9 Mart 2022 Çarşamba
SALÂVAT VE SALÂTI İKAME(29.YAZI) Salât güncellemeleri artık sizi, sizin gibi olan müminlerle dayanışmaya dâvet etmeye başladı. Gerek bireysel gerekse müminlerle birlikte destekleşiyor, dayanışma planları yapıyor, yeni projeler üretiyor ve vahiy sayesinde aydınlanmayı herkes için faydalı bir hale getirmeye çalışıyorsunuz. İşte tüm bu işlere ve destek çabalarına son vahiy olan Kur'an "salâvat" diyor. Tabi ki bunu söyleyip olduğu yerde bırakmayacağız yani âyetlerle de bunu göstereceğiz. Kuran’daki “salâvat” kelimesi maalesef çok yanlış anlaşılan kelimelerden biridir. Âyetlerde açık bir şekilde görüleceği gibi “salâvat” aslında, salâta yönelik destekleşme faaliyetleridir ve hatta yardım ve dayanışma kurumları da buna dâhildir. Salâvat, ülkelerin eğitim ve dayanışma sistemleridir. Milli eğitim sistemidir. Mescitler, dernekler, kızılay, yeşilay ve tüm yardımlaşma ve dayanışma kurum ve kuruluşların hepsi birer salâvat merkezleridir. Zaten "sallâ" fiili de destek vermek anlamına geliyor. (Kiyâme-31)Bununla birlikte gerek sallâ fiili ve gerekse salâvat sadece insanların birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışma işleri değil, yüce Allah’ın destekleri için kullanılan bir kelimedir. "Onlara bir musibet isabet ettiğinde" Biz Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz" derler. Rablerinden salâvat ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de işte bunlardır" (Bakara-156, 157) Bakara 157.âyette bulunan "Rablerinden salâvat bunların üzerinedir” ifadesindeki kastın yüce Allah’ın iman edenleri vahiy'le desteklemesi anlamına gelmektedir. Yani deyim yerindeyse yüce Allah müminlere karşı kendi üzerine düşen yardım ve desteği yerine getiriyor demektir.(Nisa-141; Mümin-51) Peki biz iman edenler olarak ilâhi mesaja ve birbirimize destek veriyor muyuz? Eğer kendimizi müminler sınıfında sayıyorsak bizim de böyle bir destekleşme kaygımız olmalı değil midir? Eğer yoksa ya biz henüz iman edenler sınıfında değiliz ya da henüz biz gerçekten “biz” değiliz demektir. “Salâvat'a ve salâtil-vusta” üzerinde gözetici-daim olun ve Allah için ikna olmuş olarak kıyam edin. Eğer korkunuz varsa, yaya olarak veya binekte, güvenliğe kavuştuğunuzda ise siz bilmiyorken Allah'ın size öğrettiği gibi zikredin" (Bakara-238, 239)Âyette bulunan "siz bilmiyorken Allah'ın size öğrettiği gibi zikredin" cümlesi önemlidir. Demek ki, din adına her şeyi yüce Allah öğretiyormuş. Bakara suresi 238. âyette bulunan “salâvat” ve “salât'ı vusta”yı iki ayrı fiil olarak almalı ve her ikisi üzerinde de daim olunmalıdır. Peki bunlar hangi anlama gelmektedir? Salâvat daha önce de söylediğimiz gibi hem yüce Allah'ın müminlere hemde müminlerin kendi aralarında “dayanışma” ve "destekleşme" faaliyetleridir. Bu kapsamda yüce Allah, salâvat’ı da salâtı ikame etmenin (bağlantıyı ayakta tutmanın) içinde gösteriyor ve “birbirinizle sürekli bir yardımlaşma ve dayanışma içinde olun” diye bir mesaj vermiş oluyor. Ya salât'il-vusta nedir? İşte salât il-vusta da şudur: Ortada olup da zaten hepimizin bildiği, hani bir araya geldiğimiz, elçinin bize hikmeti ve Kuran’ı anlattığı, beraberce şura oluşturup, toplantı şeklinde yaptığımız (salâtı ikame etmenin içindeki, cuma süresinde de bahsi geçen) o vakitli salât var ya işte onu da elinizden geldiğince terk etmeyin buyuruyor. Yani “hem dayanışmayı hem de vakitli olarak bir araya gelmeyi aksatmayın” mesajını buradan alıyoruz. Peki, arkasından gelen binek, yaya gibi ifadelerin olduğu ayet neyle ilgilidir? İşte peşinden gelen Bakara süresi 239. âyet de zaten bu "salât'il vusta" ile ilgili: "Eğer bir korkunuz varsa (yani bir araya gelmeniz konusunda güvenlik sıkıntısı yaşıyorsanız, sizi engellemeye çalışanlar veya bir tehlike durumu varsa) bu durumda, yürürken ya da bineklerinizin üstünde vahyi dillendirmeye onu zikretmeye ve üzerinde tefekkür etmeye devam edin deniliyor" Ama böyle tehditler ortadan kalkmışsa (diğer âyetlerde) Allah’ın size öğrettiği gibi (vakitli salât bölümünde açıkladığımız gibi) salât il-vusta’yı (vakitli toplantı salâtını) yine yaparsınız, mesajı anlaşılıyor. "Onlardan ölen birinin üzerine ebediyen “salât” etme. Kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resülüne karşı kâfir oldular ve fasıklar olarak öldüler"(Tevbe-84) Cenazeler sadece gömü törenleri ya da dua merasimlerinden ibaret değildir. Orada cenazenin ya da kabrin olduğu yerde bulunmak aslında cenaze sahiplerine bir destek vermek, acılarını paylaşmak ve dayanışma halinde olmak anlamına gelmektedir.Yukarıdaki âyet bu manada alınırsa Nebi (a.s) dan kafirlerden ve munafıklardan yana bir destekleşme faaliyetine katılmaması isteniyor. Konu zaten savaş şartlarında geçiyor ve “onlar size düşmanlık yaparken onlara destek verme” denmiş oluyor. "Araplardan öyleleri vardır ki, infak ettiğini bir zarar sayar ve devrin size kötülük getirecek biçimde aleyhinize dönmesini bekler. Allah işitendir, bilendir" (Tevbe-98) "Araplardan öyleleri de vardır ki; Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve infak ettiğini Allah katında bir yakınlaşmaya ve Resül'e salâvat sayar. Bu gerçekten onlar için bir yakınlaşma değil midir? Allah onları merhametinin içine dâhil edecektir. Şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir" Tevbe-99) Tevbe süresi 98 ve 99 karşılaştırmalı âyetleri; iki zıt insan tipi olarak salâvat’ın tanımı ile ilgili çok belirleyici âyetlerdir.İnfakı zarar sayan birisine mukabil iman eden birisi davaya katkı sağlamak üzere bir infakta bulunuyor ve bunu Allah’a bir yakınlaşma ve Resül'e bir destek ya da “dayanışma” olarak görüyor. Salâvat çok açık değil mi? Salavât burada da yine “dayanışma” anlamına gelmektedir. "Onların mallarından sadaka al. Bununla onları temizlersin yani onları arındırmış olursun yani onlara salât et şüphesiz ki senin salât'ın onlar için bir sekinedir. Allah işitendir, bilendir" (Tevbe-103) Daha önceki âyette (Tevbe-102) iman ile nifak arasında bir çizgide duran, gel gitler yaşayan fakat sonradan suçlarını itiraf edip, tevbe edenlerden ilk etapta mallarından arınmalarına vesile olması için sadaka almasını istemiş ve onların bu suçlarını itiraf ve sadakatlarını ortaya koydukları sadakalarına ek olarak ey Resül "salli aleyhim" sende salâtınla yani vahiy'den onlara yapacağın eğitim desteğiyle istek ve çabalarını desteklemiş ve onları imanda sebat ettirmiş olursun. Şüphesiz ki bir Resül olarak senin desteğin onlara (imanda sebat etmek isteyenlere) bir sekinet (huzur) verecektir. "Salli" emri “destekle, destek ver” anlamındadır. Peşinden gelen cümlede bu destek işinin “salât” olarak tanımlandığını da görüyoruz. Dolayısıyla destek işi de salâtı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) süreci içindeki bir araç olarak ortaya çıkmış oluyor. "Onlar haklı bir sebep olmaksızın sadece “Rabbimiz Allah'tır'” demelerinden dolayı yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah'ın insanların kimini kimiyle savunması olmasaydı; onca" savamiu" (eğitim ve öğretim merkezleri veya tarım alanları), "biyaun" (alış veriş-ticaret merkezleri), "salâvatun" (yardım ve dayanışma merkezleri) ve içinde Allah’ın ismi zikredilen mescidlerin çoğu yıkılır giderdi. Kim ki Allah’a (O'nun dinine) yardım eder, kesin olarak Allah da ona yardım eder. Şüphesiz Allah kaviy'dir, azizdir"Hac-40)Yukarıdaki âyete çok problemli meal verilmiştir. Meallerin hemen tamamında "salâvat-havra” “savamiu- manastır" "biyaun-kilise" diye çevriliyor. Oysa hayati öneme sahip daha önemli yapılar ve merkezler dururken ve hatta “Rabbimiz Allah’tır” diyenler oralardan kovulurken Allah neden tahrif edilmiş batıl dinlerin ibadethanelerine önem versin ve onları korusun?Üstelik âyetin devamında bu manada bir kelime olan “mescidler” zaten anılmışken neden havra, manastır ve kiliseler ayrıca anılmış olsun? Oysa ayette “havra” olarak tercüme edilen kelime “salâvat” olup toplumsal yardımlaşma ve dayanışma kurumlarıdır.Yine orada “manastır” diye çevrilen “savamiu” da manastır değil, tarım ve hayvancılığa yönelik sosyal tesislerdir. Ve üçüncüsü olan “kilise” diye çevrilen “biyaun” kelimesinin de kilise değil ticari tesisler ve ticaret kurumları olması ihtimal dâhilindedir. Peki, ayette o zaman ne denmek isteniyor? Şu ki… Allah isteseydi bunların hepsinin altını üstüne getirebilirdi. Ancak bu durum yani savaş ortamı hem iman edenlerin bir denenmesidir, hem de Allah toplumun kazanımlarının korunmasını istiyor. İnkâr edenler ve iman edenler son ana kadar bir arada ve barış şartlarında yaşayabilmeli ve ıslahattan ortak faydalar sağlayabilmelidir. Hedef yıkmak değil, düzeltmektir. Islahat bölümünde bu konuyu âyetlerle açacağız. "Ve onlar emanetlerine ve verdikleri söze riayet edenlerdir. Onlar, salâvatları üzerinde muhafızdırlar (devamlıdırlar). İşte varis olacak olanlar onlardır yani onlar (iman edenler) salât’a yönelik yapılmış işleri ve/veya dayanışmalarını muhafaza edenlerdir"(Müminun-8,9,10) Burada da salâvat’ın yine destek verme ve dayanışma anlamının kapsamı dışına çıkmış olması için hiçbir sebep yok. Salla (destek vermek) ve salâvat (dayanışma) salâtı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) çabaları içinde birer kavramdırlar. "O’dur ki; karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size (vahiy'le) destek (yusalli aleyküm) verir. Ve melekleri de. O iman edenlere çok Rahim'dir.(Ahzab-43) Bu âyette de çok açık bir şekilde salâtın vahiy'le müminlere destek verme anlamında kullanıldığını görüyoruz. "Muhakkak ki Allah ve O’nun melekleri Nebi üzerine salâf ederler. (yusallune) Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle (Allah’a) teslim olun"(Ahzab-56) Allah ve melekleri Nebi üzerine namaz kılmazlar. Allah ve melekleri Nebi'ye (bilinen manada) salâvat da getirmezler. Ama Allah ve melekleri Nebi'ye destek verirler.Zaten Kur'an'da hangi âyette Allah ve Melekleri geçiyorsa, akla vahiy'den başka bir şey gelmemesi gerekiyor. O halde ey iman edenler siz de ona destek verin.Nebi'ye salât kendi döneminde yaşayan müminlerin yapabileceği yardım ve destek demektir. Öyle olmasaydı Nebi değil, Resül kelimesi kullanılırdı. Çünkü Nübüvvet yerel, bölgesel ve tarihseldir. Resül ve risâlet genel ve evrenseldir. Yani Nebi'ye salat etmek hiçbir zaman salâvat çekmek ve salavât okumak değildir.İşte geleneksel dinin muhaddis ve müctehidleri yani imamları bu kadar Kur'an cahilidirler. "Onlar Rablerine icabet edenler yani salât'ı ikame edenler yani işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler yani haklarına tecavüz edildiği zaman birbirleriyle yardımlaşanlardir"(Şura-38,39) Yine çok açık ve net biçimde salât'ı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) havuzunda bulunan dayanışmayı bu âyetlerde açık olarak görüyoruz. İşlerini şura ile yürüttüklerini de. Geleneğin getirdiği aşılması gerçekten zor paradigmaları yıkınca (konulara baktığımız penceremizi değiştirince) gerçekler birer birer açığa çıkıyor. Bazılarının kabul etmesi zor oluyor ya da kabul edebilmek zaman alıyor. İtiraf ediyorum ki buna kendim de dâhilim. Uzun yıllar hataların içinde boğulmuş kalmışız. Hakkı öğrenince yanıldığımızı itiraf etmemiz gerekiyor. Bana inanın yarın da bu manada bugünden daha doğru olacaktır.Arkadaşlar haklı olarak, "görevdeyken böyle diyordun, şöyle yapıyordun, neden o zaman doğruları kunuşmadın" diyorlar.Kur'an'ı öğrendikçe, kavramların gerçek anlamlarını çözdükçe ne kadar kara cahil olduğumuzu daha iyi anlıyoruz. "Fakat o, ne tasdik etti (saddeka) ne de destekledi (sallâ)"(Kiyâme-31) Ve lakin yalanladı (kezzebe) ve yüz çevirdi (tevellâ)"(Kiyâme-32)Daha önce “tasdik” bölümünde konuyu doğrulama açısından konuşmuştuk. Burada iki kelime zıt anlamları ile kullanılmıştır.Yani nasıl ki yalanlama tasdik etmenin zıddıysa, burada tevellâ da sallâ kelimesinin zıddı oluyor. Tevellâ yüz çevirme demekse sallâ da tam aksi olarak destek verme demektir. Bir kez daha sallâ’nın destek vermek olduğunu bu âyetlerde görmüş oluyoruz. Namaz kılma veya salavât getirme değil. "Arınan kişi felaha ermiştir. Rabbinin ismini zikretti ve salât etti" (Âla-14, 15) Âla süresindeki bu âyetlerde geçen sallâ’yı yine Allah’ın dinine “destek verme” olarak anlamak mümkün. Ancak burada “salâtı ikame etmek” olarak tüm salât (bağlantılı) işlerini yaparak destek verme anlamına daha yakın duruyor. "Engelleyeni (nehyedeni) gördün mü? Salât ederken bir kulu. Gördün mü? Ya hidayet üzere ise. Veya takvayı emrediyorsa"(Âlak-9, 10, 11, 12) Âlak suresindeki bu âyetlerde de yine hem Allah’ın dinine “destek verme” hem de tüm “salâtı ikame” işleri olarak anlaşılabilir. Ancak “takvayı emrediyorsa” ifadesi insanlara vakitli bir toplantı salâtında konuştuğunun bir göstergesi de olabilir. Netice de değişmeyen hepsinin salât işi olmasıdır. Dersin içinde ya da dışında! Aslı değiştiren bir durum yok. Salât işi yapmak Allah’ın dinine destek vermektir. Dini yalanlayanı gördün mü? Yetimi itip kakan işte odur. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez. Yazıklar olsun o musallilere. Onlar salâtlarında yanılgıdadırlar. Onlar gösteriş yapanlardır. Ve dayanışmaya mani olanlardır"(Mâun-1/7)Gösteriş için salât ediyor, bu bağlamda infak ediyor ve birbirlerine destek verip küfürde dayanışma içine giriyorlar. Ama maalesef kurdukları bağlantıda yanılgı içindedirler. Ayakta tutmaya çalıştıkları “bağlantı” Allah’la değil ortak koştuklarıyla bağlantılı. Bu yüzden musallileri (salât edenleri, destek verenleri) oldukları salât (bağlantı) Allah’ın ayakta tutulmasını istediği salât değil. Bu yüzden de dini yalanlayıp yetimi itip kakanlar ve doyurmaya teşvik etmeyenler olmuş durumdalar. "Muhakkak ki biz sana kevseri verdik. O halde Rabbin için salât et yani zorluklara göğüs ger. Muhakkak ki ebter olan sana hınç duyandır" (Kevser-1,2, 3) Son bağlamlarda olduğu gibi burada da salât hem destek vermek hem de tüm salât işlerini yapmak olarak alınabilir. “Venhar” ifadesi salâtı ikamenin bağlamındaki sabrı da (kararlılıkla mücadeleyi de) işaret ediyor olabilir. Tüm bu ayetlerden sonra sallâ ve salâvat kelimelerinin ağırlıklı biçimde “destek verme” ve “dayanışma” manasında olduğunu, bununla beraber sallâ’nın “salât etme” anlamında salâvat’ın da “salât işleri” anlamında kullanılabildiğini de görüyoruz. Bu kapsamda “musalli” de “destekçi” ve “salât eden kişi” olarak kullanılabiliyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder