1 Nisan 2022 Cuma

SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (17.YAZI) Şii ve Sünni din adamları “alnı kâbeye karşı yere koyma” hareketinin “secde yapmak” olduğuna inanıyor ve bu yanlış bilgiyi yayıyorlar. Çünkü onların inançları tamamen uydurma rivayetlerin üzerine kuruludur. Halbuki dinlerini üzerine kurdukları rivayetler Yahudi, Hristiyan, eski Yunan ve İran inançlarından intikal etmiştir. Yani inançlarının kökeninde evliya ve ilâhlara kulluk vardır. Dolayısıyla inandıkları anlamda rukü etme ve secdeye gitme bu kula kulluktan kaynaklanan bir harekettir. İslam dini istismara açık olan bu gibi hareketlere onay vermez. Bu yüzden Kur'an'da var olan secde ile, Şii ve Sünni din adamlarının inançlarındaki secde arasında büyük bir fark vardır. Fakat onlar Kur'an'da geçen “secde” kelimelerine kendi inançlarına göre bir mana yüklemişlerdir. Kur'an’da bulunan gerçek “secde”yi anlamak istiyorsak onu "namazdan" kurtarmalıyız. Kur'an’da namaza bağladıkları "salât, secde ve rükû" kelimeleri hiçbir ayette birbirine bağlanmaz. İlk başta salât'ı namaza yorarsanız, secdeyi; “abdest alıp alnınızı kıbleye karşı iki sefer yere koyma”ya yorumlamanız artık kaçınılmaz olacaktır. Yok eğer salât'ı doğru olarak zihinsel destek olan öğrenim ve öğretim olarak yorumlarsanız, secdeyi de içtenlikle kabul etme, söylenilene teslim olma şeklinde anlamanıza yol açar ve âyetlerle anlamlı ve muhteşem bir bağ kurulur. Rukü da; âyetlerle ilgilenip boyun eymek manâsına gelecektir.Salat, rukü ve secde Kur'an’da hiç bir yerde kâbeye karşı durma, eğilme ve alnı yere anlamına gelmez.Salat, kıyam, kıraat, rukü ve secde birbirinden tamamen farklı eylemlerdir. Kur'an'da genellikle salat, kıyam, rukü ve secde kelimelerinin ardından "vav" harfi gelmektedir. Bu "vav" harfi yani anlamına gelmektedir. Ve bu "vav" harfi söz konusu kavramların hangi anlama geldiğini gösteriyor. İnşallah ileride bu konu ile ilgili müstakil bir yazı kaleme alacağız. Esas konumuza gelecek olursak, Nebi (a.s) dan sonra Kur'an'ın orijinal kavramları değiştirilmiştir. Allah Resülü (a.s) ın tebliğ faaliyetinde başarılı olması, namaz kılmakla değil, Kur'an'la, Kur'an'ı anlatmakla, eğitim ve öğretimle, güzel ahlak ve örneklikle olmuştur.İşte bu yüzden kafirler "Muhammedi dinlemeyin" değil, "Sakın Kur'an'ı dinlemeyin" diyorlardı.(Fussilet-26) Mekke ve Medine'de kiyamet Kur'an'ın sayesinde, onun inmesiyle ve tebliğ edilmesiyle kopuyor, kavga ve mucadeleyi Kur'an başlatıyor ve Kur'an bitiriyordu. Her şey Kur'an'dı, tüm olaylar Kur'an'ın etrafında cerayan ediyordu. Kur'an'ın müthiş bir aksiyon ve insanları hareket ettirme kabiliyeti vardır. Kur'an baştan sona kadar enerji, amel, fiil, tefekkür ve aklı kullanma kitabıdır. Bazı şeyler vardır ki, eğer Kur'an'ın itme gücü ve ileri sürme yani insanı zorla konuşturma kudret ve kabiliyeti olmazsa, onları söylemeye kimse cesaret edemez. Çünkü karşınızda imparatorların ve kralların, devletlerin ve sultanların koruması altında olan vahşi ve gaddar bir din var. Yani savaş uçaklarından sivil halkın üzerine bomba yağdıran, panzerlerle insanların üzerlerinden geçen, insanları hareket halindeki uçağın üzerine çıkaran vahşet ve cehaletin kaynağı korkunç ve karanlık bir din mevcuttur. Bu dinde nerdeyse masum bir Resül gibi görulen müctehidler, müfessirler ve mezhep imamları var. Diğer tarafta Kur'an'dan yani yüce Allah'tan başka dayanacak hiç bir gücü olmayan üç beş gariban fakir muvahhid var. Şimdi düşünün Kur'an gibi bir hikmet deryası ve yüce Allah'ın bir ilim üzerine indirdiği mükemmel mesajı olmasaydı, bizim devasa yalanlara karşı koyma imkanımız ve cesaretimiz olur muydu. Ama biz, yüce Allah'tan sonra İbrahim'in Nübüvvet makamından destek alıyoruz. (Bakara-125)Nebi (a.s) ın vefatından sonra, hiçbir eğitim ve öğretim müessesesi inşa edilmedi. Yani “salât'ı ikame” aktif hale getirilmedi. Zihinsel destek olan, öğrenme, düşünme, ders çalışma, araştırma ortamı tamamen ortadan kalkmıştı. Ahzab, Hucurat ve Tevbe gibi sürelere baktığımız zaman Allah Resülünün binbir zorlukla mescidlerde ikame ettiği dini-ahlaki öğrenim, sahabiler arasında tam olarak tutunma ortamı bulamamıştı. Bir düşünün, 13 yıl Mekke'de Kur'an nazil oluyor, Allah Resülü hayatta, mükemmel ahlak ve üsve'i hasene yani en güzel örnek içlerinde olduğu halde, sahabiler arasında öyle bir ahlak var ki, insanı hayretler içinde bırakıyor. Bu olumsuz ahlakı anlatan beş on âyet olsaydı, bu normal karşılanabilirdi. Fakat ashabın olumsuz ahlakını anlatan yüzlerce âyetin inmesi, Nebi (a. s) ın vefatından sonra nasıl bir manzaranın ortaya çıktığının ipuçlarını vermektedir. Allah Resülünün yaşadığı Medine'de öyle bir dedikodu, fitne, casusluk, ğiybet var ki, yüce Allah şöyle buyuruyor. "... Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?" (Hucurat-12)Yani Allah Resülü ve bir avuç muhlis kahraman sahabi dışında hiç bir şey mükemmel değildi, hiç bir zaman asrı saadet yaşanmadı.Yüce Allah'a din öğretmekle kınanan Yahudi ve Hristiyanlar değil, yine sahabilerdi(Hucurat-16)Nebi (a.s) ın arkadaşları arasında Allah'ın razı olduğu, (Tevbe-100; Fetih-18) fedakar ve kahraman kimseleri (Ahzab-23) anlatan onlarca âyet mevcut olduğu gibi, ashabın olumsuz tavır ve hareketlerini anlatan onlarca âyet de mevcuttur. Fakat Ehl-i Sünnet, din atalarını yüceltmek ve insanları onların inanç ve fikirlerine mahkum etmek gayesiyle ilk etapta ashabı gökteki yıldızlar gibi hata etmez olarak göstermişlerdir. Şia âlimleri de Ahzab-33.âyetini yanlış yorumlayarak on iki imamın her türlü günah ve hatadan masum olduklarına inanırlar. Halbuki Muhammed (a.s) Nübüvvet makamında yani bir Nebi olarak Allah'a karşı hata etmiştir. "Müşriklere dua etmiş...(Tevbe-113)" Kendisine helal olan bir şeyi haram kılmılştır.(Tahrim-1)Kur'an'a göre Nebi bile yüce Allah'a karşı hata eder. Fakat görevi vahyi tebliğ olan Resül masumdur. Resül asla hata etmez. Allah Resulü'nün arkadaşlarının gökteki yıldızlar gibi olmadıklarını ortaya koyan yüzlerce âyetten bir kaçı şöyledir: 1-) "Allaha ve Resulü'ne ihanet etmeleri..." (Enfal- 27) 2-) "Savaştan kaçmaları..." (Âl-i İmran-152,153 ; Tevbe- 24,25 ) 3-) "Allah'ın düşmanlarını dost edinmeleri..." (Mumtehine- 1,2,3,4 ) 4-) "Nebi (a.s) ın eşine zina iftirasında bulunmaları..." (Nur- 11/ 21) Tam 10 âyet ) 5-) "Nübüvvet makamına ve Risâlet misyonuna saygısızlık..." ( Hucurat- 1, 2, 3,4 ; Ahzab- 53, 69 : Tevbe- 58,61 ) 6-) "Nebi (a.s) konuşma yaparken, onu ayakta bırakarak ticarete, oyun ve eğlenceye koşmaları ..."(Cuma-11) 7-) Ashab, "Allah'a din öğretmeye kalkıyorlar..." (Hucurat-16)8-) "Allah Resulü'nün arkadaşları Nebi (a.s) ile birlikte savaşa gitmekten çekiniyor"(Tevbe-38,39,40,41)9-) "Nübüvvet makamına ve Risâlet misyonuna eziyet etmeleri..."(Ahzab-69)"Nebi (a.s) arkadaşları dünya malına kanarak haksız yere adam öldürmeleri ..."(Nisa-94) Bütün bunlardan başka Kur'an'da münafıklarla alakalı müstakil bir sürenin bulunması, yüzlerce âyette münafıkların anlatılması, İsrail oğullarının Allah'ın Elçilerine karşı saygısız tavırlarının Resulullah'ın arkadaşlarına örnek olarak aktarılması gösteriyor ki, sahabelerin büyük çoğunluğunun Kur'an'ın ahlakını temsil etmekten uzak kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır. Yani ashab ile günümüz müslümanları arasında takva haricinde bir farkın bulunmadığını söyleyebiliriz. Mesela : Allah Resul'ü (a.s) vefat eder etmez birbirleriyle savaşmaları ve bu savaşlarda binlerce müslümanın hayatını kaybetmesi bu gerçeği gözler önüne seriyor. Ali ile Muaviye arasında Siffin'de yapılan savaşta 70 bin, Ali ile Aişe arasında Basrada Cemel olayında 15 bin yine Ali ile Hariciler arasında Nehravanda yapılan savaşta binlerce kişi ölmüştür. Peki bütün bu gerçeklere rağmen Ehl-i Sünnet âlimleri neden Allah Resulü'nün arkadaşlarının (Ashabın) hepsini gökteki yıldızlar gibi gösterip saf ve ümmi insanları aldatıyorlar ? Bunun nedeni şudur : Ehli Sünnet ve Şia arasındaki siyasi çatışmalarda, Şia, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ehli Beyt ve 12 İmam hakkında onları yücelten, Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Aişe, Hafsa ve sahabelerin dördü dışında ( Mikdat b Esved, Ammar b Yasir, Selmanı Farisi, Ebu Zer el Gıfari) Allah Resulü'nün bütün arkadaşlarının dinden çıkıp kafir olduklarını konu edinen binlerce hadis uydurmaya başlayınca, buna mukabil Emevi beslemesi Ehl-i Sünnet'in yalancı muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için Ebu Bekir, Ömer, Osman, Âişe, Hafsa ve sahabeler hakkında büyük bir iftira ile hadis kulliyatları meydana getirmişlerdir. Ehli Sünnet'in yalan rivayetlerinin en önemli sebeplerinden biri de Emevi saltanatının vahşetini örtbas etmektir. İşte Ehli Sünnet ve Şia'ya bağlı mukallitlerin Kur'an'dan habersiz bulunmalarının en büyük sebebi bu uydurma rivayetler ve uydurma din olmuştur. Emevi saltanatı döneminde uydurulan, Abbasi idaresi döneminde kayda geçirilen ve Osmanlı Saltanatı döneminde en katı bir sadakatle yaşanan ırkçı Emevi Ehl-i Sünnet rivayetlerinin bir çoğundaki hadislerin Allah'a, Allah'ın Resulüne, dine, ilme, akla ve güzel ahlaka hakaret içerdiğinden ümmetin haberi yoktur. Dolayısıyla Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan, aynen Şia mezhebi gibi rivayetler üzerine kurulan Ehli Sünnet dini, ümmi insanları aldatmayı ve yalan söylemeyi kendine temel prensip edinmiştir. Şia ve Ehli Sünnet dini, yalanı kendisine kaynak kabul eden bir sistem olarak şekillenmiştir. Bu yüzden ne Ehli Sünnet ve ne de Şia hiçbir zaman Kur'an'ın rahmet ve adalet iklimine ayak basamayacaklardır. Ehli Sünnet ve Şia inançta ve fikirde, ibadet ve hürriyette bize öyle kötü bir miras bıraktılar ki, sadece yaşayan cahillerinden değil, ölmüş alimlerinden de çekeceğimiz var. Ehli Sünnet ve Şia'nın dinlerinden bağımsız olarak Kur'an'a yaklaşmayan ondan hiçbir şey anlayamaz. Çünkü Kur'an kendisine karşı yüz çevirmelerinden ötürü Ehli Sünnet ve Şia' ya kapılarını tamamen kapatmıştır.İster inanın ister inanmayın Nebi (a.s) dan kısa bir zaman sonra müslümanlar ortadoğuyu çok kısa bir süre içinde ele geçirmelerine rağmen, insanların dini hayat ve geleneklerinde kökten bir değişme meydana gelmemiştir. Çünkü hakim gücün inancında yürek fethi değil, toprak alma ve güç devşirme daha önemli bir değerdi. İnsanlar yeni dinle inanç ve geleneklerini taşıyarak ve yaşayarak tanıştılar. Yeni din onların hayatlarında önemli bir değişim meydana getirmedi. Çünkü eski dinden yeni dine değişimin en büyük gücü olan Kur'an'dan büyük çoğunluğun haberi yoktu. Bugün dahi böyle değil midir? Teknoloji ve bilim çağında bile Kur'an gerçeğini insanlara kabul ettirmede başarısız kalıyoruz. Şii ve Sünni din adamları nezdinde Kur'an bir hüküm ve hayat, hidayet ve rahmet kitabı değil, bir oyun ve eğlence kitabıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder