21 Nisan 2022 Perşembe
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (24.YAZI) Kur'an'a göre namazın günde beş vakit kılınacağını gösteren hiç bir delil yoktur. Yani bu konuyla ilgili yapılan yorumlar, geleneklerle âyetleri örtüştürmeye yönelik zorlama yorumlardır.Aynı şekilde namazda yapılan kıyam, rükû ve çift secde hareketlerinin tekrarını ifade eden “rekât” kelimesi de Kur'an'ın hiç bir âyetinde geçmemektedir. Dolayısıyla Kur'an'a göre hangi namaz'ın kaç rekât olacağı da belli değildir. Namazların sadece iki rekât olması gerektiği düşüncesi, savaş zamanı yapıldığı iddia edilen namaza dayandırılmaktadır. Üstüne üstlük diğer bazı dinlere mensup insanların kendilerine özgü bir şekilde ibadet ediyor veya benzer ritüelleri yapıyor olmaları; namazın eskiden beri süregelen geçerli ve doğru bir ibadet olduğuna dair delil olarak sunulurken her ne hikmetse İslam'a diğer dinlerden bulaşmış geleneksel bir ritüel olabileceği düşünülmemektedir. Oysaki namaz kılmanın kökeninde ateşe, güneş'e tapma gibi putperest geleneklerinin bulunduğu herkesçe bilinmektedir. Buna rağmen Cibril’in, Allah’ın Resulüne Kur'an dışı iletişimle namaz kılmayı öğrettiği; buna da gerekçe olarak önceki kitap ehlinin namaz kılmayı unuttuğu iddia edilmiştir. Kur'an’da bulunan kesin açıklamalara göre sadece Kur'an'a tabi olan Nebi (a.s) ın namaz gibi, Allah’ın indirmiş olduğu hiçbir kutsal kitapta yer almayan fakat yerine getirilebilmesi için tarife ihtiyaç duyulan bir ritüeli kendi kafasından üretmesi veya Kur'an harici vahiy alarak uygulamış olması düşünülemeyecek bir alternatiftir. Zira Kur'an’ın kesin açıklamalarına göre son Nebi ve Nübüvvete bağlı son Resül olan Muhammed (a.s) a Allah tarafından yüklenilmiş görevine göre Kur'an’a herhangi bir ekleme veya ondan bir çıkarma yapması kesinlikle yasaktır.(Yunus-15; İsra-73,74,75; Hakka-44)İnsanlık tarihinde Nebi ve Resüller dahil, kafirler, müşrikler, munafıklar, İsrailoğulları, Yahudiler ve Hristiyanlar salât kelimesini duyar duymaz hangi anlama geldiğini biliyorlardı. Salat'ın tarihi vahyin tarihidir. Vahiy salât sayesinde hayat bulur. Salat olmadan dine karışan şirk ve hurafelerden kurtulmanın imkanı yoktur. İşte namaz böyle önemli bir misyonun yok olmasına sebep olan anlamsız bir uygulamadır. İfade etmek gerekirse, Şii ve Sünni din adamlarından taklitle gelen namaz; delili ve dayanağı sadece rivayetler olan, şekil şartına bağlanmış, yüce Allah'tan indirilen âyetlerin ve insan sözü duaların Kur'an’daki kıyam, rükû, secde gibi kavramlara dayandırılarak isimlendirilmiş şekilsel hareketlerle anlayarak ya da anlamayarak Allah'a geri okunması yani içinden seslendirilmesidir. Cuma Namazı da aynı uygulamanın topluca yapılmasıdır.Kur'an’a göre ise, cuma (toplanma) gününde müminler salât'ı yerine getirmek için yani Allah’ın zikri olan Kur'an’ı müzakere etmek ve güncel meselelere vahyin önderliğinde çözümler üretmek amacıyla bir araya gelerek miskinlere sahip çıkmaları yüce Allah'ın en önemli emirleri arasında yer alıyor. Oysaki günümüz geleneksel dini yani Şiiliği ve Sünniliği uygulayan din adamları şekilsel bir ibadet olarak öğrettikleri namazı, tam bir âyin havasında topluca yerine getirmektedirler. Camilerin içinde zengin, fakir, kentli, köylü erkekler yan yana, omuz omuza birbirinin derdinden habersiz; yoksullar, düşkünler, yetimler, kimsesizler için Allah’a dua etmektedirler! Üstelik “Ey iman edenler” hitabıyla başlayan cuma salatının âyetini, “Ey iman eden erkekler” şeklinde alarak kadınlara asırlarca camiye gitme hakkını tanımadılar. Namaz bitince de camiden çıkıp, çoğu kere birbirlerine selam bile vermeden dağılmaktadırlar. Din adamlarının korkutmalarına ve tehditlerine karşı namaz kılarak görevini yerine getirmiş olmanın verdiği psikolojik rahatlık içinde; el açan dilenciye bozuk para verip, cenneti hak ettiklerine inanmaktadırlar.Cami ve namaz haricindeki gerçek hayatta ise çoğu zaman birbirlerini tanımamakta, yardım etmemekte, bir çok harama bulaşmakta, borçlulara haciz ve icra yoluna gitmekten çekinmemektedirler.Müslümanların bu yaşam tarzına girmiş olmalarının nedeni, vahyin uygulanmak üzere anlaşılması olan Kur'an’daki gerçek salât'ın işlevinin ortadan kaldırılarak namaza dönüştürülmesidir.Tekrar belirtmek gerekir ki "namaz" kelimesi, aynen "peygamber" kelimesi gibi Farsça olup, Kur'an'da olmayan bir kelimedir. Bunun yerine Kur'an'ın orijinalinde "salât" kelimesi ve bu kelimenin türevleri geçmektedir. Neredeyse günümüzdeki bütün mealciler ve çevirmenler de Kur'an’daki salât kelimesini ve kelimenin türevlerini (kelimenin âyetlerdeki gramerle ilgili değişik kullanımlarını) namaz ritüeliyle değiştirmişlerdir.Salât'ı ikamenin “namaz kılmak” anlamına geldiği; geleneksel bir ritüel olan namazın Kur'an’da bulunmaya çalışılması zorlama bir yorumdur ve Kur'an’da karşılığı bulunmamaktadır. Dolayısıyla din adamlarının kendi anlayışlarını Kur'an’a sokma ve insanları bu şekilde yönlendirme fiilinin sonucudur. Yani hiç bir âyette, Kur'an’da geçen salâtı ikame etmenin karşılığı olarak “namaz kılmak” anlamı yerine oturmamaktadır. Zaten böyle bir mana vermek de salâta değişik anlamlar verilmesi gerekli hale gelmiş ve âyetler arasında anlam bakımından bir çok çelişkiye sebebiyet verilmiştir. Yani bazı âyetlerde salât kelimesinin türevlerine yükledikleri bu anlam, âyette bahsi geçen konuyla uyuşmadığı için bu defa kelimeye farklı anlamlar yüklemişler ve Kur'an içerisinde anlamı olmayan meallere yol açmışlardır. Bu çelişkileri de ‘kelimelerin birden fazla anlamı vardır ve âyetteki konuya göre kelimeye bu anlamlardan biri verilir’ şeklinde savunmuşlardır.Kur'an'da namazın hem kelime olarak hem de şekilsel bir tarif olarak karşılığının bulunmaması dolayısıyla Kur'an'daki "salât" kelimesi, din adamları tarafından "namaz" olarak yorumlanmıştır. Yani bu anlayış yüzünden "salât" kelimesinin anlamı "namaz" şeklinde; "ekimus salât" kavramının anlamı da "namaz kılmak" şeklinde başka bir kavrama dönüştürülmüş durumdadır. Doğal olarak salât ile ilgili âyetlerin çevirilerinde veya yorumlarında "namaz kılmak" karşılığını gören insanlar, geleneksel uygulamadaki şekilsel "namaz kılma" ibadetini düşünmemeye ve sorgulamadan kabul etmeye yönlendirilmişlerdir. Dolayısıyla doğumundan yaşadığı ana kadar çevre ve geleneklerin içerisinde yetişen ve genellikle onlardan etkilenerek dinlerini öğrenen insanlar, namazı da şekilsel bir ritüel olarak birbirlerinden öğrenmekte; Kur'an’da “namaz kılmak” şeklinde meallendirilen salât kavramını da akıllarında bu şekliyle canlandırmaktadırlar. Böylece salât ederek yani Kur'an'ı öğrenerek vahyin rehberliğini hayatlarında uygulayacaklarına; namaza yönlendirilerek sayılara ve şekillere boğulmuş bir halde ve çoğu zaman ne dediğini bilmeden dini vecibe’lerini yerine getirmiş olma psikolojisiyle hem Kur'an’dan hem de dünya işlerinden uzak tutulmuşlardır. Sonuçta Kur'an okuyucuları ile samimi insanlar, diğer birçok konuda olduğu gibi bu çok önemli konuda da yönlendirilmiş ve yanıltılmışlardır.Geleneksel namazın unsurları olan kıble, kıyam, rükû, secde gibi şekilsel hareketler Kur'an’dan incelendiğinde; bu kavramların gerçekte şekilsel hareketlerin isimleri olmayıp, daha geniş ve kapsamlı anlamlarda yani zihinsel kabul ve mutlak itaat anlamında kullanıldıkları anlaşılmaktadır.Salât-ı ikame; toplum içindeki sorunları, zikre- Kur'an'a- hayata göre çözme yollarını öğrenip onarma, (ikame ise) bunları dikme sürekli olarak ayakta tutma ve yaşatma eylemidir.Aslında salât dinin kendisidir. İndirilmiş vahiy dininin asli niteliklerinden mahrum bulunan yığınlara biçimsel kimi alışkanlıklar ve yüzeysel kimi eğilimler kazandırmak bir kıymet ifade etmez. Kendilerini İslam’ın asli ilkeleri ile İslam lehine değiştiremeyen bireylerin bir toplumu değiştirmeye kalkışmaları sadece şuursuz ve bilinçsiz bir aklın ifadesi olabilir.Nebi (a.s) ın Medine hayatına “asr-ı saadet” (mutluluk asrı) dediler. Hamd olsun Kur'an sayesinde bu yalana kanmadık. Kur'an'dan bu konuyu araştırdığımızda büyük bir yalan olduğunu gördük. Dolayısıyla elimizde güvenilir kitap olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur. Bütün namaz araştırmaları; Milâdi 632den sonra söylenilenler ve bu söylentilerin evrimleşerek başkalaşmış hale geçerek Milâdi 800’lü yıllarda yani Abbasiler döneminde rivayetlerin kitaplaşmasıyla oluşmuştur. Yani iki İslâm tarihi vardı:1-) Nebi (a.s) ın yaşadığı ve sadece Kur'an’ın tebliğ edildiği tarih.Bu tarihte Kur'an'dan başka hiçbir şey yoktu, sadece vahye tâbi olma ve ona itaat vardı. 2-) Nebi (a.s) vefat ettikten sonra dedikodu ve yalanların hadis ve sünnet yapıldığı tarih. Bu tarih Kur'an'sız ve koyu karanlık bir cehalet ve taklit tarihidir. Vahşi bir inancın hakim olduğu, iman edenler arasında kıyamet gününe kadar sürecek bir parçalanma ve düşmanlık tarihidir. Bu tarihte sahabeler arasında Nehravan, Sıffin, Cemel savaşları, Kerbela, Harre ve Kabe baskını katliamları yaşandı. Şiilik ve Sünnilik bu çağda neşvu nema buldu. Yani mezhep ve fırkalar bu karanlık çağın ürünüdürler. İşte bu hal O’ndan sonraki devirlerde efsane, hayal ve hayallerle desteklenen birçok bilgi kirliliği ortaya çıktı. Daha sonraları bu yalanlar kitaplaştırıldı.Yani Buhari, Müslim, Nesai, Tirmizi, Malik bin Enes, Ahmed bin Hanbel, İbni Mâce, Ebu Davût gibi muhaddis ve müctehidler, namaz hakkında ortalıktaki söylentileri topladılar, vâiz ve kıssacılar da bu uydurma namazın ne kadar faziletli olduğunu anlatıyorlardı. İşin vahim tarafı, Kur'an'ın ilmi ve hikmeti olmadığı için ümmi halk bu sözleri akıl ve mantık, vicdan ve fıtrat terazisine koymadan olduğu gibi kutsal olarak kabul etmeleriydi. Bunların büyük çoğunluğu Zerdüşt toplumunun etkisinde kalmış, çocuklukları İran’da geçmiş insanlardı. Bu yüzden Kur'an'ın en önemli kavramı olan salât'ı Zerdüşt'ün namazına çevirdiler.Sadece salât'ı değil, bu tarih Kur'an'da var olan bütün kavramların değiştirildiği bir tarihtir.Yani "ibâdet, takva, ihlas, ihsan, iman, İslam kavramları da bu tarihte yok olmuştur. Bir düşünün bu karanlık tarihin adamları ihlas ve İslam'ın hangi anlama geldiğini bilmiş olsalardı, "hadis" ve "sünnet" adı altında bir din meydana gelir miydi? Bu karanlık çağın adamları Kur'an'dan zerre kadar nasipleri olsaydı, bu kadar mezhep ve fırkalar olur muydu? Bu çağda Kur'an'ın ilim ve hikmeti olsaydı, bu karanlık adamlar hata etmez birer rab gibi kabul görürler miydi? Yani ümmi insanlar, bu Kur'an cahillerine “büyük alim” sıfatına layık görmeleri cehaletten kaynaklanan bir olaydır. Kur'an bilinmediği için bu cehalet günümüzde de devam edip gitmektedir.Dolayısıyla her şey gelip Kur'an'ı bilmeye dayanıyor. Kur'an bilinirse, her şey kolay olur. Kur'an bilinmezse her ahmaklık normal bir olay hatta din olur. Nurculuk ve tarikatçılık gibi. Kur'an bilinmeden hiçbir amelin gerçek anlamı bilinemez. Bu şuur ve bilinci gerçekleştirecek olan salâttır, fakat salât'ı namaz ile katkettiler. Ama en korkunç olanı, din adamlarının insanlara kıldıkları namazın “Allah'tan bir emir” olduğunu söylemeleri olmuştur.Çünkü Nebi (a.s) adına iftira edilen binlerce rivayeti dinleyen ümmiler bunları “din, iman, ihlas ve ibadet” olarak algılıyordu. Oysa yüce Allah, kendi kitabından başkasının kitabının “inanılıp dine ortak edilmesini” kula kulluk etmek yani şirk koşmak olduğunu haber veriyordu.(Kasas-87) Kur'an'a tâbi olmayan din adamları tam da bunu yaptılar.Mâide-65,66, âyetlerde yüce Allah Tevrat ve İncil'e yapılan ihânetten sonra 67.âyette direk olarak Resül'ü şöyle uyarıyordu. "Ey Resül! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan risâler görevini yapmamış olursun..." Yani insanları namaza mahkûm eden yüce Allah değil, din adamları olmuştur. Son vahyin tarıhi Nebi (a.s) ın vefatından yüzyıllar sonra kaleme alındığından birçok hayal ve hikayelerle doludur. Hadis ve İslâm tarihi, çöplüklerden toplanan rivayetlerin toparlanmasıyla oluşmuştur. Muhaddis ve tarih yazarlarının hiç biri ne Nebi (a.s) ne de sahabeleriyle tanışmış değildir. Fakat ne yazık ki öyle bir algı oluşmuş ki, bugün bu iftira eserler sanki Nebi (a.s) dan gelmiş, onun temiz dilinden dölülmüş gibi din ve iman olarak görülüyorlar. Bu yalanlara iman eden din adamları salât'ı namaz olarak anlamaktan başka hiç bir alternetifleri olamaz. Elbette salât'ı namaz olarak anlayacaklar. Bunlara karşı durmak da “akıntıya karşı kürek çekmek”ten başka hiç bir şey değildir. Ataların dinine kulluk edenlere hakkı kabul ettirmek mümkün değildir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder