2 Şubat 2022 Çarşamba

CEHENNEMİN MUTFAĞINDA GEÇEN BİR HAYAT (1.YAZI) Şia ve Ehl-i Sünnet'e bağlı cemaat ve tarikatlarda çocuk dört beş yaşlarında yani daha kendini bilmeden ne olup bittiğinin farkında olmadan, üzerinde anne ve babasının yoğun bir dini eğitim yaptırma, manevi eğitim tahsil ettirme hedefi ve arzusu oluşuyor. Aklı başına gelince de, kimi zaman babalık hakkını dayatarak, kimi zaman manevi baskı kurarak, kimi zaman beddua ile korkutarak, kimi zaman şöyle veya böyle şiddete başvurarak bu hedefini gerçekleştirmek için çocuklarını kendi mezhebinin ve cemaatinin öngördüğü iman neyse aynı kalıpta ve aynı standartta bir milim dışarı çıkmamak kaydıyla yetiştirmeyi kendilerine çok büyük bir dâvâ ve ulvi bir görev olarak görüyorlar. Bu toplumda dindar ve muhafazakar ana-babaların benimsediği bir yöntem ve tutumdur.Burada şöyle bir durum var.Anne-baba dünyaya getirdikleri çocuklarını kendilerinden bir organ gibi görüyorlar.Dolayısıyla onun özgür bir birey, başka bir insan, onun da kendileri gibi hayalleri, arzuları, emelleri, hedefleri olan kocaman mikro ölçekte bir dünya olduğunu düşünmüyorlar. Dünyaya getirdikleri için onu peşinden temellük ediyor. Onu bir mal ve mülk olarak görüyor. Ve mülkünün üzerinde de istedikleri gibi tasarruf edebileceklerine inanıyorlar.Bu inancın arka planında hakkı! ona öğretmek, yüce Allah'ın dinine! göre yetiştirmek gibi bir özgüven de mevcuttur. Çünkü sırtını tek hidayet olarak gördüğü inancına yaslıyor.İnancı ona diyor ki: "Bu hidayetten çocuğun da nasibini alsın!" Dolayısıyla yaptığı işin aynı zamanda büyük bir mükafatı da beraberinde getireceğini yani Allah'ın indinde sevap bulacağına inanıyor. Buradan baktığımızda son derece iyi niyetli ve samimi bir durum gibi görünüyor. Ancak İslâmi, ahlaki ve insani bir durum olarak hiç görünmüyor. Neden İslâmi ve insani bir durum olarak görünmüyor?Çünkü ana- babanın dünyaya getirdikleri çocukları onların malı ve mülkleri değildir. Anne-babanın çocukları üzerinde kuracakları manevi baskı, ancak şu olabilir. Kamusal ve toplumsal hayatta tüm insanlığın ortak değeri olarak görünen güzel ahlak, hayırseverlik, cömert ve erdemli olmaları konusunda onları yetiştirmektir. Yani hırsız, ahlaksız ve yüzsüz olmamaları, kul hakkına duyarlı olmaları, haram yememeleri, insanlara karşı kaygısız ve vurdumduymaz olmamaları konusunda manevi bir baskı kurabilirlerdi. Ancak anne-baba, dünya ve âhiretlerinin mamur olması gerektiği yolundaki iyi niyetlerinden hareketle çocuklarının tüm hayatına ipotek ve haciz koyma hakkına sahip değillerdir.Mesela: Çocuklarının meslek seçme hakkı onlara ait değildir. Siz ancak bir görüş, bir fikir ve bir kanaat ortaya koyarsınız. İstişâre yoluyla konuşarak, tartışarak kanaat ve görüşünüzü söyler, ikna yolunu denersiniz.Evladınız söylediklerinizi gerçekten benimser, bu benim için iyi bir gelecek olabilir diye ikna olursa, özgür iradesiyle gösterdiğiniz yola gidebilirdi. Ama siz kimi zaman manevi şantaj yolunu kullanarak, kimi zaman onun iâşe ve ibatesinden yani maddi imkanlardan mahrum ederek tehdidle, zorla istediğiniz hayat tarzını dayatır, bu yoldan gideceksin, ben ne istiyorsam öyle olacaksın, istediğim gibi hareket edeceksin diye çocuklarınızın üzerinde bir köle gibi çökmeye hakkınız yoktur. Fakat maalesef, Şia ve Ehl-i Sünnet cemaatlerinde yani dini alanda gözünü açmış bir çocuğun artık bundan sonra özgür olma hakkından söz edilemez.Şia ve Ehl-i Sünnet anlayışında özgürlük alanı son derece sınırlı tutulmuştur. Yahudi ve Hristiyan ruhbanlarında da özgürlük hakkı alabildiğine kısıtlandığı için bu dinden ve gelenekten beslenen anne baba da evlatlarına o alanı aynı şekilde sınırlı tuttular.Onların önlerine kendi inandıkları ve doğru olarak bildikleri yoldan başka bir yolu seçme özgürlüğünü bırakmadılar.Bunu da kendileri için çok kutsal bir dâvâ ve mukaddes bir vazife olarak yaptılar. Ama gençliğin hayatlarını söndürdüler, çocukların ve gençlerin yaşama sevincini yok ettiler. insanlığı cehennemin mutfağına mahkum ettiler. Özellikle sözleriyle, iddialarıyla ve yaşam pratikleriyle çelişki arz edince aynı zamanda o temsil ettikleri, dillerinden düşürmedikleri ibadetlere, dini değerlere ve sembollere karşı gençlikte büyük bir nefret, öfke ve tiksinti duygusunu biriktirdiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder