15 Ocak 2022 Cumartesi

SALÂT, DUA ve NAMAZ!!! (3.YAZI) Bütün beşeri dinler kendi inançlarını ispat etmek için bir takım ritüeller yapmaktadırlar. Ama İslâm, insanları şirksiz saf imana yönlendirmek için; hayatın her alanında mümini salih ameller ve güzel ahlak ile imtihan eder, yani sonuçta kişinin sadece ameline ve güzel ahlakına bakar. Yüce Allah, insanın akıl ve fıtratına yani vahye uygun olan ahlak ve amellerine değer verir. Bunu yüzlerce âyette görmek mümkündür.Kur'an, “secde” alnı yere koymayı değil, insanın hayatına yön verecek âyetleri kabul edip onlara kayıtsız şartsız iman ve itaat etme anlamında kullanmıştır. Yüce Allah af dileyeni de af edeni de sever, adaletli davrananı da. Kur'an akla hitap eder. İmanın akılla donatılmasını ister. Aklı olmayanı imandan sorumlu tutmamıştır. “Namaz kılmakla imanımı güçlendiriyorum, imanımı namaz kılmakla gösteriyorum” inancı cehaletten başka hiçbir şey değildir. Çünkü İslam'ın ve imanın, ibadet ve ihlasın, adalet ve merhametin, akıl ve ilmin, güzel ahlak ve adaletin tek göstergesi Kur'an'dır. Her şey Kur'an'ın bilinmesine gelip dayanıyor. Kur'an bilinirse, Kur'an'a değer verilirse, Kur'an'ın kavramları doğru bir şekilde çözülürse, dinde tek kaynak olarak Kur'an kabul edilirse, diğer bütün ibadetler yüce Allah indinde değerli hale gelir.Yoksa Kur'an'sız yaşanılan dinin Allah indinde hiç bir değeri bulunmamaktadır. Yani vahiy yerine beşeri rivayetleri dinin tek kaynağı olarak kabuk edeceksiniz, şirk mezhebinin içinde bir ömür geçireceksiniz, Kur'an ne emrediyor umurunuzda olmayacak, muhaddis ve müctehidleri Allah'ın yerine koyacaksınız, insanlık için erdemli hiçbir faaliyetiniz olmayacak, sonra da “namaz kılmakla imanımızı kurtarıyoruz!” diyeceksiniz. Kur'an'sız iman sahte paraya benzer, görünüşte vardır ama yüce Allah'ın indinde hiç bir değeri yoktur. Kur'an'ın bir çok âyetinde yüce Allah'a iman ettikten sonra salih ameller yapanların dünya hayatında ve âhirette kurtuluşa ereceklerini bildiriyor. “Salih ameller yapmak” "Namaz kılmak mıdır" yoksa Kur'an'ın ilim ve hikmetiyle, güzel ahlak ve merhametiyle toplumu şuurlandırma ve bilinçlendirme midir? Oruç tutmak, hac ve umre yapmak, dua etmek gibi şeyler sâlihatın içinde değil, hasenâtın içinde yer alan faaliyetlerdir. Hasenât, insanın kendisi için yaptığı şeyler demektir. Salih ameller ise; İnsanın kendisinden başkaları için yaptığı hayırlar yani ıslah faaliyetleri demektir. Tüm Resüllerin gönderiliş amaçları ıslahattır. Namaz ritüeli, yalnızca şekillere ve şuursuzca okumalara kulluğu öngören müstakil bir din haline dönüşmüştür. Bundan dolayı namaz ritüeli, hayatın tüm alanlarını kapsayan ibadet, ihlas, ihsan, İslam, salih amel, takva gibi Kur'ani erdemlere giden yolu tıkayarak, ümmeti beşeri yani batıl yollara kanalize etmiştir."VEYL DAMGASI ALAN SALÂT HANGİSİDİR?Bu salât müşriklerin salatıdır. "Dini yalanlayanı gördün mü?İşte o, yetimi itip kakandır. Yoksulu doyurmağa da teşvik etmez. Artık o musallinlere veyl olsun! Ki onlar, salât’larından gaflet içindedirler. Onlar ki, gösteriş yaparlar! Ve mâun’a da engel olurlar.”(Mâun Süresi-1,7)Uydurma, beşeri, şirk, batıl din mensupları da salât için bir araya geliyor, sohbet ediyor, konuşuyor, kitap okuyor, bilgileniyor, fikren ve zihnen besleniyorlar. Yani aslında salâtlarını yerine getiriyor lar, Kur'an'a göre onlar musallindirler.Fakat cehalet ve kibirlerinden dolayı büyük bir olayın ve önemli bir hakkın farkında değiller.Salâtın merkezinde Kur'an'ın ilmi ve hikmeti yoksa o salat müminlerin değil, müşriklerin salâtıdır. Salâtınızda din atalarınızın ve efendilerinizin şirk kitaplarını okuyarak gerçek salât'ı yani Kur'an'ın mümini ve müslümanı olamazsınız. Yoksa Allah, hem salât'ı ikâme edin, hem de o musallinlere veyl olsun der mi?Devasa mabedleri, minare ve halıları, mermer ve avizeleriyle, gösteriş ve şaşasıyla fakir ve miskinlerin görülmesini engelleyen en önemli şey namazdır. Cami inşa etmekle direk olarak cennete girmek varken, fakir ve miskini kim ne yapsın? Aslında yüce Allah, Kur'an'da insanlara gerçek anlamda ibadetin ne olduğunu bildirdiği ve tüm Resüllerin de yerine getirerek tâbi oldukları şeyin içi boş ve anlamsız bir ritüel olmadığını, içten ve samimi bir yakarışla yapılan dua eylemi olduğunu, şu âyetlerde haber veriyor. "Rabb'inize tederruân (Allah'ın yüceliği karşısında küçülerek, fakirliğinizin ve âcizliğinizin farkında olarak) yani hufyeten/açıkça ve gizlice dua edin, yalvarın, yakarın. Kuşkusuz O, haddi aşanları sevmez.Ve (Allah tarafından) ıslah edildikten sonra, yerde fesat yapmayın. O'na endişe ve ümit ile dua edin. Kuşkusuz Allah'ın rahmeti güzel ahlak sahiplerine yakındır.(Â'raf-55,56)Burada anlatılan dua eylemi bir ritüeli içermiyor. Yani bilinen namaz değildir. Bu eylemin bir vakti, süresi, sayısı sınırı yoktur. İsteyen bu dua eylemini kendi istediği bedensel hareketleri katarak da yapabilir. Kimse buna karışamaz. Bu kul ile yüce Allah arasında özel bir meseledir. İnsanın kendi durum ve ihtiyaçları ile ilgili bir durumdur. Bunu Nebi, Resül ve iman edenlerin hayatında Kur'an'ın penceresinden sık sık görüyoruz. İster kavimleri, ister ailevi olsun Nebi ve Resüller zor bir durumla karşı karşıya kaldıkları zaman hemen yüce Allah'a iltica ederek O'ndan yardım istiyorlardı. Bununla ilgili onlarca âyet vardır. İhlas ve takva ile içten gelerek, kulluk bilinciyle, fakir ve miskinliğimizi bildirerek, tevâzu ile Rabbimizle iletişim kurmak, yalnız O'ndan isteyerek ve yalnız O'na kul olduğumuzu ifade ederek, infak, tevhid ve güzel ahlakla yakarmamız, yüce Allah'ın iman edenlerden gerçek anlamda razı olduğu ve istediği bir eylem olacaktır. Mümin dilerse, kendi dilinde, ihlas ve takva ile gönülden bağlı ve her türlü şirk unsurundan arınmış, saf bir imanla yalvarıp yakaracak, boyun bükerek günahlarını itiraf edecek, isterse alnını yüzü koyun yere koyacak, gönülden gelen duygularla, gözyaşı dökerek, tüm benliğiyle sadece Allah'a teslimiyet içinde yalvaracaktır. Kur'anda Allah'a bu şekilde içten ve samimi bir yakarışla, yani dua eylemini yaparak Rabbimiz ile iletişim kurmamız gerektiği şu âyetlerle de ortaya konmaktadır. "Kullarım, sana, beni sorarlarsa bilsinler ki ben, yakınım. Bana dua edenin, duasına karşılık veririm. O halde onlar da benim dâvetime icabet etsinler ve bana gerçek anlamda iman etsinler ki rüşde- irşada erişmiş olsunlar. (Bakara-186)"Rabb'iniz dedi ki: “Bana dua edin ki size icabet edeyim. Bana ibadet etmeye kibirlenenler, alçaklanmış olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü'min-60)" De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Andolsun siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacaktır. (Furkan-77)Aslında insanın fıtratında bulunan Allah'tan istekte bulunma, Allah ile buluşma, O'nun huzurunda kendini arzederek Allah'ın varlığı karşısında ne kadar yetersiz, küçük, günahkar, muhtaç, aciz ve fakir olduğunu ifade etmek, boyun bükerek yalnız O'ndan istemek, içten ve samimi bir yakarışla, gönülden bir bağlılıkla gözyaşı dökerek, rızasını isteyip yerlere kapanarak yapılan ve tüm Nebi ve Resüller tarafından icra edilen dua eylemini, maalesef Ehl-i Sünnet ve Şia'nın din adamları, uydurma rivayetler ve içtihadlar yoluyla mistik bir tapınma ritüeline yani "Namaza" dönüştürerek, yüzlerce ayrıntı ve teferruatlara boğarak, kendi özel amaçları için ve özellikle Kur'anî kavramların en önemlilerinden biri olan, kendine özgü geniş bir anlam ve öneme sahip olan salât'ın üzerini örtmek, insanları Kur'an'dan uzaklaştırmak için kullanmış ve zamanla bu Namaz ritüeli Kur'andan hebersiz toplum tarafından dinin olmazsa olmazı ve dinin direği olarak ümmi halka kabul ettirilmiştir. Şu sorunun cevabı var mıdır?Yüce Allah'a ancak belirli bir ritüel ile dua ve niyazda bulunmak, yani bugün bilinen anlamda namaz denilen ritüeli yerine getirmek din adına bu kadar gerekli ve Allah'ın en önemli emri ise, neden Kur'an'da bunun nasıl kılınacağı, tarifi, hareketleri, okunacak dua ve âyetlerin ne olduğu, vakitleri v.b. net ve açık bir şekilde yüce Allah tarafından birkaç ayette bildirilmemiştir. Yani namazınızın Musa (a.s) ın sadece annesinin sütünü emdiğini haber veren âyetten daha önemli değil midir? Veya namazınız insanların kiminle oturup yemek yiyeceklerini haber veren âyetten daha önemli değil midir?Veya namazınız, İsrailoğullarının sarı ineği kadar bir değere sahip değil midir? Daha bu örnekler gibi onlarca örnek vermek mümkündür. İbrahim ve oğlu İsmail (a.s) ile birlikte Beyt'in temellerini yükseltirken; "Ey Rabbimiz! Sana ibadet etme usul ve şekillerini bize göster" dememiş miydi? (Bakara/127-128)İbrahim (a.s) ve oğlu İsmail (a.s) yüce Allah'tan bu şekilde bir istekte bulunup ibadet etme şeklini ve tarifini göstermesini istedikleri halde onlara niye bir cevap verilmemiştir? Yani şöyle ibadet edin, bunu şöyle yapın, ya da örneğin salâtı şu şekilde, şu vakitte, şu rek'at sayısında, elleri bağlayıp, son oturuşta selam vererek bitirin şeklinde hiç bir açıklama yapılmamıştır. Çünkü yüce Allah, insanlara Kur'an'da nasıl ibadet edeceklerinin şekilsel yönünü ve boyutunu değil, ilkesel yönünü ve boyutunu anlatmış ve bizi bu temel ilkelerden sorumlu tutmuştur, Çünkü yüce Allah şekle değer vermez, inanca, zihne, takvaya, ihlasa, fikre, güzel ahlaka, salih amellere yani fiil ve eyleme değer verir.Çünkü şekil, her zaman insanları mahalle baskısına ve gösteriş yapmaya mecbur bırakır. Dolayısıyla Kur'anda geçmeyen ve nasıl yapılacağı anlatılmayan Namaz, Allah’ın emri olarak görülmemesi gerekiyor. Aslında Allah'ın emri olan, âyetlerde ayrıntısı, ruhu, anlamı ve içeriği Allah tarafından bildirilen ve tüm Nebi ve Resüllerin hayatında gördüğümüz dua eylemidir.Çünkü duada belli bir amaç, ilahi bir destek, önemli bir şuur ve büyük bir ihtiyaç mevcuttur. Biz vahiy ehli muvahhidler olarak, Şiâ ve Ehl-i Sünnet din adamlarının uydurma rivayetlerle ve beşeri ictihadlarla şekilsel bir ibadete dönüştürdükleri, ayrıntılı ve takıntı derecesindeki teferruatların içinde boğdukları, öncesinde abdest adı verdikleri ritüelin şart olduğu, insanlara şuur ve bilinç açısından hiçbir şey kazandırmadığı, sadece alışılmış ve ezberlenmiş bir görevi yerine getirmek için yaptıkları, gönülden gelen samimi duygularla değil, sadece sevap kazanma amacıyla icra ettikleri, gizli olmayan, ezan sesiyle beraber çoğu zaman gösteriş içeren, içi boş, yapayım da aradan çıksın diye bir anlayışla yerine getirilen ve adına Namaz denilen ritüeli değil, sadece Allah'a temiz bir imanla yaklaşmak ve yalnız O'ndan istemek için gönülden gelen bir yakarışla, ezberlenmiş ve bilinçsizce yapılan hareketler yerine bilinçli bir iman ile ne dediğini bilerek, önceden belirlenmiş vakitlerde değil, içinden gelen, her an yapılabilen, belli bir sayıda değil, istenildiği kadar, belli bir yöne değil, Allah'ın her yerde olduğu bilinciyle her yöne ve her zaman yapılabilen, sadece Allah'ın rızasını kazanmak için samimi bir yakarışla ve gizli olarak, Allah'a içten boyun eğip acziyet gösterip küçülerek, yalvara yakara, gönülden bağlanarak, gözyaşı dökerek, yerlere kapanarak yapılan, yüce Allah ile kalpten gelen bir diyalog kurarak, sevap kazanmak için değil sadece Allah'ın rızasını kazanmak için yapılan dua eylemini yerine getirip, beşeri kurallara göre değil, tevhid esaslı hanif İslam'a yani Allah'ın Kur'anda gösterdiği şekilde Allah'a yaklaşmak için dua edelim. Bir Nurcu yurdunda gördüğü baskıya dayanamayarak video çekip ardından yurdun beşinci katından atlayıp intihar eden tıp öğrencisi Enes Kara'nın ne dediğine bir bakalım, namaz neymiş? "Şu an cemaat yurdunda kalıyorum. Hiç kalmak istemememe ve bunu aileme defalarca söylemiş olmama rağmen, beni burada kalmaya zorladılar... Lise ve ortaokulda yine böyle medreselere sıkça geliyordum bazı tatillerde yatılı kalıyordum. O zamanlar da istemiyordum ama ailem zorluyordu ve haftada bir iki gün geliyordum ya da yılda bir iki hafta yatılı kalıyordum. Çok da zor değildi. Bir de en fazla üniversiteye kadar gelirim zaten diye düşünüyordum. Burada vakit namazları zorunlu. Cemaat şeklinde kılıyoruz namazdan sonra ders var. Otuz dakika sürüyor yaklaşık her vakit. Günlük bir saat burada olan kitaplardan okumamız zorunlu. Haftanın üç günü cemaat dersine katılmak zorunlu. Yemekleri yine öğrenciler yapıyor, haftanın bir günü temizliği yine biz yapıyoruz. Sabah namazıyla uyanıyorum, okula gidiyorum geliyorum, akşam namazı, yemek, okuma, yatsı namazı, cemaat dersi sonra saat on oluyor.Zaten ertesi gün tekrar 6.30 gibi namaza uyanıyorum. Pazartesi günleri böyle, diğer günler de cemaat dersi yok. Bir tek sekizde serbest oluyorum. Hafta sonu da benzer. Yine üç saat gibi bir şey kalıyor ve kalan zamanda adam akıllı ders de çalışamıyorum. Çünkü psikolojik olarak yorgun oluyorum. Bu iki sorunu ayrı ayrı düşününce aslında katlanılamayacak şeyler değil ama bunları birleştirince tüm yaşama sevincimi alıyor, özgür hissetmiyorum kendimi yirmi dört saatten kendime ayırabildiğim 3 saat falan"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder