12 Ocak 2022 Çarşamba
ÇOCUKLARIMIZI CEMAAT VE TARİKATLARDAN UZAK TUTALIM Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet varken, Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin Kur'an'a iltifat etmemelerinin sebebi acaba ne olabilir?Tefekkür etme, öğüt alma ve aklı kullanma ile ilgili yüzlerce âyete rağmen, neden hiçbir Şii ve Sünni âlim, hiçbir tarikat ve cemaat mensubu, Kur'an'a bakma ihtiyacı duymaz? Şia ve Ehli Sünnet dincilerinin Kur'an'dan bu kadar nefret etmelerinin altında hangi kahredici gerçek yatıyor? Aslında kafir ve müşriklerin Kur'an'a kulak asmamalarının onlarca nedeni birçok âyette tekrar tekrar anlatılmaktadır.Benim düşünceme göre, Mezhep cahillerinin Kur'an'ın hayat veren ruhundan mahrum olmalarının en önemli sebeplerden birisi şudur: Zamanın birinde bir arkadaştan yaşamış olduğu bir olayı dinlemiştim. "Sıcak bir günde bir kaç arkadaşıyla birlikte kapalı bir mekanda, ortamın serinletici havasında konuşup sohbet ederlerken, birden kapı açılır.İçeriye giren arkadaşları "İçerisinin çok havasız olduğunu, içeriden hoş olmayan bir kokunun bulunduğunu, oksijensiz ve sağlıksız bir ortamda olduklarını" söyledikten hemen sonra pencereleri açıp içeriyi havalandırır. Pencerelerin açılmasıyla birlikte içeriye temiz havanın girmesi neticesinde güzel ve hoş olmayan bir ortamda oturanlarda bir rahatlama ile daha önce teneffüs ettikleri serin! ve güzel! havanın aslında ne kadar aldatıcı, zararlı ve zehirli olduğunun farkına varırlar.Bu örnek o kadar hayati bir öneme sahiptir ki:Uyanık bir kişi gaflet uykusunda olan bin kişiyi uyandırıp kurtarabilir.Bir mum sönük bin tane mumu yakabilir.Bir kişi koskoca bir memleketi ve ümmeti büyük bir fitne ve yıkımdan uyandırabilir. Elçiler bunun için çok değerlidir. ARKADAŞLAR!Şia ve Ehli Sünnet mezhepleri, Diyanet İşleri Başkanlığı ( Ankara) cemaat ve tarikatlar kendi inanç ve fikirlerine aykırı düşünen kimseyi içlerine kabul etmediklerinden, ebediyen zehirli inanç ve sağlıksız fikirlerinden kurtulamazlar. Dolayısıyla gelenekçi mezhepçilere teneffüs ettikleri inancın sağlıksız, zehirli ve ölümcül olduğunu birisi mutlaka hatırlatmalıdır."Takva sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat belki (şirkten) korunurlar diye hatırlatmak gerekir"(En'am- 69) Allah elçilerinin en önemli görevi budur.Yani hariçten biri müdahale etmediği zaman aynı havayı teneffüs eden, aynı inanç ve fikirlere sahip olanların uyanmaları, hakkı ve hidayeti bulmaları mümkün değildir.Biri mutlaka uyuyan insanları uyarmalı, sabırla onları ikaz etmeli ve onları ölüm uykusundan uyandırmalıdır.Bu kutsal görevde şu husus asla göz ardı edilmemelidir."Allah elçilerinin yegane ikaz ve uyarı araçları Kur'an olmuştur"(Enbiya, 45; En'am, 51 ; Kaf ,45; Âraf, 61, 62, 67, 68) Kur'an ehli muvahhidler bütün olumsuz şartlara ve hakaretlere rağmen uydurma din mensuplarını Kur'an ile uyarmalıdırlar. Allah'ın indinde bundan daha şerefli bir görev yoktur.Çünkü Nebi'ler, Allah'ın Resülleri ve binlerce vahiy ehli muvahhid bu görev uğrunda hayatlarını vermişlerdir.(Âli İmran- 146)Şia ve Ehli Sünnet mezheblerinin, Diyanet İşleri Başkanlığının ( Ankara) cemaat ve tarikatların topluma en büyük zararları, bünyelerinde özgür irade sahiplerinin sivrilmesine izin vermemeleridir. MESELA:Şia ve Ehli Sünnet dininde hiç kimse muhaddis ve müctehidleri eleştirme hakkına sahip olmadığından aralarında sorgulama ahlak ve kabiliyeti gelişmemiştir.İnanç ve fikirlerinde özgür olmayan toplumlar hiçbir gelişme gösteremezler.Bugün dâhi, Kur'an cahili din adamlarını eleştirenler, mezhep mukallitleri tarafından sapık ve tehlikeli olarak görülüyor.Adalet ve özgürlüğün, tefekkür ve aklı kullanmanın, ilim ve sorgulama erdeminin olmadığı toplumlarda isyankar ruhlu hak avcılarının yaşama şansları olmaz. İşte bu yüzden Şiilik ve Sünniliğin hakim olduğu toplumlarda anarşi, zorbalık, terör, cehalet, kargaşa, fakirlik, sürgün, taklit ve düşman istilaları hiçbir zaman son bulmayacaktır.Dolayısıyla çocuklarımızı ve gençlerimizi fetö gibi özgürlük ve akıl yoksunu, fikir ve sorgulama düşmanı kapalı ve karanlık yapılardan korumak zorundayız. Yoksa dünya hayatları ile beraber ahiret hayatlarını da kendi ellerimizle mahvetmiş olacağız. Çocuklarımız isterse "hacsız" ve "umresiz, abdestsiz ve namazsız" olsunlar, fakat her türlü haksızlığa karşı gelen özgür ve isyankar bir ruh kazansınlar. Gençlerimiz isterse deist ve sosyalist olsunlar, tarikat ve cemaatlere bağlı şahsiyetsiz ve karaktersiz bir ahlaka sahip olmasınlar.Gençlerini fetö tipi cemaat ve tarikatlare düşman olarak yetiştirmeyen toplumlar karanlık ve cehalete, taklit ve bağnazlığa mahkum kalacaklardır. Çocuklarına Kur'an ahlakını ve tevhid özgürlüğünü miras olarak bırakmayanlar, maddi miras olarak bıraktıklarıyla sevinmesinler.Ya Kur'an'ın evrensel özgürlüğü olacak, Kur'an ilmi ve hikmeti başa geçecek, ya da kuzgun leşe konacaktır""Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanif (özgür Müslümanlar olun) Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar(ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail) kapışmış, yahut rüzgar onu uzak bir mesafeye (Ege'nin ve Akdeniz'in karanlık sularına ) sürüklenmiş bir nesne gibidir"(Hac-31)Birgün bir tarikat televizyonuna rast geldim.Yedi sekiz yaşlarında, tek tip olarak başlarında sarık, üstlerinde cübbe, ayaklarında mest olan çocuklara gözüm takıldı. Bu çocukları seyrederken içim acı ve ızdırapla doldu.Tabi ki herkes inanç ve fikirlerinde yaşam ve giyinişinde özgür olmalıdır. Devleti'nde bu kurumlara kanun ve kaba kuvvetle müdahale etmesi gibi bir hakkı bulunmamaktadır.Esas beni acı ve ızdıraplara sevkeden şey bu giyim tarzının islami olduğu, Allah Resulü'nün inanç ve ahlakını temsil ettiği ve dolayısıyla sünnet adı altında sevap işleniyor amacı ile yapılmış olmasaydı. Bu hurafe inanç ve giyim tarzıyla büyüyen çocukların fikir ve zihin dünyaları nasıl şekillenecek bir düşünün. 1300 sene öncesinde karanlık ve zalim bir idare ve yalancı ahmakların uydurduğu dinden bugünün teknoloji ve bilim çağında çocuklarımızı bu Kur'an'sız cahillere nasıl yem yapıyoruz onu da bir düşünün. Halbuki geleceğimiz adına bu çocuklardan dünya çapında bir çok ilim dalında üstün beyinler yetişebilirdi. İşte bu yüzden önemli bir gerçeği hiç usanmadan, her zaman, tekrar tekrar hatırlatmak dini ve milli bir görevdir. Dünya tarihinde uydurma dinden daha tehlikeli, acımasız ve ölümcül bir silah icat edilmemiştir. Çünkü uydurma din yüzyıllarca etkisini sürdürebilecek bir güce sahiptir. Kur'an bir çok âyette insanların bu dinden kendilerini kurtarmalarının mümkün olmadığını ortaya koymuştur.Çünkü din ve mezheplerinin hak, bu din ve mezheplere karşı gelenlerin sapık olduklarını iddia etmektedirler. Bu yüzden aklı başında olan bütün Devlet adamlarına, Diyanet İşleri Başkanlığına, ilahiyatçılara, Milli Eğitim Bakanlığına ve eğitimcilere çağrım. Lütfen, İslam dininde böyle bir inancın, bir anlayışın ve bir giyim tarzının olmadığını, Allah Resulü'nü temsil etmediğini insanlara açık olarak anlatın. Anlatın ki, aileler çocuklarını böyle gerici ve hurafeci kurumlara vermesinler. Fetö gibi hurafeci ve acımasız bir örgütten nasıl olur da hiçbir ders almadık.Herkes aklını başına alsın. Çocuklarımızın dünya hayatları ile beraber ahiretlerini de yok ediyoruz. Yazıktır, günahtır. Bu manzara Kur'an'ın mükemmelliğine ve sistemine şahit olan vahiy ehli muvahhidlere çok ağır gelir. Kur'an, İlim, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden uzak ve karanlık bir dünyaya çocuklarınızı teslim etmeyin. Allah'tan korkun. Manevi olarak çocuklarınızı ölüme ve yok olmaya mahkum ediyorsunuz! Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'da şöyle buyurur. "Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah'ın kendilerine emrettiğine karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır"( Tahrim- 6)Bir Nurcu yurdunda gördüğü baskıya dayanamayarak video çekip ardından yurdun beşinci katından atlayıp intihar eden tıp öğrencisi Enes Kara'nın ne diyordu. "Şu an cemaat yurdunda kalıyorum. Hiç kalmak istemememe ve bunu aileme defalarca söylemiş olmama rağmen, beni burada kalmaya zorladılar... Lise ve ortaokulda yine böyle medreselere sıkça geliyordum bazı tatillerde yatılı kalıyordum. O zamanlar da istemiyordum ama ailem zorluyordu ve haftada bir iki gün geliyordum ya da yılda bir iki hafta yatılı kalıyordum. Çok da zor değildi. Bir de en fazla üniversiteye kadar gelirim zaten diye düşünüyordum. Burada vakit namazları zorunlu. Cemaat şeklinde kılıyoruz namazdan sonra ders var. Otuz dakika sürüyor yaklaşık her vakit. Günlük bir saat burada olan kitaplardan okumamız zorunlu. Haftanın üç günü cemaat dersine katılmak zorunlu. Yemekleri yine öğrenciler yapıyor, haftanın bir günü temizliği yine biz yapıyoruz. Sabah namazıyla uyanıyorum, okula gidiyorum geliyorum, akşam namazı, yemek, okuma, yatsı namazı, cemaat dersi sonra saat on oluyor.Zaten ertesi gün tekrar 6.30 gibi namaza uyanıyorum. Pazartesi günleri böyle, diğer günler de cemaat dersi yok. Bir tek sekizde serbest oluyorum. Hafta sonu da benzer. Yine üç saat gibi bir şey kalıyor ve kalan zamanda adam akıllı ders de çalışamıyorum. Çünkü psikolojik olarak yorgun oluyorum. Bu iki sorunu ayrı ayrı düşününce aslında katlanılamayacak şeyler değil ama bunları birleştirince tüm yaşama sevincimi alıyor, özgür hissetmiyorum kendimi yirmi dört saatten kendime ayırabildiğim 3 saat falan"Namaz ibadet ve rahmet değil, tamamen azap ve eziyete dönüşmüş, cemaat ve tarikatların kutsal kitaplarını okuma tuzağı haline gelmiş bir ritüeldir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder