranda bırakanlardır; (çünkü) devamlı cehennemdedirler. 104-) (Orada onların) yüzlerini ateş yalar. Öyle ki (ateşin) içinde (dehşetten dudakları gerilir de) dişleri açıkta kalır. 105-) Size âyetlerim tilâvet edilirdi de, siz onları yalanlardınız değil mi? (101.âyetten itibâren yukarıdaki âyete kadar dikkatli bir şekilde baktığımızda, âhirette ilk sorgunun "âyetlerin yalanlanması hakkında" olduğunu görüyoruz.) 106-) Derler ki: Rabbimiz! Şâkiliğimiz bize gâlip geldi; biz, bir sapkınlar topluluğu idik. 107-) Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek, biz zalimiz 108-) Buyurur ki: Alçaldıkça alçalın orada! Yani bana karşı artık konuşmayın! 109-) Zira kullarımdan bir fırka: Rabbimiz! Biz iman ettik; öyle ise bize mağfiret et; bize merhamet et! Çünkü sen, merhametlilerin en hayırlısısın, demişlerdi. 110-) İşte siz onları maskaraya aldınız; sonunda onlar (maskaraya almanız) size zikrimi (Kur'an'ı) unutturdu yani siz onlara gülüyordunuz. 111-) Bugün ben onlara, sabrettiklerinin mükafatını verdim; onlar, başarıya erenlerdir. 112-) (Allah:) "Yerde aded olarak kaç sene kaldınız?" diye sorar. 113-) "Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. Sayanlara sor" derler. 114-) Buyurur: Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız! 115-) Sizi abes olarak yarattığımızı yani sizin bize geri döndürülmeyeceğini mi hesap ettiniz? 116-) Hak melik olan Allah, çok yücedir. O’ndan başka ilâh yoktur, O, kerim Arş’ın Rabbidir. 117-) Yani her kim Allah ile beraber diğer bir ilâha dâvet ederse, -ki bu hususla ilgili hiçbir burhanı yoktur- o kimsenin hesabı ancak Rabbinin indindedir. Şurası muhakkak ki kâfirler iflah olmayacaklardır. 118-) Ve de ki: Rabbim mağfiret ve merhamet et yani sen merhametlilerin en hayırlısısın.(Müminun Süresinin Sonu)
11 Nisan 2022 Pazartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(182.YAZI) Müminun Süresi62-) Biz hiç nefse gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız ve nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır yan onlar zulme uğramazlar. 63-) Hayır, onların kalpleri bu hususta şaşkınlık içindedir yani onların bundan öte birtakım (şirk) amelleri vardır ki, onlar bu amelleri sürekli yapar dururlar. 64-) En nihayet, refah ve bolluk içinde olanlarını azapla aldığımızda, birde bakarsın ki onlar feryat ederler. 65-) Bugün boşuna feryat etmeyin! Siz bizden asla yardım göremeyeceksiniz! 66,67-) Andolsun ki âyetlerim size tilâvet edilirdi de, siz, buna karşı kibirlenerek geri dönüyor, baş kaldırarak, musamere yaparcasına hezeyanlar savuruyordunuz. 68-) Onlar bu sözü (Kur’an’ı) hiç tedebbür etmiyorlar mı? Yoksa kendilerine, daha önceki atalarına verilmeyen bir şey mi geldi? (Âyette geçen "tedebbür" "âyetlerin arkada planda kalan manaları" demektir. Bazı yerlerde ön planda olan mana ile arka planda kalan mana aynı âyetin içinde yer alırlar. 69-) Yoksa Resüllerini henüz tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar? 70-) Yoksa onda bir cinnet olduğunu mu söylüyorlar? Hayır; o, kendilerine hakkı getirmiştir fakat onların çoğu haktan hoşlanmamaktadırlar. 71-) Eğer hak, onların hevalarına tâbi olsaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunanlar fesada uğrayıp yok olurdu. Hayır, biz onlara zikirlerini getirdik; fakat onlar kendi zikirlerine sırt çevirdiler. (Âyette geçen zikir, şan ve şeref değildir. Onların inanç ve fıtratları, ahlak ve karakterleri, fıtrat ve cibilliyetlerini anlatan hidayet ve hayat kitabıdır. Yoksa Mekke müşriklerinde ne şan ne de şeref mevcuttu.) 72-)(Ey Resül!) Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabbinin mükafatı daha hayırlıdır yani O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. 73-) Gerçek şu ki sen (bir Resül olarak) onları (vahiy'le) sırât'ı müstakime dâvet ediyorsun. 74-) Ahirete inanmayanlar ise, sırattan sapanlardır. 75-) Yani onlara merhamet edip de içinde bulundukları sıkıntıyı kaldırsaydık, iyice körleşerek taşkınlıkları içinde direnip dururlardı. 76-) Andolsun, biz onları azapla yakaladık da yine Rablerine boyun eğmediler yani tazarru da bulunmadılar. 77-) En nihayet üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada ümitsiz kalmışlardır! 78-) O, sizin için kulaklar, gözler ve gönüller inşâ edendir. Ne de az şükrediyorsunuz! 79-) Ve O, sizi yerde türetip çoğaltandır ve O’na (dönüp) haşrolunacaksınız 80-) Yani O, dirilten ve öldürendir; gecenin ve gündüzün ihtilâfı da O’nun eseridir. Hâla aklınızı kullanmaz mısınız! 81-) Buna rağmen onlar, öncekilerin dediklerininin aynısını dediler. 82-) Dediler ki: Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?83-) Gerçekten, gerek bize, gerekse daha önce atalarımıza böyle bir vaadde bulunuldu; (fakat) bu geçmiştekilerin masallarından başka bir şey değildir! 84-) (Ey Resül!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir? 85. "Allah’a aittir" diyecekler. Öyle ise siz hiç tezekkür etmez misiniz! de. 86-) Yedi kat göklerin Rabbi yani azim Arş’ın Rabbi kimdir? de. 87-) "Bunlar da Allah’ındır" diyecekler. Şu halde siz Allah’tan korkmaz mısınız! de. 88-) Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu (mülkiyeti) kendisinin elinde olan yani her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir? diye sor. 89-) "Bunların hepsi Allah’ındır" diyecekler. Öyle ise nasıl olup da sihirleniyorsunuz? de. (Yukarıdaki âyetler müşriklerle ilgili oldukları açıktır. Müşrikler yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığına iman ediyorlardı. Fakat mezhepçi müşrikler gibi dinde tek hüküm kaynağının indirdiği vahiy olmadığına iman ediyorlardı. "Öyle ise nasıl olup da sihirleniyorsunuz" denilmesi bundandır. Onların sihirlenmeleri "evliya ve ilâhlarına olan bağlılıkları" anlamına gelmektedir. Aynen Şii ve Sünni din adamlarının hadis ve fıkıh kaynaklarına olan bağlılıkları gibidir. Said Nursi'nin yalanlarla ve iftiralarla şakirtlerini sihirlediği gibi. Onlar buna eşsiz ilim derken, yüce Allah buna sihir demektedir.) 90-) Andolsun ki, biz onlara hakkı getirdik; onlar ise (uydurdukları şeylerle) yalancı oldular.
10 Nisan 2022 Pazar
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (19.YAZI) Yüce Allah’ın bizden istediği salât namaz değil, öğrenim ve dayanışma idi. Sonuçta saptıranlar din adamları sapanlar da ümmetin ümmileri olmuştur. Yüce Allah, bu vahim ihaneti affetmedi. Emevi ve Abbasilerin arkasından giden din adamları kendilerine tâbi olanları zelil ve perişan ettiler. Avrupalılar da haklı olarak dünyanın gücüne, eğitimine, siyasetine, parasına ve refahına hakim oldular. Çünkü salât'ı ikâme etmek yüce Allah’ın değişmez ve değitirilemez sünnetiydi.İnsanlardan istediği en önemli yasalarından birisiydi.Salat, evrensel ahlak sistemiyle uyumluydu.İnsanların ihtiyaçlarını karşılamaya yeterliydi.Dolayısıyla bunu yerine getirenler nimete nail oldu. Geleneksel dinin taklitçileri de, kafalarından ürettikleri sanal Nebi sünnetiyle salat'a, namaz diyerek kendilerine hiç bir faydası olmayan sanal bir ibadetin peşine düştüler. Yani Yahudilerin, Hristiyanların, Şiilerin ve Sünnilerin ilahları da, Resülleri de, kitapları da, din ve imanları da sanaldır bir yanılsama bir hayaldir. Salât'ın amacı; hurafeyi ve Allah’a atılan iftirayı darmadağın etmek, hatta bir daha dirilemeyecek şekilde yok etmektir. Aslında uydurma dinle salâttan başka hiç bir şeyle mücadele edemeyiz, çünkü insanlara vahiy'le zihinsel destek yani Kur'an'ın ilmini ulaştırmazsak itikâdi tehlikelerden kendilerini koruyamazlar. Onun için yüce Allah, Musa (a.s) a "zikrim için salât'ı ikâme et" (Tâhâ-14) buyuruyor. Ama maalesef Nebi (a.s) dan hemen sonra iman edenlerin saltanat gafleti, vahye sığınmayışları yani ete kemiğe bürünmüş şeytanların ve tağutların zihinsel oyunu ile ümmet fenâ halde aldatılmıştır. Şii ve Sünni mollalar salât'ı namaza döndürerek, vahiy'den yüz çevirmişlerdir. Salât'ın bir anlamı da insanları olgunlaştırma ve erdemli bireylere ulaştırmasıdır. Biz iddia ediyoruz; “salât” ın namaza evrilmesi, orijinal ve organik vahiy dininin anlaşılmasını imkansız kılmıştır.Şii ve Sünni dünyada en büyük ve en karanlık cehalet Kur'an'a karşı olan cehalettir. Bu kapkaranlık dünyada, din adamları, Kur'an'ın en basit kavramlarından habersizdir. Ama aslında her şey Kur'an'ı bilmeye gelip dayanıyor. Kur'an anlaşıldığı zaman, onun basiretiyle rivayetlerin karanlık dünyasını görürüz. Kur'an'ı hakkıyla okuduğumuz zaman, ümmetin içine düştüğü korkunç durum, insanların nasıl bir felakete mahkum edildiğini anlarız. Müşriklerin Mekke kutsallarına yaptıkları ritüelleri yada bu ritüelleri yaratıcıya uyarlayan yahudilerin tapınmalarını “Rabbimiz sanki kendisine yapılmasını istiyormuş ” gibi bir algı yaratılmıştır. Sünnilik dendiği zaman, akla Ümeyyeoğulları yani Emeviler gelmesi gerekiyor. Şiilik denildiğinde ise, akla İran'ın kadim dini olan Mecüsilik akla gelmesi gerekiyor. Emevi ve Abbasi mezhep rivayetlerinin kirliliğine izin vermeyen, aklı temiz tutan müvahhidler, salâtın namaz olmadığını fark etmeleri gerekiyor!Bin yıldan beri gelen namaz, evrensel hanif dine cezbedici bir özelliği var mıdır? Yoksa akıllı ve mantıklı insanları fıtrat olan hanif dinden uzaklaştırıcı bir özellik mi taşıyor? Namaz algısı, Kur'an eğitimini (salât'ı ikameyi) engelliyor mu engellemiyor mu?Neden en çok namaza değer verenler en büyük Kur'an cahili oluyorlar? Şu dünya hayatında vahiy'den daha önemli bir şey var mıdır? Namaz kılanlar neden Kur'an'ı anlayamıyorlar. Cevap: Evet! Namaz algısı Kur'an'dan uzaklaştırıyor ve onun anlaşılmasını engelliyor. Bunu görmek için namaz kılanlara bakmanız yeterli!Arabından Acemine, Türkün'den Kürdüne kadar hiç birinin Kur'an'la en ufak bir bağlantısı yoktur. Bırakın bağlantıyı, Kur'an diyenleri bir vebalı gibi, en tehlikeli bir mikrop olarak görüyorlar. Halbuki bir insanın ustası ne kadar kaliteli olursa, çırak o oranda kaliteli olacaktır. Öğretmeni Allah olan ile öğretmeni şeytan olan bir olur mu? İşte yüce Allah’ın Kur'an'da buyurduğu ile rivayetlerin ve mezhep müçtehidlerinin yalanları arasında bu kadar büyük bir fark uzun bir mesafe vardır. Kur'an'ı Mübin'de doksan dokuz yerde geçen salât konularını incelediğimizde şu âyetler dışında kalan âyetler zihinsel destek alma olan öğrenim ve eğitimle ilgili olarak görülüyüyorlar. Sırf “dayanışma” ile ilgili ayetler: Bakara- 110; Enfal- 35; Tevbe- 84- Hac- 35; Müddessir- 43, Maun- 4. olup toplam 6 tanedir. Kalan doksan üç tanesi eğitim ve öğretimle doğrudan alâkalı olduğu gibi maddi yardım ve dayanışmayı da içinde barındırır.Destek; ilk önce bilgide yani eğitimde, sonra inançta başlar. Her eylemin ilk kuluçkası edindiği bilgidir. İnsanlar bilgileri nisbetinde değişik inançlara sahip olurlar. Sonra mensup olduğu dinin gereklerini öğrenmiş olduğu bu bilgi çerçevesinde yaparlar. Bu bakımdan bilgi desteği almak salât oluyor. “Bilgi desteği” olmadan salât olmaz. Şayet salât Kur'an'ın ortaya koyduğu gibi anlaşılsaydı, bugün dünya maddi manevi en az yüz yıl daha ilerde olacaktı.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(181.YAZI)Müminun Süresi31-) Onlardan sonra başka bir medeniyet inşâ ettik. 32-) Onlar arasından kendilerine: "Allah’a ibadet edin. Sizin O’ndan başka bir ilâhınız yoktur. Hâla Allah’tan korkmaz mısınız?" (mesajını ileten) bir Resül gönderdik. 33-) Onun kavminden, kâfir olup ahirete kavuşmayı yalanlayanlar yani dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler: "Bu, dediler, sadece sizin gibi bir beşerdir; sizin yediğinizden yiyor ve sizin içtiğinizden içiyor." 34-) "Yani, sizin gibi bir beşere itaat ederseniz, sizler mutlaka hüsranda kalırsınız" 35-) "Size, öldüğünüz yani toprak ve kemik yığını haline geldiğinizde, mutlak surette sizin (kabirden) çıkarılacağınızı mı vâdediyor?" 36-) "Hayhât hayhât, bu size vaâdedilen (öldükten sonra yeniden dirilmek, gerçek olmaktan) çok uzaktır!" 37-) "Hayat, şu dünya hayatımızdan ibarettir. (Kimimiz) ölürüz, (kimimiz) yaşarız; bir daha diriltilecek de değiliz." 38-) "O, Allah hakkında yalnızca yalan yere iftira eden bir adamdır yani ona iman etmiyoruz" 39-)(O Resül:) Rabbim! yalanlamalarına karşılık bana yardım et! dedi. 40-)(Allah:) Az zaman sonra pişman olarak sabahlayacaklar! buyurdu. 41-) Nitekim, onları hak olan korkunç bir ses yakalayıverdi! Kendilerini hemen sel süprüntüsünün önündeki çöp gibi kıldık. Zalimler kavmine (Allah'ın rahmetinden) uzak kalın denildi. 42-) Sonra onların arkasından başka medeniyetler inşâ ettik. 43-) Hiçbir ümmet, ecelini (yok oluşunu) ne öne alabilir, ne de erteleyebilir. (Kur'an'a göre, aynı zaman ve aynı coğrafyada yaşayanlara ümmet denir.Ümmet, günümüzde kullanılan ulusal birlik ve vatandaşlıklık anlamına gelmektedir. Aynen insanlar gibi kavim ve medeniyetlerin de yani ümmetlerin de bir ömürleri vardır. Zulüm ve istibdat başladı mı onlar için sonun başlangıçı olur.) 44-) Sonra ard arda Resüllerimizi gönderdik. Her ümmet, kendilerine gelen Resülü yalanlamıştı; biz de onları birbiri ardından yok ettik yani onları (nesiller boyu) dillerde anlatılan ibretlik hikayeler kıldık. İman etmeyen kavim (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun. 45,46-) Sonra âyetlerimizle ve apaçık bir sultanla (delil) Musa ve kardeşi Harun’u Firavun’a ve ileri gelenlerine gönderdik. Onlar ise kibire kapıldılar yani yücelik taslayan bir kavim oldular.(Harun (a.s) İsrailoğullarına Nebi, Musa (a.s) ın isteği üzerine Musa (a.s) ile birlikte Firavun'a Resül olarak gönderilmiştir. Yani Harun (a.s) esasında Nebi'dir.) 47-) Bu yüzden (Firavun ve ileri gelenler) dediler ki: Kavimleri bize ibadet ederken, bizim gibi beşer olan iki adama hiç iman eder miyiz? 48-) Böylece ikisini yalanladılar ve bu sebeple helâk edilenlerden olmuşlardı. (Kur'an'da "tekzib" "yalanlama" yüce Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılmıştır. "Tekzib" hiçbir âyette Nebi bağlamında kullanılmamıştır. Yani Resülün yalanlanması, vahyin dolayısıyla yüce Allah'ın yalanlanması anlamına gelmektedir. İkincisi, tekzib yani yalanlama, dil ile yapılan bir şey değildir. Kur'an'da var olan tekzib, inançla, ahlakla, tavırla ve karakterle ilgili bir durumdur. Yani Yahudilerin, Hristiyanların, Şiilerin ve Sünnilerin bütün hadis ve fıkıh kaynakları, vahiy için bir tekzib anlamı taşıyor. Dolayısıyla bu kaynaklarıyla yüce Allah'ın indirmiş olduğu vahyin yeterli olduğuna bir yalanlama ve ona karşı bir isyandır. Yani hepsi şirk ve küfürdür.) 49-) Andolsun biz Musa’ya, belki onlar hidayete gelirler diye, kitab’ı verdik. 50-) Meryem oğlunu ve annesini de (kudretimize) bir âyet kıldık ve onları, yerleşmeye elverişli, su kaynağı bulunan bir tepeye yerleştirdik. 51-) "Ey Resüller! Temiz olan şeylerden yeyin ve güzel ameller işleyin. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyle bilmekteyim." 52-) "Şüphesiz bunlar (anlatılan Resüller) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir ve ben sizin Rabbinizim. Öyle ise bana karşı takvâlı olun" (denildi). 53-) Ne var ki emirlerini kendi aralarındaki kıt'a kıt'a zübürlere böldüler. Her hizib kendilerinde bulunan (inanç) ile sevinmektedir. (Zübür, dini kitaplar anlamına gelmektedir. Davut (a.s) a verilen vahye "Zebur" denilmesi bundan dolayıdır yani din ve imanla ilgilidir. Yukarıdaki âyette Yahudi ve Hristiyan din adamlarına bir gönderme vardır. Yani kendilerine vahiy ve Resüller geldikten sonra, Resüllerin hemen arkasından kendi uydurdukları ve Allah'a izafe ettikleri iftiralarla hak dinlerini şia şia, hizip hizip, mezhep mezhep nasıl böldüklerini ve dinde paramparça olduklarını anlatıyor. Aynı zamanda iftira dinlerinde ısrarla durarak her grup kendi inanç ve mezhebinin en doğru olduğunu inatla savunmaktadır. Şia ve Ehl-i Sünnet de aynı şeyi yapmışlardır yani batıl bir inanca sahiptirler.) 54-) Şimdi sen onları bir zamana kadar şaşkınlıkları ile başbaşa bırak! 55,56-) Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz mal ve oğullar ile kendilerine hayırlar yaymak için yarışıyoruz ? Hayır, onlar işin şuurunda değillerdir. 57-) Rablerine olan huşudan dolayı ürperenler; 58-) Yani sadece Rablerinin âyetlerine iman edenler; 59-)Ve Rablerine şirk koşmayanlar;60-) Yani Rablerine dönecekleri için verdiklerini kalpleri çarparak verenler;61-) İşte onlar, hayırlarda yarışanlardır yani onlar (hedefe doğru) önde olanlardır. (Günümüzde bile yarışmalara "musabaka" denilmektedir. Aslında hayat ve hayırlı amaller bir mümin için musabaka alanı olması gerekiyor. Bu müsabakanın bayrağı da vahiy'dir yani ihlastır yani hanif İslamdır yani sadece yüce Allah'a ibadettir yani başka kitapları ve mezhepleri şirk koşup zihni ve kalbi kirletmemektir. )
9 Nisan 2022 Cumartesi
İBADET NEDİR?Yüce Allah tarafından indirilen ve Resüller tarafından insanlara tebliğ edilen vahyin tek indiriliş sebebi ibadettir. (Hud- 1,2, 26; Yusuf- 40; İsra-23;Yasin 60;Fussilet 14; Ahkaf-21 Tüm Resüllerin kavimlerine tebliğ ettikleri ilke yalnız Allah'a ibadet etmek olmuştur.(Araf- 59,65,73,85; Hud-50, 61, 84; Müminun- 23,32)Kur'an'ın dininde ve dilinde ibadet, atalardan ezberlenmiş ve alışılmış, insanın hayatında olumlu hiçbir etkiye sahip olmayan, belli bazı ritüelleri yapmak değildir. Yüce Allah'ın tüm Nebilere vahyettiği ve Resul misyonuyla ilan ettikleri ilkelerin hepsine birden ibadet denilmektedir.Yani yüce Allah'ın emir ve yasakları arasında ibadet, tüm salih amelleri içine alan çatı katını temsil etmektedir.Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kitaba iman edilmediği sürece yani ihlas elde edildikten sonra yalnız Allah'a yani Kur'an'a teslim (İslam) olunduktan sonra insanların yaptıkları her güzel amel ibadet kategorisine girer.Dolayısıyla bütün meşru işler ve güzel amellerin hepsi ibadet hükmüne geçer.insan her an Rabbi olan yüce Allah ile beraberdir. Geleneksel dinde ibadet denilince insanların aklına sadece namaz, hac, salavat ve umre geliyor. Halbuki insan sürekli olarak ibadet halindedir. Hayatın amacı ve gayesi ibadettir. İnsan yüce Allah'tan bir an bile ayrı kalamaz. "O gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşın üzerine (kudretiyle) istiva edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı yani gökten ineni ve oraya yükseleni bilen yani nerede olursanız olun O sizinle beraber olandır yani Allah yaptıklarınızı görendir. Göklerin ve yerin mülkü onundur yani bütün işler ancak ona döndürülür" (Hadid-4, 5)"Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Yani bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah herşeyi bilendir" (Mücadele-7)İbadet fiziksel olarak yapılan bir şey değildir. Asıl ibadet zihinsel bir olaydır. Kişi gönül ve zihinle Allah'a teslim olmadıktan sonra ona ibadet etmiş sayılmaz.Din ve hüküm olarak Kuran'dan başka kitaplara iman edenler, Allah'a değil, ibadetleri kitaplarına iman ettikleri kişileredir. Bütün vahiy'lerin indiriliş amacı ibadettir. Vahyin önderliğinde Resüllerin ilk emri ibadettir.Yani Allah'tan başkasına kulluk yapmamalarıdır.Mesela: Tarikatçıların namazı Allah'a ibadet mi oluyor? Veya Süleymancıların ibadetleri yüce Allah'a mı gidiyor. Sürekli olarak Risale-i Nur okuyan, indirilmiş kutsal bir kitap olarak ona iman eden nurcular Allah'a ibadet mi ediyorlar? İbadet, vahiy ile ilgili bir durumdur. İbadet, teslim, iman, ihlas ve takva ile ilgili bir durumdur. Muhlis ve Muttaki olmayanın ibadeti yoktur. Yani din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmeyenlerin ibadeti tâbi oldukları tağut ve şeytanlar içindir. Allah'ın kitab'ı yerine Buhari'nin ve Küleyni'nin çöpten topladıkları ile besleneceksin sonra namaz ve ibadetin Allah olacak öyle mi? Kime iman ederseniz, ona ibadet edersiniz. Yani kimin sözleri ve emirleri gönlünüzde taht kurmuşsa, kulluğunuz onadır. Şeyhe iman eden Allah'a ibadet edemez. Mezhebe bağlı olanın ibadeti Allah'a olamaz.İsa (a.s) ın dediği gibi, "İnsan aynı anda hem krala hemde Allah'a hizmet edemez"Kur'an'dan yüz çeviren ibadet diye bir şey yapmamıştır. Muhammed bin İdris, Ahmed bin Hanbel, Numan bin Sabit ve Mâlik bin Enes'in mezhebine tâbi olanlar Allah'a ulaşamazlar. Ben Hristiyanım, Yahudiyim, Şiiyim, Sünniyim diyenlerin ibadeti İslam olamaz. Hayatın hepsi ibadettir yeni hayat ibadetten ibarettir. Bütün be gerçeklerden sonra şimdi biz Şii ve Sünni dine adamlarına ne diyelim?Daha ibadetin hangi anlama gelmeden üç beş ritüele ümmeti mahkum ederek, Kur'an'da var olan yüzlerce emir ve yasağın farkında bile olmamışlar. MESELA: Kur'an'da var olan yüzlerce ibadetten birkaçı şöyledir."Sadece Allah'tan indirilene iman etmek..." (Bakara- 43, 135)"Salât-ı ikâme etmek..." (Bakara-43) "Hakka batılı giydirmemek..." (Bakara-42)"Allah'tan başkasına kulluk yapmamak, anne babaya, akrabaya, yetimlere ve miskinlere güzellik yapmak, insanlarla konuşurken güzel konuşmak..." (Bakara- 83)"Sadece Allah'tan gelen ilme tabi olmak..." (Bakara- 120)"İbrahim'in Nübüvvet makamından destek almak..." (Bakara- 125)"Çocuklara tevhid'i miras olarak bırakmak..." (Bakara-133)"Allah'ın huzuruna sadece ona teslim olarak çıkmak yani Müslüman olarak vefat etmek (Bakara-132; Âli İmran-102) "Allah'ın tevhid ve İslam boyasıyla boyanmak..." (Bakara- 138)"Resüller arasında ayrım yapmamak..." (Bakara- 136, 285) "Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve Nebilere iman etmek, akrabaya, yetimlere, miskinlere, yol evlatlarına, isteyenlere ve özgürlükleri için mücadele edenlere sevdiği maldan vermek, ahidlere vefa göstermek, zor durumlarda sabretmek..." (Bakara- 177)"Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, miskinlere ve yol evlatlarına infakta bulunmak..." (Bakara- 215)"Allah için karz-ı hasen'de yani güzel bir borç vermek..."(Bakara-245)"Gece gündüz, gizli açık infak etmek..." (Bakara- 274)"Riba'dan (tefecilerden) kaçınmak..." (Bakara- 275)"Sadece indirilen vahiye yani yalnız Resule tabi olmak..." (Âli İmran-53) "İbrahim (a.s) ve Muhammed (a.s) ın Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni olmadıklarına iman etmek yani onların hanif Müslüman olduklarını bilmek..." (Âli İmran- 67)"Nebileri rab edinmemek..."(Âli İmran- 80; Tevbe-31) Allah'ın indirdiği İslam dininden başkasını aramamak... "(Âli İmran- 85)"Sevilen mallardan infak yapmak..."(Âli İmran- 92)"Marufu emredip münkerden nehyetmek yani hayırlarda yarışmak..."(Âli İmran- 114 "Bollukta ve darlıkta infak etmek, öfkeyi yutmak yani insanları affetmek..."(Âli İmran- 134)"Kafirlere itaat etmemek..."(Âli İmran-149; Ahzab-1)"İnsanların korkutmalarına karşı," Allah bize yeter o ne güzel vekildir" demek"(Âli İmran- 173) "Allah'ın faziletinden verdiklerinde cimri olmamak..." (Âli İmran-180)"Müşriklerin sözlerine karşı sabırlı olmak..."(Âliİmran-186)"Allah'ın âyetlerini açıklamak yani insanlara duyurmak, onları gizlememek, Allah'ın âyetlerini maddi çıkar için satmamak..."(Âli İmran-187)"İnsanların övgüsünden kaçınmak..."(Âliİmran- 188)"Göklerin ve yerin yaratılması üzerinde tefekkür edip, sürekli olarak Allah'a dua etmek..."(Âli İmran- 190, 191, 192, 193, 194) Kafirlerin ellerinde bulunan maddi imkanlara göz dikmemek..."(Âli İmran- 196)"Takva sahibi olmak..." Âli İmran- 198)"İnsanların mallarından uzak durmak..."(Nisa- 39)"Büyük günahlardan uzak durmak..." (Nisa-31)"Şirk koşmamak yani sadece Allah'a ibadet etmek, ana babaya, akrabaya, yetimlere ve miskinlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın dosta, yol evlatlarına, himaye altında olanlara güzellik yapmak..."(Nisa- 36)"İnsanları cimriliğe teşvik etmemek yeni Allah'ın verdiklerini gizlememek.."(Nisa- 37)"İnfakı gösteriş amaçlı yapmamak..."(Nisa- 68)(Allah'ın verdiği rızıktan infak etmek..." (Nisa-39)"Resül olan Kur'an'a isyan etmemek..." (Nisa-38)"Şirk koşmamak..." ( Nisa- 48,116)"Emaneti ehline vermek..." (Nisa- 58) "İnsanları Allah'ın yolundan yani Kur'an'dan engelleyen din adamlarına iman etmemek..."(Nisa-60)"Yani hüküm olarak Allah'ın kitabından başka kitaba iman etmemek..." (Nisa- 61) "Dinde hakem olarak sadece Resül olan Kur'an'a gitmek..." (Nisa- 65)"Mazlumlar için Allah yolunda savaşmak..." (Nisa- 75) "Âhiretin yanında dünya menfaatinin azlığına kanmamak..."(Nisa-77) "Dinde sadece Resüle itaat etmek..." (Nisa-80) "Güzel bir temenni ile karşılaşınca daha güzeliyle mukabele etmek..." (Nisa-86)"Kıyamet günü Allah'ın manevi huzurunda toplanılacağına iman etmek..."(Nisa-86)"Allah'ın sözünden daha doğru bir olmadığına iman etmek..." (Nisa-87,122) "Hata olması dışında insanın canına kıymamak..." (Nisa-92)"Empati yapmak..." (Nisa-94)"Özgürlük bulunmayan yerden hicret etmek..." (Nisa- 97)"Allah'a istiğfar etmek..." (Nisa- 106-110) "Sadaka vermeye teşvik etmek, maruf'u emretmek, insanların arasını islah etmek..." (Nisa-114)"Salih amellerde bulunmak..." (Nisa-122) "Kendimiz Ana-baba ve akrabamız aleyhinde de olsa adaletten ayrılmamak..." (Nisa- 135; Maide 8) "Kâfirleri veli edinmemek..." (Nisa-139,144)"Tevbe etmek, kendimizi islah etmek sadece Allah'a yani kitabına sarılmak ve dini Allah özel kılmak..." (Nisa-146) "Zulme ve haksızlığa uğrama dışında kötü söz söylememek..." (Nisa- 148) "Allah ile Resüllerini birbirinden ayırmamak yani Resüller hakkında bilgi için sadece Kur'an'a müracaat etmek..." (Nisa-150, 151, 152) "Dinde sapıtmamanın tek yolunun Kur'an olduğuna iman etmek..." (Nisa- 176) "Erdemlilik ve takvada yardımlaşmak, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmamak..." (Mâide- 2)"Daha Resül (a.s) hayatta dinin Allah tarafından tamamlandığına iman etmek..." (Mâide-3) "Salat'ı ikame etmek, zekat'a gelmek (arınmak) Resüllere iman etmek, Allah için güzel bir borç vermek..." (Mâide-12) "İnsanları karanlıklardan aydınlığa Kuran'dan başka hiçbir şeyin çıkarmayacağına iman etmek..." (Mâide- 15, 16) "Kötülüklere karşı iyilikle mukabele etmek..." (Mâide- 28) "Allah'a ulaştırıcı amelleri aramak..." (Maide-35)"Yahudi ve Hristiyan devlet ve din adamlarını veli edinmemek..." (Mâide- 51) "Dini oyun ve eğlence edinenleri veli edinmemek..." (Maide-57) "İnsanları haram yemekten ve kötü söz söylemekten engellemek..." (Maide-63)"İndirilen vahyi tebliğ etmek..." (Mâide- 67) "Kötülüklerden vazgeçirmeye çalışmak..." (Mâide- 79) "Allah'ın helal kıldığı ziyneti ve temiz yiyecekleri haram kılmamak..." (Mâide- 87; Âraf-32) "Dinde sadece Allah'a yani Resüle itaat etmek..." (Mâide- 92) "Ataların dininden uzaklaşmak yani sadece Allah'ın indirdiğine iman etmek..." (Mâide- 104)"Allah hakkında gerçeklerden yani haktan başka bir şey konuşmamak..."(Âraf-105; Mâide- 116 117) "Dinde Allah'tan başka veli edinmemek..." (En'am- 14) "Müşriklerin yalanlamalarına karşı sabırlı olmak..." (En'am- 34) "Son vahiy'le birlikte mucizelere iman etmemek..." (En'am- 35)"Âhirette şefaate iman etmemek..." (En'am- 51)"Zenginlerle fakirler arasında eşit muamele etmek..." (En'am- 52,53,54) "En büyük ibadet şirk koşmamaktır..." (En'am- 56; Kehf- 110; Fussilet-6; Lokman-13) "Din olarak Allah'ın yanında, ötesinde, astında başka bir güç ve otorite kabul etmemek..." (En'am- 79) Dinden konuşurken İbrahim (a.s) gibi delilli konuşmak..." (En'am-83) "İmana zulüm ( hadis- ictihad- mezhep) karıştırmamak..." (En'am- 82) "Sadece Nebi ve Resüllerin vahiy ve tevhid yoluna iktida etmek..." (En'am- 90) "Allah'ı hakkıyla takdir etmek yani din ve hüküm olarak sadece vahiy ile yetinmek..." (En'am- 91) "Sadece Kur'an'a iman etme yani salât'ı muhafaza etme..." (En'am- 92)"Sadece vahye tabi olmak..."En'am-106; Yunus-15, 109; Ahkaf- 9; Ahzab-1,2) "Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kitab'ı hakem etmemek..."(En'am- 114)"Dini fırka ve mezheplere bölmeme (En'am-159; Rum-31-32)"Sadece Rabbimizden indirilene tâbi olma..." (Âraf- 3; En'am- 153, 155)"Allah'ın yanında ötesinde şeytanın süret almış yani şeytanın ete kemiğe bürünmüş hali olan din adamlarını evliya edinmemek..."(Âraf-30) "Sadece Allah Resüllerinin hakkı getirdiklerine iman etmek..."(Âraf- 43) "Kur'an'ın bir ilim ve sistem üzerine detaylandırılmış olarak indiğine iman etmek..."(Âraf- 52) "Yerde fesad çıkarmamak..." (Âraf-56,85)"Kur'an okunduğu zaman onu dinlemek..." (Âraf-204)"İnsanın kendi nefsinde sabah akşam Rabbini anması..." (Âraf-206)"Sadece Allah ve Resülüne itaat etme..." (Enfal-1; Âli İmran- 32,50,132; Nisa- 59; Maide- 92; Enfal-20,46; Tâhâ- 90; Nur- 54,56; Şuara- 108, 110, 126, 131, 144,150,160, 179; Zuhruf- 63; Muhammed-33; Mücadele-13; Teğâbun- 12, 16; Nuh- 3)"Güzel ahlak sahibi olmak..." (Bakara- 58, 195; Âli İmran- 134, 148; Maide- 13, 85, 93; En'am- 84; Araf- 56; 161; Tevbe- 120; Hud-115; Yusuf- 22, 36, 56, 78, 90; Hac- 37; Kasas- 14; Ankebüt! 69; Lokman-3; Saffat- 80, 105, 110,121,131; Zümer- 34, 58; Ahkâf -12: Zariyat- 16; Mürselât- 44; Neml-11; Ahzab- 29; Şura-13) "Ana babaya, akrabaya güzellik yapmak..." (Bakara-83;Nisa- 36; Enam- 151; Nahl-90; İsra- 23; Ahkâf-15; Ankebut- 8)Allah'a güzel bir borç vermek..." (Bakara- 245; Maide- 12; Hadid- 11, 18; Teğabun-17; Müzzemmil-20)"İnfak etmek..." (Bakara- 3, 195, 215, 219, 254, 261, 262, 265, 267, 270, 272, 273, 274; Âli İmran- 17, 92, 117, 134; Nisa- 34, 38, 39; Enfal- 36, 60; Tevbe- 91, 92, 99, 121; Râ'd- 22; İbrahim- 31; Nahl-75; Kehf- 42; Hac- 35; Furkan 67; Kasas- 54; Secde 16; Sebe- 39; Fatır-29; Yasin- 47; Şura-38; Muhammed- 38; Hadid-7, 10; Mümtehine- 10, 11; Munafikun- 7, 10; Teğâbun-16; Talak- 6, 7)"Salih amellerde bulunmak..."(Bakara- 25, 82, 277; Âli İmran- 57; Nisa-57, 122, 124, 173; Mahide- 9,93; Âraf-42; Yunus- 4, 9; Hud- 11, 23; Râ'd- 29; İbrahim-23; İsra- 9; Kehf- 2, 30, 107; Meryem- 96; Tâhâ- 75, 112; Enbiya-94; Hac- 14, 23, 50,56; Nur- 55; Şuara-227; Ankebut-7,9, 58; Rum- 15, 45; Lokman- 8; Secde- 19; Sebe- 4; Fatır-7; Sâd- 24, 28, Mümin- 58; Fussilet- 8; Şura- 22, 23, 26; Câsiye- 21, 30; Muhammed-2,12; Fetih- 29; Talâk-11; İnşikak-25; Buruc-11; Tin-6; Beyyine-7; Asr-3)"Salihât (onarıcı olmak)(Nisa- 34; Kehf- 46; Meryem- 76) "Allah'a yalan yere iftira etmemek..." (En'am- 21,93, 144, 157; Âraf- 37; Yunus- 17; Hud- 18; Kehf- 15, 57; Ankebut- 68; Zümer-32; Saf- 7) "Vahiy ile istikamet sahibi olmak yani zalimlere meyletmemek..."Hud- 112, 113; Şura-15)"Sabretmek (dayanıklı olmak)Âraf- 128; Enfal- 46; Yunus- 109; Hud-49,115; Nahl- 127; Kehf-28; Lokman-17; Tur-48; Müzzemmil-10; Ali İmran-200; Araf-87; Taha-130; Rum-60; Sâd- 17; Mümin- 55,77; Ahkâf- 35; Kâf- 39; Kalem-48; Meâric- 5; Müddessir- 7; İnsan- 24)Allah'ın dununda (yanında- birisinde- altında) ibadet edilecek ve davası güdülecek bir şeyin olmadığına iman etmek..." (En'am- 40, 41 63 Âraf-37, 193, 194, 197,198; İsra- 67, 110; Meryem- 48; Hac- 73; Şuara- 72; Fatır- 13, 14, 40; Saffat- 125; Zümer- 38; Mümin- 40, 42, 43, 66; Şura- 13; Ahkâf- 4; Cin-18; Bakara- 23, 83, 107, 165,166, 167; Âli İmran- 64, 79; Nisa- 117,119; Maide- 76, 116; En'am- 51, 56, 70; Âraf- 3, 30, 37, 194,197; Tevbe- 31; Yunus- 18,66, 104,106, Hud- 20, 101, 109, 113; Yusuf- 40; Rad- 14,16; İbrahim- 10;Nahl- 20, 35,73, 86; İsra- 56; Kehf- 14, 15, 16, 26, 27, 102; Meryem- 48, 49, 81; Enbiya- 24,25, 29, 43, 66, 67, 98; Hac- 12, 62, 71, 73; Furkan- 3, 17, 55; Şuara- 70, 75, 92, 93; Neml- 24, 43; Ankebut- 17, 25, 41; Lokman- 30; Sebe- 22; Fâtır- 13, 40; Yasin- 23,61, 74; Saffat- 22, 23, 85, 86, 95; Zümer-3,15, 38, 43, 45; Mümin-20, 66, 74; Şura- 6, 9 46; Zuhruf- 26, 36, 37, 45; Ahkâf- 4, 32; Kafirun süresi "Allah ile beraber başka evliya ve ilâhlar edinmemek..." (En'am- 19; Hicr- 96; İsra- 22, 39; Müminun-117; Furkan- 68; Şuara- 213; Neml- 60, 61, 62, 63, 64; Kasas- 88; Kaf-26; Zâriyât- 51; Cin-18)"O'ndan başka ilah yok..." (Âraf- 59, 65, 73, 85; Hud-50, 61,84; Müminun-23, 32)"Munafıkların mallarına imrenmemek..." (Tevbe-55, 85) "Müminlere zarar veren, hakkı inkar eden, müminlerin arasına ayrılık sokan ve Allah Resülüne (Kur'an'a) karşı savaşanların mescitlerinde durmamak..." (Tevbe-107, 108) "Marufu emredip, kötülüklerden engellemek..." (Tevbe-112) "Aza çoğa bakmadan infak etmek..." (Tevbe-121)"Allah bana yeter, O'dan başka ilah yoktur, ben sadece ona tevekkül ederim. O yüce arşın sahibidir" demek. (Tevbe 129) "Dünya hayatında Allah ve meleklerinden başka bir şefaatçinin olmadığına iman etmek..." (Yunus-3, 18; Necm-26)" Âhirette ise hiç bir şefaate iman etmemek... " (Bakara- 48, 123 254)"Din olarak vahiy'den başka bütün yolların sapkınlık olduklarına iman etmek.." (Yunus-32, 33, 34, 35) "Kur'an ahlak ve ilminin, hidayet ve rahmetinin dünya malından daha hayırlı olduğuna iman etmek..." (Yunus-57,58) "Hidayet ve sapkınlığın ancak hak olan Kur'an'la belli olucağına iman etmek..." (Yunus-108) "Haram olan cana kıymamak..."(İsra- 33)" Yetimin malına kötü niyetle yaklaşmamak..." "Ahde vefa göstermek..." (İsra- 34) "Ölçü ve tartıda dürüst olmak..." (İsra- 35) "Hakkında bilgi bulunmayan şeyin peşine düşmemek..." (İsra- 36) "Kibir ve gururdan kaçınmak..." (İsra- 37) "Devlet malına el uzatmamak, yolsuzluk yapmamak..." (Âli İmran- 161) "Allah ve Resülüne ihanet etmemek..." (Enfal-27) "Din namına insanlara vahiy'dan başka bir şey anlatmamak..." (İsra- 73, 74, 75; Yunus- 15) Nebi ve Resüllerin insanları sadece Allah tarafından indirilen vahiy'le uyardıklarına iman etmek... " Enbiya -45; Kaf-45) "Din olarak Kur'an'ın yeterli olduğuna iman etmek..." (Maide- 3; Ankebut 50-51; Mâide- 101) "İnsanların sadece vahiy'den sorumlu olduklarına iman etmek..." (Zuhruf- 44) "Zina'ya yaklaşmamak..." (İsra- 32; Furkan- 68) "Dini Allah'a özel kılmak..." (Zümer-2, 3, 11, 12, 13, 14; Mümin-14; Beyyine-5; Nisa-145,146)Sonuç olarak: İBADET: inanç, fikir ve zihinle ilgil bir olaydır. İnsanların yüce Allah'a bağlantıları iman, takva, sevgi, ihsan, ibadet, zihin ve eğitimle ilgilidir. Hiç kimse namaz kılmakla Rabbi ile bağlantı kuramaz ve kuramamıştır. Yüce Allah ile namaz kılanların arasında uzun bir mesafe vardır. Namaz hiç bir zaman insanları Kur'an'a yakınlaştırmamış tam aksine namaza en çok kulluk edenler tarikatçı ve cemaatçi hurafeciler olmuştur.İbadet hiç bir zaman Allah ile bağlantıyı koparmamak, sürekli olarak yüce Allah'ın gözetimi altında olduğumuzun şuurunda olmaktır. Küfürde böyledir. Küfür ve şirk ehli sürekli olarak dinlerini anlatır onun faziletini ve üstünlüğünü savunurlar. Nurcular Said Nursi'yi, tarikatçılar şeyhlerini, cemaatçiler efendilerini, siyasal dinciler liderlerini, Şia ve Ehli Sünnet hadis ve muhaddislerini anlatırlar. İşte bu yaşam tarzının ve inanç sisteminin Kur'an'daki adı ibadet oluyor. İbadet sürekli olan, hiç kesilmeyen, insandan ayrılmayan, gece gündüz onunla olan bir inançtır. Yani namaz ibadet değildir. Onun için yaratılışın tek amacı ibadettir (Zâriyat-56) İşte bundan dolayı vahyin ve Resüllerin yegane gönderiliş amaçları da ibadettir. (Hud-1,2, 26; Yusuf-40; İsra-23; Yasin-60; Fussilet-14; Ahkâf-21)Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen ve Allah yolunda infak edenlerin uykuları bile ibadet sayılır. Her an yüce Allah'ın gözetimi altında olduğunu bilmeyen, günde beş defa Allah'ın huzuruna çıktığına iman edenin ibadeti yoktur.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(180. YAZI)Mü'minûn Süresi, 118 âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Andolsun ki, müminler kurtuluşa ermiştir; 2-) Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler; 3-) Yani onlar boş ve yararsız şeylerden yüz çevirenlerdir. 4-) Ve onlar zekât'ı (arınmayı) yerine getirenlerdir. 5-) Ve onlar ki, ferclerini koruyanlardır. 6-) Ancak eşleri veya yeminlerinde olanlar hariç. (Bunlardan) kınanmış değillerdir.(Arap toplumunda ortada kalan, yetim, korumaya muhtaç olan kız ve dul kadınlara sadece koruma amaçlı nikah kıyılırdı. Sadece himaye yani cinsel ilişki olmaksızın yapılan bir nikahtı. Âyette bundan söz ediliyor. Yoksa köle ve cariyeleri anlatıyor değildir. Bu himaye amaçlı nikah geleneği son zamanlara kadar devam etmiş, yolculuğa ve hacca gidecek olan dul ve yetim kadınlar bu nikah sayesinde koruma altına alınmış oluyordu.) 7-) Yani kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. 8-) Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler; 9-) Ve onlar ki, salâtlarını muhafaza ederler. 10-11) İşte, bunlar devamlı kalmak üzere Firdevs'e vâris olanlardır. 12-) Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. 13-) Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik. 14-) Sonra bu nutfeyi "alaka" olarak yarattık. Bu alakayı da "mudğa" olarak yarattık. Bu "mudga"yı da kemikler olarak yarattık ve bu kemiklere de et giydirdik. Sonra onu bambaşka bir yaratık olarak inşâ ettik. Yaratanların en güzeli olan Allah ne kadar mübarektir. (yaratmada sonsuz bir berekete sahiptir. ) 15-) Sonra, muhakkak ki siz, bunun ardından elbet öleceksiniz. 16-) Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz. (15 ve 16. âyetlere dikkatli bir şekilde bakan, kabir diye bir azabın olmadığını görecektir. Çünkü 15.âyette ölüm, 16. âyette ise, dirilişten söz ediyor. Yani ölümün hemen arkasından dirilme meydana gelecektir. Olay yat ve kalk kadar kısa olacaktır. Teneffüsün ardından ictima olacaktır. Zaman israfı diye bir şey olmayacaktır. Gece yatıyoruz, sabah bizi yaratan, terbiye eden, besleyen, büyüten, merhamet eden Rabbimizin huzurunda uyanıyoruz.) 17-) Andolsun ki biz, sizin üstünüzde yedi yollar yarattık yani yaratmaktan gafil değiliz. 18-) Ve gökten belli bir ölçüde yağmur indirip onu yerin içinde durdurduk (depoladık) yani onu gidermeye de elbete kâdiriz. 19-) Böylece onun (yağmurun) sayesinde sizin yararınıza hurma bahçeleri ve üzüm bağları inşâ ettik yani bunlardan yemeniz için daha birçok meyveler vardır. 20-) Ve Tûr-i Sînâ’da da yetişen bir ağaç daha inşâ ettik ki, bu ağaç hem yağ hem de yiyenlere katık olur. 21-) Ve hayvanlarda da sizin için elbette ibretler vardır. Onların karınlarında olandan size (süt) içiririz. Onlarda sizin için birçok menfaatler daha vardır ve onlardan yersiniz. 22-) Ve onların üzerinde ve gemilerde taşınırsınız. 23-) Ve andolsun ki, Nuh’u kavmine gönderdik de o: Ey kavmim! Allah’a ibadet edin. Sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Takvalı olmaz mısınız? dedi. 24-) Bunun üzerine, kavminin ileri gelen kâfirleri şöyle dediler: "Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir. Sizin üzerinizde bir fazilet kurmak istiyor yani Allah (Resül göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekleri gönderirdi. Biz geçmişteki (din) atalarımızdan böyle bir şey duymadık."(Kur'an'da bir çok âyette geçen "mele kavramı, şirk dininin önderleri yani dinadamları anlamına gelirken "mütref" kavramı ise, devleti idare eden, halk fakirlik içinde kıvranırken kendileri refah içinde yüzen bürokratlar sınıfı anlamına gelmektedir.) 25-) "Bu, yalnızca kendisinde cinnet bulunan biridir. Öyle ise, bir süreye kadar ona katlanıp gözetleyin bakalım.(ne olacak?") 26-) Nuh, Rabbim! yalanlamalarına karşı bana yardım et! dedi. 27-) Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: Gözlerimizin önünde yani vahyimiz gereğince gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de sular taşmaya başlayınca her zevcten birer çift ile, daha önce kendisi aleyhinde söz verilmiş olanların dışındaki ehlini gemiye al. Ve zulmedenlere karşı da beni muhatap etmeyesin! Zira onlar boğulacaklardır. (Burada yüce Allah'ın" velé tuhâtibni fillezine zalamu" "zulmedenlere karşı beni muhatap etmeyesin" dediği, Nuh (a.s) oğludur. Bu ikaza rağmen Nuh (a.s) yüce Allah'a oğlu için yalvarmış ve çok şiddetli bir şekilde uyarı almıştır.(Hud-45,46,47)28-) Sen, yanındakilerle birlikte gemiye yerleştiğinde: "Bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah’a hamdolsun" de.(Hamd, sözle, şükür, amellerle yapılan bir şeydir.) 29-) Ve de ki: Rabbim! Beni mübarek bir şekilde indir yani sen, (insanları uygun bir yere) iskân edenlerin en hayırlısısın. 30-) Andolsun ki bunda (Nuh ve kavminin başından geçenlerde) birtakım âyetler vardır yani biz (kullarımızı böyle) deneriz.
8 Nisan 2022 Cuma
TEHECCÜD ve SALÂT'I İKÂME(36.YAZI) Kur'an'da anlamı ortaya çıkaran önemli unsurlardan biri de hiç şüphesiz zamirlerdir. Zamirler, bir sürücüye güvenli yol alabilmesini temin eden trafik işaretleri gibi, yorumcunun Kur'an'ı doğru anlamasına yardım eden kilometre taşlarıdır. Kur'an'da anlamı doğru tayin etmemize kılavuzluk eden unsurların farkına varmalı ve onların anlaşılmasını engelleyen hurafeleri bertaraf etmeliyiz. Bu yazıda bir kavramın doğru anlaşılmasına yardımcı unsurlardan biri olarak zamir ve onun mercii üzerinde duracak ve hakkın üzerini örten hurafeleri temizleyerek gerçek mahiyetini ortaya çıkarmaya çalışacağız. Bu bağlamda ele alacağımız kavram Şia ve Ehl-i Sünnette namazla ilişkilendirilen "Teheccüd" kavramı olacaktır.Bu lafzın türediği "h-c-d" fiili geceleyin uyumak anlamına gelmektedir. Kök olarak "uyumak" anlamına gelen sözcük, "teheccüd" formuna girince zıt bir anlam kazanarak "uykudan uyanmak" anlamına geliyor. Kavram, Kur'an'da sadece bir kez olmak üzere şu âyette geçer. "Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı basıncaya kadar sâlat'ı ikame et yani fecir Kur'an'ını çünkü fecir Kur'an'ı meşhud olandır.Gecenin bir bölümünde sana özel bir nâfile olmak üzere onunla (Kur'an'la) uyan..."(İsra-78, 79) Âyette geçen "Teheccüd" Şii ve Sünni din adamları tarafından namazla ilişikilendirilerek tahrife uğramıştır. Yani Ehl-i Sünnet ve Şia'nın müfessirleri tarafından âyetin, Nebi (a.s) ın geceleyin namaz kılmasını emretmek üzere nazil olduğu iddia edilmiştir. Bu düşüncede olanlar konuyla ilgili nakledilen rivayetleri esas alırlar. Öyle ki meşhur muhaddis Buhari, sahih yalanlarında "Kitâbü't-Teheccüd" isimli bir bölüm oluşturmuş, söz konusu âyeti başa koymuş ve bu konuyla ilgili pek çok rivayeti sıralamıştır. Zemahşerî gibi, dilciliğiyle adından söz ettirmiş bir müfessir bile "teheccüd"ü, "namaz kılmak için uykuyu terk etmek" şeklinde açıklamış ve bunun beş vakitten ayrı olarak Nebi (a.s) a emredilen namaz olduğunu söylemiştir. Aslında Kur'an'la iltisaklı olan bu kavramı önceki âlimlerin namaza yormaları imanlarını rivayet zulmüne bulaştırmalarından kaynaklanmıştır. Râgıb el-İsfehânî de başlangıçta Kur'an'la ilgisini tesis ettiği lafzı her ne olduysa Taberî ve Zemahşerî gibi nihai olarak namaza bağlamıştır. O, şöyle diyor "Kur'an için kalk, bu, geceleyin namaz kılmaya teşviktir." Halbuki Hud 114 ve Tâhâ 130 âyetleri gibi, "teheccüd" Kur'an okumak, okunan Kur'an'ı tefekkür etmek, onu içselleştirmenin ve hayata taşımanın yollarını aramak maksadıyla geceleyin kalkmaktır. Yani Nebi (a.s) ın geceleyin kalkmasının sebebi kesinlikle namaz kılmak değil, Kur'an okumaktır. Söz onusu âyetteki "teheccüd"ü Kur'an'a bağlamamızın gerekçelerden biri de filolojik karine, diğeri ise bunu destekleyen başka âyetlerin mevcudiyetidir. Filolojik karine ifadesindeki "hu" zamiridir. Dilcilerin ve müfessirlerin sonradan namaz diyerek açıkladıkları "teheccüd"ü işin başında Kur'an'la ilişkilendirmeleri bu zamir dolayısıyladır. Çünkü zamir erildir yani müzekkerdir ve dişil olan yani müennes olan namaza dönmesi mümkün değildir. Burada olduğu gibi zikri geçmese de gaip zamir Kur'anla ilgilidir ve bunun âyetlerde onlarca delili vardır. Bazıları şunlardır: "... Sadece öğüt alsınlar diye onu kolaylaştırdık.(Duhan-58) "Biz onu Kadir Gecesi'nde indirdik (Kadir-1) Gerçekten o, takva sahipleri için bir öğüttür. (Hakka- 48) Teheccüd âyetinde bulunan" bihi" ifadesindeki gaip zamirin delaletiyle "teheccüd"ün yani geceleyin uyanmanın Kur'an'la ilgili olduğu çok açıktır.Eğer zamir salâtla ilgili olsaydı" bihi" değil, "bihe" olması gerekirdi. Mesela: "Ve'mur ehleke bissalati vastabir aleyhé" "Ehline salât'ı emret, kendin de onun üzerlerinde sabret..." (Tâhâ-132)Görüldüğü gibi söz konusu "salât" olduğu zaman fiil, "aleyhé" müennes yani dişil oluyorBuda Kur'an'ın anlamlarını tayin ederken zamir gibi yol gösterici unsurların yanı sıra diğer filolojik karinelere gereği gibi dikkat etmemiz gerektiğini göstermektedir."Teheccüd"ün Kur'an'la ilişkili olduğunu İslam vahyinin ilk döneminde nazil olan Müzzemmil süresi'ndeki şu âyetlerden de anlıyoruz: Ey bürünen! Azı dışında gecenin yarısında kalk yahut yarıdan biraz eksilt ya da yarıyı fazlalaştır. (Kalktığında da) Kur'an'ı tane tane tertil üzere oku. Elbette sana (Sorumluluğu) ağır bir söz ileteceğiz. Gerçekten gece kalkışı inşa bakımından daha verimli, okuyuş bakımından daha uygundur. (Müzzemmil 1-6) "Teheccüd" geceleyin Kur'an okumak için kalkmak demek olduğu halde gerek tefsirlerin gerekse de rivayetlerin ağırlığı ve yönlendiriciliği nedeniyle meallere de "namaz" olarak yansımıştır. Böyle olmasının sebeplerinden biri de yorumcuların rivayetlerin etkisinde kalarak kavramı namaz ekseninde tefsir etmeleri olmuştur.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (79.YAZI) 53-) Allah, şeytanın böyle yapmasına müsaade eder ki kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için, şeytanın kattığı şeyi bir fitne (sınama) (vesilesi) yapsın yani zalimler, gerçekten (haktan) uzak bir ayrılığın içindedirler.(Kur'an'da sınama anlamına gelen üç kavram vardır. 1-) Fitne: Ayrıştırıcı bir misyona sahip olan sınamadır yani kişinin mümin mi yoksa kafir mi olacağı ile ilgili bir sınamadır. (Ankebüt-2)2-) Bela: Maddi zorluklarla yapılan sınama yani hastalık ve fakirlik gibi şeylerle dayanma gücünün ölçüsünü sınamadır. Dolayısıyla burada sabır ve isyandan biri gerçekleşiyor.(Bakara-155, 156)3-) İmtihan: Bu sınama eğitim merkezlerinden olan sınav gibi bir sınamadır. İman ve takvanın ölçüsünü sınamadır. (Hucurat-3; Mümtehine-10)54-) Yani, kendilerine ilim verilenler, onun (Kur’an’ın) gerçekten Rabbin tarafından gelmiş bir hak olduğunu bilsinler de ona iman etsinler, onunla kalpleri huzura kavuşsun yani Allah, iman edenleri dosdoğru yol olan sırat'ı müstakim'e hidayet edecektir. 55-) Ve kafirler, kendilerine o saat ansızın gelinceye, yahut da (kendileri için hayır yönünden) kısır bir günün azabı gelinceye kadar onun (Kur’an'ın) hakkında hep bir şüphe içinde kalacaklardır. 56-) O gün, mülk Allah’ındır. Aralarında hüküm verir. (Bu hüküm gereği) iman eden yani salih amellerde bulunanlar Naîm cennetlerinin içindedirler.57-) Ve âyetlerimize kafir olup onları yalanlayanlara gelince, işte onlar için alçaltıcı bir azap vardır.58-) Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen yahut ölenleri hiç şüphesiz Allah güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır yani Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.59-) Allah onları, razı olacakları bir yere dâhil edecektir şüphesiz ki Allah, Alim'dir, Halîmdir.60-) İşte böyle. Her kim, kendisine yapılan eziyete misli ile karşılık verir de, bundan sonra kendisine yine bir baskı olursa, Allah ona yardım edecektir. Şüphesiz ki Allah, affeden ve mağfiret edendir.61-) Çünkü Allah, geceyi gündüzün içine geçirir, gündüzü gecenin içine geçirir yani Allah, hakkıyla işiten ve görendir.62-) Bu böyledir. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir yani O’nun dununda (yanında-ötesinde-berisinde) davasını güttükleri şeyler ise, bâtılın ta kendisidir. Yani şüphe yok ki Allah yücedir, büyüktür.63-) Görmedin mi, Allah, gökten su indirdi de bu sayede yer yeşermiş olarak sabahlıyor. Şüphesiz ki Allah, Latif'tir, Habir'dir.64-) Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur yani Allah, Ğani olandır, Hamid olandır. 65-) Görmedin mi, Allah, yerde ne varsa yani emri uyarınca denizde yüzen gemileri size musahhar kıldı ve göğü de, kendi izniyle (yaratılış yasasıyla) yerin üzerine düşmemesi için tutuyor yani Allah, insanlara karşı çok Rauf'tur, Rahim'dir. 66-) O, (önce) size hayat veren, sonra sizi öldürecek, sonra yine diriltecek olandır yani (bütün bunlara karşı) insan, çok nankördür.67-) Biz, her ümmete, uygulamakta oldukları bir mensek kıldık. Öyle ise onlar (ehl-i kitap) bu işte seninle niza etmesinler yani sadece Rabbine davet et. Zira sen, müstakim bir hidayet üzerindesin.68-) Yani seninle mücâdele ederlerse: "Allah yaptığınızı çok iyi bilmektedir" de.69-) Allah kıyamet gününde, ihtilâf etmekte olduğunuz konulara dair aranızda hüküm verecektir.70-) Bilmez misin ki, Allah, yerde ve gökte ne varsa bilir? Bu, bir kitapta mevcuttur. Bu (eşya ve olayların bilgisine sahip olmak), Allah için çok kolaydır.71-) Yani Allah’ın dununda, kendisine hiçbir delil indirmediği, kendilerinin dahi hakkında bilgi sahibi olmadıkları şeylere ibadet ediyorlar yani zalimlerin hiç yardımcısı yoktur.72-) Yani âyetlerimiz apaçık kendilerine okunduğunda, kâfirlerin suratlarında hoşnutsuzluk sezersin. Onlar, kendilerine âyetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar. De ki: Size bundan (bu öfke ve huzursuzluğunuzdan) daha şerlisini haber vereyim mi? Cehennem! Allah, onu kâfirlere (ceza olarak) vâdetti yani bu ne kötü bir sondur!73-) Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah’ı bırakıp da dâvâsını güttükleriniz bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de!74-) Onlar, (müşrikler) Allah’ı hakkıyla takdir etmediler. Hiç şüphesiz Allah, Kaviy"dir, Aziz'dir. 75-) Allah meleklerden de Resüller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.76-) Onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Bütün işler Allah’a döndürülür.77-) Ey iman edenler! Rükû edin; secde edin ve Rabbinize ibadet edin yan hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.78-) Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in milletinde (de böyleydi). Resül size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur’an’da) size «müslümanlar» adını verdi. Öyle ise salat'ı ikâme edin; zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah’a (vahye) sığının. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!(Hac Süresini Sonu)
6 Nisan 2022 Çarşamba
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(30.YAZI)Said Nursi Mücizât-ı Ahmediyesinde diyor ki:"Bir tarikte, rüesa-i Kureyş'ten (Kureyş'in ileri gelenlerinden) Ebu Sufyan ile Safvan bir kurdu gördüler, bir ceylanı takip edip Haremi Şerife (Mescid-i Haram'a) girdi.Kurt dönmüş, sonra taaccub etmişler, kurt konuşmuş, Risâlet-i Ahmediyeyi (Muhammed ( a.s) ın elçiliğini) haber vermiş, Ebu Sufyan, Safvan'a demiş ki,"Bu kıssayı kimseye söylemeyelim, korkarım, Mekke boşalıp onlara iltihak edecektir"Said Nursi şöyle devam ediyor."El hasıl, Kurt kıssası kat'i ve manevi mutevatir gibi kanaat verir" (sayfa- 153)İşte size yine matrak bir rivayet daha,Said Nursi diyor ki:"Beş altı tarikte, (yani rivayet çok sağlam demek istiyor) mühim sahabelerden nakledilen Cemel hadisesidir ki :"Ezcümle, Ebu Hureyre ve Salebe bin Malik ve Cabir bin Abdullah ve Abdullah ibni Cafer ve Abdullah ibni ebi Evfa gibi müteaddit (sayısız) tarikler ve o tariklerin başında sahabeler, muttafikan (ittifakla) haber veriyorlar ki:"Deve gelmiş Resul'ü Ekrem (a.s.m ) a tahiyye'i ikram nevinden secde edip konuşmuş, ve bir kaç tarikte (kaynakta) haber veriliyor ki,o deve bir bağda kızmış, vahşi olmuş, yanına kimseyi sokmuyor, hücum ediyordu.Resül'ü Ekrem ( a.s.m) girdi, deve geldi, ikramen secde etti, yanına ıhtı.Resül'ü Ekrem (a.s.m) yular taktı. Deve, Resul'ü Ekrem (a.s.m)a dedi. "Beni çok meşakkatli şeylerde çalıştırdılar, simdi de beni kesmek istiyorlar, onun için kızdım"Deve sahibine söyledi "Böyle midir? "Evet "dediler"Risâle-i Nur külliyatından, Mektubat- On Dokuzuncu Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 154 ) Cevap :Bu uydurma rivayet için ancak "Yok deve" diyebiliriz.Allah'ın şeriatında sahibi deveyi kesebilir.Bu Allah'ın ona verdiği bir ruhsat ve haktır.Bunları uydururken hiç olmazsa bu gibi basit şeyleri göz önünde bulundurmanız gerekmez miydi? Fakat bu rivayetleri yazarken bir şey daha öğrenmiş bulunuyoruz ki, oda bu rivayetleri uyduranların ne kadar rezil bir akla ve kepaze bir zihne ve ahmakça bir anlayışa sahip olduklarıdır.Normal bir akla ve mantığa sahip olan bunları uydururken, cahil ve ümmi insanlar için kabul edecekleri bir forma sokar. Said Nursi bu çocuk masallarını eserine nasıl almış? binlerce, milyonlarca entelektüel insan bunları sorgulamadan nasıl inanmış? İnsan hayretler içerisinde kalıyor.Ayrıca bu kişiye "Bediuzzaman" yani "zamanların en büyük alimi, dehası" unvanı verilmiş ve neredeyse hatasız ve masum kabul edilmiştir.Bu hurafe ve yalanları uyduran yani Allah Resülüne iftira eden ve kitabına gerçekmiş gibi alıp ümmetin zihnini bulunduran Said Nursi bu faturanın hesabını çok ağır bir şekilde ödeyecektir.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (78.YAZI) Hac Süresi 32-) Durum böyledir yani her kim Allah’ın sembollerini ta'zim ederse, şüphesiz bu, kalplerin takvâsındandır. 33-) Onlarda (kurbanlık hayvanlarda veya hac fiillerinde) sizin için belli bir süreye kadar birtakım menfaatler vardır. Sonra bunların varacakları yer, eski eve kadardır. 34-) Biz, her ümmete hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah’ın adını ansınlar diye bir mensek kıldık. İlâhınız, bir tek İlâh’tır. Öyle ise,(sadece) O’na teslim olun. (Ey Nebi!) gönülden bağlı olanları müjdele! 35-) Onlar öyle kimseler ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer ve başlarına gelene sabrederler ve salat'a mukimdirler yani kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) infak ederler. 36-) Büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın sembollerinden (kurban) kıldık. Onlarda sizin için bir çok hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah’ın ismini anınız (ve kurban ediniz). Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıktığında) onlardan hem kendiniz yeyin, kanaat edenlere ve ihtiyacını gizlemeyenlere yedirin. İşte şükredesiniz diye onları size musahhar kıldı. 37-) Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşmaz, lakin O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı yüceltesiniz diye O, bunları size musahhar kıldı. (Ey Nebi!) Güzel ahlak sahiplerini müjdele! 38-) Şüphesiz Allah, iman edenleri mudafaa eder.(savunur) Şu da muhakkak ki Allah, hain ve nankör olan hiç kimseyi sevmez. 39-) Kendileriyle savaşılanlara (müminlere), zulme uğradıklarından dolayı, (savaş konusunda) izin verildi yani Allah, onlara yardım etme kudretine sahiptir. 40-) Onlar, başka bir şey için değil, sırf "Rabbimiz Allah’tır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir yani eğer Allah, bazı insanları (saldırılarını) bazılarıyla savunması olmasaydı, mutlak surette, içlerinde eğitim kurumları, alışveriş merkezleri, yardımlaşma dernekleri ve içinde Allah'ın adının çokça zikredildiği mescidler yıkılır giderdi yani Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, Kaviy'dir, Azizdir. 41-) Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yerde imkan verirsek salât'ı ikâme eder yani zekât'a gelir (arınır), mârufu emreder yani münkerden nehyederler ve işlerin sonu Allah’a varır. 42,44-) Yani (Ey Resül!) Eğer onlar seni yalanlıyorlarsa, (şunu bil ki) onlardan önce Nuh’un kavmi, Âd, Semûd, İbrahim’in kavmi, Lût’un kavmi ve Medyen ashabı da (Resüllerini) yalanladılar ve Musa da yalanlanmıştı. Ben o kâfirlere mühlet tanıdım, sonra onları yakaladım. Beni inkâr etmek nasılmış gördüler. 45-) Nitekim, birçok memleket vardı ki, o memleket (halkı) zulmetmekte iken, biz onları helâk ettik. Çardakları çökmüş, duvarların üzerine yıkılmış yani muattal hale gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) kasırlar vardır.46-) (Seni yalanlayanlar) hiç yerde seyahat etmediler mi? (Etselerdi) elbette akledecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüslerin içindeki kalpler kör olur.47-) Yani (Ey Resül!) Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vâdinden asla hilâf etmez. Ve şüphesiz ki, Rabbinin indinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.48-) Nice ülkeler var ki, zulmedip dururlarken onlara mühlet verdim. Sonunda onları yakaladım yani dönüş yalnız banadır.49-) De ki: Ey insanlar! Ben ancak (vahiy'le) sizin için apaçık bir uyarıcıyım.50-) İman edip sâlih ameller işleyen kimseler için mağfiret yani kerim bir rızık vardır.51-) Âyetlerimiz hakkında (onları engellemek için) birbirlerini geri bırakırcasına yarışanlara gelince, işte bunlar cehim ashabıdır. 52-)(Ey Resül!) Biz, senden önce hiçbir Resûl ve Nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de (beşerî arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini (lafız ve mana bakımından) mühkem olarak yerleştirir. Yani Allah, Alim'dir, Hakim'dir. NEBİ VE RESÜL YERİNE PEYGAMBER KELİMESİNİ KULLANMANIN SAKINCALARIMuhammed (a.s) ın kimliği, Nübüvvet makam ve mertebesi, Risâlet misyonu anlaşılmadan din hiçbir zaman anlaşılmayacaktır.Muhammed: Doğumundan kendisine vahiy indirilinceye kadar, kitap nedir, iman nedir bilmeyen, Ebu Zer, Ammar ve Ali gibi sıradan bir Mekke vatandaşıdır.(Şura-52; Fussilet-6; Kehf-110)Nebi-Nübüvvet: Kendisine vahiy indirilmeye başlandıktan sonra vefat edinceye kadar gece-gündüz, yirmi dört saat, her an, bütün özel hallerinde ve sosyal hayatında Nübüvvet makam ve mertebesine sahiptir.Nübüvvet makam ve mertebesi ondan asla ayrılmaz, her an onunla beraberdir.Hatta âhirette bile Nübüvvet makam ve mertebesi devam eder.(Nisa-69)Resül-Risâlet: Yüce Allah tarafından indirilen vahyin insanlara okunduğu yani tebliğ edildiği andır, misyondur.Beşer Resül olan Muhammed (a.s) vefat ettikten sonra risâlet, vahiy yani kitap yani Kur'an olarak devam etmektedir.(Nisa-100; Furkan-27; Ahzab-66)Nübüvvet tarihsel olduğu için "Nebi'nin sesi..." (Ahzab-2) Nebi'nin Evleri..." (Ahzab-53) Nebi'nin hanımları..." (Ahzab-6, 28, 30, 32) deyimleri âyetlerde yer alırken, Resül için asla böyle bir şey kullanılmaz. Nebi ve Resül anlaşılmadan Kur'an tam olarak anlaşılamayacağı için Allah'ın isim ve sıfatları da anlaşılmayacaktır.Dolayısıyla yüce Allah'da hakkıyla takdir edilmeyecektir.Nebi ve Resul anlaşılmadan Kur'an'da yüzlerce âyette geçen "itaat, isyan, hakem, küfür, ittiba, tekzib (yalanlama), tasdik, tebliğ, hak, kerim, Aziz, Nur, üsve-i hasene (en güzel örnek) sırat-ı müstekim, hidayet, ihlas, emanet, hiyanet, mübin, nur, helal ve haram kılma, tasrif, tafsil, tebyin, tefsir gibi kavramlar da anlaşılmayacaktır.Nebi'ye, "Kur'an'a ittiba edilmesi" emredilirken, (Ahzab- 1,2) Resül'e "Kur'an'ın tebliğ edilmesi" emredilmiştir.(Mâide-67; 99; Nahl-35)Nebi gönderilmeden değil, Resül gönderilmeden azab edilmez.(İsra15; Kasas-59; Tâha-134)İşte bütün bu etkenlerden sonra Kur'an'da bulunan Nebi ve Resul kelimelerinin yerine hiç bir zaman "peygamber" kelimesini kullanmamak gerekir.Çünkü Nebi ile Resul ibareleri birbirinden farklı anlamları bulunan ve değişik bir sisteme bağlı olan kelimelerdir."Peygamber" kelimesi bu sistemi dağıtmakta ve tanınmaz hale getirmektedir.Ben şahsen Kur'an'ı anlatan birisinin bu bağlam ve bütünlüğü korumadığını, bu sistemin önemini kavramadığını ve bu sisteme bağlı kalmadığına şahit olduğum zaman onu dinlemeyi abes olarak görüyorum.Resul ile Nebi'nin arasında bulunan farkları bilmeyen Kur'an'ın manasını, sistemini, bağlam ve bütünlüğünü, amacını anlayamaz.Mesela:Nebi'nin sözleri koruma altına alınmadığından Nebi'ye itaat etmek mutlak değildir.Ama görevi sadece vahyi tebliğ etmek olan Resül'e itaat müminler üzerine bir görevdir.Resülü yalanlama, vahyi yalanlama, dolayısıyla vahyi gönderen Allah'ı yalanlama sayılır.Vahye itaat eden Allah Resulü'ne itaat etmiş olur.Resüle itaat etmek için, Resul ile aynı zaman ve zeminde yaşamaya gerek yoktur.Kitab-a ve vahye iman eden aynı zamanda Resul'e iman ve itaat etmiş olur.Çünkü Resul ile vahiy aynı şeydir, her ikisi vahyin kaynağı olan Allah'ı temsil ederler.Onun için Kur'an'da Allah bir çok yerde "Kitab-ı yalanladılar, âyetlerimizi yalan saydılar, Resulümüzü yalanladılar, Resüllerime karşı geldiler, âyetlerimi ve Resüllerimi yalanladılar" buyurmaktadır."Resul, vahiy, Allah'ın âyetleri, Allah'ın kitabı, hidayet, sırat-ı müstakim" gibi kavramlar tamamen Allah'ı temsil ederler.Resul yanılmaz, hata etmez, onda vahye karşı ihanet olmaz, ona itaat ile Kitab-a ve Allah'a itaat etme arasında hiçbir fark yoktur.Resul sadece Allah'ın kitabını ve âyetlerini okuyan, duyuran ve tebliğ eden kişidir yani dini yönden resmi bir misyona sahiptir.Halbuki Nebi'nin Allah'a karşı (insanlara karşı değil) hatalarını ve yanılgılarını anlatan bir çok ayet vardır.Bu konunun üzerinde neden çok fazla duruyorum?Bu konuyu anlamayan Kur'an'ı anlamaz, Elçinin misyonunu kavrayamaz,Nebi'nin kim olduğunu bilemez, uydurma dinin ve rivayetlerin Nebi ile hiçbir bağlantısının olmadığını ve ona yapılmış iftira olduklarını idrak edemez.Bu sefer ümmet uydurma dinin rivayetlerini Nebi'nin dilinden çıkmış gibi Kur'an'ın önüne geçirip hurafe ve yalanların bataklığında boğulup gidecektir.Dolayısıyla bizi bağlayan ve sorumlu olduğumuz tek kaynak Allah Resulü'nün dilinde hayat bulan vahiy'dir, kitaptır, Allah'ın mesajı Kur'an'ı Mübin'dir."O (Resul) kendi HEVASINDAN konuşmaz (nutuk atmaz) onun bildirdikleri kendisine vahyedilenden başka bir şey değildir"(Necm-2,3) ayetleri bu gerçeği ortaya koymaktadır.Allah rızası için, lütfen "peygamber" kelimesini kullanmayalım.Onu yerine "Allah'ın Resulü, Resülüllah ( Aleyhisselam) Nebi ( Aleyhisselam)Muhammed ( Aleyhisselam) son vahyin sahibi, nebilerin sonuncusu kelimelerini kullanalım.Biliyorum biraz zor olacak ama ataların dinine muhalefet ederek muhteşem bir yol ve Kur'ani bir sünnet bırakabiliriz.Bu az bir şey değildir.)
5 Nisan 2022 Salı
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (18.YAZI) Emevi ve Abbasilerin kadına bakış açısı yanlıştı. Onlardan doğan çocuklar da ilk bilgiyi cahil annelerinden ninelerinden aldığından, sadece kulaktan dolma yalan-yanlış bilgilerle “Din İkame” ediliyordu. Ne öğretmen vardı, ne de eğitim ve öğretim. İşte bu karanlık cehalet içinde, salât'ın yanlış yorumlanmaması düşünülemezdi. Aksine, yanlışa yorumlanması ve hurafelerin üzerine oturtulması gayet rahat oldu. Aynen Allah Resülü gibi salât ta Kur'an'dan koparıldı.Gerçek salât sonraki nesillere namaz olarak geçti. Ağzından tükrük saçarak konuşan yobaz tiplerin uydurup derlediği rivayetler Kur'an'a baskın ve egemen kabul edildi. Onları eleştirmek ve onlara karşı gelmek imkânsızdı. Lâiklik (inançta serbesiyet) şöyle dursun. Güvenlik teşkilâtı bile yoktu. İşte bu şartlar altında salât'ı ikame yok oluyor, namaz kılmak mühkem hale geliyordu. Nihayet ilk yüzyılda yani Milâdi yedinci asırda muhteşem salât “namaz”ın asit havuzuna atılarak külliyen yok oldu! Artık namazı dinin direği haline getirmenin yolu açıldı. Milâdi sekizinci asırda bu inanç ve anlayış Resülün sözleri adı altında kitaplara girdi. Yani “Paralel Hadis Dini” hayata hakim oldu. Sonsuz hamd olsun ki, Kur'an’ın metni yani bağlam ve bütünlüğü yani hikmeti bu büyük sapmayı açığa çıkardı.Salât'ı ikâme etmekle ilgili âyetleri okuyunca, bu sapmayı açık olarak bize bildiriyorlar. Yeter ki âyetlere önyargısız yaklaşılsın. Paralel uydurma şirk dinine karşı gelmede en onurlu pay hiç şüphesiz Kur'an'a aittir. Kur'an gibi bir güç ve dayanak olmasaydı bu zor görevin başarıya ulaşması mümkün değildi. Şimdi Allah da, Resulü de, müminler de, mazlumlar da, sömürülenler de, yaşlılarımız da, çocuklarımız da, torunlarımız da ve İslâma geçmeyi planlayan yeryüzü insanlığı da muhteşem eğitim ve öğretim olan salât'ı diriltip yerine koyacak muvahhid kahramanları beklemektedir. İftira ve batıl dinin hegemonyasına son vermek ve ablukasını kaldırmak için Kur'an sınırsız gücüyle bize yardım etmektedir. Bayraklaştırdığımız salât'ı tüm halkların görmesi, işimizi kolaylaştıracaktır. Davamızdan emin olmalıyız yani susturulamaz ve durdurulamaz olmalıyız.Eğitim ve öğretim yerine çocuklarımıza namaz kılmayı öğretirken, Batılılar çocuklarına aklı kullanmayı, bilimi ve dayanışmayı öğretiyorlardı. Bizim çocuklar büyüdüğünde bilimsel gelişmeleri ve sosyal kurumların işlemesini onlardan öğreniyorlardı. Niçin kanunlarımız ve yönetmeliklerimiz batıdan alındı?Çünkü onlar akıllarını eğitim, öğrenim, dayanışma ve geliştirmeye yoruyorlarlardı.Biz ise taharetin nasıl yapılacağını, namazın nasıl kılınacağıyla ilgili külliyatlar oluşturuyorduk.Mesela: Bu hadis kaynaklarıyla evrensel bir ahlaka ve insani bir anlayışa sahip olmak mümkün olur mu? Risâle'i Nur Külliyatı veye Tarikat inancıyla yetişen bir gençlik, insanlık adına hayırlı ve faziletli bir hizmet üretebilir mi? Bir Avrupalıların eski kütüphanelerine bakın, bir de bizim kütüphanelerimize bakın, kimler hangi konularla ilgilenmiş görün. Evet gerçekten, namaz ritüeli salât ibadetine büyük bir darbe vurmuştur. Emevi ve Abbasi ırkçılığı İslam dininin altına kimyasal bir bomba yerleştirdi. Bin yıldan beri bombanın yarattığı tahribattan kurtulamıyoruz. Çok küçük bir operasyon gibi görünüyor.Ama bu operasyon ümmetin bin yılını mahvetti. Ne yaptı? Hanif dinin en önemli emri ve ibadeti yani zihinsel destek olan okuma yani Kur'an'ın eğitim ve öğretimini devreden çıkardı.Onun yerine getirdi namazı koydu. Dolayısıyla Kur'an'ın en önemli emir ve ilkelerinden biri olan Kur'an'ın anlaşılması "namaz kılmakla" yok edilmiştir. Salât yok edilince bu ümmet yıkıldı gitti. İslam ümmetine namaz yolu ile oynanan oyunu bu halk fark etmek zorundadır. Fark etmedikçe katiyen iflah olmayacaktır. Hüseyin Atay hoca elli yıldan beri söylüyor. "Namaz bu ümmetleri mahvetmek için kullanıldı, namazı milletin başına bela ettiler" diye. Salât olmadan yani eğitim ve öğretim olmadan yani okumadan yani Kur'an'ı bilmeden din de olmaz, iman da olmaz, İslam da olmaz, ibadet olmaz, takva da olmaz, ihlas da olmaz, ihsan (güzel ahlak) da olmaz, şuur da olmaz. Eğer bu millet boynundan zinciri atıp kanatlanacaksa bu yalan ve iftira dinden kurtulması gerekir. Millet bu dinden kurtulmadıkça rahat yüzü göremez. Cumhuriyet ve demokrasi olmazsa, bu dinin bağlıları en basit bir hurafe için birbirlerini katlederler.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(177.YAZI) Hac Süresi 14-) Muhakkak ki Allah, iman edip iyi davranışlarda bulunan kimseleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere kabul eder. Şüphesiz Allah dilediği şeyi yapar.15-16) Her kim, Allah’ın, dünya ve ahirette kendisine yardım etmeyeceğini zannetmekte ise, artık o semadaki bir sebebe uzansın, sonra da (şirkle ilişkisini) kessin! Şimdi bu kimse baksın, bu önlemi gerçekten kendisini öfkelendiren şeyi nasıl giderecek görsün yani böylece onu (Kur'an'ı) apaçık âyetler halinde indirdik yani Allah dileyen kimseyi hidayete ulaştırır. (Hidayet ve sapkınlık vahyi dinde tek kaynak kabul edip etmemekle ilgili olduğu için 16.âyette bulunan "men yuridu" fiiline, "dilediğine" diye bir mana verilemez. İkincisi, âyetin birinci cümlesi, "böylece onu (Kur'an'ı) apaçık âyetler halinde indirdik" denildikten sonra, "men yuridu" fiiline "dilediğine" gibi bir mananın verilmesi abesle iştigal olacaktır. 17-) İman edenler, Yahudi olanlar, Sâbiîler, Hristiyanlar, Mecûsîler ve müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah, kıyamet gününde aralarını ayıracaktır. Çünkü Allah her şeye şahid olandır. 18-) Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde ediyor; birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur yani Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu keremli kılacak kimse yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini yapar. (Yüce Allah dilediğini yapar, ama keyfi iş yapmaz. Yani yüce Allah koyduğu kâide ve yasalara göre iş yapar. Yoksa göklerde ve yerde düzen işlemez, her şey alt üst olur, bilim ve teknoloji gelişmezdi.) 19-) Şu iki gurup, Rableri hakkında çekişen iki hasımdır: Kâfir olanlar için ateşten bir elbise biçilmiştir. Onların başlarının üstünden kaynar su dökülecrktir! 20-) Bununla, karınlarının içindeki (organlar) ve derileri eritilecektir! 21-) Yani onlar için demirden kıskaçlar da vardır! 22-) Gamdan (kederden) dolayı oradan her çıkmak istediklerinde, oraya iade edilirler yani "Tadın yakıcı azabı!" (denilir). 23-) Şüphesiz ki Allah, iman eden yani salih ameller işleyenler için, altından nehirler akan cennetlere dâhil eder. Bunlar orada altın bileziklerle ve incilerle bezenirler yani orada giyecekleri ipektir. 24-) Ve onlar, sözün en temizine yöneltilmiş yani Hamid olan Allah’ın yoluna hidayet edilmişlerdir. 25-) Kâfir olanlar yani Allah’ın yolundan ve -yerli, taşralı- bütün insanlara eşit kıldığımız Mescid-i Harâm’dan (insanları) engellemeye kalkanlar (şunu bilmeliler ki) kim orada (böyle) ilhad ile zulüm ile sapmak isterse ona acı azaptan tattırırız. 26-) Bir zamanlar İbrahim’e Beytullah’ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): Bana hiçbir şeyi şirk koşma yani tavaf edenler, ayakta olanlar yani rükû- secde edenler için evimi temizle. 27,28-) Yani insanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın binekler üzerinde, kendilerine ait bir takım menfaatleri yakînen görmeleri, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini anmaları için sana gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yeyin, hem de zor durumda olan fakire yedirin. (Fakir her zaman zor durumda olduğu için böyle buyrulmuştur. Yoksa zor durumda olmayan fakir yoktur.) 29-) Sonra (şirk gibi manevi) kirlerinden arınmaya karar versinler yani nezirlerine vefa göstersinler ve eski beyti tavaf etsinler. 30-) Durum böyledir yani her kim, Allah’ın yasaklarını tâ'zim ederse bu, Rabbinin indinde kendisi için daha hayırlıdır. (Haram olduğu) size tilâvet olunanların dışında kalan nimetler size helâl kılındı. O halde, putperestlik pisliğinden sakının yani yalan sözden sakının. 31-) Kendisine şirk koşmaksızın Allah’ın hanifleri (O’nun birliğini tanıyan saf kullar) olun yani kim Allah’a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini (vahşi) kuşlar kapışmış, yahut rüzgâr onu uzak bir yere sürüklemiş (bir nesne) gibidir. (Yukarıdaki âyeti okurken, aklınıza, Afganistan, Suriye, Irak, Libya gibi, mezhepler dinini, İslam'dan ileride gören Sünni ve Şii coğrafyalar gelmesi gerekiyor. Aynı zamana Akdeniz ve Ege'nin ümmete nasıl bir kabristan olduğu da unutulmamalıdır. Ayrıca Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa gibi akbabaları da akıldan uzak tutmamak gerekiyor. İnsanlara tevhid ahlakını vermekten daha önemli bir şey yoktur. Çünkü şirkten daha ölümcül bir silah icad edilmemiştir.) YANİ ŞİRK BÜYÜK BİR BELADIR. Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor."Şüphesiz bu Kur'an, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"(En'am- 153) Allah tarafından indirilen tevhid sisteminin evrensel bir ahlakı, standart ve üstün kalitede bir yapısı mevcuttur. Tevhid sistemi ve İslam ahlakı ibret olma haricinde hiçbir zaman geriye doğru işlemez, ataların uydurma dinini taklit etmeyi reddeder.(Bakara-170; Mâide-104; Lokman-21; Zuhruf-23,24)Kur'an'ın dini olan İslam, insanların önünü aydınlatan, bilimsel ve teknolojik gelişmeler gibi, sürekli olarak ileriye doğru bir hedefe yönlendirmektedir. Yani Kur'an'ın öyle bir ilmi, öyle bir sistemi, öyle bir ahlakı, bağlam ve bütünlüğü, akıl ve mantığı var ki, insanların akıl ve fikirlerini aşacak bir mükemmelliğe sahiptir. İnsanlık tarihinde yapılan bütün icat ve keşifler Kur'an'da var olan ilmi ve fikri kurallara hiçbir zaman aykırı düşmemiştir. Fakat şirke bağlı olan fırka ve cemaatlere, mezhep ve tarikatlara, kurum ve kuruluşlara baktığımızda dini, ahlaki, fikri, ilmi ve ameli standart bir kalite yakalamak mümkün değildir.Kur'an, hangi din ve kültür, hangi ilim ve geleneğe, hangi millet ve inanca bağlı olursa olsun insanların bir araya gelip ilmi ve fikri bir mücadelenin içine girmelerine engel koymaz. İndirilen vahiy dini insanların iradeleri üzerinde dini ve ameli hiçbir baskı kurmaz.(Yunus-99; Gaşiye-21, 22) İnsanlar birbirlerinin haklarına tecavüz etmedikleri sürece din bakımından tam bir özgürlük içinde hayat sürebilirler. Fakat şirkin egemen olduğu mezhep ve fırkalarda böyle özgür bir anlayış ve evrensel bir ahlak elde etmek mümkün değildir. Şirkin elde ettiği mezhep ve fırkalarda koyu bir taassup, kapkaranlık bir cehalet, statik bir düşünce ve akılsız bir taklit hakimdir.Aynı şeyleri düşünen ve aynı şeylere iman eden mezhep, fırka, şia,cemaat ve tarikatlar, dinlerine aykırı bir inancın neşvü nema bulmasına fırsat vermezler. Bu din mensupları, inanç ve fikirlerine karşı aykırı bir sesin çıkmasına asla tahammül etmezler. İçeriden ve dışardan birinin seslenerek havanın oksijensiz olduğunu ve ortamın kötü koktuğunu söyleyemez. İşte indirilen vahiy ile insanları uyaran (Enbiya-45; Kaf-45) Allah elçilerinin ve Kur'an ehli muvahhidlerin (Hac-72; Mümin-35) önemi burada kendini gösteriyor.Yani mezhep ve fırkalarda batıl din ve şirk pisliğiyle kirlenen zihin ve beyinleri dışarıdan birinin uyarması son derece önemlidir.Çünkü fırka, mezhep ve cemaatlerin içinde bu uyarı ve ikaz vazifesini yapacak özgür düşünceye sahip, aklı başında olan birisini bulmak mümkün değildir.Mezhep şirkine ve fırka karanlığına mahkum olanlar kiyamet gününe kadar hatta cehennemi görünceye kadar bu kahrolası kör inançtan ve karanlık zihinden kurtulamazlar.(Bakara-165,166,167; Şuara-91/103)Tağut dininin mensupları yanlış ve kötü yolda olduklarının farkında olmazlar.İnanç ve fikirlerinin şirk olduğunu asla kabul etmezler. "...Çünkü onlar Allah ile beraber şeytanları evliya edinmişler. Gerçek böyle iken kendilerinin hidayette olduklarını sanıyorlar"(Âraf- 30) "Kim rahmanın zikri olan Kur'an'dan gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar(din adamları) onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin hidayette olduklarını sanırlar"(Zuhruf-- 36, 37)Dolayısıyla mezhep ve fırkalara bağlı olmayanlar şirk ve benzeri günahlardan daha kolay ve çabuk kurtulurlar. Ehl-i Sünnet ve Şia'da mezhep imamının ve fırka liderinin otoritesinin ve iradesinin aşılmasına müsaade edilmez. Yani mezhep imamları ve fırka liderleri sorgulanamaz birer "İlâh" ve "Rab" konumuna yükseltilmişlerdeir.(Tevbe-31) Böyle olunca toplumda ilim ve fikir, aklı kullanma ve tezekkür, sorgulama ve özgürlük, merhamet ve yenilenme meydana gelmeyecektir.Toplumda, tefekkür ve aklı kullanma, ilmi ve fikri özgürlük olmayınca, sosyal hayatta gelişme, büyüme, refah ve huzur olmayacaktır.İlimde ve fikirde, icatta ve keşifte ilerleme ve gelişme olmayınca, toplum içine kapanacak, düzen bozulacak, toplum durağan ve statik bir hayata mahkum olacaktır.Kendini yenilemeyen mezhep ve fırka mensupları koyu karanlık bir inanç ve taklitçi bir düşünce ile kendi içine kapanacak, bozulmaya, kokuşmaya, çürümeye, nihayetinde psikolojik bunalımlarla boğuşmak zorunda kalacaklardır. İşte bu yüzden Kur'an sürekli olarak "Ey insanlar! Ey iman edenler ! Ey Ademoğulları! diyerek mesajının evrensel olduğunu, ilâhi ve evrensel mesajın dar kalıpların içine hapsedilmesinin doğru olmayacağını öğütlemektedir. Tevhid, İslam, hanif, takva, ibadet, ihlas ve güzel ahlak olarak din, Kur'an'da en ince detaylara kadar yer almış en mükemmel bir şekilde tamamlanmıştır. Şirk açısından da Kur'an, bir nokta, bir zerre kadar karanlıkta bir şey bırakmamıştır.Yine hangi dine mensup olursa olsun insanların birbirlerine karşı nasıl hareket edeceklerini, nasıl bir tutum içerisinde olacaklarına kadar sosyal ve bireysel hayat için Kur'an birçok detay vermektedir. İşte burada önümüze çıkan en büyük tehlike ve aşılmaz engel, mezhep taassubu, ataların şirk dini ve toplumu etkisi altına alan baskın geleneklerdir. Çünkü mezhep taassubunu ve fırkacılık karanlığını aşamadığımız zaman Kur'an'a ve evrensel ahlaka ulaşma imkanını baştan kaybediyoruz.Din Allah'ındır, tevhid Allah'ın fıtrat dinidir.Vahiy evrensel, ilâhi bir kalite ve sağlam bir karaktere sahiptir.Allah'ın dini hak, evliya ve ilâhların dini şirktir..(İsra- 81) Allah'ın dini mutlak hidayet, mezheplerin dini baştan sona kadar sapkınlıktır.(Yunus-32) Allah'ın dini vahdet, mezheplerin dini tefrika ve bölücülüktür" (En'am-159; Rum-30,31,32) Allah'ın dini bütüncül, fırkaların dini paramparçadır.(Âli İmran-103,106; Hac-31)Allah'ın dini orijinal, mezheplerin şirk dini sanal, Allah'ın dini organik, şirk dini hormonlu, Allah'ın dini şifa, rivayetlerin şirk dini zehirli ve ölümcüldür. Vahiy dini insanı tüm dünya karşısında özgür bir birey yaparken, uydurma hadis dini bin sene önce çürümüşlere mahkum eder. Mezheplerin şirk dini insanı sayısız ilâh ve Rablere kul köle yaparken, tevhid dini insana özgür bir zeka, mükemmel bir saygınlık ve evrensel bir ahlak bahşeder. Şeytanların ve tağutların şirk dininde ilmi, akli ve teknolojik bir gelişme olmaz.Uydurma mezhep dinlerinde her mezhep ve fırka diğerini istemez, hiçbir zaman bir araya gelemez, bir birlik kuramazlar. Çünkü birbirlerinden ölümüne nefret ederler. Fakat Kur'an'a iman edenler, yalnızca kendi aralarında değil, fanatik İslam düşmanı haricinde kalan bütün insanlara iyilik yapar, onlara kucak açarlar.(Mümtehine--8,9 )Mezhep ve fırka şirkine bulaşanlar dinde olmayan en ufak bir ayrıntıda boğulurken, kendi dinlerine karşı gelen herkesi sapkın ve kafir ilan ederler. Muvahhidler ise Allah'ın indirdiği âyetleri inkar ve alay edenlerle bile ebedi bir ötekileştirme anlayışına sahip olamazlar.(Nisa-140) Vahiy insana kötülüklere karşı koyma ahlakını ve adaletsizliklere isyan etme faziletini kazandırır.Fırka ve mezheplere bağlılık toplumda eşitlik ve adaletin yerleşmesine mani olur.(Fetö'de olduğu gibi)SONUÇ OLARAK: Mezhebi İslam'a, uydurma rivayetleri Kur'an'a, mezhep imamını Allah'a, imanı küfre, sapıklığı hidayete, şirki ihlasa, fırkasını takvaya, körlüğü basiret ve ferasete, cehaleti ilme, yalanı dürüstlüğe, cehennemi cennete karşı tercih eden ahmağın ta kendisidir.Mezhepler ve fırkalar, cemaat ve tarikatlar insanların Kur'an'a ulaşmaları önünde en büyük engel, en aşılmaz bir barikat, en tehlikeli bir bataklıktır. "Hep birlikte Allah'ın himayesi olan Kuran'a sığının, dağılıp parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın:Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerimizi birleştirmişti ve O'nun(tevhid-islam) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"(ÂLİ İmran-103)"(Ey Nebi!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat (din-inanç) üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında (indirdiği dinde) değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.Hepiniz Allah'a yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin; müşriklerden olmayın. Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka (mezhep-cemaat-tarikat) kendilerinde olan inanç ile sevinip kibirlenmektedir"(Rum-30, 31, 32)Yani yüce Allah, dininin tek hak, yolunun tek doğru yol olduğunu söylemektedir.
4 Nisan 2022 Pazartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(176. YAZI)Hac Süresi 78 Âyet olup, Medine'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ey insanlar! Rabbinizden korkun!(sorumluluk bilincine sahip olun) Çünkü saatin zelzelesi azim bir şeydir! 2-) Onu gördüğünüz gün, her emzikli emzirdiğini unutur, her hâmile yüklendiğini bırakır yani İnsanları sarhoş bir halde görürsün. Aslında onlar sarhoş değillerdir; lâkin Allah’ın azabı çok şiddetlidir! 3-) Ve insanlardan, ilmi olmaksızın Allah hakkında mücadele eden yani her inatçı şeytana tâbi olan birtakım kimseler vardır. (Yukarıdaki âyet, vahiy hakkında tartışan, onu kabul etmeyen, içine sindirmeyen, ona karşı paralel rivayetlere iman eden mezhepler dininin şeytanlarını anlatıyor.) 4-) Onun (şeytan) hakkında şöyle yazılmıştır: Kim onu veli edinirse bilsin ki (şeytan) kendisini saptıracak ve alevli ateşin azabına hidayet edecektir.(Âyette hidayet kelimesinin kullanılması, müşrik mezhepçilerle istihza amaçlı olarak gelmiştir. Çünkü kendilerinin hidayette olduklarını iddia etmektedirler. Bu inatlarına karşı yüce Allah "evet cehenneme kadar hidayettesiniz" demek istemiştir.) 5-) Ey insanlar! Eğer dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş çiğnemlik et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim yani dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir tıfıl olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin yani yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzerine suyu indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten (veya çiftten) iç açıcı bitkiler verir. 6-) Çünkü Allah hakkın ta kendisidir ve ölüleri O diriltir yani O, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 7-) Ve saat da gelecektir; onda şüphe yoktur yani Allah kabirlerdekileri diriltip kaldıracaktır. 8,9-) İnsanlardan bazısı, bir ilmi, hidayet rehberi yani (vahye dayanan) aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde, sırf Allah yolundan saptırmak için yanını eğip bükerek (kibir ve azamet içinde) Allah (vahiy) hakkında mücadeleye kalkar. Onun için dünyada bir alçaklık vardır yani kıyamet gününde ona yakıcı azabı tattıracağız. 10-) İşte bu, kendi elinin takdim ettiği (kötü amel) yüzündendir (denilir). Elbette Allah kullara zulmedici değildir. 11-) İnsanlardan kimi Allah’a (imanla küfrün) sınırında ibadet eder. Şöyle ki: Kendisine bir hayır dokunursa buna pek mutmain olur, ama bir sınamaya uğrarsa gerisin geri (dinden yüz çevirir). O, dünyayı da, ahireti de kaybetmiştir. İşte apaçık husran budur. 12-) O, Allah’ın dununda, kendisine ne faydası, ne de zararı dokunacak olanlara dua eder. Bu, (hidayetten) büsbütün uzak olan sapkınlığın ta kendisidir. 13-) O, zararı faydasından daha (akla) yakın olan birine dua eder. O (yalvardığı), ne kötü bir yardımcı, ne kötü bir dosttur! YALNIZ YAŞAYANLARDAN DEĞİL ÖLÜLERDEN DE ÇEKECEĞİMİZ VAR!İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Allah'ın gönderdiği Elçilerin önünde engel oldukları gibi,Kur'an ehli muvahhidlerin önünde de en büyük engel ölülerdir.Kur'an'ın anlaşılması önünde en büyük bataklık ve aşılmaz akabe ölü olan sözde âlimler ve müçtehitlerdir.Tevhid akidesinin insanlara ulaştırılmasına mâni olan yine bu sözde âlim ve büyük müctehid olarak görülen ölülerdir.Hakkın avcılarına karşı cesetleri toz olmuş hurafecilerden daha çetin bir mücadele hiç kimse ortaya koyamaz.Ölüp gittiler, toprak olup toz oldular ama kör olası hurafelerini başımıza musallat ederek, inanç, fikir ve hürriyetimizi geçmişin karanlıklarına mahkum ettiler.Kendileri ölüp gittiler ama bıraktıkları dini paramparça etme mirasları sayesinde onlara kayıtsız şartsız tâbi olanlar birbirlerini durmadan katletti, millet perişan oldu. Kur'an'ın ilmine ve hikmetine ölülerden daha yaman bir muhalif asla bulunamaz.Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür dostları ölü âlimlerden çektiklerinin binde birini yaşayan cahillerden çekmediler.Muvahhidler hayatta olan cahil hurafecileri aşsa da ölüleri asla aşamazlar.Ölüler asla aşılamaz.Çünkü ölüleri aşmaya çalışmak, onların çürümüş fikirlerine karşı gelmek en tehlikeli bir ihanet olarak kabul edilmektedir.Şimdiye kadar ölülerin nasıl açılacağı ile alakalı hiç kimse bir fikir ortaya koyamamıştır.Ölüleri aşıp Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, Kur'an'ın sistemine,Allah'ın kitabının hikmetine, vahyin aydınlığına, âyetlerin cennetine nasıl kavuşacağız? Yaşayanları aşmak o kadar zor değil, asıl zor ve müşkül olan kemikleri çürümüş olanları aşmanın yolunu bulmaktır.Aslında en büyük icatlardan ve buluşlardan bir tanesi, belki de en önemlisi ölülerin uydurma rivayet ve dinlerini aşarak Kur'an'a ulaşmak olacaktır.Kur'an ehli muvahhidler ne zaman ölüleri aşmayı başarırlarsa Kur'an ikliminin aydınlığına çıkmış olacaklar.Ölüleri aşmadan Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden tam olarak faydanamayız.Aslında ölüleri aşmanın yolu Allah'ın kitabı Kur'andır, çünkü o her türlü hastalığa karşı mükemmel bir kalkandır.Dolayısıyla ölülerin uydurma dinlerini Allah'ın izin ve inayetiyle Kur'an ile aşarız. Zorla yaşatılmaya çalışılan ölüler olmasaydı bu ümmet böyle izdırapların, karanlıkların, zulüm ve vahşetin,cehalet ve yobazlığın, ahmaklık ve kaos girdapının tam merkezinde olur muydu?HURAFELERİN GÜCÜ ADINA, SÖZ VE HÜKÜM ÖLÜLERİNDİR ARTIK!!(Ey Resul! ) Senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi"(Zuhruf- 23 )(Elçileri) Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( yine mi bana uymazsınız)? deyince , dedilerki:Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi (tevhid'i) inkar ediyoruz"(Zuhruf- 24)Kur'an, ilim, hikmet, aklı kullanma, tefekkür etme, sorgulama ve eleştiri yapma gibi ne kadar önemli bir şey varsa atalara tapanlar onu öldürdü.Allah'ın kitabına karşı ölmüş ataların fikirlerini ve ictihadlarını yaşatmaya çalışmak muvahhidlerin vicdanını yaralıyor. Dinlerini Kur'an ehli muvahhidlerden ve hayat veren Kur'an'dan öğreneceklerine, toz ve toprak olanlardan öğrenmeye çaba göstermek ümmi insanların zihnini bulandırıyor. Rahmân ve Rahim, Hay ve Kayyum olan Allah şöyle buyuruyor. "Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter"(Furkan-58)Özgür düşünen beyinlere özellikle vahiy ehl-i muvahhidlere ölülerden daha yaman bir düşman yoktur. Dolayısıyla en büyük savaş önemli düşmanla yapılan savaştır. Görünmeyen düşman ise en tehlikeli olandır. Evliya ve İlâhların şirk dininde hayat tamamen ölülerin inanç ve fikirleri doğrultusunda şekillenmiştir. Yani mezheplerin dininde diriler değil, ölüler hayata hakimdir.Rivayetlerin ve ictihadların dünyasında önemli olan ölülerdir. Kan ve ölüm kokan, ihtilaf ve tefrika kaynağı olan bu inançta dirilere itibar edilmez, özellikle Kur'an ehli muvahhidler ölümcül bir mikroptan daha tehlikeli görülür. Evliya ve ilahların dininde dirilerin hayat hakkı değil, ölülerin hayat hakkı kutsaldır. Şeytan evliyasının dininde ölüler koruma altına alınmıştır.Uydurma dinin tâbiileri ölülerin emirlerine hazır bir asker konumundadırlar. Bu Kur'an'ın önümüze koyduğu tarihi bir gerçektir."Onlar (müşrikler) yardım göreceklerine inanarak Allah'tan başka ilahlar edindiler. Halbuki ilahların onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri bunlar için yardıma hazır askerler gibidir"( Yasin- 74-75)Rivayetlerin uydurma dininde müracaat yalnız ölülere yapılır, ictihad ve fetvayı sadece ölüler verir. Çünkü din onların tekellerine alınmıştır.Aslında vahiy ehl-i muvahhidlere engel diriler değil, yaşayanların akıl ve zihinlerine hakim olan ölülerdir.Geri kalmış toplumların handikapı ve en büyük baş belası kendileri çürümüş zorla yaşatılmak istenen ölülerdir. Ölüler gerçek olarak gömülmeden yaşayanlara hayat hakkı ve huzur haramdır. Dolayısıyla özgür bir hayat için ölülerle yaşayanlar arasında bulunan duygusal ve inanç bağı mutlaka koparılmalıdır.İndirilen vahiy ile ölülerin karizması çizilmelidir. Ölüler tarafından inşa edilen dini, Kur'an'dan başka hiçbir kanun ve kuvvetle yok etmek mümkün değildir.Ölülerin bırakmış oldukları ölümcül mirasa karşı en büyük savaş aracı Allah'ın kitabı Kuran'dır. Ölülerde bir kerametin olmadığını yaşayanlarımıza anlatmak zorundayız. Geçmişte olduğu gibi geleceğimiz içinde en büyük tehlikenin ölüler olduğunu gençliğimize kabul ettirmek çok önemlidir. İşte bu yüzden Yüce Allah, ölülerle ilişkilerin koparılmasını emretmektedir. Çünkü Rahmân ve Rahim olan Allah ezeli ve ebedi ilmi ile biliyor ki, ölülerden yani din uyduran atalardan kopmadan hakka ulaşılamaz."Onlara (müşriklere) : Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğru yolu bulamamış idiyseler? (Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple akıllarını kullanmazlar"(Bakara-170,171)"Onlara (müşriklere) "Allah'ın indirdiğine ve Resul'e gelin" denildiği vakit, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler. Ya ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?"(Mâide-104)"Onlara (müşriklere) "Allah'ın indirdiğine tâbi olun" denildiğinde: Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler. Ya şeytan, onlara alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!"(Lokman-21)"O halde, yaratan (Allah), yaratmayan (Evliya- ilahlar) gibi olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz? Allah'ın nimetini saymaya kalksanız sayamazsınız. Hakikaten Allah çok bağışlayan, pek merhamet edendir. Allah gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilir. Allah'ı bırakıp da (O'nun kitabını) taptıkları (muhaddis-müctehid-evliya-ilahlar) hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır. Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. İlahınız bir tek ilahtır. Fakat ahirete inanmayanlar var ya, onların kalpleri inkârcı, kendileri de kibirli kimselerdir. Hiç şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları sevmez. Onlara Rabbiniz ne indirdi? denildiği zaman, "Öncekilerin masallarını" derler. Kiyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımaları ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenmeleri için öyle derler. Bak ki yüklenecekleri şey ne kötüdür! (Nahl-17,18,19,20,21,22,23,24,25)"Ey Resul! Onlara İbrahim'in haberini de oku. Hani o, babasına ve kavmine: Neye tapıyorsunuz? demişti. "Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz" diye cevap verdiler. İbrahim: Peki dedi, yalvardığınızda onlar sizi istiyorlar mı? Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı? Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk. İbrahim dedi ki: İyi ama, ister sizin, İster önceki atalarınızın; neye taptığınızı biraz olsun düşündünüz mü? İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır, sadece alemlerin Rabbi benim dostumdur. Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur. Beni yediren içiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur. Ve hesap günü hatalarımı başlayacağını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmek ver ve beni salihler arasına kat. Bana sonra gelecekler içinde iyilikle anılmak nasip eyle! Beni, Naim cennetinin varislerinden kıl. insanların dirilecekleri gün, beni mahcup etme. O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a kalbi selim (her türlü şirkten arınmış saf ve hanif bir kalple) gelenler o günde fayda bulur. O gün cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır. Cehennemde azgınlara apaçık gösterilir. Onlara Allah'tan gayrı taptıklarınız hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu? denilir. Artık onlar, o azgınlar ve İblis orduları, toptan oraya tepetaklak atılırlar. Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: Tallâhi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk"(Şuara- 69-98) Bu ayetler gibi yüzlerce ayette Yüce Allah, ölülerin inanç ve ictihadlarının bir zulüm ve yıkım olduğunu bildirmektedir. Dolayısıyla akıllarını ölülere satan bir milletin gerçek hürriyeti yaşaması ve evrensel medeniyeti yakalaması imkânsızdır.Kur'an'a göre ölülerin çoğu, atalarını hepsi müşriktir.Uydurma dinde İnfak ve hayırlar bile ölüler adına yapılır. İslam toplumlarında daha doğrusu Şia ve Ehli Sünnet dininde ölüler birer sömürü aracı ve rant kapısıdır.Aynı zamanda müntesipleri tarafından ölüler özgür insanlara karşı bir korkuluk gibi kullanılır. İslam dünyasının en büyük sorunu ölülerin nasıl aşılacağıdır.Evet çürümüş beyinlerin inançlarından nesillerimizi nasıl kurtaracağız? Çünkü bu çürümüş dinde en önemli tabu ve dokunulmaz kutsal ölülerdir
3 Nisan 2022 Pazar
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR(29.YAZI ) Risâle-i Nur Külliyatının Allah tarafından yazdırıldığını iddia eden Said Nursi diyor ki:"İmam-ı Tebarani ve Ebu Nuaym, Delâilü'n-Nübüvvet'te (Nübüvvet'in delillerinde) Numan İbni Beşir'den haber veriyorlar ki, Zeyd İbni Harice, çarşı içinde birden düşüp vefat etti.Eve getirdik.Akşam ve yatsı esnasında, etrafında kadınlar ağlarken, birden "susunuz, susunuz!" dedi. Sonra fasih (açık) bir lisanla, "Muhammed Allah'ın resulüdür. Selam sana ey Allah'ın resulü"dedi. Sonra açtık, baktı ki, cansız vefat etmiş"(Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 156 ) Said Nursi aynen şöyle devam ediyor."Hem deriz ki, Resul'ü Ekrem ( a.s.m) nuruyla, terbiyesiyle ve onun arkasında gitmesiyle, binler şeyhi Geylani gibi, aktaplar, asfiyalar, melaikeler ve cinlerle görüşmüşler ve konuşuyorlar:Ve bu hadise yüz tevatür derecesinde ve çok kesrettedir. Evet Ümmeti Muhammed ( a.s) Melâike ve cinlerle temasları ve tekellümleri ise, Resulü Ekrem( a.s.m )terbiye ve irşadı icaz karanesinin bir eseridir"(Sayfa- 158)Yani diyor ki: Gavs'lar ve Kutup'lar melek ve cinlerle buluşup konuşuyorlar.Bu Allah Resulü'nden onlara kalmış bir mirastır.Said Nursi şöyle devam ediyor."Hem bi'setten (Resul olmadan) evvel bazı hadiseler var ki, doğrudan doğruya birer mucizesidir.Bunlar çoktur.Numune olarak, meşhur olmuş ve eimme-i hadis (hadis imamları) kabul etmiş ve sıhhatleri tahakkuk etmiş birkaç numuneyi zikredeceğiz.Veladeti Nebevi (Nebi'nin doğum) gecesinde, hem annesi hem annesinin yanında bulunan Osman İbni As'ın annesi, hem Abdurrahman İbni Avf'ın annesinin gördükleri azim bir nurdur ki, üçü de demişler."Veladeti (doğumu ) anında biz öyle bir nur gördük ki, o nur maşrik (doğu) ve Mağribi (batı) yı bize aydınlattırdı"(Sayfa- 126)O gece Kabe'deki sanemlerin (putların) çoğu baş aşağı düşmüş.(Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 176 )Kisranın eyvanı (yani Sarayı meşhüresi) o gece sallanıp inşikak etmesi ve on dört şerefesinin düşmesidir"(Sayfa- 176)Savanın takdis edilen küçük denizinin o gecede yere batması ve istahrabat'ta bin senedir daima iş'al edilen, yanan ve sönmeyen, mecusilerin mabut ittihaz ettikleri ateşin veladet (doğum) gecesinde sönmesi"(Sayfa- 177)Şimdi biz bu uydurmaların hangisine cevap verelim?Aslında bu yalan ve uydurma rivayetlerin Kütübü Sitte'de bulunması bizi fazla alakadar etmiyor.Çünkü bunları uyduran ve kitaplarına alanlar Kur'an'dan habersiz cahil ve ahmak takımıydı. Onlar ilkellikleri içinde mazur olabilirler.Ancak, yirminci asırda Osmanlı'nın başkentinde bu hurafelere Diyanet İşleri Başkanlığı, ilâhiyat Prof'ları ve milyonlarca insan iman etmemeliydi.Bunlar akılsızlıklarının karşılığını alacaklardır.Said Nursi'ye ve talebelerine şöyle bir soru yöneltelim.Resülullahın elçiliğine şahid olarak Allah'ın kitabı Kur'an yeterli değil midir?
1 Nisan 2022 Cuma
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (17.YAZI) Şii ve Sünni din adamları “alnı kâbeye karşı yere koyma” hareketinin “secde yapmak” olduğuna inanıyor ve bu yanlış bilgiyi yayıyorlar. Çünkü onların inançları tamamen uydurma rivayetlerin üzerine kuruludur. Halbuki dinlerini üzerine kurdukları rivayetler Yahudi, Hristiyan, eski Yunan ve İran inançlarından intikal etmiştir. Yani inançlarının kökeninde evliya ve ilâhlara kulluk vardır. Dolayısıyla inandıkları anlamda rukü etme ve secdeye gitme bu kula kulluktan kaynaklanan bir harekettir. İslam dini istismara açık olan bu gibi hareketlere onay vermez. Bu yüzden Kur'an'da var olan secde ile, Şii ve Sünni din adamlarının inançlarındaki secde arasında büyük bir fark vardır. Fakat onlar Kur'an'da geçen “secde” kelimelerine kendi inançlarına göre bir mana yüklemişlerdir. Kur'an’da bulunan gerçek “secde”yi anlamak istiyorsak onu "namazdan" kurtarmalıyız. Kur'an’da namaza bağladıkları "salât, secde ve rükû" kelimeleri hiçbir ayette birbirine bağlanmaz. İlk başta salât'ı namaza yorarsanız, secdeyi; “abdest alıp alnınızı kıbleye karşı iki sefer yere koyma”ya yorumlamanız artık kaçınılmaz olacaktır. Yok eğer salât'ı doğru olarak zihinsel destek olan öğrenim ve öğretim olarak yorumlarsanız, secdeyi de içtenlikle kabul etme, söylenilene teslim olma şeklinde anlamanıza yol açar ve âyetlerle anlamlı ve muhteşem bir bağ kurulur. Rukü da; âyetlerle ilgilenip boyun eymek manâsına gelecektir.Salat, rukü ve secde Kur'an’da hiç bir yerde kâbeye karşı durma, eğilme ve alnı yere anlamına gelmez.Salat, kıyam, kıraat, rukü ve secde birbirinden tamamen farklı eylemlerdir. Kur'an'da genellikle salat, kıyam, rukü ve secde kelimelerinin ardından "vav" harfi gelmektedir. Bu "vav" harfi yani anlamına gelmektedir. Ve bu "vav" harfi söz konusu kavramların hangi anlama geldiğini gösteriyor. İnşallah ileride bu konu ile ilgili müstakil bir yazı kaleme alacağız. Esas konumuza gelecek olursak, Nebi (a.s) dan sonra Kur'an'ın orijinal kavramları değiştirilmiştir. Allah Resülü (a.s) ın tebliğ faaliyetinde başarılı olması, namaz kılmakla değil, Kur'an'la, Kur'an'ı anlatmakla, eğitim ve öğretimle, güzel ahlak ve örneklikle olmuştur.İşte bu yüzden kafirler "Muhammedi dinlemeyin" değil, "Sakın Kur'an'ı dinlemeyin" diyorlardı.(Fussilet-26) Mekke ve Medine'de kiyamet Kur'an'ın sayesinde, onun inmesiyle ve tebliğ edilmesiyle kopuyor, kavga ve mucadeleyi Kur'an başlatıyor ve Kur'an bitiriyordu. Her şey Kur'an'dı, tüm olaylar Kur'an'ın etrafında cerayan ediyordu. Kur'an'ın müthiş bir aksiyon ve insanları hareket ettirme kabiliyeti vardır. Kur'an baştan sona kadar enerji, amel, fiil, tefekkür ve aklı kullanma kitabıdır. Bazı şeyler vardır ki, eğer Kur'an'ın itme gücü ve ileri sürme yani insanı zorla konuşturma kudret ve kabiliyeti olmazsa, onları söylemeye kimse cesaret edemez. Çünkü karşınızda imparatorların ve kralların, devletlerin ve sultanların koruması altında olan vahşi ve gaddar bir din var. Yani savaş uçaklarından sivil halkın üzerine bomba yağdıran, panzerlerle insanların üzerlerinden geçen, insanları hareket halindeki uçağın üzerine çıkaran vahşet ve cehaletin kaynağı korkunç ve karanlık bir din mevcuttur. Bu dinde nerdeyse masum bir Resül gibi görulen müctehidler, müfessirler ve mezhep imamları var. Diğer tarafta Kur'an'dan yani yüce Allah'tan başka dayanacak hiç bir gücü olmayan üç beş gariban fakir muvahhid var. Şimdi düşünün Kur'an gibi bir hikmet deryası ve yüce Allah'ın bir ilim üzerine indirdiği mükemmel mesajı olmasaydı, bizim devasa yalanlara karşı koyma imkanımız ve cesaretimiz olur muydu. Ama biz, yüce Allah'tan sonra İbrahim'in Nübüvvet makamından destek alıyoruz. (Bakara-125)Nebi (a.s) ın vefatından sonra, hiçbir eğitim ve öğretim müessesesi inşa edilmedi. Yani “salât'ı ikame” aktif hale getirilmedi. Zihinsel destek olan, öğrenme, düşünme, ders çalışma, araştırma ortamı tamamen ortadan kalkmıştı. Ahzab, Hucurat ve Tevbe gibi sürelere baktığımız zaman Allah Resülünün binbir zorlukla mescidlerde ikame ettiği dini-ahlaki öğrenim, sahabiler arasında tam olarak tutunma ortamı bulamamıştı. Bir düşünün, 13 yıl Mekke'de Kur'an nazil oluyor, Allah Resülü hayatta, mükemmel ahlak ve üsve'i hasene yani en güzel örnek içlerinde olduğu halde, sahabiler arasında öyle bir ahlak var ki, insanı hayretler içinde bırakıyor. Bu olumsuz ahlakı anlatan beş on âyet olsaydı, bu normal karşılanabilirdi. Fakat ashabın olumsuz ahlakını anlatan yüzlerce âyetin inmesi, Nebi (a. s) ın vefatından sonra nasıl bir manzaranın ortaya çıktığının ipuçlarını vermektedir. Allah Resülünün yaşadığı Medine'de öyle bir dedikodu, fitne, casusluk, ğiybet var ki, yüce Allah şöyle buyuruyor. "... Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?" (Hucurat-12)Yani Allah Resülü ve bir avuç muhlis kahraman sahabi dışında hiç bir şey mükemmel değildi, hiç bir zaman asrı saadet yaşanmadı.Yüce Allah'a din öğretmekle kınanan Yahudi ve Hristiyanlar değil, yine sahabilerdi(Hucurat-16)Nebi (a.s) ın arkadaşları arasında Allah'ın razı olduğu, (Tevbe-100; Fetih-18) fedakar ve kahraman kimseleri (Ahzab-23) anlatan onlarca âyet mevcut olduğu gibi, ashabın olumsuz tavır ve hareketlerini anlatan onlarca âyet de mevcuttur. Fakat Ehl-i Sünnet, din atalarını yüceltmek ve insanları onların inanç ve fikirlerine mahkum etmek gayesiyle ilk etapta ashabı gökteki yıldızlar gibi hata etmez olarak göstermişlerdir. Şia âlimleri de Ahzab-33.âyetini yanlış yorumlayarak on iki imamın her türlü günah ve hatadan masum olduklarına inanırlar. Halbuki Muhammed (a.s) Nübüvvet makamında yani bir Nebi olarak Allah'a karşı hata etmiştir. "Müşriklere dua etmiş...(Tevbe-113)" Kendisine helal olan bir şeyi haram kılmılştır.(Tahrim-1)Kur'an'a göre Nebi bile yüce Allah'a karşı hata eder. Fakat görevi vahyi tebliğ olan Resül masumdur. Resül asla hata etmez. Allah Resulü'nün arkadaşlarının gökteki yıldızlar gibi olmadıklarını ortaya koyan yüzlerce âyetten bir kaçı şöyledir: 1-) "Allaha ve Resulü'ne ihanet etmeleri..." (Enfal- 27) 2-) "Savaştan kaçmaları..." (Âl-i İmran-152,153 ; Tevbe- 24,25 ) 3-) "Allah'ın düşmanlarını dost edinmeleri..." (Mumtehine- 1,2,3,4 ) 4-) "Nebi (a.s) ın eşine zina iftirasında bulunmaları..." (Nur- 11/ 21) Tam 10 âyet ) 5-) "Nübüvvet makamına ve Risâlet misyonuna saygısızlık..." ( Hucurat- 1, 2, 3,4 ; Ahzab- 53, 69 : Tevbe- 58,61 ) 6-) "Nebi (a.s) konuşma yaparken, onu ayakta bırakarak ticarete, oyun ve eğlenceye koşmaları ..."(Cuma-11) 7-) Ashab, "Allah'a din öğretmeye kalkıyorlar..." (Hucurat-16)8-) "Allah Resulü'nün arkadaşları Nebi (a.s) ile birlikte savaşa gitmekten çekiniyor"(Tevbe-38,39,40,41)9-) "Nübüvvet makamına ve Risâlet misyonuna eziyet etmeleri..."(Ahzab-69)"Nebi (a.s) arkadaşları dünya malına kanarak haksız yere adam öldürmeleri ..."(Nisa-94) Bütün bunlardan başka Kur'an'da münafıklarla alakalı müstakil bir sürenin bulunması, yüzlerce âyette münafıkların anlatılması, İsrail oğullarının Allah'ın Elçilerine karşı saygısız tavırlarının Resulullah'ın arkadaşlarına örnek olarak aktarılması gösteriyor ki, sahabelerin büyük çoğunluğunun Kur'an'ın ahlakını temsil etmekten uzak kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır. Yani ashab ile günümüz müslümanları arasında takva haricinde bir farkın bulunmadığını söyleyebiliriz. Mesela : Allah Resul'ü (a.s) vefat eder etmez birbirleriyle savaşmaları ve bu savaşlarda binlerce müslümanın hayatını kaybetmesi bu gerçeği gözler önüne seriyor. Ali ile Muaviye arasında Siffin'de yapılan savaşta 70 bin, Ali ile Aişe arasında Basrada Cemel olayında 15 bin yine Ali ile Hariciler arasında Nehravanda yapılan savaşta binlerce kişi ölmüştür. Peki bütün bu gerçeklere rağmen Ehl-i Sünnet âlimleri neden Allah Resulü'nün arkadaşlarının (Ashabın) hepsini gökteki yıldızlar gibi gösterip saf ve ümmi insanları aldatıyorlar ? Bunun nedeni şudur : Ehli Sünnet ve Şia arasındaki siyasi çatışmalarda, Şia, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ehli Beyt ve 12 İmam hakkında onları yücelten, Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Aişe, Hafsa ve sahabelerin dördü dışında ( Mikdat b Esved, Ammar b Yasir, Selmanı Farisi, Ebu Zer el Gıfari) Allah Resulü'nün bütün arkadaşlarının dinden çıkıp kafir olduklarını konu edinen binlerce hadis uydurmaya başlayınca, buna mukabil Emevi beslemesi Ehl-i Sünnet'in yalancı muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için Ebu Bekir, Ömer, Osman, Âişe, Hafsa ve sahabeler hakkında büyük bir iftira ile hadis kulliyatları meydana getirmişlerdir. Ehli Sünnet'in yalan rivayetlerinin en önemli sebeplerinden biri de Emevi saltanatının vahşetini örtbas etmektir. İşte Ehli Sünnet ve Şia'ya bağlı mukallitlerin Kur'an'dan habersiz bulunmalarının en büyük sebebi bu uydurma rivayetler ve uydurma din olmuştur. Emevi saltanatı döneminde uydurulan, Abbasi idaresi döneminde kayda geçirilen ve Osmanlı Saltanatı döneminde en katı bir sadakatle yaşanan ırkçı Emevi Ehl-i Sünnet rivayetlerinin bir çoğundaki hadislerin Allah'a, Allah'ın Resulüne, dine, ilme, akla ve güzel ahlaka hakaret içerdiğinden ümmetin haberi yoktur. Dolayısıyla Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan, aynen Şia mezhebi gibi rivayetler üzerine kurulan Ehli Sünnet dini, ümmi insanları aldatmayı ve yalan söylemeyi kendine temel prensip edinmiştir. Şia ve Ehli Sünnet dini, yalanı kendisine kaynak kabul eden bir sistem olarak şekillenmiştir. Bu yüzden ne Ehli Sünnet ve ne de Şia hiçbir zaman Kur'an'ın rahmet ve adalet iklimine ayak basamayacaklardır. Ehli Sünnet ve Şia inançta ve fikirde, ibadet ve hürriyette bize öyle kötü bir miras bıraktılar ki, sadece yaşayan cahillerinden değil, ölmüş alimlerinden de çekeceğimiz var. Ehli Sünnet ve Şia'nın dinlerinden bağımsız olarak Kur'an'a yaklaşmayan ondan hiçbir şey anlayamaz. Çünkü Kur'an kendisine karşı yüz çevirmelerinden ötürü Ehli Sünnet ve Şia' ya kapılarını tamamen kapatmıştır.İster inanın ister inanmayın Nebi (a.s) dan kısa bir zaman sonra müslümanlar ortadoğuyu çok kısa bir süre içinde ele geçirmelerine rağmen, insanların dini hayat ve geleneklerinde kökten bir değişme meydana gelmemiştir. Çünkü hakim gücün inancında yürek fethi değil, toprak alma ve güç devşirme daha önemli bir değerdi. İnsanlar yeni dinle inanç ve geleneklerini taşıyarak ve yaşayarak tanıştılar. Yeni din onların hayatlarında önemli bir değişim meydana getirmedi. Çünkü eski dinden yeni dine değişimin en büyük gücü olan Kur'an'dan büyük çoğunluğun haberi yoktu. Bugün dahi böyle değil midir? Teknoloji ve bilim çağında bile Kur'an gerçeğini insanlara kabul ettirmede başarısız kalıyoruz. Şii ve Sünni din adamları nezdinde Kur'an bir hüküm ve hayat, hidayet ve rahmet kitabı değil, bir oyun ve eğlence kitabıdır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(175. YAZI)Enbiya Süresi 74-) Lût’a gelince, ona da hüküm (vahiy-Nübüvvet) ve ilim verdik yani onu, habis amellerde bulunan kasabadan kurtardık. Zira onlar (o kasaba halkı), gerçekten kötü işler yapan fasık bir kavim idiler. 75-) Yani onu (Lût’u) rahmetimize dahil eyledik; çünkü o, sâlihlerden idi. 76-) Ve Nuh’u da (zikret). Hani o daha önce nida etmiş, bizde ona icâbet etmiştik. Böylece, kendisini ve ehlini azim bir sıkıntıdan kurtarmıştık. 77-) Yani onu, âyetlerimizi yalanlayan kavimden koruduk. Gerçekten onlar, kötü bir kavim idi; bu yüzden hepsini boğduk. 78-) Ve Davud ve Süleyman’ı da (zikret). Bir zaman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı: bir kavmin koyun sürüsü, başıboş bir vaziyette ekinin içine dağılıp zarar vermişti yani onların hükmünü görüp bilmekte idik. 79-) Böylece bunu (bu hükmü) Süleyman’a biz fehmettirmiştik yani onların hepsine hüküm (vahiy-Nübüvvet) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud’a boyun eğdirdik yani (bunları) biz yapmaktayız. 80-) Ve ona, savaşlarınızda sizi koruması için zırh yapmayı öğrettik. Hâlâ şükretmeyecek misiniz? 81-) Ve Süleyman’a kasırga (gibi esen) rüzgârı verdik; onun (Allah'ın) emriyle içinde bereketler olan yere doğru eserdi yani herşeyi biliriz. 82-) Şeytanlar arasından da, onun için dalgıçlık eden ve bu amelden başka ameller işleyenlerde vardı yani onları gözetim altında tutuyorduk. 83-) Ve Eyyub’u da (zikret). Hani Rabbine: "Bana bu zarar dokundu yani sen, merhametlilerin en merhametlisisin" diye nida etmişti. 84-) Bunun üzerine, tarafımızdan bir rahmet yani ibadet edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik yani ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik. 85-) İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de (zikret). Hepsi sabredenlerden idiler. 86-) Yani onları rahmetimize dahil eyledik. Onlar salihlerden idiler. 87-) Zünnûn’u da (Yunus’u da zikret). O öfkeli bir halde gitmişti de; ona güç getiremeyeceğimizi zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: "Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye nida etmişti. 88-) Bunun üzerine ona icâbet ettik ve onu kederden kurtardık yani müminleri böyle kurtarırız. 89-) Zekeriyya’yı da (zikret). Hani o, Rabbine şöyle nida etmişti: Rabbim! Beni tek başıma bırakma! Yani sen, vârislerin en hayırlısısın. 90-) Bizde ona icâbet ettik ve ona Yahya’yı verdik yani eşini kendisi için (çocuk doğurmaya) elverişli kıldık. Onlar (bütün bu Nebiler), hayır işlerinde koşuşurlar yani korku ve ümitle bize dua ederlerdi yani bize karşı derin bir saygı içindeydiler. 91-) Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem’i de zikret.) Biz ona ruhumuzdan üfledik yani onu ve oğlunu âlemin (insanlar) için bir âyet kıldık. 92-) Gerçekten bu (bütün Nebiler ve onlara iman edenler) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir yani ben sizin Rabbinizim. Öyle ise sadece bana ibadet edin. 93-) Ama onlar (din) işlerini kendi aralarında doğradılar (dinlerini paramparça ettiler) Hepsi bize döneceklerdir. 94-) Bu durumda her kim mümin olarak yani salih amellerde bulunursa, onun sa'yine nankörlük olmaz yani biz onu yazmaktayız. 95-) Helâk ettiğimiz bir belde için artık (yeniden mâmur olmak) haramdır; çünkü onlar geri dönemeyeceklerdir. 96-) Nihayet Ye’cûc ve Me’cûc açıldığı yani her köşeden akın ettikleri zaman; 97-) Yani gerçek vaad (ölüm, kıyamet) yaklaşınca, birden, kafirlerin gözleri donakalır! "Yazıklar olsun bize! (derler), gerçekten biz, bu durumdan gâfilmişiz; hatta biz zalim kimselermişiz." 98-) Siz ve Allah’ın dununda ibadet ettikleriniz cehennem odunusunuz. Varacağınız yer orasıdır. 99-) Eğer onlar ilâh olsalardı oraya (cehenneme) varmazlardı yani hepsi (kulluk edenler de edilenler de) orada devamlı kalacaklardır. 100-) Orada onlara inlemek vardır yani onlar orada (başka bir şey) duymazlar. 101-) Tarafımızdan kendilerine güzel âkıbet takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar ondan uzak tutulurlar. 102-) Bunlar onun uğultusunu duymazlar yani gönüllerinin dilediği nimetler içinde devamlı kalırlar. 103-) En büyük korku dahi onları hüzünlendirmez yani melekler kendilerini şöyle karşılar: İşte bu size vâdedilmiş olan (kurtuluş) gününüzdür. 104-) (Düşün o günü ki,) kitapların sahifelerini dürer gibi göğü toplayıp düreriz. Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar iade ederiz. (Bu,) üzerimize aldığımız bir vaad oldu. Biz, (vâdettiğimizi) yaparız.Kıraat Farklılığı Âyette buluna "kütüb" kitaplar kelimesini, "kitap" olarak okuyan kıraat imamları vardır. O zaman mana şöyle oluyor. (Düşün o günü ki,) kitabın sahifelerini dürer gibi göğü toplayıp düreriz..." 105-) Yani andolsun Zikir’den sonra Zebur’da da: "Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır" diye yazmıştık. 106-) İşte bunda, (sadece bize) ibadet eden kavim için bir belâğ vardır. 107-)(Ey Resül!) Biz seni âlemlere (insanlara) ancak bir rahmet olarak gönderdik. "İNSANLARA RAHMET OLAN" MUHAMMED Mİ, NEBİ Mİ, RESÜL MÜ? Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden habersiz, Nebi ve Resul'ün arasındaki bulunan farkları bilmeyecek kadar cahil olan Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin en önemli hezayanlarından biri de Muhammed (a.s) ın şahsiyetini vahiy'den bağımsız insanlara rahmet olarak göstermeleridir.Her zaman söylüyoruz. Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin yanında Kur'an, hiç sevilmeyen hatta nefret edilen bir kitaptır. Onlara "Kur'an" demeyin de, ne derseniz deyin. Onların Kur'an'a karşı durumları Arslan'dan kaçan yaban eşekleri gibidir. (Müddessir, 49, 50, 51)Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin durumu bana şu âyeti hatırlattı. "Allah, tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların içlerine sıkıntı basar. Ama Allah'tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler, sevinirler"(Zümer, 45) Şia ve Ehli Sünnet âlimleri ve muhaddisleri içtihat ve uydurma hadisleri ile Kur'an'da bozmadıkları ve manasını buharlaştırmadıkları bir âyet bırakmamışlardır. Bunlardan biride Enbiya süresinin 107.âyetidir. Âyet şöyledir.(Ey Resül!) Biz seni âlemlere (insanlara) ancak RAHMET olarak gönderdik" Bu âyette geçen "âlemler"den maksat "insanlar"dır.Kur'an'ın sadece insanlara hidayet ve RAHMET olduğu ile alakalı yüzlerce âyet vardır. "...Seni insanlara Resül gönderdik, şahit olarak da Allah yeter" (Nisa- 78)"Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik, fakat insanların çoğu bilmezler"(Sebe- 28) "Âlemlere (insanlara) uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e Furkan'ı indiren Allah'ın şanı yücedir" (Furkan-1) Aslında "Rahmet"ten maksat bütün elçilere gönderilen vahiy'dir. MESELA "Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan kitab-ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda RAHMET ve ibret vardır"(Ankebut- 50, 51) MESELA "Gerçekten, biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız, sonra bu durumda sen de bize karşı hiçbir koruyucu bulamazsın. Ancak Rabbinin RAHMETİ (sayesinde Kur'an'ı sana indirdik ve bâki kıldık) çünkü onun sana fazileti çok büyüktür"(İsra- 86, 87) MESELA "Biz bu kitab-ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve RAHMET olsun diye indirdik"( Nahl- 64) MESELA "...Ayrıca bu kitab-ı da sana her şey için bir açıklama, bir hidayet ve RAHMET kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik" (Nahl- 89) "Bu Kur'an uyduralabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır" iman eden toplum için bir RAHMET ve bir hidayettir" (Yusuf-111) "Gerçekten onlara, iman eden bir toplum için yol gösterici ve RAHMET olarak, ilim(sistem) üzeri açıkladığımız bir kitap getirdik"( Araf-52) "İşte bu ayetler, hikmet dolu kitabın âyetleridir. Güzel davrananlar için bir hidayet rehberi ve RAHMET olmak üzere indirilmiştir"( Lokman-2,3) "Apaçık olan kitab-a andolsun ki, biz onu (Kur'an'ı) mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz uyarıcıyızdır. Katımızdan bir emirle her hikmetli işe o gecede hükmedilir. Çünkü biz, Rabb'inin bir RAHMETİ olarak elçiler(vahiy'ler) göndermekteyiz. O işitendir, bilendir"( Duhan-2, 3, 4, 5, 6) MESELA (Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından bildirilen açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından bir RAHMET (vahiy) vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?( Hud-28)( Salih) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden verilen apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir RAHMET(vahiy) vermişse, buna ne dersiniz..." (Hud-63)"Melek: Öyledir, dedi, (zira) Rabbin buyurdu ki: Bu bana kolaydır. Çünkü biz, onu (İsa'yı) insanlara bir delil ve kendimizden bir RAHMET kılacağız. Bu hüküm ve karara bağlanmış bir iş idi"( Meryem- 21)Dolayısıyla rahmet olan Allah'ın kitabıdır, Allah'ın Resulleri ve indirilen vahiy'dir. Kur'an'dan bağımsız olarak Muhammed rahmet olsaydı, Mekke'lilere rahmet olurdu. Muhammed rahmet değildir.108-) De ki: Bana sadece, sizin ilâhınızın ancak bir tek ilâh olduğu vahyedildi. Hâla teslim olmayacak mısınız? 109-) Eğer yüz çevirirlerse de ki: (Bana emrolunanı) hepinize duyurdum. Artık size vâdolunan şey (mahşerde toplanma zamanınız) yakın mı uzak mı, bilmiyorum. 110-) Şüphesiz O (Allah) sözün açığını da bilir, gizli tuttuklarınızı da bilir. 111-) Bilmiyorum, belki de o (azabın ertelenmesi), sizi sınamak yani bir zamana kadar sizi (dünyadan) yararlandırmak içindir. 112-)(Nebi:) Rabbim! (Onlar hakkında) adaletinle hükmünü ver yani Rabbimiz Rahmân’dır. Sizin (O'na) yakıştırmalarınıza karşı yardımı umulandır, dedi.(Enbiya Süresinin Sonu)
CİHAD VE SALÂT'I İKÂME(34.YAZI) Cihad, son vahyin tarihinde oldukça rahatsızlık verici bir şekilde istismar edildi. Bunun sebebi bütün kavramlar gibi, cihad kavramını Kuran’dan alıp kendi dinlerini zorla kabul ettirmeyi kendilerine görev yapan, işgalci ve saldırgan bozgunculardan kaynaklanıyor. Oysa cihadın savaşma yönü zorunluluk yani kendini savunma ve zulüm halleri dışında önerilen bir şey değildir. Tam aksine Kur'an hep affetmeyi ve barışçı olmayı telkin eder. Resüllerin vahyi tebliğ etmekten başka görevleri yoktur.Cihad sadece savaşmayı değil, aynı zamanda kısasa kısas, erdemlilik ve adalet çerçevesinde her türlü haklı mücadeleyi de kapsar. Yani zulme karşı kıyamın gereğidir. Varsayalım ki; tüm iyi niyetinize, barış çabalarınıza rağmen çevrimdışı ve barışçı olmayan bazı devletler ve gruplar inancınızdan ötürü size saldırılara ya da sizi yok etme planlarına giriştiler. İşte bu durumda dayanışmaya girip kendinizi savunma mücadelesini de yapmak zorundasınız. Güzel ve verimli günlerde sizinle birlikte salât ettiğini söyleyenler, bu dayanışmadan korkar ve kaçarlarsa, bu durum onların bağlantılarında halen samimi olmadıklarını gösterecektir. Kur'an’da geniş biçimde anlatılan ve Nebi (a.s) döneminde yaşanan ciddi bir sınav olmuştur. Bu illa ki bir öldürme öldürülme savaşı olmayabilir. Tehlikeyi veya basit menfaatlerine zarar geleceğini hissettiğinde yan çizenler gerçekten davalarından emin olmuş olabilirler mi?"Ellerinizle (kendinize) zarar vermekten vazgeçin, salât'ı ikâme edin yani zekat'a gelin (arının) denilenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında onlardan bir fırka Allah'tan korkar gibi, hatta daha da şiddetli bir korkuyla insanlardan korkarlar yani “Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?” dediler. De ki: Dünyanın metaı azdır. Ahiret ise takva sahipleri için daha hayırlıdır ve siz bir hurma lifi kadar bile zulme uğratılmayacaksınız" (Nisa-77) Kur'an’a göre savaşmak, savunma amaçlıdır yani iman edenlere savaş açıldığında yapacakları önemli bir görevdir. Savunmak için yani nefsi müdafaa mahiyetindedir.İman edenler, dinlerini yaymak ve insanlara zorla kabul ettirmek için savaşa çıkamazlar. Kuran’da böyle bir emir ve savaş nedeni yoktur.Bu iddia Ehl-i Sünnet ve Şia din adamlarının en önemli iftira ve yalalarındandır.Allah Resüllerinin devlet kurma ve güç elde etme görev ve idealleri yoktur. "Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın yani fitne, (dine imana baskı yapmak) öldürmekten daha şiddetli bir günahtır yani onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası işte böyledir" (Bakara-191) Üzerinde en çok tartışma yürütülen âyetlerden bir tanesi budur. Sebebi de âyetin ilk cümlesidir. Oysa âyetin ilk cümlesi zaten devam ede gelen bir bağlam içinde kullanılmıştır. Müşrikler dine baskı yapmış, iman edenlere işkence yapmış, onları öldürmüş, iman edenler de kendilerini savunmuş ve ateşkes mahiyetinde bir anlaşma yapılmıştır. Buna rağmen müşriklerin anlaşmaya uymayan saldırıları devam etmekte ve ortamda bir güvenlik endişesi hissedilmektedir. Üstelik âyette geçen öldürme ifadesi, oluşan bu fitne ile ilgilidir. Yani dine ve imana baskı anlamına gelmektedir. Bir hal tarzının deyimleşmiş halidir. Bu âyete saldıran cahiller, ne bu âyetten önceki âyeti dikkate alırlar ne de ayetin içindeki diğer ifadeleri dikkate alırlar. Dinsiz imansız cahiller âyetten cımbızladıklar tek bir cümle ile, âdeta Kur'an’ı savaş çığırtkanı bir kitapmış gibi lanse ederler. Ayetin içinde merkez tabir edilebilecek mescidi haram civarında “sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın” diye geçtiği halde ve bir önceki âyet aşağıdaki gibi olduğu halde bunu yapmak biraz da kötü niyetle Kur'an'a yaklaşmanın nedeni gibi duruyor. "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın yani aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez" (Bakara-190) İşte bu âyeti görmezden gelirler. Bağlamdan kopuk bu saldırıların önemli bir nedeni de tabi ki Şii ve Sünni din adamlarının da bu konuda yanılıyor olmasıdır. Cihadın ne olduğuna dair en ufak bir bilgileri olmayan ama bilgisizliğe rağmen fikirleri olanların topluma dayattığı cihad tanımı yanlış olduğu halde maalesef ilâhi bir emir gibi zihinlerde kökleşmiştir. “Padişah efendilerimiz İslam’ı yaymak için sefere çıktılar” gibi hamaset ve slogan dolu tarihi yalanlar da bu batıl inanca ve aldatıcı algıya tuz biber olmuştur. Halbuki Kur'an’ın mesajında savaşın gerçek sebebi şu şekilde anlatılmaktadır. "Onlar haklı bir sebep olmaksızın sadece “Rabbimiz Allah'tır'” demelerinden dolayı yurtlarından çıkarıldılar..." (Hac-40)Demek ki savaş, evlerinden ve yurtlarından çıkartılan ve mülteci durumuna düşürülen mazlumların mucadelesidir. "İ'lâyı kelimetullâh" yalanıyla ancak Kur'an cahillerini aldatırsınız.Mezhep ve batıl inancınız gereği ganimet için işgal ettiğiniz memleketler için fetih, başkalarının istilalarını işgal ve zulüm olarak değerlendirmeniz çifte standarttan başka bir şey değildir. Allah Resüllerinin böyle bir görevi yoktur. Kur'an’da geçen “haram aylar” kavramı bile hem insanlar için hemde doğal denge için derin bir barış mesajı içermektedir. Hiç değilse dört ay boyunca savaşılmaması ve belli dönemlerde avlanmanın yasaklanması oldukça barışçıl bir mesajdır. Hem insanların birbiriyle hem de tabiattaki diğer canlılara karşı bir sulh girişimidir.Konunun salât'ı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) yönüne dönersek; yukarıda da kısaca belirttiğimiz gibi savaş iman edenler için bir denenme sebebi olmuştur. “Salât gereği olan” cihat çağrısı onlar için; o güne kadar “biz de sizinleyiz” dedikleri halde iş kızışınca davalarına ihanet edenlerin, takvalarının yönünü değiştirenlerin, hûşûlarını kaybedenlerin, ettikleri rükûları, secdeleri, tevbeleri ve şükürleri unutup kendini gerçekte tezkiye etmemiş, infakları kuru bir gösterişli yardım zannetmiş, tesbihlerini sadece itibar getirecek bir tefekkürden ve diğer insanlara üstünlük taslayacakları bir kitap bilgisinden ibaret görmüş olanların, ve ıslahatı gerçekte umursamamış olanların ikiyüzlülüğe (münafıklığa) adım atışları olmuştur. Olumlu manada ama çok ciddi bir fitnedir savaş. Fitne, ayrıştırıcı güç demektir. Mümini kafirden, muslihi müfsidden, muhlisi müşrikten ayıran bir özellik taşır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(174. YAZI)Enbiya Süresi 41-) Andolsun, senden önceki Resüllerle de alay edildi; ama onları alaya alanları, o alay konusu ettikleri şey kuşatıverdi. 42-) De ki: Rahman'a karşı sizi gece gündüz kim koruyacak? Buna rağmen onlar Rablerinin zikrinden (Kur'an'dan) yüz çeviriyorlar. 43-) Yoksa dunumuzda (yanımızda- yöremizde) kendilerini (tehlikelerden) koruyacak birtakım ilâhları mı var? (O ilâh dedikleri şeyler) kendilerine bile yardım edecek güçte değildirler yani onlar bizden yardım görmezler. 44-) Evet, onları ve atalarını (bu dünyada) yararlandırdık. Nihayet ömür kendilerine (hiç bitmeyecek gibi) uzun geldi. Oysa onlar, bizim gelip yeri etrafında eksilteceğimizi görmezler mi? Şu halde, gâlip gelecek onlar mı? 45-) De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar. (Yukarıdaki âyet, Allah Resülünün insanlara sadece vahiy anlattığını ve yalnız vahiy'le uyardığını açık olarak gösteriyor. Yani Şia ve Ehl-i Sünnet mezheplerinde olan bütün rivayetler şirk ve küfürdür.) 46-) Andolsun, onlara Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa, hiç şüphesiz, "yazıklar olsun bize! Gerçekten biz zalim idik!" derler. 47-) Ve kıyamet günü için adalet terazilerini kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde zulmedilmez yani (Yapılan amel,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz yani hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz. 48-) Andolsun biz, Musa ve Harun’a, takvâ sahipleri için bir ışık yani bir öğüt olması için Furkan’ı verdik. 49-) O takvâ sahipleri ki onlar, görmedikleri halde Rablerinden haşyet duyarlar yani kıyametten ürperen kimselerdir. 50-) Yani bu (Kur’an) bizim indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. Şimdi siz onu inkâr mı ediyorsunuz?(Mübarek, bereketli demektir, Kur'an'da içinde barındırdığı farklı kimyasallar bakımından yağmur içinde "mübarek" kelimesi kullanılmıştır. Gerçekten de Kur'an 600 küsür sayfa olmasına rağmen bereketi bitecek gibi değildir.) 51-) Andolsun biz İbrahim’e daha önce rüşdünü vermiştik yani onu iyi bilirdik. 52-) O, babasına ve kavmine: Şu karşısına geçip itikaf ettiğiniz temsiller de ne oluyor? demişti. 53-) Biz, babalarımızı bunlara ibadet ederken bulduk, dediler. 54-) Andolsun, siz de, babalarınız da açık bir sapkınlık içindesiniz, dedi. 55-) Bize hakkı mi getirdin, yoksa oyun oynayanlardan nısın? dediler. 56-) (İbrahim) bilakis, sizin Rabbiniz, bir fıtrat üzere yarattığı göklerin ve yerin Rabbidir yani ben buna şahitlik edenlerdenim, dedi. 57-) Ve tallâhi, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir tuzak kuracağım! 58-) Sonunda İbrahim büyükleri hariç hepsini paramparça etti. Belki ona müracaat ederler diye. 59-) Bunu ilâhlarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir, dediler. 60-) Bir kısmı: Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrahim denilirmiş, dediler.(Yukarıdaki âyet, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak edinen şirk ve küfür ehlinin ileri gelenlerinin adlarını anmanın yani onları deşifre etmenin bir sakıncasının olmadığını gösteriyor. Hatta bir zorunluluk olduğu vurgulanıyor.) 61-) O halde, dediler, onu hemen insanların gözü önüne getirin. Belki şahitlik ederler. 62-) Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim? dediler. 63-) Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa! dedi. 64-) Bunun üzerine, kendi nefislerine dönüp (kendi kendilerine) "Zalimler sizlersiniz, sizler!" dediler. 65-) Sonra gerisin geri eski inanç ve tartışmalarına döndüler: Sen bunların konuşmadığını pek âlâ biliyorsun, dediler. 66-) İbrahim: Öyleyse, dedi, Allah’ın dununda, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâla ibadet edece misiniz? 67-) Size de, Allah’ın dununda ibadet ettiğiniz şeylere de yuh olsun! Aklınızı kullanmaz mısınız? İBADET NEDİR?Yüce Allah tarafından indirilen ve Resüller tarafından insanlara tebliğ edilen vahyin tek indiriliş sebebi ibadettir. (Hud- 1,2, 26; Yusuf- 40; İsra-23;Yasin 60;Fussilet 14; Ahkaf-21 Tüm Resüllerin kavimlerine tebliğ ettikleri ilke yalnız Allah'a ibadet etmek olmuştur.( Araf- 59,65,73,85; Hud-50, 61, 84; Müminun- 23,32)Kur'an'ın dininde ve dilinde ibadet, ezberlenmiş ve alışılmış belli bazı ritüelleri yapmak değildir. Yüce Allah'ın tüm Nebilere vahyettiği ve Resul misyonuyla ilan ettikleri ilkelerin hepsine birden ibadet denilmektedir.Yani yüce Allah'ın emir ve yasakları arasında ibadet, tüm salih amelleri içine alan çatı katını temsil etmektedir.Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kitaba iman edilmediği sürece yani ihlas elde edildikten sonra yalnız Allah'a yani Kur'an'a teslim (İslam) olunduktan sonra insanların yaptıkları her güzel amel ibadet kategorisine girer.Dolayısıyla bütün meşru işler ve güzel amellerin hepsi ibadet hükmüne geçer.insan her an yüce Allah ile beraberdir. İbadet denilince insanların aklına sadece namaz, hac, salavat ve umre geliyor. Halbuki insan sürekli olarak ibadet halindedir. Hayatın amacı ve gayesi ibadettir. İnsan yüce Allah'tan bir an bile ayrı kalamayız."O gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşın üzerine (kudretiyle) istiva edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı yani gökten ineni ve oraya yükseleni bilir yani nerede olursanız olun O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir. Göklerin ve yerin mülkü onundur. Bütün işler ancak ona döndürülür" (Hadid-4, 5)"Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah herşeyi bilendir" (Mücadele-7)İbadet fiziksel olarak yapılan bir şey değildir. Asıl ibadet zihinsel bir olaydır. Kişi gönül ve zihinle Allah'a teslim olmadıktan sonra ona ibadet etmiş sayılmaz.Din ve hüküm olarak Kuran'dan başka kitaplara iman edenler, Allah'a değil, ibadetleri kitaplarına iman ettikleri kişileredir. Bütün vahiy'lerin indiriliş amacı ibadettir. Vahyin önderliğinde Resüllerin ilk emri ibadettir.Yani Allah'tan başkasına kulluk yapmamalarıdır.Mesela: Tarikatçıların namazı Allah'a ibadet mi oluyor? Veya Süleymancıların ibadetleri yüce Allah'a mı gidiyor. Sürekli olarak Risale-i Nur okuyan, indirilmiş kutsal bir kitap olarak ona iman eden nurcular Allah'a ibadet mi ediyorlar? İbadet, vahiy ile ilgili bir durumdur. İbadet, teslim, iman, ihlas ve takva ile ilgili bir durumdur. Muhlis ve Muttaki olmayanın ibadeti yoktur. Yani din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmeyenlerin ibadeti tâbi oldukları tağut ve şeytanlar içindir. Allah'ın kitab'ı yerine Buhari'nin ve Küleyni'nin çöpten topladıkları ile besleneceksin sonra namaz ve ibadetin Allah olacak öyle mi? Kime iman ederseniz, ona ibadet edersiniz. Yani kimin sözleri ve emirleri gönlünüzde taht kurmuşsa, kulluğunuz onadır. Şeyhe iman eden Allah'a ibadet edemez. Mezhebe bağlı olanın ibadeti Allah'a olamaz. Kur'an'dan yüz çeviren ibadet diye bir şey yapmamıştır. Muhammed bin İdris, Ahmed bin Hanbel, Numan bin Sabit ve Mâlik bin Enes'in mezhebine tâbi olanlar Allah'a ulaşamazlar. Ben Hristiyanım, Yahudiyim, Şiiyim, Sünniyim diyenlerin ibadeti İslam olamaz. Hayatın hepsi ibadettir yani hayat ibadetten ibarettir. Bütün be gerçeklerden sonra şimdi biz Şii ve Sünni dine adamlarına ne diyelim?Daha ibadetin hangi anlama gelmeden üç beş ritüele ümmeti mahkum ederek, Kur'an'da var olan yüzlerce emir ve yasağın farkında bile olmamışlar.) 68-) Bir kısmı: Eğer iş yapacaksanız, onu yakın da ilahlarınıza yardım edin! dediler. 69-) "Ey ateş! soğuk ol!" yani İbrahim'e selâmetli ol!" dedik. 70-) Yani ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk. 71-) Biz, onu ve Lût’u kurtararak, içinde âlemine (insanlara) bereketler verdiğimiz ülkeye ulaştırdık. 72-) Ona (İbrahim’e), İshak’ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Ya’kub’u lütfettik yani hepsini sâlihlerden kıldık. 73-) Ve emrimiz uyarınca hidayeti gösteren önderler kıldık yani kendilerine hayırlı işler yapmayı, dalât'ı ikâme etmeyi, zekât'a gelmeyi (arınmayı) vahyettik yani daima bize ibadet eden kimselerdi.
31 Mart 2022 Perşembe
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, UYDURMA VE YALANLAR (28. YAZI ) Risâle-i Nur'un kendisine Allah tarafından yazdırıldığına iman eden Said Nursi, eserinde sünnetullaha son derece aykırı bir hikayeye yer verir. ALLAH RESULÜNÜN KURT İLE KONUŞMASI, KURDUN KEÇİLERE ÇOBAN OLMASI :Said Nursi diyor ki: "Ebu Saidi-l Hudri ve Selameti ibn-i Akva ve İbni Ebi Vakkas ve Ebu Hureyre ve bir vak'a sahibi Çoban (uhban)gibi müteaddit (sayısız) tariklerle (yollarla) haber veriyorlar ki, bir kurt keçilerden birini tutmuş çoban, keçiyi kurdun elinden kurtarmış.Zi'b (kurt) demiş, Allah'tan korkmadan, benim rızkımı elimden aldın.Çoban demiş "acayip" zi'b konuşur mu?Zi'b ona demiş "acayip senin halindedir ki, bu yerin arka tarafında bir zat var ki sizi cennete davet ediyor Nebidir.(Aslında Said Nursi" Peygamberdir" diye yazdırmış) Onu tanımıyorsun"Said Nursi burada diyor ki: Bütün tarikler (hadisin geldiği yollar, kaynaklar) kurdun konuşmasında müttefik olmakla beraber kuvvetli bir tarik olan Ebu Hureyre ihbarında diyor ki,Çoban kurda demiş, ben gideceğim Fakat kim benim keçilerime bakacak Zi'b( kurt)demiş, ben bakacağım. Çoban ise, çobanlığı kurda devredip gelmiş.Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ı görmüş iman etmiş dönüp gitmiş Zi'bi (kurd'u) çoban bulmuş zaiyat yok. Bir keçi ona kesmiş.Çünkü ona üstadlık etmiş.( Risâle-i i Nur Külliyatından Mektubat- On dokuzuncu mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Yeni Asya Yayınları, Sayfa-153)Cevap :Güler misin ağlar mısın ?Ben bu rivayete çok güldüm, bir rivayet ancak bu kadar ahmakça olur.Biz şimdi bu rivayetin hangi akılsızlığına cevap verelim, bütün dava Davut ve oğlu Süleyman (aleyhimesselâm) )kuşlarla konuşurlardı.Neden Resulullah (a.s) hayvanlar konuşmasın.Allah Resulü için hangi akıl bunları uydurmuştur? Said Nursi bunları eserlerine alırken hiç düşünmedi mi?Kurdun konuşamayacağı ile ilgili sünnetullaha ne oldu?Talebeleri bunları yazarken karşı çıkma cesaretini neden göstermediler?Önümüzde bir sürü akıl almaz ve anlaşılmaz sorular var ki, bunların altından kalkmak mümkün değildir.Risâle-i Nur Külliyatını Kur'anın en önemli tefsiri olarak görenlere ne demeli?İslam'ın aklında, Kur'an'ın hikmetinde, insanın mantığında hiçbir zaman kurt kuzulara çoban olur mu? Bir de "çoban kurda bir keçi kesmiş" diye eklemesinler mi? Yahu uydurmacı arkadaşlar! Keçiyi kesmesine gerek yok ki verirdi, o da onu götürür afiyetle yerdi. Yoksa keçiyi kesmeseydi kurda haram mı olurdu? İyi ki çoban ile beraber oturup yediler diye eklememişler. Gerçekten bu rivayete çok güldüm. Yüce Allah, aklımızı ve fikrimizi bizlere kaybettirmesin, akılsızlığın sınırı ancak bu kadar aşılır.Bu uydurmacılara göre, Kur'an'ın ne söylediği önemli değildir.Değil mi ki, Allah'ın Resulünü yüceltiyorsun, ne söylersen söyle, ne iftira edersen et, ne yalan uydurursan uydur.Bu hurafeleri uyduranların Kur'an'ın zerresinden haberleri olmadığına inanıyorum.Fakat günümüzde bu hurafeleri hiç durmadan, sürekli olarak okuyan ve onlara Kur'an'dan daha fazla değer veren Risâle-i Nur şakirtlerine ne demeli?
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(173. YAZI)Enbiya Süresi 26-) (Müşrikler) Rahmân evlât edindi, dediler. O, bundan münezzehtir. Bilakis onlar ikrama mazhar olmuş kullardır. 27-) O’nun sözünü (emrini) aşamazlar yani sadece O’nun emri ile amel ederler. 28-) Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir yani Allah'ın rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler yani O'nun haşyetinden çekinirler! "MELEK-MELEKLER" Melek, göklerde ve yerde yüce Allah'ın güç ve iradesini temsil eden yasalar ve doğal kanunlar anlamına gelmektedir. Mesela: Secde- 11. âyette "melekül mevt-ölüm meleğinden" (ölum yasasından) En'am 61.âyette "vefat ettiren Resüllerden, (yasalardan) Enfal-50; Muhammed-27; Yunus-104.âyetlerde de" ölüm meleklerinden (ölüm yasalarından) söz edilmektedir. Zümer-42; Nahl-70; Yunus-104; Mâide-117.âyetlerde de, aslında vefat ettirenin koyduğu yasalar gereği yüce Allah olduğu açık olarak haber verilmektedir. Yani Şii ve Sünni din adamlarının iddia ettikleri gibi azrail adında bir melek ve yüce Allah'tan bağımsız olarak melekler bulunmamaktadır. Kur'an'da Adem-melekler kıssasında simgesel bir anlatım tarzı bulunmaktadır. Yani kıssada anlatılanlar, olup gitmiş ve gitmiş şeyler değil, kiyamet gününe kadar devam edecek insanın hayat ve yaşam serüvenin manzarası veriliyor. Şu âyetler de meleklerin, müminlere huzur, güven, cesaret ve destek verme anlamında kullanıldığını görüyoruz. (Enfal-9, 10, 11, 12; Fussilet-30)Vefatları anında melekler huzur ve güven şeklinde müminlerin gönüllerine nazil olurlar. (Nahl-32; Fussilet-30) Adem kıssasında anlatıldığı gibi, yüce Allah, insan akıl ve iradesinin yani ilim ve icad etme yeteneğinin önünde melekleri secde ettirmiştir. Herşeyin öncesi ve sonrasını bilen ve programlayan yüce Allah, tüm gökleri ve yeri daha öncesinde yaratacağını sadece kendisinin bildiği "İnsan türü" için hazırlamıştır."Hani Rabbin bir zaman meleklere (göklerde ve yerde bulunan enerji ve doğa güçlerine; ''Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturacağım. Onu düzgünleştirip ruhumdan üfleyip (akıl, vicdan, irade, yetenek, icad, merhamet, cömertlik ve bilgi ile donattığım zaman) derhal ona secde edin (boyun eğip teslim olun) demişti. Bunun üzerine İblis hariç melekler (göklerde ve yerde olan doğal güçlerin) tümü hep birlikte secde ettiler (boyun eğip, teslim oldular). İblis büyüklük tasladı ve o kafirlerden oldu. (Sad-71, 74)Kur’anda; ''Meleklere yeryüzünde bir halife atayacağım diye haber verilmesi'', ''Meleklerin bu karara, kan döken birini mi halife yapacaksın itirazı'' ''Meleklerin ve İblisin Adem'e secde etmesinin istenmesi'' gibi daha pek çok anlatım ve olay simgesel olarak yani bir temsil ve mesel olarak anlatılır. Yani gerçek anlamda böyle bir şey olmamıştır. Atomlardan protonlara rüzgarlardan yağmura, uykudan güvene kadar her şey melektir. Meleklere iman demek, bütün bunların Allah'ın ilim ve iradesiyle olduğunun bilincine varmak damektir. Aslında rivayetlerde yani geleneksel zihinlerde var olan algı gibi, Allah ve Melekleri arasında hiçbir zaman "karşılıklı bir konuşma ve dialog" meydana gelmemiştir. Yüce Allah'a böyle bir şeyin izafe edilmesi doğru değildir. Yüce Allah bu gibi şeylerden uzaktır, münezzehtir.Yüce Allah yarattığı her şeyi bir kanun ve kaideye bağlamış, insanların bunu rahat algılamaları için ilim olarak onların akıl seviyelarine indirgiyerek bunlara "melek" ve "melekler" adını vermiştir. Dolayısıyla Adem, İblis ve Melekler kıssasından almaları gereken ibret ve dersleri bu tarz bir söyleşi ile simgesel anlatarak insanların akıllarına çok geniş bir manevra alanı sunmuştur. Yani yeryüzünde kurduğu ilahi yasalara göre rüzgar, güneş enerjisi, yağmur gibi tüm yönetim güçlerinin (meleklerin) artık halife olarak atayacağı insan türünün akıl ve iradesinin emrine gireceğini, ona secde edeceklerini bu anlatım tarzı ile son vahiy olan Kur'anda bizlere haber vermiştir. Yani Âdem, Melekler, İblis ve Şeytan olayının sergilendiği sahne olmuş bitmiş bir oyun değildir. Kiyamet gününe kadar varlığını devam ettirecek gerçek bir akıl, yetenek, imtihan ve icad sahnesidir. Melekler, yüce Allah'ın göklerde ve yerde var ettiği güçler anlamına geliyor. Zaten melek, kök itibariyle "güç" demektir. Mülk, güç ve hükümdarlık demektir. Melik, kral ve hükümdar anlamına gelmektedir. Mélik, sahip ve sözü geçen, kudret sahibi demektir. Melekler, "sabır, cömertlik, güzel ahlak, merhamet, güven, huzur, dürüstlük" gibi erdemli duyguları temsil ediyor. ''Allah’ın kodladığı bütün emirlerine harfiyen uyan, O’na hiç isyan etmeyen, insanın yararına olarak yaratılmış ve görevlendirilmiş yağmur, su, rüzgar, enerjisi olan bütün doğal güç- Meleklerinin" yani göklerde ve yerde bulunan kanunların, ince bir ayar ve hassas bir denge ile onları ayakta tutmak için yüce Allah'ın yaratmış olduğu çeşitli enerji türlerinin ve güçlerinin insanın emrine verilmesini ve ona destek olmalarını, onun emrine girmeyi kabul ettiklerini ''simgesel olarak'' dile getirilmektedir. Adem’e yani ''İnsanın akıl ve yeteneğine secde eden meleklerin''geleneksel dinde anlatıldığı gibi üç boyutlu nesnel yapılarıyla, uydurma dinin ümmileri gibi sürekli namaz kılan, niyazda bulunan Melekler olmadığı,aksine bu ''secde eden Meleklerin'' insanda bulunan (Allah’ın Adem’e Ruhumuzdan üfledik ifadesiyle verdiği) ''akıl, irade, yetenek, icad, vicdan, zihin, zekâ, hafıza, bilgiye sahip olma ve onu kullanabilme'' kabiliyeti gibi zihinsel fonksiyonlar ve Allah'ın bahşettiği ''el ve ayak becerileri'' gibi motor fonksiyonlar ile ''doğal dengede var olan su, madenlerdeki elementler, çekim kuvveti, itme gücü, kaldırma ve basınç kanunları, sıcaklık, ısı, enerji çeşitleri, yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ateş gibi, yani insanın dışında doğada mevcut diğer tüm canlılar ve güçlerden'' oluştuğu ve tüm bu sayılanlardan insanın istediği gibi teknoloji üreteceği ve her alanda hayatını kolaylaştırmak için onlardan yararlanabileceğini anlaşılır. Çünkü doğada insanın dışında bulunan bütün varlıklar ve güçler (enerji türleri) ''insana secde edip onun aklına boyun eğmişlerdir'', insanın aklını, gücünü, yeteneğini kabul etmişler, hizmetine amade kılınmışlardır. Bu secde kıyamet gününe kadar da kesintisiz olarak devam edecektir. Yani beşer olan ve henüz insana ait donanıma sahip olmayan Adem’e ''Ruh (akıl, irade, vicdan ve bilgi) üflendiğinde'' (akıl, ilim, icad, sanat, merhamet, adalet, cömertlik gibi Allah'a ait sıfatlar verildiği) zaman, beşer olan Ademinsan olan Adem'e dönüşmüş, bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir, onlardan yararlanabilir hale gelmiş, bilgisi geliştikçe de doğaya hükmetmeye başlamış hatta doğal dengeyi tahrip edebilecek bir güç ve kuvvete ulaşmıştır.Halife, yani insan, kendisine emanet edilen ''yeryüzü yönetimi'' gerçeğini, kavramak ve mevcut doğruları idame ettirmek zorundadır. Bunu yapabilmek için kendisine ''Meleklerin yönetimi ve gücü'' tahsis edilmiştir. Böylece hayvanları evcilleştirmiş, etinden, sütünden, kılından, postundan yararlanır hale gelmiş, rüzgâra hükmedip elektrik enerjisini elde eder, gemileri suda yüzdürür olmuş, ateşle madenleri işlemiş, ağaçları istediği amaçta kullanabilmiştir. Havanın kaldırma gücünden yararlanmış, uçaklar uçurmuştur. Bugün ise uzaya çıkmıştır. Bilgisayarla iletişim teknolojisini geliştirmiş, akıllı telefonlara sahip olmuştur. Bütün bunlar varlıkların, yani Meleklerin, yani doğa güçlerinin beşerden ''İnsana terfi eden Adem’e secde-boyun eğip itaat ettiğinin'' göstergesidir. Yani "Meleklerin Adem'e karşı yere kapanıp alınlarını yere koyması" olarak şekilsel bir anlam Şii ve Sünni din adamlarının inancına uygun olabilir.Fakat Kur'an'ın tevhid ilkesine aykırıdır. Secde ederek boyun eğen, yani insanın emrine giren Melekler; insanın hüküm süreceği dünya hayatındaki güzel ve olumlu gücü temsil eden ''Meleke'leri'' olmuşlardır. Melekler aslında insana ait özellikleri ve faaliyetleri, icad etme yetenekleri, kaabiliyetleri ortaya çıkaracak Meleke'lerdir. Yani insana ait olan bu zihinsel ve bilişsel kaabiliyet ve faaliyetleri ''bize (Adem'e) secde eden, boyun eğen Melekler eliyle'', Melekler üzerinden harekete geçirip meydana getirebiliriz. Meleklerin Adem'e-İnsana secde etmesiyle; ''iyi yönde tüm meleke, icad etme yetenek ve kaabiliyetler insanın emrine verilmiş ve bu iyi yönlü faaliyetleri kontrol edebilme gücü insana sunulmuştur. "Hamd-övgü, göklere ve yere yaradılış yasalarını koyan, Melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a özeldir. O, yaratmada dilediğini arttırır. Allah, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. (Fatır-1)Kur'anda iki, üç veya dört kanatlı olarak tarif edilen Meleklerin aslında bilinen anlamda kanatları yoktur. Bu ifade sadece ''Meleklerin farklı gücünü'' simgeler.Dumansız ateş, nur, yani ''saf enerji ve titreşimden'' oluşan Melekler ''Varlık Aleminde'' herşeyden sorumludur, ilk yaratılanlardır ve yüce Allah'ın güç, kuvvet, ilim, hikmet, rahmet ve iradesini temsil ederler.Evrendeki bütün doğa olayları, insanda bulunan bütün duygusal yeteneklerimiz, bütün hissiyatlarımızın hepsi birer Melektir. Fakat yüce Allah'tan ayrı ve bağımsız değillerdir. Yani koyduğu yasalardır ve emrinin dışına asla çıkamazlar.Yoksa kaos olur, denge bozulur, her şey alt üst olur. Çünkü gerçekte her şeyi yapan yüce Allah'tır. Bir yaprak O'nun iradesi ve ilmi yani yasası dışında yere düşmez, bütün işler O'na döner. Her Melek yaratılış amacına uygun olarak kendisine verilen görev alanından ve onu yerine getirmekten sorumlu birer güç ve enerji değişimidir.Doğal olarak bilgisi de kendisine verilen kadardır. Yani görevi neyse ona sadece o öğretilmiştir ve fazlasını bilmez. Melekler görevlerini, güçlerini Allah'ın iradesinin dışında asla kullanmaz, kullanamaz. Melek kavramını ''Allah'ın tek bir formda yarattığı bir güç, enerji'' olarak algılamak doğru olmaz;''insanları duygusal olarak motive ederek destekleyen ve böylece içindeki potansiyel gücü maksimum bir şekilde kullanmasını sağlayacak bir etken olarak da, duygusal destek formunda da hayat bulur, doğa olaylarını oluşturan tüm hareketleri sağlayan rüzgar, ısı, sıcaklık, itme, kaldırma, yerçekimi, enerji değişimleri, formunda da hayat bulabilir'Meleklerin insanın duygusal dünyasını etkileyen ve iç dünyasında meydana getirdiği değişimlerle insana özgü farklı duygulara yol açan birer ''duygusal enerji'' olduğunu aşağıdaki âyetler ortaya koymaktadır;"Eğer siz ona yardım etmezseniz, andolsun ki Allah ona yardım etmişti. Hani hakkı yalanlayan kafirler onu (Mekke'den) çıkardıklarında iki kişiden ikincisiydi. İkisi mağaradayken, o, arkadaşına: ''hüzünlenme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir.'' demişti. O anda Allah ''sekinetini'' üzerine indirmişti yani Onu, ''sizin görmediğiniz ordularla'' desteklemişti yani kafirlerin sözünü(davalarını) alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise en yüce olandır. Allah, Aziz'dir, Hakim'dir" (Tevbe-40)Sonra Allah, Resul'ünün ve müminlerin üzerine ''sekinetini'' (huzur-güven) indirdi yani ''görmediğiniz ordular indirdi'' yani hakkı yalanlayan kafirlere azap etti. İşte kafirlerin cezası budur. (Tevbe-26)Bu âyetlerde yüce Allah'ın lütuf ve inâyetiyle Resûl'e, müminlere ve zor durumda kalanlara görünmeyen güçlerle yani Melekler ile destek vermesi anlatılıyor. Aslında aynı zamanda zihinsel ve duygusal birer etkileşime yol açan, yani insanın iç dünyasında, ruhunda, kalbinde kişiyi olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyen tüm ''haleti ruhiye diye tabir edilen hissiyatlar'' birer Melek-Meleke'dir yani insanın içinde var olan potansiyeldir. Dolayısıyla insanın duygusal zihninde meydana gelen ''sevinç, güven, sevgi, öfke, üzüntü, inanç, direnme, yetinme, metanet, sabır gibi duyguların hepsi birer Melektir"Hani siz, Rabbinizden imdat diliyordunuz. O da ardı ardına bin Melekle yardım edeceğim diye, isteğinize karşılık vermişti. (Enfal-9)"Andolsun! Ezilmiş olduğunuz halde Bedir'de de Allah size yardım etmişti. O halde, Allah'a karşı takvalı olun ki şükretmiş olasınız.Hani! Sen mü'minlere: ''Rabb'inizin, indirmiş olduğu üç bin Melekle yardım etmesi size yetmez mi?'' diyordun.Evet! Sabreder ve takvalı davranırsanız, düşman size hemen saldırsa bile, Rabb'iniz, size, seçilmiş beş bin Melekle yardım eder.(Âli İmran-123-125)İşte bu âyetlerde Rabbimiz olan yüce Allah inananlara savaşta bin, 3 bin, 5 bin Melekle yardım ediyor. Buradaki 3 bin, 5 bin Melek kavramları şunları ifade eder;Orada savaşan müminlere, ''kural ve kaidelere göre akıllıca hareket etme yetisi, uykusuzluk, sabır ve metanet, açlık, susuzluk çekmemek, attığını vurma, kılıçlarının keskinliği, güneşin sıcaklığının onları rahatsız etmemesi, havanın serinlik vermesi'' gibi bir sürü duygusal destek sağlayan hissiyatlar aslında Allah'ın yardım için gönderdiği Melekleri'dir.Yüce Allah sadece hidayet ve sapkınlığı indirdiği vahye bağlamış, bu konuda insanın özgür iradesini meleklerin mudahalesi dışında tutmuştur. Ancak melekler iman edenlere yardım ve kafirlere korku verir azap ederler. Yani seçilmiş beş bin, üç bin Melekle destekledik demek; ''düşman kendilerinden daha güçlü olsa bile, inananları düşmanı yenebilecek bir ruh haline sokan sabır, metanet, güven, inanç, sıhhat, güç, cesaret, dirayet gibi binlerce zihinsel ve duygusal güçlerle-Meleklerle destekledik'' demektir.Yüce Allah'ın insanlara dünya hayatında doğru yolu bulmaları için verdiği en büyük destek; kuşkusuz insanlık tarihi boyunca Elçileri ile gönderdiği ilahi mesajlarını içeren ve Kur'anda ''Ruh'' diye adlandırılan ''Vahiy'dir'' İnsanları uyaran ve takvalı olmaya çağıran Elçilerini desteklemek için onlara ''vahiy'' ve emrine amade olan, boyun eğen, secde eden ''Melekler'' gönderir;Allah, ''Benden başka ilah yoktur, öyleyse bana karşı takvalı-vahyin korunma alanında olun'' uyarısında bulunmaları için kullarından dilediğine/Elçilerine emrinden ''Ruh/Vahiy'' ve ''Melekleri/göklerde enerji olan doğa güçlerini'' indirir. (Nahl-2)Bütün bu anlatılanlar çerçevesinde düşünüp, sorguladığımızda; acaba ''Kur'an'ın Melek kavramı ile bir bağlantısı olabilir mi? Bu konuyu, Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75) âyetinin bağlamında değerlendirip, Kur'an'ın özelliklerini inceleyerek,KUR'AN-MELEK-RESUL kavramları arasındaki bağı, yalnız âyetlere dayalı olarak analiz ettiğimizde nasıl bir ilişki olabileceğine bakabiliriz. MELEK KAVRAMI VE KUR'AN"Allah, Meleklerden de Resûller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir" (Hac-75)Peki melek neydi? Melek, yüce Allah'ın gücünü temsil eden tüm varlıkları kapsar. Bu bir doğa olayı, rüzgâr, ısı, basınç, yer çekimi, kaldırma gücü, sıcaklık ta olabilir, insanları doğru yola, iyiye, güzele, Allah'a imana, Allah'a sevgiye, Allah'a güvene, Allah'a tam bir teslimiyete yönlendiren, tüm bu "duyguları/Meleke'leri" kazandıran bir "Vahiy/Kitap" ta olabilir. Bu vahiy-kitap sıradan basit bir kitap değildir.Bu vahiy-mitap göklerde var olan en güçlü ilahi mesajdır, yani Melek'tir. Melek, sadece Allah'ın yarattığı ve kendisine verilen görevi yapan ilâhi yasalar değildir.Melek aynı zamanda enerji, belli bir amaca yönelik her türlü doğa olayı, bir açıdan da Meleke'lerimiz, yani insanın emrine verilmiş ve insanı yönlendiren her türlü duygusal, zihinsel manevi etkileşime yolaçan, duygusal tepkilerimize yön veren ruhani bir güçtür.İnsanı doğruya, eğriye, yanlışa, iyiye yönlendiren, sevgi, hırs, öfke, rekabet, merhamet, sabır, dirayet, sebat gibi tüm duygusal etkileşim ve zihinsel faaliyetlerimiz ''Melekler'' tarafından yönlendirilen manevi, ruhsal enerjimizin ortaya çıkardığı ''Meleke'lerimizdir''Allah'ın insanları Sırat-ı Müstakim'e yönlendirdiği ve hidayete ilettiği esas Melek; işte her topluma gönderilmiş olan, Allah'ın doğru dinine götüren ve ebedi mutluluğa erişebilmek için uymaları gereken ilahi kurallar ve hükümlerini içeren ''vahiy/İlahi mesajlar- kitap'tır''İşte bu açıdan bakıldığında insanı doğruya, Allah'ın yoluna yönlendiren tüm ilahi mesajlar, yani gönderdiği tüm vahiyler/kitap'lar da birer Melek'tir. Bu ilahi mesajların sonuncusu, Allah'ın insanlığa tebliğ etmesi için son beşer Elçisi Muhammed (a.s) a gönderdiği, insanlığa hidayet rehberi, bir nur olarak gelmiş, kıyamete kadar bütün insanlara içerdiği ilahi mesajlar ile uyarı ve ikaz görevini yapacak ve sırat-ı müstakime ulaştıracak son vahiy olan Kur'an'da işte bir Melektir.Kur'an Allah'ın gönderdiği bir Melek olarak ve Beşer Resûl Muhammed (a.s) ile aynı muhteviyatta olması hasebiyle, O'nunla aynı özelliklere sahip olması, yani müjdeleyici, uyarıcı, öğüt verici, rahmet, karanlıktan aydınlığa çıkarma, yani bir Resulde bulunabilecek tüm özelliklere sahip olması ile Kur'an'da bir Resül'dür. "Elif, Lâm, Râ! Bu Kuran, insanları Rab'lerinin izniyle ''karanlıklardan aydınlığa çıkarman'' Aziz, Hamid olan Allah’ın yoluna iletmen için, sana indirdiğimiz bir kitaptır. (İbrahim-1)"Sizi ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. (Hadid-9)"İman eden ve salih ameller işleyenleri ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için, Allah’ın apaçık âyetlerini size okuyan bir Resül göndermiştir. (Talak-11)"Allah, kendi rızasına tâbi olanları, bu kitap-Kuran vesilesiyle selâmetin yollarına ulaştıracak yani izniyle-yasasıyla onları ''karanlıklardan aydınlığa çıkaracak'' yan onları sırat'ı müstakime hidayet edecektir" (Maide-16)Yani yüce Allah açıkça tekrar aynı gerçeği buyuruyor;Peki Allah'ın insanlardan seçtiği Resulleri zaten biliyoruz, Melek olan Resül nedir? Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75)Tüm bu anlatılanlara, ilgili âyetlere, Melek kavramının gerçek anlamını ortaya koyan ayetler eşliğinde ve Hac-75 bağlamında baktığımızda açık ve net bir şekilde görüyoruz ki; her ikisi de aynı içeriğe sahip olan ve Allah'ın insanlardan seçtiği RESÛL; Muhammed (a.s) gibi Resüller iken, Meleklerden seçtiği RESÛL DE; vahiy'dir yani Kur'an'dır. Yani Kur'an, meleklerden bir resüldür. Mesela: "...O gecede, Rablerinin izniyle-yasasıyla melekler yani ruh her iş için iner dururlar" (Kadr-4)Mesela: "Ruh yani melekler saf saf olup kıyam ettiği gün,..." "Bütün kötü duygu ve dürtüler şeytandır..."(Âraf-200, 201)"İnsanı cimriliğe sevkeden duygu şeytandır..."(Bakara-268) "Haset şeytandır.."(Yusuf-5) "İnsanı kötülüklere yönlendiren vesvese şeytandır..."(Âraf-20) "Şeytan" kavramlarının büyük çoğunluğu insan şeytanlarını anlatırken, bir kısmı da insanın içinde var olan zihinsel şeytanlardan söz etmektedir.Mesela: İnsanlar için faydalı olan yani zararlı mıkroplardan koruyan mikroorganizmalar yüce Allah'ın birer askeri anlamında melek olurken, ona zararlı olan mikroorganizmalar da şeytan oluyor. Yani hem insanın iç dünyasında maddi ve zihinsel melek ve şeytan vardır. Hem de dış dünyada melekler ve şeytanlar vardır. İnsan içinde var olan zihinsel şeytanın tuzağı zayıftır (Nisa- 76)"İnsanda var olan gurur ve kibir şeytandır..." (Nisa- 120)Kötülüklere yönlendiren tüm kötü ameller şeytandır.Yani onu vahiy'den uzaklaştıran, insanların arasına kin ve düşmanlık duygu ve dürtülerini yerleştiren de şeytandır. Yani bunlar insanın içinde var olan zihinsel şeytanlar olabildiği gibi, dış dünyada olan insan şeytanları da olabilir.İnsanın maddi ve manevi olarak temizleyen her şey melektir.Kur'an'da var olan meleklerin tesbihleri, yüce Allah'ın kendilerine yüklemiş olduğu görevleri yerine getirmeleri anlamına geliyor. Yüce Allah'a din öğretmeye kalkan din adamları şeytandır. Saçıp savurma şeytandır. İnsanı Kur'an'dan uzaklaştıran her şey şeytandır. Yani şeytan insanın dışında olan, ondan bağımsız ve bağlantısız bir varlık değildir. İnsanı kötülüklere yönlendiren, helali haram kılan, vahiy'den uzaklaştıran, cimrilikle korkutan, ahlaksızlığı telkin eden yine şeytandır.Mesela: İnsanlar için faydalı olan mikroorganizmalar yüce Allah'ın askerleri anlamında birer melektirler. Zararlı mikroorganizmalar da birer şeytandır. 29-) Onlardan her kim: "O'nun dununda (yanında-berisinde-astında) bende ilâhım derse, biz onu cehennemle cezalandırırız yani biz, zalimlere böyle ceza veririz! 30-) Kafirler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden ayırdığımızı yani diri olan her şeyi sudan yarattığımızı görmüyorlar mi? Hâlâ iman etmeyecekler mi? 31-) Yani onlara (ürünler-erzak) sunsun diye yerde bir takım araziler kıldık ve orada geniş geniş yollar açtık; ta ki hidayete ulaşsınlar. 32-) Ve gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık yani onlar gökyüzünün âyetlerinden yüz çevirirler. 33-) Yani O, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı... yaratandır. Her biri bir felekte yüzüp gitmektedir. 34-) Yani senden önce de hiçbir beşere devamlılık vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar devamlı mı kalacaklar?35-) Her nefis, ölümü tadıcıdır yani bir sınama olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz yani bize döndürüleceksiniz. 36-)(Ey Resül!) Kâfirler seni gördükleri zaman: "Sizin ilâhlarınızı diline dolayan bu mu?" diyerek seninle alay ediyorlar yani onlar, Rahman'ın zikrine (Kur'an'a) kâfir oluyorlar. 37-) İnsan, aceleden yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim; benden acele istemeyin. 38-) "Yani sâdık iseniz, bu vaad ne zamandır" diyorlar. 39-) Kafirler, yüzlerinden ve sırtlarından (saran) ateşi savamayacakları yani kendilerine yardım dahi edilmeyeceği zamanı bir bilselerdi! 40-) Bilâkis kendilerine o (kıyamet) öyle âni gelir ki, onları şaşırtır. Artık, onu reddedemezler yani kendilerine (rahmet nazarı ile) bakılmaz.
30 Mart 2022 Çarşamba
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (16.YAZI) Nebi (a.s) dan sonra Kur'an'a tevhid ve güzel ahlak yani öğüt kitab'ı değil, dokunulmaz kutsal kitap gözüyle bakılmış, dinin ciddiyeti bozulmuş, içine “din” adı altında birçok rivayetler konmuştur.Böylece dinin şekli tamamen değişmiştir. Bu ilk zaman olan tahrif ve değişim, güya cennet kazanmak amacıyla büyük bir iştahla, duygusallığı ön plana alarak heva ve hevesle yapılıyordu.O gün bugün iftira ve yalanlar devam etmektedir. Bir uyduranlar var, bir de uydurulmuşlara candan iman edenler vardır. Her iki kesim de “Kur'anla-hayat”ın bağından habersizdirler. Yani Kur'an'ın âyetlerini akıl süzgecinden değil, manevi bir atmosfere, sadece sevap almaya atıf yaparak esas amacı ıskalamaktadırlar. Yalan ve iftira üretiminin başladığı dönemlerde okuma-yazma oranları yok denecek kadar azdı.Sahih bilgiye ulaşma imkanı da yoktu. İşte bu karmaşık ortamda din; hissi yorumlarla ilerliyordu.Sözlü kültür her zaman yazılı kültüre egemen olmuştur.İşte bu zor şartlar altında Kur'an cahillerinin ürettikleri hadisler “din” diye kabul gördü. Nerede geleneksel din anlayışına ait bir insan görürseniz bilin ki, duygusal hali, akıl ve mantığından daha ileri bir konumdadır. Onda akıl değil, taklit daha baskındır. Bu anlayışa sahip olan insan, akla hükmeden dinin kurallarını bozmaya adaydır. Bu tiplerden o gün olduğu gibi bugün de çok sayıda vardır. Onların duygularına dayanarak muhaddislerin ürettiği hadis psikolojisi ile bugün var olan hadis inancı arasında fark vardır. Hadisleri uyduranlar, Kur'an'sız bir ortamda hiç çekinmeden yalan söyleyebiliyor, zorlanmadan iftira edebiliyorlardı.Bunu Ehl-i Sünnet'in kütüb-ü sitte’sinden ve Şia'nın kütüb-ü erbaasından bulunan hadislerde görebiliyoruz. Bugün inananlar ise bu hadislere Nebi'nin ağzından çıkmış gibi iman ediyorlarsa, bunun tek bir açıklaması vardır.Büyük bir Kur'an cehaleti mevcuttur. Bu hadisleri uyduran ve Nebi'ye iftara eden muhaddisler gibi, bugünün tabiileri de korkunç bir cehalet içindedirler. Fakat bugün korkunç cehalet karşısında Kur'an sayesinde büyük bir bilinçlenme ve uyanış da meydana geliyor. İster inanın ister inanmayın, bu hadisleri iftira efen şarlatanlar bu saçma sapan sözlerin yüzyıllar sonrasına taşınacağını kesinlikle bilmiyorlardı. Bir zaman gelecek bu ilkel hadisler üzerinden güçlü sermaye kurulacağını, büyük bir rant kazanılacağını, hattâ diğer dillere çevrilip kıtalar dolaşacaklarını hayal bile edemiyorlardı.Bilhassa hadisçi Buhari zamanında namaz kılmakla ilgili deliler gibi hadis üretiliyordu. Kıssa ve hadislere karşı olan teveccühten dolayı o devrin muhaddisleri uydurma ve yalanda adeta yarış halinde idiler.O devrin pop yıldızları bunlardı. Hadis uydurma ve şehrin en kalabalık merkezlerinde edebi bir dille okumak o devrin en popüler modasıydı. Daha bunlar gibi bir çok sebepten dolayı Kur'an'daki salât ile hadislerde bulunan salât anlayışı birbirlerine uymaz.Salât kavramına manâ verilirken hiçbir âyet dikkate alınmamış sadece rivayetler göz önünde bulundurulmuştur.Yani daha açık bir ifadeyle salât gibi Kur'an kavramlarının gerçek anlamlarından kaymalarının sebebi; âyetlerin bağlam ve bütünlüğü değil, rivayetlerin amaçladığı göz önüne getirilmiş ve o şekilde yorumlanmıştır. Üstelik bunu yapanların Kur'an'ı anlama ile bir ilgileri, merakları ve dertleri yoktu. Kuranda “din adamı sınıfı” olmamasına rağmen bir takım insanlar da “muhaddis-müctehid-fâkih-müfessir" gözüyle bakılarak onların söylediği sözler, sanki Allah Resülü söylemiş gibi “sünnet” statüsüne alınmış ve sorgulanamaz din olmuştur. Aslında bu konudaki kural çok basittir. İslamı beşeri söz ve ictihadlara indirgeyerek, herhangi bir zihnin imkanlarıyla dine yol aramak kural haline getirilmemelidir.Herhangi bir insan alim ve fazilet sahibi olabilir. Fakat beşer olması, kul olması hasebiyle yanılabilir, olayı bütün boyutlarıyla algılamaya güç getiremeyebilir. Bu bakımdan herhangi bir alanda uzmanlaşmış bir şahsı bu özelliği nedeniyle yüceltmek bizi son derece yanlış sonuçlara götürebilir.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(172. YAZI)Enbiya Süresi, 112 âyet olup Mekke"de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) İnsanların hesaba çekilecekleri saat (an) yaklaştı yani onlar, gaflet içinde yüz çeviriyorlar. 2,3-) Rablerinden kendilerine ne zaman öğütten bir söz gelse, onlar bunu, hep alaya alarak, kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak dinlemişlerdir. O zalimler şöyle fısıldaştılar: Bu (Muhammed), sizin gibi bir beşerden başka nedir ki! Siz şimdi göz göre göre sihire mi kapılıyorsunuz? 4-)(Nebi dedi ki:) Rabbim, yerde ve gökte (söylenmiş) her sözü bilir. O, hakkıyla işitendir, bilendir. 5-) "Hayır, dediler, (bunlar) saçma sapan düşlerdir; bilakis onu kendisi uydurmuştur; belki de o, şairdir. (Eğer öyle değilse) bize hemen, öncekilere gönderilenin benzeri bir âyet getirsin." 6-) Bunlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir belde iman etmemişti; şimdi bunlar mı iman edecekler? 7-) Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir (vahiy) ehline sorunuz. 8-) Biz onları (Nebileri), yemek yemez birer (cansız) ceset olarak kılmadık yani onlar(bu dünyada) devamlı da değillerdir.9-) Sonra onlara (verdiğimiz) vâde sâdık kaldık; böylece, hem onları hem de dilediğimiz (başka) kimseleri kurtardık ve (haddi aşan) müsrifleri de helâk ettik.10-) Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâla akıllanmaz mısınız? (Yukarıdaki âyette bulunan "fihi zikrüküm" ifadesi, "onda sizin için öğüt ve uyarı olan, siz anlatan, yol gösteren" şeklinde anlaşılmalıdır. Bu anlam Nahl süresinin 44.âyeti başta olmak üzere diğer bazı âyetlerle de örtüşmektedir. Mesela, Enbiya süresinin 24. âyetinde yüce Allah kendisine ortaklar edinenler için Rsülüllahtan "Haydi bürhanınızı getirin, işte benimle beraber olanların kitab'ı ve işte benden öncekilerin kitab'ı demesini istemekte, 25. âyette de tüm Resüllerin tevhid ilkesi üzerine gönderildikleri bildirmektedir. Yani bu kitap sizin ahlak ve karakterinizi, sizin inanç ve fıtratınızı anlatıyor. Anlattığı şeylerde söyledi yanlış bir şey var mıdır? Yoksa âyet'e" sizin şan ve şerefinizi anlatıyor" gibi bir mana vermek doğru değildir. Mekke müşriklerinde veya Yahudi ve Hristiyanlarda şan ve şeref diye bir şey yoktur. Âyetlerin Mekke ve Medine özelliklerini bilmeyenler, hemen kafalarına göre bir mana koyuyorlar.) 11-) Zalim olan nice beldeyi kırıp geçirdik yani ondan sonra başka topluluklar inşa ettik. 12-) Azabımızı hissettiklerinde bir de bakarsın ki oralardan (azap bölgesinden) kaçıyorlar! 13-) "Kaçmayın! İçinde şımarıklık ettiğiniz yere yani meskenlerinize dönün! Çünkü siz (yaptıklarınızdan) sorulacaksınız!" 14-) "Veyl olsun bize! dediler; gerçekten biz zalimmişiz." 15-) Biz kendilerini, kuruyup biçilmiş ekine, sönmüş ateşe çevirinceye kadar bu duaları sürüp gider. 16-) Yani biz, göğü, yeri ve bunlar arasındakileri, oyun olsun diye yaratmadık.(Allah istediğini yapar ama keyfi iş yapmaz.) 17-) Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi tarafımızdan edinirdik. Biz (bunu) yapanlardan değiliz. 18-) Bilakis biz, hakkı bâtılın tepesine bindiririz de o, bâtılın işini bitirir. Bir de bakarsınız ki, bâtıl yok olup gitmiştir yani (Allah’a) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı size veyl olsun! 19-) Göklerde ve yerde kimler varsa O’na aittir yani O’nun indinde bulunanlar, O’na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar. 20-) Onlar, bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah’ı) tesbih ederler. (Tesbih, göklerde ve yerde var olan tüm varlıkların yaratılış amacına uygun harekatleri anlamına gelmektedir. 21-) Yoksa (o müşrikler), yerden birtakım ilâhlar edindiler de, (ölüleri) onlar mı diriltecekler?22-) Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle fesada gitmişti. Demek ki Arş’ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir. 23-)(Allah,) yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir. 24-) Yoksa O’ndan başka birtakım ilâhlar mı edindiler? De ki: Haydi bürhanınızı getirin! İşte benimle beraber olanların zikri (Kur'an) ve benden öncekilerin zikri olan (Kur'an). Hayır, onların çoğu hakkı bilmediklerinden yüz çevirirler. 25-) Senden önce hiçbir resûl göndermedik ki ona: «Benden başka İlâh yoktur; şu halde sadece bana ibadet edin» diye vahyetmiş olmayalım.
29 Mart 2022 Salı
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(171. YAZI)Tâhâ Süresi 99-)(Ey Resül!) İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana kıssa ediyoruz yani andolsun sana tarafımızdan bir zikir verdik. 100-) Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz ki kıyamet gününde o, ağır bir günah yükünü yüklenecektir. (Şu dünya hayatında yüce Allah'ın kitabını ihmal etmek, ona ihanet etmek, onu hakkıyla takdir etmemek yani onun yerine beşeri rivayet ve ictihadlara iman etmek ve onları dinde kaynak kabul etmek kadar büyük bir ahlaksızlık, rezillik, soytarılık ve kepazelik yoktur.) 101-) Bu kimseler, onda (o günah yükünün altında) devamlı kalırlar yani onlar için kıyamet gününde çok kötü bir yük olmuştur! 102-) O günde Sûr’a üflenir yani o zaman mücrimleri, gözleri (korkudan) gömgök bir halde mahşerde toplarız. 103-) Aralarında birbirlerine gizli gizli şöyle derler: "Dünyada sadece on gün kaldınız." 104-) Aralarında konuştukları konuyu biz daha iyi biliriz. Onların en olgun olanı o zaman: "Sadece bir gün kaldınız" der. 105-) (Ey Nebi!) Sana dağlar hakkında sorarlar. De ki: Rabbim onları ufalayıp savuracak. 106-) Böylece yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır. 107-) Orada viraj ve tümsek göremezsin. 108-) O gün insanlar, dâvetçiye tâbi olacaklar. Ona karşı yan çizmek yoktur yani Rahman'a karşı sesler kısılmıştır. Bu yüzden, fısıltıdan başka bir ses işitemezsin. 109-) O gün, Rahmân’ın izin verdiği yani sözünden hoşlandığından başkasına şefaat fayda vermez. 110-) O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir yani onların ilmi onu ihâta edemez. 111-) Bütün yüzler diri ve kayyum (olan Allah için) eğilip boyun bükmüştür yani zulüm yüklenen gerçekten perişan olmuştur.112-) Ve her kim, mümin olarak yani salih olan amellerden işlerse, artık o, zulümden yani hakkının eksiltilmesinden korkmaz. 113-)(Ey Resül!) Biz onu böylece Arapça bir Kur’an olarak indirdik yani onda vâdedilen her şeyi tasrif ettik. Umulur ki onlar takvalı olur; yahut da o (Kur’an) kendileri için öğüt veren bir hadis olur. 114-) Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana O’nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur’an’ı (okumakta) acele etme yani "Rabbim, benim ilmimi artır" de. 115-) Andolsun biz, daha önce de Âdem’e ahit vermiştik. Ne var ki o, unuttu yani onda bir azim bulmadık. 116-) Yani bir zamanlar meleklere: Âdem’e secde edin! demiştik. Onlar secde ettiler; yalnız İblis hariç. O, kaçındı. 117-) Bunun üzerine:) Ey Âdem! dedik, bu, hem senin için hem de eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten (has bahçeden) çıkarmasın; sonra meşakket çekersin! 118-) Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak. 119-) Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın.120-) Derken şeytan ona vesvese verdi "Ey Âdem! dedi, sana devamlılık şeceresini ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?" 121-) Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kötülükleri kendilerine görünmeye başladı ve üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar yani Âdem Rabbine âsi olup yanıldı. 122-) Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tevbesini kabul etti yani (vahiy'le) hidayete ulaştırdı. 123-) Dedi ki: Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin! Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime tâbi olursa o sapmayacak yani meşakkat çekmeyecektir. (Yukarıdaki âyette bulunan "Artık benden size hidayet (vahiy) geldiğinde, kim benim hidayetime tâbi olursa sapmayacak yani meşakkat çekmeyecektir" cümlesi, beşeri rivayet, ictihad ve mezheplerin nasıl büyük bir yıkım gücüne sahip tehlikeli ve ölümcül silahlar oldukları anlaşılıyor.) 124-) Kim de benim zikrimden (Kur'an'dan) yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir maişeti olacak yani biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. 125-) O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin yani ben, görür idim!, der. 126-) Allah buyurur ki: İşte böyledir. Çünkü sana âyetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun yani bugün de aynı şekilde unutuluyorsun! 127-) Yani (hayatını batıl yolda) israf edeni ve Rabbinin âyetlerine iman etmeyeni işte böyle cezalandırırız yani âhiret azabı daha şiddetli ve bâkidir. 128-) Bizim, onlardan önce, meskenlerinde dolaştıkları medeniyetleri helak etmiş olmamız kendilerini hidayete ulaştırmaya yetmedi mi? Andolsun ki bunda (şirkten) alıkoyan akıl sahipleri için nice âyetler vardır. 129-) Eğer Rabbinden, daha önce verilmiş bir söz ve tayin edilmiş bir vâde olmasaydı, (ceza onlar için de dünyada) gerekli olurdu. 130-)(Ey Resül!) Sen, onların söylediklerine sabret yani güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini hamd ile tesbih et yani gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında (iki ucunda) da tesbih et ki, rızaya eresin.MEKKE ve MEDİNE'DE İNEN SÜRELERİN ÖZELLİKLERİ. Kur'an sürelerinin Mekke'de mi, yoksa Medine'de mi indiği ile ilgili bilgilendirmemizden sonra, bazı arkadaşlar bizim esbab-ı nüzul veya rivayetlere müracaat ettiğimizi zannediyorlar.Tâbi ki bu arkadaşların Mekke ve Medine'de inen süre ve âyetlerin özelliklerinden haberleri bulunmamaktadır.Fakat Mekke ve Medine'de inen âyet ve süreler birbirinden farklı özelliklere sahiptir.Yani Mekke ve Medine birbirinden çok farklıdır dünyalardır.Kur'an'ın İstanbul'a inmesi ile bir köye inmesi gibi aralarında büyük bir fark mevcuttur. Şimdi bu özelliklerden bir kaç tanesini görelim.1-) Mekke'de inen sürelerde "Ey iman edenler!.." cümlesi bulunmaz.Yani "Ey iman edenler!..." cümlesi ile başlayan bütün âyetler Medine'de inmişlerdir. Çünkü Mekke'de iman sorunu yoktu. Mekke'de çizgiler çok netti.Mekke'de İslam'ı kabul eden ölüme bile razı oluyordu. 2-) Mekke'de inen sürelerde münafıklardan söz edilmez.Çünkü Mekke'de munafık yoktu. Munafıklar Medine'nin yerlileri olan Evs ve Hazrec kabilelerinden idiler. 3-) Mekke'de inen sürelerde Yahudi ve Hristiyanlardan da söz edilmez. Çünkü Mekke'de Yahudi ve Hıristiyan bulunmuyordu.Ama Medine'de bulunan Beni Kaynuka, Beni Kurayza, Beni Nadir ve Hayber Yahudi idiler.Necran'dan Medine'ye Hristiyanlar gelip gidiyorlardı.4-) Mekke'de inen sürelerde "Allah'a ve Resul'üne itaat edin" cümlesi bulunmamaktadır.Çünkü Mekke'de iman edenler açısından Allah'a yani Resül'e iman sorunu yoktu.İman edenlerin itaat sorunu Medine ile ilgili bir durumdur.5-) Mekke'de inen sürelerde Nebi kavramı geçmez. Çünkü Mekke devri evrensel tebliğin yapıldığı bir merkezdir.Yani Mekke'de şirk ve ahlak sorunu vardı. Medine'de ise, iman, ahlak ve itaat sorunları mevcut idi.İşte bu yüzden Medine'de inen âyetlerin büyük çoğunluğu yerel ve bölgesel, Mekke'de inen sürelerin hepsi genel ve evrenseldir.6-) Mekke'de inen süreler tevhid, şirk, sabır, güzel ahlak, Nebi ve Resüllerin mucadeleleri ile ilgilidir.Medine'de inen süreler, savaş kuralları, evlilik, boşama, cihat, itaat, iman, insan hakları, ictimai hayat, hac, infak, sadaka, insani ilişkiler, adabı muaşeret, ırkçılığın kötülüğü gibi konularla ilgilidir.7-) Hamd (güç-kuvvet-övgü) ile başlayan sürelerin hepsi Mekki'dir. Hatta Teğabun süresi birinci âyet hariç içinde hamd kelimesinin geçtiği bütün süreler Mekke'de nazil olmuşlar dır. 8-) Mekke'de inen sürelerde şiir ve edebiyat, i'caz ve belâğat hakimdir. Kelimeler çok vurgulu ve etkileyici bir üsluba sahiptir.Medine inen sürelerde böyle bir şey yoktur. Buda Kureyşin şiir sanatına ve edebiyata olan merakından kaynaklanıyordu. Mekke müşrikleri Allah'ın gücünü temsil eden varlıkları yani melekleri Allah'ın kızları olarak vasıflandırıyorlardı. Aynı zamanda Mekke müşrikleri aynen Hristiyanlar gibi yüce Allah'a çocuk izafe ediyorlardı.(Enam-101; Yunus- 68; İsra-111; Kehf- 4; Meryem-35, 88, 91,92; Enbiya- 26; Müminun- 91; Furkan- 2; Saffat- 152; Zümer- 4; Zuhruf- 81; Cin- 3; İhlas- 3)Bütün bu âyetler Mekke müşrikleriyle ilgili inmişlerdir. 9-) İçinde "inil hükmü illâ lillâhi" "hüküm yalnız Allah'ın'dır" cümlesinin geçtiği süreler Mekke'de nazil olmuşlardır. (En'am-57; Yusuf-40, 67)10-) Mekke'de inen sürelerde "ehli kitab" (kitap ehli) ve "ütül kitébe" (kitab verilenler) ifadeleri geçmez. Yani Yahudi, Hristiyan ve din adamlarıyla ilgili bir hitap bulunmaz. 11-) Kur'an'da tekil olarak geçen "fasbir, vasbir" (sabret) fesebbih, vesebbih" (tesbih et), "ekimis sâlâte" (salâtı ikâme et) yani salât ve salat'ı ikâme ile ilgili bütün âyetler Mekke'de inmişlerdir ve kelime kelimesine hepsi Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgilidir.Yani Mekke'de inen ve yalnız Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgili olan teheccud, gece ve fecir salât'ından tüm müminleri sorumlu tutmak ve insanları namaza çağırmak doğru değildir.Yani Hud 114; İsra-78, 79; Tâhâ 130 ve benzeri bütün salât âyetlerinin hepsi Mekki'dir, hepsinde tekil formatı vardır ve hepsi sadece ve sadece Nebi (a.s) Nübüvvet makam ve mertebesi ile ilgilidir. Âyetler çok bariz bir şekilde ona hitap etmektedir. Söz konusu âyetlerin iniş sebep ve hikmeti de Müzzemmil süresinde çok açık bir şekilde açıklanmıştır. Salat'a çağrı da sadece cuma (toplantı) için meşru kılınmıştır.)Ancak günümüzde teknoloji imkanlarla geniş kitlelere ulaşma imkanı olduğu için salat'a çağrı da önemini kaybetmiştir. Yani artık böyle bir şeye gerek yoktur. Ancak müminler salât, şura, ihtiyaç veya herhangi bir iş için toplanacakları zaman bunun plan ve programını kendi aralarında kararlaştırırlar. "...Salât'ın vaktini belirlemek müminlerin üzerine düşen bir yazgıdır" (görevdir) (Nisa-103)131-) Sakın, kendilerini denemek için onlardan bazılarını yararlandırdığımız dünya hayatının zinetine gözlerini dikme! Rabbinin rızkı daha hayırlıdır yani bâkidir. 132-) Ehline salât'ı emret; kendin de onun üzerinde sabırlı ol. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz yani âkibet, takvâ iledir. 133-) Onlar: (Muhammed) bize Rabbinden bir âyet getirmeli değil miydi? dediler. Önce gelen kitaplardakinin beyyinâti (Kur’an) onlara gelmedi mi? 134-) Eğer biz, bundan (Kur’an’dan) önce onları bir azapla helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: Ey Rabbimiz! Bize bir Resül gönderseydin de, şu aşağılığa yani rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine tâbi olsaydık!(Yukarıdaki âyette bazı önemli konular var. 1-) Resüller sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler. "Bize bir Resül gönderseydin de, şu aşağılığa yani rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine tâbi olsaydık" cümlesi bunu gösteriyor. 2-) Din ve hüküm olarak Kur'an tek kaynak olmadığı sürece aşağılık yani rezalet ve kepazelik hakim güç olacaktır. 3-) Savaş ortamında nazil olan ve tarihsel olan Enfal 64.âyet hariç Kur'an'da geçen bütün ittibâ yani tâbi olma kavramları vahiy ve Resül bağlamında kullanılmıştır. İttibâ kavramı, itaat kavramı gibi Allah bağlamında geçmez. Çünkü yüce Allah Resül gibi somut bir varlık değildir. Yani Allah'a ittiba edilmez, itaat edilir. 4-) İtaat işitilen sözle ilgili zihinsel bir kabullenme iken, ittiba etmek fiziksel bir eylemdir. Yani itaati salih amellerle besleme anlamına gelmektedir. Mesela: İlk önce savaşa gitmekle ilgili iman ve itaat olacak, sonra savaş alanına fiziksel olarak hakaret edilecektir. İşte buna ittiba etmek denilir. 5-)Aynen itaat ve ittiba kavramları gibi, âyetleri tilâvet etmek de Resül bağlamında geçer. Kur'an'ın hiçbir yerinde "âyetleri tilâvet etmek" Nebi bağlamında geçmez. Yani Nebi ve Resül arasında çok önemli farklar mevcuttur. Nebi ve Resül sistemini bozan "peygamber" kelimesini sakın kullanmayın. Hangi mealde peygamber kelimesi kullanılmışsa sakın onu okumayın. "Peygamber" kelimesinin kullanıldığı mushafların en az dörtte biri hatalıdır.) 135-) De ki: Herkes beklemektedir: Öyle ise siz de bekleyin. Yakında düz yolun yani hidayetin ashabı kimmiş öğreneceksiniz.(Tâha Süresinin Sonu)
28 Mart 2022 Pazartesi
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(27. YAZI ) SAİD NURSİ VE RİSALEİ NUR : Allah tarafından yazdırıldığına inanılan, müellifine "Bediuzzaman" lakabı takılan Risalei Nur Külliyatında bulunan hurafeleri aktarmaya devam ediyoruz.Said Nursi diyor ki:"Resul'ü Ekrem(a.s.m)küçüklüğünde Halime sadiye'nin (süt annesi) yanındayken Halime ve zevci'nin (eşi'nin) şehadetleriyle güneşten rahatsız olmamak içinçok defa (Allah Resulü'nün) üstünde bir bulut parçasının ona gölge ettiğini görmüşler ve halka söylemişler ve o vakıa sıhhatle şöhret bulmuş"Hem Şam tarafına 12 yaşında gittiği vakit, Bahire-i Rahibin (rahip Bahira'nın) şahadetiyle,bir parça bulut Resul'ü Ekrem (a.s.m) ın başına gölge ettiğini görmüş ve göstermiş"Hem yine bi'setten (Resul olmadan) evvel Resul'ü Ekrem ( a.s.m) bir defa Hatice'i Kübra'nın (ilk eşi) meysere ismindeki hizmetkarıyla ticaretten geldiği zaman, Hatice'yi kübra (büyük Hatice-lakabı) Resul'ü Ekrem'in başında iki meleğin bulut tarzında gölge ettiklerini görmüş,kendi hizmetkarı olan Meysere'ye demiş, Meysere dahi Hatice Kübra'ya demiş"Bütün seferimizde ben öyle görüyordum"Naklı sahih ile sabittir ki Resul'ü Ekrem( a.s.m ) bi'setten (Resul olmadan) evvel bir ağacın altında oturdu, o yer kuru idi, birden yeşillendi"Ağacın dalları, onun başı üzerine eğilip kıvrılarak gölge yapmışlar"(Sayfa- 177)Said Nursi, yalan ve hurafelere Allah Resulü'nün mucizesi diyerek anlatmaya devam ediyor."Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ufak iken, Ebu Talib'in evinde kalıyordu. Ebu Talip çoluk ve çocuğu ile onunla beraber yerlerse karınları doyardı"Ne vakit o zat (Allah Resulü) yemekte bulunmazsa, tok olmuyorlardı" "Şu hadise hem meşhurdur, hem de kati'dir"( Sayfa-178)Hem Resul'ü Ekrem( a.s.m ) küçüklüğünde ona bakan ve hizmet eden Ümmü Eymen demiş: "Hiçbir vakit Resul'ü Ekrem ( a.s.m) açlık ve susuzluktan şikayet etmedi. Ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde"(Sayfa-178 )Hem sinek onu taciz etmezdi.Onun cesedi mübarekine ve libasına sinek konmazdı, nasıl ki evladından Seyit Abdulkadir Geylani(k.s)dahi,ceddinden (Resulüllahtan) o hali irsiyet almıştı, sinek ona da (Geylani'ye) konmazdı"(Sayfa- 178)Said Nursi'nin eseri olan Risâle-i Nur Külliyatında bulunan bütün bu rivayetlerin hepsi hem Kur'an'a hemde sünnetullaha aykırıdır.Çünkü Kur'an'a göre kendisine vahiy indirilme haricinde o herkes gibi bir beşerdir.(Kehf-110; Fussilet-6)Aslında son vahyin sahibi olan Muhammed ( a.s) üç özelliğini yani üç kimliğini bilmek gerekir.1-) Muhammed - Doğumundan kendisine vahiy indirilinceye kadarki kimliğidir.Vahiy indirildikten sonra artık Muhammed diye birisi yoktur. Muhammed kimliği sona erer.Artık o duruma göre ya Nebi veye Resul'dür.2-) Nebi- Kendisine vahiy indirildikten sonra gece- gündüz, yirmi dört saat, her an, her zaman bütün özel hallerinde olan makam ve mertebesidir.Hata etme Nübüvvet makam ve mertebesi ile ilgili bir durumdur. Nebi söz ve hareketlerinde Allah'a karşı hata yapabilir.( Tevbe-113; Tahrim- 1)İşte bundan dolayı Nebi'nin haysiyet ve şerefi koruma altına alınmıştır. Fakat sözleri ümmet için bağlayıcı değildir.3-) Resul- Kendisine vahiy indirilip onu insanlara ulaştırdığı andaki konumudur.Resul'ün misyonu vahyi tebliğ etmek olduğu için hata yapması ve görevinde ihanet etmesi mümkün değildir.(Hakka-44; Yunus-15; İsra-73,74,75)İşte bundan dolayı Resul'e itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir.(Nisa-80)Dolayısıyla bütün rivayetler Allah Resulü'ne iftiradır. Kur'an'da bir çok yerde övülen Allah Resul'ü( a.s.m) bu yalan, hurafe ve uydurmalara hiçbir ihtiyacı bulunmamaktadır.Allah Resulü değerini Kur'an'dan almaktadır.Yani Allah Resulü'nü değerli kılan tek kaynak Allah'ın Kerim ve Mübin kitabı Kur'an'dır. Dolayısıyla Said Nursi ve eseri olan Risalei Nur ile müşriklerin Resul tasavvuru arasında bir fark bulunmamaktadır.Risâle'i Nur Külliyâtında bulunan yalanlar, dünyadaki bütün yalanlardan daha fazladır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(170. YAZI)Tâhâ Süresi 64-) "Öyle ise hilenizi kurun; sonra saf saf halinde gelin! Muhakkak ki bugün, üstün gelen kurtulmuştur." 65-)(Dediler ki:) Ey Musa! Sen mi atasın yoksa ilk atan bizmi olalım. 66-) Hayır, siz atın, dedi. Sihirleri sayesinde ipleri ve sopaları, hayali olarak kendisine koşuyorlar gibi göründü. 67-) Musa, birden içinde bir korku hissetti.68-) "Korkma! dedik, üstün gelecek olan kesinlikle sensin." 69-) "Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir sihirci hilesidir yani sihirci nereye varsa (ne yapsa) iflah olmaz." 70-) Bunun üzerine sihirbazlar secde ettiler; "Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik" dediler. (Sihirbazların secdesi "Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik" demeleridir. Kur'an'da secdenin hangi anlama geldiğini görmek isteyen, secde kavramından sonraki kelimeye veya cümleye baksın. İşte o kelime ve cümle secdenin hangi anlama geldiğini gösteriyor.) 71-) (Firavun Şöyle dedi:) Ben size izin vermeden önce ona iman ettiniz öyle mi! Gerçek şu ki o, size sihir öğreten büyüğünüzdür. Şimdi elleriniz ile ayaklarınızı tereddüt etmeden çaprazlama keseceğim yani sizi hurma dallarına asacağım yani hangimizin azabının daha şiddetli ve baki olduğunu bileceksiniz. 72-) Dediler ki: "Seni, bize gelen apaçık beyyanâta yani bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle ise hükmün neyse onu uygula! Sen hükmünü ancak bu dünya hayatında geçirebilirsin" 73-) "Bize, hatalarımızı ve senin bize zorla yaptırdığın sihri bağışlaması için Rabbimize iman ettik yani Allah hayırlı ve bâkidir." 74-) Şurası muhakkak ki, kim Rabbine mücrim olarak gelirse, onun için cehennem vardır orada ne ölür ne de dirilir! 75-) Ve kim de salih amellerde bulunmuş bir mümin olarak O’na gelirse, işte üstün dereceler bunlar içindir. 76-) İçinde devamlı kalacakları, zemininden nehirler akan Adn cennetleri! İşte arınanların mükâfatı budur. 77-) Andolsun ki biz Musa’ya: Kullarımla birlikte gizlice yola çık da (size) yetişilmesinden korkmaksızın yani endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç, diye vahyetmiştik. 78-) Bunun üzerine Firavun, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Denizde onları kaplayan şey (felaket) kaplayıvermişti. 79-) Ve Firavun, kavmini saptırdı yani hiçbir zaman hidayete yöneltmedi. 80-) Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık yani Tûr’un sağ tarafına (gelmeniz için) size vâde verdik ve size menn ile selvâyı indirdik. 81-) Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyiniz, bu hususta taşkınlık etmeyiniz; yoksa gazabım size helal olur yani kime gazabım helal olursa gerçekten o, çöküp gitmiştir. 82-) Ve muhakkak ki ben, tevbe eden yani iman eden yani salih amel işleyen, sonra (vahiy'le) hidayet bulan kimseyi mağfiret ederim. 83-) Seni acele ile kavminden ayrılmaya sevkeden nedir, ey Musa! 84-)(Musa:) İşte, dedi, onlar da benim izimdeler yani Rabbim razı olasın diye sana acele ile geldim. 85-)(Allah buyurdu:) Senden sonra biz, kavmini (Harun ile kalan İsrailoğullarını) fitne (sınama) ettik yani Sâmirî onları saptırdı. 86-) Bunun üzerine Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü. Ey kavmim! dedi, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? Şu halde ahid size uzun mu geldi, yoksa üstünüze Rabbinizin gazabının helal olmasını mı istediniz ki, bana olan vâdinizden hilaf ettiniz? 87-) Dediler ki: Biz sana olan vâdimizden, kendi özgür irademizle dönmedik. Lakin biz, o kavmin (Mısır’lıların) zinet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı. 88-) Bu adam, onlar için, böğürebilen bir buzağı cesedi çıkarttı. Bunun üzerine: İşte, dediler, bu, sizin de, Musa’nın da ilâhıdır. Fakat o unuttu. 89-) O şeyin, kendilerine hiçbir sözle mukabele edemeyeceğini yani kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermeye mâlik olmadığını görmezler mi? 90-) Andolsun Harun, onlara daha önce: Ey kavmim! demişti, siz bunun yüzünden sadece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz şüphesiz Rahman (olan Allah’tır.) Şu halde bana tâbi olunuz yani emrime itaat ediniz. 91-) Onlar: Biz, dediler, Musa aramıza dönünceye kadar buna itikaf yapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz! 92,93-)(Musa, döndüğünde:) Ey Harun! Dalâlete düştüklerini gördüğün halde bana tâbi olman konusunda sana mâni olan neydi? Yoksa emrime âsi mi oldun? 94-) (Harun:) Ey anamın oğlu! dedi, saçımı ve sakalımı tutma! Ben, senin: "İsrailoğullarının arasına ayrılık düşürdün yani sözümü tutmadın!" demenden korktum. 95-) (Musa:) Ya senin amacın nedir, ey Sâmirî? dedi. 96-)(O da:) Ben, onların görmediklerini gördüm yani Resülün izinden bir kabza kaptım onu (erimiş mücevheratın içine) attım yani nefsim bana böyle yapmayı hoş gösterdi, dedi. 97-) (Musa:) Git! dedi, artık hayatın boyunca sen: «Dokunmak yok!» diyeceksin yani senin için, kurtulamayacağın bir vâde var. İtikaf yapmış olduğun ilâhına da bak! Andolsun, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız! 98-) Şüphesiz sizin ilâhınız, kendisinden başka ilâh olmayan Allah’tır yani O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.
27 Mart 2022 Pazar
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR (26.YAZI )Allah rızası için şimdi şu uydurmaya bir dikkat edin.Said Nursi kitabında diyor ki:"Hem Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ın abda ismindeki devesi vefatı nebeviden (Nebi'nin vefatından) sonra kederinden ne yedi ne içti ta öldü""Hem o deve Resul'ü Ekrem (a.s.m) ile mühim bir kıssayı konuştuğunu Ebu İshak İsferani gibi bazı mühim İmamlar haber vermişler"(Mektubat- 19. Mektup Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa-154)Cevap : Herhalde Salih (a.s) ın devesinin başına gelen felaketi ve semud kavminin helak oluşunu konuştular!Başka ne konuşacaklar? Böyle bir ahmaklık ve cehalet olacak bir şey değildir.Said Nursi'ye göre, Allah Resul'ü (a.s) oturmuş deve ile sohbet etmiştir.Daha neler neler!!! Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, Kur'an'ın aklını ve ahlakını, Kur'an'ın sistemini ve hikmetini bize İhsan eden Rabbimize sonsuz şükürler olsun.Said Nursi diyor ki:"Ulema-i zahir ve batının tabiin zamanında en büyük reisi ve İmam-ı Ali (r.a) ın mühim ve sadık bir şakirdi olan Hasan Basri haber veriyor ki:Bir adam Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ın yanına gelerek, ağlayıp sızladı.Dedi ki: "Benim küçük bir kızım vardı.Şu yakın derede öldü oraya attım" Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ona acıdı, ona dedi."Gel oraya gideceğiz"Gittiler, Resul Ekrem ( a.s.m) o ölmüş kızı çağırdı. "Ya Fulane! " dedi.Birden o ölmüş kız, "Buyurun, emredin" dedi.Resul'ü Ekrem Ferman etti:"Tekrar peder ve validenin yanına gelmeyi arzu eder misin?O dedi: "Yok, ben onlardan daha hayırlısını buldum"(Sayfa-155)Buyurun size uydurmanın en şahanesi.Said Nursi diyor ki:"İmam-ı beyhakî ve imamı İbni adiy gibi bazı mühim İmamlar Hz. Enes'ten haber veriyorlar ki, Enes Demiş :Bir İhtiyare kadının bir tek oğlu vardı, birden vefat etti, o saliha kadın çok müteessir oldu, dedi "Yarabbi senin rızan için Resul'ü Ekrem( a.s.m) ın biatı ve hizmeti için hicret edip buraya geldim.Benim hayatımda istirahatımı temin edecek tek bir evladımı, o Resul'ün hürmetine bağışla"Enes Der: o ölmüş adam kalktı, bizimle yemek yedi"(Sayfa-155)Risâle-i Nur Külliyatında bulunan uydurma, hurafe ve yalanların sonu yoktur. Said Nursi diyor ki: Başta İmam beyhaki gibi raviler, Abdullah ibni Ubeydullah El- Ensari'den haber veriyorlar ki: Abdullah Demiş: "Sabit İbni kays İbni Şemması yemame harbinde şehit düştüğü ve kabre koyduğumuz vakit, ben hazırdım, kabre konulurken, birden Ondan bir ses geldi. "Muhammed Allah'ın Resulü'dür Ebu Bekir Sıddık'tır. Ömer Şehittir. Osman ise iyilik sever ve merhametlidir" dedi.Sonra açtık baktık ölü, cansız"Mektubat- 19.Mektup,Mücizât-ı-Ahmediye- (Sayfa-156)Cevap:: Bu uydurma bir Emevi yalanıdır. Çünkü Hz Ali'yi ortak etmemişler. İşin şakası bir yana, akıllı bir insan basit bir eşyayı satın alırken kontrol eder, bozukluğu, yırtığı var mıdır diye, Din ve ilim gibi önemli bir mirası almak isteyen onu kontrol etmez mi?Özellikle Kur'an gibi bir ölçü ve mihenk taşı varken, Keşke Said Nursi kaynağı Kuran'ı Mübin'de bulunmayan konulara bu kadar ciddiyetle girmeseydi.Çünkü kaynağı Kur'an'da bulunmayan bütün konular diğer inançlardan islam alemine intikal etmiş hikaye ve efsanelerdir.Said Nursi bu hurafelere ve yalanlara nasıl inandı, onları eserine nasıl aldı, milyonlarca insan bunlara nasıl iman ediyor?Bunu anlamak mümkün değildir.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(169. YAZI)Tâhâ Süresi, 135 âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Tâ. Hâ. 2,3-) Biz, Kur’an’ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak (Allah’tan) korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik. 4-) Kur’an yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir. 5-) Rahmân, (ilim ve kudretiyle) Arş’a istivâ etmiştir. 6-) Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler ile toprağın altında olanlar hep O’nundur. 7-) Eğer sen, sözü açıktan söylersen, bilesin ki O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir. 8-) Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O’na özeldir. 9-)(Ey Nebi!) Musa hadisi (sözü) sana ulaştı mı? 10-) Hani o, bir ateş görmüş ve ehline: Bekleyin! Eminim ki bir ateş gördüm. Belki ondan size bir meş’ale getiririm veya ateşin yanında bir hidayet edici (yol gösterici) bulurum, demişti. 11-) Oraya geldiğinde kendisine : Ey Musa! diye nida edildi: 12-) Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Hemen pabuçlarını çıkar! Çünkü sen mukaddes Tuvâ vâdisindesin! 13-) Yani ben seni seçtim. Şimdi vahyedileni işit. 14-) Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana ibadet et yani zikrim (vahiy) için salât'ı ikâme et! (Bu âyette açık olarak salât'ın vahyi öğrenme ve öğretme, eğitim ve öğretim sistemi yani salât'ın insanlara vahiyle zihinsel destek sağlamak olduğunu görüyoruz.) 15-) Saat mutlaka gelecektir. Herkes peşine koştuğu şeyin karşılığını bulsun diye neredeyse onu gizleyeceğim. 16-) Ona iman etmeyen yani nefsinin hevasına tâbi olan kimseler sakın seni ondan (vahiy'den) alıkoymasın; sonra mahvolursun! 17-) Şu sağ elindeki nedir, ey Musa? 18-) O, benim asamdır, dedi, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim yani benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır. 19-)(Allah:) At onu, ey Musa! dedi. 20-) Onu hemen attı. Bir de ne görsün, hızla sürünen bir yılan değil mi! 21-)(Allah buyurdu:) Al onu! yani korkma! Biz onu ilk siretine iade edecğiz. 22-) Bir de elini koltuğunun altına sok ki, bir başka âyet olmak üzere o, kusursuz ve lekesiz beyazlıkta çıksın. 23-) Ta ki, sana, (böylece) en büyük âyetlerimizden bazılarını gösterelim.24-) Firavun’a git. Çünkü o haddi aştı. 25-) (Musa:) Rabbim! dedi, göğsüme genişlik ver. 26-) Yani işimi bana kolaylaştır. 27- 28) Yani dilimdeki bağı çöz ki, sözümü anlasınlar. 29-30) Ve birde ehlimden kardeşim Harun'u bana vezir kıl, 31-32) Onunla yükümü bağla yani onu işime ortak kıl. 33-34) Böylece seni çok tesbih edelim yani seni çok analım. 35-) Şüphesiz sen bizi görmektesin. 36-)(Allah:)Ey Musa! dedi, istediklerin sana verildi. 37-) Yani (ey Musa!) andolsun ki, biz sana bir defa daha minnette bulunmuştuk. 38-) Bir zaman, vahyedilecek şeyi annene (şöyle) vahyetmiştik: 39-) Musa’yı sandığa koy; sonra onu yemme (denize) bırak; deniz onu sahile atsın da, benim düşmanım yani onun düşmanı olan biri onu alsın yani (ey Musa!) sanin üzerine kendimden bir sevgi koydum. 40-) Hani, kız kardeşin gidip «Ona kefil olacak birini size bulayım mı?» diyordu. Böylece seni, gözü aydınlık olsun ve üzülmesin diye annene geri verdik yani sen, birini öldürdün de seni gamdan kederden kurtardık yani seni bir çok sınamadan geçirdik yani bunun için senelerce Medyen halkı arasında kaldın. Sonra takdire göre geldin ey Musa! 41-) Yani seni, nefsim için yetiştirdim. 42-) Sen ve kardeşin âyetlerimle git yani sakın benim zikrimi (vahyi) ihmal etmeyin. 43-) Firavun’a gidin. Çünkü o, haddi aştı. 44-) Onunla konuşurken yumuşak söz söyleyin. Umulur ki o, tezekkür eder veya huşu duyar. 45-) Dediler ki: Rabbimiz! Doğrusu biz, onun bize ifrat derecesinde kötü davranmasından yahut iyice haddi aşmasından korkarız. 46-)(Allah) buyurdu ki: Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm. 47-) Haydi, ona varın deyin ki: Biz, Rabbinin iki elçisiyiz. İsrailoğullarını hemen bizimle birlikte gönder yani sakın onlara eziyet etme! Andolsun ki sana Rabbinden bir âyetle geldik yani hidayete tâbi olanlara selam olsun (Selamın hidayete tâbi olanların üzerinde olduğu bize vahyedilmiştir) 48-) Andolsun ki bize vahyedilen, yalanlayan ve yüz çevirenlerin üzerine azap olsun.(Azabın yalanlayan ve (vahiy'den) yüz çevirenlerin üzerinde olduğu bize vahyedilmiştir) 49-) (Firavun:) Rabbiniz de kimmiş, ey Musa? dedi. 50-) (Musa:) Bizim Rabbimiz, her şeye hılkatini (fıtrat ve özelliğini) veren, sonra da (vahiy'le) hidayeti gösterendir, dedi. 51-) (Firavun:) Öyle ise, önceki medeniyetlerin durumu ne olacak? dedi. 52-) (Musa:) Onun ilmi, Rabbimin indinde bir kitaptadır. Rabbim, kaybetmez ve unutmaz, dedi. 53-) O, yeri size beşik yapan yani onda size yollar açan ve gökten de su indirendir. Onunla her çeşit bitkiden çiftler çıkardık. 54-) Yeyiniz; hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz bunda (kötülüklerden) engelleyen akıl sahipleri için (Allah’ın kudretini gösteren) âyetler vardır. 55-) Sizi ondan (topraktan) yarattık ve yine sizi oraya iade edeceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız. 56-) Andolsun biz ona (Firavun’a) âyetlerimizin hepsini gösterdik; yine de yalanladı yani (haktan) kaçındı. 57-) Dedi ki: Bizi, yaptığın sihirle yerimizden çıkarasın diye mi geldin, ey Musa? 58-) Öyle ise, muhakkak surette biz de sana, aynen onun gibi bir sihir getireceğiz. Şimdi sen, seninle bizim aramızda, ne senin, ne de bizim muhalefet etmeyeceğimiz uygun bir yerde buluşma zamanı ayarla. 59-) Musa: Buluşma zamanınız, bayram günü, kuşluk vaktinde insanların toplanma zamanı olsun, dedi. 60-) Bunun üzerine Firavun dönüp gitti. Tuzağını (sihirbazlarını) topladı; sonra geldi. 61-) Musa onlara: Yazıklar olsun size! dedi, Allah hakkında yalan yere iftira etmeyin! Sonra O, bir azap ile sizi mahveder! Andolsun İftira eden, perişan olur. 62-) Bunun üzerine onlar, durumlarını aralarında tartıştılar yani gizli gizli konuştular. 63-) Şöyle dediler: "Bu ikisi, muhakkak ki, sihirleriyle sizi yerinizden çıkarmak yani sizin örnek yolunuzu gidermek isteyen sadece iki sihirbazdır.
26 Mart 2022 Cumartesi
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (15.YAZI) İnsanların büyük bir kesimi namaz kılarken ne söylediğinin ne yaptığının farkında değildi.Mesela: Günde beş vakit namaz kılan insanlara, "namazın faydaları ve fazileti" hakkında bir soru sorun, size anlamlı ve mantıklı bir cevap veremeyeceklerdir.Yani namaz kılanlar, tefekkür, tezekkür, taakkul ve tedebbür için kendilerine indirilen âyetleri gerisin geri yüce Allah'a iade ettiklerinin şuurunda değillerdir. Eğer gerçek müminler bu salât'ın namaz olmadığını idrak etmiş olsalardı, bugün bu toplumda ne ekonomik ne siyasal nede toplumsal sorunlar bu boyutta olurdu.Aslında insanların bu kadar namazda diretip, bizim gibi düşünenlere dinsiz imansız demelerinin nedeni, bilinç altlarına yerleşmiş ve kendilerinin dahi farkında olnadıkları, beleşçi ve kolaycı kurtuluş düşüncesinden başka bir şey değildir. Çünkü üç beş rüku anlamını bilmedikleri üç beş dua okuyup, cennete gitmek varken, gerçek salât'ı ikame etmeyi göze alamıyorlar. Veya gerçek salât'tan haberleri yoktur. Çünkü gerçek salât'ı ikame etmeye kalkarlarsa, çoğunluğunun iman dairesinde olmadıkları ve Kur'an'a göre uygun bir hayat içerisinde bulunmadıklarının farkına varacaklardır. Yani binbir çeşit gerçeği görmezden gelip, hem kendilerini kandırıyorlar hemde Allah'ı kandıracaklarını zannediyorlar.Halbuki ümmet, gerçek salât'ın ne oldugunu idrak etseydi, fakir ve miskini doyurur, darda kalmış bir mumin kardeşinin derdine merhem olurdu. İşte o zaman toplum gerçek olarak günahlardan temizlenir ve yüce Allah'ın salât'tan kastettiği manalardan birini yerine getirmiş olurdu.Şii ve Sünni dünyası namazın var olduğunu âyetlerden gösteremeyince, rivayetlere sarılıyorlar. Biz de Kur'an sayesinde hadislerin nasıl şirk ve küfür olduklarını gözler önüne seriyoruz. Nebi (a.s) ın yaşadığı çağda bir sayfalık yazı ve kendi sözü bulunmamaktadır.“Hadis” diye iftira edilen rivayetler, O’nun vefatından 200-300 yıl sonra kaleme alınmış sözlerdir. Yani kendi ağzından çıkar çıkmaz yazılan sözler değildir.Aslında hadis kaynaklarında bulunan bütün sözler Nebi'ye ait olsa bizim için hiç bir şey değişmeyecektir.Çünkü yüzlerce âyetten aldığımız kesin bir ilim ve kat'i bir ders vardır."Din ve hüküm olarak Kur'an yani yüce Allah'ın mesajı yeterlidir. Sakın başka hadislere iman etmeyin"(Casiye-6; Ankebüt-50, 51) Bütün Nebi ve Resüllerden sonra olduğu gibi, son vahyin tarihinde de tahrif, bozgunculuk Nebi (a.s) ın vefatı ile başlamıştır. Hadis uydurmanın bir çok sebebi olmakla birlikte en meşhur olanı sevap kazanma düşüncesidir. Mehmet Akif Ersoy bu konuyu şu şekilde anlatır. "Havas'ı maskara yaptık avam'ı (halkı) aldattık. Yıkıp şeriatı bambaşka bir bina kurduk. Nebiye atf ile binlerce herze (hadis) uydurduk. O hâli buldu ki cür'et "yecüzü fitterğib..." Kararı erzeli fetva kesildi! Hem ne garip. Hadis uydururken sevap uman bile var. Sevabı var mı imiş, bir zaman gelir anlar.Lisanı pâk-i Nebi'den yalanlar uyduruyor. (Nebi (a.s) ın dilinden yalanlar uyduruyor)Sıkılmadan da sevap işledim deyip duruyor. Düşünmedin mi girerken şeriatın kanına? Cinayetin kalacak zanneder misin yanına? Sevap ümit ediyor ha! Deyin ki namerde: "Sevabı sen göreceksin huzuru mahşerde! Tepende gezdirecek ra'dı intikamını Hak. Ki yıldırımları beyninde kaynayıp duracak. Yakandan inmeyecek desti kahrı husranın. Bugün fesadına kurban olan zavallıların. Vebali boynuna yüklenmesinin mi yoksa, yarın? Kolay mı ümmeti idlal edip sefil etmek? Kolay mı dîni hurufat(hurafeler) içinde inletmek? Niçin kitab-ı ilahi'yi (Allah'ın kitabını) payimal ettin? Niçin şeriatı murdar elinle kirlettin? Çıkıp tepinmeye yok muydu başka bir saha? Nedir bu salladığın çifte kâ'betullah-a? Herif! Şu millet-i ma'sumeden ne isterdin. Ki doğru yol diye tuttun dalâli (sapıklığı) gösterdin!Şiirde geçen "YECÜZÜ FİTTERĞİB" ne demektir. Hadislerin uydurulduğu tarihlerde muhaddislerin içinde "insanları kötülüklerden sakındırıp iyiliklere yönlendirmek için hadis uydurmak sevaptır" diyenler vardı. O gün Buhari-Müslim-Tirmizi-Ebu Davud-Nesai- İbni Mâce-Ahmet bin Hanbel- Mâlik bin Enes gibi muhaddisler bile bu inanca sahip olarak hadis uydurmuşlardır. Yoksa yüce Allah'ın kitabı ortada iken, beşerin uydurmaların din edinmek de nerden çıktı? Bu ahlak ve inanç beşeri Allah seviyesine çıkarmak yani beş kuruş etmez Kur'an cahillerini yüce Allah'a eşitlemek değil mi?
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(168. YAZI)Meryem Süresi 51-) Kitap’ta Musa’yı da zikret. Şüphesiz o muhlis idi yani resûl nebî idi. Kıraat Farklılığı Âyette geçen "muhlasen" "ihlasa erdirilmiş" demektir. "muhlas" ihlasa erdirilmiş, ve "muhlasin" ihlasa erdirilmiş kullar kelimelerini, "muhlis" ihlasa ermiş, "muhlisin" "ihlasa ermiş kullar" olarak da okuyan kiraat âlimleri vardır.Eğer muhlas olursa, ihlasa erdirilmiş olur ki, bunlar sadece Nebi ve Resüller için geçerlidir. Çünkü ihlas yani dini Allah'a özel kılma Nebi ve Resüller için bir zorunluluktur. Eğer kelime "muhlis" ihlasa ermiş ise, o zaman genel olur. Yani güzel ahlak ve ameliyle isteyen herkes ihlas sahibi olur. Yani Kur'an haricinde bulunan bütün kaynakları reddederek ihlasa erer.) 52-) Ona Tûr’un sağ tarafından nida ettik yani onu, fısıldaşan kimse kadar yaklaştırdık. 53-) Yani rahmetimizin bir sonucu olarak ona kardeşi Harun’u bir Nebi olarak armağan ettik. (Harun (a.s) İsrailoğulları için Nebi, Firavun'a giderken Musa (a.s) a yardım eden bir vezir olarak Resül'dür. Yani sadece Firavun'a giderken Resüldür. Yoksa gerçekte Nebi'dir. Fakat Masa (a.s) hem İsrailoğulları hemde Firavun için Nebi ve Resül'dür.) 54-) Ve kitap’ta İsmail’i de zikret. Şüphesiz ki o, vâdine sâdıktı yani resûl nebî idi. 55-) Ve ehline salât'ı yani zekât'ı (arınmayı) emrederdi yani Rabbinin indinde de kendinden râzı olunmuş bir kimse idi. 56-) Ve kitapta İdris’i de zikret. Şüphesiz ki o, tasdik edici Nebi idi. (İdris (a.s) Davud (a.s) oğlu Süleyman (a.s) İshak (a.s) oğlu Yakub (a.s) Zekeriyya (a.s) oğlu Yahya (a.s) Resül değil, Nebi idiler.) 57-) Onu yüksek bir mekâna kaldırdık. 58-) İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği Nebilerden, Âdem’in zürriyetinden yani Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan yani İbrahim ve İsrail (Ya’kub)’in soyundan, hidayete ulaştırdığımız yani seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, Rahmanın âyetleri tilavet edildiği zaman secdeye yığılır kalırlardı yani ağlarlardı. 59-) Nihayet onların arkalarından öyle bir nesil geldi ki, bunlar salât'ı kaybettiler yani şehvetlere tâbi oldular. Bu yüzden ğayya ya atılacaklardır. 60,61-) Ancak tevbe eden yani iman eden yani salih amellerde bulunan kimseler hariçtir. Yani bunlar, hiçbir zulme uğratılmaksızın cennete, Rahman'ın kullarına gıyaben vâdettiği Adn cennetlerine girecekler. Şüphesiz O’nun vâdi yerine gelecektir. 62-) Orada boş söz değil, selam işitirler yani orada, sabah akşam kendilerine ait rızıkları vardır. 63-) Kullarımızdan, takvâ sahibi kullarımıza vereceğimiz cennet işte budur. 64-) Yani biz ancak Rabbinin emri ile ineriz. Önümüzde, arkamızda yani bunlar arasında olan her şey O’na aittir yani Rabbin unutkan değildir.65-) O göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin Rabbidir. Şu halde O’na ibadet et yani O’na ibadet etmekte sabırlı ol. O’nun bir adaşı (benzeri) olduğunu biliyor musun? 66-) Ve insan der ki: "Öldüğüm zaman sahi diri olarak (kabrimden) çıkarılacak mıyım?" 67-) İnsan düşünmez mi ki, daha önce o hiçbir şey olmadığı halde biz kendisini yaratmışızdır? 68-) Öyle ise, Rabbine andolsun ki, muhakkak surette onları şeytanlarla birlikte mahşerde toplayacağız; sonra onları diz üstü çökmüş vaziyette cehennemin çevresinde hazır bulunduracağız. (Âyette geçen "şeyétine" "şeytanlar" kafirlerin ve müşriklerin tâbi oldukları din adamlarıdır. Kur'an'da tekil olarak geçen şeytan kelimesinin yüzde sekseni insan şeytanlarını diğerleri zihinsel şeytanı ifade etmektedir. Çoğul olarak geçen yani "şeytanların" hepsi "din adamları" anlamına gelmektedir.) 69-) Sonra her şia'dan,(grup-fırka-mezhep-hizip) rahmân olan Allah’a en çok âsi olanlar hangileri ise çekip ayıracağız. 70-) Sonra, orayı boylamaya daha çok müstahak olanları elbette biz daha iyi biliriz. 71-) İçinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür. 72-) Sonra biz, takva sahiplerini kurtarırız yani zalimleri diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız. 73-) Kendilerine apaçık âyetlerimiz tilâvet edildiği zaman kafirler, iman edenlere: İki fırkadan hangisinin (yani hangimizin) mevki ve makamı daha hayırlı, meclis ve topluluğu daha güzeldir? dediler. 74-) Yani onlardan önce, şatafat ve gösteriş bakımından daha güzel olan nice medeniyetleri helâk ettik. 75-) De ki: Kim dalalette ise, Rahman (olan Allah) ona bir müddet versin! Nihayet kendilerine vâdolunan şeyi -ya azabı (müminler karşısında yenilgiyi), veya saati- gördükleri zaman, mekan ve makamı daha şerli yani ordusu daha zayıf olanın kim olduğunu öğreneceklerdir. 76-) Yani Allah, hidayette olanların hidayetini artırır. Baki kalan salih ameller, Rabbinin indinde hem mükâfat bakımından daha hayırlı, hem de âkıbetçe daha iyidir. 77-)(Ey Nebi!) Âyetlerimize kâfir olan ve "Şüphesiz bana mal ve evlât verilecek" diyeni gördün mü? 78-) O, gayba muttali mi oldu, yoksa Allah’ın indinde bir ahid mi aldı?79-) Kesinlikle hayır! Biz onun söylediğini yazacağız yani azabını uzattıkça uzatacağız. (Kur'an'da bulunan "kellâ" (kesinlikle hayır) ibarelerinin hepsi Mekke'de inen sürelerde yer almaktadır. Buda bize şunu göstermektedir. Vahye muhatap olan kitlenin dilinde olmayan bir kelimeyi Kur'an kullanmıyor. Veya "kellâ" edebiyat ve konuya yaptığı vurgu açısından Mekkelilerin çok sık kullandıkları bir kelimedir) 80-) Ve onun dediğine biz vâris oluruz yani (malı ve evlâdı bize kalır); kendisi bize yapayalnız gelir. 81-) Ve onlar, kendilerine bir izzet (vesilesi) olsun diye Allah’tan başka ilâhlar edindiler. (Yukarıdaki âyetin ne demek istediğini canlı olarak gördüm. Bizim Mardin ve Midyat çevresinde şeyhlere bağlı olan zengin müritler insanların içinde itibâr sahibi olsunlar diye şeyhlerini dâvet ederek ziyafetler tertip ederler. Ve âhirette bunun kurtuluşlarına vesile olacağına iman ediyorlar) 82-) Hayır, hayır! (kulluk ettikleri), onların ibadetlerini tanımayacaklar yani onlara hasım olacaklar. 83-)(Ey Nebi!) Kâfirlerin üzerine, kendilerini iyice (isyankârlığa) sevkeden şeytanları gönderdiğimizi görmüyor musun? 84-) Öyle ise onlar hakkında acele etme. Biz onlar için (günlerini) teker teker sayıyoruz. 85,87-) Takvâ sahiplerini değerli misafirler halinde Rahman'ın huzurunda topladığımız ve mücrimleri de susuz olarak cehenneme sürdüğümüz gün, Rahmân'ın indinde ahid alandan başka hiçkimse şefâata mâlik olmayacaktır. "ŞEFAAT" Şefaat kavramı, dünyaya ait bir kavram olduğu için, âhirette hiç bir şefaat yoktur. Yani ne yüce Allah'ın ne de bir başkasının âhirette şafaati söz konusu değildir. Âhiret hayatında insanın kendi imanından ve amellerinden başka hiçbir şey yoktur. (Yasin-54; Necm-39; Müddessir-38)Yukarıdaki âyetler bunu gösteriyor. Dolayısıyla şefaat kelimesini duyduğumuzda aklımıza âhiret değil, dünya gelecektir. Mekke müşrikleri evliya ve ilâhlarının Allah'ın yanında olan kıymet ve itibarlarından dolayı dünya hayatında kendilerine yardım edececeklerine iman ediyor ve onlara kötü bir söz söylenmesini istemiyorlardı. Yoksa müşrikler öldükten sonra dirilmeye imanları yoktu.Bazı âyetlerde geçen şefaat kavramlarında bulunan "yevme" "o gün" ibaresi, âhiret gününü değil, iman edenlerle müşrikler arasında dünya hayatında gerçekleşecek olan mucadele, savaş ve hesaplaşma gününü kasdediyor. Yoksa Mekke müşrikleri âhirete iman etmiyorlardı. Âhirete iman etmeyenlere âhiretteki şefaati anlatmak hikmete aykırıdır yani abestir. Ölümün hemen ardından cennet veya cehenneme giriş olduğu için "yevme" "o gün" ifadesi kullanılmıştır. Yani bir insan kabirde yüz bin yıl kalsa da, kendisine bir an gibi gelecek. Çünkü kabirde zaman diye bir şey yoktur. Bakara- 48.123. 254.âyetleri âhirette hiç bir şefaatin olmayacağını ortaya koyuyor.) 88-) "Rahmân çocuk edindi" dediler.(Mekke müşriklerinin iddiası.) 89-) Hakikaten siz, pek çirkin bir iddia da bulundunuz. 90-) Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak yani dağlar yıkılıp düşecektir! 91-) Rahmân’a çocuk iddiasında bulunmaları yüzünden. 92-) Halbuki çocuk edinmek Rahmân’a yakışmaz.93-) Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahmân’a gelecektir. 94-) O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tesbit etmiştir. 95-) Yani hepsi kıyamet gününde O’nun huzuruna tek başına (yapayalnız) gelecektir. 96-) İman edip yani salih amellerde d bulunanlara gelince, onlar için Rahman (olan Allah, gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır. 97-) (Ey Resül!) Biz Kur’an’ı, sadece, onunla Allah’tan sakınanları müjdeleyesin ve şiddetle karşı çıkan bir topluluğu uyarasın diye senin dilinle (indirilip okutarak) kolaylaştırdık. 98-) Yani onlardan önce nice medeniyetleri helâk ettik. Sen, onlardan herhangi birinden (bir varlık emâresi) hissediyor veya onlara ait cılız bir ses işitiyor musun?(Meryem Süresinin Sonu)
25 Mart 2022 Cuma
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR(14.YAZI) Evrensel mesajıyla insanlığın barış, huzur, refah, hidayet, rahmet, adalet ve barışını hedefleyen İslam, Şii ve Sünni kaynaklarıyla bir aşiretin, bir zümrenin, bir bölgenin, ilkel bir kabilenin dini haline geldi. Böylece hayata aydınlık olan Kur'ani kavramlar doğal olarak başka manâlara dönüştü. Kavramları Kur'an'dan çaldılar, fakat içine kendi inançlarının zehirini koyarak milleti felç ettiler.Ambalajın gerçekliğini gören ümmi halk, içinin ölümcül bir mikroplarla dolu olduğunu bilemezdi. Kur'an’ın en önemli kavramlarından olan “salât” bu konuda güzel bir örnektir.Çünkü bu kavram; dünyadaki bütün insanların maddi-manevi ihtiyaçlarını ve sorunlarını çözebilecek bir güce ve misyona sahipti. Eğer Allah’ın emrettiği “salât” kavramı Kur'an'da anlatılan orijinal ve organik anlamından kaydırılıp “namaz” şekli olarak değişmeseydi, bugün; namazın farzları, vacipleri, müstehapları, mendüpları, sünnetleri, mekrühları, müfsidleri, haramları, abdestin farzları, vacibleri, sünnetleri, müfsidleri, mekrühları, mendüplarını anlatan yüzlerce eser yazılmayacak, ümmetin beyni zehirlenmeyecek, kavram kargaşası yaşanmayacak, insanlar vahyin kitabını öğrenecek, dinlerini tek hidayet kaynağından öğrenmiş olacaklardı.Yani insanlar tevhidin önemini, şirkin ve tefrikanın yıkım gücünü, adalet ve merhameti, barış ve hoşgörüyü, topluma ve çevreye karşı ahlâklı davranmayı, icat ve bilimsel buluşlar yapmayı, eğitim ve öğretimi yaygınlaştırmayı, sanatta ve estetikte ileri gitmeyi esas gaye edinecek yani topluma faydalı bu gibi konular sürekli olarak ümmetin gündemini işgal edecekti. Nebi'ye salât'ı, Muhammed'a salavat, ihlası samimiyet, takvayı cemaat liderine ve şeyhe kulluk, Nebi ve Resül'ü peygambere, ibadet ve salât'ı namaz kılmaya çevirmek bozgunculuktur, fitnedir, vahyi tahriftir, kavramları tahriptir, yüce Allah'a iftira etmektir, büyük bir yalandır, hakkın üstünü örtmektir. Kur'an'da geçen hiçbir “salât” kavramı “namaz kılmak” anlamına gelmemektedir.Namaz ritüeli, insanları düşünmeye, sorgulamaya ve öğrenmeye değil, taklidi bir imana, gözü kapalı kabullenmeye ve sorgulamaktan kaçmaya teşvik eder. Ümmet namaz sayesinde cemaat ve tarikatların, fırka ve mezheplerin elinde oyuncak oldu.Namaz dinde en önemli istismar ve menfaat malzemesi haline geldi. Bir çok dernek ve vakıf namaz sayesinde ümmi halkın maddi-manevi varlığını semirdi, yedi bitirdi, emdi tüketti. İnsanlar neden namaz kıldıklarını bilmezler, ümmetin Kur'an'dan haberi yoktur. İman edenler bu yanlış algı yüzünden insanlığa bir çok icat gerçekleştirecek zeki, genç, yetenekli elemanların akıl ve üretimlerinden yoksun kaldı.Cemaat ve tarikatlarla felç edilen gençlik bilimde ve fende geri kalmakla birlikte güzel ahlakta ve özgürlükte de insanlığa iyi bir sınav veremedi. İnsanları hanif dinden uzaklaştırıp onlara ameli yönden işkence yapmak mı istiyorsunuz:"Salât, namazdır, Allahtan gelmiştir" diye bir kaç hadis uydurun, gerisi arkadan gelir.Söylediği her şey yalan ve iftira omalakla birlikte, Cübbeli'nin tarikatlar için söylediği anlamlı bir sözü vardır. Tarikatlar için diyor ki, "parayla beş on tane mürit bul, beş on bin kişi bedava gelir" Gerçekten de bu iş o kadar kolaydır. Batıl olsun, hak olsun insanlar kitaptan uzaktır ve sürekli olarak dini bir arayış içindedirler. İki üç mahalleye bir terör örgütü veya bir tarikat tekkesi kurun bir yıl içinde yüclerce olduğunu göreceksiniz.Amerika, İngiltere ve İsrail Şii ve Sünni coğrafyalardaki programı aynen böyle işliyor. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden uzak olan ümmi halk hemen tuzağa yakalanacaktır. Kur'an'da var olan yüzlerce emir ve yasaktan habersiz ümmi insanlara namaz, abdest ve haccın tek ibadet olduğunu öğretirsen onları belli bir disiplin içinde yapmasa da ölümüne iman etmeye ve hayatı pahasına sahip çıkmaya başlar. İşte bundan dolayı yüce Allah “kimse sizi Allah ile aldatmasın” (Fatır- 14)"sakın hakka batılı karştırmayın yani bile bile hakkı gizlemeyin" ( Bakara-42) buyuruyor. Yüce Allah'a ve Resülüne iftira edip “Namaz Allah’ın emri” diyen muhaddis ve müctehidlerin tabiilerine soruyoruz. 1-) Namaz kılınca ne oluyor?2-) Namazın size faydası nedir? 3-) Namaz neden kötülüklerden engellemiyor? Halbuki yüce Allah bir şeyi emredip veya yasakladığı zaman hemen arkasından gerekçesini de ortaya koyuyor. Salât kelimesine mescitte toplu olarak veya evlerde aile fertleriyle birlikte Kur'an'ın eğitim ve öğretim sistemi olarak algılasanız ne kaybedersiniz? O zaman toplumun ilim ve fikirde, güzel ahlak ve merhamette kaydettiği mesafeyi seyredin. Kur'an’ın orijinal ve organik kelimesini hurafe veya yalanlarla doldurmaya ne hakkınız var? Salât namaz anlamına çekilince “İlâhi dinin” insanı kurtarıcılığı, yol göstericiliği de kayboluyor.Kur'an'ın en önemli kavramı olan salât, eriyor ve bir hiç hükmüne geçerek felç ediliyor. Mesela: Dua kavramı, aslında dinamik ve aktif bir fiil iken pasif bir duruma düşürülmüştür.Yani hiç bir emek ve çaba harcamadan, insanı isteyen, dileyen, ne söylediğini bilmeyen bir nesne yapmıştır. Halbuki insan üzerine düşen bütün görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirdikten sonra yüce Rabbine iltica eder. Dolayısıyla kendi durum ve ihtiyacına göre anlık dua eder ve zihinsel olarak hiç bir zaman yüce Allah ile kendi arasında bulunan ibadet ve iletişim bağını koparmaz. Bu olmadığı zaman dua, taklide, alışılmış bir ezbere, miskinleşmeye, işi Allaha havale etmeye sebep olmakta, insan yapacağını yapmak yerine, dua edip (dileyip) geçiştirmektedir. Halbuki dua önemli bir ibadet ve aktif bir ameldir.Dolayısıyla insana kendi yaptığından başka hiçbir şey yoktur.(Necm- 39; İsra-13)Bazen öyle oluyor ki, cemaat liderleri, tarikat şeyhleri, müftü ve imamlar dakikalarca süren dua merasimleri yapıyorlar. Tâbi içinde bir sürü riya ve gösteriş mevcuttur. Oysa Kur'an'a baktığımızda Nebi, Resül ve müminlerin duaları bir cümleyi geçmemektedir. Kur'an'da Nebi ve Resüllerin onlarca duası vardır. Hangi Nebi ve Resülün duası beş on saniyeden fazla sürmüştür. Dolayısıyla insanlığın salât'a büyük bir ihtiyacı vardır.Yüce Allah abes bir şey söylemez. Yani boşuna mı, "Biz zayıf bırakılmışlara (ezilenlere) iyilikler yapmak ve onları yeryüzüne önderler yapmak istiyoruz..." (Kasas-5)"...Devlet zenginler arasında dolaşan bir güç olmasın..." (Haşr- 7) buyursun. İşte ümmet, salat sayesinde bu âyetler gibi onlarca âyetten zihinsel desteklerini alıp ona göre bir hayat yaşayacaklardı. Ama salât kavramı tahrif olduğu için Kur'an'ı ezberleyen binlerce hafız bile âyetlerin hangi anlama geldiğinden habersizdir. Diyanetin, tarikatların ve cemaatlerin binlerce kursunda yetişen on binlerce hafız içinde bir tane Kur'an âlimi yoktur. Salât farklı, namaz farklı şeylerdir. Salât vahiy ile gece gündüz, her an yani ömür boyu temas halinde olmayı, akletmeyi, araştırmayı, sorgulamayı, gelişmeyi ve Resulün davasına destek olmayı önceler.Yani bu ilâhi bir emirdir.Ümmetin kıldığı Namaz ritüelli geleneksel bir ibadettir, yani namazın salât gibi yönlendirici bir yönü yoktur. Kur'an'daki salât, insanı, dünyayı ve hayatı inşa eden en önemli ilkelerden bir tanesidir. Sosyal, siyasal, ekonomik ve hukuki anlamda yaşanabilir, eşitlikçi ve paylaşımcı bir dünyanın inşasına yönlendirir.Fakat maalesef Şii ve Sünni din adamları tarafından Kur'an kavramlarının içleri alabildiğince ve profesyonelce boşaltıldı. Kavramlar Kur'ani olmasına rağmen, içerikleri rivayet ve gelenek ile dolduruldu.Bu profesyonelce operasyonda en büyük zulüm salât kavramına yapılmiştır. Bunun sonucunda da ümmetin ve dünyanın en önemli varlığı yani geleceği çalındı. Ümmet ile beraber bütün dünya ümmetleri bugün bunun bedelini ödemektedir Salât ve diğer kavramlar anlaşılmadığı sürece de bu böyle devam edecektir. Neyle suçlanırsak suçlanalım, neyle itham edilirsek edilelim, bu kavramların gerçek anlamlarıyla hayatamıza girmesi için durmayacağız. Durmayacağız çünkü cennetliklerin cehennemliklere sordukları soruya Biz salât'ı ihmal edenlerdendik (Müddessir-43) demeyeceğiz. Bütün önyargılarımızı bır tarafa bırakıp, katledilen kavramlardan sadece salât'ı bir araştırınbunu kendiniz ve Allah Resulü'nün davası için yapın derim.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(167. YAZI)Meryem Süresi, 98 âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Kâf. Hâ. Yâ. Ayn. Sâd. 2-) Bu, Rabbinin, Zekeriyya kuluna rahmetinin zikredilmesidir. 3-) Hani o, gizli bir sesle Rabbine nida etmişti: 4-) Rabbim! dedi, kemiklerim zayıfladı ve başım ağardı.Yani Rabbim, sana (ettiğim) dua sayesinde hiç bir zaman şaki olmadım. 5-) Yani ben, arkamdan dâvâ başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum. Ve karım da kısırdır yani kendinden bana bir veli (oğul) bağışla.6-) Ki o bana ve Ya’kub ailesine vâris olsun yani Rabbim, onu rızana lâyık kıl!7-) (Allah şöyle buyurdu:) Ey Zekeriyya! Biz sana bir oğul müjdeleriz ki, onun adı Yahya’dır. Daha önce ona kimseyi adaş yapmadık. 8-) Zekeriyya: Rabbim! dedi, karım kısır olduğu yani ihtiyarlığın son sınırına vardığım halde, benim nasıl oğlum olabilir? 9-)(Allah:) Öyledir, dedi; Rabbin: O bana kolaydır yani daha önce, sen hiçbir şey değilken seni de ben yaratmıştım, buyurdu. 10-) O: Rabbim! dedi, (çocuğum olacağına dair) bana bir âyet ver. Allah: Senin âyetin, sapasağlam olduğun halde üç gece insanlarla konuşmamandır, buyurdu. 11-) Bunun üzerine Zekeriyya, mâbetten kavminin karşısına çıkarak: "Sabah akşam tesbih edin" diye onlara vahyetti.(Âyette "evha ileyhim" "onlara vahyetti" olarak geçmesi, Zekeriyya (a.s) ın kavmiyle doğal (sözlü) olmayan bir yolla iletişim kurması ve bu iletişim sırasında dil'e, dilsel göstergelere yani "dedi, söyledi, konuştu" gibi, sözlü diyaloğu ifade eden fiillere başvurmamasından kaynaklanmıştır. Beşerde beşere vahiy sadece bu âyette geçmektedir. Buda sözle değil işâretle gerçekleşmiştir.) 12-) "Ey Yahya! Kitab’ı (Tevrat’ı) bütün kuvvetinle al!" (dedik) yani henüz sabi iken ona (ilim ve) hikmet verdik. 13-) Yani tarafımızdan ona (ailesine karşı) düşkünlük ve (vahiy'le) arınmışlık (verdik) yani o, takvalı idi. (Âyette bulunan "hanenen" ifadesi, bir şeye karşı aşırı bağlılık, düşlünlük ve sevgi anlamına gelmektedir. Daha çok aileye karşı düşkün olanlar için kullanılır.) 14-) Yani ana-babasına karşı çok erdemli idi yani cabbar bir isyankar değildi. 15-) Yani doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kaldırılacağı gün ona selam olsun!(dedik) 16-) Ve kitap’ta Meryem’i de zikret. Hani o, ehlinden ayrılarak doğu tarafında bir mekâna çekilmişti. (Âyette "zikret" denilmesinin sebebi, Kur'an'la ilgili bir durumdur. Yani bir bak, zikir olan Kur'an'da Allah onun hakkında ne söylüyor?Dolayısıyla Nebi ve Resüller hakında haber sahibi olmak için Kur'an'dan başka kaynaklara gitmek caiz değildir.) 17-) Meryem, onlarla kendi arasına bir örtü edinmişti. Derken, biz ona ruhumuzu gönderdik de o, kendisine bir beşer olarak temessül etti. 18-)(Meryem) dedi ki: Senden, Rahman'a sığınırım! Eğer takvalı bir kimse isen (bana dokunma). 19-) Ben, yalnızca, sana arınmış bir çocuk bağışlamam için Rabbinin bir Resülüyüm, dedi.20-)(Meryem:) Bana bir beşer değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir? dedi. 21-) Öyledir, dedi; (zira) Rabbin buyurdu ki: Bu bana kolaydır. Yani biz, onu insanlara bir âyet ve kendimizden bir rahmet kılacağız. Yani bu iş karara bağlanmıştır. 22-) Meryem onu yüklendi. Bunun üzerine onunla ıssız bir mekâna çekildi.23-) Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevketti. "Keşke bundan önce ölseydim yani insanlar tarafından unutulup giden biri olsaydım!" dedi. 24-) Altından ona şöyle nida etti: "Hüzünlenme! Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirmiştir." Kıraat Farklılığı ("fenédéhé min tehtihe" altından ona nida etti" cümlesinde bulunan, "min tehtihe" yi "men tehtihe" "altında olan" olarak da okunmuştur. O zaman mana "alt tarafında olan ona nida etti" oluyor.) 25-) "Yani hurma dalını kendine doğru silkele ki, üzerine taze, olgun hurma dökülsün." 26-) "Ye, iç yani gözün aydın olsun! Eğer beşerden birini görürsen de ki: Ben, çok merhametli olan Allah’a savm adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım." (Birincisinde "beşer" ikincisinde "insan" denilmesinin sebebi, Meryem'in başına gelenlere karşı habersiz ve masum olduğundan ilki beşer, mesele anlaşılınca iş beşeri olmaktan çıkıp insanlar için büyük bir şok oldu.) 27. Nihayet onu taşıyarak kavmine gelince, dediler ki: Ey Meryem! Andolsun sen tuhaf bir şey getirdin! 28-) Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi ve annen de iffetsiz değildi. 29-) Bunun üzerine ona işâret etti "Biz, dediler, beşikte olan bir sabî ile nasıl konuşuruz?" 30-) Dedi ki: "Ben, Allah’ın kuluyum. O, bana kitab’ı verdi yani beni Nebi kıldı"31-) "Ve nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı Yani diri olduğum sürece bana salât'ı yani zekât'ı (arınmayı) emretti." 32-) "Ve beni anneme karşı erdemli kıldı yani beni şaki bir zorba yapmadı." 33-) "Ve doğduğum gün, öleceğim gün yani diri olarak kaldırılacağım gün selam üzerimdedir." 34-) İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa -hak söz olarak- budur. 35-) Allah’ın bir evlât edinmesi, olacak şey değildir! O, bundan münezzehtir. Bir işe karar verdiği zaman, ona sadece "Ol!" der ve oluş sürecine girer. 36-) (İsa şunu da söyledi:) Yani Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise (sadece) O’na ibadet ediniz. İşte müstakim yol budur.37-) Sonra hizipler kendi aralarında ihtilâfa düştüler. Azim güne şahit olunduğu zamanda o kâfirlerin vay haline! 38-) Bize gelecekleri gün (başlarına gelecek olanlarla) onları işittir ve göster. Çünkü o gün zalimler apaçık bir sapkınlık içinde olacaklar. 39-) Yani (ey Resül!) Sen pişmanlık ve üzüntü günü hakkında onları uyar. Yani onlar bu gafletin içine dalmış oldukları halde yani henüz iman etmemişken (bakarsın) iş karara bağlanmıştır. (Âyette geçen "hasret" kaçırılan fırsat yüzünden duyulan büyük bir pişmanlık ve üzüntü anlamına gelmektedir.) 40-) Yere ve onun üzerindekilere sadece biz vâris oluruz yani onlar yalnız bize döndürülürler. 41-) Ve kitap’ta İbrahim’i de zikret. Zira o, tasdik edici bir Nebi idi. 42-) Bir zamanlar babasına dedi ki: Ey babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niye ibadet edersin? 43-) Ey babacığım! Andolsun sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana tâbi ol ki, seni düz yola hidayet edeyim. 44-) Ey babacığım! Şeytana ibadet etme! Çünkü şeytan, merhametli olan Allah’a âsi olmuştur. (Âyette geçen şeytan, İbrahim (a.s) ın mucadele ettiği, şeytan süretine girmiş, şeytanın ete kemiğe bürünmüş hali olan o günün müşrik din adamıdır. Yani zihinsel şeytan değildir.) 45-) Ey babacığım! Rahman tarafından sana azap dokunup da şeytanın velisi olmandan korkuyorum. 46-) Babası: Ey İbrahim! dedi, sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni recmederim! Yani uzun bir zaman beni terket! 47-)(İbrahim:) Sana selam olsun! Rabbimden senin için istiğfar dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır. 48-) Sizden de, Allah’ın dununda (yanında-astında) ibadet ettiğiniz şeylerden de uzlete çekiliyor yani sadece Rabbime dua ediyorum. Umarım:(senin için) Rabbime dua etmemle şaki olmamış olurum. 49-) Nihayet İbrahim onlardan yani Allah’ın dununda ibadet ettikleri şeylerden uzlete çekildiği zaman biz ona İshak ve Yâ’kub’u bağışladık yani her birini Nebi kıldık. 50-) Onlara rahmetimizden bağışta bulunmuştuk yani kendilerine yüce bir sadakat lisanı kılmıştık.
24 Mart 2022 Perşembe
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (13.YAZI) Ne olursa olsun atalar dininin sorgulanması gerekir. Çünkü ataların dinine karşı yüce Allah bizi uyarmıştır. “Onlara “Allah’ın indirdiğine tabi olun!” denildiği zaman: “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeylere tabi oluruz!” dediler. Ya ataları hiç bir şeye akıl erdirmeyen ve hidayeti bulmayan kimseler idiyseler!?” (Bakara- 170)Hadis uydurmacılığı daha Nebi (a.s) hayatta iken başladı (Lokman-6) Onun vefatıyla birlikte gelişti ve iki üç asır sonra önü alınamaz boyutlara kavuştu. Yani namaz gibi ritüeller uzun vadeli bir değişimin sonucudur. Yüzyıllar içinde oluşmuş ve gelişmiştir. Salâttan namaza değişimin hızı ilk dönemlerde yavaş yavaş olmuştur. Bunun biçimi oluşumu belirgin değildir. Muhaddis ve müctehidlerin Allah Resülünü istismar ederek koydukları batıl kurallar tâbiileri tarafından takva ve ihlasta bir gelişme ve ilerleme olarak kabul edilmiştir. Bu yalanlar ümmi insanların nazarında zühd ve takva olarak kabul edildikçe de, uydurma hadisler bu benimseme ve kabul etme paralelinde hız kazanmıştır. Bu değişimin yönü Milâdi 632den ortalama Milâdi 732 ye kadar sözlü kültürle (dedi-koduyla) ilerleme, Milâdi 830 yıllarında yazıya geçen gelişme ve tam tekâmül dönemi Milâdi 900 yılları olarak karşımıza çıkıyor.Sonraki yıllarda da bu yol üzerinden birçok katılımlar yani mekruh, müfsit, müstehap, vacib gibi uydurma kural ve kaideler konulmuştur.Salât'ın namaza evrilmesi için uygun bir ortam vardı. Sadece salât değil, bu devirde anlamı buharlaşmayan ve manası değişmeyen kavram kalmamış gibidir. Bugün bile Kur'an'da var olan kavramların hiçbiri gerçek yerinde değildir.Nebi, Resül, itaat, ittiba, küfür, şirk, İslam, iman, ihlas, ibadet, takva ve ihsan gibi kavramların yerinde yeller esmektedir. Bu yüzden Kur'an'ın en önemli kavramlarından olan salât, Nebi (a.s) dan sonra uygulama alanı bulamamıştır.Mesela: Kadınlar ilim ve fikir olarak dini hayatın dışına atılmışlardır. Allah Resülünden sonra kadınlar dinle ilgili en basit bilgilerden bile mahrum bırakılmışlardır. Rivayetler ve ictihadlar yoluyla ilim tahsil etme tamamen erkeklere özel kılınmıştır.Son vahyin tarihinde ilim ve fikir bakımından temayüz etmiş bir tane kadın müctehid yoktur. Yani ilim ve fikirde, düşünce ve araştırmada Kur'an'da kadına karşı herhangi bir engel var mı? Yirmi birinci asra kadar kadınlar neden medrese ve mâbedlerden uzak tutuldular? Namaza kulluk edenler bu sorulara cevap vermek zorundadır. Yani salât’ın bütün insanları aydınlatacak kadar geniş misyonunun yok edilmesiyle başta kadınlarımız olmak üzere iman edenler karanlık bir cehalete mahkum edildiler.Çünkü herşeyi ele alıp tüm sorunlara çare bulacak iken, tek bir konuya (namaz-abdest) odaklandılar. Ve Nebi (a.s) ın vefatından hemen sonra hilâfet çekişmeleri, dinden dönmeler, Sıffin, Nehrevan, Cemel vakası ve korkunç Harre vahşeti, Mekke baskını ve Mihne, İsyanlar ve Kerbelâ katliamı patlak veriyordu.
RİSÂLE-İ NURDA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR(25. YAZI)Ey aklını ve zihnini Risalei Nur Külliyatına kayıtsız şartsız teslim eden arkadaş! Kur'an, sadece öldükten sonra dirilmeyi ve Allah'ın göklerde ve yerde olan mucizelerini anlatmaz.Kur'an'da toprak ve çamur, karanlıkla aydınlık, gölge ile sıcak, ölüm ile hayat, göklerle yer, kadınla erkek, yağmur ile bulutlar, insanlarla cinler, iman ile küfür, ihlas ile şirk, hak ile batıl, sevgi ve merhamet, yüce Allah'ın her türlü nimeti, tevhid ve güzel ahlak, adalet ve dürüstlük, ehliyet ve liyakat, bilim ve teknoloji, hidayet ve hürriyet, şifa ve psikoloji kısaca her türlü ders ve ibret mevcuttur.Kur'an'da evlere nasıl ve nereden girileceği ve kiminle oturup yemek yenileceği vardır.İnsanın dünya hayatında ve ahirette kurtuluşana vesile olacak her şey vardır.Kur'an'da Allah elçilerinin sabır ve güzel ahlakları, despot zalimlerin cinayet ve katliamları vardır.Yani Kur'an, hiç bir kaynağa ihtiyaç bırakmaz.Kur'an insanlar için bir yol haritası, bir hayat kitabıdır.Kur'an'ın dörtte biri başta son Nebi olmak üzere İbrahim, Musa, İsa ve bir çok Nebi ile Resul'ün tevhid mucadelesini anlatır.Kur'an son derece bereketli bir kitaptır."İşte bu kur'an bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna tâbi olun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin"(En'am- 155)"Geniş kapsamlı, tek müracaat edilecek kaynaktır. "Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? derler.De ki : Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise apaçık bir uyarıcıyım.Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir toplum için onda rahmet ve ibret vardır"(Ankebut- 50,51)Kur'an, her türlü kötülükten kurtarıcı tek hidayet kaynağıdır. "Ey Resul ! İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir verdik. Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz ki kıyamet gününde o, ağır bir günah yükünü yüklenecektir.Bu kimseler o günah yükünün altında ebedi kalırlar. Onlar için kıyamet gününde bu, çok kötü bir yüktür"(Taha-99, 100,101)Tâbi olunacak tek kitaptır."Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna tâbi olun. Başka yollara sapmayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"(En'am- 153) Gönüller için bir şifa kaynağı, rahmet ve hidayet olarak olarak indirilmiştir. "Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir"(Yunus- 57)Allah'ın kesin delil olarak gönderdiği bir kitaptır.Allah'ın elçileri dahil vahiy ehl-i muvahhidler kıyamet gününe kadar sadece bu kur'an ile uyarı görevini yapmak zorundadırlar."De ki, hangi şey şehadetçe en büyüktür? De ki : Allah'tan başka ilah olmadığına dair, benimle sizin aranızda Allah şahittir . Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için bana vahyolundu....."(En'am. 19 )Dolayısıyla Nebi (a.s)bile yalnız Kur'ana tabi olmakla emrolunmuştur."Ey Nebi! Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır. Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır"(Ahzab-1,2)"Rabbinden sana vahyedilene uy. Ondan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir" (En'am- 106)"Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl, şüphesiz sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu bu kur'an sana ve ümmetine bir öğüttür. ileride ondan sorumlu tutulacaksınız"(Zuhruf- 43,44 )Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa iman edilmez"( Casiye-6)Daha Allah Resulü hayatta iken din Allah tarafından tamamlanmıştır.(Mâide-3; En'am-115)Allah Resulü sadece indirilen vahiy ile insanları uyarmıştır.(Enbiya-45; Kaf-45)Hakkı söyleyen ve hidayete ulaştıran Allah'tır.(Ahzab-4)Tüm insanlar için tâbi olunacak tek kaynak Kur'an'dır.(Âraf-3; Zümer-54,55)Yani din ve hüküm olarak kur'an'dan başka bir rehberimiz bulunmamaktadır.Yüce Allah, yanlış yapmamız için bu Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde çözüme kavuşturmuştur.(Hud-1,2; Nisa-176)Allah'ın kitabına güvenip dayanmaktan başka bir yolumuz yoktur.Fakat bütün bu âyetleri anlamak için Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamak gerekir.Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları kavramadan bu âyetlerin ne demek istediğini anlamanız mümkün değildir.
23 Mart 2022 Çarşamba
RİSÂLE-İ NURDA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR(24.YAZI )Said Nursi Mücizât-ı Ahmediyesinde diyor ki:"Aiz İbni Amr'ın Gazve-i Huneyn'de yüzü yaralanmış, Resul'ü Ekrem (a.s.m) eliyle yüzündeki kanı silmiş, Resul'ü Ekrem (a.s.m) ın elinin temas ettiği yer parlak bir nuraniyet vermiş ki, Muhaddisler: "doru atın alnındaki beyaz gibi "tabir etmişler, temas yeri öyle parlıyordu"(Sayfa-151 )Cevap :Said Nursi ve uydurmacı muhaddislere göre Allah'ın Resul'ü beşer değildi.İlahi kudret gücünü istediği zaman kullanabilen olağanüstü özelliklere sahip biri idi.Yani Hristiyanların İsa (a.s) ı yüceltip rab ve ilah yaptıkları gibi, Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri de Nebi (a.s) ı bu gibi rivayetlerle yeryüzünde tasarruf etmeye gücü yeten kudretli bir ilâh yapmışlardır.Allah Resulü'nün Kur'an tarafından kayıt altına alınan hayatı ve ahlaki güzellikleri önemlidir.Allah Resulü'nden asırlar sonra pak dilinden uydurulan rivayetler insanların zihinlerine bu derece hakim olmamalıydı. Şia ve Ehli Sünnet, Yüce Allah'ın göklerde ve yerde bulunan sonsuz mucizelerini görmezlikten gelerek, Allah'ın yarattığı muhteşem sisteme sırt çevirerek kör olurken, Allah Resulü'nün olmayan mucizelerinin peşine düşmüş, aralıksız olarak bu iftira ve yalanlarla ümmi insanların akıl ve tefekkür dünyalarını tahrip etmişlerdir.Özellikle Said Nursi'nin, Risâle-i Nur Külliyatında bulunan bu hurafe ve yalanlar hakkında "Allah tarafından yazdırıldı" iddiası hayatında yaptığı en büyük hata olmuştur.Veya uzmanların bildiği psikolojik bir sorunu vardı.Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediyesinde Said Nursi aynen şöyle diyor: "Ümmul mü'minin Ümmü Seleme'nin kızı ve Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ın üvey kızı Zeyneb'e küçükken, Resul'ü Ekrem (a.s.m) onun yüzüne abdest suyu atıp taltif etmiş, o suyun temasından sonra, Zeyneb'in hüsun ve cemali (güzellik ve boyu) acib süret almış, bediul -cemal (benzersiz) olmuş"(Sayfa- 151)Said Nursi uydurma ve yalanlara devam ediyor:"Katade bin Selman'ın yüzüne elini sürmüş, dua etmiş, Katade'nin yüzü ayna gibi parlamaya başlamış"(Sayfa- 151, Yeni Asya Yayınları ) Cevap :Ey uydurukçu akılsızlar ! İşte şimdi ayıp ettiniz.Bari "güneş ve ay gibi parladı" deseydiniz de, Resulullah'ı daha çok yüceltmiş olurdunuz. Uydurmada "Zeyneb'in hüsün ve cemali acib süret almış bediul Cemal olmuş" yerine "ahlak ve huy bakımından çok terbiyeli ve güzel ahlak sahibi olmuş deseydiniz ya" Fakat yalancıların akılları ve zihniyetleri sadece ahlaksızlığa, cinsiyete ve bel altına çalıştığı için, tatmin edilmemiş duyguları ve cibilliyetleri ortaya çıkıyor. Uydurmacı ahmaklar, güzelliği sadece vücut ve yüz güzelliği olarak algılamaktadır.Dini rant olarak kullanıp, Allah ile aldatan para tapıcılarının türban reklamında manken kızları kullandıkları gibi.Bütün bu uydurmalarla alakalı bakın Said Nursi ne diyor: "İşte şu cüz'iyatlar gibi daha bir çok misaller var, onların çoğunu eimme-i hadis (hadis alimleri, hadis İmamları ) nakletmişler.Bu cüz'iyatin her birini haberi vahid farzetsek dahi, yine mecmu-u, manevi bir tevatür hükmünde, mutlak bir mucize-i Ahmediye (a.s) ı gösterir"(Age sayfa- 151 )
KUR'AN-I MÜBİN'İN ANLAMI(166.YAZI) 66-) Musa ona: Sana öğretilen ruşt'ten ilim öğretmen için sana tâbi olayım mı? dedi.67-) Dedi ki: Doğrusu sen benimle sabretmeye güç getiremezsin.68-) Yani iç yüzünü ihâta edemediğin bir habere nasıl sabredersin?69-) Musa: İnşaallah, dedi, sen beni sabreder bulacaksın yani senin emrine isyan etmem.70-) O kul: Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma! dedi.71-) Bunun üzerine yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman o (Nebi-Resül) gemiyi deldi. Musa: Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen (ziyanı) büyük bir iş yaptın! dedi.(Kıraat Farklılığı Âyette geçen "lituğrika ehlehe" "halkını boğmak için mi" kelimesi, diğer bir kıraate göre, "liyuğraka ehlehe" "halkının boğulması için mi" olarak okunmuştur. 72-) İlim sahibi: Ben sana, benimle sabretmeye güç getiremezsin, demedim mi? dedi.73-) Musa: Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme yani işimde bana güçlük çıkarma, dedi.74-) Yine yürüdüler. Nihayet bir gence rastladıklarında hemen onu öldürdü. Musa dedi ki: Bir nefse karşılık olmaksızın, masum bir nefsi katlettin öyle mi! Gerçekten sen istenmeyen bir şey yaptın!75-)(İlim ve hikmet sahibi:) Ben sana, benimle beraber sabretmeye güç getiremezsin, demedim mi? dedi.76-) Musa: Eğer, dedi, bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme. Gerçekten benim tarafımdan (ileri sürebilecek) özrün sonuna ulaştın.77-) Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar.(İlim ve hikmet sahibi) hemen onu doğrulttu. Musa: Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın, dedi.78-)(İlim ve hikmet sahibi) şöyle dedi: "hézé firâku beyni ve beyneke" İşte bu, benimle senin aranda ayrılış zamanıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim."79-) "Gemi var ya, o, denizde çalışan miskinlerindi. Onu ayıplı hâle getirmek istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir melik vardı."80-) "Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları taşkınlığa ve küfre batırmasından korktuk."81-)(Devam etti:) "Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan hayırlı, arınmış yani daha merhametlisini versin."82-) "Ve duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı ve babaları ise salih bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar yani ben bunu kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabretmeye güç getiremediğin şeylerin te'vili budur."(Te'vil, Nebi ve Resüllerin vahiy yoluyla çözdükleri gayb haberleridir. Yani yorum anlamına gelmiyor. Kur'an'da nerde "te'vil" geçiyorsa, orada yüce Allah'ın iradesi ve ilmi yani vahiy mevcuttur. Yusuf (a.s) da te'vil yoluyla sorunları çözmüştü.) 83-) Resûlüm! Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.84-) Gerçekten biz onu yerde iktidar ve kudret sahibi kıldık yani ona (muhtaç olduğu) her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik.85-) O da bir yola tâbi oldu.86-) Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Ve onun yanında bir kavim buldu. Bunun üzerine biz: Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında güzellik etme yolunu seçeceksin, dedik.87-) O, şöyle dedi: "Zulmedeni cezalandıracağız; sonra o, Rabbine döndürülecek; sonra Allah da ona (hiç kimsenin) istemeyeceği bir azap ile cezalandıracak."88-) "Ve iman edip de salih amel işleyen kimseye gelince, onun için de en güzel bir karşılık vardır yani buyruğumuzdan, ona kolay olanını söyleyeceğiz."89-) Sonra yine yola tâbi oldu.90-) Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.91-) İşte böylece onunla ilgili her şeyden haberdardık.92-) Sonra yine yola tâni oldu.93-) Nihayet iki sed arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.94-) Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Bu yerde Ye'cûc ve Me'cûc bozgunculuk yapmaktadırlar. Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir harç kılalım mı?95-) Dedi ki: "Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da, sizinle onlar arasına aşılmaz bir sed kılayım"96-) "Bana, demir kütleleri getirin." Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca): "Üfleyin (körükleyin)!" dedi. Artık onu kor haline sokunca: "Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim" dedi.97-) Bu sebeple onu ne aşmaya muktedir oldular ne de onu delebildiler.98-)(Zülkarneyn:) Bu, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin vâdi gelince, O, bunu yerle bir eder yani Rabbimin vâdi haktır, dedi.99-) O gün (kıyamet gününde bakarsın ki) biz onları, birbirine çarparak çalkalanır bir halde bırakmışızdır; Sûr'a da üfürülmüş, böylece onları bütünüyle bir araya toplamışızdır.100-) Yani cehennemi o gün kafirlere arz etmişizdir.101-) Onlar, gözleri zikrimi (Kur'an'ı) görmeye kapalı tutan ve onu duymaya da tahammül edemeyenlerdi. 102-) Kâfirler, benim dunumda (yanımda-yöremde-astımda) kullarımı evliya edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi kâfirlere bir menzil olarak hazırladık.103-) De ki: Size, (yaptıkları) ameller bakımından en çok husrana uğrayanları bildirelim mi?104-) Bunlar; dünya hayatında bütün çabaları boşa gitmiş ama güzel işler başardıklarını sanıyorlardı. 105-) İşte bunlar, Rablerinin âyetlerine yani O'na kavuşmaya kâfir olan, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir ki, biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız.106-) İşte, kafir oldukları, âyetlerimi ve resûllerimi alaya aldıkları için onların cezası cehennemdir.107-) İman edip salih amellerde bulunanlara gelince, onlar için menzil olarak Firdevs cennetleri vardır.108-) Orada devamlı kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler.109-) De ki: Rabbimin sözleri için deniz mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir.110-) De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâh'ınızın, tek bir İlâh olduğu vahyediliyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amellerde bulunsun yani Rabbine ibadette hiç kimseyi şirk koşmasın. (Kehf Süresinin Sonu)
22 Mart 2022 Salı
ISLAH VE SALÂT'I İKÂME (3)(33.YAZI) Şimdi sıra geldi toplumsal ıslahın zirvesine: Barış ve adaleti temin etmek gerektiğine, “Kapıda secde” âyetleri ıslahatın sulh (barış) hedefinin en belirgin örnekleridir. "(Bir zamanlar) şöyle demiştik: Şu şehre girin ve orada, dilediğiniz yerde bol bol yiyin ve kapıdan secde ile girin yani “Affet bizi!” deyin ki, hatalarınızı bağışlayalım yani biz güzel ahlak sahiplerine ziyadesiyle daha fazlasını da veririz" (Bakara-58) “Kapıdan girmek” Kuran’da geçen en ilginç ve düşündürücü kavramlardandır. Hadi bir eve kapıdan girmeyi az çok anlıyoruz da “şehirlerin kapılarından secde ederek girmek” ve “kapılardan ayrı ayrı girmek” ne anlama geliyor? Acaba şehrin surlarından kemerlerinden geçerken yere seccade mi seriyorlardı? Bugün bir şehre girerken otobüsü durdurup ya da arabayı sağa çekip yere mi secde edeceğiz? Almanya’ya giden işçi kardeşlerimiz Münih havaalanına inip Alman gümrüğüne ayak basınca yerleri mi öpecekler? Peki şehirlere kapılarından (genel kullanıma ait meşru yollarından) değil de dağdan bayırdan, tepeden, gizlice suyun altından, yer altından sızarak girmeye kalkarsak ne olur? Bu durumda orada yaşayan halk bizim art niyetli olduğumuza hükmederek bizi hırsız, azgın, bozguncu çeteler olarak algılar. Elimizde silah varsa bu davranışımıza karşın bizi silahla karşılar. Gizlice ve sinsice şehre girmeye kalktığımız için bize karşı en sert tedbirleri alır. "Onlara şöyle denildi: Şu kentte iskan edin yani orada istediğiniz yerden yiyin ve hittatun (bizi affet, bağışla) deyin yani kapıdan secde ile girin hatalarınızı bağışlayalım yani güzel ahlak sahiplerine ziyadesiyle daha fazlasını da vereceğiz"(Âraf-161) Bu âyetlerin önüne arkasına baktığımızda görürüz ki “kapıdan secde ile girin” öğüdü İsrailoğullarına yapılmıştır. Musa ((a.a) isyankâr kavmine bir türlü söz anlatamaz. Kudret helvası ve bıldırcın eti ile doyuruldukları halde gözleri hâlâ açtır. Firavun’u hem sevmez hem de onun verdiği soğanı ve sarımsağı da kaybetmek istemezler. Bir türlü razı olmayıp, hallerine şükretmeyip, her şeyin ve her mülkün sahibi olmak isterler. Musa asasıyla yere vurur ve on iki kabile için on iki pınar fışkırır da onlar yine memnun olmaz ve daha fazlasını isterler. Yerlerinden yurtlarından kaçarak çıktıktan sonra Musa onları yeni bir yerleşim yerine getirdiğinde bile hâlâ Allah'ın Resülü Musa (a.s) ile pazarlık peşindedirler. Şükretmezler. Emredileni yapmamak için (sığır kesme bahsi gibi) bir sürü soru sorup mazeret üretirler. Kendileri bozgunculuk yapmakta olduklarının farkına varmaz, yeryüzünde yerleştikleri ülkelerde ekonomik ve ahlak olarak hep bozgunculuk çıkarmışlardır. Her şeye rağmen İsrailoğullarına nimetler verildi. Ama onlar her elde ettiklerinden sonra şükretmeyip, her seferinde verdikleri sözden döndüler, daha fazlasını, daha fazlasını, daha fazlasını isteyip durdular. Şehirlere bir türlü kapılardan secde ederek (düzene boyun eğerek) girmediler. "Kesin söz vermeleri için Tûr’u üzerlerine kaldırdık ve onlara: Kapıdan secde ile girin, dedik yani onlara şunu söyledik: Cumartesi gününde azgınlık yapmayın. Onlardan sapasağlam bir söz almıştık" (Nisa-154) Gördüğümüz kadarıyla sebt yasağı önemli bir yönü ile bir avlanma yasağı idi. Bu kapsamıyla da elbette çevreyi ve dolayısıyla toplumu koruyan yasalar içeriyordu. Bu da “kapıda secdeye” uyan bir durum. Ama İsrailoğulları için sadece kendileri önemliydi. Kendi hakları, kendi istekleri toplumun ortak yaşama kurallarının hep önündeydi. Kendilerini özel kabul edip, azıyorlar, isyankâr tavırlarıyla avlanma yasağını hülle ile deliyor, kuralları hiçe sayıyor, şehirlerde hırsızlık, talan, şiddet ve bozgunculuk yapmayı mubah görüyorlardı. "Deniz kıyısındaki kentin durumunu onlara sor. Sebt günü azıp sınır tanımazlık ediyorlardı. Sebt yaptıkları gün balıkları onlara akın akın gelirdi yani sebt yapmadıklarında ise onlara gelmezdi. Fasık olmalarından dolayı onları böyle sınamadan geçiriyorduk" (Âraf-163) Elbette hiçbir toplum tamamıyla iyi ya da kötü değildir. İyilerin içinde en kötüler, kötülerin içinde en iyiler her zaman vardır. Elmaslar her zaman değerlidir. Ama İsrailoğulları genel olarak azgınlığıyla ve isyankârlığıyla ün salmış bir kavimdir. Hevalarını tanrı edinmişlerdir. Kimseye kolay kolay saygı duymazlar ve onlara zulmedenlerle onlardan olmayanları ayırmaya bile yanaşmazlar. Kendilerinden olmayan herkes onlar için düşmandır, haindir! Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız “şehirlerin kapılarından secde ederek girin” öğüdünün izdüşümünün “oradaki düzene saygı duyun” demek olduğu konusunda tereddüt göstermememin asıl nedeni bu âyetlerle beraber Yusuf süresidir. Kur'an’dan bu hususta anladığımızı anlatmaya çalıştığım hemen her şeyi Yusuf (a.s) kıssasında derli toplu olarak görürsünüz. "Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde sorgulayanlar (soranlar) için âyetler (ibretler) vardır" (Yusuf-7) Yusuf, kuyuya atılmasının ardından gelişen süreçte bir başka toplumda ve bir sarayda bulur kendisini. Kapılarla ilgili âyetlerle ilk defa orada karşılaşıyoruz. Vezirin kadını, Yusuf’un üzerine kapıları kilitliyor. Ne alakası var diyeceksiniz ama çok alakası var. "Yusuf’un, evinde kaldığı kadın, onun nefsinden gönlünü tatmin etmek istedi. Kapıları kilitledi, “Hadi gel!” dedi. Yusuf: “Allah’a sığınırım, Rabbim beni güzel bir yere kavuşturmuştur. Zalimler iflah olmaz ” dedi"(Yusuf-23) Bakın Yusuf ne demek istiyor. “Rabbim beni güzel bir yere kavuşturdu. Zulmedemem. Bozgunculuk yapamam. Saygıda kusur edemem. Allah’a sığınırım.” Peki, sadece kadının isteğiyle mi ilgili bu durum? Devam edelim… Yine bir kapı... Ve kapıda olanlar… "İkisi birden yarışırcasına kapıya koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında kadının beyi ile yüz yüze geldiler. Kadın seslendi: “Senin ailene kötülük düşünenin cezası nedir; hapsedilmek mi, acıklı bir işkence mi?”(Yusuf-25) Kadının söylediğine dikkat! “Senin ailene kötülük edenin cezası ne? Hapis mi? İşkence mi?” Yani o ülkenin, o sarayın, o toplumun kuralları devreye giriyor. Ve Yusuf eğer itiraz edecekse kurulu düzenin kanunlarına itiraz etmiyor, suçlu olmadığını savunuyor ve hakem devreye giriyor. "Yusuf dedi ki: O, gönlünü eğlendirmek için beni kullanmak istedi. Kadının ailesinden bir şahid de: Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylüyor, bu durumda Yusuf yalancılardandır" (Yusuf-26) Kanunlar değil suçlar, davalar tartışılıyor. Kanunlar kötüyse ya kanun koyucu olursun ya da kanunları ıslah için yeri geldiğinde konuşur ve bozgunculuk yaparak değil ıslah işleri yaparak kanunları değiştirirsin. Yusuf düzeni ıslah edebilmek içinse sabrediyor ve çalışmaya zindanda bile olsa devam ediyor. "Yusuf dedi ki: Rabbim! Zindan benim için bunların beni çağırdığı şeyden daha sevimlidir. Eğer onların oyununu benden uzak tutmazsan onlara meyleder de cahillerden olurum" (Yusuf-33) Yusuf (a.s) topluma aykırı işler yapmadan, yakmadan, yıkmadan, başına gelen tüm zulümlere rağmen sabırla ve tırnaklarıyla kazıyarak sadece Allah’a güvendi. Bir ara kendi Rabbinin zikrini unutup da zindandaki arkadaşının efendisine anılmak istemesi bile ona birçok seneye mal oldu. Sonra… O şehirden, o toplumdan biri olmadığı halde sabreden Yusuf o toplumun düzeni içerisinde yavaş yavaş söz sahibi duruma geldi ve hem kanunları hem de toplumu güzellikle ıslah etmeye başladı. "Yusuf dedi: Alışılageldiği şekliyle yedi yıl ekin ekeceksiniz. Biçtiklerinizden yiyecek kadar az bir miktar alır, gerisini başağında bırakırsınız"(Yusuf-47)Sonunda hiçbir şekilde bozgunculuk çıkarmadığı, düşman kesilmediği ve ihanet etmediği toplumda vezir (ya da üst düzey bir yönetici) oldu. "Yusuf dedi ki: Beni ülkenin hazinelerine bakan yap. Ben iyi bir koruyucuyum, bilgiliyim"(Yusuf-55) Bu konuda liyakatli olduğunun ve ıslahat için liyakatin gerektiğinin de mesajını alıyoruz. Artık Yusuf Mısır'da düzene saygı duyacak değil bizzat hüküm verecek konuma geldi. Kıssanın devamında Yusuf’un kardeşleri Mısır'a gelmeye başlıyor ve hikâye boyut kazanıyor. Artık Yusuf kanun koyucu, kardeşleri boyun eğici durumdadır. Ancak dikkatinizi çekmek istediğimiz nokta yine “kapı”lardır. Çocuklarını o şehre gönderen Yakup bakın ne diyor? "Yakup şunu söyledi: Oğullarım, bir tek kapıdan girmeyin yani farklı kapılardan girin"(Yusuf-67) Neden acaba ayrı ayrı kapılar? Demek ki çocukları için, onların başına gelebilecek bir musibet ihtimali için endişeleniyor. Mısır'a topluca bir kervan ya da bir güç olarak girmeleri durumunda o şehre bozgunculuk, çatışma ve hırsızlık için giriyor zannedilerek o şehrin toplumsal düzenine aykırı algılanmalarını istemiyor. Ve Allah da bunu çok iyi biliyor. Yakub (a.s) ilim ve ileri görüş sahibi idi. Bir başka toplumla beraber bulunma durumunda o toplumun koyduğu düzene bozgunculuk etmenin doğru olmadığını iyi biliyordu. Ve bu yüzden çocuklarını uyarmıştı. Çocukları şehrin kapılarından ayrı ayrı girmeliydiler. Bu onun isteğiydi ama başlarına gelecek varsa onu engellemeye de gücünün yetmeyeceğini Nübüvvet ilmiyle biliyordu. Çocukları bozgunculukla ve hırsızlıkla suçlandılar. "Yusuf kardeşlerinin yüklerini hazırlatırken su kabını öz kardeşinin yükü içinde koydu. Sonra bir görevli şöyle haykırdı: Ey kafile, siz herhalde hırsızlık ettiniz!"(Yusuf-70) "Kardeşler dediler: Vallahi, siz de iyi biliyorsunuz ki, biz bu yere bozgunculuk yapmak için gelmedik, biz hırsız da değiliz " (Yusuf-73) Dikkat ediyorsanız. Bir başka toprağa, bir başka memlekete “bozgunculuk için gelmedik” diyorlar. İlke belli. “Düzene, beğenmesen de saygı duy.” Ama bu durumun sebebi elbette başkaydı. Yusuf az sonra aynı gerçeği (yani düzene saygı duyulması gerektiğini) bir kez daha ortaya koyacaktı. "Sordular: Eğer yalan söylüyorsanız, hırsızlığı yapanın cezası nedir? Kardeşler dedi: Cezası, çalınan mal kimin yükünde çıkarsa yükün sahibi çalınan mala karşılık olacaktır. Biz zalimleri böyle cezalandırıyoruz" (Yusuf-74,75) Aslında Yusuf kendi yaşadığı toplumunun kanununu uygulayabilirdi. Ama (kardeşini alıkoyma) planı dâhilinde onları kendi kanunlarına göre yargıladı. (Yeri gelmişken: Eğer hırsızın alıkonması Yakub’un dininin hükmüyse İbrahim’in de dini demektir. İbrahim’in dini Muhammed’in de dinidir. O halde hırsızlığın cezası el kesmek değil, mecazen elini kesmek, alıkonulmaktır.) İbret alınacak o kadar çok şey var ki! Hem Yusuf hem de kardeşleri birbirlerinin kanunlarına hükmün geçerli olduğu yer ve zamanda saygı duyuyor ve tekliflerini bile bu saygıyla yapıyorlar. Küçük kardeşleri yerine kendisinin alıkonulmasını isteyen abisine bakın Yusuf (a.s) ne diyor… “Maazallah-Allah'a sığınırım!” dedi Eşyamızı yükünde bulduğumuz adamdan başkasını tutamayız. Öyle bir şey yaparsak zalimlerden oluruz"(Yusuf-79) Yusuf ilgili toplumun kurallarına aykırı hareket etmeyi zulüm sayıyor. İşte Allah’ın insana ve toplumsal düzenine verdiği değer. Tabi ki görebilene… "Babanıza dönüp şöyle deyin: Ey babamız, oğlun hırsızlık etti. Biz sadece bildiğimize tanıklık ettik. Biz gaybı bilenler değiliz" (Yusuf-81) Bildiğimize tanıklık etmek.O kadar ibret verici ki, sırf içlerindeki kin ve nefret yüzünden önüne geleni karalayan, anlatılan her türlü rivayete inanan, görmediği bilmediği halde bir insanın, bir kurumun, bir toplumun tamamını tekfir edip katil, faşist, ırkçı, suçlu ve düşman gören anlayışa… Duyduklarınızın doğruluğunu test edin. Görmediğiniz, bilmediğiniz her ithamı giydirmeyin insanlara. Sizi kandırmak ve bir yere kanalize etmek için onlara atılan iftiraların doğruluğunu tasdik etmeden doğru olarak kabul etmeyin. Kin ve nefretinizden arının. Yani Allah’a ve O’nun doğrularına dönün. Yanlışlarımızdan dolayı sizi ve bizi affedecek olan Allah’tır. Kardeşleri pişman olup döndüğünde Yusuf’un istediği de buydu. "Yusuf: Bugün azarlanmayacaksınız. Allah sizi mağfiret etsin. O, rahmet edenlerin en merhametlisidir, dedi. (Yusuf-92) "Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun (Allah) için secde ettiler yani şöyle dedi: Ey Babam! Bu daha önceki rüyamın tevilidir. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı yani andolsun ki bana güzellik etti yani beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra O çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendir. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan O'dur" (Yusuf-100) Şehrin kapısından secde ederek girmeyenlerin, orada ıslah değil bozgunculuk çıkaranların sonunu hatırlatıyor surenin sonu. Yemin olsun ki bu Kur'an’da ders almak isteyenler için her türlü öğüt var. Yemin olsun. "Yemin olsun ki, elçilerin kıssalarında aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret vardır. Bu Kur’an, uydurulacak bir hadis/bir söz değildir; aksine o, önündekini tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir" (Yusuf-111)Çiçekler bile dikenlere saygı duyar, dikenlerin içinde rengârenk parlarlar. Evlere de şehirlere de kapılarından ve secde ederek girmek o ev halkına, o şehir halkına ve düzenine “salâtımız (bağlantımız) çerçevesinde” saygı duymaktır. Bu ahlak, ilah edinmişler varsa onların ilahlarına saygı duymak anlamına gelmiyor. Zulme değil kurulu düzene “kitabımız çerçevesinde” boyun eğmektir. Eğer ev ya da yurt edineceksek, orayı ıslah etmek için makbul ve güzel işler yapmaktır. Olmadı, beğenmediğimiz yere girmez ya da oradan hicret ederiz. Elçilerin de gelmiş geçmiş sünneti budur. Yoksa bozgunculuk ve kargaşa kaçınılmazdır. Ben bunu okudum… Kendimi ayırmadım. Kendi nasibimi, kendi öğüdümü aldım. Darısı düşünenlerin ve öğüt almak isteyenlerin başına. Allah’la salât dediğimiz bağlantıyı ikame eder ayakta tutarken insanların arasında da o salâtın emrettiği ıslahatları yapma gayretinde olmalı ve sulh bağlantısı için çaba sarf etmeliyiz. Kitapta ıslahat ve ıslah çabalarıyla ilgili (dokuzlu çeteler, bozguncular, zorbalık, Musa’nın kurtardığı adamın ertesi gün ona sen bozguncu musun demesi gibi) salâtı ikame etme çerçevesinde alınabilecek ve incelenebilecek birçok âyet daha vardır. Hepsini buraya almak hacmi iyice artıracak. Sıkça “Ellezine amenü ve amilus salihati” (iman edip salih ameller işleyenler) diye ezbere okunan cümlelerde ifade edilen şey, (emin biçimde) iman edip (ıslaha, düzeltmeye yönelik) salih ameller yapanlardır. Salih kişilerin yaptığı işlere “salihat”, salâta yönelik işlerin hepsine birden de “ıslahat” diyebiliriz. Kısacası “ıslahat” için didinilmeyen “salât” hayata ikame edilmeyen salâttır. Asr suresinde “Zamana andolsun ki insanlar hüsrandadır” dendikten sonra istisna olarak iman edenler anlatılır. O iman eden ve salih işler (ıslahata dair güzel işler) yapanlar, doğruyu yapan ve işte o doğruyu ikame etmek için sabırla (azimle) çalışanlardır. İstediğimiz kadar Kur'an dersi yapalım ya da istediğimiz kadar namaz kılalım, hayatın içine girip kötülükle mücadele edemiyorsak, iyileştirmeye yönelik bir şeyler yapamıyorsak salât'ı ikame ettiğimizi boşu boşuna iddia etmeyelim. Kur'an’da namazı aradığımız kadar toplumda salât'ı ikame etmeyi arasaydık bu coğrafya bu duruma gelir miydi ? Her gün âyetleri okuyan, anlamaya çalışan, tartışıp doğruyu öğrenen, namaz kılan, oruç tutan, şu doğruymuş bu yanlışmış diyen ama dünya hayatına kendi her türlü birikimiyle, canıyla malıyla olabilecek tüm gücüyle tatbik etmeyenler olarak, kıyam gününde buluştuğumuzu düşünün. İçimizden bazılarımız hâlâ kaybedenler olarak şok olursa eminim ki şöyle diyeceğiz: “Biz sizinle beraber değil miydik? Biz neden kaybettik?”Sanıyorum ki diğer bir kısmımız da şöyle cevap verecek: “Evet, siz bizimle beraberdiniz ama boş tartışmalara ve dünyaya dalanlarla dalıp gittiniz de salât edenlerden (Allah’la bağlantısını ayakta tutanlardan) olmadınız.” Sonra kaybedenlerimiz olarak şunu diyeceğiz: “Doğru. Biz salât edenlerden değildik. Dalanlarla dalıp giderdik. Vahyi hayata “bağlamadığımız” için bu ateşe “bağlandık” da ileri gidenlerden değil geri kalanlardan olduk.” Allah “birleştirin” diyor, ayrışın ayrıştırın demiyor, rükû edenlerle rükû edeceksek birleştirip edeceğiz. Her konuyu tartışalım, doğruyu bulmaya çalışalım ama ne olur ihtilaflarımız için Allah’ı hakem tayin edelim. Anlaşamıyorsak bırakalım kararı o versin. O bizim hakkımızda en doğru kararı verecek olandır. Biz makbul ve güzel işleri hayatımıza tatbik edelim. Birbirimizin bireysel tercihlerini aynılaştırmaya değil, toplumu sulha getirmeye çalışalım. Biz bir araya gelemezsek toplumdan bunu nasıl bekleriz! İster tatlı su olalım ister tuzlu, biz de taze et çıkaralım. İster gündüz ister gece, ister güneş ister ay olalım, biz işimizi yapalım. Farklılıklarımız bizi parçalamasın. Birbirimizi zedelemek yerine dayanışmaya girelim. Gerçeğin ve erdemin peşinde olanlar birbirlerini aforoz etmiş gibi davranmamalıdır. Kur'an’da birleştikleri halde birbirleriyle Kur'an hakkında kavga eden ve tekfirleşenlerin durumu; Allah’ın gökten indirmiş olduğu himayeye sığınmış olanların birbirini tekmeleyip düşürmeye çalışmalarına benziyor. Biz hep selam selam diyelim. Selam sulh’un en güzel şiarıdır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(165. YAZI)Kehf Süresi 60-) Bir zamanlar Musa genç arkadaşına demişti ki: "Durup dinlenmeyeceğim; tâ iki denizin birleştiği yere kadar varacağım, yahut uzun bir süre yürüyeceğim."61-) Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular yani denizde kaybolup gitmişti.62-) Buluşma yerlerini geçip gittiklerinde Musa genç arkadaşına: Kuşluk yemeğimizi getir. Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza (epeyce) sıkıntı geldi, dedi.63-) Genç adam: Gördün mü! dedi, kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Yani onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. Ve acayip bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.64-) Musa: İşte aradığımız o idi, dedi. Hemen izlerinin üzerine geri döndüler.65-) Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona indimizden bir rahmet (vahiy ve risâlet) vermiş yani ona kendimizden bir ilim öğretmiştik."LEDÜNNİ İLİM" Kur'an'da geçen "vesile, (Mâide-35) evliya, (Yunus-62,63) zikir, (Râd-28) rabıta" (Âli İmran-200) kavramları gibi, tasavvuf ve tarikat ehlinin istismar ettiği kavramlardan bir tanesi de "ledünni ilim" kavramıdır. Vesile : İnsanın sâlih amellerini Yüce Allah'ın af ve mağfiretini elde etmek için vesile edinmesi anlamına gelmektedir. Mesela: (Bu cennet nimetleri) "Ey Rabb'imiz! İman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi cehennem azabından koru!" diyenler; sabredenler, sadık olanlar, huzur'da boyun bükenler, infak edenler ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler içindir"(Âli İmran-16,17)EVLİYA: GENEL ANLAMDA EVLİYA Genel anlamda evliya vardır ve çoktur. Yani her kim tevhid inancına sahip olur yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmez, güzel ahlak sahibi olur ve Allah'ın emirlerini yerine getirirse Allah o kişinin velisidir. (Yunus-62,63; Bakara-257)ÖZEL ANLAMDA EVLİYA: Özel anlamda evliya hem yoktur hemde şirktir. Yani birinin adını anarak onu Allah'ın veli bir kulu olarak tayin etmek şirktir. (Şura- 6,9)Çünkü kimin ne olduğunu Allah'tan başka hiç kimse bilemez ZİKİR: Kur'an'da geçen "zikir" kavramlarının büyük çoğunluğu vahiy anlamına gelmektedir. (Nahl-44; Hicr-9; Tâhâ-99)RABITA: İlgili âyetin (Ali İmran-200) bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "Rabıta" kavramının, şeytan evliyasının adlarını anmak, zikir yapmak ve onlara kulluk etmek değil, Kur'an'ın ve hanif İslam dininin etrafında kenetlenme ve onlardan kopmama anlamına geldiğini görüyoruz. "LEDÜN" veya "LEDÜNNİ İLİM"Tasavvuf ehli ve tarikatçılar Kehf süresi 65. âyetinden bulunan "ledunne ilmen" ifadesini istismar ederek "ledünni ilim- ilmi ledün- ledün ilmi" nin şeytan evliyasına Allah tarafından vahiy'den bağımsız olarak verildiğini iddia ederler. Hatta daha da ileri giderek bu "ledünni ilim" sayesinde şeytan evliyasının Nebi ve Resüllerden üstün olduğunu söylerler. Gerekçeleri şudur. "Nebi ve Resüller belli bir yoldan yani bir aracı vasıtasıyla vahiy alırken, bizim evliyamız Allah'tan aracısız yani direkt olarak vahiy alıyorlar"Halbuki "ledünni ilim" yüce Allah'ın Nebi ve Reüllere vahiy vasıtasıyla indirmiş olduğu ilimden başka hiçbir şey değildir. Vahyin bir çok ismi mevcuttur. Bunlar bazıları "zikir, furkan, şeriat, nur, resül, heblilléh, ilim, apaçık âyetler, hüküm, kitap, sırat-ı müstakim, hadis, kelâmullâh, hidayet, rahmet, müjde, nezir" gibi kavramlardır. Ledün ilmininin vahiy anlamına geldiğini gösteren âyet.(Ey Rasul!) İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir verdik" (ve ked éteynéke min "LEDÜNNE" zikran) (Tâhâ- 99) Dolayısıyla "ledünni ilim" Nebi ve Resüllere Allah tarafından indirilen vahiy'dirYukarıdaki âyette geçen ve Musa (a.s) ile yol arkadaşlığı yapan kişi Nebi veya Allah Resulüdür.Çünkü söz konusu âyette "eteynehu rahmeten min indiné ve allemnéhu min ledunné ilmen" "ona katımızdan bir rahmet ve bir ilimiz öğrettik" buyruluyor. Kur'an'ın dilinde "rahmet" ve "ilim" "vahiy" ve "Nübuvvet" anlamına gelmektedir. Gemiyi parçaladığı halde, hem geminin sahipleri tarafından, hem de yolculardan hiç kimsenin kendisine müdahale etmemesi, onun Allah tarafından manevi bir misyona sahip olduğunu göstermektedir. Anne- babasına bile "tuğyan" ve "küfür" yanı şiddet uygulayabilecek bir psikopatlığa sahip olan genci öldürmesi de çevreyi çok iyi bilen, insanları tanıyan, ve gencin yapmış olduğu bütün kötülükleri vahiy'le bildiğini gösteriyor. Çünkü "ledünni ilme" sahipti. Ledünni ilmin tek manası "vahiy'dir" Ayrıca öldürülen "ğulam" çocuk değil, kısasta öldürülebicek yaşta olgun bir genç olduğunu şu cümleden anlaşılıyor. "...Musa dedi ki: Temiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın (kimseyi öldürmediği halde) öldürdün öyle mi!..."(Kehf-74)Demek ki, öldürülen kişi, cinayet işleyebilecek bir yaşta idi. Duvarın içinde bulunan gizli hazineyi bilmesi ise Allah tarafından aldığı vahiy sayesinde olmuştur. Çünkü yüce Allah'tan sonra, aldıkları vahiyle sadece Nubuvvet'e bağlı Resüller gaybı bilir. (Cin-26,27; Hud-49; Kasas-44,45,46) Kıssa şöyle bitiyor. "Bütün bunları ben kendiliğimden yapmadım. İşte hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur"(Kehf-82) Yüce Allah vahiy haricinde yani direkt olarak hiç kimseye ilim vermez.İlmin tek kaynağı vahiy'dir.(Bakara-120; Râd-37)Bilimsel icad ve keşiflerin kaynağı da aklı kullanma, tefekkür etme, plan ve program dahilinde araştırma ve analiz yapmadır.
21 Mart 2022 Pazartesi
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR (23.YAZI)RİSÂLEİ NUR KÜLLİYATI VE TALEBELERİ :Dünya değişim ve dönüşüm sürecinde hızla yol alırken değişmeyen tek şey insanların akıl ve ilimle bağlantılı evrensel, manevi ve ahlaki ihtiyaçları ile tek kesin delil olan Allah'ın yüce kitabı Kur'an-ı Mubin'dir. "Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. Onun sözlerini değiştirecek yoktur. O işitendir, her şeyi apaçık bilendir" (En'am- 115)Bundan dolayı, eğer Risâle-i Nur talebeleri, ilme ve akla, tefekkür ve sorgulamaya, Kur'anın bağlam ve bütünlüğü olan hikmete kesin dönüş yapmayacak olurlarsa, inandıklarının aksine, Risâle'i Nur Külliyâtı üzerlerinde olumlu etkiden çok daha fazla tahribat ve yıkıma sebep olacaktır. Özellikle Risâle-i Nur'un içinde bulunan uydurma rivayetlerle birlikte, Risâle-i Nur Külliyatının Allah tarafından Said Nursi'ye ilham edildiği ve yazdırıldığı iftirasına inanmak bir zihin kaybı, psikolojik hastalık, bir cinnet ve akıl tutulmasından başka bir şey değildir.Şunu önemle açıklamak isteriz ki, eğer bu akıl almaz uydurmalar, son Nebi olan Muhammed (a.s) ın Nübüvvet makam ve mertebesine, Risâlet misyonuna bir hakaret ve leke olmasaydı, cemaatin tv'lerinde ve radyolarında milyonlarca insana ısrarla ulaştırılmamış olsaydı, günümüz insanlarını en çok etkileyen eser olmasaydı,muellifinin de neredeyse hata etmez bir şahsiyet haline getirilmeseydi, Kur'an'ın tam bir tefsiri olarak görülmeseydi, bu uydurmalara cevap vermek abes ile iştigal etmek olurdu. Yani bizim Risâle-i Nur Külliyatında bulunan Ehli Sünnet ve Şia'nın hurafelerine cevap vermeye iten ana sebep, Kur'an'ın ve Resülullahın doğru anlaşılması, Kur'an ve Resul'ün aklını ve ahlakını her türlü lekeden temizleme gayretinden başka bir şey değildir.Dolayısıyla esas gayemiz, insanlar akıllarını kullansınlar, doğruları öğrensinler, hakka önem versinler,ilmin değerini bilsinler. Din ve hüküm olarak ümmet sadece Allah'ın kitabına iman ve itimat etsin. Başkalarının akıl ve mantık kabul etmez hurafe ve yalanlarına teslim olmasın.Said Nursi'nin Risâle-i Nur Külliyatına aldığı yalan rivayetleri ele almaya devam ediyoruz.Diyor ki: "Resul'ü Ekrem (a.s.m) Ömer İbni Sa'd'ın başına elini sürmüş, dua etmiş, o dua'nın bereketiyle, bütün başı beyaz, yalnız Resulü Ekrem (a.s.m) ın elini koyduğu yer simsiyah olarak kalmış"(Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 151)Cevap :Saçların beyazlaşıp ağarması Allah'ın değişmez bir yasası, hücre ve genetik kodlarla alakalı bir şeydir. Ey akılsız hurafeciler! Siyah saçların beyazından daha faziletli ve üstün olduğu nerede yazılmış, kim söylemiş. Halbuki beyaz saçlar insanı daha olgun gösterir, günahlardan sakındırır, insanın ibret almasını sağlar, ölüme, mezara, dolayısıyla Allah'a doğru yol aldığını hatırlatır. Yani uydurmanın da bir mantığı olmalı değil mi?Şu uydurmaya lütfen dikkat edin, Said Nursi diyor ki: "Abdurrahman İbni Zeyd ibnil Hattab, hem küçük (bücür) hem çirkindi, Resul'ü Ekrem(a.s.m) eliyle başını meshedip dua etmiş, o duanın bereketiyle, kametçe (boyca ) en bala kamet ve süretçe en güzel bir sürete girmiş"(Mektubat-19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 151)Cevap :Allah size akıl fikir versin. Hiç dua ve başın meshedilmesiyle boy uzar süret güzelleşir mi?Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor. "ALLAH size şekil verip de şeklinizi güzel yapandır "(Mu'min- 64 )Başka bir âyette "yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir" ( Müminün-14 )Diğer bir ayette "Andolsun ki biz insanı en güzel bir şekilde yarattık" (Tin- 4)Bu rivayetleri uyduranlar ve eserine alanlar Allah'ın kudret eline şirk karıştırmış olmuyorlar mı?Yani (Haşa) Allah'ın çirkin bir işini Resulullah düzeltiyor öyle mi? Veya özürlü birine çirkin demek ne kadar İslami bir ahlak anlayışına uygun düşüyor?Hiç aklınızı başınıza almaz mısınız?
20 Mart 2022 Pazar
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(144. YAZI)Kehf Süresi 31-) İşte onlara, alt taraflarından nehirler akan Adn cennetleri vardır. Onlar Adn cennetlerinde tahtlar üzerine kurularak orada altın bileziklerle bezenecekler yani ince ve kalın dîbâdan yeşil elbiseler giyecekler. Ne güzel karşılık yani ne güzel ağırlanma yeri!32-) Onlara, şu iki adamı darbı misal olarak ver: Bunlardan birine her türlü üzümden iki bahçe kıldık ve her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış ve aralarında da ekinler bitirmiştik.33-) İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş yani hiçbirini eksik bırakmamıştı ve ikisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık.34-) Bu adamın başka ürünleri de vardı. (Bir gün) arkadaşıyla tartışırken ona: "Ben, mal ve nefer (çoluk çocuk-çevre) bakımından senden daha izzetliyim" dedi. 35-) Yani bu şekilde kendi nefsine zulmederek cennetine girereken, "Bunun, hiçbir zaman yok olacağını zennetmiyorum" dedi. 36-) "Yani saatin kopacağını zannetmiyorum ve Rabbimin huzuruna döndürülürsem, hiç şüphem yok ki, (orada) bundan daha hayırlısını bulurum" (dedi.) 37-) Arkadaşı ona: "Sen, dedi, seni topraktan, sonra nutfeden (spermadan) yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah'a karşı kâfir mi oldun?"38-) "Lâkin O Allah benim Rabbimdir yani ben Rabbime hiç kimseyi şirk koşmam."39-) "Yani cennetine girdiğinde: Mâşâallahu lâ kuvvete illâ billâhi- kuvvet yalnız Allah'ındır, deseydin ya! Eğer mal ve evlât bakımından beni kendinden daha az görüyorsan (şunu bil ki):"40-) "Umulur ki Rabbim bana, senin cennetinden daha hayırlısını verir yani senin cennetine gökten yıldırımlar gönderir de kupkuru bir yer haline gelir."41-) "Yahut, sabahleyin (cennetinin) suyu dibe çekilir de bir daha onu arayıp bulamazsın."42-) Ve derken onun ürünleri kuşatılıp yok edildi. Böylece sabahleyin bağı uğruna yaptığı infaktan ötürü ellerini oğuşturup kalmış yani cennetinin çardakları yere çökmüş, "Yazıklar olsun bana, keşke Rabbime hiç kimseyi şirk koşmamış olsaydım! diyordu. 43-) Yani kendisine Allah'ın dununda yardım edecek destekçileri olmadığı gibi kendi kendine yardım edecek güçte de değildi.44-) İşte burada velâyet, Hak olan Allah'a özeldir. Karşılığı en hayırlı veren O'dur yani en hayırlı âkıbeti ancak O verir. 45-) Yani onlara şunu da darbı misal olarak ver: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi (önce gelişip) birbirine karışmış; arkasından rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelmiştir yani Allah, her şeyin üzerinde muktedir olandır. 46-) Mal ve oğullar, dünya hayatının zinetidir yani bâki olan salih ameller Rabbinin indinde hem sevapça daha hayırlı yani emel bağlama bakımından da daha hayırlıdır.47-) Ve o gün, dağları yürütürüz yani yeryüzünün çırılçıplak olduğunu görürsün ve onlardan hiç birini bırakmaksızın tümünü haşrederiz.48-) Yani hepsi sıra sıra Rabbinin huzuruna arzedilmişlerdir: Andolsun ki sizi ilk defasında yarattığımız şekilde bize geldiniz. Oysa size vâdedilenlerin gerçekleşeceği bir zaman tayin etmediğimizi zannetmiştiniz, değil mi?49-) Ve kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. Yani "Yazıklar olsun bize! derler, bu nasıl bir kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini içine almış!" Ve yaptıklarını karşılarında hazır olarak bulmuşlardır yani senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.50-) Ve biz meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar secde ettiler. (İblis) Rabbinin emrine fasıklık yaparak cinlerden oldu. Onlar sizin düşmanınız iken, benim dunumda onu ve zürriyetini mi veli ediniyorsunuz? Zalimler için bu ne kötü bir bedeldir!(İblis cinlerden değildir. Secde emrine karşı geldikten sonra cinlerden oldu. Yani "kibirlendi ve kafirlerden oldu" (Bakara-34; Sâd-74) gibi anlamak gerekiyor.) 51-) Ben onları (İblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin yaratılışına ve ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahit tuttum yani ben saptıranları yardımcı edinmedim.52-) Ve o gün (Allah, müşriklere): Benim ortaklarım olduklarını iddia ettiklerinizi çağırın! buyurur. Onları çağırmışlardır; fakat kendilerine icabet etmemişlerdir yani onların arasına tehlikeli bir uçurum koymuşuzdur. 53-) Ve mücrimler ateşi gödüklerinde, orayı boylayacaklarını anladılar yani ondan kurtuluş yolu bulamazlar.54-) Andolsun ki biz, bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali tasrif etmişiz. Fakat (hakka karşı) her şeyden daha çok cedelleşen insan olmuştur. 55-) Yani kendilerine hidayet geldiğinde insanları iman etmekten ve Rablerinden mağfiret talep etmekten alıkoyan şey, sadece, öncekilerinin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesini, yahut azabın göz göre göre kendilerine gelmesini beklemeleridir!56-) Ve biz Resülleri, ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfir olanlar ise, hakkı bâtıl ile ortadan kaldırmak için mücadele ederler yani onlar âyetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri alaya almışlardır.57-) Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden yani kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır! Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik yani onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir.58-) Ve senin, bağışı bol olan Rabbin merhamet sahibidir; şayet yaptıkları yüzünden onları (hemen) muaheze edecek olsaydı, onlara azabı çarçabuk verirdi. Fakat kendilerine tanınmış belli bir süre vardır ki, artık bundan kaçıp kurtulacakları bir sığınak bulamayacaklardır.59-) Ve işte şu ülkeler; zulmettikleri için onları helâk ettik yani onları helâk etmek için de belli bir zaman tayin etmiştik.
19 Mart 2022 Cumartesi
MEKKE ve MEDİNE'DE İNEN SÜRELERİN ÖZELLİKLERİ. Sizden öğrendiklerini size öğretmeye kalkan arkadaşları ikna etmek gerçekten zor oluyor. Onlara cevap verme imkanınız kalmıyor.Kur'an sürelerinin Mekke'de mi, yoksa Medine'de mi indiği ile ilgili bilgilendirmemizden sonra, bazı arkadaşlar bizim esbab-ı nüzul veya rivayetlere müracaat ettiğimizi zannediyorlar.Tâbi ki bu arkadaşların Mekke ve Medine'de inen süre ve âyetlerin özelliklerinden haberleri bulunmamaktadır.Fakat Mekke ve Medine'de inen âyet ve süreler birbirinden farklı özelliklere sahiptir.Yani Mekke ve Medine birbirinden çok farklıdır dünyalardır.Kur'an'ın İstanbul'a inmesi ile bir köye inmesi gibi aralarında büyük bir fark mevcuttur. Şimdi bu özelliklerden bir kaç tanesini görelim.1-) Mekke'de inen sürelerde "Ey iman edenler!.." cümlesi bulunmaz.Yani "Ey iman edenler!..." cümlesi ile başlayan bütün âyetler Medine'de inmişlerdir. Çünkü Mekke'de iman sorunu yoktu. Mekke'de çizgiler çok netti.Mekke'de İslam'ı kabul eden ölüme bile razı oluyordu. 2-) Mekke'de inen sürelerde münafıklardan söz edilmez.Çünkü Mekke'de munafık yoktu. Munafıklar Medine'nin yerlileri olan Evs ve Hazrec kabilelerinden idiler. 3-) Mekke'de inen sürelerde Yahudi ve Hristiyanlardan da söz edilmez. Çünkü Mekke'de Yahudi ve Hıristiyan bulunmuyordu.Ama Medine'de bulunan Beni Kaynuka, Beni Kurayza, Beni Nadir ve Hayber Yahudi idiler.Necran'dan Medine'ye Hristiyanlar gelip gidiyorlardı.4-) Mekke'de inen sürelerde "Allah'a ve Resul'üne itaat edin" cümlesi bulunmamaktadır.Çünkü Mekke'de iman edenler açısından Allah'a yani Resül'e iman sorunu yoktu.İman edenlerin itaat sorunu Medine ile ilgili bir durumdur.5-) Mekke'de inen sürelerde Nebi kavramı geçmez. Çünkü Mekke devri evrensel tebliğin yapıldığı bir merkezdir.Yani Mekke'de şirk ve ahlak sorunu vardı. Medine'de ise, iman, ahlak ve itaat sorunları mevcut idi.İşte bu yüzden Mekke'de inen âyetlerin büyük çoğunluğu yerel ve bölgesel, Mekke'de inen sürelerin hepsi genel ve evrenseldir.6-) Mekke'de inen süreler tevhid, şirk, sabır, güzel ahlak, Nebi ve Resüllerin mucadeleleri ile ilgilidir.Medine'de inen süreler, savaş kuralları, evlilik, boşama, cihat, itaat, iman, insan hakları, ictimai hayat, hac, infak, sadaka, insani ilişkiler, adabı muaşeret, ırkçılığın kötülüğü gibi konularla ilgilidir.7-) Hamd (güç-kuvvet-övgü) ile başlayan sürelerini hepsi Mekki'dir. Hatta Teğabun süresi birinci âyet hariç içinde hamd kelimesinin geçtiği bütün süreler Mekke'de nazil olmuşlar dır. 8-) Mekke'de inen sürelerde şiir ve edebiyat, i'caz ve belâğat hakimdir. Kelimeler çok vurgulu ve etkileyici bir üsluba sahiptir.Medine inen sürelerde böyle bir şey yoktur. Buda Kureyşin şiir sanatına ve edebiyata olan merakından kaynaklanıyordu. Mekke müşrikleri Allah'ın gücünü temsil eden varlıkları yani melekleri Allah'ın kızları olarak vasıflandırıyorlardı. Aynı zamanda Mekke müşrikleri aynen Hristiyanlar gibi yüce Allah'a çocuk izafe ediyorlardı.(Enam-101; Yunus- 68; İsra-111; Kehf- 4; Meryem-35, 88, 91,92; Enbiya- 26; Müminun- 91; Furkan- 2; Saffat- 152; Zümer- 4; Zuhruf- 81; Cin- 3; İhlas- 3)Bütün bu âyetler Mekke müşrikleriyle ilgili inmişlerdir. 9-) İçinde "inil hükmü illâ lillâhi" "hüküm yalnız Allah'ın'dır" cümlesinin geçtiği süreler Mekke'de nazil olmuşlardır. (En'am-57; Yusuf-40, 67)10-) Kur'an'da tekil olarak geçen "fasbir, vasbir" (sabret) fesebbih, vesebbih" (tesbih et), "ekimis sâlâte" (salâtı ikâme et) yani salât ve salat'ı ikâme ile ilgili bütün âyetler Mekke'de inmişlerdir ve kelime kelimesine hepsi Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgilidir.Yani Mekke'de inen ve yalnız Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgili olan teheccud, gece ve fecir salât'ından tüm müminleri sorumlu tutmak ve insanları namaza çağırmak doğru değildir.Yani Hud 114; İsra-78, 79; Tâhâ 130 ve benzeri bütün salât âyetlerinin hepsi Mekki'dir, hepsinde tekil formatı vardır ve hepsi sadece ve sadece Nebi (a.s) Nübüvvet makam ve mertebesi ile ilgilidir. Âyetler çok bariz bir şekilde ona hitap etmektedir. Söz konusu âyetlerin iniş sebep ve hikmeti de Müzzemmil süresinde çok açık bir şekilde açıklanmıştır. Salat'a çağrı da sadece cuma (toplantı) için meşru kılınmıştır.)Ancak günümüzde teknoloji imkanlarla geniş kitlelere ulaşma imkanı olduğu için salat'a çağrı da önemini kaybetmiştir. Yani artık böyle bir şeye gerek yoktur. Ancak müminler salât, şura, ihtiyaç veya herhangi bir iş için toplanacakları zaman bunun plan ve programını kendi aralarında kararlaştırırlar. "...Salât'ın vaktini belirlemek müminlerin üzerine düşen bir yazgıdır" (görevdir) (Nisa-103)
ISLAH VE SALÂT'I İKÂME (2)(32.YAZI) Bireysel ıslah ve insanların arasını düzeltici işler derken şimdi geldik toplumsal ıslahı gösteren âyetlerden örneklere. Toplumsal ıslah nedir? Ne durumlar söz konusu olabilir? Islah için neler yapılabilir? İlk olarak ıslah işi “ben ıslahçıyım” diyen herkese bırakılacak kadar basit bir iş değildir. Çünkü insanların çoğu ıslah ediyorum derken çeşitli aidiyetlerin etkisiyle esasen bozguncu olabilirler. "Onlara: Yerde fesat çıkarmayın denildiğinde: Biz sadece ıslah edicileriz, derler" (Bakara-11) Islah; içinde bulunulan toplumun sorunlarına duyarsız kalmamak, gereken yerde elini taşın altına koyabilmektir.. "… Sana yetimleri sorarlar. De ki: Onları ıslah etmek (yararlı kılmak) hayırlıdır. Eğer onları aranıza katarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah müfsidi ıslah ediciden bilir (ayırt eder)"(Bakara-220)Sabahlara kadar âyet okuyup ertesi gün okuduklarımızdan hiçbirini hayata aktarmaya çalışmıyorsak salât kablosunu koparmışız demektir. Davamız yoksa değerimiz de yoktur. Ben öğrendim, bana yeter demektir ki, bu da hayata tutunmayan salâtla yüz yüzeyiz demektir. Sabahtan akşama kadar Kur'an’ı ve vahyi konuşmak “salât'ı ikame” sorumluluğum bu kadar demek değildir. Bakın Şuayb (a.s) nasıl kendi toplumunun sorunlarına eğilip salâttan ıslahata doğru olan tanımı netleştiriyor… "… Ey kavmim! Sadece Allah’a ibadet edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir beyyine gelmiştir. Ölçüyü ve tartıya vefa gösterin yani insanların eşyalarını değerinden düşürüp eksiltmeyin yani düzene (ıslaha) konulmasından sonra yerde ifsad çıkarmayın. (Hud-85) "Eğer mümin iseniz Allah'ın size bıraktığı bakiyye sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinizde muhafız değilim"(Hud-86) Dediler ki: Ey Şuayb! (Din) atalarımızın ibadet ettikleri şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi sana salâtın mı emrediyor? Çünkü sen, halim ve reşit birisisin"(Hud-87) Yukarıda geçen salât “Şuayb’ın dini referansını” anlamında kullanılmış gibi görünüyor. Şuayb’ın salâtını (bağlantısını) sorguluyorlar. Muhtemelen Şuayb hakkında bir zan içindeler ve onun kime bağlantılı ya da hangi anlayışa hizmet ederek bunları söylediğini soruyorlar. Çünkü Şuayb’ın eski halini düşünüp “Sen böyle biri değildin, değişmişsin” diyorlar. Anlamıyorlar. Çünkü ortak koşan o halkın dini anlayışı suya sabuna pek de dokunmayan bir ibadet icra ediyorlardı. İnandıkları din hayatın içinde bir şeye dokunmuyor. Şuayb’ın söylediklerini anlayamıyor ve dinle ilgisini çözemiyorlar. Aynen bugün Allah yokmuş gibi yaşanılan sosyal hayatlar ve vahşi bir ahtapota dönmüş piyasalar ve tuzaklarla dolu iş dünyası gibi. Orada Allah değil, evliya ve ilâhlar, para ve pul ilah olarak kabul edilmiş bir durumda. "Dedi ki: Ey kavmim! Görüşünüz nedir söyler misiniz? Ya ben Rabbimden gelen apaçık bir beyyine üzerinde isem yani O beni kendisinden güzel bir rızık (Nübüvvet-vahiy) ile rızıklandırmışsa? Benim size nehyettiğim (yapmayın, yanlıştır dediğim) şeylerin tersine (kendim için yapma) gibi bir isteğim yok. Benim istediğim gücüm yettiğince sadece ıslah etmek istiyorum. Benim muvaffakiyetim ancak Allah’ın (istemesi) iledir. Ben O'na tevekkül ettim ve O'na yöneldim"(Hud-88) Demek ki bizim de salâtımızın bizi götürdüğü hedefte ıslahat var. Islah için barışçı biçimde çalışıp didinmek var. Yeri gelmişken bir parantez açıp bir bahsi hatırlayalım: Sanıyorum infak bölümünde konuşurken “Rızık denince sadece yemek içmek aklımıza gelmesin, infak edin denilen rızkın içinde öğrendiklerimiz de vardır” demiştik. Yukarıdaki âyette Şuayb’ın bahsettiği rızık işte o rızıktır. Ve o rızık da kenara çekilip suya sabuna dokunmamak değil infak edilmek (paylaşılmak) içindir. İşte bu paylaşım da bağlantıdaki süreçte ıslahat içindir. Bakın Musa (a.s) yanından ayrılırken kardeşi Harun (a.s) a ne diyor? "Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun'a “Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma” dedi"(Âraf-142)Öğrendiklerini topluma yansıtmak istiyor.
18 Mart 2022 Cuma
İNFAK, SADAKA VE ZEKAT Allah'ın izniyle bu yazımızda, "infak, sadaka ve zekâtın" hangi anlama geldiği ile ilgili bir fikir verme, manası buharlaştırılan bu üç kavram ile ilgili hiç olmazsa ileriki zamanlar için bir kapı aralama olarak açıklamaya çalışacağız.Yüce Allah'ın rahmet ve inâyetiyle vahiy ehli muvahhidler, bu fikir ve araştırmamızı daha ileri bir safhaya taşıyacaklardır. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "infak" ve "sadaka"nın maldan verilen bir hayır, "zekât" ise, arınma anlamına geldiğini görüyoruz."Onların mallarından sadaka al; bu sadaka ile onları nifaktan temizlersin, onları aratıp yüceltirsin. Ve onlar için salât et çünkü senin salât'ın onlar için sükünettir. Allah işitendir, bilendir)(Tevbe-103) Konu ile ilgili diğer bir âyet şöyledir."Kad efleha men zekkéhé" "nefsini arındıran kurtulmuştur"(Şems- 9)Aşağıdaki âyetler vahyin arındırma özelliğine dikkat çekiyor.(Ey Nebi!) "Sana Musa'nın haberi geldi mi? Mukaddes tuva vâdisinde Rabbi (olan Allah) ona şöyle seslenmişti. Firavun'a git! Çünkü o çok azdı."Fekul hel leke ilé en tezekké"Deki: "Arınmayı ve seni Rabbinin yoluna iletmemi istermisin? Böylece sorumluluk bilincine sahip olursun"(Naziat-15,16,17,18) Tevbe, güzel ahlak ve istiğfardan sonra sadaka ve infak olarak her ne verilirse maddi ve manevi zekata ulaşılmış, yani kişi arınmış ve temizlenmiş olur.İnfak ve sadaka, maddi güç, akıl ve ilmi birikimi olan bir kişinin, bu maddi güç ve ilmiyle Kur'an'ın ortaya koyduğu ilkeler doğrultusunda dinde sadakatini ve imanda samimiyetini gösterme açısından bir arınma bedeli ve kötülüklerden temizlenme karşılığı olarak yerine getirilmesi gereken önemli bir farziyettir."Veseyücen-nebuhel etkâ ellezi yü' tî mélehû YETEZEKKÉ" "Arınmak için malını hayra veren takva sahibi 🔥 ateşten uzak tutulur) (Leyl-17,18) Şimdi sadaka ve zekâtın, Kur'an'da hangi anlama geldiğini çok açık olarak gösteren,Tevbe süresinin 103. âyetin bağlam ve bütünlüğüne bir bakalım.Bu âyetlerde, nifak ile iman arası bir çizgide gelgit yaşayanlar için yüce Allah şöyle buyuruyor. "Çevrenizdeki bedevi Araplardan Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz.Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir"(Tevbe-101)"Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler, salih bir ameli diğer kötü bir amelle karıştırdılar. Allah onların tevbelini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayan pek merhamet edendir"(Tevbe-102)"Onların mallarından sadaka (arınma bedeli) al; bununla onları (nifak günahlarından) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve olanlara yardım et, destek ol. Çünkü (bir Nebi ve Resul olarak) senin desteğin onlar için bir sükunettir. (onlara imanda güç verir, yatıştırırsın ) Allah işitendir bilendir"(Tevbe-103)Yani ey Nebi! Nifak belasından tam olarak temizlemek için, tevbe ile pişman olduktan sonra, kalplerinin rahat etmesi ve huzur bulmaları açısından, samimi olduklarını ortaya koymak adına onlardan sadaka alarak arındırırsın" İşte Kur'an, "zekat, tezkiye, tezekké, yetezekké" yani arınmak olarak adlandırmıştır. Kur'an'da geçen bütün"zekat" kavramları, "arınma" anlamına gelmektedir.Zekât kelimelerinden önce bulunan "ve étü" fiili'nin "é" si, uzatılmayacak olursa, yani, "ve etû" veya "ve'tû" olmuş olsaydı, mana " zekâta gelin, arının" anlamına gelecektir.Ama yine de" ve étü" fiili, "verin" anlamına gelebildiği gibi, "zekâta gelin, arının" anlamına da geldiğini söyleyebilirim. Mesala, bu konuda örnek bir âyete bakalım."insanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir riba, Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını isteyerek arınmak üzere verdiğiniz (hayra) gelince işte (hayır yapan) o kimseler, evet onlar sevaplarını ve mallarını kat kat arttıranlardır"(Rum-39)Kur'an'a baktığımızda Nübüvvet makamına sahip olan Nebiler'den bütün insanlara kadar herkesin arınma ve temizlenme ihtiyacının var olduğunu görüyoruz. Nebi ve Resüller için, şirk, küfür, nifak ve cimrilik söz konusu olmadığı için, onların zekata (arınmaya) ulaşmaları vahyi tebliğ, dua ve istiğfar ile olmaktadır. Zekat, Nebi ve Resüller için arınma, mukemmel bir ahlaka ve olgunluğa ulaşma olurken, müminler için şirk, kötü ahlak, hurafe ve ve her türlü batıl inançlardan kurtulma olmaktadır. Nebi ve Resüller, infak etmede zorlanmazlar, çünkü Allah'a olan bağlılıkları çok güçlüdür. Nebi ve Resüller, Allah indinde temizlenmiş bir ahlaka ve inanca sahiptirler. (Meryem-12)Nebi ve Resüller, her zaman Allah'a verdikleri sözü yerine getirerek infak etmede güçlük çekmez, gönül hoşnutluğu içinde büyük bir sadakatle Allah yolunda infak eder, sorumluluk bilincine sahiptirler" (Enbiya-90)Vahiy, Nebi ve Resülleri, başta küfür, şirk, nifak olmak üzere, kibir, cimrilik, haset gibi hastalıklardan korumuş ve onları zekata ulaştırmıştır. Yani onların imanlarını ve kalplerini şek ve şüphelerden arındırıp temizlemiş ve sadece Allah'a teslim olanlardan etmiştir. (Bakara-131, 132, 133)Kur'an'a göre, dünya hayatında sağlık ve âfiyete "birr" ancak infak ile ulaşılabilir. "Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infak etmedikçe "birre" eremezsiniz. Her ne infak ederseniz Allah onu hakkıyla bilir"(Âli İmran-92)Demek ki, Allah indinde makbul olabilmesi için sevilen şeylerden infak edilmesi gerekmektedir.Yani manevi temizlik ve arınma, tevbe ve pişmanlıktan sonra maddi fedakarlık olan infak ve sadaka ile elde edilecektir. Kur'an'a baktığımızda manevi olarak yani şirk ve küfür gibi günahlardan kurtulma yolları, 1-) "İhlas, (dini Allah'a özel kılma) (Hicr-40; Sâd-83) 2-) "Takva, (sorumluluk bilincine sahip olma yani sadece Kur'an'da var olan emir ve yasaklarla yetinme) (Kasas-83; Bakara-197; Âraf-26; 156; Muddessir-56; Â) 3-) İslam, (Allah'ın emirlerine kayıtsız şartsız teslim olma, dinde onun kitabına ortak koşmama) (Âli İmran-19, 85, 102)4-) "İhsan, (İslam ahlakına sahip olma)(Bakara-195; Âli İmran-134; Mâide-85; Âraf-56; Tevbe-120) 5-) "Sabır, (Kur'an düşmanı kafir ve müşriklerin sözlerine ve eziyetlerine karşı dayanma) din ve hüküm olarak Kur'an'ın tek kaynak olduğundan taviz vermeme.(Bakara-153, 249; Enfal-46) 6- "İnfak, salih amellerin içinde ise, en büyük kurtuluş aracı infak olarak karşımıza çıkmaktadır. "Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve şefaat bulunmayan gün kiyamet gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infak edin. Gerçekleri inkar edenler zalimlerin ta kendileridir"(Bakara-254)İNFAK İLE SADAKANIN ARASINDAKİ FARK İnfak, "gece gündüz, yani "her zaman" (Bakara-274) "küçük büyük" (Tevbe-121) her türlü hayrı kapsarken, sadaka ise, özel durumlarda (Tevbe-103; Mücadele-12) verilmesi gereken bir bedeldir. Dolayısıyla infak etmenin yeri ve zamanı yok iken, sadakaların yeri ve zamanı geldiğinde yapılan mâli bir hayırdır. İnfak, hem mü'minlerin Allah rızası için yaptıkları bir hayır, hem kafirlerin kendi din ve davaları için yaptıkları bir harcama iken, (Enfal-36) sadaka sadece müminlerin yaptığı bir hayırdır. İnfak kavramı, yüce Allah bağlamında da kullanılmaktadır.Yani Allah da infak eder.(Mâide-64)İnfak ibadetinde bire karşı, yedi yüz kat ile karşılık sevap varken, (Bakara-261) sadakalarda ise kat kat (Bakara-276) sevap vardır. İnfak gizli yapılması gereken bir hayır iken, (Bakara-270) sadakalar durum ve ortama uygun gizli olarak da, açık bir şekilde de verilebilir.(Bakara-271)Dolayısıyla infak, az veye çok herkesin kendi gücüne göre yapması gereken bir hayır iken, (Tevbe-121) sadaka ise, yeri ve zamanı belli olan hayır anlamına gelmektedir. İnfak, beş sınıf insana verilmesi gerekirken, (Bakara-215) sadakalar ise, sekiz sınıfa verilmesi emredilmiştir.(Tevbe-60)Dolayısıyla anne, baba, kardeş ve akrabalara zekat verilmez diye bir şey yoktur.PEKİ İNFAK VE SADAKA KİMLERE VERİLECEKTİR? Kur'an, zekâtı anlatırken, "ne kadar verileceği, neyden verileceği ve kimlere verileceği ile ilgili hiç bir detaydan söz etmemesi ve hiç bir ayrıntı vermemesi gerçekten çok önemlidir. Kur'an'da neden zekat kavramlarının önünde bulunan "ve étü" fiili "verin" anlamında değil de, "gelin" anlamına gelmektedir? Mesala: "ve étuz zekéte" ifadesine "zekatı verin" değil de, "arının, arınmaya gelin" gibi bir mana verilmesi gerekir. Çünkü âyetlerin büyük çoğunluğunda "ve étü" denildiği hâlde, hiç bir âyette ne verileceği? Neyden verileceği? Kimlere verileceği? ile ilgili hiçbir hüküm bulunmamaktadır.Fakat "infak" ve"sadakalar" için, ne verileceği, ne kadar verileceği ve kimlere verileceği ile ilgili her şey mevcuttur.Kur'an'da "ve'tü" fiiline, "gelin, getirin, girin" anlamı verilen âyetler de mevcuttur.(Bakara-189; Yusuf-93; )Zekât, "...Müşrikler için şirk ve küfürden arınmak ve âhirete iman etmektir..."(Fussilet- 6,7 )Zekat "...İslam'a ve Müslümanlara karşı kin ve nefretten, dine karşı savaş ve mücadeleden uzaklaşmak tevbe etmektir..."(Tevbe-5)"Zekat, bütün toplum ve bireyler için din ve hüküm olarak sadece Allah'ın âyetlerine iman etme, takva ve rahmete ulaşmaktır" Zekat, iman edenlere karşı düşmanlıktan vazgeçerek, kin ve saldırılardan arınmaktır"(Bakara- 10-11) Zekat, "dünya malından ve zinetinden, cahiliye âdetlerinden kurtulmak suretiyle Allah ve Resulü'ne itaat ederek, Kur'an'ın hikmeti üzerinde tefekkürle arınmaktır"(Ahzab-33)Bazı insanları cömertlik ve sadaka arındırır.Bazılarını güzel ahlak ve edep arındırır. Bazı insanları tevhid ve ihlas arındırır.Fakat insanları batıl dinlerden, şirk ve hurafelerden arındıran en önemli şey Kur'an'dır.Bakara-151; Âli İmran- 164; Cuma-2) İnsanları şirk ve küfür pisliğinden Allah'ın âyetleri gibi, hiç bir şey temizleyip arındıramaz.Sünniler ve Şiiler, hadis kaynaklarından ve batıl mezheplerden arınacak.Cemaat mensupları, liderlerinden ve öğretilerinden arınarak Allah'ın kitabına dönecekler.Tarikat ve tasavvuf ehli, evliya ve ilahlara kulluk etmekten İslam'la arınacaklar.Nurcular Kur'an'a dönerek, Said Nursi ve Risale-i Nur Külliyatından arınacak.Dolayısıyla Kur'an ilim ve hikmetinin, ahlak ve edebinin hâkim olmadığı toplum gerçek anlamda hiçbir zaman temiz olamaz, maddi ve manevi kirlerden arınamaz.İNFAK "Sana (Allah yolunda) ne (kime) infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Maldan infak ettiğiniz şey, ana- baba, yakınlar, yetimler, fakirler ve yol çocukları için olmalıdır. Şüphesiz Allah yaptığınız her şeyi bilir"(Bakara-215)SADAKALAR "Sadakalar, Allah'tan bir farz olarak ancak, fakirlere, miskinlere, üzerinde çalışanlara, gönülleri İslam'a ısındırılacak olanlara, özgürlükleri için mücadele edenlere, borçlulara, Allah yolunda olanlara, yol çocuklarına mahsustur. Allah herşeyi bilen, hikmet sahibi olandır"(Tevbe-60)Sonuç olarak: İnfak : "Bollukta ve darlıkta..." (Âli İmran-134) "...Gece gündüz..." (Bakara-274) "... küçük büyük..." (Tevbe-121) "..kazanılan mallardan..." (Bakara-267 ) "...topraktan çıkartılan rızıklardan ..." (Bakara-267) bir hayır olduğu için mal, ilim, güzel ahlak, akıl, zeka, güç gibi, maddi ve manevi her şeyden yapılan bir yükümlülüktür.Sadaka: Belirli zamanlarda ve özel durumlarda, insanın samimiyet ve sadakatini ortaya koyan mâli bir ibadettir. (Tevbe-103; Mücadele-12)Zekat; Başta tevbe ve pişmanlık olmak üzere, güzel ahlak ve sağlam bir iman ve Allah'a teslimiyetle her türlü şirk, küfür, nifak, cimrilik, kibir gibi, maddi ve manevi kirlerden arınmak demektir. Zekat: Mal, inanç, ahlak ve düşünce yani insanın nefsiyle ilgili bir temizlenme ve arınmadır.(Tevbe-103; Tâhâ-76; Fâtır-18; Necm-32; Âlâ-14; Leyl-18; Naziat-18)Zekâtın verilen bir şey değil, arındıran bir şey olduğunu şu iki âyet ortaya koyuyor."Ve seyücennebuhel etkâ- ellezi yü'ti méléhû yetezekké" "Arınmak için malını hayra veren takva sahipleri ondan (ateşten 🔥) kurtulur"En doğrusunu Allah bilir
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(163. YAZI)Kehf Süresi: 110 âyettir, Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Hamd, kuluna kitab'ı indiren ve onda hiçbir eğrilik kılmayan Allah'a özeldir (Hamd ile başlayan tüm süreler Mekke'de inmişlerdir. Hatta Teğabun süresi birinci âyeti hariç, içinde hamd kavramı bulunan bütün süreler Mekke'de nazil oldukları için anlamının içinde övgüden daha çok güç, hükümranlık ve kuvveti barındırmaktadır.) 2-) Onu kayyim (toplumu ayağa kaldıran bir kitab) olarak katından gelecek şiddetli azaba karşı uyarmak ve salih ameller işleyen müminlere kendileri için güzel mükafat bulunduğunu müjdelemek için indirdi. (Bu âyette uyarı ve ikazın sadece yüce Allah'tan indirilen vahiy'le yapıldığını anlıyoruz.) 3-) Onlar orada ebedî kalacaklarlardır.4-) Ve "Allah evlât edindi" diyenleri de uyarmak için.(Mekke müşrikleri böyle iddia ediyorlardı yani "Allah çocuk edindi" diyorlardı.) 5-) Ne onların (Allah evlât edindi, diyenlerin), ne de (din) atalarının bu konuda hiçbir ilmi yoktur. Ağızlarından çıkan bu söz büyük (bir günah) oldu! Yalandan başka bir şey konuşmuyorlar. 6-) Bu kitab'a iman etmiyorlar diye arkalarından esefle neredeyse kendini harap edeceksin.7-) Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini sınayalım diye yerde bulunan her şeyi kendine mahsus bir zinet yaptık.8-) Yani bununla beraber biz mutlaka oradaki her şeyi kupkuru bir toprak yapacağız.9-) (Ey Resül!) Yoksa sen, bizim âyetlerimizden (sadece) Kehf ve Rakîm sahiplerinin ibrete şâyan olduklarını mı sandın?10-) O (yiğit) gençler mağaraya sığınmışlar ve: Rabbimiz! Bize tarafından rahmet bağışla yani bizi, (şu) işimizde rüşd bilinciyle donat! demişlerdi.11-) Bunun üzerine biz de o mağarada onların kulaklarına nice yıllar (perde) vurduk (uykuya daldırdık.)12-) Sonra da iki guruptan (Ashâb-ı Kehf ile hasımlarından) hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık.13-) Biz sana onların haberlerini hak olarak anlatıyoruz. Onlar, Rablerine iman etmiş gençlerdi yani biz de onların hidayetini arttırdık.14-) Yani onların kalplerini rabt eyledik. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına ilâh olarak dua etmeyiz. Yoksa asılsız konuşmuş oluruz.15-) Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka ilâhlar edindiler. Hiç olmazsa bunlar aleyhinde açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah hakkında yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır?16-) (İçlerinden biri şöyle demişti:) "Madem ki siz onlardan ve onların Allah'tan başka tapmakta olduklarından uzaklaştınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden yaysın yani işinizde sizin için bir kolaylık sağlasın."17-)(Ey Nebi! orada bulunsaydın) güneşi görürdün: Doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi yani onlar (güneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir köşesinde (uyurlardı). İşte bu, Allah'ın âyetlerindendir yani kimin hidayetçisi Allah olursa, işte o, hidayete ulaşmıştır ve kim de hidayeti kaybederse artık onu hidayete ulaştıracak bir mürşid veli bulamazsın.18-) Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın yani onları sağa sola çevirirdik.Ve köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi. Eğer onların durumlarına muttali olsaydın için korku ile dolar gördüklerin yüzünden dönüp onlardan firar ederdin. 19-) Yani biz, aralarında birbirlerine sormaları için onları uyandırdık: İçlerinden biri: "Ne kadar kaldınız?" dedi. (Kimi) "Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık" dediler; (kimi de) şöyle dediler: "Rabbiniz, kaldığınız müddeti daha iyi bilir. Şimdi siz, içinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de, baksın, (şehrin) hangi yiyeceği daha temiz ise size ondan erzak getirsin ve dikkatli davransın (gizli hareket etsin) yani sakın sizi kimseye sezdirmesin."20-) "Çünkü onlar eğer varlığınızı öğrenirlerse, ya sizi recmederler veya kendi milletlerine iâde ederler ki, o zaman ebediyyen iflah olmazsınız."21-) Böylece (insanları) onlardan haberdar ettik ki, Allah'ın vâdinin hak olduğunu yani kıyametin şüphe götürmez olduğunu bilsinler. Hani onlar aralarında Ashâb-ı Kehfin durumunu tartışıyorlardı. Dediler ki: "Üzerlerine bir bina yapın. Rableri onları daha iyi bilir." Onların durumuna vâkıf olanlar ise: "Bizler, kesinlikle onların üzerine bir mescit yapacağız" dediler.22-)(İnsanların kimi:) "Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir" diyecekler; yine: "Beş kişidir; altıncıları köpekleridir" diyecekler. (Bunlar) gaybı taşlamak gibidir. (Kimileri de:) "Onlar yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir" derler. De ki: Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır. Öyle ise Ashâb-ı Kehf hakkında, delillerin açık olması haricinde bir münakaşaya girişme yani onlar hakkında (ileri geri konuşan) kimselerin hiçbirinden fetva isteme.23-) Ve hiçbir şey için "Bunu yarın yapacağım" deme.24-) Ancak Allah dilerse (yapacağım de) yani unuttuğun zaman Allah'ı zikret ve "Umarım Rabbim beni, rüşde daha yakın olana ulaştırır."de.25-) Yani onlar, mağaralarında üçyüz sene kadar kaldılar ve dokuz daha ziyade ettiler.26-) De ki: Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O'nun görmesi de, işitmesi de şâyanı hayrettir. Onların (göklerde ve yerde olanların), O'ndan başka bir velileri yoktur yani O, kendi hükmüne kimseyi şerik etmez.27-) Yani Rabbinin kitabı'ndan sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur yani O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın.28-) Ve sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte nefsinle sende sabret yani dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme ve kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız yani kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.29-) Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun. Biz, zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır yani imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek yani ne kadar kötü bir kalma yeridir!30-) İman edip de salih amellerde bulunanlar (bilmelidirler ki) biz, güzel ameller yapanların ecrini zâyi etmeyiz.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(162. YAZI)İsra Süresi 80-) Yani şöyle de: Rabbim! Gireceğim yere sıdk ile girmemi sağla ve çıkacağım yerden de sıdk ile çıkmamı sağla yani bana tarafından, yardım edici bir sultan kıl.81-) Yani de ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur.82-) Yani biz, Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir ve zalimlerin yalnızca husranlarını artırır.83-) Yani insanın üzerine nimeti serdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirir yani yan çizer ve ona bir de zarar ziyan dokunacak olsa iyice ye'se düşer.84-) Yani de ki: Herkes, kendi mizaç ve karakterine göre amel yapar. Bu durumda, Rabbiniz kimin yolunun hidayette olduğunu en iyi bilendir.85-) Ve sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir yani size (ondan) ancak az bir ilim verilmiştir.(Âyette bulunan ruh, vahyin iniş şeklidir. İnsanlarda var zannedilen ruh değildir. Çünkü insanda ruh diye bir şey yoktur. İnsanlar beden yani kabirde çüreyecek olan vucüt elbisesi, ruh olarak bilinen elektrik enerjisi ve nefisten oluşurlar. Ölüm anında elektrik kesilir, kabirde vucüt elbisesi yok olur, geriye sadece nefis kalır. Azap ve ödül alacak olan nefistir.) 86-) Eğer biz dilersek sana vahyettiğimizi gideririz; sonra bu durumda sen de bize karşı hiçbir koruyucu bulamazsın.87-) Ancak Rabbinin rahmeti (sayesinde Kur'an bâki kalmıştır). Çünkü O'nun sana olan fazileti çok büyüktür olmuştur.88-) De ki: Andolsun, bu Kur'an'ın bir benzerini getirmek için üzere insü cin bir araya toplansalar yani birbirlerine arka da olsalar, onun bir benzerini getiremezler.89-) Yani şüphesiz ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde tasrif ettik. Yine de insanların çoğu küfürden başkasını kabullenmediler.90-) Yani onlar: "Sen, dediler, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla iman etmeyeceğiz."91-) "Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül nehirler akıtmalısın."92-) "Yahut, iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın veya Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin."93-) "Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın yani bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla iman etmeyiz."De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer Resül'den başka bir şey değilim" (Yani ey Mekke müşrikleri! Bu istediğiniz şeyleri siz gerçekleştirebilir misiniz? O halde bir beşer olarak bunları bende gerçekleştiremem. Böyle şeyleri benden istemeyin.) 94-) Yani kendilerine hidayet geldiğinde, insanların (buna) iman etmelerini sırf, "Allah, Resül olarak bir beşeri mi gönderdi?" demeleri menetmiştir.95-) Deki: Eğer yerde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, Resül olarak bir melek gönderirdik.96-) De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah kâfidir. Zira O, kullarından haberdardır onları görmektedir.97-) Yani Allah kime (vahiy'le) hidayet verirse, işte hidayeti bulan odur ve kim de (vahiy) hidayetini kaybederse artık onlara, Allah'ın dununda veliler bulamazsın yani kıyamet gününde onları kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzükoyun haşrederiz. Onların kalacağı yer cehennemdir ki, ateşi yavaşladıkça onun alevini artırırız.(Hidayet bulmanın ve hidayete ulaşmanın tek yolu vahiy'dir. İster Nebi olsun, ister Resül olsun kim olursa olsun hiç kimse yüce Allah tarafından indirilen vahiy'den bağımsız olarak hidayeti bulamaz. Hidayetin tek kaynağı son vahiy olan Kur'an'dır.) 98-) Cezaları işte budur! Çünkü onlar, âyetlerimize kafir oldular yani "Sahi bizler, bir kemik yığını ve kokuşmuş toprak olduktan sonra yeni bir yaratılışla diriltileceğiz öyle mi?" demişlerdir.99-) Görmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah, kendilerinin benzerini yaratmaya da kadirdir yani Allah, onlar için bir vâde takdir etti. Bunda şüphe yoktur. Ama zalimler, küfürden başkasını kabullenmediler.(Âyetlere "görmediler mi" denmesinin sebebi, müşriklerin buna iman etmelerinden kaynaklanıyor. Yani müşrikler göklerin ve yerin Allah tarafından yaratıldıklarına iman ediyorlardı.) 100-) De ki: Rabbimin rahmet hazinesini eğer siz temellük etseydiniz, harcanır korkusuyla kıstıkça kısardınız yani insanın eli sıkıdır!101-) Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik. Haydi İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, "Ey Musa!senin sihirlenmiş olduğunu zannediyorum!" dedi. 102-) Musa Firavun'a: "Pek âlâ biliyorsun ki, bunları, birer basiret olmak üzere, ancak, göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de senin gerçekten mahvolmuş olduğunu zannediyorum!" dedi. 103-) Derken, Firavun onları ülkeden çıkarmak istemedi. Bu yüzden biz onu ve beraberinde olanların hepsini (denizde) boğduk.104-) Ve arkasından da İsrailoğullarına: "O topraklarda iskan edin! Ahiret vâdi tahakkuk edince, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz" dedik.105-) Ve biz bu Kur'an'ı hak olarak indirdik yani o hakkı getirdi yani seni (bir Resül olarak) ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.106-) Yani biz onu, Kur'an olarak, insanlara dura dura okuyasın diye (âyet âyet, sûre sûre) ayırdık yani onu peyderpey indirdik.107-) De ki: Siz ona ister iman edin, ister iman etmeyin; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kur'an) okununca, derhal secde ederlerdi. 108-) Yani derlerdi ki: Rabbimizi tesbih ederiz. Rabbimizin vâdi mutlaka yerine getirilir.109-) Yani (Kur'an okumak) onların haşyetlerini arttırmış bir şekilde ağlayarak yığılıp düşerlerdi. 110-) De ki: "İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O'na özeldir." Salâtında yüksek sesle okuma; onda sesini fazla da kısma yani ikisinin arasında bir yol tut.111-) "Çocuk edinmeyen, mülkte şeriki bulunmayan, âcizlikten ötürü bir veliye de ihtiyacı olmayan Allah'a hamdederim" de yani onu büyükle, büyüklükle an. (İsra Süresinin Sonu)
17 Mart 2022 Perşembe
RİSÂLE-İ NURDA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR (22.YAZI )İsrailiyat, Hristiyanlık, eski İran inançları, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın kaynaklarından ne kadar uydurma ve hurafe varsa hepsini sanki Kur'an'ın âyetiymiş gibi eserine alan Said Nursi diyor ki:"Başta Ebu Nuaym Delâil-i Nübuvvette, (Nübüvvet'in delillerinde) Ehli Hadis haber veriyorlar ki: Enes'in evindeki kuyuya, Resul'ü Ekrem (a.s.m) tüküruğünü içine atıp dua etmiş, Medine-i Münevvere'de en tatlı su o olmuş"(Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa-149)Cevap :En yüksek ahlak ve mükemmel edebi temsil eden Allah'ın Resul'ü Muhammed (a.s) böyle bir şeyi yapmaktan uzaktır.Kur'an'dan onun ahlak ve aklını bilen biri böyle cehalete değil iman, nefret edecektir.Said Nursi devamla diyorki: "İbni Mace (ehl-i sünnet dininin muhaddislerinden) haber veriyor ki, Ma'i zemzemden bir kova su Resul'ü Ekrem (a.s.m) a getirdiler.Bir parça ağzına aldı, kovaya boşalttı kova misk gibi rayiha (koku) verdi" (a.g.e- Sayfa- 149)Şimdi size Said Nursi'nin kitabına aldığı uydurma bir rivayet geliyor ki biraz güleceksiniz.Diyor ki: "Ricalullah'tan (Allah'ın adamlarından) ve İmam-ı Müslim ve Ulema-i Mağribin Mutemedi ve makbulü (Batının en güvenilir ve kabul edilen alimi ) olan Hammad İbn-i Seleme haber veriyor ki : Resul'ü Ekrem (a.s.m) deriden bir tuluk su doldurup ağzına üflemiş, dua etmiş, bağladı, bir kısım sahabeye verdi" ağzını açmayın, yalnız abdest aldığınız vakit açınız" demiş. Gitmişler, abdest almak vaktinde ağzını açmışlar.Görülüyor ki, halis bir süt, ağzında da kaymak yağ"(a.g.e- Sayfa- 149- Yeni Asya Yayınları )Cevap :Yani yalanın da bir ölçüsü, bir haddi hesabı olması lazım değil mi? Suyun süt olması uydurmacıları kesmemiş, utanmazlar bir de süt'e yağ- kaymak bağlattırmışlar ve bu yalan rivayetler için Said Nursi diyor ki: "İşte bu beş cüz-ü bazıları meşhur, bazısı da mühim İmamlar naklediyorlar.Bunlar ve burada nakledilmeyenlerle mecmu-u (hepsi) manevi tevatür gibi bir mucizeyi mutlakanın tahakkukunu gösteriyorlar"(Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa-149)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(161. YAZI)İsra Süresi 61-) Yani (bir zamanlar) meleklere: Âdem'e secde edin! demiştik. İblis'in dışında hepsi secde ettiler. İblis: "Ben, dedi, çamurdan yarattığına secde eder miyim!" 62-) Dedi ki: "Şu benim üstümde kerametli kıldığına bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamet gününe te'hir edersen, pek azı dışında, onun zürriyetini kendime bağlayacağım!"(Adem'in şeytanın üzerinde bir keramete yani üstünlüğe sahip olması onun akıl, yetenek, icad ve ilerleme kaydetmesiyle ilgilidir. Hem zihinsel şeytan hemde zihinsel şeytanların süret bulmuş hali olan din adamları insanları bu faziletlerden ve erdemlerden alıkorlar yani insanın maddi-manevi ilerlemesine engel olurlar.) 63-)(Allah) buyurdu: Git! Onlardan kim sana tâbi olursa, şüphesiz ki hepinizin cezası cehennemdir. Tam bir cezadır.64-) Onlardan gücünün yettiği kimseleri savtinle (sesinle kötülüklere) teşvik et; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vâdetmez.(Bu âyette anlatılan şeytan zihinsel şeytan değil, gerçek anlamda şeytanın kılığına girmiş, ete kemiğe bürünmüş, şeytanın süret almış hali olan din adamıdır. Bu âyette simgesel bir anlatım sanatı mevcuttur. Bu şeytanlarda gerçek bir iman yoktur. Sadece tâbilerinin akıllarını sihirleyici ses ve edebiyat yaparlar. Âyette geçen kötülükler şirktir. Suvariler, ileri gelen din anlatıcıları, yayalar ise, aldattıkları müritlerdir. Verdikleri vaad ise, yalan ve hayali cennetlerdir. Fakat hepsi çölde görülen serap gibi aldatmadan başka bir şey değildir. O da ancak âhirette belli olacaktır.) 65-) Şurası muhakkak ki, benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir saltanatın ve delilin olmayacaktır. (Onlara) vekil olarak Rabbin yeter.(İhlas, dinin Allah'a özel kılınması demektir. Yani dinde Kur'an'dan başka hiç bir kitap kabul etmeyen muhlis, başka kaynaklara iman eden müşrik oluyor.) 66-) (Kullarım!) Rabbiniz (öyle bir Rab) ki, faziletine nâil olmanız için denizde gemileri sizin için yüzdürendir. Doğrusu O, sizin için Rahim'dir.67-) Yani denizde başınıza bir musibet geldiğinde, O'ndan başka bütün dua edip yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında, yine O'ndan (kitabından) yüz çevirirsiniz yani insan çok nankördür.68-) O'nun, sizi kara tarafında yerin dibine geçirmeyeceğinden, yahut üzerinize kum savuran bir fırtına göndermeyeceğinden emin mi oldunuz? Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız.69-) Yahut O'nun, sizi bir kez daha oraya (denize) iadenizde üzerinize bir kasırga yollayarak, küfrünüzden dolayı sizi boğmayacağından emin mi oldunuz? Sonra, bundan dolayı kendinize (intikamınızı almak için) bizi arayıp soracak bir destekçi de bulamazsınız.70-) Yani andolsun ki biz, Âdemoğluna ikramda bulunduk yani onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık yani kendilerine güzel güzel rızıklar verdik yani onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden faziletli kıldık.(Şia ve Ehl-i Sünnette var olan "eşrefi mahlukat" söylemi, doğru değildir. Yani Âdemoğlu göklerde ver yerde bulunan her şeyden daha üstün ve değerli kılınmamıştır.? 71-) Her insan topluluğunu imamları ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin kitabı sağından verilirse, onlar, fitil kadar bir zulme uğramamış olarak kitablarını okuyacaklar.72-) Yani bu dünyada (hakka karşı) kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik en sapkın bir yoldadır. 73-)(Müşrikler,) sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi.74-)(Ey Nebi!) Eğer seni (vahyin üzerinde) sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin.75-) O zaman, hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık; sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.(Yukarıdaki üç âyet din ve iman olarak vahiy'den başka bir kaynağa azıcık meyledenlerin dünya ve âhirette başlarına gelecek olan felaketler anlatıyor. Yani âyetlerden anlayacağımız mezhep müşriklerinin yatacak yerleri yoktur. Özellikle 73.âyet hadisler şirkine dikkat çekmektedir. ) 76-) Yani onlar, seni o yerden (yurdundan) çıkarmak için nerdeyse yeri başına dar edeceler. Aslında onlar da, senin ardından pek az bir müddet kalırlar.77-) Senden önce gönderdiğimiz Resüllerimiz hakkındaki sünnet (kanun da) budur yani sünnetimizde hiçbir değişiklik bulamazsın.78-) Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) salât'ı ikâme et yani fecir Kur'an'ını (ihmal etme) Çünkü fecir Kur'an'ı (huzur ve dinginlik, algılama ve zihin açısından) şahitlidir.79-) Yani gecenin bir kısmında uyanarak, sana özel bir nafile olmak üzere (Kur'an'ı) teheccud et. (Böylece) Rabbin, seni,(sıkıntılardan sonra) övülecek bir konuma ulaştırsın.(Mekke'de inen sürelerde tekil olarak geçen tesbih, salât ve salat'ı ikâme ile ilgili bütün âyetler kelime kelimesine hepsi Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgilidir. Özellikle yalnız Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgili olan gece ve fecir salât'ından tüm müminleri sorumlu tutmak ve insanları namaza kaldırmek tam bir cehalettir. Yani Hud 114; İsra-78, 79; Tâhâ 130 ve benzeri bütün salât âyetlerinin hepsi Mekki'dir ve hepsi sadece ve sadece Nebi (a.s) Nübüvvet makam ve mertebesi ile ilgilidir. Söz konusu âyetlerin iniş sebep ve hikmet de Müzzemmil süresinde çok açık bir şekilde açıklanmıştır. Dolayısıyla namaz gibi bir ibadet olmadığı gibi sabah namazı diye bir şey de yoktur. Namaza çağrı da sadece cuma namazı için meşru kılınmıştır.)
16 Mart 2022 Çarşamba
ISLAHAT VE SALÂTI İKAME (1)(31.YAZI) Islah, ıslahat, salih,sulh, salihât gibi kelimeleri sık sık duyuyoruz. İşte bu kelimeler salât'ı ikame etmenin (bağlantıyı ayakta tutmanın) önemli bir hedefini bize işaret ediyor. Islahı düzeltmek, ıslahatı düzeltme işleri, sulhu barış, salihi kendini düzeltip hayatına yansıtan barışçıl, salihâtı da tum varlıklara karşı görevini yerine getiren ameller olarak tanımlayabiliriz. Teşbihimize göre: Herkes çevrimiçinde size katılmasa bile onlarla birlikte yaşayabilmek için “kendinizi unutmadan” ve bozgunculuk çıkarmadan çevrenizi de ıslah etmeye ve bağlantısızlarla birlikte bile örnek olacak sâlihât işleri yapmaya başlamalısınız. Bizden beklenen budur: Fikirler ve bağlantılar farklı da olsa sulh’u (barışı) sağlamak. Arınmayla biraz benzeşse de burada bu arınmanın içinde ve çevresinde neler ve hangi tip davranışlar olduğunu da âyetlerle anlayacağız. Söyleyip bırakmayalım.Önce âyetlerde kelimeye nasıl bir anlam verilmiş ona bakalım.Islah’ın temeli olan “düzeltme” anlamını aşağıdaki âyetlerde açık biçimde görüyoruz. "… Şüphesiz Allah, ifsad edicilerin amellerini (ıslah etmez) düzeltmez, verimli bir sonuç elde edemezler"(Yunus-81) "…(Allah) iman edenlerin kötülüklerini örtüp-bağışlamış, durumlarını (ıslah etmiştir) düzeltmiştir"(Muhammed-2) (Allah) onları hidayete erdirecek ve durumlarını (ıslah edecek) düzeltecektir"(Muhammed-5) Yukarıdaki âyetler Allah’ın ıslahı “düzeltmesi” olarak alınır. Aslında her orijinal ve organik yapısıyla ıslah edilmiş olarak hayat bulur. Elbette ki esasta her şeyi düzelten de O’dur. Salât'ı ikâme çerçevesinde özne olarak kendimizi aldığımızda ise ıslahın hem bireysel hem de toplumsal bir faaliyet olduğunu görüyoruz: Bu kapsamda bireysel ıslahı gösteren âyetler vardır. İnsanların arasını ıslah etmeyi gösteren âyetler vardır. Toplumu ıslah etmeyi gösteren âyetler vardır. Ve ıslahı toplumsal sulha (barışa) çeviren âyetler vardır. Şimdi biz salât'ı ikâme etme sürecinde insanın kendisini düzeltmesi (ıslahı) ile ilgili âyetleri görerek devam edelim. "Ancak tevbe edenler, kendilerini ıslah edenler ve (indirileni vahyi gizlemeden) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim…" (Bakara-160) "Ancak tevbe edenler, kendilerini ıslah edenler, Allah'a (vahye) sığınanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah'a halis (özel) kılanlar başka…" Bunlar munafık olamazlar. (Nisa-146) "... Şu halde kim iman ederse ve (davranışlarını) ıslah ederse, artık onlar için korku yoktur yani onlar mahzun olmayacaklardır"(En'am-48) "… İçinizden kim cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder yani (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, Ğafur'dur, Rahim'dir. (En'am-54) "Ve kitaba sımsıkı tutunanlar yani salât'ı ikame edenler. Biz ıslah muslihlerin (düzeltenlerin) ecrini şüphesiz zayi etmeyiz" (Âraf-170) "… Eğer müminseniz artık Allah'a karşı takva sahibi olun yani aranızı ıslah edin (düzeltin) Allah'a yani elçisine itaat edin"(Enfal-1) "Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden yani ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra Ğafur'dur, Rahim'dir" (Nehl-119)Salât'ı ikame etme sürecinde kendisini düzeltip davranışlarına da bunu yansıtanlara salih insanlar diyoruz. Şimdi o âyetlerden bir örnek görmeden geçmeyelim. "O mihrapta ayakta böylece salât ederken, melekler ona seslendi: Allah seni Yahya ile müjdeliyor. O, Allah'tan olan bir kelimeyi doğrulayıcı; seyyid yani iffetli yani salihlerden bir nebidir"(Âli İmran-39) Peki, bu kendini ıslah edenler nasıl bir amelde bulunmaları gerekiyor? Önce kendi nefislerini düzelttiler, ya sonra? "Yeminlerinizi bahane ederek; erdemli olmanız yani takva sahibi olmanız yani insanların arasını düzeltmenize Allah'ı aracı kılmayın. Allah işitendir, bilendir"(Bakara- 224) Demek ki dinimizi ya da dini anlayışımızı bahane ederek (onlar bizden değil diyerek) başka insanların arasını düzeltmekten, barıştırmaktan kaçınmamamız gerekiyor. Her yönümüzle erdemli ve güvenilir insanlar olmak durumundayız. "(Kadın ile kocanın) Aralarının açılmasından korkarsanız, bu durumda erkeğin ailesinden bir hakem, kadının da ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar, (arayı) düzeltmek (ıslah) isterlerse, Allah da aralarında bir muvaffakiyet sağlar. Şüphesiz, Allah, bilendir, haberdar olandır"(Nisa-35) Demek ki sosyal hayatın her alanında ıslah edici yani barışçı insanlar olarak aktif rol almalıyız. "Onların gizlice söyleşmelerinin çoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka vermeyi veya mârufu ya da insanların arasını düzeltmeyi emredenlerin konuşmaları başkadır. Kim Allah'ın rızasını isteyerek böyle bir şey yaparsa, artık ona azim bir mükafat vereceğiz"(Nisa-114)Mücadele süresinde olduğu gibi yukarıdaki âyette de dedikodunun insanların arasını açmada ne kadar kötü bir ahlak olduğunu işaret ediyor. Salât'ı ikame edenlerin işi ise dedikoduyu yaymak değil, araları bozulan insanların ve toplumların arasını ıslah etmektir. "İman edenlerden iki topluluk çarpıştırılacak olursa, aralarını ıslah edin. Şayet biri diğerine bağiy (üstünlük) iddia edecek olursa, artık bağiy'de bulunanla, Allah'ın emrine geçinceye kadar savaşın. Eğer sonunda geçerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever" (Hucurat-9) Arabuluculuk demek oluyor ki ıslahtır ve salât'ı ikame eden kişiler için önemli bir görev ve büyük bir erdemdir. "Şüphesiz müminler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını (ıslah edin) düzeltin yani Allah'tan korkun. Umulur ki rahmet edilirsiniz"(Hucurat-10)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(141. YAZI)İsra Süresi 31-) Yani geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Onları da, sizi de biz rızıklandırıyoruz. Onların canına kıymak gerçekten büyük bir suçtur.32-) Ve zinaya yaklaşmayın.Zira o, bir fahişeliktir yani kötü bir yoldur.33-) Ve haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın haram kıldığı cana kıymayın yani bir kimse zulmen öldürülürse, onun velîsine (hakkını alması için) yetki verdik. Ancak bu velî de kısasta ileri gitmesin. Zaten (kendisine bu yetki verilmekle) ona, (gereken) yardım yapılmıştır. 34-) Ve yetimin malına, olgunluk çağına erişinceye kadar, ancak en güzel bir şekilde yaklaşın yani ahdinize vefa gösterin. Çünkü ahid, sorumluluğu gerektirir.35-) Ve ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün yani doğru terazi ile tartın. Bu, daha hayırlı yani daha güzel bir sonuçtur. 36-) Ve hakkında ilmin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.37-) Ve yerde böbürlenerek yürüme! Çünkü sen ne yeri yarabilir ne de boyca dağlara erişebilirsin. 38-) Bütün bunlar, Rabbinin indinde kötü mekrüh olan şeylerdir. 39-) (Ey Nebi!) İşte bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdir yani sakın Allah ile birlikte başka ilâh edinme; sonra kınanmış ve (Allah'ın rahmetinden) uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.40-) (Ey müşrikler!) Rabbiniz, erkek çocukları sizin için ayırdı da yani kendisi de meleklerden kız çocuklar mı edindi! Gerçekten siz, (vebali) çok azim bir söz söylüyorsunuz.41-) Ve andolsun ki biz, tezekkür etmeleri için bu Kur'an'da (çeşitli ikaz ve ihtarları) türlü şekillerde tasrif ettik. Fakat bu, onların nefretlerini arttırmaktan başka hiç bir işe yaramadı. 42-) De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilâhlar bulunsaydı, o takdirde bunlar, Arş'ın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı.Kıraat Farklılığı Âyette bulunan "kemé yekulune" "söyledikleri gibi" kelimesi, "kemé tekulune" (ey müşrikler!) "söylediğiniz gibi" olarak da okunmuştur. Bu okuyuşa göre âyetin meâli şöyle oluyor. "De ki: (Ey müşrikler!) Eğer söylediğiniz gibi Allah ile birlikte başka ilâhlar bulunsaydı, o takdirde bunlar, Arş'ın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı. Yani "onu yenip yerine geçmek için" demek isteniyor. Birinci okuyuş müşriklerin giyabında ifade edilirken, ikinci okuyuş müşriklerin yüzüne karşı yapılıyor. İkinci okuyuş daha tesirli oluyor) 43-) Allah, onların söyledikleri şeylerden münezzehtir; son derece yücedir, büyüktür.44-) Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder yani O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur yani siz, onların tesbihini tefekküh edemezsiniz. O, Halîmdir, Ğafur'dur. (Tesbih, yaratılan her şeyin üzerine düşen görevi yerine getirmesi anlamına geliyor. Yani yüce Allah'ın ona yüklemiş olduğu görevi aksatmadan yerine getirir. Kanun ve yasası demektir. Ancak insan hariçtir. Çünkü insan sınama gereği özgür bir iradeye sahip kılınmıştır.) 45-) Ve biz, Kur'an okuduğun zaman, seninle ahirete inanmayanların arasına mestur bir hicâb kılarız.46-) Yani onu anlamamaları için kalplerine bir kapalılık yani kulaklarına bir ağırlık kılarız yani sen, Kur'an'da Rabbinin birliğini zikrettiğinde onlar, nefret eder bir vaziyette, gerisin geri dönüp giderler.47-) Biz, onların seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini yani kendi aralarında fısıldaşırlarken de o zalimlerin: "Siz, sihirlenmiş bir adamdan başkasına tâbi olmuyorsunuz!" dediklerini çok iyi biliriz.48-)(Ey Nebi!) Bir bak; senin için ne türlü darbı meseller yapıyorlar! Bu yüzden, (öyle bir) saptılar ki, artık (doğru) yola dönmeye güçleri yetmemektedir. 49-) Yani onlar dediler ki: Sahi biz, bir kemik yığını yani kokuşmuş bir toprak olmuş iken, yepyeni bir hilkatte (yaratılış ile) diriltileceğiz, öyle mi! 5-) De ki: "İster taş olun, ister demir"51-) Veya aklınıza (yeniden dirilmesi) imkânsız gibi görünen herhangi bir yaratık! (Bunlar, Allah'ın sizi yeniden diriltmesini imkansız kılmaz.) Diyecekler ki: "Bizi tekrar (hayata) kim döndürecek?" De ki: Size ilk kez fıtratınızı veren. Bunun üzerine onlar sana (alaylı bir tarzda) başlarını sallayacak, yani "O ne zamanmış?" diyecekler. De ki: Yakında olacaktır!52-) O gün (Allah) sizi dâvet eder. Kendisine hamdederek (ister istemez) icâbet edersiniz yani çok az kaldığınızı zannedersiniz.(İnsanlar ne zaman olürlerse ölsünler kabirde bir an, göz açıp kapayıncaya kadar kalırlar.) 53-) Yani kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.54-) Rabbiniz, sizi en iyi bilendir. Dilerse size merhamet eder; dilerse size azap eder yani biz, seni onların üzerlerine bir vekil olarak göndermedik.55-) Yani Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir yani andolsun ki biz, Nebilerin bazısını bazısına farklı kıldık ve Davud'a da Zebur'u verdik.56-) (Ey Resül!) de ki: "Allah'ın dununda (yanında-yöresinde-astında) (ilâh olduğunu) ileri sürdüklerinize dua edin. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı kaldıramazlar yani durumunuzu (kötüden, güzel olana) değiştiremezler" 57-) Onların dua ettikleri ( bu varlıklar) Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar yani O'nun rahmetini umarlar yani azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınılacak bir azaptır.58-) Yani ne kadar ülke varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helâk edecek veya en şiddetli bir şekilde azaplandıracağız. Bu, kitap'ta yazılıdır.59-) Yani bizi, âyetler (mucizeler) göndermekten meneden tek şey, öncekilerin bu âyetleri yalanlamış olmalarıdır yani Semûd'a dişi deveyi mubsireten (aydınlatıcı delil) olarak vermiştik. Onlar ise, buna zulmettiler yani biz âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.60-) Yani sana: Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır, demiştik. Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'an'da lânetlenen ağacı yani ancak insanları fitne (sınama) için meydana getirdik. Biz onları korkuturuz da, bu onlara, büyük bir taşkınlıklarını arttırmaktan başka bir şey sağlamaz.
15 Mart 2022 Salı
ISLAHAT VE SALÂTI İKAME (1)(31.YAZI) Islah, ıslahat, salih,sulh, salihât gibi kelimeleri sık sık duyuyoruz. İşte bu kelimeler salât'ı ikame etmenin (bağlantıyı ayakta tutmanın) önemli bir hedefini bize işaret ediyor. Islahı düzeltmek, ıslahatı düzeltme işleri, sulhu barış, salihi kendini düzeltip hayatına yansıtan barışçıl, salihâtı da tum varlıklara karşı görevini yerine getiren ameller olarak tanımlayabiliriz. Teşbihimize göre: Herkes çevrimiçinde size katılmasa bile onlarla birlikte yaşayabilmek için “kendinizi unutmadan” ve bozgunculuk çıkarmadan çevrenizi de ıslah etmeye ve bağlantısızlarla birlikte bile örnek olacak sâlihât işleri yapmaya başlamalısınız. Bizden beklenen budur: Fikirler ve bağlantılar farklı da olsa sulh’u (barışı) sağlamak. Arınmayla biraz benzeşse de burada bu arınmanın içinde ve çevresinde neler ve hangi tip davranışlar olduğunu da âyetlerle anlayacağız. Söyleyip bırakmayalım.Önce âyetlerde kelimeye nasıl bir anlam verilmiş ona bakalım.Islah’ın temeli olan “düzeltme” anlamını aşağıdaki âyetlerde açık biçimde görüyoruz. "… Şüphesiz Allah, ifsad edicilerin amellerini (ıslah etmez) düzeltmez, verimli bir sonuç elde edemezler"(Yunus-81) "…(Allah) iman edenlerin kötülüklerini örtüp-bağışlamış, durumlarını (ıslah etmiştir) düzeltmiştir"(Muhammed-2) (Allah) onları hidayete erdirecek ve durumlarını (ıslah edecek) düzeltecektir"(Muhammed-5) Yukarıdaki âyetler Allah’ın ıslahı “düzeltmesi” olarak alınır. Aslında her orijinal ve organik yapısıyla ıslah edilmiş olarak hayat bulur. Elbette ki esasta her şeyi düzelten de O’dur. Salât'ı ikâme çerçevesinde özne olarak kendimizi aldığımızda ise ıslahın hem bireysel hem de toplumsal bir faaliyet olduğunu görüyoruz: Bu kapsamda bireysel ıslahı gösteren âyetler vardır. İnsanların arasını ıslah etmeyi gösteren âyetler vardır. Toplumu ıslah etmeyi gösteren âyetler vardır. Ve ıslahı toplumsal sulha (barışa) çeviren âyetler vardır. Şimdi biz salât'ı ikâme etme sürecinde insanın kendisini düzeltmesi (ıslahı) ile ilgili âyetleri görerek devam edelim. "Ancak tevbe edenler, kendilerini ıslah edenler ve (indirileni vahyi gizlemeden) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim…" (Bakara-160) "Ancak tevbe edenler, kendilerini ıslah edenler, Allah'a (vahye) sığınanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah'a halis (özel) kılanlar başka…" Bunlar munafık olamazlar. (Nisa-146) "... Şu halde kim iman ederse ve (davranışlarını) ıslah ederse, artık onlar için korku yoktur yani onlar mahzun olmayacaklardır"(En'am-48) "… İçinizden kim cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder yani (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, Ğafur'dur, Rahim'dir. (En'am-54) "Ve kitaba sımsıkı tutunanlar yani salât'ı ikame edenler. Biz ıslah muslihlerin (düzeltenlerin) ecrini şüphesiz zayi etmeyiz" (Âraf-170) "… Eğer müminseniz artık Allah'a karşı takva sahibi olun yani aranızı ıslah edin (düzeltin) Allah'a yani elçisine itaat edin"(Enfal-1) "Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden yani ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra Ğafur'dur, Rahim'dir" (Nehl-119)Salât'ı ikame etme sürecinde kendisini düzeltip davranışlarına da bunu yansıtanlara salih insanlar diyoruz. Şimdi o âyetlerden bir örnek görmeden geçmeyelim. "O mihrapta ayakta böylece salât ederken, melekler ona seslendi: Allah seni Yahya ile müjdeliyor. O, Allah'tan olan bir kelimeyi doğrulayıcı; seyyid yani iffetli yani salihlerden bir nebidir"(Âli İmran-39) Peki, bu kendini ıslah edenler nasıl bir amelde bulunmaları gerekiyor? Önce kendi nefislerini düzelttiler, ya sonra? "Yeminlerinizi bahane ederek; erdemli olmanız yani takva sahibi olmanız yani insanların arasını düzeltmenize Allah'ı aracı kılmayın. Allah işitendir, bilendir"(Bakara! 224) Demek ki dinimizi ya da dini anlayışımızı bahane ederek (onlar bizden değil diyerek) başka insanların arasını düzeltmekten, barıştırmaktan kaçınmamamız gerekiyor. Her yönümüzle erdemli ve güvenilir insanlar olmak durumundayız. "(Kadın ile kocanın) Aralarının açılmasından korkarsanız, bu durumda erkeğin ailesinden bir hakem, kadının da ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar, (arayı) düzeltmek (ıslah) isterlerse, Allah da aralarında bir muvaffakiyet sağlar. Şüphesiz, Allah, bilendir, haberdar olandır"(Nisa-35) Demek ki sosyal hayatın her alanında ıslah edici yani barışçı insanlar olarak aktif rol almalıyız. "Onların gizlice söyleşmelerinin çoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka vermeyi veya mârufu ya da insanların arasını düzeltmeyi emredenlerin konuşmaları başkadır. Kim Allah'ın rızasını isteyerek böyle bir şey yaparsa, artık ona azim bir mükafat vereceğiz"(Nisa-114)Mücadele süresinde olduğu gibi yukarıdaki âyette de dedikodunun insanların arasını açmada ne kadar kötü bir ahlak olduğunu işaret ediyor. Salât'ı ikame edenlerin işi ise dedikoduyu yaymak değil, araları bozulan insanların ve toplumların arasını ıslah etmektir. "İman edenlerden iki topluluk çarpıştırılacak olursa, aralarını ıslah edin. Şayet biri diğerine bağiy (üstünlük) iddia edecek olursa, artık bağiy'de bulunanla, Allah'ın emrine geçinceye kadar savaşın. Eğer sonunda geçerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever" (Hucurat-9) Arabuluculuk demek oluyor ki ıslahtır ve salât'ı ikame eden kişiler için önemli bir görev ve büyük bir erdemdir. "Şüphesiz müminler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını (ıslah edin) düzeltin yani Allah'tan korkun. Umulur ki rahmet edilirsiniz"(Hucurat-10)
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (12.YAZI) Kur'an'da bununla ilgili hiçbir işaret olmamasına rağmen, mezhep imamları bakın namaz kılmayanlarla ilgili nasıl bir ictihatta bulunmuşlar. Hanefi Mezhebine Göre:"Tembellik sebebiyle namazını kılmayan kişi fasık olup, böyle bir kişi hapsedilir ve namazı kılıp tevbe edinceye kadar vücudundan kan akacak şekilde dövülür. Ya tevbe edip namazını kılar yahut hapishanede ölür. Ramazan orucunu terk eden kimse de bunun gibidir. Bunların dayandıkları delil:Nebi (Aleyhisselam)'ın şu hadisidir."Müslüman bir kimsenin kanı ancak üç şey sebebiyle helal olur: Zina eden dul, cana karşı can, dinini terk edip cemaatten ayrılan kişi (murted)"( Buhari Müslim) Hanefiler buna şunu da ilave etmişlerdir. Namaz kılan kimsenin müslüman olduğuna ancak dört şart ile hüküm verilebilir:"Namazı vakti içinde kılmak, cemaatle kılmak, yahut vakti içinde ezan okumak, yahut bir secde ayeti okununca bunu duyduğu zaman tilavet secdesi etmek" (ed- Durrul Muhtar, 1,326, Merakil Felah, 6)Hanefiler Dışında Kalan Diğer Mezhep İmamlarına Göre: "Bir vakit de olsa, özürsüz olarak namazı terk eden kimse mürted de olduğu gibi, üç gün tevbeye çağırılır. Tevbe etmezse öldürülür"Maliki ve Şafiilere göre ceza olarak (hadden) öldürülür, kafir olduğu için öldürülmez. yani bu kişinin kafir olduğu ile hüküm verilmez"( el kavaninul fıkhiyye, 42, Bidayetul müctehid, 1,87, eş-Şerhus Sağir, 1,238, Mugnil muhtac, 1,327, el muhazzeb, 1,51, keşşaful kına, 1,263, el Muğni, 2, 442)Hanbeli mezhebinin imamı Ahmet Bin Hanbel şöyle demiştir. Namaz kılmayan kafir olduğu için öldürülür. Çünkü Nebi ( Aleyhisselam) Şöyle buyurmuştur. "Kişi ile küfür arasındaki fark namazı terk etmektir"( Buhari, Ebu Davud, Tirmizi, İbni mace, Dolayısıyla bu hadis namazı kılmayanın küfrü gerektiren hususlardan olduğuna delil teşkil etmektedir. Yukarıdaki hadisin bir benzeri de Büreyde hadisidir." Bizim ile sizin aranızdaki ahit namazdır. Namaz kılmayan kafir olur"( Bu hadisi beş hadis imamı Buhari, Müslim, Ebu Davut, İbni mace, Tirmizi ile ibni Hibban ve Hakim rivayet etmiştir) Bu hadis de namaz kılmayanın kâfir olduğuna delalet eder. İmamı Şevkani bu görüşü tercih ederek şöyle demiştir." Gerçek olan, namazı kılmayanın kafir olduğudur. Namaz kılmayan kafir olduğu için öldürülür"(İslam fıkhı ansiklopedisi, Prof. Dr. Vehbe Zuheyli, 1. Cilt, sayfa, 387, 388)CEVAP:Ehli sünnet âlimleri bütün ictihatlarını hadislerin üzerine bina etmişlerdir. Halbuki Kur'an'a inanıp Allah'ın kitabına güvenmiş olsalardı dinde hiç bir zorlamanın olmadığını göreceklerdi."Dinde zorlama yoktur,,,"(Bakara, 256)(Ey Resul! ) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?"(Yunus, 99) Bu konuda âyet çoktur. Allah'ın yaratmış olduğu kainatta en önemli haklardan bir tanesi canlı varlıkların hayat hakkıdır. Hayat hakkının korunması ile alakalı Kur'an'da birçok emirler vardır. Yani insanın hayat hakkına bazı durumlar dışında asla son verilemez. MESELA,"Haklı bir sebep(savaş, kısas, hata) olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı cana kıymayın"( İsra, 33 )MESELA,"Kim, bir cana ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın haksız yere bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur"(Maide, 32) MESELA,"Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır"( Nisa, 93) Yani kesin bir hüküm olarak Kur'an'da yer almadığı halde, bununla alakalı Kur'an'da en ufak bir işaret ve ima dahi bulunmadığı açık olarak ortada iken,"Namaz kılmayan, zina eden evli ve dul, dinden dönen öldürülür" hükmü nasıl verilebilir? Hatta Kur'an'da bunun tam tersi hükümler var olduğu halde, MESELA,"... Sizden kim, dininden döner ve kafir olarak ölürse, onların yaptıkları ameller dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktir ve onlar orada devamlı kalırlar"( Bakara, 217)Yukarıdaki âyette dinden dönenlere Allah tarafından eceliyle ölünceye kadar hayat hakkı verildiği açık olarak görülüyor.Şu anda on kişiyle beraber kulaktan kulağa oyunu oynasak, son kişiden kelime telâffuzu çoğunlukla farklı çıkacaktır. Hele ki bir de zamandan zamana kulaktan kulağa olursa bu değişimin delili daha da belirgin hâle gelir. Bunu da geçelim. Yüce Allah dinini itikat, iman, güzel ahlak ve ibadet olarak tamamlayarak göndermiştir. Yani dinde Nebi dahil hiç kimseye söz söyleme yetkisi vermemiş ve ihtiyaç bırakmamıştır. Dolayısıyla bir fiilin, amelin ve sözün Nebi'den geldiğini yüzde yüz bilsek dahi dini açıdan hiç bir şey ifade etmeyecektir. Yüce Allah İbrahim, İsmail, İshak ve Yakub gibi Nebilerde söz ettikten sonra aynen şöyle buyuruyor. "Onlar geçmiş birer ümmetti, onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz" (Bakara-134, 141)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR (21. YAZI )Yirminci asırda ilkel bir inanca ve gerici bir düşünceye sahip olan Said Nursi, Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediyesinde diyor ki: Resul'ü Ekrem (a.s.m) Hz.Halid İbni Velid'e (Seyfullah) bir kaç saçını verip, nusretine (yardım olunacağına) dua etmiş, Hz. Halid, o saçları külahında hıfzetmiş, işte o saç ve duanın bereketi hürmetine, hiç bir harbe girmemiş, illa muzaffer çıkmış"(Sayfa-148)Cevap :Şii ve Sünni muhaddisler uydurma yarışında birbirlerinden çok etkilenmişlerdir.Şia, Ehli Beyt (Ali, Fatma, Hasan, Hüseyin) ve on iki imam'ın fazileti ile ilgili binlerce hadis uydurmaya başlayınca, Ehli Sünnet'de, Ebubekir, Ömer, Osman, Aişe, Hafsa ve diğer sahabelerle alakalı binlerce hadis uydurdular .Ehli Sünnet muhaddisleri, neredeyse Şia'nın kötülediği her şahsiyetin lehinde onu yücelten uydurmalarda bulunmuştur.Şia'nın muhaddisleri de, Ehl-i Sünnet muhaddislerinin övdüğü ve yücelttiği kimseleri alçak gösteren ve cehennemlik olduklarını ortaya koyan hadisler uydurmuşlardır.İşte Ehl-i Sünnet'te "Halid bin Velid sevgisi ve hayranlığı" "Ali'nin kahramanlığı ve Allah'ın aslanı" söylemine karşı uydurulmuş bir yalandır.Said Nursi devamla diyorki : Selman-ı Farisi, evvelce Yahudilerin abdiymiş, (kölesiymiş) onun seyyidleri,(efendileri) onu azad etmek için çok şeyler istediler "üç yüz hurma fidanını dikip meyve verdikten sonra, kırk okkiye altın vermekle azad edilirsin" dediler.Resül'ü Ekrem (a.s.m) a geldi, beyanı hal etti.(durumu anlattı) Resül'ü Ekrem( a.s.m) kendi eliyle, Medine civarında üç yüz fidanı dikti.Yalnız bir tanesini başkası dikti,o sene zarfında Resul'ü Ekrem (a.s.m) ın diktiği bütün fidanlar meyve verdi, yalnız bir tek başkası dikmişti o tek, meyve vermedi. Resül'ü Ekrem (a.s.m) onu çıkardı yeniden dikti, o da meyve verdi. Hem tavuk yumurtası kadar bir altını, ağzının tüküruğünü ona sürdü, dua etti,Selmanı Farisi'ye verdi. Dedi" Git ,Yahudilere ver"Selmanı Farisi gidip o altından kırk okkiyeyi onlara verdi.O tavuk yumurtası kadar olan altın, eskisi gibi baki kaldı.(Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa-148)Cevap :Said Nursi'nin kitabına aldığı bu yalan rivayetler tek bir şey için faydalı olur, çocukları yatırırken masal niyetine mışıl mışıl uyumalarını sağlamak.Allahın elçisinin tüküruğü bile sürülse yumurta kadar bir altın kırk okkiye olur mu?Bu uydurma ile ilgili Said Nursi diyor ki "İşte şu vakıa Hz.Selmanı Farisi Pak'in sergüzeşti hayatının en mühim bir hadise-i mucize karinesidir.Muteber (itibarlı) ve mevsuk (sağlam) imamlar haber vermişler" (Sayfa- 148 )Said Nursi yüce Allah'ın mübarek ve muazzez dinini oyun ve eğlenceye çeviren, hanif İslam dinini aklını kullananlar nezdinde maskaraya çevirmiş şizofrenik bir kafa yapısına sahipti. Said Nursi bu kafa yapısıyla âhirette mazur bile olabilir. Fakat ona bir rab gibi bağlı olan ve kitabına Kur'an'dan daha fazla bağlı olan, âdeta ona kulluk eden milyonlarca insan ne yapacak?
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(160. YAZI)İsra Süresi 9-) Şüphesiz ki bu Kur'an en kıvamlı yola hidayet eder yani salih amellerde bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.10-) Ve âhirete iman etmeyenlere gelince, onlar için de elem verici bir azap hazırlamışızdır.11-) Yani insan hayrı davet ettiği kadar şerri de davet eder yani insan pek acelecidir!12-) Ve biz, geceyi ve gündüzü iki âyet (delil) kıldık. Nitekim, Rabbinizin nimetlerini araştırmanız, ayrıca, yılların sayı ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip (yerine, eşyayı) aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik yani biz, her şeyi açık açık tafsil ettik.13-) Yani biz, her insanın tâirehu (amelini- kaderini) kendi boynuna bağladık yani insan için kıyamet gününde, açılmış olarak (yaptıklarını) önüne neşredilecek (menşuran) bir kitap çıkarırız.14-) Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.15-) Kim (vahyin) hidayet yolunu seçerse, ancak kendi nefsinin hidayetini seçmiş olur yani kim de (vahyin hidayetinden) saparsa, kendi nefsinin aleyhine sapmış olur yani hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üslenmez yani biz, bir Resül (vahiy-Resül) göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.(Tebliğ kavramı, Kur'an'da vahiy ve Resül bağlamında kullanılılır. Aslında vahyin kendisi hem beyan'dır hemde belâğ'dır. "Resül göndermeden azap etmeyiz" demek, vahiy göndermeden azap etmeyiz demektır.Resül ile vahiy aynı şeydir. Tebliğ, Nebi bağlamında kullanılmaz.) 16-) Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına (salih amellerde bulunmalarını) emrederiz; buna rağmen onlar orada fasıklık yaparlar. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz.17-) Yani Nuh'tan sonraki asırlarda nicelerini helâk ettik yani kullarının günahlarını bilen ve gören olarak Rabbin yeterlidir.18-) Her kim bu acele geçen (dünyayı) dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız.19-) Ve kim de ahireti ister yani bir mümin olarak ona yaraşır bir emek ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları meşkürdür. (şükre şâyan görülmüştür) 20-) Hepsine, onlara da bunlara da (dünyayı isteyenlere de ahireti isteyenlere de) Rabbinin vergisinden (istediklerini önlerine) sereriz yani Rabbinin vergisi (kullarına) kısıtlanmış değildir. 21-) (Ey Nebi!) Bir bak, biz insanların kimini kiminden nasıl üstün (farklı) kılmışızdır yani elbette ki âhiret, dereceler ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.22-) (Ey Nebi!) Sakın Allah ile beraber bir ilâh tanıma! Sonra kınanmış ve kendi başına terkedilmiş olarak oturur kalırsın.23-) Yani Rabbin, sadece kendisine ibadet etmenizi ve ana-babanıza da güzellikle davranmanızı kesin bir şekilde karara bağladı. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında büyüklük çağına ulaşırsa, kendilerine "öf!" bile deme yani onları azarlama yani her ikisine de güzel söz söyle.24-) Yani onları merhametten gelen alçakgönüllülük kanatlarını üzerlerine ger yani "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl terbiye edip büyütmüşlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!" de. 25-) Rabbiniz sizin nefislerinizde olanı çok iyi bilir. Eğer siz salih olursanız, şunu bilin ki Allah, boyun bükerek (vahye) yönelenlere karşı Ğafur'dur. 26-) Ve akrabaya, yoksula, yol evladına hakkını ver yani gereksiz yere de saçıp savurma.27-) Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.28 -) Ve (Eğer elinin dar olması sebebiyle) Rabbinden umduğun bir rahmeti, beklerken o hak sahiplerine şimdilik ilgi gösteremiyorsan, hiç olmazsa onlara gönül alıcı bir söz söyle.29 -) Ve sakın elini boynuna kilitleyip asma onu büsbütün de açıp saçma. Sonra (bakmakla yükümlü olduğun kimseler tarafından) kınanmış mahsur (pişman) bir durumda oturur kalırsın.30-) Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine miktarında verir. Şüphesiz ki O, kullarından haberdar olandır, onları görendir.
14 Mart 2022 Pazartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(158. YAZI)İsra Süresi: Mekke'de inmiştir. 111 Âyettir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu gizlice mescid-i harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız mescid-i aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.2-) Yani biz, Musa'ya kitab'ı verdik yani İsrailoğullarına: "Benim dunumda(yanımda- astımda- yöremde) başkasını vekil edinmeyin" diyerek bu kitab'ı bir hidayet kıldık.3-) (Musa) Nuh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin zürriyetindendi! Şunu bilin ki (Musa), şükreden bir kul idi.İSRA BİRİNCİ ÂYET KİMİN HAKKINDADIR? Bu konuda iki ihtimal ön plana çıkıyor. "Bir kısım âyetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüten O (Allah) yücedir. Şüphesiz O, işitendir, görendir. Evet bu gizli gece yürüyüşünü yapan Muhammed (a.s) mı yoksa Musa (a.s) mı? İsra birinci âyeti Nebi (a.s) a atfedilen Miraç hadisesi için Kur'an’da delil gösterilen tek âyettir. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da maalesef ön yargılı çeviriler ve meallendirmeler bizi yanlış sonuçlara ulaştırıyor. Bu âyette miraç hadisesi gibi bir olaydan bahsedilmemekle beraber anlatılan olayın son Nebi ile yakından uzaktan bir alakası yoktur. Söz konusu gece gizli yürüyüşün Kâbe, Mekke ve Kudüs’le de bir alakası yoktur. Şii ve Sünni din adamlarının miraç olarak inandıkları bu gece yürüyüşü Musa (a.s) a aittir. Taraflı ve geleneksel ön kabullerden arınmış olarak bu âyetin bağlam ve bütünlüğüne bir bakalım. Âyette geçen “bir kısım" "âyât" (âyetler) "abdihi" (kulunu), "leylen" (gece), mescidi haram, "esra" (gece gizli yürüyüş), "bérakné" mübarek kıldığımız)," mescidi aksa” tabirleri aklımızda kalsın. "Yani Musa’ya kitap verdik ve “Benden başka (yanımda-astımda-yöremde) vekil edinmeyin” diye onu İsrailoğullarına hidayet edici kıldık" (İsra-2)İsra ikinci âyetin başında bulunan "ve" edatı, "yani" anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ikinci âyet birinci âyetin devamıdır. Bu âyette Musa (a.s) dan söz ediliyor ve eğer birinci âyetteki gerçekten Muhammed (a.s) ise o âyet bağlam ve bütünlükten kopuyor ve tek başına kalıyor. Bu Kur'an'da başka yerde görmediğimiz bir durumdur."(Musa) Nuh ile birlikte taşıttığımız kimselerin zürriyetindendi; o şükreden bir kuldu" (İsra-3) Gördüğümüz gibi bu âyetteki "abdihi" (kulunu) kelimesi de Musa (a.s) için kullanılıyor. İsra 4.âyetten itibaren İsrailoğulları ile ilgili kıssa anlatılmaya devam ediliyor. Kur'an’ı açıp okuyun; konu tamamen Allah'ın Resülü Musa ve İsrailoğulları ile ilgilidir. Şimdi Musa (a.s) ile ilgili Neml süresindeki âyetlere yakından bakalım. "Hani Musa ehline: Şüphesiz ben bir ateş gördüm demişti. Size ondan ya bir haber veya ısınmanız için bir kor ateş getireceğim"(Neml-7) Musa (a.s) ın bu gece yürüyüşünü hepimiz biliyoruz.Ve Musa(a.s) ateşe doğru yaklaşır. Âlemlerin Rabbi olan yüce Allah Kur'an’da başka hiçbir yerle irtibatı olmayan ve çözülemeyen bir âyeti (İsra-1) gönderip de oradaki gece yürüyüşünü eksik ve açıklamaksızın bırakır mı? "Oraya geldiğinde şöyle seslenildi: Ateşin bulunduğu yerdeki ve çevresindekiler mübarek kılınmıştır! Âlemlerin Rabbi olan Allah eksikliklerden münezzehtir!" (Neml-8) “Ateşin bulunduğu yer ve çevresindekilerin mübarek kılınması” tabirini İsra 1.âyet ile bağdaştıramaz mıyız? İsra 1.âyette bulunan “mübarek kılınan” yerle burası aynı olamaz mı? Konu zaten Musa (a.s) değil mi? "Ey Musa! Gerçekten ben Aziz, Hakim olan Allah’ım"(Neml-9)Musa risâletle görevlendiriliyor. Ateşin başında ilk defa vahye muhatap oluyor ve dolayısıyla o çevre kutsal bir hale geliyor. "Yani asanı bırak! Derken onu çevik bir yılan gibi çalkanıp kıvranır görünce arkasına bakmadan dönüp kaçtı. Ey Musa! Korkma! Çünkü Resüller benim huzurumda korkmaz. Ancak zulmeden, sonra yaptığı kötülüğün yerine iyilik yapan olursa ona karşı da ben Ğafur'um, Rahim olanım" (Neml-10,11) Gördüğümüz gibi burada Musa’ya bir âyet (diğer bir anlamda mucize) öğretiliyor. Asa-yılan mucizesini daha sonra Firavun karşısında kullanacak olan elçiye talim ettiriliyor. Âyet gösteriliyor ve Musa (a.s) korkuyla arkasına bile bakmadan kaçmaya kalkıyor. "Bir de elini koynuna sok. Bembeyaz, kusursuz çıksın. Firavun ve kavmine dokuz âyetten biri olarak. Çünkü onlar fasık bir toplum oldular"(Neml-12) Ve ikinci bir mucize ile âyetler çoğalıyor. Allah İsrailoğullarına delillendireceği mucizelerin bir kısmını bu gece yürüyüşü esnasında kulu Musa’ya gösteriyor. İsra 1.âyette geçen kelimeleri tekrar gözden geçirelim. Gösterilecek bir kısım âyetler ortaya çıktı. Kul’un Musa olduğu ortaya çıktı. Gece yürüyüşünü kimin yaptığı ortaya çıktı.Mübarek kılınan yerin ateş ve çevresi olduğu ortaya çıktı.Mescidin memleket, vatan, yer, mahal manasında kullanıldığı ortaya çıktı. Şimdi geriye “mescidi haram” ve “mescidi aksa” tamlamaları kaldı. Mescidi haram toplumun merkezi yeri.Bu durumda sıladan gurbete bir gece yolculuğu söz konusu oluyor.Çünkü “aksa” uzak anlamına geldiğine göre Mescid-i aksa ne olur?Görüldüğü gibi İsra süresinin başında Musa (a.s) ın vahiy aldığı gece yürüyüşü anlatılmıştır. Muhammed (a.s) ın Allah’tan vahiy alışının anlatıldığı Necm süresi gibi. En doğrusunu Allah bilir. Yani demek istediğimiz, konu kültürel temayüllere takılmadan değerlendirilmelidir. Dolayısıyla mescid-i haramın herkes için farklı olabileceğini söyleyebiliriz. Zaten Yunus süresi 87. âyet de bunu gösteriyor.4-) Yani biz, kitap'ta İsrailoğullarına: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız yani azgınlık derecesinde (Allah'a karşı batıl) bi yüceliğe kapılacaksınız, diye hükmettik. 5-) Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü şiddetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar yani bu, yerine getirilmiş bir vaad idi.6-) Sonra onlara karşı size tekrar (galibiyet ve zafer) verdik yani servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık yani sayınızı daha da çoğalttık.7-) Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş yani kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler yani daha önce girdikleri gibi yine Mescid'e girsinler yani ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık).8-) Belki Rabbiniz size merhamet eder yani siz eğer yine (fesatçılığa) dönerseniz, biz de sizi yine cezalandırırız yani biz cehennemi kâfirler için bir hapishane yaptık.
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (11.YAZI) Uydurma rivayet ve ve yalan ictihadlar yüzünden iman ve zihin planında namaz kapanına yakalanan insan bir daha kurtulamıyor. Çünkü din tamamen onun üzerine inşa edilmiştir. Kur'an'a iman olmadığı için bilinen tek ibadet odur. Mezhep Cahilleri “İnanmayan kâfirdir” diye de bir tehdit silâhı icat ettiler. Bütün bu cahil kapan inançlarını tek bir şeyle işlevsiz kılıyoruz.Yüce Allah'ın kitab'ı Kur'an'ı Mübin. Kur'an, bunların tuzaklarını darmadağın edip iş göremez hale getiriyor. Şöyle ki:İnsanlar namazla avlanıyorlardı. Başlangıçta öyle inandırıldık ki; Nebi (a.s) ve yüz yirmi dört bin Nebi-Resül bizim kıldığımız namazı kılıyordu. Dinin direği namazdı. Bütün günahları siliyordu. İnsan anasından doğduğu gibi piru pak oluyordu. Nasıl ki dedemizin kıldığı namazı, dedemiz de dedesinden öğrenmiş ve bize de aynen o şekilde geliyordu. İşte bu şekilde bize, Resulullah’tan ashaba geçtiği ve bize binlerce tabiinin uygulamasıyla ulaştığı yalanını kaynaklarıyla zihnimize enjekte edildi. Fakat Kur'an'ın aydınlığıyla biraz aklımızı işletince bin yıllık yalanlar Ağustos sıcağında eriyen kar topu gibi eriyip yok oldu. Çünkü bu verdikleri örnekler yalan ve iftiradan, yanılgı ve aldatmadan başka bir şey değildi. Şunu rahatlıkla söylüyoruz; Bugün kılınan namazın ve kuralların hepsi Nebi (a.s) ın ölümünden sonra konulan kurallardır. Muhaddislerin rivayetleri, mezhep imamlarının içtihadları, sonraki masumların!! ve din adamlarının namaz için çıkarttıkları farzlar, vacipler, sünnetler, müstehaplar, mendüplar, haramlar, mekruhlar, müfsitler, usuller, prensipler ve metodları Nebi (a.s) ın beş yüz yıl değil bin beş yüz yıl emri olsa koyamazdı.Yani bu zor dinin ondan gelmiş olması imkânsızdır. Beş on deli bir kayayı bir kuyuya atmışlar yani Kur'an'ın muhteşem salâtını namaz yapıp milletin başına bela etmişler. Bizde binbir Kur'ani ve akli delil ile bu namaz kayasını kuyudan çıkarmaya çalışıyoruz. Olay bu kadar basittir. Namaz yalanının uydurulduğu devir, tarihin en karanlık ve Kur'an'sız devriydi. Bu devir her kültür ve gelenekten yüzlerce uygulama binlerce yalanın imal edildiği ve iman edenlerin içine intikal ettiği bir devirdir. Kur'an gibi akıl, ilim ve mantık dolu, baştan sona kadar aydınlık ve hidayet olan bir kitaba rağmen bu kadar absürt ve ahmakça rivayetin nasıl geldiğini zannediyorsunuz?Söz konusu devirler, Kur'an ilim ve ahlakının, delil ve eğitimin, araştırma ve güvenliğin olmadığı zalim ve gaddarların cirit attığı karanlık bir devirdi.Bu devirle ilgili sadece Harre olayını ve Kerbela katliamını okusanız kanınız donar.Artık sahabilerin bile hayatta olduğu Sıffin'i, Nehrevanı, cemel vakasını söylemiyoruz.Arkasında gelen Mekke baskını ve yüzlerce sapkın fırka ve mezhepleri okuduğunuzda aklınız duracaktır. İçte meşhur Haccac bin Yusuf, Yezid bin Muaviye, daha sonra Malik bin Enes, Buhari, Muhammed bin İdris, Ahmed bin Hanbel, Nesai, Tirmizi, İbni Mace gibi adamlar bu karanlık devrin adamlarıdır. Bu devir mahalle baskısının yoğun bir şekilde yaşandığı devirlerdir. Kur'an'dan bağımsız, hep devirden devire, dilden dile geçen dini bir yapılanma hayata hakimdi.Bu devirde uydurulan binlerce hurafeden bir kaç tanesini gördükten sonra mezhep imamlarını namaz kılmayanlar hakkında verdikleri ölüm fetvalarına bakalım. İşte bir mümin olarak Kur'an'ı Mübin'de yer almadıkları için inanmak ve amel etmek zorunda olmadığımız, dolayısıyla dinde yeri olmayanların bir kısmı şunlardır. Kur'an'ın tek başına yetersiz olduğu iddiası. Allah Resulü adına iftira edilen hadislerin dinin ikinci kaynağı olduğu.Mezhep âlimlerinin fetvaları ile helal ve haramların belirlenmesi. Rivayet çıkarımlarına göre bazı Kur'an âyetlerinin nesh edilmesi. Mezhepleri dine eşit saymak, mezhepleri insanlara tek çıkar yol olarak göstermek. Kur'an'ı tecvid, makam ve teğanni ile müzik şeklinde okumak, Hatim ve mukabele yapmak, Kur'an'ı anlamadan sadece metin olarak telaffuz etmek. Cebrail ile Allah Resulü'nün karşılıklı olarak Kur'an'ı mukabele ettiklerine inanmak. Kur'an'ı Mübin'i özellikle Yasin ve Fatiha sürelerini ölülerin ruhlarına okumak. Kâinatın Allah Resulü için yaratıldığına iman etmek. Allah Resulü'nün en üstün Elçi olduğuna inanmak. Bazı kimseleri evliya kabul etmek ve türbelerini ziyaret etmek. Tarikat şeyhlerinden şifa, şefaat ve yarar beklemek. Tarikatlardaki bütün ibadetler, zikirler ve diğer uygulamaların hepsi batıldır. Şeyhlerin mürşid olarak kabul edilmeleri, şeyhlerin keramet gösterebileceklerine inanmak. Ahmak cahillerin söyledikleri "şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır" sözü. Sadece Ehli Sünnet veya Ehli Beytin cennetlik olduklarına inanmak. Yahudi, Hristiyan ve diğer dinlere mensup olanların hepsinin cehennemlik olduklarına inanmak. Hanefilik, Şafiilik, Hanbelilik, Malikilik, Maturidilik, Eşarilik gibi mezheplerin eleştirilmez olduğuna inanmakAklı inkar etmek. Ahiret hayatında Allah'ın rahmet ve şefaatinden başka kimselerin rahmet ve şefaatine inanmak. Erkekleri kadınlardan üstün gösteren bütün rivayetler uydurmadır. Kadınların cehennemlik olduklarını söyleyen hadislerin hepsi yalandır. Zina eden evli ve dul olanların taşlanarak öldürülmeleri.Dul ile evlilerin zina sebebiyle öldürülmelerini söyleyen âyetin bir keçi tarafından yenildiğini iddia eden rivayetler. Erkeklerin altın takma ve İpek giymelerinin haram olması. Yemekte altın ve gümüş takımlarının kullanılmasının haram olması. Resim yapmanın ve satranç oynamanın haram olması.Müzik enstrümanları ve müzik dinleme ile ilgili yasaklar. Midye, karides, ıstakoz gibi deniz ürünlerinin haram olması, Cinsel ilişkinin örtü altında olmasının gerekli olduğu. Eşlerin cinsel ilişki esnasında bile birbirlerinin organlarına bakamayacağı. Yıkanırken bile kişinin cinsel organının açıkta olmasının haram olduğu. Meleklerden utanması gerektiği, peştemal ile yıkanmanın şart olduğu ile alakalı bütün söylentiler yalandır, uydurmadır.(Eşler arasındaki cinsel ilişkilerde iki şey dışında kalan herşey caizdir. Ters yönde cinsel temas, hayız ve nifas halinde cinsel temas)Bu iki şey dışında kalan hiçbir şey dinen yasak değildir. Kur'an'ın eksik yazıldığı ile alakalı rivayetler yalandır! Kadınların evlerinde bile başlarının kapalı olması gerektiği. Sakal bırakmanın sevap ve sünnet olduğu ile alakalı bütün rivayetler uydurmadır! Saç ve sakala kına yakmanın sünnet olduğu,Sağ ayakla evden çıkmak, eve girmek, yatağa girmek, sol ayakla tuvalete girmek, sağ ayakla çıkmak, kıbleye karşı def'i hacet yapmamak, kıbleye karşı yatmak, ayaklarını uzatmamak, camide yatmanın veya ayakları uzatmanın haram olduğu, Ufak abdestin ayaktayken yapılmasının haram olduğu. Tuvalet taşının kıbleye karşı yapılmasının haram olduğu. Sol elle yemek yemenin haram olduğu. Sarık sarmak, cübbe giymek, entari ve şalvar giymek, beyaz, yeşil ve siyah renkli giysilerde sevap aramak. Sarı ve kırmızı renkli elbiseler giymeyi mekruh görmek. Hurma ve kabak gibi yiyeceklerde sevap aramak.Alkollü koku sürmemek, kolonya kullanmamak.Siyah köpekleri ve kertenkeleleri öldürmeyi emreden rivayetlerin hepsi ahmakça bir uydurmadır! Muska yazmak ve onu üzerinde taşımak, ondan bir fayda beklemek. Tahtaya vurmaktan, nazar boncuğundan hayır beklemek. Falcı ve cinci sahtekarları birer alim olarak bellemek. Kurşun dökmek veya merdiven altından geçmemek. Türbeleri ziyaret etmek, orada yatanları aracı edinerek onlardan şifa, şefaat ve yardım beklemek. Çamaşırı belli günlerde yıkamanın gerekli olduğuna inanmak. Cinsel ilişkiye belli günlerde girmenin önemine inanmak. Cahiller arasında mübarek sayılan kandil gecelerinde cinsel ilişkiden kaçınmak. Mevlit kasidesi, onu okumak, okutmak ve onu dinlemenin ibadet olduğuna inanmak. Mevlüt okumadan dolayı sevap beklemek.Ölünün 7. 40. 52. günlerinde mevlit okutmak, törenler icra etmek. Kabir azabı ile ilgili hikayeler, rivayetler, hadisler, kabir azabının kendisi, kabir hayatı, sırat köprüsü. Kesilen kurbanın üzerinde sıratın geçileceği uydurmaları. Kabir azabının çoğunun idrardan olacağı rivayetleri. Vekil olarak hacca gitmek veya birini göndermek.Kan akmaktan ve kadınlara dokunmaktan dolayı abdestin bozulacağı içtihatları. Ölünün arkasından ağlayınca ölüye azap olunacağı rivayetleri. Kıyamet alemetleri hakkında bulunan bütün haberler uydurmadır! Mehdi ve Deccalın zuhuru, İsa'nın nuzulü ile ilgili bütün rivayetler yalandır! Dabbe'nin fil kulaklı, hınzır gözlü, öküz başlı olduğu. Ye'cüc ve Me'cüc'ün Türkler olduğu ile ilgili hadisler. Arap ırkını ve dilini üstün tutan bütün rivayetler uydurmadır! Cennet ehlinin dillerinin Arapça olduğu ile alakalı hadisler. Kıyamet alametlerinden birisi olarak inanılan güneşin batıdan doğacağı, Önünden birinin geçmesiyle namazın bozulacağı, namaz kılan kimsenin önünden geçmenin günah olduğu ile alakalı bütün rivayetler uydurmadır! Zemzem suyunun kutsallığı ve onda aranan özellikler, Okunmuş şeker tuz gibi maddelerde sevap aramak, onlara okumakla bereketleneceklerine inanmak, Abdesti, cinsel ilişki ve tuvaletten gelme dışında başka şeylerinde bozacağı içtihatları. Namazda gülmenin abdesti ve namazı bozacağı. Gusül yaparken önce sağ, sonra sol tarafa üçer defa su dökmek gibi teferruatların hepsi yalandır! Abdest ve guslün namaz kılma dışında herhangi bir amel için mecbur tutulmaları,Cenabetli olarak gezmenin, yemek yemenin, sohbet etmenin haram olarak görülmesi yalandır.Abdestli gezmenin sevap olduğu (sürekli abdestli olmaya çalışmak sağlık açısından zararlıdır.) Cenabetin kötü görülmesi, pis olarak algılanması ile ilgili bütün rivayetler ve içtihatlar batıldır! Abdestsiz ve cünup olarak sadece namaz kılınmaz! Bazı amelleri yapabilmek için mezhep değiştirmek veya bir ameli yapmak için değişik mezhebe göre niyet etmek. Dövmesi olanların abdestinin veya boy abdestinin geçersiz olduğu ile ilgili bütün görüşler hurafedir! Güneş doğarken, tepedeyken ve batarken namaz kılınamayacağı ile ilgili bütün rivayetler ve içtihatlar hurafedir! Allah dinde akledilmesini, derin derin düşünülmesini, araştırılmasını, sadece ve sadece emirlerinin uygulanılmasını, kitabının tek rehber edinilmesini ister.Bütün bunlardan sonra şunu söylemek mümkündür. Bu ümmetin saf cahilleri âlimlerinden üstündür. Çünkü ümmi insanların dini rant yapmak ve Allah ile aldatmak gibi kahredici günahları yoktur! Yani cahiller din için, dini menfaatine alet eden âlimler kadar zararlı olmazlar. Sonuç olarak: İşte bundan dolayı Şia ve Ehli sünnet muhaddisleri ve âlimlerinin hurafeleri yüzünden Tevhid dini olan İslam'ın diğer batıl dinlerden bir farkı kalmamıştır.
12 Mart 2022 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(157. YAZI)Nehl Süresi 91-) Ahitleşme yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin yani Allah'ı üzerinize kefil tutarak, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Şüphesiz Allah, yapacağınız şeyleri pek iyi bilir.92-) Bir ümmet diğer bir ümmetten (sayıca ve malca) daha çok olduğu için yeminlerinizi, aranızda bir fesat aracı edinerek ipliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan (kadın) gibi olmayın. Allah, bununla sizi sınamaktadır. Hakkında ihtilafa düşmekte olduğunuz şeyi kıyamet gününde mutlaka size açıklayacaktır.93-) Allah dileseydi (iradenize ipotek koysaydı) hepinizi bir tek ümmet kılardı; fakat O, dileyeni saptırır, dileyeni de (vahiy'le) hidayete iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız.(Diyanet vakfı meâli gibi bazı meâller "... fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de hidayete iletir..." demişler. Bizde onlara soruyoruz. Eğer âyete böyle bir mana verilirse, âyetin sonunda bulunan "Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız" cümlesinin ne anlamı kaldı?) 94-) Yani yeminlerinizi aranızda fesada araç edinmeyin, aksi halde (İslâm'da) sebat etmişken ayağınız kayar da (insanları) Allah yolundan alıkoymanız sebebiyle (dünyada) kötülüğü tadarsınız yani sizin için azim bir azap vardır.95-) Allah'ın ahdini az bir karşılığa değişmeyin! Şayet anlayan kimseler iseniz, şüphesiz Allah katında olan (sevap) sizin için daha hayırlıdır.96-) Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise bâkidir yani elbette sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.97-) Erkek veya kadın, mümin olarak kim salih ameller işlerse, onu mutlaka temiz bir hayat ile onu ihya ederiz yani yapmakta olduklarının en güzeli ile onları mükâfatlandırırız. 98-) Kur'an okuduğun zaman o racim şeytandan Allah'a sığın!99-) Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun bir saltanatı yoktur.100-) Onun saltanatı, ancak onu veli edinenlere ve onu Allah'a şirk koşanlaradır.101-) Yani bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- "Sen ancak bir iftiracısın" dediler. Hayır; onların çoğu bilmezler.102-) De ki: Onu, Mukaddes Rûh iman edenlere sebat vermek yani müslümanları hidayete iletmek yani onlara müjde vermek için, Rabbin katından hak olarak indirdi.103-) Şüphesiz biz onların: "Kur'an'ı ona ancak bir beşer öğretiyor" dediklerini biliyoruz. Kendisiyle ilhad ettikleri şahsın dili a'cemidir yani bu (Kur'an) apaçık bir Arapçadır.104-) Allah'ın âyetlerine iman etmeyenler yok mu, kuşkusuz Allah onları hidayete iletmez yani onlar için elem verici bir azap vardır.105-) Allah'ın âyetlerine iman etmeyenler, ancak yalan yere iftira ederler yani onlar, yalancıların ta kendileridir.106-) Kim iman ettikten sonra Allah'a karşı kâfir olursa -kalbi iman ile dolu olduğu halde (küfre) zorlanan başka- fakat kim göğsünu küfre açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır yani onlar için azim bir azap vardır.107-) Bu (azap), onların dünya hayatına ahiretin üzerinde sevgi beslemelerinden yani Allah'ın kâfirler toplumunu (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete erdirmemesinden ötürüdür.108-) İşte onlar Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir yani onlar gafillerin ta kendileridir.109-) Hiç şüphesiz onlar ahirette husrana uğrayanların ta kendileridir.110-) Sonra şüphesiz Rabbin, fitneye uğradıktan sonra hicret edip, ardından da sabreden yani cihad edenlerin yardımcısıdır. Bütün bunlardan sonra Rabbin Ğafur'dur, Rahim'dir. 111-) O gün, her nefis gelip kendi nefsi için mucadele eder yani her nefse yaptığının karşılığı eksiksiz olarak ödenir yani onlara asla zulmedilmez.112-) Ve Allah, (ibret için) bir ülkeyi darbı misal olarak verdi: Bu ülke emniyet içinde, huzurlu idi; ona rızkı her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku libasını (elbisesini) tattırdı.113-) Yani onlara kendilerinden Resül geldi de onu yalanladılar. Onlar zulmederlerken azap onları yakalayıverdi.114-) Artık, Allah'ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak yeyin yani eğer (gerçekten) yalnız Allah'a ibadet ediyorsanız, onun nimetine şükredin.115-) Allah size, sadece ölüyü, kanı, hınzır etini Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ancak kim mecbur kalırsa (başkalarının haklarına) aşırı gitmeksizin yani sınırı aşmadan (bunlardan yiyebilir). Çünkü Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 116-) Yani dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helâldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan yere iftira etmiş olursunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan yere iftira edenler kurtuluşa eremezler.117-) Kazandıkları pek az bir meta'dır yani onlar için elem verici bir azap vardır.118-) Yani sana anlattıklarımızı, daha önce, yahudi olanlara da haram kılmıştık yani biz onlara zulmetmedik lâkin onlar kendilerine zulmediyorlardı.119-) Sonra şüphesiz Rabbin, cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra da bunun ardından tevbe edip yani kendini ıslah edenleri (bağışlayacaktır). Çünkü onlar tevbe ettikten sonra Rabbin Ğafur'dur, Rahim'dir. 120-) İbrahim, gerçekten (tek başına) bir ümmet, sadece Allah'a boyun eğen, hanif idi yani hiç bir zaman müşriklerden olmadı. (İbrahim (a.s) tevhid inancı Allah'a teslimiyeti ve saf imanı ile kendi döneminde yaşayan bütün insanlardan üstün idi.) 121-) Allah'ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah, onu seçmiş yani onu sırat'ı müstakime hidayet etmişti.122-) Yani ona dünyada güzellik verdik ve şüphesiz o, ahirette de sâlihlerdendir.123-) Sonra da sana: "İbrahim'in hanif milletine tâbi ol diye vahyettik yani o hiç bir zaman müşriklerden olmadı. 124-) Sebt, ancak onda ihtilaf edenlere kılınmıştı yani kıyamet günü Rabbin, muhakkak onların ihtilafa düştükleri şey hakkında aralarında hüküm verecektir.125-)(Ey Resül! Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle dâvet et yani onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir yani O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.126-) Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle verin yani sabrederseniz, (karşılık vermeme hususunda dayanıklı olursanız) elbette bu durum, sabredenler için daha hayırlıdır.127-) Sabret! yani senin sabrın da ancak Allah'ın (vahyin) yardımı iledir yani onlardan dolayı hüzünlenme yani kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma!128-) Hiç şüphesiz Allah, takva sahipleri yani güzel ahlak sahipleri ile beraberdir.
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (10.YAZI) "Ey iman edenler! Salâta kalktığınız(katılacağınız) zaman, yüzlerinizi ve ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayın. Başlarınızı ve aşık kemiklerinizle beraber âyaklarınızı da meshedin ve cünüpseniz; tam olarak temizlenin. Eğer hastaysanız veya seferdeyseniz veya sizden biriniz gâitadan geldiyse veya kadinlarla cinsel ilişkiye girdiyseniz; o anda su bulamadıysanız, temiz bir maddeyle teyemmüm edin yani ellerinizi ve yüzlerinizi mesh edin. Allah size herhangi bir zorluk dilemiyor yani sizi temizlemek ve üzerinize nimetini tamamlamak istiyor. Umulur ki şükredersiniz. (Mâide-6)Bu âyete Şii ve Sünni din zihniyeti Kur'anda olmayan ve farsça bir kelime olan "abdest" âyeti adını vermiştir. Halbuki bu âyete verilecek en uygun isim temizlik âyetidir. Ümmi insanlar için söylüyorum, âyette abdest almak diye bir ifade geçmez."Abdest" kelimesi dilimize farsçadan geçmiştir ve arapçası da ''vudu'' dur.Fasça'da Abdest, elsuyu, Arapça'da abdest vudu'dur, aydınlanma, ışıklanma, parlama anlamına gelmektedir. Âyette tarifi yapılan söz konusu uzuvların suyla yıkanarak veya ona yakın bir maddeyle temizlenmesi demektir.Kur'an'da geçmeyen ve güya namaz kılmak, Kur'an okumak için farz olarak yapılan ve neredeyse büyük bir ibadet haline getirilen ''abdest'' kavramını Şii ve Sünni din anlayışı aynen "peygamber" kelimesi gibi, sanki Maide-6. âyetinin içinde arapça bir kavrammış gibi gösterip toplumu yanıltmıştır. Âyet sadece yüce Allah'ın cuma salât'ı için insanlara yapmış olduğu ''temizlik'' önerisinden başka hiçbirşey değildir. Âyetin inmiş olduğu coğrafya, gelenek ve kültürüyle kıyaslayacak olursak, günümüz insanları, vahyin ilk muhataplarından on kat daha temiz olduklarını söyleyebiliriz. Âyette önerilen bu "temizlik eylemi" sadece toplu salât'a katılım maksadıyla, ''salâta kalkıldığında, salât için çağrı yapıldığında'' yani ''toplu Kur'an eğitimi ve öğretimi için, maddi ve manevi dayanışma, istişare, toplumsal sorunları değerlendirme toplantısı için bir araya gelmek amacıyla çağrı yapıldığında'' istenmiştir. Son vahyin nâzil olduğu sosyokültürel faktörleri tasavvur edersek, o günün şartlarını düşündüğümüzde, iklim koşulları, yapılan ağır işler, sıcak ortam, toz-toprağın yoğun olduğu bir coğrafyada insanların asgari miktarda yani görünen uzuvlarını diğer insanları rahatsız etmeyecek kadar cemaate temiz gelmeleri istenmektedir. Bu da İslam'ın evrensel değerlerden biri olan temizliğe verdiği önemi gösteriyor. Aslında bu âyette söz konusu edilen sadece basit nezaket ve bir temizlik eylemidir. İnsani ilişkiler gereği toplumsal hayata katıldığımızda yapmamız istenen görünen uzuvlarımızı ''temizlemekle” ile ilgili bir durumdur. Bu ilahi öğüt ve öneriyi yani ''temizlenme'' ile ilgili bir âyeti alıp bunu ''abdest'' diye isimlendirip adeta büyük bir ibadetmiş gibi dinsel bir ritüel haline getirmek, sırf bununla ilgili ciltler dolusu kitaplar yazmak, tıpkı namaz ritüelinde olduğu gibi insanları gerçek dinden yani Kur'andan uzak tutmak adına "abdestin farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, mendüpleri, haramları, mehruhları, müfsitleri gibi bir sürü teferruat, ayrıntı, takıntı şizofrenik yani hastalık derecesine varan detaylara boğulmuş ritüeller ile ümmeti meşgul edip, dinin gereklerinin ancak bunlarla yerine getirilebilineceğine, en doğru ve en iyi müslüman olmanın ancak bu dinsel anlamlar yüklenmiş uygulamaları eksiksiz yapmakla mümkün olduğuna inandırmak, ancak ümmi halkı bunlarla uyutmak isteyen gelenekçi -mezhepçi-taklitçi-cahil, düşüncesiz din adamlarının bir vahiy tahrifatı olabilir."Ey iman edenler! Cuma (toplanma) günü salât için çağırıldığınızda alışverişi bırakıp hemen Allah'ın zikrine (Kur'ana) koşun. Eğer bilirseniz bu sizin için daha ''hayırlıdır'' (Cuma-9)Tekrar etmekte fayda vardır. Mâide-6. âyette bildirilen bu "temizlik eylemi" sadece toplu salât'a katılım için, yani sadece toplu Kur'an eğitimi ve öğretimi için istenmiştir. Yani örneğin cuma salâtı'nda olduğu gibi ''toplu Kur'an eğitimi ve öğretimi için, maddi ve manevi dayanışma, istişare, toplumsal sorunları değerlendirme toplantısı için'' biraraya gelme çağrısı yapıldığında öngörülmüştür.Bireysel salât için, yani evde kendimiz veya ailemizle ilgili zihinsel bir faaliyet olarak Kur'an ile meşgul olup, ilim ve hikmetine ulaşma adına yaptığıımız salât için bu "temizlik eylemi" gerekli değildir. Kur'anın iniş sırasına baktığımızda 110. sırada nâzil olmuş olan cuma süresindeki 9. âyette anlatılan cuma salâtı'nı bildiren âyetin hemen ardından 112. sırada nâzil olan Mâide süresindeki 6. âyet, konumuz olan ve adına abdest denilen temizlenme ile ilgili olarak gönderilmiştir. Çünkü Cuma 9. âyette geçen "elif lam" takısı almış yani marifeli es-salât'tır.Toplumda herkes tarafından bilinen ve tanınan salât, toplanma gününün salât'ı, Kur'an eğitimi ve öğretimi yapılan toplu salât'tır. Maide 6. âyette bildirilen ve adına "abdest" denilen "temizlenme" sadece toplu yapılan salât, yani cuma Salâtı için nazil olmuştur ve bu yüzden sadece cuma salât'ı için gerekli bir temizlenme işidir. Zaten salât, müminler, munafıklar, Yahudiler, Hristiyanlar, Güneşe-Ay'a tapanlar ve müşrikler tarafından bilindiği için her yerde elif lâm takılı yani (mârifeli) olarak gelmiştir. Bu iki âyetin (Mâide-6; Cuma-9) Kur'anın en son nazil olan âyetlerinden olduğunu, yani Medine döneminde indiklerini düşündüğümüzde akla şu soru geliyor. Maide-6. âyeti Kuran’ın son zamanlarında inmiştir. O halde bu âyet ininceye kadar Nebi (a.s) ve müslümanlar, o kadar zaman süresince, yıllar boyunca namazı âbdestsiz mi kılıyorlardı.Veya soruyu şöyle soralım. Salât, herkesin bildiği, yani müşrikler, Yahudiler, Hristiyanlar, Yahudilerin ataları olan İsrailoğulları tarafından bilindiği, üzerinde bu derece durulduğu ve anlatıldığı halde neden temizlikten hiç söz edilmemiştir. Bunun sebepleri, 1-) Mekke'de salât Nebi ve müminler tarafından bireysel olarak yapılıyor olmasından kaynaklanıyordu. Yani başkasını rahatsız etme durumu mevcut değildi. 2-) Namaz vakitlerinin hepsi Mekke'de inen sürelerde yer alıyor ve sadece Nebi (a.s) ın şahsına yönelik idi. 3-) Medine'de cuma (toplantı) salâtına gidenler temizlik kurallarına riâyet etmiyorlardı yani şikayetler baş gösteriyordu. Yoksa yüce Allah gerekçesiz hiç bir şeyi yasaklamaz ve hiçbir şeyi de emretmezdi. Sonuç olarak: İlgili âyette geçen ve biraraya gelmiş insanların birbirini rahatsız etmemeleri için asgari temizliği öngören, Kur'an'da geçmeyen ve geleneğin adına ''abdest'' dediği şey aslında basit bir ''temizlik eylemi'dir'' ve sadece toplu yapılan salât için (cuma salât'ı) gerekli görülen bir öneridir. Fakat Şii Sünni din adamları yani hadisçiler ve müctehidler dinlerini namaz üzerine inşa ettikleri için bunu dağlar kadar büyütüp insanların başına bela etmişlerdir. Onlarca âyeti ve mantıksal delili bir yana bırakın, sırf bu abdest kargaşası ve israfı yüzünden namaz kılınmaması gerekiyor.
11 Mart 2022 Cuma
KIBLE VE SALÂTI İKÂME(30.YAZI) Kıble hem mecaz anlamında “gidilen, kabul edilen yol” hem de fiziki olarak bir yön anlamına gelmektedir. Yön ve kabul anlamları olduğu için bu doğrudur. Ancak sadece bu anlamlarla sınırlı değildir. Kur'an kıble derken, ne demek istiyor? Bunu çözüme kavuşturmak gerekiyor. Allah'ın izniyle bu yazımızda bunun üzerinde çalışacağız.Ve salât'ı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) çerçevesinde gözden neleri kaçırdığımızı net biçimde göreceğiz. Başlangıçtaki örneğimize göre: Artık yönünüz çevrimdışından değil, çevrimiçinden gelen bilgilere döndü. Aynı zamanda bizim gibi düşünenlerin sayısı da çoğalmaya başladı. Daha da verimli salât faaliyetleri yapabilme ve dayanışma için bir buluşma merkezi oluşturduk. İşte edinilen bu yön ve yerlere Kur'an'ın dilindeki adı kıbledir.Cemaat ve tarikatların "yurtları" gibi. Aslında bu yurtlar onların mescitleri ve kıbleleridir. Yani salât'ın yapıldığı yerler anlamına gelmektedir. Ama onların salâtları yüce Allah için değil, kendi efendileri ve batıl dinleri içindir. Şimdi âyetleri dikkatli bir şekilde inceleyelim. "Hani o evi insanlar için toplanma ve güvenlik bir yer kılmıştık. İbrahim'in (Kur'an'da anlatılan Nübüvvet) makamından musallâ (örneklik-destek) edinin, İbrahim ve İsmail'e de, evimi tavaf edenler, itikâfa çekilenler yani rükû ve secde edenler için temiz tutun diye ahit vermiştik" (Bakara-125) Bu ev kâbe olsa da olmasa da, kıble olsa da olmasa da bir toplanma yeri imiş. Yani kıble namaz için değil, aynı inanç ve dava için oluşturulan yön ve merkezdir. Bunu anlamış olduk. Salât yeri olarak kullanıldığını da bu âyetteki ifadelerden anladık.Peki, bu ev herkes için de salât yeri mi? Acaba herkes için bir toplanma yeri midir? Konu kapsamındaki âyetlerle devam edelim… "Musa ve kardeşine vahyettik ki: Mısır'da toplumunuz için evler ayarlayın. Evlerinizi kıble kılın yani salât'ı ikame edin yani müminleri müjdele" (Yunus-87) Yani salât'ı ikâme etmek için kıble yaptığınız evlerinizde, Firavun'un zulmünden kurtulacaklarına dair müminleri zihnen hazırla ve onlara müjde ver. Demek ki kâbe'den önce de kıble varmış. Mısır'da İsrailoğullarının bir sürü kıbleleri varmış. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları âyetin cümesini şu şekilde veriyor. “Mısır’da evlerinizi kıbleye dönük yapın” Firavun’un zulmüyle perişan olmuş ve oradan kaçmayı planlayan insanlar bir de tutup kıbleye dönük yeni evler yapmakla uğraşacaklar! Bu sakat bir aklın ürünüdür? Soğanlarını sarımsaklarını bile Firavun verirken, hem ev yapacaklar hem de evlerin yönünü kıbleye dönük yapacaklar! Söylediğimiz gibi âyetten anlıyoruz ki, Musa (a.s) ve kavminin özgürlükleri için bir kıble değil, bir çok kıbleler oluşturulmuş. Demek oluyor ki bu âyetteki kıble kelimesi mescid edinilmiş o evler için kullanılan bir kavramdır. Destekleşmek, dayanışmak, yardımlaşmak ve Mısır'dan çıkış için plan yapabilmek, organize olmak, çözüm üretme yerleri, toplanma merkezleri kurmak. Kıble: Mescid, salât yeri, musallâ, tevhid merkezi. Yani tehdit ve zulüm olduğu için tek de değil, birçok ev kıble haline getirilmiş oluyor. "Bir takım sefih insanlar: Onları daha önceki kıblelerinden çeviren nedir, diyecekler. De ki: Doğu da Allah'ındır, batı da.O dileyeni (vahiy'le) hidayete yöneltir"(Bakara-142) Bu âyetten kıblenin sadece evler için değil, gidilen yön yani din ve iman anlamında da kullanıldığını anlayabiliriz. Aynı zamanda fiziki yön olarak da. Demek ki bugün kullanılan manada o gün de kıble kelimesi kullanılıyormuş.Ama bunun nedeni yine bir merkezi toplanma yeri ile ilgili. Bu evde olur, mescid de, dinde. Nebi ve arkadaşları demek ki daha önceden bilinen kıbleye uymaz ve başka bir kıbleye döner olmuşlar. Hem gidilen yol olarak hem de toplanma yeri olarak. Toplumun uyduğu kıble Mescid-i Haramdı ve yönetim olarak müşriklerdeydi. Peki, iman edenlerin kıblesi (toplandıkları yer) neresiydi? "…Senin üzerinde bulunduğunu kıble yapmamız, Resül'e uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu) Allah'ın (vahiy'le) hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyüktür (zordur). Allah imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz Allah insanlara karşı Rauf'tur, Rahim'dir" Bakara- 143) Mealciler ve tefsirciler bu âyete kafalarından ekleseler de aslında âyetin metninde “Mescid-i Haram” bulunmaz. Bulunulan toplumun uymasının zor olduğu bir vahiy gelmiş ve o güne kadar kıble olarak elçinin “üzerinde bulunduğu” yer kıble yapılmış. Muhtemelen orası da Nebi'nin yaşadığı ev ya da civarında bir mescid. Âyette bunun nedeni de açıklanmış. Ve bu yer toplumun genelinin kabul ettiği Mescid-i Haram değilmiş. Bir önceki âyetten bunu anlıyoruz. Kalplerinde hastalık olanlar, müminlerin neden Mescid-i Haram'ı bıraktığını sorguluyorlardı. Ve Nebi de oranın yönetiminin müşriklerde olmasından rahatsızdı. Çünkü orası İbrahim’den beri gelen bir tevhid ve toplanma merkeziydi. Nereden anlıyoruz? "Biz senin yüzünü çok defa göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette seni razı olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler tartışmasız bunun Rablerinden bir hak olduğunu elbette bilirler. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir"(Bakara- 144) Kıble iman edenler için yeniden Mescid-i Haram olmuş oldu. Artık iman edenler de orayı merkez edinecek orada toplanacaklardı. Yüzünü Mescid-i Haram'a dönmek aynı zamanda sılaya (kendi anayurduna) vahiy dinine göre yaşamak, orası için mücadele etmek, orayı ıslah etmek için çalışmak olarak da yorumlanabilir. "Andolsun kendilerine kitap verilenlere her âyeti getirsen, yine onlar senin kıblene uymaz. Sen de onların kıblelerine uyacak değilsin. Onlardan bir kısmı bir kısmının kıblesine uymaz. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevalarına tâbi olursan, işte o zaman zalimlerden olursun"(Bakara-145) Demek oluyor ki, kıbleden maksat kabul edilmiş dini anlayıştır. Âyet Kafirun süresine bağlantı veriyor. Bahsedilen şey “onlar sizin dininize, bu dine dayanan milletinize uymaz. Zaten onlar kendi aralarında da fırka fırka, şia şia, mezhep mezhep ayrılmış birbirlerinin kabullerine ve kıblelerine uymazlar” şeklinde anlaşılmasına daha belirgin görünüyor. Peki, bugün bizler de fiziki kıble olarak oraya mı dönmeliyiz? Bunun salât'ı ikame etme içinde bir anlamı var mı? "Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlik değildir. Çünkü erdemlik; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitab'a ve Nebilere iman eden, mala olan sevgisine rağmen onu akrabalara, yetimlere, miskinlere, yol evlatlarına, isteyene ve esaretten kurtulması gerekene veren; salât'ı ikame eden, zekât'a (arınmaya) gelen ve söz verdiklerinde sözüne vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve salgın hastalıklarda (afet-pandemi) sabredenlerin tutumlarıdır. İşte sadık olanlar ve muttaki olanlar onlardır"(Bakara-177)Bu âyet bugünküler gibi basit sorulara verilmiş örnek bir cevaptır. Mesele oraya buraya dönmek değil, salât'ı ikame edip (bağlantını ayakta tutup) bu bağlam içinde yüce Allah'ın rızasına uygun salih ameller işlemektir. O salih amellerin bir kısmı yukarıdaki âyette yazılmış. Nebi (a.s) Çin'de yaşasaydı Araplar bugün toplanma merkezi olarak Pekin'e mı gideceklerdi? Ya da biz Avustralya’da mı dayanışma yapacaktık? Ya da Almanlar Pekin’de mi vakitli salât'a çağırılacaklardı? Güney Amerika’daki iman edenler Konya’da mı âyetleri duyup ağlayarak secde edeceklerdi? Yoksa Kanadalı müminler Hindistan’da mı, Torontolu bir Firavundan kurtuluş planları yapacaklardı? Düşünmek biraz acı verse de, düşünmek gerek!Demek ki salât'ı ikâme bağlamında iman edenlerin merkez edindiği özel mescidlere (Mescid-i Haram) kıble diyoruz.Kıble bağlamında gelen şu âyet İslam dininin esas maksadını ortaya koymaktadır. Yani dinde esas olan nedir? "Herkesin yöneldiği bir yön (cephe) vardır.(Ey müminler!) Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getirir. Şüpheniz Allah her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir.(Bakara-148)Demek ki İslam dininde önemli olan hayırlarda ve salih amellerde yarış halinde olmakmış.En önemli hayır da din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmektir. Yani tevhid akidesidir. Bu önemli hayır ve esas olmadığı sürece bütün işler hayır değil, şerdirler. Peki, (yer anlamı dışında) diğer mescidler (secde edilen yerler) hakkında Kur'an ne diyor? "Zarar vermek, inkârı (pekiştirmek), iman edenlerin arasında fırkalara sebep olmak ve daha önce Allah'a ve yani Resülüne karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler ve: Biz güzellikten başka bir şey istemedik, diye yemin edenler (var ya) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir. Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiç bir zaman (ikame etme) durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescid, senin bunda (ikame etmene) durmana daha uygundur. Onda, temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah temizlenenleri sever" (Tevbe-107, 108) Tevbe süresinde geçen ve tehdit durumlarının söz konusu olduğu bu âyetlerden alınacak önemli ibretler vardır. Ama konumuz dışına çıkıp zaten uzun olan bu yazıyı daha da detaylandırmayalım.Sonuç olarak: Kısaca bu bölümü tekrar edersek; kıble merkez edinilmiş ve içinde salât edilen toplanma yerine verilen isim olarak öne çıkıyor. Yoksa namazda dönülecek bir yön ya da dayanışma yapılacak dünyadaki tek yer değildir. Kıblenin namazla hiç bir ilgisi yoktur. Kıble inançla, gönül birliğiyle ve salâtla ilgisi vardır. “Mescid-i Haram” denilen ve kıble edinilen özel toplanma merkezinin her toplum için farklı olabileceğini söyleyebiliriz. Maminin tek kıblesi vahiy'dir. Şii ve Sünni dininin mabedleri ve mescidleri Müslümanların kıblesi olamazlar.
10 Mart 2022 Perşembe
RİSÂLE-İ NURDA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR (20. YAZI ) Risâle-i Nur'da bulunan akıl fikir almaz, ilahların ve evliyaların şirk dininin hurafelerini aktarmaya devam ediyoruz.Allah Resulü'ne atılan şu iftiraya bir bakın. Said Nursi bunu gerçekmiş gibi eserine almıştır.Diyor ki "Resul'ü Ekrem (a.s.m) görüyordu, bir adam sol eliyle yemek yer, ferman etmiş, "sağ elinle ye" demiş, o adam demiş "sağ elimle yapamıyorum"Resul'ü Ekrem (a.s.m) demiş, "lesta'ta'te "kaldıramıyacaksın" diye ona beddua etmiş.İşte ondan sonra o adam sağ elini hiç kaldıramamış" Mektubat -19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 148)Cevap :Ey bu uydurmaları rivayet eden ve kitabına alan Allah Resülünün düşmanları, size yazıklar olsun!Allah Resulü'ne açık bir iftira olan bu rivayeti gerçekmiş gibi eserine alan Kur'an cahili, hurafe bilgini Said Nursi kendisine işkence edenler hakkında bakın ne söylüyor?"Madem ki nuru hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor : Bir Said değil, bin Said feda olsun, yirmi sekiz sene eza ve cefalar, maruz kaldığım işkenceler, katlandığım musibetler hep helal olsun, bana zulmedenlerin, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ithamlarla mahkum etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helal ettim" (Tarihçei Hayat - Konuşan Yalnız Hakikattır. Sayfa- 624, 625)Bunları söyleyen Said Nursi nasıl olur da sağ eliyle yemek yiyemeyen birisine Allah Resulünün beddua edeceğine inanır?Allah Resulü'ne hakaret olan bu rivayeti nasıl kabul eder ve eserine alır? Bizim gibi günahkar bir adam dahi böyle bir şey yapmazken, nasıl oluyor da rahmet ve şefkatiyle Kur'anda bir çok ayette övülen, insanlara rahmet olarak gönderilen Resulullah (a.s) için böyle bir şeyden söz edilir. Bu Kur'an cehaletinden öte büyük bir insafsızlık ve terbiye sınırını aşmaktır.Nübüvvet makam ve mertebesine iftira, Risâlet misyonuna bir eziyet ve saldırıdır.Bu hurafeyi kim uydurmuşsa mutlaka İslam düşmanı bir müşriktir.Düşmanlarına bile beddua'ya tevessül etmeyen Allah'ın Resulü'ne ve bütün elçilere selam olsun. Halbuki Kur'an'ın dinine göre sol el ile yemek yemenin hiç bir sakıncası yoktur.Eğer yapabilseydim, sırf bu uydurma Emevi -Abbasi Ehli Sünnet mezhebine muhalefet etmek için sol elimle yemek yerdim.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(156.YAZI) 84-) Ve her ümmetten bir şahit göndereceğimiz gün, artık kâfirlere izin verilmez yani onların özür dilemeleri istenmez. ŞÂHİD Bir çok kavram gibi "şâhid" kavramı da Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır. Allah bağlamında kullanıldığı âyetler. "De ki: Ey ehl- i kitap! Allah yaptıklarınıza şâhid olurken niçin Allah'ın âyetlerinin üzerini örtüp onları inkar ediyorsunuz"( Âli İmran- 98)"De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür? De ki: (Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kuran bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu..."( Enam- 19) Yukarıdaki âyet kiyamet gününe kadar din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiç bir kaynağın olamayacağını açık olarak ortaya koyuyor.Yani din anlatanlar sadece Kur'an'dan konuşmaları ve sadece Kur'an'ı Mübin ile uyarı ve ikaz yapmaları gerekir."Mümin olanlar, Yahudi olanlar, Sabiiler, Hristiyanlar, Mecusiler ve Müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah bunlar arasında kıyamet gününde ayrı ayrı hükmünü verir. Çünkü Allah her şeyin üzerinde şâhid olandır"(Hac- 17)Kur'an'da Allah'ın her şeyin üzerinde şâhid olduğu ile ilgili onlarca ayet vardır.Resul bağlamında kullanıldığı âyetler. "İşte böyle sizin insanlara şahitler olmanız, Resul'ün de size şahid olması için size vasat bir ümmet kıldık..."(Bakara- 143)"Her bir ümmetten bir şâhid getirdiğimiz ve seni de (Ey Resul! ) bunlara şahid olarak gösterdiğimiz zaman durum nasıl olacak"(Nisa-41)"Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o (İsa, Resul olarak) onlara şahitlik edecektir"(Nisa- 159)( ...Resul şöyle cevap verdi) içlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şâhid idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici sen oldun"( Maide- 117)"O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şâhid göndereceğiz..."(Nah- 89) "Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde de böyleydi. Resul'ün size şahid olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce gelmiş kitaplarda gerekse bunda (Kur'an'da) size Müslümanlar adını verdi..."(Hac-78) Kur'an'da "şâhid" kavramı "ümmet" kavramı bağlamında kullanıldığı için, son Nebi ve Nübüvvete bağlı son Resül olan Muhammed (a.s) sadece kendi döneminde yaşayan insanlara "şâhid" olabilir. Beşer Resül olan Muhammed (a.s) kendisinden sonra gelen insanlara şâhid olamaz. Çünkü Kur'an'da "ümmet" kavramı aynı zaman ve zeminde yaşayan "vatandaşlar" için kullanılırken, "millet" kavramı, ister şirk, ister islam olsun dünya tarihinde yaşayan bütün insanlar için kullanılan bir kelimedir. Yüce Allah, İsa (a.s) a "Beni ve anamı Allah'ın yanında iki ilâh edinin diye sen mi söyledin..." sorusuna, İsa (a.s) şöyle cevap vermiştir. "...içlerinde bulunduğum müddetçe onların üzerinde şâhid idim. Beni vefat ettirince artık onların üzerinde gözetleyici sen oldun..."(Mâide-117)Kur'an'da bir çok kavram Allah, vahiy ve resul bağlamında kullanılır. Bazı kavramlar var ki, sadece vahiy ile Resul bağlamında kullanılmıştır. Bazı kavramlarda vardır ki, Allah ile Resul bağlamında kullanılmıştır. Çok az olmakla beraber Nebi bağlamında kullanılan kelimeler de vardır. Kur'an sisteminde vahiyle Resul eşit bir konuma sahiptir. Fakat nihayette esas hedef olarak "vahye yani Kur'an'a tabi olmak ve ondan ayrılmamak emredilmiştir.(Âraf-3; En'am-153,155)Bu ilâhi emir başta Nebi olmak üzere bütün müminler için aynı öneme sahiptir.Onlarca âyete göre Nebi (a.s) da yalnız vahye tabi olmak ve Resül (a.s) da sadece vahyi tebliğ etmek zorundadır.Kur'an'da Nebi ve Resül sistemi çok önemlidir.Nebi vahye tâbi olur (Ahzab-1, 2) Resül ise vahyi tebliğ eder ( Mâide-67) İşte Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri Nebi ve Resül sisteminin cahili olduklarından dolayı Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırarak büyük bir kaos, anarşi ve fitneye sebep olmuşlardır. Halbuki Allah'ın son mesajı olan Kur'an'da vahiy ile Resul etle tırnak gibi birbirinin içine girmiş, aynı olmuş, birbirinden ayrılmayacak, iç içe geçmiş bir şekilde dizayn edilmiştir. Fakat Şia ve Ehli Sünnet'in cahil mezhep imamları Resulü anlamak için Kur'an'a, Kur'an'ı anlamak için Resul'e gitmediler. Yani vahye gitmiş olsalardı son Nebi ve Resul ile birlikte bütün elçileri de hakkıyla anlamış olacaklardı.Kur'an'da anlatılan Resul yerine uydurdukları hayal mahsulü bir Muhammed'in peşine takılıp uydurma ve anlamsız yani çok zor bir din yaşadılar. Yalan ve iftira rivayetlerle Allah'ın Resulü Muhammed (a.s) ı tanımanın imkanı yoktur. Yeryüzünde bundan daha absürt bir inanç ve ahlak yoktur.Aydınlıkta kaybettiklerini, kapkaranlık bir dünyada şaşkın şaşkın arayıp duruyorlar.) 85-) Ve o zulmedenler azabı gördüklerinde, artık onlardan azap hafifletilmez yani onlara (rahmet nazarıyla) bakılmaz.86-) Şirk koşanlar, şirk koştukları şeyleri gördükleri zaman derler ki: "Rabbimiz! İşte bunlar, senin dununda (yanında-astında-yörende) dua ettiğimiz şeriklerimizdir." Onlar da bunlara: "Siz yalancılarsınız" diye söz atarlar.87-) Ve o gün Allah'a teslim olurlar yani iftira ettikleri şeyler onlardan kaybolup gider.88-) Kafir olup Allah yolundan engelleyenler var ya, işte onlara, yapmakta oldukları fesatları sebebiyle, azap üstüne azaplarını arttıracağız.89-) Ve o gün her ümmetin içinden kendilerine bir şahit göndereceğiz ve seni de bunların üzerine şahit olarak getireceğiz ve bu kitab'ı sana, her şey için bir açıklama yani bir hidayet ve rahmet kaynağı yani müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.90-) Hiç şüphesiz ki Allah, adaleti yani güzel ahlakı yani akrabaya vermeyi emreder. Ve fahşâyı yani münkeri yani ırkçılığı da yasaklar. O, tezekkür edesiniz diye size vâzediyor.
9 Mart 2022 Çarşamba
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(155.YAZI) 70-) Sizi Allah yarattı; sonra sizi vefat ettirecek. Yani daha önce bilgili iken hiçbir şeyi bilmez hale gelsin diye sizden bazı kimseler ömrün en verimsiz çağına kadar yaşatılacak. Şüphesiz ki Allah alimdir, kadirdir.71-) Allah kiminize kiminizden daha farklı rızık (yolları) verdi. Rızkı biraz fazla verilenler, rızıklarını yeminleri altındakilere verip de bu hususta onları kendilerine eşit kılmazlar. Durum böyle iken Allah'ın (vahiy-tevhid) nimetini inkâr mı ediyorlar?ŞEYTAN EVLİYASINA İBRETLİK BİR TEMSİL "Allah size kendinizden bir misal verdi: Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeyler hususunda, elleriniz altındakilerden ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur, aranızda kendinizi saydığınız gibi, onları da sayıp kendinize eşit kabul eder misiniz. İşte biz, tefekkür eden bir toplum için âyetleri böyle açıklıyoruz" (Rum-28) Bu âyette yüce Allah, şeytan evliyasına ve ilahlara kulluk eden müşriklere cevap olması açısından güzel bir örnek ve akli bir kıyas yapmaktadır.Çünkü bütün müşrikler gibi Mekke müşrikleri de Allah'a iman etmekle beraber evliya ve ilahlarının Allah'ın dostları, yardımcıları, şefaatçi olduklarına iman ediyorlardı.Yüce Allah onlara öyle bir örnek veriyor ki, doğruluğunu başka hiçbir şeye bakma ihtiyaçları olmadan kendilerinden bilebilecekleri bir delil sunmutur. Delillerin en güzeli ve en etkilisi de, kişinin bizzat kendisinde bulunan ve inkar edemeyeceği bir şekilde kendisine karşı kullanılmasıdır.Yüce Allah şunu demek istiyor: Ey müşrikler! Korumanız altında olan, elinizin altında çalışanlar mal- mülk kuvvet- kudret, otorite- güç bakımından kendinize eşit seviyede kimse var mı? Dolayısıyla köle ve cariyelerinizden mal ve mülk, kuvvet ve kudret, güç ve otorite hususunda size ortak olacak kadar mal ve servet verip onları maddi olarak yüceltir misiniz ki, siz onlarla maddi bakımdan eşit hale gelesiniz? Bunun sonucunda da, mallarınızı sizinle birlikte istedikleri gibi paylaşsınlar ve onlarda tasarruf sahibi olsunlar. Çünkü bu bir ortağın, ortağına karşı taşıdığı korkudur."De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilahlar olsaydı, o takdirde bu ilahlar arşın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı"(İsra-42)"Yoksa o müşrikler, yeryüzünde bir takım ilahlar edindiler de, onlar mı diriltecekler? Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı yer ve gök (bunların nizam-ı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki arşın rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir"(Enbiya-21,22)Dolayısıyla "sizden biriniz, yanında çalışanın, mal ve mülk konusunda kendisine ortak olmasını istemez ve kabul etmezken"Yani siz mal ve mülkünüzde herhangi bir ortaklığa razı olmazken, nasıl olur da, noksan sıfatlardan uzak olan Allah, yarattığı aciz bir kulunu uluhiyet ve rububiyetine ortak eder? Bu sizin fıtrat ve aklınıza göre batıl ve yanlış bir hüküm olduğuna göre, halbuki bu sizin hakkınızda mümkün ve caizdir. Çünkü sizin köle ve cariyeleriniz gerçekte sizin malınız değil, onlarda sizin gibi kullardır. Sizin yaratılışınıza eşit bir şekilde aynı maddeden yaratılmışlardır. Bu durumda iken bile, siz kölelerinizi kendinize maddi güç bakımından eşit kılmak istemezken, Allah kullarından kendisine eşit olacak bir şekilde "evliya ve yardımcı ilahlar" edinir mi? Nasıl olur da, böyle bir şeyi Allah hakkından mümkün ve caiz görürsünüz?) 72-) Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı, eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar yarattı ve sizi temiz gıdalarla rızıklandırdı. Onlar hâla bâtıla iman edip Allah'ın (vahiy-İslam) nimetine küfür mü ediyorlar?73-) (Müşrikler) Allah'ın dununda (yanında-yöresinde-astında) göklerde ve yerde olan rızıktan kendilerine hiçbir şey vermeye mâlik olmayan yani buna asla güçleri yetmeyen şeylere (evliya ve ilâhlara) ibadet ediyorlar. 74-) Yani sakın Allah'a misaller getirmeyin. Çünkü Allah (her şeyi) bilir; siz bilmezsiniz.(Allah'a misaller getirmek, O'nun kitabını yeterli görmeyip, başka kaynakları O'nun mesajına destekleyici olarak getirmek, vahye ortaklar edinmek demektir.) 75-) Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının memlükü (tutsağı) olmuş bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak infak eden (hür) bir kimseyi darbı misal olarak verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.76-) Allah, şu iki kişiyi de darbı misal olarak verir: Onlardan biri dilsizdir, kudreti hiçbir şeye yetmez yani mevlasının (velisinin) üzerine bir yüktür. Onu her nereye gönderse bir hayır getirmez. Şimdi, bu adamla, adaleti emreden yani sırat'ı müstakim üzerinde yürüyen kimse eşit olur mu?77-) Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Kıyametin kopması ise, göz açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan ibarettir. Şüphesiz Allah, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 78-) Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.79-) Göğün boşluğunda musahhar kılınmış olarak uçuşan kuşları görmediler mi? Onları orada Allah'tan başkası tutamaz. Kuşkusuz bunda iman eden bir toplum için âyetler vardır.80-) Ve Allah, evlerinizi sizin için bir sükûnet yeri kıldı yani sizin için davar derilerinden gerek göç gününüzde ve gerekse konaklama gününüzde, kolayca taşıyacağınız evler; yünlerinden, yapağılarından yani kıllarından bir süreye kadar (faydalanacağınız) bir ev eşyası ve bir ticaret malı meydana getirdi.81-) Ve Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı yani dağlarda da sizin için barınaklar yarattı yani sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yarattı. İşte böylece Allah, müslüman olmanız için üzerinize nimetini tamamlıyor.82-)(Ey Resül!) Yine de yüz çevirirlerse, artık sana düşen ancak açık bir tebliğden ibarettir.83-) Onlar Allah'ın nimetini tanırlar. Sonra da onu inkâr ederler yani onların çoğu kâfirdir.
SALÂVAT VE SALÂTI İKAME(29.YAZI) Salât güncellemeleri artık sizi, sizin gibi olan müminlerle dayanışmaya dâvet etmeye başladı. Gerek bireysel gerekse müminlerle birlikte destekleşiyor, dayanışma planları yapıyor, yeni projeler üretiyor ve vahiy sayesinde aydınlanmayı herkes için faydalı bir hale getirmeye çalışıyorsunuz. İşte tüm bu işlere ve destek çabalarına son vahiy olan Kur'an "salâvat" diyor. Tabi ki bunu söyleyip olduğu yerde bırakmayacağız yani âyetlerle de bunu göstereceğiz. Kuran’daki “salâvat” kelimesi maalesef çok yanlış anlaşılan kelimelerden biridir. Âyetlerde açık bir şekilde görüleceği gibi “salâvat” aslında, salâta yönelik destekleşme faaliyetleridir ve hatta yardım ve dayanışma kurumları da buna dâhildir. Salâvat, ülkelerin eğitim ve dayanışma sistemleridir. Milli eğitim sistemidir. Mescitler, dernekler, kızılay, yeşilay ve tüm yardımlaşma ve dayanışma kurum ve kuruluşların hepsi birer salâvat merkezleridir. Zaten "sallâ" fiili de destek vermek anlamına geliyor. (Kiyâme-31)Bununla birlikte gerek sallâ fiili ve gerekse salâvat sadece insanların birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışma işleri değil, yüce Allah’ın destekleri için kullanılan bir kelimedir. "Onlara bir musibet isabet ettiğinde" Biz Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz" derler. Rablerinden salâvat ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de işte bunlardır" (Bakara-156, 157) Bakara 157.âyette bulunan "Rablerinden salâvat bunların üzerinedir” ifadesindeki kastın yüce Allah’ın iman edenleri vahiy'le desteklemesi anlamına gelmektedir. Yani deyim yerindeyse yüce Allah müminlere karşı kendi üzerine düşen yardım ve desteği yerine getiriyor demektir.(Nisa-141; Mümin-51) Peki biz iman edenler olarak ilâhi mesaja ve birbirimize destek veriyor muyuz? Eğer kendimizi müminler sınıfında sayıyorsak bizim de böyle bir destekleşme kaygımız olmalı değil midir? Eğer yoksa ya biz henüz iman edenler sınıfında değiliz ya da henüz biz gerçekten “biz” değiliz demektir. “Salâvat'a ve salâtil-vusta” üzerinde gözetici-daim olun ve Allah için ikna olmuş olarak kıyam edin. Eğer korkunuz varsa, yaya olarak veya binekte, güvenliğe kavuştuğunuzda ise siz bilmiyorken Allah'ın size öğrettiği gibi zikredin" (Bakara-238, 239)Âyette bulunan "siz bilmiyorken Allah'ın size öğrettiği gibi zikredin" cümlesi önemlidir. Demek ki, din adına her şeyi yüce Allah öğretiyormuş. Bakara suresi 238. âyette bulunan “salâvat” ve “salât'ı vusta”yı iki ayrı fiil olarak almalı ve her ikisi üzerinde de daim olunmalıdır. Peki bunlar hangi anlama gelmektedir? Salâvat daha önce de söylediğimiz gibi hem yüce Allah'ın müminlere hemde müminlerin kendi aralarında “dayanışma” ve "destekleşme" faaliyetleridir. Bu kapsamda yüce Allah, salâvat’ı da salâtı ikame etmenin (bağlantıyı ayakta tutmanın) içinde gösteriyor ve “birbirinizle sürekli bir yardımlaşma ve dayanışma içinde olun” diye bir mesaj vermiş oluyor. Ya salât'il-vusta nedir? İşte salât il-vusta da şudur: Ortada olup da zaten hepimizin bildiği, hani bir araya geldiğimiz, elçinin bize hikmeti ve Kuran’ı anlattığı, beraberce şura oluşturup, toplantı şeklinde yaptığımız (salâtı ikame etmenin içindeki, cuma süresinde de bahsi geçen) o vakitli salât var ya işte onu da elinizden geldiğince terk etmeyin buyuruyor. Yani “hem dayanışmayı hem de vakitli olarak bir araya gelmeyi aksatmayın” mesajını buradan alıyoruz. Peki, arkasından gelen binek, yaya gibi ifadelerin olduğu ayet neyle ilgilidir? İşte peşinden gelen Bakara süresi 239. âyet de zaten bu "salât'il vusta" ile ilgili: "Eğer bir korkunuz varsa (yani bir araya gelmeniz konusunda güvenlik sıkıntısı yaşıyorsanız, sizi engellemeye çalışanlar veya bir tehlike durumu varsa) bu durumda, yürürken ya da bineklerinizin üstünde vahyi dillendirmeye onu zikretmeye ve üzerinde tefekkür etmeye devam edin deniliyor" Ama böyle tehditler ortadan kalkmışsa (diğer âyetlerde) Allah’ın size öğrettiği gibi (vakitli salât bölümünde açıkladığımız gibi) salât il-vusta’yı (vakitli toplantı salâtını) yine yaparsınız, mesajı anlaşılıyor. "Onlardan ölen birinin üzerine ebediyen “salât” etme. Kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resülüne karşı kâfir oldular ve fasıklar olarak öldüler"(Tevbe-84) Cenazeler sadece gömü törenleri ya da dua merasimlerinden ibaret değildir. Orada cenazenin ya da kabrin olduğu yerde bulunmak aslında cenaze sahiplerine bir destek vermek, acılarını paylaşmak ve dayanışma halinde olmak anlamına gelmektedir.Yukarıdaki âyet bu manada alınırsa Nebi (a.s) dan kafirlerden ve munafıklardan yana bir destekleşme faaliyetine katılmaması isteniyor. Konu zaten savaş şartlarında geçiyor ve “onlar size düşmanlık yaparken onlara destek verme” denmiş oluyor. "Araplardan öyleleri vardır ki, infak ettiğini bir zarar sayar ve devrin size kötülük getirecek biçimde aleyhinize dönmesini bekler. Allah işitendir, bilendir" (Tevbe-98) "Araplardan öyleleri de vardır ki; Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve infak ettiğini Allah katında bir yakınlaşmaya ve Resül'e salâvat sayar. Bu gerçekten onlar için bir yakınlaşma değil midir? Allah onları merhametinin içine dâhil edecektir. Şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir" Tevbe-99) Tevbe süresi 98 ve 99 karşılaştırmalı âyetleri; iki zıt insan tipi olarak salâvat’ın tanımı ile ilgili çok belirleyici âyetlerdir.İnfakı zarar sayan birisine mukabil iman eden birisi davaya katkı sağlamak üzere bir infakta bulunuyor ve bunu Allah’a bir yakınlaşma ve Resül'e bir destek ya da “dayanışma” olarak görüyor. Salâvat çok açık değil mi? Salavât burada da yine “dayanışma” anlamına gelmektedir. "Onların mallarından sadaka al. Bununla onları temizlersin yani onları arındırmış olursun yani onlara salât et şüphesiz ki senin salât'ın onlar için bir sekinedir. Allah işitendir, bilendir" (Tevbe-103) Daha önceki âyette (Tevbe-102) iman ile nifak arasında bir çizgide duran, gel gitler yaşayan fakat sonradan suçlarını itiraf edip, tevbe edenlerden ilk etapta mallarından arınmalarına vesile olması için sadaka almasını istemiş ve onların bu suçlarını itiraf ve sadakatlarını ortaya koydukları sadakalarına ek olarak ey Resül "salli aleyhim" sende salâtınla yani vahiy'den onlara yapacağın eğitim desteğiyle istek ve çabalarını desteklemiş ve onları imanda sebat ettirmiş olursun. Şüphesiz ki bir Resül olarak senin desteğin onlara (imanda sebat etmek isteyenlere) bir sekinet (huzur) verecektir. "Salli" emri “destekle, destek ver” anlamındadır. Peşinden gelen cümlede bu destek işinin “salât” olarak tanımlandığını da görüyoruz. Dolayısıyla destek işi de salâtı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) süreci içindeki bir araç olarak ortaya çıkmış oluyor. "Onlar haklı bir sebep olmaksızın sadece “Rabbimiz Allah'tır'” demelerinden dolayı yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah'ın insanların kimini kimiyle savunması olmasaydı; onca" savamiu" (eğitim ve öğretim merkezleri veya tarım alanları), "biyaun" (alış veriş-ticaret merkezleri), "salâvatun" (yardım ve dayanışma merkezleri) ve içinde Allah’ın ismi zikredilen mescidlerin çoğu yıkılır giderdi. Kim ki Allah’a (O'nun dinine) yardım eder, kesin olarak Allah da ona yardım eder. Şüphesiz Allah kaviy'dir, azizdir"Hac-40)Yukarıdaki âyete çok problemli meal verilmiştir. Meallerin hemen tamamında "salâvat-havra” “savamiu- manastır" "biyaun-kilise" diye çevriliyor. Oysa hayati öneme sahip daha önemli yapılar ve merkezler dururken ve hatta “Rabbimiz Allah’tır” diyenler oralardan kovulurken Allah neden tahrif edilmiş batıl dinlerin ibadethanelerine önem versin ve onları korusun?Üstelik âyetin devamında bu manada bir kelime olan “mescidler” zaten anılmışken neden havra, manastır ve kiliseler ayrıca anılmış olsun? Oysa ayette “havra” olarak tercüme edilen kelime “salâvat” olup toplumsal yardımlaşma ve dayanışma kurumlarıdır.Yine orada “manastır” diye çevrilen “savamiu” da manastır değil, tarım ve hayvancılığa yönelik sosyal tesislerdir. Ve üçüncüsü olan “kilise” diye çevrilen “biyaun” kelimesinin de kilise değil ticari tesisler ve ticaret kurumları olması ihtimal dâhilindedir. Peki, ayette o zaman ne denmek isteniyor? Şu ki… Allah isteseydi bunların hepsinin altını üstüne getirebilirdi. Ancak bu durum yani savaş ortamı hem iman edenlerin bir denenmesidir, hem de Allah toplumun kazanımlarının korunmasını istiyor. İnkâr edenler ve iman edenler son ana kadar bir arada ve barış şartlarında yaşayabilmeli ve ıslahattan ortak faydalar sağlayabilmelidir. Hedef yıkmak değil, düzeltmektir. Islahat bölümünde bu konuyu âyetlerle açacağız. "Ve onlar emanetlerine ve verdikleri söze riayet edenlerdir. Onlar, salâvatları üzerinde muhafızdırlar (devamlıdırlar). İşte varis olacak olanlar onlardır yani onlar (iman edenler) salât’a yönelik yapılmış işleri ve/veya dayanışmalarını muhafaza edenlerdir"(Müminun-8,9,10) Burada da salâvat’ın yine destek verme ve dayanışma anlamının kapsamı dışına çıkmış olması için hiçbir sebep yok. Salla (destek vermek) ve salâvat (dayanışma) salâtı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) çabaları içinde birer kavramdırlar. "O’dur ki; karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size (vahiy'le) destek (yusalli aleyküm) verir. Ve melekleri de. O iman edenlere çok Rahim'dir.(Ahzab-43) Bu âyette de çok açık bir şekilde salâtın vahiy'le müminlere destek verme anlamında kullanıldığını görüyoruz. "Muhakkak ki Allah ve O’nun melekleri Nebi üzerine salâf ederler. (yusallune) Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle (Allah’a) teslim olun"(Ahzab-56) Allah ve melekleri Nebi üzerine namaz kılmazlar. Allah ve melekleri Nebi'ye (bilinen manada) salâvat da getirmezler. Ama Allah ve melekleri Nebi'ye destek verirler.Zaten Kur'an'da hangi âyette Allah ve Melekleri geçiyorsa, akla vahiy'den başka bir şey gelmemesi gerekiyor. O halde ey iman edenler siz de ona destek verin.Nebi'ye salât kendi döneminde yaşayan müminlerin yapabileceği yardım ve destek demektir. Öyle olmasaydı Nebi değil, Resül kelimesi kullanılırdı. Çünkü Nübüvvet yerel, bölgesel ve tarihseldir. Resül ve risâlet genel ve evrenseldir. Yani Nebi'ye salat etmek hiçbir zaman salâvat çekmek ve salavât okumak değildir.İşte geleneksel dinin muhaddis ve müctehidleri yani imamları bu kadar Kur'an cahilidirler. "Onlar Rablerine icabet edenler yani salât'ı ikame edenler yani işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler yani haklarına tecavüz edildiği zaman birbirleriyle yardımlaşanlardir"(Şura-38,39) Yine çok açık ve net biçimde salât'ı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) havuzunda bulunan dayanışmayı bu âyetlerde açık olarak görüyoruz. İşlerini şura ile yürüttüklerini de. Geleneğin getirdiği aşılması gerçekten zor paradigmaları yıkınca (konulara baktığımız penceremizi değiştirince) gerçekler birer birer açığa çıkıyor. Bazılarının kabul etmesi zor oluyor ya da kabul edebilmek zaman alıyor. İtiraf ediyorum ki buna kendim de dâhilim. Uzun yıllar hataların içinde boğulmuş kalmışız. Hakkı öğrenince yanıldığımızı itiraf etmemiz gerekiyor. Bana inanın yarın da bu manada bugünden daha doğru olacaktır.Arkadaşlar haklı olarak, "görevdeyken böyle diyordun, şöyle yapıyordun, neden o zaman doğruları kunuşmadın" diyorlar.Kur'an'ı öğrendikçe, kavramların gerçek anlamlarını çözdükçe ne kadar kara cahil olduğumuzu daha iyi anlıyoruz. "Fakat o, ne tasdik etti (saddeka) ne de destekledi (sallâ)"(Kiyâme-31) Ve lakin yalanladı (kezzebe) ve yüz çevirdi (tevellâ)"(Kiyâme-32)Daha önce “tasdik” bölümünde konuyu doğrulama açısından konuşmuştuk. Burada iki kelime zıt anlamları ile kullanılmıştır.Yani nasıl ki yalanlama tasdik etmenin zıddıysa, burada tevellâ da sallâ kelimesinin zıddı oluyor. Tevellâ yüz çevirme demekse sallâ da tam aksi olarak destek verme demektir. Bir kez daha sallâ’nın destek vermek olduğunu bu âyetlerde görmüş oluyoruz. Namaz kılma veya salavât getirme değil. "Arınan kişi felaha ermiştir. Rabbinin ismini zikretti ve salât etti" (Âla-14, 15) Âla süresindeki bu âyetlerde geçen sallâ’yı yine Allah’ın dinine “destek verme” olarak anlamak mümkün. Ancak burada “salâtı ikame etmek” olarak tüm salât (bağlantılı) işlerini yaparak destek verme anlamına daha yakın duruyor. "Engelleyeni (nehyedeni) gördün mü? Salât ederken bir kulu. Gördün mü? Ya hidayet üzere ise. Veya takvayı emrediyorsa"(Âlak-9, 10, 11, 12) Âlak suresindeki bu âyetlerde de yine hem Allah’ın dinine “destek verme” hem de tüm “salâtı ikame” işleri olarak anlaşılabilir. Ancak “takvayı emrediyorsa” ifadesi insanlara vakitli bir toplantı salâtında konuştuğunun bir göstergesi de olabilir. Netice de değişmeyen hepsinin salât işi olmasıdır. Dersin içinde ya da dışında! Aslı değiştiren bir durum yok. Salât işi yapmak Allah’ın dinine destek vermektir. Dini yalanlayanı gördün mü? Yetimi itip kakan işte odur. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez. Yazıklar olsun o musallilere. Onlar salâtlarında yanılgıdadırlar. Onlar gösteriş yapanlardır. Ve dayanışmaya mani olanlardır"(Mâun-1/7)Gösteriş için salât ediyor, bu bağlamda infak ediyor ve birbirlerine destek verip küfürde dayanışma içine giriyorlar. Ama maalesef kurdukları bağlantıda yanılgı içindedirler. Ayakta tutmaya çalıştıkları “bağlantı” Allah’la değil ortak koştuklarıyla bağlantılı. Bu yüzden musallileri (salât edenleri, destek verenleri) oldukları salât (bağlantı) Allah’ın ayakta tutulmasını istediği salât değil. Bu yüzden de dini yalanlayıp yetimi itip kakanlar ve doyurmaya teşvik etmeyenler olmuş durumdalar. "Muhakkak ki biz sana kevseri verdik. O halde Rabbin için salât et yani zorluklara göğüs ger. Muhakkak ki ebter olan sana hınç duyandır" (Kevser-1,2, 3) Son bağlamlarda olduğu gibi burada da salât hem destek vermek hem de tüm salât işlerini yapmak olarak alınabilir. “Venhar” ifadesi salâtı ikamenin bağlamındaki sabrı da (kararlılıkla mücadeleyi de) işaret ediyor olabilir. Tüm bu ayetlerden sonra sallâ ve salâvat kelimelerinin ağırlıklı biçimde “destek verme” ve “dayanışma” manasında olduğunu, bununla beraber sallâ’nın “salât etme” anlamında salâvat’ın da “salât işleri” anlamında kullanılabildiğini de görüyoruz. Bu kapsamda “musalli” de “destekçi” ve “salât eden kişi” olarak kullanılabiliyor.
8 Mart 2022 Salı
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (9.YAZI)Şii ve Sünni din adamları bize diyorlar ki:Nebi (a.s) hiç bu şekilde namaz kılmadı mı?Kesinlikle kılmadı! diyoruz. Biz de onlara şunu soruyoruz:Nebi (a.s) insanlara Kur'an'ın hikmeti, bağlam ve bütünlüğü, onun önemi, ona sahip olmakla, sadece onun izinde gitmekle ilgili hiç bir şey anlatmadı mı, onu hiç ders yapmadı mı?Şunu da soruyoruz. Kur'an'da şirk küfrüyle ilgili yüzlerce âyet vardır. Kustal kaynaklarınız olan hadislerde şirkle ilgili kaç tane hadis vardır? Kaynaklarınızda Kur'an'dan ve düşmanı olan şirkten niye hiç söz edilmez. Sizin kutsal kaynaklarınız olan hadislerde "sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve öğretendir" den başka bir şey var mıdır? Mesela şirkle ilgili bana bir hadis söyleyin. Size çok kolay ve net bir soru soruyoruz. İnsanların namaz kılmaya mı, yoksa Kur'an'ı öğrenmeye mi ihtiyaçları vardır. Yüce Allah için söyleyin insanların dünya ve âhiretleri için hangisi daha hayırlıdır? Veya asırlardan beri Kur'an'a ihanet ederek kıldığınız namazın size ne faydası oldu? Kur'an, Allah Resülünden "imam" olarak değil, öğretmen olarak söz eder. (Bakara-151; Âli İmran-164)Ama sizin dininizde Allah Resülü bir öğretmen ve eğitimci değil, mihraptan ayrılmayan bir cami imamıdır. Allah Resülünün sizin rivayet ve mezheplerinizin üretiği namazla hiç bir ilgisi yoktur.Allah Resülü (a.s) yüce Rabbimizin en önemli emirleri arasında yer alan salât'ı yani vahyin öğrenim ve öğretimi ile toplumu ayağa kaldırırdı. Soru şu şekilde olacak. Nebi (a.s) döneminde eğitim ve öğretim (salat) var mıydı?İşte salât'ın namaz yapılmasıyla bu şekilde gerçeğin üstü örtüldü. Ümmet hiç bir anlamı olmayan namaza mahkum edildi. Yoksa eğitim ve öğretimi yani maarifi, günümüzün ifadesiyle milli eğitim sistemi olmayan bir ülke olur mu? İşte salât vahyin eğitim ve öğretim sistemidir. Namazla insanları psikolojik baskı altında bırakan ve kendine kul yapan zihniyetin sonu gelecektir. Öyle rivayetler uydurdular öyle ictihadlar iftira ettiler ki, ümmi insanlar namaz kılmadıkları için kendilerini büyük bir suç işlemiş gibi görüyorlar. Fakat Kur'an'ın bir gün bu yalan ve iftiraları bir tokat gibi yüzlerine vuracağını unuttular. Yüce Allah, batılın değil, hakkın koruyucusudur. Yalanların değil, muvahhidlerin yanındadır. Namazı gerçekten Allah mı emretti yoksa muhaddis ve müctehidlerin çıkardığı mezhebi ve tasavvufi yapılanmanın bir başlangıcı mı olduğunu; şu sorulara doğru cevap vererek bulabiliriz:1-) Allah’ın insanların namaz kılmasına ihtiyacı olmadığına göre, namazın ümmete maddi manevi hiç bir getirisi bulunmadığına göre; tam aksine maddi- manevi ve psikolojik olarak bir çok zararı olduğuna göre günde beş vakit namaz kılın demiş olabilir mi, niçin desin?2-) Yüc Allah, insanların maddi-manevi bunca problemleri varken bir de üstüne namazı yükleyerek, hiç bir kolaylık ve tolerans tanımadan terkedildiğinde nasıl iade edileceğinden söz etmeyerek, bazı zamanlarda kılmanın “mümkün olamayacağını” bile bile onu zorla yaptıracak kadar merhametsiz midir? Sizin Allah tasavvurunuz bu mudur? 3-) Din kolaylık olduğuna göre yarattığı insanların zorlanacakları ve yapamayacakları bir şeyi nasıl emreder. Siz Kur'an'a iman etmediğiniz için aklınızı da kaybetmişsiniz. 4-) Dünya ve âhiretinizi inşa için indirilen âyetleri, oyun ve eğlence yaparak, bir müzik makamı şeklinde anlamadan geri göndermek yüce Allah'ın emri olabilir mi? 5-) Kur'an'da “salât”ın yanında kırk küsür yerde gelen ikâme; yerde sürünen eğitim sistemini “ayağa kaldırmak” diye anlamak mı (içinde bulunduğu âyete göre) daha uygundur yoksa “kılmak” diye çevirdikleri anlam mı daha uygun olacaktır? 6-) Bu kadar değer verdiğinize göre Kur'an'da neden namazın tarifi yapılmamıştır.Halbuki eğitimli köpeklerin yakaladıkları avların yenebileleğini söyleyen âyet bile var. (Mâide-4)7-) Eğitimli köpeklere bile değer veren bir kitap, Kur'an'ın eğitim ve öğretim sistemini es mi geçmiştir. 8-) Evlere nasıl girileceğini, kimlerle oturup yemek yenileceğini ve daha bir çok detay ve ayrıntıyı anlatan Kur'an Nebi (a.s) ın iki rekât namazından niye söz etmez? Abdest âyeti olarak bilinen Mâide 6.âyet, namaz temizliğini değil, müminlerin salât ilişkilerinde temizliği önererek hem bizim anlayışımıza onay verir, hem de şu uzay ve teknoloji çağında İslam dininin ne kadar geçerli ve hayatla uyumlu bir din olduğunu gösterir. Öngörülen temizlik ve arınma Namaz ve dua için değil, salât için bir araya yani eğitim sistemi içindir. Çocukları okula göderirken dişlerini fırçalamalarını ve temizlik yapmalarını tavsiye ettiğimiz gibi. Şöyle ki:Âyetin sonunda "yuridullâhu liyutahhiraküm" “Allah sizi temizlemek istiyor” ifadesi, bu gerçeği apaçık gösteriyor. Yani toplu olarak “salât'a kalktığınızda temizlenin” diye anlaşılması gerekiyor.Zihinsel ve bedensel temizliği amaçlayan bir âyeti Kur'an'da olmayan bir kelimeye dönüştürmek konuyu yanlış anlamamıza neden oluyor. Konuyu doğru anlamak istiyorsak abdest yerine “temizlik” kelimesini kullanmamız gerekiyor. İkincisi:Temizlik âyetinin (Mâide-6) Mekke'de değil de, Medine'de inmesinin sebebi toplu bir şekilde yani cemaatle salâtın ifa edilmemesinden dolayı idi. Ne zaman Medine'ye hicret gerçekleşti ve özgür bir ortam yakalandı cemaatin sağlık ve huzuru için yüce Allah tarafından temizlik önerildi. Üçüncüsü: Bu âyet nüzül sırasına göre cuma süresinden hemen sonra indiğine göre, demek ki, insanlar cemaate temiz-bakımlı ve zihnen temizlenmiş bir vaziyette gitmiyorlardı.Dördüncüsü: Maide 6.âyette bulunan “es-salât”ın cuma salâtı olduğunu mârife yani elif lam takısı ile biliyoruz. Kur'an'a göre çağrı, temizlik ve vaktin belirlenmesi sadece ve sadece cuma salât'ı içindir Çağrı sadece "hayya ales salâte" olarak yapılır. Geleneksel ezan cümlelerinin Kur'an'da bir karşılığı yoktur. Hatta Kur'an'a ve Allah Resülünün ahlakına aykırıdır. Alay etmeyi bırakın! Destekleşirken abdest almıyoruz. Kur'an'nın eğitim ve öğretim sistemi için bir araya geldiğimizde zihnen ve bedenen temizlik yapıyoruz. Peki bu âyeti toplu salâta yani Kur'an öğrenimine- verilen Kur'an hutbesine- dersine- dayanışma toplantısına temiz gidilmesine değil de, namaza yoranlar, bireysel “namazla- duayla temizliğin (abdestin) ne ilgisi var?Haydi bunu açıklasınlar da bir görelim! Temizlik bireysel salât için değil, toplu salât için yapılan bir şeydir. Çünkü hem Mâide 6.âyette hemde (toplantı) salâtını anlatan cuma süresi 9. âyet "Ey iman edenler! diye başlar ve bütün müminler tarafından bilinen yani "cuma salât'ı" anlamını taşıyan yani elif lam takısı "es salât" olarak gelmiştir. Son olarak; Mâide 6.âyette namazın (kıble, kraat, sücud, oturuş, .. gibi) hiçbir öğesi geçmez iken, bunların namaz için olduğunu nereden çıkarttınız?
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(154. YAZI)Nehl Süresi 61-) Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, yerde hiçbir canlı bırakmazdı. Lâkin onları ismi konmuş bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat (an) geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.62-) Kendilerinin hoşlarına gitmeyen şeyleri Allah'a isnat ediyorlar yani en güzel sonucun kendilerinin olduğunu anlatan dilleri de yalanın örneğini veriyor. Hiç şüphesiz onlar için sadece ateş vardır yani onlar (şirk ve iftirada) aşırı gidiyorlardı. 63-) Tallâhi, senden önceki ümmetlere de (Resüller) göndermişizdir. Fakat şeytan onlara işlerini süslü gösterdi de (iman etmediler). işte o, bugün onların velisidir yani onlar için elem verici bir azap vardır.(Âyette bulunan "şeytan" inançla ilgili olduğu için zihinsel şeytan değil, zihinsel şeytanın ete kemiğe bürünmüş şekli olan din adamı kimliğindeki kişidir. Yani muhaddis, müctehid!! cemaat lideri ve tarikat önderi olan şeytandır. Genellikle Kur'an'da geçen şeytan kavramları bunlarla ilgilidir. Yani sanal ve hayali şeyler aklımıza gelmesin.) 64-) Yani (ey Resül) biz bu kitab'ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.65-) Yani Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz ki bunda (hakkı) işiten toplum için bir âyet vardır.66-) Yani hiç kuşkusuz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira size, onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir süt içiriyoruz.("İhlasın" hangi anlama geldiğini bu âyet ortaya koyuyor. Yani nasıl ki süt dişardan içine hiç bir şey katılmadan direk olarak annenin göğsünden çocuğun ağzına ve midesine gidiyorsa, din de aynı şekilde yüce Allah'tan geldiği gibi insanların zihnine ve gönüllerine saf yani hanif ve katışıksız olarak girmesi gerekiyor. İçinde başkalarının rivayet ve ictihadları olan din Allah'ın dini değildir.) 67-) Yani hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel rızık edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için bir âyet vardır.68-) Yani Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin.69-) Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye vahyetti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şarab (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda tefekkür eden kavim için bir âyet vardır.(Kur'an doğadaki varlıklardan her biri için bir yol, kendine ait bir hedef ve sonuçta özel bir hidayetin (kanun-yasa) olduğunu söylemektedir.Yukarıdaki âyetlerde bal arısının ev yapımında, çiçeklerden ve meyvelerden öz almada, yaratanın belirlediği yolu katetmede ve sonuçta kendine özel hidayetini ifade eden bal üretimindeki kendine ait süreç gündeme getirilmiştir.Asıl ilginç olan şudur ki, bal üretimi yolunda doğru çabayı Allah'ın yolu, yani Allah'ın bal arısını yönelttiği ve hidayet amacına ulaşmak için ona gösterdiği yol olarak bilmesidir.Nebilere gelen vahiy, arılara gelen vahiy gibidir. Yani vahiy Nebiye aracısız olarak geliyor. Arı bu vahiy sayesinde hidayetini bulup bal imalatını gerçekleştiriyor.)
7 Mart 2022 Pazartesi
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (8.YAZI)Kur'an'da geçen salât kavramlarının hiç bir tanesinden namaz diye bir ritüel çıkmaz. Çıkar diyenler bunu göstermek zorundadırlar. Çünkü biz Kur'an'da geçen salât kavramlarının hepsinin hangi anlamda kullanıldığını anlatıyoruz. MESELA: “Ey iman edenler! Cuma (toplantı) günü salâta nida edildiği zaman hemen Allah'ın zikrine (Kur'an'a) koşun yani alışverişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız elbette bu sizin için daha hayırlıdır"Neden daha haırlıdır? Çünkü dünya hayatında hidayet, aydınlık ve güven, âhirette saadet ve refahın tek kaynağı Allah'ın zikri olan vahiy'dir. Yukarıdaki âyetin namazla ne ilgisi var? Asırlardan beri namaz iman edenlerin hangi sorununu çözmüştür. Namazda var olan bir tane keramet gösterebilir misiniz? Halbuki Kur'an'ı bilenler hemen hatırlayacaklardır. Yüce Allah bir konuyu emreder veya tavsiye ederken, onun hangi derde deva olduğunu da söyler. Yani emir ve tavsiyesinin gerekçesini ortaya koyar. Kur'an'da "yardım" ve "destek" anlamına gelen beş kavram bulunmaktadır. 1-) Nasr = Hem yüce Allah'tan hemde insanlardan gelen maddi manevi yardım ve destek demektir. 2-) İstiâne = Sadece Allah'ın yapabileceği yardım demektir. Sabır ve salâtla talep edilen yardım çeşididir. 3-) Teavun-maunet = İnsanların bir araya gelerek kötülüklere karşı dayanışma içinde olmaları yani maddi olarak yaptıkları yardımlaşma ve destekleşme faaliyetleridir. 4-) İstiğâse= Zor durumda kalanların hem yüce Allah'tan hemde insanlardan acil durumlar için yardım çığlıklarıdır. 5-) Salât= İman edenlerin mescitlerde bir araya gelerek vahiy üzerinde yaptıkları öğrenim ve öğretim, zihinsel yardımlaşma ve dayanışma anlamına gelmektedir.İman edenler arasında en önemli dayanışma ve yardımlaşma çeşidi budur. Çünkü şu dünya hayatında yüce Allah'ın Nebi(a.s) a ve iman edenlere en büyük yardımı vahiy indirerek onları karanlıklardan aydınlığa çıkarması olmuştur. (Ahzab-43, 56)Bu olmadan diğerleri sağlıklı olarak işlemezler. Çünkü salât işin eğitim ve öğretim boyutunu temsil etmektedir. Milli eğitim sağlıklı işlemeden hiç bir sorun çözume kavuşmaz. Dolayısıyla salât eğitim ve öğretim sisteminin adıdır. Önyargılı olan hakka karşı kör ve sağır olacaktır. Milâdi 600. yıllar yani Nebi (a.s) ın yaşadığı asır, orijinal vahiy dini organik şekliyle yaşanırken, milâdi 800.yıllarda salât namaza evrimleşmiş “es-salât” kavramı darmadağın edilmiştir.Muhaddisler tarafından 800. yıllarda yazılmaya başlanan rivayetlerle bu yanılgı daha ileri bir safhaya götürüldü.Halbuki salât'ın “namaz kılmak” olmadığı Kur'an'ın dil sisteminden anlaşılmaktadır.Salât'ın başında bulunan "elif lam" takısı harfi tariftir. Yani bilineni, konu edileni işaret eder. Mâide-6 ve Nisa-103. âyette bulunan “es-salât”ların “cuma salâtları” için olduğu gösterdiği gibi.İngilizcedeki “the” takısı da aynı görevi ifa eder. Mekkeliler, inen salât âyetlerinin öğrenim ve dayanışma anlamına geldiğini biliyorlardı. Çünkü Kur'an'ın âyetleri anlattığı konuya uyumlu olarak bu manâyı veriyor. Fakat ilk nesil müminler değişince bu işin kolayı bulundu. Emevi- Abbasi din adamları yazılı kültürle salât'ı namaza çevirdiler.Tabi sadece salât'ı değiştirmediler. Nebi'ye destek olan salât âyeti (Ahzab-56) Muhammed'e salavat'a, cehennem azabı kabir azabına, ihlas (dini Allah'a özel kılma) samimi olmaya, zekat (arınma) malın kırkta birini vermeye, Mekke'nin bir mahallesinde bulunan Mescid-i Aksa Kudüsteki Süleyman (a.s) ın mabedine, Kur'an'da bulunan Nebi ve Resül hayali ve sanal bir Muhammed'e, âyetler rivayetlere, dinin tamamlanması Ali'nin imametine, imam yani önder Nebiler on iki imama, ehli beyt olan Nebinin hanımları Şia'nın ehli beytine, kevser havuza, dirilere okunması gereken Kur'an'ın ölülere okunmasına, din fırka ve mezheplere kısaca vahiy ve tevhid şirke ve küfre dönüştü. (İbrahim-28)İbadetten secdeye, ihlastan ihsana, takvadan imana kadar anlamı değiştirilmeyen hiçbir kavram kalmamıştır. Aslında ilk Müslümanların salât'ı ikâmeyi namaz olarak anlamaları imkânsızdır. Buna en büyük delil Kur'an'da bulunan hiçbir salât âyetinin namazla alâkalı olmayışıdır. O devirde kurulan ilk mescitlerin bile içinde kâbe tarafını gösteren mihraplar yoktu. Mihrab: Harb edilen yer anlamındadır. Yani Allah’ın zikrinin insanlara öğretilmesi için mucadele yapılan mekan demektir. Orada Resulullah veya ileri gelen muvahhid âlimler dikilerek cemaate Allah’ın ayetlerini anlatırlardı. Yani okullarda ders verilen kürsünün benzeri bir yer olarak düşünün. Atalar dinini tek kaynak olarak kabul eden zihniyet yüzünden iman edenler kendilerine hayat verecek olan Kur'an'la ilişkilerini yani salatlarını tamamen kaydetmişlerdir. Salât, secde, ibadet- itaat, ihlas, takva gibi, insana, topluma ve hayata kan ve can katacak nice ilâhi ilke, orijinal ve organik nitelikleri ile algılanmaktan çok, artık tarihi nitelikleri ile algılanmaktadır. Tevhid dininin aslına ilişkin bir hassasiyeti canlı ve dinamik tutmak yerine, topluma hiçbir faydası olmayan şekilsel ritüeller yaşatılmak istenmektedir. İslam’ın esasları, yerlerini, işlenmemesi halinde bir sorumluluk getirmeyen uygulamalara terk etmiş bulunmaktadır. Bu yüzden hiçbir İslami ilke hayatta karşılığını bulamamaktadır. Kimi ilkeler yüzyıllardır işlenmediği için zaten unutulmuştur. Bu durum, ümmetin namaza yönelmesi ve bunu farz olarak telakli etmesi yüzünden olmuştur.Namaz bize çok şey kaybettirmiştir. Yani esas olan adalet, dürüstlük, eşitlik, affetme, merhamet barış, özgürlük, tevhid, insan hakları ve saygınlığı, öğrenim ve dayanışmada bulunma, infak gibi erdemler yok olmuştur. Kur'an’da geçen “Cuma” herhangi bir günde “Toplanma, bir araya gelme” demektir. Yevm-il cumua = Nebi (a.s) ve müminler tarafından belirlenmiş “toplanma günündeki vakit” anlamına gelmektedir. Sonradan haftanın bir günü haline dönüşmüştür. Dolayısıyla iman edenler ihtiyaç ve imkânları dahilinde istedikleri günde bir araya gelebilirler. Cuma günü bir araya gelmeleri şart değildir. Çünkü yüce Rabbimizin bu konuda bağlayıcı ve açık bir beyanı bulunmaktadır."...Şüphesiz salât'ın vaktini belirlemek müminlerin üzerinde olan bir yazgıdır (görevdir) (Nisa-103)Yani müminler kendi ihtiyaç ve imkanları dahilinde bir araya gelecek ve salât'ı eda edeceklerdir. Bu bakımdan toplantı salâtlarının zamanı muhayyer bırakılmıştır. Muhayyer: Şartlara ve ihtiyaçlara göre değiştirilebilen demektir. Coğrafya ve kültürlerde hangi gün ve zaman salât için uygun görülürse o zaman yapılmasında bir sakınca yoktur. Çünkü gerekli olan bunun yapılmasıdır. Rabbimiz bu esnekliği müminlere bir hak olarak tanıdığı için Nisa-103. âyette “Allah tarafından” ifadesini koymamıştır. Âyetin son cümlesi olan “... Şüphesiz salât, müminler üzerine vakitleri belirlenmiş bir yazgıdır.” demesi, cuma salâtı ile ilgili bir durumdur.Çünkü salât'ın vakitlerine işaret eden diğer âyetlerin hepsi Nebi (a.s) la ilgili önerilerdir. Salât konusunda beni en çok şaşırtan şey, Hud süresi 114, İsra süresi 78, 79, Tâhâ süresi 130, Kaf süresi 39 âyetlerinin hepsinin Mekke'de inen sürelerde yer alması olmuştur. Bunun anlamı şudur. Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamlarının Namaz vakitleri olarak gördükleri bu âyetlerin hepsi Nebi(a.s) ın kendisiyle ilgilidirler. Bütün bu âyetlerin açılımlarını da Müzzemmil süresi ortaya koymaktadır. Yani Nebi (a.s) ın neden bu vakitlerde kalkması gerektiği anlatılır. Şii ve Sünni din adamları bu konuda tarifi imkansız bir cinayet işlemişlerdir? Şii ve Sünni din adamları kelimesi kelimesine Nebi'ye hitap olan bu âyetleri sanki bütün müminlere hitap ediyorlarmış gibi genelleştirmiş ve bu âyetlerden namaz vakitlerini çıkarmışlar. Yani konu ile ilgili âyetleri paramparça etmişler. Peki bu âyetlerin hepsi neden Nebi'nin kendisiyle ilgilidir? Bunu öğrenmek için Müzzemmil süresinin ilk âyetlerine bakmak gerekiyor. Evliya ve ilâhlara kullukta fanatik olan Mekkelilere karşı koyabilmek için Nebi (a.s) geceden hazırlık yapma zorundaydı. Çünkü tebliğ yükü onun sırtında bulunuyordu. Yani Müzzemmil süresini bilmeyenler salatın vaktiyle ilgili, hepsi Mekke'de nazil olan Hud 114, İsra 78-79, Tâhâ 130 ve diğer bir çok âyeti de anlayamazlar. Zaten âyetleri anlama diye bir dertleri de yoktur. Nebi (a.s) namaz kılsaydı, namazla ilgili bu kadar ihtilaf ve namaz çeşidi çıkmazdı. Namazın Kur'anla bir ilgisi yoktur. Namazın kaynağı Nebi(a.s) dan iki asır sonra uydurulan rivayetler ve mezhep ictihatlarıdır. Bu çağ dine bir şeyler eklemenin en kolay olduğu dönemlerdir. Çünkü Kur'an'ın ilim ve hikmetinden çoğunluğun haberi yoktur.Hatta mezhep imamları olarak şöhret olanlar bile Kur'an cahili idiler. Eğer Kur'an cahili olmasalardı hadis kaynakları yazmaz şâfi hadislere sünnet, sünnete de hikmettir demezdi. Evzai "es sünnetü kâdiyetün alel kitébi" "sünnet kitaba (Kur'an'a) egemendir" demezdi. Eğer Kur'an cahili olmasalardı Ahmet bin Hanbel'in Süneni, Malik bin Enes'in Muvattası olmazdı. Yani Kur'an'ı yeterli görür hadis şirkinin peşine düşmez Kur'an'ın kiymetini bilir ve onu tekr kaynak edinirlerdi. Dolayısıyla onlarca namaz çeşidinin olması bile namazın Nebi'nin vefatından sonra uydurulduğunu kanıtlar. Salât'ın namaz kılmakla hiç bir ilgisi ve benzerliği yoktur. Çünkü salât insanlık tarihi kadar daha doğrusu vahiy kadar eski bir tarihe sahiptir. Kur'an'da Nebilerin salâtından, müminlerin salâtından, müşriklerin, munafıkların, Yahudilerin ve ataları İsrailoğullarının salâtından söz ediliyor. Hatta İsrailoğullarını Mısır'dan özgürlüğe çıkışlarını mescidlerde icra edilen salat sağlamıştır. (Yunus-87)Yani eğer salât'ı ikâme namaz olsaydı, geleneklerine bu kadar bağlı olan Yahudiler bunu tümden kaybetmezlerdi. Halbuki mezheplerin önderlerine baktığımızda “sanki Nebi (a.s) sadece namaz kılmaya” geldiğini görüyoruz. Kur'an'da Nebi ve Resüllerle ilgili bir sürü hatıra anlatıldığı halde Şii ve Sünnilerin namazına benzer bir ritüelden asla söz etmez. Yani hiç bir teferruat vermez. Sadece salâtı ikâme etmekten söz eder. Musa (a.s) bağlamında onun da zikir yani vahyi ayakta tutma, toplumu vahiy'le ayağa kaldırma olduğunu görüyoruz. (Tâhâ-14)Hakkında hiçbir âyetin bulunmadığı namazı Nebi (a.s) nasıl müminlere"sallu keme raaytumuni usalli" “Beni nasıl namazı kılıyor görürseniz öyle namaz kılınız” diyebilir? Dediğimiz gibi, Kur'an Nebi ve Resüllerin bir çok anılarından söz ederken, özellikle Nebi (a.s) la ilgili “şu namazda imamlık yapmıştır” yada “şu namazı kıldıktan sonra ...” diye bahsetmez. Kur'an'da hiçbir Nebi ve Resül Şia ve Ehl-i Sünnette var olan namaza benzer bir ritüeli yapmamıştır. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının namaz sloganı atıp hemen sığındıkları tek bir yer vardır. Nebi (a.s) nisbet edilen binlerce yalan ve iftira. Halbuki Nebi (a.s) ın yaşadığı hayata Kur'an'ın penceresinden baktığımızda namazla ilgili tek bir hatıra bulamıyoruz.
6 Mart 2022 Pazar
KURANI MÜBİNİN MEÂLİ(153.YAZI) 33-) Kâfirler kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rablerinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi gözlüyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı yani Allah onlara zulmetmedi lâkin onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.34-) Sonunda yaptıklarının cezası onlara isabet etti yani alay etmekte oldukları şey onları çepeçevre kuşatıverdi.35-) Müşrikler dediler ki: "Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız ondan başkasına ibadet ederdik. Onun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Resüllerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi!(Müşrikler iradelerinin tamamen Allah'ın elinde olduğunu iddia ediyorlar. Halbuki bu doğru değildir. Yüce Allah insanları kendi iradeleri ve seçimleri ile baş başa bırakmıştır yani onlara tam bir özgürlük vermiştir. Âyatin son cümlesi hakkı net bir şekilde ortaya koymaktadır. Yani Allah tarafından irade gasbı söz konusu değildir. Resüller sadece indirilen vahyi tebliğ ederler. Hidayet ve dalâlet insanların kendi seçimleriyle ilgili bir durumdur. 36. âyet bu konuya son nokta mahiyetindedir. TEBLİĞ:Kur'an'da tebliğ kavramı bir çok kavram gibi Muhammed ve Nebi bağlamında değil, Resul bağlamında kullanılan kavramlardandır. "...ve me alerrusuli illel belâğul mübinu""...Resullerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi?"(Nahl-35)"Mé alerrasuli illel belâğü...""Resule düşen vazife, ancak tebiğdir..."(Mâide- 99) "Biz onlara vâdettiğimizin bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce seni öldürürsek de (Ey Resul! ) sana ancak Allah'ın emirlerini tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir"(Ra'd-40)"Übelliğuküm riséléti rabbi..." "Size Rabbimin vahiyettiklerini duyuruyorum..."(Âraf-62)36-) Andolsun ki biz, "Allah'a ibadet edin ve Tâğut'tan sakının" diye (tebliğ etmeleri için) her ümmete bir Resül gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını (vahiy'le) hidayete iletti. Onlardan bir kısmının üzerine de sapkınlık hak oldu. Yeryüzünde gezin de görün, yalanlayanların sonu nasıl olmuştur!37-) (Ey Nebi!) Sen, onların hidayetleri için düşkünlük göstersen de, bil ki Allah, dalâleti dileyeni (vahiy'den bağımsız olarak zorla) hidayete erdirmez yani onların yardımcıları yoktur.38-) Onlar: "Allah ölen bir kimseyi diriltmez" diye içtenlikle Allah'a kasem ettiler. Bilakis, bu O'nun üzerine hak olan bir vâdi'dir. Lâkin insanların çoğu bilmez.39-) Hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açıklanması ve kâfir olanların da yalancılar olduklarını bilmeleri için (Allah onları diriltecektir).40-) Biz, bir şeyin olmasını irâde ettiğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sadece "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluş sürecine girer. 41-) Ve zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür.42-) Onlar sabredenlerdir yani Rablerine tevekkül edenlerdir. 43-) Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını (Nebi) olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir (vahiy) ehline sorun.44-) Apaçık mucizeler ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik. TEBYİN: Tebyin kavramının hangi anlama geldiğini bilmek zorundayız. Çünkü Şii ve Sünni din adamları rivayetlerine yol açmak ve iftiralarına meşrü bir alan açmak için en çok istismar ettikleri tebyin kavramı bu âyette bulunuyor. Âyette bulunan "litubeyyine linnési" "insanlara açıklayasın" ifadesini, tefsir edesin, indirilen vahyi detaylandırasın" olarak anlamışlardır. Dolayısıyla bu âyette bulunan tebyin kavramına takılarak "vahyi gayri metlüv" diye bariz bir yalan ve apaçık bir iftiranın içine dalmışlardır. Bu inanç ve anlayışları asla doğru değildir. "Tebyin" kavramı Kur'an'da Nebi ve Muhammed bağlamında değil, Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan kavramlardandır. Kur'an-ı Mübin Allah tarafından hem tebyin, hem tasrif, hem tafsil hemde tefsir edildiği ve Resul'ün görevinin sadece onu duyurma anlamında "tebyin" beyan etme yani gizlememe olduğu ile ilgili yüzlerce âyer mevcuttur. Yani tebyin vahiy ve Resâletle ilgili bir kavramdır. "....Ayrıca bu kitab-ı da sana, her şey için "tibyenen" bir "açıklama" bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"(Nahl-89) "Elif. Lam. RA. (Bu sana indirilen), hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış sonra da detaylandırılmış "fussilet" bir kitaptır"(Hud-1)Aslında vahyin kendisi beyandır, Resul sadece onu okuyor, ilan edip duyuyor."Bu Kur'an bütün insanlara bir açıklamadır, (beyanün) takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür" (Âli İmran-138) Dolayısıyla Nahl 44'te bulunan "litübeyyine linnési" "insanlara açıklayasın" "duyurasın onu sakın gizlemeyesin" anlamında olduğunu bileceğiz.Kur'an'da öyle kurulu bir sistem mevcut ki, deteylandırma anlamına gelen "tasrif, tefsir, tafsil ve te'vil" kavramları Allah bağlamında, yalnız duyuru anlamına gelen "tebyin" kavramı Resül bağlamında kullanılmıştır. Yani Kur'an'ı sadece Allah detaylı bir şekilde ortaya koyar. Resül sadece onu tebliğ eder. (Mâide- 66, 67, 68)Nehl 44.âyette bulunan "litubeyyine" açıklayasın kelimesinin, duyurasın, ilan edesin, beyan edesin" yani tefsir ve detaylandırma olmadığını gösteren en güzel delil, şu âyettir. "Allah kendilerine kitap verilenlerden" "onu mutlaka insanları açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek misak almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler onu az bir (dünyalık) değerle değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü olmuştur"(Âli İmran-187)Âyette geçen "onu mutlaka insanlara açıklayacasınız" cümlesinin zıddı "onu gizlemeyeceksiniz" olarak gelmiştir. Demek oluyor ki, tebyin tefsir etme anlamında açıklama değil, gizlemeden beyan etme yani duyurma ve ilan etme anlamında bir açıklamadır. 45-) Kötülük tuzakları kuranlar, Allah'ın, kendilerini yere geçirmeyeceğinden veya kendilerine şuurunda olmadıkları bir yerden azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular?46-) Yahut onlar dönüp dolaşırlarken Allah'ın kendilerini yakalamayacağından emin mi oldular? Onlar (Allah'ı) âciz bırakacak değillerdir.47-) Yoksa Allah'ın kendilerini yavaş yavaş tüketerek cezalandırmayacağından (emin mi oldular)? Kuşkusuz Rabbiniz Rauf ve Rahim'dir. 48-) Allah'ın yarattığı herhangi bir şeyi görmediler mi? Onun gölgeleri, küçülerek ve Allah'a secde ederek sağa sola döner.49-) Yani göklerde bulunanlar ve yerdeki varlıklar yani bütün melekler, büyüklük taslamadan Allah'a secde ederler.50-) Onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar yani kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar.51-) Yani Allah buyurdu ki: Sakın iki ilâh edinmeyin! O ancak bir ilâhtır. O halde yalnız benden korkun!52-) Yani göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur yani din de yalnız O'nundur. O halde Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?53-) Yani nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır. Sonra size bir zarar dokunduğu zaman dayalnız O'na yalvarırsınız.54-) Sonra da sizden o zararı giderdiğinde, içinizden bir fırka, hemen Rablerine şirk koşarlar!55-) Kendilerine verdiklerimize kafir oldukları için (öyle yaparlar). O halde bir süre daha yararlanın; fakat yakında bileceksiniz!56-) Bir de kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, mahiyetini bilmedikleri şeylere (evliya-ilâhlara) pay ayırıyorlar. Tallâhi, iftira etmekte olduğunuz şeylerden mutlaka sorgulanacaksınız!57-) Ve onlar, kızların Allah'a ait olduğunu iddia ediyorlar O subhandır yani beğendikleri de (erkek çocuklar) kendilerinin oluyor.58-) Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir.59-) Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Dikkat edin, hükümleri ne kadar kötüdür!60-) Kötü sıfat, ahirete iman etmeyenler içindir. En yüce sıfatlar ise Allah'ındır yani O, Aziz'dir Hakim'dir.
5 Mart 2022 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(152. YAZI)Nehl Süresi 31-)(O yurt), girecekleri, zemininden nehirler akan Adn cennetleridir. Onlar için orada kendilerine diledikleri her şey vardır. İşte Allah, muttakileri işte böyle mükâfatlandırır.32-) Onlar, meleklerin, "Size selâm olsun. Yapmış olduğunuz (salih) amellere karşılık cennete girin" diyerek tertemiz olarak vefat ettirdikleri kimselerdir. KABİRDE ZAMAN YOK,Kur'an'ı Mübin'in yüzlerce âyetine göre kabir azabı olmadığı gibi, kabir hayatı diye bir şey de söz konusu değildir. Kur'an'ı Mübin'in onlarca âyetine baktığımızda dünya hayatındaki cezalandırma ve kıyamet saatinden sonra sadece ateş azabı ve cehennem azabı vardır.Bu konuda bine (1000) yakın ayet bulunmaktadır.Kur'an'a baktığımızda sadece ateş azabı ve cehennem azabının anlatıldığını çok açık olarak görüyoruz.Kabir hayatı ve dolayısıyla kabir azabının olmadığı konusu Kur'an'da var olan konuların içinde en açık ve en anlaşılır olanıdır.Kabir azabının varlığını savunan Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehidlerinin zerre kadar Kur'an bilgileri mevcut değildir.Ehli Sünnet ve Şia âlimleri Kur'an'a hakkıyla inanmadıkları için yüce Allah, Kur'an'ın anlaşılmasını onlara imkansız kılmıştır.(Kehf- 57)Yahudi ve Hristiyan din adamları Kur'an'ı Mübin'i Ehl-i Sünnet ve Şia'nın âlimlerinden daha iyi bilir ve daha sağlıklı bilgiler verirler.Yüzlerce âyete baktığımızda hesap ve azabın yeniden diriliş saatinden sonra olacağını görebiliriz. Fakat Kur'an'a karşı gönülleri taşlaşmış, kulakları sağır ve gözleri kör olan Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bunu anlayamaz ve bu gerçekleri idrak edemezler.Konuyla alakalı âyetlere baktığımızda şunları söylemek mümkündür.Dünya hayatının hemen ardından yani ölümün hemen arkasından Allah kıyameti ve âhiret azabını başlatacaktır.Yani kabirde kalma,"Bir tanışma müddeti kadar....",(Yunus-5)"Sadece bir akşam ya da kuşluk vakti kadar..." (Naziat--46) "Çok az bir zaman dilimi..." (Kehf-- 52)"Bir saat(an) kadar..."( Ahkaf- 35)"Bir yiyeceğin ve içeceğin sıcakta bozulma müddeti kadar..."( Bakara-259)"Ölümün hemen ardından ya cehennem veya cennet..."( Enfal-50; Muhammed-27; Nahl- 32)Yani bilmediğimiz bir gün vefat edeceğiz. Kıyamet sabahında veya akşamında uyanacağız.Uzun ve derin bir uykuya dalmış gibi.Aslında bu kabir uykumuz bizim dünya hayatındaki bir gecelik uykumuzdan çok daha kısa olacaktır.Bizim bir gecelik uykumuz kabir uykusundan çok daha uzun olacaktır.Hatta kabir uykusu "göz açıp kapayıncaya kadar belki ondan daha kısa olacaktır..." (Nehl- 77-- Kamer-50)Söndürülen ve yine yeniden yakılan bir ampul bir mum gibi,Fişi çekilmiş ve tekrar takılmış bir elektirikli bir makine ve bir cihaz gibi,Bir anlık duraklayan zaman tekrar yeniden çalışmaya başlayacak!Korku ve paniğe gerek yok, çünkü zaman kaybı diye bir şey asla söz konusu olamaz.Kaldığımız yerden başlayacağız.Ancak bu yepyeni başlangıç öncekinden apayrı sıfır sorun olarak başlayacak."Yaptıklarına karşılık olarak, onlara ne göz aydınlıklarının saklandığını kimse bilemez"(Secde-19)Bu yeni başlangıçta "ölüm korkusu, hüzünlenme, panik ve üzüntü yoktur,,( Fussilet- 30; Â'lâ-13) Zaman algımız yeniden devreye girecek,Aynen nabız verilen hasta gibi!Narkozun etkisi bitince yeniden kendimize gelip uyanacağız.Âzad edildiğimiz bir hayattan ailemizle birlikte yepyeni bir yaşam alanına intikal edeceğiz. Kabir''de ha bir an, ha bir saat, ha üçyüz yıl, ha bir milyar yıl ne farkeder.Dönüşümüz bizi yaratan, besleyen merhameti sonsuz yüce Rabbimiz değil mi?(Bakara- 156; Secde- 11) Korku ve ümitsizliğe mahal yok, çünkü ölümün hemen arkası yeniden diriliştir.Geçici dünya kapısı kapanırken baki ve ebedi olan hayatın kapısı açılacak,Gri perde kapanırken ötelere rengarenk perde açılacaktır.Kabir karanlık bir kuyunun ağzı değil, bir cennet bahçesinin giriş kapısıdır. Sürgün hayattan anavatana dönmüş olduk, acı ve ızdıraplar bitti, huzur, refah ve mutluluklar başladı.Yalan, dolan, hurafe, şirk, aldatma, zulüm, katliam ve kaos yok oldu. Allah'ın sonsuz merhameti olarak hiç yokluk tatmadık, zaman israfımız olmadı, bundan büyük nimet olur mu?İmtihan faslı bitti teneffüs ve tatil mevsimi başladı.Kış sona erdi, ilkbaharın dirilişi göründü.Çalışma, yorgunluk, esaret, emek ve sıkıntı sona erdi,Emeklilik ve özgürlük devri başladı.Ebedi hayatımıza bir an sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz.Hemde "Rabbimizin emirlerine sadık kaldığımızdan ötürü Allah ve melekleri tarafından selam selam diye karşılanmış olarak"(Zümer- 73; Yasin-58)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR (19.YAZI )Eseri Risâle-i Nur Külliyatında Said Nursi diyor ki:"Hatta, kırk defa Hac eden ve kırk sene sabah namazını yatsı abdestiyle kılan, tabiinin azim (büyük) imamlarından ve çok sahabelerle görüşen Tavus denilen Ebu Abdurrahmanil Yemani, kat'iyyen haber verir ve hükmeder ve demiş ki :"Resul'ü Ekrem (a.s.m) a ne kadar mecnun gelmişse, Resul'ü Ekrem (a.s.m) sinesine elini koymuş ise, kat'iyyen şifa bulmuştur, şifa bulmayan kalmamış" (Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 143)Cevap :Allah Resulü dahil hiç kimse kırk (40) yıl yatsı abdestiyle sabah namazını kılamaz.Said Nursi'nin kitabına aldığı bu rivayet, ilim, akıl ve tıbtan önce Allah'ın kitabına ve sünnetullaha aykırı bir yalandır.İşte kanıtı: Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz.Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı.Artık (Ramazan gecelerinde )kadınlarınıza yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin"(Bakara- 187)Yani orucun farz kılındığı ilk yıllarda Ramazan gecelerinde de cinsel ilişki yasak idi, sahabiler dayanamayıp nefislerine mağlup olunca, Allah onu kaldırdı.Şimdi Ehli Sünnet mezhebinin göklere çıkarıp yıldız yaptığı Nebi (a.s) ın arkadaşları bile hanımlarına yaklaşmamaya dayanmazken (aslında bu son derece normal ve fıtri bir ihtiyaçtır )Başkaları nasıl oluyor da 40 sene yatsı abdestiyle sabah namazını kılabiliyor.Bu konuda şu âyet de önemlidir."Ey Nebi! Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını bazen yarısını, bazen de üçte birini yatmadan geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını Rabbin elbette biliyor.Gece ve gündüzü ölçüp biçen ancak Allah'tır. O sizin, bunu (uzun zaman )yapamayacağınızı bildiği için, sizi bağışladı"(Muzzemmil-20 )Said Nursi'nin eserine aldığı bu rivayetler ilme, akla, fıtrata ve en önemlisi de Kur'an'a ve sünnetullaha aykırıdır.Kadim ummetlerde muvahhid kahramanlar Allah yolunda yaptıkları cihad ve mücadeleden dolayı Kur'an tarafından övülmektedirler ancak bu şekilde bir ibadet ve uygulamadan söz edilmemektedir.Allah Resulü'nün insanların gözleriyle görebilecekleri bir mucize göstermesi mümkün değildir.Onun tek mucizesi Kur'an-ı Mubin'dir.Said Nursi, İsrailiyat, Hristiyanlık, Eski İran ve Hindistan dinlerinden, Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki hurafe ve uydurma rivayetlerden doldurduğu eseri Risalei Nur külliyatında bulunan Mektubat- 19. Mektup Mücizât-ı Ahmediyesin'de diyor ki: "Hem naklı sahih ile Resül'ü Ekrem (a.s.m) İmam-ı Ali için dua etmişti. "Ya Rab, soğuk ve sıcağın zahmetini ona gösterme"İşte bu dua bereketiyle, İmam-ı Ali kışta yaz libasını giyerdi, yaz da kış libasını giyerdi.İmam-ı Ali der ki: "O dua'nın bereketiyle hiç bir soğuk ve sıcağın zahmetini çekmiyorum(Sayfa-146 )Cevap :Kışta yaz elbisesini anladık, yazda kış elbisesini niye giyip kendine yük yapsın ?Bu uydurma nereden transfer edilmiştir Allah bilir. Fakat bunun yalan olduğunu deli olanlar bile anlar.Said Nursi devamla diyor ki: "Muallim İbni Cessame dır ki, Amir İbni Azbat-ı gadr (haksız yere) katletmişti.Halbuki, Amir'i Resul'ü Ekrem (a.s.m) onu cihat ve harp için kumandan edip bir bölük ile göndermişti.Muallim de beraberdi. Bu gadrin (haksızlığın) haberi Resul'ü Ekrem (a.s.m) a yetiştiği vakit hiddet etmiş "Allah'ım muallimi bağışlama" diye beddua buyurmuş, yedi gün sonra o muallim öldü, kabre koydular, kabir dışarıya attı, kaç kere koydularsa, yer kabul etmedi.Sonra mecbur oldular, iki taş ortasında muhkemce bir duvar yapılmış, o surette yer altında setredilmiş"(Mektubat- 19. Mektup Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa-148 )Cehaletin bu kadarına da pes doğrusu.Şimdi biz bu uydurmanın hangi cümlesine cevap verelim?Nebi (a.s) insanlar için hep bağışlama dilemiş, Allah'tan uyarı ve ikaz alıncaya kadar en azılı münafıkların bile affedilmesini istemiştir.( Tevbe 80- 113 ) Hangi günahı işlerse işlesin toprak hiç kimseyi dışarı atmaz, toprak herkesi kabul eder.Bu Allah'ın ona yüklemiş olduğu bir yasadır.Milyonlarca masum insanı katleden zalimleri bile toprak kabul etmekte ve onları dışarı atmamaktadır. Madem toprak katil muallimi dışarı attı, taşlarda onu dışarı atardı. Yoksa (Haşa) Allah'ın gücü taşlara yetmedi mi?Adamlar nerde, hangi kültür ve gelenekte bir masal ve efsane varsa toplamış Allah Resulünün hadisidir diye kitapları hurafelerle doldurmuşlar.Said Nursi de Allah'tan korkmadan bunların yekünunü kat'i, naklı sahih diyerek Risalei Nur Külliyatına alarak halkın arasında iyice yerleşmesini sağlamıştır.Ahirette bu iftira ve yalanların hesabı mutlaka görülecektir.
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (7.YAZI) Muhaddis ve müctehidlerin salât kavramlarını namaz diye yorumlamaları ümmi halk tarafından benimsenince cinayetin ne kadar büyük olduğunu farkedemeyen tâbiileri de kınanmamak için aynı görüşü Kur'ani kavramlara bağlayarak devam ettirdiler. Kur'an'da bazı yerlerde salât'a bağlı olarak geçen “ikame” (ayağa kaldırmak, dikmek) ifadesini de salâtın namaz yorumuna uyduracağız diye “kılmak” anlamı verdiler. Halbuki Kur'an'da “kılmak: ceale” kelimesiyle ifade ediliyordu. Ve "ceale" fiili (namaza çevirdikleri) salâtla birlikte hiç bir âyette geçmiyordu. Bu bile tek başına salât'ın namaza çevrilmesinin yanlış olduğunu göstermeğe kâfidir. İşte aldatmak tam da burda başlıyor. Ama hakkın bir gün mutlaka ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Tabi “namazı ayağa kaldırmak” diye bir uyumsuzluk olamayacağına göre ikame yerine “kılmak” sözcüğünü uydurmuşlardır.Fakat bu Rabbimizin kastettiği salât için olduğu apaçık bellidir. İkâme’nin “Ayağa kaldırmak, dikmek” anlamı namazla değil, salâtla uygunluğu vardır. Kur'an'da salât'ı ikame kalıp bir ifade olarak geçer. Yani zekat'a (arınmaya) gelme gibi, sadece ikâme ile birlikte geçtiği halde, insanları aldatmak için Kur'an'da geçmeyen hayali fiiler eklemişlerdir. Mesela: istikametle kılmak,dosdoğru kılmak, hakkıyla kılmak,sürekli kılmak, özenle kılmak, temiz kılmak, tam kılmak, Allah'ı görüyormüş gibi kılmak, gibi. Yani anlayacağınız "minareyi çalıp kılıfını hazırladılar"Esas, insanların ihtiyacı olan “ vahyin eğitimi ve öğtetimini yani ahlakını” namaz kılarak değil, salât'ı yaparak ayağa kaldırmalıyız. Ayağa kaldırmak; Rabbimizin emrettiği gibi; (salât) “ vahiy öğrenim ve öğretimi" olarak anlaşılsaydı, din adamları tarafından ümmet namazla cezalandırılmış olmayacaktı!Kur'an'da var olan kavramların değiştirilmesi neticesinde hem ümmet yıkıldı, hem din yıkıldı, hem Allah'ın Resülü yanlış anlaşıldı, hemde İslam insanların zihinlerde değerini kaybetti.Kuran’dan olmayan bir ritüel nasıl Allah’ın en önemli emri ve dinin direği oluyor?Siz hiç aklınızı kullanmayacak mısınız?Yoksa siz hakkın arayışı içinde değil de, rivayetlerden ve ictihadlardan ezberletilen batıl ve şirk imanı mı savunup duruyorsunuz? Biz size sadece Allah'ın âyetlerinden dilimizin döndüğü kadar anlatmaya çalışıyoruz. Önünüzde iki yol var. 1-) Salât'ın, Kur'an ilim ve hikmetinin öğrenim ve öğretimi olduğunu anlarsınız. 2-) Yada Emevi ve Abbasilerin iftiralarını din zannedip durmadan beş vakit namaz kılarsınız! Kılamazsanız da psikolojik olarak kendinizi suçlu hissedip bir hiç uğruna cehennemin mutfağına kendinizi mahkum edersiniz. Size olan tavsiyemiz. Dünyanızı Kur'an'da var olmayan uydurma ve sanal ibadetlerin peşinde israf etmeyin, rahat olun, özgür olun, sizin gibilerin akıl ve iradelerine kulluk edip hayatı kendinize ve çocuklarınıza zehir etmeyin.Kur'an'da ritüel bir ibadetin olmamasının en büyük sebebi şirk virüsünü yayma özelliğine sahip olmasından dolayıdır.Çünkü şirk belası ve kula kulluk küfrü en çok namaz ritüelini yerine getiren cemaat ve tarikatlarda bulunmaktadır.Şii ve Sünni dünyasında namaz kılanların büyük çoğunluğu şirk inancına sahiptir. Namazda var olan farz, vacip, sünnet, müstehap, mendüp, mekruh, müfsit, haram gibi kuralların da büyük bölümü din adamlarının koyduğu kurallardır. Fakat ümmi halka bu kurallar Allah’ın emri olarak sunulmaktadır. Yani ümmi halk insanların koyduğu kuralları din zannetmektedir.ŞİMDİ BİR MUHASEBE YAPALIM: Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni coğrafyalarında her biri milyon dolara mal olan yüz binlerce havra, kilise, cami neyi ifade eder? Mesela: Bu havralar, kiliseler ve camiler nasıl bir değer üretirler. Mesela: 16 milyar 89 milyon 550 bin liralık bütçesiyle bu ülkede diyanet ne yapar? Bu parayı nereye harcar? Diyanet olmazsa bu ülke insanının ahlak, vicdan, ilmi kalitesinden ne eksilir? Diyanet olduğu için insanlarımızın hangi erdemi arttı, hangi kalitesi arttı. Ülkeyi kalkındıracak olan bu devasa masrafa rağmen elimizde kalan ne var? Kur'an- tevhid; ihlas-ihsan; takva- özgürlük; infak-dayanışma ilişkisi açısından katkısı nedir? Bütün bu devasa bütçenin, devasa kitlenin, devasa harcamaların içimizdeki ve dışımızdaki barışa katkısı nedir? Yani hanif İslam dinine katkısı ne olmuştur? Yoksa ümmeti ayrıştırıp birbirine mi düşürüyor? Bu mu katkısı, çoğalıp azalan ne?Yani koca bir hiç, bir hiçlik mi geriye kalan? Kılınan namazlar insanlığımıza, ahlakımıza, aklımıza, kalitemize, ilmimize, vicdanımıza ne ekledi?Yoksa kibrimizi, gururumuzu, sahtekarlığımızı, hadsizliğimizi mi attırdı?Haydi biz kendimize soralım!Namaz kılan arsız ve hırsızlar, kurban kesen gösterişçileri mi arttırdık? Eskiden "ateistler, komünistler, lâik ülkeler" diye atıp sıkan bol bok cümleler kurardık. Peki ya coğrafyamızda dincilik artarken, azalan mutluluk, huzur ve güzelliğe ne demeli! Artan kötülük, çifte standartlar cehalet, adaletsizlik, arsızlık, hırsızlık, utanmazlığa ne demeli!
4 Mart 2022 Cuma
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(151. YAZI)Nehl Süresi 128 âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Allah'ın emri gelmiştir. Artık onu istemekte acele etmeyin. Allah, onların şirk koştukları şeylerden subhandır yani yücedir.2-) Allah kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye vahiy ile, "Benden başka ilâh olmadığına dair (insanları) uyarın yani takvalı olun" diye indirir.(Şura 52 ile bu âyet aynı gerçeği anlatır. Resül seçimi yüce Allah'ın meşiyetine yani iradesine bağlıdır.) 3-) Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı. O, şirk koştukları şeylerden yücedir.4-) O, insanı bir nutfeden yarattı. Fakat bakarsın ki (insan Rabbine karşı) apaçık bir hasım oluvermiştir.5-) Ve hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı (özellikler) ve birçok menfaatler vardır ve onların bir kısmını da yersiniz.6-) Ve onlarda sizin için ayrıca akşamleyin getirirken ve sabahleyin salıverirken bir güzellik (bir zevk) vardır.7-) Yani bu hayvanlar sizin ağırlıklarınızı, ancak güçlüklere katlanarak varabileceğiniz bir belede taşırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz Rauf'tur, Rahimdir. 8-) Ve atları, katırları ve eşekleri binmeniz ve (gözlere) zinet olsun diye (yarattı) ve Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha nice (nakil vasıtaları) yaratır.9-) Ve yolun doğrusu Allah'ındır yani (yolun) eğrisi de vardır ve Allah dileseydi hepinizi hidayete iletirdi.(Yani iradenize ipotek koysaydı. Fakat öyle yapmadı. Vahiy indirerek sizi kendi seçiminizde özgür bıraktı.) 10-) Gökten suyu indiren O'dur. Ondan hem size içecek vardır ve hem de (hayvanlarınızı) yaydığınız (otlar ve) ağaçlar. 11-) Allah su sayesinde sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve diğer meyvelerin hepsinden bitirir. İşte bunlarda tefekkür eden bir toplum için âyet vardır.12-) Ve O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize musahhar kıldı yani yıldızlar da Allah'ın emri (yasası) ile size musahhar kılındılar. Şüphesiz ki bunlarda aklını kullanan bir toplum için âyetler vardır.13-) Ve yerde sizin için muhtelif renkleri üretip çoğalttı. Şüphesiz bunda tezekkür eden bir toplum için âyet vardır. 14-) Yani içinden taze et (balık) yemeniz ve takacağınız süs (eşyası) çıkarmanız için denizi emrinize musahhar kılan da O'dur ve gemilerin denizde (suları) yara yara gittiklerini de görüyorsün yani (bütün bunlar) onun faziletinden (rızkınızı) aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir.15-) Yani size (rızık) sunması için yerde araziler, yolunuzu bulmanız için de nehirler ve yolları yerleştirdi.16-) Yani daha nice alâmetler (var etti) ve onlar yıldızla da yollarını bulurlar.17-) O halde, yaratan (Allah), yaratmayan gibi olur mu? Hâla tezekkür etmiyor musunuz?18-) Yani Allah'ın nimetini saymaya kalksanız, onu bitiremezsiniz. Şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dur. 19-) Ve Allah, gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilir.20-) Ve Allah'ı bırakıp da (yanında-astında-yöresinde) dua ettikleri (evliya ve ilâhlar), hiçbir şey yaratamazlar yani onlar kendileri yaratılmışlardır.21-) Onlar diriler değil, ölülerdir yani ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.22-) İlâhınız bir tek ilâhtır. Fakat ahirete iman etmeyenler var ya, onların kalpleri münkir yani kibirli kimselerdir.23-) Hiç şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları sevmez.24-) Yani onlara: Rabbiniz ne indirdi? denildiği zaman, "Öncekilerin masallarını" derler.25-) Kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımaları ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenmeleri için (öyle derler). Bak ki yüklenecekleri şey ne kötüdür!26-) Onlardan öncekiler de (Resüllere) tuzak kurmuşlardı. Sonunda Allah da onların binalarını temellerinden söktü üstlerindeki tavan da tepelerine çöktü yani azap onlara, fark edemedekleri bir yerden gelmişti.27-) Sonra kıyamet gününde (Allah), onları alçaltır yani onlara der ki: "Kendileri hakkında (müminlere) düşman kesildiğiniz şeriklerim nerede?" Kendilerine (vahiy'den) ilim verilmiş olanlar derler ki: "Şüphesiz bugün alçaklık yani kötülük kâfirlerin üzerindedir"(Yüzlerce âyette olduğu gibi, yukarıdaki iki âyette de kabir azabının olmadığını görüyoruz.Yani Kur'an "ölümün ve kiyamet gününde dirilmenin" ortasında olacak hiçbir şeyden söz etmez. Âyetlere daha yakından bakalım. "...Sonunda Allah' da onların binalarını temellerinden söktü üstlerindeki tavanda tepelerine çöktü.Bu azap onlara fark edemedikleri bir yerden gelmişti" (Nehl-26)"Sonra kıyamet gününde Allah onları rezil eder ve der ki..."(Nahl-27)26. âyette kafirlerin dünya hayatındaki azaplarından hemen sonra 27. âyette kiyamet gününe geçiş yapılmıştır. Yani kabir azabı diye bir şeyin söz konusu olmadığını göstermiştir.) 28-) Kendi nefislerine zulüm ederlerken meleklerin vefat ettirdikleri kimseler: Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk, diyerek teslim olurlar. Bilakis Allah, yapmakta olduğunuz amellerinizi daha iyi bilendir."29-) "O halde, içinde devamlı kalacağınız cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!"30-) Ve takva sahiplerine: Rabbiniz ne indirdi? denildiğinde, "Hayır (indirdi)" derler. Bu dünyada güzellik üretenlere, güzel mükâfat vardır yani âhiret yurdu daha hayırlıdır yani takvâ sahiplerinin yurdu gerçekten güzeldir!
3 Mart 2022 Perşembe
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR(18.YAZI )Risalei Nur Külliyatında Said Nursi diyor ki,"İmam-ı Beyhaki ve Nesa'i naklı sahih ile haber veriyorlar ki : Muhammed İbni Hatib isminde bir çocuğun koluna kaynayan tencere dökülmüş, bütün kolunu yakmış, Resul'ü Ekrem (a.s.m) meshedip tüküruğünü sürdü.Dakikasında şifa buldu"(Mektubat- 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 142)Yalanın sonu, hurafenin haddi- hesabı yok,Said Nursi diyor ki:"Büyümüş, fakat lisanı yok, büyükçe bir çocuk Resul'ü Ekrem (a.s.m) ın yanına geldi.Çocuğa ferman etmiş "Ben kimim? " Hiç konuşmayan dilsiz çocuk" "sen Allah'ın Resulüsun" deyip tekellüme (konuşmaya) başlamış (Sayfa- 142)Bu uydurmalara hayatı boyunca hiç bir ilim görmemiş, mağarada büyümüş, bedevi yaşantıdan hiç medeniyete inmemiş, Kur'an diye bir kitaptan haberi olmamış ummi insanlar inanabilirler.Yani onlar cehaletlerinde mazur görülebilirler. Koca Osmanlı'nın başkentinde yetişen ve Bediuzzaman! Lakaplı, asrın muceddidi unvanlı, önemli ilim adamları arasında sayılan Said Nursi ve talebeleri bu ahmakça uydurmalara inanmamalıydı.İşte size Said Nursi'nin eseri Risâle-i Nur Külliyatına aldığı, Allah'ın Elçisine, Nübüvvet makam ve mertebesine hakaret sayılabilecek uydurma bir rivayet,Said Nursi diyor ki:"Resul'ü Ekrem (a.s.m) namaz kılarken, hırçın bir çocuk namazını kat'edip (namaz kılarken önünden) geçtiğinden, Resul'ü Ekrem (a.s.m ) "Allah'ım onun gücünü kes al" demiş.Ondan sonra çocuk daha yürümemiş, öyle kalmış, hırçınlığının cezasını bulmuş"Mektubat- 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 142)Cevap :Bu iftarıyı rivayet edene, onu gerçekmiş gibi kitabına alana ve bu yalanlara iman edenlere yazıklar olsun.Nebi (a.s) savaştan kaçan sahabelere bile kırıcı söz söylemezken, "O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara (savaştan kaçanlara) yumuşak davrandın!Şayet sen (Ey Nebi! ) kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.Şu halde onları affet, bağışlanmaları için dua et,....."( Âli İmran-159) Ey cahil ahmaklar!Kur'an'da müminlere üsve-i hasene yani güzel bir örnek olarak gösterilen Allah'ın elçisi Muhammed (a.s) namaz!!! kılarken önünden geçen bir çocuğa nasıl beddua eder. Ehli Sünnet ve Şia kaynakları, mezhepler, cemaatler ve tarikatlar Kur'anın zerresini anlamadıkları gibi Allah'ın elçisinin ahlakını da anlamaktan yoksundurlar.Risâlet müessesenin insanlara rahmet olduğunun bile farkında değillerdir. (Enbiya-107)Beyler Allah'tan korkun, bize kızacağınıza bu yalan ve Resul'e iftira rivayetleri uyduran ve düşüncesizce eserine alan Kur'an cahillerine kızın.Siz insanlara rahmet olarak gönderilen, en yüksek ahlaka sahip Resüle iftira ediyorsunuz. Hemen sinirlenen, gazaba gelen, beddua eden, lanet okuyan, kaba birisinden değil, Allah Resülünden konuşuyorsunuz, insaf edin, ibret alın, Allah'tan korkun.Bu iftirayı Kur'ana götürecek olursak yalan olduğuna dair bir kitap ortaya çıkar.Elçiye iftira eden Allah'a iftira etmiş olur.Allaha iftira eden asla iflah olmaz. (Nahl- 116)iftiranın iyi niyetlisi olmaz.Aklınızı kullanın! Bu Ehli Sünnet hurafesidir.Siz namaz kılarken önünüzden geçen bir çocuğa beddua eder misiniz?İşte Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri bu kadar Kur'an cahilidirler. Nebi (a.s)a ve Allah Resulü'ne iftira etmenin Kur'an'daki faturasının ne olduğunu görmek ister misiniz?"Onlardan: O (Nebi) her söyleneni dinleyen bir kulaktır, diyerek Nebi'yi üzenler de vardır. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır.Çünkü o Allah'a iman eder, müminlere güvenir ve o, sizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah'ın Resulüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır"(Tevbe-61)"Allah'ı yani Resulü'nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır"( Ahzab-57)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(150. YAZI)Hicr Süresi 40-) Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna.Kıraat Farklılığı: Bizim okuduğumuz mushaflarda kelime, "muhlasine" "ihlasa erdirilmiş kullar" anlamına geliyor. Bu kıraate göre, Nebi ve Resüllere şeytan bir şey yapamaz. Çünkü Nebi ve Resüller direk olarak yüce Allah tarafından vahiy'le ihlasa erdirilmişlerdir.İkinci kıraat şekline göre kelime "muhlisine" yani lam'ın fethasıyla değil, esresiyle okunuyor. O zaman mana "ihlasa ermiş kullar" oluyor. Yani kendi ahlak ve takvasıyla ihlasa ermiş müminler anlamına gelmektedir. İkinci kıraat şekli Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne daha uygundur. İhlas, dini Allah'a özel kılmak demektir. Yani dinde Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyene muhlis, dinde başka kitaplara iman edene de müşrik denir.) 41-)(Allah) şöyle buyurdu: "İşte bana varan müstakim yol budur."42-) "Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir saltanatın yoktur. Ancak şaşkınlardan sana tâbi olanlar müstesna."43-) Yani cehennem, onların hepsine vâdolunan yerdir.44-) Onun yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer cüz ayrılmıştır.45-) (Sorumluluk bilincine sahip olan) takvâ sahipleri, mutlaka cennetlerde yani pınar başlarında olacaklar.46-) "Oraya emniyet içinde, selâmetle girin" (denilir.)47-) Yani onların göğüslerinde bulunan endişeyi söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar.48-) Onlara orada hiçbir yorgunluk gelmeyecek yani onlar, oradan çıkarılmayacaklardır.49-) Yani kullarıma, benim, Ğafur'ur Rahim olduğumu haber ver.50-) Ve azabımın elem verici bir azap olduğunu da (haber ver.) 51-) Ve onlara İbrahim'in misafirlerinden de haber ver.52-) Onun yanına girdikleri zaman, "selam" dediler. (İbrahim:) Biz sizden korktuk, dedi.53-) Dediler ki: Korkma; biz sana alim bir oğul müjdeliyoruz.54-) İbrahim: Bana ihtiyarlık dokunmasına rağmen beni müjdeliyor musunuz? Beni ne tuhaf şeyle müjdeliyorsunuz? dedi.55-) Sani hak olanla müjdeledik, sakın ümitsizliğe düşenlerden olma! dediler.56-)(İbrahim:) dedi ki: Rabbinin rahmetinden, sapkınlardan başka kim ümit keser?57-) "Ey Resüller! (Başka) ne amacınız var?" dedi.58-) Dediler ki: "Biz, mücrim bir kavme gönderildik."59-) "Ancak Lût ailesi hariç. Onların hepsini kurtaracağız."60-) "(Fakat Lût'un) karısı müstesna; biz onun geri kalanlardan olmasını takdir ettik."61-) Resüller Lût âilesine gelince,62-) Lût onlara: "Gerçekten siz ürkülecek kimselersiniz" dedi.63-) Dediler ki: "Bilakis, biz sana, onların şüphe etmekte oldukları şeyi (azabı) getirdik.64-) Sana hak ile geldik yani biz, sadık olanlarız.65-) Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar ve sen de gerilerinde onlara tâbi ol yani sizden hiç kimse, sakın dönüp de ardına bakmasın ve size emredilen yere gidin."66-) Ve ona (Lût'a) şu emrimizi hükme bağladık: "Sabaha çıkarlarken mutlaka onların ardı (kökü kesilmiş olacaktır."67-) Şehir halkı, birbirlerini müjdeleyerek, (Resüllerin yanına) geldiIer.68-) Lût onlara "Bunlar benim misafirimdir. Sakın beni utandırmayın;69-) Yani Allah'tan korkun, beni rezil etmeyin!" dedi.70-) "Biz seni, âlemin ( insanların) işine karışmaktan nehyetmemiş miydik?" dediler.71-) Lût: İşte kızlarım! (Düşündüğünüzü) yapacaksanız (onlarla evlenin), dedi.72-) (Ey Nebi!) Ömrünün hakkı için onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı.73-) Sabahladıkları anda onları o korkunç sayha yakaladı.74-) Böylece ülkelerinin üstünü altına getirdik yani üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.75-) İşte ferâset sahipleri için bunda bir âyet vardır.76-) Orası hâla bir yol üzerinde durmaktadır 77-) Gerçekten bunda müminler için bir âyet vardır.78-) Ve Eyke ashabı da gerçekten zalim idiler.79-) Biz onlardan da intikam aldık yani ikisinde de (ibret almak isteyenler için) açık bir önderlik vardır.80-81) Andolsun, Hicr halkı da Resülleri yalanlamıştı yani onlara âyetlerimizi vermiştik; fakat onlardan yüz çevirdiler. (Kur'an' da "tekzib" "yalanlama" kavramı, yüce Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılmıştır. Yani Resüller sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ ettikleri için onlara karşı gelmek Allah'a karşı gelmek gibi kabul edilmiştir. Kur'an'da tekzib Nebi bağlamında geçmez. İkincisi, Kur'an'da geçen tekzib ifadesi, dil ile yalanlama değildir. Tekzib, inanç, ahlak, tavır, yüz çevirme, önem vermeme yani rivayetlerle yalanlamadır. Yani din olarak Kur'an'ın yanında başka kaynaklara iman edildiği zaman, âyetler yalanlanmış sayılır. Yoksa hahamlar yani Yahudi din adamları dil ile Tevrat'ı yalanlamazlardı. (Cuma-5)82-) Onlar, dağlardan emniyet içinde kalacakları evler yontarlardı. 83-) Onları da sabaha çıkarlarken o korkunç sayha yakaladı.84-) Kazanmakta oldukları şeyler onlardan hiçbir zararı uzaklaştırmadı. 85-) Ve biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri ancak hak ile yarattık yani o saat (kıyamet), mutlaka gelecektir. Onlara karşı güzel bir şekilde hoşgörülü davran. 86-) Şüphesiz Rabbin yaratandır, bilendir.87-) Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve azim Kur'an'ı verdik.("Seb'a Mesâniy" yani "yedi tekrarlanan" Kur'an'da bazen bir konuyu açığa çıkarmak için yedi yerde tekrarlanan bağlam ve bütünlük yani Kur'an'ın sistemi yani içinde bulunan hikmetidir. En doğrusunu Allah bilir.) 88-) Onlardan bazılarını kat kat yararlandığımız dünya metaına sakın göz dikme yani onlardan dolayı hüzünlenme ve müminlere karşı alçak gönüllü ol.89-) Yani (Ey Resül!) De ki: Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım.90-) Nitekim biz, (Kur'an'ı) kısımlara ayıranlara azabı indirmişizdir.(Kur'an'ı kısımlara ayırıp parçalamak demek, insanları aldatmak için kendi mezhep ve meşrebine uygun olan âyetleri almak, diğerlerini görmezden gelmektir.) 91-92-93) Rabbin hakkı için, yaptıklarından dolayı Kur'an'ı bölüp ayıranların hepsini sorguya çekeceğiz. 94-) Sana emredileni açıkça söyle yani müşriklerden yüz çevir!95-) İstihza edenlere karşı biz sana yeteriz. 96-) Onlar Allah ile beraber başka ilâh edinenlerdir. Yakında bilecekler!97-) Yani onların söyledikleri şeyler yüzünden senin gönlünün daraldığını andolsun biliyoruz.98-) Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol!99-) Yani sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!(Her şey gelip vahyi öğrenmeye dayanıyor. İslam dininde en önemli ibadet yüce Allah tarafından indirilen vahyin öğrenilmesidir. Çünkü vahyin öğrenim ve öğretimi (salât) olmadan güzel ahlak da olmuyor, İbrahim ve Musa da olmuyor, İsa ve Muhammed (aleyhimusselam) da doğru olarak öğrenilmiyor. İbadet çatı katı ve bütün emirlerin şemsiyesi olan bir kavramdır.Sizin Kur'an'ın ilminden, İbrahim'in tevhid mucadelesinden, Musa'nın çektiği eziyetlerden, Muhammed (a.s) ın ahlakından haberiniz yoksa, yani şuurlu bir Müslüman değilseniz bırakın namazı, niyazı, ezanı camilerinizin de yüce Allah indinde bir değeri yoktur. Sizde Kur'an'ın ilim ve hikmeti yoksa yüce Allah'ı hakkıyla takdir de edemezsiniz. İhlastan takvaya, güzel ahlaktan imana kadar, helal dairesinde çalışmaya kadar insanın yaptığı her şey ibadettir. İbadet belli zamanlarda yapılan bir ritüel değil, her zaman olan, insanın hayatından hiç ayrılmayan, vefat edinceye kadar onunla var olan bir erdemdir. Öyle olmasaydı, Resüllerin "Ey kavmim! Ben sizin için bir uyarıcı ve müjdeciyim" sözünden hemen sonra "Allah'a ibadet edin, sizin için ondan başka bir ilâhınız yoktur" sözünü söylemezlerdi. (Âraf-59, 65, 73, 85; Hud-50,61, 84; Muminun-23, 32)Demek ki ibadet hayatın tümüdür. Her meşru amel ibadettir. Yani namazın terkedilmesi ibadetlerin terkedilmesi değil, hurafelerin terkedilip Kur'an'ın ve evrensel ahlakın özgürlüğüne dönüş olarak kabul edilmelidir. Dolayısıyla Kur'an’ın tarif ettiği “Allah’a ibadet” beli zamanlarda tapınma değil, tüm hayatı kapsayan yani her zaman ve her durumda yüce Allah'ın Kur'an'da var olan bütün emirlerine itaat etme anlamındadır. Kur'an kavramlarının orijinallerini bozarsanız âyetlerin meallerini yamultur rivayetlerin fikrine göre konuşmaya başlar ve yüce Allah'a iftira etmiş olursunuz. Yani vahiy öğrenim veya öğretimi olan salât olmazsa, toplumda şu ahlak geçerli olacak ve böyle bir manzara topluma hakim olacaktır. Filibeli Ahmet Hilmi'nin Tarih-i İslam kitabı'ndan: Reinhart Dozy: Türkler gayet mükemmel namaz kılan bir kavimdir. Fakat onların ibadetlerinde kelimenin yüce manasıyla çok din aranmamalıdır. Türklerde namaz günlük vazifelerdendir. Kendiliğinden anlaşılır ki, bu vazife elbise giymek, işini yapmak, yemek yemek ve uyumak vazifeleri gibi yerine getirilir. Eskiden beri alışılmış bir adet takip edilir. Ne halde bulunulursa bulunsun ve hal ne kadar elverişsiz olursa olsun namaz kılınır. Mesela: Konuşma sırasında bir zat amiyane (müstehcen) bir hikaye anlatırken, o sırada müezzin ezan okumaya başlamışsa, hikayeyi anlatan hikayeyi keser, namazını kılar, sonra hikayesine kaldığı yerden devam eder. Bir tacir yalan söyler, aldatır, sonra namaz kılar, sonra yalan söylemeye ve insanları kandırmaya devam eder. Bir paşa vahşice bazı zulümler veya cinayet için emirler vermekle meşgüldür; ezan okunduğunu işitir, gayet huzurla seccadesini yayar, sakalını sıvazlar, rahat olduğu kadar muhteşem bir sima ile namazına başlar. Namaz kılındıktan sonra zalimane talimatını vermeye devam eder. Çünkü namazı ile vicdanının hiçbir alakası yoktur ve hiç kimse bunda hayret edilecek bir şey görmez, hiç kimse bundan arlanmaz, herkes kılınması gereken zamanlarda namazını kılar ve bununla her şey olmuş bitmiş olur.(Filibeli Ahmet Hilmi; burada Dozy'den alıntı yapıyor Tarih-i İslam, s. 535-536)Aslında bu manzara sadece Türklerle ilgili değildir. Bütün Şii ve Sünni dünyası için geçerlidir. (Hicr Süresinin Sonu)
2 Mart 2022 Çarşamba
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (6.YAZI) Namazın Müslümanlara ait olan bir ritüel olduğunu savunanlar ciddi bir yanılgı içersindedir. Dinini Kur'an'dan değil de gelenekten ve atalardan öğrenen Şii ve Sünni din adamları, Kur'an’ın yetersizliğini ispat etmek ve Kur'an'ı rivayetlere bağımlı kılmak için en çok kullandıkları argüman namazın kılınışı idi. Namazın varlığını ispat etmek için, rivayetlere, rivayetlerin yetmediği yerde mezhep ictihadları, mezhep ictihadlarının yetmediği yerde ise fıkıh imamları hemen devreye giriyor. Onların da görüşleri olmayacak bir soru olduğunda hocaların, din önderlerinin fikirleri cevap olarak yetiyor. Ve bütün bunların toplamı: İnsanların emri değil, “Allah’ın emri” olarak karşımıza çıkarılıyor. Yani Kur'an'da deşifre edilen en büyük günahlardan biri düşüncesizce işleniyor. "Yalan yere Allah'a iftira edenden daha zalim kim vardır?" (En'am-21, 93; Hud-18; Ankebüt-68; Saf-7 ) Evet Yahudilik, Hristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik dinlerinde hanif İslam'a uygun hiçbirşey bulamazsınız.Yahudilik, Hristiyanlık, Şiilik ve Sünnilikte her şey yalandır, Allah'a iftiradır. Çünkü her dört ekol de vahyi terkederek dinlerini rivayetlerin üzerine inşa etmişlerdir. Hiç şaşmaz, her zaman aynı soruyu soruyorlar. Din ve hüküm olarak Kur'an yeterliyse, o zaman namazı nasıl kılacağız? Aslında bu soru, namazın insanlar tarafından uydurulduğu ve yüce Allah'a en açık bir iftira olduğunu kanıtlıyor. Çünkü bir şey Kur'an'da yoksa Allah’ın emri olamaz. Kur'an'ı ve son vahyin tarihini bilenler namazın insanların ahlak ve hayatları üzerinde olumlu hiçbir etki yapmadığını itiraf ederler. Fakat muhaddis ve müctehidleri yani hadisçilerin ve mezhep imamlarının yüzlerce hata binlerce rivayet üzerinde yapmış oldukları çalışmalar ve yaldızlı parlak sözlerle namazı sanki yüce Allah'ın en önemli emri yaptılar. Artık namaz bütün günahları silen, hataları imha eden, kötülükleri affeden, dinin olmazsa olmazı, tutulacak tek dal, sığınılacak yegane liman yaptılar. Namazla ilgili öyle bir hava oluşturuldu ki ona karşı gelmek yüce Allah'a ve dine karşı gelmek olarak algılanır oldu.Halbuki din ataları Kur'an'da var olan her şeyi ayaklar altına alarak, yüce Allah'ın en önemli emirlerine ihanet edıp baştan sona kadar batıl bir din icat ettiler. Namaz insanlık tarihi kadar eski bir ibadet ritüeldir, insanlık devam ettikçe her batıl din bu ritüelin içini kendi inancıyla doldurmuştur. Fakat her türlü şirkten tertemiz olan son vahyin içinden namaz gibi bir ibadeti çıkarmak mümkün değildir.Yüce Allah hanif dinine hiçbir işe yaramayan böyle bir ritüelin sokulmasına razı olmaz. Çünkü Nebi (a.s) a uyarı mahiyetinde olan âyetlerde geçen “Sana gelen bu ilimden (Kur'an'dan) sonra sakın onların arzularına tâbi olma, zalimlerden olursun, senin için Allah'tan başka bir veli yani yardımcı olmaz” (Bakara-120, 145; Râd-37) âyetleri bunun içindir. Onlar hanif İslam dinine kendi heva ve heveslerini yani kendi şirk inanç ve uygulamalarını ekliyorlardı.İşte namaz da bu uygulamalardan bir tanesidir. Kur'an'da bir çok konuda detay olduğu halde namaz konusunda bırakın detayın verilmemesi işaret dahi olmaması onun dinde olmadığını kanıtlıyor. Yani adamlar doğru söylüyor. "Kur'an namazdan detay vermez, hadislere ihtiyaç vardır"Dolayısıyla namaz baştan sona kadar ictihadlarla yerine getirilen bir ritüeldir. Yani namaz konusunda rivayetler de yeterli değildir. İşte onun için namaz konusunda yüzlerce ihtilaf vardır. Dolayısıyla insanların yüce Allah'a karşı uydurup en önemli ibadet yaptıkları namazın kılınmaması gerekiyor. Çünkü hak din batıl dinlere benzemez. Allah'ın yolu namaz değil, vahiy ilim ve ahlakını öğrenmek olan salât’tır. Salât toplu olarak mescidlerde, bireysel olarak her yerde, aile ile evde yapılması gereken en önemli bir emirdir. Salât yani vahyin eğitim ve öğretimi olmadan hiçbir şeyin Allah katında bir değeri yoktur. Her şey gelip vahyi öğrenmeye dayanıyor. Çünkü vahyin öğrenim ve öğretimi olmadan güzel ahlak da olmuyor, İbrahim ve Musa da olmuyor, İsa ve Muhammed (aleyhimusselam) da doğru olarak öğrenilmiyor. İbadet çatı katı ve bütün emirlerin şemsiyesi olan bir kavramdır.Sizin Kur'an'ın ilminnden, İbrahim'in tevhid mucadelesinden, Musa'nın çektiği eziyetlerden, Muhammed (a.s) ın ahlakından haberiniz yoksa, yani şuurlu bir Müslüman değilseniz bırakın namazı, niyazı, ezanı camilerinizin de yüce Allah indinde bir değeri yoktur. İhlastan takvaya, güzel ahlaktan imana kadar, helal dairesinde çalışmaya kadar insanın yaptığı her şey ibadettir. İbadet belli zamanlarda yapılan bir şey değil, her zaman olan, insanın hayatından hiç ayrılmayan, vefat edinceye kadar onunla var olan bir erdemdir. Öyle olmasaydı, Resüllerin "Ey kavmim! Ben sizin için bir uyarıcı ve müjdeciyim" sözünden hemen sonra "Allah'a ibadet edin, sizin için ondan başka bir ilâhınız yoktur" sözünü söylemezlerdi. (Âraf-59, 65, 73, 85; Hud-50,61, 84; Muminun-23, 32)Demek ki ibadet hayatın tümüdür. Her meşru amel ibadettir. Yani namazın terkedilmesi ibadetlerin terkedilmesi değil, hurafelerin terkedilip Kur'an'ın ve evrensel ahlakın özgürlüğüne dönüş olarak kabul edilmelidir. Dolayısıyla Kur'an’ın tarif ettiği “Allah’a ibadet” beli zamanlarda tapınma değil, tüm hayatı kapsayan yani her zaman ve her durumda yüce Allah'ın Kur'an'da var olan bütün emirlerine itaat etme anlamındadır. Kur'an kavramlarının orijinallerini bozarsanız âyetlerin meallerini yamultur rivayetlerin fikrine göre konuşmaya başlar ve yüce Allah'a iftira etmiş olursunuz. Ümmi saf ümmete sanki Kur'an'dan âyetlermiş gibi “İmandan sonra namazdan sorgulanacağız!” diyerek yüce Allah'a yalan yere iftira edenlerin uydurdukları namaz çeşitleri: 1-) Farz Namaz, 2-) Vacip Namaz, 3-) Nafile Namaz, 4-) Sünnet Namazı,5-) Korku Namazı,6-) Kuşluk Namazı, (Duha) 7-) Gece Namazı, (Teheccud) 8-) Cuma Namazı,9-) Bayram Namazı,10-) Cenaze Namazı,11-) Teravih Namazı,12-) Kandil Namazı,13-) Regaib Namazı,14-) Kurban Namazı,15-) İnşirah Namazı,16-) İstihare Namazı,17-) Husuf-Kusuf Namazı, (Ay ve Güneş Tutulması Namazı) 18-) Elfiye namazı, (Bin Namaz yerine Geçecek Namaz) 19-) Evvabin Namazı,20-) Ebabil Namazı,21-) Zuhr-i ahir Namazı, 22-) Şehadet Namazı,23-) İstiska (yağmur) Namazı,24-) Hac Namazı,25-) Cem Namazı,26-) İhrama Giriş Namazı 27-) Kaza Namazı,28-) Tehiyyet'ul-Mescid Namazı,29-) Hacet Namazı,30-) Tevbe Namazı,31-) Şükür Namazı,32-) Tesbih Namazı,33-) Kabir Nur namazı. 34-) Tavaf Namazı 35-) Yolculuğa Çıkış Namazı 36-) Yolculuktan Dönüş Namazı37-) Abdest ve Gusül Namazıİşte Şia ve Ehli Sünnet din adamlarının yüce Allah'a iftira ettikleri ve ümmi insanların zihinlerini felç ettikleri namaz ritüelinin çeşitleri. Yani şimdi siz Allah Resülünün yaşadığı çağda bu namaz çeşitlerinin olduğuna inanıyor musunuz? Size bir şey söyliyeyim. Şia ve Ehli Sünnet dininde olan her şey yalandır. Onların orijinal ve organik din olan İslamla hiç bir ilgileri ve bağlantıları yoktur. Şimdi bu kadar namazı kılan ümmi insanların zaman israflarının ve saf zihinlerine tecavüzün hesabını kim verecek? Bu kadar aldatma ve bilgi kirliliğinden sonra, bırakın bu kadar namaz çeşidini, farz diye bir namazın olmadığını nasıl kabul ettireceğiz?Bu masum ümmetten ne istediniz? Bu ümmete yazık günah değil mi? Başka tepinecek bir saha bulamadınız mı? Demek ki namazın 36 çeşidi yalan ve uydurmaysa, o kalan birinin de yalan ve uydurma olması kuvvetle muhtemeldir. İşte Kur'anla hiçbir bağlantısı olmayan namaz ritüeli bu derece yayılmıştır. Bunun en büyük sebebi dinin namazın üzerine bina edilmesi ve tam olarak günahları imha eden bir özelliğe yani en önemli günah çıkarıcı ibadet yapılmasıdır. Ümmi halk veya üç kağıtçı sahtekarlar için bu büyük bir avantajı beraberinde getiriyor. Her haltı yedikten sonra günahların birden affefilmesi fena bir şey değildir. Vaya kendini yüce Allah'ın karşısında mahcup yani infak gibi önemli bir hayrının olmamasının en makbul mazereti de namaz olması fena bir hesap olmayacaktır. İşte namazlar nasıl yalanlarla gayet rahat üretilmişse, namazın kendisi de yıllar içinde halk tarafından öyle üretilmiştir. Üretime başlama tarihi Allah Resülünün vefatından (632den) sonra artarak iki asır içinde oluşmuş ve Buhari gibileri tarafından sahih yalanlar halinde kurumsal hale getirilmiştir. Filibeli Ahmet Hilmi'nin Tarih-i İslam kitabı'ndan: Reinhart Dozy: Türkler gayet mükemmel namaz kılan bir kavimdir. Fakat onların ibadetlerinde kelimenin yüce manasıyla çok din aranmamalıdır. Türklerde namaz günlük vazifelerdendir. Kendiliğinden anlaşılır ki, bu vazife elbise giymek, işini yapmak, yemek yemek ve uyumak vazifeleri gibi yerine getirilir. Eskiden beri alışılmış bir adet takip edilir. Ne halde bulunulursa bulunsun ve hal ne kadar elverişsiz olursa olsun namaz kılınır. Mesela: Konuşma sırasında bir zat amiyane (müstehcen) bir hikaye anlatırken, o sırada müezzin ezan okumaya başlamışsa, hikayeyi anlatan hikayeyi keser, namazını kılar, sonra hikayesine kaldığı yerden devam eder. Bir tacir yalan söyler, aldatır, sonra namaz kılar, sonra yalan söylemeye ve insanları kandırmaya devam eder. Bir paşa vahşice bazı zulümler veya cinayet için emirler vermekle meşgüldür; ezan okunduğunu işitir, gayet huzurla seccadesini yayar, sakalını sıvazlar, rahat olduğu kadar muhteşem bir sima ile namazına başlar. Namaz kılındıktan sonra zalimane talimatını vermeye devam eder. Çünkü namazı ile vicdanının hiçbir alakası yoktur ve hiç kimse bunda hayret edilecek bir şey görmez, hiç kimse bundan arlanmaz, herkes kılınması gereken zamanlarda namazını kılar ve bununla her şey olmuş bitmiş olur.(Filibeli Ahmet Hilmi; burada Dozy'den alıntı yapıyor Tarih-i İslam, s. 535-536)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(17. YAZI )Said Nursi Kur'an cahili olmasına karşın fikirlerini topluma kabul ettirmiş olduğu için önemli bir şahsiyettir.Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediyesine bakın nasıl bir rivayeti almıştır. Diyor ki:"Büyük bir imam olan İbni Veheb haber veriyor ki :Gazve'i Bedirin (Bedir savaşının) on dört şehidinden birisi olan Muavviz İbni Afra, Ebu Cehil ile döğüşürken,Ebu Cehl-i lain, o kahramanın bir elini kesmiş, o da öteki eliyle elini tutup,Resul'ü Ekrem (a.s.m )ın yanına gelmiş, Resul'ü Ekrem (a.s.m) onun elini yerine yapıştırdı.Tüküruğünü ona sürdü.Birden şifa buldu, yine harbe gitti, şehit oluncaya kadar harb etti" (Sayfa-140 )Cevap :Allah Resulü'nün bu şekilde bir mucizesi olsaydı mutlaka Kur'an'da geçerdi.Çünkü yüce Allah, Kur'anda İsa (a.s) ın daha basit mucizelerini haber vermektedir.(Al-i İmran- 49 ; Maide- 110) Kur'an'ın basiret ve hidayetiyle bizi din adına uydurulan hurafelerden kurtaran Allah'a sonsuz hamd olsun. Aslında ben Risâle-i Nur'daki bu uydurmaları yazarken büyük bir rahatsızlık ve vicdan azabı çekiyorum.Acaba ben Said Nursi'nin bu hatalarının üzerinden manevi bir rant elde ettiğimden dolayı mı bunu yapıyorum?Acaba birisinin ayıbını ve hatasını ganimete mi çeviriyorum? diye cidden rahatsız oluyorum.Fakat Risâle-i Nur talebeleri içinde bu kadar eğitim görmüş, entelektüel, ilim adamı mevcut iken en az beş on kişinin çıkıp Risâle-i Nur Külliyatında Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekküre aykırı hurafelerin var olduğunu neden itiraf etmiyor?İşte o zaman bizim bunları ele almamızın hiç bir anlamı kalmayacaktı.Bütün bu hurafelere ragmen F Gülen hala ne zaman konuşmaya başlasa "Piri mugan, Hz. Pir, Hz. Pir deyip duruyor. Şia, Ehli Sünnet ve yan kuruluşları olan tarikat ve cemaatlerde adınızın önüne"Gavs, Bediuzzaman, Kutup, Mevlana, Efendi Hazretleri, Mürşidi Kamil,Şeyh Kuddise Sirruhu" gibi saçmasapan lakaplar gelebilmesi için inanç ve fikirlerinizin mutlaka Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekküre aykırı olması gerekir.Bakın Said Nursi Mektubat- 19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediye adlı eserine hangi rivayetleri almış. "Başta İmam-ı Beyhaki, Ehl-i Hadis haber veriyorlar ki, İmam-ı Ali gayet hasta idi.İzdırabından, kendi kendine dua edip inliyordu.Resül'ü Ekrem (a.s.m) geldi.Dedi : "Allah'ım ona şifa ver "ve ayağıyla Hz.Ali'ye dokundu "Kalk" dedi.Birden şifa buldu. İmamı Ali der ki: "ondan sonra o hastalığı hiç görmedim"(Sayfa- 141) İmamı Bagavi, tahrici ve tashihi ile haber veriyorlar ki :Aliyyibni-l Hakemin Gazve-i Hendek'te kuffarın darbesiyle ayağı kırıldı.Resül'ü Ekrem ( a.s.m ) meshetti, dakikasında öyle şifa buldu ki, atından inmedi"(Sayfa- 141 )"İbni Ebi Şeybe (muhakkiki kamil ve muhaddisi meşhur) haber veriyor ki: Bir kadın, bir çocuğu Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ın yanına getirdi.O çocukta bir bela vardı, konuşmuyordu, aptal idi, Resul'ü Ekrem (a.s.m ) bir su ile mazmaza ( ağzını çalkaladı) etti, elini yıkadı, o suyu kadına verdi. "Çocuğa içirsin" ferman etti.Çocuk o suyu içtikten sonra, hastalığından ve belasından bir şey kalmadı.Öyle bir akıl ve kemal sahibi oldu ki, ukala-i nasın(en akıllı insanların) fevkine çıktı. (Sayfa- 141)Naklı sahih ile, Hz. İbni Abbas demiş ki :Resul'ü Ekrem ( a.s.m ) a mecnun bir çocuk getirildi, mübarek elini onun göğsüne koydu : Birden çocuk istifra etti, içinden küçük hıyar kadar siyah bir şey çıktı, çocuk şifa buldu, gitti" (Sayfa-142)Cevap : Çocuğun iyi olabilmesi için içinden değil, kafasından bir şey çıkması gerekirdi.Hiç olmazsa uydurup yazarken bunu düşünun.Said Nursi bu hurafeleri eserine almakla nasıl batıl bir inanç ve yanlış uygulamalara kapı araladığının farkında olmadığını müşahede ediyoruz.
1 Mart 2022 Salı
İBLİS-ŞEYTAN-MELEK-MELEKLER" Melek, göklerde ve yerde yüce Allah'ın güç ve iradesini temsil eden yasalar ve doğal kanunlar anlamına gelmektedir. Mesela: Secde- 11. âyette "melekül mevt-ölüm meleğinden" (ölum yasasından) En'am 61.âyette "vefat ettiren Resüllerden,(yasalardan) Enfal-50; Muhammed-27; Yunus-104.âyetlerde de" ölüm meleklerinden (ölüm yasalarından) söz edilmektedir. Zümer-42; Nahl-70; Yunus-104; Mâide-117.âyetlerde de, aslında vefat ettirenin koyduğu yasalar gereği yüce Allah olduğu açık olarak haber verilmektedir. Yani Şii ve Sünni din adamlarının iddia ettikleri gibi azrail adında melek ve yüce Allah'tan bağımsız olarak melekler bulunmamaktadır. Kur'an'da Adem-melekler kıssasında simgesel bir anlatım tarzı bulunmaktadır. Yani kıssada anlatılanlar, olup gitmiş ve bitmiş şeyler değil, kiyamet gününe kadar devam edecek insanın hayat ve yaşam serüvenin manzarası veriliyor. Yüce Allah yerde sadece avlanması ve üremesi olan beşere insan kimliğini ve formatını atmadan önce, o zamana kadar dünya üzerinde yüce yaratıcının gücünü temsil eden melekler göklerde ve yerde olan madde ve enerji olan doğal güçlerden oluşuyordu. Yeryüzü yüce Allah'ın kuvvet ve kudretiyle onlar tarafından şekilleniyordu. Şu âyetlerde meleklerin, müminlere huzur, güven, cesaret ve destek verme anlamında kullanıldığını görüyoruz. (Enfal-9, 10, 11, 12; Fussilet-30)Vefatları anında melekler huzur ve güven şeklinde müminlerin gönüllerine nazil olurlar. (Nahl-32; Fussilet-30)Ama ilahi iradenin gereği olarak uzun yıllar beşer olarak yaşamış olan vahşi canlıya insan formatı atılmıştır.Yani artık yeryüzünün şekil almasında melekler insanın emrine musahhar kılındılar. Yani yüce Allah, insan akıl ve iradesinin yani ilim ve icad etme yeteneğinin önünde melekleri secde ettirmiştir. Herşeyin öncesi ve sonrasını bilen ve programlayan yüce Allah, tüm gökleri ve yeri daha öncesinde yaratacağını sadece kendisinin bildiği "İnsan türü" için hazırlamıştır."Hani Rabbin bir zaman meleklere (göklerde ve yerde bulunan enerji ve doğa güçlerine; ''Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturacağım. Onu düzgünleştirip ruhumdan üfleyip (akıl, vicdan, irade, yetenek, icad, merhamet, cömertlik ve bilgi ile donattığım zaman) derhal ona secde edin (boyun eğip teslim olun) demişti. Bunun üzerine İblis hariç melekler (göklerde ve yerde olan doğal güçlerin) tümü hep birlikte secde ettiler (boyun eğip, teslim oldular). İblis büyüklük tasladı ve o kafirlerden oldu. (Sad-71, 74)Kur’anda; ''Meleklere yeryüzünde bir halife atayacağım diye haber verilmesi'', ''Meleklerin bu karara, kan döken birini mi halife yapacaksın itirazı'' ''Meleklerin ve İblisin Adem'e secde etmesinin istenmesi'' gibi daha pek çok anlatım ve olay simgesel olarak yani bir temsil ve mesel olarak anlatılır. Yani gerçek anlamda böyle bir şey olmamıştır. Mesela: ''cennet ve cehenneme girecek olanların durumlarını'' anlatan âyetlerde de yine ''temsili bir sahne ve konuşmalarla'' aynı simgesel anlatım tarzını, yani ''teatral'' bir anlatımı görmekteyiz. Ama Kur'an'ın muhteşem edebiyat ve belağatını, âyetlerdeki mükemmel anlatım sistemini yani hikmet ve tekniğini kavrayamayan Şii ve Sünni din adamları, bu konuşmaları gerçek zannederek basit bir mantıkla sanki ''yüce Allah ve Meleklerini insanlar gibi karşılıklı konuşturan'' uydurma rivayetlerin ardına düşmüşlerdirŞia ve Ehl-i Sünnette var olan Allah ve mekekler inancı yaşamış oldukları saltanata uygun düştüğü için benimseniyor. Halbuki atomlardan protonlara rüzgarlardan uykuya kadar her şey melektir. Meleklere iman demek, bütün bunların Allah'ın ilim ve iradesiyle olduğunun bilincine varmak damektir. Aslında rivayetlerde yani geleneksel zihinlerde var olan algı gibi, Allah ve Melekleri arasında hiçbir zaman "karşılıklı bir konuşma ve dialog" meydana gelmemiştir. Yüce Allah'a böyle bir şeyin izafe edilmesi doğru değildir. Yüce Allah bu gibi şeylerden uzaktır, münezzehtir.Yüce Allah yarattığı her şeyi bir kanun ve kaideye bağlamış, insanların bunu rahat algılamaları için ilim olarak onların akıl seviyelarine indirgiyerek bunlara "melek" ve "melekler" adını vermiştir. Dolayısıyla Adem, İblis ve Melekler kıssasından almaları gereken ibret ve dersleri bu tarz bir söyleşi ile simgesel anlatarak insanların akıllarına çok geniş bir manevra alanı sunmuştur. Yani yeryüzünde kurduğu ilahi yasalara göre rüzgar, güneş enerjisi, yağmur gibi tüm yönetim güçlerinin (meleklerin) artık halife olarak atayacağı insan türünün akıl ve iradesinin emrine gireceğini, ona secde edeceklerini bu anlatım tarzı ile son vahiy olan Kur'anda bizlere haber vermiştir. Yani Âdem, Melekler, İblis ve Şeytan olayının sergilendiği sahne olmuş bitmiş bir oyun değildir. Kiyamet gününe kadar varlığını devam ettirecek gerçek bir akıl, yetenek, imtihan ve icad sahnesidir. Önemli olan bu hayat sahnesinde kim neyi temsil ediyor? Anlatılmak istenen nedir? Melekler, yüce Allah'ın göklerde ve yerde var ettiği güçler anlamına geliyor. Zaten melek, kök itibariyle "güç" demektir. Mülk, güç ve hükümdarlık demektir. Melik, kral ve hükümdar anlamına gelmektedir. Mélik, sahip ve sözü geçen, kudret sahibi demektir. İblis, kibir, küfür, şirk, haset, ve ırkçılığı temsil ediyor. Sahnede var olan şecere ise, şirk, hurafe, insanları vahiy'den uzaklaştıran karmaşık, çerpeşik, sanal, uydurma, zan ve algı gibi şeyleri temsil ediyor. Ağaca yaklaşmayın sözü, vahyi temsil ediyor. Şeytan, insanını nefsinde var olan "hırs, kibir, cimrilik, şehvet, kızgınlık, yalan, ırkçılık" gibi olumsuz duyguları temsil ediyor. Melekler, "sabır, cömertlik, güzel ahlak, merhamet, dürüstlük" gibi erdemli duyguları temsil ediyor. Temsilde geçen secde ise, ''tereddütsüz kabul etmek, boyun eğerek teslim olmak, itaat etmek'' anlamına gelmektedir. Karşısındaki hakim gücün emir ve hükümranlığını yani otoritesini kesin olarak kabul etmektir. İşte bundan dolayı temsilde sahnelenen oyunda; ''Allah’ın kodladığı bütün emirlerine harfiyen uyan, O’na hiç isyan etmeyen, insanın yararına olarak yaratılmış ve görevlendirilmiş yağmur, su, rüzgar, enerjisi olan bütün doğal güç- Meleklerinin" yani göklerde ve yerde bulunan kanunların, ince bir ayar ve hassas bir denge ile onları ayakta tutmak için yüce Allah'ın yaratmış olduğu çeşitli enerji türlerinin ve güçlerinin insanın emrine verilmesini ve ona destek olmalarını, onun emrine girmeyi kabul ettiklerini ''simgesel olarak'' dile getirilmektedir. Adem’e yani ''İnsanın akıl ve yeteneğine secde eden meleklerin''geleneksel dinde anlatıldığı gibi üç boyutlu nesnel yapılarıyla, uydurma dinin ümmileri gibi sürekli namaz kılan, niyazda bulunan Melekler olmadığı,aksine bu ''secde eden Meleklerin'' insanda bulunan (Allah’ın Adem’e Ruhumuzdan üfledik ifadesiyle verdiği) ''akıl, irade, yetenek, icad, vicdan, zihin, zekâ, hafıza, bilgiye sahip olma ve onu kullanabilme'' kabiliyeti gibi zihinsel fonksiyonlar ve Allah'ın bahşettiği ''el ve ayak becerileri'' gibi motor fonksiyonlar ile ''doğal dengede var olan su, madenlerdeki elementler, çekim kuvveti, itme gücü, kaldırma ve basınç kanunları, sıcaklık, ısı, enerji çeşitleri, yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ateş gibi, yani insanın dışında doğada mevcut diğer tüm canlılar ve güçlerden'' oluştuğu ve tüm bu sayılanlardan insanın istediği gibi teknoloji üreteceği ve her alanda hayatını kolaylaştırmak için onlardan yararlanabileceğini anlaşılır. Çünkü doğada insanın dışında bulunan bütün varlıklar ve güçler (enerji türleri) ''insana secde edip onun aklına boyun eğmişlerdir'', insanın aklını, gücünü, yeteneğini kabul etmişler, hizmetine amade kılınmışlardır. Bu secde kıyamet gününe kadar da kesintisiz olarak devam edecektir. Yani beşer olan ve henüz insana ait donanıma sahip olmayan Adem’e ''Ruh (akıl, irade, vicdan ve bilgi) üflendiğinde'' (akıl, ilim, icad, sanat, merhamet, adalet, cömertlik gibi Allah'a ait sıfatlar verildiği) zaman, beşer olan Ademinsan olan Adem'e dönüşmüş, bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir, onlardan yararlanabilir hale gelmiş, bilgisi geliştikçe de doğaya hükmetmeye başlamış hatta doğal dengeyi tahrip edebilecek bir güç ve kuvvete ulaşmıştır.Halife, yani insan, kendisine emanet edilen ''yeryüzü yönetimi'' gerçeğini, kavramak ve mevcut doğruları idame ettirmek zorundadır. Bunu yapabilmek için kendisine ''Meleklerin yönetimi ve gücü'' tahsis edilmiştir. Böylece hayvanları evcilleştirmiş, etinden, sütünden, kılından, postundan yararlanır hale gelmiş, rüzgâra hükmedip elektrik enerjisini elde eder, gemileri suda yüzdürür olmuş, ateşle madenleri işlemiş, ağaçları istediği amaçta kullanabilmiştir. Havanın kaldırma gücünden yararlanmış, uçaklar uçurmuştur. Bugün ise uzaya çıkmıştır. Bilgisayarla iletişim teknolojisini geliştirmiş, akıllı telefonlara sahip olmuştur. Bütün bunlar varlıkların, yani Meleklerin, yani doğa güçlerinin beşerden ''İnsana terfi eden Adem’e secde/boyun eğip itaat ettiğinin'' göstergesidir. Uydurma rivayetlerde anlatıldığı gibi Meleklerin insanlar gibi üç boyutlu bir yapıya bürünüp, ''yatıp kalkıp namaz kıldıkları'' gibi bir ibadet söz konusu değildir. Yani Meleklerin secde etmesi, gelenekçi din anlayışının iddia ettiği gibi "Meleklerin Adem'e karşı yere kapanıp alınlarını yere koyması" olarak şekilsel bir anlam Şii ve Sünni din adamlarının inancına uygun olabilir.Fakat Kur'an'ın tevhid ilkesine aykırıdır. Secde ederek boyun eğen, yani insanın emrine giren Melekler; insanın hüküm süreceği dünya hayatındaki güzel ve olumlu gücü temsil eden ''Meleke'leri'' olmuşlardır. İblis ise secde etmeyerek yani boyun eğmeyerek, insanın iradesi altına girmeyi reddederek dünya hayatında insanın kontrol altına alamadığı, ''olumsuz ve kötülüğe sevkeden güce'' yani ''şeytana'' dönüşmüş oluyor. Aslında Kur'anda bir kaç yerde tekrarlanan o sahne, yani "Meleklerin ve iblisin Adem'e secde etmeleri yani boyun eğme" emrine verdikleri cevabın sonucu şu olmuştur;Meleklerin insanın emrine verilmesi ile "güzel-olumlu Meleke'lerimiz" olmaları ve iblisin insanı Allah'ın yolundan alıkoymayı amaç edinen, kötülüğe sevkeden, ''olumsuz güdülerimize'' yani ''şeytana'' dönüşümüdür.Dolayısıyla şeytan, insanın zihin dünyasından, istediğini yapabilme gücüne sahip, bağımsız olan bir varlık değildir. Bütün bu âyetlerde verilmek istenen mesaj ve anlaşılması istenen ilahi gerçek; işte bu ilahi muradın gerçekleşmesinin anlatımıdır.Bunların hepsi zaten Allah'ın önceden yaptığı bir plan ve programın sahnelenmesi ve hayata geçirilmesidir. Yani Kur'anda bu konuyla ilgili âyetlerdeki akış içinde yer alan anlatımlardan asıl amaçlanan; "ilahi muradın yerine getirilmesinin anlaşılması" içindir. Meleklere ''Adem'e secde edin'' demek; aslında ''beşer olanı insan yapan'', iyi ve kötüye yönlendirebilecek her türlü manevi, duygusal, psikolojik davranışları harekete geçirecek kaabiliyetler ve yetiler, yani ''vicdan, sevinç, güven, irade, dayanıklılık, metanet, sevgi, zorluklara dayanıklılık, sabır, düşünme, idrak etme, eğriyi doğrudan ayırma, ahiret bilinci, Allah'a iman, tevekkül, takva, bilinç sahibi olmak, icat etmek, eldeki verilerden sonuçlar çıkarmak, koordinasyon, bilişsel faaliyetler, akletme, olaylar arasında bağlantı kurmak gibi birçok insana ait faaliyetleri yapmasını sağlayacak "Meleke'leri" insanın emrine vermesidir. Melekler aslında insana ait özellikleri ve faaliyetleri, icad etme yetenekleri, kaabiliyetleri ortaya çıkaracak Meleke'lerdir. Yani insana ait olan bu zihinsel ve bilişsel kaabiliyet ve faaliyetleri ''bize (Adem'e) secde eden, boyun eğen Melekler eliyle'', Melekler üzerinden harekete geçirip meydana getirebiliriz. Meleklerin Adem'e-İnsana secde etmesiyle; ''iyi yönde tüm Meleke, icad etme yetenek ve kaabiliyetler insanın emrine verilmiş ve bu iyi yönlü faaliyetleri kontrol edebilme gücü insana sunulmuştur. İblisin temsil ettiği kötü yönlü faaliyetler, yetiler ise İblisin (aslında ilahi murad gereği) secde etmemesi sonucunda Adem'in/insanın kontrolü dışında kalmıştır. Bu kötü yönlü tüm faaliyetler, yani ''isyan, küfür, kötülük, sapkınlık, Allah'a itaatsizlik, şirk koşma, zarar verme, yıkıp yakmak, kan dökmek gibi.'' iblisin secde etmemesi ile insanın kontrolü dışında kalmıştır ve ''ancak'' güzel yönlü amellerimizin, irademizin, faaliyetlerimizin baskısı altında tutularak, ortaya çıkmaları engellenerek kontrol altına alınabilecek olumsuz, şeytanî yönümüzdür, kendi şeytanımızdır. Yoksa insandan başka cin de yoktur şeytan da yoktur. Yani şeytan bizi her türlü kötülüğe yönelten, olumsuzlaştıran ve böylece Allah'ın dosdoğru yolundan alıkoyan, bu yolda ilerlememizi engelleyen ''içsel dürtü ve zihinsel güdülerimizdir'Şeytan bu kötü yönlerimizi açığa çıkarmak ve böylece insanları ''Allah'a karşı kibir, ğurur, isyan, küfür, şirk, kötülük gibi yollara saptırmak için Allah'tan kıyamete kadar mühlet istemiş ve Allah bu ilahi muradını bu şekilde gerçekleştirecek kurguyu, ilahi kanunlarına göre belirleyip başlatmıştır.Hamd-övgü, göklere ve yere yaradılış yasalarını koyan, Melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a özeldir. O, yaratmada dilediğini arttırır. Allah, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. (Fatır-1)Kur'anda iki, üç veya dört kanatlı olarak tarif edilen Meleklerin aslında bilinen anlamda kanatları yoktur. Bu ifade sadece ''Meleklerin farklı gücünü'' simgeler.Dumansız ateş, nur, yani ''saf enerji ve titreşimden'' oluşan Melekler ''Varlık Aleminde'' herşeyden sorumludur, ilk yaratılanlardır ve yüce Allah'ın güç, kuvvet, ilim, hikmet, rahmet ve iradesini temsil ederler.Evrendeki bütün doğa olayları, insanda bulunan bütün duygusal yeteneklerimiz, bütün hissiyatlarımızın hepsi birer Melektir. Fakat yüce Allah'tan ayrı ve bağımsız değillerdir. Yani koyduğu yasalardır ve emrinin dışına asla çıkamazlar.Yoksa kaos olur, denge bozulur, her şey alt üst olur. Çünkü gerçekte her şeyi yapan yüce Allah'tır. Bir yaprak O'nun iradesi ve ilmi yani yasası dışında yere düşmez, bütün işler O'na döner. Her Melek yaratılış amacına uygun olarak kendisine verilen görev alanından ve onu yerine getirmekten sorumlu birer güç ve enerji değişimidir.Doğal olarak bilgisi de kendisine verilen kadardır. Yani görevi neyse ona sadece o öğretilmiştir ve fazlasını bilmez. Melekler görevlerini, güçlerini Allah'ın iradesinin dışında asla kullanmaz, kullanamaz. Melek kavramını ''Allah'ın tek bir formda yarattığı bir güç, enerji'' olarak algılamak doğru olmaz;''insanları duygusal olarak motive ederek destekleyen ve böylece içindeki potansiyel gücü maksimum bir şekilde kullanmasını sağlayacak bir etken olarak da, duygusal destek formunda da hayat bulur, doğa olaylarını oluşturan tüm hareketleri sağlayan rüzgar, ısı, sıcaklık, itme, kaldırma, yerçekimi, enerji değişimleri, formunda da hayat bulabilir'Meleklerin insanın duygusal dünyasını etkileyen ve iç dünyasında meydana getirdiği değişimlerle insana özgü farklı duygulara yol açan birer ''duygusal enerji'' olduğunu aşağıdaki âyetler ortaya koymaktadır;"Eğer siz ona yardım etmezseniz, andolsun ki Allah ona yardım etmişti. Hani hakkı yalanlayan kafirler onu (Mekke'den) çıkardıklarında iki kişiden ikincisiydi. İkisi mağaradayken, o, arkadaşına: ''hüzünlenme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir.'' demişti. O anda Allah ''sekinetini'' üzerine indirmişti yani Onu, ''sizin görmediğiniz ordularla'' desteklemişti yani kafirlerin sözünü(davalarını) alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise en yüce olandır. Allah, Aziz'dir, Hakim'dir" (Tevbe-40)Sonra Allah, Resul'ünün ve müminlerin üzerine ''sekinetini'' (huzur-güven) indirdi yani ''görmediğiniz ordular indirdi'' yani hakkı yalanlayan kafirlere azap etti. İşte kafirlerin cezası budur. (Tevbe-26)Bu âyetlerde yüce Allah'ın lütuf ve inâyetiyle Resûl'e, müminlere ve zor durumda kalanlara görünmeyen güçlerle yani Melekler ile destek vermesi anlatılıyor. Aslında aynı zamanda zihinsel ve duygusal birer etkileşime yol açan, yani insanın iç dünyasında, ruhunda, kalbinde kişiyi olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyen tüm ''haleti ruhiye diye tabir edilen hissiyatlar'' birer Melek-Meleke'dir yani insanın içinde var olan potansiyeldir. Dolayısıyla insanın duygusal zihninde meydana gelen ''sevinç, güven, sevgi, öfke, üzüntü, inanç, direnme, yetinme, metanet, sabır gibi duyguların hepsi birer Melektir"Hani siz, Rabbinizden imdat diliyordunuz. O da ardı ardına bin Melekle yardım edeceğim diye, isteğinize karşılık vermişti. (Enfal-9)"Andolsun! Ezilmiş olduğunuz halde Bedir'de de Allah size yardım etmişti. O halde, Allah'a karşı takvalı olun ki şükretmiş olasınız.Hani! Sen mü'minlere: ''Rabb'inizin, indirmiş olduğu üç bin Melekle yardım etmesi size yetmez mi?'' diyordun.Evet! Sabreder ve takvalı davranırsanız, düşman size hemen saldırsa bile, Rabb'iniz, size, seçilmiş beş bin Melekle yardım eder.(Âli İmran-123-125)İşte bu âyetlerde Rabbimiz olan yüce Allah inananlara savaşta bin, 3 bin, 5 bin Melekle yardım ediyor. Buradaki 3 bin, 5 bin Melek kavramları şunları ifade eder;Orada savaşan müminlere, ''kural ve kaidelere göre akıllıca hareket etme yetisi, uykusuzluk, sabır ve metanet, açlık, susuzluk çekmemek, attığını vurma, kılıçlarının keskinliği, güneşin sıcaklığının onları rahatsız etmemesi, havanın serinlik vermesi'' gibi bir sürü duygusal destek sağlayan hissiyatlar aslında Allah'ın yardım için gönderdiği Melekleri'dir.Yüce Allah sadece hidayet ve sapkınlığı indirdiği vahye bağlamış, bu konuda insanın özgür iradesini meleklerin mudahalesi dışında tutmuştur. Ancak melekler iman edenlere yardım ve kafirlere korku verir azap ederler. Yani seçilmiş beş bin, üç bin Melekle destekledik demek; ''düşman kendilerinden daha güçlü olsa bile, inananları düşmanı yenebilecek bir ruh haline sokan sabır, metanet, güven, inanç, sıhhat, güç, cesaret, dirayet gibi binlerce zihinsel ve duygusal güçlerle-Meleklerle destekledik'' demektir.Yüce Allah'ın insanlara dünya hayatında doğru yolu bulmaları için verdiği en büyük destek; kuşkusuz insanlık tarihi boyunca Elçileri ile gönderdiği ilahi mesajlarını içeren ve Kur'anda ''Ruh'' diye adlandırılan ''Vahiy'dir'' İnsanları uyaran ve takvalı olmaya çağıran Elçilerini desteklemek için onlara ''vahiy'' ve emrine amade olan, boyun eğen, secde eden ''Melekler'' gönderir;Allah, ''Benden başka ilah yoktur, öyleyse bana karşı takvalı-vahyin korunma alanında olun'' uyarısında bulunmaları için kullarından dilediğine/Elçilerine emrinden ''Ruh/Vahiy'' ve ''Melekleri/göklerde enerji olan doğa güçlerini'' indirir. (Nahl-2)Bütün bu anlatılanlar çerçevesinde düşünüp, sorguladığımızda; acaba ''Kur'an'ın Melek kavramı ile bir bağlantısı olabilir mi? Bu konuyu, Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75) âyetinin bağlamında değerlendirip, Kur'an'ın özelliklerini inceleyerek,KUR'AN-MELEK-RESUL kavramları arasındaki bağı, yalnız âyetlere dayalı olarak analiz ettiğimizde nasıl bir ilişki olabileceğine bakabiliriz. MELEK KAVRAMI VE KUR'AN"Allah, Meleklerden de Resûller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir" (Hac-75)Peki melek neydi? Melek, yüce Allah'ın gücünü temsil eden tüm varlıkları kapsar. Bu bir doğa olayı, rüzgâr, ısı, basınç, yer çekimi, kaldırma gücü, sıcaklık ta olabilir, insanları doğru yola, iyiye, güzele, Allah'a imana, Allah'a sevgiye, Allah'a güvene, Allah'a tam bir teslimiyete yönlendiren, tüm bu "duyguları/Meleke'leri" kazandıran bir "Vahiy/Kitap" ta olabilir. Bu vahiy-kitap sıradan basit bir kitap değildir.Bu vahiy-mitap göklerde var olan en güçlü ilahi mesajdır, yani Melek'tir. Melek, sadece Allah'ın yarattığı ve kendisine verilen görevi yapan ilâhi yasalar değildir.Melek aynı zamanda enerji, belli bir amaca yönelik her türlü doğa olayı, bir açıdan da Meleke'lerimiz, yani insanın emrine verilmiş ve insanı yönlendiren her türlü duygusal, zihinsel, bilişsel, manevi etkileşime yolaçan, duygusal tepkilerimize yön veren ruhani bir güçtür.İnsanı doğruya, eğriye, yanlışa, iyiye yönlendiren, sevgi, hırs, öfke, rekabet, merhamet, sabır, dirayet, sebat gibi tüm duygusal etkileşim ve zihinsel faaliyetlerimiz ''Melekler'' tarafından yönlendirilen manevi, ruhsal enerjimizin ortaya çıkardığı ''Meleke'lerimizdir''Allah'ın insanları Sırat-ı Müstakim'e yönlendirdiği ve hidayete ilettiği esas Melek; işte her topluma gönderilmiş olan, Allah'ın doğru dinine götüren ve ebedi mutluluğa erişebilmek için uymaları gereken ilahi kurallar ve hükümlerini içeren ''vahiy/İlahi mesajlar- kitap'tır''İşte bu açıdan bakıldığında insanı doğruya, Allah'ın yoluna yönlendiren tüm ilahi mesajlar, yani gönderdiği tüm vahiyler/kitap'lar da birer Melek'tir. Bu ilahi mesajların sonuncusu, Allah'ın insanlığa tebliğ etmesi için son beşer Elçisi Muhammed (a.s) a gönderdiği, insanlığa hidayet rehberi, bir nur olarak gelmiş, kıyamete kadar bütün insanlara içerdiği ilahi mesajlar ile uyarı ve ikaz görevini yapacak ve sırat-ı müstakime ulaştıracak son vahiy olan Kur'an'da işte bir Melektir.Kur'an Allah'ın gönderdiği bir Melek olarak ve Beşer Resûl Muhammed (a.s) ile aynı muhteviyatta olması hasebiyle, O'nunla aynı özelliklere sahip olması, yani müjdeleyici, uyarıcı, öğüt verici, rahmet, karanlıktan aydınlığa çıkarma, yani bir Resulde bulunabilecek tüm özelliklere sahip olması ile Kur'an'da bir Resül'dür. "Elif, Lâm, Râ! Bu Kuran, insanları Rab'lerinin izniyle ''karanlıklardan aydınlığa çıkarman'' Aziz, Hamid olan Allah’ın yoluna iletmen için, sana indirdiğimiz bir kitaptır. (İbrahim-1)"Sizi ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. (Hadid-9)"İman eden ve salih ameller işleyenleri ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için, Allah’ın apaçık âyetlerini size okuyan bir Resül göndermiştir. (Talak-11)"Allah, kendi rızasına tâbi olanları, bu kitap-Kuran vesilesiyle selâmetin yollarına ulaştıracak yani izniyle-yasasıyla onları ''karanlıklardan aydınlığa çıkaracak'' yan onları sırat'ı müstakime hidayet edecektir" (Maide-16)Yani yüce Allah açıkça tekrar aynı gerçeği buyuruyor;Peki Allah'ın insanlardan seçtiği Resulleri zaten biliyoruz, Melek olan Resül nedir? Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75)Tüm bu anlatılanlara, ilgili âyetlere, Melek kavramının gerçek anlamını ortaya koyan ayetler eşliğinde ve Hac-75 bağlamında baktığımızda açık ve net bir şekilde görüyoruz ki; her ikisi de aynı içeriğe sahip olan ve Allah'ın insanlardan seçtiği RESÛL; Muhammed (a.s) gibi Resüller iken, Meleklerden seçtiği RESÛL DE; vahiy'dir yani Kur'an'dır. Yani Kur'an, meleklerden bir resüldür. Mesela: "...O gecede, Rablerinin izniyle-yasasıyla melekler yani ruh her iş için iner dururlar" (Kadr-4)Mesela: "Ruh yani melekler saf saf olup kıyam ettiği gün,..." "Bütün kötü duygu ve dürtüler şeytandır..."(Âraf-200, 201)"İnsanı cimriliğe sevkeden duygu şeytandır..."(Bakara-268) "Haset şeytandır.."(Yusuf-5) "İnsanı kötülüklere yönlendiren vesvese şeytandır..."(Âraf-20) "Şeytan" kavramlarının büyük çoğunluğu insan şeytanlarını anlatırken, bir kısmı da insanın içinde var olan zihinsel şeytanlardan söz etmektedir.Mesela: İnsanlar için faydalı olan yani zararlı mıkroplardan koruyan mikroorganizmalar yüce Allah'ın birer askeri anlamında melek olurken, ona zararlı olan mikroorganizmalar da şeytan oluyor. Yani hem insanın iç dünyasında maddi ve zihinsel melek ve şeytan vardır. Hem de dış dünyada melekler ve şeytanlar vardır. İnsan içinde var olan zihinsel şeytanın tuzağı zayıftır (Nisa- 76)"İnsanda var olan gurur ve kibir şeytandır..." (Nisa- 120)Kötülüklere yönlendiren tüm kötü ameller şeytandır.Yani onu vahiy'den uzaklaştıran, insanların arasına kin ve düşmanlık duygu ve dürtülerini yerleştiren de şeytandır. Yani bunlar insanın içinde var olan zihinsel şeytanlar olabildiği gibi, dış dünyada olan insan şeytanları da olabilir.İnsanın maddi ve manevi olarak temizleyen her şey melektir.Kur'an'da var olan meleklerin tesbihleri, yüce Allah'ın kendilerine yüklemiş olduğu görevleri yerine getirmeleri anlamına geliyor. Yüce Allah'a din öğretmeye kalkan din adamları şeytandır. Saçıp savurma şeytandır. İnsanı Kur'an'dan uzaklaştıran her şey şeytandır. Yani şeytan insanın dışında olan, ondan bağımsız ve bağlantısız bir varlık değildir. İnsanı kötülüklere yönlendiren, helali haram kılan, vahiy'den uzaklaştıran, cimrilikle korkutan, ahlaksızlığı telkin eden yine şeytandır.Mesela: İnsanlar için faydalı olan mikroorganizmalar yüce Allah'ın askerleri anlamında birer melektirler. Zararlı mikroorganizmalar da birer şeytandır. Mısırd kadınların Yusuf (a.s) için dedikleri "bu beşer değil, "mekekün kerim" "kerim bir melektir" ifadesi, yani "değil böyle bir şey yapması, beşeri dürtüleri olmayan bir melek kadar saf ve masum" anlamına gelmektedir. Yani aslında kadınlar meleğin hangi anlama geldiğini biliyorlardı. Yüce Allah'ın âhirette meleklere bu müşrikler size mi ibadet ediyorlardı (Sebe-41) dediği melekler de güneş, ay, rüzgar, su ve yağmur gibi Allah ın gücünü temsil eden doğadaki varlıklardır. Meleklerin de "bunlar cinlere ibadet adiyorlardı" (Sebe-42) şeklinde cevap vermeleriyle, cinlerin bilinmeyen, tanınmayan, farkında olunmayan, yabancılar anlamına geldiklerini anlıyoruz. Yani melekler lisanı halleriyle "onlar neye ibadet ettiklerinin bile farkında değillerdi" diyorlar. İnsana yararlı olan ve emrinde olan her şey melek, ona zararlı olan ve emrine girmeyen her duygu ve dürtü şeytandır. Şeytan ve melek hem insanın iç dünyasında hemde dış dünyada vardır. "Düşmanlık, haset, kin, cimrilik, gurur, kibir, nankörlük, acelecilik, zulüm gibi kötü duygular zihinsel şeytanla ilgilidir. "İbadet, ittiba yani tâbi olma, vâdetme, Allah ile aldatma, tağut, evliya, davet gibi somut kavramlar şeytan tabiatlı din adamları ile ilgilidir. Yani aslında uydurma dinin temsilcileri şeytanın ete kemiğe bürünmüş şeklidirler. Yine aynı şekilde çoğul halinde yani "şeyétin" "şeytanlar" olarak geçen bütün yerlerde, Allah ile aldatan, Allah'a iftira eden mezhep önderleri yani din adamları anlamında kullanılmıştır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(149.YAZI) 28-) Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım."29-) "Ona tesviye ettiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secde edin!"30-) Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler.31-) Fakat İblis hariç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı.32-)(Allah:) Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir? dedi.33-) (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir beşere secde edecek değilim, dedi.34-35) (Allah) şöyle buyurdu: Öyle ise oradan çık! Sen racimsin! Yani kıyamet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır!36-) (İblis:) Rabbim! Öyle ise,(varlıkların) tekrar dirileceği güne kadar beni gözetle (neler yapacağım), dedi.37-) Allah buyurdu ki: "Sen gözetlenenlerden olacaksın. 38-) "Mâlum vaktin gününe kadar..."39-) (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni şaşırtmana karşılık ben de yerde onlara (günahları) süsleyeceğim yani onların hepsini mutlaka şaşırtacağım. İBLİS-ŞEYTAN-MELEK-MELEKLER" Melek, göklerde ve yerde yüce Allah'ın güç ve iradesini temsil eden yasalar ve doğal kanunlar anlamına gelmektedir. Mesela: Secde- 11. âyette "melekül mevt-ölüm meleğinden" (ölum yasasından) En'am 61.âyette "vefat ettiren Resüllerden, (yasalardan) Enfal-50; Muhammed-27; Yunus-104.âyetlerde de" ölüm meleklerinden (ölüm yasalarından) söz edilmektedir. Zümer-42; Nahl-70; Yunus-104; Mâide-117.âyetlerde de, aslında vefat ettirenin koyduğu yasalar gereği yüce Allah olduğu açık olarak haber verilmektedir. Yani Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni din adamlarının iddia ettikleri gibi "azrail" adında melek ve yüce Allah'tan bağımsız olarak melekler bulunmamaktadır. Kur'an'da Adem-melekler kıssasında simgesel bir anlatım tarzı bulunmaktadır. Yani kıssada anlatılanlar, olup gitmiş ve bitmiş şeyler değil, kiyamet gününe kadar devam edecek insanın hayat ve yaşam serüvenin manzarası anlatılmaktadır. Yüce Allah yerde sadece avlanması ve üremesi olan beşere insan kimliğini ve formatını atmadan önce, o zamana kadar dünya üzerinde yüce yaratıcının gücünü temsil eden melekler göklerde ve yerde olan madde ve enerji olan doğal güçlerden oluşuyordu. Yeryüzü yüce Allah'ın kuvvet ve kudretiyle onlar tarafından şekilleniyordu. Şu âyetlerde meleklerin, müminlere huzur, güven, cesaret ve destek verme anlamında kullanıldığını görüyoruz. (Enfal-9, 10, 11, 12; Fussilet-30)Vefatları anında melekler huzur ve güven şeklinde müminlerin gönüllerine nazil olurlar. (Nahl-32; Fussilet-30)Ama ilahi iradenin gereği olarak uzun yıllar beşer olarak yaşamış olan vahşi canlıya insan formatı atılmıştır.Yani artık yeryüzünün şekil almasında melekler insanın emrine musahhar kılındılar. Yani yüce Allah, insan akıl ve iradesinin yani ilim ve icad etme yeteneğinin önünde melekleri secde ettirmiştir. Herşeyin öncesi ve sonrasını bilen ve programlayan yüce Allah, tüm gökleri ve yeri daha öncesinde yaratacağını sadece kendisinin bildiği "İnsan türü" için hazırlamıştır."Hani Rabbin bir zaman meleklere (göklerde ve yerde bulunan enerji ve doğa güçlerine;) ''Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturacağım. Onu tesviye edip ruhumdan üflediğimde (akıl, vicdan, irade, yetenek, icad, merhamet, cömertlik ve bilgi ile donattığım zaman) derhal ona secde edin (boyun eğip teslim olun) demişti. Bunun üzerine İblis hariç melekler (göklerde ve yerde olan doğal güçlerin) tümü hep birlikte secde ettiler (boyun eğip, teslim oldular). İblis büyüklük tasladı ve o kafirlerden oldu. (Sad-71, 74)Kur’anda; ''Meleklere yeryüzünde bir halife kılacağım diye haber verilmesi'', ''Meleklerin bu karara, kan döken birini mi halife yapacaksın itirazı'' ''Meleklerin ve İblisin Adem'e secde etmesinin istenmesi'' gibi daha pek çok anlatım ve olay simgesel olarak yani bir temsil ve darbı mesel olarak anlatılır. Yani gerçek anlamda böyle bir şey olmamıştır. Mesela: ''cennet ve cehenneme girecek olanların durumlarını'' anlatan âyetlerde de yine ''temsili bir sahne ve konuşmalarla'' aynı simgesel anlatım tarzını, yani ''teatral'' bir anlatımı görmekteyiz. Ama Kur'an'ın muhteşem edebiyat ve belağatını, âyetlerdeki mükemmel anlatım sistemini yani hikmet ve tekniğini kavrayamayan Şii ve Sünni din adamları, bu konuşmaları gerçek zannederek basit bir mantıkla sanki ''yüce Allah ve Meleklerini insanlar gibi karşılıklı konuşturan'' uydurma rivayetlerin ardına düşmüşlerdirŞia ve Ehl-i Sünnette var olan Allah ve mekekler inancı yaşamış oldukları saltanata uygun düştüğü için benimseniyor. Halbuki atomlardan protonlara rüzgarlardan uykuya kadar her şey melektir. Meleklere iman demek, bütün bunların Allah'ın ilim ve iradesiyle olduğunun bilincine varmak damektir. Aslında rivayetlerde yani geleneksel zihinlerde var olan algı gibi, Allah ve Melekleri arasında hiçbir zaman "karşılıklı bir konuşma ve dialog" meydana gelmemiştir. Yüce Allah'a böyle bir şeyin izafe edilmesi doğru değildir. Yüce Allah bu gibi şeylerden uzaktır, münezzehtir.Yüce Allah yarattığı her şeyi bir kanun ve kaideye bağlamış, insanların bunu rahat algılamaları için ilim olarak onların akıl seviyelarine indirgiyerek bunlara "melek" ve "melekler" adını vermiştir. Dolayısıyla Adem, İblis ve Melekler kıssasından almaları gereken ibret ve dersleri bu tarz bir söyleşi ile simgesel anlatarak insanların akıllarına çok geniş bir manevra alanı sunmuştur. Yani yeryüzünde kurduğu ilahi yasalara göre rüzgar, güneş enerjisi, yağmur gibi tüm yönetim güçlerinin (meleklerin) artık halife olarak atayacağı insan türünün akıl ve iradesinin emrine gireceğini, ona secde edeceklerini bu anlatım tarzı ile son vahiy olan Kur'an'da bizlere haber vermiştir. Yani Âdem, Melekler, İblis ve Şeytan olayının sergilendiği sahne olmuş bitmiş bir oyun değildir. Kiyamet gününe kadar varlığını devam ettirecek gerçek bir akıl, emek, mucadele, beceri, yetenek, imtihan ve icad sahnesidir. Önemli olan bu hayat sahnesinde kim neyi temsil ediyor? Anlatılmak istenen nedir? Melekler, yüce Allah'ın göklerde ve yerde var ettiği güçler anlamına geliyor. Zaten melek, kök itibariyle "güç" demektir. Mülk, güç ve hükümdarlık demektir. Melik, kral ve hükümdar anlamına gelmektedir. Mélik, sahip ve sözü geçen, kudret sahibi demektir. İblis, kibir, küfür, şirk, haset ve ırkçılığı temsil ediyor. İblis, bir isimdir yani bir kimliktir. Yüce Allah'ın secde emrine kadar iblis tir. Kibir ve gururu kendisini secdeden engelleyince, yüce Allah tarafından bir sıfatla damgalandı. İşte o damganın adı şeytandır.Şeytan, ister cinlerden olsun ister insanlardan olsun, sapkınlıktan hidayete dönülemez bir yola girildiğinde alınan damga ve sıfatın adıdır. Sahnede var olan şecere ise, şirk, hurafe, insanları vahiy'den uzaklaştıran karmaşık, çerpeşik, sanal, uydurma, zan ve algı gibi şeyleri temsil ediyor. Ağaca yaklaşmayın sözü, vahyi temsil ediyor. Şeytan, insanını nefsinde var olan "hırs, kibir, cimrilik, şehvet, kızgınlık, yalan, ırkçılık" gibi olumsuz duyguları temsil ediyor. Melekler, "sabır, cömertlik, güzel ahlak, merhamet, dürüstlük" gibi erdemli duyguları temsil ediyor. Temsilde geçen secde ise, ''tereddütsüz kabul etmek, boyun eğerek teslim olmak, itaat etmek'' anlamına gelmektedir. Karşısındaki hakim gücün emir ve hükümranlığını yani otoritesini kesin olarak kabul etmektir. İşte bundan dolayı temsilde sahnelenen oyunda; ''Allah’ın kodladığı bütün emirlerine harfiyen uyan, O’na hiç isyan etmeyen, insanın yararına olarak yaratılmış ve görevlendirilmiş yağmur, su, rüzgar, enerjisi olan bütün doğal güç- Meleklerinin" yani göklerde ve yerde bulunan kanunların, ince bir ayar ve hassas bir denge ile onları ayakta tutmak için yüce Allah'ın yaratmış olduğu çeşitli enerji türlerinin ve güçlerinin insanın emrine verilmesini ve ona destek olmalarını, onun emrine girmeyi kabul ettiklerini ''simgesel olarak'' dile getirilmektedir. Adem’e yani ''İnsanın akıl ve yeteneğine secde eden meleklerin''geleneksel dinde anlatıldığı gibi üç boyutlu nesnel yapılarıyla, uydurma dinin ümmileri gibi sürekli namaz kılan, niyazda bulunan, zikir çeken Melekler olmadığı,aksine bu ''secde eden Meleklerin'' insanda bulunan (Allah’ın Adem’e Ruhumuzdan üfledik ifadesiyle verdiği) ''akıl, irade, yetenek, icad, vicdan, zihin, zekâ, hafıza, bilgiye sahip olma ve onu kullanabilme'' kabiliyeti gibi zihinsel fonksiyonlar ve Allah'ın bahşettiği ''el ve ayak becerileri'' gibi motor fonksiyonlar ile ''doğal dengede var olan su, madenlerdeki elementler, çekim kuvveti, itme gücü, kaldırma ve basınç kanunları, sıcaklık, ısı, enerji çeşitleri, yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ateş gibi, yani insanın dışında doğada mevcut diğer tüm canlılar ve güçlerden'' oluştuğu ve tüm bu sayılanlardan insanın istediği gibi teknoloji üreteceği ve her alanda hayatını kolaylaştırmak için onlardan yararlanabileceğini anlaşılır. Çünkü doğada insanın dışında bulunan bütün varlıklar ve güçler (enerji türleri) ''insana secde edip onun aklına boyun eğmişlerdir'', insanın aklını, gücünü, yeteneğini kabul etmişler, hizmetine amade kılınmışlardır. Meleklerin bu secdesi kıyamet gününe kadar da kesintisiz olarak devam edecektir. Yani beşer olan ve henüz insana ait donanıma sahip olmayan Adem’e ''Ruh (akıl, irade, vicdan ve bilgi) üflendiğinde'' (akıl, ilim, icad, sanat, merhamet, adalet, cömertlik gibi Allah'a ait sıfatlar verildiği) zaman, beşer olan Ademinsan olan Adem'e dönüşmüş, bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir, onlardan yararlanabilir hale gelmiş, bilgisi geliştikçe de doğaya hükmetmeye başlamış hatta doğal dengeyi tahrip edebilecek bir güç ve kuvvete ulaşmıştır.Halife, yani insan, kendisine emanet edilen ''yeryüzü yönetimi'' gerçeğini, kavramak ve mevcut doğruları idame ettirmek zorundadır. Bunu yapabilmek için kendisine ''Meleklerin yönetimi ve gücü'' tahsis edilmiştir. Böylece hayvanları evcilleştirmiş, etinden, sütünden, kılından, postundan yararlanır hale gelmiş, rüzgâra hükmedip elektrik enerjisini elde eder, gemileri suda yüzdürür olmuş, ateşle madenleri işlemiş, ağaçları istediği amaçta kullanabilmiştir. Havanın kaldırma gücünden yararlanmış, uçaklar uçurmuştur. Bugün ise uzaya çıkmıştır. Bilgisayarla iletişim teknolojisini geliştirmiş, akıllı telefonlara sahip olmuştur. Bütün bunlar varlıkların, yani Meleklerin, yani doğa güçlerinin beşerden ''İnsana terfi eden Adem’e secde/boyun eğip itaat ettiğinin'' göstergesidir. Uydurma rivayetlerde anlatıldığı gibi Meleklerin insanlar gibi üç boyutlu bir yapıya bürünüp, ''yatıp kalkıp namaz kıldıkları'' gibi bir ibadet söz konusu değildir. "Meleklerin Adem'e karşı yere kapanıp alınlarını yere koyması" olarak şekilsel bir anlam Şii ve Sünni din adamlarının inancına uygun olabilir.Fakat Kur'an'ın tevhid ilkesine aykırıdır. Secde ederek boyun eğen, yani insanın emrine giren Melekler; insanın hüküm süreceği dünya hayatındaki güzel ve olumlu gücü temsil eden ''Meleke'leri'' olmuşlardır. İblis ise secde etmeyerek yani boyun eğmeyerek, insanın iradesi altına girmeyi reddederek dünya hayatında insanın kontrol altına alamadığı, ''olumsuz ve kötülüğe sevkeden güce'' yani ''şeytana'' dönüşmüş oluyor. Aslında Kur'anda bir kaç yerde tekrarlanan o sahne, yani "Meleklerin ve iblisin Adem'e secde etmeleri yani boyun eğme" emrine verdikleri cevabın sonucu şu olmuştur;Meleklerin insanın emrine verilmesi ile "güzel-olumlu Meleke'lerimiz" olmaları ve iblisin insanı Allah'ın yolundan alıkoymayı amaç edinen, kötülüğe sevkeden, ''olumsuz güdülerimize'' yani ''şeytana'' dönüşümüdür.Dolayısıyla şeytan, insanın zihin dünyasından, istediğini yapabilme gücüne sahip, bağımsız olan bir varlık değildir. Bütün bu âyetlerde verilmek istenen mesaj ve anlaşılması istenen ilahi gerçek; işte bu ilahi muradın gerçekleşmesinin anlatımıdır.Bunların hepsi zaten Allah'ın önceden yaptığı bir plan ve programın sahnelenmesi ve hayata geçirilmesidir. Yani Kur'anda bu konuyla ilgili âyetlerdeki akış içinde yer alan anlatımlardan asıl amaçlanan; "ilahi muradın yerine getirilmesinin anlaşılması" içindir. Meleklere ''Adem'e secde edin'' demek; aslında ''beşer olanı insan yapan'', iyi ve kötüye yönlendirebilecek her türlü manevi, duygusal, psikolojik davranışları harekete geçirecek kaabiliyetler ve yetiler, yani ''vicdan, sevinç, güven, irade, dayanıklılık, metanet, sevgi, zorluklara dayanıklılık, sabır, düşünme, idrak etme, eğriyi doğrudan ayırma, ahiret bilinci, Allah'a iman, tevekkül, takva, bilinç sahibi olmak, icat etmek, eldeki verilerden sonuçlar çıkarmak, koordinasyon, bilişsel faaliyetler, akletme, olaylar arasında bağlantı kurmak gibi birçok insana ait faaliyetleri yapmasını sağlayacak "Meleke'leri" insanın emrine vermesidir. Melekler aslında insana ait özellikleri ve faaliyetleri, icad etme yetenekleri, kaabiliyetleri ortaya çıkaracak Meleke'lerdir. Yani insana ait olan bu zihinsel kaabiliyet ve faaliyetleri ''bize (Adem'e) secde eden, boyun eğen Melekler eliyle'', Melekler üzerinden harekete geçirip meydana getirebiliriz. Meleklerin Adem'e-İnsana secde etmesiyle; ''iyi yönde tüm Meleke, icad etme yetenek ve kaabiliyetler insanın emrine verilmiş ve bu iyi yönlü faaliyetleri kontrol edebilme gücü insana sunulmuştur. İblisin temsil ettiği kötü yönlü faaliyetler, yetiler ise İblisin (aslında ilahi murad gereği) secde etmemesi sonucunda Adem'in/insanın kontrolü dışında kalmıştır. Bu kötü yönlü tüm faaliyetler, yani ''isyan, küfür, kötülük, sapkınlık, Allah'a itaatsizlik, şirk koşma, zarar verme, yıkıp yakmak, kan dökmek gibi.'' iblisin secde etmemesi ile insanın kontrolü dışında kalmıştır ve ''ancak'' güzel yönlü amellerimizin, irademizin, faaliyetlerimizin baskısı altında tutularak, ortaya çıkmaları engellenerek kontrol altına alınabilecek olumsuz, şeytanî yönümüzdür, kendi şeytanımızdır. Yoksa insandan başka cin de yoktur şeytan da yoktur. Yani şeytan bizi her türlü kötülüğe yönelten, olumsuzlaştıran ve böylece Allah'ın dosdoğru yolundan alıkoyan, bu yolda ilerlememizi engelleyen ''içsel dürtü ve zihinsel güdülerimizdir'Şeytan bu kötü yönlerimizi açığa çıkarmak ve böylece insanları ''Allah'a karşı kibir, ğurur, isyan, küfür, şirk, kötülük gibi yollara saptırmak için Allah'tan kıyamete kadar mühlet istemiş ve Allah bu ilahi muradını bu şekilde gerçekleştirecek kurguyu, ilahi kanunlarına göre belirleyip başlatmıştır.Hamd-övgü, göklere ve yere yaradılış yasalarını koyan, Melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a özeldir. O, yaratmada dilediğini arttırır. Allah, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. (Fatır-1)Kur'anda iki, üç veya dört kanatlı olarak tarif edilen Meleklerin aslında bilinen anlamda kanatları yoktur. Bu ifade sadece ''Meleklerin farklı gücünü'' simgeler.Dumansız ateş, nur, yani ''saf enerji ve titreşimden'' oluşan Melekler ''Varlık Aleminde'' herşeyden sorumludur, ilk yaratılanlardır ve yüce Allah'ın güç, kuvvet, ilim, hikmet, rahmet ve iradesini temsil ederler.Evrendeki bütün doğa olayları, insanda bulunan bütün duygusal yeteneklerimiz, bütün hissiyatlarımızın hepsi birer Melektir. Fakat yüce Allah'tan ayrı ve bağımsız değillerdir. Yani koyduğu yasalardır ve emrinin dışına asla çıkamazlar.Yoksa kaos olur, denge bozulur, her şey alt üst olur. Çünkü gerçekte her şeyi yapan yüce Allah'tır. Bir yaprak O'nun iradesi ve ilmi yani yasası dışında yere düşmez, bütün işler O'na döner. Her Melek yaratılış amacına uygun olarak kendisine verilen görev alanından ve onu yerine getirmekten sorumlu birer güç ve enerji değişimidir.Doğal olarak bilgisi de kendisine verilen kadardır. Yani görevi neyse ona sadece o öğretilmiştir ve fazlasını bilmez. Melekler görevlerini, güçlerini Allah'ın iradesinin dışında asla kullanmaz, kullanamaz. Melek kavramını ''Allah'ın tek bir formda yarattığı bir güç, enerji'' olarak algılamak doğru olmaz;''insanları duygusal olarak motive ederek destekleyen ve böylece içindeki potansiyel gücü maksimum bir şekilde kullanmasını sağlayacak bir etken olarak da, duygusal destek formunda da hayat bulur, doğa olaylarını oluşturan tüm hareketleri sağlayan rüzgar, ısı, sıcaklık, itme, kaldırma, yerçekimi, enerji değişimleri, formunda da hayat bulabilir'Meleklerin insanın duygusal dünyasını etkileyen ve iç dünyasında meydana getirdiği değişimlerle insana özgü farklı duygulara yol açan birer ''duygusal enerji'' olduğunu aşağıdaki âyetler ortaya koymaktadır;"Eğer siz ona yardım etmezseniz, andolsun ki Allah ona yardım etmişti. Hani hakkı yalanlayan kafirler onu (Mekke'den) çıkardıklarında iki kişiden ikincisiydi. İkisi mağaradayken, o, arkadaşına: ''hüzünlenme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir.'' demişti. O anda Allah ''sekinetini'' üzerine indirmişti yani Onu, ''sizin görmediğiniz ordularla'' desteklemişti yani kafirlerin sözünü(davalarını) alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise en yüce olandır. Allah, Aziz'dir, Hakim'dir" (Tevbe-40)Sonra Allah, Resul'ünün ve müminlerin üzerine ''sekinetini'' (huzur-güven) indirdi yani ''görmediğiniz ordular indirdi'' yani hakkı yalanlayan kafirlere azap etti. İşte kafirlerin cezası budur. (Tevbe-26)Bu âyetlerde yüce Allah'ın lütuf ve inâyetiyle Resûl'e, müminlere ve zor durumda kalanlara görünmeyen güçlerle yani Melekler ile destek vermesi anlatılıyor. Aslında aynı zamanda zihinsel ve duygusal birer etkileşime yol açan, yani insanın iç dünyasında, ruhunda, kalbinde kişiyi olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyen tüm ''haleti ruhiye diye tabir edilen hissiyatlar'' birer Melek-Meleke'dir yani insanın içinde var olan potansiyeldir. Dolayısıyla insanın duygusal zihninde meydana gelen ''sevinç, güven, sevgi, öfke, üzüntü, inanç, direnme, yetinme, metanet, sabır gibi duyguların hepsi birer Melektir"Hani siz, Rabbinizden imdat diliyordunuz. O da ardı ardına bin Melekle yardım edeceğim diye, isteğinize karşılık vermişti. (Enfal-9)"Andolsun! Ezilmiş olduğunuz halde Bedir'de de Allah size yardım etmişti. O halde, Allah'a karşı takvalı olun ki şükretmiş olasınız.Hani! Sen mü'minlere: ''Rabb'inizin, indirmiş olduğu üç bin Melekle yardım etmesi size yetmez mi?'' diyordun.Evet! Sabreder ve takvalı davranırsanız, düşman size hemen saldırsa bile, Rabb'iniz, size, seçilmiş beş bin Melekle yardım eder.(Âli İmran-123-125)İşte bu âyetlerde Rabbimiz olan yüce Allah inananlara savaşta bin, 3 bin, 5 bin Melekle yardım ediyor. Buradaki 3 bin, 5 bin Melek kavramları şunları ifade eder;Orada savaşan müminlere, ''kural ve kaidelere göre akıllıca hareket etme yetisi, uykusuzluk, sabır ve metanet, açlık, susuzluk çekmemek, attığını vurma, kılıçlarının keskinliği, güneşin sıcaklığının onları rahatsız etmemesi, havanın serinlik vermesi'' gibi bir sürü duygusal destek sağlayan hissiyatlar aslında Allah'ın yardım için gönderdiği Melekleri'dir.Yüce Allah sadece hidayet ve sapkınlığı indirdiği vahye bağlamış, bu konuda insanın özgür iradesini meleklerin mudahalesi dışında tutmuştur. Ancak melekler iman edenlere yardım ve kafirlere korku verir azap ederler. Yani seçilmiş beş bin, üç bin Melekle destekledik demek; ''düşman kendilerinden daha güçlü olsa bile, inananları düşmanı yenebilecek bir ruh haline sokan sabır, metanet, güven, inanç, sıhhat, güç, cesaret, dirayet gibi binlerce zihinsel ve duygusal güçlerle-Meleklerle destekledik'' demektir.Yüce Allah'ın insanlara dünya hayatında doğru yolu bulmaları için verdiği en büyük destek; kuşkusuz insanlık tarihi boyunca Elçileri ile gönderdiği ilahi mesajlarını içeren ve Kur'anda ''Ruh'' diye adlandırılan ''Vahiy'dir'' İnsanları uyaran ve takvalı olmaya çağıran Elçilerini desteklemek için onlara ''vahiy'' ve emrine amade olan, boyun eğen, secde eden ''Melekler'' gönderir;Allah, ''Benden başka ilah yoktur, öyleyse bana karşı takvalı-vahyin korunma alanında olun'' uyarısında bulunmaları için kullarından dilediğine/Elçilerine emrinden ''Ruh/Vahiy'' ve ''Melekleri/göklerde enerji olan doğa güçlerini'' indirir. (Nahl-2)Bütün bu anlatılanlar çerçevesinde düşünüp, sorguladığımızda; acaba ''Kur'an'ın Melek kavramı ile bir bağlantısı olabilir mi? Bu konuyu, Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75) âyetinin bağlamında değerlendirip, Kur'an'ın özelliklerini inceleyerek,KUR'AN-MELEK-RESUL kavramları arasındaki bağı, yalnız âyetlere dayalı olarak analiz ettiğimizde nasıl bir ilişki olabileceğine bakabiliriz. MELEK KAVRAMI VE KUR'AN"Allah, Meleklerden de Resûller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir" (Hac-75)Peki melek neydi? Melek, yüce Allah'ın gücünü temsil eden tüm varlıkları kapsar. Bu bir doğa olayı, rüzgâr, ısı, basınç, yer çekimi, kaldırma gücü, sıcaklık ta olabilir, insanları doğru yola, iyiye, güzele, Allah'a imana, Allah'a sevgiye, Allah'a güvene, Allah'a tam bir teslimiyete yönlendiren, tüm bu "duyguları/Meleke'leri" kazandıran bir "Vahiy/Kitap" ta olabilir. Bu vahiy-kitap sıradan basit bir kitap değildir.Bu vahiy-mitap göklerde var olan en güçlü ilahi mesajdır, yani Melek'tir. Melek, sadece Allah'ın yarattığı ve kendisine verilen görevi yapan ilâhi yasalar değildir.Melek aynı zamanda enerji, belli bir amaca yönelik her türlü doğa olayı, bir açıdan da Meleke'lerimiz, yani insanın emrine verilmiş ve insanı yönlendiren her türlü duygusal, zihinsel, bilişsel, manevi etkileşime yolaçan, duygusal tepkilerimize yön veren ruhani bir güçtür.İnsanı doğruya, eğriye, yanlışa, iyiye yönlendiren, sevgi, hırs, öfke, rekabet, merhamet, sabır, dirayet, sebat gibi tüm duygusal etkileşim ve zihinsel faaliyetlerimiz ''Melekler'' tarafından yönlendirilen manevi, ruhsal enerjimizin ortaya çıkardığı ''Meleke'lerimizdir''Allah'ın insanları Sırat-ı Müstakim'e yönlendirdiği ve hidayete ilettiği esas Melek; işte her topluma gönderilmiş olan, Allah'ın doğru dinine götüren ve ebedi mutluluğa erişebilmek için uymaları gereken ilahi kurallar ve hükümlerini içeren ''vahiy/İlahi mesajlar- kitap'tır''İşte bu açıdan bakıldığında insanı doğruya, Allah'ın yoluna yönlendiren tüm ilahi mesajlar, yani gönderdiği tüm vahiyler/kitap'lar da birer Melek'tir. Bu ilahi mesajların sonuncusu, Allah'ın insanlığa tebliğ etmesi için son beşer Elçisi Muhammed (a.s) a gönderdiği, insanlığa hidayet rehberi, bir nur olarak gelmiş, kıyamete kadar bütün insanlara içerdiği ilahi mesajlar ile uyarı ve ikaz görevini yapacak ve sırat-ı müstakime ulaştıracak son vahiy olan Kur'an'da işte bir Melektir.Kur'an Allah'ın gönderdiği bir Melek olarak ve Beşer Resûl Muhammed (a.s) ile aynı muhteviyatta olması hasebiyle, O'nunla aynı özelliklere sahip olması, yani müjdeleyici, uyarıcı, öğüt verici, rahmet, karanlıktan aydınlığa çıkarma, yani bir Resulde bulunabilecek tüm özelliklere sahip olması ile Kur'an'da bir Resül'dür. "Elif, Lâm, Râ! Bu Kuran, insanları Rab'lerinin izniyle ''karanlıklardan aydınlığa çıkarman'' Aziz, Hamid olan Allah’ın yoluna iletmen için, sana indirdiğimiz bir kitaptır. (İbrahim-1)"Sizi ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. (Hadid-9)"İman eden ve salih ameller işleyenleri ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için, Allah’ın apaçık âyetlerini size okuyan bir Resül göndermiştir. (Talak-11)"Allah, kendi rızasına tâbi olanları, bu kitap-Kuran vesilesiyle selâmetin yollarına ulaştıracak yani izniyle-yasasıyla onları ''karanlıklardan aydınlığa çıkaracak'' yan onları sırat'ı müstakime hidayet edecektir" (Maide-16)Yani yüce Allah açıkça tekrar aynı gerçeği buyuruyor;Peki Allah'ın insanlardan seçtiği Resulleri zaten biliyoruz, Melek olan Resül nedir? Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75)Tüm bu anlatılanlara, ilgili âyetlere, Melek kavramının gerçek anlamını ortaya koyan ayetler eşliğinde ve Hac-75 bağlamında baktığımızda açık ve net bir şekilde görüyoruz ki; her ikisi de aynı içeriğe sahip olan ve Allah'ın insanlardan seçtiği RESÛL; Muhammed (a.s) gibi Resüller iken, Meleklerden seçtiği RESÛL DE; vahiy'dir yani Kur'an'dır. Yani Kur'an, meleklerden bir resüldür. Mesela: "...O gecede, Rablerinin izniyle-yasasıyla melekler yani ruh her iş için iner dururlar" (Kadr-4)Mesela: "Ruh yani melekler saf saf olup kıyam ettiği gün,..." "Bütün kötü duygu ve dürtüler şeytandır..."(Âraf-200, 201)"İnsanı cimriliğe sevkeden duygu şeytandır..."(Bakara-268) "Haset şeytandır.."(Yusuf-5) "İnsanı kötülüklere yönlendiren vesvese şeytandır..."(Âraf-20) "Şeytan" kavramlarının büyük çoğunluğu insan şeytanlarını anlatırken, bir kısmı da insanın içinde var olan zihinsel şeytanlardan söz etmektedir.Mesela: İnsanlar için faydalı olan yani zararlı mıkroplardan koruyan mikroorganizmalar yüce Allah'ın birer askeri anlamında melek olurken, ona zararlı olan mikroorganizmalar da şeytan oluyor. Yani hem insanın iç dünyasında maddi ve zihinsel melek ve şeytan vardır. Hem de dış dünyada melekler ve şeytanlar vardır. İnsan içinde var olan zihinsel şeytanın tuzağı zayıftır (Nisa- 76)"İnsanda var olan gurur ve kibir şeytandır..." (Nisa- 120)Kötülüklere yönlendiren tüm kötü ameller şeytandır.Yani onu vahiy'den uzaklaştıran, insanların arasına kin ve düşmanlık duygu ve dürtülerini yerleştiren de şeytandır. Yani bunlar insanın içinde var olan zihinsel şeytanlar olabildiği gibi, dış dünyada olan insan şeytanları da olabilir.İnsanın maddi ve manevi olarak temizleyen her şey melektir.Kur'an'da var olan meleklerin tesbihleri, yüce Allah'ın kendilerine yüklemiş olduğu görevleri yerine getirmeleri anlamına geliyor. Yüce Allah'a din öğretmeye kalkan din adamları şeytandır. Saçıp savurma şeytandır. İnsanı Kur'an'dan uzaklaştıran her şey şeytandır. Yani şeytan insanın dışında olan, ondan bağımsız ve bağlantısız bir varlık değildir. İnsanı kötülüklere yönlendiren, helali haram kılan, vahiy'den uzaklaştıran, cimrilikle korkutan, ahlaksızlığı telkin eden yine şeytandır.Mesela: İnsanlar için faydalı olan mikroorganizmalar yüce Allah'ın askerleri anlamında birer melektirler. Zararlı mikroorganizmalar da birer şeytandır. Mısırd kadınların Yusuf (a.s) için dedikleri "bu beşer değil, "mekekün kerim" "kerim bir melektir" ifadesi, yani "değil böyle bir şey yapması, beşeri dürtüleri olmayan bir melek kadar saf ve masum" anlamına gelmektedir. Yani aslında kadınlar meleğin hangi anlama geldiğini biliyorlardı. Yüce Allah'ın âhirette meleklere bu müşrikler size mi ibadet ediyorlardı (Sebe-41) dediği melekler de güneş, ay, rüzgar, su ve yağmur gibi Allah ın gücünü temsil eden doğadaki varlıklardır. Meleklerin de "bunlar cinlere ibadet adiyorlardı" (Sebe-42) şeklinde cevap vermeleriyle, cinlerin bilinmeyen, tanınmayan, farkında olunmayan, yabancılar anlamına geldiklerini anlıyoruz. Yani melekler lisanı halleriyle "onlar neye ibadet ettiklerinin bile farkında değillerdi" diyorlar. İnsana yararlı olan ve emrinde olan her şey melek, ona zararlı olan ve emrine girmeyen her duygu ve dürtü şeytandır. Şeytan ve melek hem insanın iç dünyasında hemde dış dünyada vardır. "Düşmanlık, haset, kin, cimrilik, gurur, kibir, nankörlük, acelecilik, zulüm gibi kötü duygular zihinsel şeytanla ilgilidir. "İbadet, ittiba yani tâbi olma, vâdetme, Allah ile aldatma, tağut, evliya, davet gibi somut kavramlar şeytan olan din adamları ilgilidir. Yani aslında uydurma dinin temsilcileri şeytanın ete kemiğe bürünmüş şeklidirler. Yine aynı şekilde çoğul halinde yani "şeyétin" "şeytanlar" olarak geçen bütün yerlerde, Allah ile aldatan, Allah'a iftira eden mezhep önderleri yani din adamları anlamında kullanılmıştır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(148.YAZI)Hicr Süresi: 99 Âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Elif. Lâm. Râ. Bunlar kitab'ın yani apaçık Kur'an'ın âyetleridir.2-) Kafirler keşke biz de müslüman olsaydık, diye arzu ederler.3-) Onları bırak; yesinler (dünyada) yararlansınlar yani boş emeller onları oyalaya dursun. Yakında bilecekler!4-) Helâk ettiğimiz hiçbir karye yoktur ki onun bilinen bir kitabı (vahiy) olmasın.(Yani onlara vahiy geldi, yakinen vahiy'le uyarıldılar, vahiy onlara malum oldu, fakat yola gelmeyip yok oluşu hak ettiler.) 5-) Hiçbir ümmet, ecelinin önüne geçemez yani onu geciktiremez.(Ümmet, aynı zamanda ve aynı mekanda yaşayan insan ve hayvan topluluklarına denir. Yani vatandaşlık ve ulusal birlik anlamına gelmektedir.) 6-) Dediler ki: "Ey kendisine zikir indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun!"7-) "Eğer sadıklardan isen, bize melekleri getirmeliydin."8-) Biz melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman onlara göz açtırılmaz.9-) Zikri kesinlikle biz indirdik yani elbette onu yine biz koruyacağız.(Kur'an iki şekilde koruma altına alınmıştır.1-) Yüce Allah'tan Nebi (a.s) a gelinceye kadar dış tehlikelerden korunma. 2-) Kiyamet gününe kadar olan sistemli koruma. Yani onun bağlam ve bütünlüğü, kavramlarda bulunan ince ayar ve hassas denge, canlı bir organizma gibi bünyesine yabancı bir maddeyi kabul etmemesi.) 10-) Andolsun, senden önceki şialara da (Resüller) gönderdik.11-) Onlara bir Resül geldiğinde, hemen onunla alay ederlerdi.12-) İşte böylece biz onu, suçluların kalplerine sokarız.13-) Öncekilerin sünnetinden ders almaları gerekirken onlar hala buna inanmıyorlar.14-) Yani onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar,15-) "Gözlerimiz boyandı, daha doğrusu biz sihirlenmiş bir kavim olduk" derler.16-) Andolsun, biz gökte birtakım burçlar kıldık yani nazar edenler için onu süsledik.17-) Yani onları, racim olan her şeytandan koruduk.18-) Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir şihap tâbi olmuştur.19-) Ve yeri uzatıp yaydık yani orada araziler yerleştirdik yani orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik.20-) Yani orada hem sizin için hem de rızıkları size ait olmayanlar için (gerekli) maişetler kıldık.21-) Ve her şeyin hazineleri yalnız bizim indimizdedir yani biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.22-) Yani biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirdik de onunla sizi suladık yani (bunları yapmasaydık) siz onu depolayamazdınız.23-) Ve şüphesiz biz diriltir ve biz öldürürüz yani her şeye biz vâris oluruz.24-) Yani andolsun ki biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz ve geri kalanları da biliriz.25-) Şüphesiz Rabbin onları toplayacaktır. Çünkü O, Hakîmdir, Alîmdir.26-) Andolsun biz insanı, (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık.27-) Ve cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık.
28 Şubat 2022 Pazartesi
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (5.YAZI) 4-) YAHUDİ DİN ADAMLARININ SALÂTLARI: Bu âyetlerde anlatılmak istenen salât Medine'de bulunan Yahudi din adamlarının hurafelerden arınma ve son vahyi kayıtsız şartsız kabul etmeleriyle ilgili bir durumdur. Yoksa talmut'un hurafeleriyle namaz kılmanın hiç bir anlamı yoktur. (Bakara-40,41,42,43,44,45)Çünkü ataları olan İsrailoğulları da vahye sahip olma, fakir ve miskinleri gözetme anlamında salât'ı ikâme etmekle emrolunmuşlardı (Bakara-83; Mâide-12; Yunus-87)5-) MUNAFIKLARIN SALÂT'IMunafıklar hakkında olan sâlat âyetleri de onların salât'a iştirak etmede yani vahyi içlerine sindirmede gönülsüz ve isteksiz oldukları, fakir ve miskinlere infak etmede cimri davrandıklarını ortaya koyuyor. (Nisa-142; Tevbe-54)6-) İMAN EDENLERİN SALÂTLARI (Bakara-110, 238, 239; Nisa-101,102,103; En'am-72; Hac-78; Rum-31; Ahzab-43, 56)Ahzab süresi 43.âyette yüce Allah'ın melekleriyle vahiy indirerek müminleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak suretiyle onlara salât ettiğini haber vermektedir. Yoksa Allah'ın müminler için namaz kıldığını söylemek tam bir küfürdür.Şii ve Sünni din adamları dürüst olsalardı, Ahzab 43 ve 56. âyetleri de namaz olarak çevirirlerdi. 56.âyette, yüce Allah vahiy indirerek melekleri ile birlikte Nebi (a.s) a destek olduğunu dolayısıyla müminlerin de Nebi'ye destek olmaları gerektiğini hatırlatmaktadır. 7-) Uyarı, Yol gösterme, Öğüt Şeklinde Geçen Salât Âyetleri: (Bakara-3, 45, 153, 177, 277; Nisa- 43, 101, 102,103,142; Mâide-6, 91,106; Nur-56, 58; Meâric-22; Müddessir-43; Cuma-10; Mâun-4, Beyyine-5.) 8-) Haber Şeklinde Geçen Salât Âyetleri: (Bakara- 83, 125, 157; Âli İmran-39; Nisa-77, 103,162; Mâide-12, 55, 58; En'am-92, 162; Âraf-170; Enfal-3, 35, Tevbe-5, 11, 18, 54, 71, 99, 103;Yunus-87; Hud-87; Rad-22; İbrahim-31, 37, 40; Meryem-31, 55, 59; Tâhâ-14; Enbiya-73; Hac-35, 40, 41; Müminun-2, 9; Nur-37, 41; Neml-3, Ankebüt-45; Lokman-4, 17; Ahzab-43, 56; Fatır-18, 29; Şura-38; Meâric-23, 34; Müzzemmil- 20; Kiyame-31; Âlâ-15; İkra-10; Beyyine-5.İLGİLİ ÂYETLERIN TÜMÜNE GÖRE “SALÂT”IN AMACI: Salât kelimesinin, cümle içinde hangi nitelikte kullanıldığının analizinin yapılması, bu kavramı konu bağlamı gözetilerek doğru anlamak için çok önemlidir. Kur'an'da var olan salât cümleleri, tarihin Nebi ve kavimlerinden haber amaçlıdır.Dikkat edilirse bunun haber niteliğinde olduğunu salâtın geçtiği doksan dokuz âyetin elli altısında görülecektir. Tüm mealler bu doksan dokuz salât âyetinin doksan birini “namaz kılmak” diye çevirmektedirler. Böylece o âyetler ile hiç bir anlam ifadesi ve istifadesi gözetilmemektedir. Yani bu ümmet Emevi ve Abbasilerden beri namaz kılıyorlar da ne oldu? Ama salât'ı (vahyin öğrenim ve öğretimi) anlamında alırsak, o zaman dünya değişir.İşte o zaman iman edenler şirk ve küfür, firka ve mezhep belalarından kurtularak Âli İmran 103.âyetinin rahmet ve nimetine sığınmış olacaklar. İşte o zaman Kur'an'ın iyiliğe, erdeme, salih amellere, toplumun ilerlemesine ve vahiy'den ders alınmasına teşvik eden bir bildiri ve bir haber olduğunu anlarız. (İbrahim-52)Birinci dereceden direk müminlere emir niteliğinde geçen salât ayetleri on tanedir demiştik. Bu âyetleri doğru anlamak için1-) Niçin bu âyetler inmiş olabilir yada bu âyetler bize ne söylemek istiyor?Bu salât âyetlerinin ortak özelliği başta topluma faydalı bir “dini- hayati öğrenim ve dayanışma” yaptırmak amacındadır. Sorumluluk sahibi yapmaktır. 2-) Bu âyetleri nasıl hayata geçireceğiz? Zikri (yani Kur'an'ı) öğrenme çabasında olacağız. Bu da yaşamımızda güzel uygulamaların olmasına sonuç verecektir. Bir de; bir iş için araştırma geliştirme proje hazırlama ve değerlendirme kavramlarını kapsayan her çalışma o işe destek olma niteliğinde salâttır. Ayrıca dayanışma yapmak da salâtın bir öğesidir. Salat’ın amacı mümini erdemli insan yapmaktır. Bütün insanlara mutluluk verir. Bilgi öğrenmenin yolunu açar. Paylaşma ahlakını inşa eder ve geliştirir. İnsanlar özgürlüklerini elde ederler. Namaz kılmanın bunlarla hiçbir alâkası yoktur. Dua ise; “Rabbim! Elimden geleni yapıyorum. Yapamadıklarımda bana yardım et! diye Rabbimizden yardım istemek, dilekte bulunmaktır.Dua ile salâtın karıştırılması ümmeti içinden çıkılamaz bir karanlığa sürüklemiştir. Ne yazık ki halâ bazı kimseler inatla (apaçık âyetlere rağmen) salâtın namaz olduğunu savunmaktadırlar. Bunlara Bruno'nun güzel sözüyle cevap veriyoruz. "Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Allah'ı kullanırlar" Giordano Bruno
KIYAM-DUA VE SALÂTI İKAME(28.YAZI) Kıyam birbiri ile bağlantılı en az iki yönü olan bir kavramdır. Birincisi; uyanıp vahiy için, insanlık için, salih amel ve erdemli olma yolunda ayağa kalkıp bir şeyler yapabilmek içindir.İkincisi ise, ayağa kalkıp şirke, sanala, bölücülüğe yani mezheplerin yalanlarına karşı dik durup onlarla mücadele edebilmek içindir. Salât'ı ikame etme (vahiy'le bağlantıyı ayakta tutma) çerçevesinde takvadan başlayıp şu ana kadar aldığı yol bir musalliyi ayağa kalkmak zorunda bırakır. O eski çevrim dışılık yoktur artık. Hem daha fazla öğrenip daha fazla hayata geçirmek için ayakta kalmak, okumak, çabalamak, vahyi tavsiye etmek ve hem de her platformda tüm imkânları kullanarak insanları çevrimdışı bırakan sahte bağlantıların tuzaklarını herkese göstermek için uyarmak ve rivayetlerin ilahlarıyla mücadele etme azmindedir. "Ey iman edenler! Gerçek şu ki; ahbarların ve ruhbanların bir çoğu insanların mallarını batıl yollardan yerler yani (insanları) Allah'ın yolundan engellerler. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda infak etmeyenler... Onlara acı bir azabı müjdele" (Tevbe 34 Müddessir süresindeki “kalk ve uyar” âyetleri yani şirkle mücadele âyetleri büyük oranda yukarıdaki ahbarlara ve ruhbanlara ve kitap içinde anlatılan tağut din adamları, ahbar, ruhban ve sair karakterlere karşı insanları uyarmayla ilgilidir. Çünkü bunlar insanları vahyin bağlantılarından koparan en belalı karakterlerdir. Bununla birlikte âyetler üzerine eğilerek insanın kendi fücurundan arınma maksadıyla kendi şeytanıyla mücadeleye kalkması da kıyamdır. Esas kıyam budur. İnsan kendi zihinsel şeytanını yenmeden başka şeytanlara kıyamı beyhudedir. "O Rahmanın kulları, Rablerine secde ederek yani kıyama durarak gecelerler" (Furkan-64) "Hani biz (bir zamanlar) İbrahim'e beytin yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) Bana hiç bir şeyi şirk koşma yani tavaf edenler yani kıyam edenler yani rükû- sücud edenler için evimi tertemiz tut"(Hac-26)Dua, dava ve dâvet kelimeleri aynı menzile ve tek hedefe varan kelimelerdir. Yüce Allah'a duası olanın davası olmak zorundadır. Davası olmayanın duası da olmaz. Duası olan kimden yardım isteyeceğini de, kimi nereye davet edeceğini de bilmek zorundadır. Salât'ı ikame eden (bağlantısını ayakta tutan) kişi Allah’ın davasını kendine dava edinir, yalnız Allah’a dâvet eder ve sadece Allah’a dua eder. Diğer batıl bağlantılarından arınır."(Ey Nebi!) De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben Allah'a dâvet ediyorum ben ve bana tâbi olanlar basiretli bir yol üzerindeyiz yani Allah'ı tesbih ederim yani ben müşriklerden değilim" (Yusuf-108) Artık bir davanız, bir hedefiniz var. Artık bir davası olan dolayısıyla değeri olan bir bağlantı oldunuz. Eğer bunu dert edinmeseydiniz “çevrimin sahibi” için ne değeriniz olurdu ki! Bakın davânın önderi ve büyük babası en büyük imam İbrahim (a.s) davası uğruna bulunduğu olumlu şartlarda ailesinin bir kısmını niçin olumsuz bir yere yerleştiriyor bir görelim. "Rabbimiz! Zürriyetimden (bir kısmını) senin muharrem beytinin indinde ziraate elverişsiz bir vadiye iskân ettirdim. Rabbimiz! Salât'ı ikame etmeleri için (öyle yaptım). Sen insanların kalplerini onlara meyleder kıl ve onları ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler (şirkten uzak kalırlar)"(İbrahim-37) Zekeriya (a.s) duasını bu yüzden Allah’a yapıyor ve bakın duasında ne diyor? "Zekeriya işte orada Rabbine dua etti: Katından tertemiz bir zürriyet bağışla. Mutlaka ki sen duayı (çağrıyı) işitensin, dedi"(Âli İmran-38) Temiz zürriyet nedir bilir misiniz? Her türlü şirkten arınmış bir nesildir. İşte gerçek miras budur. Bu miras yüce Allah'ın emri,(Âli İmran-102, 103)İbrahim ve Yakub'un cocuklarına tek miraslarıdır. "Bunu (sadece Allah'a teslimiyeti) İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da, "Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam'ı) seçti. O halde sadece Müslüman olarak ölünüz" dediler. Yoksa Yakub'a ölüm hazır olduğu zaman siz orada mıydınız? O zaman (Yakub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar senin ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuş oluruz, dediler"
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR (16.YAZI )Arkadaşlar!Eğer dikkatinize sunmuş olduğum rivayetlere geniş bir yelpazededen bakmayacak olursanız.Yazı dizimizde ne demek istediğimizi anlamaktan uzak kalacaksınız.Esas hedefimiz Said Nursi ve yalanları değil, Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri yani Allah Resulü'ne iftira olan kaynaklardır.Yani ele aldığımız uydurma haberlerle Şia ve Ehl-i Sünnet'in (Diyanet- Cemaat- Tarikat) Allah'ın saadet ve rahmet kaynağı olarak gönderdiği kitabı nasıl mehcur bırakarak, hidayeti teperek, onun yerine tarihin en değersiz, yalanları ile Resul (a.s) a iftira metinlerle bu ümmeti korkunç şekilde aldattıklarını kavramyacak olursak, manzaranın tamamını kaybetmiş oluruz.O zaman Buhari'nin, Müslim'in, Tirmizi'nin, İbni Mace'nin, Ebu Davud'un, Nesai'nin ve diğer Şia ve Ehli Sünnet mezheplerinin kaynaklarının ne kadar tehlikeli olduğunun farkına varmayacak ve değersiz bilgilere dayandığını dolayısıyla Kur'anın yüceliğini kavramamış olacağız. Yani islam toplumunun nasıl böyle bir vaziyet aldığının nedenini ve hikmetini kaybetmiş olacağız. Yani bizi alakadar eden şey Said Nursi'nin Risalei Nur Külliyatına aldığı yalan ve uydurma rivayetler değildir.Dolayısıyla esas mesele, yalan rivayetler yüzünden ümmetin içinde bulunduğu karanlık, vahşet, yalan, güvensizlik, taklit, kaos, anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, bağnazlık, cehalet,geri kalmışlık, insan hayatının degersizligi, diğer milletlerin karşısında çaresizlik, emperyalist ABD, Avrupa ve İsrailin sömürü alanı haline gelme, terör, anarşi gibi müslüman inancına aykırı ve edebine uymayan olumsuz ahlak seviyesine ümmetin nasıl ve ne şekilde düşürüldüğünü tam olarak anlamaktır. Bundan dolayı Kur'an'dan başka bir kaynak kabul etmek ve ona iman etmenin ne kadar tehlikeli olduğunun bilincinde olma zorunluluğu ortaya çıkıyor. Arkadaşlar!Ben Kur'an'dan Şia ve Ehli Sünnet'e baktığımda ümmi, cahil, aldatılmış ve kandırılmış halk kesimini istisna ederek söylüyorum. Ehli Sünnet'in Katoliklere , Şia'nın da Yahudi inanç ve karakterine benzediğini görüyorum .Kur'an'ı anlamaya çalışmanızı önemle tavsiye ediyorum.Özellikle Yahudi ve Nasara kelimelerinin geçtiği âyetlerin üzerinde düşünüp,Ehli Sünnet ve Şia'nın inanç ve hareketlerinde Yahudi ve Hiristiyanlarla ne derece benzerlik arzettiğini sizler de yakından göreceksiniz.Ancak birçok konuda Yahudi ve Hiristiyanlar Ehli Sünnet ve Şia'dan daha üstündürler.
"TADARRU" FİZİKİ ALÇALMA DEĞİLDİR. "Tadarru" kelimesi, Kur'an'da altı âyette geçmektedir."Boyun bükerek tevâzu ile alçalma" anlamına gelen tadarru kelimesinin tam olarak hangi anlama geldiğine bakacağız.Yani fiziksel bir boyun eğme ve alçalma mı, yoksa zihinsel boyun bükerek ve alçalma anlamına mı gelmektedir.Âyetler: "Andolsun ki,(ey Resül!) senden önceki ümmetlere de resüller gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık. Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız onlara geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını süslü gösterdi"(Enam- 42) Yukarıdaki iki âyette geçen "tadarru" kelimesi, zihinsel boyun eğme olduğunu görüyoruz.Çünkü âyette geçen "hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan yaptıklarını süslü gösterdi" bölüme buna en büyük delildir.Âyette kalbin katılaşmasından söz ediliyor. Demek ki, zihnen ve kalben yani gönülleri bunu kabul edeceğine tam aksine hakka karşı kalpleri daha da katılaştı. "De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarıyor ki;(o zaman) O'na boyun eğerek yani korku ile "Eğer bizi bundan kurtarırsan, andolsun şükredenlerden olacağız" diye dua edersiniz. Bu âyette de tadarru kelimesinin, dil ile dua etmek yani acizliğini itiraf etmek olduğunu görüyoruz."Rabbinize boyun eğerek yani gizli gizli dua edin. Şüphesiz o aşırı gidenleri sevmez"(Âraf- 55)Bu âyette de tadarru yani boyun eğmenin dil, zihin ve gönülle ilgili olduğu net olarak görülüyor."Kendi nefsinde, boyun eğerek yani ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini zikret. Sakın gafillerden olmayasın (Araf- 205)Yine bu âyette geçen tadarru dille yapılan bir boyun eğmedir.Zaten âyette geçen "kendi nefsinde" denmesi TADARRU kavramının zihinsel olduğunu açık olarak ortaya koymaktadır. "Andolsun, biz onları azapla yakaladık Rablerine boyun eğmediler yani TADARRU da bulunmadılar yani iman etmediler.Dolayısıyla TADARRU kelimesinin alçala alçala yere kapanma, rüku ve secde etmek, alnı yere koymakla hiçbir ilgisi yoktur.
27 Şubat 2022 Pazar
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (4.YAZI) Hadi gelin Şia ve Ehl-i Sünnet ümmilerini uyuduğu şu ağır uykudan uyandıralım. Çocuklarımızın istikbali için, ümmeti mezhep şirkinden, tam bir bataklık olan tasavvufi din anlayışından kurtarıp, hayatla uyumlu, evrensel ahlaka uygun, ileriyi gören, huzurlu ve özgür bir dünyayı miras bırakalım. Dünyasını cennet bahçesi yapan, ahireti de hak eder. Dünyayı cehenneme çeviren bir dinin âhireti cennet olamaz. “Salât” Âyetlerinin Konulara Göre Dağılımı: Salât'ı namaz diye çeviren Şii ve Sünni din adamları her konuda olduğu gibi salât konusunda da akıllarını kullanmadan, hiç bir araştırma yapmadan birbirlerini taklit ettiklerini görüyoruz. Kur'an'daki “salât” kavramı, niteliği bakımdan 8 çeşit olarak karşımıza çıkmaktadır ve Nebi'den hanımlarına, müşriğinden munafıkına, Yahudisinden Hristiyanına kadar herkesin yapabileceği önemli bir emirdir. 1-) NEBİ (a.s) ın SALÂTI(Tevbe-84, 103; Hud-114; İsra-78, 110;Tâhâ-130; Ankebüt-45; Kevser-2)Nebi ile ilgili salat ayetlerinin anlamının özeti, Mekke müşrikleri ile mucadele edebilmen için gecenin bazı dilimlerini vahiy'le geçirip, mesaja yoğunlaşman gerekiyor. Çünkü sana, karşında bulunan müşriklerin inadını kıracak ağır bir söz indireceğiz.(Müzzemmil-5)Nebi'ye özel olarak emredilen salât âyetlerinin hepsi Mekke'de inen sürelerde yer almaktadır. (Hud-114 =Mekke; İsra-78, 79 =Mekke; Ankebüt-45=Mekke) Hatta Nebi (a.s) a hitap olarak gelen ve rivayetçilerin namaz olarak çevirdikleri "tesbih" kavramlarının hepsi Mekke'de inen sürelerde yer almaktadır. Tâhâ-130=Mekke; Kaf-39,40= Mekke) Rum-17=Mekke; Hicr-98 =Mekke; Tur-49=Mekke; Vakıa-74,96 =Mekke; Hakka-52=Mekke; Nasr-3=Mekke) Tekil formunda olan yani Nebi'nin şahsına hitap eden tüm salât ve tesbih kavramları Mekke'de inen sürelerde yer almaktadırlar.Bunun sebebini en güzel ve sistemli olarak ortaya koyan Müzzemmil süresidir. Yani Nebi (a.s) ın üzerinde bulunan ağır yükün gece sayesinde hafifletilmesi olayıdır. Dolayısıyla Kur'an, namaz diye bir ritüelin olmadığını çok açık ve kesin olarak ortaya koymaktadır. Nebi ile ilgili salât vakitlerini yüce Allah belirlerken, müminler kendi salâtlarının vaktini kendileri belirlerler. İlgili cümle şöyledir. "...Şüphesiz salât'ın vaktini belirlemek müminlerin üzerine yazılı bir görevdir. (Nisa-103) 2-) Nebi (a.s) ın HANIMLARININ SALÂTLARI: Nebi'nin hanımlarının salât'ı, dünya malını ve zinetini bırakın vahye odaklanın mesajını vermektedir. (Ahzab-28-33) 3-) MÜŞRİKLERİN SALÂT'I: Enfal-35; Tevbe-5, 11, 54; Muddessir- 43; Maun-4)Müşrikler hakkında olan âyetler salât'ın namaz olmadığını gösteriyor. Çünkü Mekke müşrikleri veya genel olarak müşrikler namaz kılsalar ne olacak, kılmasalar ne olacak? Halbuki salât'ı vahiy olarak aldığımız zaman, eğer tevbe eder vahiy için salât'a iştirak eder ve zekât'a yani şirkten arınırlarsa mümin olacaklarını Kur'an hükme bağlıyor. (Tevbe-5,11) Müddessir süresinde müşriklerle ilgili âyette ise,(43) onların ahlak ve karakterleri deşifre ediliyor. Yani Meke'deki müşriklerin toplumun içinde bulunan fakir ve miskinlerin korunması ve gözetilmesi ile ilgili hiçbir çaba ve çalışmanın içinde olmadıkları yani eğer böyle bir ahlaka sahip olsalardı, bu ahlak onların gönüllerini iman etmeye zorlayacak Müslüman olmalarını sağlayacaktı demek istenmiştir.Maun süresi 4.âyet ise kiyamet gününe kadar gelecek müşriklerin imanını deşifre etmektedir. Yani her ne kadar bu müşrikler salât'ı yerine getiriyorlarsa da, salâtlarının merkezinde Kur'an değil, atalarının ve efendilerinin şirk dini olduğu için onların salâtları ihlas değil, "sehun" oluyor.Dolayısıyla salâtlarında yüce Allah'ın mesajı değil, rabb ve ilah gibi taptıkları din atalarının kitaplarını okuyor, ona itaat ediyor ve sadece ona ittiba ediyorlar. Enfal süresinde geçen salâtları ise, yapmış oldukları yardım ve infaklarını sanki alkış ve ıslık çalarak ilan etmeleri yani riyakarlık yaptıklarını açıklamaktadır. Aslında salât yapıyorlar ama Allah rızası için değil, gösteriş için yapıyorlar.
26 Şubat 2022 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(147. YAZI)İbrahim Süresi 31-) İman eden kullarıma söyle: salât'ı ikâme etsinler, kendisinde ne alışveriş, ne de dostluk bulunan bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah için) gizli-açık infak etsinler.32-) O öyle bir Allah'tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkardı; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri size musahhar etti yani nehirleri de size musahhar etti.33-) Düzenli seyreden güneşi ve ayı size musahhar etti yani geceyi ve gündüzü de size musahhar etti. 34-) O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz. Doğrusu insan zalimdir, aşırı nankördür!35-) Hatırla ki İbrahim şöyle demişti: "Rabbim! Bu şehri emniyetli kıl yani beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!"(Âyette geçen "asnâm" kelimesi, tesadüf ve amaçsız olarak tapılan putlar değildir. Din atalarını ve evliyayı temsil eden nesnelerdir. Yani türbeler gibi içlerinde bir fikir ve inanç barındıran anıt yapılardır.) 36-) "Rabbim! Onlar (din ataları- evliya- ilâhlar), insanları birçoğunu saptıdılar. Şimdi kim bana tâbi olursa o bendendir. Kim de bana isyan ederse, artık sen gerçekten Ğafur'sun Rahim'sin"37-) "Rabbimiz! Salât'ı ikâme etmeleri için ben, zürriyyetimden bir kısmını senin muharrem evinin indinde, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızıklandır! Umulur ki şükrederler."38-) "Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen bizim gizleyeceğimizi de açıklayacağımızı da bilirsin yani ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz."39-) "Büyüklük çağımda bana İsmail'i ve İshak'ı armağan eden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir."40-) "Ey Rabbim! Beni ve zürriyyetimden olanları salât'ı ikâme edenlerden eyle; Rabbimiz! Duamı kabul et!"(Âyette bulunan "zürriyyet" kelimesi, soy anlamında değil, tevhid anlamında kullanılmıştır. Yani benim imanıma sahip olanları, benim yolumda olanları demektir. Çünkü Kur'an'da "zürriyyet" kelimesi hem soy-ırk hemde din anlamında kullanılmıştır) 41-) "Rabbimiz! Beni, anamı-babamı ve müminleri hesabın ayağa kalkacağı gün mağfiret et!"ÖLÜLER ADINA HAYIR YAPILMAZ, DUA BİLE EDEİLMEZ.Allah'ın kitabına baktığımızda ölüler adına hiçbir hayrın yapılmayacağını görürüz.Dolayısıyla ölüler adına hacca gidilemeyeceği gibi, ölüler adına kurban kesilmez, Kur'an okunmaz, sadaka verilmez, hatta dua bile yapılmaz.Bir kişi yapmış olduğu bütün hayırları kendisi için yapmış olur. Cünkü Kur'an'da yüce Allah şöyle buyuruyor."Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka birşey yoktur ve çalışması (emeği- çabası) da ileride görülecektir"Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir"(Necm- 39, 40, 41) "Her nefis kazandığına karşılık bir rehindir"(Müddessir- 38)Her kişi sadece kazandığına karşılık bir rehindir"(Tur- 21)"O gün, herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlara asla zulmedilmez"(Nahl- 111) Bu konuda onlarca âyet vardır.Ölülere dua edileceğine delil olarak gösterilen ayet şudur."Bunların arkasından gelenler şöyle derler. Rabbimiz!Bizi ve bizden önce gelmiş geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli çok merhametlisin" (Haşr- 10)Yanlış meal verilen bu âyetin doğrusu şöyle olacaktır."Bunların arkasından gelenler (muhacirlerden sonra iman eden Ensar) şöyle derler."Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla..." yani iman etmede bizi geçmiş, bizden önce kendilerine iman nasip olmuş kardeşlerimizi bağışlı" anlamına gelmektedir. Âyet, "bizden önce ölmüş gitmiş kardeşlerimizi" değildir.Zaten ayetin içindeki şu cümle buna açık bir delildir."kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma"Peki neden ölüler adına hayır yapılmaz, hatta dua bile edilmez. Aslında kabir hayatı ve ölüm diye bir şey olmadığı içindir.Onun için yüce Allah "Her nefis ölümü tadıcıdır"(Ankebut, 57) buyuruyor.Yani nefis "ölümü sadece tadıyor" sonra kıyamet gününe kadar uyku moduna geçiyor.Vefat eden bir kimse kabirde(aslında kabir diye bir şeyde yoktur) uyku halindedir.Adem (a.s) döneminde ölen ile kiyametin son anında ölenler kabirde aynı zaman dilimini yaşarlar.Kur'an'ın "kabir" kelimesini kullanması bizim anlayış kabiliyetimize uygun olduğundan dolayıdır. Bir insan kabirde yüz bin sene kalsa bir saat kalmış gibi olacaktır. Ashabı Kehf kıssası buna güzel bir örnektir. Bizim bir gecelik uykumuz kabir hayatından çok uzundur. Ölümün hemen ardından kıyamet kopacaktır."Nihayet sur'a üfürülecek.Bir de bakarsın ki onlar cesetlerden kalkıp koşarak Rablerine giderler.( İşte o zaman) Eyvah, eyvah!Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?Bu, Rahman'ın vadettiği gündür. Elçiler gerçekten doğru söylemişler! derler. Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada sadece yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"( Yasin- 51, 52, 53, 54 )"Sonra, muhakkak ki siz bunun ardından elbet öleceksiniz. Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet tekrar diriltileceksiniz" (Mü'minün, 15, 16)Yukarıdaki iki ayet "ölümün hemen ardından kıyametin kopacağını" haber vermektedir. Kur'an'ı Mübin "ölü olan" diye bir kelime kullanmaz. "Rabbimiz! Bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Bizi ateş azabından koru! derler" (Bakara- 201)Zaman bu dünya hayatında yaşayanlar için söz konusudur. Vefat edenler açısından zaman mefhumu diye bir şeyden söz edilemez. Dolayısıyla Kur'an'ın dilinde ve ilminde kabir hayatı ve ölülere dua diye bir şey yoktur. Birçok Allah Elçisinin oğlu Elçi olduğu halde ana babasına dua ederken "ölmüş anne babama" demez.Gerçekten çok ilginç,Neden Kur'an'ın hiçbir ayetinde ölüler adına hayır yapılacağına ve dua edileceğine dair bir tane ayet geçmez?Bu konu Şia ve Ehli Sünnet dininin Kur'andaki İslam ile hiçbir ilgilerinin olmadığını gösteriyor.İbrahim (a.s) ın hayatta olan ana- babasına dua ve istiğfarı onlara verdiği bir sözden dolayı idi. Onların Allah düşmanı olduklarını anlayınca bundan vazgeçti. (Tevbe-114)İbrahim (a.s) ana-babası hayatta iken bu duayı yapmıştır.) 42-) Resûlüm! Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından gâfil olduğunu hesap etme! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne te'hir ediyor.43-) Gönülleri bomboş olarak kendilerine bile dönüp bakamaz durumda, gözleri havaya dikilmiş bir vaziyette koşarlar.44-) Kendilerine azabın geleceği, bu yüzden zalimlerin: "Rabbimiz! Yakın bir müddete kadar bizi te'hir et de senin davetine icabet edelim yani Resüllere tâbi olalım" diyecekleri gün hakkında insanları uyar. (Onlara denilir ki:) "Daha önce, sizin için bir zevâl olmadığına, yemin etmemiş miydiniz?" (Âyette geçen "senin davetine icabet edelim yani Resüllere tâbi olalım" cümlesi, vahiy ile Resüllerin aynı misyona sahip olduklarını görüyoruz. Resüllerin görevi vahyi tebliğ etmek ve onun mucadelesini yapmalarıdır. Aslında cümle "senin davetine icabet edelim ve Resüllere tâbi olalım" idi. Fakat bağlaç olan "ve" nin "yani" anlamına geldiği için bir çok yerde vav harfine "yani" anlamını veriyoruz.) 45-) "(Sizden önce) kendilerine zulmedenlerin meskenlerinde (yurtlarında) oturdunuz. Onlara nasıl muamele ettiğimiz size apaçık belli oldu. Ve size misaller de verdik."46-) Yani (Resüllere) tuzaklarını kurdular. Fakat tuzakları dağları yerinden yürütecek kadar güçlü olsa bile yinede tuzakları Allah'ın indinde idi. 47-) Yani sakın Allah'ı verdiği sözünde hilâf edeceğini hesap etme! Çünkü Allah Aziz'dir, (zulmün) intikamını alandır. 48-) Yer başka bir yer, gökler de (başka gökler) haline değiştirildiği, (insanlar) bir ve kahhar olan Allah'ın huzuruna çıktıkları gün (Allah bütün zalimlerin cezasını verecektir).49-) Yani o gün, mücrimlerin zincire vurulmuş olduğunu görürsün.50-) Onların elbiseleri katrandandır, yüzlerini de ateş bürümektedir.51-) Allah her nefsi kazandığının karşılığıyla cezalandırmak için (onları diriltecektir.) Kuşkusuz Allah, hesabı çabuk görendir.52-) İşte bu (Kur'an), kendisiyle uyarılsınlar yani Allah'ın ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler yani beyni olanlar iyice düşünüp tezekkür etsinler diye insanlara (gönderilmiş) bir belâğdır. (Kur'an'ın kendisi yüce Allah tarafından tebliğ edilen bir belâğ, aynı zamanda Allah tarafından tebyin edilen bir beyândır. (Âli İmran-138)Yani Kur'an yüce Allah tarafından hem tafsil, hem tasrif, hem tefsir (Furkan-33) hem tebyin edilmiş bir kitaptır.) Yüce Allah göndermiş olduğu mesajla oynama, ondan bir şey çıkarma ve ona bir şey eklemeyi imkansız bir sistem olarak indirmiştir.) (İbrahim Süresinin Sonu)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(15.YAZI ) Said Nursi'nin eseri olan Risalei Nur Külliyatına aldığı, Kur'an'a, akıl ve mantığa aykırı yüzlerce rivayeti aktarmaya devam ediyoruz. F.Gülen'de bu rivayetlerden doğmuştur.Said Nursi diyor ki: "Allame-i mağrib (batı'nın en büyük âlimi) Kâdı İyaz, Şifa-i şerifinde ulvi bir an'ane ile muteaddit (sayısız )tariklerle (yollarla ) Resul'ü Ekrem (a.s.m)ın hadimi (hizmetçisi) ve bir kumandanı ve İran'ın fâtihi ve Aşere-i Mubeşşereden (cennetle müjdelenen on sahabiden olan) Hz Sâd İbni Ebi Vakkas diyor."Gazve-i Uhud'da, ben Resul'ü Ekrem (a.s.m)ın yanında idim. Resül'ü Ekrem (a.s.m) o gün kavsim (yayım) kırılıncaya kadar küffara oklar attım.Sonra bana okları veriyordu. "At" diyordu.Nasl'sız (okun uçmasına yardım eden kanatları olmayan) okları verirdi ve bana emrederdi : "At" Ben de atardım, kanatlı oklar gibi uçardı, kuffarın cesedine yerleşirdi.O halde iken, Katade İbni Numan'ın gözüne bir ok isabet etmiş, gözünü çıkarıp, gözünün hadekası yüzünün üstüne indi.Resül'ü Ekrem(a.s.m)mübarek, şifalı eliyle onun gözünü alıp, eski yuvasına yerleştirip, iki gözünden en güzeli olarak, hiç bir şey olmamış gibi şifa buldu.(Mektubat- 19.Mektup, Mücizât-Ahmediye, Sayfa- 139)Eğer Cüneyt Arkın'ın çevirmiş olduğu Battal Gazi ve Kara Murat filmlerinin yönetmenleri ve rejisorleri bu rivayetlerden haberleri olsaydı onlara bir hayli malzeme çıkmış olurdu.Çünkü bu rivayetlerdeki yalanlar o filimlerde anlatılanlardan daha acaib uydurulmuştur. Cübbeli Ahmet okuduğu onca hurafe ve zikri nerden aldığını zannediyorsunuz.Bakınız "Bediuzzaman!!"lakaplı Said Nursi eseri Risâle-i Nur Külliyatına nasıl bir rivayeti almıştır. Diyor ki:"Başta Nesai olarak, erbab-ı siyer, Osman İbni Huneyf'ten haber veriyorlar ki :Osman diyor ki: Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ın yanına bir ama geldi. "Benim gözlerimin açılması dua et" dedi.Resül'ü Ekrem (a.s.m) ona ferman etti "Şimdi git abdest al, sonra iki rekat namaz kıl ve şöyle dua et "Ya Rabbi, rahmet Resulü olan Muhammed'i şefaatçi ederek sana yöneliyor ve senden istiyorum, ya Muhammed,seni şefaatçi ederek Rabbime yöneliyorum ki, gözlerimi yeniden açsın,Allah'ım onun benim hakkımdaki şefaatini kabul eyle "O gitti, öyle yaptı, geldi.Gözü açılmış, güzel görüyormuş, gördük.( Mektubat-19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa-140 )Cevap : İslam aklında ve hikmetinde bir ama söz konusu duayı hayatı boyunca günde yüz defa okusa gözlerinin açılması ve sağlığına kavuşması mümkün değildir.Haydi diyelim İslam, Kur'an, ilim bilmez akılsız ahmaklar bu hurafeleri uydurdular.Said Nursi bunu eserine hangi ilim ve akıl ile aldı, yıllarca milyonlarca nurcu sorgulamadan bu rivayeti nasıl okudu?Bu derece akıldan ve mantıktan yoksun, bilimsel verilere aykırı, Kur'anın bir çok âyetine zıt bir rivayete insanların inanması ancak Kur'an'dan haberleri olmadığını ve akıllarını zerre kadar kullanamadıkları ile izah edilebilir. Bütün bu hurafelerden dolayı rahatlıkla şunu söyleyebiliriz.Said Nursi'nin Allah tarafından yazdırıldı dediği Risalei Nur Külliyatındaki uydurma rivayetler Kur'an'a ulaşmanın ve ondan beslenmenin önünde en büyük bir engel teşkil etmektedir.Risalei Nur, Kur'anın önünde aşılmaz bir duvar, içinden çıkılamaz bir bataklıktır.Risâle'i Nur Külliyâtı dinsizlikten daha beter bir şirk ve küfür kaynağıdır. İşin acı tarafı diyanet işleri başkanlığı da bunu bastırıp satıyor. Fetö gibi daha Allah sizin çok belanızı verecektir.
25 Şubat 2022 Cuma
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (146.YAZI) İbrahim Süresi 13-) Kâfir olanlar Resüllerine dediler ki: "Elbette sizi ya yerimizden (yurdumuzdan) çıkaracağız, ya da mutlaka milletimize döneceksiniz!" Rableri de onlara: "Zalimleri mutlaka helâk edeceğiz!" diye vahyetti.14-) Ve (ey iman edenler!) Onlardan sonra sizi mutlaka o yerde yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkan yani vaadimden korkanlara özeldir.15-) (Resüller) fetih istediler (Allah da verdi). Her inatçı cabbar (zorba) da mahvoldu.16-) Ardından da (o inatçı zorbaya) cehennem vardır yani kendisine (ölümden) engelleyici su içirilecektir!("Mâin Sadidin" "ölümsüzlük-suyu iksiri" demektir. Kafir zorbalar "mâin sadidini" içtikten sonra artık onlar için ölüm diye bir şey olmayacaktır. Burada şöyle bir ders vardır. Dünya hayatında ölümsüz olmayı ve ebedi yaşamayı arzu ederek yüce Allah'ın mesajına kulak tıkarlarken, âhirette ise, ölmeyi ne kadar isterlerse de ölmeyecek yani sürekli bir azap içerisinde debelenip duracaklardır.) 17-) Onu (ölümü) yudumlamaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek yani ona her mekandan ölüm gelecek, oysa o ölecek değildir (ki azaptan kurtulsun) yani ötesinde kaba bir azap vardır.18-) Rablerine kâfir olanların durumu (şudur): Onların amelleri fırtınalı bir günde rüzgârın, şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şeye kadir olamazlar. (Hidayetten) uzak sapkınlık işte budur.(Din Kur'an'a dayanmıyorsa yani dinde ihlas yoksa yani dinde tek kaynak Kur'an değilse, insanın diğer amellerinin bir önemi kalmayacaktır. Ameller itikâda göre değer kazanırlar.) 19-20) Allah'ın gökleri ve yeri hak ile (bir amaca yönelik olarak) yarattığını görmedin mi? O dilerse sizi ortadan kaldırıp yepyeni bir halk (yaratılış) getirir yani bu, Allah'a güç değildir.21-) Kıyamet gününde hepsi Allah'ın huzuruna çıkacak ve müstazaflar (düşükler) müstekbirlere (büyüklük taslayanlara) diyecekler ki: "Biz size tâbi olmuştuk. Şimdi siz, Allah'ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?" Onlar da diyecekler ki: "(Ne yapalım) Allah bizi hidayete erdirseydi biz de sizi hidayete iletirdik. Şimdi sızlansak da sabretsek de bizim için birdir. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur."22-) Hesapları görülüp emir bitirilince, şeytan diyecek ki: "Şüphesiz Allah size hak olanı vâdetti, ben de size vâdettim ama, size yalancı çıktım yani benim size karşı bir saltanatım yoktu. Ben, sadece sizi sadece dâvet ettim, siz de benim davetime hemen icâbet ettiniz. O halde beni levmetmeyin yani kendi nefsinizi levmedin. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha önce ben, beni (Allah'a) şerik koşmanızı reddettim." Şüphesiz zalimler için elem verici bir azap vardır.(Yukarıdaki âyette anlatılan şeytan zihinsel şeytan değil, gerçek anlamda din adamı kılığındaki şeytandır. Yani zihinsel şeytanın ete kemiğe bürünmüş şeklidir. Bakara 165, 166, 167. ayetlerd de buna benzer bir manzara sunulmaktadır. Yüce Allah gönderdiği mesajda din ve iman, hayır ve şer, şirk ve tevhid, dünya ve âhiretle ilgili gerekli her şeyi bildirmiş ve vâdeceklerini tam olarak vâdetmiştir.Fakat batıl dinin imamları da rivayet ve ictihadlarla onlarda bir takım şeyler vadettiler. Ama onlar Allah adına yalan söylediler yani vahye ihanet ettiler. Kur'an'da haset, kibir, gurur, cimrilik, vesvese, dürtü gibi kavramlarla ifade edilenler zihinsel şeytan, ittiba, ibadet, itaat gibi kavramlarla geçen şeytan da gerçek anlamda olan insan şeytanlarıdır. İnsan şeytanları zihinsel şeytandan çok daha tehlikelidir.) 23-) İman edip yani salih ameller işleyenler, Rablerinin izniyle içinde devamlı kalacakları ve altından nehirler akan cennetlere sokulacaklardır. Orada (birbirleriyle olan dilekleri) "selam" dır.24-) Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan temiz bir ağaca (benzetti).25-) O ağaç, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir yani tezekkür etsinler diye Allah insanlara misaller getirir.26-) Habis bir sözün misali, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan (habis) bir ağaca benzer.27-) Allah Teâlâ sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit( sapasağlam) tutar yani Allah (sadece) zalimleri saptırır yani dilediğini yapar.28-) Allah'ın (vahiy) nimetini küfürle değiştirenleri yani kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?(Yukarıdaki âyet gerçekten çok önemlidir. Ben bu âyeti her okuduğumda aklıma Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni din adamları geliyor. Bunlar yüce Allah'ın tevhid dininin yani hanif İslamı, rivayetler yoluyla şirk ve küfür olarak değiştirdiler. Yani bir bölümünü veya yarısını değil, ihlasa dayalı olan din baştan sona kadar şirk oldu. Mabedlerinden ibadetlerine, inançlarından ahlaklarına kadar hiç bir hareketleri İslama uygunluk göstermiyor. Ümmi insanları uzak tutarak bunları söylüyorüz.) 29-) Onlar cehenneme destek olacaklardır. Orası ne kadar kötü bir karargâhtır!30-) İnsanları Allah yolundan saptırmak için O'na eş ortaklar edindiler. De ki: (İstediğiniz gibi dünyadan) yararlanın! Çünkü dönüşünüz ateşedir.(Yani din atalarından kendilerine intikal eden inanç ve fikirlere tâbi olup yüce Allah'ın âyetlerini arkalarına attılar. Vahye göstermeleri gereken önemi atalarının batıl kaynaklarına gösterdiler. Yoksa "bizim âlimlerimiz Allah'a ortaktır" demediler.)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(14.YAZI )Risâle-i Nur Külliyatında bulunan hurafe ve yalanlar Şii ve Sünni din adamlarının nasıl bir taklit ve cehalet bataklığında kıvrandığının en büyük göstergelerinden biridir.İşte o hurafelerden biri daha, Said Nursi diyor ki:"Resul'ü Ekrem (a.s.m) Mekke'den hicret ettiği ve küffarlar takibe çıktıkları vakit, Sebir namındaki dağa çıktılar.Sebir dedi. "Ya Resulullah, benden ininiz, korkarım benim üstümde sizi vururlarsa Allah beni ta'zib (azap) eder, onun için korkarım "Cebel-i Hira çağırdı "Ey Allahın Resul'ü, bana gel""Bu sır içindir ki, Ehli kalp, Sebir'de havf (korku) ve Hira'da emniyeti hissederler"(Mektubat-19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 135)Cevap :Bu uydurmada zerre kadar akl-i kullanma, tefekkür ve Kur'an bilgisi bulunmamaktadır.İnsanlık tarihinde bir çok coğrafyada, yüzlerce Nebi ve milyonlarca müslüman, müşrikler tarafından şehit edilmişlerdir.Bir dağ, tepe, deniz, ova üzerinde şehit edilenlerden dolayı Allah indinde sorumlu olur mu?Sonra Allah yolunda öldürülmek her şuurlu mü'minin arzuladığı bir kurtuluştur.Ancak Said Nursi'nin Risâle-i Nur Külliyatına aldığı bu rivayetlerin çocuklara masal olarak anlatılmasında bir sakınca yoktur diyecektim, onu da diyemiyorum çünkü ilerdeki hayatlarında bu sefer yalan ve hurafelere de inanmaya meyil kazanıp akli dengelerini kaybederler. Şimdi de, Musa (a.s) ın Kur'an'da anlatılan mucizelerinden fotokopi yapılmış uydurma rivayetleri göreceğiz.Said Nursi "Musa(a.s) ın mucizeleri varsa Resülullahın da aynı şekilde mucizeleri vardır" aşağılık kompleksiyle, üzerinde hiç düşünmeden bu yalan rivayetleri Risâle-i Nur Külliyatına almıştır.Diyor ki: "Hz Musa'nın, yed'i beyza, (beyaz el) ve, âsâ mucizelerine nazire (benzer) olarak, üç hadisede bir mucizeyi Ahmediye. Birincisi : Resul'ü Ekrem (a.s.m) Katade İbni Numan'a karanlıklı, yağmurlu bir gecede bir değnek verir ve ferman eder ki, "Sana, lamba gibi, onar arşın her tarafta ışık verecek, evine gittiğin zaman bir siyah şahıs gölge göreceksin, o, şeytandır.Onu hanenden çıkar, tart et"Katade değneği alır, gider.Yed'i Beyza (Musa (a.s) ın beyaz eli) gibi ışık verir.Evine gider. O siyah şahsı görür. Tart eder"(Mektubat- 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 138 )Cevap : Said Nursi'nin kitabına aldığı uydurma rivayetler gibi bu rivayet de yalandır.Çünkü Kur'an ile sabittir ki, Nebi ( a.s) dahil hiçbir insan şeytanı göremez. Çünkü şeytan diye bağımsız bir varlık yoktur. Şeytan insanın içinde var olan zihinsel dürtü ve duygulardır. Said Nursi yalanlarına devam ediyor.İkincisi : Bir menba-i garaib(acayip manzaraları ve olayları) olan Gazve-i kubra-i Bedirde,(büyük bedir savaşında) Ukkaşe İbni Muhassinil Esedi'nin müşriklerle dövüşürken kılıncı kırıldı.Resül'ü Ekrem (a.s.m) ona mukabil kalınca bir değnek verdi.Dedi : '"bununla harp et, birden, değnek biiznilleh (Allah'ın izniyle) uzun beyaz bir kılınç oldu, onunla harp etti, hayatı miktarınca, (ömrü boyunca) ta yemame harbinde şehit oluncaya kadar boynunda taşıdı.Said Nursi devamla diyorki, şu hadise kat'idir.Çünkü Ukkaşe bütün hayatında onunla iftihar etmiş, ve o kılınç "el avn" namıyla meşhur olmuş"(Mektubat- 19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 138)Üçüncüsü : Gazve-i uhud da, Resul'ü Ekrem (a.s.m) ın halazadesi olan Abdullah İbni Cahş harp ederken kılıncı kırıldı.Resül'ü Ekrem (a.s.m) ona bir değnek verdi. O değnek onun elinde bir kılınç oldu.Onunla harp etti. O eseri mucize olan kılınc, baki kaldı. İşte bu iki kılınç, asayı Musa gibi birer mucizedir.Fakat, asayı Musa, vefatı Musa'dan sonra vech-i icaz-ı kalmadı, fakat şunlar baki kaldılar" ( Mektubat- 19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 138 )Said Nursi bu uydurma rivayetlerle ilgili şunu demek istiyor. Allah Resulü'nün mucizeleri Musa(a.s) ın mucizelerinden daha büyüktür. Aynen benim babam senin babanı döver misali,Risalei Nur Külliyatını okuyan içinde Prof. Dr. Öğretim üyesi, üniversiteli milyonlarca insana sadece şunu soruyoruz.Neden Kur'an önceki elçilerin mucizelerini anlattığı gibi Allah Resulü'nün hiç bir mucizesinden söz etmez.
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR.(3.YAZI) Biz bu çeşit bir ritüelin “Allah’ın emri” olmadığını ortaya koydukça, geleneksel dinin tâbiileri, sanki elinden oyuncağı alınmış çocuklar gibi ağlamaya ve feryat etmeye başlıyorlar.Yüce Allah'tan isim ve sıfatlarıyla bir istekte bulunma insanın kendi duygusal ve ihtiyaçlarıyla ilgili bir durumdur. İyice incelendiğinde salât kavramının geçtiği doksan dokuz âyetin hepsinde ya zihinsel destek olan öğrenim ya da maddi destek olan infak yani yardım ve dayanışma anlamında geçmektedir. Bu saf ve hanif dinin Emevi- Abbasi rivayetleriyle harcanması büyük bir yıkım getirmiştir.Kur'an cahili muhaddis ve müctehidler sanki ümmete büyük bir yarar sağlamış gibi namaz ritüelini şişirdiler de şişirdiler. Namazla ilgili şimdiye kadar kaleme aldığımız ilmi ve akli yazılarımız sayesinde bir çok arkadaştan olumlu mesajlar alıyoruz.Hiç olmazsa namaz için çocuklarının üzerinde artık eskisi gibi bir baskı kurmuyorlar. Diğer taraftan namaz ritüelini savunan arkadaşlar da yorumlarında bizi karalamaktan başka ilmi ve akli bir cevap verememişlerdir. Yani Kur'an'dan kopuk zihniyetin artık insanları aldatabilecek hiç bir delilleri bulunmamaktadır. Kur'an'ın ilmi ve hikmeti sayesinde hepsi çürütülmüştür. Namazla ilgili olarak Kur'an'dan getirebilecekleri hiçbir delilleri yoktur. Özellikle Hud süresi 114; İsra süresi - 78, 79 ve Nisa süresi 103.âyetinin son cümlesinin gerçek meâline ulaşmak bizim için de zihinsel bir devrim olmuştur. Yani namazın esaretinden salâtın özgürlüğune kavuşmakla Kur'an'ın ilmi zihin dünyamızı daha da arındırdı. İnsanın fıtratına ve evrensel hayat şartlarına uymayan bir şeyin yüce Allah'ın emri olmayacağını kesin olarak anladık. Yani din adamları Kur'an'da var olmayan namaz ritüelini farz kılmakla ümmetin akıl ve ahlakına büyük bir hakaret, hayat standartlarına ağır bir sınırlama getirdiler. Dolayısıyla yüce Allah'ın âyetlerini yalan yanlış açıklamaları sayesinde kalın zincirlerle kendilerine kul yaptılar. Yani namaz Kur'an'ı ümmilerin nazarından uzaklaştırma ve onları kul yapmanın aracısı olmuş bir uygulamadır. Şimdi sabah namazı diye bir ibadetin olmadığını ilgili âyetlerde yakından görelim. Kur'anda “Sabah Namazı”na delil olarak gösterilen âyetler, İsra- 78. ve Hud- 114.âyetleridir. Bu âyetlerin ikisi de Mekke'de inen sürelerde yer alırlar.Bu âyetlerin Mekke'de nazil olan sürelerde yer almaları o kadar önemli ki: Yani cuma salâtının farz olmadığı bir dönemle ilgilidirler. Sadece Nebi (a.s) ın tebliğ faaliyeti ile ilgili olarak inmişlerdir.Âyetlerin bir kelimesinde bile müminlerle ilgili bir emir ve tavsiye bulunmamaktadır.Yani "kılın" "yapın" "edin" diye bir emir yoktur.Âyetlerde “kıl” “yap” “et” emir ve tavsiyesi yer alır. Hitap müminlere olmadığı gibi Nebi'ye farz da kılınmış değildir. Sadece Nebi (a.s) ın şahsına bir öneridir. Buda Nebi (a.s) ın yüklenmiş olduğu ağır yükün hafifletilmesi ilgili bir durumdur. Bu âyetlerin hangi anlamda kullanıldığını Müzzemmil süresi mükemmel bir şekilde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla buradan da anlaşılıyor ki her devirde ve her yerde olan vahiy tebliğcilerine bir yol göstermedir. Yani gecenin bazı dilimlerinde Kur'an'ın ilim ve hikmetinin üzerinde araştırma yapmalarıyla ilgilidir. İşte Âyetler: "(Ey Nebi!) Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar salât'ı ikame et yani fecir Kur'an'ını (ikâmet et) çünkü fecir Kur'an'ı şahitlidir yani gecenin bir kısmında uyanarak sana özel bir nafile olmak üzere teheccud yap. Böylece Rabb'inin seni övgüye değer bir makama (konuma) göndereceği umulur yani şöyle de: Rabbim gireceğim yere sıdk ile girmemi sağla çıkacağım yerden de sıdk ile çıkmamı sağla. Bana tarafından hakkıyla yardım edecek bir sultan ver" (İsra-78, 79, 80) 79. âyet, hitabın sadece Nebi (a.s) la ilgili yani yalnız ona özel olduğunu "néfileten leke" demek süretiyle açıkça ortaya koymaktadır. 78.âyette geçen "meşhuden" kelimesi, gece okunan Kur'an'ın akıl, kalp, idrak ve zihin açısından daha verimli, daha kalıcı, daha etkili ve daha bereketli olduğunu göstermektedir. Bu gece çalışmasını en geniş anlatan Müzzemmil süresidir. 79.âyette bulunan "makamen mahmuden" ifadesi de, Nebi (a.s) ın Mekke'nın sıkıntılı ve işkenceli hayatından Medine'ye hicret edeceğini yani daha elverişli bir konuma kavuşacağına işaret ediyor. 80.âyet bu fikrimizi destekler bir özelliğe sahiptir. Âyette geçen “Kur'an-el fecr" (fecrin Kur'an'ı) ifadesi, “salât”ın namaz kılmak olmadığı, müşriklerle yapılacak ilmi mucadele için geceden hazırlık yapmanın önemine vurgu yapmaktadır. Yani Kur'an'ı tebliğ eden muvahhidlerin gecelerde başlayan Kur'an çalışmaları yoksa, başarılarının çok sınırlı kalacağını ortaya koymaktadır.Âyetler, tebliğ makamında olan müminlerin Kur'an dersi çalışmalarını gecenin ve fecrin sakin, serin ve dingin vaktinde yapmalarını öğütlemektedir."(Ey Nebi!) yani gündüzün iki tarafında (sabah -akşam) yani gecenin gündüze yakın saatlerinde salât'ı ikâme et! (Günün bu sakin zamanlarında, imkân bulduğunda vahiy dersini ayakta tutarak (hasene) güzellik yap !) Çünkü güzellikler (vahiy'den öğüt almalar) kötülükleri giderir. Bu (Kur'an çalışması), tezekkür edenler için bir zikirdir (düşünüp ders çıkarmak isteyenlere bir yol göstermedir.)” "Yani sabret, şüphesiz Allah güzel ahlak sahiplerinin mükafatlarını zâyi etmez" (Hud-114, 115)Dolayısıyla yukarıdaki âyette bulunan öğüt ve öneri sadece Nebi (a.a) özeldir.Kur'an'da bulunan hiç bir kavram ve ifade amaçsız olmadığı gibi, hitap bağlamı da boşuna ve amaçsız değildir. Hitab Nebi'ye ise, emir, öğüt ve öneriyi o yapacaktır. Yoksa yüce Allah, bir çok yerde olduğu gibi, hitap bağlamını daha geniş tutardı. Yani bütün müminleri hedef alırdı. Onun için "Ey iman edenler! Ey Kafirler! Ey Ehli kitap! Ey Nebi'nin hanımları! Ey Resül! Ey cahiller!" diye hitap edilmektedir. Ey cahiller! Nebi'ye tavsiye ve öneri olan âyetleri müminlere nasıl farz yaparsınız. Tekrar etmede fayda vardır.Nebi(a.s) ın şahsına olan öneri, aynı zamanda her devirde ve her coğrafyada var olan Kur'an tebliğcilerine bir mesaj’dır. Öneri bütün müminlere olsaydı, âyette “çoğul” fiili kullanılırdı. Dolayısıyla uykunun en derin ve en sağlıklı yerinde müminleri uyandırarak her gün kalkmaya mecbur eden bir emir bulunmamaktadır. Ama vahyi tebliğ edenler imkânları dahilinde bu vakitlerden yararlanmaları çok önemlidir. Bugün birçok yurtta öğrenciler daha uykularına doyamadan çok erken bir saatte sadece Kur'an cahillerinin ümmetin önüne sürdüğü uydurma rivayetlerle ve batıl ictihadlarla sabah namazı kılmaları için yataklarından kaldırılmaktadır. Uyku ihtiyacını tam alamadıkları için de dersi-salâtı yeterince anlayamamaktadırlar. Yüce Rabbimizin âyetlerini evrensel bir akıl ve mantıkla anlar ve bu şekilde tebliğ edersek, dinin rahmet ve hidayetinin yayılmasında ve sürdürülmesinde başarılı olabiliriz. Aksi halde son vahyin tarihinde görüldüğü gibi sadece Şiilik ve Sünniliğin basma kalıp uygulamalarına ve statik inançlarına mahkum oluruz. Bunun sonraki adımı da dini komple rafa kaldırmak olacaktır. Çünkü gerçek hayatta bir karşılığı olmayacaktır.
RİSÂLE-İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(13.YAZI )"Zamanın muceddidi!!! Bediuzzamanı!!! üstadı!!! olarak görülen Said Nursi'nin bu kadar uydurma ve hurafeleri bir araya toplaması ve milyonlarca insanı bunlara inandırması batıl din adına büyük bir başarıdır. Bakın ne diyor. "Allame-i mağrib Hz.Kadı İyaz naklı sahih ile haber veriyor ki, hâdim-i nebevi (Nebi'nin hizmetçisi) Hz.İbni Mesud dedi ki:Biz Resul'ü Ekrem (a.s.m) ın yanında taam (yemek) yerken, taamın (yemeğin) tesbihlerini işitiyorduk"(Mektubat- 19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 133)Aynen Cübbeli Ahmet gibi Said Nursi'nin de bütün yalan ve hurafeleri sahihtir!! Diyor ki:"Naklı sahih ile, Enes ve Ebu Zerden Kütüb-ü Sitte-i Sahiha haber veriyorlar ki, Hz. Enes(Hâdim-i Nebevi) demiş ki, Resul'ü Ekrem(a. s.m) ın yanında idik.Avucuna küçük taşları aldı, mübarek elinde tesbih etmeye başladılar. Sonra Ebubekir es Sıddık'ın eline koydu, yine tesbih ettiler.Ebu Zer Gıfari, tarikinde der ki, Sonra Hz. Ömerin eline koydu yine tesbih ettiler.Sonra aldı yere koydu, sustular. Sonra yine aldı Hz Osman'ın eline koydu yine tesbih ettiler.Sonra Hz Enes ve Ebu Zer diyorlar ki, ellerimize koyduk sustular" (Mektubat- 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediye Sayfa- 133 ) Neredeyse Şia ve Ehli Sünnet kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerinin bir çoğunu, eseri Risale-i Nur Külliyatına alan Said Nursi diyor ki:"Hz.Ali ile Hz.Cabir ve Hz. Aişe'den nakli sahih ile sabittir ki, dağ, taş, Resul'ü Ekrem (a.s.m) a "selam sana ey Allah'ın Resul-ü! diyorlardı"(Mektubat- 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 133 )Said Nursi şöyle devam ediyor."Hz.Ali tarikinde diyor ki,"Bidayeti Nübüvvet'te (Nübüvvet'in başlangıcında ) nevahii Mekke'de (Mekke'nin mahallelerinde) Resul'ü Ekrem(a.s.m) ile beraber gezdiğimizde, ağaç ve taşa rast geldiğimiz vakit "Selam sana ey Allah'ın Resul'ü" diyorlardı. Hz.Cabir, tarikinde derki: "Resul'ü Ekrem (a.s.m ) taş ve ağaca rast geldiği vakit, ona secde ediyorlardı."Yani, inkiyad edip, "Sana selam olsun ey Allah'ın Resul'ü" diyorlardı. ( Mektubat- 19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 133 )Cevap : Bu şirk kokan rivayetin uydurulma gerekçesi, Melekler, Adem (a.s) a secde ettilerse, Allah Resulü'ne de ağaç ve taş olmak üzere her şey secde ederdi anlayışıdır. Yani Allah Resulü'nü diğer elçilerden üstün gösterme hastalığından başka bir şey değildir. Said Nursi o derece Kur'an'a aykırı düşmüş ki şu âyetten hiçbir zaman haberi olmamıştır. "Bitkiler ve ağaçlar Allah'a secde ederler"( Rahman-6)Aslında hurafeci Buhari, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i, Kütüb-ü tıs'a beni ilgilendirmiyor. Beni esas ilgilendiren şey Bediuzzaman olarak görülen bir kişinin, içinde sayısız hurafe ve yalan barınan bir eseri, Allah tarafından gönderilmiş gibi, eğitim görmüş milyonlarca insana inandırmasıdır. Milyonlarca insan batıl üzerinde hiçbir soru ve sorgulama yapmadan nasıl bu kadar yalana iman eder. Allah Resul'ünün mucize göstermesinin mümkün olmadığına dair yüzlerce âyet mevcut iken insanlar nasıl böyle hikayelere din diye nasıl aklını ve vicdanını mahkum eder? Bu konu psikoloji uzmanları tarafından araştırılması gereken bir konudur.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(145. YAZI)Rahman Rahim Allah'ın Adıyla İbrahim Süresi, 52 âyet olup Mekke'de inmiştir. 1-) Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle (yasasıyla) insanları karanlıklardan aydınlığa, Aziz, Hamid Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.(Yukarıdaki âyet, hidayetin yani karanlıklardan aydınlığa çıkmanın tek yolunun Kur'an olduğunu göstermektedir.) 2-) O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Şiddetli azaptan dolayı kâfirlerin vay haline!3-) Dünya hayatını ahiretin üstünde (tutup) sevenler yani Allah yolundan alıkoyanlar yani onun eğriliği için yol arayanlar var ya, işte onlar (haktan) uzak bir sapkınlık içindedirler.4-) Ve Allah'ın (mesajını) onlara beyan etsin diye her Resülü yalnız kendi kavminin lisanı ile gönderdik. Artık Allah dileyeni saptırır, dileyeni de hidayete iletir. Çünkü O, Aziz'dir, Hakim'dir.(Beyan, tefsir etme ve detaylandırma anlamında değil, gizlemeden açıklama, ilan etme ve duyurma anlamına gelmektedir. (Âli İmran-187)5-) Andolsun ki Musa'yı da: Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın (geçmiş kavimlerin başına getirdiği felâket) günlerini hatırlat, diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz ki bunda çok sabırlı, şükreden herkes için ibretler vardır.6-) Hani Musa kavmine demişti ki: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi işkencenin en kötüsüne sürmekte yani oğullarınızı kesip, kadınlarınızı (kızlarınızı) bırakmakta olan Firavun ailesinden kurtardı yani bu (kurtuluş ve özgür kalışınızda) Rabbinizden azim bir bela vardır."(Yani "bela" (sınama) Firavun'un onlara yaptığı zulümde değil, yüce Allah'ın onları kurtarıp kendilerini özgür kılma nimetindedir.) 7-) "Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer kafirlik ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! yasasını koymuştu."8-) Yani Musa dedi ki: "Eğer siz ve yerde olanların hepsi kafirlik ederseniz, bilin ki Allah gerçekten Ğani'dir, Hamid'tir"9-) Sizden öncekilerin, Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? Onları Allah'tan başkası bilmez. Resülleri kendilerine beyyineler getirdi de onlar, ellerini (Resüllerin) ağızlarına bastılar yani dediler ki: Biz, size gönderilene küfrettik yani bizi kendisine çağırdığınız şeye karşı derin bir kuşku içindeyiz.10-) Resülleri dediler ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Halbuki O, sizi günahlarınızdan mağfiret etmek (temizlemek) yani sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi (hak dine) dâvet ediyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın ibadet ettiği (ilahlardan) engellemek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir sultan getirin!11-) Resülleri onlara dediler ki: "(Evet) biz sizin gibi bir beşerden başkası değiliz. Lâkin Allah (vahiy ve Nübüvvet nimetiyle) kullarından dilediğine minnet eder yani Allah'ın izni olmadan bizim size bir sultan getirmemize imkân yoktur yani Müminler sadece Allah'a tevekkül etsinler""BEŞER" VE "İNSAN" KAVRAMLARININ ARASINDAKİ FARKLAR Allah'ın Elçileri beşeriyetlerini korumuş insanlardır. Beşer ve insan kelimeleri eş anlamlı kelimeler gibi bilinseler de Kur'an'da kullanıldıkları bağlam çok farklılık gösterir. Kur'an'da, "beşer" kavramı, "masum, günahsız, saf, temiz, sorumsuz" olarak geçerken, "insan" kavramı ise, zalim, günahkar, asi, sorumlu, akıllı ve icat etme potansiyeli var olan bir varlık" olarak anılır.Kur'an; mümin, müslim, muttaki, zalim, cahil, fasık, mühsin, şeytan, tağut gibi kavramları insan için kullanır. Kur'an'da bu kavramların hiç biri beşer için kullanılmaz. Daha doğrusu beşer kavramı Kur'an'da tek başına yalın bir kavram olarak geçer. Yani beşer her yerde olumlu bağlamlarda kullanılırken, insan hem olumlu hemde olumsuz bağlamlarda kullanılır. Kur'an'da tüm Nebi ve Resüllerin "insan" ile değil de "beşer" ile kıyaslanmaları çok önemlidir. Konuyu Kur'an boyunca araştırdığimızda şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor. Kur'an'da insan ve beşer kelimeleri yaklaşık üç yüz kere geçmektedir Piyasada bulunan meallerde beşer kelimesine hiç yer verilmemiş, bazılarında ise insan kelimesi beşer olarak çevrilmiştir. Buda Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne zarar vermekte ve bir çok konunun anlaşılmasını zorlaştırmaktadir. MELEKLERLE İNSANLAR KARŞILAŞTIRILDIĞINDA KUR'AN İNSANLAR İÇİN "BEŞER "KELİMESİ KULLANIR: Bildiğimiz gibi müşriklerin Resül anlayışı "Elçilerin Melek olması gerektiği" şeklindedir. Kur'an bu müşriklere karşı tüm elçilerin kendileri gibi beşer olduklarını ifade eder. KUR'AN'DA İNSAN KELİMESİ: "Gerçek şu ki, İnsan kendini kendine yeterli görerek tuğyan eder. Kuşkusuz dönüş rabbinedir" (Alak- 6,8)"...Muhakkak ki insanların çoğu fasıktır"( Maide- 49)"...İnsanların çoğu inkarcılıktan vazgeçmedi"( İsra- 89)"İşte insanların birçoğu, gerçekten âyetlerimizden gâfildirler "( Yunus- 92)"...İnsanların çoğu ile kâfirlikte diretmiştir"( Furkan- 50)"...Fakat insanların çoğu şükretmezler"(Bakara- 243) "...Fakat insanların çoğu bilmiyor" (Sebe- 36) En doğrusunu Allah bilir, daha insan makam ve mertebesine yükseltilmeden yani kendisine akıl, anlayış, fikir, kabiliyet, icat yeteneği, duygu ve araştırma verilmeden yeryüzünde beşer olarak uzun zaman geçirdi.İnsan yaratılış ve kabiliyetine geçirilmeden uzun bir zaman bu fiziki yapısı ile aynen hayvanlar gibi avlanıyor, cinsel arzu ve istekleri mevcut, günahı olmayan ve sorumluluğu bulunmayan, kendisini koruyabilen fakat duygu ve düşünceden mahrum "beşer" olarak uzun bir zaman yaşadı.Sonra yüce Allah, ona akıl, fikir, icat yapma kabiliyeti, olumlu her türlü duygu ile insan formatını yükleyerek beşer makamından insan mertebesine yükseltilenlerin içinden Nebi sıfatıyla Âdem (a.s) gönderdi. Şimdi şu âyete bir bakalım. "İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir zaman geçmedi mi? "İnsan süresi- 1)Yani akıl, iz'an, vicdan, ilim, vahiy, sorgulama, duygu ve düşünce, yetenek ve kabiliyeti yoktu, sonra Allah bütün bu yetenek ve kabiliyetleri ona bahşederek onu insan yaptı.Bu insana özgür bir irade vererek fucur ve fusuk yani hayır ve şerrin ne olduğunu vahiy'le bildirdi.Yani onu kendi yaptıklarından sorumlu bir varlık yaparak onun içinden Nebi ve Reseller gönderdi.Aslında Allah insanın fıtratına fucur yani kötülük yapma isteğini yerleştirmedi.Neyin takva ve fucur olduğunu vahiy'le bildirdi.KUR'AN'DA ELÇİLER NEDEN İNSAN DEĞİL DE BEŞER OLARAK NİTELENDİRİLİR?"...Onlar dediler ki: Sizde bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz..."(İbrahim-10)"Resulleri onlara dediler ki: "Evet biz sizin gibi bir beşerden başka değiliz..."(İbrahim-11)"Resullere dediler ki: Sizde anca bizim gibi birer beşersiniz..."(Yasin-15)"...Allah, Resul olarak bir beşer mi gönderdi?..."(İsra-94) Onlarca âyette Resuller "insan" kavramı ile değil "beşer" kavramı bağlamında ele alınmışlardır. Çünkü Kur'an insanın zulüm, küfür, şirk ve nifak hareketlerini anlatıyor.İşte Kur'an Resuller için "insan" kelimesini kullansa bu özelliklerin Resuller için de geçerli olduğu iddia edilebilecekti. Halbuki Kur'an kullandığı muhteşem dille buna izin vermemektedir Allah'ın elçileri beşerdir. Beşer kelimesinden türeyen beşir-müjdeci demektir. Kur'an " Elçiniz bir insandır" deyip de bu nankör hareketleri ona bağdaştırmamış,"Elçiniz bir beşerdir"demiştir. Buraya kadar anlattıklarımızdan yola çıkarak diyebiliriz ki: "Beşer kelimesi insanın fizyolojik özelliklerini temiz ve masum fıtratını temsil eder. İnsan kelimesi ise, beşer'in iyi veya kötü, sorumlu, günah işleyebilen, gelişmiş halini temsil eder."Allah'ın Elçileri beşerdi ve iyi gelişmiş insanlardı. Yani Kur'an'da kınanan birçok insan gibi değillerdi. Anadan doğmuş gibi tertemiz yani fıtratlarını beşeriyetlerini korumuş insanlardı. Bu yüzden hepsi bize güzel bir örnektir. Kur'an'ın bu konudaki muhteşem kelime kombinasyonu bitmiyor. Allah Resulü (a.s) tebliğ görevini yerine getirirken inkârcılar ona nasıl karşı çıkmıştı?"Sen de bizim gibi bir beşersin" demişlerdi. Bizim gibi insansın değil, bizim gibi beşersin. Peki, burada insan yerine neden beşer kullanılmış olabilir. "Hiçbir beşere yakışmaz ki, Allah ona kitap, Hikmet ve Nebilik versin de, sonra o, insanlara "Allah'ın yanı sıra bana da kul olun" desin! Bilakis insanlara öğrettiğiniz ve okuyup okuttuğunuz kitaba uyun da yalnız Allah'a içtenlikle kulluk eden kimseler olun" der.(Âli İmran-79)Âyette de görüldüğü üzere Kur'an'da beşer kelimesi şirk koşmayan, temiz, saf bağlamı içerisinde bu âyette kullanılmıştır.Yani beşeriyetini, temiz fıtratını korumuş olarak kullanılmıştır.Fıtrata uygun bağlamında kullanılmıştır. Bildiğimiz gibi "kalu bela" olayında olduğu gibi insanın fıtratında Allah'a inanmak vardır.Sonuç olarak : Kur'an'da beşer kelimesi fıtrata uygun davranışlar ve fizyolojik özellikler için, İnsan kelimesi ise olumsuz bağlamlarda iyi veya kötü gelişmiş beşer profili için kullanmaktadır.Anasından doğduktan sonra akıl ve buluğ çağına kadar çocuklar beşerdir. Akıl ve buluğ çağından sonra sorumlu bir birey olarak insan kimliğini kazanırlar. Deliler insan değil, beşerdir.) 12-) "Yani bize yollarımızı göstermiş olduğu halde ne diye biz, Allah'a tevekkül etmeyelim yani sizin bize verdiğiniz eziyete elbette sabredeceğiz. Tevekkül edenler sadece Allah'a tevekkül etsinler."
23 Şubat 2022 Çarşamba
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR (12.YAZI )İşte size Risalei Nur Külliyatından akıl fikir almaz bir rivayet daha,Said Nursi diyor ki: "İmamı İbni Fevrek ki,Kemal ictihad ve fazlından kinaye olarak, Şafii sani, ( ikinci imam-ı Şafii ) unvanını alan allame-i asır, (asrının en büyük âlimi) kat'i haber veriyor ki,Gazve-i Taifte (Taif gazvesinde) Resul'ü Ekrem(a.s.m) gece at üstünde giderken uykusu geliyordu.O halde iken, bir sidre ağacına rast geldi.Âğaç ona yol verip, atını incitmemek için iki şak oldu (ikiye ayrıldı) Resul'ü Ekrem (a.s.m ) hayvan ile içinden geçti.Ta zamanımızda kadar o ağaç iki ayak üstünde muhterem bir vaziyette kaldı.(Mektubat- 19.Mektup. Mücizât-ı Ahmediye-Sayfa.128 )Kur'an'la tanışmadan bu hurafelerle karşılaşan vicdan sahibi bir ateist İslam dinini kabul etmeyecek olursa aklına verdiği değerden dolayı Allah indinde sorumlu olmayacağına inanıyorum.Bu yalanlarla beraber Kur'an nasıl bir araya gelebilir.Bu hurafe rivayetlere bakarak Ehl-i Sünnet, Şia, Diyanet, Tarikat ve Nur Cemaatinin Kur'an'dan ne kadar uzak bir mesafeye savrulduklarını tahmin edebilirsiniz.Bu cehalet dolu hurafeleri Said Nursi nasıl eserine almıştır diye merak ediyorsanız, Mektubat 19.Mektup Mücizatı Ahmediye' yi açıp bir sefer okuyun. Bu hurafeden daha akılsız uydurma ve yalan rivayetlerle karşılaşacaksınız. Bazı Nurcular bize şöyle bir eleştiri getiriyorlar. "Bu kadar kafir, münafık, müşrik, zındık, İslam düşmanı varken Risâle-i Nur Külliyatının hurafeleri ile uğraşma zamanı mıdır?CEVAP :Biz içimizdeki akılsızlıkları temizlemeden, kendi İçimizdeki çürumüşlüğe eleştiri getirmeden, inançlarımızdaki ahmakça fikirlerden kurtulmadan, kendimizi her türlü cehaletten arındırmadan başkalarına bir şey söylmemizin haklılığı ve mantığı olamaz.İman edenlerin kendileri dürüst olmadan başkalarına örnek olmaları mümkün değildir.Kendi kusur ve ayıplarını görmeden başkalarına saldırmak hakkaniyet ve adalet olmasa gerektir.İlk önce kendi mahallemizde olan inanç ve ahlakı Kur'an'ın ölçüsüne vurmak gerekiyor. Bu bizdendir, bizim gibi düşünüyor ona eleştiri getirmeyelim, onun kusur ve ayıplarını görmeyelim demek, toplumu tümden bozmak anlamına gelecektir.Müslüman tamamen Allah'ın boyasına boyanmak zorundadır. Şimdi "at" rivayetine geri dönecek olursak, bu yalanı uyduranların ve eserlerine alanların at kadar akıllarının olmadığını söylersek haksız sayılmayız. Çünkü gece olsun, gündüz olsun at önüne gelen bir cismi yaratılıştan, Allah'ın ona vermiş olduğu fıtratla üzerine gitmez, cisimden yönünü değiştirir.Ağacın yarılmasına gerek yoktur. Uydurmacıların bunu düşünemiyecek kadar akıl ve iz'andan yoksun oldukları anlaşılmış oluyor.Bu rivayeti uyduran ilkel kafalılara kızmıyorum. Yirmi birinci yüzyılda bu ahmaklıklara iman eden milyonlarca nurcuya kızıyorum. Bir şizofrene Allah'a iman eder gibi nasıl iman edersiniz? Hemde yüce Allah'ın ilim ve hikmetiyle inmiş olan Kur'an gibi bir kitabınız varken.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(144. YAZI)Rahman Rahim Allah'ın Adıyla Râd Süresi, 43 Âyet olup Mekke'de inmiştir. 1-) Elif. Lâm. Mîm. Râ. Bunlar, kitab'ın âyetleridir yani sana Rabbinden indirilen haktır lâkin insanların çoğu iman etmezler.2-) Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak ref'eden, sonra (ilim ve kudretiyle) Arş'a istivâ eden yani güneşi ve ayı (emrinize) musahhar kılan Allah'tır. (Bunların) hepsi ecelin musammâ'ya (muayyen bir vakte kadar) kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza yakin getirmeniz için her işi düzenleyip âyetleri tafsil etmektedir.(Kur'an'ı detaylandırma anlamına gelen "tafsil, tasrif ve tefsir" sadece yüce Allah bağlamında geçerken, tebliğ etme, duyurma ve ilan etme anlamına gelen "tebyin" kavramı yüce Allah ve Resül bağlamında kullanılmıştır.) 3-) Yeri uzatan yani onda oturaklı zirveler ve nehirler kılan ve orada meyvelerin hepsinden çifter çifter kılan da O'dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda tefekkür eden bir toplum için âyetler vardır.4-) Yerde birbirine komşu kıtalar ve üzüm bahçeleri ve ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) tatlarında onların bir kısmını bir kısmına tafdil (farklı) kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için âyetler vardır.5-) Ve (Ey Nebi! Kâfirlerin yalanlamaları) senin acayibine gidiyor, ama asıl acayip olan onların: "Biz toprak olduğumuz zaman yeniden mi yaratılacağız?" demeleridir. İşte onlar, Rablerine kâfir olanlardır yani onlar boyunlarında (şirk ve küfrün taklit) tasmaları bulunanlardır yani onlar ateş ehlidir. Onlar, orada devamlı kalacaklardır!6-) Müşrikler senden güzellikten önce kötülüğü acele istiyorlar. Halbuki onlardan önce ibret alınacak nice azap örnekleri gelip geçmiştir yani insanlar kötülük ettikleri halde Rabbin onlar için mağfiret sahibidir ve Rabbinin ikâbı (cezalandırması) da çok şiddetlidir.7-) Kâfirler diyorlar ki: Ona Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi! (Halbuki) sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun (vahiy'le) bir hidayet edicisi vardır.8-) Her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksik, neyi ziyade edeceğini Allah bilir yani O'nun katında her şey ölçü iledir.9-) O, gaybı da şehadeti de bilir; büyüktür, muteâl olandır.10-) Sizden, sözü gizleyenle onu açığa vuran yani geceleyin gizlenenle gündüzün yürüyen (onun ilminde) eşittir.11-) Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler vardır. Bir toplum kendi nefislerinde var olan özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez yani Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur yani onların Allah'tan (vahiy'den) başka yardımcıları da yoktur.12-13) O, size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren yani (yağmur dolu) ağır bulutları meydana getirendir ve gök gürültüsü Allah'ı hamd ile tesbih eder yani melekler de O'nun korkusundan dolayı tesbih ederler yani onlar, Allah hakkında mücâdele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğine isâbet ettirir yani O, azabı pek şiddetli olandır.14-) El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak O'dur. O'nun dununda (yanında-yöresinde-astında) el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir yani kâfirlerin duaları sapkınlıktan başka bir şey değildir. (Yukarıdaki âyet son vahyin inmesiyle beraber olağanüstü olayların yani mücizelerin olmayacağını ortaya koyuyor. Çünkü çeşmeye ağzını dayamadan su içemezsin diyor. Yani matarayı doldurmazsan kendi kendine dolmaz buyuruyor.) 15-) Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez Allah'a secde ederler.16-) (Ey Resül!) De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." O halde de ki: "O'nun dununda (yanında-ötesinde-astında) kendi nefislerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayanları evliya mı edindiniz?" De ki: "Körle gören hiç bir olur mu? Ya da karanlıklarla nur eşit olur mu?" Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan şerikler buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyin yaratıcısıdır yani O, birdir, kahhar olandır. 17-) O, gökten su indirdi de vâdiler kendi hacimlerince sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yüklenip götürdü yani süs veya (diğer) eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur. İşte Allah hak ile bâtıla böyle misal verir ve köpük atılıp gider yani insanlara fayda veren şeye gelince, o yerde kalır. İşte Allah böyle darbı meseller verir. 18-) İşte Rablerinin emrine icâbet edenler için güzellikler vardır. Ona icâbet etmeyenlere gelince, eğer yerde olanların tümü ile bunun yanında bir misli daha kendilerinin olsa, (azaptan kurtulmak için) onu mutlaka fidye olarak verirlerdi. İşte onlar var ya, hesabın en kötüsü onlarındır yani varacakları yer cehennemdir. O ne kötü yataktır!19-) Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak beyni olanlar anlar.20-) Onlar, Allah'ın ahdine vefa gösterenler yani verdikleri sözü bozmayanlardır.21-) Yani onlar Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri birleştiren, Rablerinden haşyet duyan yani kötü hesaptan korkan kimselerdir.22-) Yine onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden yani salât'ı ikâme eden yani kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) infak eden yani kötülüğü güzellikle savan kimselerdir. İşte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel) akibeti sadece onlarındır.23-) O yurt Adn cennetleridir yani oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih olanlarla beraber girecekler yani melekler her kapıdan onların yanına gireceklerdir.24-) Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir! (Yukarıdaki âyetlerde geçen meleklerden kasıt, onların üzerine inen güven verici duygu ve düşüncelerdir.) 25-) Allah'a verdikleri misakı kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar yani Allah'ın riayet edilmesini emrettiği şeyleri (salât'ı ikâme-zekât'a gelip arınmayı) terk edenler ve yerde fesat çıkaranlar; işte lânet onlar içindir yani kötü yurt onlarındır.26-) Allah dilediğine rızkını yayar da ölçülü olarak da verir. Onlar dünya hayatıyla sevindiler. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir yararlanma metaından başka bir şey değildir.27-) Yani kâfirler diyorlar ki: Ona Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi? De ki: Kuşkusuz Allah dileyeni saptırır ve kendisine yöneleni de hidayete erdirir.28-) Bunlar, iman edenler yani kalpleri Allah'ın zikriyle (Kur'an'la) mutmain olanlardır. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ın zikriyle (Kur'an'la) mutmain olur.(Âyette geçen "itminân" manevi açıdan kalbin doyuma ulaşması ve huzur bulması anlamına gelmektedir. Bunu da Kur'an'dan başka hiç bir şey gerçekleştiremez.) 29-) İman edip yani salih ameller işleyenlere mutluluk yani varılacak güzel yurt onlar içindir.30-)(Ey Resül!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın. Onlar Rahman'a kafir oldular. De ki: O benim Rabbimdir. O'ndan başka ilâh yoktur. Sadece O'na tevekkül ettim ve dönüş sadece O'nadır.(Yukarıdaki âyet Allah Resülünün tek görevinin kendisine indirilen vahyi okumak olduğunu açık olarak göstermektedir.) 31-) Eğer okunan bir Kur'an'la dağlar yürütülseydi veya onunla yer parça parça olsaydı, yahut onunla ölüler konuşturulsaydı (o yine bu Kur'an olacaktı). Fakat bütün emirler Allah'a aittir. İman edenler hâla bilmediler mi ki, Allah dileseydi (iradelerine ipotek koysaydı) bütün insanları hidayete erdirirdi. Allah'ın vâdi gelinceye kadar kafirlere, yaptıklarından dolayı ya ansızın büyük bir bela isabet edecek veya o belâ evlerinin yakınına inecek. Şüphesiz Allah, vâdinden dönmez.32-) Andolsun, senden önceki Resüllerle de alay edildi de ben kafirlere mühlet verdim, sonra da onları yakaladım. (Görseydin ki) ikabım nasılmış!33-) Herkesin kazandığını gözetleyip muhafaza eden, (hiç böyle yapamayan gibi olur mu?). Yani onlar Allah'a şerikler koştular. De ki: "Onlara ad verin (onlar necidir?). Yoksa siz Allah'a yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Yahut boş laf mı ediyorsunuz?" Doğrusu kafirlere hileleri süslü gösterildi yani onlar hidayetten alıkonuldular yani kim Allah'ı (vahyi) kaybederse artık onu hidayete iletecek yoktur.34-) Dünya hayatında onlara azap vardır. Âhiret azabı ise daha şiddetlidir yani onları Allah'tan koruyacak kimse de yoktur.(Yukarıdaki âyete göre dünya hayatındaki cezalandırma ve ahirette bulunan ateş azabından veya cehennem azabından başka bir azap yoktur.) 35-) Takvâ sahiplerine vâdedilen cennetin özelliği (şudur): Onun zemininden nehirler akar. Yemişleri ve gölgesi devamlıdır. İşte bu, (kötülüklerden) sakınanların (mutlu) âkibetidir. Ve kâfirlerin âkibeti ise ateştir.36-) Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilene (Kur'an'a) sevinirler. Fakat (senin aleyhinde birleşen) hiziplerden onun bazısını inkâr eden de vardır. De ki: "Bana, sadece Allah'a kulluk etmem yani O'na şirk koşmamam emrolundu. Ben yalnız O'na dâvet ediyorum ve dönüş de yalnız O'nadır.37-) Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik yani (ey Nebi!) eğer sana gelen bu ilimden sonra, onların hevalarına tâbi olursan, (işte o zaman) Allah tarafından senin ne bir velin ne de koruyucun vardır.(Kur'an'ın bazı âyetleri değil, tümü hükümdür yani din ve hüküm olarak ondan başka kaynak yoktur. Nebi (a.s) içinde böyledir. Nebi din namına tek bir kelime ortaya koyamaz. Nebi dememin sebebi şudur. Nebi, vahye tâbi olmakla yükümlü iken (Ahzab-1,2) Resül, tebliğ etmekle yükümlüdür.(Mâide-67)Sistem bu şekilde işliyor. Yani sistem koruma altındadır.) 38-) Andolsun senden önce de Resüller gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik yani Allah'ın izni (yasası) olmadan hiçbir Resül için âyet (mücize) getirme imkânı yoktur. Her ecelin bir kitabı vardır.39-) Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların anası onun indindedir.40-) Biz, onlara vâdettiğimizin (azabın) bir kısmını sana göstersek de veya (ondan önce) seni öldürürsek de sana ancak (Allah'ın emirlerini) tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir.41-) Bizim, yeryüzüne gelip, onu uçlarından eksilttiğimizi görmediler mi? Allah (dilediği gibi) hükmeder, O'nun hükmünü bozacak kimse yoktur. Ve O hesabı çabuk görendir.42-) Onlardan öncekiler de (Resüllere) tuzak kurmuşlardı; halbuki bütün tuzakları (bozmak) Allah'a aittir. Çünkü O, herkesin ne kazanacağını bilir. Bu yurdun akibetinin kimin olduğunu yakında kâfirler bileceklerdir!43-) Kâfir olanlar: Sen gönderilmiş bir Resül değilsin, derler. De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında kitab'ın bilgisi olan (muvahhidler) yeter.(Vahiy ehli muvahhidler hem Kur'an'ın yüce Allah tarafından indirildiğini hemde Muhammed (a.s) ın son Nebi ve Nübüvvete bağlı son Resül olduğunu âyetlerin bağlam ve bütünlüğünden, kavramların arasında bulunan ince ayar ve hassas dengesinden bilirler. Dolayısıyla Kur'an'ın ilim ve hikmetini anlayan, vahyin sistemini kavrayan biri onda var olan kelime kombinasyonunun mükemmelliği karşısında büyük bir hayranlık duyacaktır
22 Şubat 2022 Salı
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(11.YAZI ) "AĞLAYAN KÜTÜK"İşte size Ehl-i Sünnet mezhebinin mutevatir derecesine ulaşmış en sahih bir rivayet, Said Nursi bu hurafeye öyle iman etmiş ki,Mücizat'ı Ahmediye adlı eserine alarak üzerinde önemle durmuş.Diyor ki, "Evet Mescid-i şerifte, hurma ağacından olan kuru direk Resul'ü Ekrem (a.s.m) hutbe okurken ona dayaniyordu.Sonra minber-i şerif yapıldığı vakit, Resulü Ekrem (a.s.m) çıkıp hutbeye başladı,okurken kuru direk deve gibi enin edip ağladı, bütün cemaat işitti.Ta Resul'ü Ekrem (a.s.m) yanına geldi, elini üstüne koydu onunla konuştu, teselli verdi, sonra durdu. Şu mucize-i Ahmediye (a.s.m) pek çok tariklerle, tevatür derecesinde nakledilmiştir.Evet haninul-ciz mucizesi çok munteşir ve meşhur ve hakiki mutevatir'dir.Tabiinin yüzler imamları, o mucizeyi, o tariklerle arkadaki asırlara haber vermişler.İşte, Hz. Cabir, tarikinde derki : Resulü Ekrem (a.s.m) hutbe okurken, Mescid-i şerifte " kuru hurma direği " denilen kuru direğe dayanıp, okurdu.Minberi şerif yapıldıktan sonra, minbere geçtiği vakit, direk tahammül edemeyerek, hamile deve gibi ses verip inleyerek ağladı.Hz. Enes, tarikinde der : Hem onun ağlaması üzerine, insanlarda ağlamak çoğaldı.Hz Ubey İbni ka'b, tarikinde diyor : Hem öyle ağladı ki, inşikak etti.(parçalandı )Diğer bir tarikte, Resul'ü Ekrem (a.s.m) Ferman etti "Onun mevkiinde okunan zikir ve hutbedeki zikri ilahinin iftirakındandır ağlaması.Diğer bir tarikte ferman etmiş."Ben onu kucaklayıp teselli vermeseydim, Resulullah'ın iftirakından (ayrı kaldığından) kıyamete kadar böyle ağlaması devam edecekti.Hz. Büreyde, tarikinde der ki, "Ciz (kütük) ağladıktan sonra Resul'ü Ekrem (a.s.m) elini üstüne koyup ferman etti."İstersen seni daha önce içinde bulunduğun bahçeye geri göndereyim,orada kök salasın, yetişip büyüyesin, yeni yeni yaprak çıkarasın,meyve veresin, istersen seni cennete dikeyim, Allah'ın dostları orada meyvelerinden yesin. Sonra o ciz'i dinledi, ne söylüyor.Ciz söyledi, arkadaki insanlar işitti."Cennette beni dik ki, benim meyvelerimden Cenab-ı Hakkın sevgili kulları yesin.Hem bir mekan ki, orada beka bulup, çürümek yoktur."Resul'ü Ekrem (a.s.m ) Ferman etti "Öyle yaptım! "Sonra ferman etti "Baki yurdu fani yurda tercih etti""İlmi kelamın büyük imamlarından meşhur Ebu İshakı İsferani naklediyor ki, Resul'ü Ekrem (a.s.m ) direğin yanına gitmedi, direk (yani ciz) onun emriyle yanına geldi. Sonra emretti, yerine döndü"( Mektubat- 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediye- Sayfa. 131 )Cevap : Aslında Risâle-i Nur Külliyatını okuyanların içinde Prof, öğretim üyeleri, binlerce üniversite öğrencisi, iş adamı, bürokrat, doktor, mühendis, milyonlarca entelektüel yüksek rütbeli subaylar bulunmasaydı bu deli saçması, ahmakça söylenmiş rivayetleri yazmaya değmezdi.Be ilkel düşünceli, Kur'an cahili Buhari, Müslim'e ve Tirmizi'ye kızmıyorum.Yirminci asırda Osmanlı'nın başkentinde yaşayan "Bediuzzaman" lakaplı Said Nursi'nin bunları kitabına almasına kızıyorum. Allah Resulü'nden yüzlerce sene sonra çocukları uyutmak için uydurulduğu belli olan bu masallar nasıl olur da Ehl-i Sünnet kaynaklarında mutevatir derecesine ulaşmıştır.Bu ümmet bu derece akılsız ve ahmak mıdır.Ey Yahudi uşakları! Bu milletin aklıyla alay etmeye hakkınız var mı ?Ben şahsen bu yalan uydurmayı yazarken hem gülüyor, hem de kızıyordum.Said Nursi bu hurafeyi Risalei Nur Külliyatına alırken, talebeleri bunu kayda geçirirken, yıllarca bunu okur ve ezbere yaparken bunun yalan olabileceğini hiç düşünmediler mi? Veya bu yalanları sorgulamadan kabul ederken Allah'ın kitabı Kur'an neredeydi?
SALÂT, NAMAZ DEĞİLDİR. (2.YAZI) Kur'an'ın salât kavramı, en geniş, evrensel ve en önemli kavramlardan bir tanesidir. Âdeta dinin olmazsa olmaz ilkelerinden biridir. Kavram olarak destek olmak, bağ kurmak, yardımlaşmak, sorunları üstlenmek ve sahiplenmek, arka çıkmak gibi bir çok yan anlamı vardır. Zaten bu anlamın Alak süresinde"Salla yaparken bir kulu nehyedeni gördün mü? Ne dersin, o kul hidayetin üzerinde ise yahut takvâyı emrediyorsa!(Alak-9-12) derken de, salât'ın belkemiğinin takva olduğunu, erdemlilik olduğunu, olaylara duyarsız olunamayacağını, sorunların üstesinden gelmek üzere adım atılmasının gerektiğini, toplumun her türlü sorununa destek vermek olduğunu göstermektedir. Mesela: Salât, helalinden iş bulup geçiminin sağlanması, aile kurumuna destek verilmesi, eğitim-öğretim boyutu gibi çok kapsamlı alanı olan bir kavramdır. Zaman içerisinde din adamları tarafından şu anda icra edilen ritüele dönüşmüştür.Hindulara bakın, Zerdüştlara bakın, Budistlere bakın, Yahudi ve Hristiyanlara bakın hepsi buna benzer bir ritüeli yaptıklarını görürsünüz. Peki namaz kılmak nereden geliyor? Namaz Sanskriçe bir kavram olarak, değerli ve saygın bilinen bir şeyin veya bir kişinin karşısında "saygıyla eğilmeyi" ifade eden bir kavramdır. Namaz, Hindistandan İran'a oradan Araplara, Araplardan Türklere geçmiş bir ritüeldir. Namaz kılmanın eylemi literatür olarak "ateşin önünde saygıyla eğilmek" demektir. Yani bu ateş olmaz da bir taşın karşısında veya bir beşerin karşısında saygıyla eğilirsiniz, bu o kadar önemli değildir. Herhangi bir anıtın, türbenin ve heykelin karşısında da saygı ile eğilebilirsiniz. İnsanın müşrik olması için bunlardan biri veya birkaçını yapıyor olması önemli değildir. Şekil önemli değildir.Dikkat ederseniz bunların hepsinin putperestlerin ve müşriklerin ibadeti olduğunu bir çok âyette Kur'an söylüyor.İşte bundan dolayı insanlara sürekli olarak Kur'an'ı okumalarını ve anlamalarını tavsiye ediyoruz. Salât'ın her yerinde vahiy vardır. Salât vahiy demektir. Salâtta okumak vardır. İnsan okumadığı ve bilmediği şeyin cahilidir. Yüce Allah'ın ilk emri ikra ile başlıyor. İman edenler Allah'tan korkmalı ve Resülden utanmaları gerekir. Allah'ın indirdiği mesaj nedir? Ne değildir. Allah ne emrediyor, nelerden yasaklıyor.Buyruğu nedir? Benim gittiğim yol nedir?Hidayet nedir?Ömrümü uğrunda tükettiğim din hidayet midir yoksa sapkınlık mıdır diye insan hiç merak etmez mi? İslam'ın yani Kur'an'ın bütün kavramlarının değiştirildiğini, tahrif edildiğini, bozulduğunu birçok yazımızda göstermeye çalışıyoruz.Şu an Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin uyguladığı yani fıkıh kitaplarında bulunan namaz eylemi hanif din olan İslam'da olmayan bir eylemdir. Önce bunu bilmek zorundayız. Dinde yaptığımız her şeyi soracağız, sorgulayacağız. Yüce Allah'ın böyle bir emri var mı, yok mu onu bileceğiz. Yoksa biz beş on tane Kur'an cahili mezhep önderinin, müşrik mollaların fetvalarına inanacak onlara ve onların aklına kendimizi mahkum edeceğiz. Yani biz Allah'ın emretmediği bir eylemi farkında olmadan mı yapıyoruz. Bunu kendimize mutlaka sormalıyız. Kur'an'ı okuyup anlamaya çalışacağız. Bilgisizce hareket etmek İslam dininin kabul etmediği bir ahlaktır.Şimdi salâta gelelim.Namaz kılmak diye bir eylemin olmadığını, Kur'an'da kalıplaşmış, robotlaşmış, alışılmış, yüzyıllardan beri taklit edilen, insanlara hiçbir katkısı olmayan Kur'an'da karşılığı bulunmayan bir ritüelin olmayacağını bilmemiz gerekir. Fakat Nebi'ye destek olan salât'ı Muhammed'e salavât olarak çevirdikleri gibi, (Ahzab;56) vahiy'le topluma destek olan salât'ı ikâme'yi namaza çevirdiler.Buradaki esas amaç, insanlar Kur'an'ı okusun, araştırsın, öğrensin istemiyorlardı. Kendilerine kul olsun, aynen sürü gibi hareket eden bir toplum isteniyordu. Çünkü putperest müşrik zihniyetinde mollalar takımı vardır. Aynen Türkiye'de olduğu gibi. Bu müşrik mollaların hiç bir tanesinin Kur'an'ın anlaşılması ve araştırılması ile ilgili bir cümlesini duyamazsınız. Bu mollalar takımı şirk dininin şeytanlarıdır. Bunlar asla Kur'an'ın ilmini tavsiye etmez, hidayete yönlendirmez ve doğruyu konuşmazlar. Bunların işleri güçleri Allah adına yalan söylemek ve iftira etmektir. Bu Sünniymiş, Şiaymış, Vahhabiymiş, Selefiymiş, Nurcuymuş, Süleymancıymış, Tarikatçıymış bizi ilgilendirmiyor. Önce bunlarla ilişkimizi keseceğiz. Bunlar Kur'an hidayeti açısından birer ümitsiz vakıadır. Bunların Kur'an'ı kabul etmeleri mümkün değildir. Yani bu konuda bir karar vereceğiz. Salâtın hedefi vahiy'le bilinçli ve şuurlu bir birey ve toplum oluşturmaktır. Yani sorumluluklarının idrakine sahip ne söylediğinin farkında olan, uğruna ulaşabileceği hedefleri kestirebilen toplum uyanacak, Kur'an'ın ilmine ve iklimine dönecektir.Salât öyle üç dakikalık yat kalk hareketi değildir. Esas salât, Kur'an'ın eğitim ve öğretimidir.Bir insan öğrenmediği ve bilmediği bir şeyin yabancısı olacaktır. Kur'an'ı öğrendiği zaman bilinçli hareket edecek, şirk ve hurafelerden de kendisini koruyabilecektir. Sadece salât değil, Kur'an'ın bütün kavramları değiştirilmiştir.Mesela: Akıl büyük bir güç ve önemli bir nimettir.Onu kullanmasını bilemezsiniz ona hakaret etmiş yani ona küfretmiş olursunuz. Aklın kullanılmamasının en büyük sebebi vahiy'den uzaklaşmaktır. Bizim dinimizde içten dua etmek vardır. Ve bunun bir formu ve şekli yoktur. Çünkü dua Yüce Allah ile kul arasında en ideal iletişim aracıdır.İslam dininde boyun bükerek, yalvara yalvara, gizli gizli, ilan etmeden, çağırıp bağırmadan yani gösteriş yapmadan dua etmek vardır. Nebi ve Resüllerin duaları bu şekilde idi. Rabbimize dua ederken yani onu anarken, isimleri ile ona yönelmemiz, ona hamd etmemiz, saygı ve sevgimizi belirtmemiz gerekir. Sakın bu kadar insanın yaptığı şey yanlış olamaz, bu kadar insan batılın üzerinde bir araya gelmez, demeyin.O zaman Hintlileri ve Çinlileri da haklı çıkarmış olursunuz. Salât, müminin her amelini, düşünüşünü, her türlü eylemini yüce Allah'a bağlı bir şekilde ondan gafil olmadan, takva sorumluluğu ile yerine getirmesi demektir.Salât, eğitim-öğretimde münferit ve toplumsal konularda, ailevi ve sosyal konularda destekleyici faaliyetlerle toplumu maddi-manevi ayağa kaldırıcı her türlü hayırlı eylemin adıdır. Salât budur. Peki bunlar salât'ı nasıl değiştirmişler? Şii ve Sünni din adamlarının "namaz vakitleri" olarak ileri sürdükleri âyetlerin hepsi Mekke'de inmiştir.Ve sadece Nebi (a.s) a özel olarak indiklerini kapkara cahil olmayan herkes anlar.Fakat müminlerin ilim için bu vakitleri değerlendirmelerinin hiç bir sakıncası yoktur. Yeter ki bu vakitler için sanal bir ritüel için vakit çıkarmayalım. Mekke'de salâtlar toplu olarak değil, münferit olarak yerine getiriliyordu. Cuma salâtı için temizliğin Mekke'de değil de, Medine'de önerilmesinin sebebi budur. Yani Şii ve Sünnilerin farz olarak gördükleri ve adına abdest dedikleri maddi temizlik bir tavsiye ve önermeden başka bir şey değildir. Mâide süresi 6.âyet gibi, "Ey iman edenler!" diye başlayan bir çok öneri ve tavsiye içerikli âyetler vardır. Ve iman edenlerin büyük çoğunluğu bunları hiç bir zaman duymamışlardır. Bunun sebebi dinin namaz ve abdestin üzerine bina edilmesinden kaynaklanmıştır. Yani, normal bir temizlik olan bir tavsiye büyük bir farz olarak telakki edilmiştir. Aynen Nebi'ye özel olan bir nafilenin (İsra-78,79) bütün ümmete farz yapıldığı gibi.
21 Şubat 2022 Pazartesi
İNFAK VE SALÂTI İKAME(27.YAZI) İnfak kavramında “vermek” ten daha çok “paylaşmak” anlamı vardır. Çünkü infak yüce Allah''ın verdiği rızıktan infak yapmaktır. İnsanın kendi asli malı değildir. Salât'ı ikame (vahiy'le bağlantıyı ayakta tutma) süreci içinde hidayet kitabınızı sorgulayıp irdelemeye ve doğrulamaya devam ederken ve çevrimiçinde kalıp güncellemelerle arınırken artık paylaşım yapmanızın da zamanı geldi. Ne kazanmışsanız çevrimdışı veya çevrimiçi tüm toplumsal platformlarda ondan vermeye başladınız. Buna özellikle öğrendikleriniz de dâhil. İşte bu paylaşım faaliyetine Kur'an infak diyor. İnfak salât'ı ikame âyetleri içinde bolca geçen kavramlardan biri ve hatta kitap sırasına göre ilkidir. (Bakara-3) Rızık sadece yiyecek içecek, mal ve mülk değildir. Rızık aynı zamanda vahiy'den edindiğimiz aydınlık bilgilerdir. Salâtımızda farkındalıkla aydınlanmamızı sağlayan gerçeklerdir. Yukarıdaki âyetin içerdiği infak da ağırlıkla işte o vahiy aydınlığını başkalarıyla paylaşmamızdır. Ne kadar infak ettiğimizin ölçüsü doğru ve güzel olanı ne kadar paylaştığımızdadır. "Onlar, salât'ı ikame eder ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler"(Enfal-3)Kazandığımız ama kenara çekilip tek başınıza tükettiklerimiz infak edilmemiş rızıklardır. İster mal ve mülk olsun ister hak ve hidayet bilgileri olsun. Hidayeti bulduk diye kenara çekilip toplumdan yalıtılmış bir hayat islâmi ve ahlâki bir hayat değildir. "Allah yolunda infak edin yani kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın yani güzel ahlak sahibi olun. Şüphesiz Allah, güzel ahlak sahiplerini sever" (Bakara-195) "Sana neyi-nasıl infak edeceklerini sorarlar. De ki: Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, akrabalara, yetimlere, miskinlere ve yol evladlarınadır. Hayır, olarak her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir"(Bakara; 215)Zekat, tamamen arınma anlamına geldiği için onunla ilgili hiç bir ayrıntı bulunmamaktadır. Fakat infak ve sadakalarla ilgili onlarca ayrıntı mevcuttur. Zekat ve sadakalarla ilgili, kime verilecekleri, ne zaman verilecekleri, hangi mallardan verilecekleri gibi bir çok teferruat vardır.Sanki tek ibadet namazmış gibi insanların akılları tamamen ona kilitlenmiş vaziyettedir. Halbuki Kur'an'da ibadet hükmünde geçen yüzlerce emir ve yasak vardır.Namaz ritüeli bütün bu ibadetlerin üstünü örten, onları hükümsüz bırakan, önemsiz kılan çok tehlikeli bir ugulamadır. Çünkü namaz gösterişe dayalı bir ritüel olduğu için istismara geniş bir alan yaratıyor. İhlas holdingten kombassana, yimpaştan fetö'ye kadar en önemli istismar ve rant aracı namaz ritüeli olmuştur. Dolayısıyla namaz ritüeli salih amelleri örtüp önemsiz kıldığı gibi, kötü amellerinde görünmesine engel olan kalın bir perde gibidir. Mesela infak etmek yani insanın elinde emanet olarak bulunan malı yüce Allah için paylaşmasının karşılığı cennettir. "Ey iman edenler! Hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kâfirler zalimlerin ta kendileridir. (Bakara-254) Görünüşte her ne kadar infak eden biz görülüyorsak da esasta infak eden Allah'tır. Yüce Allah’ın bize verdiğini bizim başımıza kakmasını ister miydik? O halde biz de sanki kendi malımızdan veriyormuş gibi infak edemeyiz. Biz sadece yüce Allah ile fakirler arasında bir hayır köprüsüyüz. Eğer maldan infaka gücümüz yoksa bazen güzel bir sözü iletmek ya da bağışlamak gönlümüzün arkada kalacağı infaktan çok daha güzel bir paylaşım olacaktır. Allah’ın bizim malımızdan vermemize ihtiyacı yoktur.Bizim temizlenmeye ve arınmaya ihtiyacımız vardır. Yine Allah isteseydi aracı kılmadan yani direkt olarak verirdi. O yüzden infak ettiğimizde aslında psikolojik olarak kendimizi tedavi ediyoruz demektir. Şu dünya hayatında güzel ahlakla beraber iki özellik kimde bulunursa yüce Allah'ın rızasına yani cennete kavuşur. 1-) Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiç bir rivayet, kaynak, mezhep, cemaat, tarikat, şeyh meyh tanımayanlar. 2-) Allah yolunda infak edecek yani cimri yani ahlaksız olmayanlar. Dolayısıyla camilerden, havralardan, kiliselerden, Mekke ve Medine'den, Kudüs ve Vatikandan Allah'a giden bir yol yoktur. Allah'a giden yol fakirlerin ve miskinlerin gönüllerinden geçiyor. Cimrilik cemaat ve tarikatların en belirgin özelliklerinden biridir. Mal ve para konusunda çok takıntılı ve onu elde etmek için çok hırslıdırlar. Ucuza kapatıp pahalıya verdiklerine çok sevinirler. Mallarını ve paralarını aşırı bir hassasiyetle diğer insanlardan gizlerler. Cami ve mescitlerin, zikir ve tesbihatların, namaz ve niyazın onlara hiç bir faydası olmamıştır. Şirk dinlerinde sırlar taşır, tekelleşmeye çalışırlar.İnsanlara infakı emreder ama kendileri alabildiğine cimridirler. Ellerindekinin bitmesinden ve fakirlikten çok korkarlar. Bir gün öleceklerini ve mallarını diğer tarafa götüremeyeceklerini asla düşünmezler. Kuran din namına eksik bir şey bırakmayan bir kitaptır. Yeter ki onun zikrettiği salât'ı (bağlantıyı) ayakta tutalım. İnfakta rızkın temizliği ve nereden ne şekilde edinildiği de önemlidir. Salât bağlantısının kime olacağını unutmuş biçimde sırtını düzenbaz tüccarlara yaslayıp kazananın infak etmesiyle az da olsa salâtını ayakta tutup temiz kazananın infakı bir olmaz. Çok malım var diyerek gösterişle verenle temiz rızkını paylaşan bir olmaz. İnsanların çoğu mal sahibi olunca halinden memnun ve kimseyi tanımaz, salât malat umursamaz hale gelir. Onlardan değil musallilerden olmak gerek. Musalli olmak sadece infakla ilgili değil tüm bağlantı araçlarıyla ilgilidir. Ama neticede infak salât'ın (vahiy'le bağlantının) bir aracı olduğu için o infakı yapanlara da musalli (salât eden) denir. Onlar salâtları üzerinde devamlıdırlar yani onlar bağlantılarını koparmayanlardır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(143. YAZI)Yusuf Süresi 91-) Kardeşleri dediler ki: Tallâhi, gerçekten Allah seni bize üstün kılmış yani biz hata etmişiz.92-) Yusuf dedi ki: "Bugün sizi kınamak yoktur, Allah size mağfiret etsin! Yani O, merhametlilerin en merhametlisidir."93-) "Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, basireti geri gelecektir. Ve bütün ehlinizle bana gelin. 94-) Kafile ayrılınca, babaları: Eğer bana bunamış demezseniz ben Yusuf'un kokusunu buluyorum! dedi.95-) Onlar da: Tallâhi sen hâla kadim şaşkınlığındasın, dediler.96-) Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz basireti geri geldi. Ben size: "Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim" demedim mi! dedi.97-) Oğulları dediler ki: Ey babamız! Bizim günahlarımız için istiğfar et! Çünkü biz gerçekten hatalı idik.98-) Ya'kub: Sizin için Rabbimden istiğfar dileyeceğim. Çünkü O Ğafur'dur, Rahim'dir, dedi.99-) Hep beraber Mısır'a gidip Yusufun yanına girdikleri zaman, ana-babasına yanına aldı yani "Emniyet içinde İnşéAllah Mısır'a girin!" dedi.100-) Ana ve babasını arşın üzerine kaldırdı ve hepsi (ona kavuştukları için Allah'a) secdeye kapandılar yani (Yusuf) dedi ki: "Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu hak kıldı yani Rabbim bana çok güzellik etti. Çünkü beni zindandan çıkardı yani şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dileyene lütfedicidir. Kuşkusuz O Alim'dir, Hakim'dir" (Secde kelimesine ilk olarak Bakara süresinin başlarında Âdem (a.s) için meleklerin secde etmesinde rastlıyoruz.Ve meleklere “Âdem için secde edin” dedik. İblis hariç secde ettiler. O ise diretti yani kibirlendi yani kâfirlerden oldu"(Bakara-34) “Meleklerin Âdem'e secdesi” konulu âyetlerde geçen "secde" kelimesi, bir fiili, hareketi ve ritüeli değil, bir emrin gereğini kayıtsız şartsız kabul etmeyi simgelemektedir. Şimdi âyetlerle konuyu daha da açmaya çalışalım. "Ey Meryem! Rabbine gönülden bağlan yani secde et yani rükû edenlerle birlikte rükû et.Ayette “gönülden bağlan” şeklinde çevirisi yapılmış ve emir kipinde olan"uknuti" kelimesi, dilimize de geçmiş ve çok aşina olduğumuz bir fiil olan" ikna, kanaat" gibi kelimelerle aynı yapıya sahiptir. Söylenen şey: İkna ol, boyun bük, kabul et.Demek ki secde dediğimiz şey "ikna olduktan" sonra yapılıyor veya ikna olmayla ilgili bir sürecin sonucu oluyor.O zaman ikna olmayı sağlayan etken nedir?"Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O'na kulluk etmekten büyüklenmezler; O'nu tesbih ederler ve yalnız O'na secde ederler" (Âraf-206)Yeri gelmişken, yukarıdaki âyette geçen “yalnız O'na secde ederler” cümlesini unutmayalım. Çünkü bu haber gerek Âdem için yapılan secdeyi ve gerekse aşağıda okuyacağımız âyetteki secdeyi doğru anlamak için bir mantık sınırı vermektedir. Yaratılışta bildiğimiz anlamda Âdem’e secde edilmemiştir. Âdem için Allah’ın emrine ikna olunmuş, kanaat getirilmiştir. Yani eşyanın onun aklının emrine verilmesi vardır. Bu şartlarda konumuz olan âyette anne-baba ve kardeşleri tarafından secde edilen Yusuf (a.s) değildir. Yani "hu" zamirinin muhatabı Yusuf (a.s) değil, yüce Allah'tır. Yusuf (a.s) ın olması mümkün değildir. Eğer öyle olsaydı Kur'an çelişkili bir kitap olurdu.Halbuki Kur'an'ın çelişkiden uzak ve hatadan masum olduğu ilâhi bir hükümdür. (Nisa-82)101-) "Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana hadiselerin te'vilini de öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim velimsin. Beni müslim olarak vefat ettir ve beni sâlihlere ilhak eyle!"102-) İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).103-) Sen ne kadar (iman etmeleri için) hırs göstersen de insanların çoğu mümin olacak değillerdir.104-) Halbuki sen bunun (Resüllük görevini îfa) için onlardan bir ücret istemiyorsun. O (Kur'an) âlemler (insanlar) için ancak bir zikirdir.105-) Göklerde ve yerde nice âyetler vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler.106-) Onların çoğu, ancak şirk koşarak Allah'a iman ederler.107-) Allah tarafından kuşatıcı bir azabın gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emîn mi gördüler?108-)(Ey Nebi!) De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a dâvet ediyorum, ben ve bana uyanlar basiretli bir yol üzerindeyiz. Allah'ı tenzih ederim yani ben müşriklerden değilim."109-) Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. (Kâfirler) yeryüzünde hiç seyretmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Hâla aklınızı kullanmayacak mısınız?110-) Nihayet Resüller ümitlerini yitirip de kendilerinin yalanlandıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan âfetimiz asla geri çevrilmez.111-) Andolsun onların (geçmiş Nebi-Resül ve kavimlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi tafsil eden (bir kitaptır); iman eden kavim için bir rahmet yani hidayettir.(Yusuf Süresinin Sonu)
20 Şubat 2022 Pazar
MUHATAP ALIP ALMAMA MESELESİ Bazı arkadaşlar iyi niyetle keşke Şii ve Sünni kelimelerini kullanmasanız diyorlar.Halbuki yüce Allah önemine binâen Firavun'un şirk ve küfrünü ebedi olarak deşifre etmiştir. (Kasas-38; Naziat-24)Aslında Kur'an Yahudi ve Hristiyan kelimelerini kullanmasaydı, bizde Şii ve Sünni kelimelerini kullanmayacaktık. Aralarında hiç bir fark yoktur. Hatta Kur'an'a karşı tavır almada yani muvahhidlere düşmanlıkta Şii ve Sünni din adamları Yahudi ve Hristiyan din adamlarından daha kötüdür. "Mustafa İslamoğlu'nun kanalı Hilal tv nalları dikti" diyen cübbeli Ahmedle ilgili Mustafa İslamoğlu aynen şunları söylemiştir : "Kafasında sarık, suratında sakal, sırtında cübbe, kendine de hoca sıfatını vermiş bir satıcı!Her şeyin satıcısı ve diline bakın, ahlakına bakın, karakter ve seciyesine bakın.Bu kendi ifadesiyle çocukluğundan beri babası da, buda tekke ve tarikatta, bir şeyhin önünde nefis terbiyesi almış, demek nefis böyle terbiye edilirmiş.Ve bu tanıdığınız şahıs şeyhi için “ete kemiğe büründü Allah diye göründü" diyen satıcı.Bu "Allah tuvalet taşı ile konuştu" diyen satıcı.Bu Abdülkadir Geylani'den "sırrım Allah'ın sırrıdır, emrim Allah'ın emridir, ben ne dersem o olur, kabrim beytullahtır" dediğini ve buna iman ettiğini ifade ederek büyük bir zevkle nakleden şahıstır. Bu "şeyhim Allah ile görüşüp kendini hapishaneden kurtardığını" söyleyen şahıstır. "Azap melekleri birini alıp cehenneme götürürlerken, ben Nakşibendi tarikatının Hâlidi kolundanım derse derhal serbest bırakırlar" diyen adamdır.Aranızda şunu söyleyenler olabilir. Hocam! Hiç bunu muhatap alma!Ben yedi sene hiç muhatap almadım, tam yedi sene onu muhatap almadım. Siz bu söylediğinize kendiniz inanıyor musunuz? Bu memlekette insanları nasıl haraca kestiler? Nasıl bu hale geldiler?Şu anda Ali kıran baş kesen olmaları biraz da onları muhatap almadan kaynaklanmıyor mu? Aslında bu bir kaçış değil mi? Bu durum aynen şuna benziyor. Tuvalet dolmuş, sifonu çekeceksiniz çekmiyorsunuz. Üç beş defa kullanıyorsunuz.Tabii önce tuvalet kokuyor, yüzünüze gülsuyu döküyorsunuz, sonra salon kokuyor, sonra ev kokuyor, sonra apartman kokmaya başlıyor. Niye sifonu çekmedin?Muhatap almadım! diyorsunuz. Muhatap almıyorsunuz.Böyle oluyor topraklarımız toplumumuz.Muhatap almamak kaçış bahanesinden biri, kaçış bahanesi. Bari kendinize şunu itiraf edin! Helal olsun, yüreğimiz yetmedi, yüreğimiz yetmedi. Çünkü yapamazsınız. Ne yaparlar? Her şeyi yaparlar! Her şeyi mi? Evet her şeyi yaparlar!"Dolayısıyla Şii ve Sünni din adamlarının bu dine yaptıkları ihanet ve kötülüler yanında onlar hakkında söylediklerimiz çok azdır.
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR.(1.YAZI) Allah’ın âyetlerini hakkıyla okuyup, kayıtsız şartsız teslim olup boyun eğerseniz (secde-rükû ederseniz) her türlü problemi çözersiniz.Fakat şeytanların rivayetlerinden yola çıkarsanız yani zanni bilgilerle hareket olursa çürümüş beyinlere mahkum olursunuz. İşte bu yüzden bugüne kadar ümmete öğretilen namaz ritüeli hem fıtri açıdan, hem medeni açıdan, hem Kur'anî açıdan ve hem de aklî açıdan anlamsız çıkıyor. Kur'an'da anlatılan salât ve salât'ı ikâme ile taban tabana zıt çıkıyor. Hiçbir âyette salât namazla uyum sağlamaz. İşte bunun için salât'ın namaz yorumunu değil, Kur'an’ın ve aklın gösterdiği istikameti doğru buluyoruz. Bunun farkına varırsak, samirilerin buzağısından ebediyen kurtulmuş oluruz. “Namaz kılmak” olarak çevrilen Salât âyetlerinin üzerinde defalarca eğiliyor ve her açıdan izah etmeye çalışıyoruz. Fakat İsrailoğullarının buzağıdan kurtulmaları hiç kolay olmuyor. Düşünebilir misiniz ki, Musa (a.s) gibi karizmatik bir lider yani Allah sevgisinin üzerinde tecelli ettığı bir Nebi ve Resül yıllarca sizi mescitlerde eğitsin, Firavun'a meydan okusun, şirk dininin bütün ilim adamlarını mağlup etsin, sizi özgürlüğe çıkarsın, denizi kupkuru bir yol olarak önünüze döşesin, ama karşıya geçer geçmez bir putun önünde eğilme ihtiyacını hissedeksiniz. (Âraf-138)İnsanların “namaz” da diretmelerinin sebepleri:1-) Kur'an'ın bilinmemesi: Bu ümmet Emevilerden beri Kur'an'a karşı büyük bir cehalet içindedir.Kur'an'ın en basit kavramları bile anlaşılmış değildir. Hatta tahrif edilmiştir. Vahyin bağlam ve bütünlüğü darmadağın edilmiş, Kur'an anlaşılmaz denilerek itibârı sarsılmış, Allah'ın âyetleri dünya metaına peşkeş çekilmiş, ölülerin hükümlerine esir edilmiştir. 2-) Kur'an'a korkunç ihânet edilmekle beraber "Namaz inancının" temeli çok sağlam atılmış, neredeyse din eşittir namaz olmuştur. Böyle olunca Kur'an'da var olan onlarca ibadet önemini yitirmiş, ümmet tek ibadetin namaz olduğuna iman edince Kur'an'ın en önemli ilkeleri meçhule karışmıştır. Buzağıya tapma arzusu, Musa (a.s) ın bütün emeklerini zayi etmiştir. Mesela: İhlasın, dini Allah'a özel kılma olduğunu kaç hadis profösörü biliyor. Mesela: İhsanın, (güzel ahlak) tevhid akidesinden sonra İslamın en önemli ilkesi olduğunu diyanet vaizlerinden duydunuz mu? Mesela: Takvanın ne olduğu, şükrün hangi anlama geldiğini, infak etmenin önemini, adalet, merhamet, hidayet, akrabalara ihsan, fakir, yetim ve miskinlerin gözetilmesi, boynu büküklerin özgürleştirilmesi gibi yüzlerce ibadet ve ilkenin yok olmasına sebep namaz ibadeti olmuştur. Bü ümmet zekat'ın ne olduğunu bile anlayamamıştır. Çünkü din, tevhid ve güzel ahlak üzerinde kurulu iken, onlar sanal bir ritüelin yani bir bataklığın üzerine inşa ettiler. Şii ve Sünni din adamları, tek ibadetin namaz kılmak ve hac yapmak olduğunu zannediyorlar. Halbuki Allah için yapılan her şey ibadettir. Daha doğrusu Kur'an'da var olan bütün emirler ibadettir. Yani Kur'an'da altı yüz civarında bulunan tüm emir ve yasakların hepsine riayet etmek ibadettir.Dolayısıyla salih amel olan her şey ibadet hükmüne geçer. Dini Allah'a özel kılanın her adımı ve her sözü ibadettir. Din ve hüküm olarak rivayetlere iman eden din adamlarının bütün amelleri şirk ve küfürdür. Tabi aldatma namazı dinin üzerine bina etmekle sona ermedi. Sırada devasa mâbedler, insanları etkileyen gösterişli mimari, ziynetli mefruşat ve bir hiç uğruna heba edilen servetler. Bütün bunlarla beraber Allah'ın kitabının mehcur bırakılmasını bir düşünün. Bu batıl dinde ihlas ve takva, hamd ve şükür, iman ve ihsan olmadığı gibi İbrahim ve Musa, İsa ve Muhammed (aleyhimusselâm) da yoktur. İbrahimsiz bir dini düşünün. Nebi ve Resüllerin olmadığı yani bilinmediği bir dini düşünün. Böyle bir din cehenem olmaya mahkumdur. Evet maalesef Kur'an'ın temeli yok edilmiş buna mukabil olarak namaz dininin temeli ümmetin zihnine çok sağlam atılmıştır. Bu bakımdan ümmetin salâtı algılaması zor oluyor. İsrailoğulları özgürlüğe ayak uyduramıyor.Çünkü Mısırda idealsiz bir hayata mahkum edilmişlerdi. O kadar ki, Musa (a.s) gibi çilekeş bir Resüle "git sen ve Rabbin savaşın, biz burada oturuyoruz" deme cüretini göstermişlerdir. Bütün bu zorluklara rağmen, hakkın yolunda olan arkadaşlarımız Kur'an'da var olan esas konulara odaklanarak salâtın gerçek olarak hangi anlama geldiğini araştıracaklardır.Bu yanlış algılamaların Şia ve Ehl-i Sünnet coğrafyasını ne hale getirdiğine bir bakın!Namaza Delil Olarak Gösterilen Bir Kaç Âyetin Gerçek Anlamı:1-) Nisa- 101: Bu âyette geçen salât; fanatik mezhep bağlılarının, cemaat ve tarikat mensuplarının yoğunlukta olduğu bir ortamda Kur'an dersi verildiği yani sadece vahiy anlatıldığı zaman, bir itiraz, kavga, kargaşa ve tehlikeli bir durum çıkma ihtimali halinde salat'a ara verilmeli ve kısa tutulması ile ilgilidir. Yani bir saatlik konuşmayı on beş dakikada bitirmek gibi bir durumdur. Dört rekatı iki rekata indirme cehaleti değildir.Çünkü fanatik müşrikler namazdan değil, Kur'an'ın tevhid öğretisinden rahatsız olurlar. Kur'an'a asla tahammül edemezler. Yoksa namaz kılmanın müşriklere hiç bir zararı yoktur. Onların dinini yıkacak olan namaz değil, vahiy ahlakının öğretilmesidir.2-) Nisa- 102: Nebi (a.s) orduya savaşla ilgili talim ve taktik veriyor. Vahiy nazil olursa, Allah'ın Resülü onunla askerleri motive ediyor. Toplu savaş eğitiminin desini veriyor yani salât'ı yerine getiriyor. İyice anlayıp motivasyonla iknâ olanlar, Resulullah’ın sözlerine secde ediyorlar yani tam teslimiyet gösteriyorlar. Sonra nöbetçilerle yer değiştirip aynı dersi yani taktik ve talim desteğini alıyorlar. Âyetin Esas Amacı: Savaş anındayken bile namazı kılın değil, düşman saldıracakken bile komutanın vereceği talimatı dinleyin kurallara göre hareket edin ve onun emrine uyun!” demektir. 3-) NİSA 103: Vahiy'le toplu eğitim bittiğinde dağılıp her halinizle (bireysel olarak) Allah’ı zikredin. Güvende olduğunuzda cemaat olarak salât'ı ikame edin! Muhakkak ki salât'ın vakitlerini yazmak müminler üzerine bir görevdir.Yani cuma salatının vaktini tayin etmek, onu berlemek yüce Allah'ın değil, müminleri üzerine düşen bir görevdir. Kendi durumlarına göre aralarında şura ile kayıt altına alırlar. Bu âyet de: “Cuma salâtı’nın yani toplu olarak salat'ı ikâme etmenin vaktine” işaret eder. 4-) Cuma-9:"Ey iman edenler! Cuma günü salât için nida edildiği zaman Allah'ın zikrine koşun yani alışverişi bırakın..." Bu âyet salâtın vahyi dinlemek olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. 5-) Tâhâ-14: "... Bana ibadet et yani salât'ı zikrim (vahiy) için ikâmet et" Demek oluyor ki, salât'ı ikâme vahiy'le toplumun ayağa kaldırılması, Kur'an ilminin insanlara ulaştırılmasıdır. 6-) Ankebüt-45:"Sana kitaptan vahyedileni tilâvet et yani salât'ı ikâme et. Şüphesiz salât fuhşiyattan ve münkerden alıkoyar yani Allah'ın zikri olan (Kur'an ile uyarmak) en büyük (öğüttür) Bu âyet iletişim ve diyalog olmadan kötülüklerden uzaklaşmanın mümkün olmadığını ortaya koyuyor. Yani salat'ı ikâme vahiy'le insanları uyarmaktan başka bir şey olmadığını net olarak gösteriyor. 7-) MAİDE 6: Bu âyetin Mekke'de değil de Medine'de inen bir sürede bulunmasının sebebi Mekke'de cuma salâtının olmaması yüzündendir.Çatışma ve kargaşa olmaması yani müminlerin zarar görmemesi için Mekke'de toplu olarak salât icra edilmiyordu. İşte bu yüzden cuma salât'ı olmadığı için Mekke'de maddi temizlik (abdest) önerilmemiştir.Yani maddi temizlik, bireysel salâtlar için değil, cuma salâtı için önerilmiştir.Ehl-i Sünnet din adamlarının namaz için çıkardıkları vakitlerin hepsi Mekke'de inen sürelerde yer almakta ve tümü Nebi (a.s) ın Mekke müşriklerine karşı vahiy'le mucadele etmesini konu almaktadır.İçte âyetle: Hud-114; İsra-78, 79; Tâhâ-130.Bu âyetlerin her kelimesi Nebiye özel yani çoğul formunda değil, tekil formunda gelmişlerdir. Hatta İsra süresinde "sana özel" hükmü de kayıt altına alınmıştır. Ancak bu âyetlerde geçen vakitler en verimli zaman dilimleri oldukları için müminlerin de bireysel olarak bu vakitleri değerlendirmelerinde hiç bir sakınca yoktur. Dolayısıyla bu zaman dilimlerinden müminler için namaz vakitleri çıkarmak cehaletin zirvesidir.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR.(10. YAZI )Said Nursi'nin Risale'i Nur Külliyatına aldığı yalan rivayetleri ele almamızın esas sebebi, Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki hurafe ve uydurmaların ne kadar çok olduğunu ortaya koymak, aynı zamanda Said Nursi'ye bir ilâh gibi iman edenlere, sorgusuz sualsiz aklını ona teslim eden Kur'an cahillerine bir mesaj iletmek içindir. Çünkü Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki hurafe rivayetler ümmetin başına büyük felaketler açmıştır.Ehli Sünnet ve Şia'nın mensupları tâbi oldukları dinin ne kadar uydurma ve yalan, rivayetlerinin ne kadar tehlikeli olduğunun farkında değillerdirBu yüzden kaynağı kurutmadan cehaletin ve vahşetin önüne geçmek mümkün değildir.Terör örgütlerinin hepsi bu zehirli ve ölümcül kaynaklardan beslenmektedirler.Yoksa Rahmân ve Rahim olan Allah'ın hidayet kaynağından böyle cehalet ve vahşet çıkarmak mümkün değildir."İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir.Artık Allah'tan ve onun ayetlerinden başka hangi söze iman edecekler"(Casiye- 6)Ehli Sünnet ve Şia'nın din olarak edindikleri kaynaklardaki rivayetleri Said Nursi'nin Mektubat 19.Mektup Mücizatı Ahmediyesinden aktarmaya devam ediyoruz.Diyor ki, "Sahihi Tirmizi, nakli sahih ile İbni Abbas'tan haber veriyorlar ki :İbni Abbas dedi ki :Resulü Ekrem bir arabiye ferman etti "Ben bu âğacın şu dalını çağırırsam, yanıma gelse iman edecek misin?"Evet" dedi. Resülü Ekrem çağırdı.O urcun (dal ) ağacının başından kopup Resulü Ekrem (a.s.m) ın yanına atladı, geldi. Sonra emretti, yine yerine gitti.(Sayfa -129)Tekrar tekrar kaynak veriyoruz ki, bazıları Risalei Nur Külliyatında böyle akılsızca hadisler yoktur demesinler.Bir mümin için en büyük bela ve musibet,Allah'ın kesin delil olarak gönderdiği kitabı anlamaya çalışmadan, bu saçma sapan uydurma hurafeleri yıllarca gerçekmiş gibi okur da okur, onlara Kur'an gibi iman eder.Kur'anın, aklın ve ilmin kabul etmediği bu hurafelere inanan bir cemaat hakiki anlamda yeryüzünde hizmette bulunmasının ve sonuca ulaşmasının mümkün olmadığını herkes görecektir.Bir insan aklen hasta olabilir yani şizofren olabilir, dengesiz ve mantıksız da olabilir. Aklı başında olan biri bu ahmakça rivayetlere inanmaz. Çocuklar bile bunlara güler. Yani Said Nursi'den daha çok bu yalan ve iftiralara iman edenler bizi ilgilendiriyor. Kur'an gibi kitab'ı olan bir ümmet bunlara nasıl iman eder? Milyonlarca insan nasıl bu kadar Kur'an'dan habersiz olabilir?
19 Şubat 2022 Cumartesi
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR (9.YAZI ) Ehl-i Sünnet ve Şia'nın rivayetleriyle Said Nursi'nin kitabına aldığı yalanlara baktığımızda sanki Allah Resulü'nün Mekke ve Medine'de yaşayan bir beşer Resul değil, havada ve hayallerde yaşayan bir masal kahramanıdır. Said Nursi diyor ki:"Başka bir tarikte (rivayeti geldiği yol) rivayet edilmiş ki, Hz. Cabir der ki. Resulullah bana emretti ki,"O ağaçlara de, Resulullahın haceti (dışarı çıkmak, lavabo ihtiyacı) için birleşiniz""Ben öyle yaptım. Onlar birleştiler. Sonra ben beklerken, Resulü Ekrem çıkageldi, başıyla sağa sola işaret etti,( ağaçlara komut verdi ) iki ağaç yerlerine gittiler."(Mücizatı Ahmediye- sayfa, 127 )Aklı başında bir adam böyle saçma sapan şeylerle ilgilenir mi?Said Nursi bu hezeyanları kitabına alırken ve yüzlerce kez bunları tekrar tekrar okurken-okuturken Kur'an ve akıl neredeydi?Talebelerinin içinde aklı başında tek bir adam yokmuydu? Şimdi size Said Nursi'den çok enteresan bir uydurma daha aktaracağım.Diyor ki: "Hz Yale, tarikinde nakli sahih ile haber veriyor ki: Bir seferde, Talha veya Semure denilen bir ağaç geldi, Resulü Ekrem (a.s.m ) ın etrafında tavaf eder gibi döndü, sonra yine yerine gitti. Resülü Ekrem ( a.s.m ) Ferman etti. "O ağaç Cenabı Hak'tan istedi ki, bana selam etsin"( Mektubat- 19.Mektup- Mücizatı Ahmediye- Sayfa, 128 )Cevap :Bu yalan ve Allah Resulü'ne iftira rivayeti ancak hululiyeci bir müşrik uydurmuştur.Bunu eserine sahih bir rivayet olarak alan Said Nursi'nin tevhid anlayışını da muvahhidlerin idrakine havale ediyorum.Said Nursi'nin kitabında bu rivayetleri okuyanlar şeyhlerine ve efendilerine karşı her türlü şirk ve hurafeyi işler duruma gelirler.Said Nursi şirk ve küfrü normal hale getiren biridir. Bu cehalete ve uydurma rivayetlere inanan bir ümmetin uluslararası çapta bir icad, fikir, proje, başarı beklenebilir mi?Dolayısıyla insanları hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur'an'a yönlendirmek zorundayız.Bu milletin başka kurtuluş çaresi yoktur. Mücizât-ı Ahmediyesinde Said Nursi diyor ki: "Muhaddisler, naklı sahih ile, İbni Mesud 'dan beyan ediyorlar ki, İbni Mesud dedi :Batnı Nahl denilen nam mevkide, Nusaybin cinleri, ihtida için Resulü Ekrem (a.s.m) a geldikleri zaman bir ağaç o cinlerin geldiklerini haber verdi.Hem İmam-ı Mücahit, o hadiste İbni Mesud'dan nakleder ki :O cinler delil istediler, Resulü Ekrem bir ağacı emretti, yerinden çıkıp geldi, sonra yine yerine gitti. (Sayfa- 128 ) Cevap :Bu rivayetin hepsi yalandır.Cinlerin Allah Resulü'nden Kur'an dinledikleri âyetlerle sabittir.Allahın haber vermesi ağacın haber vermesinden daha önemlidir. (Cin süresi- 1,2 )Allah Resulü ( a.s) hiç kimsenin imana gelmesinde ve hidayet bulmasında zorlayıcı bir etkiye sahip değildir.O sadece tebliğ eder."...Sana ancak Allah'ın emirlerini tebliğ etmek düşer"(Ra'd- 40 ) "Ey Nebi ! Onları hidayete iletmek sana ait değildir"( Bakara- 272 )
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(142. YAZI)Yusuf Süresi 61-) Dediler ki: Onu babasından istemeye çalışacağız, kuşkusuz bunu yapacağız.62-) Yusuf emrindeki gençlere dedi ki: Sermayelerini yüklerinin içine koyun. Olur ki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki geri gelirler.63-) Babalarına döndüklerinde dediler ki: Ey babamız! Ölçek bize yasaklandı. Kardeşimizi bizimle beraber gönder de (onun sayesinde) ölçüp alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız.64-) Ya'kub dedi ki: Daha önce kardeşi (Yusuf) hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! (Ben onu sadece Allah'a emanet ediyorum); Allah en hayırlı koruyucudur yani O, merhametlilerin en merhametlisidir.65-) Metâlarını açtıklarında sermayelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Dediler ki: Ey babamız! Daha ne istiyoruz. İşte sermâyemiz de bize geri verilmiş. (Onunla yine) ailemize yiyecek getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla alırız. Çünkü bu (seferki aldığımız) ölçek çok kolay oldu. 66-) Ya'kub dedi ki: Kuşatılmanız (ve çaresiz kalma durumunuz) hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına bana sağlam bir söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem!" Ona (istediği şekilde) teminatlarını verdiklerinde dedi ki: Söylediklerimize Allah vekildir.67-) Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, farklı farklı kapılardan girin. Ama Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm yalnız Allah'ın'dır. (Onun için) ben yalnız O'na tevekkül ettim yani tevekkül edenler yalnız O'na tevekkül etsinler.68-) Babalarının kendilerine emrettiği yerden (farklı farklı kapılardan) girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler. Fakat bu tedbir) Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı; ancak Ya'kub içindeki bir dileği açığa vurmuş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Lakin insanların çoğu bilmezler.69-) Yusuf'un yanına girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı ve "Bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme" dedi.70-) Yusuf onların yükünü hazırladığı zaman maşrabayı kardeşinin yükü içine koydu! (Kafile hareket ettikten) sonra bir müezzin: Ey kafile! Siz hırsızsınız! diye seslendi.71-) Yusuf'un kardeşleri onlara dönerek: Ne arıyorsunuz? dediler.72-) Melik in su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var dediler. (İçlerinden biri:) Ben buna kefilim, dedi.73-) Allah'a andolsun ki, bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz, dediler.74-) Yusuf'un adamları dediler ki: Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir?75-) "Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız" dediler.76-) Bunun üzerine Yusuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini (aramaya) başladı. Sonra da onu, kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz Yusufa böyle bir tedbir öğrettik, yoksa melikin dinine göre kardeşini tutamayacaktı. Ancak Allah'ın dilemesi hariç. Biz kimi dilersek onu derecelerle yükseltiriz. Zira her ilim sahibinin üstünde daha alim birisi vardır.77-) Kardeşleri dediler ki: "Eğer o çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı." Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. (Kendi kendine) dedi ki: Siz daha kötü bir konumdasınız! Allah, sizin isnad ettiğinizi daha iyi bilir.78-) Dediler ki: Ey aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizden birini al. Zira biz seni, güzel ahlak sahibi olanlardan görüyoruz.79-) Dedi ki: Metaımızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını almaktan Allah'a sığınırız, o takdirde biz gerçekten zulmetmiş oluruz!80-) Ondan ümitlerini kesince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki: "Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdır.81-) Babanıza dönün ve deyin ki: "Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık yaptı. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz.Kıraat Farklılığı (Bazı kıraat imamları âyette bulunan "seraka" "hırsızlık yaptı" kelimesini, "surrika" olarak okumuşlardır. Bu kıraate göre mana, hırsızlık yaptı değil, hırsızlık yapmakla suçlandı olur.) 82-) İstersen içinde bulunduğumuz şehire (Mısır halkına) ve aralarında geldiğimiz kafileye de sor yani biz gerçekten sadık kimseleriz.83-) Babaları dedi ki: "Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, cemil bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O her şeyi bilendir, Hakim'dir. 84-) Onlardan yüz çevirdi, "Ah Yusuf ah!" diye sızlandı ve hüznünü içine gömmesi yüzünden dolayı gözlerine ak düştü. 85-) Oğulları: "Tallahi sen hâla Yusuf'u anıyorsun. Sonunda ya hastalıktan eriyeceksin ya da büsbütün helâk olanlardan olacaksın!" dediler.86-) Ya'kub: Ben üzüntümü ve hüznümü yalnız Allah'a şikayet ediyorum. Ve ben sizin bilemiyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi.87-) Ey oğullarım! Gidin de Yusuf'u ve kardeşini iyice araştırın yani Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfir kavimden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.88-) Yusuf'un yanına girdiklerinde dediler ki: Ey aziz! Bizi ve ailemizi zarar dokundu yani biz değersiz bir sermaye ile geldik. Ölçekte bize vefalı ol yani bize tasaddukta bulun. Şüphesiz Allah tasaddukta bulunanları mükâfatlandırır.89-) Yusuf dedi ki: Siz, cahilliğiniz yüzünden Yusuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz?90-) Yoksa sen, Yusuf musun? dediler. O da: (Evet) ben Yusufum, bu da kardeşim.(Birbirimize kavuşmakla) Allah bize minnet etti. Çünkü kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel ahlak sahiplerinin mükâfatını zayi etmez, dedi.
18 Şubat 2022 Cuma
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR(9.YAZI )Mektubat,19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediyesinde Said Nursi diyor ki,"Başta İmamı Malik, Muvatta kitabı müteberinde Muaz İbni Cebel gibi meşahiri (şöhret bulmuş- ileri gelen) sahabeden haber veriyorlar ki:Hz. Muaz İbni Cebel dedi ki:"Gazve'i Tebukte bir çeşmeye rast geldik sicim kalınlığında güç ile akıyordu.Resülü Ekrem emretti ki, bir parça o suyu toplayınız "Avuçlarında bir parça topladılar. Resul'ü Ekrem onunla elini yıkadı.Suyu çeşmeye koyduk, birden çeşmenin merkezi açılıp, kesretle aktı, bütün orduya kafi geldi.Hatta bir ravi olan İmam İbni İshak der ki, gök gürültüsü gibi, toprak altında o çeşmenin gürültü yaparak öylece aktı.Resülü Ekrem, Muaz'a ferman etti ki,"Bu eseri mucize olan mübarek su devam edip buraları bağa çevirecek, ömrün varsa göreceksin" ve öyle olmuştur.(Sayfa-123 )Cevap :Said Nursi'nin kitabına aldığı bu yalan rivayete çocuklar bile inanmaz.Çünkü Allah Resulü'nün böyle mucizeleri olsaydı Mekke müşriklerine gösterirdi.Onlar şöyle diyorlardı"müşrikler, sen dediler, bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayız"(İsra- 90)Dolayısıyla Allah Resulü'nün Mekke müşriklerine bu mucizeyi göstermesi daha mantıklı olurdu.Said Nursi'nin en büyük başarısı yüzlerce uydurma ve iftira rivayeti bir araya getirip Allah Resulü'nün mucizesi diyerek kitabına alması olmuştur. Aslında bu rivayetlerden "uydurma hadisler" adı altında güzel bir eser meydana getirilebilirdi.Ciddi ciddi bakın eserine nasıl bir rivayeti almış"Başta Sahihi Müslim, Kütüb-ü Sitte-i sahiha (Ehl-i Sünnetin altı hadis kaynağı) haber veriyorlar ki,Cabir diyor : Biz, bir seferde Resulü Ekrem ile beraberdik, Allah'ın Resülü) kaza-i hacet (lavabo) için bir yer aradı.Settareli (korunaklı ) bir yer yoktu. Sonra gitti iki ağaç yanına, bir ağacın dalını tuttu, çekti.Ağaç itaat ederek beraber gitti. Öteki ağacın yanına getirdi. Muti (itaat eden) devenin yularını tutup çekildikçe geldıği gibi, o iki ağacı o süretle yan yana getirdi. Sonra ferman etti "üstüme birleşiniz" ikisi birleşerek settare (örtü) oldular.Arkalarında kaza-i hacetten (ihtiyacını gördükten) sonra onlara emretti, yerlerine gittile"(a.g.e Sayfa- 127 )Dünyada yalan bitmez.Fakat ilmin ve aklın zirvesinde bulunan bir Nebi ve Resul için bu kadar hurafe icat etmek kabul edilecek bir şey değildir. Utanmaz arlanmazlar. Resulullah(a.s) ı sanki gösteri yapan bir sihirbaz konumuna sokmaktan haya etmediler.Bu rivayetlerde anlatılan Resul tasavvuru müşriklerin Resul tasavvurlarından daha büyük bir kepazeliğe sahiptir.Ahlaksızlar hem Allah Resülü adına yalan söyleyip ona iftira etmişler. Hemde onun beşeri ihtiyaçları hakkında asla konuşulmayacak edep ve ahlak dışı bir sürü rivayet uydurmuşlar. Ve Said Nursi bu ölümcül inanç ve fikirleri hiç düşünmeden tarihin çöplüğünden toplayarak ümmetin zihinlerini zehirledi.
KUR'ANI MÜBİNİN MEÂLİ (141.YAZI) Yusuf Süresi 41-) Ey zindan arkadaşlarım ! Sizden biriniz rabbine (efendisine) şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından yiyecekler. Fetvasını benden istediğiniz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir.42-) Onlardan, kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: Beni rabbinin (efendinin) yanında zikret. Fakat şeytan ona, rabbine zikretmeyi unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf), birkaç sene daha zindanda kaldı.(Arapçada rab, terbiye eden, besleyen, yetiştiren, büyüten, koruyan, idare eden anlamlarına gelmektedir.) 43-) Melik dedi ki: Ben yedi zayıf ineğin yediği yedi semiz inek görüyorum. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğerlerini de (yedi başağı da) kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya tabir ediyorsanız, benim rüyam konusunda da fetva veriniz.44-) Dediler ki: Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin te'vilini bilenlerden değiliz.45-) (Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra idrak ederek dedi ki: Ben size onun te'vilini haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin. 46-)(Yusuf'un yanına gelerek) Dedi ki: "Yusuf! Ey sıddik olan! Yedi zayıf ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de (yedi) kuru olan (başaklar) hakkında bize fetva ver. Ümarım ki, insanlara (isabetli fetvanla) dönerim de belki onlar da doğruyu bilmiş olurlar.47-) Yusuf dedi ki: Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekeceksiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, hasad ettiğinizi başağında bırakacaksınız.48-) Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar (tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yeyip bitirecek yedi şiddetli kıtlık yılı gelecektir.49-) Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyvesuyu ve yağ) sıkacaklar.(Âyette bulunan "yuğâsu" manevi olarak yüce Allah'ın yardım etmesi anlamına gelmektedir.Aynı kökten gelen "istiğase" ise,(Enfal-9) zor durumda kalanların yüce Allah'tan yardım dilemeleri yani "imdat" anlamına gelmektedir. İşte tarikatçılar şeyhlerine aynı kökten gelen yani "manevi açıdan yardım etmeye gücü yeten" anlamına gelen "ğavs" ifadesini yakıştırmakla şirk koşuyorlar.) 50-) (Adam bu fetvâyı getirince) melik dedi ki: "Onu bana getirin!" Resül, Yusufa geldiği zaman, (Yusuf) dedi ki: "Rabbine dön de ona: Ellerini kesen o kadınların esas gayeleri neydi? diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların tuzaklarını iyi bilir."51-) (Melik kadınlara) dedi ki: Yusuf'un nefsinden yararlanmak istediğiniz zaman esas gayeniz neydi? Kadınlar, Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük bilmedik, dediler. Azizin karısı da dedi ki: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Onun nefsinden yararlanmak isteyen bendim. Şüphesiz ki o sâdık olanlardandır. 52-53) Bu, yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir yani ben nefsimi beraat ettirmiyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; ancak Rabbimin rahmet ettiği müstesnâdır. Şüphesiz Rabbim Ğafur'dur, Rahim'dir. 54-) Melik dedi ki: Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim. Onunla konuşunca: Bugün sen yanımızda karar mevkiinde emin birisin, dedi.55-) "Beni yerin hazinelerinin üzerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim" dedi.56-) Ve böylece Yusuf'a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde karar vermede yetki sahibi kıldık. Biz dilediğimiz kimseyi rahmetimize eriştiririz yani güzel ahlak sahiplerinin mükâfatını zayi etmeyiz.(Rahmetin güzel ahlaka bağlı olduğunu âyet çok güzel ortaya koymaktadır.) 57-) Âhiret mükâfâtı iman edenler yani takva sahipleri için daha hayırlıdır.58-) Yusuf'un kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler, (Yusuf) onları tanıdı, onlar onu tanımıyorlardı.59-) Yusuf onların yüklerini hazırlayınca dedi ki: "Sizin bababir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçeği tam dolduruyorum yani ben misafir ağırlayanların en hayırlısıyım.60-) Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size verilecek bir ölçek (erzak) yoktur yani bana hiç yaklaşmayın!"
17 Şubat 2022 Perşembe
RİSÂLE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR ( 7.YAZI ) Said Nursi diyor ki,"Resulü Ekrem (a.s.m )Beni Abdulmuttalibi cem etti.(Abdulmuttalip oğullarını topladı) Onlar kırk adam idiler, onlardan bazıları (tek başına) bir deve yavrusunu yerdi ve dört kiyye süt içerdi. Halbuki onlara bir avuç kadar bir yemek yaptı :Umum (hepsi) yiyip tok oldular, yemek eskisi gibi kaldı. Sonra, üç dört adama kafi gelir ağaçtan bir kap içinde süt getirdi umumen içtiler, içilmemiş gibi arttı.(Mektubat- 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediye- Sayfa 116 )CEVAP:Bu hurafelere medeni akla sahip olan asla inanmaz.Muhammed (a.s) ın Resül olduğuna en büyük delil Allah'ın kitabı Kur'an'dır. "Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? derler .De ki mucizeler ancak Allah'ın katındadır.Ben ise apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır"(Ankebut- 50, 51) Malesef günümüzde Risalei Nur talebeleri içinde Risaleleri sorgulayacak veya karşı çıkabilecek aklı başında, özgür iradeye ve medeni ilme sahip bir kişi bile bulunmamaktadır.Bu cehaleti hoş görmek doğru değildir.Bakınız Said Nursi, nasıl akıl almaz, fikir kabul etmez bir rivayeti eserine almıştır.Diyor ki: "Hz.Ebu Hüreyre aç olmuş, Resulü Ekrem (a.s.m) arkasından gidip menzili saadete (evine) gitmişler.Bakarlar ki, bir kadeh süt oraya hediye getirilmiş, Resulü Ekrem (a.s.m) emretti :Ehli suffe'yi çağır, ben kalbimden dedim ki :Bu sütün bütününü içebilirim, ben ziyade muhtacım"Fakat emri nebevi için, onları topladım, getirdim. Yüzü mutecaviz (yüz kişiden fazla ) idiler. Ferman etti onlara içir, ben de, o kadehteki sütü birer birer verdim.Her biri doyuncaya kadar içer, diğerine veririm. Böyle birer birer içerek bütün ehli suffe o safi sütten içtiler.Sonra ferman etti ki,"Ben ve sen kaldık "Sen iç, ben içtim içtikçe."İç ferman etti" ta ben dedim, seni hak dinle Elçi olarak gönderen Allah'a yemin ederim, yer kalmadı ki içeyim"Sonra kendisi aldı, Bismillah deyip, hamd ederek bakiyesini içti, yüz bin afiyet olsun"(Mektubat- Mücizat-ı Ahmediye sayfa- 119)Said Nursi ve nurculara şöyle bir soru soralım.Allah Resulü'nün risaletine en büyük şahit olarak Allah'ın göndermiş olduğu Kur'an yeterli değil mi ?"Muhammed Allah'ın Resulü'dür..."( Fetih 29 )Said Nursi yüzlerce hurafe ile beraber şu yalan rivayeti de eserine almıştır. "Başta Buhari, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i sahiha muttafikan haber veriyorlar ki : Hz. Enes diyor "Zevra nam mahalde üç yüz kişi kadar Resulü Ekrem ile beraberdik , ikindi namazı için abdest almayı emretti.Su bulamadık ,yalnız bir parça su emretti, getirdik, mübarek elini içine batırdı.Gördüm ki, parmaklarından çeşme gibi su akıyor.Sonra bütün maiyetindeki üç yüz adam geldiler, umumu abdest alıp, içtiler"(Mücizat-ı Ahmediye, sayfa 121 )Risâle-i Nur Külliyatında bulunan yalan ve hurafeler dünyadaki bütün yalan ve hurafelerden daha fazladır.İşte onlardan biri "Başta Buhari, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i sahiha muttafikan haber veriyorlar ki, Hz. Cabiri İbni Abdullah il Ensâri beyan ediyor"Biz bin beşyüz kişi Gazve-i Hudeybiye de susadık.Resülü Ekrem (a.s.m) kırba denilen deriden bir kap sudan abdest aldı. Sonra elini içine batırdı. Gördüm ki, parmaklarından çeşme gibi su akıyor. Bin beşyüz kişi su içip, kaplarını o kırbadan doldurdular.(Sayfa- 121)Bu uydurmanın ardından Said Nursi diyor ki, "Hz Musa'nın taştan on iki yerde çeşme gibi su akıtması, Resulü Ekrem (a.s.m) ın on parmağından on musluk suyun akmasının derecesine çıkamaz. Çünkü, taştan su akması mümkündür, adiyat içinde nâzırı bulunur. Fakat, et ve kemikten, âbı kevser gibi suyun akması naziri, adiyat içinde yoktur" (Mücizât-ı Ahmediye- Sayfa, 122 )Cevap :Said Nursi Kur'an'da yer alan ve Musa (a.s) a verilen bir mucizeyi hafife alıp küçümserken, Kur'an'da yer almayan hurafe bir rivayeti yüceltmeye, çocukça bir hevesle Allah Resulü'nü Musa (a.s)dan üstün göstermeye ve fazilet yarışına sokmaya çalışmaktadır.Aslında Allah Resulü'nün böyle bir mucizesi olsaydı, Allah onu Kur'an'da bize bildirirdi . Çünkü Allah'ın ahlakından bir tanesi de verdiği mucizeleri ve nimetleri muhataplara hatırlatıp onların imana gelmelerini veya tevhid dininde sebat etmelerini sağlamak olduğundan kur'an'da kayıt altına almıştır .
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(140. YAZI)31-) Kadın, onların tuzaklarını duyunca, onlara dâvetçi gönderdi; onlar için dayanacak yastıklar hazırladı. Herbirine bir bıçak verdi: "Çık karşılarına!" dedi. Kadınlar onu görünce, onun büyüklüğünü anladılar yani ellerini kestiler ve dediler ki: Hâşâ! Bu bir beşer değil, bu ancak kerim bir melektir!(Âyette mecazi bir anlatım vardır. Aslında kadınlar gerçek olarak ellerini kesmediler. Dillerini Yusuf'a uzatmaktan vazgeçtiler, kötü düşünceleri ve dedikodu yapmayı bıraktılar. Onun temiz ve masum olduğunu anladılar. Yoksa ne olursa olsun hiç kimse ellerini kesecek bir dalgınlığa ve şaşkınlığa düşemez.) 32-) Kadın dedi ki: İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Onu kendime çağıran bendim. Fakat o, (bundan Allah'a) sığındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak yani elbette zelillerden olacaktır!33-) Yusuf: Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha sevimlidir! Yani eğer onların hilelerini benden uzaklaştırmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum! dedi.34-) Rabbi onun duasını kabul etti ve onların hilesini uzaklaştırdı. Şüphesiz O, işitendir, bilendir.35-) Sonunda (aziz ve adamları) kesin delilleri görmelerine rağmen (halkın dedikodusunu kesmek için yine de) onu bir zamana kadar zindana atmaları kendilerine daha uygun göründü.36-) Onunla birlikte zindana iki genç daha girdi. Onlardan biri dedi ki: Ben şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de: Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun te'vilini bize haber ver. Çünkü biz seni güzel ahlak sahibi olanlardan görüyoruz, dedi.(Kur'an'da geçen "ehsenu, hüsnen, haseneten" gibi kelimeler "güzel" "muhsinine" kelimeleri de "güzel ahlak sahipleri" anlamına gelmektedir. Yani bunlara iyilik ve iyilik sahipleri gibi anlamlar vermek hatalıdır.) Kur'an'a baktığımızda, "te'vil" kavramının "yorum" anlamına gelmediğini görüyoruz. Te'vil, "kesin çözüm" demektir. Çünkü te'vil kavramının insanlarla ilgili bir kullanımı yoktur. Kullanım alanı Allah ve Resüldür. İşte bundan dolayı te'vile, "yorum" anlamını vermek hatalıdır. Yüce Allah yorum yapmaz, kesin söz söyler ve sorunu yüzde yüz çözer.) 37-) Yusuf dedi ki: Size rızık olarak yemek gelmeden önce onun te'vilini mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah'a iman etmeyen bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar ahirete de kâfir olan kimselerdi. 38-) Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine tâbi oldum. Allah'a herhangi bir şeyi şirk koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan faziletindendir. Fakat insanların çoğu şükretmezler.(Dinleri birbirinden ayıran tek şey tevhid, onları birbirine eşitleyen tek şey şirktir. Adı ne olursa olsun bir dinde tevhid yoksa, o din tağutların ve şeytanların şirk dinidir.) 39-) Ey zindan arkadaşlarım! Farklı rabler mı daha hayırlı, yoksa kahhar olan bir tek Allah mı?40-) Allah'n dununda (yöresinde-astında-yanında) ibadet ettikleriniz sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir sultan (delil) indirmemiştir. Hüküm yalnız Allah'ın'dır. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte (toplumu) ayağa kaldıracak din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.MÜŞRİK MANTIĞI Âyette geçen "Hüküm yalnız Allah'ın" dır" cümlesi, din ve hüküm olarak vahiy'den başka bir kaynak olmadığı ile ilgilidir. Yani rivayetleri ve mezhep ictihadlarını reddeden Kur'an'ın en önemli ilkelerindendir. Dolayısıyla bu ilkenin hitap kitlesi devlet başkanları, hakimler ve savcılar değildir. Esas muhatap aldığı kitle yüce Allah'ın mesajını görmezden gelen, rivayetler yoluyla onu arkasına atan, mezhep ictihadlarıyla onu yalanlayan din adamalarıdır.) Fakat Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri Kur'an'da bulunan bütün kavramlar gibi, hüküm kavramını da tahrif etmişlerdir. İnsanları aldatmak için kavramın orijinalini Kur'an'dan çalıyorlar. Onu içini dinlerinde var olan uydurma rivayet ve yalan ictihadlarla dolduruyorlar. Mesela: İslam, din, iman, Nebi, Resul, salât, salavât, hasenat, salihât, ümmet, millet, küfür, ihlâs kavramları gibi.Bu konuda ümmi insanların bir günahı yoktur.Ümmi insanlar hangi geleneğin ve dinin içinde kendini bulmuşsa o inanç ve geleneklerle şekil almışlardır. Şirk akıl ve mantığının en önemli argümanı "din âlimlerimiz, atalarımız, eski ulema bilmedi de, siz mi bildin?""Bunları nereden çıkarıyorsun ?""...Biz geçmişteki (din) atalarımızdan böyle bir şey işitmedik"(Mü'minün-24) itirazlarıdır. Mezhebi din edinen cahil, düşünmüyor ki, bir de şu Kur'an'a kulak verelim, bir de şu Kur'an'dan konuşanları dinleyelim.Bu konuşan insanlar sadece Kur'an'a atıf yapıyorlar, "dinde Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yok" diyorlar. Bu adamlar dinde adres olarak yalnız Kur'an'ı gösterdiklerine göre, birde Allah'ın indirdiği kitab-a bir göz atalım. Bir ihtimal, olabilir ki, bunlar doğru söylüyor. Kur'an müminleri tarif ederken ne diyor? "Onlar ki, sözü dinlerler en güzeline uyarlar..."(Zümer-18)Sözü dinlemeden en güzelini nasıl bulacaksınız? Sizin Allah'a, kitab'a imanınız yok mu? Bak Kur'an her şeyi tarif ediyor, her açıklamayı yapıyor. Siz bin dört yüz seneden beri hiç durmadan aralıksız olarak yalan konuşuyor, her türlü iftirayı yapıyorsunuz.Bırakın herkes konuşsun, konuşturmuylar, hemen kafirsin, "Peygamber" düşmanısın, hemen aforoz ediyorlar. "Atalarımız, ulemamız, imamlarımız bilmedi de sen mi bildin? Bak Kur'an senin din ataların hakkında ne diyor? "Onlara (müşriklere) : Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Peki ataları hiç bir şey anlamamış, doğruyu bulamamış idiyseler?"(Bakara-170)"Nihayet hesap yerine geldikleri zaman Allah onlara buyurur. Siz benim âyetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi? Yoksa yaptığınız neydi ?"(Neml-84)Siz atalara kulluk ediyorsunuz, siz Ebu Cehil'in dinine mensup cehennem odunusunuz. Kur'an bir çok âyette bu gerçeği ortaya koyuyor. Bizim sizinle harcayacak bir zamanımız yoktur. Eğer bilgi sıkıntınız varsa, Kur'an ile giderelim. Ama aforoz yok, daha ağzımızı açmadan "atalarımız bilmedi de sen mi bildin?""Atalarımız bilmedi de, sen mi bildin?" diyen adam Kur'an'ın yüzlerce âyetini inkâr ediyor demektir."Atalarımız bilmedi de, sen mi bildin?" diyen, Allah'a, O'nun dinine ve elçilerine savaş açan Kur'an düşmanıdır. Evet ataların bilmedi, Kur'an sayesinde Allah bize bilmediklerimizi bildirdi.)
16 Şubat 2022 Çarşamba
SALÂTI İKAME ve ZEKAT (26.YAZI) Zekât'a (arınmaya) gelmek, arınmak olarak meâl verdiğimiz deyimin salât'ı ikame etmekle birlikte en çok anılan ifade olduğunu göz önüne alırsak, bunun salât'ı ikame etmenin içeriğine yönelik en önemli vurgu olduğunu kabul etmemiz gerekirmektedir.Ehl-i Sünnet mezheplerinde “zekât vermek” senede bir defa malının kırkta birini fakirlere vermek olarak biliniyor. Oysa zekât "atu-z-zekât’e" "zakat'a gelin" ifadesi, vahiy'le arınmak demektir. İnfak etmek zaten bir sonraki bölümde inceleyeceğimiz gibi salât'ı ikamenin bir parçası ama meselenin tamamı değildir. Aynen salât kelimesi gibi zekât da bir salih ameller havuzuna bizi sokuyor. Esas manası “tezkiye etme” yani “arınma” işinin içinde neler varsa “atu-z-zekât” içinde bunlar vardır. Gerek insanın kendi nefsini şirk ve hurafelerden tezkiye etmesi (arındırması) gerekse toplumun olumsuz inanç ve fikirlerden tezkiye edilmesi yani (arındırılması) adına salât ahlak ve erdeminin bizi getirdiği noktayı açıklayan bir tabirdir. Benzetim örneğimize dönecek olursak. Çevrimiçinde gerek tesbih gerekse salât güncellemeleri ile artık öncelikle kendiniz olmak üzere yakından uzağa çevrenizi İslam dinine aykırı olan inanç ve kötülüklerden vahiy'le arındırmaya başlamanın adı tezkiyedir yani gerçek olarak zekat budur.Ehl-i Sünnet dininde var olan zekat inancı baştan sona kadar, aşağıdan yukarıya kadar, her şeyi ile yalan ve iftiradır. "Hakkı batılla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin. Yani salât'ı ikame edin yani zekât'a (arınmaya) gelin yani rükû edenlerle birlikte rükû edin" (Bakara-42,43) Hakkı zanla yani algıyla ve yalanla karıştırmamanın yeryüzünde barışı sağlamak için doğru fiillerden biri olduğu konu bağlamında burada geçiyor. Nefsinizin kötülükleriyle beraber batıl inançlar da emin olun ki süratle geri dönüştürülemeyecek biçimde çöpe atılmaya başlanacaktır. Bu zekat'ın yani arınmanın en önemli adımıdır. Malından infak eden bir kişi kendi malını tezkiye etmekle (arındırarmakla) beraber kendi nefsini de arındırmış olacaktır. Allah rızası için insanlara ilmiyle faydalı olan bir kişi, üzerine düşen sorumluluktan kendini tezkiye etmiş olacaktır. Hakkı batıldan ayırarak beyanda bulunan bir kişi toplumu tezkiye etme yolunda mesafe almış olur. Toplumun içinde örnek davranışlarla ve faydalı amellerle ıslah için çaba harcayan bir kişi yine toplumu arındırma, insanların ahlakını onarma yolunda katkı sağlamış olur. İşte bu noktada kendisi gibi, Allah’ın tertemiz vahyine boyun eğerek salih ameller işleyen kişilerle birlikte ya da ortak bir platformda beraberce bu işi yapan kişi de Allah’ın emrine boyun eğip yönelerek “rükû eden kişilerle beraber rükû etmiş” olacaktır. "İnsanlara erdemli olmayı emrederken kendinizi unutuyor musunuz? Hâlbuki kitabı da tilâvet ediyorsunuz. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?"(Bakara-44) Her ne kadar insanlara doğruyu ve güzelliği tavsiye etmek salih bir insanın görevi olsa da esas olan önce kendisini arındırmasıdır. Başkalarının güzelliğine yaptığımız katkılar bile esasen başkasını değil önce bizi, kendi nefsimizi düzeltmelidir.Esasen insanlara güzellik yapmamıza ve başkalarını düzeltmek için gayret etmemize yüce Allah'ın ihtiyacı yoktur. Tüm gayretimiz kendimizin güzel ahlaka ulaşmamız için olmalıdır. Birisine ve topluma bir hayır ve güzellik yaptığımızda esasen hayır ve güzelliği bizzat kendimize yapmış oluyoruz. "Salât'ı ikame edin, zekât'a (arınmaya) gelin yani önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah indinde bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir"(Bakara-110)Resül (a.s) a itaat eden ve ona tâbi olanlar için zekat yani arındırıcı misyonunu ifa eder. Kur'an kiyamet gününe kadar müminler için arındırıcı işlevi gören bir Resül hükmündedir. Bu işlev “yüzekkihim” yani "onları arındırır" garantisidir.(Bakara-151; Âli İmran-164) Başka bir kitap için böyle bir garanti yok. "Rabbimiz, içlerinden onlara bir Resül gönder, onlara âyetlerini tilâvet etsin, kitabı yani hikmeti öğretsin yani onları arındırsın. Şüphesiz, sen Aziz olansın, Hakim olansın"(Bakara-129) Aşağıdaki âyet sahip olunan mal ya da paranın tezkiyesine bir örnektir. Ticaretin üzerinden kazanılmış olandan haksız olan kazancı terketmek bir arınma işidir. Hem malımızı hem de bizi tezkiye eder."Allah ribayı mahveder, sadakaları taşırır. Allah, günahkâr kâfirlerin hiç birini sevmez. İman edip yani salih amellerde bulunanlar yani salât'ı ikame edenler yani zekâta (arınmaya) gelenler. Onların mükâfatları Rablerinin indindedir. Onlara korku yoktur yani onlar mahzun olmayacaklardır. Ey iman edenler! Allah'a karşı takvalı olun yani eğer mümin iseniz, ribadan gelen bakiyeyi terk edin"(Bakara-276,277,278) Salât'ı ikame etmeyenler (bağlantısını ayakta tutmayanlar) davalarına sadık olamazlar. En ufak bir zorlukta ya da bir menfaat sezdiğinde davalarına aykırı davranabilirler. Bu durum onların tamamen arınamadığını gösterir. "Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanlar. İşte onlar için ahirette hiç bir pay yoktur yani kıyamet gününde Allah onlarla kelam etmez yani onlara nazar etmez yani onları arındırmaz yani onlar için acı bir azab vardır"(Âli İmran-77) Kendini temize çıkarmak için gösteriş peşinde iş yapanlar gerçekte temize çıkmış değillerdir. Arınmak gayrete mukabildir ve bu samimi gayretin karşılığını vererek gerçekte arıtan Allah’tır. "Kendi nefislerini (kuru sözlerle) arındıranları görmedin mi? Hayır! Allah, dileyeni (vahiy'le) arındırır. Onlar bir hurma çekirdeğindeki iplik kadar bile zulmedilmez "(Nisa-49) "Nifak gibi kötü ahlaktan kurtulmak için sadaka verenler için, bu hem bir doğrulama ve sözünde durma (tasdik) hem de tezkiye yani arınmadır. Böylece imanlarını “desteklemiş” ve Resül tarafından “desteklenmiş” olurlar. "Onların mallarından sadaka al. Bununla onları temizleyip yani onları tezkiye etmiş arındırmış olursun. Onlara salât et. Muhakkak ki senin salâtın onlar için bir sekinedir. Allah işitendir, bilendir" Tâhâ süresinde cennetlerin kime verileceği bağlamında. İçlerinde ebedi kalacakları altından nehirler akan Adn cennetleri de (onlarındır). Ve işte bu, arınmış olanın karşılığıdır"(Tâhâ-76) Nur suresinde, "Ey iman edenler, şeytanın adımlarına tâbi olmayın. Kim şeytanın adımlarına tâbi olursa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) kütülüğü ve çirkin şeyleri (şirk ve cimriliği) emreder yani eğer Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiç biriniz ebedi olarak arınamazdınız. Ancak Allah, dileyeni (vahiy'le) arındırır. Allah, işitendir, bilendir"(Nur-21) "Salâtı ikame edin yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Resül'e itaat edin. Umulur ki, rahmete nail olasınız" (Nur-56)Salât ile zekatın bir arada geçmesinin sebebi nedir? Salât olmayınca, zekat olamayacağındandır. Yani Resül olan Kur'an'la zihinsel destek almadan, onunla ilmi bir iletişime geçmeden zekat gerçekleşmez. Çünkü salat ta, takva da, ihlas da, ihsan da, şükür de, hamd etmekde, ibadet etmek de vahiy yani Kur'an'ı bilmekle ilgili erdemlerdir. Bunların ne olduğunu bize Kur'an bildiriyor. Şia ve Ehli Sünnet din adamları bütün bu kavramları Kur'an'dan çalarak içine kendilerinin çürük ve bozuk mallarını koymuşlardır. Sorun burada düğümlenip kalıyor.Yoksa ambalajlar Kur'anidir, ilâhidir fakat içindeki mal tağutidir, şeytanidir.Ambalaj orijinal ve organiktir, içindeki mal zehirli ve ölümcüldür. Bütün uygunsuz davranışlardan bizi arındıran tek şey Kur'an'dır. Kur'an'a teslim olmayanlar pislik içinde kalmaya mahkumdurlar. "Ey Nebi'nin hanımları! Evlerinizde vakurlu olun. Önceki cahiliye (dönemindeki) gibi öne çıkma (çalım yapma) hevesinde olmayın. Salât'ı ikame edin ve zekât'a (arınmaya) gelin. Yani Allah’a yani Resülüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden her türlü kiri gidermeyi yani sizi tertemiz hale getirmeyi irade ediyor. Yani evlerinizde tilâvet edilen Allah’ın âyetlerini yani hikmetini tezekkür edin. Şüphesiz Allah lütuf sahibi ve haberdar olandır"(Ahzab-33, 34)Demek ki Resüle yani âyetlere yani bağlam ve bütünlüğü olan hikmete gitmeden, Nebi'nin hanımları da olsa temizlenme olmuyormuş. "(Ey Nebi!) De ki: Bende ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. O'na doğru istikâmet sahibi olun yani O'na istiğfar edin. Müşriklere veyl olsun. Onlar (müşrikler) zekat'a (arınmaya) gelmezler: Onlar âhirete de kâfirdirler.(Fussilet- 6,7) Şimdi Fussilet 6. âyet müşrikleri zekat'ı vermediklerinden dolayı mı kınıyor? Yoksa vahiy'den uzak kalarak arınmaya yanaşmadıklarından dolayı mı ? Çünkü rivayet ve mezhep tapıcılarına göre âyette bulunan "lé yü'tünez zekéte" "zekat'a (arınmaya) gelmezler" ibaresi, arınma değil, "zekat vermezler" anlamına gelmektedir. Kuran’ın birçok yerinde hiç farkına varmadan arınma (zekât) türevi kelimeleri okuyup geçiyoruz.Zekât, salât'ı ikamedeki arınma işlevidir.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(139.YAZI)Yusuf Süresi Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Elif. Lâm. Râ. Bunlar, apaçık kitab'ın âyetleridir.2-) Aklınızı kullanasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.(Yukarıdaki âyet bize çok önemli bir konuyu hatırlatıyor. Yüce Allah, "Kur'an'ı biz indirdik" fakat aklınızı siz kullanacaksınız. buyuruyor. Âyette geçen "lealle" fiili bir amacı bildiriyor.Yani aklınızı kullanasınız diye Kur'an'ı Arapça (anlaşılır) bir kitap olarak indirdik.Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları ve eğitimcileri ümmetin aklına kelepçe vuruyorlar. Özellikle çocukların ve gençlerin akıl ve iradelerini kilitleyip tarihin karanlıklarına mahkum ediyorlar. Çocuklarımızı ve gençlerimizi cemaat ve tarikatların buz gibi duvarların arasında, yobaz kafaların esaretinde kaybedip gidiyoruz. Âyetlere baktığımızda yüce Allah'ın her insanı özgür yarattığını ve aklını kendisinin kullanmasının gerektiğini görüyoruz. Herkes aklını kendisi kullanacaktır. Yüce Allah "Ben sana aklını kullanman için gerekli kural ve kaideleri gönderdim ama aklını sen kullanacaksın" buyuruyor.Şimdi dinde olay şudur. Resüllerin en önemli görevi, insanların akıllarına vurulan zincirleri kırıp, üzerlerinde bulunan yükleri kaldırıp atmaktır. Demek ki vahyin amacı aklı özgür bırakmaktır.Vahiy demek, aklın önünde bulunan bütün engelleri kaldırmaktır. Bir çocuğu cemaat ve tarikatların zindanına mahkum ederseniz, o çocuğun aklına düşünme fırsatını, sorgulama nimetini vermez, belli dogmaların, statik düşüncelerin, dar kalıpların içerisine sokar da ona esaret zincirlerini vurursanız o çocuk şahsiyetini kaybedecektir. Çocuklar Kur'an cahili, şizofren adamların eserlerini okuyorlar yani çocuklara bunları okuyup dinlemelerini zorunlu kılıyorlar. Muhafazakar yobaz kafalar bu inancı çocuklara ve gençlere din diye dayatıyorlar. Olay şu: Biz Kur'an'ı bir kenara attık, mezhepleri öne çıkarttık onları birer din yaptık tarikatları ve cemaatleri öne çıkarttık, onları da birer din yaptık. Bu sefer yüce Allah'ın indirmiş olduğu hidayet ve rahmet kaynağı terkedilmiş bir vaziyette önemsiz kaldı.Adama soruyorsun, Ahmet bin Hanbel böyle dedi, Şafi böyle dedi, Buhari, Müslim böyle rivayet etti.İtikatta mezhebin nedir? Maturidi diyor. Halbuki itikadda tek yol, yüce Allah'ın indirdiği vahiy'dir. Müslümanın iman ve itikadını bir beşer nasıl belirleyebilir?Dinlerini parçalayıp fırka fırka edip şialara ayrılanlar varya, (Ey Nebi!) Senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allaha kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(Enam- 159)Âyette geçen "leste minhum fi şey'in, inneme emruhum ilallâhi" cümlesi önemlidir. Yani, rivayet ve ictihadlarından, alim ulemalarından, efendi olarak gördükleri büyüklerinden, cemaat ve tarikatlarından, mezhep ve farkalarından vazgeçmedikleri sürece, ey Nebi! Sen bile onların işini çözemezsin, onların işini halledemezsin. Onların dinlerini parçalamaları çözümsüz bir problemdir. Ey Nebi! Sen bunlara bir çözüm getiremezsin" gerçeğini ortaya koymaktadır.) 3-)(Ey Nebi!) Biz, sana bu Kur'an'ı vahyetmekle geçmiş ümmetlerin kıssalarını sana en güzel bir şekilde anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen bundan önce gafillerdendin (bu olayları bilmiyordun.) 4-) Bir zamanlar Yusuf, babasına (Ya'kub'a) demişti ki: Babacığım! Ben on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm.5-) Babası: Oğlum! dedi, rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.6-) İşte böylece Rabbin seni seçecek yani sana olayların yorumunu öğretecek yani daha önce iki atan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya'kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.7-) Andolsun ki Yusuf ve kardeşlerinde, (almak) isteyenler için âyetler vardır.8-) Kardeşleri dediler ki: Yusufla kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz kalabalık ve güçlüyüz. Şüphesiz ki babamız apaçık bir şaşkınlık içindedir.(Yani biz güçlü ve kuvvetli olduğumuz ve babamızın ihtiyaç duyduğu gıda ve himaye gibi şeyleri yeteri kadar ona temin ettiğimiz halde Yusuf'u ve kardeşini bize tercih ediyor. Gerçekte babamız açık bir hata ve şaşkınlık içindedir.) 9-) Aralarında dediler ki: Yusufu öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın (ilgi ve) teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da sâlih kimseler olursunuz!(Bazı insanlar sanki ecelleri kendi ellerindeymiş gibi böyle bir yanılgı içine düşüyorlar. Yani "ileride tevbe ederim hac ve umreye giderim, diyerek" her türlü gayri meşru amelleri yapıyorlar. İşte bu düşünce şeytâni bir düşüncedir.) 10-) Onlardan biri: Yusuf'u öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın (götürsün), dedi.11-) Dediler ki: "Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun için sadece nasihatçı olmuşuz. 12-) Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin (içsin), oynasın. Biz onu mutlaka muhafaza ederiz. Kıraat Farklılığı: (Âyette bulunan "yerta ve yelabe" "oynasın, eğlensin" kelimelerini, "nerta ve nelabe" "(beraber) oynayalım, eğlenelim" olarak okuyan kıraat imamları olmuştur.) 13-) Babaları dedi ki: Onu götürmeniz beni hüzünlendirir. Siz ondan gaflette olduğunuz bir anda onu bir kurdun yemesinden korkarım.14-) Dediler ki: Gerçekten biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten hüsrana uğramış kimseleriz. 15-) Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusuf'a: Andolsun ki sen onların bu yaptıklarını onlar (işin) farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin, diye vahyettik.16-) Ve akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.17-) Ey babamız! dediler, biz yarışmak üzere uzaklaştık yani Yusufu metaımızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! Gerçi biz sadıklardan olsak da sen bize inanmazsın.18-) Ve gömleğinin üstünde yalan bir kan ile geldiler. (Yakub) dedi ki: Bilakis nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) sabrı cemildir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan, ancak Allah'tır.19-) Bir kervan geldi ve sucularını (kuyuya) gönderdiler, o da (gidip) kovasını saldı, (Yusufu görünce) "Müjde! İşte bir oğlan!" dedi. Onu bir ticaret malı olarak sakladılar. Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir.20-) Kafile Mısır'a vardığında onu değersiz bir pahaya, sayılı birkaç dirheme sattılar. Onlar zaten ona değer vermemişlerdi.21-) Mısır'da onu satın alan adam, karısına dedi ki: "Ona ikram et yani güzel bak! Umulur ki bize bir menfaatı olur. Veya onu evlât ediniriz." İşte böylece (Mısır da adaletle hükmetmesi) ve kendisine olayların yorumunu öğretmemiz için Yusuf'u o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.22-) Yusuf erginlik çağına erişince, ona hüküm ve ilim verdik yani güzel ahlak sahiplerini biz böyle mükâfatlandırırız.23-) Evinde bulunduğu kadın, onu kendine çağırdı. kapıları iyice kapattı ve "Haydi gel!" dedi. O da" Allah'a sığınırım! Zira O (Allah) benim Rabbimdir. Bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!" dedi.24-) Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin burhanını (vahiy) görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (âyetlerimizi gösterdik). Şüphesiz o muhlis kullarımızdandı.(İhlas: Din ve hüküm olarak yüce Allah tarafından indirilen vahiy'den başka bir şeye iman etmemek yani dini Allah'a özel kılmak anlamına geliyor. İhlas ameli bir kelime olduğu için samimiyet anlamına gelmez. Dinde Allah'tan başka otorite kabul etmemektir.) 25-) İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında onun efendisiyle karşılaştılar. Kadın dedi ki: Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir azaptan başka ne olabilir!26-) Yusuf: "Beni kendisine çağıran odur" dedi. Kadının ehlinden biri şöyle şahitlik etti: "Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın sadıktır, bu ise yalancılardandır."27-) "Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise sadıklardandır"28-) Kocası, Yusuf'un gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına): "Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten azimdir"29-) "Yusuf! Sen burada (olanları söylemekten) vazgeç! (unut) (Ey kadın!) Sen de günahın için istiğfar et! Çünkü sen hata edicilerden oldun"30-) Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki: Azizin karısı, gencini kendisine çağırmış; Yusuf'un sevgisi ona işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapkınlık içinde görüyoruz.
15 Şubat 2022 Salı
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR (6. YAZI ) "Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? derler."De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise apaçık bir uyarıcıyım."Kendilerine tilâvet olunan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir millet için onda rahmet ve ibret vardır"(Ankebut- 50, 51 )Bu âyette bulunan "mucizeler ancak Allah'ın katındadır" cümlesi, Allah Resulü'nün mücize göstermesinin imkansızlığına vurgu yapmaktadır.Kur'an'ın bir çok yerinde bu gerçek dile getirilmektedir.Bütün bu gerçeklere rağmen Şia ve Ehli Sünnet'in mukallidi olan Said Nursi bu yalanlara inanmayan kur'an ve tevhid ehline büyük bir öfke ile diyor ki,"Acaba niçin bu nurani, yüksek silsile-i rivayetten gelen şu mucize-i berekete, gözün ile görmüş gibi inanmıyorsun?Evet buna karşı şeytan dahi bahane bulamaz"(Sayfa- 117)Bu toplumda Risalei Nur külliyatının en büyük hizmeti! hurafelerin, yalanların ve uydurmaların yerleşmesini sağlamak vekökleştirmek olmuştur. Eğer Said Nursi'nin Risâle-i Nur Külliyatı olmasaydı Ehli Sünnet ve Şia'nın akıl dışı yalan ve uydurma rivayetleri milletin içinde intişar etmeyecekti.Mehdi'nin zuhuru, İsa'ın nuzulü, Deccal'ın çıkışı, Cifir hesapları,Ebced düzmeceleri, uydurma cevçen ve tesbihât duaları, kıyamet alametleri, Nebi'nin mucizeleri! gibi bir çok yalanın uygun zemin bulmasını ve beyinlere yerleşmesini Risalei Nur Külliyatı sağlamıştır.Said Nursi'nin Risale'i Nur Külliyatı, Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama düşmanlığını ortaya çıkaran ölümcül bir silah ve tehlikeli bir virüs gibidir.Şia ve Ehli Sünnet'in (Diyanet, Cemaat, Tarikat, Nurculuk) Paralel dini, yalandan Nebi'yi konuşturup gerçekte Allah'ı (Kur'an'ı) susturmuşlardır. Şöhretsiz birisi Allah'ın kitabından konuşacak olursa kendisine itibar edilmemekte, fakat "Bediuzzaman" lakaplı Said Nursi'nin Kur'an, akıl ve ilme aykırı hurafelerine herkes inanmakta ve bu yalanları hiçbir sorgulamaya tâbi tutmadan kabul etmektedir.Bizi üzüntüye sevkeden budur.Ümmetin dini, zihni, aklı ve ahlakı bu derece ayaklar altına alınmamalıydı. Bu millet bu kadar cahil kalmamalıydı."Bunlar, apaçık kitabın ayetleridir ( Ey Nebi! ) Onlar kur'an'a iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın"(Şuara- 2,3 )Siz Allah'ın kitabından muhatabınıza âyetler okuyun, bir sürü hakaret ve yalanlamalar işitin, buna mukabil Said Nursi'nin Şia veEhli Sünnet kaynaklarından, İsrailiyat ve Mecusilikten getirmiş olduğu yalan dolu rivayetleri çıkarsın, onlara Kur'an gibi iman edilsin, bu insanın psikolojisini harap ediyor."Rabbim!Bize sabır ver, dünya hayatında güzellik ahirette de güzellik ver"Mücizât-ı Ahmediyesinde Said Nursi diyor ki,"Hem Resulullah ferman etmiş ki, "Müslümanların davaları aynı, iki grup birbirleriyle savaşmadıkça kıyamet kopmaz" diye,Siffinde Hz.Ali ile Muaviye'nin harbini haber vermiş"(Sayfa-118 )Ehli Sünnet'ten başka herkes bilir ki, Muaviye'nin davası iktidar ve taht hırsından başka bir şey değildi, bu savaşta binlerce insan öldü aynı zamanda Arap ırkçısı Emeviler tarihte Firavun'un bile yapmadığı zulmü yaptılar.Ali ile Muaviye'nin davaları nasıl aynı kabul edilebilir.Muaviye nasıl Ali'ye eşit olarak görülebilir.Muabiye Şam valisi, Ali meşru halife yani devlet başkanı ve mümimlerin emiri değil miydi? Risâle-i Nur Külliyatından Mektubat 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediyesinde Said Nursi diyor ki, "Başta Tirmizi ve İmam Beyhaki gibi muhakkikler, Hz.Ebu Hüreyre 'den nakli sahih ile beraber haber veriyorlar ki,Ebu Hüreyre demiş ki, "Bir gazvede (savaşta) ordu aç kaldı, Resulü Ekrem (a.s.m) Ferman etti. Bir şey var mı?Ben dedim, haybede bir parça hurma var. (Bir rivayette on beş tane varmış)Dedi getir, getirdim, mübarek elini soktu, bir kabza çıkardı, bir kaba bıraktı, bereketle dua buyurdular. Sonra onar onar askeri çağırdı umumen (hepsi-bütünordu) yediler.Sonra ferman etti, getirdiğini al, muhafaza et, fakat ölçme, ben aldım, elimi haybeye soktum. Evet getirdiğim kadar elime geldi. Sonra Resul-ü Ekrem'in hayatında, Ebu Bekir ve Ömer ve Osman'ın hayatında o hurmalardan yedim. Başka bir tarikte rivayet edilmiş ki, o hurmalardan kaç yük, fi sebililleh (Allah yolunda) sarf ettim.Sonra Osman'ın katlinde o hurma kabıyla nehb (çalındı ) ve garat edildi, gitti.Baştan sona kadar yalan ve uydurma olan bu rivayet hakkında Said Nursi diyor ki,"İşte hoca-i kainat olan Fahri alem (a.s) ın kudsi medresesi ve tekyesi olan suffenin demir baş bir mühim talebesi ve müridi ve kuvve-i hafızanın ziyadesi için dua-i nebeviye mazhar olan Hz.Ebu Hüreyre, gazvei Tebuk gibi bir mecma-i nasta (büyük bir kalabalıkta) vukunu haber verdiği şu mucizei bereket, manen bir ordu sözü kadar kat-i ve kuvvetli olması gerekir"(Sayfa-118)
KURANI MÜBİNİN MEÂLİ(138.YAZI) 114-) Gündüzün iki tarafında yani gecenin ilk saatlerinde salât'ı ikâme et. Çünkü güzellikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, zikir (Kur'an) tezekkür edenler içindir.NAMAZ VAKİTLERİ DİYE BİR ŞEY YOKTUR. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yani hikmetini yani kendi içinde bulunan sistemini ve kavramlarının hangi anlama geldiğini, Mekke'de inen sürelerin özelliklerini, Medine'de inen süreleri özelliklerini anlayamadıkları için, neredeyse Kur'an'ın bütün âyetlerine yanlış bir anlam vermişlerdir.Mesela: Yukarıdaki âyet Mekke'de indirilen sürede yer alan bu âyet, tamamen Nebi (a.s) ın şahsını hedef almakta ve tamamen ona hitap etmektedir. Âyet tamamen Nebi'ye özel olduğu halde bu âyetten namaz ritüelinin hangi vakitlerde kılınacağını ortaya çıkarmışlardır. Halbuki bu âyet Nebi (a.s) ın Kur'an üzerinde yoğunlaşmasına, Mekke müşrikleri ile ne şekilde etkili mücadele edeceğini, sabırlı olmasını, onların karşısına nasıl bir yöntemle çıkacağına yani tebliğ faaliyetini mükemmel olarak nasıl yapacağını ortaya koymak ile ilgili iken, onlar âyetten hayali ve sanal namaz vakitleri çıkarmışlardır. Kur'an'da namaz kelimesi geçmediği gibi, namaz ibadetinden ve namaz vakitlerinden de söz edilmez.Hud süresi 114;Taha 131; İsra 78,79; Kaf 39, 40; Tur 48, 49 gibi âyetlerin hepsi Nebi(a.s) a hitap etmektedir.Az Arapça bilen biri âyetlerde bulunan bütün kelimelerin tekil formunda olduklarını sadece Nebi (a.s) a özel hitap olduğunu yani onun tebliğ faaliyetine bir hazırlık, onun donanımı ve motivasyonu ile ilgili indiklerini hemen anlar.Neden Gece Vakitleri? Bütün bu âyetlerin önemi ve açılımı Müzzemmil süresindedir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla "Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et" (Kaf-39) Aşağıdaki âyette farklı bir tabir “secdelerin ardından” ifadesi geçmektedir. Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da O'nu tesbih et"(Kaf-40) “Secdelerin ardından” ifadesinin tesbihini “belli vakitlerle sınırlı tutmamak” anlamına yakın olduğunu anlamak gerekiyor. Gerek vakitli salâtlardan sonra gerekse bireysel tesbihlerin ardından gece ve gündüz bir uyarıcı olarak zihnen meşgul olunmaya devam edilmesi öngörülüyor. "Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, gözetimimizin altındasın yani her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et yani gecenin bir bölümünde ve yıldızlar kaybolurken O'nu tesbih et"(Tur-48, 49, ) "Ey iman edenler! Cuma(toplanma) günü salât için nida edildiği zaman, Allah'ın zikrine (Kur'an'a) koşun yani alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır" (Cuma-9) Kur'an’da üzerinde özellikle durulan vakitli salât işte budur. Müminler üzerinde ortak akıldan faydalanacakları bir beraberlik sorumluluğudur. Çağrıyla yapılan ve iman edenlerin katıldığı geniş bir ortak tesbih ve dayanışma faaliyetidir. Durumun bu olması ayrıca geniş kapsamlı başka salât yapılamaz demek değildir. Kur'an’da emredilen bu salâtın dışında elbette müminler kendi aralarında anlaşıp farklı gün ve saatlerde de emredilmediği halde toplu salât yapabilirler. Gece tesbihlerinde de bir araya gelebilirler. Gelmişlerdir de. Bunun önünde hiçbir bir engel yoktur. Şimdi Geldik Müzzemmil Süresine "Doğrusu gece inşası etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüzde, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-6, 7)Bu âyet açık olarak gündüzün öğütlenen bir ders tesbihi vakti olmadığını, gündüzün dışındaki saatlerde o tip tesbih saatlerinin öğütlendiğini gösteriyor. Sebeplerini de açıklıyor. Elbette vakitli olan toplantı salâtı bunun dışında. Bunu da Cuma süresi ve bağlantılı âyetlerden anlıyoruz. Şimdi geldik daha önce de bahsettiğimiz Müzzemmil 20.ayete. Hud 114’de konuştuğumuz ve link verdiğini belirttiğim gecenin zülüfleri bu ayetle ilgiliydi. "Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir grubun gecenin üçte ikisine yakın, yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor…" (Müzzemmil-20) Bu âyete tekrar döneceğiz. Ama önce Nebi önderliğinde salât'ı ikame eden bireylerin gelişim evrelerinden bu süre kapsamında bahsetmemiz gerekiyor. Müddessir ve Müzzemmil sürelerinde genelde her ikisi de benzer biçimde “örtüsüne/elbisesine bürünen” olarak tercüme edilen “Müddessir ” kelimesi ile bir sonraki sürede geçen “Müzzemmil” kelimesinin yakın anlamlara sahip olmakla birlikte aralarında bir nüans farkı vardır. Müzzemmil kelimesi daha çok “elbisesine bürünen” anlamına müddessir ise “örtünerek gizlenen” anlamına yakın duruyor. Yani birisinde kendi olağan kıyafetine bürünen bir kişi varken, diğerinde bir üst giysisi ya da üzerine aldığı ilave bir örtü söz konusudur. Ancak her iki kelimenin de benzeşimli bir deyim olduğunu göz önüne alırsak aradaki farkı daha net görüyoruz. Şöyle ki… Müzzemmil’den yani elbisesine bürünen kişiden kasıt, kendisini toplum içinde, daha doğrusu kalabalıklar içinde yalnızlığa terk etmiş olan, toplumdan farklı düşündüğü halde kendi kendine bu farklılığı yaşayıp toplumla bu yönde ilişki kurmayan ya da kuramayan bir kişi anlaşılır. Yani düşüncelerini kendi içinde yaşar. Müddessir ise bir adım daha geride durup gizlenmeyi seçendir. Müzzemmil’in tüm anlamlarını taşımakla beraber Müddessir deyiminden kasıt, kendisini toplumun içinde yalnız görmekle kalmamış elbisesinin üzerine bir de battaniye, zırh çeker gibi kendisini daha bir korumaya almış olan kişi anlaşılır. Yani düşüncelerinden dolayı yalnızlaşmış olan kişinin ilave olarak toplumdan kaçmaya başlaması, kendi gibi düşünmeyenlerin şerrinden korunma gayreti söz konusudur. Peki, bu fark niçin önemli diye sorabilirsiniz. Bunu surelerin diğer âyetlerinde göreceğiz. Müzzemmil aşamasında olan kişi henüz öğrenim aşamasının daha alt basamaklarındadır. Uyanmıştır ama daha okuyacağı, öğreneceği çok şey vardır. Fakat müddessir aşamasında olan kişi öğrendiklerinin ne kadar önemli olduğuna daha bir farkındalıkla hâkimdir ve bu yüzden toplumun tepkisinden iyiden iyiye çekinmeye başlamıştır. Kısacası Müzzemmil’de bir acemilik, bir kendi halindelik ve hamlık, müddessir’de ise ilerleyen fikri olgunluğun verdiği bir gizlenme refleksi ve “şimdi ben ne yapacağım” tereddüdü söz konusudur. Bu anlamlar sürelerde gelen sonraki âyetlerde mevcuttur. Müzzemmil süresinin ikinci ve daha sonra gelen âyetlerinde emredilenlerle Müddessir süresinin ikinci ve daha sonra gelen âyetlerinde emredilen şeylerin birbirinden farkı bunu net biçimde ortaya koyar. Müzzemmil süresi bireysel eğitime yöneltirken, Müddessir suresi ise öğrendiğini uygulamaya yönelten bir suredirAz bir kısmı dışında geceleri kalk (ayakta ol). Yarısı kadar veya ondan az eksiği ya da fazlası kadar. Kuran’ı azar azar düşüne düşüne oku. Gerçekten senin üzerine oldukça ağır bir söz bırakacağız" (Müzzemmil-2-5) Gördüğümüz gibi Müzzemmil’de Resül bir eğitim sürecine sokuluyor. Bu kapsamda biz de elbette üzerimize düşen dersialıyoruz. Peki, müddessir olana Müddessir süresinde ne deniyor? "Kalk, artık uyar yani Rabbini yücelt. Elbiselerini temizle ve kötülüklerden uzaklaş" (Müddessir-2/5) Gördüğümüz gibi Müddessir’de Nebi'ye harekete geçmesi emrediliyor ve uygulama süreci başlıyor. Kur'an insanlara âyetlerini yaşatır ve kendisini tekrar tekrar ispat eder. Sırası gelen âyet, izdüşümlerini bir şekilde herkese gösterir. Şu kitabı hakkıyla yani güzel niyetle okumaya başlayan herkes Müzzemmil ve Müddessir aşamalarını ve benzer süreçleri üç aşağı beş yukarı her zaman yaşamaktadır. Tâbi ki anlamadan iman eden çoğunluğu kastetmiyorum.Müzzemmil süresinin ana konusu gece okuma, düşünme, akletme ve öğrenme üzerinedir. Gece okumalarının (salât ve tesbihlerinin) nasıl yapılması gerektiği üzere tavsiyeler içerir. Aynı zamanda gerçeğe uyanmakta olan kişiye çevresinin tepkilerine karşı mucadele azmi yani psikolojik bir destek verir. Peki gece neden o kadar önemlidir? "Doğrusu gece inşası etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır"(Müzzemmil-6 Günümüzden örnek verecek olursak. Öğrencilerin, çeşitli sınavlara hazırlanmakta olan gençlerin, kitap okumayı alışkanlık haline getirenlerin, akademisyenlerin, fikir üzerine çalışanların, yazarların, araştırma yapanların çok iyi bilebileceği gibi gece fikri çalışma yapmak gündüze göre çok daha verimlidir. İşte her şeyi en ince detayına kadar bilen yüce Allah'ın âyette bize hatırlattığı şey tam da budur. Periyodik olarak gece Kuran okumaları yapan kişiler de bu gece gündüz ayrımını çok iyi bilirler. Maalesef bugün elimizde olan birçok mealin yazarının (istisnalar hariç) âyetlerin çevirilerini yaparken bağlam ve bütünlükten kopmakta olduğunu muşahede ediyoruz. Önce ve sonra gelen âyetleri, söylemlerinin aksine kâfi biçimde dikkate almadıklarını, âyetlerde geçen kelimelerin anlamı üzerinde yeterince düşünmediklerini, çoğunun böyle bir yeteneğinin olmadığını görüyoruz. Kelimeleri çevirirken genelde başkasının çevirilerinde kullandığı kelimeyi aynen kopyaladıklarını, elde mevcut kadim sözlüklerden yeterince faydalanmadıklarını, Kur'an’ın içinde aynı kelimenin ne kadar, nerede ve cümle içerisinde nasıl kullanıldığını göz ardı ettiklerini, geleneğin dayattığı kirli bilgilerle kelimeler üzerinde hiç düşünmeden bazı anlamları baştan doğru kabul ettiklerini, en kötüsü akıllarını kullanmaktan korktuklarını görüyoruz. Dolayısıyla Kur'an’ı Türkçe olarak okuyan kişiler bile zaman zaman okuduklarını anlamakta zorlanıyorlar. Adeta alakasız birkaç konu peş peşe veriliyor ya da aynı ayet içinde bile farklı konulardan bahsediliyor zannı uyanıyor. Oysa çoğu zaman âyetler gruplar halinde, kendini, öncesini, sonrasını açıklayıcı ifadelerle dolu. Ama okunanı parça parça eden anlayış âyetlerdeki kelimelerin, hep kafasındaki veya din atalarından gelen anlamların karşılığını verdiğini zannediyor. Kelimelerin kendi zamanlarına ve coğrafyalarına izdüşeceği ihtimalini göremiyorlar. Aykırı söylem sahiplerini ise dini eğitim, dil ve usul bilmemekle karalıyor, gerçeğin ortaya çıkmasına engel oluyorlar. Oysa kitap ister Arapça olsun ister bir başka lisanda, onu ancak hakkıyla okuyanlar, ona teslim olanlar, ona gerçekten iman edenler anlayacaktır. Elbette boş konuşanlar çoktur ve hep olacaktır. Ama bak her zaman haktır. Akademik yetkinlik Allah’ın ilminin yansıması değil, beşerî ilmin kurumlarında verilen diplomadan ya da fırkasal sivil yolların kişisel ve taraflı icazetlerinden ibarettir. Akademisyenler de keşke bunu bilseler ve beşerî ilimle hür tefekkürü birleştirdikleri oranda önlerinde daha güzel çalışmalar ve çeviriler yapabilme imkânlarının serili olduğunu görebilseler. Şayet öyle yapsalardı “Geceleyin kalkmak, pek meşakkatlidir, fakat ibâdet için de gece, pek uygun.” ya da “Gece ibadeti” ya da “teheccüd namazına kalkmak” vesair sözde çeviriler yapmaz, gerçeğin üstünü örttüklerine yanarlardı. Ama maalesef iş bununla da kalmamış, bırakın meali düzgün yazmayı, o Kur'an’ı insanlara dini kurumlarda ve camilerde anlatmak da toplumun bilgi ve fikri yeterliliği açısından çoğu zaman ortalamanın bile altında olan kişilere bırakılmıştır. Peki, neden gündüz değil? "Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-7) Aslında çok kolay anlaşılır ve net cümleler bunlar. Düzgün çevrildiklerinde akademik bir eğitime asla muhtaç bırakmayan, herkesin anlayabileceği şeyler. Ancak Kur'an’ın dışında dayatılan öyle bir sanal yani iftira bir din var ki, bu basit şeyler bile gözden kaçırılıyor. Gece okumaları tanımlanırken gündüzün nelere ayrılabileceği de açıkça belirtiliyor. Yani kimsenin “gündüz işten güçten ibadet yapamıyorum” diye kendini kınamasına ve kaygılanmasına gerek yok. Çünkü bir önceki gece, az da olsa kolayına gelen miktarda Kur'an okuyup düşünen birisi, ertesi gün zaten kolay kolay Allah’ı unutarak iş yapmaz. Ama ne dediğini bilmeden geceleyin teheccüd namazı kılan kişinin, ertesi gün yaşadığı uğraşlarda Kur'an’a, Allah’ın verdiği ilme ve hikmete göre nasıl davranması gerektiğini hiç bir zaman bilmeyecektir. Ezan okunduğunda camiye gitse de yaptığı işi Allah’ın öğrettiği gibi yapacak yeterli bir bilgisi zaten yoktur. Alışveriş yaparken, işinde çalışırken, patronla ya da işçisiyle konuşurken, minibüse binerken, önünden insanlar geçerken aklına Allah ve Allah’ın öğrettiği şeylerin gelmesi mümkündeğildir. Çünkü kitabından haberi yoktur. İnsanlara ezilirken ya da kendisi başka insanları ezerken ne halde olduğunu düşünmez. Dua ederken kimden ne isteyeceğini bilemez. Allah’tan istediğini zannederken O'dan başkasının yardımını ister. Allah’a dua ettiğini zannederken ettiği duanın davacısı olmaz. Her işinde Allah’ın değil hep birisinin gelip onu kurtaracağını zanneder. En ufak bir sorunda bile psikolojik durumu altüst olur. Müzzemmil süresinde kişi okumaya, akletmeye ve düşünmeye sevk edilirken sadece fikren yalnızlaşan kişiye değil, onun diğer insanlara karşı, daha doğrusu uyanmayanlara ve gerçeği yalanlayanlara karşı nasıl davranacağına dair de öğütler vardır. "Onların söylediklerine karşı sabret ve onlardan güzellikle ayrıl"(Müzzemmil-10) Buradaki “güzellikle ayrılış” veya “güzellikle ayrı gidiş” onlardan hayatın içinde fiziksel bir ayrılış değildir. Gerçeğe uyanan insanın ona bu yüzden düşman olanlardan fikren ve bu fikrin açtığı yol bakımından ayrı gitmesidir. Yoksa artık onlarla alışveriş yapmaması, konuşmaması, yaşam şartlarının gerektirdiği durumlarda onları yok sayması değildir. İstenen, tüm çabalara rağmen gerçeğe ikna olmayan bu kişilerin daha fazla ikna edilmeye çalışılmamasıdır. İlmi verenin Allah olduğunun unutulmamasıdır. Müzzemmil süresi benzer öğütlerle devam eder ve ardından surenin en uzun olan yukarıda konuştuğumuz son âyeti gelir ve tüm bunları anlayabilmenin okumaktan ve düşünüp akletmekten geçtiği hatırlatılır. Sürenin en başında öğütlenen “gece okuma”sına dair biliş ve çarpıcı açıklamalar yer alır. Lütfen üşenmeyin ve âyeti dikkatlice kelime kelime okumadan geçmeyin. "Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir tâifenin gecenin üçte ikisine yakın yani yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor. Gece ve gündüzü ölçü çerçevesinde düzenleyen Allah, sizin onu hesap edemeyeceğinizi ve bundan dolayı özrünüzü bilir. O halde kolayınıza gelen kadar okuyun-akledin. Allah sizden hastalar olduğunu, diğerleri içinde Allah’ın fazlını aramak için yeryüzünde dolaşanlar ve Allah’ın yolunda savaşanlar olduğunu da bilir. O halde ondan kolayınıza geldiği kadarını okuyun. Salât'ı (ikame edin) ayakta tutun yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah’a güzel bir borç verin yani önceden hayır olarak ne takdim ederseniz Allah'ın indinde kendiniz için onu daha hayırlı ve daha azim bir mükafat olarak bulacaksınız yani Allah’a istiğfar edin. Muhakkak ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. Âyette geçen “hesap edemeyeceğinizi biliyor” denen şey nedir acaba? Sadece gece ve gündüzün ne kadarına bu okuma işinin ayrılacağı mı? Neden Allah bu kadar önem veriyor bu hesap işine acaba? Bana göre, burada hesap edilemeyecek olan şey, okumaktan gerçeğin hazzını alan ve bu hazla düşünen kişinin zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağıdır. Bu nedenle “sabahlara kadar okuyup tüm zamanınızı harcamayın” öğüdü vardır burada. Çünkü “gündüz uzun uğraşlarımız vardır” belirtisi de bu öğüdü daha önce tamamlayan bir ifadedir. Üzerimize bırakılan ağır sözün mesuliyet hissinin omuzumuzu çökertmesini Allah’ın istememesidir. “Kolayımıza geldiği kadar okumamızla” çok uzatmayıp gecenin uyku için ayıracağımız kısmının da olması gerektiğine dair şu kadar zamanı aşmasanız iyi olur şeklinde ince ve merhametli bir uyarı vardır burada. “Abartıp da kendinizi hırpalamayın” merhameti mevcuttur. Sabahın soğuğunda pazar yerinde tezgâh açacak olan, gün doğmadan fırına ekmeğini sürecek olan, poliklinik saatinde beş dakikalık muayene için sırada bekleyecek olanlar var. Öğrencilerine insan olduklarını unutmadan ders anlatacak öğretmenler, hastasının derdini çözmeyi kendi derdi gibi görecek doktorlar, merhametli hemşireler, emniyet sağladığı yeri kendi evi gibi koruyan güvenlikçiler, bir çok zorluğun içinde görev yapacak askerlerimiz ve polislerimiz, davasına yetişecek adaletli hukukçular, az da olsa halkına hizmet için idari makamına koşacak insanlar var. Ve daha niceleri… Emin olun ki, Allah hepsinin farkında. Çeşitli nedenlerle sizin gibi yapamadıkları için sizin gibi okuyamadıkları için kendisini suçlu hissedenlere bile lütufkâr bir haber uçuruluyor bu âyette. Dinin ve kitabın içine abartılı biçimde dalıp da hayatı ve an’ı es geçenler olmamalıyız. Tam aksine hayatımızı daha bir bilinçle, özgüvenle, şuurla ve erdemle yaşamalıyız. Üstelik daha çok bilmek yetmez, hayata uygulamak daha önemlidir. Uykusuz kalıp ertesi gün işinizde gücünüzde mecalsiz kalmayın diye bir izdüşümü var bu âyette. İsterseniz yukarıya dönüp âyeti bir kez daha okuyun. Bu merhametleri ve belki de benim gördüğümden daha fazla izdüşümünü siz göreceksiniz. "Sabah, akşam Rabbinin adını zikret. Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve O'nu uzun tesbih et"(İnsan-23,24, 25, 26, 27)Abartısız söylüyorum. Şua ve Ehl-i Sünnet'in din adamları manasını bozmadıkları âyet bırakmamışlardır. Geçenlerde Ahmet Ali Yıldırım hocamla telefonda sohbet ederken, Nisa süresinin 103.âyetinin son cümlesine yanlış meâl verildiğinin farkına vardık. Bunun sebebi salât kavramının içinin boşaltılmasından başka bir şey değildir.Belkide namaz ritüleni sorgulama altına almasaydık hiçbir zaman bu hatanın ve tahrifin farkına varmayacaktık. Salât kavramının içi boşaltılınca yani manası bozulunca ona bağlı olan kavramlar da otomatikman bozulacaktır. Yanlış Meâl: "... Çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır. Doğru Meâl:"... Çünkü salât'ın vakitlerini yazmak (tayin etmek-belirlemek) müminler üzerine belli bir görevdir.Yani onun vaktini belirlemek, tayin etmek, yazmak zaman ve zeminin şartlarına göre, müminlerin üzerine düşen bir görevdir. Herhangi acil bir durum, vahiy ilim ve ahlakının insanlara ulaştırılmsı, istişâre ve şura toplantıları, büyük bir âfet, önemli bir mesele, haftalık toplu salât, ekonomik ve sosyal bir ihtiyaç halinde tayin edecekleri zamanlarda mescidlerde bir araya gelip salat'ı yerine getireceklerdir. "innes salâte kénet alel müminine kiteben mevkuten" cümlesi, bu manayı apaçık olarak ortaya koymaktadır.Dolayısıyla Şii ve Sünni din adamları namaz ritüelinden dolayı âyetin son cümlesini tahrif etmişlerdir. Maddi temizliğin (abdest) Mekke'de emredilmemesinin sebebi salâtın toplu olarak yerine getirilmesinin emredilmediğinden kaynaklanıyor. Mekke'de tebliğ faaliyetinin yükü tamamen Nebi'nin üzerinde bulunuyordu. Müminler toplu olarak bir araya gelemiyorlardı. İşte Nebi (a.s) için gece salat ve tesbihi bundan dolayı önemli hale geliyordu. 115-)(Ey Nebi!) Sabırlı ol, çünkü Allah güzel ahlak sahiplerinin mükâfatını zayi etmez.116-) Sizden önceki asırlarda yeryüzünde (insanları) fesat yapmaktan nehyedecek (güzel ahlak sahibi) kimseler bulunmalı değil miydi? Fakat onlardan, kurtuluşa erdirdiğimiz az bir kısmı hariç kimse bunu yapmadı yani zalimler, kendilerine verilen refahın peşine düştüler. Yani mücrim (günahkârlar) oldular. 117-) Halkı muslih (ıslah ediciler) olduğu halde Rabbin, zulmederek memleketleri helâk edici değildir.118-) Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek ümmet yapardı. (Fakat) onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler.119-) Ancak Rabbinin merhamet ettikleri müstesnadır. Zaten Rabbin onları bunun için yarattı. Rabbinin, "Andolsun ki cehennemi tümüyle cinlerle ve insanlarla dolduracağım" sözü tamam oldu.120-) Yani senin göğsüne sebat vermek için Resüllerin haberlerini sana kıssa ediyoruz. Bunda sana hakkın bilgisi yani müminlere mev'ize ve bir zikir gelmiştir.121-) İman etmeyenlere de ki: Siz kendi konumunuza göre amelinizi yapın! Biz de kendi (konumumuza göre) amelimizi yapmaktayız!122-) Yani gözleyin! Şüphesiz biz de gözlemekteyiz!123-) Ve göklerin ve yerin gaybı yalnız Allah'a aittir yani her iş O'na döndürülür. Öyle ise O'na ibadet et ve O'na tevekkül et yani Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.(Hud Süresinin Sonu)
14 Şubat 2022 Pazartesi
TESBİH, SALÂT ve VAKİT (5)(25.YAZI) "Az bir kısmı dışında geceleri kalk (ayakta ol). Yarısı kadar veya ondan az eksiği ya da fazlası kadar. Kuran’ı azar azar düşüne düşüne oku. Gerçekten senin üzerine oldukça ağır bir söz bırakacağız" (Müzzemmil-2/5) Gördüğümüz gibi Müzzemmil’de Resül bir eğitim sürecine sokuluyor. Bu kapsamda biz de elbette üzerimize düşen dersialıyoruz. Peki, müddessir olana Müddessir süresinde ne deniyor? "Kalk, artık uyar yani Rabbini yücelt. Elbiselerini temizle ve kötülüklerden uzaklaş" (Müddessir-2/5) Gördüğümüz gibi Müddessir’de Resül'e harekete geçmesi emrediliyor ve uygulama süreci başlıyor. Kur'an insanlara âyetlerini yaşatır ve kendisini tekrar tekrar ispat eder. Sırası gelen âyet, izdüşümlerini bir şekilde herkese gösterir. Şu kitabı hakkıyla yani güzel niyetle okumaya başlayan herkes Müzzemmil ve Müddessir aşamalarını ve benzer süreçleri üç aşağı beş yukarı her zaman yaşamaktadır. Tâbi ki anlamadan iman eden çoğunluğu kastetmiyorum.Müzzemmil süresinin ana konusu gece okuma, düşünme, akletme ve öğrenme üzerinedir. Gece okumalarının (tesbihlerinin) nasıl yapılması gerektiği üzere tavsiyeler içerir. Aynı zamanda gerçeğe uyanmakta olan kişiye çevresinin tepkilerine karşı mucadele azmi yani psikolojik bir destek verir. Peki gece neden o kadar önemlidir? "Doğrusu gece neşesi etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır"(Müzzemmil-6 Günümüzden örnek verecek olursak. Öğrencilerin, çeşitli sınavlara hazırlanmakta olan gençlerin, kitap okumayı alışkanlık haline getirenlerin, akademisyenlerin, fikir üzerine çalışanların, yazarların, araştırma yapanların çok iyi bilebileceği gibi gece fikri çalışma yapmak gündüze göre çok daha verimlidir. İşte her şeyi en ince detayına kadar bilen yüce Allah'ın âyette bize hatırlattığı şey tam da budur. Periyodik olarak gece Kuran okumaları yapan kişiler de bu gece gündüz ayrımını çok iyi bilirler. Maalesef bugün elimizde olan birçok mealin yazarının (istisnalar hariç) âyetlerin çevirilerini yaparken bağlam ve bütünlükten kopmakta olduğunu muşahede ediyoruz. Önce ve sonra gelen âyetleri, söylemlerinin aksine kâfi biçimde dikkate almadıklarını, âyetlerde geçen kelimelerin anlamı üzerinde yeterince düşünmediklerini, çoğunun böyle bir yeteneğinin olmadığını görüyoruz. Kelimeleri çevirirken genelde başkasının çevirilerinde kullandığı kelimeyi aynen kopyaladıklarını, elde mevcut kadim sözlüklerden yeterince faydalanmadıklarını, Kur'an’ın içinde aynı kelimenin ne kadar, nerede ve cümle içerisinde nasıl kullanıldığını göz ardı ettiklerini, geleneğin dayattığı kirli bilgilerle kelimeler üzerinde hiç düşünmeden bazı anlamları baştan doğru kabul ettiklerini, en kötüsü akıllarını kullanmaktan korktuklarını görüyoruz. Dolayısıyla Kur'an’ı Türkçe olarak okuyan kişiler bile zaman zaman okuduklarını anlamakta zorlanıyorlar. Adeta alakasız birkaç konu peş peşe veriliyor ya da aynı ayet içinde bile farklı konulardan bahsediliyor zannı uyanıyor. Oysa çoğu zaman âyetler gruplar halinde, kendini, öncesini, sonrasını açıklayıcı ifadelerle dolu. Ama okunanı parça parça eden anlayış âyetlerdeki kelimelerin, hep kafasındaki veya din atalarından gelen anlamların karşılığını verdiğini zannediyor. Kelimelerin kendi zamanlarına ve coğrafyalarına izdüşeceği ihtimalini göremiyorlar. Aykırı söylem sahiplerini ise dini eğitim, dil ve usul bilmemekle karalıyor, gerçeğin ortaya çıkmasına engel oluyorlar. Oysa kitap ister Arapça olsun ister bir başka lisanda, onu ancak hakkıyla okuyanlar, ona teslim olanlar, ona gerçekten iman edenler anlayacaktır. Elbette boş konuşanlar çoktur ve hep olacaktır. Ama bak her zaman haktır. Akademik yetkinlik Allah’ın ilminin yansıması değil, beşerî ilmin kurumlarında verilen diplomadan ya da fırkasal sivil yolların kişisel ve taraflı icazetlerinden ibarettir. Akademisyenler de keşke bunu bilseler ve beşerî ilimle hür tefekkürü birleştirdikleri oranda önlerinde daha güzel çalışmalar ve çeviriler yapabilme imkânlarının serili olduğunu görebilseler. Şayet öyle yapsalardı “Geceleyin kalkmak, pek meşakkatlidir, fakat ibâdet için de gece, pek uygun.” ya da “Gece ibadeti” ya da “teheccüd namazına kalkmak” vesair sözde çeviriler yapmaz, gerçeğin üstünü örttüklerine yanarlardı. Ama maalesef iş bununla da kalmamış, bırakın meali düzgün yazmayı, o Kur'an’ı insanlara dini kurumlarda ve camilerde anlatmak da toplumun bilgi ve fikri yeterliliği açısından çoğu zaman ortalamanın bile altında olan kişilere bırakılmıştır. Peki, neden gündüz değil? "Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-7) Aslında çok kolay anlaşılır ve net cümleler bunlar. Düzgün çevrildiklerinde akademik bir eğitime asla muhtaç bırakmayan, herkesin anlayabileceği şeyler. Ancak Kur'an’ın dışında dayatılan öyle bir sanal yani iftira bir din var ki, bu basit şeyler bile gözden kaçırılıyor. Gece okumaları tanımlanırken gündüzün nelere ayrılabileceği de açıkça belirtiliyor. Yani kimsenin “gündüz işten güçten ibadet yapamıyorum” diye kendini kınamasına ve kaygılanmasına gerek yok. Çünkü bir önceki gece, az da olsa kolayına gelen miktarda Kur'an okuyup düşünen birisi, ertesi gün zaten kolay kolay Allah’ı unutarak iş yapmaz. Ama ne dediğini bilmeden geceleyin teheccüd namazı kılan kişinin, ertesi gün yaşadığı uğraşlarda Kur'an’a, Allah’ın verdiği ilme ve hikmete göre nasıl davranması gerektiğini hiç bir zaman bilmeyecektir. Ezan okunduğunda camiye gitse de yaptığı işi Allah’ın öğrettiği gibi yapacak yeterli bir bilgisi zaten yoktur. Alışveriş yaparken, işinde çalışırken, patronla ya da işçisiyle konuşurken, minibüse binerken, önünden insanlar geçerken aklına Allah ve Allah’ın öğrettiği şeylerin gelmesi mümkündeğildir. Çünkü kitabından haberi yoktur. İnsanlara ezilirken ya da kendisi başka insanları ezerken ne halde olduğunu düşünmez. Dua ederken kimden ne isteyeceğini bilemez. Allah’tan istediğini zannederken O'dan başkasının yardımını ister. Allah’a dua ettiğini zannederken ettiği duanın davacısı olmaz. Her işinde Allah’ın değil hep birisinin gelip onu kurtaracağını zanneder. En ufak bir sorunda bile psikolojik durumu altüst olur. Müzzemmil süresinde kişi okumaya, akletmeye ve düşünmeye sevk edilirken sadece fikren yalnızlaşan kişiye değil, onun diğer insanlara karşı, daha doğrusu uyanmayanlara ve gerçeği yalanlayanlara karşı nasıl davranacağına dair de öğütler vardır. "Onların söylediklerine karşı sabret ve onlardan güzellikle ayrıl"(Müzzemmil-10) Buradaki “güzellikle ayrılış” veya “güzellikle ayrı gidiş” onlardan hayatın içinde fiziksel bir ayrılış değildir. Gerçeğe uyanan insanın ona bu yüzden düşman olanlardan fikren ve bu fikrin açtığı yol bakımından ayrı gitmesidir. Yoksa artık onlarla alışveriş yapmaması, konuşmaması, yaşam şartlarının gerektirdiği durumlarda onları yok sayması değildir. İstenen, tüm çabalara rağmen gerçeğe ikna olmayan bu kişilerin daha fazla ikna edilmeye çalışılmamasıdır. İlmi verenin Allah olduğunun unutulmamasıdır. Müzzemmil süresi benzer öğütlerle devam eder ve ardından surenin en uzun olan yukarıda konuştuğumuz son âyeti gelir ve tüm bunları anlayabilmenin okumaktan ve düşünüp akletmekten geçtiği hatırlatılır. Sürenin en başında öğütlenen “gece okuma”sına dair biliş ve çarpıcı açıklamalar yer alır. Lütfen üşenmeyin ve âyeti dikkatlice kelime kelime okumadan geçmeyin. "Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir tâifenin gecenin üçte ikisine yakın yani yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor. Gece ve gündüzü ölçü çerçevesinde düzenleyen Allah, sizin onu hesap edemeyeceğinizi ve bundan dolayı özrünüzü bilir. O halde kolayınıza gelen kadar okuyun/akledin. Allah sizden hastalar olduğunu, diğerleri içinde Allah’ın fazlını aramak için yeryüzünde dolaşanlar ve Allah’ın yolunda savaşanlar olduğunu da bilir. O halde ondan kolayınıza geldiği kadarını okuyun. Salât'ı (ikame edin) ayakta tutun yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah’a güzel bir borç verin yani önceden hayır olarak ne takdim ederseniz Allah'ın indinde kendiniz için onu daha hayırlı ve daha azim bir mükafat olarak bulacaksınız yani Allah’a istiğfar edin. Muhakkak ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. Âyette geçen “hesap edemeyeceğinizi biliyor” denen şey nedir acaba? Sadece gece ve gündüzün ne kadarına bu okuma işinin ayrılacağı mı? Neden Allah bu kadar önem veriyor bu hesap işine acaba? Bana göre, burada hesap edilemeyecek olan şey, okumaktan gerçeğin hazzını alan ve bu hazla düşünen kişinin zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağıdır. Bu nedenle “sabahlara kadar okuyup tüm zamanınızı harcamayın” öğüdü vardır burada. Çünkü “gündüz uzun uğraşlarımız vardır” belirtisi de bu öğüdü daha önce tamamlayan bir ifadedir. Üzerimize bırakılan ağır sözün mesuliyet hissinin omuzumuzu çökertmesini Allah’ın istememesidir. “Kolayımıza geldiği kadar okumamızla” çok uzatmayıp gecenin uyku için ayıracağımız kısmının da olması gerektiğine dair şu kadar zamanı aşmasanız iyi olur şeklinde ince ve merhametli bir uyarı vardır burada. “Abartıp da kendinizi hırpalamayın” merhameti mevcuttur. Sabahın soğuğunda pazar yerinde tezgâh açacak olan, gün doğmadan fırına ekmeğini sürecek olan, poliklinik saatinde beş dakikalık muayene için sırada bekleyecek olanlar var. Öğrencilerine insan olduklarını unutmadan ders anlatacak öğretmenler, hastasının derdini çözmeyi kendi derdi gibi görecek doktorlar, merhametli hemşireler, emniyet sağladığı yeri kendi evi gibi koruyan güvenlikçiler, bir çok zorluğun içinde görev yapacak askerlerimiz ve polislerimiz, davasına yetişecek adaletli hukukçular, az da olsa halkına hizmet için idari makamına koşacak insanlar var. Ve daha niceleri… Emin olun ki, Allah hepsinin farkında. Çeşitli nedenlerle sizin gibi yapamadıkları için sizin gibi okuyamadıkları için kendisini suçlu hissedenlere bile lütufkâr bir haber uçuruluyor bu âyette. Dinin ve kitabın içine abartılı biçimde dalıp da hayatı ve an’ı es geçenler olmamalıyız. Tam aksine hayatımızı daha bir bilinçle, özgüvenle, şuurla ve erdemle yaşamalıyız. Üstelik daha çok bilmek yetmez, hayata uygulamak daha önemlidir. Uykusuz kalıp ertesi gün işinizde gücünüzde mecalsiz kalmayın diye bir izdüşümü var bu âyette. İsterseniz yukarıya dönüp âyeti bir kez daha okuyun. Bu merhametleri ve belki de benim gördüğümden daha fazla izdüşümünü siz göreceksiniz. "Sabah, akşam Rabbinin adını zikret. Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve O'nu uzun tesbih et"(İnsan-23,24, 25, 26, 27)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(137. YAZI)Hud Süresi 91-) Dediler ki: Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde seni cidden zayıf görüyoruz yani kabilen olmasa, seni mutlaka recmederdik. Yani sen üzerimizde herhangi bir izzete sahip değilsin. (Yani seni taşlamamıza engel olacak bir güç ve kudrete sahip değilsin. Biz sadece senin aşiretini sayıyor, azlıklarına rağmen onlara ikram ediyoruz. Çünkü onlar bizdendirler ve senin arka plana attığın ve küçümsediğin, kendince bozuk ve batıl olduğuna iman ederek bizi terke çağırdığın dinimize iman ediyorlar.) 92-) Şuayb: "Ey kavmim dedi, size göre benim aşiretim Allah'tan daha mı izzetli ki, onu (Allah'ın mesajını) arkanıza attınız. Şüphesiz ki Rabbim yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır.(Şuayb (a.s) ın cevabında Şii ve Sünni din adamlarına büyük bir ders ve ibret vardır. Şöyle ki, Şuayb (a.s) kavmine verdiği cevapta, aşiretinin yüce Allah'tan ve onun dininden daha aziz olmadığını yani iman eden hiç kimsenin atalarına yüce Allah'ın dininden daha fazla değer vermemesi gerektiğini, önemli olan yüce Allah tarafından indirilen orijinal ve organik dinin olduğunu, ataların uydurma, sanal, paralel ve şirk olan mezhep dininin önemsiz olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla atalarının kaynaklarına ve rivayetlerine yüce Allah'ın mesajından daha fazla değer verenler Şuayb (a.s) ın kavmi gibi müşrik olurlar.) 93-) Ey kavmim! Siz konumunuza uygun olan ameli yapın! Ben de yapacağım! Kendisini kepaze edecek azabın kime geleceği yani yalancının kim olduğunu yakında öğreneceksiniz yani gözetleyin ben de sizinle beraber gözetlemekteyim. 94-) Emrimiz gelince, Şuayb'ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; ve zulmedenleri korkunç bir sayha yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.95-) Sanki orada refah içinde yaşamamışlardı. Dikkat edin, Semûd kavmi (Allah'ın rahmetinden) uzak olduğu gibi Medyen kavmi de uzak oldu.96-) Andolsun ki Musa'yı da âyetlerimizle ve apaçık bir sultanla (delil) gönderdik.97-) Firavun'a ve onun ileri gelenlerine Fakat onlar Firavun'un emrine tâbi oldular. Oysa Firavun'un emri doğru değildi.98-) Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir yani varacakları yer ne kötü yerdir!99-) Onlar burada da, kıyamet gününde de lânete uğratıldılar. (Onlara) verilen bu armağan ne kötü armağandır!100-)(Ey Nebi!) İşte bu, (halkı helâk olmuş) memleketlerin haberlerindendir. Biz onu sana anlatıyoruz; onlardan (bugüne kadar izleri) kalan da vardır, biçilmiş ekin (gibi yok olan) da vardır.101-) Onlara biz zulmetmedik; fakat, onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin (azap) emri geldiğinde, Allah'ın dununda (yanında-yöresinde-astında) dua ettikleri ilahları, onlara hiçbir şey sağlamadı, mahvolmalarını artırmaktan başka hiç bir şeye yaramadı.102-) Rabbin, zalim olan memleketleri (onların halkını) yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle (çetindir). Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, şiddetlidir!103-) İşte bunda, ahiret azabından korkanlar için elbette bir âyet vardır. O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür yani o gün (bütün mahlûkatın) hazır bulunduğu bir gündür.104-) Ve biz onu (kıyamet gününü) sadece sayılı bir müddete kadar bekletiriz.105-) O geldiği gün Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimi şaki'dir ve kimi said (mutludur).106-) Ve şaki olanlar ateştedirler, orada onların (öyle feci) nefes alıp vermeleri vardır ki.107-) Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini yapandır.108-) Ve said olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada kalacaklardır. Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur.109-) O halde onların tapmakta oldukları şeylerden ( ilâhlarının batıl olduğundan) asla şüphen olmasın. Çünkü onlar ancak daha önce babalarının ibadet ettiği gibi tapıyorlar. Biz onların (azaptan) nasiplerini mutlaka eksiksiz olarak vereceğiz.TAKLİDİ İMANHangi millet, kültür, din ve hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın ümmi olan insanların inanç, ibadet ve akıbet olarak aralarında hiçbir fark yoktur.Yani anadan babadan geleneksel olarak kabul edilen dinin Allah katında hiç bir değeri bulunmamaktadır.Yaşadığımız vatanda meseleyi somut bir şekilde ortaya koyalım.İster Sünni, ister Şii, ister Yahudi, ister Hristiyan, ister Alevi olsun sıradan, ümmi, bilgisiz, saf olan halkın arasında inanç ve ibadet bakımından hiçbir fark yoktur.Dolayısıyla ibadet ettikleri mâbedlerinin (cami, kilise, havra, cemevi) arasında da fazilet açısından bir fark yoktur. Yani bu saf ve ümmi insanlar Allah'ın dosdoğru yolundan engellenmiş,vahyin yolu onlara eksik ve yamuk gösterilmiş, hak ile batıl birbirine karıştırılmış, din adamları dinlerini rant ve menfaat aracı haline getirmiş toplumu doğru yola iletecek bir rehber olmamıştır.Bu saf ve ümmi insanları, kendilerine vahiy ve Resul gelmemiş olarak kabul etmekten başka bir yol kalmıyor.Bu ümmi insanlar güzel ahlak sahip olur, insanlık için, adalet ve infak gibi bir değer ortaya koyarlarsa hangi dinden olurlarsa olsunlar âhirette Allah'ın rahmet ve mağfiretiyle cennete girerler.Çünkü Rahmân ve Rahim olan Allah, Resul göndermeden azap etmeyecektir.Yani vahiy ile, âyetlerini onlara tebliğ edecek, indirilen vahiyle onları uyaracak elçi göndermeden Allah kullarına azap etmez."Yerine göre müjdeleyici ve sakındırıcı olarak elçiler (Rusul) gönderdik ki insanların elçilerden (Rusul) sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah İzzet ve hikmet sahibidir"(Nisa-165 )"Biz hiç bir memleketi, öğüt vermek üzere gönderdiğimiz uyarıcıları olmadan yok etmemişizdir. Biz zalim değiliz"(Şuara- 208, 209) "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri yok etmişizdir"(Kasas-59)Bir insan ibedetinin Allah katında değerli ve geçerli olmasını istiyorsa indirilen vahiy sistemine göre yapıp yapmadığını bilmek zorundadır.Çünkü Allah tarafından indirilen vahiy sistemine göre olmayan ibadetin hiç bir getirisi olmayacaktır."Rablerini inkar edenlerin durumu şudur: Onların amelleri fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. İyiden iyiye sapıtma İşte budur"( İbrahim- 18)Allah'ın indinde taklidi imanın bir değeri olmadığı için, taklidi imana bağlı olan amelin de bir değeri olmaz.Ameller tevhid akidesine yani ihlasa yani takvaya ve güzel ahlaka göre değer kazanırlar.Tevhid akidesine yani vahiy ahlak ve sistemine göre yerine getirilmeyen amellerin Allah katında hiçbir kıymeti yoktur. Yukarıdaki âyette bulunan "küfür" ve "inkar" kelimeleri "âyetlere inanmama" değil, âyetlere iman olduğu halde "bile bile onlardan yüz çevirme, vahye itibar etmeme, Allah'ın kitabının yanında din ve hüküm olarak başka kaynaklar edinme" anlamına gelmektedir.Yani yukarıdaki âyette bulunan "küfür" kavramı şirk anlamında kullanılmıştır.Zaten Kur'an'da geçen bütün "küfür, fısk, tekzib, isyan, şikak" gibi kavramlar âyetleri reddetme anlamında değil, Kur'an'a şirk edinme anlamında kullanılmıştır.Mesela:"Kafirler benim yanımda (benimle birlikte) kullarımı dostlar(evliya) edineceklerini mı sandılar? Biz Cehennemi kafirlere bir konak olarak hazırladık" "De ki: Size, yaptıkları işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? Bunlar(Allah için) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında amelleri ve emekleri boşa giden kimselerdir. "İşte onlar, Rablerinin ayetlerini O'na kavuşmayı inkar eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir ki, biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız"İşte inkar ettikleri, âyetlerimi ve Resullerimi alaya aldıkları için onların cezası cehennemdir"(Kehf- 102, 103, 104, 105, 106)Hiç bir Allah Resulü dinsizliğe karşı mucadele etmemiştir.Gönderilen tüm Resuller istisnasız olarak ilahların ve evliyanın şirk dinine karşı mucadele etmişlerdir.Yani tarihin bütün müşrikleri Allah'ın varlığına iman ediyorlardı.Fakat günümüzde bulunan cemaat ve tarikat mensupları gibi ilahlarını ve evliya edindikleri kişileri asla bırakmıyorlardı."Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar ve kafirler: Bu pek yalancı bir sihirbazdır! İlahları tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir! dediler"(Sad- 4, 5)Sonuç:Papa, kardinaller, Papazlar, Hahamlar, din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul etmeyip bilinçli olarak insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen muhaddis ve müctehid olarak şöhret olanlar, bütün din adamları, Cemaat liderleri, Tarikat Şeyhleri ve onlara fanatik bir şekilde bağlı olanların hepsi cehenneme gider.(fetö misali)"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi. İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopuk parçalanmıştır. (liderlere, Şeyhlere) uyanlar şöyle derler: Ah keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi bizde onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara işlerini pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"( Bakara -165 ,166, 170, 167)110-) Andolsun biz Musa'ya kitab'ı verdik; fakat onda ihtilaf edildi. Eğer Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı, elbette onların arasında hüküm verilmişti (ve işleri de bitirilmişti). Şüphesiz ki onlar da Kur'an hakkında derin bir şüphe içindedirler.111-) Şüphesiz Rabbin, onların her birinin amellerinin karşılığını onlara tam olarak verecektir. Çünkü Rabbin, onların yapmakta olduklarından haberdardır.112-) O halde (Ey Nebi!) seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.(Âyette, 'dosdoğru ol' değilde, "emrolunduğun gibi dosdoğru ol" denilmesi önemlidir. Çünkü vahiy ilmi ve ahlakı olmayınca dosdoğru olunmuyor.) 113-) Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur. Yani sizin Allah'ın dununda (yanında- astında- yöresinde) evliyanız yoktur. Sonra yardım göremezsiniz!
TESBİH, SALÂT ve VAKİT (4)(24.YAZI) "Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et" (Kaf-39) Aşağıdaki âyette farklı bir tabir “secdelerin ardından” ifadesi geçmektedir. Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da O'nu tesbih et"(Kaf-40) “Secdelerin ardından” ifadesinin tesbihini “belli vakitlerle sınırlı tutmamak” anlamına yakın olduğunu anlamak gerekiyor. Gerek vakitli salâtlardan sonra gerekse bireysel tesbihlerin ardından gece ve gündüz bir uyarıcı olarak zihnen meşgul olunmaya devam edilmesi öngörülüyor. "Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, gözetimimizin altındasın yani her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et yani gecenin bir bölümünde ve yıldızlar kaybolurken O'nu tesbih et"(Tur-48, 49, ) "Ey iman edenler! Cuma(toplanma) günü salât için nida edildiği zaman, Allah'ın zikrine (Kur'an'a) koşun yani alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır" (Cuma-9) Kur'an’da üzerinde özellikle durulan vakitli salât işte budur. Müminler üzerinde ortak akıldan faydalanacakları bir beraberlik sorumluluğudur. Çağrıyla yapılan ve iman edenlerin katıldığı geniş bir ortak tesbih ve dayanışma faaliyetidir. Durumun bu olması ayrıca geniş kapsamlı başka salât yapılamaz demek değildir. Kuran’da emredilen bu salâtın dışında elbette müminler kendi aralarında anlaşıp farklı gün ve saatlerde de emredilmediği halde toplu salât yapabilirler. Gece tesbihlerinde de bir araya gelebilirler. Gelmişlerdir de. Bunun önünde hiçbir bir engel yoktur. "Doğrusu gece neşesi etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüzde, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-6, 7)Bu âyet açık olarak gündüzün öğütlenen bir ders tesbihi vakti olmadığını, gündüzün dışındaki saatlerde o tip tesbih saatlerinin öğütlendiğini gösteriyor. Sebeplerini de açıklıyor. Elbette vakitli olan toplantı salâtı bunun dışında. Bunu da Cuma süresi ve bağlantılı âyetlerden anlıyoruz. Şimdi geldik daha önce de bahsettiğimiz Müzzemmil 20.ayete. Hud 114’de konuştuğumuz ve link verdiğini belirttiğim gecenin zülüfleri bu ayetle ilgiliydi. "Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir grubun gecenin üçte ikisine yakın, yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor…" (Müzzemmil-20) Bu ayete tekrar döneceğiz. Ama önce Nebi önderliğinde salât'ı ikame eden bireylerin gelişim evrelerinden bu sure kapsamında bahsetmemiz gerekiyor. Müddessir ve Müzzemmil sürelerinde genelde her ikisi de benzer biçimde “örtüsüne/elbisesine bürünen” olarak tercüme edilen “Müddessir ” kelimesi ile bir sonraki surede geçen “Müzzemmil” kelimesinin yakın anlamlara sahip olmakla birlikte aralarında bir nüans vardır. Müzzemmil kelimesi daha çok “elbisesine bürünen” anlamına müddessir ise “örtünerek gizlenen” anlamına yakın duruyor. Yani birisinde kendi olağan kıyafetine bürünen bir kişi varken, diğerinde bir üst giysisi ya da üzerine aldığı ilave bir örtü söz konusudur. Ancak her iki kelimenin de benzeşimli bir deyim olduğunu göz önüne alırsak aradaki farkı daha net görüyoruz. Şöyle ki… Müzzemmil’den yani elbisesine bürünen kişiden kasıt, kendisini toplum içinde, daha doğrusu kalabalıklar içinde yalnızlığa terk etmiş olan, toplumdan farklı düşündüğü halde kendi kendine bu farklılığı yaşayıp toplumla bu yönde ilişki kurmayan ya da kuramayan bir kişi anlaşılır. Yani düşüncelerini kendi içinde yaşar. Müddessir ise bir adım daha geride durup gizlenmeyi seçendir. Müzzemmil’in tüm anlamlarını taşımakla beraber Müddessir deyiminden kasıt, kendisini toplumun içinde yalnız görmekle kalmamış elbisesinin üzerine bir de battaniye/zırh çeker gibi kendisini daha bir korumaya almış olan kişi anlaşılır. Yani düşüncelerinden dolayı yalnızlaşmış olan kişinin ilave olarak toplumdan kaçmaya başlaması, kendi gibi düşünmeyenlerin şerrinden korunma gayreti söz konusudur. Peki, bu fark niçin önemli diye sorabilirsiniz. Bunu surelerin diğer âyetlerinde göreceğiz. Müzzemmil aşamasında olan kişi henüz öğrenim aşamasının daha alt basamaklarındadır. Uyanmıştır ama daha okuyacağı, öğreneceği çok şey vardır. Fakat müddessir aşamasında olan kişi öğrendiklerinin ne kadar önemli olduğuna daha bir farkındalıkla hâkimdir ve bu yüzden toplumun tepkisinden iyiden iyiye çekinmeye başlamıştır. Kısacası Müzzemmil’de bir acemilik, bir kendi halindelik ve hamlık, müddessir’de ise ilerleyen fikri olgunluğun verdiği bir gizlenme refleksi ve “şimdi ben ne yapacağım” tereddüdü söz konusudur. Bu anlamlar sürelerde gelen sonraki âyetlerde mevcuttur. Müzzemmil süresinin ikinci ve daha sonra gelen âyetlerinde emredilenlerle Müddessir süresinin ikinci ve daha sonra gelen âyetlerinde emredilen şeylerin birbirinden farkı bunu net biçimde ortaya koyar. Müzzemmil süresi bireysel eğitime yöneltirken, Müddessir suresi ise öğrendiğini uygulamaya yönelten bir suredir
13 Şubat 2022 Pazar
KUR'AN-I MÜBİNİN MEÂLİ(136.YAZI) Hud Süresi 74-) İbrahim'den endişe gidip yani kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında (adeta) bizimle mücadeleye başladı.75-) İbrahim cidden halim( yumuşak huylu, bağrı yanık), kendisini Allah'a adamış biri idi.76-) Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin emri gelmiştir yani onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir!77-) Elçilerimiz Lût'a gelince, (Lût) onların yüzünden üzüldü yani onlardan dolayı içi daraldı da "Bu zor bir gündür" dedi.78-) Lût'un kavmi, koşarak onun yanına geldiler. Daha önce de o kötülükleri yapmaktaydılar. (Lût): "Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır (onlarla evlenin); sizin için onlar daha temizdir. Allah'tan korkun yani misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu!" dedi.79-) Dediler ki: Senin kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını biliyorsun yani sen bizim ne istediğimizi elbette bilirsin.80-) Lût: Keşke benim size karşı (koyacak) bir kuvvetim olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim! dedi.81-) (Resüller) dediler ki: Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla ulaşamazlar. Sen gecenin bir bölümünde ehlinle (yola çıkıp) yürü. Karından başka sizden hiçbiri geride kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan musibet şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara vâdolunan (helâk) zamanı, sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?82-) Emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık.83-) O taşlar: Rabbin katında işaretlenerek (yağdırılmıştır) yani onlar zalimlerden uzak değildir.84-) Ve Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a ibadet edin! Sizin için ondan başka ilah yoktur. Ölçüyü ve tartıyı noksan yapmayın. Zira ben sizi hayır (ve bolluk) içinde görüyorum yani ben, sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.85-) Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın yani insanlara eşyalarını eksik vermeyin yani yerde ifsad ediciler olarak dolaşmayın.86-) Eğer mümin iseniz Allah'ın size (helalinden) bıraktığı (kar) sizin için daha hayırlıdır. Yani ben üzerinize bir bekçi değilim.87-) Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın ibadet ettiklerine (ilâhlara), ibadet etmemizi yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana salât'ın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!(Kur'an'da salât vahiy yani yüce Allah'ın emri anlamında kullanılmıştır. Bu âyette de salât, vahiy anlamında geçmektedir. İhlasa sahip olduktan sonra yani dini Allah'a özel kıldıktan sonra insanın yaptığı tüm salih ameller ibadet sayılır. Şu gerçeği hatırlamada büyük fayda vardır. İhlastan infaka, ihsan'dan (güzel ahlaktan) takvaya, şükürden hamdetmeye, huşu'dan zikre, hidayetten istikamete, salât'tan zekat'a (arınmaya) İslamdan imana, sabırdan adalate her şey gelip ilâhi mesajı bilmeye yani din ve hüküm olarak yalnız yüce Allah'a teslim olmaya gelip dayanıyor. Yani bütün bunlar Kur'an'ı dinde tek hüküm kaynağı kabul etmekle ilgili erdemlerdir. Bu ilke varsa, bütün bunlar yüce Allah indinde değer kazanırlar, yoksa bunların hiçbirinin önemi kalmaz. Dolayısıyla Kur'an'ın ilmi olmadan yani kayıtsız şartsız Allah'a teslim olmadan dinde hiç bir şeyin önemi yoktur. Dininizin ve hayatınızın merkezinde Kur'an tek kaynak değilse, hakimiyetinizin altında olan mâbed ve ibadetlerle sadece ölülere sanal cennetin ticaretini yaparsınız. Yukarıda bulunan erdemler olduğu zaman insan sadece yüce Allah'a ibadet etmiş oluyor. Yani yukarıdaki erdemlerin toplamına Kur'an ibadet adını vermiştir.Kur'an'da var olan bütün erdemlerin çatı katı ve şemsiyesi ibadettir. Onlarca âyette geçen "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur" öğüdünün gerçek anlamı budur. Yani ibadet belli zamanlarda yapılan anlamsız bir ritüel değil, insanın gece gündüz, her zaman, hayatı boyunca, her durumda, sürekli olarak beraber ömür geçirdiği en önemli ilkedir.) 88-) Dedi ki: Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından (verilmiş) apaçık bir beyyine üzerinde isem yani O bana tarafından güzel bir rızık (vahiy- nübüvvet) vermişse buna ne dersiniz? Size nehyettiğim şeylerin aksini yaparak size muhalif olmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum yani muvaffakiyetim yalnız Allah'ın yardımı iledir. Yalnız O'na tevekkül ettim yani O'na döneceğim.89-) Ey kavmim! Sakın bana karşı gelmeniz, Nuh kavminin veya Hûd kavminin, yahut Sâlih kavminin başlarına gelen musibetler gibi size de bir musibet getirmesin! Lût kavmi de sizden uzak değildir.90-) Rabbinize istiğfar edin; sonra O'na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim Rahim'dir, Vedüd'tur.
12 Şubat 2022 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(135.YAZI) Hud Süresi 56-) "Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. Çünkü hareket halinde hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim sırat'ı müstakim üzerindedir.(Kur'an'da" sırat'ı müstakim yüce Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılan bir kavramdır.) 57-) "Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki benimle size gönderileni (vahyi) size tebliğ ettim. Rabbim (dilerse) sizden başka bir kavmi yerinize getirir de O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü benim Rabbim her şeyi gözetendir."(Âyette bulunan "benimle gönderileni size tebliğ ettim" cümlesi, Resüllerin indirilen vahyi tebliğ etmekten başka bir görevlerinin olmadığını açıkca gösteriyor.) 58-) Emrimiz gelince, Hûd'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık, onları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik.59-) İşte Âd (kavmi). Rablerinin âyetlerine karşı geldiler yani O'nun Resüllerine âsi oldular yani inatçı her zorbanın emrine tâbi oldular.(Âyette vahiy ve Resülün aynı misyona sahip olduklarını apaçık görüyoruz.) 60-) Onlar hem bu dünyada hem de kıyamet gününde lânete tâbi tutuldular. Dikkat edin, Ad (kavmi) Rablerine kafir oldular. (Şuna da) dikkat edin ki Hûd'un kavmi Âd,.(Allah'ın rahmetinden) uzak kılındı.61-) Semûd (kavmine) de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. Sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) inşa etti. Ve sizi orada yaşattı. O halde O'na istiğfar edin; sonra da O'na tevbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (dualarını) kabul edendir.62-) Dediler ki: Ey Sâlih! Sen bundan önce içimizde ümit beslenen birisiydin. (Şimdi din) atalarımızın ibadet ettiklerine, ibadet etmekten bizi nehyediyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine (ibadete) dâvet ettiğin şeyden ciddi bir şüphe içindeyiz.63-) ( Sâlih) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (gelen) apaçık bir beyyine üzerinde isem yani O bana kendinden bir rahmet (nübüvvet) vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O'na âsi olursam beni Allah'tan (O'nun azabından) kim kurtarabilir? Siz benim husranımı arttırmaktan başka hiç bir şey yapamazsınız. 64-) Ey kavmim! İşte size bir âyet olarak Allah'ın devesi. Onu bırakın, Allah'ın arzında yesin (içsin) yani Ona kötülükle dokunmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalar.(Âyeti güncelleyecek olursak, bu deve kamu malını sembolize ediyor. Kamu malına kötülükle ellememek, devlet malına ihanet etmemenin dersi veriliyor.) 65-) Fakat Semûd kavmi o deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler. Sâlih dedi ki: "Yurdunuzda üç gün daha yararlanın (sonra helâk olacaksınız)!" Bu vaad, yalan olmayan bir vaad idi.66-) Emrimiz gelince, Sâlih'i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak (azaptan) yani o günün rezilliğinden kurtardık. Şüphesiz ki senin Rabbin kuvvetli olandır, Aziz olandır. 67-) Yani zalimleri o korkunç sayha yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar.68-) Sanki orada hiç oturmamışlardı. Dikkat edin, Semûd kavmi gerçekten Rablerine kafir oldular. Yine dikkat edin ki, Semûd kavmi (Allah'ın rahmetinden) uzak kılındı.69-) Andolsun ki elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldiler ve: "Selam (sana)" dediler. O da: "(Size de) selam" dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.(Bu Resüller melek değil, yüce Allah'ın özel elçileri idi. Çünkü bu Resüllerin melek oldukları ile ilgili Kur'an'da bir delil bulunmamaktadır.) 70-) Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı yani onlardan dolayı içine bir korku düştü. Dediler ki: Korkma! Biz Lût kavmine gönderildik.71-) O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik.72-) İbrahim'in karısı: Vay başıma gelen! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten acayip bir şeydir! dedi.73-) Dediler ki: Allah'ın emrine şaşırıyor musun? Ey Ehl-i Beyt! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, Hamid'tir, Mecid'tir. (Yani yüce Allah her türlü övgü ve methi hak edendir. Tâzimin en yücesine layıktır. Lügatta mecd'ın aslı bir devenin geniş bir otlağa girmesi demektir. Mastarı mecd ve mecâddedir. Yüce Allah, Kur'an'ı "Mecid" olarak tanımladığı gibi,(Kaf-1) kendini de böyle sıfatlandırdı. Bu tanımlama, kitabının geniş hidayeti ve bereketi, kendisinin de kullarına bol ihsan ve ikramı sebebiyledir.)
TESBİH, SALÂT ve VAKİT (3)(23.YAZI) Allah’ın nuru) Allah'ın, onların yükseltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir. Onların içinde sabah akşam O'nu tesbih ederler"(Nur-36) Bu âyet toplu halde yapılan vakitli salât'a katılanların kendi evlerinde de süreklilik gösteren biçimde tesbih ettiğini gösteren bir âyettir. Bu salât cuma suresinde geçen ifadelere benzemektedir ve salât'ı ikame bağlamında açıklanıyor. "(Onlar öyle) adamlar ki; ne ticaret yani ne alış-verişin onları Allah'ın zikrinden (Kur'an'dan) yani salât'ı ikame etmekten yani zekât'a (arınmaya) gelmekten alıkoymadığı kimselerdir. Onlar kalplerin ve bakışların altüst olacağı günden korkarlar"(Nur-37) Şimdi konu ile ilgili en önemli âyetlerden birine geldik. "Ey iman edenler! Himayeniz altında olanlar yani sizden erginliğe ulaşmamış olanlar üç kez izin istesinler: Fecir salâtından önce, gün içinden (öğle vakti) elbiselerinizi çıkarttığınız vakit ve işa (akşam) salâtından sonra. Üçü de özel (avret vakitleri)dir. Bunların dışında size de onlara da bir günah yoktur. Yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında olabilirsiniz. İşte Allah, size âyetleri böyle beyan ediyor. Allah bilendir, hâkim olandır" (Nur-58) Meşhur üç vakit ayeti! Aslında burada üç değil iki vakit var. Konu da esasen vakit değil aile içi terbiye. Yani iki vakit de namazla veya vakitli salâtla ilgli değil, tesbihle ilgili yukarıda konuştuğumuz vakitler. Salât kelimesinin kullanılmasının bir nedeni de aile içinde sabah ve akşam ailece tesbihin yapılabilir olması (Nur- 36) da olabilir. Neticede fecir ve işa olarak burada geçen salâtlar sabah ve akşam tesbihleridir. Öğle elbiselerin çıkarılması vakti ise salâtla ilgili değil sıcak iklimde yaşanan yerel dinlenme saatleriyle ilgili bir zaman aralığıdır. "Onlar, (Rahmanın kulları) Rablerine secde ederek ve kıyama durarak (ayakta kalarak) gecelerler"(Furkan-64) Vakit bağlamı yönünden tamamen hûşûyla ve gece tesbihiyle ilgili bir âyet olarak görünüyor. "Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah'ı tesbih edin yani göklerde ve yerde hamd O'nundur, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de"(Rum-17, 18) Aslında özel vakitler olmasından ziyade burada o özel zaman dilimlerinin de kati bir şart olmayıp şartlar içinde bir tavsiye olduğu açık olarak anlaşılıyor. Yine sabah ve akşam var. Tesbih var. Ama bu iki âyeti ilginç kılan başka bir durum daha var: "Günün sonu ve öğleye erdiğiniz vakit" Bu ikisinin gündüzün iki bölümü; yani öğleden akşama (günün sonu) ve sabahtan öğleye (öğleye erdiğiniz vakit) olma ihtimali kuvvetli görünüyor. Bu âyetteki kelime seçimleri de anlamlıdır: Genelde hamd ile tesbih birlikte kullanılan kelimelerdir. Rum on yedinci âyette tenzih anlamında bir tesbih geçerken, 18.âyette tesbih de değil sadece hamd geçiyor. Yani “gündüz meşguliyetleriniz olduğu için tesbih edemeseniz de günün her vakti zaten hamd Allah’adır” şeklinde anlamak uygun olacaktır. Aşağıdaki âyetlerde yine hem sabah ve akşam vakitlerini hem de tesbihin farklı içeriklerini gösteren ifadelere rastlıyoruz. "Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah ve akşam tesbih edin. O (Allah) ki, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size salât ediyor yani O, müminlere karşı Rahim'dir" (Ahzab-42, 43) "Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın vaadi haktır.(Ey Nebi!) Günahın için mağfiret dile, akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et" (Mümin-55)
RİSALEİ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR (5.YAZI ) Mücizât-ı Ahmediyesinde Said Nursi diyor ki"Ebu Eyyüb derki : Resulü Ekrem (a.s.m) ve Ebubekir- i Sıddık'a kâfi (yeterli) gelecek iki kişilik yemek yaptım. Ferman etti."Ensarın ileri gelenlerinden otuz kişi çağır" otuz adam geldiler, yediler. Sonra ferman etti. "altmış kişi çağır"Altmış adam daha davet ettim, geldiler, yediler, sonra ferman etti. "yetmiş kişi çağır" yetmiş kişi daha davet ettim, geldiler, yediler. Kaplarda yemek daha kaldı. Bütün gelenler o mücize karşısında İslamiyete girip, biat ettiler.O iki kişilik taamdan (yemekten ) 180 kişi adam yediler. "(Sayfa-114 )CEVAP :Halbuki Nebi (a.s) ile Ashab-ı, Mekke müşrikleri üç yıl boykot yaptıkları zaman Nebi (a.s) ve arkadaşları son derece büyük bir sıkıntı, darlık ve açlığa mahkum olup perişan oldular.O boykot döneminde Allah Resulü'nden hiç bir mucize rivayet edilmemiştir. Tarihin kaydettiği verilere göre o dönemde sahabeler ağaç kabuklarını, deri parçalarını ve ellerine geçirdikleri zararsız otları yemeye başladılar.Dolayısıyla Said Nursi'nin tasavvur ettiği ve inanmış olduğu Resul ile Kur'an da anlatılan beşer Resul aynı değildir.Ehli Sünnet ve Şia'nın inandığı ve müşriklerin istediği beşer Resul değil, İlah Resul'dür.Tasavvuf ve tarikat mensuplarının da Resul tasavvurları da hulul inancına bağlı olarak beşer Resul değil, ilâh Resul'dür. Müşrikler şöyle diyorlardı. "Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı, öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın" (İsra- 91)Yani "meşakkatsizce geçimini sağlayacak olağanüstü imkanlara sahip olmalısın" (Furkan- 7,8)Müşrikler, Said Nursi'nin Risalei Nur Külliyatına almış olduğu hurafe ve yalanlardan daha mantıklı isteklerde bulunuyorlardı.Malesef nurcuların sahip oldukları akıl İslami, Kur'ani hatta insani de değildir.Allah Resulü (a.s ) ın mucize göstermesinin mümkün olmadığına dair yüzlerce âyet mevcuttur.Örnek olarak şu ayetlere bakılabilir. (Ra'd 27; En'am- 35, 109; 35,Ankebut- 50,51; İsra-59)Bütün bu gerçeklere rağmen Said Nursi diyor ki,"Tirmizi ve Nesai ve Beyhaki ve Şifa-i şerif gibi kütübü sahiha beyan ediyorlar ki, Hz.Semurete'bni Cündüb der:Resulü Ekrem (a.s.m )a bir kâse et geldi.Sabahtan akşama kadar fevc fevc adamlar geldiler, yediler"(Mücizât-ı Ahmediye- sayfa, 116)HANGİ MUHAMMED? Yüce Allah tarafından kendilerine vahiy indirilinceye kadar müşrikler, Nebi ile Resulleri benimser, onlara saygı duyar ve onları severler. Resul oluncaya kadar aralarında önemli bir sorun yaşanmaz. Fakat ne zaman Resul olarak gönderilirlerse şirk ve tevhid (İslam) mücadelesi yüzünden çatışma ve ayrışma baş gösterir. Bu konuda en güzel örnek Salih (a.s)dır. Kavmi arasında sevilen biri olan Salih (a.s) Resullük görevi verildikten sonra kavmi kendisine aynen şunları söyledi. "Dediler ki: Ey Salih! Sen bundan önce içimizde ümit beslenen birisiydin. Şimdi babalarımızın taptıklarına kulluk etmekten bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine kulluğa çağırdığın şeyden ciddi bir şüphe içindeyiz"(Hud-62)İşte bunun gibi, Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Muhammed (a.s) ı çok severler! Ama Allah Resulü olan Muhammed (a.s) ı değil, Mekke vatandaşı olan Muhammed'i severler. Müşriklerin özelliği budur. Onlar hiçbir zaman kendisine Allah tarafından vahiy indirilen "Resül" ve "Nebi" Muhammed'i sevemediler. Hiçbir zaman Kur'an'da anlatılan "Resül" ve "Nebi" Muhammed'i görmek istemediler. Görmek istedikleri tek kişi Mekke ve Medine'de yaşayan vatandaş Muhammed'dir. İşte bundan dolayı "(Ey Resul! )Biz seni âlemlere (insanlara) rahmet olarak gönderdik" (Enbiya-107) âyetinde bulunan "rahmet" kelimesini "risâlet" makam ve mertebesiyle "risalet ve vahiy" ile değil, Muhammed ile ilişkilendirdiler. Risalet misyonunu ve vahyin rahmetini umursamadılar, risâleti anlayamadılar. Halbuki "rahmet" tamamen "vahiy" ve "risalet" yani "Allah" ile alakalı bir lütuf ve nimetti."...Bu Kur'an uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır. İman eden bir toplum için bir RAHMET ve bir hidayettir"(Yusuf-111)Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri "Allah ve meleklerinin "Nebi"ye olan salat'larını" (yardım ve desteğini) de bağlam ve bütünlüğünden (Ahzab- 56) kopararak "Muhammed'e salâvât getirme" olarak tahrif etmişlerdir.Halbuki "Allah ve melekleri sadece Nebi'ye değil, müminlere de salât ederlerdi. "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize "yusalli aleyküm" " üzerinize salât eden" yardım ve desteğini gönderen O'dur : Melekleri de size destek olur yardım ederler. Allah müminlere karşı çok merhametlidir"( Ahzab-43) Ehl-i Sünnet ve Şia'nın muhaddis ve müctehidleri yani âlimleri yanında, "Nübüvvet, vahiy ve risalet" önemli değildir. Varsa yoksa "Muhammed" sadece ve sadece "Muhammed'"dir! Aslında Mekke müşrikleri de vatandaş Muhammed ( a.s) a râzı idiler. Mekke müşrikleri Muhammed'i çok seviyor, saygı duyuyor, onların kaynaklarına göre aralarında hakem oluyor, kutsal siyah taşı yerine o koyuyordu.Önemli mallarını ve ziynet eşyalarını ona teslim ediyorlardı. Mekke müşriklerinin vatandaş Muhammed ile hiçbir sorunları yoktu. Tek sorun indirilen vahiy ile evliya ve ilahlarına karşı çıkan "Allah'ın Resulü" Muhammed idi.Onlar şöyle diyorlardı. "Aralarından kendilerine bir uyarıcı (Resulün) gelmesine şaşırdılar ve kafirler. "Bu yalancı bir sihirbazdır! İlâhları, tek bir ilâh mı yaptı? Doğrusu bu acaib bir şeydir! dediler"(Sâd-5,6) Yani Müşriklere göre sorun Muhammed değil, Allah'tan vahiy alan Resul idi. Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehiderini de Kur'an'daki "Allah Resulü" Muhammed hiç ilgilendirmiyor. Onların tek ilgilendikleri rivayetlerdeki saf, ümmi, hiçbir şeyden haberi olmayan, Kur'an ile hiçbir bağlantısı bulunmayan, evliya ve İlâhlarına karışmayan vatandaş Muhammed'dir. Peki rivayetlerini uydururlarken neden "kale Muhammed'ün" "Muhammed şöyle dedi" değil de, "kâle Rasulullah" olarak yayınlamayı daha uygun gördüler? Onu da ümmi halkı aldatmak ve insanları Allah'ın hidayet yolundan engellemek için yaptılar.Yani "Resul'ün" karizmasını kullandılar. Yoksa "Muhammed'ün Resulullah" (Muhammed Allah'ın Resulüdür) ilkesi onlarda anlamsız ve kuru bir slogandan başka bir şey degildir. Onlar da "Nebi" ve "Resul" önemli değildir. Çünkü "Resul" kavramının nasıl ehemmiyetli bir mana taşıdığından zerre kadar bir bilgileri yoktur. Eğer olsaydı yalan haberlerinin başına "kâle Resulullah" "Allah'ın Resulü şöyle dedi" iftirasını atamazlard.Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Allah Resulünü Kur'an'dan koparıp uydurma rivayetlerle İslam'dan bağımsız olarak yepyeni bir din inşa ettiler. Yani Kur'an'da var olan Allah Resulü Muhammed yerine kendi dinleri için sanal ve hayali bir Muhammed yarattılar. İşte dünyanın en yalan ve Allah Resul'üne iftira olan bu dinlerini yıkmanın en önemli şartı, sürekli olarak Kur'an'da anlatılan Nebi ve Resul Muhammed'i ön plana çıkarmak olacaktır. Evet bütün insanların hidayet ve selameti için Kur'an'da anlatılan Nebi ve Resul Muhammed çok önemlidir. Kur'an'da yüzlerce âyette anlatılan Nebi ve Resulü anlamak hayati bir öneme sahiptir. Aynen Mekke müşrikleri gibi, Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri de dinlerine muhalif olduğu için Allah Resulü Muhammed (a.s) dan çok korkarlar. İnanç ve dinleri açısından Mekke vatandaşı olan Muhammed (a.s) Allah'ın Resulü olan Muhammed'ten evladır. Mesela: Mekke vatandaşı olan sade Muhammed onların evliya ve ilahlarına karışmayan bir Muhammed'tir. Fakat kendisine vahiy indirilen Allah'ın Resulü Muhammed (Ey Müşrikler!) Siz ve Allah'ın (yanında, ötesinde, berisinde) ondan başka kulluk ettikleriniz cehennem yakıtısınız..." (Enbiya-98) diyen bir Muhammed'tir.İşte bundan dolayı Ehl-i Sünnet ve Şia'nın din adamları Allah Resulü Muhammed'i hiçbir zaman anlamadılar, Kur'an'da yüzlerce âyette anlatılan Nebi ve Resul Muhammed'e gitmediler, onu hiçbir zaman sineye çekmediler ve onu anlamadılar. Halbuki Kur'an'dan bağımsız Mekke ve Medine'de yaşayan vatandaş Muhammed'in diğer insanlardan bir farkı bulunmamaktadır. Bunu ben söylemiyorum. Bu gerçeği Allah'ın kitabı Kur'an haber veriyor. (Ey Nebi! ) De ki: Ben, ancak sizin gibi bir beşerim.(Şu var ki) bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık her kim Rabb'ine kavuşmayı umuyorsa salih amel yapsın ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın"( Kehf- 110) Diğer bir âyet de şöyledir .(Ey Nebi!) De ki: Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık sadece O'na yönelin. O'ndan mağfiret dileyin. Müşriklerin vay haline!(Fussilet -6)Demek oluyor ki, Muhammed (a.s) ı değerli kılan şey onun Nebi ve Allah Resulü olması, yani Allah tarafından kendisine vahiy indirilmesidir.Vahiy ehli muvahhidler, yüzlerce âyette anlatılan Nebi ve Allah Resulünü iyi tanımalı ve bütün Resüllerle birlikte sadece Nübüvvet makam ve Risâlet misyonunu ön plana çıkarmalıdırlar. Muvahhidler, Allah'ın Resülleri arasında ayrım yapmazlar. Son Nebi ve Nübüvvet'e bağlı son Resül olan Muhammed (a.s) ile diğer Resüller arasında hiçbir fark yoktur. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri evliya ve ilahlara karşı gelen Nuh (a.s) ı, Hud (a.s)ı İbrahim (a.s) ı, Resul Musa'yı, Allah'ın Resulü İsa Mesih'i bilmezler. Müşriklere, "Size de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yazıklar olsun! Aklınızı kullanmaz mısınız?(Enbiya- 67) diyen Allah Resulü İbrahim'i tanımazlar. Müşrikler, tağutlara meydan okuyan Nuh ve Hud (Aleyhimesselam) ı anlayamazlar. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri şirk'le mücadele eden, evliya!!! ve ilahlara kulluğu reddeden Allah Resulü Muhammed Aleyhisselam'ı kabul etmezler. Onun için Ehl-i Sünnet ve Şia'nın muhaddis ve müctehidleri Kur'an'da yüzlerce âyette anlatılan Allah'ın Resulü Muhammed yerine uydurma rivayetlerle kendi dinlerinin Muhammed'ini icat ettiler. Çünkü kendi icad ve üretimleri olan Muhammed'e istedikleri her şeyi yaptırma imkânına sahip olacaklardı. Fakat Kur'an'da bulunan Allah'ın Resulüne uymak ve sadece ona itaat etmek zorunda idiler.HANGİ MUHAMMED? İstediklerini yaptırma imkânına sahip oldukları Mekke vatandaşı Muhammed mi?Kendisine uymak ve itaat etmek zorunda oldukları Allah Resulü Muhammed mi?Evliya ve ilahlarına yol veren, her türlü şirki onaylayan Muhammed mi? Evliya ve ilahlara vahiy'le savaş açan Nebi ve Allah Resulü Muhammed mi? Kur'an'da anlatılan vahiy mahsulü Allah'ın ahlakına sahip olan Muhammed mi? Uydurma şirk dininin Muhammed'i mi? Özgürlük savaşçısı Allah Resulü Muhammed mi? Kula kul olmaya öncülük eden hayal mahsulü masal kahramanı Muhammed mi? Hangi Muhammed? "Bütün ilahları tek bir ilah yapan (Sâd-5) Allah Resulü Muhammed mi? Sayısız ilah yaratan, Şia ve Ehl-i Sünnet'in Muhammed'i mi?En güzel ahlakı temsil eden Allah'ın Resulü arkadaş ve yoldaş Muhammed mi? (Tekvir-22)Âhirette bütün Resüllerin kendisine sığındıkları ilâh ve Rab Muhammed mi? Rahmet ve hidayete rehberlik eden Resul Muhammed mi? Her türlü yalan ve iftiraya, şirk ve hurafeye alet ve yol edilen uydurma Muhammed mi?Ey Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri!Böyle bir Muhammed yok! Siz hayal mahsulü, hiçbir zaman var olmayan, masal ve efsane bir Muhammed'in milletisiniz. Siz, Allah'ın Resulü Muhammed'in izinde değil, yoktan yarattığınız Muhammed'in yolunda, bir yokluğa ve hiçliğe yol almaktasınız.Ey Şia ve Ehl-i Sünnet'in Kur'an tanımaz cahilleri!Kertenkeleleri ve siyah köpekleri öldürmeyi sevap sayan bir Muhammed hiçbir zaman olmadı, böyle bir Muhammed yok!Gece geç saatlere kadar evinde oturanlara geç oldu evinize gidin diyemeyen güzel ahlak sahibi utangaç ve son derece mahcup bir Nebi Muhammet var!(Azab-53) Ey Resul tanımaz nankörler! Sağ elle yemek yiyemeyen çocuklara beddua eden bir Muhammed dünyaya gelmedi, öyle bir Muhammed yok! Yanında yüksek sesle bağırıp çağıranlara "arkadaşlar! susun, bağırmayın" (Hucurat-1,2,3) diyemeyen mükemmel bir edebe sahip olan Nebi ve Allah Resulü Muhammed var!Ey kara cahiller! Önüne gelene beddua ve lanet okuyan bir Muhammed hiçbir zaman yaşamadı, savaştan kaçanlara bile merhamet ile yaklaşan Nebi ve Resul Muhammed (a.s) var. "Camiye gitmeyenlerin evlerini yakmayı düşünen (Buhari) Muhammed hiçbir zaman olmadı, böyle bir Muhammed yok! İnsanlara (Enbiya-107) ve müminlere (Tevbe-61) rahmet olarak gönderilen Nebi ve Resul Muhammed (a.s) var. Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Nesa-i, Malik bin Enes, Muhammed Bin İdris, Ahmed bin Hanbel'in hayali ve efsane Muhammed'inden, ay ve güneş kadar gerçek olan Allah Resulü Muhammed Aleyhisselam'a sizi davet ediyoruz.Dine hüküm koyan Allah'ın ortağı Muhammed diye bir kimse bu dünyada yaşamadı, böyle bir Muhammed yok, sadece kendisine vahyedilene sımsıkı sarılan ( Zuhruf-43,44) yalnız kendisine gönderilen vahyi tebliğ eden (Maide- 99) sadece ve sadece indirilen vahye tabi olan (Yunus-15,109; Ahkaf- 9; Ahzab-1,2) sadece vahiy'le insanları uyaran (En'am-51; Enbiya-45; Kaf-45) Nebi ve Allah Resulü Muhammed'e sizi davet ediyoruz. Yedi kat gökleri dolaşan bir Muhammed asla olmamıştır, öyle bir Muhammed yok, sokaklarda dolaşan ve acıktığında herkes gibi yemek yiyen (Furkan- 7) yaşadığı Kur'an'i hayat ile Müminlere örnek gösterilen (Ahzab-21) Allah Resulü Muhammed var.Ey Ehl-i Sünnet ve Şia'nın bağnazları! Siz batıl bir inanç, olmayan bir Muhammed'in peşine takılıp hüsrana doğru yol alıyorsunuz! Helal onları haram, haram olanları helal kılan bir Muhammed'i hiç kimse görmedi, böyle bir Muhammed yok, Kur'an'da anlatılan ve daha kendisi hayatta iken indirilen vahiyle dini tamlanan (Mâide- En'am-115) Allah Resulü'den başka Muhammed yeryüzünde yaşamadı.Uydurduğunuz kutsal gecelerinizde ve mevlütlerinizde yalanlarla anlatığınız Muhammed adında bir kimse Mekke ve Medine'de yaşamadı. Ey uydurma batıl dinin mukallitleri! Aslında dinde Muhammed diye bir kimse yoktur! Dinde son Nebi ve Nübüvvet'e bağlı son Resul olan Muhammed (a.s) vardır. Milletin ümmilerine yalan söylemekten vazgeçin, İnsanları aldatmaya hakkınız yoktur. Allah'tan korkun ve dürüst olun.
10 Şubat 2022 Perşembe
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(134.YAZI) Hud Süresi 47-) Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında ilmim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni mağfiret etmez ve bana merhamet etmezsen, husrana uğrayanlardan olurum!48-) Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır.49-)(Ey Resül!) İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü akibet muttakilerindir.50-) Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. Siz sadece (Allah'a) iftira ediyorsunuz 51-) Ey kavmim! Ben, ona (Resüllük görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, bana bu (vahiy'le tevhid) fıtratını verenden başkasına ait değildir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?52-) Yani ey kavmim! Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Mücrimler (müşrikler) olarak (Allah'tan) yüz çevirmeyin.53-) Dediler ki: Ey Hûd! Sen bize açık bir beyyine getirmedin, biz de senin sözünle ilâhlarımızı bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz.54-) Biz "ilahlarımızdan bazıları seni kötü bir şekilde çarpmış!" demekten başka bir söz söylemeyiz! (Hûd) dedi ki: "Ben Allah'ı şahit tutuyorum; siz de şahit olun ki, ben sizin şirk koştuklarınızdan uzağım."55-) "O'nun dununda (yanında- öyesinde-berisinde kulluk ettiklerinizden uzağım). Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana bakmayın!"HULUL İNANCI :Dinin şemsiyesine sığınarak bir "evliya ve ilâhlar dinî" kurup kutsala hürmet adı altında açık şirke giddilmesi, Kur'an'ın dikkat çektiği en büyük ve en önemli tehlikedir. Kur'an bize gösterdi ki, şirkin failleri her zaman din adamları olmuştur. İlâhi mesaj, yüzlerce âyetinde doğrudan ve açık olarak bu din adamlarının kötülüklerini deşifre etmektedir. Kuran bilmektedir ki, elçiler mirası olan tevhid evliya ve ilâhlar mikrobuyla içinden çürütülmüş ve faturası Allah'a kesilen din, her zaman ve zeminde şeytan ve zulme hizmet eden bir yıkım kurumuna dönüşmüştür. İşte, İslam dünyasının asırlardan beri husrandan husrana ve akıl almaz katliamlara sürüklenmesinin gerçek sebebi burada yatıyor. Şirk, hulul inancı ve batınilik tevhid dininin yozlaştırıldığı anda ortaya çıkan dinin adıdır. Tevhid dininde, yani ilahi dinin herhangi bir ilkesinde vücut bulan bir yozlaşma o dini tartışmasız biçimde şirke bulaştırır. Yozlaşan tevhid dininin yeni kimliği kesinlikle şirk olacaktır. Nebi ve Resüllerden sonra her zaman dinin akibeti bu olmuştur. Olmasaydı ardarda elçiler gönderilmezdi. Bundan dolayı insanların din adına Kur'an'dan başka gidecek bir yeri, başvuracak sağlam bir kaynağı yoktur. Kur'an'dan nasip yoksa varılacak sonuç ya şirk veya tümden Allah'ın inkar edilmesi olacaktır. Şu mesele gerçekten çok önemlidir. Şirk Kur'an'ın gösterdiği şekliyle tanınmadıkça İslam'ı ve tevhidi Kur'anın gösterdigi şekliyle anlamak mümkün olmaz. Müslüman dünya gerçekten Kur'an'ın ortaya koyduğu şekliyle şirki tanımıyor. Tanıma yönündeki tüm gayretleri bilinçli ve şuurlu fasit bir iradeyle sonuçsuz bırakılıyor. Çünkü şirk ve hulul inancının mahiyeti halk tarafından anlaşıldıkça Müslüman dünyaya İslam adı altında yaşatılan dinin gerçek İslam olmadığı ortaya çıkacaktır. Böyle bir hakikat dünyadaki bütün çıkar dengelerini sarsacaktır.Kelime-i tevhid formülü, hiçbir ilah yok sadece Allah var, şeklinde tezahür eder. Dikkat edilirse formülde öncelikle sahte ilahlar yok ediliyor, onun ardından hak ilah olan alemlerin rabbi öne çıkarılıyor. Yani "olması gereken" gösterilmeden önce" olmaması gereken" tanıtılıyor. Bu o kadar önemli ki, şirk olmadığı zaman tevhid'in hâkimiyetinden söz edilebilir. Yani hem İman hem de şirkin bir insanda bulunma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Bundan ötürü yüce Allah Şöyle buyurur."İmana ulaşan ve imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya. İşte onlar emniyette ve hidayette olanlardır"( Enam- 82)Kur'anda bir çok ayette zulüm şirk anlamında kullanılmıştır. Yoksa insan bilerek veya bilmeyerek cahillikle, ailesine, akrabasına, çevresine, tabiata haksızlık ve zulüm edebilir. Kelime-i tevhidle formüllendirilen zıtlıkla kutuplardan herhangi birini gereğince tanımadığımızda ötekini gereğince tanımamız mümkün değildir. Bu da insanı, o kutupla ilgili tüm tespit, inanç ve eylemlerinde yanlış yapmaya mahkum eder. İslam dünyasının tevhid akidesine gerektiği gibi değer vermemesinin sebebi şirkin gerçek mahiyetini, tahrip gücünü ve yıkım özelliğini bilmediğindendir. Tevhide değer verilmeyince İslam dininin güzellikleri insanın hayatına yansımıyor.Dolayısıyla İslam'dan beklenen bereket, barış, nimet, huzur, mutluluk, merhamet uzaklarda kalır. Dünyayı şirke ve hululiyyet inancına yani kula kulluğa karşı uyaran, akli ve ilmi verilerle donatan tek kaynak Allah'ın kelâmı Kur'an'dır. Fakat maalesef Kur'an'ın iman eden çocuklarının sirki anlayamaz hale getirilmeleri insanlığın maruz kaldığı en büyük talihsizlik olmuştur. İslam dünyası şirkin ve huliliyyet inancının pençesinde can çekişmektedir. Yüzyıllardan beri belini doğrultamamasının sebebi budur. Yoksa yüce Allah hiçbir toplumu ufak tefek eksiklikleri yüzünden perişan etmez.Perişanlık ve hüsran sadece şirkin sonucudur. Şirk insanın emek ve üretimini yok eden en büyük beladır. İslamı anlamak için Kur'an'ı dikkatli okumak ve elçiler tarihini iyi incelemek gerekir. Kur'an hakkıyla okunursa( Bakara- 121) görülür ki, elçilerin mücadelesi dinsizliğe karşı değil, sahte din ve ilahlara karşı olmuştur.Bir kere elçilerin ve Kur'an'ın en büyük düşmanı şirktir ve şirk, dinsizlik değil, tarihin en yaman zorlu ve inatçı dinidir.
TESBİH, SALÂT ve VAKİT (2)(22.YAZI) Buradaki vakitler yine sadece Nebi'ye özel olan Hud 114’de yazılı vakitlerin farklı bir üslupla yazılmış halidir. Âyette bulunan vakitler ve Hud 114’deki vakitler aynı vakitlerdir: Sabah, akşam ve gecenin bir kısmı. "Kur'ânel-fecri" “Fecir okuması” tabirine gelecek olursak. Kur'an’da ne yazdığını anlamak gibi bir derdi olan ve o kitab'ı bir ikon ve fetiş yapmak için değil mesajı alıp doğruya ulaşmak üzere o kitab'ı okuyanların eminim ki birçok kere kulaklarının tırmalanıp takıldığı bir yerdir İsra 78. âyet. Ki bu âyeti, geleneksel meal yazarlarının hemen hepsi aynı biçimde çevirmişler. “Sabah namazı tanıklıdır” Hatta kimileri hızını alamamış ve “sabah namazına melekler şöyle şahit olurlar, böyle şahit olurlar” diyerek kelimeleri tahrif etmekle kalmayıp, olmayan kelimeleri de kitabın meâline eklemişler. Peki, neden böyle yapmışlar? Konunun hastalıklı yani mezhepsel bir saplantıyla namazla bağdaştırılıyor olmasıdır. Halbuki burada ikame edilmesi istenen salât, namaz değil yine bir tesbihtir. Nebi'yi ve arkadaşlarını Mekke'den çıkarma planları yapan veya kendi istedikleri kıvama getirmek isteyen müşriklere karşı yapılacak mücadelenin zihinsel hazırlığıdır. Âyetin önündeki ve arkasındaki âyetleri de okursanız bunu net olarak göreceksiniz. Nebi bu konuda sıkıntı çekiyor. Ne yapılması gerektiği üzerinde düşünüyor ve Allah’ın yardımını umuyor. Enine boyuna iyice düşünmeden karar vermek istemiyor. Buradaki tesbih bir hal tarzı çalışmasıdır. Kendi hayatımızda karşılaşabileceğimiz farklı konularda da ibret alınabilecek bir örnektir. Detaylandırılabilir ana mesaj kabaca şudur: “Başkaları tarafından başına bir sıkıntı getirildiğinde etraflıca düşünmeden hareket etme. Yol gösterici kitabın üzerinde çalış yoğunlaş. Konuyu analiz etmeye vakit ayır, sonra kararını ver ve yalnız Allah’a tevekkül et, sabırlı ol ve ümidini kesme. Oysa âyetlerin önüne ve arkasına bakmayanlar. O kadar sıkıntı içerisinde bulunan Nebi (a.s) ın başındaki belayı unutup hangi saatlerde nasıl namaz kılacağının ve kılacağı namaza meleklerin şahit olup olmayacağının derdine düştüğüne inanıyorlar. Hatta Şii ve Sünni din adamlarına kalsa Nebi (a.s) başında kılıç sallanırken bile namazını bozmayacağını ileri süreceklerini biliyoruz. Ama Kur'an’da böyle saçma sapan bir manzarayı göremezsiniz. Tam tersine tehlike anlarında salât'ın kısa tutulması gerektiği bile söylenir. Ayette geçen “fecr”in “sabah aydınlığı”, Kur'an’ın ise “okunan, okuma” anlamına geldiğini herkes bilir. “Meşhuden” ifadesi ise “görünen, görünür, görülebilir, tanık olunabilir, müşahede edilebilir” demektir. Yani âyette anlatılmak istenen şey, fecir’deki okumanın sadece dille değil, gözle ve gönülle de görülebilir bir okuma olduğudur. Okuyup düşünme işinin aydınlıktan dolayı kolaylaşmış olduğudur. Çünkü akşam alacakaranlığından gecenin kararmasına kadar ve gecenin bir bölümünde de konu üzerinde düşünen Nebi (a.s) ın osaatlerde fecir ile birlikte aydınlığa da kavuşmuş olması söz konusudur. Evet kelime “şâhit olunan” diye de çevrilebilir ama bu tanık olunma hali başkalarının gelip bize şâhit olması değildir. Şu halde onların söylediklerine rağmen sen sabırlı ol yani güneşin doğuşundan ve batışından önce ve geceden bir vakitte Rabbini hamd ile tesbih et yani böylece gündüzün taraflarında tesbihte bulun. Umulur ki razı olursun"(Tâhâ-130) Tâhâ 130. âyetteki vakitler, yine Hud 114 ve İsra 78-79’daki zaman dilimlerinin farklı cümlelerle aynısının ifadesidir ve yine vakitli salât değil tesbih içindir. Âyetlerin içinde bulunduğu sürelerin hepsi Mekke'de nazil olmuş ve tamamen Nebi (a.s) a özel olarak gelmişlerdir. Çünkü Mekke'de inen seksen küsür sürenin hiç bir tanesinde çoğul olarak "salât'ı ikame edin" diye bir emir yoktur. Dolayısıyla Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları tarafından "namaz vakitleri" olarak görülen âyetlerin hiç birinde vakit açısından müminleri ilgilendiren bir şey bulunmamaktadır. Yani müminlerin kendi aralarında istişare ile belirledikleri vakitler haricinde salâtın vakti diye bir şey yoktur.Ancak cuma salat'ı ve acil durumlar bundan müstesnadır. Yani şu gerçeği iyi anlamak gerekiyor. Mezhep imamları ve müctehidler tarafından Salât vakitleri olarak algılanan âyetler Nebi(a.s) özel olarak inmişlerdir. Ancak müminlerin de bu vakitleri değerlendirmelerinde hiç bir sakınca yoktur. Yeter ki büyük bir farz gibi telakki edilerek ümmeti de bundan sorumlu tutmasınlar. “Gündüzün tarafları” ifadesi bu vakitlerin gündüzün içinde olmadığından, etrafında (dışında) olduğundandır. Ön ve arka âyetlere bakıldığında yapılacak tesbihin de yine bağlamdaki sorunlar çerçevesinde olduğu görülür.
RİSALEİ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR (4. YAZI )NURCULAR KİMDİR? 20. asırda ortaya çıkan, Kur'an-ı Kerim'i okumayıp, kendi liderlerine vahyedileni okumayı ibadet sayan ve Avesta'da geçen Zerdüşti hurafeleriislam ismini kullanarak topluma şırınga etmeye çalışan, ezik ve sinsi cemaat! Liderlerine "Bediüzzaman" dualarına "Cevşen" kurtarıcılarına "Mehdi" otlattıklarına "Nurcu" adını veren, batını ve ilkel bir akım!Bu akımın, İslam'la tek bağı mürit edindiği insanların müslüman çocuğu olmasıdır.. Bunlar, devşirdikleri çocukları ailelerinden ve köklerinden koparmayı ilke edinmişlerdir..Arif KılıçMektubat 19. mektup Mücizât-ı Ahmediyesine almadığı hurafe bırakmayan Said Nursi diyor ki,"Son ehli keşfin tasdikiyle, yetmiş defa Resulü Ekrem (a.s.m ) temessul edip (canlı olarak gelip ) yakaza (uyanık ) halinde onun sohbetiyle müşerref olan Celaleddin Suyuti gibi allemeler ve muhakkikler, ehadisi sahihanın(sahih hadislerin ) elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan (uydurmalardan ) tefrik ettiler (ayıkladılar).İşte bahsedeceğimiz hadiseler, mucizeler böyle elden ele kuvvetli, emin, müteaddit ve çok, belki hadsiz ellerden sağlam olarak bize gelmiştir" (Sayfa, 114) CEVAP:Said Nursi, karşısında bulunan Kur'an cahillerini aldatmak için böyle ağdalı, edebi zor, karmaşık bir dil kullanmaktadır.Halbuki bu anlattığı şeylerin yalan ve uydurma olduğunu çocuklar bile anlar.F Gülen'nin Allah Resulü'nü statlara ve dershanelere getirmesinin altında da bu temessul yalanları yatıyor.Kur'an, ilim, hikmet, sorgulama, akıl ve tefekkür açısından söylediği şeylerin zerre kadar bir önemi yoktur.Said Nursi'nin bütün kaynakları yalan ve uydurma rivayetlerdir, Külliyatında hiç bir zaman Kur'an'ı ve tevhid akidesini kaynak olarak almamıştır.İnsan sormaktan kendini alamıyor.Milyonlarca entelektüel insan nasıl böyle hikayelere din diye iman ediyor.Mücizât-ı Ahmediyesinde Said Nursi diyor ki, "Berekete dair Mücizât-ı kat'iyenin (kesin mücizelerin) birinci misali :Başta Buhari ve Müslim olmak üzere Kütüb-ü Sitte-i sahiha(altı sahih hadis kitabı (Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Nesai) muttafikan (ittifakla) haber veriyorlar ki, Hz.Enesin (Enes bin Mâlik) validesi Ümmü Süleym, bir iki avuç hurmayı yağ ile kavurarak bir kaba koyup Hz.Enesle Peygamber (a.s.m)a gönderdi. Enese ferman etti ki, "...filan, filanı çağır.Hem kime tesadüf etsen davet et. "...Enes de kime rast geldiyse çağırdı.Üç yüz sahabe gelip suffe ve hucre-i saadeti (Nebi (a.s) ın evini) doldurdular.Ferman (emr) etti, onar onar halka olunuz..." "Sonra mübarek elini o az taamın (yemeğin) üzerine koydu. Dua etti."Buyurun dedi. "Bütün o üç yüz adam yediler, tok olup kalktılar. Enese ferman etmiş, kaldır, Enes demiş, bilmedim.Taam (yemek) kabını koyduğum vakit mi taam çoktu, yoksa kaldırdığım vakit mi çoktu, fark edemedim "(Sayfa- 114)Said Nursi'den öyle hurafeler aktaracağım ki inanmayacaksınız. Yüce Allah'ın mutlak hidayet olarak gönderdiği Kur'an şahittir ki, Allah Resulü'nün kur'an'dan başka hiçbir mucizesi bulunmamaktadır.Dolayısıyla yüzlerce uydurmayı Risâle-i Nur külliyatına alan Said Nursi Resulullahın beşer olduğuna inanmamaktadır.Bundan dolayı en az bu rivayetleri uyduranlar kadar vebal altına girmiştir.Çünkü onun gibi milyonlarca kişinin kalbinde taht kurmuş. Bütün Müslümanlar tarafından takdir edilen ve saygı duyulan birisi olarak Kur'an'ın yani İslam'ın akıl ve mantığına uygun olmayan bu hurafeleri eserine almamış olsaydı insanlar bunlara inanmayacaktı. F Gülen ve terör örgütü bu kadar tehlikeli olmayacaktı.Nurcular inkâr etse de F Gülen'in bu kadar tehlikeli olmasının baş sorumlusu Said Nursi'nin Risâle-i Nur Külliyatıdır.
9 Şubat 2022 Çarşamba
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(133.YAZI) Hud Süresi 28-)(Nuh) Dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından (bildirilen) açık bir beyyine (vahiy) üzerinde isem yani O bana kendi indinden bir rahmet(Nübüvvet-Risâlet) vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?29-) Yani ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.Kıraat Farklılığı (Âyette bulunan "feummiyet aleyküm" "size gizli tutulmuşsa" kelimesini bazı kıraat âlimleri "feamiyet aleyküm" "size gizli kalmışsa" olarak okumuşlardır.) 30-) Yani ey kavmim! Ben onları kovarsam, beni Allah'tan (ondan gelecek azaba karşı) kim bana yardım edebilir? Tezekkür etmiyor musunuz?31-) Yani ben size: "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır" demiyorum. Ve gaybı da bilmem yani ben bir meleğim" de demiyorum. Ve sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, "Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir" diyemem. Onların nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir.? Onları kovduğum takdirde) ben gerçekten zalimlerden olurum."32-) Dediler ki: Ey Nuh! Bizimle mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok ileri gittin. Eğer sâdıklardan isen, vâdettiğin (azabı) bize getir!33-) (Nuh) dedi ki: "Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz (Allah'ı) âciz bırakacak değilsiniz.34-) Eğer Allah sizi şaşırtırsa, ben size nasihat vermek istesem de, nasihatım size yarar sağlamaz. (Çünkü) O sizin Rabbinizdir yani (nihayet) O'na döndürüleceksiniz."(Yüce Allah vahiy haricinde hiç kimseyi şaşırtmaz, onların şaşırmaları vahiy ile ilgili bir durumdur. İlâhi mesajla hidayete gelmeyen insan için yapılacak hiçbir şey yoktur.) 35-) (Ey Resül!) Yoksa, "Bunu iftira etti mi" diyorlar? De ki: "Eğer onu iftira ettiysem suçum bana aittir yani ben sizin işlediğiniz suçlarınızdan uzağım.36-) Nuh'a vahyedildi ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla iman etmeyecek. Öyle ise onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme.37-) Gözetimimiz altında yani vahyimiz uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!38-) Ve Nuh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkça ona alay ediyorlardı. Dedi ki: "Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl bizimle alay ediyorsanız biz de sizinle alay edeceğiz!39-) Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz."40-) Nihayet emrimiz gelip de sular taşıp yükselmeye başlayınca Nuh'a dedik ki: Her birinden iki eş ile -(boğulacağına dair) aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında- aileni ve iman edenleri gemiye yükle!" Zaten onunla beraber pek azı iman etmişti.41-) Nuh dedi ki: "Ona binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim Ğafur'dur, Rahim'dir.42-) Ve o, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nuh, uzakta bulunan oğluna: Ey oğul! (Sen de) bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma! diye nida etti.43-)(Oğlu): Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nuh): "Bugün Allah'ın emrinden sığınacak bir yer yoktur, ancak merhamet edilen müstesna" dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.44-) Ve nihayet "Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!" denildi su çekildi yani iş bitirildi ve (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine yerleşti ve zalimler kavmine (rahmetten) uzak kalın denildi.45-) Ve Nuh Rabbine nida edip dedi ki: "Rabbim! Şüphesiz oğlum benim ehlimdendir yani senin vâdin elbette haktır ve sen hakimler hakimisin."46-) Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ehlinden değildir. Çünkü onun ameli salih değildi. O halde hakkında ilmin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı vâzediyorum."CEHALET" NE DEMEKTİR? Aslında Kur'an'ı Mübin'e baktığımızda âyetlerde geçen "cahil" sözcüğü, bugün dilimizde kullandığımız "cahil sözcüğü" ile aynı anlamı taşımıyor. Kur'an'ı Mübin'de geçen "cahil sözcüğü" "okuma yazma bilmeyen kişi" anlamıyla alakalı bir şey değildir.Kur'an'ı Mübin'in dilinde "cahil" ve "cehalet" sözcükleri "bir kişilik yapısını, olumsuz bir ahlakı, yaşam tarzını ve inanç sistemini" ortaya koymak için kullanılır. "Cahil" sözcüğü "ağır başlılığın ve aklı selimin" karşıt anlamlısı için söylenir. "Hikmetsiz ve gereksiz bilgi ve inanç peşinde koşan" için kullanılır. Yani "Allah tarafından bir sistem üzerine indirilen vahiy ve ilahi emirleri tek hidayet ve rehber kabul etmeyen, batıl yolda hareket eden, tevhid akidesini görmezlikten gelen, kötü ahlak sahibi, dinde anarşi ve kaos yaratmaya çalışan" için "cahil" sözcüğünün kullanıldığını açık olarak görüyoruz.Mesela: "Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetlerinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Salatı ikame edin, zekatı verin, Allah ve Resulüne itaat edin. Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"( Ahzab, 33 )Yukarıdaki ayette Kur'an'a aykırı yaşam tarzının bir "cehalet" eseri olduğu vurgulanıyor. Mesela: "De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?( Zümer, 64) Yukarıdaki âyette şirk "cehalet" müşriklerinde birer "cahil" oldukları ortaya konuyor.Mesela: "Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. O da: Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım, demişti"( Bakara, 67) Yukarıdaki ayette Musa (aleyhisselam) israiloğullarına kendileri ile alay etmenin bir cehalet eseri olduğunu ve bunun bir elçi olarak kendisine yakışmadığını söylüyor.Mesela: "Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse (Ey Elçi olan Muhammed! (aleyhisselam) Yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven kur ki onlara bir mucize getiresin. Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma" (En'am, 35) Yukarıdaki âyette de inanmak isteyenler için Kur'an'ın yeterli bir mucize olduğu, Kur'an haricinde gözlerle görülebilecek başka olağanüstü olayların istenmesinin bir cehalet eseri olduğu açık olarak yer alıyor. Mesela: "Yoksa onlar (Kur'an öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır" (Maide, 50) Bu ayette din ve hüküm olarak Allah'ın tevhid sisteminden ve İslam ahlakından başka hükümlerin ve ictihatların bir cahiliye olduğu yer alıyor. Yani din ve hüküm olarak ya Allah'ın dediği olacak, indirilen Kur'an zihinlere ve gönüllere hakim olacak, ya da cahiliye İdaresi ve köle sistemi milleti perişan edecektir. Mesela: (Allah buyurdu ki) Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir ameldir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ediyorum"(Hud, 46) Hz. Nuh (aleyhisselam) Nebilik makam mertebesinde tevhid akidesine aykırı olarak oğlunun boğulmamasını ve iman ile gitmesini isterken, Allah tarafından böyle bir kınamaya muhatap kalıyor. Yoksa Hz. Nuh(as) asla cahil birisi değildi, ve olmadı.)
TESBİH, SALÂT ve VAKİT (1)(21.YAZI) "Tesbih, Salat ve Vakit" yazılarını okumadan önce Allah Resülünün vahyin içinde nasıl bir yoğunlaşma yaşadığını bilmek çok önemlidir. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının rivayetler dininde yaşadıkları yoğunlaşmanın bin katı kadar vahyin merkezinde bir hayat yaşıyordu. Çünkü Mekke'de bütün yük onun sırtında idi. İşte bu yüzden tesbih ve salat'ı ikame ile ilgili emir ve tavsiyeler her zaman tekil formunda yani ona özel gelmiştir. Yani gece vakitlerinde Allah Resülüne özel bir motivasyon ve enerji sağlıyordu. Şii ve Sünni din adamları Nebi ve Resülün arasında bulunan farkları, Kur'an'daki kavramları, Mekke ve Medinenin şartlarını bilmedikleri için daha doğrusu Kur'an'a hakkıyla iman etmedikleri için bu gerçekleri anlamaktan uzak kalmışlardır. Yani Mekke'de vakit ayırma ihtiyacı salât'ı ikamenin içinde öncelikle bireysel olarak ortaya çıkan bir gerçektir.Bağlantınızın (salâtınızın) bir daha asla kopmamasını istediğiniz için öğrendiklerinizin üstüne koyarak ilerlemeye artık kesinlikle vakit ayırmak ihtiyacı hissedeceksiniz. "Salât'a kalktığınızda Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Ne zaman ki güvenliğinizden tatmin oldunuz artık salât'ı ikame edin. Öyle ki salât, müminler üzerine vakitli olarak yazılmıştır" (Nisa- 103)Âyetin başında geçen “salât'a kalktığınızda” ifadesi önceki âyetlerdeki salât'ı kısaltmayı öngören sefer (savaş) durumundaki salât'la ilgilidir. Yani “salât'ı tam olarak yerine getirmediğiniz için o vakit gelip de salât'a kalkacağınızda” denmek istenerek “bu durumda her halinizde zikretmeye, tesbih etmeye olan şartlarla kendi kendinize yaptığınız gibi devam edin” denmektedir. “Ama ne zamanki her şey eski güvenli hale gelirse o durumda eskiden yaptığınız gibi salât'a birlikte devam edersiniz. Çünkü bu topluca yaptığınız vakitli bir sorumluluğunuzdur.” anlamı mevcuttur. "Sabredenler, sâdık olanlar yani gönülden boyun eğenler yani infak edenler yani seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir"(Âli İmran-17) Bu ayetteki “seher vakitleri” ifadesi “Ey müminle! Hepiniz her sabah seher vaktinde af dileyin” anlamında değildir. Hûşû ile bağlantısını ayakta tutanların tesbihleri için örnek olarak gösterilen bir zaman dilimidir. Kati bir emir ya da görev değil, ibret alınacak bir misaldir. Yalnız başına kalınabilecek ve rahatça tesbih edilebilecek ve Allah’tan af dilenebilecek çok özel bir zaman dilimidir. Uykusuz kaldığımız bir gecenin sabahında bile mutlaka kalkıp o saatte yapacağımız bir görev değildir. "Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir ümmet vardır ki; gece vaktinde ayakta durup Allah'ın âyetlerini tilâvet ederek secde ederler" (Âli İmran-113) Benzer bir durum burada da vardır. Gece vakti ayakta kalıp Allah’ın âyetlerini okuyup çözümlemek, üzerinde düşünmek ve tam bir kavrayışa ulaşmak için farkındalık sahibi olmaya çalışmak erdemli bir meziyettir. Salât'ı ikâme etmek (vahiy'le bağlantısını ayakta tutmak) isteyenler için örnek bir ahlak biçimidir. Gecenin sessizliğinde çalışmak, kavrama kolaylığı açısından çok faydalıdır. Ama her gece için emredilen mutlak bir vazife değil, örnek gösterilen bir emek ve yöntemdir. Fırsatı olanların ve kendine fırsat yaratanların zaten yapmak isteyeceği bir ders çalışma işidir. "(Zekeriya) “Rabbim! Bana bir delil (âyet) kıl.” dedi. Senin âyetin, işaretleşme dışında, insanlarla üç gün konuşmamandır. Rabbini çokça zikret ve akşam sabah O’nu tesbih et"(Âli İmran-41) "Böylelikle (Zekeriya) mihraptan kavminin karşısına çıkıp onlara işaret etti: Sabah akşam tesbih edin"(Meryem-11) Sabah ve akşam olarak diğer tesbih âyetlerine uygun olarak da alınabilir, süreklilik ifadesi olarak da kabul edilebilir. Her iki şekilde de tesbih geçmektedir. "Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar salâtı ikame et. Ve fecir Kur’an’ı (okuması): Öyle ki fecir okuması müşahede edilebilirdir (görünürdür, şahit olunurdur). Gecenin bir kısmında sana özel ilave olarak onunla uyanık kal. Umulur ki Rabbin seni hamd edilecek bir makama (yere) ulaştırır"(İsra-78, 79)
8 Şubat 2022 Salı
RİSALEİ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(3.YAZI ) Said Nursi Hedef Saptırarak Ümmeti Aldattı. Kur'anın bağlam ve bütünlüğüne, özellikle Kur'an'ın en önemli kavramlarından olan küfür-kâfir, şirk-müşrik, zulüm-zalim, fısk-fusuk, kizb-tekzib gibi bir çok kavramın Allah'ın varlığını kabul etmeyen dinsizlerle ilgili değil, Allah'a iman eden, kulluk yapan, hatta Said Nursi ve kendine tâbi olanlar gibi, dindar olarak kabul edeceğimiz kimseler hakkında kullanılmışlardır.Ama Said Nursi Kur'an'dan yan çizerek, tam aksine bir yol izleyip, sanki bütün dünya şirk ve küfür pençesinde değil de, dinsizlik ve imansızlık pençesinde kıvranıyormuş gibi, ömrünü Allah'ın varlığını ispat etme üzerine tüketmiş ve Anadoluyu şirk, hurafe ve yalanın bataklığında boğmuştur. Böyle olunca Kur'anın yüzlerce âyette kınadığı şirk ve müşriklerin, dolayısıyla Yahudi ve Hristiyanların, Şia ve Ehl-i Sünnet'in bütün şirk, küfür, zulüm ve vahşetlerinin görülmesini engelleyerek hedef saptırmıştır. Eserlerinde müşrikleri ,Yahudi ve Hristiyanları, mezhep ve fırkaları eleştirdiği bir cümlesi bile mevcut değildir. Halbuki yeryüzünde olan vahşet ve katliamların en büyük sebebi dinsizlik değil, şirk ve beğy'dir yani mezhep ve ırkçılık belasıdır. Ateistler hiçbir zaman Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünniler kadar etkili ve tehlikeli olamazlar. Hatta ateistler değil bir hükümet ve bir devlet kurmak, bir dernek ve vakıf bile kurabilecek bir güce sahip değillerdir. Yani anlayacağınız fetö'nün inanç atası ve fikir babası Said Nursi çok kötü bir şekilde ümmeti aldattı. Allah'a ve O'nun dini olan İslam'a en büyük düşman ateistler değil, müşriklerdir (Tevbe-114; Şura-13)Esas konumuza dönecek olursak. Ehli Sünnet mezheblerine bağlı muhaddis ve müctehitlerle Şia'nın muhaddis ve müctehidleri arasında kendi taraftarlarını üstün gösterme yarışında karşılıklı olarak binlerce rivayet uydurulmuştur.Şia :Ali bin Ebi Talip, Hasan bin Ali, Hüseyin bin Ali, Fatma binti Muhammed, Ehl-i Beyt, on iki imam ve Mehdi el müntazir gibi masum kabul ettikleri şahsiyetlerle ilgili binlerce hadis uydururken, Emevilerin maddi desteği ve teşviki ile Ehl-i Sünnet muhaddisleri de Ebubekir bin Kühafe, Ömer bin Hattab, Osman bin Affan ,Talha bin Ubeydullah, Aişe binti Ebibekr, Hafsa binti Ömer, Muaviye bin Ebi Süfyan, Hâlid bin Velid, Ebu Hüreyre ve diğer sahabelerle alakalı binlerce hadis uydurdular.Said Nursi, Şia ve Ehli Sünnet hadis kaynaklarına aynı mesafeden baktığı için iki ekol arasında ayırım yapmadan iki mezhebin eserlerinde bulunan yalan ve uydurma rivayetlerin bir çoğuna taşeronluk yaparak Anadolu'da iyice kök salmalarına sebep olmuştur.Bakın ne diyor"Hz. Peygamberin kanını şerbet yapıp teberruken içen Abdullah İbni Zübeyr'in harika bir şecaatle ümmetin başına geçeceğini,Emeviye Devletinin zuhurunu, (sayfa 103)Hz. Muaviye'nin ümmetin başına geçeceğini ona rıfk ve adaleti tavsiye ettiğini,Abbasi Devletinin zuhurunu ve uzun müddet devam edeceğini Hz. Peygamber haber vermiş" (Mücizat-ı Ahmediye, sayfa- 103)Hurafelerinden dolayı sakın Cübbeli Ahmet, Nihat Hatipoğlu, Osman Ünlü ve Adnan Oktarın yalanları tuhafınıza gitmesin,Said Nursi'ye göre Nebi (a.s) kıyamet gününe kadar gelecek her şeyi apaçık bir şekilde haber vermiştir.Kur'an cahili muhaddislerin kanın Allah tarafından haram kalındığını bilmedikleri belli oluyor. "Bediuzzaman!!! lakaplı Said Nursi kanın haram olduğundan nasıl haberi olmaz."Peygamber" kelimesini Said Nursi kullanıyor, yoksa ben "peygamber" kelimesini kullanmıyorum.Çünkü "Peygamber" kelimesi Kur'an'daki "Nebi" ve "Resul" ibarelerini tahrif eden çok tehlikeli bir ibaredir.Peygamber kelimesini kullananlar Nebi ve Resulün arasındaki farkı kavrayamazlar.Lütfen, Allah rızası için "Peygamber" kelimesini kullanmayalım. Said Nursi, uydurma rivayetlerin tümünü müdafaa ederek, Kur'an, ilim ve akıldan yoksun bu yalanları reddeden muvahhidleri eleştirerek diyor ki,"Daha hicretten iki yüz sene sonra, başta Buhari, Müslim, Kütübü Sitte-i makbule (kabul görmüş altı hadis kitabı) vazife-i hıfzı (hadis hafızlığını) omuzlarına almışlar.İbni Cevzi gibi şiddetli münekkidler çıkıp, bazı mulhidlerin veya fikirsiz veya hıfzsız veya nadanların karıştırdıkları mevzu (uydurma ) hadisi tefrik ettiler, gösterdiler (Mücizat-ı Ahmediye sayfa- 113 ) Yani Said Nursi 'ye göre şu anda Şia ve Ehli Sünnet'in hadis kaynaklarındaki bütün rivayetler doğrudur. Dolayısıyla uydurma veya zayıf diye bir hadisten söz etmek mümkün değildir.Halbuki Ebubekir'in hilafeti döneminde Resulullahın hadislerini toplamak istediklerinde 500 hadisten başka bir şeyle karşılaşmadılar.Bu rivayetlerde Kur'an'dan farklı bir şey görmeyince hepsini yakıp imha ettiler(TDV- İslam Ans- Hadis maddesi- c. 15- s. 27)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(132.YAZIHud Süresi 25-) Andolsun, biz Nuh'u kavmine gönderdik. Onlara: "Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım.26-) Allah'tan başkasına ibadet etmeyin! Ben, size (gelecek) elem verici bir günün azabından korkuyorum."27-) Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: "Biz seni sadece bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana tâbi olduğunu görmüyoruz yani sizin bize karşı bir faziletinizin olduğunu da görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz."(Gurur ve kibir çok kadim manevi bir hastalık türüdür.Kur'an bu manevi hastalığı iblis'e kadar götürmektedir. Elçilerin kıssalarında bu kadim hastalık türünü aşağı yukarı bütün kavimlerde görüyoruz. Allah'ın elçileri kavimlerini vahye yani tevhid akidesine davet ettikleri zaman, müşrikler Allah'ın elçilerini ve vahiy ehli muvahhidleri fakir, gariban, ve ayak takımı diyerek küçümsemişlerdir.Kur'an ehli muvahhidleri kendilerinden daha aşağı bir seviyede gördüklerinden dolayı aynı konuma, aynı davanın adamı olmayı gurur ve kibirlerine yediremediler.Mesela: "Onlardan ileri gelenler: Yürüyün, ilâhlarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz budur. Son dinde de bunu işitmedik. Bu, ancak bir uydurmadır. Kur'an aramızda ona mı indirildi? diyerek kalkıp yürüdüler"(Sâd- 5, 6)Mesela:"Ve dediler ki: Bu Kur'an iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?(Zuhruf- 31) Yani müşrikler diyorlar ki: Asil, seçkin ve yüce atalarımızdan gelen dini senin ve sana tâbi olan fakir, ayaktakımı, sâde ve hiç kimseye sözü geçmeyen basit vatandaşlar için nasıl terkederiz? Sizin gibi sıradan insanlar için babalarımızdan ve atalarımızdan gelen dini nasıl terk etmemizi isterseniz?Yani şimdi koskocaman Diyanet İşleri Başkanlığı ve kelli felli ilahiyatçılar, Emevilerden, Abbasilerden, Selçuklulardan ve Osmanlı İmparatorluğu'ndan gelen resmi atalar ve babalar dinini bırakıp, tarihte sadece birkaç gariban muvahhidin uyduğu dini nasıl kabul etsinler? Yani Kur'an'a baktığımızda istisnasız bütün elçilerin kavimlerinde aynı hastalık türünü görebiliriz. İşte bu gurur ve kibir ahlaksızlığı onları gerçeği kabul etmekten engellemiştir.Aynen Nuh (aleyhisselam) ın kavmi gibi Mekke müşrikleri de iman eden fakirlerle aynı konuma sahip olmayı kabul etmiyorlardı. Allah Resulü'ne garibanları yanından uzaklaştırmasını teklif ediyorlardı. Allah'tan gelen cevap şu şekilde tecelli ediyordu."Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovmayasın! Onların hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki bunları kovup da zalimlerden olasın"(En'am-52)Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyatçılar koskocaman büyük devletler ve imparatorluklar kuran müstekbir din atalarının yolunubırakıp bizim gibi dağınık, kimsesiz, gariban, fakir, sadece saf inancından ve sağlam duruşundan başka hiçbir şeyi bulunmayan muvahhidlerin garip dinini ve inancını kabul ederler mi? Kendisine hazineden oluk oluk ödenek ayrılan Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyatçılar içmeye ayranı olmayan garibanların dinine nasıl razı olacaklar ? Devletlerin ve imparatorlukların tabiat ve ahlakında doğruyu ve istikameti kabul etmek yoktur. İşte bu yüzden inanç ve amelleri ne kadar absürt olursa olsun devlet tarafında olan ilim adamları ve besleme din bezirganları o inanca ve amellere karşı gelmezler. Yani Diyanet ve ilahiyatçılar hiçbir zaman bu zayıf ve gariban olarak devam edip gelen tevhid damarını tanımayacak ve ilahi vahye iltifat etmeyeceklerdir.İşte ülkelerin ileri gelenlerinin elçilerin dâvetini reddetmelerinin ana sebeplerinden birisi bu gurur ve kibir olmuştur. Bu yüzden Kur'an bu müşrikler için "mele" (kaymak tabaka, aristokrat kesim) "mütref" (ileri gelen bürokratlar) ve "müstekbir" kavramlarını kullanır. Bu konuda şu iki ayeti kerime gerçekten dikkat çekicidir."Ey Resül! Seni gördükleri zaman: Bu mu Allah'ın elçi olarak gönderdiği! diyerek hep seni alaya alıyorlar"(Furkan- 41) Diğer bir ayet-i kerimede şöyledir. "Onlara: Allah'tan başka ilah yoktur, denildiği zaman kibirle direnirlerdi. Mecnun bir şair için biz İlâhlarımızı bırakacak mıyız? derlerdi"(Saffat-35, 36)Yani Diyanet İşleri Başkanlığı, sultanların, kralların ve padişahların şöhret bulmuş dinini bırakıp ufak tefek, miskinlerin ve düşüklerin dinini kabul eder mi?Kral, padişah ve saraylara hizmet etmek varken, Diyanet İşleri Başkanlığı Allah'a hizmeti kabul eder mi?
7 Şubat 2022 Pazartesi
SALÂT ve HUŞU(20.YAZI) Hûşû genellikle insanın iç dünyasında bir huzur ve mutluluk duygusu, dünyevileşmeden kurtulma özgürlüğüdür. Fakat hûşûnun içinde asıl önemli olan şey vahiy'de derinleşme ve hakkı daha fazla öğrenme duygusu ve yeni fikirleri merak etmedir. Takva ile başladığımız salât (vahiy'le bağlantı) yolculuğunda bakın neler öğrendik. Ne kadar tesirli duygularla yoğrulduk. Yeni şeyleri ve gerçekleri apaçık görmeye başlamak bu öğrenme merak ve heyecanını doğurdu. Boş işlere dalıp da bu huzur dolu duyguları kaybetmemek gerekiyor. İşte hûşû bu manada gerçeklere daha fazla bir istek ve iştahla sarılmaktır. Salât'ı ikame ediş (bağlantı) bu bağlılık hissi ile ayakta tutulmaktadır. "Andolsun ki müminler felaha ermiştir. Onlar salâtlarında hûşû içindedirler yani onlar boş şeylerden yüz çevirmişlerdir" (Müminün-1, 2, 3) Hûşû ile “boş şeylerden yüz çevirmişlik” yan yana ve hûşûnun tanımı mahiyetindedir. Kuran’daki bu tip ifadeler hûşûnun içi boş bir duygu yoğunluk hali değil, içi dolu bir farkındalık olduğunu gösterir. Huşuyu meydana getiren şey ne yaptığını ne istediğini ve nereye yürüdüğünü bilmektir. İlâhi mesajın farkında olmadan ve dişe dokunur hiçbir şey bilmeden anlamsız ve batıl bağlantılar içinde, geleneksel bir duygu yoğunluğu yaşamak hûşû değil, içi boş bir arabesk duygusudur. "Sabırla ve salâtla yardım dileyin. Şüphesiz bu hûşûlu olmayanlara büyük (zor) gelir" (Bakara-45)Duygu yoğunluğu ve hayat zorlukları içinde sıkışıldığı dönemlerde Allah’a dayanma davranışı gelip geçen bir duygudur. Ama hûşû esas olarak gelip geçen bir duygu değildir. Hûşûnun olmadığı duygu; içselleştirilmemiş ve devamlılığı olmayan bir duygu patlaması olduğu için onun olmadığı dönemlerde salât'ı ikameye (bağlantısını, davasını ayakta tutmaya) ve daha fazla öğrenip üzerinde çalışmaya olan istek azalır. Bu da insanı öğrendiklerini unutmaya, önemsememeye, “desinler” diye orada burada olmaya, ikiyüzlülüğe ve nifaka götürür. "Hiç Şüphesiz münafıklar Allah'ı aldatma peşindedir. O ise bunu başlarına çevirir (onları aldanmış bırakır). Salât için kalktıkları zaman, üşenerek kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar yani pek az (zaman) hariç Allah'ı zikrediyor değillerdir"(Nisa-142)Şu gerçeği hatırlamada büyük fayda vardır. İhlastan infaka, ihsan'dan (güzel ahlaktan) takvaya, şükürden hamdetmeye, huşu'dan zikre, hidayetten istikamete, salât'tan zekat'a (arınmaya) İslamdan imana her şey gelip ilâhi mesajı bilmeye yani yalnız yüce Allah'a teslim olmaya dayanıyor. Yani bütün bunlar Kur'an'ı dinde tek hüküm kaynağı kabul etmekle ilgili erdemlerdir. Bu ilke varsa, bütün bunlar değer kazanır, yoksa bunların hiçbirinin önemi kalmaz. Dolayısıyla Kur'an'ın ilmi olmadan yani kayıtsız şartsız Allah'a teslim olmadan dinde hiç bir şeyin önemi yoktur. Dininizin ve hayatınızın merkezinde Kur'an tek kaynak değilse, hakimiyetinizin altında olan mâbed ve ibadetlerle sadece ölülere sanal cennetin ticaretini yaparsınız. Yukarıda bulunan erdemler olduğu zaman insan sadece yüce Allah'a ibadet etmiş oluyor. Yani yukarıdaki erdemlerin toplamına Kur'an ibadet adını vermiştir. Onlarca âyette geçen "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur" öğüdünün gerçek anlamı budur. Yani ibadet belli zamanlarda yapılan anlamsız bir ritüel değil, insanın gece gündüz, her zaman, hayatı boyunca, her durumda, sürekli olarak beraber ömür geçirdiği erdemlerdir. "(Munafıklar) Ne onlarla, ne bunlarla (huzurlu) olurlar, arada bocalayıp dururlar yani kim Allah'tan (Kur'an'dan) saparsa, (mümkün değil) artık sen ona (hidayete doğru) bir yol bulamazsın" (Nisa-143)Yani hûşûnun en önemli unsuru vahye karşı olan farkındalıktır. Bu farkındalık Allah’ı doğru anlamayı ve O’nu hakkıyla takdir etmeyi de beraberinde getirir. "Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer yani kendilerine isabet eden musibetlere sabreden yani salât'ı ikame eden yani rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir" (Hac-35) Hûşûnun en önemli özelliği insanın bilmediği şeyleri daha iyi bilme heyecanına kapılmasıdır. Eğer bu heyecan yoksa o kişi henüz uyarılacak ve uyandırılacak kişi olamamıştır. Daha doğrusu uyanmaya hazır değildir. "Yükü olan kimse başka bir yükü yüklenmez. Eğer yükü ağır olan kimse onu taşımaya çağırsa yani yakını da olsa kendisine ondan hiç bir şey yükletilmez. Sen yalnızca gayb ile Rablerinden hûşû duyanları ve salât'ı ikame edenleri uyarırsın. İşte kim arınırsa, o sadece kendi nefsini arındırmış olur. Sonunda varış Allah'adır"(Fatır-18)Salât'ı ikâme, içinde iletişim, diyalog ve uyarının olduğu zihinsel bir destekleşme ve bilinçlenme faaliyetidir. Bazen toplu bir hûşû hali hissedilebilir ama esasta hûşû tekil (bireysel) bir duygudur. Yani toplu olunmadığı durumlarda bu duygu daha yoğun hissedilir. "Onların yanları yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler yani kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.(Secde-16)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(131. YAZI)Hud Süresi: Mekke'de nazil olmuştur. 123 Âyettir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Elif. Lâm. Râ. (Bu sana indirilen), hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından âyetleri muhkem kılınmış, sonra da tafsil edilmiş bir kitaptır.(Kur'an'da detaylandırma anlamına gelen "tafsil, tasrif ve tefsir" sadece Allah bağlamında kullanılmıştır. Yani Kur'an'ı sadece yüce Allah detaylandırıp açıklar. Duyurma ve tebliğ etme, ilan etme ve okuma anlamına gelen "tebyin" ise hem yüce Allah hemde Resül bağlamında geçmektedir. Resüller sadece vahyi tebliğ ederler. Onların Kur'an'dan başka sözleri yoktur. Nebi'nin sözleri ise, diğer insanların sözleri gibidir yani din değildir. Özel hayatla ilgilidir. ) 2- 3) De ki: Bu Kitap "Allah'tan başkasına ibadet etmemeniz için (indirildi). Şüphesiz ki ben, onun tarafından size (gönderilmiş) bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim. Yani Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da ona tevbe etmeniz için (indirildi. Eğer bu emrolunanları yaparsanız), Allah sizi, tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir metâ (kendi kazancınız ) ile geçindirir, fazilet sahiplerine de (kendisinden) fazlasını verir. Ve eğer yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek büyük günün azabından korkarım. (Şu gerçeği anlamada büyük fayda vardır. İhlastan infaka, ihsan'dan (güzel ahlaktan) takvaya, şükürden hamdetmeye, huşu'dan zikre, hidayetten istikamete, salât'tan zekat'a (arınmaya) İslamdan imana her şey gelip ilâhi mesajı bilmeye yani yalnız yüce Allah'a teslim olmaya dayanıyor. Yani bütün bunlar Kur'an'ı dinde tek hüküm kaynağı kabul etmekle ilgili erdemlerdir. Bütün bunlar bu ilke ile değer kazanırlar, bu ilke yoksa yukarıda sayılanların hiçbirinin önemi kalmaz. Dolayısıyla Kur'an'ın ilmi olmadan yani kayıtsız şartsız Allah'a teslim olunmadan dinde hiç bir şeyin önemi yoktur. Dininizin ve hayatınızın merkezinde Kur'an tek kaynak değilse, hakimiyetinizin altında olan mâbed ve ibadetlerle sadece ölülere sanal cennetin ticaretini yaparsınız. Yukarıda bulunan erdemler olduğu zaman insan sadece yüce Allah'a ibadet etmiş oluyor. Yani yukarıdaki erdemlerin toplamına Kur'an "ibadet" adını vermiştir. Onlarca âyette geçen "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur" öğüdünün, ve yukarıdaki âyette bulunan "Allah'tan başkasına ibadet etmeyesiniz diye" pasajının gerçek anlamı budur. Yani ibadet belli zamanlarda yapılan anlamsız bir ritüel değil, insanın gece gündüz, her zaman, hayatı boyunca, her durumda, sürekli olarak beraber ömür geçirdiği erdemlerdir. Hayat kesintisiz ibadettir. Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kitap kabul etmeyenin yaptığı her meşru amel ibadet hükmüne geçmektedir. Kur'an'ın yanında başka bir kaynağı kabul edenin hiçbir ameli yüce Allah geçerli değildir. Dolayısıyla Kur'an, salih amellerin tümüne ibadet demektedir. İbadet sâlihatın çatı kavramıdır.) 4-) Dönüşünüz yalnız Allah'adır. O, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 5-) Dikkat edin, onlar Resülden, (düşmanlıklarını) gizlemeleri için göğüslerini çevirirler (gönüllerinden geçeni gizlerler). Dikkat edin, onlar elbiselerine büründükleri zaman dahi, Allah onların gizlediklerini de, açığa çıkardıklarını da bilir. Çünkü O, kalplerin özünü bilendir.6-) Yeryüzünde hareket halinde olan her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir yani Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitaptadır. 7-) O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı (kudret ve hükümranlığı) su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Kasem olsun ki, (Ey Nebi!): "Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz" desen, kâfir olanlar derhal "Bu, açık bir sihirden başka bir şey değildir" derler.Kıraat Farklılığı: (Âyette bulunan "sihrun mübinün" (açık bir sihir) ibaresini, bazı kıraat âlimleri "séhirun mübinün" (açık bir sihirbaz) olarak okumuşlardır.Yani bir kıraate göre kafirler kitaba sihir derken, diğer kıraate göre Resül (a.s) a sihirbaz diyorlar.) 8-) Andolsun, eğer biz onlardan azabı sayılı bir süreye kadar ertelesek, mutlaka "Onun gelmesini engelleyen nedir?" derler. Bilesiniz ki, kendilerine azap geldiği gün, bir daha onlardan uzaklaştırılacak değildir yani alay etmekte oldukları şey, onları çepeçevre kuşatacaktır.9-) Ve eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak, tamamen ümitsiz ve nankör olur.10-) Ve eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak, elbette "Kötülükler benden gitti" der. Çünkü o (bunu derken) şımarıktır, kibirlidir.11-) Ancak (musibetlere) sabredip yani salih ameller işleyenler böyle değildir. İşte onlar için bir mağfiret ve bir büyük mükâfat vardır.12-) Neredeyse sen (müşriklerin:) "Ona (gökten) bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!" demelerinden ötürü sana vahyedilen âyetlerin bazısını (tebliğ etmeyi) terk edeceksin ve bu yüzden göğsün daralıyor. (İyi bil ki) sen ancak bir uyarıcısın yani Allah ise her şeyin üzerine vekîldir.13-) Yoksa, "Onu (Kur'an'ı) kendisi iftira etti" mi diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah'ın dununda (O'nun yanında-yöresinde-berisinde) gücünüzü yettiği (doslarınızı yardıma) dâvet edin de siz de onun gibi iftira edilmiş on sûre getirin.14-) Eğer (onlar) size cevap veremiyorlarsa, bilin ki, o ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir yani O'ndan başka ilâh yoktur. Artık siz müslüman oluyor musunuz?15-) Kim, (yalnız) dünya hayatını yani zinetini istemekte ise, amellerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz yani onlar orada hiçbir zarara uğratılmazlar.16-) İşte onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir yani bütün sanayileri (sanatları--emekleri) boşa gitmiştir yani yapmakta oldukları tüm ameller bâtıl olmuştur. 17-) Rabbin tarafından (gelmiş) açık bir beyyine ye dayanan yani kendisini Rabbinden bir şahidin izlediği yani kendisinden önce, bir imam ve bir rahmet olarak Musa'nın kitab'ı (elinde) bulunan kimse (kafirler gibi) midir? Çünkü bunlar ona (Kur'an'a) iman ederler yani hiziplerden hangisi ona kafir olursa işte ateş ona vâdedilmiştir, sakın bundan şüphen olmasın; zira bu, senin Rabbin tarafından bildirilmiş bir haktır; lâkin insanların çoğu iman etmezler.18-) Allah'a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır? Onlar (kıyamet gününde) Rablerine arz edilecekler yani şahitler: İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Dikkat edin, Allah'ın lâneti zalimlerin üzerindedir!19-) Onlar, (insanları) Allah'ın yolundan engelleyen ve onu yamuk göstermek isteyenlerdir yani onlar âhirete kafir olanlardır.20-) Onlar yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakacak değillerdir yani onların Allah'ın dununda (yöresinde- berisinde-yanında, yardım isteyecekleri) velileri de yoktur. Onların azabı kat kat olacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri) duyabilecek gücü göstermiyor yani (hakka) kulak vermiyorlardı.21-) İşte onlar kendi nefislerini husrana uğrattılar. İftira ettikleri şeyler de (evliya ve ilâhları) kendilerinden kaybolup gitti.22-) Şüphesiz onlar, ahirette en çok husrana uğrayanlardır.(Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür düşmanı evliya ve ilahların şirk dini, çok zor, ağır bir yük, karmaşık ve yaşanmaz bir sistem olarak şekillenmiştir. Bu dinde bulunan yüzlerce uydurma rab ve ilahı yani müctehidi yani şeytanı (Bakara-102) aşarak Allah'ın kitabına ulaşmak imkansızdır. Buhari, Müslim, Tirmizi, Muvatta, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Sünenler, Mü'cemler, tefsir külliyatlarını, fıkıh kitaplarını, Said Nursi'nin Risâle'i Nur Külliyâtını, Celaleddin-i Rumi'nin Mesnevisini, Erzurumlu İbrahim Hakkının Marifetnamesini, Mezhep imamlarının ictihatlarını, binlerce tarikat bataklığını, cemaatlerin okul ve yurtlarını, yalan iftira satan binlerce kütüphaneyi, televizyon, radyo, gazete, dergi, medrese, dergah sapkınlığını aşarak Kur'an'a nasıl ulaşacağız?İngiliz kuruluşu tarikatların girmediği bir mahalle ve bir hane kalmamış gibidir.Merkezi idarenin ve mahalli yönetimin maddi ve manevi desteğini sağlayan rivayetçi hurafeciler, muhafazakar televizyon kanalları, cemaat ve tarikatların radyo ve gazeteleri, karış karış, adım adım her yeri işgal eden evliya ve ilahların şirk dininin mensubu ekran vaizlerini, dört bakanlık bütçeye ve yüz elli bin imama sahip olan ve sürekli hurafe üreten Diyanet İşleri Başkanlığını ve daha sayamadığımız bir sürü fırka ve tekkeyi aşıp Kur'an'ın cennet iklimine ulaşmak son derece zor görünmektedir.Şia ve Ehl-i Sünnet'in bütün âlimleri Kur'an'ın anlaşılmaması için icma etmiş durumdalar. Şiilik ve Sünniliğin çoğunlukta olduğu ülkelerde "sadece Kur'an" diyenler, anında sapkın damgasını yemektedirler. Kur'an ehli muvahhidler, elmas misali kendi ailelerinde bile azınlığa mahkumdurlar.Halbuki Allah'ın insanlık fıtratına yerleştirdiği inanç ve evrensel ahlak tevhid akidesidir. İnsanlık tarihinde nasıl oldu da, evliya ve ilahların şirk dini her zaman ve zeminde İslam'a karşı baskın olmayı başarmıştır. Atalar dininden sonra bunun en önemli sebebi, insanların çoğunluğunun akıllarını kullanmayıp dünya refahına, şehevi arzulara aşırı derecede düşkün olmalarından kaynaklanmaktadır. Muvahhidler onurlu insanlardır, Allah'tan başkasına eğilmez, bükülmez, el öpmez, tevhid dini; fakir, miskin ve garibandan yana, evliya ve ilahların şirk dini ise, sultan, kral, padişah, halife, güç ve devletten yanadır. Bundan dolayı Kur'an, sık sık dünya hayatının geçiciliğini, âhiret'in sonsuz nimetlerini dikkatimize sunar. "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir. Allah kuluna yetmez mi? O ne güzel veli, ne güzel yardımcıdır. Veli ve yardımcı olarak Allah yeter"Evliya ve ilahların şirk dininin mensupları olan müşrikler ile muvahhidler arasındaki farklardan bir tanesi de, şirk ehli, mezhep imamının ictihadına, muhaddisin hadisine, âlimine, liderine, şeyhine, evliyasına, ilahına davet eder. Muvahhidler ise Allah'ın Elçileri gibi sadece Allah'a davet ederler. Giordano Bruno ne güzel söylemiş,"Allah, iradesini hakim kılmak için iyi insanları kullanır. Kötü insanlar da iradelerini hakim kılmak için Allah'ı kullanırlar") 23-) İman eden yani salih ameller işleyenler Rablerine gönülden boyun eğenlere gelince, işte onlar cennet ashâbıdır. Onlar orada devamlı kalırlar.24-) Bu iki zümrenin (müminlerle kâfirlerin) durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların misali hiç eşit olur mu? Hâla tezekkür etmiyor musunuz?
6 Şubat 2022 Pazar
RİSÂLE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR(2. YAZI ) Unutulmamalıdır ki, hak ve adalet, Allah'ın emri ve rızası bütün değerlerin üzerindedir.İslam dini : Kur'an, tevhid, güzel ahlak, ilim, akıl tefekkür ve sorgulama ile insanlığa rahmet ve saadet getirecektir.Bir dinde bunlar yoksa o din kaos, katliam, kargaşa, vahşet, cehalet, terör, ihtilaf ve perişanlığın kaynağı olacaktır.Dolayısıyla körü körüne bir takım kişileri savunmak gayretiyle İslam aklının ve ögretilerinin te'villerle yozlaştırılması yahud göz ardı edilmesi, batılın hakka karıştırılması, insanların aklıyla alay edilmesi doğru olmayan şeytani bir ahlaktır. "Hak ve adaletin ortaya konulması hususunda batıl olanın yanında saf tutmak mümine yakışmaz. Bir eserde yazılanlar doğru değilse, o zaman böyle batıl eserden, o mezhepten, kim olursa olsun o kişiden insanları sakındırmak Allah'ın en önemli emirleri arasında yer almaktadırlar.(Hud-116) Allah biliyor ki, hata edenin hatasını söylemekten maksadımız, yüce İslam dinini ve Allah'ın elçisini her türlü hurafe ve yalandan tenzih etmek, o saf ve temiz olan tevhid dinini zararlı inançlardan arındırmaktan başka bir şey değildir. Bu çalışmamızda sadece islam emanetini yerine getirmeye ve İbrahim (a.s) ın tevhid mirasına sahip çıkmaya çalışıyoruz.Biz insanların kusurlarını açığa çıkarma peşinde değil, hakkı ortaya koyma peşindeyiz.Yüce Allah'ın izniyle yüz adetlik seri yazılarımıza başlıyoruz. Said Nursi diyor ki,"Resulü Ekrem (a.s) iddia-i nübuvvet etmiş, Kur'an-ı azimuşşan gibi bir fermanı göstermiş ve Ehli tahkikin yanında bine kadar Mücizat-ı bahireyi (deniz kadar mücizeleri) göstermiştir.O Mücizat-ı, heyeti mecmuasıyla, davayı nübuvvetin vukuu kadar vücutları kat'idir.Kur'anı Hakim'in çok yerlerinde en muannid kafirlerden naklettigi sihir isnat etmeleri gösteriyor ki, o muannid kafirler dahi mucizatın vücutlarını ve vuku'larını inkar edemiyorlar""Yalnız kendilerini aldatmak veya etbalarını kandırmak için haşa sihir demişler""Evet Mücizat-ı Ahmediye'nin yüz tevatur kuvvetinde bir kat'iyyeti vardır"(Mektubat, Mücizatı Ahmediyesayfa, 91 )CEVAP :Said Nursi, müşriklerin Allah Resulü'ne neden sihirbaz dediklerini anlayamamıştır.Mekke müşrikleri Resulullah (a.s ) dan görmüş oldukları mucizelerden dolayı sihirbaz demiyorlardı.Kur'anı Mubin'in olağanüstü belâğat ve edebiyatı karşısında aciz duruma düşmeleri, ona karşı hiç bir cevap verememeleri,akrabalar arasındaki ilişkilere tesir ettiğinden dolayı Allah kelamını gözden düşürmek için, "Allah Resulü'ne sihirbaz, Kur'ana da sihir" diyorlardı.Sihirbaz iftirasına uğramayan Nebi ve Resül yoktur.Davanın olağanüstü yüce bir mertebeye sahip olmasından dolayı böyle diyorlardı.Ve özellikle bunu sık sık dile getiriyorlardı. İkincisi: Hiçbir Nebi insanlara "ben sizin için güvenilir bir Nebi'yim" dememiştir.Bütün Resüller kavimlerine, "Ben sizin için güvenilir bir Resulüm" demişlerdir.Resuller Allah tarafından kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler.Yani Nübüvvet ve Risalet iddiasında bulunmazlar.Üçüncüsü: Allah Resulü'nün Kur'an'dan başka hiçbir mucizesi yoktur. Said Nursi, Mücizât-ı Ahmediye'nin 95.Sayfasında diyor ki,"Evet, Muhaddisinin muhakkikininden, el hafız, tabir ettikleri zatlar, laakal, (en az) yüz bin hadisi hıfzına almış (ezberlemiş) binler muhakkik muhaddisler, hem elli sene sabah namazını işa(yatsı )abdestiyle kılan muttaki muhaddisler ve başta Buhari ve Müslim olarak kütübü sitte-i hadisiye (altı hadis kitabı) sahipleri olan ilmi hadis dâhileri, allameleri tashih ve kabul ettikleri haberi vahid, tevatür katiyetinden geri kalmaz " 1-) Said Nursi'nin bu pasajda dile getirdikleri şeylerin hepsi yalan ve uydurma haberlerdir.Binler muhakkik muhaddis her biri nasıl olur da yüz bin hadisi ezberler, onları toplar, tasnif eder, yazar ve rivayet edebilir.2-) Allah Resulü'nün 13 yıl Mekke hayatını çıkaracak olursak ki , Mekke'de sadece Kur'an'ı tebliğ etmiştir.Mekke hayatında hadisten söz dahi edilemez.3-) Medine'de ise bir sürü savaş, gazve, seriyye, Mekke'nin fethi, aile hayatı, Müslümanların sorunları, münafıkların fitneleri, gelen ve gönderilen elçilerin karşılanması, inen vahyin sık sık insanlara okunması, Bedir, Uhud, Hendek, Huneyn savaşları, Beni Nadir, Kurayza, Kaynuka, Hayber Yahudileriyle yapılan gazveler, anlaşmalar, Tebuk, Beni Mustalik seriyyeleri ve bir çok meşgale arasında nasıl olur da Resülüllah'ın dilinden yüz binlerce hadis çıkabilir.Allah Resulü'nün görevi sadece Kur'anı tebliğ etmektir.4-) Bir insan "elli yıl sabah namazını yatsı abdestiyle nasıl kılar"Said Nursi bu akıl almaz ve mantık kabul etmez uydurmaya inanıyor ki onu da eserine almıştır.Halbuki böyle bir şeyi ne din, ne tıb, ne ilim, ne akıl kabul eder.Abartısız söylüyorum, Said Nursi Kur'an'a aykırı, akıl ve mantığın kabul etmeyeceği binlerce rivayetle eserini doldurmuştur.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(130. YAZI)Yunus Süresi 91-) (Ey Firavun!) Şimdi mi (iman ettin)! Halbuki sen daha önce isyan etmiş yani ifsad edicilerden olmuştun.92-) (Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olması için, bugün seni bedeninle kurtaracağız. Hiç şüphesiz ki insanlardan bir çoğu âyetlerimizden gafildirler.93-) Andolsun biz İsrailoğullarını güzel bir yurda yerleştirdik yani temiz nimetlerden onları rızıklandırdık. Kendilerine ilim gelinceye kadar ihtilâfa düşmediler. Şüphesiz ki Rabbin, ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkında, kiyamet günü aralarında hükmünü verecektir.94-95) (Ey Nebi!) Eğer sana indirdiğimizden kuşkuda isen, senden önce kitab'ı okuyanlara sor. Andolsun ki, Rabbinden sana hak gelmiştir. Sakın şüphecilerden olma! Yani Allah'ın âyetlerini yalanlayanlardan olma, sonra husranda kalanlardan olursun.96-97) Gerçekten haklarında Rabbinin sözü (hükmü) sabit olanlar, iman etmezler yani kendilerine (istedikleri) bütün âyetler gelmiş olsa bile, elem verici azabı görünceye kadar iman etmeyeceklerdir.98-) Yunus'un kavmi müstesna, (halkını yok ettiğimiz ülkelerden) herhangi bir ülke halkı, keşke (kendilerine azap gelmeden) iman etseydi, bu imanları kendilerine fayda verecekti! Yunus'un kavmi iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık yani onları bir süre daha dünya metaından yararlandırdık.99-) (Ey Nebi!) Eğer Rabbin dileseydi,(iradelerine ipotek koysaydı, zorla yönlendirseydi) yerdekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, mümin olmaları için insanları zorlayacak mısın?(Yani yüce Allah, elinde kudret olduğu halde iman etmeleri için insanları zorlamaz iken, senin böyle bir şey yapman olacak şey değildir.) 100-) Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanların üzerine pislik bırakır. (Âyette bulunan "izin" yasa demektir. Yani iman ve küfrün yasası yani son vahiy'le birlikte gönderilen emir ve yasaklar. 108. âyet buna açıklık getirecek.) 101-) De ki: "Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın!)" Fakat inanmayan bir kavme âyetler yani uyarılar fayda sağlamaz.102-) Onlar, kendilerinden önce gelip geçmiş kavimlerin (acıklı) günlerinin benzerlerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: Haydi bekleyin! Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.103-) Sonra biz, Resüllerimizi yani iman edenleri kurtarırız. Aynı şekilde müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir haktır.104-105-106) De ki: "Ey insanlar! Benim dinimden şüphe içerindeyseniz, (bilin ki) ben Allah'ın dununda (yanında- ötesinde-berisinde) ibadet ettiklerinize ibadet edecek değilim, fakat ancak sizi vefat ettirecek olan Allah'a ibadet ederim. Bana müminlerden olmam emrolundu."Yani (bana) hanîf (Allah'ın birliğini tanıyan saf müslüman) olarak yüzünü dine çevir yani sakın müşriklerden olma, diye (emredildi).Yani Allah'ı bırakıp da sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere dua etme. Eğer bunu yaparsan (Ey Nebi!) o takdirde sen mutlaka zalimlerden olursun.(diye de emredildi.) 107-) Yani Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O'nun faziletini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dileyene eriştirir yani O Ğafur'dur, Rahim'dir. 108-) De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak (Kur'an) gelmiştir. Artık kim hidayete gelirse, ancak kendi nefsini hidayet edecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim. (Sadece tebliğ etmekle memurum).(Âyette bulunan"...Size Rabbinizden hak gelmiştir, Artık kim hidayete gelirse, ancak kendi nefsini hidayet edecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır..." bölümü, hidayet ve sapkınlığın tamamen vahyi tek kaynak kabul edip etmemekle ilgili olduğunu göstermektedir. Yani yüce Allah, vahiy'den bağımsız olarak topluma asla mudahale etmez.) 109-)(Ey Nebi!) Sen, sana vahyedilene tâbi ol yani Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır.(Yunus Süresi Sonu)
5 Şubat 2022 Cumartesi
RİSÂLE-İ NURDA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR.(1.YAZI)Bu yazılarımızda amacımız Said Nursi ve Risâlelerinin iç yüzünü en açık bir şekilde ortaya koymak olacaktır.Said Nursi ve Risâle-i Nur Külliyatı talebelerince kutsal olarak kabul edilmiş, Kur'an cahili ümmi halka da böyle lanse edilmiştir.Kur'an cahili Nurcular için Said Nursi'nin kutsallaştırılması pek de zor olmamıştır.Çünkü insanların çoğu okumayı ve araştırmayı sevmez. İşte bu nedenle Said Nursi ne diyor?Bu dedikleri Allah'ın kitabına uygun mu ?Ya da sünnetullahla uyumlu mu diye bir araştırma yapmadan Said Nursi "Bediuzzaman" "zamanın eşsiz âlimi" ilan edilmiştir.Ümmi insanlar tarafından âlim olarak bilinen bir kişinin reklamı yapıldığında, artık o kişiye taraftarlarınca bir tür dokunulmazlık zırhı giydirilir ve o kişiyi eleştirenler sapıklıkla ve iftiracılıkla suçlanır.Kur'an buna "ahbarlarını ve ruhbanlarını Allah'ın yanında, berisinde rabler edindiler" der.Yani din atalarının kendilerine yalan söylediğine ve kendilerini aldattıklarını hiçbir zaman kabul etmezler. Hatta Said Nursi ve benzerlerine söz söyletmeyenler arasında kendini tevhid'e nispet eden kişiler de mevcuttur.Aslında bu açık bir cehalet ve büyük bir hastalıktır.Sadece çok reklamı yapıldığından dolayı Said Nursi ve benzerleri insanların bilinçaltlarında dokunulmaz bir mâsum olarak yer etmiştir.Halbuki İslam dışı inanç ve fikirler kimden gelirse gelsin onlara karşı İbrahim (a.s) gibi şiddetle karşı konulmalıdır.Bunlara bile bile karşı koymayanlar hanif dinin darbe almasına sebep olurlar.Sonuçta İslam dininin kutsalları bellidir.Bir adam düşünün ki, son Nebi'den ve Nübüvvet'e bağlı son Resul'den yani İslam dininin tamamlanmasından sonra (Mâide-3; En'am-115 ) ortaya çıksın ve aşağıdaki âyete rağmen bana Allah tarafından bir kitap yazdırıldı deyip hem kendini hem de kitabını kutsallaştırmaya kalksın."Elleriyle bir kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü onlara veyl olsun! Ve kazandıklarından ötürü onlara yuh olsun! (Bakara- 79)Şimdi böyle bir adam hakkında düşünceniz ne olurdu ? İşte Said Nursi eliyle yazdığı kitab-ı Allah'a nisbet edip bunu kendi iradesiyle değil de, Allah tarafından kendisine yazdırıldığını, Risâlelerinden ve kendisinden Kur'an'da övgüyle söz edildiğini, Allah Resulü'nün amcasının oğlu Ali başta olmak üzere asırlar önce yaşayıp geçmiş olan Abdulkadir Geylani gibi şahsiyetlerin Risâle-i Nur'u övdüğünü ve ondan haber verdiğinin iddiasındadır. Bu Kur'an'a aykırı ve akıldışı iddialar Said Nursi'nin Risâlelerinde bir çok yerde mevcuttur.Allah'ın izniyle bu yazılarımızda bunları işleyeceğiz.Aslında her şey gelip Kur'an'ın bilinmesine dayanıyor.Kur'an bilinirse şirk ve iftira, yalan ve uydurmalar bilinir. Fakat Kur'an'ın ilim ve hikmetinden uzak kalınırsa her cehalet normal hâle gelir. İşte Nurcular cahil oldukları için Kur'an'a, ilme ve bilimsel verilere yani sünnetullaha aykırı olan ayrıca itikadi bakımdan insanın inancını zedeleyen yani sapmasına sebep olan ve onu cehenneme atan bir kitabı sorgulamadan kayıtsız şartsız kabul eder Evet her şeyi Kur'an'ın bilinmesine gelip dayanıyor. Kur'an bilinirse her şey kolaylaşır, Kur'an bilinmezse her türlü akılsızlık ve ahmaklığın yolu açılmış olur.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(129.YAZI) Yunus Süresi 64-) Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, azim bir başarıdır.(Ey Nebi!) Onların sözleri seni mahzun etmesin. Çünkü bütün izzet Allah’ındır. O, işitendir, bilendir. 66-) Dikkat edin! göklerde kim var ve yerde kim varsa hepsi Allah’ındır yani Allah’tan başka (onun yöresinde-yanında-ötesinde) şeriklere dâvet edenler gerçekte neye tâbi olduklarının farkında değiller. Doğrusu onlar, zandan başka bir şeye tâbi olmuyorlar yani onlar sadece saçmalıyorlar. (Âyette, rivayetlere, ictihadlara, mezheplere, cemaat ve tarikatlara davet edenlerin müşrik oldukları vurgulanıyor. Göklerde ve yerde olanlar yüce Allah'ın olunca, din de ondan başkasının olamaz. Yani her şey Allah'ındır. Dolayısıyla zanni bilgilerden vazgeçip vahye teslim olun.) 67-) O (Allah), sizin için onda sükün (huzur- sekinet) bulasanız diye geceyi dinlenme kilan, (çalışıp kazanmanız için de) gündüzü görünür (aydınlık) kılandır. Şüphesiz bunda (söz) dinleyen bir kavim için âyetler vardır. 68-)(Müşrikler:) "Allah çocuk edindi" dediler. O'nu tenzih ederim. O bundan müstağnidir.(O’nun böyle şeylere ihtiyacı yoktur.) Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Bu hususta yanınızda herhangi bir sultan (delil) yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? 69-) De ki: Allah hakkında yalan yere iftira edenler asla kurtuluşa eremezler. 70-) Dünyada bir miktar metâ (geçimlik elde ederler) sonra dönüşleri bizedir; sonra da kâfir oldukları için onlara şiddetli azabı tattırırız. (İnsanın emek ve çabası neticesinde kazandıklarına Kur'an "metâ" (dünya geçimliği) adı verirken, yüce Allah'ın rahmet ve kereminden verdiklerine "nimet" adı verilmiştir. Yani metâ, dünyaya izafe edilirken, nimet, Allah'a izafe edilmiştir.) Nimet ile metâ arasında şöyle bir fark vardır. Nimet, maddi- manevi değerleri hatta dünya hayatı ve âhireti de içine alan çok geniş ve ebedi bir kavram iken, metâ, sadece dünya hayatında az bir geçimlik ve geçici bir yararlandırma anlamına gelmektedir.) 71-) Onlara Nuh’un haberini oku: Hani o kavmine demişti ki: "Ey kavmim! Eğer benim (nübüvvet) makamım ve (Resül olarak) Allah’ın âyetlerini hatırlatmam size büyük (bir olay gibi ağır) geldiyse, ben Allah’a tevekkül ettim. Siz de planlarınızı (yapın) ve şeriklerinizi toplayın. Sonra işiniz başınıza dert olmasın. Bundan sonra (vereceğiniz) kararı bana hemen uygulayın, sakın beklemeyin. 72-) "Eğer yüz çeviriyorsanız, zaten ben sizden bir ücret istemedim. Benim ecrim Allah’tan başkasına ait değildir ve bana müslümanlardan olmam emrolundu." 73-) Yine de onu yalanladılar, biz de hem onu hem de onunla beraber gemide bulunanları kurtardık ve onları (yeryüzünde) halifeler kıldık; âyetlerimizi yalanlayanları da (denizde) boğduk. Bak ki uyarılanların (fakat iman etmeyenlerin) sonu nasıl oldu! (Âyette bulunan "onu yalanladılar" ve "âyetlerimizi yalanlayanları" ibareleri, Resül ile vahiy arasında bir farkın olmadığını gösteriyor. Resül, vahye eşit bir konuma sahiptir.) 74-) Sonra onun arkasından birçok Resülleri kendi kavimlerine gönderdik. Onlara beyyinât (apaçık âyetler) getirdiler. Fakat onlar daha önce yalanladıkları şeye iman edecek değillerdi. İşte haddi aşanların kalplerini biz böyle mühürleriz. 75-) Onlardan sonra Musa ve Harun'u âyetlerimizle Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik, fakat kibirlendiler yani onlar mücrim bir kavim idiler. 76-) Katımızdan onlara hak (vahiy) gelince: "Bu elbette apaçık bir sihirdir" dediler. 77-) Musa: "Size hak geldiğinde onun için (hep böyle) mi dersiniz? Bu bir sihir midir? Halbuki sihirbazlar iflâh olmazlar" dedi. 78-) Onlar dediler ki: Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (dinden) bizi döndüresin ve yerde büyüklük ikinizin olsun diye mi bize geldin? Halbuki biz ikinize de inanacak değiliz. 79-) Firavun dedi ki: Bütün alim sihirbazları bana getirin! 80-) Sihirbazlar gelince Musa onlara: Atacağınızı atın, dedi. 81-82) Onlar iplerini atınca, Musa dedi ki: "Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onu ibtal edecektir. Çünkü Allah müfsidlerin amellerini ıslah etmez.Yani suçluların hoşuna gitmese de Allah, sözleriyle hakkı tahakkuk ettirecektir. (Yukarıdaki âyette simgesel bir anlatım tarzı mevcuttur. Yani sihirbazlardan maksat uydurma şirk dininin âlimleridir ve ilmi bir munazara ve mucadele yapılmaktadır. Musa (a.s) onlarla indirilen vahiy ile mucadele etmektedir. Çünkü Resülün vahiy'den başka bir şeyle mucadele etmesi âyetlere aykırıdır. Yani Resüllerin görevi vahyi tebliğ etmektir. Zaten bir çok âyette Musa(a.s) ın âyetlerle, furkanla, kitapla Firavun'a gittiği söylenmektedir. Âyette"...Allah kelimeleriyle hakkı ortaya koyacağını..." (Yunus-82) haber veriyor. Ayrıca bu konuda şu iki âyet de önemlidir. "Musa dedi ki: Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir Resul'üm. Allah hakkında gerçek olandan başkasını söylememek benim üzerime bir borçtur" (Âraf-104, 105)Dolayısıyla sihirbaz âlimlerle mucadele dille ve delille yani ilim ve hikmetle olmuştur. Allah tarafından gönderilen bir Resül için bundan başka bir galibiyetin hiçbir önemi yoktur. Yani bu şekilde iplerle, yılanla, ejderhayla bir zafer hiç bir zaman onun davasının doğru ve onun haklı olduğunu göstermez. Sadece onun daha uzman ve daha tecrübeli olduğunu ortaya koyar.) 83-) Firavun ve kavminin kendilerini fitne etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka Musa’ya iman eden olmadı. Çünkü Firavun yerde ululuk taslayan (zalim-zorba) yani o müsriflerden biri idi. 84-) Musa dedi ki: Ey kavmim! Eğer Allah’a iman ettiyseniz ve O’na teslim olduysanız sadece O’na tevekkül ediniz. 85-86) Onlar da dediler ki: "Allah’a tevekkül ettik. Rabbimiz! Bizi o zalimler kavmi için bir fitne konusu kılma! Yani bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar!" 87-) Biz de Musa ve kardeşine: Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın ve evlerinizi kıble yani salât'ı ikâme edin yani müminleri (kurtuluş için) müjdele! diye vahyettik. 88-) Musa dedi ki: Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun ve ileri gelenlerine dünya hayatında zinet ve nice mallar verdin. Rabbimiz! (Onlara bu mülk ve saltanatı), insanları senin yolundan saptırsınlar diye mi (verdin)? Rabbimiz! Onların mallarını yok et, kalplerinin üzerini bağla. Çünkü elem verici azabı görmeden iman etmeyeceklerdir. 89-) Allah: İkinizin de duası kabul olunmuştur. O halde siz ikiniz istikâmet sahibi olunuz yani sakın o bilmezlerin yoluna tâbi olmayın! dedi. 90-) Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri ırkçılık ve düşmanlık üzere onları takip ettiler. Nihayet (denizde) boğulma onu idrak edince, (Firavun:) "Gerçekten, İsrailoğullarının iman ettiği, kendisinden başka ilah olmayan (Allah'a) ben de iman ettim. Ben de teslim olanlardanım!" dedi.
CEHENNEMİN MÜTFAĞINDA GEÇEN BİR HAYAT (3.YAZI)Siyasal Dincilere "Müritlerimizi kibrit kutusunun içinde, Allah'a göstermeden cennete götürüp yerleştiririz" diyen şeyhlere ses seda etmiyorsunuz. "Allah ete kemiğe büründü, Mahmut diye göründü" diyen tağut'a niye sessiz şeytan kesiliyorsunuz.Allah Resül'ünün aklına ve ahlakına yapılan en ağır hakaretlere kör ve sağır oluyorsunuz.Yüce Allah'ı tüvalet taşı ile konuşturan şeytanla ilgili tek kelime ağzınızdan çıkmıyor. Cemaat yurdunda gördüğü baskıdan dolayı intihar eden tıp öğrencisi umurunuzda değil. Medrese ve yurt adı altında çocuklara yapılan taciz ve tecavüzlere hiç bir tepkiniz olmuyor. En adi ahlaksızlıkları yapan tarikat şeyhlerine ve cemaat liderlerine tek bir kınamanızı duymuyoruz. Sadece cübbeli'nin Allah Resülünün aile mahremiyetine ve tevhid inancına yapmış olduğu hakaretleri yazılacak olursa geniş hacimli bir kitap meydana çıkar. Ama bir kadın sanatçı beş yıl önce yayınladığı bir şarkıda Adem ile Havva’ya "cahil" dedi diye ortalığı ayağa kaldırıyorsunuz. Elbette ki, yapmış olduğu şey bir cehaletin eseridir. Fakat Kur'an'da, Nebiler hakkında bundan daha ağır ifadeler kullanıldığını biliyoruz. (Hud- 46; Tâhâ-121)Sizin bu çifte standart karakterinizin ne kadar mide bulandırıcı, tşksindirici ve iğrenç olduğunun farkında mısınız? Neymiş efendim, dinimiz ayaklar altına alınmış.Sizin hak dinle, imanla, hanif islam'la, Kur'an'la ne ilginiz var. Sizin insanlıkla ve güzel ahlakla ne ilginiz var.Sizin diyanetinizin Kur'an'dan zerre kadar haberi var mı? Tarikatlar ve cemaatler dini değerlere en ağır hakaretleri yaparken nerede idiniz.Çocuk tacizi, tecavüz, tarikat içi sapkınlıklar ve ahlaksız ilişkiler, gençleri intihara sürükleyen baskılar, şirk ve hurafeler gırtlağa kadar gelip dayanmışken, siz neyin peşinde koşuyorsunuz? Bütün bu rezilliklerin uydurma dininizde hiç bir karşılığı yok mu ki, oralı olmuyor, sesiniz sedanız çıkmıyor.Ama bir gerilim, bir kamplaşma, bir çatışma ortamı yaratmak söz konusu olunca hemen bir şarkı sözünden saldırıya geçiyorsunuz.Sahi merak ediyoruz. Sizin "din" dediğiniz nedir? Kur'an'sız din nasıl bir şeydir. Sizin Kur'an'dan haberiniz var mı? Ulan mukallit rivayet ve mezhep tapıcıları, bir buçuk yıl sonra olacak seçimin sonuçlarını konuştuğunuzun binde biri kadar, Kur'an'ı, İbrahim (a.s) ı ve Muhammed (a.s) ın ahlakını, dini ve imanı konuşsanız, ölür müsünüz? ALIN SİZE DİNİNİZİN EN ÖNDE GELENLERİN İLİM ve AKIL SEVİYELERİ. Tembellik sebebiyle namazını kılmayan kişi fasık olup, böyle bir kişi hapsedilir ve namazı kılıp tevbe edinceye kadar vücudundan kan akacak şekilde dövülür. Ya tevbe edip namazını kılar yahut hapishanede ölür. Ramazan orucunu terk eden kimse de bunun gibidir. Bunların dayandıkları delil:Nebi (Aleyhisselam)'ın şu hadisidir."Müslüman bir kimsenin kanı ancak üç şey sebebiyle helal olur: Zina eden dul, cana karşı can, dinini terk edip cemaatten ayrılan kişi (mürted)"( Buhari-Müslim) Hanefiler buna şunu da ilave etmişlerdir. Namaz kılan kimsenin müslüman olduğuna ancak dört şart ile hüküm verilebilir:"Namazı vakti içinde kılmak, cemaatle kılmak, yahut vakti içinde ezan okumak, yahut bir secde âyeti okununca bunu duyduğu zaman tilavet secdesi etmek" (ed- Durrul Muhtar, 1,326, Merakil Felah, 6) HANEFİLER DIŞINDA KALAN DİĞER MEZHEP İMAMLARINA GÖRE,"Bir vakit de olsa, özürsüz olarak namazı terk eden kimse mürted de olduğu gibi, üç gün tevbeye çağırılır. Tevbe etmezse öldürülür"Maliki ve Şafiilere göre ceza olarak (hadden) öldürülür, kafir olduğu için öldürülmez. Yani bu kişinin kafir olduğu ile hüküm verilmez"( el kavaninul fıkhiyye, 42, Bidayetul müctehid, 1,87, eş-Şerhus Sağir, 1,238, Mugnil muhtac, 1,327, el muhazzeb, 1,51, keşşaful kına, 1,263, el Muğni, 2, 442)Hanbeli mezhebinin imamı Ahmet bin Hanbel şöyle demiştir. Namaz kılmayan kafir olduğu için öldürülür. Çünkü Nebi ( Aleyhisselam) Şöyle buyurmuştur. "Kişi ile küfür arasındaki fark namazı terk etmektir"(Buhari, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace. Dolayısıyla bu hadis namazı kılmayanın küfrü gerektiren hususlardan olduğuna delil teşkil etmektedir. Yukarıdaki hadisin bir benzeri de Büreyde hadisidir."Bizim ile sizin aranızdaki ahit namazdır. Namaz kılmayan kafir olur"(Bu hadisi beş hadis imamı Buhari, Müslim, Ebu Davut, İbni mace, Tirmizi ile ibni Hibban ve Hakim rivayet etmiştir) Bu hadis de namaz kılmayanın kâfir olduğuna delalet eder. İmamı Şevkani bu görüşü tercih ederek şöyle demiştir."Gerçek olan, namazı kılmayanın kafir olduğudur. Namaz kılmayan kafir olduğu için öldürülür"(İslam fıkhı ansiklopedisi, Prof. Dr. Vehbe Zuheyli, 1. Cilt, sayfa, 387, 388)CEVAP: Ehli Sünnet âlimleri bütün ictihatlarını hadislerin üzerine bina etmişlerdir. Halbuki Kur'an'a inanıp Allah'ın kitabına güvenmiş olsalardı dinde hiç bir zorlamanın olmadığını göreceklerdi."Dinde zorlama yoktur,,,"(Bakara, 256)(Ey Resul! ) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, iman etmeleri için insanları zorlayacak mısın?"(Yunus- 99) Bu konuda âyet çoktur. Allah'ın yaratmış olduğu bu sistemde en önemli haklardan bir tanesi hayat hakkıdır. Hayat hakkının korunması ile alakalı Kur'an'da birçok emirler vardır. Yani insanın hayat hakkına bazı durumlar dışında asla son verilemez. Mesela:"Haklı bir sebep(savaş, kısas, hata) olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı cana kıymayın"( İsra- 33 )Mesela:"Kim, bir cana ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın haksız yere bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur"(Maide-32) Mesela: "Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır"( Nisa- 93) Yani kesin bir hüküm olarak Kur'an'da yer almadığı halde, bununla alakalı Kur'an'da en ufak bir işaret ve ima dahi bulunmadığı açık olarak ortada iken, "Namaz kılmayan, zina eden evli ve dul, dinden dönen öldürülür" hükmü nasıl verilebilir? Hatta Kur'an'da bunun tam tersi hükümler var olduğu halde,Mesela: "...Sizden kim, dininden döner ve kafir olarak ölürse, onların yaptıkları ameller dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktir ve onlar orada devamlı kalırlar"( Bakara, 217)Yukarıdaki âyette dinden dönenlere Allah tarafından eceliyle ölünceye kadar hayat hakkı verildiği açık olarak görülüyor.
4 Şubat 2022 Cuma
SALÂT ve TESBİH (19.YAZI) Konu bağlamında tesbih âyetlerinde kuşların tesbihinden, göklerin ve yerin tesbihine, sabah akşam tesbihten, gecenin üçte birine, tevekkülden sabıra, şükürden ve duadan niyaza, hamd ile tesbihten, sesini alçaltmaya, secdeden rükûya kadar birçok bahis vardır. Şimdi tesbih konulu âyetleri sırasıyla inceleyelim. "Onlar ayakta iken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah'ı zikrederler yani göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. Derler ki: Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.(Âli İmran-191) Sübhan kelimesinin de geçtiği bu âyetteki tesbihin içinde sürekliliğin yanında “düşünmek, yüceltmek ve dua” da vardır. "Kur'an okunduğu zaman, hemen ona kulak verin yani susun. Umulur ki (Allah'ın) rahmetine nail olursunuz" (Âraf-204) "Rabbini, kendi nefsinde tedarruan (alçala-alçala-boyun bükerek) yani ürpertiyle yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret yani gafillerden olma"(Âraf-205) "Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O'na ibadet etmekten kibirlenmezler yani O'nu tesbih ederler yani yalnız O'na secde ederler"(Âraf-206) Daha önce secde yönüyle okuduğumuz âyetin bu kez tesbih tarafına yoğunlaştığımızda bu tesbihin günlük hayat içinde yüce Allah’ın gerçekleri çerçevesinde onu hatırlayarak yaşanması gibi bir anlam öne çıkıyor. Tesbih Allah’ı farkındalıkla anma, vahyini çözümleme ve gerçekler üzerinde aydınlanma demektir. Eğer tesbih olmazsa uydurma din bizi içine çektikçe çeker. Tesbih refleks haline gelirse her zaman karşılaştığımız inanç ve fkirleri doğru anlamada bize farkındalık verir. Kısacası yüce Allah'ın mesajını hayata tatbik ederek salât'ı hayata da yansıtmış oluruz. İşte bu, günün içindeki tesbihtir. "Gündüzün iki tarafında ve gecenin zülüflerinde salât'ı ikame et. Şüphesiz güzellikler, kötülükleri giderir. İşte bu, zikredenler için bir zikirdir"(Hud-114) Gecenin zülüflerini daha önce gündüzün iki tarafındaki alacakaranlıkların açıklaması gibi düşünmüştük. Ancak biraz daha inceleyince burada üç vakitten bahsedildiğini ve üçüncüsünün de ayrıca üçe ayrıldığını; Müzzemmil- 20, İsra-79 ve Taha- 110 gibi, hepsi Mekke'de inen ve Nebi'ya özel olan bu okumaların gecenin üçe bölündüğü şeklinde açıklandığı âyetlerle Hud 114’ün link oluşturduğunu netleştirdiğimizde fark ettik. Yani gecenin zülüfleri gecenin üç parçaya bölünmesiyle ilgili bir ifade olarak görünüyor. Neticede buradaki vakitler; sabah alacakaranlığı, akşam alacakaranlığı ve üçe bölünmüş olan gecenin bir ya da iki kısmı. Peki, bu vakitlerde ne yapılması öğütleniyor? Yine aynı âyetlerden yola çıkarsak bu vakitlerde yapılan şeyin okuma, düşünme, yoğunlaşma ve vahyi çözümleme içerdiğini görüyoruz. Çözümleme işi sadece okuma ve tefekkür üzerinden değil, aynı zamanda güncel meselelerle de ilgili olabiliyor. Bunu da Nebi'yi yurdundan çıkarmak isteyenlerin İsra- 79’dan önce açıklandığı âyetten sonra konunun gündeme gelmesi gözler önüne seriyor. Yine Müzzemmil yirminci âyetten anladığımıza göre iman edenlerin bir kısmı Nebi'ye uyarak Kur'an'ı okumaya beraber kalkmak istiyorlar veya onun gibi evlerinde kendi kendilerine okuma yapıyorlar. Her iki anlam da makul görünüyor. Ama birlikte yapmak için bir talimat görünmüyor. Bu vakitlerde yapılan okuma ve tesbih bireyseldir. Vakit bildirilmesinin nedeni fikrimizce “hep bu saatlerde yapacaksın” demek için değil, bu vakitlerin bulundukları toplumsal hayatın şartlarında tesbih çözümlemesine uygun zaman dilimleri olmasıyla ilgili olduğundan kaynaklanıyor. Neticede onların çoğu gece mesaisi yaptıkları bir fabrikada ya da nöbete kaldıkları bir devlet kurumunda çalışmıyorlardı. Herkesin durumuna göre şartları farklı olabiliyordu. "(Ey Nebi!) Andolsun onların söyledikleri şeylerden dolayı senin göğsünün daraldığını biliyoruz. Sen Rabbini hamd ile tesbih et yani secde edenlerden ol yani yakîn sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et"(Hicr-97,98) Bu âyet tesbihin psikolojik boyutuna vurgu yapıyor. Demek ki tesbih etmenin üzüntüyü yok edip umudu yeşerten bir yönü vardır. Aslında Kur'an'da var olan, iman, islam, ibadet, ihlas, secde, rukü, birr, sabır, kıyam, salât, tesbih, zikir, şükür, hamd, furkan, takva, ihsan (güzel ahlak) gibi kavramlar, sürekli olarak insanın hayatında var olan, her an karşılaşabileceği, ondan hiç bir zaman ayrılmayan, sosyal hayatının bir parçası konumundadırlar. Yani bunların hiç birinin yeri ve zamanı yoktur. Ancak cuma salât'ı müstesnâdır. Dolayısıyla gece gündüz, yirmi dört saat, hayat boyunca bireysel olsun, ailevi, sosyal ve ictimâi hayat olsun din daima insanın zihni ile beraber yaşayan bir olgudur. "Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol yani güneşin doğuşundan ve batışından önce ve gecenin bir vaktinde Rabbini hamd ile tesbih et yani gündüzün taraflarında tesbihte bulun. Umulur ki (ilâhi) rızaya ulaşır (sende râzı olursun)" (Tâhâ-130) Yukarıda sözünü ettiğimiz yine Mekke'de nazil olan ve Nebi'ye özel olan Hud 114’ü açıklayan ve tam bir uyum içinde bir âyet olarak görünüyor. "Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur. O'nun indinde bulunanlar, O'na kulluk etmekte kibirli olmazlar ve yorgunluk duymazlar. Gece ve gündüz hiç durmaksızın tesbih ederler"(Enbiya-19,20) Sürekli olarak anma ve hayata yansıtma açısından tesbihin sürekliliğini ifade eden âyetlerdir. "Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur; her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler"(Enbiya-33) "Ne güneşin aya yetişir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler"(Yasin-40) "Yüzdükçe yüzerek gidenlere"(Nâziat-3) Bu âyetleri almamızın sebebi, içinde geçen ve tesbihle aynı kökten olan kelimedir. Gök cisimlerinin yörüngelerinde yüzmesini de tesbihin manidar bir tanımı olarak gösteriliyor. Yani tesbih, göklerde ve yerde olan herşeyin yüce Allah'ın kendisine yüklemiş olduğu görevi aşmadan, eksiksiz olarak yerine getirmesi anlamına gelmektedir. Biz de bize bildirilen hayat yörüngesinde, yüce Allah ile salât dediğimiz bağlantıyı ayakta tutarak devam etmeliyiz. "Biz bunu (hükmü) Süleyman’a kavrattık, her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile birlikte tesbih etsinler diye, dağları ve kuşları boyun eğdirdik. Bunları yapan biz idik"(Enbiya-79) "Sen onların söylediklerine karşı sabret ve bizim güç sahibi kulumuz Davud'u hatırla; çünkü o, (her tutum ve davranışında Allah'a) yönelen biriydi. Doğrusu biz dağlara boyun eğdirdik, akşam ve sabah kendisiyle birlikte (Allah'ı) tesbih ederlerdi. Ve toplanıp gelen kuşları da. Hepsi onunla yönelip-sığınmakta olanlar idi. Yani onun mülkünü güçlendirmiş, ona hikmet ve açık konuşma vermiştik" (Sâd-17, 18, 19, 20)Burada yine tesbihin yukarıda belirttiğimiz gibi esasen tek başına yapıldığı ama birlikte de yapılabileceği mesajını alıyoruz. İkinci bir hikmeti yine işin psikolojik yönü olarak görüyoruz. Belki de Davut hükümdar olmasına rağmen çoğunlukla kalabalıklar içinde tek başına idi. Yüce Allah'ın âyetlerine bakarak onlarla düşünüyor, onlar üzerinden kavrıyor ve rahatlıyordu. Şimdi topluca ya da gruplar halinde yapılan ve adına “salât” dediğimiz tesbihin netleştiği âyetler var sırada.Dikkat edilirse bütün bu âyetler, Mekke'de inen sürelerde (Hud-114; Tâhâ-130-İsra-78, 79; Kaf-39,40) bulunan ve müşriklerin psikolojik eziyet ve işkencelerine karşı Nebi (a.s) ın dayanma gücünü arttıran âyetler olduğunu görüyoruz. Ehl-i Sünnet Kur'an'ı parçaladıkları için bu salât âyetleri ile birlikte tesbih âyetlerini bile namaz vakitleri olarak yorumlamışlardır. Yine bu din adamları anlamlarını bilmediklerinden dolayı salât ve tesbihi birbirinin içine karıştırmışlardır. İkinci bir sebep, tesbih ve salât'ın içeriğinin birbirine benzer olmasındandır. (o nur) Allah'ın, onların yükseltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir yani onların içinde sabah akşam O'nu tesbih ederler"(Nur-36) Toplu halde yapılan tesbihlere katılanların kendi evlerindeki tesbihin devamlılığı gösteriliyor bu âyette. Cuma süresinde geçenlere benzer ifadelerin hemen hemen aynısının, bu âyetten hemen sonra gelen aşağıdaki âyette de göründüğünü ve salâtı ikame bağlamında açıklandığını hemen fark edeceksiniz. (Öyle) adamlar ki; ne ticaret yani ne alış-veriş onları Allah'ın zikrinden yani salât'ı ikame etmekten yani zekât'a (arınmaya) gelmekten alıkoymayan kimselerdir. Onlar kalplerin ve basiretlerin altüst olacağı günden korkarlar"(Nur-37 Ehl-i Sünnet âlimleri âyette “adamlar” geçtiği için muhtemelen “Cuma namazı kadınlara farz değil” demişlerdir.Halbuki Nur suresinin bu bölümünden önceki âyetlerde kadınların haklarına özgü olarak erkekleri kınayan bir konu bağlamı olduğu için burada rical (adam) kelimesi kullanılmıştır.Şimdi şu âyete bakalım. "Görmedin mi; göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar Allah'ı nasıl tesbih etmektedir. Hepsi kendi salât'ını ve tesbihini bilir. Ve Allah onların ne yaptığını bilmektedir" (Nur-41) Bu âyetten bir önceki âyette denizden, onun dalgalı karanlık katmanlarından söz ediliyordu. Çok önemli ve manidardır.Çünkü doğa üzerinden düşündürmüştür. Ondan bir öncesinde ise kâfirlerin çöldeki serap gibi olan amellerinin peşinde onu bir şey zannettikleri ama sonunda sadece Allah’ın azabını bulabilecekleri haber veriyordu. Batil imanlarıyla yapmış oldukları amellerle rahmet bulacaklarını hesaplarken, nasıl azabı bulduklarını anlatıyordu. O da doğanın üzerinden ders veriyordu. İşte kuşlarla ilgili bu âyet de tesbihi ve salât'ı tabiat üzerinden düşündüren ve ders veren, hikmetler çıkarılabilecek en önde gelen âyetlerden biridir. Kur'an’a bakarsanız göreceksiniz ki bu âyetlerden sonra da tabiat konusu hemen bitmez. Bulutların ve yağmurun işleyişinden, dağların, gece ile gündüzün oluşmasından ve sonra her canlının yaratılış serüveninden bahsedilerek devam eder gider. Kısacası doğadaki makul düzen ve yüce Allah ile olan bağlantıları ölçüsünde tesbih ve salât bu yolla açıklanmaktadır. Tekrar kuşlara dönelim. Toplu gruplar halinde uçan kuşlara şâhit olmuşsunuzdur. Bazıları V harfi biçiminde göç edenlerdir. İkinci grup ise adeta tek bir beyin tarafından yönetilircesine aynı anda aynı yöne dönen yani tek vucut gibi aynı hareketi yapan ve seyri hoş bir dans gösterisi sunup harika şekiller oluşturan kuşlardır.Her iki grubun önünde de sabit olmayan liderler vardır ve rüzgârdan faydalanarak en az enerjiyle en fazla faydayı sağlayarak uçar ve daha az yorulurlar. Yine de öndekiler en fazla güç sarf ederken yorulduklarında bu sefer hemen arkasındaki öne geçer ve bu döngü devam eder gider. Kısacası orada müthiş ve örnek alınası bir yardımlaşma, destekleşme ve dayanışma vardır. Tek başlarına uçamayacak kadar uzağa uçar ya da tek başlarına yapamayacakları kadar manevrayı, oluşturdukları hava akımı nedeniyle çok daha kolay ve daha az enerji harcayarak yaparlar. Alınacak ilk ibret budur: Dayanışma, destekleşme, yardımlaşma. Kuşlar geçmişten bu yana özgürlüğün sembolü olmuşlardır. Özgürce yaptıkları göçler gerektiğinde hicreti ve seferi ifade ederken, özgürce yaptıkları manevralar da özgün olarak hepsinin yaratılışı gereği bir arada çalışabileceğini gösterir. Aşağıya diğer insanlara ya da canlılara bakıp da onlar nasıl bir arada çalışıyor, neyi nasıl yapıyorlar diye dert etmez, içlerinden geldiği biçimde ve yaratılışlarında olana göre bir tesbih ve salât edişleri vardır. Yaptıkları taklit değildir. Birbirlerine özenmez, kıskanmaz ve üzerine düşeni güçleri ve yetenekleri ölçüsünde yaparlar. Alınacak ibret erdemli, özgür ve özgün olarak bir arada çalışmaktır. Kuşların diğer bir sembolik tarafı barışçı olmalarıdır. Orada o muhteşem gösteriyi ve dayanışmayı yaparken kimseyle kavga etmez, kimseye dokunmaz ve kimseyi rahatsız etmezler. Herkesi kendilerine hayran bırakırlar. Her birinin ayrı ayrı bir hayatı varken bir aradayken uyumlu taraflarını öne çıkarırlar. Bir diğer ibretse büyük güç olmalarıdır. Yırtıcı kuşlara ve canlılara tek başlarına iken kolayca av olacak kadar güçsüzdürler. Ama bir arada oldukları zaman yırtıcı bir kartal bile onların arasına girmekten korkacaktır. Uçmayı tek başına bile öğrenseler, uçmaya başladıktan sonra bir arada yaşaması gereken sosyal hayvanlardır. Doğru zamanda doğru yerde doğru işler yaptıktan sonra salâtları de elbette yüce Allah içindir. Ve Allah onların ne yaptığını bilmektedir.İşte salât'ı ikâmenin içindeki salât tam da budur. Kuşların salât ve tesbihlerinde büyük bir akıl, şuur, dinamizm, organize hareket ve eşsiz bir manevra kabiliyetinin olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda "hepsi salat ve tesbihatını bilmiştir" (Nur-41) cümlesi, "Salât ve tesbihatın canlı bir şuur, dinamik bir bilinç, açık bir zihin ve hikmetli bir ilimle ilgili olduğunu göstermektedir. Bunların hepsi sadece Kur'an'ın ilim ve hikmetiyle elde edilecek erdemlerdir. Kur'an olmadan asla. Çünkü bunların ne olduğunu bize Kur'an öğretmiştir. Öğretmeni Kur'an olmayanın, öğretmeni şeytandır. "Ölümsüz ve daima diri olan (Allah)a tevekkül et yani O'nu hamd ile tesbih et yani kullarının günahlarından O'nun haberdar olması yeter" (Furkan-58)Bu âyette bulunan tevekkül ve tesbih yine psikolojik bir destek ve yardım ile ilgilidir. Aşağıdaki âyetlerde ise nerede tesbih ettiğinin, yani mekânın çok da önemli olmadığı ve sadece zihnen de yapılabilecek bir şey olduğu açıklanır. "Derken onu balık yutmuştu yani o kınanmıştı. Eğer (Allah’ı) tesbih edenlerden olmasaydı, onun karnında dirilecekleri güne kadar kalacaktı "(Saffât-142,143,144) Tesbihin özgür içeriği içinde dua ve tevbe olabileceği de aşağıdaki âyetlerde mevcuttur. "(Ey Nebi!) Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın vaadi haktır yani Günahın için istiğfar et yani akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et"(Mü'min-55) Yukarıdaki âyetin başına "(Ey Nebi!) eklememizin sebebi şudur. Nebiler yüce Allah'a karşı hata ettikleri için günahlarından istiğfar etmeleri istenmiştir. Fakat görevi sadece vahyi tebliğ eden Resüller masumdur, onların hata etmeleri ve günah işlemeleri mümkün olmadığı için, onların istiğfar dilemeleri söz konusu değildir. İşte Nebi ve Resülün arasında bulunan farkları bilmek o kadar önemli ve hayati bir görevdir Salâtı ikame etme yani vahiy'le sürekli olarak bağlantıyı ayakta tutma kapsamında gerek tesbih, gerekse salât kavramları içinde sık sık karşılaştığımız “hûşû” diye bir kelime var. Bu da doğal süreç içinde oluşan bir duygusal etkilenmedir.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(128. YAZI)Yunus Süresi 61-) Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne zaman Kur’an’dan bir şey okusan ve siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman biz mutlaka üstünüzde şahidizdir yani ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz yani bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki apaçık kitapta (levh-i mahfuzda) bulunmasın. 62-63) Dikkat edin, Allah’ın evliyasına korku yoktur yani onlar üzülmeyecekler. Onlar, iman edip de takvâya ermiş olanlardır. "EVLİYA" Kur'an'a baktığımızda evliya kavramının iki boyutunun olduğunu görüyoruz. 1-) Genel anlamda evliya: Kim Allah'ın emir ve yasaklarını elinden geldiğince yerine getirir, Kur'an ehli saf bir muvahhid olur, güzel bir ahlaka sahip bulunursa, hiç şüphesiz bu kişi Allah'ın veli bir kuludur.Genel anlamda evliya vardır ve çoktur. Genel anlamda evliyaya delil olan âyetler. "Allah, iman edenlerin velisidir. (Allah'u veliyyüllezine émenu) onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlere gelince, onların velileri de tağuttur,(din adamları) onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler. İşte onlar ateş ashabıdır. Onlar orada devamlı kalırlar "(Bakara-257) "Bilesiniz ki, Allah'ın velilerine (Evliyâallâhi) korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Onlar, iman edip de takvaya ermiş olanlardır"(Yunus-62, 63)2-) Özel anlamda evliya: Özel anlamda evliya hem yoktur hemde büyük bir şirktir. Özel manada evliya olmadığına delil olan âyetler."Kafirler beni bırakıp da (veya benimle birlikte, benim yanımda) kullarımı evliya edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi kafirlere bir konak olarak hazırladık"(Kehf- 102) "Allah'tan başka evliya edinenleri Allah daima gözetlemektedir. Sen onlara vekil değilsin"(Şura-6) "Yoksa onlar Allah'tan başka evliya mı edindiler. Halbuki veli yalnız Allah'tır. O ölüleri diriltir, her şeye kâdirdir"(Şura- 9) "Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) tâbi olun. O'nu bırakıp da başka velilerin peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az düşünüyorsunuz"(Â'raf-3)"Çocuk edilmeyen, hakimiyette şeriki bulunmayan, âcizlikten münezzeh olduğu için bir veliye de ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun" de yani O'nu büyüklüğüne uygun olarak büyük tanı" (İsra-111)Yukarıdaki âyetlerde geçen "Allah'tan başka veliler-evliya edinmek" cümlesi "Allah'ın ile beraber, onun yanında, ötesinde, berisinde" manasını vermek daha doğrudur. Çünkü müşrikler Allah'ı inkâr etmezler, onun yanında onunla beraber evliya ve ilahlar edinirlerdi. Yani birisinin adını anarak, onun ismini sürekli kullanarak, onu Allah'ın veli bir kulu tayin etmek affedilmez bir günahtır.İnsanlık tarihindeki bütün müşriklerin inancı bu çeşit bir şirk idi. Ahirette Allah'ın affetmeyeceği tek ve en büyük günah şirktir. "Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa büsbütün sapıtmıştır"(Nisa-48, 116) Birisinin adını vererek onu Allah'ın veli bir kulu tayin etmek, Allah'a, onun ilmine ve dinine iftiradır. Çünkü kimin evliya olduğunu sadece Allah bilir. "...Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O (ALLAH) kötülükten sakınanı daha iyi bilir "(Necm-32) "Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanı en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O'dur" (Kalem- 7)Ümmi insanların "veli-evliya" olarak gördükleri bir kişi gerçekte Allah'ın katında zerre kadar bir değeri olmayabilir. Çünkü insanlar kitabı bilmezler, zanni bir bilgiye sahiptirler. Ben günümüzün Şii ve Sünni ümmi ve ilim adamlarına bakıyorum, neredeyse cahil ve sapkın olmayanı veli-evliya olarak kabul etmiyorlar.
3 Şubat 2022 Perşembe
CEHENNEMİN MUTFAĞINDA GEÇEN BİR HAYAT (2.YAZI) Kur'an'a baktığımızda yüce Allah'ın din eğitim ve öğretimini kendi üzerine aldığını görüyoruz.Dinden başka bütün bilim dalları ve eğitim sistemleri, Allah'ın verdiği akılla konunun uzmanları yapar. Fakat yüce Rabbimiz din eğitimini değil insanlara, Nebilere bile bırakmamıştır. Siz sakın tağutların ve şeytanların kaynaklarına bakmayın. Nebi (a.s) a vahiy iner, inen vahyi Resül olarak tebliğ eder. Yani ne Nebi'nin ne de Resül'ün dine bir kelime eklemeye yetkileri bulunmamaktadır.Çünkü din Allah'a özel kılınması gerekir. (Beyyine-5; Zümer-2, 3, 11, 12, 13)Yani çocuklara verilen eğitimin ne kadar önemli olduğunu anlamamız gerekiyor. Dolayısıyla ümmet olarak yüce Allah'ın Resül seçip vahiy göndermesinin sebebini araştırmamız gerekiyor. Kur'an'a uygun eğitim sistemini kavramamız şarttır. Çünkü din eğitimi o kadar önemlidir ki, din eğitimi o kadar objektif olması gerekir ki, bunu ancak yüce Allah'ın kitabına bırakırsak düzenli ve verimli olacaktır.Aksi takdirde mümkün değildir. Demek ki, din eğitimi yüce Allah'ın ele aldığı bir konu olması hasebiyle çok ciddi bir alanda konuşuyoruz. Nihayet insanın aklına, zihnine, gönlüne, hayatına, geleceğine hitap ediyoruz.Yani çocukların ve gençlerin hayatına yön veriyoruz. İnsanı bir şeye kul yapıyoruz.Dolayısıyla yüce Allah tüm Nebi'lere gönderdiği vahiy'lerde: Benden başka ilâh yoktur, o halde sadece bana kulluk edeceksiniz.(Tâhâ-14)Sakın benden başkasına kul olmayın. buyuruyor. (Hud-2)Nebi'lere gönderilen vahiy'lerde ilk ilke ve ilk emir bu oluyor.Meselenin ne kadar önemli ve ciddi olduğunu anlamamız şarttır. Yani insanlara dini eğitimin ne kadar hayati bir konu olduğunu ancak yüce Allah'ın göndermiş olduğu vahiy'den anlayabiliriz.Yüce Allah'ın sanatının, eğitiminin, Rablık sıfatının içinde olduğunun farkına varacağız. Onun için din eğitimini rastgele, gelişigüzel yapamayız.O zaman ne olacak?Dini eğitimi Allah'tan onay alması gerekiyor. Bizim yaptığımız din eğitimini, anlattığımız prensipleri, ilkeleri ve din ahlakını hangi prensiplere dayandırdığımıza dair Allah'ın onayı olması gerekir.Yüce Allah'ın onayı olması için de Kur'an'a gitmekten başka hiçbir yolumuz yoktur.Yüce Allah bizi Kur'an ile sorgulamaktadır ve Kur'an onaylıyorsa bizim eğitim sistemimizi Allah onaylıyor demektir.Şimdi ortada şu var.Şii ve Sünni din adamlarında büyük bir sorun var. Din eğitimlerinde Kur'an'ın anlaşılması üzerinde hiç durmuyorlar.Mesela: İlahiyat eğitiminde, Kur'an kursları eğitiminde Kur'an'ın ilmi diye bir şey yoktur. Oralarda böyle bir şey bilinmez. Yani şu anda bizim insanlara ahlak diye sunduğumuz prensipler Kur'an'dan gelmiyor. Kur'an'sız bir din ve Kur'an'sız bir ahlak anlayışı var. Bütün Kur'an meallerini bakın, bir tane "güzel ahlak" ibaresini bulamazsınız. Halbuki dinin en büyük tarafı hukuktur, eğitimidir, ahlaktır. Yani Kur'an dediğimiz zaman ne anlayacağız?Şimdi konumuza gelelim.Son vahyin tarihinde Şii ve Sünni din adamları, ümmileri Kur'an'dan engellemişlerdir. İnsanlar Kur'an'dan faydalanmadılar. Onun aydınlığına gitmediler.Halbuki yüce Allah ne buyuruyor."Apaçık kitab'a andolsun ki, aklınızı kullanmanız için biz onu Arapça (anlaşılır) bir Kur'an kıldık"(Zuhruf; 2, 3)"Elif. Lam. Ra. Bunlar apaçık kitab'ın âyetleridir. Aklınızı kullanmanız için onu biz Arapça (anlaşılır) bir Kur'an olarak indirdik"(Yusuf-1, 2)Ne buyuruyor? Biz Kur'an'ı Arapça bir kitap kıldı ki aklınızı kullanasınız diye. Şimdi burada gerçekten çok ciddi bir konu var. Yüce Allah, Kur'an'ı biz göndereceğiz, fakat aklınızı siz kullanacaksınız."lealle" bir amacı bildiriyor.Yani aklınızı kullanasınız diye Kur'an'ı Arapça (anlaşılır) bir kitap olarak gönderdik.Şimdi Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları ve eğitimcileri gençlerin akıllarına kelepçe vuruyorlar. Çocukların ve gençlerin akıl ve iradelerini kilitleyip tarihin karanlıklarına mahkum ediyorlar. Çocuklarımızı ve gençlerimizi cemaat ve tarikatların buz gibi duvarların arasında, yobaz kafaların esaretinde kaybediyoruz.Âyetlere baktığımızda yüce Allah'ın her insanı özgür yarattığını ve aklını kendisinin kullanmasını emretmektedir. Herkes aklını kendisi kullanacaktır. Ben sana aklını kullanmak için gerekli kural ve kaideleri gönderdim ama aklını sen kullanacaksın.Şimdi dinde olay şudur. Resüllerin en önemli görevi, insanların akıllarına vurulan zincirleri kırıp, üzerlerinde bulunan yükleri kaldırıp atmaktır. Demek ki eğitimin amacı aklı özgür bırakmaktır.Eğitim demek, aklın önünde bulunan bütün engelleri kaldırmaktır. Bir çocuğu cemaat ve tarikatların zindanına bırakırsan, o çocuğun aklına düşünme fırsatını, sorgulama nimetini vermez, belli dogmaların, statik düşüncelerin, dar kalıpların içerisine sokar da ona esaret zincirlerini vurursan o çocuk intihar edecektir. Şimdi Enes Kara'nın intihar etmesinin en önemli sebeplerinden bir tanesi budur. Kaldığı yer yurt falan değil, gençlerin akıl ve iradelerinin kemirildiği karanlık hücrelerdir. Belli bir adamın eserlerini okuyorlar yani çocuklara bunu zorunlu kılıyorlar. Muhafazakar yobaz kafalar bu inancı çocuklara ve gençlere din diye dayatıyorlar. Genç üniversitede tıp dersi alıyor, aynı zamanda gelecek bu yurtta da Risale-i Nur okuyacak, bunlar kendilerine kul yaratıyorlar.Çocukların ve gençlerin beyinlerine egemen olarak kendi kullarını oluşturuyorlar. Burası yurt değil, insan kaynaklarımızın yok edildiği merdiven altı bir şirk merkezidir. Bunlar çocukların akıl ve gönüllerini mahkum etmeye çalışıyorlar. Bunlar yüce Allah'a kul değil, muhafazakarın gözetiminde kendilerine mürit devşiriyorlar. Bunlar din eğitimi falan yapmıyorlar. Çocuklarımızı ve gençlerimizi sürü yapıyorlar Müslümanın iradesi var, zihni var, aklı var, gönlü var, duyguları var yani onları beşeri kaynaklara esir edemezsiniz. Onları sürü yapamazsınız çünkü onlar hayvan değiller. Çocukları ve gençleri birer hayvan sürüsü gibi görmek, onları hayvan muamelesi yapmak affedilir bir suç değildir.Olay şu: Biz Kur'an'ı bir kenara attık, mezhepleri öne çıkarttık onları birer din yaptık tarikatları ve cemaatleri öne çıkarttık, onları da birer din yaptık. Bu sefer yüce Allah'ın indirmiş olduğu hidayet ve rahmet kaynağı terkedilmiş bir vaziyette önemsiz kaldı. Adama soruyorsun, İmam-ı Azam böyle dedi, Şafi böyle dedi, Buhari, Müslim böyle rivayet etti.İtikatta mezhebin nedir? Maturidi diyor. Halbuki itikadda tek yol, yüce Allah'ın indirdiği vahiy'dir. Müslümanın iman ve itikadını bir beşer nasıl belirleyebilir?Dinlerini parçalayıp fırka fırka edip şialara ayrılanlar varya, (Ey Nebi!) Senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allaha kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(Enam- 159)Âyette geçen "leste minhum fi şey'in, inneme emruhum ilallâhi" cümlesi önemlidir. Yani, rivayet ve ictihadlarından, alim ulemalarından, efendi olarak gördükleri büyüklerinden, cemaat ve tarikatlarından, mezhep ve farkalarından vazgeçmedikleri sürece, ey Nebi! Sen bile onların işini çözemezsin, onların işini halledemezsin. Onların dinlerini parçalamaları çözümsüz bir problemdir. Ey Nebi! Sen bunlara bir çözüm getiremezsin" gerçeğini ortaya koymaktadır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(127.YAZI) Yunus Süresi 36-) Onların çoğu zandan başka bir şeye tâbi olmaz. Şüphesiz zan, haktan (vahiy'den) yana hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir. 37-) Bu Kur’an Allah'ın dununda (yanında-ötesinde-berisinde bulunanlar tarafından) iftira edilebilecek bir (kitap) değildir. Lâkin o kendinden öncekileri tasdik eden yani kitab’ı (daha önceki vahiy'leri) tasdik eden. Kendisinde şüphe olmayan, âlemlerin Rabbindendir. 38-) Yoksa, Onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler sâdık iseniz Allah’ın dununda (yanında- berisinde) gücünüzün yettiklerini dâvet edin de (hep beraber) onun misli (benzeri) bir sûre getirin. 39-) Bilakis, onlar ilmini ihata etmeden (ilmini araştırmadan) yani kendilerine te'vili gelmeden onu yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Şimdi bak, zalimlerin sonu nasıl oldu! (Kur'an'ın dininde ve dilinde "tekzib" (yalanlama) dil ile yapılan bir şey değildir. Rivayet, ictihad, mezhep, cemaat, tarikat, inanç, ahlak, karakter ve tavırla yalanlamadır. Yani ona gereken değeri vermemektir.) 40-) İçlerinden ona (Kur’an’a) iman eden de var, yine onlardan ona iman etmeyen de var. Rabbin müfsidleri en iyi bilendir. 41-)(Ey Resül!) onlar seni yalanlarlarsa de ki: "Benim amelim bana, sizin ameliniz de sizedir. Siz benim amelimden uzaksınız, ben de sizin amelinizden uzağım. 42-) Onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat sağırlara -üstelik akıllarını da kullanmıyorlarsa- sen mi duyuracaksın? 43-) Onlardan sana bakan da vardır. Fakat (hakka karşı) basiretleri kör olanları sen mi hidayete ileteceksin? 44-) Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, lakin insanlar kendi nefislerine zulmediyorlar. 45-) Ve Allah onları, sanki gündüzün bir saati kadar, aralarında tanışma müddeti kadar kaldıklarını zanneder vaziyette, yeniden diriltip toplayacağı gün, Allah’a kavuşmayı yalanlayanlar elbette husrana uğramışlardır yani onlar (vahyin) hidayetini tercih etmediler. 46-) Ve eğer onlara vâdettiğimiz (azabın) bir kısmını sana (dünyada iken) gösterirsek (ne âlâ); yok eğer (göstermeden) seni vefat ettirirsek (her halukarda) onların dönüşü bizedir. Sonra, Allah onların yapmakta olduklarına da şahittir. 47-) Ve her ümmetin bir Resül'ü vardır. Resülleri onlara geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir yani onlara asla zulmedilmez. 48-) Ve sâdık izeniz bu vaad ne zamandır? diyorlar. 49-) De ki: "Ben kendime bile Allah’ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahibim." Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler. (Kur'an'ın dilinde ümmet, vatandaşlık ve ulusal birlik destektir. Yani aynı zaman ve coğrafyada yaşayanlara Kur'an ümmet demektedir. Yani bir köyde, kasabada, ilçede, şehirde, aynı ülkede, aynı dünyada yaşayanlara Kur'an ümmet demektedir. İnsanlık tarihinde ister şirk isterse küfür olsun aynı inanca sahip olanlara Kur'an millet adını vermektedir.) 50-) De ki: (Ey müşrikler!) Ne dersiniz? Allah’ın azabı size geceleyin veya gündüzün gelirse (ne yaparsınız?). Suçlular ondan hangisini istemekte acele ediyorlar! 51-) Olacaklar olduktan sonra mı O’na iman edeceksiniz? Şimdi mi? Halbuki onu (azabın gelmesini) istemekte acele ediyordunuz? 52-) Sonra o (kendilerine) zulmedenlere, "Kalıcı azabı tadın!" denilecek. Kazanmakta olduğunuz amellerinizden başkasının karşılığını mı bulacaksınız? 53-) "O (azap) bir gerçek midir?" diye senden haber istiyorlar. De ki: Evet, Rabbime andolsun ki o şüphesiz haktır ve siz (Allah'ı) âciz bırakacak değilsiniz. 54-) O zaman zulmeden her nefis yerde olan her şeye sahip olsa (azaptan kurtulmak için) elbette onu fidye olarak verir.Ve azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını gizlerler. Aralarında adaletle hükmolunur ve onlara zulmedilmez. (Cehenneme girecek olanlar çeşitli sebeplerden dolayı olduğu için pişman olduğunu açıkça ortaya koyanlar olduğu gibi, gizlemeye çalışanlar da olacaktır.) 55-) Dikkat edin, göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. Yine dikkat edin, Allah’ın vâdi haktır, lâkin onların çoğu bilmezler.56-) O hem diriltir hem de öldürür ve yalnız O’na döndürüleceksiniz. 57-) Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt yani göğüslerde olana bir şifa yani müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir. (Kur'an sistemli bir kitaptır yani ilim üzerine inmiş hikmetli bir kitaptır. İsra 82 ve Fussilet 44.âyetlerde Kur'an'ın şifa olduğu haber verilmektedir. Ancak yukarıdaki âyette Kur'an'ın mutlak değil, yani her şeye şifa değil, "göğüslerde olana şifa" olduğu açıklanıyor ki, insanlar yanlış ve hatalı yollara tevessül etmesinler. Yoksa insanlar Kur'an'ı her türlü hastalığa okurlardı.) 58-) De ki: Ancak Allah’ın fazilet ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır. (Kıraat Farklılığı Âyette bulunan "huve hayrun mimmé yecmeun" "bu onların (dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır. Cümlesinde bulunan "yecmeun" (topladıklarından) kelimesi, bazı kıraat âlimleri tarafından "tecmeun" (topladığınız) olarak da okunmuştur. Bu okuyuşa göre âyetin meali şöyle oluyor. "Deki: Ancak Allah'ın fazilet ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu, sizin (dünya malı olarak) topladığınızdan daha hayırlıdır.) 59-) De ki: Allah’ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helâl, bir kısmını da haram kılmanıza ne dersiniz? De ki: Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz? 60-) Allah’a karşı yalan iftira edenler kıyamet günü (âkıbetleri) hakkındaki zanları nedir? Şüphesiz Allah insanlara karşı fazilet sahibidir. Lâkin onların çoğu şükretmezler.
2 Şubat 2022 Çarşamba
CEHENNEMİN MUTFAĞINDA GEÇEN BİR HAYAT (1.YAZI) Şia ve Ehl-i Sünnet'e bağlı cemaat ve tarikatlarda çocuk dört beş yaşlarında yani daha kendini bilmeden ne olup bittiğinin farkında olmadan, üzerinde anne ve babasının yoğun bir dini eğitim yaptırma, manevi eğitim tahsil ettirme hedefi ve arzusu oluşuyor. Aklı başına gelince de, kimi zaman babalık hakkını dayatarak, kimi zaman manevi baskı kurarak, kimi zaman beddua ile korkutarak, kimi zaman şöyle veya böyle şiddete başvurarak bu hedefini gerçekleştirmek için çocuklarını kendi mezhebinin ve cemaatinin öngördüğü iman neyse aynı kalıpta ve aynı standartta bir milim dışarı çıkmamak kaydıyla yetiştirmeyi kendilerine çok büyük bir dâvâ ve ulvi bir görev olarak görüyorlar. Bu toplumda dindar ve muhafazakar ana-babaların benimsediği bir yöntem ve tutumdur.Burada şöyle bir durum var.Anne-baba dünyaya getirdikleri çocuklarını kendilerinden bir organ gibi görüyorlar.Dolayısıyla onun özgür bir birey, başka bir insan, onun da kendileri gibi hayalleri, arzuları, emelleri, hedefleri olan kocaman mikro ölçekte bir dünya olduğunu düşünmüyorlar. Dünyaya getirdikleri için onu peşinden temellük ediyor. Onu bir mal ve mülk olarak görüyor. Ve mülkünün üzerinde de istedikleri gibi tasarruf edebileceklerine inanıyorlar.Bu inancın arka planında hakkı! ona öğretmek, yüce Allah'ın dinine! göre yetiştirmek gibi bir özgüven de mevcuttur. Çünkü sırtını tek hidayet olarak gördüğü inancına yaslıyor.İnancı ona diyor ki: "Bu hidayetten çocuğun da nasibini alsın!" Dolayısıyla yaptığı işin aynı zamanda büyük bir mükafatı da beraberinde getireceğini yani Allah'ın indinde sevap bulacağına inanıyor. Buradan baktığımızda son derece iyi niyetli ve samimi bir durum gibi görünüyor. Ancak İslâmi, ahlaki ve insani bir durum olarak hiç görünmüyor. Neden İslâmi ve insani bir durum olarak görünmüyor?Çünkü ana- babanın dünyaya getirdikleri çocukları onların malı ve mülkleri değildir. Anne-babanın çocukları üzerinde kuracakları manevi baskı, ancak şu olabilir. Kamusal ve toplumsal hayatta tüm insanlığın ortak değeri olarak görünen güzel ahlak, hayırseverlik, cömert ve erdemli olmaları konusunda onları yetiştirmektir. Yani hırsız, ahlaksız ve yüzsüz olmamaları, kul hakkına duyarlı olmaları, haram yememeleri, insanlara karşı kaygısız ve vurdumduymaz olmamaları konusunda manevi bir baskı kurabilirlerdi. Ancak anne-baba, dünya ve âhiretlerinin mamur olması gerektiği yolundaki iyi niyetlerinden hareketle çocuklarının tüm hayatına ipotek ve haciz koyma hakkına sahip değillerdir.Mesela: Çocuklarının meslek seçme hakkı onlara ait değildir. Siz ancak bir görüş, bir fikir ve bir kanaat ortaya koyarsınız. İstişâre yoluyla konuşarak, tartışarak kanaat ve görüşünüzü söyler, ikna yolunu denersiniz.Evladınız söylediklerinizi gerçekten benimser, bu benim için iyi bir gelecek olabilir diye ikna olursa, özgür iradesiyle gösterdiğiniz yola gidebilirdi. Ama siz kimi zaman manevi şantaj yolunu kullanarak, kimi zaman onun iâşe ve ibatesinden yani maddi imkanlardan mahrum ederek tehdidle, zorla istediğiniz hayat tarzını dayatır, bu yoldan gideceksin, ben ne istiyorsam öyle olacaksın, istediğim gibi hareket edeceksin diye çocuklarınızın üzerinde bir köle gibi çökmeye hakkınız yoktur. Fakat maalesef, Şia ve Ehl-i Sünnet cemaatlerinde yani dini alanda gözünü açmış bir çocuğun artık bundan sonra özgür olma hakkından söz edilemez.Şia ve Ehl-i Sünnet anlayışında özgürlük alanı son derece sınırlı tutulmuştur. Yahudi ve Hristiyan ruhbanlarında da özgürlük hakkı alabildiğine kısıtlandığı için bu dinden ve gelenekten beslenen anne baba da evlatlarına o alanı aynı şekilde sınırlı tuttular.Onların önlerine kendi inandıkları ve doğru olarak bildikleri yoldan başka bir yolu seçme özgürlüğünü bırakmadılar.Bunu da kendileri için çok kutsal bir dâvâ ve mukaddes bir vazife olarak yaptılar. Ama gençliğin hayatlarını söndürdüler, çocukların ve gençlerin yaşama sevincini yok ettiler. insanlığı cehennemin mutfağına mahkum ettiler. Özellikle sözleriyle, iddialarıyla ve yaşam pratikleriyle çelişki arz edince aynı zamanda o temsil ettikleri, dillerinden düşürmedikleri ibadetlere, dini değerlere ve sembollere karşı gençlikte büyük bir nefret, öfke ve tiksinti duygusunu biriktirdiler.
KURANI MÜBİNİN MEÂLİ(126.YAZI) Yunus Süresi 23-) Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar. Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir; (bununla)(sadece fâni) dünya hayatının metaını elde edersiniz; sonunda dönüşünüz yine bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz. 24-) Dünya hayatının misâli, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde karışıp birbirine girer. Nihayet yeryüzü zinetini takınıp yani (rengârenk) süslendiği yani sahipleri onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz (âfetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte tefekkür eden bir kavim için âyetlerimizi böyle tafsil ediyoruz. 25-) Allah kullarını selâmet yurduna dâvet ediyor yani O, dileyeni sırat'ı müstakime hidayet eder. 26-) Güzel davrananlara daha güzel karşılık yani bir de fazlası vardır yani onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ashâbıdır. Onlar orada devamlıdırdır. 27-) Kötülükleri kazananlara gelince, kötülüğün cezası misli iledir yani onları zillet kaplayacaktır. Onları Allah’a karşı koruyacak hiç kimse yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür. İşte onlar ateş ashâbıdır. Onlar orada devamlıdırlar. 28-) Ve onların hepsini biraraya toplayacağımız, sonra da Allah’a şirk koşanlara: «Siz ve şirk koştuğunuz ortaklarınız yerinizde bekleyin» diyeceğimiz gün artık onların (evliya ve ilahlarıyla) aralarını tamamen ayırmışızdır yani onların ortakları, (evliya ve ilahları) derler ki: "Siz, bize ibadet etmiyordunuz. 29-) Bu yüzden bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz ki biz sizin (bize) tapmanızdan tamamen habersizdik." 30-) Orada herkes geçmişte yaptıklarının ne olduğunu anlar yani artık onlar hak sahipleri olan Allah’a döndürülmüşlerdir yani uydurmakta oldukları şeyler (bâtıl ilâhları) da onları terkedip kaybolmuştur.31-)(Ey Nebi!) De ki: Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik (ve hakim) bulunuyor yani ölüden diriyi kim çıkarıyor ve diriden ölüyü kim çıkarıyor? Yani (her türlü) işi kim idare ediyor? "Allah" diyecekler. De ki: Öyle ise (O'na karşı gekmekten) korkmuyor musunuz? 32-) İşte O, sizin hak Rabbiniz olan Allah’tır. Artık haktan (ayrıldıktan) sonra sapkınlıktan başka bir şey kalır mı? O halde nasıl (sapkınlığa) döndürülüyorsunuz? (Yukarıdaki âyet din ve hüküm olarak vahiy'den başka bir kaynak olmayacağını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor.) 33-) İşte böylece Rabbinin fasıklar (yoldan çıkanlar) hakkındaki "Onlar iman etmezler" sözü gerçekleşmiş oldu. 34-)(Ey Nebi!) De ki: (Allah’a) şirk koştuklarınız arasında, yaratılışı başlatacak, arkasından onu tekrar ettirecek kimse var mı? De ki: Allah yaratılışı ilk defa başlatıp, onu tekrar ettirendir. O halde nasıl (haktan) döndürülüyorsunuz! 35-) De ki: şirk koştuklarınızdan hakka hidayet edecek olan var mı? De ki: "Hakka (yalnız) Allah hidayet eder." Öyle ise hakka hidayet eden mi tâbi olmaya daha hak sahibidir (daha lâyıktır;) yoksa (Allah tarafından) hidayet verilmedikçe kendi kendine hidayeti bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl (böyle yanlış) hükmediyorsunuz? (Yukarıdaki âyetin üzerinde biraz düşünüldüğünde Yahudilik, Hristiyanlık, Şiilik ve Sünniliğin ne kadar batıl ve şirk dinler oldukları hemen anlaşılır.) ŞİRKDinleri birbirinden ayıran tek şey tevhid, onları birbirine eşitleyen tek şey ise şirktir. Adı ne olursa olsun bir din yüzde yüz vahye yani Kur'an'a dayanmıyorsa o din şirktir. İçinde Allah'ın sözünden ve hükmünden başka tek bir söz, hüküm, helal, haram, farz olan din şirktir. Âhirette bağışlanmyacak tek günah şirk olduğu için başta"Allah'ın dostu, muvahhidlerin atası" İbrahim (aleyhisselam) olmak üzere bütün Allah elçileri "çocuklarına şirkten uzak kalmalarını tavsiye etmişlerdir"(Bakara-130/1136)Âhirette bağışlanmayacak tek günah şirk olduğu için Allah iman edenlere, şirk pisliğinden uzak kalarak huzuruna İslam çıkmalarını, tevhid dinine sahip çıkmalarını emretmektedir. (Âli İmran-102; Hac- 31)"Dini ayakta tutun yani onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a tavsiye ettiğini yani (Ey Nebi!) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu din müşriklere ağır gelir..."(Şura-13)"Ey Nebi! İşte bunlar Rabb'inin sana vahyettiği hikmetlerdir yani Allah ile beraber başka ilah edinme; sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın"(İsra-39)"Ey Nebi! Şüphesiz sana da senden önceki (Nebilere de) şöyle vahyedilmiştir ki: Andolsun Allah'a şirk koşarsan, amellerin mutlaka boşa gider yani husranda kalanlardan olursun"(Zümer-65)"Allah "İslam'dan" başka yani "Tevhid akidesi"nden başka hiçbir dini kabul etmeyecektir.(Âli İmran- 85) Bundan dolayı Yusuf (a.s) Allah'tan "Müslüman" (muvahhid) olarak vefat etmeyi istemiştir."...Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim dostumsun. Beni müslüman(muvahhid) olarak vefat ettir ve beni salihler arasına kat"(Yusuf- 101)Şirk büyük bir zulümdür."Lokman, oğluna öğüt vererek: Evladım! Allah'a şirk koşma! Doğrusu şirk büyük bir zulümdür, demişti"(Lokman-13) "Şirk büyük bir zulüm" olunca "tevhid büyük adalet" olacaktır. "Allah adaleti (tevhid'i) ayakta tutarak delilleriyle şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilah yoktur. Melekler ve ilim(tevhid) sahipleri de bunu İkrar etmişlerdir. Evet mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilah yoktur"(Âli İmran-18)
1 Şubat 2022 Salı
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(125.YAZI)Yunus Süresi 19-) İnsanlar bir tek ümmetti, sonradan ihtilâfa düştüler. Eğer (azabın ertelenmesi ile ilgili) Rabbinden bir söz (vahiy) geçmemiş olsaydı, ihtilâfa düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi (Derhal cezalandırma iner ve işleri bitirilirdi).20-) Ona Muhammed’e Rabbinden bir âyet (mucize) indirilmeli değil miydi? diyorlar. De ki: Gayb yalnız Allah’ındır. Bekleyin (bakalım) ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim. 21-) Kendilerine dokunan (kıtlık ve hastalık gibi) bir sıkıntıdan sonra insanlara bir rahmet (esenlik) tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında onların bir tuzağı vardır. De ki: Allah’ın tuzağı (bozması) daha süratlidir. Şüphesiz resüllerimiz kurduğunuz tuzakları yazıyorlar. 22-) Sizi karada ve denizde gezdiren O’dur. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiyi de içindekileri tatlı bir esintiyle alıp götürdüğü ve (yolcular) bu yüzden ferahlandıkları zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allah’a halis kılarak: "Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız" diye Allah’a yalvarırlar. İHLAS NEDİR? Yani yüce Allah'a iman etmelerine rağmen insanları müşrik yapan şey nedir?Bu soruya Kur'an'ın cevabı şöyledir."Allah'ı bırakıp (yöresinde- berisinde bilginlerini) hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek Allah'a kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştuklarından uzaktır"(Tevbe-31)"Onlar Allah'ı bırakıp (yöresinde- berisinde) kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere kulluk ediyorlar ve: Bunlar, Allah'ın indinde bizim şefaatçilerimizdir, diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ O, onların şirk koştuklarından uzak ve yücedir"(Yunus-18)"...O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar (evliya) edinenlere: Onlara bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve alabildiğine hakkın üzerini örten kafiri (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete erdirmez"(Zümer- 3)Yani Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları gibi tarihin bütün müşriklerinin yaptığı tek şey, Dinde ve hükümde Allah ile aralarına âlimlerini ve müctehidlerini aracılar koymak suretiyle Allah'ın hükümleri yerine onların hüküm ve içtihatlarına bağlı olarak yaşamaları idi.Halbuki Nebilere indirilen tüm vahiy'lerde en çok dikkat çekilen ilke "Dinde ihlas sahibi olmalarıydı" yani "dini sadece ve sadece Allah'a özel kılmaları idi. "Ey Nebi! Şüphesiz ki kitab-ı sana hak olarak indirdik. O halde sende dini Allah'a özel kılarak (İhlas ile) kulluk et. Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır"(Zümer- 2,3)Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'ın bütün kavramlarının manalarını tahrif etmişlerdir.Bozdukları ve anlamını yamulttukları en önemli kavramlardan birisi de ihlas kavramıdır. Onlara göre "ihlas" "samimi olmak, ibadetleri yalnız Allah için yapmaktır" Halbuki Kur'an'ı Mübin'de "İhlas" kavramı "Dini yalnız Allah'a özel kılmak" anlamında kullanılmıştır. Yani "İhlas" kavramı "ameli" bir kavram değil, "imâni" ve "itikadi" bir kavramdır. Eğer din yalnız Allah'a özel kılınmış olsaydı, ibadetler otomatikman Allah için yapılmış olacaktı. Onun için ihlas kavramı Kur'an'da her zaman din ile beraber anılarak dinin Allah'a özel kılınması ile ilgili bir kavram olduğu ortaya konmuştur."Halbuki onlara (tarihin bütün milletlerine) ancak, dini yalnız O'na özel kılarak hanifler (her türlü şirkten arınmış) olarak Allah'a kulluk etmeleri yani salat-ı ikame etmeleri yani zekat'a (arınmaya) gelmeleri emrolunmuştu yani (toplumları) ayağa kaldıracak sağlam din işte budur"(Beyyine-5)"Dini ayakta tutun yani onda ayrılığa düşmeyin, diye Nuh'a tavsiye ettiğini yani sana vahyettiğimizi yani İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı..."(Şura- 13)Dinde İhlas sahibi olmanın yani dini Allah'a özel kılmanın tek yolu sadece Allah tarafından indirilen âyetlere uymaktır."Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) tabi olun. O'nu bırakıp da (yöresinde- berisinde) başka dostların (evliya) peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz" (Araf-3) "Ey Resul! Sen, sana vahyedilene tâbi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"(Yunus- 109) "Ey Resul! Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"(En'am-106)"Ey Nebi! Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl! Şüphesiz ki sen (Kur'an) sayesinde dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"(Zuhruf-43,44)Dolayısıyla bize şah damarımızdan daha yakın olan Rahmân ve Rahim olan Rabbimizle aramıza hiç kimseyi aracı olarak koymaya hakkımız yoktur. Kur'an eski zamanların müşriklerini anlatırken, Allah Resulü'nün dönemindeki Mekke müşriklerine "Gördüğünüz gibi şimdi sizin yaptıklarınızla kadim müşriklerin yaptıkları arasında herhangi bir fark yoktur" demiş ve şirkin sadece geçmiş milletler'de kalmış bir fiil olmadığını ortaya koymuştur.Benzer şekilde Kur'an Musa (as)'a iman ettiklerini iddia ettikleri halde ona yapmadıkları eziyeti bırakmayan Yahudileri anlatırken, son vahyin sahibi olan Muhammed (a.s)a iman edenlere "Ey iman edenler! Sizde Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın..."(Ahzab-69)uyarısında bulunmuş oluyor. Dolayısıyla ilk anda Mekke müşriklerini muhatap alan yukarıdaki âyetler, onlardan sonraki bütün zamanlarda hatta kıyamet gününe kadar dünyanın herhangi bir yerinde aynı fiil yapacak herkesi doğrudan muhatap almaktadır. O gün müşrikleri uyaran Yüce Allah, bugün aynı şirki işlemeye meyilli iman ettiğinş iddia edenleri de uyarmaktadır.Öyleyse bu durumda olanlar "O günkü müşrikler için indirilmiştir, bu âyetler Yahudiler için nâzil olmuş, şu süre israiloğulları ile alakalı gelmiş, Hristiyanlar için indirilmiş âyetleri bize okuma" deme hakkına sahip değillerdir.Çünkü yüce Allah bu âyetleri kiyamet gününe kadar geçerli olarak indirmiştir."De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür?De ki: (Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu..."(En'am-19)"Ey Resul! Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçi gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler"(Sebe-28)Kur'an'a göre ihlastan başka kurtuluş yolu yoktur. Şeytanın muhlis kullarla hiç bir işi yoktur. Şeytanlar sadece onlara yanaşamıyorlar. Onlarla şeytanların (din adamlarının) arkadaşlık kurmaları imkansızdır. (Yusuf-24; Hicr-40; Saffât-40, 74, 128, 160, 169; Sâd-83; Nisa-146; Âraf-29; Yunus-22; Lokman-32)
31 Ocak 2022 Pazartesi
SALÂT ve TEVBE (18.YAZI) Tüm bu sürecin ardından gelen farkındalığınız ve hakla aydınlanmanız sizi ister istemez daha derin bir kendini sorgulamaya itecektir. Eskiden aklınızı nasıl bu kadar kullanamaz halde olduğunuza, gafletinizle yanlış yapıp ettiklerinize ve ne kadar da büyük bir cehalet içinde hayatınızı yaşadığınıza pişman olacaksınız. Şu dünya hayatında herkes kendini bir dine bağlı görüyor. Yüce Allah’a iman etmediklerini söyleyenler bile neticede bir ideoloji içindedir. Bizim coğrafyada Allah vergisi olarak zaten herkes “Müslüman!” Ancak Kur'ani gerçek böyle işlemiyor. Eğer bir insan Kur'an'ın ilim ve hidayetine göre tevbe etmemişse gerçek anlamda onun bir dini yok demektir. Yani "her çocuk Müslüman doğar" sözü, Nebi'ye iftiradan başka bir şey değildir. Bir çocuğun farkındalık içinde bir dininin olması Kur'an tarafından onay almaz. Kur'an'ın hidayetiyle farkındalığa ulaşmamış bir yetişkinini de dini bulunmamaktadır.Bu manada vahiy'le ciddi bir dönüşüm geçirmeyen kimsenin Allah’ın dinini fark edebildiğini söylemek imkansızdır. Yani ciddi olarak Kur'an'la tanışmayan gerçek anlamda ne mümin ve müslüman, ne de kafir ve müşrik olmaz. Tevbe şöyle bir şey: İlk başta verdiğim benzetmeye dönersek; Kur'an'dan öğrendiklerimiz bizi o kadar değiştirdi ki, artık o eski çevrimdışı zamanlarımızdan ötürü pişmanlıklar duyuyor, bir özür e-postasını bağlandığımız ana bilgisayara gönderiyor ve kendimizi düzeltmeye başlıyoruz. "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder" (Bakara- 159)"Ancak tevbe edip yani (kendilerini) ıslah edenler, yani (gizlediklerini) beyan edenler(e gelince); onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeleri kabul edenim, merhametli olanım"(Bakara-160) Bu gerçeği beyan başkalarına yapılan bir beyan değil, Allah’a yapılan bir itiraftır.Yoksa bir şeyhin elinden tevbe almak ya da kilisede rahibin günah çıkartması gibi değildir. Özür dilemeniz veya itiraf etmeniz gereken birisi varsa gidip özür dilersiniz bu ayrı bir konu, ama tevbe Allah’a yapılacak, ona bağlantınızı ayakta tutacak bir şeydir. Salât'ı ikâme etmek yani vahiy'le arınmaktır.Tevbe, salât'ı ikame etmenin (bağlantıyı ayakta tutmanın) en güzel araçlarından biridir. "... Eğer tevbe eder yani salât'ı ikame eder yani zekat'a (arınmaya) gelirlerse artık yollarını serbest bırakın. Şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir"(Tevbe-5) "Eğer tevbe eder yani salât'ı ikame eder yani zekat'a (arınmaya) gelirlerse artık onlar dinde kardeşlerinizdir. Biz bilen bir kavme âyetlerimizi böyle tafsil ediyoruz" (Tevbe- 11)Salâtı ikame edeceğimiz (bağlantımızı ayakta tutacağımız) tüm yaşamımız boyunca da düştüğümüz hatalardan duyacağımız derin pişmanlıklar süregelen tevbelerdir. "Kim işlediği zulümden sonra tevbe eder yani kendini ıslah ederse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, Ğafur'dur, Rahim'dir" (Mâide-39) "Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: Sizlere selam olsun. Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı ki; içinizden kim cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder yani (kendini) ıslah ederse şüphesiz O, Ğafur'dur, Rahim'dir"(En'am-54) "Şüphe yok ki münafıklar ateşin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın. Ancak tevbe eden yani kendilerini ıslah edenler yani Allah'a sığınıp dinlerini yalnız ona özel kılanlar başkadır. İşte bunlar gerçekten müminlerle beraberdirler ve Allah müminlere yakında azim bir mükafat verecektir" (Nisa-146)"... O halde Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun yani salât'ı ikame edin yani zekat'a (arınmaya) gelin. Allah'a güzel bir borç verin. Kendiniz için önceden ne hayır takdim ederseniz Allah katında onu bulursunuz; hem de daha hayırlı yani mükafatça daha muazzam olmak üzere. Allah'a istiğfar edin, Şüphesiz Allah Gafur'dur, Rahim'dir" (Müzzemmil-20)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(124. YAZI)Yunus Süresi Mekke'de İnmiştir, 109 Âyettir. 1-) Elif. Lâm. Râ. İşte bunlar hikmet dolu Kitâb’ın âyetleridir. 2-) İçlerinden bir adama: İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele, diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, o kâfirler: Bu elbette apaçık bir sihirbazdır, dediler? 3-) Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah’dır. Onun izni olmadan (dünya hayatında) hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte O Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâla tezekkür etmiyor musunuz? 4-) Allah’ın gerçek bir vâdi olarak hepinizin dönüşü ancak O’nadır. Çünkü O, mahlûkatı önce (yoktan) yaratır, sonra da iman edip yani salih ameller işleyenlere adaletle mükâfat vermek için (onları huzuruna) geri çevirir ve kâfirlere gelince, küfürlerinden ötürü onlar için kaynar sudan bir içki ve elem verici bir azap vardır. 5-) Güneşi ışıklı, ayı da bir nur kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona (aya) birtakım menziller takdir eden O’dur. Allah bunları, ancak hakka (bir amaca yönelik olarak) yaratmıştır. O, bilen bir kavim için âyetleri böyle tafsil ediyor. 6-) Gece ve gündüzün değişmesinde (uzayıp kısalmasında) Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde, sakınan bir kavim için elbette nice âyetler vardır! 7,8-) Bizimle karşılaşacaklarını ummayanlar yani dünya hayatına razı olup yani onunla mutmain olanlar yani âyetlerimizden gafil olanlar yok mu, işte onların, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden varacakları yer, ateştir! 9-) İman edip yani salih ameller işleyenlere gelince, imanları sebebiyle Rableri onları hidayet eder.(Aynı zamanda) altından nehirler akan naim cennetlerinin içinde (onları ağırlar.) 10-) Onların oradaki duaları: "Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!" (sözleridir). Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise «selâm» dır. Onların dualarının sonu da şudur: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. 11-) Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu. Fakat bize kavuşmayı ummayanları biz, azgınlıkları içinde bocalar bir halde (kendi başlarına) bırakırız. 12-) İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize dua eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece müsriflere yapmakta oldukları şeyler süslü gösterildi. 13-) Andolsun ki sizden önce, nice memleketleri helak ettik yani Resülleri kendilerine beyyinât getirmişlerdi yani onlar iman edecek değillerdi. İşte biz mücrim kavimleri böyle cezalandırırız. 14-) Sonra da, nasıl davranacağınızı görmemiz için onların ardından sizi yerde halefleri kıldık (Onların yerine sizi getirdik). 15-) Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayanlar: Ya bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, sadece bana vahyedilene tâbi olurum. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette azim günün azabından korkarım. 16-) De ki: Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım yani Allah onu size bildirmezdi. Ben bundan önce içinizde bir ömür geçirdim. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz? 17-) Allah’a karşı yalan yere iftira edenden veya onun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır?Andolsun ki mücrimler iflah olmazlar! 18-) Onlar Allah’ı bırakıp (yanında-ötesinde) kendilerine ne zarar ne de fayda vermeyecek şeylere ibadet ediyorlar yani bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır, diyorlar. De ki: "Siz Allah’a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların şirk koştuklarından uzak ve yücedir." KUR'AN'DA ŞEFAAT SİSTEMİNİN ÇÖZÜMÜBağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Allah'ın rahmet ve inayetiyle şefaat sisteminin Kur'an'da var olan çözümü şu şekilde ortaya çıkmaktadır. Ahiret gününde insanların dünyada işledikleri amellerin karşılığından başka hiçbir şey yoktur.Kur'an'da anlam bakımından bazı kavramlar dünyaya ait iken, bazı kavramlarda âhirete yönelik olarak geçmektedir. Yani "şefaat" kavramı hiçbir âyette âhirete yönelik, ahiretle bağlantılı olarak kullanılmamıştır. Dolayısıyla âhirette ne Allah'ın, ne de başka kimsenin şefaatinden söz edilemez. Kısacası âhirette şefaat yoktur. "Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve "şefaat bulunmayan" gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda infak edin. Gerçekten kafirler zalimlerin ta kendileridir" (Bakara-254)Yukarıdaki âyet, âhirette hiç kimse tarafından şefaatin olmadığını gayet açık olarak ortaya koymuştur. Yani şefaat yok ki, birisi etsin ve birilerine edilsin. "Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödeme de bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul edilmez, hiç kimseden durumunu düzeltmesi istenmez (mazeret kabul edilmez) onlara asla yardım da yapılmaz" (Bakara-48,123) Bu konu Kur'an'da o derece kesin olarak ortaya konmuş ki, buna karşı gelen, bunu kabul etmeyen, buna alternatif anlamlar ileri sürenler büyük hata ederler, eğer ilim adamı sıfatları mevcut ise hata ve sorumlulukları daha da artar. Ahiret gününde insanın kendi amelinden başka hiçbir şeyin olmadığını gösteren âyetler."Ceza günü nedir bilir misin? Nedir acaba o ceza günü? O gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün emir (hesap işi) Allah'a kalmıştır"(İnfitar, 17, 18, 19)"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için dununda (yanında- ötesinde,-berisinde) başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"(En'am, 51)Âyette geçen "dünihi" kelimesindeki "hi" zamiri Allah'a da gidebilir, Kur'an'a gidebilir.Ama bir gerçek var ki, "âhirette şefaat yoktur" Kur'an'da şefaat, tamamen dünya hayatı bağlamında kullanılmış bir kavramdır. Bu konuyla alakalı âyetler şunlardır."Allah, ondan başka ilah yoktur, O, hayydır, kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama.Göklerde ve yerdeklerin hepsi onundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat (yardım) edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir,..."(Bakara, 255)"Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'tır. O'nun izni olmadan(dünyada) hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde ona kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz"(Yunus- 3)"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimiz, diyorlar. De ki: " Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir "(Yunus-18)Şefaat ile alakalı âyetlerin iniş sebebi şudur.Müşrikler evliya ve ilahlarının dünya hayatında kendilerine savaşta ve barışta yardım ettiklerini iddia ettiklerinden şefaat ile alakalı âyetler nazil olmuştur.Çünkü Müşrikler öldükten sonra dirilmeye ve ahiret hayatına iman etmiyorlardı ki, âhirette şefaatten söz edilsin. Yukarıdaki âyette geçen "Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" cümlesi bu gerçeği ortaya koymaktadır.Mekke müşrikleri dünya hayatında ilahlarının ve efendilerinin kendilerine yardım edeceğine iman ediyorlardı. Ve bu inanca çok değer veriyorlardı.İşte yukarıda geçen âyetler dünya hayatında manevi olarak sadece Allah ve izin verdiği meleklerin yardım edeceğini açıklamaktadır.ÂHİRETTE İNSANIN KENDİ AMELİNDEN BAŞKA GEÇERLİ HİÇBİR ŞEY YOKTUR ."Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir"(Müddessir- 38)"Bilsin ki insan için kendi amelinden başka hiçbir şey yoktur"(Necm- 39)"... Onlara: İşte size cennet, yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir"(Â'raf- 43)"Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar. O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"(Yasin- 53, 54)Ahirette insanlar tevhid, güzel ahlak ve salih amellere göre hesap vereceklerdir. Aslında Kur'an'da insanın kendi amelinden başka şefaatçilerin olacağını zerre kadar gösteren, ima eden en ufak bir emare ve alamet mevcut değildir. Fakat Ehli Sünnet ve Şia'nın uydurma rivayetleri ile tarikatlardaki hulul inancının tesiri ve baskısı sayesinde böyle batıl bir inanç doğmuş ve gelişmiştir. MESELA: "De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı onundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz"( Zümer- 44)âyetinde, şefaatin ölümden önce dünya hayatında olduğu, bunun da manasının Allah'ın vahiy indirmesi, insanlara yardım etmesi ve desteklemesi, iyiliğe ve hayra yönlendirmesi anlamlarına gelmektedir.Diğer bir ayette "Göklerde nice melek vardır ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi dışında hiçbir işe yaramaz"( Necmi- 26)Bu âyette yüce Allah göklerden bahsetmekte ve şunu buyurmaktadır."Benim iznim ve rızam dışında dünya hayatında melekler dahil hiç kimse bir başkasına yardım edemez ve destekte bulunamaz Yani Kur'an'da geçen bütün şefaat kavramları dünya hayatındaki yardım ile ilgilidir. Tekrar ederim, Mekke müşrikleri ölümden sonra dirilmeye iman etmiyorlardı. YANLIŞ MEAL VERİLEN ÂYETLER. Ahiret gününde şefaat ile alakalı yanlış meal verilen ayetlerin bir kaçı şöyledir.YANLIŞ: "Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez"(Sebe-23)Doğrusu şöyledir: "Allah'ın huzurunda kendisinin izin verdiği kimselerden başkasına şefaat (yardım) ulaşmaz, fayda vermez" Yani dünya hayatında Allah'ın şefaatini hak edemez, liyakat kazanamaz.Veya, ey müşrikler dünya hayatında kendilerine kulluk yaptığınız evliya ve İlahlarınızın Allah katında hiç bir değerleri yoktur ki, Allah ile sizin aranızda aracı olsunlar da dünyada size yardım etsinler, böyle bir şey söz konusu olamaz.İlk manada: Allah'ım bazı kişilere şefaat etme yetkisi vereceği anlaşılırken,doğrusunda ise, dünya hayatında Allah'ın şefaatinden yararlanabilen muttaki ve muvahhid müminler olduğu açıkça anlaşılmaktadır, yani dünya hayatında müslümanlarla müşrikler arasında gerçekleşecek bir savaşta yüce Allah melekleri vasıtasyla müminlere şefaat edecek ve onları zafere ulaştıracaktır. YANLIŞ MEAL: "O gün Rahman olan Allah'ın katında bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olmayacaklardır"(Elmalı, Meryem süresi, 87)DOĞRUSU:"O (dünyadaki hesaplaşma- savaş-mucadele) gününde Rahman olan Allah'ın nezdinde söz ve izin alandan başkaları şefaate( Allah'ın yardımına) sahip olamazlar" Eğer gelenekçilerin şefaat anlayışına iman edecek olursak kurtuluşun tevhid, güzel ahlak ve ameli sâlih'te olduğunu açıklayan yüzlerce ayet anlamsız hale gelecektir.YANLIŞ MEAL:"O gün, Rahman'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez"(Tâhâ, 109, Elmalı, Diyanet meali)DOĞRUSU ŞÖYLEDİR:"O (dünyadaki hesaplaşma- karşılaşma- mucadele -savaş) gününde, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasına (Allah'ın şefaati) fayda vermez "Yukardaki âyetlerin bulunduğu âyetler topluluğna bakıldığında şefaat ile ilgili âyetlerin tamamen dünya hayatını anlattığı ve dünya hayatında yapılacak bir savaşın galibinin Allah'ın yardımı sayesinde müminlerin galibiyetiyle sonuçlanacağını ortaya kıymaktadır. Müşriklerle müminler hiç bir zaman âhiretteki şefaati konuşmamış ve hiçbir zaman tartışma konusu yapmamışlardır. Ama dünya hayatında galibiyet ve zaferin kimin yanında olacağını ve zamanı ve günü geldiğinde Allah'ın kime yardım edeceğini ve kimi zafere kavuşturacağını her gün konuşup tartışıyorlardı."Ancak iman edip salih ameller işleyenler, Allah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarınıda kendilerini savunanlar başkadır. Zalimler nasıl bir inkilab ile devrileceklerini yakında bileceklerdir"Şuara224 "O taptıkları ilahlar mı daha hayırlı yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir ilah mı var? Ne kadar da az düşünüyorsunuz"(Neml- 62)Bu mesele ile ilgili yüzlerce âyet vardır. SONUÇ OLARAK:Allah işine hiç kimseyi ortak etmez. Dünya hayatında ellerinde maddi ve manevi imkan bulunan kimseler taraftarlarına, akrabalarına, dostlarına şefaat ederler.Fakat kıyamet günü hiç kimse başkasına şefaatçi olamaz, yani dünyadaki şefaacilerin şefaati bitmiştir.Âhirette hiç kimsenin şefaati yoktur.Daha doğrusu âhirette şefaat yoktur. Bu hakikatı şu âyet apaçık olarak ortaya koymaktadır."Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez"(Müddessir-48)
30 Ocak 2022 Pazar
SALÂT ve İMAN(17.YAZI) Aslında "Müslim" kavramı Kur'an'ı Mübin'de "sadece Allah'a dolayısıyla onun hükümlerine indirdiği kitab-a teslim olan kişi" anlamında kullanılmıştır."İbrahim, ne Yahudi ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan saf, dosdoğru bir Müslim idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı"(Âli İmran- 67) "Müslim, selim, silm, Müslüman, selam, İslam kavramlarının bütün türevleri "saf inanç, şirksiz iman, hanif yani orijinal din" anlamlarında kullanılmıştır. Kur'an'ın neresinde böyle bir kavram ile karşılaşırsak "şirksiz iman, temiz inanç, hanif İslam, saf ve halis din" aklımıza gelmesi gerekiyor.Kur'an'da iman ile şirk bir arada anıldığı halde, İslam ile şirk hiçbir âyette bir arada anılmamıştır. Kur'an'a göre "insanların çoğunun Allah'a imanları şirkle beraberdir" (Yusuf- 106)Tarihin bütün müşrikleri Allah'a iman ederlerdi, hem de dinlerinde samimi bir imana sahip bulunuyorlardı.Yani dinlerinin muhafazası için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor, mallarını infak ediyor (Enfal-36) her türlü fedakarlığı gösteriyorlardı.Fakat şirk ile İslam birbirine düşman, birbirine son derece aykırı iki zıt inanç ve ayrı din konumundadırlar.İşte bundan dolayı yüce Allah, mezheplerin söyledikleri gibi "iman" üzerine değil, kullarının İslam üzerine yani "Müslüman" olarak can vermelerini istemektedir."Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluğunuzun gereğini hakkıyla yerine getirin ve ancak Müslümanlar olarak can verin"(Âli İmran- 102)Allah'ın Resulleri de "iman" üzerine değil, İslam ve Müslüman olarak vefat etmeyi temenni etmişlerdir. Yusuf (a.s) ın Allah'a yakarışı şöyledir."... Ey göklerin ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim dostumsun. Beni Müslim olarak vefat ettir ve beni sâlih kullarına ulaştır"(Yusuf- 101) "Çünkü Rabbi ona Müslim ol, (eslim) demiş o da: Âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da, : Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam-Tevhid) seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak can verin, dediler"( Bakara- 132, 133) İslam kavramı "saf inanç, hanif din, pak sistem" anlamına geldiği için Kur'an'da mü'minlerin özellikleri sayılırken, Müslümanların özelliklerine yer verilmez.Mesela: "Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanları arttıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar salat'ı ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden Allah yolunda infak eden kimselerdir. İşte onlar gerçek mü'minlerdir"(Enfal- 2, 3, 4)"Müminler ancak Allah ve Resulü'ne iman eden, sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte (imanlarında) sadık olanlar bunlardır"( Hücurat- 15) Kur'an'a göre bir insanın gerçek mü'min olması için "iman ettim" demesi yeterli olmamaktadır.Gerçek olarak iman etmenin birçok şartı mevcuttur. İşte bundan dolayı bir çok âyette genellikle "iman edip ve ameli salih işleyenler..." buyrulmaktadır.Âyetlerde bulunan "ve" yani anlamına gelmektedir. İman ile beraber şirk illetinin olabileceği veya sırf iman etmenin yeterli olmadığını Kur'an bizlere haber vermektedir."İnsanlar sınanmadan, sadece "iman ettik" demekle bırakılıvereceklerini mi sandılar?"( Ankebut- 2) Bu konuda yanlış anlaşılmaya müsait bir âyet bulunmaktadır. "Araplar "iman ettik" dediler. De ki: Siz gerçek olarak iman etmediniz, ama (dürüst olun ve doğru konuşun, İslam'ın ve Müslümanların gücü karşısında ister istemez) "gelip teslim olduk, boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir" (Hücurat- 14) Yukarıdaki âyette bulunan "eslemné- "Müslüman olduk, Allah'a teslim olduk" anlamlarında değil, güç karşısında Müslümanlara ve menfaate boyun eğmek" anlamında kullanılmıştır.Çünkü iman kalbe iyice yerleşmeyince iman ve İslam yani Allah'a teslim olma tahakkuk etmiyor.İslam her türlü endişe, korku, şirk, şüpheden uzak tam bir emniyet içerisinde olma anlamına gelmektedir. Bu âyette Yüce Allah "iman ettik" diyen bedevilerin kalplerini bildiği için onların gerçekten iman etmediklerini İslam'ın ve Müslümanların zaferi karşısında mahalle ve akraba baskısı veya devletin maddi imkanlarından faydalanma amacıyla ister istemez boyun eğdiklerini bildiriyor.Dolayısıyla Mümin, iman etmeden önce aslında kime ve neye iman ettiğini dönüp bakmalı. Yüce Allah ile nasıl bir bağlantısı var? Takvası, kötülüklerden korunma refleksi var mı? Din diye ona öğrettikleri şeyde, hak ile batılı ayırt etme isteği ve kabiliyeti var mı? Allah'ı birlemenin ve şirk koşmamanın ne olduğunu anladı mı? Mezhebe göre değil, gerçek manada rükû ederek yani eğilip de âyetlerde ne deniyor diye baktı mı? Okumadığı kitaba mı iman ettiğini söyledi? Yok eğer okuduysa okuduğu ilâhi mi şeytâni mi diye doğruladı mı?İmanına zulüm karıştırdı mı, karıştırmad mı? Farkındalıkla dünyaya bakıp da içi mutluluk, huzur ve heyecanla hiç doldu mu? İşte tüm bu sürecin bir benzerini yaşamadan edilen imandan da iman ettim denilen şeyden de emin olunabilinir mi? "Onlar gayba iman edip, salât'ı ikame ederler yani kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler. Ve onlar hem sana indirdiğimize hem de senden önce indirdiklerimize ve ahirete de kesin olarak iman ederler.(Bakara-3, 4)Aslında iman etmenin dilimize inanmak olarak tercüme edilmesi problemlidir. Kitapta övülen inanmak değil iman etmektir. O kitap inanmaya değil iman etmeye, yani emin olmaya çağırır. Kuru kuruya inananlar değil, bilenler emin olanlardır. İman etmek emin olmaktır. Onlar sadece cenneti değil, Allah’tan razı olmayı ve O’nun da kendilerinden razı olmasını hedefleyen Müslümanlardır. Onlar en büyük saadet ve selametin bu olduğunu bilenler ve hücrelerine kadar hissedenlerdir.O kitap yalana, taklide, hayale, masala, rivayete değil, bilinçli olarak gerçeği araştırmaya ve o gerçeğe teslimiyete çağırır. Yüce Allah'a teslim olanlar, yağmurun nasıl yağdığını bilim yoluyla araştırıp öğrenen, niçin yağdığı üzerine ise kendi beyniyle düşünenlerdir. Kur'an bir furkan yani ayırt edici bir kitaptır. O kitap, Kur'an’ı elinde sallayarak “Buna inananlar bana kul olsunlar” diyenleri ya da öyle demeye getirenleri şiddetle kınayan bir kitaptır. Zerrelerine kadar munafıkları deşifre eden bir kitaptır. Bir sözü diğer sözünü tutmayanların çelişkilerini ortaya saçan bir kitaptır. Yalancıların maskelerini indiren bir kitaptır.Salât'ı ikame ettiğimiz (bağlantımızı koparmadığımız) sürece hem bilgimiz hem de gönül huzurumuz artacaktır. "Sana Rabbinden indirilenin hak olduğunu bilen kişi, o (kalbi) kör olan gibi olur mu? Ancak temiz akıl sahipleri tezekkür ederler"(Râd-19)"Onlar, salâtı ikame eder yani zekât'a (arınmaya) gelir yani onlar ahiretten emindirler. Ahirete iman etmeyenlere gelince; biz onlara amellerini süslemişizdir "(Neml-3, 4) Dolayısıyla onlar bocalamaktadır. “Yakinen inanmak” şeklinde zaman zaman duyduğumuz kavram; işte o “emin olarak iman etmeyi” kast eder. Okuduğumuzda bunu (emin olarak iman etmeyi) gösteren birçok bağlamı sözcüğün farklı mealleriyle de olsa kitap (Kur'an) içinde bulabiliyoruz. "Bunlar hakim olan kitabın âyetleridir. Güzel ahlak sahipleri için hidayet ve rahmettir. Onlar salât'ı ikame eder yani zekât'a (arınmaya) yani ahirete de kesin biçimde iman ederler"(Lokman-2, 3, 4) Evet, doğrulayıp yani secde edip emin bir hale geldiysek; artık salât'ı ikame etmenin içinde bulunan başka bir bağlantı aracını görüyoruz.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(123.YAZITevbe Süresi 115-) Allah bir kavmi hidayete ilettikten sonra yani (vahiy'le) sakınacakları şeyleri kendilerine açıklamadan, onların (iradelerine ipotek koyarak, zorla) saptıracak değildir. Allah her şeyi çok iyi bilendir. HİDAYET "Ey ehl-i kitap! Resülümüz (Kur'an) kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok (hatanızı) da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur yani apaçık bir kitap geldi. Rızasını arayanı Allah onunla selâmet yollarına götürür yani onları iradesiyle (yasası gereği) karanlıklardan aydınlığa çıkarır yani sırat'ı müstakime hidayet eder.(Mâide-15,16)Hidayet etmek, doğru yolu göstermek demektir. Yoksa birisini zorla elinden tutup, sen bu tarafa geleceksin, buna iman edeceksin demek değildir. Onun için Yüce Allah'ın yapmış olduğu şey, vahiy indirerek hidayeti göstermek ve kitapla rehberlik etmektir. İşte bundan dolayı Yüce Allah ne buyuruyor. "...Sadece Allah hakkı söyler ve yalnız O doğru yola hidayet eder. (Ahzab- 4)"İşte böylece biz onu (Kur'an'ı) açık seçik âyetler halinde indirdik. Gerçek şu ki, Allah dileyeni hidayete iletir"Görüldüğü gibi, hidayet, vahiy'le doğru yolun gösterilmesidir, vahiy'le rehberlik etmektir. Yüce Allah, sadece vahiy'le hidayeti gösterir, insanın iradesine zorla müdahale etmez. Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları kader ve cebir inancı gereği hidayeti gösterme ile insanın iradesine zorla mudahaleyi karıştırıyorlar. Yani vahyi devre dışı bırakarak, yüce Allah'ı insan iradesine zorla mudahale edeciğine iman ediyor ve ilgili âyetlere bu şekilde meâl veriyorlar. Kur'an'a gitmedikleri için yüce Allah'ın insan iradesi üzerinde hiçbir müdahalesinin olmayacağını anlayamıyorlar. Yüce Allah vahiy ile hidayeti gösteriyor ama doğruya ve yanlışa gidip gitmeme tamamen insanın iradesinde olan bir şeydir.Zaten dünya bu yüzden bir imtihan alanıdır. Talebeleri imtihan etme esnasında gözlemcilerin sessiz olmaları, müdahale etmemeleri, konuya duyarsız olduklarından değil, imtihanın özelliğinden kaynaklanan bir haldir. Yüce Allah'ın müdahale ettiği bir hususta insanın sorumluluğu olamaz. İlkeyi öyle koymak gerekir. Dolayısıyla Kur'an'ın ilkesi budur. Eğer bir alanda, bir yerde Allah'ın mudahalesi varsa, öyle düşünülüyorsa orada insanın sorumluluğu olamaz. O zaman sorumluluğu izah edemeyiz. İnsan kendisinin hidayette olup olmadığını bilmesinin tek yolu yüce Allah tarafından indirilen vahiy'dir. Çünkü Kur'an'ın bütün referansları ilmidir, akla hitap eder. Kendimizi düzeltmenin tek yolu vahye yani Kur'an'ın hidayet ve rahmetine sığınmaktır. Kur'an'dan başka hidayet rehberi edinmemektir.Dinde özgürlük hayatidir. Onun için özgürlük dediğimiz şey, dine girerken de dinin içindeyken de olmak zorundadır. Özgürlüğün olmadığı yerde din yoktur.Özgürlüğün olmadığı yerde din adına faşizm vardır. Yüce Allah yarattığı insana verdiği fıtrat gereği özgür kılmıştır. İnsanın özgürlüğüne müdahale ettiğiniz zaman fıtratını bozarsınız. Fıtratı bozulan insan güzel ahlak sahibi ve âdil olamaz. Yüce Allah'ın emirleri topluma değil, bireyleredir. Topluma dolaylı yoldan müdahale olur. Doğrudan müdahale bireyleredir. Yani Kur'an'ın getirdiği dünya görüşü kaliteli bireylerden oluşan toplum modelleri öngörür. Bu yüzden Kur'an'ın amacı bireyi güzel ahlak sahibi kılmaktır. Birey doğru olmayınca toplum da doğru olmayacaktır. Zaten iman da bireysel bir olgudur tüzel iman diye bir şey yoktur. 116-) Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O diriltir ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir veli ne de bir yardımcı vardır. 117-) Andolsun ki Allah, bir gurubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Nebi'yi ve o zor saatte ona uyan muhacirlerle ensarı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı Rauf'tur, Rahim'dir. 118-) Ve seferden geri kalan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yer, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, nefisleri kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah’tan (O’nun azabından) yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbelerini kabul etti. Çünkü Allah Tevvâb (tevbeyi kabul eden), Rahim olandır. 119-) Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun. 120-) Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevî Araplara (seferde) Allah’ın Resûlünden geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz. İşte onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa uğramaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere (ayak) basmaları ve düşmana karşı bir başarıya nâil olmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine salih bir amel yazılması içindir. Çünkü Allah güzel ahlak sahiplerinin mükâfatını zayi etmez. 121-) Allah onları, yapmakta olduklarının en güzeli ile mükâfatlandırmak için küçük büyük yaptıkları her infakı, geçtikleri her vâdiyi mutlaka onların lehine yazılacaktır. 122-) Müminlerin hepsinin toptan çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir fırka dinde (dinî ilimlerde) bilgi edinmek ve kavimlerine döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar. (Âyet sefere veya savaşa çıkmakla ilgili değildir. Obalaradan, köylerden ve şehirlerden toplu bir şekilde kalabalık cemaatler halinde Resülüllah'a yapılan ziyaretler hakkındadır. Yani bir yerleşim yerinden az sayıda insan gidip görüşecek ve Allah Resülünden öğrendiklerini gelip halkına aktaracaktır. Resülüllah (a.s) ın gelecek kalabalıkların hepsini ağırlayıp onların tümüyle ilgilenmesi mümkün değildi. İşte âyet bu ziyaretlere bir düzen getiriyor. Eğer âyette söz konusu olan sefer çıkmak ve savaş yapmak olsaydı, toptan gitmeleri gerekirdi. Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor. "...Müşrikler sizinle topyekün savaştıkları gibi sizde onlarla topyekün savaşın ve bilin ki Allah muttakilerle beraberdir"(Tevbe-36)123-) Ey iman edenler! Kâfirlerden size tehdit oluşturanlara karşı savaşın yani (kendinizi savunmada) sizde (aşılmaz) bir güç bulsunlar ve bilin ki, Allah muttakilerle beraberdir. 124-) Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: "Bu sizin hanginizin imanını artırdı?" İman edenlere gelince (bu sûre) onların imanlarını artırır ve onlar sevinirler. 125-) Kalplerinde hastalık olanlara gelince, onların da (nifak hastalığı) kirlerinin üzerine kiri ziyadeleştirir yani onlar artık kâfir olarak ölürler. 126-) Onlar, her yıl bir veya iki kez (çeşitli belâlarla) fitne edildiklerini (sınamadan geçirildiklerini) görmüyorlar mı? Sonra da ne tevbe ediyorlar ne de tezekkür ediyorlar. 127-) Bir sûre indirildiği zaman, (kaş göz işaretiyle alay eder) birbirlerine bakar (ve): (Çevreden) sizi birisi görüyor mu? diye sorarlar, sonra da (yüz çevirerek) giderler. Anlamayan bir kavim oldukları için Allah onların kalplerini (imandan) çevirmiştir. 128-) Andolsun size kendi nefsinizden (içinizden) aziz bir Resül gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok haris, müminlere karşı Rauf'tur, Rahim'dir. (Kur'anda "aziz" izmi, yüce Allah, vahiy (Fussilet-41) ve Resül (Tevbe-128) bağlamında geçmektedir.Ayrıca "Rauf" ve "Rahim" isimleri de, yüce Allah (Bakara-143; Tevbe-117) ve Resül (Tevbe-128) bağlamında geçmektedir. 129-) Ey Nebi! Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O’na tevekkül ederim yani O azim Arş’ın sahibidir.(Son âyetle birlikte Tevbe süresinden anladığımız ve ibret aldığımız ders şudur. Allah Resülünün yaşamış olduğu Medine dönemi "asrı saadet" değil, munafıkların, kalplerinde hastalık olanların ve iki yüzlü kafirlerin güçlü ve tehlikeli oldukları bir asırdır. Eğer öyle olmasaydı, haklarında bu kadar âyet inmezdi. Yani geleneksel dinin yani hadis dininin yani mezhepler dininin adamları yalan söylüyorlar, yüce Allah'ın kitabı ve son mesajı olan Kur'an'dan konuşmuyorlar.) (Tevbe Süresi Son)
29 Ocak 2022 Cumartesi
SALÂT ve TASDİK(16.YAZI) Tasdik, "aynen öyledir, gönülden inanıyor ve onaylıyorum yani doğrulamak"demektir. Kur'an'da "tasdik" Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılan bir kavramdır.Tasdik, sadaka ile aynı kökten gelmektedir. Şimdi âyetlere geçelim. "Fakat o, ne tasdik etti (felé saddeka) ne de destekledi (velé sallé).(Kiyâme-31) "Ve lâkin yalanladı (velékin kezzebe) ve yüz çevirdi (ve tevellâ).(Kiyâme-32) Bu iki âyette parantez içlerinde gösterdiğimiz iki farklı kelimenin metinleri yani orijinal arapçaları görünüyör. Âyette “saddeka” kelimesi “kezzebe”nin zıt anlamı iken “sallâ” kelimesinin de “tevellâ”nın zıt anlamı durumunda olduğu hemen fark ediliyor. Yine çokça tartışılan “sallé” yani destekleme konusunu “salâvat” bölümünde konuşacağımız ayrı bir başlık olduğu için şimdilik onu geçelim ve biz “saddeka” olarak geçen kelimenin diğer âyetlerle de “onaylama, tasdik, doğrulama” anlamındaki yakın formlarını da görelim. Aşağıdaki âyetlerde de tasdikin ayrı bir tanımı vardır. "(Süleyman) “Göreceğiz, sadıklardan mısın, yoksa yalancılardan mı oldun?” dedi(Neml-27) "Ve kardeşim Harun; lisan bakımından o benden daha fasih (anlaşılır) konuşmaktadır, onu da benimle birlikte bir yardımcı olarak gönder, beni tasdik etsin. Çünkü onların beni yalanlamalarından korkuyorum" dedi. (Kasas-34) Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah gerçekten sâdıkları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir"(Ankebüt-3)"Ey iman edenler! Resülle gizli bir şey konuşacağınız zaman, bu gizli konuşmanızdan önce sadaka takdim edin (onu doğrulayın sadık olduğunuzu gösterin). Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet bulamazsanız, bu durumda şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir Gizli konuşmanızdan önce sadaka takdim etmekten çekindiniz değil mi? Yani yapamadığınızda Allah tevbenizi kabul etti. Şu halde salât'ı ikame edin yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah'a yani O'nun elçisine itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır"(Mucadele-12, 13) Bir düşünelim. Nebinin çağdaşısınız. Onun Allah'tan aldığı vahyi ilettiği haberini aldınız. Bazı sözleri kulağınıza geldi, akıl ve mantığınıza uygun buldunuz. Ama doğru olup olmadığına emin olamadınız. Madem onunla çağdaş ve aynı coğrafyada yaşamak gibi bir fırsat var elinizde neden yanına gitmeyesiniz! Eğer doğru söylüyorsa bu muhteşem fırsattan yararlanmak ve hakkın yanında yer almak ve aklınızı karıştıran birçok sorunun cevabını bulmak ümidiyle, eğer yalansa bu kötülükten zarar görmemek ve insanları bu yalan ve iftiralara karşı uyarmak niyetiyle yola çıktınız. Nitekim yanına gidip onunla konuşmak istediniz. Ama oraya vardığınızda, Resül ile özel konuşmanın bedeli olarak önce sadaka vermenizin gerekli olduğunu söylediler!” Yukarıdaki âyet, bütün meallerde aynen yukarıda söz ettiğimiz gibi verilmiştir. Hani Resüller tebliğ görevlerinde ücret istemezlerdi! Hani bizden ücret istemeyenlere tâbi olacaktık!(Yasin-21) O halde (doğrulama anlamı yoksa) bu âyetin mealinde bir problem var demektir. Mucadele süresinin ilk âyetinden itibaren okumaya başladığımızda göreceğiz ki konu zaten tasdik edilmiş ya da tasdik edilmemiş bir sözün gizlice iletilmesiyle ilgilidir. "Gerçekten Allah, eşi konusunda seninle mucadele eden yani Allah’a şikâyette bulunan (kadın)ın sözünü işitti. Allah, aranızda geçen konuşmaları işitiyordu. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir" (Mucadele-1) Kur'an’ın bağlam ve bütünlüğünü bilmeyenler, “Bu kadın Nebi ile dedikodu mu yapıyor ? Kur'an’da bunlar anlatılır mı? diye sorabilirler Bunlar asla dedikodu değildir.?Çünkü kadın iddiasını doğrulamış ve haklı olarak derdine bir çözüm aramak için Resülüllahın huzurunda bulunuyor. Peki, kadının şikayetçi olduğu şey nedir? "Sizden kadınlarına “zıhar”da bulunanlar (bilsinler ki, kadınları) onların anneleri değildir. Anneleri, yalnızca kendilerini doğuranlardır. Şüphesiz onlar çirkin ve yalan söylemektedirler. Gerçekten Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. (Mucadele-2) Anlıyoruz ki zıhar denilen şey, bir erkeğin hanımını annesi gibi gördüğünü iddia etmesidir. Âyetlerin devamından anlıyoruz ki bu zıhar denilen hurafe bir kocanın karısını boşama bahanesiyle kullandığı kötü bir gelenek, kadınları kocalarına karşı korunmasızlığa ve yalnızlığa iten batıl bir inanç. Daha sonra gelen âyetlerde bu batıl inancın ve kötü geleneğin İslam dinine yakışmadığı, ancak bunu yapanların bazı yaptırımlarla geri dönebilecekleri ifade ediliyor. Aslında verilmek istenen mesaj şudur. “Erkek egemen toplumlarda kadınlar üzerinden din kisvesine sokularak uydurulan bir takım inançlar ve kötü gelenekler nasıl ortaya çıkmış ve din zannedilen bu gelenekler din adamları tarafından nasıl suistimal edilerek kadınları ezmiş ve onları mağdur ettiğidir. Siz de dönün kendi toplumunuza bakın, dininizi sorgulayın ki, sizin din diye bildiğiniz şeyler gerçekte Allah’ın diniyle uyumlu mu değil mi ortaya çıkarın?” “Bir kadın Allah Resülü ile dedikodu yapıyor ve yüce Allah da buna bir şey demeyip bizi de dedikoduya ortak ediyor?” diyenlere cevap aramak durumunda değiliz ama bu tip Kur'an karşıtı iddialar bizim imanımızı test ediyor olmalıdır. O an cevap vermemeyi tercih edebilirsiniz ama sorulardan hiçbir zaman kaçmayın. Bunu sabır ve denenme, daha doğrusu öğrenme ve tekâmül etme fırsatı olarak kullanmalısınız. Daha iyisini öğrenmek isteyenler en aykırı sorulardan korkmamalı, bunları kendilerini geliştirici bir fırsat olarak görmelidirler.Ben şahsen Kur'an'dan sonra öğrendiklerimin büyük bir bölümü arkadaşlarla yaptığım tartışmaların sunucudur. Bir basamağı görmezden gelenler ona takılır ve yuvarlanıp düşerler. O basamak daha yukarı çıkmak için lazımdır ki tam da orada karşına çıkmıştır. İşte yedinci âyete geldiğimizde en başta kafamızı kurcalayan o konuyu biz unutsak da bakın yüce Allah unutmuyor. Sorun neydi? “Dedikodu mu okuyoruz?” Hayır dedikodu okumuyoruz ama dedikodunun nasıl kötü bir ahlak olduğunu Allah bize hatırlatıyor. Bunu da Allah Resülü üzerinden dillendiriyor. Yedinci âyette, bilip bilmedikleri konularda başkaları hakkında dedikodu yapanlara “üç kişi olsalar dördüncülerinin Allah olduğu, beş kişi olsalar altıncılarının Allah olduğu” hatırlatılıyor. Böylece şunu anlıyoruz ki Allah Resülü ile görüşen o kadın ve Resül iki kişi olduklarında üçüncüleri Allah’tı. Bunun farkında olan kimse hiç bir zaman olumsuz bir şey yapmaz. Daha önce de dile getirdik: Uydurma dinin Kur'an cahilleri tarafından bize din diye öğrettikleri “Bir kadın ve bir erkek yalnız kaldıklarında üçüncüleri şeytandır” rivayeti bu âyetle çöpe atılıyor. Erkekle kadın yalnız olduklarında üçüncülerinin şeytan olduğunu düşünen mi yoksa Allah olduğunu düşünen mi kendisini günahtan ve dedikodudan arındırır? Kötü niyetli kişi şeytanı umursamaz, ama Allah’ı umursaması kuvvetle muhtemeldir. Niyetini bozanın hatırlaması gereken, şeytan değil Allah’tır. Allah’la bağlantısını ayakta tutandır, koruyandır.Bu gibi durumlarda Allah'ın hatırlanması ile ilgili onlarca âyet varken, şeytanın hatırlanması ile ilgili hiç bir şey yoktur. Buda Kur'an ile rivayetlerin arasında ne kadar uzak bir mesafenin olduğunu açık olarak gösteriyor. Dikkat edin dedikodu veya “gizli fısıldaşma” gibi konular bu sürede hiç gündemden düşmüyor. Her sürenin bir ana konusu olduğu gibi bu sürenin ana konusu da dedikodu oluyor. Dokuzuncu ve onuncu âyetlerde dedikodu ve çekiştirmenin şeytan işi olduğu, uzak durulmasının gerektiği çeşitli üsluplarla anlatılmaya devam ediliyor. Onbirinci âyete geldiğimizde ise manzara biraz daha net bir hale geliyor. Allah Resülünün sadece âyetlerle konuştuğu, insanların onun olduğu yerde toplandığı, onun tebliğ ettiği Kur'an'ı dinledikleri, soru sordukları, sorunlarına cevap aradıkları bir meclis tasviri yapılıyor. Bu çerçevede oluşan bir cemaat ve bu cemaatin bir disiplin ve düzene girmesi gerektiğini öğretiyor. Günümüze bile bir medeniyet dersi verme niteliğinde olan yani toplantı ve meclislerde sonradan gelenlere yer açılması, orayı neredeyse işgal eder hale gelmemeleri, işleri bitince kalkmaları öneriliyor.Kur'an'da var olan gerçeklerin muhteşemliğini fark eden insanlar büyük bir hevese kapılıyor ve daha fazla öğrenme merakı ile bir kelimeyi bile kaçırmama telaş ve heyecanına düşüyorlar.Daha çok dinleme ya da konuşup ifade etme hevesi olanlarla dolu bir okuma, öğrenme ortamında yeni gelenlerin gerçekleri öğrenmeye daha çok ihtiyacı olduğunu unutan insanlar çıkabilir. Bir konferansı dinlemek için bugün bile ön sıralardan yer kapmak ve o kişinin her konferansını kaçırmamak için özel gayret gösteren insanları hatırlayın. Veya bir ses sanatçınının konseri, bir politikacının konuşması, bir cemaat ve tarikat toplantısı, bir sinema filminin galası gibi faaliyetlerde de benzer bir durum vardır. İşte salât'ı ikamenin içindeki “salât” budur. Bunu ileride daha anlaşılır bir tarzda ele alacağız. Konudan daha fazla uzaklaşmayıp bu bölümün konusu olan âyete dönelim… "Ey iman edenler! Resül'e gizli bir şey konuşacağınız zaman, gizli konuşmanızdan önce sadaka takdim edin (yani doğru olduğunuzu ortaya koyun, ispat edin). Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet bulamazsanız, bu durumda şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.(Mucadele-12) Çoğu meallerin aksine bu âyetin kelimeleri arasında miskin yok, birilerine (bildiğimiz manada) sadaka vermeyi bulamıyoruz. O halde ne demek isteniyor? Birinci âyetteki kadını hatırlayalım. Hani Resül (a.s) a söylediği şeyin zan mı gerçek mi olduğunu bilemediğimiz. Ya da “Selam vererek” yanına gelen ama sonraki sözlerinin gerçeklerle ilgisiz olanları hatırlayalım. Ya da herhangi bir kişiyi düşünelim, bir iddiası var, ya da gizlice bir şeyi Resül'e söyleyecek, ama halen iddiasından emin olamıyor. Bu kişinin ne yapması lazım? Yukarıdaki âyetin mealine göre bir yoksula sadaka vermesi mi gerekiyor! Peki, sadaka vermesi sorunu çözer mi? Yani konuşulacak gizli konuyu konuşulur hale getirecek olan sadaka vermek değil, konuşulacak konunun gerçekten doğru olup olmadığından emin olmasıdır. İddiasının doğru olmasıdır. İnanç ve niyetinde sadık olmasıdır. Yoksa taraflar şüphe üzerinde bir konuşma yapmış olurlar ve bu da dedikodu mahiyetine girme ihtimali çok yüksektir. Dolayısıyla burada Allah Resülünün boş yere meşgul edilmesi ve dedikoduya alet edilmesi de söz konusu olacaktır. Çünkü her gün bir çok kişi Allah Resülüne gelerek sorunlarını dile getiriyordu. Sürede tamamen bu konu işleniyor. Hucurat süresini de hatırladığımızda Medine ve çevresi için bu konunun ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyoruz. On üçüncü âyete baktığımızda konu netleşiyor. "Gizli konuşmanızdan önce sadaka takdim etmekten (onu doğrulamaktan) çekindiniz değil mi? Yani yapamadığınızda Allah tevbenizi kabul etti. Şu halde salât'ı ikame edin yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah'a yani O'nun elçisine itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır"(Mucadele-13) Resül ile özel ve gizlice konuşmadan önce (bağış yapmaktan değil) o konuşacağı şeyin doğrulamaktan ürkmek söz konusudur. Ama Allah bu yaptığından pişman olanları bağışlayacağını söyler. Sürenin diğer âyetleri de aynı konuda ikiyüzlülüğü ve sonuçlarını çeşitli yönleriyle ifade edilmesiyle devam ediyor. Aslında konudan biraz uzaklaştık. Tekrar salât'ı ikameye dönelim. Neticede âyetlerde doğrulamanın salât'ı ikameyle (bağlantıyı ayakta tutmayla) olan bağını görmüş olduk: Allah’la bağlantısını ayakta tutan kişi kendisine hatırlatılan hakkı doğrular, yalana ve sahteye yönelmez.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (122.YAZI) 113-) Cahim ashabı müşrik oldukları kendilerine belli olduktan sonra en yakın akrabaları dahi olsalar, onlara istiğfar etmek ne Nebi'ye ne de iman edenlere yakışmaz. NEBİ VE RESULÜ'N ÖZELLİKLERİNEBİ KİMDİR?Nebi: Allah'ın kendisine, kendisi ile alakalı vahiy indirdiği kişidir.Yüce Allah Resullük (elçilik) misyonu ile görevlendiriceği kişiyi ilk önce onun iç dünyasını düzenleme ve imarı, mükemmel bir ahlak ve sağlam bir inanç kazandırması açısından elçiliğe hazırlık olarak, Resul olacak kişiyi vahiy indirerek her türlü iyilik ve faziletlerle donatması demektir.Nasıl ki devlet, atayacağı memurlardan görev başlangıcında söz alıyor ve yemin ettiriyorsa, aynen onun gibi Allah Nebi'lerden de elçilik vazifesini hakkıyla yerine getirmeleri için bir söz ve misak almıştır. "Hani biz Nebi'lerden söz almıştık; senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan: Evet biz onlardan pek sağlam bir söz almıştık"(Ahzab- 7)Nebiler'den alınan sözün ne olduğunu şu âyetten öğreniyoruz."Hani Allah Nebi'lerden: "Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra yanınızdakileri tasdik eden bir "Resul" (tebliğ edecek vahiy) geldiğinde ona mutlaka iman edip yardım edeceksiniz" diye söz almış, kabul ettiniz ve bu sözümü yüklediniz mi?" dediğinde "Kabul ettik" cevabını vermişler, bunun üzerine Allah! O halde şahit olun, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu"(Âli İmran-81)Âyette bulunan "Resul'"den maksat kendisine risalet (elçilik) yüklenen Nebi'nin evrensel mesajla insanlara gönderilmesidir.Yani artık Nebi Allah'ın mesajını insanlara duyurmak görevini yüklenmiştir. Dolayısıyla "Nübüvvet" elçilik görevi için bir nevi olgunluk ve yeterlilik derecesinin verilmesi anlamına gelmektedir. "Andolsun biz İbrahim'e daha önce rüştünü (olgunluk derecesini, belgesini) vermiştik. Biz onu iyi tanırdık"(Enbiya- 51) Nübüvvet makam ve mertebesi ile alakalı bu anlattıklarım son "Nebi" ve "Resul" olan Muhammed (a.s)dan önceki "Nebiler"le alakalı bir durumdur. Son Nebi ve Nübüvvet'e bağlı son Resul olan Muhammed (a.s) ın gelmesi yani son vahyin indirilmesiyle Nebi ve Resul arasında bulunan farklar çok açık olarak ortaya çıkmıştır. Yani Allah Resulü'nden önce gelen Nebiler ve Resuller arasında bulunan farkları anlamak biraz zor olmakla beraber son Nebi'nin gelmesiyle bu mesele kesin olarak çözüme kavuşmuştur. Fakat Kur'an'da Nebi ile Resul arasında bulunan farklar mükemmel bir sistem dahilinde çok net olarak ortaya koymuştur. NEBİ: Kendisine vahiy indirildiği andan itibaren her ana, yirmi dört saat, gece gündüz, her zaman vefat edinciye kadar Nübüvvet makam ve mertebesine sahiptir. Özel hayatında Nübüvvet makam ve mertebesi ondan hiçbir zaman ayrılmaz. Hatta âhirette bile Nübüvvet makam ve mertebesiyle birlikte anılır."Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Nebiler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır"(Nisa-69)Kendisine çağdaş olan yani aynı zaman ve zeminde yaşayan müminler Nebi'ye saygısızlık yapamazlar, hanımları müminlerin anneleridi oldukları için onlarla nikah kıyıp evlenemezler.Nübüvvet tarihsel bir makam ve mertebe iken, Risâlet ise, evrensel bir misyondur.Nebi'nin söz ve fiilleri özel hayat ile ilgili olduğu için müminler için bağlayıcı nitelikte değildir.Nebi'nin söz ve davranışlarının Resül gibi bağlayıcı olmamasının sebebi, özel hayatında söz ve fiilleri ile Allah'a karşı hata yaptığından ileri gelmektedir. Mesela:"Yukarıdaki âyette Nebi (a.s) müşrik akrabalarına istiğfar ediyor! Mesela: Nebi, Allah'ın helal kıldığını kendisine haram kılıyor.(Tahrim-1) Zaten Kur'an, Nebi'nin söz ve fiillerinin Resul gibi bağlayıcı olmadığını apaçık olarak gösteriyor. "Ey Nebi! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek ma'ruf olan işte sana isyan etmemek hususunda sana biad etmeye geldikleri zaman, biatlarını al ve onlar için Allah'tan mağfiret dile..."(Mümtehine-12) Âyette geçen "ma'ruf olan işte sana isyan etmemek" cümlesi çok önemlidir. Çünkü yüce Allah, Kur'an'da Resül'e itaat etme konusunda hiçbir kayıt koymamıştır. Yani Resu'le kayıtsız şartsız iman etmek Allah'ın kesin emirleri arasında yer alır. Dolayısıyla Resül'e isyan eden cehenneme girer. "Kim Allah'a ve Resulüne isyan eder ve haddini aşarsa Allah onu, devamlı olarak kalacağı bir ateşe sokar ve onu için alçaltıcı bir azap vardır"(Nisa-14) Fakat Nebi'ye karşı gelenler günahkar olmazlar. Ahzab süresi 36 ile 37. âyetleri bu hakikatı en güzel bir şekilde gösteriyor. "Allah ve Resulu bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûl'üne isyan ederse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur"(Ahzab- 36)(Ey Nebi!)"Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, (onu boşama) Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana layık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki evlatlıkları, hanımlarıyla ilişkilerini kesiklerinde o kadınlarla evlenmek isterlerse müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir"(Ahzab-37)Ahzab 36. âyette "Allah Ve Resulu bir işe hüküm verdiği zaman inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur" buyrulduğu halde, 37. âyette Zeyd, Nebi'nin sözünü dinlemiyor, Nebi "Eşini yanında tut, Allah'tan kork" dediği halde, eşini boşuyor. Mesela:Bir kadın Nebi (a.s) ın yanına gelerek onunla mücadeleye varacak boyutta bir tartışma içine giriyor ve bu tartışmada Yüce Allah kadını haklı çıkarıyor.(Mucadele-1) Fakat Resul ile tartışmak kesinlikle küfürdür. Çünkü Resuller Allah'tan gelen vahyi insanlara bildiren kişilerdir."Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Resule karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola girerse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız, o ne kötü bir yerdir"(Nisa- 115)Yüce Allah tarafından bir sisteme bağlı olarak yüzlerce âyette yer alan Nebi ve Resul ibareleri yerine hiçbir zaman "peygamber" kelimesini kullanmamak gerekir. Çünkü "peygamber" kelimesi Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları yok eden, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bozan, vahyin sistemini tahrif eden, onlarca kavramı anlamsız kılan çok tehlikeli bir kelimedir.Hangi âyette Nebi geçiyorsa Nebi, Resul geçiyorsa Resul kavramını kullanmak Kur'an'ın anlaşılmasında hayati bir öneme sahiptir. RESUL KİMDİR?Nebi 23 sene, 24 saat, gece gündüz, bütün özel hallerinde Nebi'lik makam ve mertebesine sahip iken, Resul Allah tarafından indirilen vahyi insanlara ulaştırdığı andaki konumudur. Yani "vahiy" ile "Resul" arasında hiçbir fark yoktur. Resul'lerin görevlerinin sadece Allah tarafından indirilen vahyi insanlara tebliğ etmek olduğu ile alakalı yüzlerce ayet vardır."(Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur; fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin vahiyettiklerini duyuruyorum,,,"(Âraf-61, 62)"Hud da: Bilgi ancak Allah'ın katındadır. Ben size, bana gönderilen şeyi duyuruyorum..."(Ahkaf-23 )"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"( Enbiya- 45)"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"( Kaf- 45) Resuller değerlerini tamamen vahiy'den alırlar. Resulleri Allah'tan yani Kur'an'dan ayırmak küfür olarak görülmüştür.(Nisa-150) "Beşer Resul" hayatta olduğu sürece konuşan Kur'an'dır.Resul olmadan İslam, din, iman, hidayet, rahmet, kitap ve hikmet olmazdı. Resul o derece büyük bir değere sahiptir.Yüce Allah'ın, mesajını insanlara ulaştırmada elçilik misyonundan daha ideal bir yol ve yöntem bulunmamaktadır. İman edenler ona müracaat etmek zorundadırlar.Aslında Resul ile vahiy aynı hakikatı temsil ediyorlar.Kur'an'ı tek kaynak kabul edenler ile Nebi (a.s) ın arkadaşları arasında hiçbir fark yoktur.Bugün Kur'an'dan yüz çevirenler, o gün Allah Resulü'nden yüz çevirenlerle aynı inanç ve ahlaka sahiptir. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra onu sadece yüce Allah tarafından indirilen vahiy temsil eder.Resuller vahiy'den başka hiçbir miras bırakmazlar.Resullerin bütün bağlantıları Allah tarafından kendilerine indirilen vahiy'dir.Vahiy sisteminde bazen "Beşer Resul" bazen de "kitap Resul" ön plana çıkmaktadır. "Beşer Resul" ahlakı, edebi, örnekliği, mimik hareketleri ve tavırlarıyla insanları vahiy'den daha fazla etkileme gücüne sahiptir.Vahiy, beşer Resul kadar insanları etki altına alamaz.Yani beşer Resul olan Muhammed (a.s), kendi döneminde yaşayan insanların müslüman olmalarında vahiy'den daha fazla bir etkiye sahip olmuştur. Vahyi tebliğ etmede bu özellikler beşer Resul'ün üstünlüklerini ortaya koyar. Ancak "Beşer Resul'" hayatı, yaşadığı coğrafya ile sınırlı olup, bir fâni olarak ölüme mahkumdur. Fakat "kitap Resul'e" hiç kimse bir sınırlama koyamaz, o bütün sınırları ve coğrafyaları aşarak her yere ve bütün zamanlara gidebilir. Kur'an'da onlarca kavram sadece "Allah vahiy ve Resul" bağlamında kullanılmıştır. Resul'e itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir.( Nisa-80 )Çünkü Resul sadece Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ eder. Mesela:Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Nebi"ye itaat etmekle" ilgili bir emir bulunmaz.İlgili âyetlerin hepsinde Allah ile beraber itaat edilmesi gereken kişi Resul'dür. Aynen bunun gibi "ittiba, kitab'ı tilavet etme, tebyin, helal ve haram kılma,istihza, küfür, ona karşı gelindiğinde savaş açılma, tekzib, tasdik,hak, nur, inzar, tebliğ, kerim, mübin, emanet, sıdk, dâvet gibi bir çok kavram Resul bağlamında kullanılmıştır. Resul'ün dilinde hayat bulan vahiy'den başka hiçbir söz din ve hüküm olarak insanları bağlamaz.Yani din hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur. İşte bundan dolayı "Allah ve Resulüne itaat edin" "Allah'ın ve Resul'ünün davetine icabet edin" "Elçilere tâbi olun, ayetlerimi ve Resullerimi yalanladılar. Rabbimiz! iman ettik ve Resul'e tabi olduk" Allah'ın indirdiğine ve Resul'e gelin, Ah keşke Allah'a ve Resul'e itaat etseydik, Allah'a ve Resule davet edildikleri zaman, Keşke Resul ile birlikte bir yol edinseydim, Kim Allah ve Resûl'ü uğrunda hicret ederek evinden çıkarsa, Allah'ın elçilerini inkar ettiler, müjdeleyici ve uyarıcı elçiler gönderdik,elçi göndermeden azap etmeyiz, Andolsun Resul size rabbinizden hakkı getirdi, Kim Allah ve Resûl'üne karşı gelirse,Allah Resulü'ne eziyet edenlere acı bir azap vardır" gibi yüzlerce âyette hep Resül kavramı kullanılmıştır.Kur'an'da geçen bütün "Nebiyyin, Enbiya" "Nebi'ler" kavramı Resulleri de kapsamaktadır.Çünkü Nübüvvet kişi ile elçilik arasında ikinci bir aşamadır. Kişi Nebi olduktan sonra elçilik makamına ulaşır. Nebi olunmadan elçi olunmaz. Dolayısıyla her Resul aynı zamanda Nübüvvet aşamasından geçmiş sayılır. Fakat her nebi Resullük makam ve mertebesine ulaşma imkânına kavuşmadan vefat edebilir. Nübüvvet ve Risalet makamının birbirinden ayrı bir misyona sahip olduğunu Hac süre 52. âyetinde görüyoruz.Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Nebiyallah" "Allah'ın Nebisi" geçmez.Fakat onlarca yerde "Resulüllah" geçer.Sadece bir yerde "Enbiya Allah'i" kelimesi geçmektedir.(istisnalar kaideyi bozmaz)Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları araştırırken ilginç bir ayrıntıya daha rastladık.Kur'an'ın yüzlerce âyetinde "Resûlihi" (Allah'ın) Rasulü" "Rüsülihi" (Allah'ın) Rasulleri, elçileri" "Rüsüli" "Resullerim, elçilerim" "Resüli" "Resulüm, Elçim" geçtiği halde, bir âyette bile "Nebiyyihi" (Allah'ın Nebisi, Onun Nebisi) geçmez.Tekil olarak bütün Nebi kelimeleri Kur'an'da Allah lafzı ile bağlantısız yalın bir şekilde ve zamirsiz olarak geçer.Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmeyenlerin Kur'an'dan, Allah Resulü'nden ve İslam'dan konuşmaları doğru değildir.Bütün bu farklardan sonra Nebi veya Resül kavramı yerine "peygamber" kelimesini kitabında veya konuşmalarında kullanacak olursa bu kişinin kitab'ı okunmaya, konuşmaları dinlenilmeye değer bulunmaması gerekir.Çünkü"peygamber" kelimesini kullanan Kur'an'da dolayısıyla İslam'da hata yapmaya mahkum olacaktır. Kim olursa olsun "Peygamber" kelimesini kullanarak konuşan bir kimse emin olun dinlenilmeye değer bir inanç ve fikir ortaya koymayacaktır.Rivayet ve içtihadlardan sonra dinde en önemli tahrif hareketi "peygamber" kelimesidir.Bu konuda şu âyetler gerçekten çok önemlidir."Şimdi (ey müminler!) onların size iman edeceklerini mi umuyorsunuz? Oysaki onlardan bir zümre, Allah'ın kelamını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onun kelimelerini "tahrif ederler" (Bakara- 75)"Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden tahrif ederler, (değiştirirler) dillerini eğerek bükerek..." (Nisa- 46)"Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini karşılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler) Kendilerine öğretilen hükümlerin önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever"( Maide -13)"Ey Resul! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla "iman ettik" diyen kimselerden ve Yahudilerden küfür içinde koşuşanların hali seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler ve sana gelmeyen bazı kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler..." (Maide -41)114-) İbrahim’in babası için istiğfar dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah’ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan teberri etti. Şüphesiz ki İbrahim çok duygulu yani halim biri idi.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(121.YAZI) Tevbe Süresi 104-) Allah’ın, kullarının tevbelerini kabul edeceğini, sadakaları (güzellikle) alacağını yani Allah’ın Tevvab (tevbeleri kabul eden), Rahim olduğunu hâla bilmezler mi? 105-) De ki: İstediğiniz ameli yapın! Amelinizi Allah da Resûlü de müminler de görecektir yani görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir. 106-) Sefere katılmayanlardan diğer bir gurup da Allah’ın emrine kalmışlardı. O, bunlara ya azap eder veya tevbelerini kabul eder yani Allah çok bilendir, hikmet sahibidir. 107-) Ve münafıklar arasında bir de (müminlere) zarar vermek, (hakkın) üstünü örtmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resûlüne karşı savaşmış olan adamı gözetlemek için bir mescid edinenler ve: (Bununla) güzellikten başka birşey istemedik, diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Halbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder. 108-) Orada ebediyen durma! İlk günden takvâ üzerine te'sis edilen mescidin içinde durman elbette daha haktır.(layıktır) Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da temizlenenleri sever. 109-) Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine te'sis eden kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını yıkılacak bir uçurumun kenarına te'sis edip, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zalimler kavmini (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete iletmez. 110-) Yaptıkları bina, (ölüp de) kalpleri parçalanıncaya kadar yüreklerine devamlı olarak bir kuşku (sebebi) olacaktır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.FAKİR VE MİSKİNLER Mİ, CAMİ VE MESCİTLER Mİ? Emeviler döneminden itibaren yavaş yavaş Allah'ın kitab'ı terk edilip onun yerine uydurma rivayetler ve bu rivayetlerin öncülüğünde içtihatlar ve mezhepler hayata hakim kılınmaya başlanınca Kur'an'ın değer verdiği en önemli şey olan, tevhid akidesi, Allah'a şirk koşmama, Allah'ın apaçık âyetlerini gizlememe, hakka batılı karıştırmama, Allah ile Elçilerini birbirinden ayırmama, Allah yani Resulü'ne itaat etme, sadece Kur'an'a ittibâ etme,adaletli olma, insan hakları, Allah yolunda infak, emri bil maruf nehyi anil münker ve güzel ahlak gibi çok önemli değerler yok kabul edilip, bu önemli değerler yerine tahrif edilen ve ne olduğu belli olmayan namaz gibi ritüel ve uygulamalar, dinin en önemli şartı olarak ümmete dayatılınca özellikle de uydurma bir rivayetle namaz dinin direği olarak benimsenince artık öyle bir ahlaksız ve vahşi bir din meydana geldi ki, her şey namaz ritüeli etrafında şekillenmeye başladı. Buna bağlı olarak ümmi halkı etkileme ve psikolojik baskı ile halkın gözlerini haktan kaydırma maksadıyla son derece ihtişamlı ve süslü mescitler yapılmaya başlandı.Aslında âyetlere baktığımızda, Kur'an'ın anlaşılması, insan hakları,güzel ahlak, Allah yolunda mucadele-cihad ve İnfak etmenin yanında, camilerin imar edilmesi çok az yer alır. Kur'an İslamında esas olan, Kur'an ilminden ve tevhid ahlakından uzak, kuru ve ruhsuz muhabbetler inşa etmek değil;Ana babaya güzellik etmek, fakirleri ve kimsesizleri korumak kollamak,yetimleri barındırmak,özgürlüğü için çalışanlara yardım yapmak, borçlulara destek olmak,yakın akraba ve komşuları gözetmek yani onlara infakın yapılması emredilmiştir. Dolayısıyla Kur'an İslamında esas olan; itikatta tevhid, amelde ise İnfak etmektir. Bu önemli iki meziyet ve fazilet kimde bulunursa, Allah'ın merhamet ve mağfiretiyle cennete girer.Dolayısıyla uydurma dinin dayattığı ritüel ve âyinler yerine, Kur'an İslam'ında önem verilen erdemlere ve ibadetlere ağırlık vermek gerekir.Türkiye'deki bütün cami ve mescitler, bir tane fakir ve miskinin gözyaşına eşit değildir.Şu da bir gerçektir ki, namaz ibadeti ile alakalı hadis kitaplarında geçen bütün rivayetler yalandır. Kur'an ehli muvahhidlere tavsiyem, cami ve mescitlere yapacağınız infaklarınızı akrabalarınıza, dostlarınıza, komşularınıza, ihtiyaç sahiplerine fakir ve miskin öğrencilere yapın. Kur'an'da ne varsa gerçektir, Kur'an'da olmayan her şey yalandır, hurafedir, iftiradır.(Ey Müşrikler!) Siz hacılara su vermeyi ve Mescidi Haram'ı imar etmeyi, Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz?Halbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez"(Tevbe- 19)Cami ve mescidler insanları Kur'an'a götürmüyorsa, yüce Allah'ın indinde hiç bir değerleri yoktur.) 111-) Allah müminlerden, nefislerini ve mallarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, öldürülürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok ahdine vefalı kim vardır! O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin yani İşte bu, (gerçekten) azim bir başarıdır. 112-) (Bu alış verişi yapanlar), tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler,(Allah yolunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, mârufu emreden yani münkerden nehyedenler yani Allah’ın sınırlarını muhafaza edenlerdir yani müminleri müjdele!
27 Ocak 2022 Perşembe
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(120. YAZI)Tevbe Süresi 91-) Allah ve Resûlü için (insanlara) nasihat verdikleri takdirde, zayıflara, hastalara ve (savaşta) harcayacak bir şey bulamayanlara bir zorluk yoktur. Zira güzel ahlak sahipleri aleyhine bir yol (sorumluluk) yoktur yani Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 92-) Kendilerine binek sağlaman için sana geldiklerinde: Sizi bindirecek bir binek bulamıyorum, deyince, infak edecek bir şey bulamadıklarından dolayı hüzünden gözleri yaş dökerek dönen kimselere de (sorumluluk yoktur). 93-) Yol (sorumluluk) ancak, zengin oldukları halde senden izin isteyenleredir. Çünkü onlar geri kalanlarla (kadın- çocuk- ihtiyar) beraber olmaya râzı oldular. Allah da onların kalplerini mühürledi, artık onlar (neyin doğru olduğunu) bilmezler. 94-) Seferden onlara döndüğünüz zaman size özür beyan edecekler. De ki: (Boşuna) özür dilemeyin! Size asla inanmayız; çünkü Allah, haberlerinizi bize bildirmiştir. (Bundan sonraki) amelinizi Allah da görecektir, Resûlü de. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilene döndürüleceksiniz de yapmakta olduklarınızı size haber verecektir. 95-) Onların yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden (onları kınamaktan) vazgeçmeniz için Allah adına and içecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar bozukturlar. Kazanmakta olduklarına karşılık ceza olarak varacakları yer cehennemdir. 96-) Onlardan razı olasınız diye size yemin edecekler. Fakat siz onlardan razı olsanız bile Allah fâsıklar topluluğundan asla razı olmaz. 97-) Bedevîler, kâfirlik ve münafıklık bakımından hem daha şiddetli, hem de Allah’ın Resûlüne indirdiği sınırları tanımamaya daha yatkındır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir. 98-) Bedevîlerden öylesi vardır ki (Allah yolunda) infak edeceğini angarya sayar ve sizin başınıza belâlar gelmesini bekler. (Bekledikleri) o kötü belâ kendi başlarına gelmiştir. Allah pek iyi işiten, çok iyi bilendir. 99-) Bedevîlerden öylesi de vardır ki, Allah’a ve ahiret gününe iman eder, (hayır için) infak edeceğini Allah katında yakınlığa yani Resülün salâvatlarını almaya vesile edinir. Bilesiniz ki o (infak ettikleri mal, Allah katında) onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine (cennetine) koyacaktır. Şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. (Âyette bulunan "salâvétir resül" "Resülün salâvatları" Resül (a.s) ın tilâvet ettiği âyetler yani vahiy için mallarını infak edecekler ve bu sayede yüce Allah'a yakın olmanın saadet ve selametine sahip olacaklardır. İşte bu yüzden âyette Resül kavramı kullanılmıştır. Bu ahlak beşer olan Resül (a.s) vefat ettikten sonra da devam eder. Müminler Kur'an mesajının bütün insanlara ulaşması için mallarını infak etmek zorundadırlar. Sadece Resül kitap olan Kur'an yolunda, tarikat, cemaat, diyanet ve camilere infak etmeyecekler.) 100-) İslâm dinine girme hususunda öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur ve onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden nehirler akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu azim başarı budur. 101-) Çevrenizdeki bedevî Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. (Ey Nebi!) Sen onları bilmezsin, onları ancak bir biliriz. Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar azim bir azaba döndürüleceklerdir. 102-) Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler, salih bir ameli diğer kötü bir amelle karıştırdılar. (Tevbe ederlerse) umulur ki Allah onların tevbesini kabul eder. Çünkü Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 103-) Onların mallarından sadaka al; onları (nifaktan) temizlersin yani bununla onları arıtırsın yani onlara salât et. Çünkü senin salâtın onlar için sükûnettir. Allah işitendir, bilendir. YUKARIDAKİ ÂYETİ NASIL ANLAMAK GEREKİR? Yukarıdaki âyette bulunan "salli" kelimesine Diyanet, Elmalılı Hamdi Yazır, Hasan Basri Çantay, Ali Bulaç, Muhammed Esed, Suat Yıldırım, Celal Yıldırım, Süleyman Ataş ve Diyanet vakıf meali tarafından "dua et" anlamı verilmiştir. Halbuki bu âyette bulunan "salli" kelimesinin dua etme ile hiç bir ilgisi yoktur. Söz konusu âyetin hangi anlama geldiğini ortaya koymadan önce üzerinde bulunan iki âyete bir daha bakalım."Çevrenizdeki bedevi Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münâfıklıkta maharet kazanmışlardır.(Ey Nebi!) Sen onları bilemezsin. Onları biz biliriz. Onlara iki kez azab edeceğiz, sonra da onlar azim bir azaba dödürüleceklerdir. Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler, salih bir ameli diğer kötü bir amele karıştırdılar. (Tevbe ederlerse) umulur ki Allah onların tevbelerini kabul eder. Çünkü Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. (Tevbe-101,102)Tevbe 103. âyette söz konusu edilenler, münafıklıkta maharet kazanmayan, yaptıkları günahlardan pişman olan ve tevbe etmeye meyilli bulunanlardır.Yani bunlar İslam ile nifak arasında bir ahlaka sahip bulunan iki yol arasında kalan bir gruptur. Yüce Allah, Resül (a.s) a pişmanlıklarının pekişmesi, imanlarının sağlam olması ve münafıklıktan iyice arınmaları için ilk önce onların mallarından sadaka almasını emrediyor. Daha sonra konu ile ilgili Kur'an'dan âyetlerle onlara yardım etmesini ve vahiy'le destek olmasını tavsiye ediyor. Çünkü öğüt için en büyük destek Kur'an'dır. (Ankebüt-45)Yani Allah ve Resul'ü tarafından kendilerine değer verildiğini anlasınlar. Resül (a.s) âyetlerle onlara yardım edecek ve destek olacak ki, nifak hastalığından kurtulup ihlas ve takva sahibi birer Müslüman olsunlar. Dolayısıyla âyette bulunan "salli aleyhim" "onlara destek ol, yardım et, onlara değer ver" anlamına gelmektedir.
SALÂT ve SECDE (3)(15.YAZI) "İşte onlar Allah'ın (vahiy'le) nimetlendirdiği Nebilerden, Âdem’in zürriyetinden, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail’in zürriyetinden hidayete ulaştırdığımız yani seçtiğimiz kimselerdendir. Onlara Rahman’ın âyetleri okunduğu zaman (vahye) kapaklanarak yani ağlayarak secde ederlerdi. Ancak onlardan sonra gelen nesiller salât'ı kaybettiler yani şehvetlerine uydular. O halde yakında gayya (kendi hatalarıyla düştükleri karşılık) ile karşılaşacaklar. Ancak tevbe edip iman eden yani salih ameller yapanlar müstesna. İşte onlar cennete girecekler ve hiç bir şeyle zulme uğratılmayacaklar" (Meryem- 58, 59, 60) İşte Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının kaybettikleri gerçek salât budur. Vahiy ile bağlantılarını kopardılar. Esas kaybedilen namazın nasıl kılınacağı ya da yerlere nasıl kapanılacağı, hangi hareketlerin ne zaman ve ne şekilde yapılacağı değildi. Kaybedilen şey aydınlanmadan doğan bu tabii ve orijinal bağlantıdır. “Onlar yere şöyle kapaklanmışlar, biz de aynı hareketleri yapalım” diyerek yapılan sanal ve taklide dönüşen şey ne salâttır ne de tesbih.İbrahim (a.s) ın hanesinde yapılan da buydu. Henüz kaybedilmemiş olan organik bağlılıktı. "Hani biz İbrahim'e evin yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle demiştik:) Bana hiç bir şeyi şirk koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükû ve secdeye edenler için evimi tertemiz tut"(Hac-26) Yüce Allah’ın bizden istediği şey yere kapaklanmak ya da insanların önünde gösterişli "salih insan, takvalı mümin" pozlar vermek değil, vahyin nuruyla aydınlanıp onun güzel ahlakına sahip olmaktır. "Onlara: Rahman’a secde edin denildiği zaman; Rahman da neymiş? Biz senin bize emrettiğine mi secde edecekmişiz, derler ve (bu) onların nefretini arttırır"(Furkan-60) İşte secde; Rabbimizin kılavuzluğunu artık sadece okumuyor aynı zamanda onun bildirdiği gerçekleri teker teker içselleştiriyor olmaktır. Sevinç ve farkındalık içinde anlıyor olmaya başlamaktan ötürü o kadar mutlu ve huzurlu olmak ki; her âyetin altındaki beğeni tuşlarına defalarca basmak gibi. "Bizim âyetlerimize iman edenler, kendilerine hatırlatıldığı zaman (vahye) kapaklanarak secde edenler, Rablerini hamd ile tesbih edenler yani büyüklük taslamayanlardır" Onların yanları yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla (çağırırlar) dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler" (Secde-15, 16) Eğer secde salt bir ritüel olsaydı yukarıdaki “hatırlatma” ifadesi boşa çıkardı. Mesele sadece namazda secde etmek değil, yüce Allah’ın âyetleri hatırlatıldığında tereddütsüz kabul etmek, zerre kadar şüphe içinde olmadan ikna olmaktır. İşte o secde için yerlere kapaklanmaya gerek yoktur.Akıl ve irfan, zihin ve gönül secde edecek.Furkan'ın farkında ol, vahyi içselleştir, tevhid için sevinç duy, hakkı fark et, ondan sonra kapaklanacaksan istediğin yere kapaklan. Geceleri nefsin yatağından uzaklaşıyor mu, dön kendine bir bak! Allah’ın âyetleri ve onun yarattığı bilimin gerçekleriyle ne kadar ilgi ve meşguliyet halindesin dön bir daha düşün. Cehalet ve kibir nerede bir kontrol et. "Kendilerine Kur'an okunduğunda secde etmiyorlar"(İnşikak-21)Âyet asla yere kapanıp secde etmekle ilgili değildir. Âyet vahyi işittiği halde ona teslim olmayan müşrik mezhepçilerle ilgilidir. "Hayır; ona itaat etme,(Allah'a) secde et yani yakınlaş"(Alak-19)Demek ki secde yüce Allah'a yani vahye yakın olmaktır. Dünyada Kur'an'a sizden daha uzak kimse var mı? "On sekiz yaşında bir kız, Belçika'da yaşıyor.-Türk müsün? dedim.-Daha karar vermedim, dedi.-Müslüman mısın?dedim.-Ona karar vermek daha zor, dedi.Merakım iyice kabarmıştı...-Konuştuklarınızdan hiçbir şey anlayamadım, dedim.-Ben de bir şey anlayamıyorum. Hayatım bir kördüğüm. Nasıl çözeceğimi bilemiyorum.-Neden ama?..-Babam Fransız, annem Türk... İkisini de seviyorum... Babam Hristiyan bir Fransız olmamı istiyor. Annemse, Müslüman bir Türk olmamı...Bu iki istek arasında sıkışıp kaldım... -Bilemiyorum ne yapacağımı?Sis perdesi biraz aralanmıştı.Biraz daha açmak için sorulara devam ettim.-Kendini kalben Hristiyanlığa mı daha yakın hissediyorsun, Müslümanlığa mı?..-İslam'a daha sıcak bakıyorum, ama Müslümanlara baktığımda birden soğuyorum. Babam annemin Türkiye'deki akrabalarını Brüksel'e getirip oturum aldı, iş buldu... Bir iki yıl çalıştılar o kadar... Şimdi hepsi 'somaca basıyorlar' yani işsizlik parası alıyorlar.Hepsi de sapa sağlam... Babamın akrabaları Hristiyan... Kiliseye gitmiyorlar ama iş ahlakları var... Herkes işinde dürüstçe çalışıyor... Annemin akrabaları hem namaz kılıyor, yeri gelirse hırsızlık bile yapıyorlar... Türkiye'ye gidiyoruz her taraf cami dolu, camiler de namaz kılan insan dolu... Ama herkes hile yapıyor, sizi kandırmaya çalışıyor... Belçika'da kiliseler bomboş ama Hristiyanların hepsi ahlaklı... İşte bu yüzden olmak istediğim halde Müslüman olamıyorum...Afallamıştım. Umutsuz bir hamle yaptım.-Ama şey... Yani... Müslümanlara bakarak karar vermek...Ani bir çıkışla sözümü kesti...- Çok dinledim bu masalları, hem de pek çok... Kusura bakmayın lütfen... Bir din anlayışı güzel ahlak üretemiyorsa ben o dini yani Müslümanlığı kabul edemem...Brüksel'deki Müslümanları geçtim; Türkiye'de herkes devleti soyuyor, vergi kaçırıyor, haram yiyor... Her şeyi yapıyorlar...Ondan sonra"Döndüm Kabe'ye Allahü Ekber". Jimnastik bu ya, namaz değil jimnastik...Bu sözler ceviz büyüklüğündeki dolu taneleri gibi başıma çarpıyordu...-O zaman siz Hristiyanlıkta kesin kararlısınız? diye sordum.-Annem "Müslüman ol" diyor ama bu ihtimal çok zayıf... Brüksel'de en çok Ezan seslerini seviyorum, çan sesleri beynimi tırmalıyor... Haaa annemin hatırına belki Türküm diyebilirim...Maria Elif'in yaşadığı Müslüman işkencesinin vebali kimlerin omuzunda acaba?"(Gerçek yaşanmış bir hikâye)
26 Ocak 2022 Çarşamba
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİTevbe Süresi (119. YAZI)73-) Ey Nebi! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et yani onlara karşı sert ol. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir! 74-)(Ey Nebi!) O sözleri söylemediklerine dair Allah’a yemin ediyorlar. Halbuki o küfür sözünü elbette söylediler ve teslimiyetlerinden (boyun eğdikten) sonra kâfir oldular. Başaramadıkları bir şeye de yeltendiler. Ve sırf Allah ve Resûlü kendi faziletinden onları zenginleştirdiği için intikam almaya kalkıştılar. Eğer tevbe ederlerse onlar için daha hayırlı olur. Yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, ahirette de elem verici bir azaba çarptıracaktır. Yeryüzünde onların ne bir veli ne de bir yardımcı vardır.(Âyette "Allah ve Resülü" kavramları geçtiği halde "faziletinden" buyrulması önemlidir. Allah ve Resül kavramlarının geçtiği yerlerde böyle bir sistem mevcuttur. Bu âyette geçen Resül kavramı da, kitap Resül bağlamında kullanılmıştır. Çünkü kim Kur'an'a gerçekten sarılırsa ebediyen huzur ve mutluluğa, maddi manevi zenginliğe ulaşır.) 75-) Onlardan kimi de, eğer Allah faziletinden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz yani elbette biz sâlihlerden olacağız! diye Allah’a ahd ediyor. (söz veriyor) 76-) Fakat Allah faziletinden onlara (zenginlik) verince, onda cimrilik edip yani (Allah’ın emrinden) yüz çevirerek ahitlerinden döndüler. 77-) Nihayet, (Allah’a) olan vaadlerinde hilaf ettiklerinden yani yalan söylediklerinden dolayı Allah, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar onların kalbine nifak soktu. 78-)(Münafıklar), Allah’ın, onların sırlarını da fısıltılarını da bildiğini ve gaybları (gizli şeyleri) çok iyi bilen olduğunu hâla bilmiyorlar mı? 79-) Sadakalar hususunda, müminlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onları maskara etmek isteyenler var ya, işte Allah onları maskara etmiştir yani onlar için elem verici bir azap vardır.80-) (Ey Nebi!) Onlar için ister istiğfar et, ister istiğfar etme; onlar için yetmiş kez istiğfar etsen de Allah onları asla mağfiret etmeyecektir. Bu, onların Allah yani Resûlüne kâfir olmalarından ötürüdür. Allah fâsıklar topluluğunu (vahiy haricinde) hidayete erdirmez. (Nebi (a.s) munafıklardan habersiz olarak onlara istiğfar ediyordu. Mağfiret edilmemeleri bundan kaynaklanıyordu. Kur'an'a göre munafıkların mağfirete ulaşmaları için sistem şöyle işleyecekti. 1-) Munafıklar Resül yani vahiy yerine tağut'a tâbi oldukları günahtan pişman olup, gönülden samimi bir şekilde tevbe edip Resül'e geleceklerdi.(Tevbe-60/64)2-) Nebi değil, Resül onların mağfiret edilmeleri için yüce Allah'a onlar için istiğfar edecekti. 3-) Mağfiret edilmeleri yani bağışlandıklarını haber veren vahiy indirilecekti. (Nisa-65; Munafikun-5,6)Dolayısıyla Nebi (a.s) ın bu konuda yapabileceği bir şey yoktu. Önların işleri Resül ile bitiyordu. Çünkü âyetin şöyle bir evrenselliği de mevcuttur. Kim bir günah işler sonra vahye gelir yani Resül olan Kur'an'a sığınır ve bağışlanma talep ederse yüce Allah onu affeder. İşte onun için nifak sorunlarını tarihsel olan Nebi (a.s) ile değil, evrensel olan Resül (a.s) ile son vereceklerdi.) 81-) Allah’ın Resûlüne muhalefet etmek için geri kalanlar (sefere çıkmayıp) oturmaları ile sevindiler; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi kerih (çirkin) gördüler yani "bu sıcakta sefere çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır!" Keşke anlasalardı! 82-) Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar! 83-) Eğer Allah seni onlardan bir tâifenin yanına döndürür de (Tebük seferinden Medine’ye döner de başka bir savaşa seninle beraber) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: Benimle beraber asla çıkmayacaksınız ve düşmana karşı benimle beraber asla savaşmayacaksınız! Çünkü siz birinci defa (Tebük seferinde) yerinizde oturmaya razı oldunuz. Şimdi de geri kalanlarla (kadın ve çocuklarla) beraber oturun! 84-) Onlardan ölmüş olan hiçbirine ebediyen salât etme yani onun kabri başında durma! Çünkü onlar, Allah'a yani Resûlüne kâfir oldular yani fâsık olarak öldüler. (Cenaze namazı diye bir şey yoktur. Bu âyette geçen ve Nebi (a.s) ın yapmaması gereken salât, munâfık olanların cenazesine katılmak, onun kabri başında durmak, onu uğurlamaktır. Onlara salât yapıldığı zaman onlara bir meşruiyet alanı açılacak, nifak ile mucadeleye büyük bir darbe vuracaktı. İman edenler cenazeyi defnetmeleri yani onu dışarda bırkmamaları gerekiyor. Fakat Nebi (a.s) ın cenazede bulunması müminlere örnek olma açısından kabul edilecek bir şey değildir. Kafir ve munafıkların cenazesine katılmak Nübüvvet makam ve mertebesine yakışmaz.) 85-) Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah, bununla ancak dünyada onlara azap etmek ve onların kâfir olarak nefislerinin çıkmasını istiyor. 86-) "Allah’a iman edin yani Resûlü ile beraber cihad edin" diye bir sûre indirildiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve: Bizi bırak (evlerinde) oturanlarla beraber olalım, dediler.87-) Geride kalan kadınlarla beraber olmaya razı oldular, onların kalplerine mühür vuruldu. Bu yüzden onlar anlamazlar. 88-) Fakat Resül ve onunla beraber iman edenler, mallarıyla, nefisleriyle cihad ettiler. İşte hayırlar onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerlerdir.. 89-) Allah, onlara içinde kalacakları ve zemininden nehirler akan cennetler hazırlamıştır. İşte azim başarı budur. 90-) Bedevîlerden, (mazeretleri olduğunu) iddia edenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah'a yani Resûlüne yalan söyleyenler de oturup kaldılar. Onlardan kâfir olanlara elem verici bir azap isabet edecektir.
SALAT ve SECDE (2) (14.YAZI) Kur'an'da ritüel var mı?Ritüel: Önceden belirlenmiş kural ve kâidelere göre icra edilen dini ayin, merasim demektir. Bu tanıma göre Kur'an'da ritüel yoktur. Çünkü Kur'an, “görüntü ve şekillere değer vermez” yani din istismarına sebep olacak hareketlere onay vermez. O, hayat alanında tevhid ve güzel ahlakı, insan hakları ve merhameti, adalet ve infakı yani Kur'an’ın emir ve öğütlerine göre hareket etmeyi ister. Ancak ritüele en yakın uygulama bazı âyetlerde nulunan “tazarrulu dua”dır. Bu önemli yakarışı da herkes kendi durum ve ihtiyacına göre bilinçli bir zihinle yapacağından ve gerçekten ilâhi kapıya iltica olduğundan yani taklit olmadığından tam ritüel sayılmaz. Üstelik herkesin hem kendi özel sorunlarının hemde tüm ümmetin sorunlarının düzelmesi için konuştuğu dil ile yapılan bu yalvarma ve yakarış sözleri birbirinden çok farklı olacaktır. Belli bir vakti de yoktur. İnsan ihtiyaç duyduğu her anda yapabildiği yüce Allah'a sığınma ve ondan yardım dilemedir. Kur'an'a bakın, onlarca âyette, Nebi ve Resüllerin hayatlarında sadece bu ahlakı ve yalnız bu yakarış şeklini bulacaksınız. Tazarru: Alçala alçala yalvarma yani rükû anlayışına bağlı olarak “vahye kapanmayı”yı bildiren, yüce Rabbimizin sonsuz nimetlerinin şuuruna varma anlamına gelmektedir.Yani gittikçe eğilerek zilletini sadece Rabbimize göstermek. Bu anlam; sadece “tazarru” ifadesinin geçtiği âyetlerde vardır. "Harr-harra- harru" ifedesi geçtiği âyetlerde şu şekilde bir anlam kazanıyor. "Onun (güzel ahlak ve edebinin önünde) secde (kabul) ediciler olarak (Nübüvvet makamına) derin bir saygıyla kapandılar"(Yusuf-100)Kur'an kendilerine okunduğu zaman secde (kayıtsız şartsız kabul) ediciler olarak (işittikleri vahye) çenelerini kapatarak (büyük bir saygıyla) kapanırlar" (tutunurlar onu içselleştirirler" (İsra-107)Ve ağlayarak çene üstü (deyim:çenelerini kapatarak) kapanırlar" (âyetler karşısında) susarlar"İsra-109)(Eski bir Arap atasözünde; çene üstü kapanmak: “Çeneni kapat” deyimi gibi “susmak” anlamındadır.) Kur'an'ın okunuşu onların saygı ve duygularını (bilinçlerini) artırır. "Onlar ecde ediciler olarak vahye kapanırlardı (tutunurlardı) içselleştirirlerdi" (Meryem-58)"Bizim ayetlerimize ancak o kimseler iman ederler ki, âyetlerimizle kendilerine öğüt verildiğinde büyüklük taslamadan secde eden (teslim olan) kimseler olarak vahye kapanırlar yani Rablerini hamd ile tesbih ederler"(Secde-15)Görüldüğü gibi Arap deyimlerini aynısıyla çevirdiğimizde gelenekten gelen cümle buharlaşıyor, havada kalıyor. Ama “anlatılmak istenen nedir?” şeklinde baktığımızda konuyla bağlantılı anlam belirginleşip, her zaman ve zeminin şartlarına uygun mükemmel bir uyum meydana geliyor. Burada imanın püf noktası devreye giriyor. İnsanlarla Kur'an arasına girip, onu anlamaktan uzaklaştıran Şiiliği ve Sünniliği çok iyi tesbit etmemiz ve onlardan uzaklaşmamız gerekmektedir.Çünkü onlar vahyin yerine şeytanlara tâbi olmuşlardır.Bunlar şeytanları evliya edindikleri halde kendilerini hidayette zannediyorlar.İşte bunun için dinde tek kaynağımız Kur'an olmalıdır.Şu nokta hayati bir öneme sahiptir. Kur'an her zaman ve zeminde yani bütün kültür ve coğrafyalarda mutlaka hayatla uyumlu evrensel mesajlar içerir, insanlara zorlanacakları ritüellere mahkum etmez. Yani her devirdeki ve her dindeki insanlara hitap eden Kur'an'ı Arapça değil, evrensel bir akılla anlamak durumundayız.Dolayısıyla son vahiy olan Kur'an tüm insanlara gönderilmiş, evrensel bir mesajdır. Bu evrensel mesaja iman etmek isteyen, onun mükemmel ahlak ve muhteşem ilkelerini anlayanlara nasıl namaz kıldıracaksınız? Yani sizin üzerinde hassasiyetle durduğunuz ve hakkında yüzlerce hadis uydurduğunuz bir ritüel ile insanları Kur'an'dan ve İslam'dan uzaklaştırdığınızın farkında değil misiniz? Dünyada hangi dine ve kültüre sahip olursa olsun hiç kimse bu ritüeli yapmaz, yapamaz. Sizin gençlerinizin yapmadığı bir şeyi gayri müslimler nasıl yapacaktır?
25 Ocak 2022 Salı
SALAT ve SECDE (13.YAZI) Secde kelimesine ilk olarak Bakara süresinin başlarında Âdem (a.s) için meleklerin secde etmesinde rastlıyoruz. Ve meleklere “Âdem için secde edin” dedik. İblis hariç secde ettiler. O ise diretti yani kibirlendi yani kâfirlerden oldu"(Bakara-34) Yüce Allah şâhittir ki, bizim amacımız, tahrif edilmiş yani Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları tarafından anlamı bozulmuş olan salât’ın gerçek anlamını bulmaktan başka bir şey değildir. Yani ilâhi mesajın ne dediğini anlamaya çalışıyoruz. “Meleklerin Âdem'e secdesi” konulu âyetlerde geçen "secde" kelimesi, bir fiili, hareketi ve ritüeli değil, bir emrin gereğini kayıtsız şartsız kabul etmeyi simgelemektedir. Fakat bunu alnı yere koyma, yere kapanma şeklinde algılayanlar bile o âyetlerde namazla ilgili bir durum olmadığının farkındadırlar. Şimdi âyetlerle konuyu daha da açmaya çalışalım. "Ey Meryem! Rabbine gönülden bağlan yani secde et yani rükû edenlerle birlikte rükû et.Ayette “gönülden bağlan” şeklinde çevirisi yapılmış ve emir kipinde olan"uknuti" kelimesi, dilimize de geçmiş ve çok aşina olduğumuz bir fiil olan" ikna, kanaat" gibi kelimelerle aynı yapıya sahiptir. Söylenen şey: İkna ol, boyun bük, kabul et. Demek ki secde dediğimiz şey "ikna olduktan" sonra yapılıyor veya ikna olmayla ilgili bir sürecin sonucu oluyor.O zaman ikna olmayı sağlayan etken nedir? "Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O'na kulluk etmekten büyüklenmezler; O'nu tesbih ederler ve yalnız O'na secde ederler" (Âraf-206) İkna olmayı sağlayan unsurlardan birisi tesbihtir. Tesbihin ne olduğuyla ilgili de bir sözümüz mevcuttur. Ama kısaca değinmek gerekirse "tesbih" Allah’ı farkındalıkla anma, vahyi çözümleme, verilen görevi tam olarak yerine getirme ve gerçekler üzerinde aydınlanma ameliyesidir. Yeri gelmişken, yukarıdaki âyette geçen “yalnız O'na secde ederler” cümlesini unutmayalım. Çünkü bu haber gerek yaratılış sürecinde Âdem için yapılan secdeyi ve gerekse aşağıda okuyacağımız âyetteki secdeyi doğru anlamak için bir mantık sınırı vermektedir. Yaratılışta Âdem’e secde edilmemiştir. Âdem için Allah’ın emrine ikna olunmuş, kanaat getirilmiştir. Bu şartlarda âşağıdaki âyette anne-baba ve kardeşleri tarafından secde edilen Yusuf (a.s) mıdır? Bu mümkün değildir. Eğer öyle olsaydı Kur'an çelişkili bir kitap olurdu.Halbuki Kur'an'ın çelişkiden uzak ve hatadan masum olduğu ilâhi bir hükümdür. (Nisa-82) "Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için secdeye kapandılar. Dedi ki: Ey Babacığım! Bu daha önceki rüyamın te'vilidir. Doğrusu Rabbim onu hak kıldı"(Yusuf-100) Âyete dikkat edilirse, Yusuf (a.s) risâlet ahlakıyla anne ve babasını makamına çıkartıp oturtuyor. Ve tüm başına gelen hadiselerin sonunda yüce Allah’ın inayet ve yardımıyla âdil bir yönetici olduğunu görüyorlar, O’nun Nübüvvet ve Risâlet ahlakına sahip olduğuna bir kez daha ikna oluyorlar. "Göklerde ve yerde kim varsa isteyerek veya istemeyerek gölgeleri de sabah akşam Allah'a secde eder" (Râd-15) "Allah'ın herhangi bir şeyden yarattığına bakmıyorlar mı? Onun gölgeleri sağdan ve soldan alçalarak Allah'a secde eder vaziyette döner" (Nahl-48) "Göklerde ve yerde hareket halinde olan ne varsa yani melekler Allah'a secde ederler ve büyüklük taslamazlar"(Nahl-49) "Salât'ı ikâme" bağlamında kibirlenmek, büyüklük taslamak yere kapanmaya diretmek değil, doğruyu ve gerçeği kabullenmeye diretmek demektir. Rükûda da secdede de aynı durum vardır. Ama secde, rükûya göre daha kesin ve derinlikli bir kabullenmedir. Gönülden doğan, ihlas ve furkanla gerçekleşen bir ikna oluş durumudur. Aşağıdaki âyetler bu kayıtsız şartsız kabul edişi çok güzel açıklıyor. "Biz onu, Kur'an olarak, insanlara bir süreç içinde kıraat edesin diye onu kısımlara böldük yani onu peyderpey indirdik. De ki: İster ona iman edin ister iman etmeyin; o önceden kendilerine ilim verilenlere okunduğu zaman "vahye" kapanarak secde ederlerdi. Ve derler ki: Rabbimiz yücedir. Rabbimizin vâdettiği neyse o mutlaka yerine gelir. Ağlayarak yüzüstü kapanmakta ve hûşûları artmaktadır"(İsra-106/109) Bu âyetlerde görmek isteyene açık seçik biçimde söylenen gerçek şudur: Size peyderpey okunup duyurulmakta olan Kur'an daha önce farkına varamadığınız doğrularla ve gerçeklerle doludur. Siz bu kitab'a iman etseniz de iman etmeseniz de bilin ki daha öncekilere bunlar açıklandığı zaman gerçeğin ne olduğunu öyle bir kesinlik ve açık zihinle fark ederlerdi ki, bu aydınlanmanın verdiği huzur ve heyecanla birlikte bu ikna oluşlarını zihnen kabullenerek vahye tutunarak ona kapanarak yani sevinçlerini ağlayarak gösterirlerdi. Yukarıdaki âyetlerde "secde" ile beraber geçen “harr-harru” sözcüğüne meallerde “yere kapanmak, yere kapandılar” gibi bir mânâ veriliyor. Aslında âyette “yer” kelimesi geçmemektedir. "Yere kapanmayı" gösteren ve işaret eden bir şeyde yoktur. En doğrusunu Allah bilir, âyetlere dikkat edildiğinde, aslında anlatılana yani (vahye) kapanma, ona kayıtsız şartsız teslim olma gibi bir mânâya işaret ediliyordu.“harr” yani boğazdan gelen, boğazı yırtan, boğazı biraz zorlayarak çıkan "ha" ile başlayan sözcük olarak, "çöktü, kaydı, yıkıldı, aktı, yüksekten düştü" anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ilgili âyetlerde kastedilen şey tevazu göstermek, inanç ve zihin açısından tam bir teslimiyette bulunmaktır" Meallerin büyük çoğunluğu genellikle birbirinden kopya olduğu için hepsinde “yere kapanmak” anlamına çevrilen "harr-harra, harru" sözcüğünün gerçek manası: “Yüksekten özgürce düştü, kendini bıraktı” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla âyetlerde; Meyvenin yetiştiği daldan kopup özgürce düşmesi gibi, geçmişin batıl inançlarından vahiy ve tevhid özgürlüğüne, akıl ve zihin mahkumiyetinden ayrılıp özgürce yol gösteren vahye kapanmak ve tutunmak anlamında ifade edilmektedir.Yani "harr-harra, harru" her zaman ve her durumda yapılabilen bir fiil olmalıdır. Yoksa insan her an ve her mekanda "yere kapanıp, alnını yere koyamaz" fakat inanç, akıl, fikir ve kabullenme açısından insan her zaman "harr" yapabilir. Böylece "harr-harra" sözcüğü âyetlerde: "Yüce Allah tarafından yere indirilen vahye duyguyla kapanmak, tutunmak, sığınmak, yapışmak, ona karşı içi tevazuyla dolmak, teslim olmak, özgürce bağlanmak" anlamlarına gelmektedir. Aslında insan gerçeği gördükten sonra tereddüde düşmeden hemen bir anda eski inanç ve fikirlerinden uzaklaşması gerekiyor. Dolayısıyla daha önceki yazılarımda "harr-harra" sözcüğüne verdiğim "yere kapanma, alnı yere koyma" anlamlarından dolayı özür diliyerek vazgeçiyorum. Eski dinin kötü kalıntılarından bir anda kurtulup uzaklaşmak kolay olmuyor. Tekrar etmekte fayda görüyoruz. Demek oluyor ki, "harr-harra" ifadeleri “duydukları andan itibaren hemen vahye kapanırlar, onu kayıtsız şartsız teslim olurlar, saygı gösterirler!” demektir. "Duygulanıp âyetlere kapanma, onları içselleştirme" demektir.Kur'an'da geçen "takva, (sorumluluk bilinci, sakınma, korunma) hikmet,(Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü) ihlas,(dini Allah'a özel kılma) ihsan (güzellik, güzel ahlak) salât, (vahyin insanlara ulaştırılması, toplumun vahiy'le ayağa kaldırılması) ibadet, (sadece Allah'a kul olma) rukü (vahye boyun eğme) secde (kayıtsız şartsız kabullenme) gibi bütün kavramlar süreklilik ifade eden, hayatın her anını ve alanını kapsayan, her zaman ve her mekanda yapılabilecek emirlerdir. Bütün bu emirler için tayin edilmiş zamanlar ve özel mekanlar edinmeye ihtiyaç yoktur. Sadece bunların içinde bulunan ve toplu bir şekilde yapılacak "salât" için mescitlerin bulunması gereklidir, şarttır. Dolayısıyla kavramları konu içindeki gerçek anlamlarından çıkarıp, kast edilen anlamlarından uzaklaştırıp hareketsel bir anlam yüklemek, vahyin ifadesini saptıracağından Kur'an'a büyük bir zulüm olacaktır.Kendi inancını ve algılarını Kur'an'a sokmak yani hak olana batılı karıştırmak olacaktır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(118. YAZI)Tevbe Süresi 61-) Yine o münafıklardan: O (Nebi, her söyleneni dinleyen) bir kulaktır, diyerek Nebi'ye eziyet edenler de vardır. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır. Çünkü o Allah’a iman eder, müminlere güvenir ve o, sizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah’ın Resûlüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır. (Nebi (a.s) kendi döneminde olan müminlere rahmet iken, Resül insanlar için bir rahmettir.(Enbiya-107) Bunun iki sebebi vardır. 1-) Nebi tarihseldir, Resül evrenseldir. 2-) Beşer Resül olan Muhammed (a.s) vefat ettikten sonra kitap Resül olan Kur'an kiyamet gününe kadar misyonuna devam edecektir. İşte Nebi ve Resülün arasında bulunan farklardan bir tanesi de budur.) 62-) Rızanızı almak için size (gelip) Allah’a yemin ederler. Eğer mümin iseler Allah'ı yani Resûlünü razı etmeleri hakka daha uygun olurdu. (Âyette Allah ve Resül kavramları bulunduğu halde, "en yurduhu" "onu razı etmeleri hakka daha uygun olurdu" denilmesi "yani" ibaresini koyma zorunluluğunu meydana getirdi. Bu sistem Resül için geçerli olan bir sistemdir. Nebi için böyle bir şey yoktur.) 63-) Hâla bilmediler mi ki, kim Allah'a yani Resûlüne isyan ederse elbette onun için, içinde kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte bu azim bir rüsvaylıktır.(Yukarıdaki âyette geçen Resül kavramı kitap Resül için kullanılmıştır. Çünkü beşer Resül olan Muhammed (a.s) vefat etmiştir. Fakat kitap Resül kiyamet gününe kadar bâki kalacaktır. Hemde yeryüzünün bütün coğrafyalarına giderek ışık saçmaya devam edecektir. Beşer Resül olan Muhammed (a.s) kitap Resülün gittiği zaman ve coğrafyalara gitme imkanına sahip olamazdı. Çünkü onun hayatı ve imkanları son derece sınırlı idi.) 64-) Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin indirilmesinden çekinirler. De ki: Siz alay edin! Allah o çekindiğiniz şeyi ortaya çıkaracaktır. 65-) Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile yani O’nun âyetleriyle yani O’nun Resülü ile mi alay ediyordunuz? (Âyette geçen "Allah ile yani O'nun âyetleriyle yani O'nun Resülü ile mi alay ediyorsunuz?" cümlesi, önemlidir. Yüce Allah Nebi'ye vahiy indirir, risâlet misyonu ile vahyi Resül tebliğ eder. İşte bundan dolayı ilgili tüm âyetlerde tebliğ kavramı Nebi bağlamında değil, Resül bağlamında kullanılmıştır. Yani vahiy Resülün dilinde hayat bulur. Dolayısıyla vahiy ile Resül arasında bir fark yoktur. İkisi de aynı değere sahiptir. Resül vahiy kadar değerlidir. Resul (a.s) ı Ehl-i Sünnet ve Şia'nın rivayetlerine eşitlemek, Allah Resülünü aşağılamak ve Risâlet misyonuna hakaret etmektir. Yüce Allah'a iftiradan sonra en büyük iftira budur. ) 66-) Boşuna özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir tâifeyi affetsek bile, bir tâifeyi de mücrim (günahkar) olduklarından dolayı azap edeceğiz. 67-) Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil), birbirlerindendir. Onlar münkeri emreder, mâruftan nehyeder ve cimrilik ederler. Onlar Allah’ı unuttular. Allah da onları unuttu! Çünkü münafıklar fâsıkların kendileridir. 68-) Allah erkek münafıklara da kadın münafıklara da kâfirlere de içinde kalacakları cehennem ateşini vâdetti. O, onlara yeter. Allah onlara lânet etmiştir! Onlar için devamlı bir azap vardır. 69-)(Ey münafıklar!) Siz de sizden öncekiler gibi (yaptınız). Onlar sizden kuvvetçe daha üstün, mal ve evlâtça daha çok idiler. Onlar (dünya malından) paylarına düşenden faydalandılar. İşte sizden öncekiler nasıl paylarına düşenden faydalandıysalar, siz de payınıza düşenden faydalandınız ve (bâtıla) dalanlar gibi siz de daldınız. İşte onların amelleri dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Ve onlar husrana uğrayanların kendileridir. 70-) Onlara kendilerinden evvelkilerin, Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen ashabının ve altüst olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı? Resülleri onlara beyyinatla (âyetlerle) gelmişlerdi. Yani Allah onlara zulmedecek değildi lâkin onlar kendi kendilerine zulmetmekte idiler. 71-) Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar mârufu emreder, münkerden nehyederler yani salât'ı ikâme ederler yani zekât'a (arınmaya) gelirler yani Allah'a yani Resûl'üne (Kur'an'a) itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah Aziz'dir, Hakim'dir. (Âyette bulunan Resül, kitap Resül ile ilgilidir. Çünkü ebedi ve evrensel misyona sahip olan beşer Resül değil, kitap Resül'dür. Ölümlü olan bir Resül'e müminlerin itaat etmesi mümkün değildir. Ayrıca itaat kavramı işitilen sesle ilgili bir durumdur. Allah Resülü Muhammed (a.s) hayatta olduğu sürece risalet misyonuna yani tebliğ ettiği vahye yani okuduğu Kur'an'a itaat etmek gerekli iken, vefat ettikten sonra artık kiyamet gününe kadar sadece kitap Resül'e itaat edilecektir.) 72-) Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından nehirler akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti. Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte azim kurtuluş da budur
24 Ocak 2022 Pazartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(117.YAZI) 60-) Sadakalar Allah’tan bir farz olarak ancak, fakirlere, miskinlere, üzerinde çalışan amelelere, gönülleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) boynu büküklere, borçlulara, Allah yolunda olana, yol evlatlarına mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir. FAKİR ve MİSKİN Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "fakir" ve "miskin'in" tanımı şu şekilde ortaya çıkıyor. Musa (a.s) Mısır'dan Medyen'e gittiği zaman şöyle dua etti. "... Sonra gölgeye çekildi ve" Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra fakirim" dedi. (Kasas-24)Âyetten anladığımıza göre fakir, yurdundan uzakta olan, hiçbir şeyi olmayan, yabancı ve garip kimselere denir.Miskin'in hangi anlama geldiğini Kehf süresi 79.âyetinde görüyoruz."Gemi var ya, o denizde çalışan miskinlerindi..." Bu âyette, miskinin işi olmasına karşın, geliri giderini karşılamayan, eve bağlı olan, yatalak, kronik bir hastalığa mübtela olan anlamına gelmektedir. Yani miskin, yeri-yurdu belli olan kişiye denir.İşte bundan dolayı Kur'an'da yemek yedirme, fidye ve kefaretler fakir bağlamında değil, miskin bağlamında kullanılmıştır.(Bakara-184; Mâide-89, 95; Mucadele-4; Hakka-34; İnsan-8; Mâun-3)Çünkü yemek yedirme, fidye ve keffaret verme durumu meydana geldiği zaman miskine hemen ulaşma imkanı vardır. Fakat fakire bir anda ulaşma imkanı yoktur.Fakir, beklemediği anda insanın karşısına çıkan kişidir. Dolayısıyla fakir ve miskin yerine kullanılan "muhtaç" ve "yoksul" ifadeleri inşa edilen ilâhi sistemi bozuyor. İNFAK ve SADAKAİnfak, "gece gündüz, yani "her zaman" (Bakara-274) "küçük büyük" (Tevbe-121) her türlü hayrı kapsarken, sadaka ise, özel durumlarda (Tevbe-103; Mücadele-12) verilmesi gereken bir hayırdır. Dolayısıyla infak etmenin yeri ve zamanı yok iken, sadakaların yeri ve zamanı geldiğinde yapılan mâli bir ibadettir. İnfak, hem mü'minlerin Allah rızası için yaptıkları bir hayır, hem munafıkların (Tevbe-54) hem kafirlerin kendi din ve davaları için yaptıkları bir harcama iken, (Enfal-36) sadaka sadece müminlerin yaptığı bir hayırdır. İnfak kavramı, yüce Allah bağlamında da kullanılmaktadır.Yani Allah da infak eder.(Mâide-64)İnfak ibadetinde bire karşı, yedi yüz kat ile karşılık sevap varken, (Bakara-261) sadakalarda ise kat kat (Bakara-276) sevap vardır. İnfak gizli yapılması gereken bir hayır iken, (Bakara-270) sadakalar durum ve ortama uygun gizli olarak da, açık bir şekilde de verilebilir.(Bakara-271)Dolayısıyla infak, az veye çok herkesin kendi gücüne göre yapması gereken bir hayır iken, (Tevbe-121) sadaka ise, yeri ve zamanı belli olan hayır anlamına gelmektedir. İnfak, beş sınıf insana verilmesi gerekirken, sadakalar ise, sekiz sınıfa verilmesi emredilmiştir.Dolayısıyla anne, baba, kardeş ve akrabalara zekat verilmez diye bir şey yoktur.PEKİ İNFAK VE SADAKA KİMLERE VERİLECEKTİR? "İnfak" ve"sadakalar" için, ne verileceği, ne kadar verileceği ve kimlere verileceği ile ilgili her şey mevcuttur.İNFAK "Sana (Allah yolunda) ne (kime) infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Maldan infak ettiğiniz şey, ana- baba, yakınlar, yetimler, fakirler ve yol çocukları için olmalıdır. Şüphesiz Allah yaptığınız her şeyi bilir"(Bakara-215)SADAKALAR "Sadakalar, Allah'tan bir farz olarak ancak, fakirlere, miskinlere, üzerinde çalışanlara, gönülleri İslam'a ısındırılacak olanlara, özgürlükleri için mücadele edenlere, borçlulara, Allah yolunda olanlara, yol çocuklarına mahsustur. Allah herşeyi bilen, hikmet sahibi olandır"(Tevbe-60)İnfak : "...Gece gündüz..." (Bakara-274) "... küçük büyük..." (Tevbe-121) "..kazanılan mallardan..." (Bakara-267 ) "...topraktan çıkartılan rızıklardan ..." (Bakara-267) bir hayır olduğu için mal, ilim, güzel ahlak, akıl, zeka, güç gibi, maddi ve manevi her şeyden yapılan bir yükümlülüktür.Sadaka: Belirli zamanlarda ve özel durumlarda, insanın samimiyet ve sadakatini ortaya koyan mâli bir ibadettir. (Tevbe-103; Mücadele-12)Zekat; Başta tevbe ve pişmanlık olmak üzere, güzel ahlak ve sağlam bir iman ve Allah'a teslimiyetle her türlü şirk, küfür, nifak, cimrilik, kibir gibi, maddi ve manevi kirlerden arınmak demektir. Zekat: Mal, inanç, ahlak ve düşünce yani insanın nefsiyle ilgili bir temizlenme ve arınmadır.(Tevbe-103; Tâhâ-76; Fâtır-18; Necm-32; Âlâ-14; Leyl-18; Naziat-18)Zekâtın verilen bir şey değil, arındıran bir şey olduğunu şu iki âyet ortaya koyuyor."Ve seyücennebuhel etkâ- ellezi yü'ti méléhû yetezekké" "Arınmak için malını hayra veren takva sahipleri ondan (ateşten) kurtulur"
RÜKU VE SALÂT(12.YAZI) Rükû, kibirlenmeden tevhid akidesine boyun eğen her kulun yapacağı ilk şeydir. İlk rüku için süreç genellikle şöyle işliyor: Allah’ın vahyini işittiniz veya kitabının içindeki bilgilerin çok önemli olduğunu öyle ya da böyle duydunuz. İşte kitabın sayfalarını açma ve okuma isteğinize göre yapacağınız basit ama önemli bir iştir rükû. Kimilerine âyetler okunduğu zaman eğilip de “ne söyleniyor acaba burada” diye işitmeye, duymaya bile yanaşmıyorlar. Çoğunlukla hemen reddediyorlar ya da duymazdan geliyorlar. Kulaktan duyma bir dini anlayışla ya da din ataları tarafından beslendikleri hurafelerle zaten bildiklerini zannettikleri için hakka karşı kibirleniyor ve vahiy'den yüz çeviriyorlar. "Onlara rükû edin denildiği zaman, rükû etmezler"(Mürselât-48) Emin olun sadece siz de değil, sizin gibi aynı kitab'ı açıp okumak, ondan emin olmak, üzerinde düşünüp çözümlemek isteyen birçok kişi var. Furkanıyla birlikte tevhidi fark edenler diğer rükû edenlere katılıyorlar. "Salâtı ikame edin ve zekât'a (arınmaya) gelin, rükû edenlerle birlikte rükû edin"(Bakara-43) Rükû ediş tek seferle kalacak bir iş değil. Eğilip o kitab'a bakmaya ve anlamaya, bildiğinizin üstüne ve üstüne koymak için çalışmaya, didinmeye, hikmet çıkarmaya ve hayatınıza tatbik etmeye tüm salât ve hayatınız boyunca devam ediyorsunuz.İslam yani vahye teslim olma, iman yani vahye güvenme yani vahiy'den emin olma, ihsan yani güzel ahlak, ihlas yani dini Allah'a özel kılma, furkan yani hak ile batılı ayırma gücü ve ilmi, takva yani sorumluluk bilincine sahip olma, Kur'an ile yetinme, ibadet yani yüce Allah'ın kitabından başka bir kaynağa yönelmeme sadece Kur'an'da var olanları yaşama yani kulluğu Allah'a özel kılma gibi emir ve erdemler, insanının hayatında sürekli olarak yaşanan ve her an var olan dinin en önemli ilkeleridir. "Ey Meryem! Rabbine gönülden bağlan yani secde et yani rükû edenlerle birlikte rükû et" (Âli İmran-43) Rükû edenlerle rükû ediş, ileride “salâtı ikame” etmenin içinde “salât” olarak adlandırılan aracında net bir biçimde ortaya çıkacak. Bazen bir kavramın alt kavramına da aynı isim verilebilir. Örneğin “icraat” kelimesi birçok konuyu kapsar. Ama icraat kapsamında yapılan “yol yapmak” gibi belirli alt bir konu da “icraat” olarak adlandırılabilir. Salât konusuna gelince bunu; yani salât'ı ikame etmenin içindeki salâtı konuşacağız. "Sizin veliniz ancak Allah yani O'nun Resülü ve rükû ediciler olarak salât'ı ikame eden ve zekât'a gelen müminlerdir.(Mâide-55) Rükûnun ritüel tarafına şimdilik girmiyorum. Ama merak etmeyin onu da çok konuşacağız. Rükû etmeyen birisi salât'ı ikame edemez. Basit bir bel büküp eğilmekten bahsetmiyoruz. Allah’la bağlantımızı ayakta tutarak onun gösterdiği yolda gitmeye boyun eğiyoruz. "Ey iman edenler! Rükû edin yani secde edin yani kulluğunuzu (sadece) Rabbinize yapın yani hayır işleyin. Umulur ki felaha erersiniz. Allah’ın için (O'nun yolunda) hakkıyla cihat edin. O sizi seçti ve din konusunda size bir zorluk kılmadı. Atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O bundan daha önce de, bunda da sizi Müslümanlar (teslim olanlar) olarak isimlendirdi. Resül sizin üzerinize şahit olsun, siz de insanlar üzerine şahitler olasınız diye. O halde salât'ı ikame edin yani zekât'a yani Allah'a sığının. Sizin Mevla’nız (sahibiniz) O'dur. Ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcı"(Hac-77, 78)
23 Ocak 2022 Pazar
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(116.YAZI) Tevbe Süresi 41-) Ey müminler!) Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.42-) Eğer yakın bir dünya malı ve kolay bir yolculuk olsaydı (o münafıklar) mutlaka sana tâbi olup peşinden gelirlerdi. Fakat meşakkatli yol onlara uzak geldi. Gerçi onlar, "Gücümüz yetseydi mutlaka sizinle beraber çıkardık" diye kendilerini helâk edercesine Allah’a yemin edecekler. Halbuki Allah onların yalancı olduklarını biliyor. 43-) Allah seni affetti. Fakat sâdık olanlar sana iyice belli olup, sen yalancıları bilinceye kadar onlara niçin izin verdin? 44-) Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla nefisleriyle savaşmaktan (geri kalmak için) senden izin istemezler. Allah muttakileri (çok iyi) bilir. 45-) Ancak Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, kalpleri şüpheye düşüp, kuşkuları içinde mütereddid olanlar senden izin isterler. 46-) Eğer onlar (savaşa) çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hesap (hazırlık) yaparlardı. Fakat Allah onların davranışlarını kerih (çirkin) gördü ve onları geri koydu yani onlara "Oturanlarla (kadın, ihtiyar ve çocuklarla) beraber oturun!" denildi. 47-) Eğer içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka aranızda fitne çıkarmayı arayacaklardı. İçinizde, onları dinleyenler de vardır. Allah zalimleri gayet iyi bilir. 48-) Andolsun onlar önceden de fitne aramış ve sana nice işler çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah’ın emri zâhir oldu.(açığa çıktı) 49-) Onlardan öylesi de var ki: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" der. Bilesiniz ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Şüphesiz cehennem, kâfirleri kuşatacaktır. 50-) Eğer sana bir güzellik erişirse, bu onları üzer. Ve eğer sana bir musibet isabet ederse, "İyi ki biz daha önce tedbirimizi almışız" derler ve sevinç içinde dönüp giderler. 51-) De ki: Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlâmızdır. Onun için müminler yalnız Allah’a tevekkül etsinler. (Âyette geçen "Allah'ın yazgısından" maksat, yüce Allah'ın göklere ve yere yüklemiş olduğu "sünnetullah'tır" Veya göndermiş olduğu vahiy'dir. Yani ey munafıklar! Bunlar haricinde sizin temennileriniz ve isteklerinizle bizim başımıza bir şey gelmez.) 52-) De ki: Siz bizim için ancak iki güzellikten birini gözlemektesiniz. Biz de, Allah’ın, ya kendi indinden veya bizim elimizle size bir azap isabet etmesini gözetliyoruz. Haydi gözetleyin; şüphesiz biz de sizinle beraber gözetlemekteyiz.. 53-) De ki: İster gönüllü verin ister gönülsüz, sizden asla kabul edilmeyecektir. Çünkü siz fasık bir kavim oldunuz. 54-) Onların infaklarının kabul edilmesine mâni olan, onların Allah ve Resûlüne kâfir olmaları, salât'a ancak üşenerek gelmeleri yani kerhen (zorla- istemeyerek) infak etmelerinden başka bir şey değildir. 55-)(Ey Nebi)! Onların malları ve evladları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onlara azap etmeyi ve nefislerinin kâfir olarak çıkmasını????? istiyor. 56-) Onlar (münafıklar) mutlaka sizden olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Halbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar (kılıçlarınızdan korkan) ödlek bir kavimdir. 57-) Eğer iltica edecek bir yer yahut mağaralar veya (girebilecekleri) bir delik bulsalardı, koşarak o tarafa yönelip giderlerdi. 58-) Onlardan sadakaların (taksimi) hususunda seni ayıplayanlar da vardır. Sadakalardan onlara da verilirse razı olurlar, şayet onlara sadakalardan verilmezse hemen sinirlenirler. 59-) Eğer onlar Allah yani Resûlünün kendilerine verdiğine razı olup, "Allah bize yeter, yakında bize Allah da faziletinden verecek, Resûlü de. Biz yalnız Allah’a rağbet edenleriz" deselerdi (daha iyi olurdu).
SALÂT ve FURKAN(11.YAZI) Furkan deyince çoğunlukla akla gelen ilk şey kitap ya da Kur'an oluyor. Ama oraya daha çok mesafe var. Çünkü furkan sadece kitap değil onu hikmetle okutacak olan bağlantının adıdır. Takvadan sonra salât'ı ikame etmenin ikinci aracıdır. Kitab'a giden yolda farkındalık oluşturan önemli bir basirettir. Furkan, sadece Nebi ve Resüllere verilmiş bir nimet değildir. Takvaya ulaşabilen her ihlaslı mümin furkan hikmetini elde eder. "Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı takvalı olursanız sizi bir furkan sahibi kılar, kötülüklerinizi örter ve sizi mağfiret eder. Allah azim fazilet sahibidir" (Enfal-29) Çünkü ihlaslı ve takva sahibi olan bir insan artık gerçekleri öğrenmek ve hakkı batıldan ayırt etmek isteğiyle dolacaktır. Yüce Allah da bu iyi niyet ve güzel ahlakın elbette karşılığını verecek sonsuz bir merhamete sahiptir. Hepimizin hayal ve yüreği kir pas içindedir. Çokları bilmese de insanı kirlerinden arındıran tek şey vahiy'dir yani Allah’tır. Bu kirlerin en habis olanları da aklımızı fikrimizi ve mantığımızı çevrelemiş ve kabuk sarmış halde bizi basit ve âdi heveslere sürükleyen beşeri kaynaklardır. Furkan'ın temizlemeye başladığı en önemli yer arı duru imanımız ve aklımız olacaktır. Sana Rabbinden indirilenin hak olduğunu bilen kişi, o âmâ olan gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünürler"(Râd-19) Tarih boyunca hemen her dönem olduğu gibi günümüzde de insanların Allah’la kurmaları gereken bağlantılarını kendilerine yönelten, Allah’ın korumasına girecekleri takvalarını kendilerine bağlayarak ancak böylece korunabilecekleri hipnozunu oluşturan ve kendilerinin asla kitab'ı okuyup anlayamayacaklarını onlara öğütleyen, furkan'ın ancak ahbarların ve ruhbanların elinde olabileceğini zihinlere işleyen zalimler bugün de vardır. Gelecekte de var olacaklar. Çünkü tâbi oldukları şeytan kıyamet gününe kadar mühlet almış durumdadır. "Hakkı batılla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin" (Bakara-42) Onlar hakkı batılla, tevhidi şirkle, nimeti küfürle, orijinal ve organik olanı sahtesiyle değiştirirler. (İbrahim-28)Aynen Allah’a olması gereken bağlantıyı ve Allah’a olması gereken takva ve ihlası kendilerine çevirdikleri gibi. Onlar doğru olanı yalanla değiştirirler. Size bugüne kadar sizin de furkan sahibi olabileceğinizi söyleyen bir Şii ve Sünni çıkmış mıdır? Ama bakın Kur'an bize bunu da söylüyor. Bir mümin, Allah’ın bu sözünün üstüne aksi olan hangi söze inanabilir! Fakat maalesef inanan milyonlarca insan var! Çünkü iman ve akılları kirletilmiş durumda. Soru sormak aklı başında insanın işidir. Biliyor da olsa bilmiyor da olsa aklı başında insanın işidir. Cahil; bilmeyen değil, aklını kullanma iradesini göstermeyendir. Furkanın bize kazandırdığı belki de ilk şey soru sormak, sorgulamak ve aklımızı kemiren sorularımızdan kaçmamaktır. Bilmediğini öğrenmek ve emin olmak istemek bir takva (korunma) işidir. Bunu iman bölümünde konuşacağız. Her şeyden önce bize Furkan lazım. Kur'an’ı değil, önce Furkan’ı fark edeceğiz. Elbette Kur'an dosdoğru bir kitaptır, sırat'ı müstakimdir. Ama eğer Furkan olmasaydı, okuduğumuz Kur'an’ın dosdoğru olduğunu anlamamız mümkün değildi. Önce merak ettik. Önce sorguladık. Önce “Bu din diye inandıklarımızdan hangisi doğru” dedik. Eğer öncesinde “Allah şöyle demiş ya da dememiş olabilir mi?” diye sormasaydık Kur'an’daki cevapları alamayacaktık. Eğer öncesinde “Doğruyu yanlışı ayırt edebilme yeteneğimize” kavuşmasaydık Kur'an’ı okusak da anlayamayacaktık. Önce istedik… Önce bir şeyler oldu bize… Sarsıldık… Bir çeşit taş düştü başımıza… Daha fazla önemser olduk… Ok yaydan çıkmıştı. İster istemez okuduk kitab'ı… Ve gördük ki mikroskop altında görünmez olan ruhsal genlerimizde doğru diye ne varsa, Kur'an da bize onları birer birer tezekkür ettiriyor. Ve görünmez bir el, hayatta bize onları birer birer bir benzeriyle yaşatıyor. Kendi hayatımızda bir benzeriyle Nuh oluyoruz, Musa oluyoruz, Muhammed oluyoruz, Meryem oluyoruz. Etrafımıza bir bakıyoruz… Bir benzeriyle Hamanlar görüyoruz, Samiriler görüyoruz, Karunlar ve Bel'amlar görüyoruz, Ebu Cehil ve Velid ibni Muğireler görüyorüz. Eğer Furkan olmasaydı, Kur'an’da bunları göremezdik. Eğer Kur'an bir su ise, yağmur ise, Furkan onun müjdeci rüzgârı gibidir. Furkan (doğruyu yanlıştan ayıran anlayış) Kur'an’ı okutan gözlüktür. Salâtı ikame etmek, yani bağlantımızı ayakta tutmak için önce takva sahibi olduk, böylece furkan'ı fark ettik. Eğer furkan'ın diriltici gücü olmasaydı, salât ile namazın arasındaki farkı fark etmek mümkün olmayacaktı.
22 Ocak 2022 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(115.YAZI) Tevbe Süresi 34-) Ey iman edenler! (Biliniz ki), ahbardan ve râhiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda infak etmeyenler yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!(Kur'an'da hangi âyette "Yahudiler" "Hristiyanlar" "Ehl-i kitap" "ahbâr" ruhban" rabbaniyyun" kavramları geçiyorsa, aklınıza "Ehl-i Sünnet" "Şia" yani "Şii" ve "Sünni" din adamları gelecektir. Yoksa âyetler güncellenmemiş olacaktır. Dolayısıyla onları okumanın bir anlamı kalmayacaktır.) 35-) Bu paralar cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların (din adamlarının) alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): "İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın!" 36-) Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah’ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylarıdır. İşte bu doğru hesaptır. O aylar içinde (Allah’ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşın ve bilin ki Allah muttakilerle beraberdir. 37-) Haram ayları ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir. Çünkü onunla, kâfir olanlar saptırılır. Allah’ın haram kıldığının sayısını bozmak ve O’nun haram kıldığını helâl kılmak için (haram ayını) bir yıl helâl sayarlar, bir yıl da haram sayarlar. (Böylece) onların kötü işleri kendilerine güzel gösterilmiştir. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez. 38-) Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Âhirete bedel dünya hayatına razı mı oluyorsunuz? Fakat dünya hayatının metaı (geçimliliği) ahiretin yanında pek azdır. 39-) Eğer (gerektiğinde savaşa) çıkmazsanız, (Allah) sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir; siz (savaşa çıkmamakla) O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 40-) Eğer siz ona (Resûlullah’a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Mahzün olma çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah Aziz'dir, Hakim'dir. NEBİ (a.s) IN ARKADAŞLARI (ASHAB) GÖKTEKİ YILDIZLAR GİBİ MİYDİ ?Said İbnu'l- Müseyyeb, Ömer (r.a)tan naklediyor. Demiş ki: Ben Resulullah (a.s) ı dinledim, buyurmuştu ki:"Ben Rabbim'den, ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum.Bunun üzerine Rabbim bana şöyle vahyetti: "Ey Muhammed! Senin ashabın benim indimde, gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları diğerlerinden üstündür.Her biri için bir nur vardır. Öyleyse kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidayet üzerindedir" Ömer der ki: Resulullah (a.s) devamla ilave etti. "Ashabi kennucumi bieyyihim'uktedeytüm ihdeteytüm""Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet buluyorsunuz" (Rezin tahric etmiştir. Hadisin birinci kısmını cemi'us-Sağir'de Suyuti Suyuti kaydeder (Feyzu'l Kadir 4,76)İlinci kısmı da İbn-u Abdilberr, Cami'ul ilm'de kaydetmiştir 2,99 )Hiç şüphesiz ki, sahabelerin içinde güzel ahlak ve takva sahibi, kahraman (Ahzab-23) Allah'ın razı olduğu (Tevbe-100; Fetih-18) ihtiyaç halinde olsa bile kardeşini kendi nefsine tercih eden (Haşr-9) kimseler olduğu gibi, ashabın olumsuz ahlak ve hareketlerini anlatan yüzlerce âyetin de var olduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları şu şekilde özetlenebilir.1-) Allaha ve Resulüne ihanet etmeleri..." ( Enfal- 27)2-) "Savaştan kaçmaları..., (Al-i İmran-152, 153, Tevbe- 24, 25 )3-) "Allahın düşmanı olan müşrikleri dost edinmeleri..." (Mumtehine- 1,2)4-) "Nebi (a.s) ın eşine zina iftirasında bulunmaları..." (Nur- 11/ 21 Tam 10 âyet )5-) "Nebi (a.s) a saygısızlık yapmaları..." ( Hucurat- 1,2; Ahzab- 53,69; Tevbe- 58,61 )6-) "Allah yolunda savaşa çıkın denildiğinde yere çakılıp kalmaları..."( Tevbe-39,39,40; 7-) "Allah'a din öğretmeye kalkmaları..."(Hucurat-16)8-) Zorla, boyun bükerek, güç karşısında gelip teslim oldukları halde Allah Resulüne minnet etmeleri..."(Hucurat-17)Bütün bunlardan başka Kur'an'da münafıklarla alakalı müstakil bir sürenin bulunması, yüzlerce âyette münafıkların anlatılması, İsrail oğullarının Nebilerine karşı saygısızca tavırlarının Resulullah'ın arkadaşlarına örnek olarak aktarılması ve "Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın (Allah'ın Resulü'ne eziyet etmeyin) (Ahzab-69) âyeti gösteriyor ki, sahabelerin büyük çoğunluğunun Kur'an'ın ahlakını temsil etmekten uzak kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır.Ayrıca "Ey iman edenler! İle başlayan âyetlerin hepsinin Medine'de nazil olmaları ve bir sorunla yüklü bulunmaları da, "gökteki yıldızlar" iftira ve cehaletini ortaya koymaktadır. Yani Kur'an'a göre, Nebi (a.s) ın arkadaşları ile günümüz müslümanları arasında güzel ahlak, takva ve ihlas haricinde bir farkın bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela, şu âyetin ilk muhatapları onlardır. "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olan) Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir"(Hucurat-12)Mesela : Allah Resulü vefat eder etmez birbirleriyle savaşmaları, bu savaşlarda binlerce müslümanın hayatını kaybetmesi bu hakikatı gözler önüne seriyor. Ali ile Muaviye arasında Siffin'de yapılan savaşta 70 bin, Ali ile Nebi (a.s) ın hanımı Aişe arasında Basra'da Cemel olayında 15 bin, yine Ali ile Hariciler arasında Nehravanda yapılan savaşta binlerce müslüman hayatını kaybetmiştir. Peki bütün bu gerçeklere rağmen neden Ehli Sünnet dininin âlimleri, Allah Resulü'nün arkadaşlarının (Ashabın) hepsini gökteki yıldızlar gibi gösterip ümmi insanları aldatıyor? Bunun nedeni şudur : Ehli Sünnet ve Şia arasındaki siyasi çatışmalarda, Şia muhaddis ve müctehidleri, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ehli Beyt ve 12 İmam hakkında onları yücelten, Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Aişe, Hafsa ve sahabelerin dördü dışında ( Mikdat bin Esved, Ammar bin Yasir, Selmanı Farisi, Ebu Zer el Gıfari )Allah Resulü'nün arkadaşlarının dinden çıkıp kafir olduklarını konu edinen binlerce hadis uydurmaya başlayınca, buna mukabil Emevi beslemesi Ehli Sünnet'in muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için sahabeleri yücelten ve onları cennetlik yapan hadis külliyatları meydana getirmişlerdir.Ehli Sünnet rivayetlerinde Muaviye, Yezid, Haccac ve Emevilerin zulüm dolu saltanatlarının vahşetini örtbas etmek de vardır.İşte Ehli Sünnet ve Şia'ya bağlı mukallitlerin Kur'an'dan habersiz bulunmalarının en büyük sebebi bu uydurma rivayetler ve uydurma din olmuştur. Uydurma dinin evliya ve ilahlarına yani muhaddis ve müctehidlere kulluk eden ilim adamları, Kur'an'a itibar edip onu anlatmadıkları için, ümmi toplum ashabın olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberleri olmamıştır. Bir düşünün, insanların büyük çoğunluğu, yüzlerce âyetten haberleri olmazken, yalan ve iftira olduğu belli olan bir rivayeti duymayan kalmamıştır. Eğer insanlar sahabelerin olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberler olsaydı, belki de din adamlarını yüceltmeyecek, mezhep liderlerini ve din adamlarını birer rab ve ilah yapmayacaklardı. Halbuki Kur'an Mekke müşriklerine seslenirken Allah Resulü (a.s) için "sahibüküm" "arkadaşınız" (Sebe-46; Necm-2; Tekvir-22) kelimesini kullanmaktadır.Emevi saltanatı döneminde doğan, Abbasi idaresi döneminde kayda geçirilen ve Osmanlı döneminde en katı bir sadakatle yaşanan ırkçı Emevi Ehli Sünnet rivayetlerinin Allah'a, Resulüne, dine, ilme, akla ve güzel ahlaka hakaret içerdiğinden ümmetin haberi yoktur. Dolayısıyla Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan, aynen Şiilik gibi rivayetler üzerine kurulu olan Ehl-i Sünnet dini ümmeti aldatmayı temel prensip edinmiştir.Ehli Sünnet dini yalanları ve iftiraları kendisine kaynak kabul eden bir sistem olarak şekillenmiştir.Bu yüzden ne Ehli Sünnet ne de Şia âlimleri, hiçbir zaman Kur'an'ın rahmet iklimine ayak basamayacak İslam'ın evrensel ahlakına sahip olamayacaklardır. Sonuç olarak: Ehli Sünnet ve Şia âlimleri, inançta, fikir ve hürriyette bize öyle kötü bir miras bıraktılar ki, sadece yaşayan cahillerinden değil, cesetleri toz olmuş alimlerinden de çekeceğimiz var.Ehli Sünnet ve Şia'nın rivayet bataklığından kendini kurtaramayan Kur'an'ın hikmetinden hiçbir şey anlamaz.Çünkü Kur'an kendisine karşı yüz çevirmelerinden ötürü Ehli Sünnet ve Şia âlimlerine kapılarını kapatmıştır.İşte bütün bu gerçeklerden sonra Ehl-i Sünnet dininin Kur'an cahilleri her ne kadar öfkelenseler de, Mehmet Akif'in Çanakkale şehitleri için söylediği "Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" cümlesi, kafadan sallama ve rastgele söylenecek bir cümle değildir. Özellikle Fetö'nün 15 Temmuz işgal hareketini ve ümmetin kahramanlığını gördükten sonra Mehmet Akif'i daha iyi anladım.
SÂLAT ve ZİKİR (10.YAZI) Kitap'tan sana vahyedileni tilâvet et yani salât'ı ikame et. Çünkü salât, fuhşiyattan (cimrilikten) ve münkerden alıkoyar, Allah'ın zikri (olan Kur'an ile) hatırlatmak en büyük(öğüt) tür. Allah yaptıklarınızı bilir" (Ankebüt-45) Yüce Allah, Nebi(a.s) a bile “sana vahyedileni tilâvet” buyururken, Nebi (a.s) ın bize Kur'an'da olmayan helaller, haramlar, farzlar, vacipler ve sünnetler bildireceğine nasıl inanalım? O vahiy'den bağlantısız asla hareket etmemiştir. Biz de bağlantımızı ikâme etmek zorunda değil miyiz? Namaz konusuna ileride ayrıca değineceğiz ama kötülüklerden alıkoyan namaz mıdır yoksa Allah’la bağlantımızı (her zaman ve zeminde) kesintisiz muhafaza etmek midir? Ehl-i Sünnet din adamları ümmi insanları iftira rivayetlerle uyarır ve şöyle derler: "Bir kadınla bir erkek yalnız kaldıklarında üçüncüleri şeytandır! Amaçları, yalnız kalırlarsa bir yanlış ya da kötülük yapmalarının önüne geçmektir. Eğer uyarılan kişi şehvetine kapılan biriyse şeytanın birlikteliğiyle uyarmak onu bu kötülükten vazgeçirir mi? Peki, ona “Bir kadınla bir erkek yalnız kaldıklarında üçüncüleri Allah'tır” denilmiş olsaydı, Kur'an'ın ilmine ve İslâm'ın ahlakına daha uygun olmaz mıydı? İnsanlar kötülükten vazgeçeceklerse hangi uyarı daha temiz ve daha nezihtir? "Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah herşeyi bilendir" (Mucadele-7)Namaz da kötülüklerden vazgeçirebilir ama sadece cami'de ve namaz kıldığınız beş on dakika için... Ya sonra? Şimdi Ankebüt süresi 45. âyete bir daha bakalım. “Salât fuhşiyattan (cimrilikten) ve münkerden alıkoyar, Allah’ın zikri (olan Kur'an ile)(öğüt) en büyüktür” Demek ki salâtımızı (bağlantımızı) ayakta tutarsak Allah’ı her an hatırlamış ve hiçbir zaman unutmamış oluruz. Kötülüklerden en büyük engelleyici budur. Yani salâtımızın bize sağladığı yüce Allah ile her zaman ve zeminde beraberlik bilincidir. Son vahiy'de, zikir ve salât'ı ikâme ilişkisini ortaya koyan bir çok âyet mevcuttur. Bu âyetlerin her biri ilk bölümlerde bahsettiğimiz salât'ı ikâme araçlarının birbirine bağlantıları hakkında ipuçları veriyor. Aşağıdaki âyetleri inceleyelim. "Bunlar hâkim olan kitabın âyetleridir. Güzel ahlak sahipleri için hidayet ve rahmettir. Onlar salât'ı ikâme eder, zekât'a gelirler ve ahirete de kesin yakinleri vardır" (Lokman-2, 3, 4) Yukarıdaki âyetlerde salâtla birlikte iman, hidayet, rahmet, kitap, ıslah ve zekât (arınma) araçlarını sanırım sizde fark ettiniz. "Ey iman edenler! Allah'ı çokça zikredin yani O'nu sabah ve akşam tesbih edin.(Ahzab- 41, 42) Yine yukarıdaki âyetlerde salât'ın vakit ve tesbih araçlarının zikirle bağlantısı görünüyor. Aşağıdaki âyette ise salâtla birlikte kitap ve infak aracı fark ediliyor. "Bilin ki Allah'ın kitabını tilâvet edenler yani salât'ı ikame edenler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler kesintisi olmayan bir ticareti (kazancı) umabilirler"(Fâtır-29) Bu araçlardan tesbih, vakit, zekât ve (arınma) infak gibi etki alanlarında sorular ve tartışmalar üretilen ve henüz bu okumakta olduğumuz kitapta üzerinde konuşmadıklarımızın salât'ı ikamedeki yerlerini ilgili bölümlerde konuşacağız
21 Ocak 2022 Cuma
SALÂT ve ZİKİR (9.YAZI) Kur'an, insanları düşünmeye, aydınlanmaya ve erdemli nesiller olmaya hidayet ederken, onu insanların elinden alıp “biz size öğretiriz” diyen Şii ve Sünni din adamları insanlık tarihinde eşi çok az görülmüş bir taklit ve cehaletin önderleri oldular. Artık kıyamet günü hesapları görülecektir. Fakat iman ve huzur, adalet ve merhamet olarak en sonunda galip gelecek olan Allah ve onunla bağlantısını sağlıklı biçimde tutan yani salât'ı ayakta tutabilenler olacaktır. "Onlar, ayakta iken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah'ı zikrederler yani göklerin ve yerin yaratılışı konusunda tefekkür ederler. Ve derler ki: Rabbimiz, sen bunu amaçsız olarak yaratmadın. Sen subhansın, bizi ateş azabından koru.(Âli İmran-191) Ayakta iken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler, yüce Allah ile yani vahiy'le bağlantılarını (salâtlarını) kaybetmeyenler ve gerçeği bulma çabası içinde olanlardır. Tefekkür edenler onlardır. Âyetteki “ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarlarken” ifadeleri insanın her anının ve halinin tasviridir. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının kaç tanesini göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünüp konuşurken gördünüz?Nötron yıldızlarından, kara deliklerden, süpernovalardan, andromeda galaksisinden, solucan deliklerinden, manyetik koruma kuşağından veya arkeolojiden, sismik hareketlerden ve suyun kaldırma kuvvetinden bahseden kaç tane din adamı biliyorsunuz? Oysa son vahyin onlarca âyetinde, insanlara "ibret nazarı ile bakın ve her halinizle bunları düşünün ve aydınlanın" mesajları vardır. Salât'ın nasıl ve nerelerde kaybedildiğini görebiliyor musunuz? "İşte onların elleri arasındakini (önceki kitab'ı) doğrulayan bu kitap, ana kent ile civarındakileri uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Ahirete iman edenler ona iman eder ve salâtlarını muhafaza ederler (korurlar).(En'am-92) Arap toplumuna indirilen Arapça Kur'an ulaşabildiği ölçüde çevresini de aydınlatmaya hazır ifadeler içerirken, ulaştığı coğrafyanın ümmi halkına halen Arapça okunmasının daha sevap olduğunun dayatılması ne kadar büyük bir talihsizlik olmuştur. Oysa bizim durumumuz gerçeğe ulaştıran bir kitap duymuş ve kendi toplumunu uyarma durumunda olanlar gibidir. Filanca toplumun örfü, geleneği ve çevre koşullarına göre yaşadıkları kendi dil ve kültürleri bizim için din değilken; bunların din diye ön plana çıkardığı, hatırlatıcı ve uyarıcı olan kitabın masajının hiç önemsenmediği bir din yaşıyor bu coğrafya. Çünkü muhafaza edilen şey; vahiy mekezli salât dediğimiz Allah’la bağlantı değil, yozlaşmış ve Nebi (a.s) ın adı kullanılarak kendi dininden başkalarını ötekileştiren Emevi-Abbasi Arap kültürü bağlantısıdır. Kitap ortada dururken; Arap bile olmayanların Araplık asimilasyonu din zannedilerek, sadece dini algı değil, insanların kendi mâruf genleri de bozularak köleleştirilmiş durumdadırlar. Ne Allah’a bağlantının muhafazası kalmış ne de kendi doğal kültürünün! Kitaba sarılmak yerine Nebi (a.s) adına uydurulan rivayetlerle oluşturulan dünyanın en batıl dininin tek doğru yol zannedildiği berbat bir şirki yaşıyoruz. "Kitab'a sımsıkı sarılanlar ve salât'ı ikame edenler. Biz müslihlerin (ıslah edicilerin-ıslah olanların) mükafatını zayi etmeyiz" (Âraf-170) Oysa elimizde olan kitabın değerini bilmemiz için yüzlerce örnek var. "Dağı bir gölge gibi üzerlerine yükselttiğimizde onu üzerlerine düşecek zannettiler. Size verdiklerimizi kuvvetle alın ve onda olanı zikredin ki takva sahibi olasınız"(Âraf-171) Ümmi halkın “Üç kulhü bi elham”ı Arapça ezberleyip de, hayatı boyunca ezberindeki bu âyetlerde ne söylendiğini anlamamak büyük bir talihsizliktir! Çünkü kuvvetle alınanın Kur'an değil, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarından öğrenilen beşeri yani tamamen zan bilgiler. Aslında bilgi bile değil, saçma sapan hurafeler.Fakat yüzyıllardan beri âlim olarak bilinenlerin dillerinde ve eserlerinde gelmeleri doğru zannedilmelerine yol açmıştır. Oysa Kur'an bir çok âyette, çoğunluğun içinden az bir grubun hidayetinden bahseder.Sadece Nebi ve Resüller hidayete ulaşmaz, iman edenler de Allah tarafından indirilen vahiy sayesinde hidayete ulaşır. Ve tabi ki hidayete erenler elçi de olsa, salt iman eden de olsa salâtı ikame etmek isteyenler (bağlantısını sağlamak isteyenler) arasından olur. "Ben seni seçtim. Bundan böyle (sadece) vahyedileni dinle. Muhakkak ki ben Allah’ım. Benden başka ilah yoktur. O halde bana kulluk et ve zikrim (vahiy) için salât'ı ikame et. Eğer salât'ı ikame eden bir elçi ise, elbette bu bağlantının ucunu insanlara uzatmak da bu bağlantıya doğal olarak dâhil ve vahye destek olarak algılanmalıdır. Önemli olan uzatan insanın eli değil hatırlatıcının içindekilerdir. Zikrin içinde zikredilen şeylerdir. Unutulmaması gereken zikirdir, Nebi ve Resül (a.s) ın ne giydiği ne içtiği değil.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(114. YAZI)Tevbe Süresi 31-)(Yahudiler) Allah’ı bırakıp (yanında-ötesinde-berisinde) ahbarlarını (din adamlarını); (Hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (İsa’yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek bir ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden uzaktır. 32-) Allah’ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlayacaktır. 33-) O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini (önceki) dine daha açık kılmak için Resûlünü hidayet ve hak din ile gönderendir."LİYUZHİRAHÛ ALED-DİNİ KÜLLİHİ" HANGİ ANLAMA GELİYOR?Altı Prof'un kaleme aldığı Diyanet Vakfı mealinde söz konusu âyetlere şöyle bir mana verilmiştir. "Allah'ın nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlayacaktır"(Tevbe- 32) O Allah, Müşrikler hoşlanmasalar da kendi dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resulü'nü hidayet ve hak din ile gönderendir" (Tevbe- 33) "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır" (Saf-8) "Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için "peygamberini" hidayet ve hak ile gönderen odur"(Saf-9 )"Bütün dinlerden üstün kurmak üzere "peygamberini" hidayet ve hak din ile gönderen odur. Şahit olarak Allah yeter"( Fetih- 28)Âyetlerde belirleyici olan ve âyetlere hatalı bir yön çizen "liyuzhirahu" yani "zahara" fiilidir. "Zahara" fiili hangi anlama gelmektedir ? "Zaharaş-Şey'ü" sözü aslında bir nesnenin görünürdeki, dış tarafında olup gizli olmadığını" ifade etmektedir. Yani "göz ve basiret, gözlem ve araştırma isteyenler için çok açık, âşikâr hale gelen, açığa çıkan her türlü şeyle" ile ilgili kullanılan bir kelimedir.(Rağıb, müfredat, zahara kelimesi)"De ki: Rabbim ancak açık (zahara) ve gizli kötülükleri haram kılmıştır,,,"(Araf-33)"Karada ve denizde fesat arttı, yayıldı, açık hale (zahara) geldi..." (Rum- 41) "Allah'ın, göklerde ve yerdeki nice varlık ve imkanları sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık (zâhireten) ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi..."( Lokman-20) Allah tarafından vahiy vasıtasıyla tüm Resüllere indirilen tevhid dini olan İslam diğer bütün şirk dinlerine karşı zaten üstündür.İslam dininin şirk dinlerinden üstünlüğü tartışılmaz bir gerçektir. Fakat insanlık tarihinde inanç, ahlak, yaşantı, hayat tarzı ve amel olarak hiçbir zaman tevhid dini olan İslam şirk dinlerine karşı hakimiyette bir üstünlük sağlamamıştır. Tam aksine Kur'an'ın yüzlerce âyetine baktığımızda tevhid ehlinin her zaman ve zeminde azınlıkta oldukları ve özellikle tevhid ehlinin öncüleri olan Nebi ve Resüller eziyet ve işkencelere maruz kaldıklarını görüyoruz. Yani şirk dinine mensup olan zalimler son vahiy'den öncede sonrada yaşantı ve fikir bakımından her zaman ve zeminde hüküm ve hakimiyeti ellerinde bulundurmuşlardır. O halde Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda söz konusu âyetlerde geçen "liyuzhirahu aled dinî küllihi" "dinin tamamından, hepsinden açığa çıkarmak" hangi anlama geliyor. Âyetlerde geçen "liyuzhirahu" fiiline "açık olarak ortaya koymak" mealinin verilmesi, Kur'an'ın sistemine son derece uygun düşmektedir. Çünkü Kur'an, İslam dininin yani tevhid inancının üzerinde o derece durmuş, o kadar açık misaller ve detaylı anlatımlar ortaya koymuş ki,artık dinin Allah'a özel kılınması (İhlas) konusunda hiç kimsenin söyleyecek bir sözü ve Allah'a karşı ileri sürebileceği bir mazereti kalmamıştır. Hatta Kur'an için "tevhid ve güzel ahlak kitabıdır" denilmiş olsa, doğru söylenmiş olur. Cinler Kur'an'ı ilk duydukları zaman tevhid inancının mükemmelliğini ve şirk'in ne kadar çirkin olduğunu anında anlamışlardır. Dolayısıyla âyetlerde geçen "liyuzhirahu" "üstün kılmak için" değil, "açık olarak ortaya koymak için" meali verilmelidir.Zaten Tevbe süresi 32. âyet ile Saf süresi 8.âyet, bu anlama destekvermektedir.Söz konusu âyetlerde geçen "liyuzhirahu" "üstün kılmak" anlamında değil, "açık olarak bütün yönleriyle ortaya koymak" anlamında kullanılmıştır.Bu açıklamadan sonra âyetlerin ortak meali şu şekilde ortaya çıkıyor."O Allah ki, Resülünü hidâyet ve hâk din ile gönderendir. (daha önceki Resüllere indirdiği İslam) dinini daha açık ortaya koymak için, kâfirlerin-müşriklerin hoşuma gitmese de"(Tevbe-32,33; Saf- 8,9; Fetih-28)Tekrar ederek söylüyoruz.Tevhid dini insanlık tarihinde yaşayış ve amelde, inanç ve ahlakta, fikir ve erdemde diğer şirk dinlere karşı hiçbir zaman bir üstünlük sağlamamıştır.Âyetlerde anlatılmak istenen şey, dinin açık olarak ortaya konması ve tamamlanmasıdır.Muvahhidler her zaman ve zeminde yok denecek bir azınlığa ve etkisiz bir konuma sahip olmuşlardır.Hatta Allah elçilerinin yaşadıkları zamanda da böyledir.
20 Ocak 2022 Perşembe
SALAT ve ZİKİR (8.YAZI) Zikir, insanın fıtrat mayasında var olanı ona hatırlatan şeydir. Bütün Nebilere indirilen vahiy'lerin ortak adı zikirdir.Kur'an, son zikir yani son hatırlatma ebedi öğüttür. Zikir sözlük anlamı itibarıyla anma ve hatırlama demektir. Zikir, vahiy'dir, tezekkür ise, akıl ve zihinle vahiy'den üretim yapma faaliyetidir. Mezkûr, anılan, hatırlanan.Müzakere, karşılıklı zikretme, fikir alışverişi, görüşme, sorgulama, tartışma.Müzekkere ihtar pusulası, not, hatırlatma.Tezkere, andıç, not, hatırlanacak şey gibi. İşte vahiy de en büyük ve en önemli bir hatırlatıcıdır. Tevhid, güzel ahlak, infak, merhamet, hidayet, Nebi ve Resül kıssalarıyla en emin ve en doğru hatırlatıcıdır.Esas olan misaller değil, misallerin verdiği öğütlerdir. İşte o zikrin adı Kur'an'dır. Teşbihe göre hatırlarsak; siz daha çevrimdışı iken bile ilâhi hafızanızda zaten kayıtlıydı ama farkında değildiniz. İşte o kitabın içeriği artık karşınızda. "İçinde şüphe (tutarsızlık, tereddüt) bulunmayan şu kitap takva sahipleri için bir hidayettir.(Bakara-2) Okudukça hurafelerden arınacağınız, anladıkça ufkunuzun açılacağı tam bir çevrimiçi hidayet, yol ve yöntem gösterici. Hem dili çok kolay hemde üzerinde ciddi bir tefekkür etme gerektiriyor. Ona inandığını iddia eden milyonlarca iman eden var. Ama ilim ve hikmetinin farkında olan çok az insan var. Siz salâtı ikame etmeye başladığınız (vahiy'le bağlantıyı ayakta tuttuğunuz) ve takva sahibi olduğunuz (korunma alanına girdiğiniz) ve furkan denilen (doğruyu yanlıştan ayıran) gözlükle baktığınız ve merak edip anlamak için eğildiğiniz (rükû ettiğiniz) için artık onun farkında oluyorsunuz. O, sokaktaki ümmi insanlar için değil sizin için tutarlı bir hidayet rehberi oluyor. Salâtı ikame etme (bağlantısını ayakta tutma) isteyenler için vahiy rehberdir. "Andolsun, Allah İsrailoğullarından misak almıştı. Onlardan on iki nakib (temsilci) görevlendirdik. Ve Allah onlara dedi ki: Muhakkak ben sizinle beraberim. Salâtı ikame eder, zekât'a gelir (arınır), Resüllerime iman eder, onlara güç verirseniz yani Allah'a güzel bir borç verirseniz, şüphesiz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim kafir olursa, bilsin ki düz yoldan sapmıştır.(Mâide-12) Kur'an’da İsrailoğulları üzerinden öğüt olarak sahabileri ve iman edenleri düşündürecek onlarca misaller verilmiştir. Özellikle şu âyetler kitap üzerinden değinilen salâtı ikame kapsamında konumuz açısından önemli bir bölümdür. "Misaklarını bozmaları nedeniyle onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar kelimeyi gerçek anlamlarından tahrif ederler ve kendilerine hatırlatılan şeyden pay almayı unuttular. Onlardan çok azı hariç sürekli ihanet görürsün. Yine de onları affet yani hoşgörülü ol. Şüphesiz Allah güzel ahlak sahiplerini sever.(Mâide-13) Görülüyor ki kelimeyi anlamından saptıranlar Allah’ın varlığına inanmayan dinsiz ateistler değil, tam aksine kitap ehli olanlar hemde onların ileri gelen din adamları. Aslında saptırılan kelime Tevrat’la ilgilidir. Çünkü kendilerine hatırlatılan (zikir) ve kendilerine hisse çıkarmaları gerekenler o kitabın içerisinde olanlardır. Bu âyetlerden biz de dersimizi alıyoruz. Çünkü son vahiy tarihinde Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları da aynı şeyi Kur'an’ın başına getirmişlerdir. İşte Nebi (a.s) dan hemen sonra salât da ritüele indirgenerek aynen Nebi ve Resül, ihlas ve ihsan kavramları gibi anlamı saptırılan ve hatta tamamen kaybedilen bir kavram olmuştur. "Ve “biz nasarayız (Hıristiyanlarız)” diyenlerden de misak almıştık. Onlar da kendilerine hatırlatılan (vahiy'den) pay almayı unuttular. Böylece biz de kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Allah yapmakta oldukları şeyi onlara haber verecektir.(Mâide-14) Yukarıdaki âyet Hristiyan din adamlarının da geçmişte aynı şeyi yaptıklarını haber veriyor. Onlar da kitaplarından almaları gereken hisseleri zamanla kaybettiler. Kilisenin aziz diyerek yücelttikleri Hıristiyan ruhbanlar, İsa (a.s) ı ilâhlaştırırken İncil'e eklemeler yaparak manasını yamulttular ve vahyin anlaşılmasının önüne türlü türlü engeller koydular. "Ey Ehl-i Kitap! Kitaptan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size beyan eden ve birçoğunu affeden Resülümüz (Kur'an) geldi. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.Rızasına tâbi olanı Allah onunla selâmet yollarına götürür ve onları izniyle (yasası gereği) karanlıklardan aydınlığa çıkarır müstakim bir yola iletir" (Mâide-15, 16) İşte geçmiş yüzyıllar içerisinde onlar gibi Şii ve Sünni din adamları da birçok yöntemle son vahyin kavramlarını gerçek anlamından saptırdılar. Sadece ritüele indirgenen salât da bundan en ağır nasibi alanlardan oldu. Rivayet ve bunlar üzerine inşa edilen ictihadlarla bağlantılarını kaybeden din adamları artık kitaplarını gerçek anlamda okumaz oldular. Okuyan az bir kısmı ise, kendi dilinde anlama gayret ve çabaları çeşitli iftira ve yaftalarla itibarsızlaştırılarak toplum dışına itildiler. Her şeye rağmen kendi dilinde okumak isteyenlere ise rivayet ve ictihadlar yoluyla geleneksel anlamlar dayatıldı. Oysa o kitabın içinde aydınlanmak isteyenler için bir çok hikmetler vardı.Yüce Allah'a hamdolsun ki, her şeye rağmen salâtı ikame etmeye (vahiy'le bağlantıyı kurmaya) çalışanlar için onlarca burhan ve hüccet, yüzlerce âyet var.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(113. YAZI)Tevbe Süresi 1-) Allah yani Resûlünden kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtardır! 2-) Ey müşrikler! Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki siz Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz yani Allah kâfirleri rezil edecektir. 3-) Hacc-ı ekber (en büyük hac) gününde Allah yani Resûlünden insanlara bir bildiridir: Allah yani Resûl'ü müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer yüz çevirirseniz bilin ki, siz Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz. (Ey Nebi!) kâfirlere elem verici bir azabı müjdele! 4-) Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden (antlaşma şartlarına uyan) hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimseye arka çıkmayanlar (bu hükmün) dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayınız. Allah muttakileri sever. 5-) Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder yani salât'ı ikâme eder yani (vahiy'le) zekât'a (arınmaya) gelirlerse artık yollarını serbest bırakın. Şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 6-) Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah’ın kelâmını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver, sonra (müslüman olmazsa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu (hoşgörü), onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır. 7-) Mescid-i Haram’ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah yani Resûlü yanında nasıl (muteber) bir ahdi olabilir? Onlar size karşı dürüst davrandıkları müddetçe siz de onlara dürüst davranın. Şüphesiz Allah muttakileri sever. 8-) Nasıl olabilir ki! Onlar size galip gelselerdi, sizin hakkınızda ne ahit, ne de antlaşma gözetirlerdi. Onlar ağızlarıyla sizi razı ediyorlar, halbuki kalpleri (buna) karşı çıkıyor. Çünkü onların çoğu fasıktırlar. 9-) Allah’ın âyetlerine karşılık az bir değeri (dünya malını ve nefsânî istekleri) satın aldılar da (insanları) O’nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür! 10-) Bir mümin hakkında ne ahit tanırlar ne de antlaşma. Çünkü onlar saldırgandırlar. 11-) Fakat tevbe eder yani salât'ı ikâme eder yani zekât'a gelirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir. Biz, bilen bir kavme âyetlerimizi böyle tafsil ediyoruz. 12-) Eğer ahitlerinden sonra yeminlerini bozarlar ve dininiz hakkında ileri geri konuşurlarsa, küfrün imamlarına (önderlerine) karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayan adamlardır. Umulur ki son verirler. 13-) (Ey müminler!) Verdikleri sözü bozan, Resül'ü (yurdundan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız; yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır. 14-) Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın yani onları alçaltsın; onlara karşı size yardım etsin yani mümin kavmin göğüslerine (gönüllerine) şifa versin. 15-) Yani onların (müminlerin) kalplerinden öfkeyi gidersin. Allah dileyenin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.(Âyette bulunan "ve yetünüllâhu alé men yeşéu" cümlesine, "Allah dilediğinin tevbesini kabul eder" gibi bir meâl vermek doğru değildir. Çünkü yüce Allah şirk ve küfür dahil günahlardan tevbe eden herkesin tevbesini kabul eder. Yani istediğini kabul eder, istediğini kabul etmez diye bir şey yoktur. Dolayısıyla âyette bulunan "men yeşéu" ifadesi, yüce Allah için değildir."Kim dilerse, dileyen kişi" anlamına gelmektedir.) 16-) Yoksa siz, Allahın, sizden, cihad edip, Allah'tan, Resülünden ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan terkedileceğinizi mi sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır. 17-) Müşrikler, kendi kâfirliklerine bizzat kendileri şahitlik ederlerken, Allah’ın mescidlerini imar etmeye layık değildirler. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir yani onlar ateşte kalıcıdırlar. 18-) Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden yani salât'ı ikâme eden, zekât'a gelen ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte hidayete ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır. 19-) (Ey müşrikler!) Siz hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ı imar etmeyi, Allah’a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Halbuki bunlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler kavmini (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete erdirmez.20-) İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, derece bakımından Allah katında daha muazzam bir seviyededirler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır. 21-) Rableri onlara, kendinden bir rahmet ve rıza ile, kendileri için, içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdeler. 22-) Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah katında azim bir mükâfat vardır. 23-) Ey iman edenler! Eğer imanın üzerinde küfre karşı bir sevgileri varsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir. 24-) De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, razı olduğunuz meskenler size Allah’tan O'nun Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez. (Yukarıdaki âyetin mesaj ve misyonu ebedi olduğu için yani hitap ettiği kitle kiyamet gününe kadar gelecek bütün müminler olduğundan, âyette bulunan Resül kavramı beşer Resül olan Muhammed (a.s) değil, kitap Resül olan Kur'an'dır. Çünkü beşer Resül vefat etmiştir. Fakat kitap Resül kiyamet gününe kadar baki kalacaktır.) 25-) Andolsun ki Allah, birçok yerde (savaş alanlarında) ve Huneyn gününde size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yer bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda (bozularak) gerisin geri dönmüştünüz. 26-) Sonra Allah, Resûl’ü ve müminler üzerine sekînetini (sükûnet ve huzur duygusu) indirdi, sizin görmediğiniz ordular indirdi de kâfirlere azap etti. İşte bu, o kâfirlerin cezasıdır. 27-) Sonra Allah, bunun ardından yine dileyenin tevbesini kabul eder. Zira Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 28-) Ey iman edenler! Müşrikler necistir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.(Aslında Yahudi ve Hristiyanların Mescid-i Haram'a ziyaret, gezi ve araştırma niyetiyle girmelerinin hiçbir sakıncası yoktur. Yasaklama tamamen Mekke müşrikleriyle ilgili bir durumdur. Yani ibadet gayesiyle oraya girmesinler demektir. Dolayısıyla âyette "bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar" denilmiştir. Fakat Ehl-i Sünnet aklı bunu anlamaktan âcizdir.) 29-) Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah yani Resûlünün (Kur'an'ın) haram kıldığını haram kılmayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın. (Kur'an'da helal ve haram kılma Allah ve vahiy bağlamında kullanılmıştır. Âyette geçen Resül, beşer Resül'den öte ebedi bir misyona sahip olan kitap Resül'dür. Çünkü kitap Resül bütün zamanları ve coğrafyaları aşacak bir özelliğe sahiptir. Hiç kimse maddi olarak kitap Resül'e bir engel çıkaramaz, bir sınırlama koyamaz. Kitap Resül'e engel çıkaran ve sınırlama koyan din adamlarıdır.) 30-) Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesîh (İsa) Allah’ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!
19 Ocak 2022 Çarşamba
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(112.YAZI) Enfal Süresi 65-) Ey Nebi! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı (dayanıklı) yirmi kişi bulunursa, iki yüze galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. 66-) Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zaaf olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı (dayanıklı) yüz kişi bulunursa, (onlardan) ikiyüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah’ın izniyle (onlardan) ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir. 67-) Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir Nebi'ye esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya şatafatını (yaşantısını) istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah Aziz'dir, Hakim'dir. (Âyet savaş esnasında alınan esirlerle ilgili değildir. Çünkü esirler öldürülmezler. İman edenler, savaş başlamadan önce müşriklerin zenginliklerini düşünerek savaş esnasında onları öldüreceklerine esir alarak para karşılığında serbest bırakma hatasını işlediler. Yoksa âyet, "savaştan sonra aldığınız esirleri öldürmeniz gerekirdi" demiyor.) 68-) Allah tarafından önceden verilmiş bir kitap (yazgı) olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka azim bir azap dokunurdu. 69-) Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve temiz olarak yeyin. Ve Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 70-) Ey Nebi! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan (fidyeden) daha hayırlısını (Kur'an hidayetini) size verir ve sizi bağışlar. Çünkü Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 71-) Eğer sana hainlik etmek isterlerse (üzülme, çünkü) daha önce Allah’a da hainlik etmişlerdi de Allah onlara karşı sana imkân ve kudret vermişti. Allah bilendir, hikmet sahibidir. 72-) İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının velileridir. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların velâyetinde hiçbir şey yoktur. Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın (o müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir. 73-) Kâfir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz onu (cihad ve infakı) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur. 74-) İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve kerim bir rızık vardır. 75-) Sonradan iman eden ve hicret edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir. Allah’ın kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmağa) daha uygundur. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir.(Enfal Süresi Sonu)
SALÂT ve TAKVA (7.YAZI) "Onlar (fasıklar) Allah'ın ahdini kesin olarak bağladıktan sonra bozarlar, Allah'ın onunla birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yerde fesat çıkarırlar. Onlar husranda olanlardır" (Bakara-27)Bu âyetle fasık müşrikler üzerinden bize bir mesaj veriliyor ve çok önemli bir bağlantıyı koparmamamız gerektiğine işaret ediliyor. Eğer bunu yapmazsak bozguncu olacağımız ve husrana uğrayacağımız ortaya konuyor. Fesatçılığın zıddı ıslah ediciliktir. Görünen o ki, bu bağlantının bir ucu açık olarak Yüce Allah'ın kudret elinde iken, diğer ucu ıslah etmekle ilgili olduğu için kendimizle ve çevremizle ilişkilendirilmelidir. Bu "bağlantı" konusunu Kur'an'ın içinde farklı bir yerde de görüyoruz. Bu defa iman edenler üzerinden "salat'ı ikame etme" bağlamında ifade ediliyor olması anlamlıdır."Sana rabbinden indirilenin hak olduğunu bilen, (kalbi) kör olan gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri tezekkür eder. Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri sözü bozmazlar. Ve onlar Allah'ın onunla birleştirilmesini emrettiği şeyi birleştirirler. Rablerine huşu duyar, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar Rablerinin rızasını isteyerek sabrederler yani salât'ı ikâme ederler kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli-aleni olarak infak ederler ve kötülüğü güzellikle giderirler. Bu diyarın sonucu işte onlar içindir" (Râd-19/25)Fasıkların kopardığı fakat iman edenlerin birleştirmeleri gereken bu bağlantı her ne ise içinde "tefekkür, furkan, huşu, sabır, takva, ihsan" gibi kavramlar mevcuttur. Peki, Kur'an'ın içinde iman edenler için tavsiye edilen bağlanılabilir bir şeyin ifade edildiği başka bir emir var mıdır."Hep birlikte Allah'ın himayesine (Kur'an'a) sığının fırka fırka olmayın. Allah'ın size olan (vahiy) nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve onun (tevhid) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz yani siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. işte Allah size âyetlerini böyle beyan ediyor ki hidayet bulasınız" (Ali İmran- 103)Bu âyette sadece" habl" "himaye" değil, diğer ifadeler de çok anlamlıdır. Çünkü ileride salâtla ilgili diğer bölümlerde birçok âyeti okuduğumuzda göreceğiz ki buradaki ifadeler bir bir anlam kazanacak iman ve zihnimize hakim olacaktır.Peki Âli İmran 103. âyette dikkat çekilen ifadeler nelerdir?Birincisi: Bir araya gelmiş müminlerden söz etmesi.İkincisi: Allah'ın nimetiyle (ki imet kavramı en çok vahiy için kullanılır) sabahlamaları.Üçüncüsü: Kalplerin ısınıp dayanışma ve kardeşlik içine girmesi.Tüm bunlar üzerinde duracağımız salât bağlamında çok önemli kavramlardır.Onlar ( fasıklar) Allah'ın ahdini kesin olarak bağladıktan sonra bozarlar, Allah'ın onunla birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yerde fesat çıkarırlar. Onlar husranda olanlardır"(Bakara-27)Rad süresindeki yukarıdaki âyetlerin ardından iman edenlerin ödüllendirileceği belirtilip hemen sonra müşriklerin cezalandırılacağı söylenirken yine kesilen bağlantı aynı bağlam içinde tekrarlanıyor. Allah'ın ahdini, onu kesin olarak söz verdikten sonra bozanlar yani Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi kesenler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte lanet onlar içindir ve diyarın kötü olanı da onlar içindir. (Râd-25) İşte bu seri yazılarımızda âyetlerde geçen bağlantının adına salât diyecek, “salât'ı ikame et” ifadesini de “yüce Allah yani vahiy'le bağlantını ayakta tut” olarak ele alacağız. Eğer Allah (vahiy) ile bağlantıyı kesersen irtibatsız kalacak, korunamayacak, bir sorunla karşılaştığında çözüm bulamayacaksın. Salât'ı ikame etmek “çevrimiçi” olmaktır. Peki, bu çevrimiçi oluşun içinde neler yapacağız. İşte onlar da salât'ı ikame bahçesinin içinde ne varsa onlar olacaktır. "Takva, furkan, tevhid, rükû, zikir, sıdk, secde, iman, tevbe, şükür, tesbih, hûşû, vakit, salât, zekât, infak, kıyam, dua, salâvat, kıble, ıslahat, cihad, sabır, istiane, şiar ve tevekkül. Salât'ı ikâme kavramı çerçevesinde tüm âyetleri, delilleriyle birlikte ortaya koymaya çalışacağız. Kur'an bize ilk olarak takvayı tavsiye ediyor. Oradan başlayalım. Bakalım takva ile salât'ı ikame arasında nasıl bir sistem var. Takva sözlük anlamı itibarıyla; korunmak, sakınmak gibi bir manada duruyor. Bakara süresi ikinci âyette "İçinde şüphe (tereddüt) olmayan şu kitap takva sahipleri için hidayettir. Bakara süresinin en başında Kur'an’ın “takva sahiplerine” hitap ediyor olması, esasen içeriğinin de o kitabı rehber edinenleri ilgilendirdiğini gösterir. Bu kapsamda hemen ardından gelen âyette “salât'ı ikame etmekten” söz etmesi de “salât'ı ikame edecek” esas kişilerin sokaktaki “ümmi ve saf insanlar” değil, o kitab'ı gerçek anlamda tek hidayet kaynağı edinenler olduğunun delilidir. Bu da salât'ı ikame etmekle Kur'an’ın anlaşılmasının yakın ilişkisinin çok açık bir kanıtıdır. O halde biz de hakkın ne olduğunu anlamak için Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarından bize gelen yani uydurma dinin kaynaklarına bağlanmış gidenlerin anlayışına değil, Kur'an’ın bağlam ve bütünlüğüne bakarak hakkı anlamalıyız. Bu durumda; duyup bildiğimizi Kur'an'da aramak yerine, vahiy'de bize ne söylendiğini anlamaya odaklanmalıyız. Korunmak isteyenin bir koruyucuya, sakınmak isteyenin bir hamiye ihtiyacı vardır. İşte takvayı sağlayan o koruyucu, takva için bağlanılan o hami, bütün kudret ve engin merhamete sahip olan yüce Allah’tır. O’na yani kitabına sığınırsak, yani takva bağlantımızı Allah’a (sadece vahye) yaparsak, O’nun birleştirmemizi istediği bağlantının (salât'ın) bir ucunu tutunabileceğimiz en sağlam yere bağlamış oluruz. "De ki Allah'ı bırakıp da (yöresinde- yanında- berisinde) bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi kulluk edelim. Allah bizi hidayete ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise:" Bize gel" diye hidayete çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri küfre mi döndürüleceğiz? De ki: Allah'ın hidayeti hidayetin ta kendisidir. Bize âlemlerin (insanların) Rabbine teslim olmamız emredilmiştir yani salat'ı ikâme edin ve (Allah'tan) korkun" (diye de emredildik) O, huzuruna varıp toplanacağınız Allah'tır" (Enam- 71,72) Çevrimiçi kalarak (salât'ı ikame ederek) Allah’la bağlantınızı ayakta tuttuğunuzda O’nun sağlayacağı tüm olanaklarından faydalanacak ve O’nun koruma kalkanlarının içinde olacaksınız. Takva, furkan, tevhid, rükû, zikir, sıdk, secde, iman, tevbe, şükür, tesbih, hûşû, vakit, salât, zekât, infak, kıyam, dua, salâvat, kıble, ıslahat, cihad, sabır, istiane, şiar ve tevekkül. İşte irtibatımızı kestiğimiz anda yukarıda salât kavramının içinde bulunan takva, kitap, furkan ve diğer sayılan hiçbir aracı uygun biçimde kullanamayız. Çünkü bu araçların hemen hepsi çevrim içindeyseniz sağlıklı çalışır. Mesela: Elinizde zaten kitap yani bir kullanma kılavuzu (Kur'an) var. Benzetimle devam edelim… Çevrimdışı (offline) iseniz onun karakterleri okunamaz haldedir. Gördükleriniz sadece karmakarışık harfler, rakamlar ve sembollerdir. Bir şeyler yazılı olduğunu görür, uzaktan seslenilir gibi duyar ama ne anlama geldiklerini bir türlü anlayamazsınız. Başkaları size anlatsa da yanılma ihtimalleri vardır ve daha da kötüsü sizi kandırma ihtimalleri yüksektir. Çünkü aslında kitap; çevrimiçi olduğunuzda okuyabileceğiniz biçimde ve size özel (göğsünüzde) şifrelenmiştir. O yüzden birleştirilmesi istenen şeyi (Allah’ın himayesini) birleştirmeli (salât'ı ikame etmeli), asla bağlantınızı koparmamalısınız. Yoksa korunmasız kalacak, sonraki aşamada okuyup anlamanız gereken bilgi ve hikmetlere asla ulaşamayacak ve kötü niyetlilerin imanınızı ve aklınızı işgal edecek saldırılarına açık hale geleceksiniz. Önce bağlantı sahibi olmamız, belki de daha doğru bir deyimle “bağlanmak istememiz” ve bağlandıktan sonra bir daha da bu bağlantıyı koparmamamız gerekiyor. Biz bağlanmayı istemedikten sonra irademize ipotek koyarak Allah zorla bizi bir yere bağlamaz. Çünkü sınamaya tâbi olan biziz. Demek ki salât'ı ikame etmenin içindeki ilk şey takva sahibi olmak imiş. Korunmasız kalmamak imiş. Allah (Kur'an) ile sürekli olarak aynı çevrimin içine girmek gerekiyormuş. Peki, girince ne olacak? İşte onun da adı furkan oluyormuş.İster ibadet olsun, ister takva, isterse ihsan ve ihlas olsun, isterse salât olsun, bunların hepsi sürekli olarak yüce Allah ile ilişkilerimizi sağlam bir zeminde tutan ve bizi Müslüman yapan değerlerdir. Fakat en önemlisi, bütün bu değerlerin anlam kazanması Kur'an ile bağımızın güçlü olmasına gelip dayanıyor. Kur'an ile güçlü bir dayanışma içine girmeyenlerin iman ve amellerinin yüce Allah indinde hiç bir değeri olmayacaktır. Dolayısıyla din adamları, namaz! kılmaktan, hac ve umre yapmaktan hatta imanlarından daha çok Allah (Kur'an) ile bağlantılarını gözden geçirmek zorundadırlar. Dinde her şey gelip şuur ve akıl dairesinde Kur'an'ın ilim ve hikmetinin bilinmesine dayanıyor. Kur'an bilinmedikten sonra diğer şeylere kafa yormanın bir anlamı yoktur. Çünkü İslam, iman, takva, ihlas, ihsan, salât gibi en değerli erdemler Kur'an'ın bilinmesiyle yani ilim ve hikmeti ile değer kazanırlar. Dinde Kur'an tek kaynak değilse, bunların hiç bir değeri yoktur. Daha doğrusu Kur'an yoksa, bunlar otomatikman yok hükmündedirler. Sadra şifa olan bu erdemlerin kiymet kazanması Kur'an sayesindedir. Demek dinde her şey gelip Kur'an'ın bilinmesine dayanıyor. Din adamları Kur'an'ı bilmiyor ve ona itibar etmiyorlarsa din ve imanlarının hiç bir değeri yoktur. Kur'an'ın deyimiyle "kitap yüklü eşekler" (Cuma-5) derecesindedirler. "Kitap yüklü eşeklerin" iman ve amellerinden söz etmenin bir manası var mı?
18 Ocak 2022 Salı
KURANI MÜBİNİN MEÂLİ(111.YAZI) 54-) Evet bunların durumu, Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumuna benzer. Onlar Rablerinin âyetlerini yalanlamışlardı; biz de onları günahlarından ötürü helâk etmiştik ve Firavun ailesini boğmuştuk. Hepsi de zalimler idiler. 55-) Allah indinde, canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Çünkü onlar iman etmezler. 56-) Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra her defasında hiç çekinmeden ahidlerini bozan kimselerdir. 57-) Eğer savaşta onları yakalarsan, ibret almaları için onlar ile (onlara vereceğin ceza ile) arkalarında bulunan kimseleri de dağıt.58-) Antlaşma yaptığın bir kavmin hainlik yapmasından korkarsan, sen de (onlarla yaptığın ahdi) aynı şekilde bozduğunu kendilerine bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez. 59-) Kafir olanlar bizi (azabımızı) aşacaklarını sanmasınlar. Çünkü onlar (bizi) âciz bırakamazlar. 60-) Onlara karşı gücünüz yettiği kadar güç ve cihad için atlar hazırlayın ki, onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne infak ederseniz, size eksiksiz ödenir yani size asla zulüm yapılmaz. 61-) Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et, çünkü O işitendir, bilendir. 62-) Eğer sana hile yapmak isterlerse, şunu bil ki, Allah sana yeter. O, seni yardımıyla ve müminlerle güçlendirendir. 63-) Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir.(Ey Nebi!) Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah (vahiy sayesinde) onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, Aziz'dir, Hakim'dir. 64-) Ey Nebi! Sana ve sana tabi olan müminlere Allah yeter. (Aslında "ittibâ" yani tâbi olma kavramı, Nebi bağlamında değil, vahiy ve Resül bağlamında kullanılan bir kavramdır. Kur'an'da sadece bu âyette Nebi bağlamında gelmiştir. Bunun sebebi savaşla ilgili olduğundandır. Yani âyetin tarihsel ve bölgesel bir özelliği vardır. Dolayısıyla müminler ordu komutanı göreviyle savaşla ilgili olarak Nebi (a.s) ın emir ve direktiflerine ittibâ etmek zorundadırlar. NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER. Kur'an'da yüzlerce âyette Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar ortaya konduğu halde birçok arkadaş Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilmeden veya Nebi ile Resul'ün hangi anlama geldiğini idrak etmeden veya gurur ve kibrine yenilerek Nebi ile Resul'ün arasında bir farkın olmadığını, her iki kavramın aynı şeyler olduklarını ve aynı manaya geldiklerini söylemektedir. Halbuki Nebi ile Resul ayrı kavramlarla geçtiği için aynı manalara gelmeleri mümkün değildir. Biz de Nebi ile Resul'ün arasında bulunan bazı önemli farklara Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü yani sisteminden yararlanarak ortaya koymaya çalıştık.Son zamanlarda Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklara baktığımızda Nebi'nin tarihselliği, Resul'ün ise evrenselliği temsil ettiğini gördük.Tabii ki biz "Nebi'nin tarihselliği" derken Kur'an'da anlatılan son Nebi'nin hayatını ve güzel ahlakını devre dışı bırakıyor değiliz. Nebi'nin Kur'an'da anlatılan hayat ve hatıralarından ibretler ve dersler çıkaracağız.Çünkü Kur'an'ı Mübin bir amaca yönelik olarak indirilmiştir ve Kur'an'da amaçsız bir âyet bulunmamaktadır. Yani Kur'an Musa(a.s)ın çocukluğunu ve kimden süt emip emmediğini anlatıyorsa, dar bir alan ve özel bir hayatı temsil eden son vahyin muhatabının inanç, güzel ahlak, söz ve hareketlerini veya üstün meziyetlerini anlatmamasını düşünmek doğru değildir. Nebi (a.s) Kur'an'da anlatılan hayat ve hatıralarından elbette ibret ve ders çıkarırız. Fakat üzerine din ve hüküm inşa edemeyiz. Dolayısıyla Nebi kavramının kullanıldığı âyetlerin uygulanma alanı bulmaları imkansızdır. Çünkü toplum sürekli olarak gelişmekte ve sorunlar çoğalmaktadır. Yani toplumun gelişimine paralel olarak kanun ve kaidelerin değişmesi ve güncellenmesi gerekiyor. Resul sözcüğünün beraber kullanıldığı kavramlara baktığımızda geniş bir hayat, evrensel bir mesaj, ve ebedi bir davet görüyoruz. Yani şunu demek istiyoruz. Nebi Medine ve çevresi ile hayatı kayıt altına alınmıştır.Nübüvvet makam ve mertebesi Medine'de son bulmuştur. Nebi'nin hayatı dar bir alan ve sınırlı bir coğrafya ile kalarak vefat etmiştir. Fakat "Beşer Resul" bütün ilişkisi vahiy olduğu için kendisinden sonra "Kitap Resul" ile misyonunu devam ettirmesi şarttır. Yani "Resul" kavramı evrensel bir özellik ve ebedi bir misyonu temsil etmektedir. Bu Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri olarak kabul edilmelidir. Başta itaat kavramı olmak üzere "isyan, küfür, hakem olma, üsve-i hasene (güzel örnek) mübin (apaçık) kerim, aziz, helal ve haram kılma, tebliğ, nehiy ( yasaklama) âyetleri tilavet etme (vahyi okuma ve duyurma) gönderilmeden azap etmeme, şikak, dâvet, icâbet gibi birçok kavram ölümlü olan Nebi ( a.s) bağlamında değil, ölümsüz olan Resul (a.s) bağlamında kullanılmıştır. Nebi'nin dar bir alan ve belli bir coğrafya ile sınırlı olduğunu gösteren âyetler. "Ey iman edenler! Sesinizi Nebi'nin sesinin üzerine yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi ona (Nebi'ye) yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir"(Hucurat-2) Yukarıdaki âyette Nebi'nin sesinden söz edilmektedir. Pek tabiidir ki, Nebi'nin sesi tarihsel olmaya mahkumdur. Fakat ona karşı da saygısızlık yapılamaz. Bu ayetten sonra gelen âyetin meali şöyledir. "Allah'ın Resulünün huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır"( Hucurat- 3) Çok ilginç, ikinci âyette "savtin nebiyyi" (Nebi'nin sesi) buyurduğu halde 3.âyette "inde Resulilléhi" (Allah Resulü'nün indinde) buyurmuştur. Yani Resulü'n tebliği, daveti, vahyi okuması ve duyurması vardır, ama sesi yoktur.Çünkü onun sesi vahiy'den başka bir şey değildir. Resulün görevi sadece vahyi tebliğ etmek olduğu için onun sesi değil, okuduğu ve duyurduğu vahiy vardır. Nübüvvet makam ve mertebesi tarihsel ve özel hayat ile ilgili olduğu için "Nebi'nin sesi" buyrumuştur. Yani Hucurat süresi 2.âyatte Nebi'nin yanında dünyevi bir şey konuşulduğu esnada arkadaşlarının yüksek sesle konuşup ona saygısızlık yaptıklarını anlıyoruz. Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri de Nebi özel hayatı temsil ettiğinden dolayı söz ve hareketlerinde Allah'a karşı hataları olmuştur. (Tevbe-113; Tahrim-1; Enfal-67,68)Fakat görevi sadece vahyi tebliğ etmek (Mâide-99) olduğu için yani vahyi duyurmada ihanet etmesi mümkün olmadığı için (Hakka-44) dolayısıyla Resul masum olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir. (Nisa-80)Nebi'nin tarihsel olduğuna ikinci bir örnek: "Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağrılmadıkça zamanını gözetmeksizin Nebi'nin evlerine girmeyin..."(Ahzab- 52) Nebi'nin evleri kelimesi "büyüten nebiyyi" aynen Nebi ( a.s) ın kendisi gibi ölümlü ve tarihsel kalmaya mahkumdur. Şimdi Resul kavramının nasıl bir evrenselliğe ve genel bir davete sahip olduğunu gösteren âyetlere bir göz atalım."O gün, zalim kimse pişmanlıktan ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Resul ile birlikte bir yol tutsaydım" (Furkan- 27) Zulüm kıyamet saatine kadar sürecekse, Resul'ün dahi misyonu yani tebliğ ve yol göstericiliği kıyamet gününe kadar sürmesi gerekir. Yani "beşer" olan "Resul" hayatta olduğu sürece risâlet misyonu ile konuşan Kur'an'dır. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra yine Resul misyonu ile onu bir şeyin temsil etmesi gerekir. O da Allah'ın kitabından başka bir şey olamaz. Dolayısıyla evrensel mesaj taşıyan bütün kelimeler "Resul" kavramı ile gelmektedir. Mesela: "Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır"Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Resul'e itaat etseydik derler"(Ahzab-64,65,66) Yukarıdaki âyette kafirler "keşke Allah'a itaat etseydik, Nebi'ye de itaat etseydik değil, Resul'e itaat etseydik" diyecekler, buyuruyor. Çünkü küfür aynen kitap Resul gibi kıyamet gününe kadar devam edecektir.Özel hayatı temsil ettiğinden dolayı son Nebi olan Muhammed ( a.s) Medine'de vefat etmiştir. Fakat Resul dâvet ve yol göstericiliği yani hidayeti ile kıyamet saatine kadar devam edecektir. Mesela: "Kim Allah ve Resulü'ne doğru hicret ederek evinden çıkar da kendisine ölüm yetişirse artık onun mükafatın Allah'a kalmıştır. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir"( Nisa- 101)Nebi tarihsel yani ölümlü olduğu için ona hicret edilmez. Fakat Resul misyonu itibariyle evrensel olduğu için kıyamet gününe kadar tebliği ve beyanı devam edecektir. Dolayısıyla kiyamet gününe kadar Resule hicret etmek devam edecektir. Kitap Resule hicret edenler aynı zamanda beşer Resule hicret etmiş olurlar. Vahyin belağ olduğu ile ilgili (İbrahim-52) beyan olduğu ile ilgili (Âli İmran-138) âyetlerine bakılabilir. Mesela: "İman etmelerinden sonra, Resul'ün hak olduğuna şahit olmalarından sonra ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra hakkın üstünü örten kafir bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder..." (Âli İmran- 86) Aynı şekilde küfür kıyamet gününe kadar sürecekse Resul da kıyamet gününe kadar misyonunu devam ettirmesi gerekiyor. Çünkü Resul ile muhatap olmadan küfür, dalâlet, nifak ve şirk olmayacağı gibi, hidayet, iman, islam, takva ve ihlas'ın olması mümkün değildir. Bütün bu dini kavramlar ve fiiller ancak Resul ile karşılaştıktan yani onunla muhatap olup, onu red veya kabul ettikten sonra bir anlam kazanırlar. Yani "beşer Resul" veya "kitab Resul" olan vahiy'le muhatap olmayan, onu bilmeyen insanlara kafir, münafık, fasık ve müşrik denmeyeceği gibi, mümin, Müslüman, muttaki, muhsin ve muhlis de denemez" "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir" (Kasas -59)"...Biz, bir Resul göndermeden kimseye azap edecek değiliz"(İsra-15)MESELA: Neden "Resul size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının..."(Haşr-7) buyrulduğu halde, "Nebi size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının" denmemiştir. Çünkü Nebi tarihsel ve ölümlü, Resul evrensel, davet ve tebliği sonsuz olduğu yani kiyamet gününe kadar süreceği içindir.Her ne kadar Nebi'nin tarihselliğini kabul etmesek de, onunla ilgili olan âyetler tarihsel kalmaya mahkumdur. Yani Nebi ve onunla ilgili âyetler zamana mağlup olacaklardır.Nebi'ye Kur'an'a intiba etmesi emredilirken, (Ahzab 1,2) Resul'e tebliğ etmesi emredilmiştir. (Maide-67)
SALÂT, DUA ve NAMAZ!!! (6.YAZI) En önemli öğüt olan salât insanı her türlü kötülükten engeller. Namaz için böyle birşey söylemek mümkün değildir. Namaz, Şia ve Ehl-i Sünnet toplumlarına hiç bir faydası olmamıştır. Salâtta insan, her an Allah’ın manevi huzurundadır. Namazda huzur diye bir şeyden söz edilemez. En önemlisi, iman ve ilim, akıl ve fikir olarak namazın, iman edenlere hiçbir faydası olmamıştır. Olsaydı, birbirlerinin çarşı ve pazarlarını, medrese ve mabedlerini bombalamazlardı. Sakın "Namaz günümüze kadar uygulanarak gelen bir ibadettir" demeyin. Çünkü Şii ve Sünni din adamları Kur'an'da bulunan bütün kavramları bozmuşlardır. Tevhid ve vahiy nimeti şirk ve küfür olarak yer değiştirmiştir. Salât, ilim ve şuurla, zihin ve akılla yapılan bir eylem iken, Namaz, ezberlenmiş kuru tekrarlardan başka hiçbir şey değildir. Salat, gece gündüz, yirmi dört saat sürekli olan bir faaliyet iken, namaz sınırlı vakitlerde yapılan psikolojik bir baskı ve bir alışkanlıktır. Şia ve Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri “salât" kavramını tahrif edip "namaz” anlamı verince, ümmet, vahyi öğrenmek, öğretmek ve uygulamaktan uzaklaştı.Artık Kur'an'ı öğrenme, anlama ve hayata aktarma olarak değil, onu Arapça seslendirme ibadet ve sevap sayıldı. Yüce Allah'a yemin olsun ki, Şia ve Ehl-i Sünnet'in ümmileri içinde Kur'an'ın manasının olduğunu bilmeyen milyonlarca insan mevcuttur. İnsanlara din ve iman anlatanların büyük çoğunluğu Kur'an'ın en kolay kavramları olan ihlas ve ibadeti bilmekten âcizdirler. Devasa mabedleri, minare ve mermerleri, mimâri sanat ve süslemeleri ile yüz yıllardan beri namaz bu ümmet için en büyük israf kurumu olmuştur.Halbuki bu kadar zenginlik ve maddi imkanlar tamamen riya ve gösteriş olan mâbedleri inşa etme yerine fakir ve miskinlere harcansaydı, toplum olarak bambaşka bir konumda olabilirdik. Namaz, yüce Allah'ın dinini amacından saptırdı. İman edenler olarak yapmamız gereken şey, imkân bulduğumuzda, zamanınız müsaitse sabah-akşam özellikle geceleri Kur'an'ı anlayarak okumaya çalışmak, üzerinde düşünmek, kavramlarını çözmeye uğraşmak, hikmetine yoğunlaşmak olmalıdır. İşte bu bireysel salât-ı ikame etmedir.Çünkü dinde her şey gelip Kur'an'ı bilmeye dayanıyor. Kur'an bilinirse, her şey bilinir. Kur'an bilinmezse din adına anlatılan her ahmaklık iman ve İslam zannedilir. Dolayısıyla dünyada bu ahmak dinden daha tehlikeli bir silah icad edilmemiş ve icad edilemez. Zira yüz yıllarca insan kaynaklarımızı yani çocuklarımızın ve gençlerimizin beyinlerini iğdiş edecektir. Kur'an'ın hiçbir âyetinde salât “dua” anlamına gelmez.Çünkü “dua” kavramı, Arapça bir sözcük olarak yüzlerce âyette yer almaktadır. Salat, dua anlamına gelseydi, yüce Allah salât demez dua derdi. “Salât=duadır” diyenlere karşı sorumuz:İbrahim süresi 40; İsra süresi 110. âyette, salât kavramı kullanıldıktan sonra neden tekrar “dua” kelimesi kullanılmıştır?Demek ki farklı anlamlara geliyorlar.Mealciler bazı yerlerde salât kavramına namaz anlamını veremedikleri için namaza en yakın olan "dua" anlamını vermektedirler. Bazı yerlerde “Rahmet” bazı yerlerde de “ibadet” anlamı vermekten kaçınmamaktadırlar. Üstelik aynı salât'a kimi dua anlamı verirken, kimi de ibadet anlamı ya da farklı anlamlar verebilmektedir. Kendi içlerinde bir sürü çelişki içine girmektedirler. Bu çelişkiler, onların rivayetlerin etkisinde kalarak salât'a yanlış anlam verdiklerinin de büyük bir delilidir. Bir çok konuda olduğu gibi, bu konuda da şaşkın olmalarının sebebi, anlatılan konuyla hayatın gerçekleri arasında bağ kurmayıp, eskiden beri gelen, taklide dayalı bilgiyi ezberlemiş olmalarındandır. Dua; Allah'tan istemektir. Salât ise, zikri (vahyi) toplum içinde ikâme etme eylemidir.(Tâhâ-14; Ankebüt-45) 6236 âyetten meydana gelen son vahiy, “Allah'a ibadet edin, Allah'a dua edin, Rabbinize dua edin, Rabbinize ibadet edin!” dediği halde hiç bir âyette “Allah’a salât edin!” dememiştir. Çünkü salâtın anlam ve misyonu çok farklıdır. Zaten salât hakkıyla yapıldığı zaman direkt olarak ibadet ve dua yapılmış olacaktır. Salât toplumsal kalkınma ve sosyal düzen ile ilgili bir durumdur. Allah’ın zatına salât edilmez. Allah için topluma salât edilir. Rabbimiz “salâtı ikame edin” derken, dua’yı ayağa kaldırın değil, vahyin ilim ve hikmetiyle, Kur'an'ın eğitim ve ahlakıyla toplumu ayağa kaldırın buyuruyor. Namaz, büyük bir heyecanla yüce Allah'ın emirlerini yapmaya hazırlanan bir kişinin, kendine dayatılan "mutlaka hergün beş vakit namazını kılacaksın" dayatmasını, yerine getirmediği için diğer emir ve önerileri de yapmaktan vazgeçen, psikolojisi bozulanın gönlüne saplanan bir hançer haline gelmiştir. Aslında yüce Allah'ın Kur'anda insanlara gerçek anlamda ibadetin ne olduğunu bildirdiği, tüm Nebi ve Resul'lerin de yerine getirerek uyduğu şeyin içi boş ve anlamsız bir ritüel olmadığını, ihlas ve ihsana dayalı bir yakarışla yapılan dua eylemi olduğunu, şu âyetler açık olarak ortaya koyuyor."Rabb'inize tederruân (Allah'ın yüceliği karşısında küçülerek, acizliğinizin ve fakirliğinizin şuurunda olarak, tevâzu üstüne tevâzu göstererek ve istekte bulunarak) yani hufyeten (gizlice) dua edin. Kuşkusuz O, haddi aşanları sevmez.(Âraf-55)"Ve (Allah tarafından) ıslah edildikten sonra, yerde fesad çıkarmayın yani O'na endişe ve ümit ile dua edin. Kuşkusuz Allah'ın rahmeti güzel ahlak sahiplerine yakındır.(Âraf-56)Dolayısıyla âyetlerde anlatılan dua eylemi bir ritüeli içermiyor. Yani bilinen namaz değildir. Dua'nın bir vakti, süresi, sayı sınırı yoktur. Dua eylemi insanın o andaki inanç, ahlak, ihtiyac ve psikolojik durumu ile ilgili kendi ve Rabbi arasında bulunan, son derece önemli bir yardım talep etme ve bir iletişim aracıdır. Hiç kimsenin buna mudahale etmeye hakkı yoktur. İhlas ile ve gönülden gelerek, Allah'a kulluk bilinciyle, acziyetimizi bildirerek, tevâzu ile yüce Allah ile iletişim kurmak, yalnız O'ndan isteyerek ve yalnız O'na kul olduğumuzu ifade eden bir iman ve güzel ahlakla yakarmamız, Allah'ın bizden gerçek anlamda istediği bir ibadettir. Kişi dilerse kendi dilinde, tevhide gönülden bağlı ve her türlü şirk unsurundan arınmış bir şekilde, ihlas ve takvaya bağlı bir imanla yalvarıp yakararak, boyun bükerek acziyetini itiraf edecek ve isterse yerlere yüzükoyun yatarak, gönülden gelen duygularla, gözyaşı dökerek, tüm içtenliği ve tam bir teslimiyet içinde Allah'a yalvaracaktır. Kur'anda yüce Allah'a ihlasla ibadet etme, yani dini O'na özel kılarak Rabbimiz ile iletişim kurmamız gerektiği şu âyetlerle de desteklenmektedir. "Kullarım, sana, beni sorarlarsa (bilsinler ki) ben, yakınım. Bana dua edenin duasına karşılık veririm. O halde onlar da benim dâvetime icabet etsinler ve (sadece) bana iman etsinler ki rüşd yoluna kavuşmuş olsunlar. (Bakara-186)Rabb'iniz dedi ki: “Bana dua edin ki size icâbet edeyim. Bana ibadet etmekten kibirlenenler alçaklanmış olarak cehenneme gireceklerdir" (Mü'min-60)(Ey Resül!) De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Siz (vahyi) yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacaktır" (Furkan-77)Aslında insanın fıtrat mayasında bulunan Allah'tan istekte bulunma, Allah ile iletişim kurma iştiyak ve ihtiyacı, O'nun huzurunda kendini arzederek varlığı karşısında ne kadar yetersiz, âciz, miskin olduğunu ifade etme, boyun bükerek yalnız O'ndan isteme, samimi bir yakarışla, gönülden bir bağlılıkla gözyaşı dökerek, rızasını isteyip yerlere kapanarak yapılan ve tüm Nebi, Resül ve müminlerin yaptıkları şekliyle icra edilen dua eylemini, Sünni ve Şii din adamları, uydurma rivayetler ve içtihatlar yoluyla mistik bir tapınma ritüeline yani "Namaza" dönüştürerek, türlü ayrıntı ve takıntı derecesinde teferruatlara boğarak, kendi süfli amaçları uğruna özellikle Kur'anî kavramların en önemlilerinden biri olan, kendine özgü geniş bir anlam ve öneme sahip olan salât'ın üzerini örtmek yani ümmi halkı Kur'andan uzaklaştırmak için kullanmış ve zamanla bu namaz Kur'andan habersiz toplum tarafından dinin olmazsa olmazı ve dinin tek direği olarak kabul edilmiştir. Peki eğer Allah'a ancak belirli bir ritüel ile dua ve niyazda bulunmak, yani bugün bilinen anlamda namaz denilen ritüeli yerine getirmek din adına gerekli ve Allah'ın emri ise neden Kur'anda bunun nasıl yapılacağı, tarifi, hareketleri, okunacak dua ve âyetlerin ne olduğu, vakitleri gibi net ve açık bir şekilde yüce Allah tarafından birkaç ayette basitçe bildirilmemiştır. Halbuki yüce Allah şöyle buyuruyor. "... Ayrıca bu kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik" (Nahl- 89)
17 Ocak 2022 Pazartesi
SALÂT, DUA ve NAMAZ!!! (5.YAZI) Kur'an'da bulunan salât kavramının kökü olan s-l-v’ın, klasik Arapça lügatlerinde birçok anlamı bulunmaktadır.Bu anlamları incelemeden önce geleneksel çevirilerdeki salat’ın Kur’an'ın bağlam ve bütünlüğü açısından tutarlı olup olmadığını araştıracağız.Bir çok âyette "salât" kelimesini “namaz” olarak tercüme etmek tevhid açısından uygun düşmüyor. Müfessir ve meâlciler bunu fark ederek bazı cümlelerin anlam bütünlüğünü koruyabilmek amacıyla ya her zaman namaz olarak çevirdikleri kelimenin anlamını değiştirmek zorunda kalmışlar ya da değiştirmeyerek âyetleri tevhid akidesine aykırı bir biçimde bırakmışlar.Mesela: "İşte Rablerindan salâvatlar ve rahmet hep onlarındır ve hidayet bulanlar da onlardır" (Bakara-157)Yüce Allah'ın salâvât'ı hangi anlama geliyor? Mesela: "Haram aylar çıktığında artık müşrikleri, kendilerini bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın, onları hapsedin, onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tövbe eder," namazı kılar" (ekâmus salâte), zekât verirlerse, artık yollarını serbest bırakın. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.Yüce Allah müşriklerin bağışlanmaları için namaz kılmalarının gerektiğini mi söylüyor? Yani Namaz kılmazlarsa müşrikler öldürülecekler mi? Peki, “namaz” kılıp da şirk koşmaya, putlara tapmaya devam ederlerse ne olacak? Böyle bir meal islam'ın tevhid ilkesine uygun düşer mi? "Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kuşların Allah’ı tespih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi salâtını (salâtehu), ve tesbihini bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilmektedir.(Nur-41)Kuşların namaz kıldıklarını söyleyebilir misiniz?Mesela: "Onların mallarından sadaka al, bununla onları (nifaktan) temizlersin. Onların üzerine salât et (ve salli aleyhim), çünkü senin salât'ın (inne salâteke sekenun lehum) onlar için bir sükûnettir. Allah işitendir, bilendir.Nebi (a.s) ın namazı müminlere nasıl sükûnet olacaktır?"Onların (müşriklerin) beytullah indindeki salâtları (saletuhum) ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. (Ey müşrikler!) küfrünüzden ötürü şimdi azabı tadın!(Enfal-35)Müşrikler ıslık çalarak ve el çırparak nasıl “namaz” kılıyorlardı? "Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (salatlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak kılın. Emniyete kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah’ın öğrettiği şekilde O’nu zikredin.Âyetin inmiş olduğu Medine'yi düşündüğümüzde yürüyerek, at ve devenin üzerinde “namaz” kılınabilir mi?"Gerçekten insan, pek hırslı yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Ona hayır verildiğinde ise cimri kesilir. Ancak şunlar öyle değildir: Salât'ı ikâme edenler ki, onlar salâtlarında devamlıdırlar. Mallarında, isteyene ve (istemediği için) mahrum kalmışa belli bir hak tanıyanlar; din gününü tasdik edenler; Rablerinin azabından korkanlar, ki Rablerinin azabına karşı emin olunamaz. Irzlarını koruyanlar ancak eşlerine ve himayeleri altında olanlar müstesna; çünkü onlar kınanamaz; bundan öteye geçmek isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir. Emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler. Şahitliklerini ikâme edenler. Salâtlarını muhafaza edenler. İşte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar" (Meâric-19/35)Âyetlere dikkat edilirse, genel olarak insanların özelliklerinden bahsediliyor iman edenlerin değil. Halbuki insanların büyük çoğunluğu" namaz" kılmamaktadır."Salat ederken bir kulu engelleyeni gördün mü? Ne dersin o (salât'ı yapan) hidayet üzerinde ise, yada o takvayı emrediyorsa!(Alak-9/12)Ehl-i Sünnet'in kaynaklarına göre Alak süresi Nebi (a.s) a ilk vahyedilen süredir.Sürede birinin salat yaparken engellendiğinden bahsetmektedir. Bir kimse evinde namaz kılsa onu kim engelleyebilir? Hatta nerede olursa olsun hiç kimse bir başkasını namaz kılmaktan engellemez, engelleyemez.İsterse havra ve kilise de olsa ona kimse karışmaz. (Ey Nebi!) Sana vahyedilen kitabı oku ve salât'ı ikâme et. Muhakkak ki, salât, hayasızlıktan ve kötülükten nehyeder. Allah’ın zikri elbette (öğütlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.(Ankebüt-45)İletişim, diyalog ve öğüt olmadan yani sözün gücü bulunmadan kötülükleri engellemenin imkanı var mıdır? Daha bu âyetler gibi onlarca âyet vardır ki, bu âyetlerde bulunan" salât" kavramlarına namaz kılma anlamını veremeyiz. Mesala: Allah ve melekleri müminlere nasıl namaz kılacaklar? (Ahzab-43) veya Allah ve melekleri Nebi'ye nasıl namaz kılacaklar?(Ahzab-56)Kur’an’ın indirildiği yirmi üç yıl boyunca insanlar Nebi (a.s) a birçok konuda soru sormuşlar ve yüce Allah bütün bu sorulara vahiy'le cevap vermiştir. Çok ilginçtir, Ehli Sünnet ve Şia'nın dinlerini üzerine inşa ettikleri namaz ve yüzlerce teferruatı ile ilgili Nebi (a.s) a hiç kimse tek bir soru sormuş değildir.Yahu Arkadaşlar! Farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, haramları, mekruhları, mendüpları, müfsitleri ile birlikte yüzlerce kural ve kaidesi olan, dinin üzerine bina edildiği namazın hiç bir teferruatından neden Kur'an söz etmez.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (110.YAZI) Enfal Süresi 51-) İşte bu, ellerinizle yaptığınız yüzündendir, yoksa Allah kullara zulmedici değildir. 52-) Bunların gidişatı tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidişatı gibidir. (Onlar da) Allah’ın âyetlerine kâfir oldular da Allah onları günahları sebebiyle yakalamıştı. Allah (büyük) kuvvet sahibi, cezası çetin olandır. 53-) Bu da, bir kavim kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve erdemleri) değiştirinceye kadar Allah’ın onlara in'am ettiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Şüphesiz ki Allah işitendir, bilendir. SÜNNETULLÂH Kur'an'ı Mübin Müslümanların bakışlarını yüce Allah'ın gökyüzündeki kanunlarına çevirmekle aslında Rahmân ve Rahim olan Allah'ın kanunlarına göre cereyan eden usul ve kaidelere çevirmektedir. "iman edenler" bu hayatta ömür süren ilk insanlar değillerdir. Göklerde ve yerde, halklara, ümmetlere, devletlere ve fertlere hükmeden kanunlar cereyan etmekte ve hiç bir zaman bu kanunlarda bir sapma meydana gelmemektedir. Allah'ın göklerde ve yerde hâkim olan kanunları yani sonsuz ilim ve kudreti ölçüsüz ve tahmine dayalı yürümemektedir. Yani hüküm ve hikmet sahibi olan Allah istediğini yapmaya gücü yettiği halde hiç bir zaman keyfi bir iş yapmamaktadır.Allah abes bir şey yapmaktan uzaktır. "Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık"(Duhan-38)Dolayısıyla İslam toplumu o kanunları Kur'an'dan okuyup hedef ve amaçlarını kavradığı zaman, olayların arkasında bulunan esas hikmet ve hayırları ortaya çıkarmaya muvaffak olacaktır. Oayların tâbi olduğu kanun ve mükemmel düzenin sebatı veya o kusursuz düzenin arkasında gizli olan hikmet'in varlığıyla müminlerin gönülleri huzur ve sükünet bulacak, Allah elçilerine indirilen hanif dinin istikametini görecek ve sırf atalarından gelen taklidi imanla müslüman olduklarına İtimat etmeyeceklerdir. Hayata hükmeden kanunlar aynıdır. Geçen zamanda meydana gelen, her zaman meydana gelecektir. Yüce Allah'ın, hayat çarkını üzerinde icra ettiği ve çarkın hareketini üzerinde yürüttüğü yegane şey ilâhi kanunlardır. Beşer hayatında sebepsiz ve kendiliğinden meydana gelen hiçbir şey yoktur. Ancak bu hayatta, herşey, değişmeyen, geride kalmayan, yaratılanlardan hiçbirine taraf tutmayan ve beşerin heva ve heveslerine göre yön değiştirmeyen sadece yüce Allah'ın göklerde ve yerde var olan sünnetine yani kanunlarına boyun eğmektedir. "Ben benimde Rabb'im sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. Çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, boyunu O'nun elinde olmasın. Şüphesiz Rabbim sırat-ı müstakim üzerindedir"(Hud-56)İman edenlerin, Allah'ın kitabında onlar için apaçık olarak ortaya konulan Rablerinin sünnetini idrâk etmeleri hayati bir öneme sahiptir. İşte o zaman bekledikleri izzete kavuşma ve İslam davasını yerleştirip koruma gücüne sahip olma hedefine ulaşsınlar.Davayı yerleştirmek ve koruma gücüne sahip olmaya rastgele ulaşılamaz.Sebepsiz olarak yüce Allah'tan yardım inmez ve göz kapatılıp rastgele zafer aramakla elde edilmez. Bilakis O'nun göklere ve yere yani eşyaya yüklediği kanunları vardır. Yüce Allah'ın bu kanunları son vahyin mesajlarında kayıt altına alınarak hükme bağlanmıştır. Ta ki, iman edenler tefekkür etsinler ve basiretli bir şekilde onları akıl ile yaşayarak genel bir ahlak haline getirsinler.Fertler ve milletler göklerde ve yerde bulunan kanunları ve ilahi sünnetleri ile teamülün şartlarından ilki şudur.Bu kanunları anlamamızdan ziyade doğru ve kapsamlı bir şekilde özelliklerini, Allah'ın göklerde ve yerde var olan sünnetini diye tabir ettiğimiz ilahi kanun çevresinde nasıl çalışacağımızı ve vahyin ışığında ondan sosyal kanunlar ve medeni dengeleri nasıl çıkaracağımızı öğrenmeliyiz.Allah'ın göklerde ve yerde var olan sünnetine karşı çarpışma olmaz. Hiç kimsenin Allah'ın kanunlarına karşı başarılı olma şansı yoktur. Çünkü onlar her zaman galip gelirler. Aslında kendine "İslam toplumu" diyenlerin mağlup olmalarının en büyük sebebi Allah'ın hem yazılı ve hemde kevni yasalarına karşı savaş açmaları olmuştur. Göklerde ve yerde hüküm süren şu İlâhi sünnetin, İslam medeniyetinin adalet ve merhametle yeryüzüne yerleşmesi ile olan irtibatı son derece açıktır.Çünkü yeryüzünde gerçek islam medeniyetini kurmak, İslam ümmetinin içinde bulunduğu bu şartlar altında mümkün olmadığı gibi kendine zillet ve gericilik hayatını seçen ve başına gelenleri değiştirmek ve yaşadığı rivayetlerin esaretinden kurtulma girişiminde bulunmayan bir ümmet için gerçekleşmesi de mümkün olmamaktadır.Dolayısıyla değişim gerekmektedir.İslam geldiği ilk günde, Arap yarımadasının mevcut durumu ve yeryüzünün siyasi, dini ve içtimai durumu gibi büyük hadiseler onun karşısında durdu.İnançlar, düşünceler, değerler, gelenekler, ölçüler, kanunlar, nizamlar, çıkarlar, ırkçılık onun karşısında dikildi.İlk geldiği günde İslam ile insanların arasındaki mesafe Arap Yarımadası'nda ve bütün dünyada gayet korkunçtu.Onları taşıyıp götürmek istediği yer çok ama çok uzaktı.Tarihin bazı devirleri, ayrı ayrı çıkarlar ve değişik güçler müşriklerin mevcut durumunu destekliyordu. Bütün bunlar, akide, düşünce, değer, ölçü, âdet, gelenek, ahlak ve şuur gibi şeyleri değiştirmekle yetinmeyen, belki beşeriyetin liderliğini, tağutların ve cahiliyenin elinden alıp İslam'a yani Rahmân ve Rahim olan Allah'a iade etmek istediği gibi şeytani inançları, tâğuti düzenleri, yasaları değiştirmek isteyen bu ilâhi dinin karşısında set gibi durdular.Kuşku yok ki bir kere meydana gelen ikinci bir kere daha meydana gelir.Meydana gelen olaylar, olağanüstü mucizelere göre değil göklerde ve yerde câri olan Allah'ın kanuna göre meydana geldi.O yapı, birikimi tüketmek, toplanmak ve doğru olan yöne başını koymak isteyen için azık olan fitrat ( yaratılış) birikimi üzerine kurulmuştur. Resul (aleyhisselam ) yüce Allah'ın ortaya koyduğu metotla başını çektiği değişiklik, insanları Allah tarafından inen vahiy'le eğitmeye başladı.Zira insanları karanlıklardan aydınlığa, cehaletten ilme, gericilikten ilericiliğe taşıması gerekiyordu. Allah Resulü (a.s) Kur'an'ın metoduyla insanların inanç, fikir, düşünce, şuur ve ahlak yapısını değiştirmekle başladı ve Allah'ın izniyle bunu başardı da. Dolayısıyla insanların iç dünyası değişti. Etrafında bulunan şeyler değişti. Medine değişti, Mekke değişti. Kur'an metodu, Mekke devrinde akide yönüne önem vermekteydi.Vahiy, İslam akidesini çeşitli şekillerde ve değişik usluplarla sunuyordu.Dolayısıyla tevhid insanların gönüllerine hakim oldu ve onlarda büyük bir değişim meydana getirdi.Rahmân ve Rahim olan Allah o büyük değişimi anlatırken şöyle buyurmaktadır."Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu? İşte kafirlere yaptıkları böyle câzip gösterilmiştir"(En'am-122) Gerçekten bu, kalemlerin vasfında aciz kaldığı harika bir tasvirdir. Kur'an uslubu her zaman böyledir.Akıl sahipleri ondan doya doya hidayet ve rahmet teneffüs etmekte, her türlü güzel ahlak ve öğüdü ondan çıkarmakta ve ölümden hayata, karanlıklardan aydınlığa, değer ve şerefini anlatmakta aciz kalmaktadır.Ölüm ile hayat, karanlık ile aydınlık hiçbir olur mu?Mesafe korkunç! Nakil büyük...Büyüklüğünü ve miktarını, insanları acze sokan Kur'an'ın o beyanı ışığında onların hallerinde feraset sahibi olan kimselerin dışında hiç kimseyi idrak etmez.Allah'ın kulları üzerindeki hakkı, dini O'na özel kılarak kulluk etmeleri, O'nun tek olduğuna hakkıyla iman etmeleri, yani O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır."(Ey Nebi!) Şüphesiz sana da senden önceki Resullere de şöyle vahyolunmuştur ki : Andolsun, Allah'a şirk koşarsan amellerin boşa gider ve husranda kalanlardan olursun. Hayır! Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol"( Zümer- 65, 66) Yüce Allah kendine kulluğun nasıl yapılacağını en ince ayrıntısına varıncaya kadar Kur'an'da bildirmiştir.Kur'an ehli muvahhidler, yüce Allah'a ait sıfatların ve güzel isimlerinin şuuru üzerine terbiye görürler, sadece vahyin ve sünnetullahın ortaya koyduğu ilkelere göre hareket ederler.Dolayısıyla muvahhidler, din ve hüküm olarak Allah'tan ve onun kanunlarından başka başvurulacak hiç bir gücün önünde boyun eğmezler.Muvahhidler din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa itibar etmezler.Muvahhidlerin Allah'ın rızasından başka hiçbir amaçları bulunmamaktadır.Hanif Müslümanlar Allah'ın yardım ve rahmetinin onlar üzerinde olduğunun şuuruna varmışlardır.Muvahhidler Allah'ın isim ve sıfatları gereği olan gaybı bilmek, azâmet, kibriya, mutlak egemenlik, mutlak itaat ve buna benzer hiçbir şeyde onunla, ilahi sünnetle niza eden veya ortak olan birinin olduğuna inanmak gibi şeylerden uzak oldular.Kuşkusuz fertlere yönelik olgun ve doğru risalet terbiyesi üzerinde İslam'ın bina edildiği esas, tevhid olmuştur.Kısacası, bütün Resuller sadece Allah'a kulluk etmek ve tağutlardan sakınmak için uluhiyet tevhidine davet etmişlerdir.(Nahl- 36) İbrahim'in hanif dinine bağlı olan muvahhidler uluhiyet ve rububiyet tevhidine, Allah'ın isim ve sıfatlarına aykırı olan bütün inançlardan kendilerini uzak tuttular. Allah'ın emirleri ve yasaları dışında hiçbir şeyi hakem kabul etmediler. Allah ve Resullerinden başka hiç kimseye itaat etmediler. Allah'ı sevdikleri gibi hiç kimseyi sevmediler. Allah'tan başkasından korkmadılar.Allah'tan başkasına tevekkül etmediler.Allah'tan başkasına sığınmadılar.İstek ve mağfireti, rahmet ve yardımı Allah'tan başka hiç kimseden beklemideler. Çünkü muvahhidler bilirler ki, Allah'ın kitabından başka tam bir hidayet ve istikamet rehberi bulunmamaktadır.Eğer akide (tevhid) İslam sarayı'nın komuta merkezini teşkil ediyorsa, kanunlar onun ana bölümlerini, yollarını ve giriş çıkışlarını oluşturmaktadır.Ahlaka gelince, tamamlanmış saraya zerafet, güzellik ve parlaklık katmakta ve ilahi boya ile onu boyamaktadır. Eğer akide (inanç) İslam çınarının kökünü ve gövdesine teşkil ediyorsa, şeriat da onun dallarını temsil etmektedir.Ahlak da onun olgunlaşmış meyvelerini, koyu serin gölgesini ve güzel manzarasını oluşturmaktadır.Yüce Allah her işte ve her halükarda sebeplere sarılma zorluluğunu hatırlatmaktadır. "...Bir toplum kendilerinde olan özellikleri (değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunan kötü durumu) değiştirmez" (Ra'd- 11)"Bu da, bir millet kendilerinde bulunan (güzel ahlak ve meziyetleri) değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır"(Enfal-53) Allah Resulü bütün insanlardan daha fazla sünnetullahın bilincinde idi. Çünkü Allah Resulü vahiy sayesinde İslam medeniyetinin binasını tesis ettikten sonra da var gücüyle ilahi sünnete sarılıyor sünnetullahın nimetlerinden hiç bir şeyin israf edilmesine müsaade etmiyordu. Resul (a.s) dünya işlerinde olsun, âhiret işlerinde olsun eşit bir şekilde insanları daima Kur'an'ın rehberliğinde yani vahyin içinde var olan sünnetullaha uymaya yönlendiriyordu.Çünkü Yüce Allah göklerde ve yerde, eşyada ve insan hayatında değişmesi mümkün olmayan kanunları vardır.Rahman ve rahim olan Allah'ın, her şeyi yapabilecek güce sahip olağanüstü kanunları olmasına ve hiçbir şeyin onu acze sokmayacak olmasına rağmen yine de Allah, geçerli olan sünneti dünya hayatında sabit olmasına ve harikulade olan sünnetin diğer sünnetin istisnası olduğuna hükmetmiştir. Müslümanların, bugün dünya liderliği kervanından geri kalmaları, Allah'tan onlara inen bir zillet ve zulüm değildir.Belki bu, mesajlarını unutan, onun değerini düşüren, bilim alanlarında olsun, amel ve yaşantı alanında olsun, hayal ve hevadan korkunç bir rivayet yığınını risalet yani vahiy madenine ve aslına karıştan, ilahi sünnetleri ihmal eden, iktidar sahibi olmanın hayal ve temennilerle mümkün olabileceğini zannedenlere uygulanan ilahi bir adalet ve Rabbani bir sünnettir."Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez"(Âli İmran-192)"Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber Allah rahmeti gereği ) bir çoğunu affediyor"( Şura-30)Birisi çıkıp şöyle sorabilir: Bu zillet ve gericilik azabı, isyan edip günah işleyen müminlere geliyorsa, temel'den Allah'ın mesajlarını ve elçisini kabul etmeyen sömürücü emperyalist kafirlerin durumu ne olacak?Hem de maddi alanlarda yeryüzünde onlara büyük imkanlar, zenginlik, refah ve bolluk verilmiştir. Aslında kafirler Allah'a çok daha yakın oldukları veya Allah'ı daha fazla razı ettikleri için bu refah ve zenginliğe ulaşmış değillerdir.Yüce Allah şu dünya hayatında iktidarı, imkanı ve güç sahibi olmayı değişmez Rabbani sünnetlere ve değişmeyen kanunlara bağlamıştır. Her kim ki, çalışır, araştırır, aklını kullanır, gayret gösterir bu hayatın kanunlarına boyun eğerse, çalışması, verimi, gayreti ve koşuşturması kadarıyla bir yere ulaşacaktır. O Allah'ın bu hayatta irade ettiği değişmez kanunudur. O, Rahman ve Rahim olan Allah'ın meşieti ve iradesidir.
16 Ocak 2022 Pazar
SALÂT, DUA ve NAMAZ!!! (4.YAZI) Şia ve Ehl-i Sünnet'in hadis rivayetleri Nebi (a.s) dan en az sekiz nesil kuşaktan kuşağa geçtiğini bilirsek salât'ın ve ona bağlı bulunduğu kavramların nasıl saptırıldığını daha iyi anlarız. Hadis denildiği zaman aklımıza Yahudilik ve kadim İran'ın dinleri gelmesi gerekiyor. Medine'de bulunan Yahudi âlimlerinin mişnaları Arap toplumunun inançlarını sarmış bir vaziyetteydi. Araplârla birlikte yaşıyor inanç ve katılaşmış gelenekleriyle Arapları etkileri altına alıyorlardı.Kur'an'ın yüzlerce âyette İsraioğullarının hatalarını, Musa (a.s) a yapmış oldukları eziyet ve psikolojik işkenceleri iman edenlere ve Medine'deki Yahudi kabilelere hatırlatmasınının gerçek sebebi budur. Nebi (a.s) ve ilk nesil Müslümanlar vefat ettikten sonra etkileri daha da arttı. O kadar etkiliydiler ki, çocukların sünnet edilmesi bile Yahudilerden Araplara geçmiş bir gelenekti. Kur'an her ne kadar uydurma hadislere işaret ediyor olsa da (Lokman-6) esas hadis istilası Nebi (a.s)dan asırlar sonraki çağlara dayanır. Çünkü yaşadığı çağ ile vefat ettikten sonra çağ arasında büyük bir fark vardır.Çünkü kendisine indirilen Kur'an hadislerin topluma sirayet edecekleri en küçük delikleri bile tıkıyordu. Bu konudaki yüzlerce âyet bizim için en büyük delildir. İşte namaz ritüeli Nebi (a.s) dan Yahudi âlimlerinin ve kadim İran din adamlarının bir icadı olarak gelişmiştir. Özellikle İran'ın alınması, Müslümanlar açısından tam bir yıkım olmuştur. Muhaddis Buhari başta olmak üzere Kur'an cahili muhaddisler kadim İran ve çevresinde ne kadar yalan varsa hepsini ümmi insanların pazarlarına taşıdılar. Sonraki çağlarda bu rivayetler, kurumsallaşarak onlarca fırka ve mezhep meydan getirdiler. İşte bu rivayetlerin doğurduğu namaz ritüelini "allah'u ekber" (en büyük Allah'tır, Allah en büyüktür) gibi, şirki kabul eden ifadelerle sağlamlaştırdılar. Yüzlerce rivayetle eksiklerini giderdiler, boşluklarını doldurdular. Artık bundan sonra din eşittir namaz olmuştu. Şirk, tevhid, takva, ihlas, ihsan, hidayet, sırat'ı müstakim, infak, adalet, insan hakları, dinde Kur'an'ın tek kaynak olduğu gibi, hayati erdem ve değerler buharlaşarak yok olup gittiler. Hadislerin meydana getirdiği yepyeni bir şirk dinimiz doğuyordu. Daha doğrusu yeni bir Yahudilik ve Hristiyanlık doğuyordu. Şiilik ve Sünnilik denildiğinde bütün gelenek ve kültürlerin karışımı bir din akla gelmesi gerekiyor. İçlerinde sadece Kur'an'dan bir şey bulunmuyor. Kur'an'a göre salât fiili, yüce Allah'ın, meleklerinin ve müminlerini ortaklaşa yapabildikleri bir eylem olması gerekiyor. Allah'ın Nebi'ye ve müminlere salât'ı,(Bakara-157; Ahzab-43,56)Meleklerin Nebi'ye ve müminlere salât'ları,(Ahzab-43,56) Müminlerin Nebi'ye salâtları (Ahzab-56)Nebi'nin müminlere salât'ı (Tevbe-99,103)Peki yukarıdaki âyetler bağlamında, rivayetlerde salâtla ilgili neden tek bir rivayet bulunmamaktadır.Çünkü Kur'an cahili muhaddis ve müctehidler salât'ın hangi anlama geldiğini bilmiyorlardı. Yüce Allah'a yemin ediyorum. Eğer muhaddis ve müctehidler salât'ın hangi anlama geldiğini bilmiş olsalardı, Muhammed'e salâvat çekme, Muhammed'e salâvat okuma diye bir ibadet olmayacaktı. Zira Muhammed'e salâvat çekme, Muhammed'e salâvat okuma kadar ahmakça bir şey yoktur. Namaz, Urduca ve Farsça'da “dua, yakarış, munacat” anlamına gelmektedir. Kur’an inmeden önce İran'daki Zerdüştler tarafından kılınan "namaz" günümüz Müslümanlarının kıldıkları “namaz” ile çok büyük benzerlikler gösteriyordu. Aşağıdaki alıntı bir Mecüsi Zerdüşt sitesinden namazın nasıl kılınacağını anlatıyor. Dikkat ederseniz bu ritüele başlamadan önce aynı şu anda Emevi Ehl-i Sünnet dini ve Şia'nın uyguladığı gibi bir çeşit abdest alındığını göreceksiniz. “Zerdüşt namazına başlamadan önce kişi; ellerini, ayaklarını ve yüzünü yıkar, başa takke veya başörtüsü giyip, güneşe doğru dönerek Ashem, Yatha, Kemna Mazda için dua eder"İşin ilginç tarafı, namaz günde tam beş vakittir! Güneşin doğuşundan öğlen 12:40‘a kadar olan namaza Havan Geh, öğlen 12:40 ile 15:40 arasındakine Rapithavan Geh, 15:40 ile günbatımına kadar ki namaza Ujiren Geh, gün batımından 24:40’a kadar süresi olan namaza Aiwisuthrem Geh denirken 24:40’dan güneşin doğuşuna kadar kılınması gereken namaza ise Ushahin Geh denir“Muhaddis Buhari ve diğer hadis çöpçülerinin hepsinin zerdüştlüğün hakim olduğu kadim İran asıllı olduklarını unutmayalım.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(109. YAZI)Enfal Süresi 31. Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman dediler ki: "(Evet) işittik, istesek biz de bunun benzerini elbette söyleyebiliriz. Bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir." 32-) Hani o kâfirler bir zaman da: Ey Allah’ım! Eğer bu kitap senin katından gelmiş bir haksa üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir! demişlerdi.(Kur'an'da "Hak" kavramı Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılan bir kavramdır. Hak, Nebi bağlamında geçmez. Allah için geçtiği âyet (Yunus-32) vahiy için geçtiği âyet (Yunus-108) Resül hakkında geçtiği âyet (Âli İmran-86) 33-) Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar istiğfar ederlerken de Allah onlara azap edecek değildir. 34-) Mescid-i Haram'dan (müminleri) engellerken Allah onlara ne diye azap etmeyecek? Onlar O'nun (Allah'ın) velileri olamazlar. O'nun velileri muttakilerden başkaları değildir. Fakat onların çoğu bunu bilmez. 35-) Onların beytin indindeki salâtları da ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. Küfrünüzden ötürü şimdi azabı tadın! 36-) Şüphesiz ki kafirler mallarını, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için infak ediyorlar. Daha da infak edecekler. Ama sonunda bu, onlara hasret olacak ve en sonunda mağlûp olacaklardır. Küfredenler cehenneme toplanacaklardır. 37-) (Bu toplanma) Allah’ın habis olanı temizden ayıklaması (mümini kâfirden ayırması) ve bütün habislerin bir kısmını diğer bir kısmının üstüne koyup hepsini yığarak (çöplük gibi) cehenneme atması içindir. İşte onlar husrana uğrayanların kendileridir. 38-) Kafirlere, (şirk ve küfürden) vazgeçerlerse, geçmiş günahlarının mağfiret olunacağını söyle. Yok geri dönerlerse kendilerinden öncekilerin sünneti gözlerinin önündedir! 39-) Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (şirk ve küfre) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür. (Âyette bulunan fitne, din ve inançla ilgili insanlar üzerinde baskı kurma anlamına gelmektedir. Âyet savaş ortamında nazil olmuştur. Yoksa dinle ilgili İslam'da tam bir özgürlük mevcuttur. Dinde zorlama yoktur,(Bakara-256) 40-) Eğer imandan yüz çevirirlerse, bilin ki Allah sizin mevlânızdır. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır! 41-) Eğer Allah’a ve hak ile bâtılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı gün (Bedir savaşında) kulumuza indirdiğimize iman etmişseniz, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a, Resûlüne, akrabalara, yetimlere, miskinlere ve yol evlâdına aittir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir. 42-) Hatırlayın ki, (Bedir savaşında) siz vâdinin yakın kenarında (Medine tarafında) idiniz, onlar da uzak kenarında (Mekke tarafında) idiler. Kervan da sizden daha aşağıda (deniz sahilinde) idi. Eğer (savaş için) sözleşmiş olsaydınız, sözleştiğiniz vakit hususunda ihtilâfa düşerdiniz. Fakat Allah, gerekli olan emri yerine getirmesi, helâk olanın açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helâk olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı). Çünkü Allah hakkıyla işitendir, bilendir. 43-) Hatırla ki, Allah, uykunda sana onları az gösterdi. Eğer onları sana çok gösterseydi, elbette çekinecek ve bu iş hakkında münakaşaya girişecektiniz. Fakat Allah (sizi bundan) kurtardı. Şüphesiz O, göğüslerde olanın özünü bilir. 44-) Allah, olacak bir işi yerine getirmek için (savaş alanında) karşılaştığınız zaman onları sizin gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler Allah’a döner. 45-) Ey iman edenler! Herhangi bir ordu ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz. 46-) Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da rüzgarınız gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. 47-) Çalım satmak, insanlara gösteriş yapmak ve (insanları) Allah yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkanlar (kâfirler) gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır. 48-) Hani şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi de: Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben de sizin komşunuzum, demişti. Fakat iki ordu birbirini görünce ardına döndü ve: Ben sizden beriyim, ben sizin göremediklerinizi görüyorum, ben Allah’tan korkuyorum; Allah’ın azabı şiddetlidir, dedi. 49-) O zaman münafıklarla kalplerinde hastalık bulunanlar, (sizin için), «Bunları, dinleri aldatmış» diyorlardı. Halbuki kim Allah’a tevekkül ederse, bilsin ki Allah Aziz'dir, Hakim'dir. 50-) Melekler yüzlerine ve sırtlarına vurarak ve "Tadın yakıcı azabı" (diyerek) o kafirleri vefat ettirdiklerinde bir görseydin!ÖLÜM ANINDA MELEKLER AZAP EDER Mİ? Kur'an'ı Mübin'in bağlam ve bütünlüğünü bilmeyen veya uydurma dinin rivayet ve ictihadlarına mahkum olan birinin çok zor anlayacağı iki âyet'i kerime vardır.Aslında Kur'an'a göre kabir sorgusu ve azabı olmadığı gibi kabir hayatı diye bir şey de yoktur. Buna bağlı olarak vefata yakın olan bir kişinin, herhangi bir hastalığı sebebiyle maddi olarak duyduğu acı ve ızdırap dışında yüce Allah tarafından veya melekler vasıtasıyla azap edilmesi mümkün değildir. Çünkü Kur'an'ın onlarca âyetine göre sadece dünya hayatında sağlıklıyken cezalandırma, kıyamet saatinden sonra da ateş azabı ve cehennem azabı vardır. "Onlara(müşrik ve kafirlere) dünya hayatında azap vardır. Ahiret azabı ise daha şiddetlidir" Râd- 34)"Bundan dolayı biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o uğursuz günlerde soğuk bir rüzgar gönderdik. Ahiret azabı elbette daha çok alçaltıcıdır. Onlara yardım da edilmez" (Fussilet- 16)Cimriliklerinden dolayı bahçe sahiplerinin nasıl cezalandırıldıkları anlatıldıktan sonra şöyle buyrulmuştur. "İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi" (Kalem- 33)Şia ve Ehli Sünnet din adamlarının Kur'an'ın manasında yaptıkları tahribat nedeniyle bağlam ve bütünlüğü dağıtılmış iki âyetin anlamı zor olmuştur. 1. Âyet "Melekler onları vefat ettirirken, onların yüzlerine ve sırtlarına vurduklarında nasıl olacak"( Muhammed-27) 2. Âyet "Bir görsen, melekler o kafirleri vefat ettirirken onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak "tadın yakıcı azabı" derler"( Enfal- 50)Din adamlarının söylediği gibi melekler insanları vefat ettirirken azap ederler mi?Yüce Allah hesaptan önce yani sorguya çekmeden, muhakeme etmeden, savunma almadan, hiçbir zaman azap etmez. Karakolda azap ve işkence olmaz. Ölüm anında aciz olan bir insana Allah azap etmez. Peki bu iki ayeti nasıl anlamak gerekir? Söz konusu âyetleri iki bölüme ayırmak gerekir. Birinci bölüm, "meleklerin, kafirleri vefat ettirmeleri"İkinci bölüm, "kafirlerin azap edilmeleri" Yani Âyetlerin Kur'an'daki sisteme göre manaları şöyledir.Âyetleri metinleri ile yani Arapçası ile birlikte görelim. "Velev terâ iz yeteveffellezine keferul meléiketü" "melekler onları vefat ettirirken onları bir görsen" Âyetin bu cümlesi meleklerin kafirlerin canlarını aldıkları anı haber veriyor. "Yedribune vucuhehum ve edbérâhum ve zuku azâbel harik" "yakıcı azabı tadın diyerek yüzlerine ve sırtlarına vuracaklardır" (Enfal-50)Buda cehennem azabıdır. Yani ölüm ile cehennem azabı arasında o kadar kısa bir mesafe var ki, kişi öldükten hemen sonra, binlerce sene kabirde kalsa bile kendisine bir saat gibi gelecektir. Bu ister kafir olsun ister mümin olsun hiç farketmez. İşte şu âyet aynı gerçeği gösteriyor. "Onlar, meleklerin, "Size selam olsun. Yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık cennete girin" diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir" (Nahl-32)Kişinin vefatından hemen sonra ya cennet nimetleri veya cehennem ateşi vardır. Ashab-ı Kehf buna en güzel delildir.Üç yüz sene mağara uykusu bir günden az gibi geçmiştir. Adem(a.s) zamanında ölen ile kıyamet saatinde ölen arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisi de kabirde aynı zamana mahkum olurlar. Yasin- 51, 52, 53; Nahl- 26-27; Müminün-- 14, 15, 16. Âyetleri dünya hayatından direkt olarak mahşere çıkılacağını gösteren en güzel örneklerdir.Yani dünya hayatı ile kıyamet arasında bir mesafe ve zaman kaybı söz konusu değildir. Zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçecektir. Yat ve kalk, işte o kadar. Ancak şu da Kur'an'ın bir gerçeğidir. insanlar vefatları anında nereye gideceklerini görürler.( Yunus-- 90, 91; Müminün-- 99, 100; Mümin-- 84, 85; Nisa-- 159
15 Ocak 2022 Cumartesi
SALÂT, DUA ve NAMAZ!!! (3.YAZI) Bütün beşeri dinler kendi inançlarını ispat etmek için bir takım ritüeller yapmaktadırlar. Ama İslâm, insanları şirksiz saf imana yönlendirmek için; hayatın her alanında mümini salih ameller ve güzel ahlak ile imtihan eder, yani sonuçta kişinin sadece ameline ve güzel ahlakına bakar. Yüce Allah, insanın akıl ve fıtratına yani vahye uygun olan ahlak ve amellerine değer verir. Bunu yüzlerce âyette görmek mümkündür.Kur'an, “secde” alnı yere koymayı değil, insanın hayatına yön verecek âyetleri kabul edip onlara kayıtsız şartsız iman ve itaat etme anlamında kullanmıştır. Yüce Allah af dileyeni de af edeni de sever, adaletli davrananı da. Kur'an akla hitap eder. İmanın akılla donatılmasını ister. Aklı olmayanı imandan sorumlu tutmamıştır. “Namaz kılmakla imanımı güçlendiriyorum, imanımı namaz kılmakla gösteriyorum” inancı cehaletten başka hiçbir şey değildir. Çünkü İslam'ın ve imanın, ibadet ve ihlasın, adalet ve merhametin, akıl ve ilmin, güzel ahlak ve adaletin tek göstergesi Kur'an'dır. Her şey Kur'an'ın bilinmesine gelip dayanıyor. Kur'an bilinirse, Kur'an'a değer verilirse, Kur'an'ın kavramları doğru bir şekilde çözülürse, dinde tek kaynak olarak Kur'an kabul edilirse, diğer bütün ibadetler yüce Allah indinde değerli hale gelir.Yoksa Kur'an'sız yaşanılan dinin Allah indinde hiç bir değeri bulunmamaktadır. Yani vahiy yerine beşeri rivayetleri dinin tek kaynağı olarak kabuk edeceksiniz, şirk mezhebinin içinde bir ömür geçireceksiniz, Kur'an ne emrediyor umurunuzda olmayacak, muhaddis ve müctehidleri Allah'ın yerine koyacaksınız, insanlık için erdemli hiçbir faaliyetiniz olmayacak, sonra da “namaz kılmakla imanımızı kurtarıyoruz!” diyeceksiniz. Kur'an'sız iman sahte paraya benzer, görünüşte vardır ama yüce Allah'ın indinde hiç bir değeri yoktur. Kur'an'ın bir çok âyetinde yüce Allah'a iman ettikten sonra salih ameller yapanların dünya hayatında ve âhirette kurtuluşa ereceklerini bildiriyor. “Salih ameller yapmak” "Namaz kılmak mıdır" yoksa Kur'an'ın ilim ve hikmetiyle, güzel ahlak ve merhametiyle toplumu şuurlandırma ve bilinçlendirme midir? Oruç tutmak, hac ve umre yapmak, dua etmek gibi şeyler sâlihatın içinde değil, hasenâtın içinde yer alan faaliyetlerdir. Hasenât, insanın kendisi için yaptığı şeyler demektir. Salih ameller ise; İnsanın kendisinden başkaları için yaptığı hayırlar yani ıslah faaliyetleri demektir. Tüm Resüllerin gönderiliş amaçları ıslahattır. Namaz ritüeli, yalnızca şekillere ve şuursuzca okumalara kulluğu öngören müstakil bir din haline dönüşmüştür. Bundan dolayı namaz ritüeli, hayatın tüm alanlarını kapsayan ibadet, ihlas, ihsan, İslam, salih amel, takva gibi Kur'ani erdemlere giden yolu tıkayarak, ümmeti beşeri yani batıl yollara kanalize etmiştir."VEYL DAMGASI ALAN SALÂT HANGİSİDİR?Bu salât müşriklerin salatıdır. "Dini yalanlayanı gördün mü?İşte o, yetimi itip kakandır. Yoksulu doyurmağa da teşvik etmez. Artık o musallinlere veyl olsun! Ki onlar, salât’larından gaflet içindedirler. Onlar ki, gösteriş yaparlar! Ve mâun’a da engel olurlar.”(Mâun Süresi-1,7)Uydurma, beşeri, şirk, batıl din mensupları da salât için bir araya geliyor, sohbet ediyor, konuşuyor, kitap okuyor, bilgileniyor, fikren ve zihnen besleniyorlar. Yani aslında salâtlarını yerine getiriyor lar, Kur'an'a göre onlar musallindirler.Fakat cehalet ve kibirlerinden dolayı büyük bir olayın ve önemli bir hakkın farkında değiller.Salâtın merkezinde Kur'an'ın ilmi ve hikmeti yoksa o salat müminlerin değil, müşriklerin salâtıdır. Salâtınızda din atalarınızın ve efendilerinizin şirk kitaplarını okuyarak gerçek salât'ı yani Kur'an'ın mümini ve müslümanı olamazsınız. Yoksa Allah, hem salât'ı ikâme edin, hem de o musallinlere veyl olsun der mi?Devasa mabedleri, minare ve halıları, mermer ve avizeleriyle, gösteriş ve şaşasıyla fakir ve miskinlerin görülmesini engelleyen en önemli şey namazdır. Cami inşa etmekle direk olarak cennete girmek varken, fakir ve miskini kim ne yapsın? Aslında yüce Allah, Kur'an'da insanlara gerçek anlamda ibadetin ne olduğunu bildirdiği ve tüm Resüllerin de yerine getirerek tâbi oldukları şeyin içi boş ve anlamsız bir ritüel olmadığını, içten ve samimi bir yakarışla yapılan dua eylemi olduğunu, şu âyetlerde haber veriyor. "Rabb'inize tederruân (Allah'ın yüceliği karşısında küçülerek, fakirliğinizin ve âcizliğinizin farkında olarak) yani hufyeten/açıkça ve gizlice dua edin, yalvarın, yakarın. Kuşkusuz O, haddi aşanları sevmez.Ve (Allah tarafından) ıslah edildikten sonra, yerde fesat yapmayın. O'na endişe ve ümit ile dua edin. Kuşkusuz Allah'ın rahmeti güzel ahlak sahiplerine yakındır.(Â'raf-55,56)Burada anlatılan dua eylemi bir ritüeli içermiyor. Yani bilinen namaz değildir. Bu eylemin bir vakti, süresi, sayısı sınırı yoktur. İsteyen bu dua eylemini kendi istediği bedensel hareketleri katarak da yapabilir. Kimse buna karışamaz. Bu kul ile yüce Allah arasında özel bir meseledir. İnsanın kendi durum ve ihtiyaçları ile ilgili bir durumdur. Bunu Nebi, Resül ve iman edenlerin hayatında Kur'an'ın penceresinden sık sık görüyoruz. İster kavimleri, ister ailevi olsun Nebi ve Resüller zor bir durumla karşı karşıya kaldıkları zaman hemen yüce Allah'a iltica ederek O'ndan yardım istiyorlardı. Bununla ilgili onlarca âyet vardır. İhlas ve takva ile içten gelerek, kulluk bilinciyle, fakir ve miskinliğimizi bildirerek, tevâzu ile Rabbimizle iletişim kurmak, yalnız O'ndan isteyerek ve yalnız O'na kul olduğumuzu ifade ederek, infak, tevhid ve güzel ahlakla yakarmamız, yüce Allah'ın iman edenlerden gerçek anlamda razı olduğu ve istediği bir eylem olacaktır. Mümin dilerse, kendi dilinde, ihlas ve takva ile gönülden bağlı ve her türlü şirk unsurundan arınmış, saf bir imanla yalvarıp yakaracak, boyun bükerek günahlarını itiraf edecek, isterse alnını yüzü koyun yere koyacak, gönülden gelen duygularla, gözyaşı dökerek, tüm benliğiyle sadece Allah'a teslimiyet içinde yalvaracaktır. Kur'anda Allah'a bu şekilde içten ve samimi bir yakarışla, yani dua eylemini yaparak Rabbimiz ile iletişim kurmamız gerektiği şu âyetlerle de ortaya konmaktadır. "Kullarım, sana, beni sorarlarsa bilsinler ki ben, yakınım. Bana dua edenin, duasına karşılık veririm. O halde onlar da benim dâvetime icabet etsinler ve bana gerçek anlamda iman etsinler ki rüşde- irşada erişmiş olsunlar. (Bakara-186)"Rabb'iniz dedi ki: “Bana dua edin ki size icabet edeyim. Bana ibadet etmeye kibirlenenler, alçaklanmış olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü'min-60)" De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Andolsun siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacaktır. (Furkan-77)Aslında insanın fıtratında bulunan Allah'tan istekte bulunma, Allah ile buluşma, O'nun huzurunda kendini arzederek Allah'ın varlığı karşısında ne kadar yetersiz, küçük, günahkar, muhtaç, aciz ve fakir olduğunu ifade etmek, boyun bükerek yalnız O'ndan istemek, içten ve samimi bir yakarışla, gönülden bir bağlılıkla gözyaşı dökerek, rızasını isteyip yerlere kapanarak yapılan ve tüm Nebi ve Resüller tarafından icra edilen dua eylemini, maalesef Ehl-i Sünnet ve Şia'nın din adamları, uydurma rivayetler ve içtihadlar yoluyla mistik bir tapınma ritüeline yani "Namaza" dönüştürerek, yüzlerce ayrıntı ve teferruatlara boğarak, kendi özel amaçları için ve özellikle Kur'anî kavramların en önemlilerinden biri olan, kendine özgü geniş bir anlam ve öneme sahip olan salât'ın üzerini örtmek, insanları Kur'an'dan uzaklaştırmak için kullanmış ve zamanla bu Namaz ritüeli Kur'andan hebersiz toplum tarafından dinin olmazsa olmazı ve dinin direği olarak ümmi halka kabul ettirilmiştir. Şu sorunun cevabı var mıdır?Yüce Allah'a ancak belirli bir ritüel ile dua ve niyazda bulunmak, yani bugün bilinen anlamda namaz denilen ritüeli yerine getirmek din adına bu kadar gerekli ve Allah'ın en önemli emri ise, neden Kur'an'da bunun nasıl kılınacağı, tarifi, hareketleri, okunacak dua ve âyetlerin ne olduğu, vakitleri v.b. net ve açık bir şekilde yüce Allah tarafından birkaç ayette bildirilmemiştir. Yani namazınızın Musa (a.s) ın sadece annesinin sütünü emdiğini haber veren âyetten daha önemli değil midir? Veya namazınız insanların kiminle oturup yemek yiyeceklerini haber veren âyetten daha önemli değil midir?Veya namazınız, İsrailoğullarının sarı ineği kadar bir değere sahip değil midir? Daha bu örnekler gibi onlarca örnek vermek mümkündür. İbrahim ve oğlu İsmail (a.s) ile birlikte Beyt'in temellerini yükseltirken; "Ey Rabbimiz! Sana ibadet etme usul ve şekillerini bize göster" dememiş miydi? (Bakara/127-128)İbrahim (a.s) ve oğlu İsmail (a.s) yüce Allah'tan bu şekilde bir istekte bulunup ibadet etme şeklini ve tarifini göstermesini istedikleri halde onlara niye bir cevap verilmemiştir? Yani şöyle ibadet edin, bunu şöyle yapın, ya da örneğin salâtı şu şekilde, şu vakitte, şu rek'at sayısında, elleri bağlayıp, son oturuşta selam vererek bitirin şeklinde hiç bir açıklama yapılmamıştır. Çünkü yüce Allah, insanlara Kur'an'da nasıl ibadet edeceklerinin şekilsel yönünü ve boyutunu değil, ilkesel yönünü ve boyutunu anlatmış ve bizi bu temel ilkelerden sorumlu tutmuştur, Çünkü yüce Allah şekle değer vermez, inanca, zihne, takvaya, ihlasa, fikre, güzel ahlaka, salih amellere yani fiil ve eyleme değer verir.Çünkü şekil, her zaman insanları mahalle baskısına ve gösteriş yapmaya mecbur bırakır. Dolayısıyla Kur'anda geçmeyen ve nasıl yapılacağı anlatılmayan Namaz, Allah’ın emri olarak görülmemesi gerekiyor. Aslında Allah'ın emri olan, âyetlerde ayrıntısı, ruhu, anlamı ve içeriği Allah tarafından bildirilen ve tüm Nebi ve Resüllerin hayatında gördüğümüz dua eylemidir.Çünkü duada belli bir amaç, ilahi bir destek, önemli bir şuur ve büyük bir ihtiyaç mevcuttur. Biz vahiy ehli muvahhidler olarak, Şiâ ve Ehl-i Sünnet din adamlarının uydurma rivayetlerle ve beşeri ictihadlarla şekilsel bir ibadete dönüştürdükleri, ayrıntılı ve takıntı derecesindeki teferruatların içinde boğdukları, öncesinde abdest adı verdikleri ritüelin şart olduğu, insanlara şuur ve bilinç açısından hiçbir şey kazandırmadığı, sadece alışılmış ve ezberlenmiş bir görevi yerine getirmek için yaptıkları, gönülden gelen samimi duygularla değil, sadece sevap kazanma amacıyla icra ettikleri, gizli olmayan, ezan sesiyle beraber çoğu zaman gösteriş içeren, içi boş, yapayım da aradan çıksın diye bir anlayışla yerine getirilen ve adına Namaz denilen ritüeli değil, sadece Allah'a temiz bir imanla yaklaşmak ve yalnız O'ndan istemek için gönülden gelen bir yakarışla, ezberlenmiş ve bilinçsizce yapılan hareketler yerine bilinçli bir iman ile ne dediğini bilerek, önceden belirlenmiş vakitlerde değil, içinden gelen, her an yapılabilen, belli bir sayıda değil, istenildiği kadar, belli bir yöne değil, Allah'ın her yerde olduğu bilinciyle her yöne ve her zaman yapılabilen, sadece Allah'ın rızasını kazanmak için samimi bir yakarışla ve gizli olarak, Allah'a içten boyun eğip acziyet gösterip küçülerek, yalvara yakara, gönülden bağlanarak, gözyaşı dökerek, yerlere kapanarak yapılan, yüce Allah ile kalpten gelen bir diyalog kurarak, sevap kazanmak için değil sadece Allah'ın rızasını kazanmak için yapılan dua eylemini yerine getirip, beşeri kurallara göre değil, tevhid esaslı hanif İslam'a yani Allah'ın Kur'anda gösterdiği şekilde Allah'a yaklaşmak için dua edelim. Bir Nurcu yurdunda gördüğü baskıya dayanamayarak video çekip ardından yurdun beşinci katından atlayıp intihar eden tıp öğrencisi Enes Kara'nın ne dediğine bir bakalım, namaz neymiş? "Şu an cemaat yurdunda kalıyorum. Hiç kalmak istemememe ve bunu aileme defalarca söylemiş olmama rağmen, beni burada kalmaya zorladılar... Lise ve ortaokulda yine böyle medreselere sıkça geliyordum bazı tatillerde yatılı kalıyordum. O zamanlar da istemiyordum ama ailem zorluyordu ve haftada bir iki gün geliyordum ya da yılda bir iki hafta yatılı kalıyordum. Çok da zor değildi. Bir de en fazla üniversiteye kadar gelirim zaten diye düşünüyordum. Burada vakit namazları zorunlu. Cemaat şeklinde kılıyoruz namazdan sonra ders var. Otuz dakika sürüyor yaklaşık her vakit. Günlük bir saat burada olan kitaplardan okumamız zorunlu. Haftanın üç günü cemaat dersine katılmak zorunlu. Yemekleri yine öğrenciler yapıyor, haftanın bir günü temizliği yine biz yapıyoruz. Sabah namazıyla uyanıyorum, okula gidiyorum geliyorum, akşam namazı, yemek, okuma, yatsı namazı, cemaat dersi sonra saat on oluyor.Zaten ertesi gün tekrar 6.30 gibi namaza uyanıyorum. Pazartesi günleri böyle, diğer günler de cemaat dersi yok. Bir tek sekizde serbest oluyorum. Hafta sonu da benzer. Yine üç saat gibi bir şey kalıyor ve kalan zamanda adam akıllı ders de çalışamıyorum. Çünkü psikolojik olarak yorgun oluyorum. Bu iki sorunu ayrı ayrı düşününce aslında katlanılamayacak şeyler değil ama bunları birleştirince tüm yaşama sevincimi alıyor, özgür hissetmiyorum kendimi yirmi dört saatten kendime ayırabildiğim 3 saat falan"
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(108. YAZI)Enfal Süresi 1-) Sana ganimetleri soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah'a yani Resül'e aittir. O halde siz müminler iseniz Allah’tan korkun, aranızı ıslah edin, Allah'a yani Resûl'üne (Kur'an'a) itaat edin. (Ganimetlerin Allah ve Resül'e ait olması, Kur'an'ın gösterdiği şekilde taksim edilmesi ile ilgili bir durumdur. Bu yüzden evrensel olan Resül kavramı kullanılmıştır. Kur'an'da Resül kavramının kullanıldığı âyetler evrenseldir. Aynı şekilde itaat kavramı da sadece Allah ve Resül bağlamında kullanılan bir kelimedir. Yani Muhammed'e ve Nebi'ye itaat emredilmemiştir.) 2-) Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.(Kur'an'da iman ile İslam arasında bazı, farklar vardır. Gerçek imanın onlarca şartı varken, İslam'ın şartı yoktur. Çünkü İslam saf iman demektir. İman ile şirk bir arada olabildiği halde, İslam ile şirk bir arada olmaz. Yüce Allah müslüman olarak huzuruna çıkılmasını istemiş, (Âli İmran-102) Allah Resülleri Müslüman olarak vefat etmeyi arzu etmiş(Yusuf-101) ve çocuklarına da bunu vasiyet etmişlerdir.(Bakara-132)3-) Onlar (müminler) salât'ı ikâme eden yani kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak eden kimselerdir. ("Rızık" ve "infak" kelimelerini, sadece maddi varlıklarla ilgili değil, manevi varlıklarla da ilgili olduğunu bilmek gerekir. Yani ilim, tevhid, vahiy, İslam, güzel ahlak nimetlerinden infak yapmak gerekiyor. En önemli infakın manevi nimetlerden yapılan infak olduğunu unutmayalım.) 4-) İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler yani mağfiret ve kerim bir rızık vardır. 5-) Onların bu hali, müminlerden bir gurup kesinlikle istemediği halde, Rabbinin seni evinden hak uğruna çıkardığı (zamanki halleri) gibidir. 6-) Hak onlara açıkça belli olduktan sonra sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi (savaş hususunda) seninle mucadele ediyorlardı. 7-) Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, kelimeleriyle hakkı gerçekleştirmek ve (Kureyş ordusunu yok ederek) kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu. 8-) Bütün bunlar, mücrimler istemese de hakkı gerçekleştirmek ve bâtılı ortadan kaldırmak içindi. 9-) Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peşpeşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek (yardım talebinize) icâbet ediyordu. (İstiğâse: Zor durumda kalanların istedikleri bir yardım türüdür. "İmdat" dilemek gibi, genellikle yağmursuzluk ve kıtlık gibi felaketlerden kurtulmak için kullanılan bir kelimedir. İşte bundan dolayı tarikatçıların şeyhlerine "gavs" yani "manevi olarak yardım etmeye gücü yeten" demeleri şirk ve küfürdür.) 10-) Allah bunu (meleklerle yardımı) sadece müjde olsun ve onunla kalbiniz mutmain olsun diye yapmıştı. Zaten yardım yalnız Allah tarafındandır. Şüphesiz Allah Aziz'dir, Hakim'dir. (Nasr-nüsret: Zor durumda kalındığında, hem Allah'tan hemde insanlardan istenen, maddi ve manevi bir yardım türüdür.) 11-) O zaman katından bir emniyet olmak üzere sizi hafif bir uykuya daldırıyordu; sizi temizlemek, şeytanın pisliğini sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve savaşta sebat ettirmek için üzerinize gökten bir su (yağmur) indiriyordu. 12-) Hani Rabbin meleklere: «Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere sebat verin; Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; boyunlarına vurun! Parmaklarının hepsine vurun! diye vahyediyordu. 13-) Bu söylenenler, onların Allah’a ve Resûl'üne karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki Allah'ın azabı şiddetlidir. (Şikak, Allah ve Resül bağlamında kullanılan bir kavramdır. Şikak, Nebi bağlamında geçmez. Çünkü Nebi tarihseldir. Resül ise, evrensel ve ebedi bir misyona sahiptir. Beşer Resül vefat ettikten sonra kiyamet gününe kadar onun yerine kitap Resül aynı misyonu icra etmeye devam eder.) 14-) İşte size bu yenilgi, onu tadın! Kâfirlere bir de ateşin azabı vardır. 15-) Ey iman edenler! Toplu olarak kâfirlerle karşılaştığınız zaman sakın onlara arkanızı dönmeyin. (Korkup kaçmayın). 16-) Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer bölüğe ulaşıp mevzi tutma durumu dışında, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Allah’tan gelen bir gazaba uğramış olur. Onun barınağı cehennemdir. Orası, varılacak ne kötü yerdir! 17-) Onları siz öldürmediniz, fakat onları Allah öldürdü; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. 18-) Bu böyledir. Şüphesiz Allah, kâfirlerin tuzağını bozar. 19-) Eğer siz fetih istiyorsanız, işte size fetih geldi. Ve eğer vazgeçerseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer dönerseniz, biz de döneriz. Ordunuz çok olsa da, sizden hiçbir şeyi uzaklaştıramaz. Çünkü Allah müminlerle beraberdir. 20-) Ey iman edenler! Allah’a yani Resûlüne itaat edin, işittiğiniz halde O’ndan yüz çevirmeyin. (Âyette "Allah'a" ve "Resül'üne" geçtiği halde, "O'ndan yüz çevirmeyin" buyurması, Arapça dil kurallarına göre doğru değildir. Doğrusu "onlardan yüz çevirmeyin" olması gerekirdi.Nebi kavramlarının geçtiği âyetlerde böyle bir şey yoktur. Fakat kavram Resül olunca saatin çarkları gibi mekanizma aksamadan işliyor. İşte bundan dolayı "Allah ve Resül kalıp ifadelerinde bulunan "ve" ibaresine "yani" anlamı vermek zorunlu hale geliyor. Çünkü "yani" kelimesi, Arapça olduğu halde Kur'an'da geçmeyen bir kelimedir. Bunun sebebi son vahyin indiği coğrafyada insanlar bu kelimeyi kullanmiyorlardı. Dolayısıyla Resül'e itaat, Allah'a itaat (Nisa-80) Resül'e isyan, Allah'a isyan olarak kabul edilmiştir.(Ahzab-36 ) 21-) İşitmedikleri halde işittik diyenler gibi olmayın. 22-) Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, akıllarını kullanmayan sağırlar ve dilsizlerdir. 23-) Allah onlarda bir hayır bilseydi elbette onlara işittirirdi. Fakat işittirseydi bile yine onlar yüz çevirerek dönerlerdi. (İnsanlar ciddi anlamda vahye yani Resül'e muhatap olmadan sorumlu olmazlar. Bununla ilgili yüzlerce âyet vardır.) 24-) Ey iman edenler! Sizi diriltecek şeylere dâvet ettiğinde, Allah'a yani Resûlüne icâbet edin. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız. (Yukarıdaki âyette de aynı sistem işlemektedir. "Allah'a ve "Resülüne" buyurduğu halde, "davet ettiğinde" olarak gelmiştir. Halbuki "davet ettiklerinde" olması gerekirdi. Fakat Resül kavramı geçtiği için kurulu sistem Arapça kurallarına baskın çıkıyor.) 25-) Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz. Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir. 26-) Hatırlayın ki, bir zaman siz yeryüzünde müstaz'af (ezilen) az (bir toplum) idiniz; insanların sizi (bir yem gibi) kapıp götürmelerinden korkuyordunuz da şükredesiniz diye Allah sizi (Medine'de) korudu; yardımıyla sizi güçlendirdi ve size temizinden rızıklar verdi. 27-) Ey iman edenler! Allah’a yani Resül'e ihanet etmeyin; (sonra) bile bile emanetlerinize ihanet etmiş olursunuz. (Allah ve Resül bağlamında kullanılan kavramlardan bir tanesi de "ihanet" kavramıdır. "ihanet" evrensel ve ebedi bir kavram olduğu için Resül bağlamında kullanılmıştır. Yani vahye ihanet kiyamet gününe kadar sürecektir. "İhanet" Nebi bağlamında kullanılmaz. Aynı şekilde "ihanetin" zıddı olan "emanet" de Resül bağlamında kullanılan bir kavramdır. Yani emin olan Nebi değil, Resül'dür. Çünkü Nebiler Allah'a karşı hataları olmuştur (Tevbe-113; Tahrim-1; Enfal-67) ve Allah'a karşı hata eden mutlak manada emin olamaz. "İtaat" ve zıddı olan "isyan" kavramı da Nebi değil, Resül bağlamında geçer.) 28-) Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer fitnedir. Ve büyük mükâfat Allah’ın indindedir. (Malların ve çocukların insan için fitne olması, gelecek endişesi ile onu infaktan alıkoyması anlamına gelmektedir. Yani sakın böyle bir inanca ve korkuya kendinizi kaptırmayın demektir.(Munafikun-9,10) 29-) Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız O, size (iyi ile kötüyü ayırdedecek) bir furkan kılar, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük fazilet sahibidir. 30-) Hatırla ki, kâfirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni (yurdundan) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.
14 Ocak 2022 Cuma
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ 107.YAZI) Âraf Süresi 181-) Yarattıklarımızdan, daima (vahiy'le) hakka hidayet eden ve adaleti hak (vahiy) ile yerine getiren bir ümmet bulunur. 182-) Âyetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helâke götüreceğiz. (Âyetleri yalanlama, dil ile değil, inanç,ahlak karakter ve tavırla yapılan bir şeydir. Yani ataların diniyle vahiy'den yüz çevirme ve hakka karşı gelme anlamına gelmektedir.) 183-) Onlara mühlet veririm; (ama) benim tuzağım metindir. 184-) Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında (Muhammed’de) herhangi bir cinnet yoktur? O, ancak apaçık bir uyarıcıdır. 185-) Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah’ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur’an’dan sonra hangi söze iman edecekler?(Bu âyette, Allah'ın kudret ve vahdaniyetine, dinde vahyin tek kaynak olduğuna önemli üç delil sunulmuştur. 1-) Göklerin ve yerin ince ayar ve hassas dengesine. 2-) Göklerde ve yerde yaratılan milyonlarca çeşit. 3-) Her canlının önünde duran ve hiç kimsenin kurtulmasının mümkün olmadığı en önemli gerçek olan ölüm yolculuğu.) 186-) Kim Allah'tan (vahiy'den) saparsa, artık onun için hidayet gösteren olmaz. Ve onları tuğyanları içinde şaşkın olarak bırakır. 187-) Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin indindedir. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah’ın indindedir; ama insanların çoğu bilmezler. 188-) De ki: "Ben, Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir menfaat veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir kötülük dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim." 189-) Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini yaratan O’dur. Eşi ile (birleşince) eşi hafif bir yük yüklendi (hamile kaldı). Onu bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, Rableri Allah’a: Andolsun bize sâlih verirsen muhakkak şükredenlerden olacağız, diye dua ettiler. 190-) Fakat (Allah) onlara sâlih verince, kendilerine verdiği hakkında Allah’a şirk koştular. Allah ise onların şirk koştuğu şeyden yücedir. 191-) Kendileri yaratıldığı halde hiçbir şeyi yaratamayan varlıkları (Allah’a) şirk mi koşuyorlar? 192-) Halbuki (evliya ve ilâhlar) ne onlar yardım edebilirler ne de kendilerine bir yardımları olur. 193-) Onları hidayete dâvet etseniz size tâbi olmazlar; onları dâvet etseniz de, sessiz dursanız da sizin için birdir. 194-)(Ey müşrikler!) Allah’ın dununda dua ettikleriniz sizler gibi kullardır. (Onların ilâh oldukları hakkında iddianızda) sâdık iseniz, onları dâvet edin de size icâbet etsinler! (Dinin şemsiyesine sığınarak bir "evliya ve ilâhlar dinî" kurup kutsala hürmet adı altında açık şirke giddilmesi, Kur'an'ın dikkat çektiği en büyük ve en önemli tehlikedir. Kur'an bize gösterdi ki, şirkin failleri her zaman din adamları olmuştur. Kur'an, yüzlerce âyetinde doğrudan ve açık olarak bu din adamlarından yakınmaktadır.Yüce Allah bilmektedir ki, elçiler mirası evliya ve ilâhlar hegemonyasıyla içinden çürütülmüş ve faturası Allah'a kesilen din, her zaman ve zeminde şeytana hizmet eden bir yıkım kurumuna dönüşmüştür. İşte, İslam dünyasının asırlardan beri husrandan husrana ve akıl almaz katliamlara sürüklenmesinin gerçek sebebi burada yatıyor.Şirk, hulul inancı ve batınilik tevhid dininin yozlaştırıldığı anda ortaya çıkan dinin adıdır. Tevhid dininde, yani ilahi dinin herhangi bir ilkesinde vücut bulan bir yozlaşma o dini tartışmasız biçimde şirke bulaştırır. Yozlaşan tevhid dininin yeni kimliği kesinlikle şirk olacaktır. Elçilerden hemen sonra her zaman dinin akibeti bu olmuştur. Olmasaydı ardarda elçiler gönderilmezdi. Bundan dolayı insanların din adına Kur'an'dan başka gidecek bir yeri, başvuracak sağlam bir kaynağı yoktur. Kur'an'dan nasip yoksa varılacak sonuç ya şirk veya tümden Allah'ın inkar edilmesi olacaktır. Şu mesele gerçekten çok önemlidir. Şirk Kur'an'ın gösterdiği şekliyle tanınmadıkça İslam'ı ve tevhidi Kur'anın gösterdigi şekliyle anlamak mümkün olmaz. Müslüman dünya gerçekten Kur'an'ın ortaya koyduğu şekliyle şirki tanımıyor. Tanıma yönündeki tüm gayretleri bilinçli ve şuurlu şaytâni bir iradeyle sonuçsuz bırakılıyor. Çünkü şirk ve hulul inancının mahiyeti halk tarafından anlaşıldıkça Müslüman dünyaya İslam adı altında yaşatılan dinin gerçek İslam olmadığı ortaya çıkacaktır. Böyle bir gerçek dünyadaki bütün çıkar dengelerini sarsacaktır. Kelime-i tevhid formülü, hiçbir ilah yok sadece Allah var, şeklinde tezahür eder. Dikkat edilirse formülde öncelikle sahte ilahlar yok ediliyor, onun ardından hak ilah olan alemlerin rabbi öne çıkarılıyor. Yani "olması gereken" gösterilmeden önce" olmaması gereken" tanıtılıyor. Bu o kadar önemli ki, şirk olmadığı zaman tevhid'in hâkimiyetinden söz edilebilir. Yani hem İman hem de şirkin bir insanda bulunma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Bundan ötürü yüce Allah Şöyle buyurur."İmana ulaşan ve imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya. İşte onlar emniyette ve hidayette olanlardır"( Enam- 82)Kur'anda bir çok âyette zulüm şirk anlamında kullanılmıştır. Yoksa insan bilerek veya bilmeyerek cahillikle, ailesine, akrabasına, çevresine, tabiata haksızlık ve zulüm edebilir. Kelime-i tevhidle formüllendirilen zıtlıkla kutuplardan herhangi birini gereğince tanımadığımızda ötekini gereğince tanımamız mümkün değildir. Bu da insanı, o kutupla ilgili tüm tespit, inanç ve eylemlerinde yanlış yapmaya mahkum eder. İslam dünyasının tevhid akidesine gerektiği gibi değer vermemesinin sebebi şirkin gerçek mahiyetini, tahrip gücünü ve yıkım özelliğini bilmediğindendir. Tevhide değer verilmeyince İslam dininin güzellikleri insanın hayatına yansımıyor.Dolayısıyla İslam'dan beklenen bereket, barış, nimet, huzur, mutluluk, merhamet uzaklarda kalıyor. Dünyayı şirke ve hululiyyet inancına karşı uyaran, akli ve ilmi verilerle donatan tek kaynak Allah'ın kelâmı Kur'an'dır. Fakat maalesef Kur'an'ın iman eden çocuklarının sirki anlayamaz hale getirilmeleri insanlığın maruz kaldığı en büyük talihsizlik olmuştur. İslam dünyası şirkin ve huliliyyet inancının pençesinde can çekişmektedir. Yüzyıllardan beri belini doğrultamamasının gerçek sebebi budur. Yoksa yüce Allah hiçbir toplumu ufak tefek eksiklikleri yüzünden perişan etmez.Perişanlık ve hüsran sadece şirkin sonucudur. Sirk insanın emek ve üretimini yok eden en büyük beladır. İslamı anlamak için Kur'an'ı dikkatli okumak ve elçiler tarihini iyi incelemek gerekir. Kur'an hakkıyla okunursa( Bakara- 121) görülür ki, elçilerin mücadelesi dinsizliğe karşı değil, sahte din ve ilahlara karşı olmuştur.Bir kere elçilerin ve Kur'an'ın en büyük düşmanı şirktir ve şirk, dinsizlik değil, tarihin en zorlu ve inatçı dinidir.) 195-) Onların yürüyecekleri ayakları mı var, yoksa tutacakları elleri mi var veya görecekleri gözleri mi var yahut işitecekleri kulakları mı var? De ki: "Şeriklerinizi dâvet edin, sonra bana (istediğiniz) tuzağı kurun ve bana göz açtırmayın 196-) Şüphesiz ki, benim velim kitab’ı indiren Allah’tır yani O (sadece) salihleri veli edinendir. 197-) Allah’ın dununda dua ettikleriniz ne size yardıma güçleri yeter ne de kendi nefislerine yardım edebilirler. 198-) Onları hidayete dâvet etseniz işitmezler yani onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler. 199-)(Ey Nebi!) Sen af yolunu tut, mârufu emret ve cahillerden yüz çevir. 200-) Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. 201-) Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (vahyi) tezekkür edip hemen basiret sahibi olurlar. 202-) (Şeytanların) kardeşlerine gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürüklerler. Sonra da yakalarını bırakmazlar. 203-) Onlara bir âyet getirmediğin zaman, (ötekiler gibi) onu da derleyip getirseydin ya! derler.(Ey Nebi!) De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyedilene tâbi olurum. Bu (Kur’an), Rabbinizden gelen basîretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır); inanan bir kavim için hidayet ve rahmettir. (Kur'an'ın dilinde Nebi vahye tâbi olurken, (Ahzab-1,2) Resül, vahyi tebliğ etmekle sorumludur (Mâide-67) 204-) Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin. 205-) Kendi nefsinde, alçalarak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini zikret yani sakın gafillerden olma. 206-) Kuşkusuz Rabbin indinde olanlar ibadetlerinde O'na karşı kibirlenmezler, O’nu tesbih eder ve yalnız O’na secde ederler.
13 Ocak 2022 Perşembe
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(106. YAZI)Âraf Süresi 170-) Kitab'a sımsıkı sarılıp yani salat'ı ikâme edenler var ya, işte biz böyle muslihlerin (ıslah edicilerin) ecrini zayi etmeyiz.171-) Bir zamanlar dağı israiloğulları'nın üzerine gölge gibi kaldırdık da üstlerine düşecek zannettiler. "Size verdiğimizi (kitab'ı) kuvvetle tutun ve içinde olanı zikredin ki takvaya ulaşasınız" dedik172-) Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendi nefislerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler. 173-) Yahut "Daha önce (din) atalarımız Allah’a şirk koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?" dememeniz için (böyle yaptık). 174-) Belki (şirkten) dönerler diye âyetleri böyle ayrıntılı bir şekilde tafsil ediyoruz. 175-) Onlara (yahudilere), kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytan'ın kendisine tâbi yaptığı ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. 176-) Dileseydik (iradesine ipotek koysaydık) elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevasına tâbi oldu. Onun misali tıpkı köpeğin misali gibidir: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki tefekkür ederler. 177-) Âyetlerimizi yalanlayan yani kendilerine zulmetmiş olan kavmin durumu ne kötüdür! 178-) Allah (vahiy'le) kime hidayet ederse, mühtedi olan işte odur. Kim de (vahiy'en) saparsa, işte asıl husrana uğrayanlar onlardır.(Kur'an'da var olan en önemli ve açık gerçek şudur. Yüce Allah vahiy'den bağımsız olarak hiç kimseyi hidayete ve sapkınlığa yönlendirmez. Hidayet ve sapkınlık tamamen vahiy ile ilgili bir durumdur. Yoksa büyük bir adaletsizlik olurdu. Yani Nebilere vahiy göndermenin ve Resüllerin vahyi tebliğ etmelerinin hiç bir anlamı kalmazdı. Dolayısıyla bu gibi âyetlerle karşılaştığımız zaman aklımıza vahiy'den başka hiç bir şey gelmemesi gerekiyor.) 179-) Gerçek şu ki, cinden ve insten çoğattığımızın birçoğu cehennemlik olmuşlardır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. Onlar gafillerin ta kendileridir. 180-) En güzel isimler (el-esmâü’l-hüsnâ) Allah’ındır. O halde O’na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında ilhâda sapanları bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.İLHAD NE DEMEKTİR? Çukur anlamındaki "lahd" kökünden gelen ilhad sözlükte "haktan ayrılmak ve batıla sapmak" demektir. Dini literatürde ise "ilhad" "hakikatten sapmak, âyetlerin manalarını kendi mezhep ve meşrebi istikametinde yorumlamak" gibi anlamlara gelmektedir. İslam'ın ilk yıllarında Kur'an'a aykırı düşen davranışlara "İlhad" denirken, günümüzde ortaya çıkan bu tür hareketlere kelam ve felsefe açısından "ateizm" yani "dinsizlik" denmektedir. Kur'an'da "ilhad" kelimesi türevleri ile birlikte altı yerde geçmektedir."Âyetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp batıla sapanlar (âyetlerimizi saptıranlar) bize gizli kalmaz. O halde ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın! Şüphesiz Allah yaptıklarınızı görendir"( Fussilet- 40)İslam dininden çıkma sonucunu doğuracak inanç ve görüşleri savunmak anlamında Kur'an'i bir terim olan "ilhad" İslam dışı sapık, inkârcı görüş ve yönelişleri ifade eden geniş bir kapsama sahiptir. İLHADİ TEFSİRDoğruyu yansıtmayan, âyetleri gerçek amacından saptıran, hakkı kabul etmeyip onu örtbas eden Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin veya tasavvuf ehlinin Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yani İslam'ın temel ilkelerini esas almadan gerçekleri ters yüz eden, hakka batılı karıştırıp dinde ihtilaf ve kargaşa yaratan bir tarzda âyetleri yorumlamaları ilhâdi tefsir konumuna giriyor. İlhâdi tefsirde Kur'an'ın ilim, hikmet ve ahlakı yoktur. İlhâdi tefsirde esas amaç Kur'an'ın yetersizliğini ortaya koyarak insanları Kur'an'a gitmekten engellemek, şirk dinine ve batıl mezhebine alan açmaya çalışmaktır. İLHÂDİ TEFSİRE ÖRNEKLER 1-) "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah hakkın üstünü örten kâfirleri (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete ulaştırmaz. (Maide- 67)Şia muhaddis ve müctehidleri bu âyette şöyle bir ilhâda sapmışlardır. Onlara göre bu âyet veda haccından sonra Medine'ye dönerken dinlenme molası esnasında Ğadir Hum denilen bir mevkide Resulullah'a nazil oldu.Bu âyet Allah Resulüne vefatından sonra onun vekili olarak Ali'yi yerine vâsi, imam, halife ve emiru'l- müminin olarak tayin etmesini emrediyordu. Resulullah (a.s) da bu ilâhi emre uyarak kadın-erkek herkesi davet edip Ali'ye biat etmelerini sağlamıştır. Halbuki Şia âlimleri tarafından Ali'nin imamet ve hilafetine delil olarak gösterilen Mâide süresi 67. âyeti, 65, 66, 68 âyetlerinin bağlam ve bütünlüğü içinde değerlendirildiğinde şöyle bir mana çıkmaktadır. "Ey Resul! Daha önceki vahiy sahiplerinin yani Yahudi ve Hristiyan âlimlerinin yaptıkları gibi vahyi tebliğ etmede sakın bir zaaf ve gevşeklik göstermeyesin" Yani Mâide 67. âyet, 65. 66 ve 68. âyetler olmadan tam olarak anlaşılmaz. Dolayısıyla âyeti bağlam ve bütünlüğünden koparmak büyük bir ilhâda ve yanlış bir inanca sebep olmuştur. Şia'nın hadis kaynaklarında Ğadir Hum günü ile ilgili binlerce hadis mevcuttur. Yani onlara göre Ali'nin imâmeti İslam dininin esasıdır. Fakat Allah Resulü'nden sonra bu biat emrinin gereğini yerine getirmeyerek, Sakife'de Ebu Bekir'i halife olarak seçtikleri için dördü dışında bütün sahabelerin dinden dönerek zalim ve kafir olmuşlardır. Şia muhaddis ve müctehiderinin tekfir etmediği sahabeler. "Mikdat bin Esved, Selman-ı Fârisi, Ammar bin Yasir, Ebu Zer el Gifari"Şia'da Ğadir Hum günü en büyük bayram olarak kutlanır. Bu kutlamalar günlerce devam eder.Ğadir Hum bayramıyla!! ilgili rivayetler okunur, dersler verilir, konuşmalar yapılır. Bu bayramın dinde ne kadar mübarek ve faziletli bir gün olduğu anlatılır.İlhad'ın, mezhepçilerin, Allah'ın âyetlerini batıl yollarına ve şirk dinlerine âlet etme anlamına geldiğini söylemiş ve örnek vermiştik. 2-) "...Resul size ne verdiyse onu alın. Size ne yasakladıysa ondan da sakının..."Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmedikleri, Kur'an'da var olan kavramlardan haberleri olmadığı için bu âyette şöyle bir ilhâda sapmışlardır. Onlar "...Resul size ne verdiyse onu alın..." cümlesi ile " asırlar sonra onun adına iftira edilen hadislerin din ve hüküm olduklarını" iddia etmişlerdir.Halbuki Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "Resulü'n bize vahiy'den başka hiçbir şey vermeyeceğini" görüyoruz."De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum..."(Enbiya-45)"... (Ey Nebi! ) Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"( Kaf-45)"Ey Resul ! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun..."(Mâide-67)"Arkadaşınız (Nebi-Resul ) sapmadı ve batıla inanmadı; o (Resül) kendi kafasına göre de konuşmaz. Onun bildirdikleri vahiy'den başka bir şey değildir. Çünkü ona güç ve kuvvet sahibi (olan Allah) öğretti"(Necm-2,3,4,5)"...Ben size, bana gönderileni (vahyi) duyuruyorum. Fakat sizin cahil bir toplum olduğunuzu görüyorum"(Ahkaf-23)"(Nuh) De ki: "Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur; fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir Resulüm. Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size (vahiy'le) öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan (gelen vahiy'le) biliyorum"(Âraf-61,62)Buna benzer onlarca âyet vardır. Dolayısıyla söz konusu Haşr 7. âyette bulunan "...Resul size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan da sakının..." cümlesi Muhammed (a.s) "Resul" misyonu ile bize ne bildirmiş ise Allah'tan bir din ve hüküm olarak alınmasının önemini anlatıyor. 3-) "Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta bulunan kerim bir kur'an'dır"(Vakıa-77,78)Şia 77. âyette şöyle bir ilhad'a yani sapmaya gitmiştir. Onlara göre "Ahzap süresinde "...Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, her türlü kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"33. âyeti ile "Ehl-i Beyt (12 imam) Allah tarafından her türlü günahtan masum kılınmışlardır" Dolayısıyla Vakıa süresinde "Temiz olmayanlar ona dokunamaz" 77.âyeti "temiz kılınan ehl-i beyt (on iki imam) dan başka hiç kimse Kur'an'ı gerçek olarak anlayamacağını ortaya koymaktadır. Şia âlimlerine göre Kur'an'ın manası on birinci imam olan Hasan el Askeri'nin oğlu olan on ikinci imam Mehdi-i Muntazır tarafından ortaya çıkarılacak ve o zaman Kur'an'ın gerçek manası anlaşılacaktır.Onlara göre "Mehdi'nin zuhuruna kadar Kur'an İtilaf ve kaostan başka hiçbir şey üretmeyecektir" Vakıa süresi 77. âyette Ehl-i Sünnet mezhep imamları şöyle bir ilhâda gitmişlerdir. Onlara göre "Ona (Kur'an'a) temiz olmayanlar dokunamaz" "hayız ve nifas, cünüp ve abdestsiz olarak hiç kimse Kur'an'a dokunamaz" demektir. Ve bu Kur'ansız ictihadlar çağları aşıp günümüze kadar hatta kiyamet gününe kadar gidecektir. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne göre âyetin gerçek manası şudur. Mekke müşriklerinin "Kur'an'ı Resül (a.s) a şeytanlar indiriyor" iftiralarına karşılık hepsi Mekke'de nazil olan bu âyetlerde Kur'an'ın Allah tarafından Muhammed (a.s) indirildiğinde temiz olmayan şeytanların ona dokunamayacağını (Şuara-210,211) ortaya koymaktadır. Yani "Ey Mekke Müşrikleri! İddia ettiğiniz gibi şeytanların Kur'an'a müdahale etmeleri mümkün değildir. İftira etmeyin, yalan söylemeyin" demek istenmiştir. Dolayısıyla bu âyette bulunan "lé yemessühü" "dokunamaz" "nehiy" "yasaklama" anlamında değil, "nefiy" "mümkün değil, dokunamaz" demektir. Yani "Ondan bir şey çıkaramaz, ona bir şey ekleyemez, onda tasarruf sahibi olamaz" demektir. Yoksa her dine ve kültüre mensup olanlar, hayız ve nifas halinde olan kadınlar, abdestsiz ve cünüp olanların Kur'an'a dokunmalarının hiçbir sakıncası yoktur."Abdestsiz ve cünüp, hayız ve nifas halinde olan kadınlar Kur'an'a dokunamaz" ictihadı, koyu karanlık bir cehaletin eseridir. Size bir şey söyleyeyim mi, bütün bu yalan ve iftiralara karşı gelmek olacağından dolayı hayız ve nifas, cünüp ve abdestsiz olarak Kur'an'a dokunmayı önemli bir sevap ve fazilet olarak kabul edebilirsiniz. Kur'an sadece Müslümanlara hitap eden ve onları muhatap alan bir kitap değil, bütün insanların ortak değeridir.Ahzab süresi 33. âyetin bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Nebi (a.s) hanımları hakkında nazil olduğunu görüyoruz. Yani âyetin on iki imam ile hiçbir alakası yoktur. Daha doğrusu dinde on iki imam diye bir şey yoktur. 4-) "Allah ve melekleri Nebi'ye salât (destek olur, yardım) ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât (destek olun, yardım) edin ve tam bir teslimiyetle (sadece Allah'a) teslim olun"( Ahzap- 56Bu âyet, Allah ve Meleklerinin Nebi'ye yardım ettiklerini (Muhammed'e değil) ve destek olduklarını anlatırken, Şia ve Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri "Allah ve meleklerinin Nebi'ye yardım ve desteğini..." "Muhammed'e salavat çekme" şeklinde tahrif ederek ilhâda sapmış ve büyük bir cehalete imza atmışlardır. Halbuki "Allah ve melekleri sadece Nebi'ye değil, müminlere de salât (destek olur, yardım) ediyorlar"(Ahzap- 43)5 Prof ve 1 doçent tarafından kaleme alınan Türkiye Diyanet Vakfı yayınları arasında bulunan meal'de bu âyete şöyle bir mana verilmiştir. "Allah ve melekleri, Peygambere çok salavat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin"( Ahzab- 56) Nebi'ye yardım ve destek olma nerede? Muhammed'e salavat getirme nerede?Allah ve melekleri Muhammed'e nasıl salavat getirirler? Diyanet'in imamları gibi halka olarak mı? (Hâşâ) Böyle bir cehalet olacak bir şey değildir. Dolayısıyla Kur'an'da Muhammed'e salavat getirme diye bir şey yoktur. Hurafe ve yalanın, iftira ve cehaletin en büyüğünün Muhammed'e salavat getirmenin olduğunu söyleyebilirim. Şia ve Ehli Sünnet dininde Muhammed'e salavat getirme ve kabir azabı kadar absürt bir şey yoktur. 5-) "Onlar sabah akşam o ateşe arz olunurlar. Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini ateşin en çetinine sokun denilecek"(Mümin- 46) Kabir hayatı ve kabir azabının olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet olmasına rağmen, Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri bu âyeti kabir azabına delil getirerek ilhâda sapmışlardır. Halbuki bu âyet Hud süresi 98 ve 99 ile Kasas 41 ve 42.âyetler ışığındaki manası şöyledir. "Onları (Firavun ve ordusu, ailesi) ateşe çağıran öncüler kıldık. Kiyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir. Bu dünyada arkalarına lânet taktık. Onlar, kiyamet gününde de kötülenmişler arasındadır"( Kasas- 41,42)"Firavun, kiyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları çekip ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir. Onlar (Firavun ve ordusu, ailesi) burada da, kıyamet gününde de lânete uğtatıldılar. (onlara) verilen bu armağan ne kötü armağandır"(Hud- 98, 99)Yani Mümin süresi 46. âyetinde Firavun ve ailesi için söylenen "sabah- akşam ateşe arz olunurlar" kabir azabı değil, peşlerine takılan lanet, beddua, kötü anılma, Musa (a.s) ın onları sabah- akşam uyarması, gönüllerinde olan işkence ve ızdıraptır.6-) "...İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve tezekkür etsinler diye sana da bu zikri indirdik"(Nahl- 44)Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri bu âyet'e şöyle bir mana vererek ilhada sapmışlardır. "İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman (tefsir etmen ve detaylandırman) için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu zikri indirdik"Yani bu âyette bulunan "litübeyyine" "açıklaman" kelimesine "tefsir etme ve detaylandırma" anlamını vermişlerdir. Halbuki Kur'an'ın Allah tarafından tasrif, tefsir, tafsil ve tebyin yani açıklandığında dair yüzlerce âyet vardır. Dolayısıyla bu âyette bulunan "litübeyyine" "açıklaman" tefsir ve detaylandırma değil, okuma, duyurma, ilan etme, tebliğ etme yani gizlemeden açıklama demektir. Bu manayı anlamak için Âli İmran 187. âyet yeterli olacaktır. "Allah, kendilerine kitap verilenlerden, " Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bu emri kulak ardı ettiler, onu az bir değer ile değiştirdiler. Yaptıkları alış veriş ne kadar kötü olmuştur"Âyette bulunan "letübeyyinunnehu linnési velé tektümünehü" "...Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz..."cümlesi, "beyan etmenin onu gizlememek" olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla vahiy Allah tarafından çok açık ve detaylandırılmış olarak gelmiştir. (Hud, 2) 7 -) "...Bugün size dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize(tevhid) nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak sadece İslam'a razı oldum..."( Mâide-3) Şia âlimleri bu âyette şöyle bir ilhada saplanmıştır. Onlara göre bu âyet Maide 67. âyet nazil olup Ali'nin imametini ilan ettikten sonra nazil olmuştur. Yani Şia âlimlerine göre "Mâide süresinin 67. âyeti nazil olup Allah Resulü Ğadir Hum'da Ali'nin imametini ilan edip bütün Müslümanlardan biat aldıktan sonra Mâide 3. âyet dinin tamamlandığını duyurmak için inmiştir. Dolayısıyla Ali'nin halife ve imam tayin edilmesi yalnız Allah Resulü'nün bir tasarrufu değil, Allah'ın vahiy indirerek tayin etmesi ile olmuştur. Şia'ya göre Allah Resulü'nden sonra Ali'nin İmam, halife ve emiru'l mü'minin olduğuna inanmayan kimse kafir olur.Yani Şia'ya göre bu olay itikadi ve imani bir meseledir.
SALÂT, DUA ve NAMAZ!!! (2.YAZI) Peki insanların akıl ve iradelerini kilitleyen namaz ritüli nasıl meydana çıktı?Namaz ritüeli, duadan gelişerek zamanla kurumsal bir ibadet halini aldı. Bu da yüce Allah tarafından gönderilen tüm vahiy'lerde mevcuttu. En eski vahiy olan Tevrat, dua’nın bazı yönlerini bildiriyordu. Son vahyin tarihinde görünüşte Müslüman olan İran, Yahudi ve Hristiyan ruhbanları tarafından dua ve munacatlar renk değiştirdi. Arkasından Şii ve Sünni din adamları insanları etkileri altına alan dua’nın üstüne bir takım kural ve kaideler ekleyerek yepyeni bir ibadetin doğmasına sebep oldular. Hüseyin Atay hocanın dediği gibi, "namazı milletin başına ebedi olarak bela ettiler" Devasa mâbed ve mefruşatıyla namaz ibadeti en önemli aldatma, istismar, israf ve rant kapısı haline geldi. En önemlisi namaz, salat'ın misyonunun kaybolmasına sebep oldu.Sanal ve sahtesini gerçeğin yerine koyduğunuzda artık zamanla gerçek olanı kimse hatırlamayacaktır. Şöyle bir söz vardır. "Avam nazarında galât-ı meşhur, lügat-ı fasıhtan evlâdır"Yani "Ümmi insanların yanında meşhur hurafeler, gerçklerden daha önemli bir konuma sahiptir" Aslında son vahiy bu gibi uygulamaları her zaman dışlamış ve ashab-ı bu gibi ritüellerden uzak durmalarını emretmiştir. Bunun yerine tevhid, ihlas yani dini Allah'a özel kılma, takva yani Kur'an'da var olan emir ve yasaklarla yetinme, infak, salih ameller, adalet, merhamet, güzel ahlak ve aklı kullanma gibi ilkelere ağırlık verildi. Nihayetinde vahyin son temsilcisi olan Muhammed (a.s) ve arkadaşları vefat etti. İslam dini öyle gelişti ki, Kur'an ilim ve hikmetinin bu gelişmeye paralel olarak insanlara ulaştırılması mümkün değildi.Okuma-yazma oranı çok düşük, toplumda yazının değil, sözün gücü hakimdi. Cahil insanlar gerçeklere değil, hoşlarına giden hurafe ve yalanlara değer veriyorlardı. Aynen günümüzde olduğu gibi, yüzlerce hatta binlerce hurafe ve yalana karşı az sayıdaki muvahhid mümin, Kur'an’ın sesini duyurmada yetersiz kalıyorlardı. Fakat kim ne derse desin, İslam dini vahiy sayesinde orijinal ve organik özellikleri ile bütün zamanları aşarak günümüze ulaştığı gibi, kıyamete kadar da aklın ışığında varlığını devam ettirecektir. İslam zamanlar üstü olduğu için, hiç kimse ona ilkel ve ibtidai kavimlerin ve kabilelerin uygulamalarını kabul ettiremeyecektir. Çünkü İslam, göklerin ve yerin hakimiyetini elinde tutan şanı yüce Rabbimiz‘in ilim ve hikmetiyle ayakta durmaktadır. Bütün Nebi ve Resüller namaz kılmayı değil, salat-ı ikâmeyi yerine getirmişlerdir. Namaz adındaki ritüel Allahın emri olsaydı, Kur'an tarafından açık olarak ortaya konur ve hiç kimsenin itirazına mahal kalmazdı.Çünkü böyle bir ibadet olsaydı, onu âyetlerde görmemize şiddetle ihtiyaç vardı. Akletme ve tefekkür etmeyi yedi yüz âyette kayıt altına alarak kesin hükme bağlayan yüce Rabbimiz, eğer namaz diye bir şey olsaydı, kanıtlarını mutlaka Kur'an'da bildirirdi. Özellikle İbrahim (a.s), Musa (a.s) ve İsa (a.s) dan sonra vahyin, onlara tâbi olduklarını söyleyenlerin rivayetleriyle nasıl bozulduğunu bildikten sonra. Yani yüce Allah, din alanında iman edenleri Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni din adamlarının insafına bırakmaktan münezzehtir.Esasen dini tam manasıyla mukemmel bir şekilde ortaya koymayan yani müminleri rivayete, mezheplere, geleneğe sevkeden bir kitap, kamil sıfatların sahibi Allah'a ait bir kitap olamaz.Geçmiş toplumlar “Namaz” ritüelini çok iyi bilse de, tüm devirlerin sahibi Rabbimiz bunu, yine de en detaylı bir şekilde Kur'an'da kayıt altına alır ve kesin hükme bağlardı. Kur'an'ın Üç Önemli Ahlakı 1-) Kur'an evrensel olduğu yani tüm zamanların üstünde olduğu için, kiyamet gününe kadar gelecek insanlara aracısız olarak kendinden bir ışık vermek ister. Kur'an'da var olan kaide ve kurallar, verilen öğütler ve hidayeti, indiği toplumun o zamanda gördüklerine ve duyduklarına bırakmamıştır. 2-)Yüce Rabbimiz, Nebilerden sonra gelenlerin rivayet ve ictihadlarla yani mezheplerle nasıl yoldan çıktığını bilen, son vahiy olan Kur'an'da hem itikadi hem ameli olarak ortaya koymayıp durumu rivayetlere, mezheplere yani beşerin akıl ve yeteneğine bırakacak bir hatayı işlemekten ve her türlü noksanlıktan münezzehtir. Savm (oruç) daha önceki toplumlarda olduğu halde Kur'an, yine de en ince detayına kadar onu açıklama gereği duymuş, onu hiç kimsenin bilmesine ve tarifine bırakmamıştır. (Bakara-183-187)Demek ki toplumun bir şeyi önceden bilmesi, Kur'an'ın onu tekrar olarak açıklamasına engel olmuyor. Öyleyse bugün bilinen namaz yüce Allah'ın emri olsaydı, onu da kitabında bir çok yerde açıklaması gerekirdi. Demek ki Allah’ın böyle bir emri yoktur. Fakat rivayetler yoluyla namaz Allahın büyük bir emri olarak görülürse, bütün unsurlarını ancak zorlama yorumlarla yani Kur'an kavramlarının zorlanarak ve “Kur'an'ın namazı açıklamasına gerek yok” denilerek işin içinden delilsiz olarak çıkılır. Şia ve Ehl-i Sünnet dünyasında rivayetlerden doğan, ictihadlarla beslenen, mezhepler yoluyla semirtilen son derece yanlış bir inanç ve algı hakimdir. “Namaz kılıyorsan Müslümansın” Bu inanç ümmi halk üzerinde bir çok istismara ve yolsuzluğa neden olmuştur.Eğer namaz olmasaydı, ihlas holdingin, kombassanın, yimpaşın vurgunları olmayacaktı. Eğer Namaz olmasaydı, fetö devleti ele geçirecek kadar güçlü ve güvenilir olmayacaktı. Namaz bütün günahları bağışlayan ve tüm kötülüklerin üstünü örten bir perde gibidir.Şia ve Ehl-i Sünnet inancında “Namaz kılmanın" iki amacı vardır. 1-) Namaz kılmayı imanın delili sayıp, habire kılmak için uğraşanlar. 2-) Namaz kılmak diye bir dertleri olmayıp, sadece Allahın emri olduğuna iman etmekle sorumluluktan kurtulma derdinde olanlar. Bunların “din” anlayışı, vahyin işaret ettiği değil, Şia ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında var olan uydurma rivayetlerden kaynaklanan psikolojik bir olaydır. Halbuki bir çok âyette hesabın ve azabın şiddetini gördükten sonra insanlar dünyaya şunlar için dönmek isterler. "Onların ateşin karşısında durdurulup" "Ah keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve iman edenlerden olsak!" dediklerini bir görsen!...( Enam- 27)"...Doğrusu Rabbimizin Resülleri hakkı getirmişler. Şimdi bizim şefaaçilerimiz var mı ki bize şefaat etsinler veya dünyaya geri döndürülmemiz mümkün mü ki, yapmış olduğumuz amellerden başka amel yapalım..."(Âraf- 53)"Kendilerine azabın geleceği, bu yüzden zalimlerin:" Ey Rabb'imiz! Yakın bir müddete kadar bize süre verde senin davetine icâbet edelim yani Rasüllere tâbi olalım" diyecekleri gün hakkında insanları uyar..."(İbrahim-44)"Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, önce yaptığımızın yerine salih ameller işleyelim! diye feryat ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi?..."(Fatır-37)"O günahkarların, Rableri indinde başlarını öne eğecekleri," Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi dünyaya geri gönder de salih ameller yapalım, artık kesin olarak yakin getirdik" diyecekleri zamanı bir görsen! "(Secde-12)
12 Ocak 2022 Çarşamba
SALÂT, DUA ve NAMAZ!!! (1.YAZI) Namaz konusunda hurafeciler neden bize sert tepki gösteriyorlar, aslında Kur'an'ın emri olduğu için değildir.Dn ataları ona çok değer atfettiklerinden dolayıdır. Yoksa tevhid akidesinden güzel ahlaka, ihlastan takvaya kadar Kur'ani hiç bir ilke onları ilgilendirmemektedir. Eğer Kur'an onları ilgilendirseydi, atalarının uydurma kitaplarını atar sadece Allah tarafından indirilen vahye sığınırlardı. Çünkü yüce Allah'ın kesin emri budur. (Âli İmran-103)İlmihal, tefsir, hadis, fıkıh ve ilmihal kitaplarına baktığımızda namazın farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, mendüpları, haram, mekrüh ve müfsitleri ile ilgili yüzlerce madde vardır. Tâdil-i erkanından sütresine kadar öyle teferruatlar uydurulmuş ki, onları öğrenmek için ömür yetmez. Her asrın din adamları, bu bitmez tükenmez kurallarla ümmi insanları ölü önderlerine yani müctehid âlimlerine kul ettiler. Halbuki din kesinlikle Allah'a özel kılınacak yani din denildiği zaman yüce Allah''ın mesajı olan Kur'an'dan başka bir ilim, hidayet ve kaynak olmayacaktı. (Bakara-120; Râd-37)Namazla ilgili bu kadar kâide ve kural koyanlar bile namaz kılan insanlar değildi. Çünkü günlük meşgale ve sorunlar içinde hiç kimse böyle bir ibadeti gerçekleştiremez. Namazda bulunan hiçbir kuralın Kur'an'da karşılığı yoktur. Aslında Kur'an'ı ölülere okuyanların sahip oldukları dinin hiç bir uygulamasına iman etmemek gerekir. Namaz ibadeti!! Evrensel bir anlamı ve Kur'ani bir karşılığı olmadığı için özgür düşünceye sahip olan insanların akıl ve mantığına aykırı gelir. Namaz ritüeli, Nebi ve Resüllerin değil, Şii ve Sünni din adamlarının ibadetidir. Yüce Allah, ancak ihlasla yapılan amelleri kabul eder yani din Allah'a özel kılınması gerekir yani hanif dinin tek kaynağı Kur'an'dır.Dolayısıyla “Kur'an’ın mümini, özgür bir birey olacaksak, o halde Kur'an dışı akılsız ve mantıksız dedikodulara değil, Kur'an'da var olan orijinal kavramlara teslim olmak zorundayız. Yani "Âdem (a.s) dan beri namaz vardı!” sözü, elinde Kur'ani hiçbir delili olmayanların tekerlemesinden başka bir şey değildir. Bir kaç Rabbani yahudinin ve Süryani Hristiyanın kıldığı namaz, iki bin yıl önce vefat eden Nebilere mâl edilmeyeceği gibi, Sünni ve Şii din adamlarının namazı da Allah Resülüne izâfe edilemez. Nebi (a.s) dan sonra Yahudilik ve Hristiyanlıktan görünüşte İslam'a giriş yapanların tohumunu ektiği namaz, Kur'an cehaletinin zirvede olduğu yıllar yani rivayetler ve ictihadlar çağında en zehirinden meyvesini bol bol vermeye başlamıştır. Yapılan devasa mabedlerle de saf insanlar psikolojik bir baskının altına alınıp kurallar cehennemine mahkum edilmişlerdir. Artık toplumu ayağa kaldırmak için, Kur'an'ın yüzlerce ilkesinin bir önemi kalmamıştır. Özellikle şirk ve tevhid akidesi tamamen yok sayılmış ve onlardan konuşan kimse kalmamıştır. Nebi (a.s) dan asırlar sonra rivayet dedikoducuları tarafından namaz tek başına dinin yerini almıştır.Artık bundan sonra şöyle bir iman ve itikad hayata hakim olmuştur. "Namaz kıldıktan sonra ne yaparsan yap, Allah tarafından bütün günahların bağışlanır" Nebi (a.s) a inen vahiy sayesinde yok edilen bu namaz inancı, kadim dinlerden ve kabilelerden veraset yoluyla Şia ve Ehl-i Sünnet dünyasına daha şatafatlı ve şaşaalı bir şekilde geri döndü. Eğer son Nebi (a.s) önceki tarihlerde Yahudi ve Hristiyanların bugünkü ritüle benzer bir namaz kıldığını iddia ediyorsanız, vahiy olan Tevrat veya İncil âyetlerinden bir delil sunmanız gerekmez miydi? Örneğin orucun, kurbanın ve duanın hem Tevrat’ta hem de İncilde olduğunu görüyoruz. Öğrenim ve dayanışmayı da bu kitaplarda görüyoruz. Fakat bir tane “Namaz kılmak” âyetinin olduğunu göremiyoruz. Yüce Allah, Fatiha süresi 5.âyette "yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz" buyururken, Bakara süresi 45.âyette İsrailoğullarına hitâben, "Sabır ve salat ile yardım isteyin..." buyuruyor. Buradan da sabrın ve salat'ın vahiy olduğunu anlıyoruz. Aslında iman, İslam, takva, ihsan, sabır, hüküm, ibadet, salih amel, salat ve ihlas gibi kavramların hepsi dinde tek itaat ve ittiba edilecek vahiy yani Kur'an anlamına gelmektedir. Bir gün Elazığ din görevlileri derneğinde tartışma yaparken, arkadaşlardan biri müdahale ederek dedi ki: "Arkadaşlar! Sizin bu tartışmanızdan hiç birşey anlamıyorum" Arkadaşlar, "neden? deyince. Arkadaş şöyle cevap verdi. "Ali hoca âyet diyor, yüce Allah şöyle buyuruyor, falan âyette şöyle geçiyor, dedikçe, siz, Ebu Hanife, Imam-ı Şâfi, İmam-Gazali, mezhep, hadis, ictihad, müctehid diyorsunuz. Bu eşit bir tartışma alanı değildir. Eğer eşit bir mucadele yapacaksanız, sizinde fikrinizin doğru olduğuna delil olarak Ali hoca'ya âyet getirmeniz" gerekiyor. Dolayısıyla biz Kur'an'ın dinine iman ediyoruz, siz rivayet ve ictihadların dinine iman ediyorsunuz. Bizimle sizin arasında dini hiçbir ilkede bir araya gelip ittifak etmemiz mümkün değildir.
ÇOCUKLARIMIZI CEMAAT VE TARİKATLARDAN UZAK TUTALIM Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet varken, Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin Kur'an'a iltifat etmemelerinin sebebi acaba ne olabilir?Tefekkür etme, öğüt alma ve aklı kullanma ile ilgili yüzlerce âyete rağmen, neden hiçbir Şii ve Sünni âlim, hiçbir tarikat ve cemaat mensubu, Kur'an'a bakma ihtiyacı duymaz? Şia ve Ehli Sünnet dincilerinin Kur'an'dan bu kadar nefret etmelerinin altında hangi kahredici gerçek yatıyor? Aslında kafir ve müşriklerin Kur'an'a kulak asmamalarının onlarca nedeni birçok âyette tekrar tekrar anlatılmaktadır.Benim düşünceme göre, Mezhep cahillerinin Kur'an'ın hayat veren ruhundan mahrum olmalarının en önemli sebeplerden birisi şudur: Zamanın birinde bir arkadaştan yaşamış olduğu bir olayı dinlemiştim. "Sıcak bir günde bir kaç arkadaşıyla birlikte kapalı bir mekanda, ortamın serinletici havasında konuşup sohbet ederlerken, birden kapı açılır.İçeriye giren arkadaşları "İçerisinin çok havasız olduğunu, içeriden hoş olmayan bir kokunun bulunduğunu, oksijensiz ve sağlıksız bir ortamda olduklarını" söyledikten hemen sonra pencereleri açıp içeriyi havalandırır. Pencerelerin açılmasıyla birlikte içeriye temiz havanın girmesi neticesinde güzel ve hoş olmayan bir ortamda oturanlarda bir rahatlama ile daha önce teneffüs ettikleri serin! ve güzel! havanın aslında ne kadar aldatıcı, zararlı ve zehirli olduğunun farkına varırlar.Bu örnek o kadar hayati bir öneme sahiptir ki:Uyanık bir kişi gaflet uykusunda olan bin kişiyi uyandırıp kurtarabilir.Bir mum sönük bin tane mumu yakabilir.Bir kişi koskoca bir memleketi ve ümmeti büyük bir fitne ve yıkımdan uyandırabilir. Elçiler bunun için çok değerlidir. ARKADAŞLAR!Şia ve Ehli Sünnet mezhepleri, Diyanet İşleri Başkanlığı ( Ankara) cemaat ve tarikatlar kendi inanç ve fikirlerine aykırı düşünen kimseyi içlerine kabul etmediklerinden, ebediyen zehirli inanç ve sağlıksız fikirlerinden kurtulamazlar. Dolayısıyla gelenekçi mezhepçilere teneffüs ettikleri inancın sağlıksız, zehirli ve ölümcül olduğunu birisi mutlaka hatırlatmalıdır."Takva sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat belki (şirkten) korunurlar diye hatırlatmak gerekir"(En'am- 69) Allah elçilerinin en önemli görevi budur.Yani hariçten biri müdahale etmediği zaman aynı havayı teneffüs eden, aynı inanç ve fikirlere sahip olanların uyanmaları, hakkı ve hidayeti bulmaları mümkün değildir.Biri mutlaka uyuyan insanları uyarmalı, sabırla onları ikaz etmeli ve onları ölüm uykusundan uyandırmalıdır.Bu kutsal görevde şu husus asla göz ardı edilmemelidir."Allah elçilerinin yegane ikaz ve uyarı araçları Kur'an olmuştur"(Enbiya, 45; En'am, 51 ; Kaf ,45; Âraf, 61, 62, 67, 68) Kur'an ehli muvahhidler bütün olumsuz şartlara ve hakaretlere rağmen uydurma din mensuplarını Kur'an ile uyarmalıdırlar. Allah'ın indinde bundan daha şerefli bir görev yoktur.Çünkü Nebi'ler, Allah'ın Resülleri ve binlerce vahiy ehli muvahhid bu görev uğrunda hayatlarını vermişlerdir.(Âli İmran- 146)Şia ve Ehli Sünnet mezheblerinin, Diyanet İşleri Başkanlığının ( Ankara) cemaat ve tarikatların topluma en büyük zararları, bünyelerinde özgür irade sahiplerinin sivrilmesine izin vermemeleridir. MESELA:Şia ve Ehli Sünnet dininde hiç kimse muhaddis ve müctehidleri eleştirme hakkına sahip olmadığından aralarında sorgulama ahlak ve kabiliyeti gelişmemiştir.İnanç ve fikirlerinde özgür olmayan toplumlar hiçbir gelişme gösteremezler.Bugün dâhi, Kur'an cahili din adamlarını eleştirenler, mezhep mukallitleri tarafından sapık ve tehlikeli olarak görülüyor.Adalet ve özgürlüğün, tefekkür ve aklı kullanmanın, ilim ve sorgulama erdeminin olmadığı toplumlarda isyankar ruhlu hak avcılarının yaşama şansları olmaz. İşte bu yüzden Şiilik ve Sünniliğin hakim olduğu toplumlarda anarşi, zorbalık, terör, cehalet, kargaşa, fakirlik, sürgün, taklit ve düşman istilaları hiçbir zaman son bulmayacaktır.Dolayısıyla çocuklarımızı ve gençlerimizi fetö gibi özgürlük ve akıl yoksunu, fikir ve sorgulama düşmanı kapalı ve karanlık yapılardan korumak zorundayız. Yoksa dünya hayatları ile beraber ahiret hayatlarını da kendi ellerimizle mahvetmiş olacağız. Çocuklarımız isterse "hacsız" ve "umresiz, abdestsiz ve namazsız" olsunlar, fakat her türlü haksızlığa karşı gelen özgür ve isyankar bir ruh kazansınlar. Gençlerimiz isterse deist ve sosyalist olsunlar, tarikat ve cemaatlere bağlı şahsiyetsiz ve karaktersiz bir ahlaka sahip olmasınlar.Gençlerini fetö tipi cemaat ve tarikatlare düşman olarak yetiştirmeyen toplumlar karanlık ve cehalete, taklit ve bağnazlığa mahkum kalacaklardır. Çocuklarına Kur'an ahlakını ve tevhid özgürlüğünü miras olarak bırakmayanlar, maddi miras olarak bıraktıklarıyla sevinmesinler.Ya Kur'an'ın evrensel özgürlüğü olacak, Kur'an ilmi ve hikmeti başa geçecek, ya da kuzgun leşe konacaktır""Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanif (özgür Müslümanlar olun) Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar(ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail) kapışmış, yahut rüzgar onu uzak bir mesafeye (Ege'nin ve Akdeniz'in karanlık sularına ) sürüklenmiş bir nesne gibidir"(Hac-31)Birgün bir tarikat televizyonuna rast geldim.Yedi sekiz yaşlarında, tek tip olarak başlarında sarık, üstlerinde cübbe, ayaklarında mest olan çocuklara gözüm takıldı. Bu çocukları seyrederken içim acı ve ızdırapla doldu.Tabi ki herkes inanç ve fikirlerinde yaşam ve giyinişinde özgür olmalıdır. Devleti'nde bu kurumlara kanun ve kaba kuvvetle müdahale etmesi gibi bir hakkı bulunmamaktadır.Esas beni acı ve ızdıraplara sevkeden şey bu giyim tarzının islami olduğu, Allah Resulü'nün inanç ve ahlakını temsil ettiği ve dolayısıyla sünnet adı altında sevap işleniyor amacı ile yapılmış olmasaydı. Bu hurafe inanç ve giyim tarzıyla büyüyen çocukların fikir ve zihin dünyaları nasıl şekillenecek bir düşünün. 1300 sene öncesinde karanlık ve zalim bir idare ve yalancı ahmakların uydurduğu dinden bugünün teknoloji ve bilim çağında çocuklarımızı bu Kur'an'sız cahillere nasıl yem yapıyoruz onu da bir düşünün. Halbuki geleceğimiz adına bu çocuklardan dünya çapında bir çok ilim dalında üstün beyinler yetişebilirdi. İşte bu yüzden önemli bir gerçeği hiç usanmadan, her zaman, tekrar tekrar hatırlatmak dini ve milli bir görevdir. Dünya tarihinde uydurma dinden daha tehlikeli, acımasız ve ölümcül bir silah icat edilmemiştir. Çünkü uydurma din yüzyıllarca etkisini sürdürebilecek bir güce sahiptir. Kur'an bir çok âyette insanların bu dinden kendilerini kurtarmalarının mümkün olmadığını ortaya koymuştur.Çünkü din ve mezheplerinin hak, bu din ve mezheplere karşı gelenlerin sapık olduklarını iddia etmektedirler. Bu yüzden aklı başında olan bütün Devlet adamlarına, Diyanet İşleri Başkanlığına, ilahiyatçılara, Milli Eğitim Bakanlığına ve eğitimcilere çağrım. Lütfen, İslam dininde böyle bir inancın, bir anlayışın ve bir giyim tarzının olmadığını, Allah Resulü'nü temsil etmediğini insanlara açık olarak anlatın. Anlatın ki, aileler çocuklarını böyle gerici ve hurafeci kurumlara vermesinler. Fetö gibi hurafeci ve acımasız bir örgütten nasıl olur da hiçbir ders almadık.Herkes aklını başına alsın. Çocuklarımızın dünya hayatları ile beraber ahiretlerini de yok ediyoruz. Yazıktır, günahtır. Bu manzara Kur'an'ın mükemmelliğine ve sistemine şahit olan vahiy ehli muvahhidlere çok ağır gelir. Kur'an, İlim, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden uzak ve karanlık bir dünyaya çocuklarınızı teslim etmeyin. Allah'tan korkun. Manevi olarak çocuklarınızı ölüme ve yok olmaya mahkum ediyorsunuz! Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'da şöyle buyurur. "Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah'ın kendilerine emrettiğine karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır"( Tahrim- 6)Bir Nurcu yurdunda gördüğü baskıya dayanamayarak video çekip ardından yurdun beşinci katından atlayıp intihar eden tıp öğrencisi Enes Kara'nın ne diyordu. "Şu an cemaat yurdunda kalıyorum. Hiç kalmak istemememe ve bunu aileme defalarca söylemiş olmama rağmen, beni burada kalmaya zorladılar... Lise ve ortaokulda yine böyle medreselere sıkça geliyordum bazı tatillerde yatılı kalıyordum. O zamanlar da istemiyordum ama ailem zorluyordu ve haftada bir iki gün geliyordum ya da yılda bir iki hafta yatılı kalıyordum. Çok da zor değildi. Bir de en fazla üniversiteye kadar gelirim zaten diye düşünüyordum. Burada vakit namazları zorunlu. Cemaat şeklinde kılıyoruz namazdan sonra ders var. Otuz dakika sürüyor yaklaşık her vakit. Günlük bir saat burada olan kitaplardan okumamız zorunlu. Haftanın üç günü cemaat dersine katılmak zorunlu. Yemekleri yine öğrenciler yapıyor, haftanın bir günü temizliği yine biz yapıyoruz. Sabah namazıyla uyanıyorum, okula gidiyorum geliyorum, akşam namazı, yemek, okuma, yatsı namazı, cemaat dersi sonra saat on oluyor.Zaten ertesi gün tekrar 6.30 gibi namaza uyanıyorum. Pazartesi günleri böyle, diğer günler de cemaat dersi yok. Bir tek sekizde serbest oluyorum. Hafta sonu da benzer. Yine üç saat gibi bir şey kalıyor ve kalan zamanda adam akıllı ders de çalışamıyorum. Çünkü psikolojik olarak yorgun oluyorum. Bu iki sorunu ayrı ayrı düşününce aslında katlanılamayacak şeyler değil ama bunları birleştirince tüm yaşama sevincimi alıyor, özgür hissetmiyorum kendimi yirmi dört saatten kendime ayırabildiğim 3 saat falan"Namaz ibadet ve rahmet değil, tamamen azap ve eziyete dönüşmüş, cemaat ve tarikatların kutsal kitaplarını okuma tuzağı haline gelmiş bir ritüeldir.
11 Ocak 2022 Salı
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(105. YAZI)Âraf Süresi 151-) Musa da Ey Rabbim, beni ve kardeşimi mağfiret eyle, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin! dedi. 152-) Buzağıyı (ilâh) edinenler var ya, işte onlara mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir zillet erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandırırız. 153-) Kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip de iman edenlere gelince, şüphesiz ki o tevbe ve imandan sonra, Rabbin elbette Ğafur'dur, Rahim'dir. 154-) Musa’nın gazabı sakinleşince levhaları aldı. Nushaların içinde Rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet vardı. 155-) Musa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları o sarsıntı yakalayınca Musa dedi ki: "Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin fitnenden (sınamandan) başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de hidayete iletirsin. Sen bizim velimizsin, bizi mağfiret eyle ve bize merhamet et! Sen mağfiret edenlerin en hayırlısısın! 156-) Bize, bu dünyada da güzellik yaz ahirette de. Şüphesiz biz senin (vahyinle) hidayet bulduk. Allah buyurdu ki: Azabım, dilediğime onu isabet ettiririm; rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Onu, takva sahiplerine, zekât'a (arınmaya) gelenlere yani âyetlerimize iman edenlere yazacağım. 157-) Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o ümmî, Nebi, Resül'e tâbi olanlar (var ya), işte o (Resül) onlara mârufu emreder, onları münkerden nehyeder, onlara temiz şeyleri helâl, habis olan şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Resül'e iman edip ona güç veren yani ona yardım eden yani onunla birlikte gönderilen nûr’a (Kur’an’a) tâbi olanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır. (Kur'an'da savaşla ilgili bir âyet hariç tüm ittiba kavramları Resül bağlamında kullanılmıştır. Helal ve haram kılma ise, sadece yüceAllah ve vahyi tebliğ eden Resül ile ilgili bir durumdur.) Kur'an'da helal ve haram kılma Muhammed ve Nebi bağlamında değil, Allah ve Resul bağlamında kullanılmıştır. "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o ümmi Nebi olan Resul'e tâbi olanlar (var ya) işte o Resul onlara mârufu emreder onları kötülükten nehyeder, onlara temiz şeyleri helal, habis şeyleri haram kılar..." (Âraf-157)(....Allah ve Resulü'nün haram kıldığını haram saymayan...."(Tevbe-29) Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklardan biri de helal ve haram kılmadır. Aslında helal ve haram kılma sadece Allah'a ait olan bir yetkidir."De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı..."(Âraf-32) "Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı iftira etmiş olursunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan yere iftira edenler kurtuluşa eremezler"( Nahl-116)Fakat indirilen vahiy Resul'ün dininde hayat bulduğu için yani vahiy Resül tarafından insanlara tebliğ edildiği için helal ve haram kılma yetkisinde Resül kavramı kullanılmıştır.Beşer Resül hayatta olduğu sürece risalet misyonuyla helal ve haram kılma yetkisine sahip iken, kendisi vefat ettikten sonra kitap Resül yani Kur'an, onun bıraktığı misyonu kıyamet gününe kadar devam ettirecektir.) 158-) De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin mülkünün kendisine ait olan Allah’ın Resülüyüm. Ondan başka ilâh yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah’a yani ümmî-Nebi olan Resûlüne -ki o, Allah’a ve onun kelimelerine iman eder - iman edin ve O’na tâbi olun ki hidayeti bulasınız. 159-) Musa’nın kavminden hak (vahiy) ile hidayeti bulan ve onun sayesinde âdil davranan bir ümmet vardır. 160-) Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde oniki ümmete ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince, Musa’ya, "Asanı taşa vur!" diye vahyettik. Derhal ondan oniki pınar fışkırdı. Bütün insanlar içeceği yeri bildi. Sonra üzerlerine bulutla gölge yaptık, onların üzerine menn ve selva'yı indirdik. (Onlara dedik ki) "Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yeyin." Ama onlar (emirlerimizi dinlememekle) bize değil kendi nefislerine zulmediyorlardı. 161-) Onlara denildi ki: Şu şehirde yerleşin, ondan (nimetlerinden) dilediğiniz gibi yeyin, "hitta" deyin ve kapıdan secde ile girin ki hatalarınızı bağışlayalım. Güzel ahlak sahiplerine ileride (nimetlerimizi) daha da artıracağız. 162-) Fakat onlardan zalim olanlar, sözü, kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler. Biz de zulmetmelerinden ötürü üzerlerine gökten bir ricz (azap) gönderdik. 163-) Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar sebt'e saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü sebt gününde , balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, sebt yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece biz, fasık olmalarından dolayı onları belaya uğrattık. 164-) İçlerinden bir ümmet: "Allah’ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: Rabbinize mazeret olsun, bir de takva sahibi olurlar ümidiyle (öğüt veriyoruz). 165-) Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten nehyedenleri kurtardık, zulmedenleri de fısklarından ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık. 166-) Kendilerine nehyedilen şeylerden vazgeçmeyip daha da ileri gittiklerinde onlara: Aşağılık maymunlar olun! dedik. 167-) Rabbin, elbette kıyamet gününe kadar onlara en kötü azabı yapacak kimseler göndereceğini ilân etti. Şüphesiz Rabbin cezası seri olan ve O, Ğafur'dur, Rahim'dir. 168-) Onları yerde ümmet ümmet dağıttık. Onlardan salihler vardır, yine onlardan bundan aşağıda olanları da vardır. (Kötülüklerinden) belki dönerler diye onları güzelliklerle ve kötülüklerle imtihan ettik. 169-) Onların ardından da (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitab’a vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Kitap’ta Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar Kitap’takini okumamışlar mıydı? Âhiret yurdu takva sahipleri için daha hayırlıdır. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz? MEZHEPLER NEDEN KÖTÜDÜR?Allah tarafından indirilen tevhid sisteminin evrensel bir ahlakı, standart ve üstün kalitede bir yapısı mevcuttur. Tevhid sistemi ve İslam ahlakı ibret olma haricinde hiçbir zaman geriye doğru işlemez, ataların uydurma dinini taklit etmeyi reddeder.(Bakara-170; Mâide-104; Lokman-21; Zuhruf-23,24)Kur'an'ın dini olan İslam, insanların önünü aydınlatan, bilimsel ve teknolojik gelişmelerle sürekli olarak toplumu ileriye doğru bir hedefe yönlendirmektedir. Yani Kur'an'ın öyle bir ilmi, öyle bir sistemi, öyle bir ahlakı, bağlam ve bütünlüğü, akıl ve mantığı var ki, insanların akıl ve fikirlerini aşacak bir mükemmelliğe sahiptir. İnsanlık tarihinde yapılan bütün icat ve keşifler Kur'an'da var olan ilmi ve fikri kurallara hiçbir zaman aykırı düşmemiştir. Fakat fırka ve cemaatlere, mezhep ve tarikatlara, kurum ve kuruluşlara baktığımızda dini, ahlaki, fikri, ilmi ve ameli standart bir kalite yakalamak mümkün değildir.Bundan dolayı Kur'an, hangi din ve kültür, hangi ilim ve geleneğe, hangi millet ve inanca bağlı olursa olsun insanların bir araya gelip ilmi ve fikri bir mücadelenin içine girmelerine engel koymaz. İndirilen vahiy dini insanların iradeleri üzerinde dini ve ameli hiçbir baskı kurmaz.(Yunus-99; Gaşiye-21, 22) İnsanlar birbirlerinin haklarına tecavüz etmedikleri sürece din bakımından tam bir özgürlük içinde hayat sürebilirler. Fakat mezheplerde ve fırkalarda böyle özgür bir anlayış ve evrensel bir ahlak mevcut değildir. Mezheplerde ve fırkalarda koyu bir taassup, kapkaranlık bir cehalet, statik bir düşünce ve akılsız bir taklit hakimdir.Aynı şeyleri düşünen ve aynı şeylere iman eden mezhep, fırka, şia,cemaat ve tarikatlar, dinlerine aykırı bir inancın neşvü nema bulmasına fırsat vermezler. Bu din mensupları, inanç ve fikirlerine karşı aykırı bir sesin çıkmasına asla tahammül etmezler. İçeriden ve dışardan birinin seslenerek havanın oksijensiz olduğunu ve ortamın kötü koktuğunu söyleyemez. İşte indirilen vahiy ile insanları uyaran (Enbiya-45; Kaf-45) Nebilerin ve Kur'an ehli muvahhidlerin (Hac-72; Mümin-35) önemi burada kendini gösteriyor.Yani mezhep ve fırkalarda batıl din ve şirk pisliğiyle kirlenen zihin ve beyinleri dışarıdan birinin uyarması son derece önemlidir.Çünkü fırka, mezhep ve cemaatlerin içinde bu uyarı ve ikaz vazifesini yapacak özgür düşünceye sahip, aklı başında olan birisini bulmak mümkün değildir.Mezhep taassubuna ve fırka karanlığına mahkum olanlar kiyamet gününe kadar hatta cehennemi görünceye kadar bu kahrolası kör inançtan ve karanlık hayattan kurtulamazlar.(Bakara-165,166,167; Şuara-91/103)Mezhep ve fırka mensupları yanlış ve kötü yolda olduklarının farkında olmazlar.İnanç ve fikirlerinin sapkınca olduğunu asla kabul etmezler. "...Çünkü onlar Allah ile beraber şeytanları evliya edinmişler. Gerçek böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar"(Âraf- 30) "Kim rahmanın zikri olan Kur'an'dan gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar(din adamları) onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar"( Zuhruf-- 36, 37)Dolayısıyla mezhep ve fırkalara bağlı olmayanlar şirk ve benzeri günahlardan daha kolay ve çabuk kurtulurlar. Ehl-i Sünnet ve Şia'da mezhep imamının ve fırka liderinin otoritesinin ve iradesinin aşılmasına müsaade edilmez. Yani mezhep imamları ve fırka liderleri sorgulanamaz birer "İlâh" ve "Rab" konumuna yükseltilmişlerdeir.(Tevbe-31) Böyle olunca toplumda ilim ve fikir, aklı kullanma ve tezekkür, sorgulama ve özgürlük, merhamet ve yenilenme meydana gelmeyecektir.Toplumda, tefekkür ve aklı kullanma, ilmi ve fikri özgürlük olmayınca, sosyal hayatta gelişme, büyüme, refah ve huzur olmayacaktır.İlimde ve fikirde, icatta ve keşifte ilerleme ve gelişme olmayınca, toplum içine kapanacak, düzen bozulacak, toplum durağan ve statik bir hayata mahkum olacaktır.Kendini yenilemeyen mezhep ve fırka mensupları koyu karanlık bir inanç ve taklitçi bir düşünce ile kendi içine kapanacak, bozulmaya, kokuşmaya, çürümeye, nihayetinde psikolojik bunalımlarla boğuşmak zorunda kalacaklardır. İşte bu yüzden Kur'an sürekli olarak "Ey insanlar! Ey iman edenler ! Ey Ademoğulları! diyerek mesajının evrensel olduğunu, ilâhi ve evrensel mesajın dar kalıpların içine hapsedilmesinin doğru olmadığını öğütlemektedir. Tevhid, takva, ihsan, hanif, ihlas ve güzel ahlak olarak İslam dini, Kur'an'da en ince detaylara kadar yer almış en mükemmel bir şekilde tamamlanmıştır. Şirk açısından da Kur'an, bir nokta, bir zerre kadar karanlıkta bir şey bırakmamıştır. Yine hangi dine mensup olursa olsun insanların birbirlerine karşı nasıl hareket edeceklerini, nasıl bir tutum içerisinde olacaklarına kadar sosyal ve bireysel hayat için Kur'an birçok detay vermektedir. İşte burada önümüze çıkan en büyük tehlike ve aşılmaz engel, mezhep taassubu, ataların dini ve toplumu etkisi altına alan baskın geleneklerdir. Çünkü mezhep taassubunu ve fırkacılık karanlığını aşamadığımız zaman Kur'an'a ve evrensel ahlaka ulaşma imkanını baştan kaybediyoruz.Din Allah'ındır, tevhid Allah'ın fıtrat dinidir.Vahiy evrensel, ilâhi bir kalite ve sağlam bir karaktere sahiptir.Allah'ın dini hak, ilâhların dini batıldır.(İsra- 81) Allah'ın dini mutlak hidayet, mezheplerin dini baştan sona kadar sapkınlıktır.(Yunus-32) Allah'ın dini vahdet, mezheplerin dini tefrika ve bölücülüktür" (En'am-159; Rum-30,31,32) Allah'ın dini bütüncül, fırkaların dini paramparçadır.(Âli İmran-103,106; Hac-31)Allah'ın dini orijinal, mezheplerin dini sanal, Allah'ın dini organik, uydurma din hormonlu, Allah'ın dini şifa, uydurma rivayet dini zehirli ve hastalıklıdır. Vahiy dini insanı tüm dünya karşısında özgür bir birey yaparken, uydurma hadis dini bin sene önce çürümüşlere mahkum eder. Uydurulmuş mezhep dini insanı sayısız ilâh ve Rablere kul köle yaparken, tevhid dini insana özgür bir zeka, mükemmel bir saygınlık ve evrensel bir beyin bahşeder. Şeytanların ve tağutların şirk dininde ilmi, akli ve teknolojik bir gelişme olmaz.Uydurma mezhep dinlerinde her mezhep ve fırka diğerini istemez, hiçbir zaman bir araya gelemez, bir birlik kuramazlar. Çünkü birbirlerinden ölümüne nefret ederler. Fakat Kur'an'a iman edenler, yalnızca kendi aralarında değil, fanatik İslam düşmanı haricinde kalan bütün insanlara iyilik yaparlar, onlara kucak açarlar.(Mümtehine--8,9 )Mezhep ve fırka şirkine bulaşanlar dinde olmayan en ufak bir ayrıntıda boğulurken, kendi dinlerine karşı gelen herkesi sapkın ve kafir ilan ederler. Muvahhidler ise Allah'ın indirdiği âyetleri inkar ve alay edenlerle bile ebedi bir ötekileştirme anlayışına sahip olamazlar.(Nisa-140) Vahiy insana kötülüklere karşı koyma ahlakını ve adaletsizliklere isyan etme faziletini kazandırır.Fırka ve mezheplere bağlılık toplumda eşitlik ve adaletin yerleşmesine mani olur.(Fetö'de olduğu gibi)SONUÇ OLARAK: Mezhebi İslam'a, uydurma rivayetleri Kur'an'a, mezhep imamını Allah'a, imanı küfre, sapıklığı hidayete, şirki ihlasa, fırkasını takvaya, körlüğü basiret ve ferasete, cehaleti ilme, yalanı dürüstlüğe, cehennemi cennete karşı tercih eden ahmağın ta kendisidir.Mezhepler ve fırkalar, cemaat ve tarikatlar insanların Kur'an'a ulaşmaları önünde en büyük engel, en aşılmaz bir barikat, en tehlikeli bir bataklıktır. "Hep birlikte Allah'ın himayesi olan Kuran'a sığının, dağılıp parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın:Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerimizi birleştirmişti ve O'nun(tevhid-islam) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki hidayeti bulasınız"(ÂLİ İmran-103)"(Ey Nebi!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat (din-inanç) üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında (indirdiği dinde) değişme yoktur. İşte toplumu ayağa kaldıracak din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.Hepiniz Allah'a yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin; müşriklerden olmayın. Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka (mezhep-cemaat-tarikat) kendilerinde olan inanç ile sevinip kibirlenmektedir"(Rum-30, 31, 32)
10 Ocak 2022 Pazartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(104. YAZI)Âraf Süresi 123-) Firavun dedi ki: "Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Bu, hiç şüphesiz şehirde, halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) bileceksiniz! 124-) Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım!" 125,126-) Onlar: Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Sen sadece Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara iman ettiğimiz için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır boşalt ve bizi müslüman olarak vefat ettir, dediler.(Âyet, sihirbazların Musa (a.s) ın gösterdiği mücizeye değil, âyetlere iman ettiklerini açık olarak göstermektedir. Zaten yüce Allah, insanların irade ve akıllarını olağanüstü olaylarla zorla imana yönlendirmez.) 127-) Firavun’un kavminden ileri gelenler dediler ki: Musa’yı ve kavmini, seni ve ilâhlarını bırakıp yerde fesat çıkarsınlar diye mi (serbest) bırakacaksın? (Firavun): "Biz onların oğullarını öldürüp, kadınlarını diri bırakacağız. Elbette biz onların üstünde kahredici bir güce sahibiz. dedi. (Kıraat Farklılığı: Âyette bulunan "ve yezereke ve éliheteke" (seni ve ilâhlarını bırakıp) kelimesini, şu şekilde okuyan kıraat âlimleri olmuştur. "ve yezereke ve iléheteke" (seni ve ilâhlığını bırakıp) Kur'an'ın bağlamına baktığımızda bu kıraatın daha doğru olduğunu görüyoruz. Çünkü Firavun kendisinden başka bir ilâh kabul etmiyordu.(Kasas-38) 128-) Musa kavmine dedi ki: "Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yer Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Akibet muttakilerindir" 129-) Onlar da, sen bize (Resül olarak) gelmeden önce de geldikten sonra da bize eziyet edildi, dediler. (Musa), "Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk eder ve onların yerine sizi yere halifeler kılar da (O) nasıl hareket edeceğinize bakıyor" dedi. 130-) Andolsun ki, biz de Firavun ailesini ders alsınlar diye senelerce (kuraklık ve) mahsül kıtlığı ile yakalayıverdik. 131-) Onlara bir güzellik (bolluk) gelince, "Bu bizim hakkımızdır" dediler; eğer kendilerine bir kötülük isabet ederse Musa ve onunla beraber olanların uğursuzluğu sayarlardı. Bilesiniz ki, onlara gelen uğursuzluk Allah indindendir, fakat onların çoğu bunu bilmezler. 132-) Ve dediler ki: "Bizi sihirlemek için ne âyet getirirsen getir, biz sana iman edecek değiliz." 133-) Biz de tafsil edilmiş âyetler olarak onların üzerine tufan, çekirge, kımıl, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de kibirlendiler ve mücrim bir kavim oldular. 134-) (Azap) pisliği üzerlerine çökünce, "Ey Musa! sana verdiği söz (vahiy) hakkı için, bizim için Rabbine dua et; eğer bizden (azap) pisliğini kaldırırsan, mutlaka sana iman edeceğiz ve andolsun İsrailoğullarını seninle beraber göndereceğiz" dediler. 135-) Biz, ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azap (pisliğini) kaldırınca hemen sözlerinden dönüverdiler. 136-) Biz de âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk. 137-) Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (İsrailoğullarını) de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği söz en güzel bir şekilde tamamlandı yani Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helâk ettik. 138-) İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine özel birtakım putlara eğilen bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: Ey Musa! Onların ilâhları olduğu gibi, sen de bizim için bir ilah kıl! dediler. Musa: Gerçekten siz cahillik yapan bir kavimsiniz, dedi. 139-) Şüphesiz bunların içinde bulundukları (din) yıkılmıştır, yapmakta oldukları da bâtıl olmuştur. 140-) Musa dedi ki: Allah sizi âlemlerden faziletli( farklı) kılmışken ben size Allah’tan başka bir ilâh mı arayayım? 141-) Hatırlayın ki, size azabın en kötüsünü yapan Firavun’un ailesinden sizi kurtardık. Onlar oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı diri bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbiniz tarafından azim bir sınama vardır.(Yani Allah'ın sizi kurtarmasında büyük bir hayır ve nimet vardır. Firavun'un zulmünde değil.) 142-) Musa’ya otuz gece vade verdik ve ona on gece daha ilâve ettik; böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk gece ile tamam oldu. Musa, kardeşi Harun’a dedi ki: Kavmimin içinde benim halifem ol, ıslah et, sakın müfsidlerin yoluna tâbi olma. 143-) Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de Rabbi onunla kelâm edince "Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!" dedi. (Rabbi): "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!" buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın olarak yığıldı kaldı. Ayılınca dedi ki: Sen sübhansın, (seni noksan sıfatlardan tenzih ederim), ben sana tevbe ettim. Ben iman edenlerin ilkiyim. 144-) Allah Ey Musa! dedi, ben mesajlarımla ve kelâmımla seni insanlara (Resül olarak) seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol. 145-) Öğüt ve ne varsa, her şey için bir tafsil (açıklama) olarak hepsini Musa için levhalarda yazdık. (Ve dedik ki): Bunları kuvvetle tut, kavmine de onu en güzel şekilde almalarını emret. Yakında size, fasıkların yurdunu göstereceğim. 146-) Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün âyetleri görseler de iman etmezler. Rüşd yolunu görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir. 147-) Halbuki âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar, yapmakta oldukları amellerden başka bir şey için mi cezalandırılırlar! 148-) Tûr’a giden Musa’nın arkasından kavmi, zinet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini (tanrı) edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara hidayet yolunu gösteriyor? Onu (ilâh) edindiler ve zalimler oldular. 149-) Pişman olup da kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını görünce dediler ki: Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi mağfiret etmezse mutlaka husrana uğrayanlardan olacağız!(Kıraat Farklılığı: "yerhamné" (merhamet etmez) "ve yeğfirlené" (ve mağfiret etmezse) kelimeleri şu şekilde de okunmuşlardır. "terhamné" (merhamet etmezsen) "ve teğfirlené" (ve mağfiret etmezsen) yani noktalamalardan kaynaklanan bir mana değişikliği oluyor. Âyetin meâli şu şekilde değişiyor. Pişman olup da kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını görünce dediler ki: Rabbimiz! Bize merhamet etmezsen ve bize mağfiret etmezsen mutlaka hüsrana uğrayanlardan olacağız.) 150-) Musa, kızgın ve üzgün bir halde kavmine dönünce: "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?" dedi. Levhaları attı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): "Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber kılma!" dedi
9 Ocak 2022 Pazar
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(103. YAZI)Âraf Süresi 94-) Biz hangi ülkeye bir Resül gönderdiysek, oranın halkını, (Resül'e baş kaldırdıklarından ötürü bize) boyun eğsinler diye mutlaka felaketlerle ve sıkıntılarla yakalamışızdır. 95-) Sonra kötülüğü (darlığı) değiştirip yerine güzellik (bolluk) getirdik. Nihayet çoğaldılar ve: "Atalarımız da böyle sıkıntı ve sevinç yaşamışlardı" dediler. Biz de onları, farkında olmadan ansızın yakalayıverdik. 96-) O (Resüllerin gönderildiği) ülkelerin halkı (vahye) iman etseler ve takva sahibi olsalar, elbette onların üzerine gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de kazandıkları (şirk) yüzünden onları yakalayıverdik. 97-) Yoksa o ülkelerin halkı geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular? 98-) Ya da o ülkelerin halkı kuşluk vakti eğlenirlerken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular? 99-) Allah’ın azabından emin mi oldular? Fakat husrana uğrayan topluluktan başkası, Allah’ın tuzağından emin olamaz. 100-) Önceki ehlinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâla şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (hakkı) işitmezler. 101-) İşte o ülkeler... Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun ki, Resülleri onlara beyyinelerle gelmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları (hakka) iman edecek değillerdi. İşte kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler. 102-) Onların çoğunda, sözünde durma diye bir (mertlik) bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu fasık bulduk. 103-) Sonra onların ardından Musa’yı âyetlerimizle Firavun ve ileri gelenlerine gönderdik de onlar (âyetlere) zulmettiler ; ama, bak ki, müfsidlerin sonu nasıl oldu! 104-) Musa dedi ki: "Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir Resülüm. 105-) Allah hakkında haktan başkasını söylememem bir görevdir. Size Rabbinizden açık bir beyyine getirdim; artık İsrailoğullarını benimle bırak!" (Din ve hüküm olarak vahiy'den başka kaynak olmadığı ve Resüllerin vahiy'den başka bir şey ortaya koyamayacaklarını yukarıdaki âyet çok açık bir delildir. Dolayısıyla manevi açıdan ağır bir sorumluluk ve vebal altına girmemek için din anlatanlar hak olan vahiy'den başka birşey anlatmamaları gerekiyor. Bu açıklamadan sonra 105.âyeti Musa (a.s) ın dilinden bir daha okuyalım. (Kıraat Farklılığı: Yukarıdaki âyet şu şekilde de okunmuştur. "hakikun aleyye ellé ekule alallâhi illel hakki" "Allah hakkında haktan başkasını söylememem benim üzerime bir görevdir" Yani bu kıraate göre, alé, aleyye, oluyor. "Haktan başkasını söylememem üzerime bir görevdir") 106-) Firavun dedi ki: Eğer bir âyet getirdiysen ve gerçekten sâdıklardan isen onu getir bakalım. 107-) Bunun üzerine Musa asasını attı. O hemen apaçık bir ejderha oluverdi! 108-) Ve elini (cebinden) çıkardı. Birdenbire o da bakanlara bembeyaz görünüverdi. 109,110-) Firavun’un kavminden ileri gelenler dediler ki: Bu çok âlim bir sihirbazdır. Sizi yerinizden (yurdunuzdan) çıkarmak istiyor. Ne emrediyor sunuz? 111,112-) Dediler ki: Onu da kardeşini de beklet; şehirlere toplayıcılar gönder. Bütün âlim sihirbazları sana getirsinler 113-) Sihirbazlar Firavun’a geldi ve: Eğer galip gelen biz olursak, bize kesin bir mükafat var değil mi? dediler. 114-) Firavun: Evet hem de siz mutlaka benim en yakınlarımdan olacaksınız, dedi. 115-) Sihirbazlar, Ey Musa! Sen mi atacaksın, yoksa (ilk) atanlar biz mi olalım? dediler. 116-) "Siz atın" dedi. Onlar atınca, insanların gözlerini sihirlediler, onları korkuttular ve azim bir sihirle geldiler. 117-) Biz de Musa’ya, "Asanı at!" diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. (Âyette mecazi bir anlatım tarzı mevcuttur. Musa (a.s) Firavun'un sihirbazlarını yani din adamlarını vahiy'le mağlup ediyor. Vahiy uydurdukları yalan ve iftiraları yani rivayetler şirkini yerle bir ediyor.(Yunus-82)Yüzlerce âyet şâhittir ki, Resüllerin tek bir görevi vardır. O da indirilen vahyi tebliğ ve onun önderliğinde mucadele etmek.) 118-) Böylece hak ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları şeyler batıl olup gitti. 119-) İşte Firavun ve kavmi, orada mağlup oldular ve küçülerek geri döndüler. 120-) Sihirbazlar ise secdeye kapandılar. 121,122-)"Musa ve Harun'un Rabbi olan âlemlerin Rabbine iman ettik" dediler.(Sihirbazlar alınlarını yere koyarak secde etmediler. Onların secde etmesi, kayıtsız şartsız yüce Allah'a teslim olmalarıdır. Yani 121 ve 122. âyette söyledikleri şey onların ebedi secdesi oldu.)
8 Ocak 2022 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(102. YAZI)Âraf Süresi 59-) Andolsun ki Nuh’u elçi olarak kavmine gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek azim bir günün azabından korkuyorum. 60-) Kavminden ileri gelenler dediler ki: Biz seni gerçekten apaçık bir sapkınlık içinde görüyoruz!61-) Dedi ki: "Ey kavmim! Bende herhangi bir sapkınlık yoktur; fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir Resülüm. 62-) Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum, size nasihat ediyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah’tan (gelen vahiy ile) biliyorum. (Kur'an'da tebliğ kavramı, Nebi değil, Resül bağlamında geçmektedir. Her Nebi yüce Allah'tan vahiy alır, vahyi tebliğ etme emrini aldığı zaman risâlet görevi başlar. Onun için hiç bir âyette tebliğ Nebi bağlamında kullanılmamıştır.) 63-) Allah’ın azabından korunup da rahmete nâil olmanız ümidiyle, içinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla size bir zikir (vahiy) gelmesine şaşırdınız mı?" 64-) Onu yalanladılar, biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk! Çünkü onlar kör bir kavim idiler.(Âyette bulunan "Onu yalanladılar..." ile "... âyetlerimizi yalanlayanları..." ifadeleri muhteşem bir sistemi yani hikmeti gösteriyor. O hikmet şudur: Resül ile vahiy aynı şeydir. Resülü yalanlamak, âyetleri yalanlamak yani yüce Allah'ı yalanlamak yani vahye karşı gelmek demektir. Dolayısıyla "tekzib" (yalanlama) kelimesi yüzlerce âyette Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılmıştır. "Tekzib" (yalanlama) Hiçbir âyette Nebi bağlamında geçmemektedir.) 65-) Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim! Allah’a ibadet edin; sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. Hâla sakınmayacak mısınız?"(Kur'an'ın dilinde ve dininde "ibadet" belli ritüelleri yapmak değildir. Tüm hayatı sadece Allah'a adamak, dini Allah'a özel kılmak, yalnız vahye iman etmek, hayatın her anında Allah'ı hesaba katmak hiçbir şeyi Allah'sız yapmamak anlamına gelmektedir.) 66-) Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni kesinlikle bir beyinsizlik içinde görüyoruz ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz. 67-) "Ey kavmim! dedi, bende beyinsizlik yoktur; fakat ben âlemlerin Rabbinin gönderdiği bir Resülüm. 68-) Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için emin bir nasihatçıyım. (Kur'an'da emanet ve ihanet kavramları Nebi bağlamında değil, Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla Nebi ve Resülün arasında bulunan farkları bilmeyenler dinde söz sahibi olamazlar yani dinden konuşmaya hakları yoktur.) 69-) Sizi uyarmak için içinizden bir adam vasıtasıyla Rabbinizden size bir zikir (vahiy) gelmesine şaşırdınız mı? Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaratılışta sizi güçlü kıldı. O halde Allah’ın nimetlerini zikredin ki kurtuluşa eresiniz." 70-) Dediler ki: Sen bize tek Allah’a ibadet etmemiz ve atalarımızın ibadet etmekte olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer sâdıklardan isen, bizi tehdit ettiğin (azabı) bize getir. 71-) (Hûd) dedi ki: "Üzerinize Rabbinizden bir rics ve bir gazap inmiştir. Haklarında Allah’ın hiçbir sultan indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı( batıl) isimler hususunda benimle mucadele mi ediyorsunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!" 72-) Onu ve onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik. 73-) Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a ibadet edin; sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden bir beyyine gelmiştir. O da, size bir âyet olarak Allah’ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah’ın arzında yesin, (içsin); ona kötülükle dokunmayın; sonra sizi elem verici bir azap yakalar. 74-) Zikredin ki, (Allah) Âd kavminden sonra yerlerine sizi getirdi. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinde kasırlar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini zikredin de yerde ifsad ediciler olarak karışıklık çıkarmayın. 75-) Kavminden ileri gelen müstekbirler, içlerinden mustaz'aflara dediler ki: Siz Salih’in, Rabbi tarafından (Resül olarak) gönderildiğini biliyor musunuz? Onlar da şüphesiz biz onunla ne gönderilmişse iman edenlerdeniz, dediler. 76-) Müstekbirler dediler ki: "Biz de sizin iman ettiğinize küfredenlerdeniz. 77-) Derken o dişi deveyi ayaklarını keserek öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da: Ey Salih! Eğer sen gerçekten Resüllerden isen bizi tehdit ettiğin azabı bize getir, dediler. 78-) Bunun üzerine onları o sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü çökmüş vaziyette kaldılar. 79-) Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size nasihat ettim; fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz. 80-) Lût’u da (Resül olarak gönderdik). Kavmine dedi ki: "Âlemlerde (insanlar içinde) sizden önce hiç kimsenin yapmadığı fuhuşa mı gidiyorsunuz? 81-) Çünkü siz, şehveti tatmin için kadınların dununda (yanında-berisinde) şehvetle erkeklere gidiyorsunuz. Doğrusu siz müsrif bir kavimsiniz. 82-) Kavminin cevabı: Onları (Lût’u ve taraftarlarını) memleketinizden çıkarın; çünkü onlar fazla temizlenen insanlarmış! demelerinden başka bir şey olmadı. 83-) Biz de onu ve karısından başka ehlini kurtardık; çünkü karısı geride kalanlardan idi. 84-) Ve üzerlerine (taş) yağmuru yağdırdık. Bak ki suçluların sonu nasıl oldu! 85-) Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a ibadet edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur. Andolsun size Rabbinizden beyyine gelmiştir; artık ölçüye ve mizâna vefa gösterin, insanların eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yerde ifsad ediciler olmayın. Eğer müminler iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır. 86-) Tehdit ederek, iman edenleri Allah yolundan alıkoyarak ve o yolu yamuk göstererek öyle her yolun başında oturmayın. Düşünün ki siz az idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın ki, ifsad edicilerin sonu nasıl olmuştur! 87-) Eğer içinizden bir tâife benimle gönderilene iman eder, bir tâife de iman etmezse, Allah aranızda hükmedinceye kadar bekleyin. O hakimlerin en hayırlısıdır. 88-) Kavminden ileri gelen müstekbirler dediler ki: "Ey Şuayb! Seni ve seninle beraber iman edenleri yurdumuzdan kesinlikle çıkaracağız veya milletimize döneceksiniz" (Şuayb): Biz istemesek de mi? dedi. 89-) Doğrusu Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin milletinize dönersek yalan yere Allah'a iftira etmiş oluruz. Rabbimiz Allah (iradelerimize ipotek koyarak) dilemiş başka, yoksa ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah’a tevekkül ederiz. Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın. 90-) Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Eğer Şuayb’e tâbi olursanız o takdirde siz mutlaka husranda kalanlardan olursunuz.91-) Derken o şiddetli sarsıntı onları yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü çökmüş vaziyette kaldılar. 92-) Şuayb’ı yalanlayanlar sanki yurtlarında hiç oturmamış gibiydiler. Asıl husrana uğrayanlar Şuayb’ı yalanlayanlar oldu. 93-) Şuayb, onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey kavmim! Ben size Rabbimin mesajlarını tebliğ ettim ve size nasihat verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!"
7 Ocak 2022 Cuma
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(101. YAZI)Âraf Süresi 31-) Ey Âdem oğulları! Her mescidin yanında ziynetinizi alın; yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez. 32-) De ki: Allah’ın kulları için yarattığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle tafsil ediyoruz.(Ehl-i Sünnet'in hadis ve fıkıh kitaplarında bulunan, erkeklere ipek giymenin ve altın takmanın haram olduğu ile ilgili bütün helal ve haramların hepsi Allah ve Resül'üne iftiradır. Çünkü yüce Allah'tan başka hiç kimse helal ve haram kılamaz. Resül'ün haram kılması vahiy ile ilgili bir durumdur. İşte bu yüzden helal ve haram kılma sadece Allah ve Resül bağlamında kullanılmıştır yani Nebi bile haram kılamaz.) 33-) De ki: Rabbim ancak açık ve gizli fuhşiyâtı( her türlü ahlaksızlığı), günahı ve haksız yere bağiy (ırkçılık) yapmayı, hakkında hiçbir sultan (delil) indirmediği bir şeyi, Allah’a şirk koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. (Yukarıdaki âyet, dini konularda indirilen vahiy haricinde hiç bir şeyin hayata hakim olmamasını açık olarak emretmektedir.) 34-) Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir saat (an) geri kalırlar ne de ileri gidebilirler. 35-) Ey Âdem oğulları! Size kendi içinizden âyetlerimi anlatacak Resüller gelir de kim (onlara karşı gelmekten) sakınır ve kendisini ıslah ederse, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Yukarıdaki âyet, kiyamet gününe kadar insanları sadece Kur'an ile uyaran isimsiz Resüllerin bulunacağını göstermektedir. Çünkü vahiy, yazının yani kitabın gücüne değil, sözün gücüne dayanır. Yani Kur'an'ı anlatan ve hurafelere karşı gelen muvahhidler olmazsa her tarafı şirk pisliği kaplar. Bu pisliğin önünde en büyük engel Kur'an'ı anlatan muvahhidlerdir. Muvahhidler olmazsa kitabın yapabileceği hiçbir şey yoktur.) 36-) Âyetlerimizi yalanlayanlar yani büyüklenip onlardan yüz çevirenler var ya, işte onlar ateş ashâbıdır. Onlar orada devamlı kalacaklardır. 37-) Allah’a iftira eden ya da O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır? Onların kitaptan nasipleri kendilerine erişecektir. Sonunda elçilerimiz gelip canlarını alırken "Allah’ın dununda (yanında-yöresinde) kulluk ettikleriniz( ilâhlar) nerede?" derler. (Onlar da) "Bizden kaçıp gittiler" derler. Ve kâfir olduklarına dair kendi nefisleri aleyhine şahitlik ederler. 38-) Allah buyuracak ki: "Sizden önce geçmiş cin ve insan ümmetleri arasında siz de ateşe girin!" Her ümmet girdikçe kardeşine lânet edecektir. Hepsi birbiri ardından orada (cehennemde) toplanınca, sonrakiler öncekiler için, "Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver! diyecektir. Allah da: Zaten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, fakat siz bilmezsiniz, diyecektir. 39-) Öncekiler de sonrakilere derler ki: Sizin bize bir faziletiniz yok. O halde siz de yaptıklarınıza karşılık azabı tadın! 40-) Bizim âyetlerimizi yalanlayıp yani onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremiyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız! (Bu âyette verilen örnek, "balığın kavağa tırmanması" gibi, işin imkansızlığını ortay koymak için verilmiştir.) 41-) Onlar için cehennem ateşinden döşekler, üstlerine de örtüler vardır. İşte zalimleri böyle cezalandırırız! 42-) İman edip de sâlih ameller işleyenlere gelince -ki hiç kimseye gücünün üstünde bir sorumluluk yüklemeyiz- işte onlar, cennet ashâbıdır. Orada onlar devamlı kalacaklar. 43-) Cennette onların altlarından nehirler akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Ve onlar derler ki: "Bizi (vahiy'le) buna hidayet eden Allah’a hamdolsun! Allah bizi ( vahiy'le) hidayete iletmeseydi kendiliğimizden hidayeti bulacak değildik. Andolsun ki Rabbimizin Resülleri hakkı getirmişler." Onlara: İşte size cennet; yapmış olduğunuz (salih) amellere karşılık ona vâris kılındınız diye nida edilir. (İnsanın hidayeti bulmasında her ne kadar akıl ışık olsa da, vahiy olmadan tam olarak hidayete ulaşmanın imkanı yoktur. Hidayet bulmanın en mükemmel yolu yüce Allah tarafından indirilen vahiy'dir. Rivayetler ve ictihadlar sapkınlıktır.) 44-) Cennet ashâbı cehennem ehline: Biz Rabbimizin bize vadettiğini hak olarak bulduk, siz de Rabbinizin size vadettiğini hak olarak buldunuz mu? diye seslenirler. "Evet!" derler. Ve aralarından bir müezzin, şüphesiz Allah’ın lâneti zalimlerin üzerinedir ! diye ilân eder. 45-) Onlar, Allah yolundan alıkoyan yani onu yamuk gösteren zalimlerdir. Onlar ahirete de kâfir idiler. 46-) İki taraf (cennetlikler ve cehennemlikler) arasında bir perde ve A’râf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki, bunlar henüz cennete giremedikleri halde (girmeyi) umarak cennet ashâbına: "Sizlere selâm olsun!" diye seslenirler. 47-) Gözleri cehennem ashâbina döndürülünce de: Ey Rabbimiz! Bizi zalimler topluluğu ile beraber kılma! derler. 48-) (Yine) A’râf ashâbı simalarından tanıdıkları birtakım adamlara seslenerek derler ki: "Ne gücünüz ne de kibirlik taslamanız size hiçbir yarar sağlamadı. 49-) Allah’ın, kendilerini hiçbir rahmete nail etmeyeceğine dair kasem ettiğiniz kimseler bunlar mı?" (ve cennet ashâbına dönerek): "Girin cennete; artık size korku yoktur ve siz mahzun olacak da değilsiniz" (derler). 50-) Cehennem ashâbı, cennet ashâbına: Suyunuzdan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da üzerimize akıtın! diye seslenirler. Onlar da: Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır, derler. 51-) O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler yani dünya hayatı onları aldattı. Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimize karşı geldikleri için biz de bugün onları unuturuz. 52-) Gerçekten onlara, iman eden bir toplum için hidayet edici ve rahmet olarak, ilim üzere tafsil ettiğimiz bir kitap getirdik. 53-) Fakat onlar, onun te'vilinden başka bir şey beklemiyorlar. Te'vili geldiği (haber verdiği şeyler ortaya çıktığı) gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: Doğrusu Rabbimizin Resülleri hakkı getirmişler. Şimdi bizim şefaatçılarımız var mı ki bize şefaat etsinler veya (dünyaya) geri döndürülmemiz mümkün mü ki, yapmış olduğumuz amellerden başka ameller yapalım? Onlar cidden kendi nefislerini husrâna soktular ve (Allah'a) iftira ettikleri şeyler (ilâhlar-muhaddisler-müctehidler) de kendilerinden kaybolup gitti. 54-) Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah mübarektir (bütün bereketlerin kaynağıdır.) 55-) Rabbinize boyun bükerek ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez. 56-) (Allah tarafından) Islah edilmesinden sonra yerde fesad çıkarmayın. (Azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki güzel ahlak sahiplerine Allah’ın rahmeti çok yakındır. 57-) Rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen O’dur. Sonunda onlar (o rüzgârlar), ağır bulutları yüklenince onu ölü bir memlekete sevkederiz. Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Her halde buna tezekkür edersiniz. 58-) Temiz beledin bitkisi Rabbinin izniyle (yasası gereği güzel) çıkar; kötü olandan ise faydasız bitkiden başka birşey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir kavim için âyetleri böyle tasrif ediyoruz.
5 Ocak 2022 Çarşamba
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(100. YAZI)Âraf Süresi 1-) Elif. Lâm. Mîm. Sâd. 2-) (Bu), kendisiyle insanları uyarman, iman edenlere zikir vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta göğsünde bir sıkıntı olmasın. 3-) Rabbinizden size indirilene (Kur’an’a) tâbi olun. O’nun dununda (yanında-ötesinde-berisinde) başka evliyaya tâbi olmayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! 4-) Nice ülkeler var ki biz onları helâk ettik. Azabımız onlara geceleyin yahut gündüz istirahat ederlerken geldi. 5-) Azabımız onlara geldiğinde çağırışları, "Biz gerçekten zalimlermişiz" demelerinden başka bir şey olmadı. 6-) Elbette kendilerine Resül gönderilenleri de, gönderilen Resülleri de mutlaka sorguya çekeceğiz! 7-) Ve onlara (olup bitenleri) tam bir bilgi ile mutlaka kıssa edeceğiz. Bizden hiçbir şey gâib olmaz. 8-) O gün mizan haktır. Kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. 9-) Kimin de tartıları hafif gelirse, işte onlar, âyetlerimize zulmettiklerinden dolayı nefislerini husrâna sokanlardır. 10-) Doğrusu biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size maişet vasıtaları kıldık. Ne kadar da az şükrediyorsunuz! 11-) Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem’e secde edin! diye emrettik. İblis’in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı. 12-) Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi. 13-) Allah: Öyle ise, "İn oradan!" Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! çünkü sen aşağılıklardansın! buyurdu. 14-) İblis: (İnsanların) tekrar dirilecekleri güne kadar beni gözetle (neler yapacağım) dedi. 15-) Allah: Sen gözetlenenlerdensin, buyurdu. 16-) İblis dedi ki: Öyle ise beni şaşırtmana karşılık, and içerim ki, ben de (onları saptırmak için) senin müstakim yolunun üzerine oturacağım. 17-) "Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi. 18-) Allah buyurdu: Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana tâbi olursa, sizin hepinizden cehenneme dolduracağım! 19-) (Allah buyurdu ki): Ey Âdem! Sen ve eşin cennette yerleşip dilediğiniz yerden yeyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz. 20-) Derken şeytan, birbirine kapalı yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi. 21-) Ve onlara: Ben gerçekten size nasihat edenlerdenim, diye kasem etti. 22-) Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında avret yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben sizi o ağaçtan nehyetmedim mi ve şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır, demedim mi? diye nidâ etti. 23-) (Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz nefislerimize zulmettik. Eğer bizi mağfiret etmez ve bize merhamet etmezsen mutlaka husranda kalanlardan oluruz. 24-) Allah: Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır, buyurdu. 25-) "Orada hayat süreceksiniz, orada öleceksiniz ve oradan (diriltilip) çıkarılacaksınız" dedi. 26-) Ey Âdem oğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Belki tezekkür ederler (diye onları indirdi). 27-) Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı, avret yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, iman etmeyenlere velileri kıldık. 28-) Onlar bir ahlaksızlık (şirk) yaptıkları zaman: "Babalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: Allah ahlaksızlığı (şirki) emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? 29-) De ki: Rabbim adaleti ( tevhidi) emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi (sadece) O’na ikâme edin ve dini yalnız Allah’a halis kılarak (yalnız) O’na dua edin. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz. 30-) O, bir gurubu (vahiy'le) hidayete iletti, bir guruba da sapkınlık hak oldu. Çünkü onlar Allah’ın dununda (yanında-yöresinde) şeytanları kendilerine evliya edindiler. Böyle iken kendilerinin hidayette olduklarını sanıyorlar.(İnsan tolulukları inanç haricinde kalan hatalarının çoğunu terkedebilirler. Sadece din ve imanlarının yanlış olduğunu kabul etmezler. Yani cehennemi görünceye kadar şirk dinlerini inatla sürdürmeye çalışırlar. Dini Allah'a özel kılmayan müşriktir ve cehennemde son bulacaktır. Daha doğrusu hadislere ve ictihadlara yani mezheplere dayalı din cehennem azabında son bulacaktır. Çünkü yüce Allah sadece vahiy'le gönderdiği dine razıdır.)
4 Ocak 2022 Salı
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(99. YAZI)En'am Süresi 129-) İşte böylece kazandıkları (günahlardan) ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına veli yaparız. 130-) Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran Resüller gelmedi mi? Derler ki: "Kendi aleyhimize şahitlik ederiz." Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler. 131-) Gerçek şu ki: Halkı ğâfilken, Rabbin zulm ile ülkeleri helâk edici değildir. 132-) Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından ğâfil değildir. 133-) Ve Rabbin zengindir, rahmet sahibidir. Dilerse sizi yok eder ve sizi başka bir kavmin zürriyetinden inşâ ettiği gibi sizden sonra yerinize dilediği bir kavmi getirir. 134-) Size vadedilen mutlaka gelecektir; siz (Allah'ı) âciz bırakamazsınız. 135-) De ki: Ey kavmim! Size yakışan âmeli yapın! Ben de (bana yakışan) ameli yapacağım! Yurdun sonunun kimin lehine olduğunu yakında bileceksiniz. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmazlar. 136-) Allah’ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Allah’a pay ayırıp zanlarınca, bu Allah’a, bu da ortaklarımıza (ilâhlarımıza) dediler. Ortakları için ayrılan Allah’a ulaşmıyor, fakat Allah için ayrılan ortaklarına ulaşıyor! Ne kötü hüküm veriyorlar? 137-) Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını (kızlarını) öldürmeyi süslü gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Öyle ise onları uydurdukları (hurafeler) ile başbaşa bırak! 138-) Onlar saçma (hurafelerine göre) dediler ki: "Bu (ilâhlar için ayrılan) hayvanlarla ekinler haramdır. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar da binilmesi yasaklanmış hayvanlardır." Birtakım hayvanlar da vardır ki, (Allah böyle emrediyor diye) O’na iftira ederek üzerlerine Allah’ın adını anmazlar. Yapmakta oldukları iftiraları yüzünden Allah onları cezalandıracaktır. 139-) Dediler ki: "Şu hayvanların karınlarında olanlar yalnız erkeklerimize aittir, kadınlarımıza ise haram kılınmıştır. Şayet (yavru) ölü doğarsa, o zaman (kadın erkek) hepsi onda ortaktır." Allah bu değerlendirmelerinin cezasını verecektir. Şüphesiz ki O hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir. 140-) Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine verdiği rızkı, Allah’a iftira ederek (kadınlara) haram kılanlar, muhakkak ki ziyana uğramışlardır. Onlar gerçekten sapmışlardır ve hidayeti bulacak da değillerdir. 141-) Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur. Herbiri meyve verdiği zaman meyvesinden yeyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez. 142-) Hayvanlardan yük taşıyanı ve tüyünden döşek yapılanları yaratan O’dur. Allah’ın size verdiği rızıktan yeyin, şeytanın ardına düşmeyin; şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır. 143-) Sekiz eş yarattı: Koyundan iki, keçiden iki... De ki: O, bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram etti? Eğer sâdık iseniz bana ilimle haber verin! 144-) Deveden de iki, sığırdan da iki (yarattı.) De ki: O bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı? Yoksa Allah’ın size böyle vasiyet ettiğine şahit mi oldunuz? Bilgisizce insanları saptırmak için Allah’a karşı yalan uydurandan kim daha zalimdir! Şüphesiz Allah o zalimler topluluğunu hidayete iletmez. 145-) De ki: Bana vahyolunanda, ölü veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah’tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimsenin yediği şeylerde haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin Ğafur'dur, Rahim'dir. 146-) Ve Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık. Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezâdır. Ve biz elbette sâdıkız. (Aslında evrensel olarak haram olanlardan başka Yahudilere haram kılınan özel bir şey yoktur. Bu âyette rivayetlerine cevap verilmektedir. En'am-150, 151,152) 147-) Eğer seni yalanlarlarsa de ki: Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir. Bununla beraber O’nun azabı, suçlular topluluğundan uzaklaştırılamaz. 148-) Müşrikler diyecekler ki: "Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık. "Onlardan öncekiler de aynı şekilde (Resülleri) yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: Yanınızda bize karşı çıkarabileceğiniz bir ilim var mı? Siz zandan başka bir şeye tâbi olmuyor ve siz sadece saçmalıyorsunuz. 149-) De ki: Béliğ huccet, ancak Allah’ındır. Allah dileseydi (iradelerinize ipotek koysaydı) elbette hepinizi hidayete iletirdi. 150-) De ki: Allah şunu haram etti, diye şehadet edecek şahitlerinizi getirin! Eğer onlar şahitlik ederlerse, sen onlarla beraber şahitlik etme; âyetlerimizi yalanlayanların ve ahiret gününe iman etmeyenlerin hevalarına uyma. Onlar, Rablerine denk (ilâhlar) ediniyorlar. 151-) De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi şirk koşmayın, ana-babaya güzel ahlak ile muamele edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah’ın size olan vasiyetidir. Umulur ki aklınızı kullanırsınız. 152-) Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en güzel şekilde yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah’a verdiğiniz ahde vefa gösterin. İşte Allah size, tezekkür edesiniz diye bunları vasiyet etti. 153-) Şüphesiz bu, müstakim olan yolumdur. Buna tâbi olun. (Başka) yollara tâbi olmayın. Zira o yollar sizi O'nun yolundan fırka fırka ederek (parçalar.) İşte takva sahibi olmanız için Allah size bunları vasiyet etti. 154-) Sonra güzel ahlak sahibi olanlara nimetimizi tamamlamak, her şeyi tafsil etmek, hidayete erdirmek ve rahmet etmek maksadıyla Musa’ya da kitab’ı verdik. Umulur ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına iman ederler. 155-) İşte bu (Kur’an), bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna tâbi olun ve Allah’tan korkun ki size merhamet edilsin. 156-) "Kitap, yalnız bizden önceki iki tâifeye (hıristiyanlara ve yahudilere) indirildi, biz ise onların derslerinden gerçekten ğâfildik" demeyesiniz diye; 157-) Yahut "Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok hidayette olurduk" demeyesiniz diye (Kur’an’ı indirdik). İşte size de Rabbinizden bir beyyine, hidayet ve rahmet geldi. Allah’ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalim kim vardır? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız. 158-) Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı âyetlerin gelmesini bekliyorlar. Rabbinin bazı âyetleri geldiği gün, önceden iman etmiş ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir menfaat sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!159-) Dinlerini fırka fırka edip şialara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir. (Kıraat Farklılığı: Âyette bulunan "ferrâkû dinehum" "dinlerini fırka fırka edenler..." kelimesini, "férâkû dinehum" olarak da okuyan kıraat âlimleri olmuştur. O zaman âyetin meâli şöyle oluyor. "Dinlerini bir kenara atarak fırka fırka olup şialara ayrılanlar var ya,..." Bu okuyuşa göre, tevhid dinini yani Allah'tan indirilen vahiy dinini tamamen bırakarak fırka fırka olmak vardır. Dolayısıyla artık onların yüce Allah'ın dini ile hiç bir bağlantıları kalmamıştır.) 160-) Kim (Allah huzuruna) güzellikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle bir ceza vardır yani onlar zulme uğratılmazlar. 161-) De ki: Şüphesiz Rabbim beni hidayete, sırat'ı müstakime, Allah’ı tek tanıyan (ümmetleri) ayağa kaldıran İbrahim’in hanif milletine iletti. O, hiçbir zaman müşriklerden olmadı. 162-) De ki: Şüphesiz benim salâtım, nüsüküm, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. 163-) O’nun şeriki yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim. 164-) De ki: Allah her şeyin Rabbi iken ben ondan başka Rab mı arayacağım? Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. Ve O,(dini konularda) ihtilâfa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. 165-) Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi sınamak için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, Ğafur'dur, Rahim'dir. (En'am Süresinin Sonu)
3 Ocak 2022 Pazartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(98. YAZI)En'am Süresi 91-) (Yahudiler) Allah’ı hakkıyla takdir etmediler. Çünkü "Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi" dediler. De ki: Öyle ise Musa’nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği kitab’ı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp (işinize geleni) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur’an’da) size öğretilmiştir. (Ey Nebi!) sen "Allah" de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıklarında oynayadursunlar! 92-) Bu (Kur’an), Ümmü’l-kurâ (Mekke) ve çevresindekileri (bütün insanları) uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri tasdik edici mübarek bir kitaptır. Âhirete iman edenler buna da iman ederler ve onlar salatlarını muhafaza ederler. 93-) Allah’a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken "Bana da vahyolundu" diyenden ve "Ben de Allah’ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim" diyenden daha zalim kim vardır! O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de ellerini yaymış, onlara: "Haydi nefislerinizi çıkarın! Allah’a karşı hak olmayanı söylemenizden ve O’nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!" derken onların halini bir görsen! 94-) Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi fert fert bize geldiniz ve (dünyada) size verdiğimiz şeyleri arkanızda bıraktınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranız açılmış ve (ilâh) sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir. (Yüce Allah'ın olmamış olan bir şeyi olmuş gibi anlatmasının sebebi, O'nun ilminde olmuş ile olacak, geçmiş ile gelecek arasında hiçbir fark olmamasından ileri gelmektedir. Çünkü yüce Allah'ın ilmi ezeli ve ebedidir. "Saat yaklaştı ve ay🌙 yarıldı" (Kamer-1) demesinin sebebi de budur. Kiyamet günü olacak bir olayı olmuş gibi söylüyor. Çünkü O'nun ilminde aynı şeydir.) 95-) Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır, ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde (haktan) nasıl dönersiniz! 96-)(O), sabahları çatlatandır. O, geceyi sükünet (dinlenme) zamanı, güneşi ve ay'ı (vakitlerin tayini için) birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, azîz olan (ve her şeyi) en iyi bilen Allah’ın takdiridir. 97-) O, karanın ve denizin karanlıklarında kendileri ile hidayet (yol) bulasınız diye sizin için yıldızları (bir işaret) kılandır. Gerçekten biz, bilen bir toplum için âyetleri (ayrıntılı bir şekilde) tafsil ettik. 98-) O, sizi bir tek nefisten inşa edendir. (Sizin için) bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır. Anlamak isteyen bir kavim için âyetleri (ayrıntılı bir şekilde) tafsil ettik. 99-) O, gökten su indirendir. İşte biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitkiden de kendisinde üstüste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar; üzüm bağları; bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine (ibretle) bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için âyetler vardır. 100-) (Müşrikler) Cinleri Allah’a şirk kıldılar. Oysa ki onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce O’na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Hâşâ! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir. 101-) O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O’nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O’dur. 102-) İşte Rabbiniz Allah O’dur. O’ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na ibadet edin, O her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur). 103-) Basiretler O’nu idrak edemez; halbuki O, basiretleri idrak eder. O, her şeyin iç yüzünü en iyi bilen, her şeyden haberdar olandır. 104-) (Doğrusu) size Rabbiniz tarafından basiretler (âyetler) gelmiştir. Artık kim basiret sahibi olursa kendi nefsine, kim de kör olursa kendi aleyhine yani ben üzerinize muhafız değilim. 105-) Böylece biz âyetleri geniş geniş tasrif ediyoruz ki, "Sen ders almışsın" desinler de biz de anlayan toplum için Kur’an’ı iyice beyan edelim. (Demek ki, Kur'an'ı esas tasrif, tafsil, tefsir ve tebyin ederek açıklayan yani en geniş bir şekilde detaylandıran yüce Allah'tır. Nebiler aldıkları vahyi risâlet misyonuyla sadece tebliğ ederler.) 106-) (Ey Nebi!) Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. O’ndan başka ilâh yoktur. Müşriklerden yüz çevir. (Yüce Allah, Nebi'ye "Sana vahyedilene tâbi ol" (Ahzab-1,2) derken, Resül'e "Rabbinden sana indirileni tebliğ et" (Mâide-67) buyurmuştur 107-) Allah dileseydi,(iradelerine ipotek koysaydı) onlar şirk koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir muhafız kılmadık yani sen onların vekili de değilsin. (Yani sana vahiy gönderen ve insanların iradelerine mutlak bir egemenliğe sahip olan Allah onları zorla iman etmeye zorlamaz iken, senin onları zorlaman asla doğru değildir.) 108-) Allah’ın dununda (yanında, ötesinde, berisinde) ibadet edenlere sövmeyin; sonra onlar da düşmanca, ilimsizce Allah’a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini süslü gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir. 109-) Kendilerine bir âyet( mucize) gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair kuvvetli bir şekilde Allah’a and içtiler. De ki: Âyetler (mucizeler) ancak Allah katındandır. Ama âyet (mucize) geldiğinde de inanmayacaklarının farkında değil misiniz? 110-) Yine O’na iman etmedikleri ilk durumdaki gibi onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz. Ve onları şaşkın olarak azgınlıkları içerisinde bırakırız. 111-) Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi; fakat çokları bunu bilmezler. (İnsanlar, yüce Allah'ın verdiği akıl ve mantık, irade ve özgür düşünce ile iman etmedikten sonra, onları imana yönlendirmenin imkanı yoktur. Yani sakın onlar için üzülme.) 112-) Böylece biz, her Nebi'ye insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı söz fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.(Âyette bulunan "zuhrufel kavl" "yaldızlı söz" insanları yüce Allah'ın mesajından engelleyen "hadisler, ictihadlar, din atalarının helalı haram, haram olan şeyleri helal kılan yani şirke götüren sözlerdir. Müntesipleri sanki Allah'tan gelen çok önemli bir emirmiş gibi hiç onu sorgulamadan peşinden koşarlar.) 113-) Âhirete inanmayanların kalpleri ona (yaldızlı söze) kansın, ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçu işlemeye devam etsinler diye (böyle yaparlar). 114-) (De ki): Allah’dan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitab’ı apaçık olarak indiren O’dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur’an’ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma! ("Hakem" Kur'an'da Allah, vahiy ve Resül bağlamında geçen önemli bir kavramdır. Nisa-65.âyette Resül'ün hakem olduğu haber verilmiştir. Fakat esas hakemin vahyi indiren Allah olduğu ve Allah'tan başka hüküm koyucunun olmadığı ile ilgili bir çok âyet mevcuttur.(En'am 57; Yusuf-40, 67; Şura-10; Kehf-26) 115-) Rabbinin kelimât'ı, sıdk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun kelimâtını değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir. 116-) Yerde bulunanların çoğuna itaat edecek olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece zanna tâbi olur yani onlar saçma sapan konuşurlar. 117-) Muhakkak ki senin Rabbin, evet O, kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. Ve O, hidayette olanları da en iyi bilendir. 118-) Allah’ın âyetlerine iman ediyorsanız, üzerine O’nun adı anılarak kesilenlerden yeyin. 119-) Size ne oluyor ki, üzerine Allah’ın adı anılıp kesilenden yemiyorsunuz! Oysa Allah, çaresiz yemek zorunda kaldığınız dışında, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Doğrusu bir çokları ilim (vahiy) olmadan kendi kötü hevalarına uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir. 120-) Günahın açığını da gizlisini de bırakın! Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir. 121-) Üzerine (kasden) Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar velilerine, sizinle mücadele etmeleri için vahyederler. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de müşrik olursunuz. (Mekke Müşrikleri evliya ve ilâhlarının adlarını anarak kesim yaptıkları için müslümanların bu şekilde kesilen hayvanların etlerinden yemeleri yasak edilmiştir. Yani etler konusunda belirleyici olan alenen işlenen şirk illetidir. Yoksa Yahudi ve Hristiyan, ümmilerin, deli, sarhoş, çocuk ve kadınların kestiklerini yemenin hiçbir sakıncası yoktur.) Yukarıdaki Âyette bulunan "şeyâtin" yani "şeytanlar" kelimesi, mezheplerin din adamlarıdır, "vahyetmeleri" ise, insanları yüce Allah'ın hidayet yolundan engelleyen inanç ve eserleridir. Yoksa gerçek anlamda zihinsel ve sanal şeytanların kendilerine tâbi olanlara vahyetmeleri ve iman edenlere karşı mucadele için, güç ve kabiliyet kazandırmaları mümkün değildir.) 122-) Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu? İşte kâfirlere yaptıkları böyle süslü gösterilmiştir. 123-) Böylece biz, her kasabada (Resül'e-vahye) tuzak kurmaları için, günahkârlarını liderler kıldık. (imtihan gereği onlara bu fırsatı verdik) Onlar yalnız kendilerine tuzak kurdular, ama farkında değiller. 124-) Onlara bir âyet geldiğinde, Allah’ın elçilerine verilenin benzeri bize de verilmedikçe kesinlikle inanmayız, dediler. Allah, risâletini kime vereceğini daha iyi bilir. Mücrimlere, yapmakta oldukları hilelere karşılık Allah tarafından aşağılık yani şiddetli bir azap isâbet edecektir. 125-) Kim isterse, Allah onu (vahiy'le) hidayete iletir göğsünü İslam'a şerheder (açar). Ve kim de (vahiy'den yüz çevirmekle) sapkınlığını isterse kendi göğsünü; göğe çıkıyormuş gibi daraltır. Allah iman etmeyenleri işte böyle pisliğe (mahkum) kılar. 126-) Bu (vahiy), Rabbinin sırat'ı mustakim yoludur. Biz, tezekkür eden bir kavim için âyetleri ayrıntılı olarak tafsil ediyoruz. 127-) Rableri katında onlara dârus-selâm yurdu vardır.Ve yapmakta oldukları (güzel) amelleri sebebiyle Allah onların velisidir. 128-) Allah, onların hepsini bir araya topladığı gün, "Ey cinler topluluğu! Siz insanlarla çok uğraştınız" der. Onların, insanlardan olan dostları ise: "Ey Rabbimiz! (Biz) birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık" derler. Allah da buyurur ki: Allah’ın dilediği hariç, içinde devamlı kalacağınız yer ateştir. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir,(herşeyi) bilendir.
1 Ocak 2022 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(97. YAZI)En'am Süresi 61-) O, kullarının üstünde yegâne kudret sahibidir. Sizin üzerinize koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz onu vefat ettirirler. Onlar görevde kusur etmezler. 62-) Sonra hak mevlâları olan Allah’a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız O’nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur. 63-) De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) sizi kim kurtarır ki? (O zaman) O’na boyun bükerek, alçalarak ve gizli gizli "Eğer bizi bundan kurtarırsan andolsun şükredenlerden olacağız" diye dua edersiniz. 64-) De ki: Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine O’na şirk koşarsınız. 65-) De ki: "Allah’ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter." Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl tasrif ediyoruz! 66-) Kur’an hak olduğu halde kavmin onu yalanladı. De ki: Ben size vekil (kefil) değilim. 67-) Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında siz de gerçeği bileceksiniz. 68-) Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma. 69. Takvâ sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat belki korunurlar diye hatırlatmak gerekir. 70-) Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri (bir tarafa) bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felâkete dûçar olmaması için Kur’an ile nasihat et. O nefis için Allah’tan başka ne veli vardır, ne de şefaatçı. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günahlar) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Küfürlerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır. 71-) De ki: Allah’ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi dua edelim? Allah bizi hidayete ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise: "Bize gel!" diye hidayete çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (küfre) mi döndürüleceğiz? De ki: Allah’ın hidayeti, şüphesiz ki o hidayetin ta kendisidir. Bize sadece âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir. 72-) Ve salât-ı ikâme edin ve Allah’tan korkun" (diye de emredildik). O, huzuruna varıp toplanacağınız Allah’tır. 73-) O, gökleri ve yeri hak ile (bir hikmete yönelik olarak) yaratandır. "Ol!" dediği gün (herşey) oluş sürecine girer. O’nun sözü haktır. Ve Sûr’a üflendiği gün de mülk O’nundur. Gizliyi ve açığı bilendir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır. 74-) İbrahim, babası Âzer’e: Birtakım putları ilâhlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapkınlık içinde görüyorum, demişti.75-) Böylece biz, yakin iman edenlerden olması için İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. 76-) Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi. 77-) Ay’ı doğarken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana hidayeti göstermezse elbette yoldan sapan kavimlerden olurum, dedi. 78-) Güneşi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) şirk koştuğunuz şeylerden beriyim. 79-) Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim. 80-) Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: Beni hidayete iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O’na şirk koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim’in bir şey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hâla tezekkür etmeyecek misiniz? 81-) Siz, Allah’ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O’na şirk koşmaktan korkmazken, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki fırkadan hangisi emniyette olmaya daha lâyıktır? 82-) İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte emniyet onlarındır ve onlar hidayeti bulanlardır. 83-) İşte bu, kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz hüccetlerimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini (vahiy'le) yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyle bilendir. 84-) Biz O’na İshak ve (İshak’ın oğlu) Yakub’u da armağan ettik; hepsini de hidayete ilettik. Daha önce de Nuh’u ve O’nun soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı ve Harun’u hidayete iletmiştik; Biz güzel ahlak sahiplerini işte böyle mükâfatlandırırız. 85-) Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas’ı da (hidayete iletmiştik). Hepsi de iyilerden idi. 86-) İsmail, Elyesa’, Yunus ve Lût’u da (hidayete erdirdik). Hepsini âlemlere (insanlara) üstün kıldık. 87-) Onların babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarına da (üstün meziyetler verdik). Onları seçkin kıldık ve hidayete ilettik. 88-) İşte bu, Allah’ın hidayetidir, kullarından dileyeni ona iletir. Eğer onlar da Allah’a şirk koşsalardı yapmakta oldukları amelleri elbette boşa giderdi. 89-) İşte onlar, kendilerine kitap yani hikmet yani nübüvvet verdiğimiz kimselerdir. Eğer onlar bunlara kâfir olursa şüphesiz yerlerine bunlara kâfir olmayacak bir kavmi vekil kılarız. 90-) İşte onlar Allah’ın (vahiy'le) hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna iktida et. De ki: Ben buna (risâlet görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu (Kur’an) âlemler (insanlar) için ancak bir zikirdir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)