25 Haziran 2022 Cumartesi
KUR’AN-I MÜBİN’İN MEÂLİ(244. YAZI)Hucurat Süresi 18 Âyet olup Medine'de inmiştir.Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Ey iman edenler! Allah'ın yani Resûlûnün önüne geçmeyin. Allah'a karşı takvalı olun. Şüphesiz Allah duyandır, bilendir.2-) Ey iman edenler! Seslerinizi, Nebi'nin sesinin üstüne yükseltmeyin. Yani birbirinize konuştuğunuz gibi, ona yüksek sesle konuşmayın, yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.(Âyette bulunan"savtin nebiyyi" önemlidir. Burada sahabiler Nebi (a.s) sahsına saygısızlık yapmışlar. Birinci âyette Resul geçtiği için vahiy'le ilgili bir saygısızlık varken, bu âyette Nübüvvet makam ve mertebesine karşı bir saygısızlık yapılmıştır. Çünkü Resûlun okuduğu vahiy varken, Nebi'nin sesi vardır. Resûlun tebliğ ettiği vahiy, Nebi'nin sesi yani Resûlun sesi, evi, hanımları ve kızları yoktur. Nebi ve Resûlun arasında bulunan farklardan biri de budur. Aynı zamanda bu iki âyete şöyle bir ders de veriliyor. "Ey iman edenler! Her ne kadar Nebi'nin söyledikleri sizi bağlamaz ise de, ona saygısızlık yapmanızı gerektirmez. Çünkü o aynı zamanda Allah'ın Resulüdür. Ona karşı dikkatli olun, onu üzmeyin.)3-) Şüphesiz ki Allah'ın Resulü'nün yanında seslerini kısanlar, Allah'ın, gönüllerini takvâ konusunda sınadığı kimselerdir. Onlar için bir mağfiret ve azim bir mükâfat vardır.4-) (Ey Nebi!) Odaların arkasından (yüksek sesle) sana nida edenlerin çoğu akılları ermeyen kimselerdir.5-) Onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu. Allah, Ğafur'dur, Rahim'dir.6-) Ey iman edenler! Size bir fasık bir haberle gelirse, bilmeyerek bir kavme zarar verip yaptığınıza nedamet getirmeyesiniz diye o haberin doğruluğunu araştırın.Kıraat Farklılığı(Âyette bulunan "fetebeyyenû" "araştırın" kelimesi, "fetesebbetü" "isbat edin" olarak da okunmuştur.O âyetin meâli şöyle oluyor."Ey iman edenler! Size bir fasık bir haberle gelirse, bilmeyerek bir kavme zarar verip yaptığınıza nedamet getirmeyesiniz diye o haberi (doğru olup olmadığını) ispat edin"Yani ispat etmeden harekete geçmeyin. Aslında noktaları ve harekeleri kaldırdığımızda kelimede bir değişiklik meydana gelmiyor. Yani Kıraat sorunu Arapçadan kaynaklanıyor. Noktalama işaretleri ve harekeler Allah Resulünün vefatından sonra konulduğu için bu sorun yaşanmıştır. Buna rağmen sistemde önemli bir bozulma olmamıştır. Hatta manada büyük bir zenginlik sağlamıştır. Dolayısıyla kıraat Farklılığını kabul etmemek ve kıraat Farklılığına karşı gelmek tam bir cehalettir. Arapçanın özelliklerini bilen kıraat Farklılığına asla karşı gelmez. Aslında Kur'an tek bir kıraatle gelmiştir. Fakat yazı yazma materyalleri olmadığı için zamanında kayda geçirilmemiştir. Kur'an'ın hangi kıraat ile indiğini hiç kimse bilemez. Ama bağlam ve bütünlüğe baktığımızda sistemin geneline zarar verilmeden bazı yerlerde ufak tefek hataların olduğunu görüyoruz.)7-) Bilin ki, aranızda Allah'ın elçisi bulunmaktadır. Eğer o, birçok işlerde size itaat etseydi, sıkıntıya düşerdiniz. Lâkin Allah, size imanı sevdirmiş yani onu kalplerinize ziynetlendirmiş; küfrü, fıskı ve (İslâm'ın emirlerine) isyanı da kerih göstermiştir. İşte bunlar râşidun olanların ta kendileridir.(Rüşt- râşidun= ölçülu, dengeli, olgun, akıllı, mantıklı hareket etme anlamına gelmektedir.)8-) Allah, kendi katından bir fazilet yani bir nimet olarak böyle yaptı. Allah, Alim'dir, Hakim'dir.9-) Eğer müminlerden iki tâife birbirleriyle savaşırlarsa aralarını ıslah edin. Eğer biri ötekine karşı bağilik yaparsa, Allah'ın emrine geçinceye kadar haddi bağilik yapana karşı savaşın. Eğer (Allah'ın emrine) geçerse, artık aralarını adaletle ıslah edin yani (onlara) adaletle (eşit) davranın. Çünkü Allah, adil davrananları sever.10-) Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını ıslah edin. Allah'a karşı takvalı olun ki size merhamet edilsin.11-) Ey iman edenler! Bir kavim diğer bir kavmi (kendinden) düşük görerek alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da diğer kadınları (kendilerinden) düşük görerek alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Nefislerinizi ayıplamayın, birbirinize (incitici) lakaplar takmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Yani kim de tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.12-) Ey iman edenler! Zandan çok kaçının. Çünkü zannın bazısı günahtır. Sakın (birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırıp) casusluk yapmayın. Bazılarınız bazılarının gıybetini yapmasın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan hoşlanmadınız (değil mi!) Allah'a karşı karşı takvalı olun. Şüphesiz Allah tevbeyi kabul edendir, merhamet edendir.NEBİ (a.s) IN ARKADAŞLARI (ASHAB) GÖKTEKİ YILDIZLAR GİBİ MİYDİ ?Said İbnu'l- Müseyyeb, Ömer (r.a)tan naklediyor. Demiş ki: Ben Resulullah (a.s) ı dinledim, buyurmuştu ki:"Ben Rabbim'den, ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum.Bunun üzerine Rabbim bana şöyle vahyetti: "Ey Muhammed! Senin ashabın benim indimde, gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları diğerlerinden üstündür.Her biri için bir nur vardır. Öyleyse kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidayet üzerindedir" Ömer der ki: Resulullah (a.s) devamla ilave etti. "Ashabi kennucumi bieyyihim'uktedeytüm ihdeteytüm""Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet buluyorsunuz" (Rezin tahric etmiştir. Hadisin birinci kısmını cemi'us-Sağir'de Suyuti Suyuti kaydeder (Feyzu'l Kadir 4,76)İlinci kısmı da İbn-u Abdilberr, Cami'ul ilm'de kaydetmiştir 2,99 )Hiç şüphesiz ki, sahabelerin içinde güzel ahlak ve takva sahibi, kahraman (Ahzab-23) Allah'ın razı olduğu (Tevbe-100; Fetih-18) ihtiyaç halinde olsa bile kardeşini kendi nefsine tercih eden (Haşr-9) kimseler olduğu gibi, ashabın olumsuz ahlak ve hareketlerini anlatan yüzlerce âyetin de var olduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları şu şekilde özetlenebilir.1-) Allaha ve Resulüne ihanet etmeleri..." ( Enfal- 27)2-) "Savaştan kaçmaları..., (Al-i İmran-152, 153, Tevbe- 24, 25 )3-) "Allahın düşmanı olan müşrikleri dost edinmeleri..." (Mumtehine- 1,2)4-) "Nebi (a.s) ın eşine zina iftirasında bulunmaları..." (Nur- 11/ 21 Tam 10 âyet )5-) "Nebi (a.s) a saygısızlık yapmaları..." ( Hucurat- 1,2; Ahzab- 53,69; Tevbe- 58,61 )6-) "Allah yolunda savaşa çıkın denildiğinde yere çakılıp kalmaları..."( Tevbe-39,39,40; 7-) "Allah'a din öğretmeye kalkmaları..."(Hucurat-16)8-) Zorla, boyun bükerek, güç karşısında gelip teslim oldukları halde Allah Resulüne minnet etmeleri..."(Hucurat-17)9-) "Bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman Allah Resulünü ayakta terkederek hemen ona doğru gitmeleri"(Cuma -11)Bütün bunlardan başka Kur'an'da münafıklarla alakalı müstakil bir sürenin bulunması, yüzlerce âyette münafıkların anlatılması, İsrail oğullarının Nebilerine karşı saygısızca tavırlarının Resulullah'ın arkadaşlarına örnek olarak aktarılması ve "Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın (Allah'ın Resulü'ne eziyet etmeyin) (Ahzab-69) âyeti gösteriyor ki, sahabelerin büyük çoğunluğunun Kur'an'ın ahlakını temsil etmekten uzak kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır.Ayrıca "Ey iman edenler! İle başlayan âyetlerin hepsinin Medine'de nazil olmaları ve bir sorunla yüklü bulunmaları da, "gökteki yıldızlar" iftira ve cehaletini ortaya koymaktadır. Yani Kur'an'a göre, Nebi (a.s) ın arkadaşları ile günümüz müslümanları arasında güzel ahlak, takva ve ihlas haricinde bir farkın bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela, şu âyetin ilk muhatapları onlardır. "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olan) Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir"(Hucurat-12)Mesela : Allah Resulü vefat eder etmez birbirleriyle savaşmaları, bu savaşlarda binlerce müslümanın hayatını kaybetmesi bu hakikatı gözler önüne seriyor.Ali ile Muaviye arasında Siffin'de yapılan savaşta 70 bin, Ali ile Nebi (a.s) ın hanımı Aişe arasında Basra'da Cemel olayında 15 bin, yine Ali ile Hariciler arasında Nehravanda yapılan savaşta binlerce müslüman hayatını kaybetmiştir. Peki bütün bu gerçeklere rağmen neden Ehli Sünnet dininin âlimleri, Allah Resulü'nün arkadaşlarının (Ashabın) hepsini gökteki yıldızlar gibi gösterip ümmi insanları aldatıyor?Bunun nedeni şudur : Ehli Sünnet ve Şia arasındaki siyasi çatışmalarda, Şia muhaddis ve müctehidleri, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ehli Beyt ve 12 İmam hakkında onları yücelten, Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Aişe, Hafsa ve sahabelerin dördü dışında ( Mikdat bin Esved, Ammar bin Yasir, Selmanı Farisi, Ebu Zer el Gıfari )Allah Resulü'nün arkadaşlarının dinden çıkıp kafir olduklarını konu edinen binlerce hadis uydurmaya başlayınca, buna mukabil Emevi beslemesi Ehli Sünnet'in muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için sahabeleri yücelten ve onları cennetlik yapan hadis kulliyatları meydana getirmişlerdir.Ehli Sünnet rivayetlerinde Muaviye, Yezid, Haccac ve Emevilerin zulüm dolu saltanatlarının vahşetini örtbas etmek de vardır.İşte Ehli Sünnet ve Şia'ya bağlı mukallitlerin Kur'an'dan habersiz bulunmalarının en büyük sebebi bu uydurma rivayetler ve uydurma din olmuştur. Uydurma dinin evliya ve ilahlarına yani muhaddis ve müctehidlere kulluk eden ilim adamları, Kur'an'a itibar edip onu anlatmadıkları için, ümmi toplum ashabın olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberleri olmamıştır. Bir düşünün, insanların büyük çoğunluğu, yüzlerce âyetten haberleri olmazken, yalan ve iftira olduğu belli olan bir rivayeti duymayan kalmamıştır. Eğer insanlar sahabelerin olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberler olsaydı, belki de din adamlarını yüceltmeyecek, mezhep liderlerini ve din adamlarını birer rab ve ilah yapmayacaklardı. Halbuki Kur'an Mekke müşriklerine seslenirken Allah Resulü (a.s) için "sahibüküm" "arkadaşınız" (Sebe-46; Necm-2; Tekvir-22) kelimesini kullanmaktadır.Emevi saltanatı döneminde doğan, Abbasi idaresi döneminde kayda geçirilen ve Osmanlı döneminde en katı bir sadakatle yaşanan ırkçı Emevi Ehli Sünnet rivayetlerinin Allah'a, Resulüne, dine, ilme, akla ve güzel ahlaka hakaret içerdiğinden ümmetin haberi yoktur. Dolayısıyla Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan, aynen Şiilik gibi rivayetler üzerine kurulu olan Ehl-i Sünnet dini ümmeti aldatmayı temel prensip edinmiştir.Ehli Sünnet dini yalanları ve iftiraları kendisine kaynak kabul eden bir sistem olarak şekillenmiştir.Bu yüzden ne Ehli Sünnet ne de Şia âlimleri, hiçbir zaman Kur'an'ın rahmet iklimine ayak basamayacak İslam'ın evrensel ahlakına sahip olamayacaklardır.Sonuç olarak: Ehli Sünnet ve Şia âlimleri, inançta, fikir ve hürriyette bize öyle kötü bir miras bıraktılar ki, sadece yaşayan cahillerinden değil, cesetleri toz olmuş alimlerinden de çekeceğimiz var.Ehli Sünnet ve Şia'nın rivayet bataklığından kendini kurtaramayan Kur'an'ın hikmetinden hiçbir şey anlamaz.Çünkü Kur'an kendisine karşı yüz çevirmelerinden ötürü Ehli Sünnet ve Şia âlimlerine kapılarını kapatmıştır.İşte bütün bu gerçeklerden sonra Ehl-i Sünnet dininin Kur'an cahilleri her ne kadar öfkelenseler de, Mehmet Akif'in Çanakkale şehitleri için söylediği "Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" cümlesi, kafadan sallama ve rastgele söylenecek bir cümle değildir. Özellikle Fetö'nün 15 Temmuz işgal hareketini ve ümmetin kahramanlığını gördükten sonra Mehmet Akif'i daha iyi anladım.13-) Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en kerim olanınız, O'na karşı takvalı olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haberdar olandır.14-) Bedevîler "İman ettik" dediler. De ki: "İman etmediniz. (Öyle ise, "iman ettik" demeyin.) "Fakat boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah'a ve Resûlune itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. "KUR'AN'DA İMAN ve İSLAM"Aslında "Müslim" kavramı Kur'an'ı Mübin'de "sadece Allah'a dolayısıyla onun hükümlerine indirdiği kitab-a teslim olan kişi" anlamında kullanılmıştır."İbrahim, ne Yahudi ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan saf, dosdoğru bir Müslim idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı"(Âli İmran- 67) "Müslim, selim, silm, Müslüman, selam, İslam kavramlarının bütün türevleri "saf inanç, şirksiz iman, temiz ve katışıksız, hanif yani orijinal din" anlamlarında kullanılmıştır. Kur'an'ın neresinde böyle bir kavram ile karşılaşırsak "şirksiz iman, temiz inanç, hanif İslam, saf ve halis din" aklımıza gelmesi gerekiyor.Kur'an'a göre, Allah'a iman ile şirk bir arada olabildiği halde, İslam ile şirk hiçbir zaman bir arada anılmamıştır. Kur'an'a göre "insanların çoğunun Allah'a imanları şirkle beraberdir" (Yusuf- 106)Tarihin bütün müşrikleri Allah'a iman ederlerdi, hem de dinlerinde samimi bir imana sahip bulunuyorlardı.Yani dinlerinin muhafazası için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor, mallarını infak ediyor (Enfal-36) her türlü fedakarlığı gösteriyorlardı.Fakat şirk ile İslam birbirine düşman, birbirine son derece aykırı iki zıt inanç ve ayrı din konumundadırlar.İşte bundan dolayı yüce Allah, mezheplerin söyledikleri gibi "iman" üzerine değil, kullarının İslam üzerine yani "Müslüman" olarak can vermelerini istemektedir."Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluğunuzun gereğini hakkıyla yerine getirin ve ancak Müslümanlar olarak can verin"(Âli İmran- 102)Allah'ın Resulleri de "iman" üzerine değil, İslam ve Müslüman olarak vefat etmeyi temenni etmişlerdir. Yusuf (a.s) ın Allah'a yakarışı şöyledir."... Ey göklerin ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim dostumsun. Beni Müslim olarak vefat ettir ve beni sâlih kullarına ulaştır"(Yusuf- 101) "Çünkü Rabbi ona Müslim ol, (eslim) demiş o da: Âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da, : Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam-Tevhid) seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak can verin, dediler"( Bakara- 132, 133) İslam kavramı "saf inanç, hanif din, pak sistem" anlamına geldiği için Kur'an'da mü'minlerin özellikleri sayılırken, Müslümanların özelliklerine yer verilmez. Mesela: "Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanları arttıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar salat'ı ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden Allah yolunda infak eden kimselerdir. İşte onlar gerçek mü'minlerdir"(Enfal- 2, 3, 4)"Müminler ancak Allah ve Resulü'ne iman eden, sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte (imanlarında) sadık olanlar bunlardır"( Hücurat- 15) Kur'an'ı Mübin'e göre bir insanın gerçek mü'min olması için "iman ettim" demesi yeterli olmamaktadır.Gerçek olarak iman etmenin birçok şartı mevcuttur. İşte bundan dolayı bir çok âyette genellikle "iman edip ameli salih işleyenler..." buyrulmaktadır.İman ile beraber şirk illetinin olabileceği veya sırf iman etmenin yeterli olmadığını Kur'an bizlere haber vermektedir."İnsanlar sınanmadan, sadece "iman ettik" demekle bırakılıvereceklerini mi sandılar?"( Ankebut- 2) Bu konuda yanlış anlaşılmaya müsait bir âyet bulunmaktadır. "Araplar "iman ettik" dediler. De ki: Siz gerçek olarak iman etmediniz, ama (dürüst olun ve doğru konuşun, İslam'ın ve Müslümanların gücü karşısında ister istemez) "gelip teslim olduk, boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir" (Hücurat- 14) Yukarıdaki âyette bulunan "eslemné- "Müslüman olduk, Allah'a teslim olduk" anlamlarında değil, güç karşısında Müslümanlara ve menfaate boyun eğmek" anlamında kullanılmıştır.Çünkü iman kalbe iyice yerleşmeyince iman ve İslam yani Allah'a teslim olma tahakkuk etmiyor.İslam her türlü endişe, korku, şirk, şüpheden uzak tam bir emniyet içerisinde olma anlamına gelmektedir. Bu âyette Yüce Allah "iman ettik" diyen bedevilerin kalplerini bildiği için onların gerçekten iman etmediklerini İslam'ın ve Müslümanların zaferi karşısında mahalle ve akraba baskısı veya devletin maddi imkanlarından faydalanma amacıyla ister istemez boyun eğdiklerini bildiriyor.Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni ilim adamlarının imanlarının Kur'an'a uygun olmadığını şu âyetler ortaya koyar."(Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanlara:) "Yahudi ya da Hristiyan olun ki doğru yolu bulasınız. dediler.De ki: Hayır! Biz, hanif olan İbrahim'in dinine uyarız. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı.Biz, Allah'a bize indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer nebilere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin iman ettik ve biz sadece Allah'a teslim olduk (ve nehnu lehu müslimün) deyin. Eğer onlar da, sizin inandığınız gibi iman ederlerse hidayeti bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, her şeyi bilendir"( Bakara- 135, 136, 137) Yukarıdaki âyetlerde vahiy'den bağımsız imanın Allah katında bir değerinin olmadığı ve hidayete asla vesile olmayacağı açık olarak görülüyor.İman, ancak Allah'ın indirdiği kitab-a özel kılındığı zaman "teslim" yani İslam mertebesine ulaşıyor.Yani vahyin öngördüğü iman tahakkuk etmeyince Allah'a tam teslim anlamında olan İslam gerçekleşmiyor."Kim de iyi amellerde bulunmuş bir mümin olarak O'na varırsa, üstün dereceler bunlar içindir"( Tâhâ-75)"İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.( Enam- 82)İman ettim demenin hiçbir zaman yeterli olmadığını gösteren en büyük delillerden biri de, "Ey iman edenler!...." diye başlayan onlarca âyettir.Bu âyetlerde "Ey iman edenler!..." denildikten sonra iman iddiasına sahip olan Allah Resulünün arkadaşlarına yani ehl-i sünnet âlimlerinin "gökteki yıldızlar gibidir" dedikleri sahabilere çok sert eleştiriler getirilmektedir. Hatta âyetlerin "Ey iman edenler! diye başlamasının sebebi, Nebi (a.s) in arkadaşlarının imanlarında bir sorun olduğundandır. İmanda bir sorun olmadığı yani saf iman anlamında İslam'ınolduğu Mekke'da inen sürelerde "Ey iman edenler! diye başlayan âyet bulunmaz. MESELA "Ey iman edenler! Allah'ın ve Resul'ünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir"( Hücurat- 1)"Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi'nin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Nebi'ye yüksek sesle bağırmayın; Yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider" (Hucurat-2) "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin ayıplarını araştırmayın. Biriniz diğerinizin gıybetini yapmasın. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, engin merhamet sahibidir"(Hucurat-12)"Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e ihanet etmeyin; sonra bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz"(Enfal-27) Dolayısıyla Allah tarafından indirilen vahiy ahlakına göre aracısız, şirkten uzak iman olmadan hiçbir zaman İslam gerçekleşmiş olmayacaktır.Yani Şii ve Sünni ilim adamlarının "Biz Müslümanız, Allah'a teslim olduk, dinimiz islamdır" demelerinin Allah katında hiç bir değeri bulunmamaktadır.Çünkü elçiler tarihinde yani Allah Resullerinin muhatap kılındığı tüm zamanların müşriklerinin zihin dünyalarında yaratıcı olarak daima Allah vardır. Onların Allah'ın varlığı ve büyüklüğü konusunda hiçbir sıkıntıları olmamıştır.Zaten Kur'an tarafından "müşrikin" yani "şirk koşanlar, müşrikler" olarak tanımlanmaları da bu yüzdendir.Onlar din büyüklerini, âlimlerini, iman önderlerini, evliya ve İlâhlarını Allah'a şirk koştukları için müşrik sayılmışlardı.Yoksa Allah'a inanmadıkları veya O'nu inkar ettikleri için değildir. Şu dua Mekke müşriklerinindir."Ey Allah'ım! Eğer bu hak (Kur'an- Resul) senin kadından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir"(Enfal- 32) Başka bir âyette şöyle buyrulmuştur."De ki: Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik ve hakim bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor? Diriden ölüyü kim çıkarıyor?Her türlü işi kim idare ediyor? "Allah" diyecekler. De ki: Öyleyse (O'na şirk koşmaktan) sakınmıyor musunuz? İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan ayrıldıktan sonra sapıklıtan başka ne kalır? O halde nasıl şirke dönderiliyorsunuz"(Yunus- 31,32) Dolayısıyla mezhep, cemaat ve tarikat müşrikleri gibi kadim müşrikler de gökleri ve yeri yaratanın, Güneş'i ve Ay'ı hareket ettirenin, yağmur yağdıranın, rızkı verenin, hayatı ve ölümü takdir eden gücün Yüce Allah olduğunun farkında oldukları ve Allah'a kendilerince iman ettikleri onlarca âyette çeşitli şekillerde dile getirilmiştir.15-) Müminler ancak, Allah'a yani Resûlûne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte (imanında) sadık olanlar sadece bunlardır.16-) (Ey Resul!) De ki: "Siz Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Allah, her şeyi bilendir."(Rivayet ve ictihadları yani mezhepleri reddetme bakımından en önemli âyetlerden biri budur. Yani siz Allah'ın size göndermiş olduğu vahyi nasıl yeterli görmezsiniz? "Allah'ın göndermiş olduğu vahiy'den ayrı olarak nasıl helal ve haramlar, farz ve vâcipler icad edersiniz?" Dolayısıyla bütün rivayet ve ictihadlar mezhep ve fırkalar Allah'a din öğretmenin adıdır. Yani "Allah sizin din atalarınız kadar bilmedi, onun ilmi eksik yetersiz kaldı. Sizin her şeyi bilen din atalarınız Allah'ın eksik bıraktığı yerleri tamamladılar" Size ve Allah'ı yetersiz gören din atalarınıza veyl olsun.)17-) Onlar (güç ve kuvvet karşısında boyun eğerek) teslim oldukları için sana minnet mi ediyorlar. De ki: "İslam'ınızı (boyun egmenizi-tesliminizi) bana minnet etmeyin.Tam tersine eğer sadık kimselerseniz sizi imana hidayet erdirmesinden dolayı asıl Allah size minnet etmiştir"18-) Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.(Hucurat Süresinin Sonu)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder