7 Mart 2022 Pazartesi

SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (8.YAZI)Kur'an'da geçen salât kavramlarının hiç bir tanesinden namaz diye bir ritüel çıkmaz. Çıkar diyenler bunu göstermek zorundadırlar. Çünkü biz Kur'an'da geçen salât kavramlarının hepsinin hangi anlamda kullanıldığını anlatıyoruz. MESELA: “Ey iman edenler! Cuma (toplantı) günü salâta nida edildiği zaman hemen Allah'ın zikrine (Kur'an'a) koşun yani alışverişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız elbette bu sizin için daha hayırlıdır"Neden daha haırlıdır? Çünkü dünya hayatında hidayet, aydınlık ve güven, âhirette saadet ve refahın tek kaynağı Allah'ın zikri olan vahiy'dir. Yukarıdaki âyetin namazla ne ilgisi var? Asırlardan beri namaz iman edenlerin hangi sorununu çözmüştür. Namazda var olan bir tane keramet gösterebilir misiniz? Halbuki Kur'an'ı bilenler hemen hatırlayacaklardır. Yüce Allah bir konuyu emreder veya tavsiye ederken, onun hangi derde deva olduğunu da söyler. Yani emir ve tavsiyesinin gerekçesini ortaya koyar. Kur'an'da "yardım" ve "destek" anlamına gelen beş kavram bulunmaktadır. 1-) Nasr = Hem yüce Allah'tan hemde insanlardan gelen maddi manevi yardım ve destek demektir. 2-) İstiâne = Sadece Allah'ın yapabileceği yardım demektir. Sabır ve salâtla talep edilen yardım çeşididir. 3-) Teavun-maunet = İnsanların bir araya gelerek kötülüklere karşı dayanışma içinde olmaları yani maddi olarak yaptıkları yardımlaşma ve destekleşme faaliyetleridir. 4-) İstiğâse= Zor durumda kalanların hem yüce Allah'tan hemde insanlardan acil durumlar için yardım çığlıklarıdır. 5-) Salât= İman edenlerin mescitlerde bir araya gelerek vahiy üzerinde yaptıkları öğrenim ve öğretim, zihinsel yardımlaşma ve dayanışma anlamına gelmektedir.İman edenler arasında en önemli dayanışma ve yardımlaşma çeşidi budur. Çünkü şu dünya hayatında yüce Allah'ın Nebi(a.s) a ve iman edenlere en büyük yardımı vahiy indirerek onları karanlıklardan aydınlığa çıkarması olmuştur. (Ahzab-43, 56)Bu olmadan diğerleri sağlıklı olarak işlemezler. Çünkü salât işin eğitim ve öğretim boyutunu temsil etmektedir. Milli eğitim sağlıklı işlemeden hiç bir sorun çözume kavuşmaz. Dolayısıyla salât eğitim ve öğretim sisteminin adıdır. Önyargılı olan hakka karşı kör ve sağır olacaktır. Milâdi 600. yıllar yani Nebi (a.s) ın yaşadığı asır, orijinal vahiy dini organik şekliyle yaşanırken, milâdi 800.yıllarda salât namaza evrimleşmiş “es-salât” kavramı darmadağın edilmiştir.Muhaddisler tarafından 800. yıllarda yazılmaya başlanan rivayetlerle bu yanılgı daha ileri bir safhaya götürüldü.Halbuki salât'ın “namaz kılmak” olmadığı Kur'an'ın dil sisteminden anlaşılmaktadır.Salât'ın başında bulunan "elif lam" takısı harfi tariftir. Yani bilineni, konu edileni işaret eder. Mâide-6 ve Nisa-103. âyette bulunan “es-salât”ların “cuma salâtları” için olduğu gösterdiği gibi.İngilizcedeki “the” takısı da aynı görevi ifa eder. Mekkeliler, inen salât âyetlerinin öğrenim ve dayanışma anlamına geldiğini biliyorlardı. Çünkü Kur'an'ın âyetleri anlattığı konuya uyumlu olarak bu manâyı veriyor. Fakat ilk nesil müminler değişince bu işin kolayı bulundu. Emevi- Abbasi din adamları yazılı kültürle salât'ı namaza çevirdiler.Tabi sadece salât'ı değiştirmediler. Nebi'ye destek olan salât âyeti (Ahzab-56) Muhammed'e salavat'a, cehennem azabı kabir azabına, ihlas (dini Allah'a özel kılma) samimi olmaya, zekat (arınma) malın kırkta birini vermeye, Mekke'nin bir mahallesinde bulunan Mescid-i Aksa Kudüsteki Süleyman (a.s) ın mabedine, Kur'an'da bulunan Nebi ve Resül hayali ve sanal bir Muhammed'e, âyetler rivayetlere, dinin tamamlanması Ali'nin imametine, imam yani önder Nebiler on iki imama, ehli beyt olan Nebinin hanımları Şia'nın ehli beytine, kevser havuza, dirilere okunması gereken Kur'an'ın ölülere okunmasına, din fırka ve mezheplere kısaca vahiy ve tevhid şirke ve küfre dönüştü. (İbrahim-28)İbadetten secdeye, ihlastan ihsana, takvadan imana kadar anlamı değiştirilmeyen hiçbir kavram kalmamıştır. Aslında ilk Müslümanların salât'ı ikâmeyi namaz olarak anlamaları imkânsızdır. Buna en büyük delil Kur'an'da bulunan hiçbir salât âyetinin namazla alâkalı olmayışıdır. O devirde kurulan ilk mescitlerin bile içinde kâbe tarafını gösteren mihraplar yoktu. Mihrab: Harb edilen yer anlamındadır. Yani Allah’ın zikrinin insanlara öğretilmesi için mucadele yapılan mekan demektir. Orada Resulullah veya ileri gelen muvahhid âlimler dikilerek cemaate Allah’ın ayetlerini anlatırlardı. Yani okullarda ders verilen kürsünün benzeri bir yer olarak düşünün. Atalar dinini tek kaynak olarak kabul eden zihniyet yüzünden iman edenler kendilerine hayat verecek olan Kur'an'la ilişkilerini yani salatlarını tamamen kaydetmişlerdir. Salât, secde, ibadet- itaat, ihlas, takva gibi, insana, topluma ve hayata kan ve can katacak nice ilâhi ilke, orijinal ve organik nitelikleri ile algılanmaktan çok, artık tarihi nitelikleri ile algılanmaktadır. Tevhid dininin aslına ilişkin bir hassasiyeti canlı ve dinamik tutmak yerine, topluma hiçbir faydası olmayan şekilsel ritüeller yaşatılmak istenmektedir. İslam’ın esasları, yerlerini, işlenmemesi halinde bir sorumluluk getirmeyen uygulamalara terk etmiş bulunmaktadır. Bu yüzden hiçbir İslami ilke hayatta karşılığını bulamamaktadır. Kimi ilkeler yüzyıllardır işlenmediği için zaten unutulmuştur. Bu durum, ümmetin namaza yönelmesi ve bunu farz olarak telakli etmesi yüzünden olmuştur.Namaz bize çok şey kaybettirmiştir. Yani esas olan adalet, dürüstlük, eşitlik, affetme, merhamet barış, özgürlük, tevhid, insan hakları ve saygınlığı, öğrenim ve dayanışmada bulunma, infak gibi erdemler yok olmuştur. Kur'an’da geçen “Cuma” herhangi bir günde “Toplanma, bir araya gelme” demektir. Yevm-il cumua = Nebi (a.s) ve müminler tarafından belirlenmiş “toplanma günündeki vakit” anlamına gelmektedir. Sonradan haftanın bir günü haline dönüşmüştür. Dolayısıyla iman edenler ihtiyaç ve imkânları dahilinde istedikleri günde bir araya gelebilirler. Cuma günü bir araya gelmeleri şart değildir. Çünkü yüce Rabbimizin bu konuda bağlayıcı ve açık bir beyanı bulunmaktadır."...Şüphesiz salât'ın vaktini belirlemek müminlerin üzerinde olan bir yazgıdır (görevdir) (Nisa-103)Yani müminler kendi ihtiyaç ve imkanları dahilinde bir araya gelecek ve salât'ı eda edeceklerdir. Bu bakımdan toplantı salâtlarının zamanı muhayyer bırakılmıştır. Muhayyer: Şartlara ve ihtiyaçlara göre değiştirilebilen demektir. Coğrafya ve kültürlerde hangi gün ve zaman salât için uygun görülürse o zaman yapılmasında bir sakınca yoktur. Çünkü gerekli olan bunun yapılmasıdır. Rabbimiz bu esnekliği müminlere bir hak olarak tanıdığı için Nisa-103. âyette “Allah tarafından” ifadesini koymamıştır. Âyetin son cümlesi olan “... Şüphesiz salât, müminler üzerine vakitleri belirlenmiş bir yazgıdır.” demesi, cuma salâtı ile ilgili bir durumdur.Çünkü salât'ın vakitlerine işaret eden diğer âyetlerin hepsi Nebi (a.s) la ilgili önerilerdir. Salât konusunda beni en çok şaşırtan şey, Hud süresi 114, İsra süresi 78, 79, Tâhâ süresi 130, Kaf süresi 39 âyetlerinin hepsinin Mekke'de inen sürelerde yer alması olmuştur. Bunun anlamı şudur. Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamlarının Namaz vakitleri olarak gördükleri bu âyetlerin hepsi Nebi(a.s) ın kendisiyle ilgilidirler. Bütün bu âyetlerin açılımlarını da Müzzemmil süresi ortaya koymaktadır. Yani Nebi (a.s) ın neden bu vakitlerde kalkması gerektiği anlatılır. Şii ve Sünni din adamları bu konuda tarifi imkansız bir cinayet işlemişlerdir? Şii ve Sünni din adamları kelimesi kelimesine Nebi'ye hitap olan bu âyetleri sanki bütün müminlere hitap ediyorlarmış gibi genelleştirmiş ve bu âyetlerden namaz vakitlerini çıkarmışlar. Yani konu ile ilgili âyetleri paramparça etmişler. Peki bu âyetlerin hepsi neden Nebi'nin kendisiyle ilgilidir? Bunu öğrenmek için Müzzemmil süresinin ilk âyetlerine bakmak gerekiyor. Evliya ve ilâhlara kullukta fanatik olan Mekkelilere karşı koyabilmek için Nebi (a.s) geceden hazırlık yapma zorundaydı. Çünkü tebliğ yükü onun sırtında bulunuyordu. Yani Müzzemmil süresini bilmeyenler salatın vaktiyle ilgili, hepsi Mekke'de nazil olan Hud 114, İsra 78-79, Tâhâ 130 ve diğer bir çok âyeti de anlayamazlar. Zaten âyetleri anlama diye bir dertleri de yoktur. Nebi (a.s) namaz kılsaydı, namazla ilgili bu kadar ihtilaf ve namaz çeşidi çıkmazdı. Namazın Kur'anla bir ilgisi yoktur. Namazın kaynağı Nebi(a.s) dan iki asır sonra uydurulan rivayetler ve mezhep ictihatlarıdır. Bu çağ dine bir şeyler eklemenin en kolay olduğu dönemlerdir. Çünkü Kur'an'ın ilim ve hikmetinden çoğunluğun haberi yoktur.Hatta mezhep imamları olarak şöhret olanlar bile Kur'an cahili idiler. Eğer Kur'an cahili olmasalardı hadis kaynakları yazmaz şâfi hadislere sünnet, sünnete de hikmettir demezdi. Evzai "es sünnetü kâdiyetün alel kitébi" "sünnet kitaba (Kur'an'a) egemendir" demezdi. Eğer Kur'an cahili olmasalardı Ahmet bin Hanbel'in Süneni, Malik bin Enes'in Muvattası olmazdı. Yani Kur'an'ı yeterli görür hadis şirkinin peşine düşmez Kur'an'ın kiymetini bilir ve onu tekr kaynak edinirlerdi. Dolayısıyla onlarca namaz çeşidinin olması bile namazın Nebi'nin vefatından sonra uydurulduğunu kanıtlar. Salât'ın namaz kılmakla hiç bir ilgisi ve benzerliği yoktur. Çünkü salât insanlık tarihi kadar daha doğrusu vahiy kadar eski bir tarihe sahiptir. Kur'an'da Nebilerin salâtından, müminlerin salâtından, müşriklerin, munafıkların, Yahudilerin ve ataları İsrailoğullarının salâtından söz ediliyor. Hatta İsrailoğullarını Mısır'dan özgürlüğe çıkışlarını mescidlerde icra edilen salat sağlamıştır. (Yunus-87)Yani eğer salât'ı ikâme namaz olsaydı, geleneklerine bu kadar bağlı olan Yahudiler bunu tümden kaybetmezlerdi. Halbuki mezheplerin önderlerine baktığımızda “sanki Nebi (a.s) sadece namaz kılmaya” geldiğini görüyoruz. Kur'an'da Nebi ve Resüllerle ilgili bir sürü hatıra anlatıldığı halde Şii ve Sünnilerin namazına benzer bir ritüelden asla söz etmez. Yani hiç bir teferruat vermez. Sadece salâtı ikâme etmekten söz eder. Musa (a.s) bağlamında onun da zikir yani vahyi ayakta tutma, toplumu vahiy'le ayağa kaldırma olduğunu görüyoruz. (Tâhâ-14)Hakkında hiçbir âyetin bulunmadığı namazı Nebi (a.s) nasıl müminlere"sallu keme raaytumuni usalli" “Beni nasıl namazı kılıyor görürseniz öyle namaz kılınız” diyebilir? Dediğimiz gibi, Kur'an Nebi ve Resüllerin bir çok anılarından söz ederken, özellikle Nebi (a.s) la ilgili “şu namazda imamlık yapmıştır” yada “şu namazı kıldıktan sonra ...” diye bahsetmez. Kur'an'da hiçbir Nebi ve Resül Şia ve Ehl-i Sünnette var olan namaza benzer bir ritüeli yapmamıştır. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının namaz sloganı atıp hemen sığındıkları tek bir yer vardır. Nebi (a.s) nisbet edilen binlerce yalan ve iftira. Halbuki Nebi (a.s) ın yaşadığı hayata Kur'an'ın penceresinden baktığımızda namazla ilgili tek bir hatıra bulamıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder