29 Ocak 2022 Cumartesi
SALÂT ve TASDİK(16.YAZI) Tasdik, "aynen öyledir, gönülden inanıyor ve onaylıyorum yani doğrulamak"demektir. Kur'an'da "tasdik" Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılan bir kavramdır.Tasdik, sadaka ile aynı kökten gelmektedir. Şimdi âyetlere geçelim. "Fakat o, ne tasdik etti (felé saddeka) ne de destekledi (velé sallé).(Kiyâme-31) "Ve lâkin yalanladı (velékin kezzebe) ve yüz çevirdi (ve tevellâ).(Kiyâme-32) Bu iki âyette parantez içlerinde gösterdiğimiz iki farklı kelimenin metinleri yani orijinal arapçaları görünüyör. Âyette “saddeka” kelimesi “kezzebe”nin zıt anlamı iken “sallâ” kelimesinin de “tevellâ”nın zıt anlamı durumunda olduğu hemen fark ediliyor. Yine çokça tartışılan “sallé” yani destekleme konusunu “salâvat” bölümünde konuşacağımız ayrı bir başlık olduğu için şimdilik onu geçelim ve biz “saddeka” olarak geçen kelimenin diğer âyetlerle de “onaylama, tasdik, doğrulama” anlamındaki yakın formlarını da görelim. Aşağıdaki âyetlerde de tasdikin ayrı bir tanımı vardır. "(Süleyman) “Göreceğiz, sadıklardan mısın, yoksa yalancılardan mı oldun?” dedi(Neml-27) "Ve kardeşim Harun; lisan bakımından o benden daha fasih (anlaşılır) konuşmaktadır, onu da benimle birlikte bir yardımcı olarak gönder, beni tasdik etsin. Çünkü onların beni yalanlamalarından korkuyorum" dedi. (Kasas-34) Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah gerçekten sâdıkları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir"(Ankebüt-3)"Ey iman edenler! Resülle gizli bir şey konuşacağınız zaman, bu gizli konuşmanızdan önce sadaka takdim edin (onu doğrulayın sadık olduğunuzu gösterin). Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet bulamazsanız, bu durumda şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir Gizli konuşmanızdan önce sadaka takdim etmekten çekindiniz değil mi? Yani yapamadığınızda Allah tevbenizi kabul etti. Şu halde salât'ı ikame edin yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah'a yani O'nun elçisine itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır"(Mucadele-12, 13) Bir düşünelim. Nebinin çağdaşısınız. Onun Allah'tan aldığı vahyi ilettiği haberini aldınız. Bazı sözleri kulağınıza geldi, akıl ve mantığınıza uygun buldunuz. Ama doğru olup olmadığına emin olamadınız. Madem onunla çağdaş ve aynı coğrafyada yaşamak gibi bir fırsat var elinizde neden yanına gitmeyesiniz! Eğer doğru söylüyorsa bu muhteşem fırsattan yararlanmak ve hakkın yanında yer almak ve aklınızı karıştıran birçok sorunun cevabını bulmak ümidiyle, eğer yalansa bu kötülükten zarar görmemek ve insanları bu yalan ve iftiralara karşı uyarmak niyetiyle yola çıktınız. Nitekim yanına gidip onunla konuşmak istediniz. Ama oraya vardığınızda, Resül ile özel konuşmanın bedeli olarak önce sadaka vermenizin gerekli olduğunu söylediler!” Yukarıdaki âyet, bütün meallerde aynen yukarıda söz ettiğimiz gibi verilmiştir. Hani Resüller tebliğ görevlerinde ücret istemezlerdi! Hani bizden ücret istemeyenlere tâbi olacaktık!(Yasin-21) O halde (doğrulama anlamı yoksa) bu âyetin mealinde bir problem var demektir. Mucadele süresinin ilk âyetinden itibaren okumaya başladığımızda göreceğiz ki konu zaten tasdik edilmiş ya da tasdik edilmemiş bir sözün gizlice iletilmesiyle ilgilidir. "Gerçekten Allah, eşi konusunda seninle mucadele eden yani Allah’a şikâyette bulunan (kadın)ın sözünü işitti. Allah, aranızda geçen konuşmaları işitiyordu. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir" (Mucadele-1) Kur'an’ın bağlam ve bütünlüğünü bilmeyenler, “Bu kadın Nebi ile dedikodu mu yapıyor ? Kur'an’da bunlar anlatılır mı? diye sorabilirler Bunlar asla dedikodu değildir.?Çünkü kadın iddiasını doğrulamış ve haklı olarak derdine bir çözüm aramak için Resülüllahın huzurunda bulunuyor. Peki, kadının şikayetçi olduğu şey nedir? "Sizden kadınlarına “zıhar”da bulunanlar (bilsinler ki, kadınları) onların anneleri değildir. Anneleri, yalnızca kendilerini doğuranlardır. Şüphesiz onlar çirkin ve yalan söylemektedirler. Gerçekten Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. (Mucadele-2) Anlıyoruz ki zıhar denilen şey, bir erkeğin hanımını annesi gibi gördüğünü iddia etmesidir. Âyetlerin devamından anlıyoruz ki bu zıhar denilen hurafe bir kocanın karısını boşama bahanesiyle kullandığı kötü bir gelenek, kadınları kocalarına karşı korunmasızlığa ve yalnızlığa iten batıl bir inanç. Daha sonra gelen âyetlerde bu batıl inancın ve kötü geleneğin İslam dinine yakışmadığı, ancak bunu yapanların bazı yaptırımlarla geri dönebilecekleri ifade ediliyor. Aslında verilmek istenen mesaj şudur. “Erkek egemen toplumlarda kadınlar üzerinden din kisvesine sokularak uydurulan bir takım inançlar ve kötü gelenekler nasıl ortaya çıkmış ve din zannedilen bu gelenekler din adamları tarafından nasıl suistimal edilerek kadınları ezmiş ve onları mağdur ettiğidir. Siz de dönün kendi toplumunuza bakın, dininizi sorgulayın ki, sizin din diye bildiğiniz şeyler gerçekte Allah’ın diniyle uyumlu mu değil mi ortaya çıkarın?” “Bir kadın Allah Resülü ile dedikodu yapıyor ve yüce Allah da buna bir şey demeyip bizi de dedikoduya ortak ediyor?” diyenlere cevap aramak durumunda değiliz ama bu tip Kur'an karşıtı iddialar bizim imanımızı test ediyor olmalıdır. O an cevap vermemeyi tercih edebilirsiniz ama sorulardan hiçbir zaman kaçmayın. Bunu sabır ve denenme, daha doğrusu öğrenme ve tekâmül etme fırsatı olarak kullanmalısınız. Daha iyisini öğrenmek isteyenler en aykırı sorulardan korkmamalı, bunları kendilerini geliştirici bir fırsat olarak görmelidirler.Ben şahsen Kur'an'dan sonra öğrendiklerimin büyük bir bölümü arkadaşlarla yaptığım tartışmaların sunucudur. Bir basamağı görmezden gelenler ona takılır ve yuvarlanıp düşerler. O basamak daha yukarı çıkmak için lazımdır ki tam da orada karşına çıkmıştır. İşte yedinci âyete geldiğimizde en başta kafamızı kurcalayan o konuyu biz unutsak da bakın yüce Allah unutmuyor. Sorun neydi? “Dedikodu mu okuyoruz?” Hayır dedikodu okumuyoruz ama dedikodunun nasıl kötü bir ahlak olduğunu Allah bize hatırlatıyor. Bunu da Allah Resülü üzerinden dillendiriyor. Yedinci âyette, bilip bilmedikleri konularda başkaları hakkında dedikodu yapanlara “üç kişi olsalar dördüncülerinin Allah olduğu, beş kişi olsalar altıncılarının Allah olduğu” hatırlatılıyor. Böylece şunu anlıyoruz ki Allah Resülü ile görüşen o kadın ve Resül iki kişi olduklarında üçüncüleri Allah’tı. Bunun farkında olan kimse hiç bir zaman olumsuz bir şey yapmaz. Daha önce de dile getirdik: Uydurma dinin Kur'an cahilleri tarafından bize din diye öğrettikleri “Bir kadın ve bir erkek yalnız kaldıklarında üçüncüleri şeytandır” rivayeti bu âyetle çöpe atılıyor. Erkekle kadın yalnız olduklarında üçüncülerinin şeytan olduğunu düşünen mi yoksa Allah olduğunu düşünen mi kendisini günahtan ve dedikodudan arındırır? Kötü niyetli kişi şeytanı umursamaz, ama Allah’ı umursaması kuvvetle muhtemeldir. Niyetini bozanın hatırlaması gereken, şeytan değil Allah’tır. Allah’la bağlantısını ayakta tutandır, koruyandır.Bu gibi durumlarda Allah'ın hatırlanması ile ilgili onlarca âyet varken, şeytanın hatırlanması ile ilgili hiç bir şey yoktur. Buda Kur'an ile rivayetlerin arasında ne kadar uzak bir mesafenin olduğunu açık olarak gösteriyor. Dikkat edin dedikodu veya “gizli fısıldaşma” gibi konular bu sürede hiç gündemden düşmüyor. Her sürenin bir ana konusu olduğu gibi bu sürenin ana konusu da dedikodu oluyor. Dokuzuncu ve onuncu âyetlerde dedikodu ve çekiştirmenin şeytan işi olduğu, uzak durulmasının gerektiği çeşitli üsluplarla anlatılmaya devam ediliyor. Onbirinci âyete geldiğimizde ise manzara biraz daha net bir hale geliyor. Allah Resülünün sadece âyetlerle konuştuğu, insanların onun olduğu yerde toplandığı, onun tebliğ ettiği Kur'an'ı dinledikleri, soru sordukları, sorunlarına cevap aradıkları bir meclis tasviri yapılıyor. Bu çerçevede oluşan bir cemaat ve bu cemaatin bir disiplin ve düzene girmesi gerektiğini öğretiyor. Günümüze bile bir medeniyet dersi verme niteliğinde olan yani toplantı ve meclislerde sonradan gelenlere yer açılması, orayı neredeyse işgal eder hale gelmemeleri, işleri bitince kalkmaları öneriliyor.Kur'an'da var olan gerçeklerin muhteşemliğini fark eden insanlar büyük bir hevese kapılıyor ve daha fazla öğrenme merakı ile bir kelimeyi bile kaçırmama telaş ve heyecanına düşüyorlar.Daha çok dinleme ya da konuşup ifade etme hevesi olanlarla dolu bir okuma, öğrenme ortamında yeni gelenlerin gerçekleri öğrenmeye daha çok ihtiyacı olduğunu unutan insanlar çıkabilir. Bir konferansı dinlemek için bugün bile ön sıralardan yer kapmak ve o kişinin her konferansını kaçırmamak için özel gayret gösteren insanları hatırlayın. Veya bir ses sanatçınının konseri, bir politikacının konuşması, bir cemaat ve tarikat toplantısı, bir sinema filminin galası gibi faaliyetlerde de benzer bir durum vardır. İşte salât'ı ikamenin içindeki “salât” budur. Bunu ileride daha anlaşılır bir tarzda ele alacağız. Konudan daha fazla uzaklaşmayıp bu bölümün konusu olan âyete dönelim… "Ey iman edenler! Resül'e gizli bir şey konuşacağınız zaman, gizli konuşmanızdan önce sadaka takdim edin (yani doğru olduğunuzu ortaya koyun, ispat edin). Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet bulamazsanız, bu durumda şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.(Mucadele-12) Çoğu meallerin aksine bu âyetin kelimeleri arasında miskin yok, birilerine (bildiğimiz manada) sadaka vermeyi bulamıyoruz. O halde ne demek isteniyor? Birinci âyetteki kadını hatırlayalım. Hani Resül (a.s) a söylediği şeyin zan mı gerçek mi olduğunu bilemediğimiz. Ya da “Selam vererek” yanına gelen ama sonraki sözlerinin gerçeklerle ilgisiz olanları hatırlayalım. Ya da herhangi bir kişiyi düşünelim, bir iddiası var, ya da gizlice bir şeyi Resül'e söyleyecek, ama halen iddiasından emin olamıyor. Bu kişinin ne yapması lazım? Yukarıdaki âyetin mealine göre bir yoksula sadaka vermesi mi gerekiyor! Peki, sadaka vermesi sorunu çözer mi? Yani konuşulacak gizli konuyu konuşulur hale getirecek olan sadaka vermek değil, konuşulacak konunun gerçekten doğru olup olmadığından emin olmasıdır. İddiasının doğru olmasıdır. İnanç ve niyetinde sadık olmasıdır. Yoksa taraflar şüphe üzerinde bir konuşma yapmış olurlar ve bu da dedikodu mahiyetine girme ihtimali çok yüksektir. Dolayısıyla burada Allah Resülünün boş yere meşgul edilmesi ve dedikoduya alet edilmesi de söz konusu olacaktır. Çünkü her gün bir çok kişi Allah Resülüne gelerek sorunlarını dile getiriyordu. Sürede tamamen bu konu işleniyor. Hucurat süresini de hatırladığımızda Medine ve çevresi için bu konunun ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyoruz. On üçüncü âyete baktığımızda konu netleşiyor. "Gizli konuşmanızdan önce sadaka takdim etmekten (onu doğrulamaktan) çekindiniz değil mi? Yani yapamadığınızda Allah tevbenizi kabul etti. Şu halde salât'ı ikame edin yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah'a yani O'nun elçisine itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır"(Mucadele-13) Resül ile özel ve gizlice konuşmadan önce (bağış yapmaktan değil) o konuşacağı şeyin doğrulamaktan ürkmek söz konusudur. Ama Allah bu yaptığından pişman olanları bağışlayacağını söyler. Sürenin diğer âyetleri de aynı konuda ikiyüzlülüğü ve sonuçlarını çeşitli yönleriyle ifade edilmesiyle devam ediyor. Aslında konudan biraz uzaklaştık. Tekrar salât'ı ikameye dönelim. Neticede âyetlerde doğrulamanın salât'ı ikameyle (bağlantıyı ayakta tutmayla) olan bağını görmüş olduk: Allah’la bağlantısını ayakta tutan kişi kendisine hatırlatılan hakkı doğrular, yalana ve sahteye yönelmez.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder