13 Ocak 2022 Perşembe

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(106. YAZI)Âraf Süresi 170-) Kitab'a sımsıkı sarılıp yani salat'ı ikâme edenler var ya, işte biz böyle muslihlerin (ıslah edicilerin) ecrini zayi etmeyiz.171-) Bir zamanlar dağı israiloğulları'nın üzerine gölge gibi kaldırdık da üstlerine düşecek zannettiler. "Size verdiğimizi (kitab'ı) kuvvetle tutun ve içinde olanı zikredin ki takvaya ulaşasınız" dedik172-) Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendi nefislerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler. 173-) Yahut "Daha önce (din) atalarımız Allah’a şirk koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?" dememeniz için (böyle yaptık). 174-) Belki (şirkten) dönerler diye âyetleri böyle ayrıntılı bir şekilde tafsil ediyoruz. 175-) Onlara (yahudilere), kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytan'ın kendisine tâbi yaptığı ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. 176-) Dileseydik (iradesine ipotek koysaydık) elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevasına tâbi oldu. Onun misali tıpkı köpeğin misali gibidir: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki tefekkür ederler. 177-) Âyetlerimizi yalanlayan yani kendilerine zulmetmiş olan kavmin durumu ne kötüdür! 178-) Allah (vahiy'le) kime hidayet ederse, mühtedi olan işte odur. Kim de (vahiy'en) saparsa, işte asıl husrana uğrayanlar onlardır.(Kur'an'da var olan en önemli ve açık gerçek şudur. Yüce Allah vahiy'den bağımsız olarak hiç kimseyi hidayete ve sapkınlığa yönlendirmez. Hidayet ve sapkınlık tamamen vahiy ile ilgili bir durumdur. Yoksa büyük bir adaletsizlik olurdu. Yani Nebilere vahiy göndermenin ve Resüllerin vahyi tebliğ etmelerinin hiç bir anlamı kalmazdı. Dolayısıyla bu gibi âyetlerle karşılaştığımız zaman aklımıza vahiy'den başka hiç bir şey gelmemesi gerekiyor.) 179-) Gerçek şu ki, cinden ve insten çoğattığımızın birçoğu cehennemlik olmuşlardır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. Onlar gafillerin ta kendileridir. 180-) En güzel isimler (el-esmâü’l-hüsnâ) Allah’ındır. O halde O’na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında ilhâda sapanları bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.İLHAD NE DEMEKTİR? Çukur anlamındaki "lahd" kökünden gelen ilhad sözlükte "haktan ayrılmak ve batıla sapmak" demektir. Dini literatürde ise "ilhad" "hakikatten sapmak, âyetlerin manalarını kendi mezhep ve meşrebi istikametinde yorumlamak" gibi anlamlara gelmektedir. İslam'ın ilk yıllarında Kur'an'a aykırı düşen davranışlara "İlhad" denirken, günümüzde ortaya çıkan bu tür hareketlere kelam ve felsefe açısından "ateizm" yani "dinsizlik" denmektedir. Kur'an'da "ilhad" kelimesi türevleri ile birlikte altı yerde geçmektedir."Âyetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp batıla sapanlar (âyetlerimizi saptıranlar) bize gizli kalmaz. O halde ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın! Şüphesiz Allah yaptıklarınızı görendir"( Fussilet- 40)İslam dininden çıkma sonucunu doğuracak inanç ve görüşleri savunmak anlamında Kur'an'i bir terim olan "ilhad" İslam dışı sapık, inkârcı görüş ve yönelişleri ifade eden geniş bir kapsama sahiptir. İLHADİ TEFSİRDoğruyu yansıtmayan, âyetleri gerçek amacından saptıran, hakkı kabul etmeyip onu örtbas eden Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin veya tasavvuf ehlinin Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yani İslam'ın temel ilkelerini esas almadan gerçekleri ters yüz eden, hakka batılı karıştırıp dinde ihtilaf ve kargaşa yaratan bir tarzda âyetleri yorumlamaları ilhâdi tefsir konumuna giriyor. İlhâdi tefsirde Kur'an'ın ilim, hikmet ve ahlakı yoktur. İlhâdi tefsirde esas amaç Kur'an'ın yetersizliğini ortaya koyarak insanları Kur'an'a gitmekten engellemek, şirk dinine ve batıl mezhebine alan açmaya çalışmaktır. İLHÂDİ TEFSİRE ÖRNEKLER 1-) "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah hakkın üstünü örten kâfirleri (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete ulaştırmaz. (Maide- 67)Şia muhaddis ve müctehidleri bu âyette şöyle bir ilhâda sapmışlardır. Onlara göre bu âyet veda haccından sonra Medine'ye dönerken dinlenme molası esnasında Ğadir Hum denilen bir mevkide Resulullah'a nazil oldu.Bu âyet Allah Resulüne vefatından sonra onun vekili olarak Ali'yi yerine vâsi, imam, halife ve emiru'l- müminin olarak tayin etmesini emrediyordu. Resulullah (a.s) da bu ilâhi emre uyarak kadın-erkek herkesi davet edip Ali'ye biat etmelerini sağlamıştır. Halbuki Şia âlimleri tarafından Ali'nin imamet ve hilafetine delil olarak gösterilen Mâide süresi 67. âyeti, 65, 66, 68 âyetlerinin bağlam ve bütünlüğü içinde değerlendirildiğinde şöyle bir mana çıkmaktadır. "Ey Resul! Daha önceki vahiy sahiplerinin yani Yahudi ve Hristiyan âlimlerinin yaptıkları gibi vahyi tebliğ etmede sakın bir zaaf ve gevşeklik göstermeyesin" Yani Mâide 67. âyet, 65. 66 ve 68. âyetler olmadan tam olarak anlaşılmaz. Dolayısıyla âyeti bağlam ve bütünlüğünden koparmak büyük bir ilhâda ve yanlış bir inanca sebep olmuştur. Şia'nın hadis kaynaklarında Ğadir Hum günü ile ilgili binlerce hadis mevcuttur. Yani onlara göre Ali'nin imâmeti İslam dininin esasıdır. Fakat Allah Resulü'nden sonra bu biat emrinin gereğini yerine getirmeyerek, Sakife'de Ebu Bekir'i halife olarak seçtikleri için dördü dışında bütün sahabelerin dinden dönerek zalim ve kafir olmuşlardır. Şia muhaddis ve müctehiderinin tekfir etmediği sahabeler. "Mikdat bin Esved, Selman-ı Fârisi, Ammar bin Yasir, Ebu Zer el Gifari"Şia'da Ğadir Hum günü en büyük bayram olarak kutlanır. Bu kutlamalar günlerce devam eder.Ğadir Hum bayramıyla!! ilgili rivayetler okunur, dersler verilir, konuşmalar yapılır. Bu bayramın dinde ne kadar mübarek ve faziletli bir gün olduğu anlatılır.İlhad'ın, mezhepçilerin, Allah'ın âyetlerini batıl yollarına ve şirk dinlerine âlet etme anlamına geldiğini söylemiş ve örnek vermiştik. 2-) "...Resul size ne verdiyse onu alın. Size ne yasakladıysa ondan da sakının..."Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmedikleri, Kur'an'da var olan kavramlardan haberleri olmadığı için bu âyette şöyle bir ilhâda sapmışlardır. Onlar "...Resul size ne verdiyse onu alın..." cümlesi ile " asırlar sonra onun adına iftira edilen hadislerin din ve hüküm olduklarını" iddia etmişlerdir.Halbuki Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "Resulü'n bize vahiy'den başka hiçbir şey vermeyeceğini" görüyoruz."De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum..."(Enbiya-45)"... (Ey Nebi! ) Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"( Kaf-45)"Ey Resul ! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun..."(Mâide-67)"Arkadaşınız (Nebi-Resul ) sapmadı ve batıla inanmadı; o (Resül) kendi kafasına göre de konuşmaz. Onun bildirdikleri vahiy'den başka bir şey değildir. Çünkü ona güç ve kuvvet sahibi (olan Allah) öğretti"(Necm-2,3,4,5)"...Ben size, bana gönderileni (vahyi) duyuruyorum. Fakat sizin cahil bir toplum olduğunuzu görüyorum"(Ahkaf-23)"(Nuh) De ki: "Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur; fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir Resulüm. Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size (vahiy'le) öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan (gelen vahiy'le) biliyorum"(Âraf-61,62)Buna benzer onlarca âyet vardır. Dolayısıyla söz konusu Haşr 7. âyette bulunan "...Resul size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan da sakının..." cümlesi Muhammed (a.s) "Resul" misyonu ile bize ne bildirmiş ise Allah'tan bir din ve hüküm olarak alınmasının önemini anlatıyor. 3-) "Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta bulunan kerim bir kur'an'dır"(Vakıa-77,78)Şia 77. âyette şöyle bir ilhad'a yani sapmaya gitmiştir. Onlara göre "Ahzap süresinde "...Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, her türlü kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"33. âyeti ile "Ehl-i Beyt (12 imam) Allah tarafından her türlü günahtan masum kılınmışlardır" Dolayısıyla Vakıa süresinde "Temiz olmayanlar ona dokunamaz" 77.âyeti "temiz kılınan ehl-i beyt (on iki imam) dan başka hiç kimse Kur'an'ı gerçek olarak anlayamacağını ortaya koymaktadır. Şia âlimlerine göre Kur'an'ın manası on birinci imam olan Hasan el Askeri'nin oğlu olan on ikinci imam Mehdi-i Muntazır tarafından ortaya çıkarılacak ve o zaman Kur'an'ın gerçek manası anlaşılacaktır.Onlara göre "Mehdi'nin zuhuruna kadar Kur'an İtilaf ve kaostan başka hiçbir şey üretmeyecektir" Vakıa süresi 77. âyette Ehl-i Sünnet mezhep imamları şöyle bir ilhâda gitmişlerdir. Onlara göre "Ona (Kur'an'a) temiz olmayanlar dokunamaz" "hayız ve nifas, cünüp ve abdestsiz olarak hiç kimse Kur'an'a dokunamaz" demektir. Ve bu Kur'ansız ictihadlar çağları aşıp günümüze kadar hatta kiyamet gününe kadar gidecektir. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne göre âyetin gerçek manası şudur. Mekke müşriklerinin "Kur'an'ı Resül (a.s) a şeytanlar indiriyor" iftiralarına karşılık hepsi Mekke'de nazil olan bu âyetlerde Kur'an'ın Allah tarafından Muhammed (a.s) indirildiğinde temiz olmayan şeytanların ona dokunamayacağını (Şuara-210,211) ortaya koymaktadır. Yani "Ey Mekke Müşrikleri! İddia ettiğiniz gibi şeytanların Kur'an'a müdahale etmeleri mümkün değildir. İftira etmeyin, yalan söylemeyin" demek istenmiştir. Dolayısıyla bu âyette bulunan "lé yemessühü" "dokunamaz" "nehiy" "yasaklama" anlamında değil, "nefiy" "mümkün değil, dokunamaz" demektir. Yani "Ondan bir şey çıkaramaz, ona bir şey ekleyemez, onda tasarruf sahibi olamaz" demektir. Yoksa her dine ve kültüre mensup olanlar, hayız ve nifas halinde olan kadınlar, abdestsiz ve cünüp olanların Kur'an'a dokunmalarının hiçbir sakıncası yoktur."Abdestsiz ve cünüp, hayız ve nifas halinde olan kadınlar Kur'an'a dokunamaz" ictihadı, koyu karanlık bir cehaletin eseridir. Size bir şey söyleyeyim mi, bütün bu yalan ve iftiralara karşı gelmek olacağından dolayı hayız ve nifas, cünüp ve abdestsiz olarak Kur'an'a dokunmayı önemli bir sevap ve fazilet olarak kabul edebilirsiniz. Kur'an sadece Müslümanlara hitap eden ve onları muhatap alan bir kitap değil, bütün insanların ortak değeridir.Ahzab süresi 33. âyetin bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Nebi (a.s) hanımları hakkında nazil olduğunu görüyoruz. Yani âyetin on iki imam ile hiçbir alakası yoktur. Daha doğrusu dinde on iki imam diye bir şey yoktur. 4-) "Allah ve melekleri Nebi'ye salât (destek olur, yardım) ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât (destek olun, yardım) edin ve tam bir teslimiyetle (sadece Allah'a) teslim olun"( Ahzap- 56Bu âyet, Allah ve Meleklerinin Nebi'ye yardım ettiklerini (Muhammed'e değil) ve destek olduklarını anlatırken, Şia ve Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri "Allah ve meleklerinin Nebi'ye yardım ve desteğini..." "Muhammed'e salavat çekme" şeklinde tahrif ederek ilhâda sapmış ve büyük bir cehalete imza atmışlardır. Halbuki "Allah ve melekleri sadece Nebi'ye değil, müminlere de salât (destek olur, yardım) ediyorlar"(Ahzap- 43)5 Prof ve 1 doçent tarafından kaleme alınan Türkiye Diyanet Vakfı yayınları arasında bulunan meal'de bu âyete şöyle bir mana verilmiştir. "Allah ve melekleri, Peygambere çok salavat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin"( Ahzab- 56) Nebi'ye yardım ve destek olma nerede? Muhammed'e salavat getirme nerede?Allah ve melekleri Muhammed'e nasıl salavat getirirler? Diyanet'in imamları gibi halka olarak mı? (Hâşâ) Böyle bir cehalet olacak bir şey değildir. Dolayısıyla Kur'an'da Muhammed'e salavat getirme diye bir şey yoktur. Hurafe ve yalanın, iftira ve cehaletin en büyüğünün Muhammed'e salavat getirmenin olduğunu söyleyebilirim. Şia ve Ehli Sünnet dininde Muhammed'e salavat getirme ve kabir azabı kadar absürt bir şey yoktur. 5-) "Onlar sabah akşam o ateşe arz olunurlar. Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini ateşin en çetinine sokun denilecek"(Mümin- 46) Kabir hayatı ve kabir azabının olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet olmasına rağmen, Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri bu âyeti kabir azabına delil getirerek ilhâda sapmışlardır. Halbuki bu âyet Hud süresi 98 ve 99 ile Kasas 41 ve 42.âyetler ışığındaki manası şöyledir. "Onları (Firavun ve ordusu, ailesi) ateşe çağıran öncüler kıldık. Kiyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir. Bu dünyada arkalarına lânet taktık. Onlar, kiyamet gününde de kötülenmişler arasındadır"( Kasas- 41,42)"Firavun, kiyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları çekip ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir. Onlar (Firavun ve ordusu, ailesi) burada da, kıyamet gününde de lânete uğtatıldılar. (onlara) verilen bu armağan ne kötü armağandır"(Hud- 98, 99)Yani Mümin süresi 46. âyetinde Firavun ve ailesi için söylenen "sabah- akşam ateşe arz olunurlar" kabir azabı değil, peşlerine takılan lanet, beddua, kötü anılma, Musa (a.s) ın onları sabah- akşam uyarması, gönüllerinde olan işkence ve ızdıraptır.6-) "...İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve tezekkür etsinler diye sana da bu zikri indirdik"(Nahl- 44)Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri bu âyet'e şöyle bir mana vererek ilhada sapmışlardır. "İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman (tefsir etmen ve detaylandırman) için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu zikri indirdik"Yani bu âyette bulunan "litübeyyine" "açıklaman" kelimesine "tefsir etme ve detaylandırma" anlamını vermişlerdir. Halbuki Kur'an'ın Allah tarafından tasrif, tefsir, tafsil ve tebyin yani açıklandığında dair yüzlerce âyet vardır. Dolayısıyla bu âyette bulunan "litübeyyine" "açıklaman" tefsir ve detaylandırma değil, okuma, duyurma, ilan etme, tebliğ etme yani gizlemeden açıklama demektir. Bu manayı anlamak için Âli İmran 187. âyet yeterli olacaktır. "Allah, kendilerine kitap verilenlerden, " Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bu emri kulak ardı ettiler, onu az bir değer ile değiştirdiler. Yaptıkları alış veriş ne kadar kötü olmuştur"Âyette bulunan "letübeyyinunnehu linnési velé tektümünehü" "...Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz..."cümlesi, "beyan etmenin onu gizlememek" olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla vahiy Allah tarafından çok açık ve detaylandırılmış olarak gelmiştir. (Hud, 2) 7 -) "...Bugün size dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize(tevhid) nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak sadece İslam'a razı oldum..."( Mâide-3) Şia âlimleri bu âyette şöyle bir ilhada saplanmıştır. Onlara göre bu âyet Maide 67. âyet nazil olup Ali'nin imametini ilan ettikten sonra nazil olmuştur. Yani Şia âlimlerine göre "Mâide süresinin 67. âyeti nazil olup Allah Resulü Ğadir Hum'da Ali'nin imametini ilan edip bütün Müslümanlardan biat aldıktan sonra Mâide 3. âyet dinin tamamlandığını duyurmak için inmiştir. Dolayısıyla Ali'nin halife ve imam tayin edilmesi yalnız Allah Resulü'nün bir tasarrufu değil, Allah'ın vahiy indirerek tayin etmesi ile olmuştur. Şia'ya göre Allah Resulü'nden sonra Ali'nin İmam, halife ve emiru'l mü'minin olduğuna inanmayan kimse kafir olur.Yani Şia'ya göre bu olay itikadi ve imani bir meseledir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder