4 Şubat 2022 Cuma
SALÂT ve TESBİH (19.YAZI) Konu bağlamında tesbih âyetlerinde kuşların tesbihinden, göklerin ve yerin tesbihine, sabah akşam tesbihten, gecenin üçte birine, tevekkülden sabıra, şükürden ve duadan niyaza, hamd ile tesbihten, sesini alçaltmaya, secdeden rükûya kadar birçok bahis vardır. Şimdi tesbih konulu âyetleri sırasıyla inceleyelim. "Onlar ayakta iken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah'ı zikrederler yani göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. Derler ki: Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.(Âli İmran-191) Sübhan kelimesinin de geçtiği bu âyetteki tesbihin içinde sürekliliğin yanında “düşünmek, yüceltmek ve dua” da vardır. "Kur'an okunduğu zaman, hemen ona kulak verin yani susun. Umulur ki (Allah'ın) rahmetine nail olursunuz" (Âraf-204) "Rabbini, kendi nefsinde tedarruan (alçala-alçala-boyun bükerek) yani ürpertiyle yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret yani gafillerden olma"(Âraf-205) "Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O'na ibadet etmekten kibirlenmezler yani O'nu tesbih ederler yani yalnız O'na secde ederler"(Âraf-206) Daha önce secde yönüyle okuduğumuz âyetin bu kez tesbih tarafına yoğunlaştığımızda bu tesbihin günlük hayat içinde yüce Allah’ın gerçekleri çerçevesinde onu hatırlayarak yaşanması gibi bir anlam öne çıkıyor. Tesbih Allah’ı farkındalıkla anma, vahyini çözümleme ve gerçekler üzerinde aydınlanma demektir. Eğer tesbih olmazsa uydurma din bizi içine çektikçe çeker. Tesbih refleks haline gelirse her zaman karşılaştığımız inanç ve fkirleri doğru anlamada bize farkındalık verir. Kısacası yüce Allah'ın mesajını hayata tatbik ederek salât'ı hayata da yansıtmış oluruz. İşte bu, günün içindeki tesbihtir. "Gündüzün iki tarafında ve gecenin zülüflerinde salât'ı ikame et. Şüphesiz güzellikler, kötülükleri giderir. İşte bu, zikredenler için bir zikirdir"(Hud-114) Gecenin zülüflerini daha önce gündüzün iki tarafındaki alacakaranlıkların açıklaması gibi düşünmüştük. Ancak biraz daha inceleyince burada üç vakitten bahsedildiğini ve üçüncüsünün de ayrıca üçe ayrıldığını; Müzzemmil- 20, İsra-79 ve Taha- 110 gibi, hepsi Mekke'de inen ve Nebi'ya özel olan bu okumaların gecenin üçe bölündüğü şeklinde açıklandığı âyetlerle Hud 114’ün link oluşturduğunu netleştirdiğimizde fark ettik. Yani gecenin zülüfleri gecenin üç parçaya bölünmesiyle ilgili bir ifade olarak görünüyor. Neticede buradaki vakitler; sabah alacakaranlığı, akşam alacakaranlığı ve üçe bölünmüş olan gecenin bir ya da iki kısmı. Peki, bu vakitlerde ne yapılması öğütleniyor? Yine aynı âyetlerden yola çıkarsak bu vakitlerde yapılan şeyin okuma, düşünme, yoğunlaşma ve vahyi çözümleme içerdiğini görüyoruz. Çözümleme işi sadece okuma ve tefekkür üzerinden değil, aynı zamanda güncel meselelerle de ilgili olabiliyor. Bunu da Nebi'yi yurdundan çıkarmak isteyenlerin İsra- 79’dan önce açıklandığı âyetten sonra konunun gündeme gelmesi gözler önüne seriyor. Yine Müzzemmil yirminci âyetten anladığımıza göre iman edenlerin bir kısmı Nebi'ye uyarak Kur'an'ı okumaya beraber kalkmak istiyorlar veya onun gibi evlerinde kendi kendilerine okuma yapıyorlar. Her iki anlam da makul görünüyor. Ama birlikte yapmak için bir talimat görünmüyor. Bu vakitlerde yapılan okuma ve tesbih bireyseldir. Vakit bildirilmesinin nedeni fikrimizce “hep bu saatlerde yapacaksın” demek için değil, bu vakitlerin bulundukları toplumsal hayatın şartlarında tesbih çözümlemesine uygun zaman dilimleri olmasıyla ilgili olduğundan kaynaklanıyor. Neticede onların çoğu gece mesaisi yaptıkları bir fabrikada ya da nöbete kaldıkları bir devlet kurumunda çalışmıyorlardı. Herkesin durumuna göre şartları farklı olabiliyordu. "(Ey Nebi!) Andolsun onların söyledikleri şeylerden dolayı senin göğsünün daraldığını biliyoruz. Sen Rabbini hamd ile tesbih et yani secde edenlerden ol yani yakîn sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et"(Hicr-97,98) Bu âyet tesbihin psikolojik boyutuna vurgu yapıyor. Demek ki tesbih etmenin üzüntüyü yok edip umudu yeşerten bir yönü vardır. Aslında Kur'an'da var olan, iman, islam, ibadet, ihlas, secde, rukü, birr, sabır, kıyam, salât, tesbih, zikir, şükür, hamd, furkan, takva, ihsan (güzel ahlak) gibi kavramlar, sürekli olarak insanın hayatında var olan, her an karşılaşabileceği, ondan hiç bir zaman ayrılmayan, sosyal hayatının bir parçası konumundadırlar. Yani bunların hiç birinin yeri ve zamanı yoktur. Ancak cuma salât'ı müstesnâdır. Dolayısıyla gece gündüz, yirmi dört saat, hayat boyunca bireysel olsun, ailevi, sosyal ve ictimâi hayat olsun din daima insanın zihni ile beraber yaşayan bir olgudur. "Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol yani güneşin doğuşundan ve batışından önce ve gecenin bir vaktinde Rabbini hamd ile tesbih et yani gündüzün taraflarında tesbihte bulun. Umulur ki (ilâhi) rızaya ulaşır (sende râzı olursun)" (Tâhâ-130) Yukarıda sözünü ettiğimiz yine Mekke'de nazil olan ve Nebi'ye özel olan Hud 114’ü açıklayan ve tam bir uyum içinde bir âyet olarak görünüyor. "Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur. O'nun indinde bulunanlar, O'na kulluk etmekte kibirli olmazlar ve yorgunluk duymazlar. Gece ve gündüz hiç durmaksızın tesbih ederler"(Enbiya-19,20) Sürekli olarak anma ve hayata yansıtma açısından tesbihin sürekliliğini ifade eden âyetlerdir. "Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur; her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler"(Enbiya-33) "Ne güneşin aya yetişir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler"(Yasin-40) "Yüzdükçe yüzerek gidenlere"(Nâziat-3) Bu âyetleri almamızın sebebi, içinde geçen ve tesbihle aynı kökten olan kelimedir. Gök cisimlerinin yörüngelerinde yüzmesini de tesbihin manidar bir tanımı olarak gösteriliyor. Yani tesbih, göklerde ve yerde olan herşeyin yüce Allah'ın kendisine yüklemiş olduğu görevi aşmadan, eksiksiz olarak yerine getirmesi anlamına gelmektedir. Biz de bize bildirilen hayat yörüngesinde, yüce Allah ile salât dediğimiz bağlantıyı ayakta tutarak devam etmeliyiz. "Biz bunu (hükmü) Süleyman’a kavrattık, her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile birlikte tesbih etsinler diye, dağları ve kuşları boyun eğdirdik. Bunları yapan biz idik"(Enbiya-79) "Sen onların söylediklerine karşı sabret ve bizim güç sahibi kulumuz Davud'u hatırla; çünkü o, (her tutum ve davranışında Allah'a) yönelen biriydi. Doğrusu biz dağlara boyun eğdirdik, akşam ve sabah kendisiyle birlikte (Allah'ı) tesbih ederlerdi. Ve toplanıp gelen kuşları da. Hepsi onunla yönelip-sığınmakta olanlar idi. Yani onun mülkünü güçlendirmiş, ona hikmet ve açık konuşma vermiştik" (Sâd-17, 18, 19, 20)Burada yine tesbihin yukarıda belirttiğimiz gibi esasen tek başına yapıldığı ama birlikte de yapılabileceği mesajını alıyoruz. İkinci bir hikmeti yine işin psikolojik yönü olarak görüyoruz. Belki de Davut hükümdar olmasına rağmen çoğunlukla kalabalıklar içinde tek başına idi. Yüce Allah'ın âyetlerine bakarak onlarla düşünüyor, onlar üzerinden kavrıyor ve rahatlıyordu. Şimdi topluca ya da gruplar halinde yapılan ve adına “salât” dediğimiz tesbihin netleştiği âyetler var sırada.Dikkat edilirse bütün bu âyetler, Mekke'de inen sürelerde (Hud-114; Tâhâ-130-İsra-78, 79; Kaf-39,40) bulunan ve müşriklerin psikolojik eziyet ve işkencelerine karşı Nebi (a.s) ın dayanma gücünü arttıran âyetler olduğunu görüyoruz. Ehl-i Sünnet Kur'an'ı parçaladıkları için bu salât âyetleri ile birlikte tesbih âyetlerini bile namaz vakitleri olarak yorumlamışlardır. Yine bu din adamları anlamlarını bilmediklerinden dolayı salât ve tesbihi birbirinin içine karıştırmışlardır. İkinci bir sebep, tesbih ve salât'ın içeriğinin birbirine benzer olmasındandır. (o nur) Allah'ın, onların yükseltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir yani onların içinde sabah akşam O'nu tesbih ederler"(Nur-36) Toplu halde yapılan tesbihlere katılanların kendi evlerindeki tesbihin devamlılığı gösteriliyor bu âyette. Cuma süresinde geçenlere benzer ifadelerin hemen hemen aynısının, bu âyetten hemen sonra gelen aşağıdaki âyette de göründüğünü ve salâtı ikame bağlamında açıklandığını hemen fark edeceksiniz. (Öyle) adamlar ki; ne ticaret yani ne alış-veriş onları Allah'ın zikrinden yani salât'ı ikame etmekten yani zekât'a (arınmaya) gelmekten alıkoymayan kimselerdir. Onlar kalplerin ve basiretlerin altüst olacağı günden korkarlar"(Nur-37 Ehl-i Sünnet âlimleri âyette “adamlar” geçtiği için muhtemelen “Cuma namazı kadınlara farz değil” demişlerdir.Halbuki Nur suresinin bu bölümünden önceki âyetlerde kadınların haklarına özgü olarak erkekleri kınayan bir konu bağlamı olduğu için burada rical (adam) kelimesi kullanılmıştır.Şimdi şu âyete bakalım. "Görmedin mi; göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar Allah'ı nasıl tesbih etmektedir. Hepsi kendi salât'ını ve tesbihini bilir. Ve Allah onların ne yaptığını bilmektedir" (Nur-41) Bu âyetten bir önceki âyette denizden, onun dalgalı karanlık katmanlarından söz ediliyordu. Çok önemli ve manidardır.Çünkü doğa üzerinden düşündürmüştür. Ondan bir öncesinde ise kâfirlerin çöldeki serap gibi olan amellerinin peşinde onu bir şey zannettikleri ama sonunda sadece Allah’ın azabını bulabilecekleri haber veriyordu. Batil imanlarıyla yapmış oldukları amellerle rahmet bulacaklarını hesaplarken, nasıl azabı bulduklarını anlatıyordu. O da doğanın üzerinden ders veriyordu. İşte kuşlarla ilgili bu âyet de tesbihi ve salât'ı tabiat üzerinden düşündüren ve ders veren, hikmetler çıkarılabilecek en önde gelen âyetlerden biridir. Kur'an’a bakarsanız göreceksiniz ki bu âyetlerden sonra da tabiat konusu hemen bitmez. Bulutların ve yağmurun işleyişinden, dağların, gece ile gündüzün oluşmasından ve sonra her canlının yaratılış serüveninden bahsedilerek devam eder gider. Kısacası doğadaki makul düzen ve yüce Allah ile olan bağlantıları ölçüsünde tesbih ve salât bu yolla açıklanmaktadır. Tekrar kuşlara dönelim. Toplu gruplar halinde uçan kuşlara şâhit olmuşsunuzdur. Bazıları V harfi biçiminde göç edenlerdir. İkinci grup ise adeta tek bir beyin tarafından yönetilircesine aynı anda aynı yöne dönen yani tek vucut gibi aynı hareketi yapan ve seyri hoş bir dans gösterisi sunup harika şekiller oluşturan kuşlardır.Her iki grubun önünde de sabit olmayan liderler vardır ve rüzgârdan faydalanarak en az enerjiyle en fazla faydayı sağlayarak uçar ve daha az yorulurlar. Yine de öndekiler en fazla güç sarf ederken yorulduklarında bu sefer hemen arkasındaki öne geçer ve bu döngü devam eder gider. Kısacası orada müthiş ve örnek alınası bir yardımlaşma, destekleşme ve dayanışma vardır. Tek başlarına uçamayacak kadar uzağa uçar ya da tek başlarına yapamayacakları kadar manevrayı, oluşturdukları hava akımı nedeniyle çok daha kolay ve daha az enerji harcayarak yaparlar. Alınacak ilk ibret budur: Dayanışma, destekleşme, yardımlaşma. Kuşlar geçmişten bu yana özgürlüğün sembolü olmuşlardır. Özgürce yaptıkları göçler gerektiğinde hicreti ve seferi ifade ederken, özgürce yaptıkları manevralar da özgün olarak hepsinin yaratılışı gereği bir arada çalışabileceğini gösterir. Aşağıya diğer insanlara ya da canlılara bakıp da onlar nasıl bir arada çalışıyor, neyi nasıl yapıyorlar diye dert etmez, içlerinden geldiği biçimde ve yaratılışlarında olana göre bir tesbih ve salât edişleri vardır. Yaptıkları taklit değildir. Birbirlerine özenmez, kıskanmaz ve üzerine düşeni güçleri ve yetenekleri ölçüsünde yaparlar. Alınacak ibret erdemli, özgür ve özgün olarak bir arada çalışmaktır. Kuşların diğer bir sembolik tarafı barışçı olmalarıdır. Orada o muhteşem gösteriyi ve dayanışmayı yaparken kimseyle kavga etmez, kimseye dokunmaz ve kimseyi rahatsız etmezler. Herkesi kendilerine hayran bırakırlar. Her birinin ayrı ayrı bir hayatı varken bir aradayken uyumlu taraflarını öne çıkarırlar. Bir diğer ibretse büyük güç olmalarıdır. Yırtıcı kuşlara ve canlılara tek başlarına iken kolayca av olacak kadar güçsüzdürler. Ama bir arada oldukları zaman yırtıcı bir kartal bile onların arasına girmekten korkacaktır. Uçmayı tek başına bile öğrenseler, uçmaya başladıktan sonra bir arada yaşaması gereken sosyal hayvanlardır. Doğru zamanda doğru yerde doğru işler yaptıktan sonra salâtları de elbette yüce Allah içindir. Ve Allah onların ne yaptığını bilmektedir.İşte salât'ı ikâmenin içindeki salât tam da budur. Kuşların salât ve tesbihlerinde büyük bir akıl, şuur, dinamizm, organize hareket ve eşsiz bir manevra kabiliyetinin olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda "hepsi salat ve tesbihatını bilmiştir" (Nur-41) cümlesi, "Salât ve tesbihatın canlı bir şuur, dinamik bir bilinç, açık bir zihin ve hikmetli bir ilimle ilgili olduğunu göstermektedir. Bunların hepsi sadece Kur'an'ın ilim ve hikmetiyle elde edilecek erdemlerdir. Kur'an olmadan asla. Çünkü bunların ne olduğunu bize Kur'an öğretmiştir. Öğretmeni Kur'an olmayanın, öğretmeni şeytandır. "Ölümsüz ve daima diri olan (Allah)a tevekkül et yani O'nu hamd ile tesbih et yani kullarının günahlarından O'nun haberdar olması yeter" (Furkan-58)Bu âyette bulunan tevekkül ve tesbih yine psikolojik bir destek ve yardım ile ilgilidir. Aşağıdaki âyetlerde ise nerede tesbih ettiğinin, yani mekânın çok da önemli olmadığı ve sadece zihnen de yapılabilecek bir şey olduğu açıklanır. "Derken onu balık yutmuştu yani o kınanmıştı. Eğer (Allah’ı) tesbih edenlerden olmasaydı, onun karnında dirilecekleri güne kadar kalacaktı "(Saffât-142,143,144) Tesbihin özgür içeriği içinde dua ve tevbe olabileceği de aşağıdaki âyetlerde mevcuttur. "(Ey Nebi!) Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın vaadi haktır yani Günahın için istiğfar et yani akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et"(Mü'min-55) Yukarıdaki âyetin başına "(Ey Nebi!) eklememizin sebebi şudur. Nebiler yüce Allah'a karşı hata ettikleri için günahlarından istiğfar etmeleri istenmiştir. Fakat görevi sadece vahyi tebliğ eden Resüller masumdur, onların hata etmeleri ve günah işlemeleri mümkün olmadığı için, onların istiğfar dilemeleri söz konusu değildir. İşte Nebi ve Resülün arasında bulunan farkları bilmek o kadar önemli ve hayati bir görevdir Salâtı ikame etme yani vahiy'le sürekli olarak bağlantıyı ayakta tutma kapsamında gerek tesbih, gerekse salât kavramları içinde sık sık karşılaştığımız “hûşû” diye bir kelime var. Bu da doğal süreç içinde oluşan bir duygusal etkilenmedir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder