15 Şubat 2022 Salı
KURANI MÜBİNİN MEÂLİ(138.YAZI) 114-) Gündüzün iki tarafında yani gecenin ilk saatlerinde salât'ı ikâme et. Çünkü güzellikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, zikir (Kur'an) tezekkür edenler içindir.NAMAZ VAKİTLERİ DİYE BİR ŞEY YOKTUR. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yani hikmetini yani kendi içinde bulunan sistemini ve kavramlarının hangi anlama geldiğini, Mekke'de inen sürelerin özelliklerini, Medine'de inen süreleri özelliklerini anlayamadıkları için, neredeyse Kur'an'ın bütün âyetlerine yanlış bir anlam vermişlerdir.Mesela: Yukarıdaki âyet Mekke'de indirilen sürede yer alan bu âyet, tamamen Nebi (a.s) ın şahsını hedef almakta ve tamamen ona hitap etmektedir. Âyet tamamen Nebi'ye özel olduğu halde bu âyetten namaz ritüelinin hangi vakitlerde kılınacağını ortaya çıkarmışlardır. Halbuki bu âyet Nebi (a.s) ın Kur'an üzerinde yoğunlaşmasına, Mekke müşrikleri ile ne şekilde etkili mücadele edeceğini, sabırlı olmasını, onların karşısına nasıl bir yöntemle çıkacağına yani tebliğ faaliyetini mükemmel olarak nasıl yapacağını ortaya koymak ile ilgili iken, onlar âyetten hayali ve sanal namaz vakitleri çıkarmışlardır. Kur'an'da namaz kelimesi geçmediği gibi, namaz ibadetinden ve namaz vakitlerinden de söz edilmez.Hud süresi 114;Taha 131; İsra 78,79; Kaf 39, 40; Tur 48, 49 gibi âyetlerin hepsi Nebi(a.s) a hitap etmektedir.Az Arapça bilen biri âyetlerde bulunan bütün kelimelerin tekil formunda olduklarını sadece Nebi (a.s) a özel hitap olduğunu yani onun tebliğ faaliyetine bir hazırlık, onun donanımı ve motivasyonu ile ilgili indiklerini hemen anlar.Neden Gece Vakitleri? Bütün bu âyetlerin önemi ve açılımı Müzzemmil süresindedir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla "Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et" (Kaf-39) Aşağıdaki âyette farklı bir tabir “secdelerin ardından” ifadesi geçmektedir. Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da O'nu tesbih et"(Kaf-40) “Secdelerin ardından” ifadesinin tesbihini “belli vakitlerle sınırlı tutmamak” anlamına yakın olduğunu anlamak gerekiyor. Gerek vakitli salâtlardan sonra gerekse bireysel tesbihlerin ardından gece ve gündüz bir uyarıcı olarak zihnen meşgul olunmaya devam edilmesi öngörülüyor. "Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, gözetimimizin altındasın yani her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et yani gecenin bir bölümünde ve yıldızlar kaybolurken O'nu tesbih et"(Tur-48, 49, ) "Ey iman edenler! Cuma(toplanma) günü salât için nida edildiği zaman, Allah'ın zikrine (Kur'an'a) koşun yani alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır" (Cuma-9) Kur'an’da üzerinde özellikle durulan vakitli salât işte budur. Müminler üzerinde ortak akıldan faydalanacakları bir beraberlik sorumluluğudur. Çağrıyla yapılan ve iman edenlerin katıldığı geniş bir ortak tesbih ve dayanışma faaliyetidir. Durumun bu olması ayrıca geniş kapsamlı başka salât yapılamaz demek değildir. Kur'an’da emredilen bu salâtın dışında elbette müminler kendi aralarında anlaşıp farklı gün ve saatlerde de emredilmediği halde toplu salât yapabilirler. Gece tesbihlerinde de bir araya gelebilirler. Gelmişlerdir de. Bunun önünde hiçbir bir engel yoktur. Şimdi Geldik Müzzemmil Süresine "Doğrusu gece inşası etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüzde, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-6, 7)Bu âyet açık olarak gündüzün öğütlenen bir ders tesbihi vakti olmadığını, gündüzün dışındaki saatlerde o tip tesbih saatlerinin öğütlendiğini gösteriyor. Sebeplerini de açıklıyor. Elbette vakitli olan toplantı salâtı bunun dışında. Bunu da Cuma süresi ve bağlantılı âyetlerden anlıyoruz. Şimdi geldik daha önce de bahsettiğimiz Müzzemmil 20.ayete. Hud 114’de konuştuğumuz ve link verdiğini belirttiğim gecenin zülüfleri bu ayetle ilgiliydi. "Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir grubun gecenin üçte ikisine yakın, yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor…" (Müzzemmil-20) Bu âyete tekrar döneceğiz. Ama önce Nebi önderliğinde salât'ı ikame eden bireylerin gelişim evrelerinden bu süre kapsamında bahsetmemiz gerekiyor. Müddessir ve Müzzemmil sürelerinde genelde her ikisi de benzer biçimde “örtüsüne/elbisesine bürünen” olarak tercüme edilen “Müddessir ” kelimesi ile bir sonraki sürede geçen “Müzzemmil” kelimesinin yakın anlamlara sahip olmakla birlikte aralarında bir nüans farkı vardır. Müzzemmil kelimesi daha çok “elbisesine bürünen” anlamına müddessir ise “örtünerek gizlenen” anlamına yakın duruyor. Yani birisinde kendi olağan kıyafetine bürünen bir kişi varken, diğerinde bir üst giysisi ya da üzerine aldığı ilave bir örtü söz konusudur. Ancak her iki kelimenin de benzeşimli bir deyim olduğunu göz önüne alırsak aradaki farkı daha net görüyoruz. Şöyle ki… Müzzemmil’den yani elbisesine bürünen kişiden kasıt, kendisini toplum içinde, daha doğrusu kalabalıklar içinde yalnızlığa terk etmiş olan, toplumdan farklı düşündüğü halde kendi kendine bu farklılığı yaşayıp toplumla bu yönde ilişki kurmayan ya da kuramayan bir kişi anlaşılır. Yani düşüncelerini kendi içinde yaşar. Müddessir ise bir adım daha geride durup gizlenmeyi seçendir. Müzzemmil’in tüm anlamlarını taşımakla beraber Müddessir deyiminden kasıt, kendisini toplumun içinde yalnız görmekle kalmamış elbisesinin üzerine bir de battaniye, zırh çeker gibi kendisini daha bir korumaya almış olan kişi anlaşılır. Yani düşüncelerinden dolayı yalnızlaşmış olan kişinin ilave olarak toplumdan kaçmaya başlaması, kendi gibi düşünmeyenlerin şerrinden korunma gayreti söz konusudur. Peki, bu fark niçin önemli diye sorabilirsiniz. Bunu surelerin diğer âyetlerinde göreceğiz. Müzzemmil aşamasında olan kişi henüz öğrenim aşamasının daha alt basamaklarındadır. Uyanmıştır ama daha okuyacağı, öğreneceği çok şey vardır. Fakat müddessir aşamasında olan kişi öğrendiklerinin ne kadar önemli olduğuna daha bir farkındalıkla hâkimdir ve bu yüzden toplumun tepkisinden iyiden iyiye çekinmeye başlamıştır. Kısacası Müzzemmil’de bir acemilik, bir kendi halindelik ve hamlık, müddessir’de ise ilerleyen fikri olgunluğun verdiği bir gizlenme refleksi ve “şimdi ben ne yapacağım” tereddüdü söz konusudur. Bu anlamlar sürelerde gelen sonraki âyetlerde mevcuttur. Müzzemmil süresinin ikinci ve daha sonra gelen âyetlerinde emredilenlerle Müddessir süresinin ikinci ve daha sonra gelen âyetlerinde emredilen şeylerin birbirinden farkı bunu net biçimde ortaya koyar. Müzzemmil süresi bireysel eğitime yöneltirken, Müddessir suresi ise öğrendiğini uygulamaya yönelten bir suredirAz bir kısmı dışında geceleri kalk (ayakta ol). Yarısı kadar veya ondan az eksiği ya da fazlası kadar. Kuran’ı azar azar düşüne düşüne oku. Gerçekten senin üzerine oldukça ağır bir söz bırakacağız" (Müzzemmil-2-5) Gördüğümüz gibi Müzzemmil’de Resül bir eğitim sürecine sokuluyor. Bu kapsamda biz de elbette üzerimize düşen dersialıyoruz. Peki, müddessir olana Müddessir süresinde ne deniyor? "Kalk, artık uyar yani Rabbini yücelt. Elbiselerini temizle ve kötülüklerden uzaklaş" (Müddessir-2/5) Gördüğümüz gibi Müddessir’de Nebi'ye harekete geçmesi emrediliyor ve uygulama süreci başlıyor. Kur'an insanlara âyetlerini yaşatır ve kendisini tekrar tekrar ispat eder. Sırası gelen âyet, izdüşümlerini bir şekilde herkese gösterir. Şu kitabı hakkıyla yani güzel niyetle okumaya başlayan herkes Müzzemmil ve Müddessir aşamalarını ve benzer süreçleri üç aşağı beş yukarı her zaman yaşamaktadır. Tâbi ki anlamadan iman eden çoğunluğu kastetmiyorum.Müzzemmil süresinin ana konusu gece okuma, düşünme, akletme ve öğrenme üzerinedir. Gece okumalarının (salât ve tesbihlerinin) nasıl yapılması gerektiği üzere tavsiyeler içerir. Aynı zamanda gerçeğe uyanmakta olan kişiye çevresinin tepkilerine karşı mucadele azmi yani psikolojik bir destek verir. Peki gece neden o kadar önemlidir? "Doğrusu gece inşası etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır"(Müzzemmil-6 Günümüzden örnek verecek olursak. Öğrencilerin, çeşitli sınavlara hazırlanmakta olan gençlerin, kitap okumayı alışkanlık haline getirenlerin, akademisyenlerin, fikir üzerine çalışanların, yazarların, araştırma yapanların çok iyi bilebileceği gibi gece fikri çalışma yapmak gündüze göre çok daha verimlidir. İşte her şeyi en ince detayına kadar bilen yüce Allah'ın âyette bize hatırlattığı şey tam da budur. Periyodik olarak gece Kuran okumaları yapan kişiler de bu gece gündüz ayrımını çok iyi bilirler. Maalesef bugün elimizde olan birçok mealin yazarının (istisnalar hariç) âyetlerin çevirilerini yaparken bağlam ve bütünlükten kopmakta olduğunu muşahede ediyoruz. Önce ve sonra gelen âyetleri, söylemlerinin aksine kâfi biçimde dikkate almadıklarını, âyetlerde geçen kelimelerin anlamı üzerinde yeterince düşünmediklerini, çoğunun böyle bir yeteneğinin olmadığını görüyoruz. Kelimeleri çevirirken genelde başkasının çevirilerinde kullandığı kelimeyi aynen kopyaladıklarını, elde mevcut kadim sözlüklerden yeterince faydalanmadıklarını, Kur'an’ın içinde aynı kelimenin ne kadar, nerede ve cümle içerisinde nasıl kullanıldığını göz ardı ettiklerini, geleneğin dayattığı kirli bilgilerle kelimeler üzerinde hiç düşünmeden bazı anlamları baştan doğru kabul ettiklerini, en kötüsü akıllarını kullanmaktan korktuklarını görüyoruz. Dolayısıyla Kur'an’ı Türkçe olarak okuyan kişiler bile zaman zaman okuduklarını anlamakta zorlanıyorlar. Adeta alakasız birkaç konu peş peşe veriliyor ya da aynı ayet içinde bile farklı konulardan bahsediliyor zannı uyanıyor. Oysa çoğu zaman âyetler gruplar halinde, kendini, öncesini, sonrasını açıklayıcı ifadelerle dolu. Ama okunanı parça parça eden anlayış âyetlerdeki kelimelerin, hep kafasındaki veya din atalarından gelen anlamların karşılığını verdiğini zannediyor. Kelimelerin kendi zamanlarına ve coğrafyalarına izdüşeceği ihtimalini göremiyorlar. Aykırı söylem sahiplerini ise dini eğitim, dil ve usul bilmemekle karalıyor, gerçeğin ortaya çıkmasına engel oluyorlar. Oysa kitap ister Arapça olsun ister bir başka lisanda, onu ancak hakkıyla okuyanlar, ona teslim olanlar, ona gerçekten iman edenler anlayacaktır. Elbette boş konuşanlar çoktur ve hep olacaktır. Ama bak her zaman haktır. Akademik yetkinlik Allah’ın ilminin yansıması değil, beşerî ilmin kurumlarında verilen diplomadan ya da fırkasal sivil yolların kişisel ve taraflı icazetlerinden ibarettir. Akademisyenler de keşke bunu bilseler ve beşerî ilimle hür tefekkürü birleştirdikleri oranda önlerinde daha güzel çalışmalar ve çeviriler yapabilme imkânlarının serili olduğunu görebilseler. Şayet öyle yapsalardı “Geceleyin kalkmak, pek meşakkatlidir, fakat ibâdet için de gece, pek uygun.” ya da “Gece ibadeti” ya da “teheccüd namazına kalkmak” vesair sözde çeviriler yapmaz, gerçeğin üstünü örttüklerine yanarlardı. Ama maalesef iş bununla da kalmamış, bırakın meali düzgün yazmayı, o Kur'an’ı insanlara dini kurumlarda ve camilerde anlatmak da toplumun bilgi ve fikri yeterliliği açısından çoğu zaman ortalamanın bile altında olan kişilere bırakılmıştır. Peki, neden gündüz değil? "Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-7) Aslında çok kolay anlaşılır ve net cümleler bunlar. Düzgün çevrildiklerinde akademik bir eğitime asla muhtaç bırakmayan, herkesin anlayabileceği şeyler. Ancak Kur'an’ın dışında dayatılan öyle bir sanal yani iftira bir din var ki, bu basit şeyler bile gözden kaçırılıyor. Gece okumaları tanımlanırken gündüzün nelere ayrılabileceği de açıkça belirtiliyor. Yani kimsenin “gündüz işten güçten ibadet yapamıyorum” diye kendini kınamasına ve kaygılanmasına gerek yok. Çünkü bir önceki gece, az da olsa kolayına gelen miktarda Kur'an okuyup düşünen birisi, ertesi gün zaten kolay kolay Allah’ı unutarak iş yapmaz. Ama ne dediğini bilmeden geceleyin teheccüd namazı kılan kişinin, ertesi gün yaşadığı uğraşlarda Kur'an’a, Allah’ın verdiği ilme ve hikmete göre nasıl davranması gerektiğini hiç bir zaman bilmeyecektir. Ezan okunduğunda camiye gitse de yaptığı işi Allah’ın öğrettiği gibi yapacak yeterli bir bilgisi zaten yoktur. Alışveriş yaparken, işinde çalışırken, patronla ya da işçisiyle konuşurken, minibüse binerken, önünden insanlar geçerken aklına Allah ve Allah’ın öğrettiği şeylerin gelmesi mümkündeğildir. Çünkü kitabından haberi yoktur. İnsanlara ezilirken ya da kendisi başka insanları ezerken ne halde olduğunu düşünmez. Dua ederken kimden ne isteyeceğini bilemez. Allah’tan istediğini zannederken O'dan başkasının yardımını ister. Allah’a dua ettiğini zannederken ettiği duanın davacısı olmaz. Her işinde Allah’ın değil hep birisinin gelip onu kurtaracağını zanneder. En ufak bir sorunda bile psikolojik durumu altüst olur. Müzzemmil süresinde kişi okumaya, akletmeye ve düşünmeye sevk edilirken sadece fikren yalnızlaşan kişiye değil, onun diğer insanlara karşı, daha doğrusu uyanmayanlara ve gerçeği yalanlayanlara karşı nasıl davranacağına dair de öğütler vardır. "Onların söylediklerine karşı sabret ve onlardan güzellikle ayrıl"(Müzzemmil-10) Buradaki “güzellikle ayrılış” veya “güzellikle ayrı gidiş” onlardan hayatın içinde fiziksel bir ayrılış değildir. Gerçeğe uyanan insanın ona bu yüzden düşman olanlardan fikren ve bu fikrin açtığı yol bakımından ayrı gitmesidir. Yoksa artık onlarla alışveriş yapmaması, konuşmaması, yaşam şartlarının gerektirdiği durumlarda onları yok sayması değildir. İstenen, tüm çabalara rağmen gerçeğe ikna olmayan bu kişilerin daha fazla ikna edilmeye çalışılmamasıdır. İlmi verenin Allah olduğunun unutulmamasıdır. Müzzemmil süresi benzer öğütlerle devam eder ve ardından surenin en uzun olan yukarıda konuştuğumuz son âyeti gelir ve tüm bunları anlayabilmenin okumaktan ve düşünüp akletmekten geçtiği hatırlatılır. Sürenin en başında öğütlenen “gece okuma”sına dair biliş ve çarpıcı açıklamalar yer alır. Lütfen üşenmeyin ve âyeti dikkatlice kelime kelime okumadan geçmeyin. "Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir tâifenin gecenin üçte ikisine yakın yani yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor. Gece ve gündüzü ölçü çerçevesinde düzenleyen Allah, sizin onu hesap edemeyeceğinizi ve bundan dolayı özrünüzü bilir. O halde kolayınıza gelen kadar okuyun-akledin. Allah sizden hastalar olduğunu, diğerleri içinde Allah’ın fazlını aramak için yeryüzünde dolaşanlar ve Allah’ın yolunda savaşanlar olduğunu da bilir. O halde ondan kolayınıza geldiği kadarını okuyun. Salât'ı (ikame edin) ayakta tutun yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah’a güzel bir borç verin yani önceden hayır olarak ne takdim ederseniz Allah'ın indinde kendiniz için onu daha hayırlı ve daha azim bir mükafat olarak bulacaksınız yani Allah’a istiğfar edin. Muhakkak ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. Âyette geçen “hesap edemeyeceğinizi biliyor” denen şey nedir acaba? Sadece gece ve gündüzün ne kadarına bu okuma işinin ayrılacağı mı? Neden Allah bu kadar önem veriyor bu hesap işine acaba? Bana göre, burada hesap edilemeyecek olan şey, okumaktan gerçeğin hazzını alan ve bu hazla düşünen kişinin zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağıdır. Bu nedenle “sabahlara kadar okuyup tüm zamanınızı harcamayın” öğüdü vardır burada. Çünkü “gündüz uzun uğraşlarımız vardır” belirtisi de bu öğüdü daha önce tamamlayan bir ifadedir. Üzerimize bırakılan ağır sözün mesuliyet hissinin omuzumuzu çökertmesini Allah’ın istememesidir. “Kolayımıza geldiği kadar okumamızla” çok uzatmayıp gecenin uyku için ayıracağımız kısmının da olması gerektiğine dair şu kadar zamanı aşmasanız iyi olur şeklinde ince ve merhametli bir uyarı vardır burada. “Abartıp da kendinizi hırpalamayın” merhameti mevcuttur. Sabahın soğuğunda pazar yerinde tezgâh açacak olan, gün doğmadan fırına ekmeğini sürecek olan, poliklinik saatinde beş dakikalık muayene için sırada bekleyecek olanlar var. Öğrencilerine insan olduklarını unutmadan ders anlatacak öğretmenler, hastasının derdini çözmeyi kendi derdi gibi görecek doktorlar, merhametli hemşireler, emniyet sağladığı yeri kendi evi gibi koruyan güvenlikçiler, bir çok zorluğun içinde görev yapacak askerlerimiz ve polislerimiz, davasına yetişecek adaletli hukukçular, az da olsa halkına hizmet için idari makamına koşacak insanlar var. Ve daha niceleri… Emin olun ki, Allah hepsinin farkında. Çeşitli nedenlerle sizin gibi yapamadıkları için sizin gibi okuyamadıkları için kendisini suçlu hissedenlere bile lütufkâr bir haber uçuruluyor bu âyette. Dinin ve kitabın içine abartılı biçimde dalıp da hayatı ve an’ı es geçenler olmamalıyız. Tam aksine hayatımızı daha bir bilinçle, özgüvenle, şuurla ve erdemle yaşamalıyız. Üstelik daha çok bilmek yetmez, hayata uygulamak daha önemlidir. Uykusuz kalıp ertesi gün işinizde gücünüzde mecalsiz kalmayın diye bir izdüşümü var bu âyette. İsterseniz yukarıya dönüp âyeti bir kez daha okuyun. Bu merhametleri ve belki de benim gördüğümden daha fazla izdüşümünü siz göreceksiniz. "Sabah, akşam Rabbinin adını zikret. Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve O'nu uzun tesbih et"(İnsan-23,24, 25, 26, 27)Abartısız söylüyorum. Şua ve Ehl-i Sünnet'in din adamları manasını bozmadıkları âyet bırakmamışlardır. Geçenlerde Ahmet Ali Yıldırım hocamla telefonda sohbet ederken, Nisa süresinin 103.âyetinin son cümlesine yanlış meâl verildiğinin farkına vardık. Bunun sebebi salât kavramının içinin boşaltılmasından başka bir şey değildir.Belkide namaz ritüleni sorgulama altına almasaydık hiçbir zaman bu hatanın ve tahrifin farkına varmayacaktık. Salât kavramının içi boşaltılınca yani manası bozulunca ona bağlı olan kavramlar da otomatikman bozulacaktır. Yanlış Meâl: "... Çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır. Doğru Meâl:"... Çünkü salât'ın vakitlerini yazmak (tayin etmek-belirlemek) müminler üzerine belli bir görevdir.Yani onun vaktini belirlemek, tayin etmek, yazmak zaman ve zeminin şartlarına göre, müminlerin üzerine düşen bir görevdir. Herhangi acil bir durum, vahiy ilim ve ahlakının insanlara ulaştırılmsı, istişâre ve şura toplantıları, büyük bir âfet, önemli bir mesele, haftalık toplu salât, ekonomik ve sosyal bir ihtiyaç halinde tayin edecekleri zamanlarda mescidlerde bir araya gelip salat'ı yerine getireceklerdir. "innes salâte kénet alel müminine kiteben mevkuten" cümlesi, bu manayı apaçık olarak ortaya koymaktadır.Dolayısıyla Şii ve Sünni din adamları namaz ritüelinden dolayı âyetin son cümlesini tahrif etmişlerdir. Maddi temizliğin (abdest) Mekke'de emredilmemesinin sebebi salâtın toplu olarak yerine getirilmesinin emredilmediğinden kaynaklanıyor. Mekke'de tebliğ faaliyetinin yükü tamamen Nebi'nin üzerinde bulunuyordu. Müminler toplu olarak bir araya gelemiyorlardı. İşte Nebi (a.s) için gece salat ve tesbihi bundan dolayı önemli hale geliyordu. 115-)(Ey Nebi!) Sabırlı ol, çünkü Allah güzel ahlak sahiplerinin mükâfatını zayi etmez.116-) Sizden önceki asırlarda yeryüzünde (insanları) fesat yapmaktan nehyedecek (güzel ahlak sahibi) kimseler bulunmalı değil miydi? Fakat onlardan, kurtuluşa erdirdiğimiz az bir kısmı hariç kimse bunu yapmadı yani zalimler, kendilerine verilen refahın peşine düştüler. Yani mücrim (günahkârlar) oldular. 117-) Halkı muslih (ıslah ediciler) olduğu halde Rabbin, zulmederek memleketleri helâk edici değildir.118-) Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek ümmet yapardı. (Fakat) onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler.119-) Ancak Rabbinin merhamet ettikleri müstesnadır. Zaten Rabbin onları bunun için yarattı. Rabbinin, "Andolsun ki cehennemi tümüyle cinlerle ve insanlarla dolduracağım" sözü tamam oldu.120-) Yani senin göğsüne sebat vermek için Resüllerin haberlerini sana kıssa ediyoruz. Bunda sana hakkın bilgisi yani müminlere mev'ize ve bir zikir gelmiştir.121-) İman etmeyenlere de ki: Siz kendi konumunuza göre amelinizi yapın! Biz de kendi (konumumuza göre) amelimizi yapmaktayız!122-) Yani gözleyin! Şüphesiz biz de gözlemekteyiz!123-) Ve göklerin ve yerin gaybı yalnız Allah'a aittir yani her iş O'na döndürülür. Öyle ise O'na ibadet et ve O'na tevekkül et yani Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.(Hud Süresinin Sonu)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder