19 Ocak 2022 Çarşamba

SALÂT ve TAKVA (7.YAZI) "Onlar (fasıklar) Allah'ın ahdini kesin olarak bağladıktan sonra bozarlar, Allah'ın onunla birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yerde fesat çıkarırlar. Onlar husranda olanlardır" (Bakara-27)Bu âyetle fasık müşrikler üzerinden bize bir mesaj veriliyor ve çok önemli bir bağlantıyı koparmamamız gerektiğine işaret ediliyor. Eğer bunu yapmazsak bozguncu olacağımız ve husrana uğrayacağımız ortaya konuyor. Fesatçılığın zıddı ıslah ediciliktir. Görünen o ki, bu bağlantının bir ucu açık olarak Yüce Allah'ın kudret elinde iken, diğer ucu ıslah etmekle ilgili olduğu için kendimizle ve çevremizle ilişkilendirilmelidir. Bu "bağlantı" konusunu Kur'an'ın içinde farklı bir yerde de görüyoruz. Bu defa iman edenler üzerinden "salat'ı ikame etme" bağlamında ifade ediliyor olması anlamlıdır."Sana rabbinden indirilenin hak olduğunu bilen, (kalbi) kör olan gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri tezekkür eder. Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri sözü bozmazlar. Ve onlar Allah'ın onunla birleştirilmesini emrettiği şeyi birleştirirler. Rablerine huşu duyar, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar Rablerinin rızasını isteyerek sabrederler yani salât'ı ikâme ederler kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli-aleni olarak infak ederler ve kötülüğü güzellikle giderirler. Bu diyarın sonucu işte onlar içindir" (Râd-19/25)Fasıkların kopardığı fakat iman edenlerin birleştirmeleri gereken bu bağlantı her ne ise içinde "tefekkür, furkan, huşu, sabır, takva, ihsan" gibi kavramlar mevcuttur. Peki, Kur'an'ın içinde iman edenler için tavsiye edilen bağlanılabilir bir şeyin ifade edildiği başka bir emir var mıdır."Hep birlikte Allah'ın himayesine (Kur'an'a) sığının fırka fırka olmayın. Allah'ın size olan (vahiy) nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve onun (tevhid) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz yani siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. işte Allah size âyetlerini böyle beyan ediyor ki hidayet bulasınız" (Ali İmran- 103)Bu âyette sadece" habl" "himaye" değil, diğer ifadeler de çok anlamlıdır. Çünkü ileride salâtla ilgili diğer bölümlerde birçok âyeti okuduğumuzda göreceğiz ki buradaki ifadeler bir bir anlam kazanacak iman ve zihnimize hakim olacaktır.Peki Âli İmran 103. âyette dikkat çekilen ifadeler nelerdir?Birincisi: Bir araya gelmiş müminlerden söz etmesi.İkincisi: Allah'ın nimetiyle (ki imet kavramı en çok vahiy için kullanılır) sabahlamaları.Üçüncüsü: Kalplerin ısınıp dayanışma ve kardeşlik içine girmesi.Tüm bunlar üzerinde duracağımız salât bağlamında çok önemli kavramlardır.Onlar ( fasıklar) Allah'ın ahdini kesin olarak bağladıktan sonra bozarlar, Allah'ın onunla birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yerde fesat çıkarırlar. Onlar husranda olanlardır"(Bakara-27)Rad süresindeki yukarıdaki âyetlerin ardından iman edenlerin ödüllendirileceği belirtilip hemen sonra müşriklerin cezalandırılacağı söylenirken yine kesilen bağlantı aynı bağlam içinde tekrarlanıyor. Allah'ın ahdini, onu kesin olarak söz verdikten sonra bozanlar yani Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi kesenler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte lanet onlar içindir ve diyarın kötü olanı da onlar içindir. (Râd-25) İşte bu seri yazılarımızda âyetlerde geçen bağlantının adına salât diyecek, “salât'ı ikame et” ifadesini de “yüce Allah yani vahiy'le bağlantını ayakta tut” olarak ele alacağız. Eğer Allah (vahiy) ile bağlantıyı kesersen irtibatsız kalacak, korunamayacak, bir sorunla karşılaştığında çözüm bulamayacaksın. Salât'ı ikame etmek “çevrimiçi” olmaktır. Peki, bu çevrimiçi oluşun içinde neler yapacağız. İşte onlar da salât'ı ikame bahçesinin içinde ne varsa onlar olacaktır. "Takva, furkan, tevhid, rükû, zikir, sıdk, secde, iman, tevbe, şükür, tesbih, hûşû, vakit, salât, zekât, infak, kıyam, dua, salâvat, kıble, ıslahat, cihad, sabır, istiane, şiar ve tevekkül. Salât'ı ikâme kavramı çerçevesinde tüm âyetleri, delilleriyle birlikte ortaya koymaya çalışacağız. Kur'an bize ilk olarak takvayı tavsiye ediyor. Oradan başlayalım. Bakalım takva ile salât'ı ikame arasında nasıl bir sistem var. Takva sözlük anlamı itibarıyla; korunmak, sakınmak gibi bir manada duruyor. Bakara süresi ikinci âyette "İçinde şüphe (tereddüt) olmayan şu kitap takva sahipleri için hidayettir. Bakara süresinin en başında Kur'an’ın “takva sahiplerine” hitap ediyor olması, esasen içeriğinin de o kitabı rehber edinenleri ilgilendirdiğini gösterir. Bu kapsamda hemen ardından gelen âyette “salât'ı ikame etmekten” söz etmesi de “salât'ı ikame edecek” esas kişilerin sokaktaki “ümmi ve saf insanlar” değil, o kitab'ı gerçek anlamda tek hidayet kaynağı edinenler olduğunun delilidir. Bu da salât'ı ikame etmekle Kur'an’ın anlaşılmasının yakın ilişkisinin çok açık bir kanıtıdır. O halde biz de hakkın ne olduğunu anlamak için Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarından bize gelen yani uydurma dinin kaynaklarına bağlanmış gidenlerin anlayışına değil, Kur'an’ın bağlam ve bütünlüğüne bakarak hakkı anlamalıyız. Bu durumda; duyup bildiğimizi Kur'an'da aramak yerine, vahiy'de bize ne söylendiğini anlamaya odaklanmalıyız. Korunmak isteyenin bir koruyucuya, sakınmak isteyenin bir hamiye ihtiyacı vardır. İşte takvayı sağlayan o koruyucu, takva için bağlanılan o hami, bütün kudret ve engin merhamete sahip olan yüce Allah’tır. O’na yani kitabına sığınırsak, yani takva bağlantımızı Allah’a (sadece vahye) yaparsak, O’nun birleştirmemizi istediği bağlantının (salât'ın) bir ucunu tutunabileceğimiz en sağlam yere bağlamış oluruz. "De ki Allah'ı bırakıp da (yöresinde- yanında- berisinde) bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi kulluk edelim. Allah bizi hidayete ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise:" Bize gel" diye hidayete çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri küfre mi döndürüleceğiz? De ki: Allah'ın hidayeti hidayetin ta kendisidir. Bize âlemlerin (insanların) Rabbine teslim olmamız emredilmiştir yani salat'ı ikâme edin ve (Allah'tan) korkun" (diye de emredildik) O, huzuruna varıp toplanacağınız Allah'tır" (Enam- 71,72) Çevrimiçi kalarak (salât'ı ikame ederek) Allah’la bağlantınızı ayakta tuttuğunuzda O’nun sağlayacağı tüm olanaklarından faydalanacak ve O’nun koruma kalkanlarının içinde olacaksınız. Takva, furkan, tevhid, rükû, zikir, sıdk, secde, iman, tevbe, şükür, tesbih, hûşû, vakit, salât, zekât, infak, kıyam, dua, salâvat, kıble, ıslahat, cihad, sabır, istiane, şiar ve tevekkül. İşte irtibatımızı kestiğimiz anda yukarıda salât kavramının içinde bulunan takva, kitap, furkan ve diğer sayılan hiçbir aracı uygun biçimde kullanamayız. Çünkü bu araçların hemen hepsi çevrim içindeyseniz sağlıklı çalışır. Mesela: Elinizde zaten kitap yani bir kullanma kılavuzu (Kur'an) var. Benzetimle devam edelim… Çevrimdışı (offline) iseniz onun karakterleri okunamaz haldedir. Gördükleriniz sadece karmakarışık harfler, rakamlar ve sembollerdir. Bir şeyler yazılı olduğunu görür, uzaktan seslenilir gibi duyar ama ne anlama geldiklerini bir türlü anlayamazsınız. Başkaları size anlatsa da yanılma ihtimalleri vardır ve daha da kötüsü sizi kandırma ihtimalleri yüksektir. Çünkü aslında kitap; çevrimiçi olduğunuzda okuyabileceğiniz biçimde ve size özel (göğsünüzde) şifrelenmiştir. O yüzden birleştirilmesi istenen şeyi (Allah’ın himayesini) birleştirmeli (salât'ı ikame etmeli), asla bağlantınızı koparmamalısınız. Yoksa korunmasız kalacak, sonraki aşamada okuyup anlamanız gereken bilgi ve hikmetlere asla ulaşamayacak ve kötü niyetlilerin imanınızı ve aklınızı işgal edecek saldırılarına açık hale geleceksiniz. Önce bağlantı sahibi olmamız, belki de daha doğru bir deyimle “bağlanmak istememiz” ve bağlandıktan sonra bir daha da bu bağlantıyı koparmamamız gerekiyor. Biz bağlanmayı istemedikten sonra irademize ipotek koyarak Allah zorla bizi bir yere bağlamaz. Çünkü sınamaya tâbi olan biziz. Demek ki salât'ı ikame etmenin içindeki ilk şey takva sahibi olmak imiş. Korunmasız kalmamak imiş. Allah (Kur'an) ile sürekli olarak aynı çevrimin içine girmek gerekiyormuş. Peki, girince ne olacak? İşte onun da adı furkan oluyormuş.İster ibadet olsun, ister takva, isterse ihsan ve ihlas olsun, isterse salât olsun, bunların hepsi sürekli olarak yüce Allah ile ilişkilerimizi sağlam bir zeminde tutan ve bizi Müslüman yapan değerlerdir. Fakat en önemlisi, bütün bu değerlerin anlam kazanması Kur'an ile bağımızın güçlü olmasına gelip dayanıyor. Kur'an ile güçlü bir dayanışma içine girmeyenlerin iman ve amellerinin yüce Allah indinde hiç bir değeri olmayacaktır. Dolayısıyla din adamları, namaz! kılmaktan, hac ve umre yapmaktan hatta imanlarından daha çok Allah (Kur'an) ile bağlantılarını gözden geçirmek zorundadırlar. Dinde her şey gelip şuur ve akıl dairesinde Kur'an'ın ilim ve hikmetinin bilinmesine dayanıyor. Kur'an bilinmedikten sonra diğer şeylere kafa yormanın bir anlamı yoktur. Çünkü İslam, iman, takva, ihlas, ihsan, salât gibi en değerli erdemler Kur'an'ın bilinmesiyle yani ilim ve hikmeti ile değer kazanırlar. Dinde Kur'an tek kaynak değilse, bunların hiç bir değeri yoktur. Daha doğrusu Kur'an yoksa, bunlar otomatikman yok hükmündedirler. Sadra şifa olan bu erdemlerin kiymet kazanması Kur'an sayesindedir. Demek dinde her şey gelip Kur'an'ın bilinmesine dayanıyor. Din adamları Kur'an'ı bilmiyor ve ona itibar etmiyorlarsa din ve imanlarının hiç bir değeri yoktur. Kur'an'ın deyimiyle "kitap yüklü eşekler" (Cuma-5) derecesindedirler. "Kitap yüklü eşeklerin" iman ve amellerinden söz etmenin bir manası var mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder