7 Haziran 2022 Salı
KUR'AN'DA SALÂT(4.YAZI)Kur'an'da öyle iki âyet vardır ki bu âyetler sadece Nebi (a.s) a özel olarak salât'ı ikame etmesi için günün bazı zamanları değerlendirmesinden bahseder.Bunlar Hud süresi 114.âyet ve İsra süresi 78. ayettir.İlginç bir şekilde iki âyet de tekil formundaki "ekimissâlâte" "salât'ı ikâme et" kelimesi ile başlamaktadırlar.Bu da demek oluyor ki bu âyetler tamamen Nebi (aleyhisselam) a hitap etmektedir.O zaman burada şöyle bir soru doğuyor. Allah neden Nebi (a.s) a günün belli vakitlerinde "salât-ı ikâme etmesini" tavsiye ediyor? "Tesbih, Salat ve Vakit" yazılarını okumadan önce Allah Resülünün vahyin içinde nasıl bir yoğunlaşma yaşadığını bilmek çok önemlidir. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının rivayetler dininde yaşadıkları yoğunlaşmanın bin katı kadar vahyin merkezinde bir hayat yaşıyordu. Çünkü Mekke'de bütün yük onun sırtında idi. İşte bu yüzden tesbih ve salat'ı ikame ile ilgili emir ve tavsiyeler her zaman tekil formunda yani ona özel gelmiştir. Yani gece vakitlerinde Allah Resülüne özel bir motivasyon ve enerji sağlıyordu. Şii ve Sünni din adamları Nebi ve Resülün arasında bulunan farkları, Kur'an'daki kavramları, Mekke ve Medinenin şartlarını bilmedikleri için daha doğrusu Kur'an'a hakkıyla iman etmedikleri için bu gerçekleri anlamaktan uzak kalmışlardır. Yani Mekke'de vakit ayırma ihtiyacı salât'ı ikamenin içinde öncelikle bireysel olarak ortaya çıkan bir gerçektir.Bağlantınızın (salâtınızın) bir daha asla kopmamasını istediğiniz için öğrendiklerinizin üstüne koyarak ilerlemeye artık kesinlikle vakit ayırmak ihtiyacı hissedeceksiniz. "Salât'a kalktığınızda Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Ne zaman ki güvenliğinizden tatmin oldunuz artık salât'ı ikame edin. Çünkü salat'ın vakitlerini yazmak(tayin etmek) müminlerin üzerine belli bir görevdir" Yani onun vaktini belirlemek müminlerin üzerine düşen bir görevdir.((Nisa-103) Herhangi acil bir durum ve ihtiyaç hallerinde tayin edecekleri zamanlarda mescidlerde bir araya geleceklerdir. "innes saléte kénet alelmüminine kitében mevkuten" cümlesi, bunu apaçık olarak ortaya koymaktadır. Şii ve Sünni din adamları namaz ritüelinden dolayı âyetin son cümlesini tahrif etmişlerdir. "Sabredenler, sâdık olanlar yani gönülden boyun eğenler yani infak edenler ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir"(Âli İmran-17)Bu ayetteki “seher vakitleri” ifadesi “Ey müminle! Hepiniz her sabah seher vaktinde af dileyin” anlamında değildir. Hûşû ile bağlantısını ayakta tutanların tesbihleri için örnek olarak gösterilen bir zaman dilimidir. Kesin bir emir ya da görev değil, ibret alınacak bir misaldir. Yalnız başına kalınabilecek ve rahatça tesbih edilebilecek ve Allah’tan af dilenebilecek çok özel bir zaman dilimidir. Uykusuz kaldığımız bir gecenin sabahında bile mutlaka kalkıp o saatte yapacağımız bir görev değildir. "Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir ümmet vardır ki; gece vaktinde ayakta durup Allah'ın âyetlerini tilâvet ederler yani secde ederler" (Âli İmran-113)Benzer bir durum burada da vardır. Gece vakti ayakta kalıp Allah’ın âyetlerini okuyup çözümlemek, üzerinde düşünmek ve tam bir kavrayışa ulaşmak için farkındalık sahibi olmaya çalışmak erdemli bir meziyettir. Salât'ı ikâme etmek (vahiy'le bağlantısını ayakta tutmak) isteyenler için örnek bir ahlak biçimidir. Gecenin sessizliğinde çalışmak, kavrama kolaylığı açısından çok faydalıdır. Ama her gece için emredilen mutlak bir vazife değil, örnek gösterilen bir emek ve yöntemdir. Fırsatı olanların ve kendine fırsat yaratanların zaten yapmak isteyeceği bir ders çalışma işidir."(Zekeriya) “Rabbim! Bana bir delil (âyet) kıl.” dedi. Senin âyetin, işaretleşme dışında, insanlarla üç gün konuşmamandır. Rabbini çokça zikret yani akşam sabah O’nu tesbih et"(Âli İmran-41)"Böylelikle (Zekeriya) mihraptan kavminin karşısına çıkıp onlara işaret etti: Sabah akşam tesbih edin"(Meryem-11)Sabah ve akşam olarak diğer tesbih âyetlerine uygun olarak da alınabilir, süreklilik ifadesi olarak da kabul edilebilir. Her iki şekilde de tesbih geçmektedir."Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar salâtı ikame et yani fecir Kur’an’ı (okumasını yap): Öyle ki fecir okuması müşahede edilebilirdir (görünürdür, şahit olunurdur).Gecenin bir kısmında sana özel ilave olarak onunla uyanık kal. Umulur ki Rabbin seni hamd edilecek bir makama (yere) ulaştırır"(İsra-78, 79) Buradaki vakitler yine sadece Nebi'ye özel olan Hud 114’de yazılı vakitlerin farklı bir üslupla yazılmış halidir. Âyette bulunan vakitler ve Hud 114’deki vakitler aynı vakitlerdir: Sabah, akşam ve gecenin bir kısmı."Kur'ânel-fecri" “Fecir okuması” tabirine gelecek olursak. Kur'an’da ne yazdığını anlamak gibi bir derdi olan ve o kitab'ı bir ikon ve fetiş yapmak için değil mesajı alıp doğruya ulaşmak üzere o kitab'ı okuyanların eminim ki birçok kere kulaklarının tırmalanıp takıldığı bir yerdir İsra 78. âyet. Ki bu âyeti, geleneksel meal yazarlarının hemen hepsi aynı biçimde çevirmişler. “Sabah namazı tanıklıdır” Hatta kimileri hızını alamamış ve “sabah namazına melekler şöyle şahit olurlar, böyle şahit olurlar” diyerek kelimeleri tahrif etmekle kalmayıp, olmayan kelimeleri de kitabın meâline eklemişler. Peki, neden böyle yapmışlar? Konunun hastalıklı yani mezhepsel bir saplantıyla namazla bağdaştırılıyor olmasıdır. Halbuki burada ikame edilmesi istenen salât, namaz değil yine bir tesbihtir. Nebi'yi ve arkadaşlarını Mekke'den çıkarma planları yapan veya kendi istedikleri kıvama getirmek isteyen müşriklere karşı yapılacak mücadelenin zihinsel hazırlığıdır. Âyetin önündeki ve arkasındaki âyetleri de okursanız bunu net olarak göreceksiniz. Nebi bu konuda sıkıntı çekiyor. Ne yapılması gerektiği üzerinde düşünüyor ve Allah’ın yardımını umuyor. Enine boyuna iyice düşünmeden karar vermek istemiyor. Buradaki tesbih bir hal tarzı çalışmasıdır. Kendi hayatımızda karşılaşabileceğimiz farklı konularda da ibret alınabilecek bir örnektir. Detaylandırılabilir ana mesaj kabaca şudur: “Başkaları tarafından başına bir sıkıntı getirildiğinde etraflıca düşünmeden hareket etme. Yol gösterici kitabın üzerinde çalış yoğunlaş. Konuyu analiz etmeye vakit ayır, sonra kararını ver ve yalnız Allah’a tevekkül et, sabırlı ol ve ümidini kesme. Oysa âyetlerin önüne ve arkasına bakmayanlar. O kadar sıkıntı içerisinde bulunan Nebi (a.s) ın başındaki belayı unutup hangi saatlerde nasıl namaz kılacağının ve kılacağı namaza meleklerin şahit olup olmayacağının derdine düştüğüne inanıyorlar. Hatta Şii ve Sünni din adamlarına kalsa Nebi (a.s) başında kılıç sallanırken bile namazını bozmayacağını ileri süreceklerini biliyoruz. Ama Kur'an’da böyle saçma sapan bir manzarayı göremezsiniz. Tam tersine tehlike anlarında salât'ın kısa tutulması gerektiği bile söylenir.Ayette geçen “fecr”in “sabah aydınlığı”, Kur'an’ın ise “okunan, okuma” anlamına geldiğini herkes bilir. “Meşhuden” ifadesi ise “görünen, görünür, görülebilir, tanık olunabilir, müşahede edilebilir” demektir. Yani âyette anlatılmak istenen şey, fecir’deki okumanın sadece dille değil, gözle ve gönülle de görülebilir bir okuma olduğudur. Okuyup düşünme işinin aydınlıktan dolayı kolaylaşmış olduğudur. Çünkü akşam alacakaranlığından gecenin kararmasına kadar ve gecenin bir bölümünde de konu üzerinde düşünen Nebi (a.s) ın osaatlerde fecir ile birlikte aydınlığa da kavuşmuş olması söz konusudur.Evet kelime “şâhit olunan” diye de çevrilebilir ama bu tanık olunma hali başkalarının gelip bize şâhit olması değildir. Şu halde onların söylediklerine rağmen sen sabırlı ol yani güneşin doğuşundan ve batışından önce ve geceden bir vakitte Rabbini hamd ile tesbih et yani böylece gündüzün taraflarında tesbihte bulun. Umulur ki razı olursun"(Tâhâ-130)Tâhâ 130. âyetteki vakitler, yine Hud 114; Rum 17, 18; Kaf 39,40 ve İsra 78-79’daki zaman dilimlerinin farklı cümlelerle aynısının ifadesidir ve yine vakitli salât değil tesbih içindir. Âyetlerin içinde bulunduğu sürelerin hepsi Mekke'de nazil olmuş ve tamamen Nebi (a.s) a özel olarak gelmişlerdir. Çünkü Mekke'de inen seksen küsür sürenin hiç bir tanesinde çoğul olarak "salât'ı ikame edin" diye bir emir yoktur. Dolayısıyla Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları tarafından "namaz vakitleri" olarak görülen âyetlerin hiç birinde vakit açısından müminleri ilgilendiren bir şey bulunmamaktadır. Yani müminlerin kendi aralarında istişare ile belirledikleri vakitler haricinde salâtın vakti diye bir şey yoktur.Ancak cuma salat'ı ve acil durumlar bundan müstesnadır. Yani şu gerçeği iyi anlamak gerekiyor. Mezhep imamları ve müctehidler tarafından Salât vakitleri olarak algılanan âyetler Nebi(a.s) özel olarak inmişlerdir. Ancak müminlerin de bu vakitleri değerlendirmelerinde hiç bir sakınca yoktur. Yeter ki büyük bir farz gibi telakki edilerek ümmeti de bundan sorumlu tutmasınlar. “Gündüzün tarafları” ifadesi bu vakitlerin gündüzün içinde olmadığından, etrafında (dışında) olduğundandır. Ön ve arka âyetlere bakıldığında yapılacak tesbihin de yine bağlamdaki sorunlar çerçevesinde olduğu görülür."(Allah’ın nuru) Allah'ın, onların yükseltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir. Onların içinde sabah akşam O'nu tesbih ederler"(Nur-36)Bu âyet toplu halde yapılan vakitli salât'a katılanların kendi evlerinde de süreklilik gösteren biçimde tesbih ettiğini gösteren bir âyettir. Bu salât cuma suresinde geçen ifadelere benzemektedir ve salât'ı ikame bağlamında açıklanıyor."(Onlar öyle) adamlar ki; ne ticaret yani ne alış-verişin onları Allah'ın zikrinden (Kur'an'dan) yani salât'ı ikame etmekten ve zekât'a (arınmaya) gelmekten alıkoymadığı kimselerdir. Onlar kalplerin ve bakışların altüst olacağı günden korkarlar"(Nur-37)Şimdi konu ile ilgili en önemli âyetlerden birine geldik."Ey iman edenler! Himayeniz altında olanlar yani sizden erginliğe ulaşmamış olanlar üç kez izin istesinler: Fecir salâtından önce, gün içinden (öğle vakti) elbiselerinizi çıkarttığınız vakit ve işa (akşam) salâtından sonra. Üçü de özel (avret vakitleri)dir. Bunların dışında size de onlara da bir günah yoktur. Yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında olabilirsiniz. İşte Allah, size âyetleri böyle beyan ediyor. Allah bilendir, hâkim olandır" (Nur-58)Meşhur üç vakit âyeti! Aslında burada üç değil iki vakit var. Konu da esasen vakit değil aile içi terbiye. Yani iki vakit de namazla veya vakitli salâtla ilgli değil, tesbihle ilgili yukarıda konuştuğumuz vakitler. Salât kelimesinin kullanılmasının bir nedeni de aile içinde sabah ve akşam ailece tesbihin yapılabilir olması (Nur- 36) da olabilir. Neticede fecir ve işa olarak burada geçen salâtlar sabah ve akşam tesbihleridir. Öğle elbiselerin çıkarılması vakti ise salâtla ilgili değil sıcak iklimde yaşanan yerel dinlenme saatleriyle ilgili bir zaman aralığıdır."Onlar, (Rahmanın kulları) Rablerine secde ederek ve kıyama durarak (ayakta kalarak)gecelerler"(Furkan-64) Vakit bağlamı yönünden tamamen hûşûyla ve gece tesbihiyle ilgili bir âyet olarak görünüyor."Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah'ı tesbih edin yani göklerde ve yerde hamd O'nundur, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de"(Rum-17, 18)Aslında özel vakitler olmasından ziyade burada o özel zaman dilimlerinin de kati bir şart olmayıp şartlar içinde bir tavsiye olduğu açık olarak anlaşılıyor.Yine sabah ve akşam var. Tesbih var. Ama bu iki âyeti ilginç kılan başka bir durum daha var: "Günün sonu ve öğleye erdiğiniz vakit" Bu ikisinin gündüzün iki bölümü; yani öğleden akşama (günün sonu) ve sabahtan öğleye (öğleye erdiğiniz vakit) olma ihtimali kuvvetli görünüyor. Bu âyetteki kelime seçimleri de anlamlıdır: Genelde hamd ile tesbih birlikte kullanılan kelimelerdir. Rum on yedinci âyette tenzih anlamında bir tesbih geçerken, 18.âyette tesbih de değil sadece hamd geçiyor. Yani “gündüz meşguliyetleriniz olduğu için tesbih edemeseniz de günün her vakti zaten hamd Allah’adır” şeklinde anlamak uygun olacaktır. Aşağıdaki âyetlerde yine hem sabah ve akşam vakitlerini hem de tesbihin farklı içeriklerini gösteren ifadelere rastlıyoruz. "Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah ve akşam tesbih edin. O (Allah) ki, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size salât ediyor yani O, müminlere karşı Rahim'dir" (Ahzab-42, 43)"Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın vaadi haktır.(Ey Nebi!) Günahın için mağfiret dile, akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et" (Mümin-55)"Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et" (Kaf-39)Aşağıdaki âyette farklı bir tabir “secdelerin ardından” ifadesi geçmektedir. Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da O'nu tesbih et"(Kaf-40)“Secdelerin ardından” ifadesinin tesbihini “belli vakitlerle sınırlı tutmamak” anlamına yakın olduğunu anlamak gerekiyor. Gerek vakitli salâtlardan sonra gerekse bireysel tesbihlerin ardından gece ve gündüz bir uyarıcı olarak zihnen meşgul olunmaya devam edilmesi öngörülüyor. "Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, gözetimimizin altındasın yani her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et yani gecenin bir bölümünde ve yıldızlar kaybolurken O'nu tesbih et"(Tur-48, 49, )"Ey iman edenler! Cuma(toplanma) günü salât için nida edildiği zaman, Allah'ın zikrine (Kur'an'a) koşun yani alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır" (Cuma-9)Kur'an’da üzerinde özellikle durulan vakitli salât işte budur. Müminler üzerinde ortak akıldan faydalanacakları bir beraberlik sorumluluğudur. Çağrıyla yapılan ve iman edenlerin katıldığı geniş bir ortak tesbih ve dayanışma faaliyetidir.Durumun bu olması ayrıca geniş kapsamlı başka salât yapılamaz demek değildir. Kur'an’da emredilen bu salâtın dışında elbette müminler kendi aralarında anlaşıp farklı gün ve saatlerde de emredilmediği halde toplu salât yapabilirler. Gece tesbihlerinde de bir araya gelebilirler. Gelmişlerdir de. Bunun önünde hiçbir bir engel yoktur."Doğrusu gece neşesi etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüzde, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-6, 7)Bu âyet açık olarak gündüzün öğütlenen bir ders tesbihi vakti olmadığını, gündüzün dışındaki saatlerde o tip tesbih saatlerinin öğütlendiğini gösteriyor. Sebeplerini de açıklıyor. Elbette vakitli olan toplantı salâtı bunun dışında. Bunu da Cuma süresi ve bağlantılı âyetlerden anlıyoruz. Şimdi geldik daha önce de bahsettiğimiz Müzzemmil 20.âyete. Hud 114’de konuştuğumuz ve link verdiğini belirttiğim gecenin zülüfleri bu ayetle ilgiliydi."Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir grubun gecenin üçte ikisine yakın, yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor…" (Müzzemmil-20)Bu âyete tekrar döneceğiz. Ama önce Nebi önderliğinde salât'ı ikame eden bireylerin gelişim evrelerinden bu sure kapsamında bahsetmemiz gerekiyor. Müddessir ve Müzzemmil sürelerinde genelde her ikisi de benzer biçimde “örtüsüne/elbisesine bürünen” olarak tercüme edilen “Müddessir ” kelimesi ile bir sonraki surede geçen “Müzzemmil” kelimesinin yakın anlamlara sahip olmakla birlikte aralarında bir nüans vardır. Müzzemmil kelimesi daha çok “elbisesine bürünen” anlamına müddessir ise “örtünerek gizlenen” anlamına yakın duruyor. Yani birisinde kendi olağan kıyafetine bürünen bir kişi varken, diğerinde bir üst giysisi ya da üzerine aldığı ilave bir örtü söz konusudur. Ancak her iki kelimenin de benzeşimli bir deyim olduğunu göz önüne alırsak aradaki farkı daha net görüyoruz. Şöyle ki…Müzzemmil’den yani elbisesine bürünen kişiden kasıt, kendisini toplum içinde, daha doğrusu kalabalıklar içinde yalnızlığa terk etmiş olan, toplumdan farklı düşündüğü halde kendi kendine bu farklılığı yaşayıp toplumla bu yönde ilişki kurmayan ya da kuramayan bir kişi anlaşılır. Yani düşüncelerini kendi içinde yaşar. Müddessir ise bir adım daha geride durup gizlenmeyi seçendir. Müzzemmil’in tüm anlamlarını taşımakla beraber Müddessir deyiminden kasıt, kendisini toplumun içinde yalnız görmekle kalmamış elbisesinin üzerine bir de battaniye/zırh çeker gibi kendisini daha bir korumaya almış olan kişi anlaşılır. Yani düşüncelerinden dolayı yalnızlaşmış olan kişinin ilave olarak toplumdan kaçmaya başlaması, kendi gibi düşünmeyenlerin şerrinden korunma gayreti söz konusudur.Peki, bu fark niçin önemli diye sorabilirsiniz. Bunu surelerin diğer âyetlerinde göreceğiz. Müzzemmil aşamasında olan kişi henüz öğrenim aşamasının daha alt basamaklarındadır. Uyanmıştır ama daha okuyacağı, öğreneceği çok şey vardır. Fakat müddessir aşamasında olan kişi öğrendiklerinin ne kadar önemli olduğuna daha bir farkındalıkla hâkimdir ve bu yüzden toplumun tepkisinden iyiden iyiye çekinmeye başlamıştır.Kısacası Müzzemmil’de bir acemilik, bir kendi halindelik ve hamlık, müddessir’de ise ilerleyen fikri olgunluğun verdiği bir gizlenme refleksi ve “şimdi ben ne yapacağım” tereddüdü söz konusudur. Bu anlamlar sürelerde gelen sonraki âyetlerde mevcuttur. Müzzemmil süresinin ikinci ve daha sonra gelen âyetlerinde emredilenlerle Müddessir süresinin ikinci ve daha sonra gelen âyetlerinde emredilen şeylerin birbirinden farkı bunu net biçimde ortaya koyar. Müzzemmil süresi bireysel eğitime yöneltirken, Müddessir süresi ise öğrendiğini uygulamaya yönelten bir süredir."Az bir kısmı dışında geceleri kalk (ayakta ol). Yarısı kadar veya ondan az eksiği ya da fazlası kadar. Kuran’ı azar azar düşüne düşüne oku. Gerçekten senin üzerine oldukça ağır bir söz bırakacağız" (Müzzemmil-2/5)Gördüğümüz gibi Müzzemmil’de Resül bir eğitim sürecine sokuluyor. Bu kapsamda biz de elbette üzerimize düşen dersialıyoruz. Peki, müddessir olana Müddessir süresinde ne deniyor? "Kalk, artık uyar yani Rabbini yücelt. Elbiselerini temizle ve kötülüklerden uzaklaş" (Müddessir-2/5)Gördüğümüz gibi Müddessir’de Resül'e harekete geçmesi emrediliyor ve uygulama süreci başlıyor. Kur'an insanlara âyetlerini yaşatır ve kendisini tekrar tekrar ispat eder. Sırası gelen âyet, izdüşümlerini bir şekilde herkese gösterir. Şu kitabı hakkıyla yani güzel niyetle okumaya başlayan herkes Müzzemmil ve Müddessir aşamalarını ve benzer süreçleri üç aşağı beş yukarı her zaman yaşamaktadır.Tâbi ki anlamadan iman eden çoğunluğu kastetmiyorum.Müzzemmil süresinin ana konusu gece okuma, düşünme, akletme ve öğrenme üzerinedir. Gece okumalarının (tesbihlerinin) nasıl yapılması gerektiği üzere tavsiyeler içerir. Aynı zamanda gerçeğe uyanmakta olan kişiye çevresinin tepkilerine karşı mucadele azmi yani psikolojik bir destek verir.Peki gece neden o kadar önemlidir?"Doğrusu gece neşesi etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır"(Müzzemmil-6 Günümüzden örnek verecek olursak. Öğrencilerin, çeşitli sınavlara hazırlanmakta olan gençlerin, kitap okumayı alışkanlık haline getirenlerin, akademisyenlerin, fikir üzerine çalışanların, yazarların, araştırma yapanların çok iyi bilebileceği gibi gece fikri çalışma yapmak gündüze göre çok daha verimlidir. İşte her şeyi en ince detayına kadar bilen yüce Allah'ın âyette bize hatırlattığı şey tam da budur. Periyodik olarak gece Kuran okumaları yapan kişiler de bu gece gündüz ayrımını çok iyi bilirler.Maalesef bugün elimizde olan birçok mealin yazarının (istisnalar hariç) âyetlerin çevirilerini yaparken bağlam ve bütünlükten kopmakta olduğunu muşahede ediyoruz. Önce ve sonra gelen âyetleri, söylemlerinin aksine kâfi biçimde dikkate almadıklarını, âyetlerde geçen kelimelerin anlamı üzerinde yeterince düşünmediklerini, çoğunun böyle bir yeteneğinin olmadığını görüyoruz. Kelimeleri çevirirken genelde başkasının çevirilerinde kullandığı kelimeyi aynen kopyaladıklarını, elde mevcut kadim sözlüklerden yeterince faydalanmadıklarını, Kur'an’ın içinde aynı kelimenin ne kadar, nerede ve cümle içerisinde nasıl kullanıldığını göz ardı ettiklerini, geleneğin dayattığı kirli bilgilerle kelimeler üzerinde hiç düşünmeden bazı anlamları baştan doğru kabul ettiklerini, en kötüsü akıllarını kullanmaktan korktuklarını görüyoruz.Dolayısıyla Kur'an’ı Türkçe olarak okuyan kişiler bile zaman zaman okuduklarını anlamakta zorlanıyorlar. Adeta alakasız birkaç konu peş peşe veriliyor ya da aynı ayet içinde bile farklı konulardan bahsediliyor zannı uyanıyor. Oysa çoğu zaman âyetler gruplar halinde, kendini, öncesini, sonrasını açıklayıcı ifadelerle dolu. Ama okunanı parça parça eden anlayış âyetlerdeki kelimelerin, hep kafasındaki veya din atalarından gelen anlamlarınkarşılığını verdiğini zannediyor. Kelimelerin kendi zamanlarına ve coğrafyalarına izdüşeceği ihtimalini göremiyorlar. Aykırı söylem sahiplerini ise dini eğitim, dil ve usul bilmemekle karalıyor, gerçeğin ortaya çıkmasına engel oluyorlar.Oysa kitap ister Arapça olsun ister bir başka lisanda, onu ancak hakkıyla okuyanlar, ona teslim olanlar, ona gerçekten iman edenler anlayacaktır. Elbette boş konuşanlar çoktur ve hep olacaktır. Ama bak her zaman haktır. Akademik yetkinlik Allah’ın ilminin yansıması değil, beşerî ilmin kurumlarında verilen diplomadan ya da fırkasal sivil yolların kişisel ve taraflı icazetlerinden ibarettir. Akademisyenler de keşke bunu bilseler ve beşerî ilimle hür tefekkürü birleştirdikleri oranda önlerinde daha güzel çalışmalar ve çeviriler yapabilme imkânlarının serili olduğunu görebilseler.Şayet öyle yapsalardı “Geceleyin kalkmak, pek meşakkatlidir, fakat ibâdet için de gece, pek uygun.” ya da “Gece ibadeti” ya da “teheccüd namazına kalkmak” vesair sözde çeviriler yapmaz, gerçeğin üstünü örttüklerine yanarlardı. Ama maalesef iş bununla da kalmamış, bırakın meali düzgün yazmayı, o Kur'an’ı insanlara dini kurumlarda ve camilerde anlatmak da toplumun bilgi ve fikri yeterliliği açısından çoğu zaman ortalamanın bile altında olan kişilere bırakılmıştır.Peki, neden gündüz değil?"Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-7)Aslında çok kolay anlaşılır ve net cümleler bunlar. Düzgün çevrildiklerinde akademik bir eğitime asla muhtaç bırakmayan, herkesin anlayabileceği şeyler. Ancak Kur'an’ın dışında dayatılan öyle bir sanal yani iftira bir din var ki, bu basit şeyler bile gözden kaçırılıyor. Gece okumaları tanımlanırken gündüzün nelere ayrılabileceği de açıkça belirtiliyor. Yani kimsenin “gündüz işten güçten ibadet yapamıyorum” diye kendini kınamasına ve kaygılanmasına gerek yok. Çünkü bir önceki gece, az da olsa kolayına gelen miktarda Kur'an okuyup düşünen birisi, ertesi gün zaten kolay kolay Allah’ı unutarak iş yapmaz. Ama ne dediğini bilmeden geceleyin teheccüd namazı kılan kişinin, ertesi gün yaşadığı uğraşlarda Kur'an’a, Allah’ın verdiği ilme ve hikmete göre nasıl davranması gerektiğini hiç bir zaman bilmeyecektir. Ezan okunduğunda camiye gitse de yaptığı işi Allah’ın öğrettiği gibi yapacak yeterli bir bilgisi zaten yoktur. Alışveriş yaparken, işinde çalışırken, patronla ya da işçisiyle konuşurken, minibüse binerken, önünden insanlar geçerken aklına Allah ve Allah’ın öğrettiği şeylerin gelmesi mümkündeğildir. Çünkü kitabından haberi yoktur. İnsanlara ezilirken ya da kendisi başka insanları ezerken ne halde olduğunu düşünmez. Dua ederken kimden ne isteyeceğini bilemez. Allah’tan istediğini zannederken O'dan başkasının yardımını ister. Allah’a dua ettiğini zannederken ettiği duanın davacısı olmaz. Her işinde Allah’ın değil hep birisinin gelip onu kurtaracağını zanneder. En ufak bir sorunda bile psikolojik durumu altüst olur.Müzzemmil süresinde kişi okumaya, akletmeye ve düşünmeye sevk edilirken sadece fikren yalnızlaşan kişiye değil, onun diğer insanlara karşı, daha doğrusu uyanmayanlara ve gerçeği yalanlayanlara karşı nasıl davranacağına dair de öğütler vardır."Onların söylediklerine karşı sabret ve onlardan güzellikle ayrıl"(Müzzemmil-10)Buradaki “güzellikle ayrılış” veya “güzellikle ayrı gidiş” onlardan hayatın içinde fiziksel bir ayrılış değildir. Gerçeğe uyanan insanın ona bu yüzden düşman olanlardan fikren ve bu fikrin açtığı yol bakımından ayrı gitmesidir. Yoksa artık onlarla alışveriş yapmaması, konuşmaması, yaşam şartlarının gerektirdiği durumlarda onları yok sayması değildir. İstenen, tüm çabalara rağmen gerçeğe ikna olmayan bu kişilerin daha fazla ikna edilmeye çalışılmamasıdır. İlmi verenin Allah olduğunun unutulmamasıdır.Müzzemmil süresi benzer öğütlerle devam eder ve ardından surenin en uzun olan yukarıda konuştuğumuz son âyeti gelir ve tüm bunları anlayabilmenin okumaktan ve düşünüp akletmekten geçtiği hatırlatılır. Sürenin en başında öğütlenen “gece okuma”sına dair biliş ve çarpıcı açıklamalar yer alır. Lütfen üşenmeyin ve âyeti dikkatlice kelime kelime okumadan geçmeyin. "Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir tâifenin gecenin üçte ikisine yakın yani yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor. Gece ve gündüzü ölçü çerçevesinde düzenleyen Allah, sizin onu hesap edemeyeceğinizi ve bundan dolayı özrünüzü bilir. O halde kolayınıza gelen kadar okuyun/akledin. Allah sizden hastalar olduğunu, diğerleri içinde Allah’ın fazlını aramak için yeryüzünde dolaşanlar ve Allah’ın yolunda savaşanlar olduğunu da bilir. O halde ondan kolayınıza geldiği kadarını okuyun. Salât'ı (ikame edin) ayakta tutun yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah’a güzel bir borç verin yani önceden hayır olarak ne takdim ederseniz Allah'ın indinde kendiniz için onu daha hayırlı ve daha azim bir mükafat olarak bulacaksınız yaniAllah’a istiğfar edin. Muhakkak ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. Âyette geçen “hesap edemeyeceğinizi biliyor” denen şey nedir acaba? Sadece gece ve gündüzün ne kadarına bu okuma işinin ayrılacağı mı? Neden Allah bu kadar önem veriyor bu hesap işine acaba? Bana göre, burada hesap edilemeyecek olan şey, okumaktan gerçeğin hazzını alan ve bu hazla düşünen kişinin zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağıdır. Bu nedenle “sabahlara kadar okuyup tüm zamanınızı harcamayın” öğüdü vardır burada. Çünkü “gündüz uzun uğraşlarımız vardır” belirtisi de bu öğüdü daha önce tamamlayan bir ifadedir. Üzerimize bırakılan ağır sözün mesuliyet hissinin omuzumuzu çökertmesini Allah’ın istememesidir.“Kolayımıza geldiği kadar okumamızla” çok uzatmayıp gecenin uyku için ayıracağımız kısmının da olması gerektiğine dair şu kadar zamanı aşmasanız iyi olur şeklinde ince ve merhametli bir uyarı vardır burada. “Abartıp da kendinizi hırpalamayın” merhameti mevcuttur. Sabahın soğuğunda pazar yerinde tezgâh açacak olan, gün doğmadan fırına ekmeğini sürecek olan, poliklinik saatinde beş dakikalık muayene için sırada bekleyecek olanlar var. Öğrencilerine insan olduklarını unutmadan ders anlatacak öğretmenler, hastasının derdini çözmeyi kendi derdi gibi görecek doktorlar, merhametli hemşireler, emniyet sağladığı yeri kendi evi gibi koruyan güvenlikçiler, bir çok zorluğun içinde görev yapacak askerlerimiz ve polislerimiz, davasına yetişecek adaletli hukukçular, az da olsa halkına hizmet için idari makamına koşacak insanlar var. Ve daha niceleri… Emin olun ki, Allah hepsinin farkında.Çeşitli nedenlerle sizin gibi yapamadıkları için sizin gibi okuyamadıkları için kendisini suçlu hissedenlere bile lütufkâr bir haber uçuruluyor bu âyette. Dinin ve kitabın içine abartılı biçimde dalıp da hayatı ve an’ı es geçenler olmamalıyız. Tam aksine hayatımızı daha bir bilinçle, özgüvenle, şuurla ve erdemle yaşamalıyız. Üstelik daha çok bilmek yetmez, hayata uygulamak daha önemlidir. Uykusuz kalıp ertesi gün işinizde gücünüzde mecalsiz kalmayın diye bir izdüşümü var bu âyette. İsterseniz yukarıya dönüp âyeti bir kez daha okuyun. Bu merhametleri ve belki de benim gördüğümden daha fazla izdüşümünü siz göreceksiniz."Sabah, akşam Rabbinin adını zikret. Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve O'nu uzun tesbih et"(İnsan-23,24, 25, 26, 27)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder