3 Mayıs 2022 Salı
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(198. YAZI)Kasas Süresi, 88 Âyet olup Mekke'de inmiştir. 1-) Tâ. Sîn. Mîm. 2-) Bunlar, apaçık kitab’ın âyetleridir. 3-) İman eden bir kavim için Musa ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana hak olarak tilâvet ediyoruz. 4-) Firavun, yerde yücelik taslamış. halkını çeşitli şia'lara bölmüştü. Onlardan bir tâifeyi zayıf düşürüp eziyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise diri bırakıyordu. Çünkü o müfsidlerdendi. 5-) Yani biz, o yerde zayıf düşürülenlere minnet etmek, onları imamlar yapmak ve onları (İslam dinine-tevhid akidesine) vâris kılmak istiyorduk. 6-) Yani o yerde onları yerleştirmek; Firavun'a, Hâmân’a ve ordularına, onlardan çekindikleri şeyi göstermek (istiyorduk). 7-) Musa’nın anasına: Onu emzir, onun için korkar isen onu denize bırakıver, hiç korkma ve hüzünlenme, çünkü biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu Resüllerden kılacağız, diye vahyetmiştik. 8-) Nihayet Firavun ailesi kendilerine bir düşman ve bir hüzün kaynağı olarak onu aldı. Şüphesiz Firavun, Hâmân ve askerleri hatalı (müşrik) idiler. 9-) Firavun’un karısı: Benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize menfaati dokunur, ya da onu evlât ediniriz, dedi. Halbuki onlar (işin aslının) şuurunda değillerdi. 10-) Musa’nın annesinin yüreği bomboş olarak sabahladı. Eğer biz, (vâdimize) müminlerden olması için onun kalbini rabt etmeseydik, neredeyse işi meydana çıkaracaktı. 11-) Yani annesi Musa’nın ablasına: Onu izle, dedi. O da, onlar farkına varmadan bir kenardan onu gözetledi. 12-) Biz daha önceden ona süt analarının emmesini haram ettik. Bunun üzerine ablası: Size, onun bakımını sizin için üstlenecek, ona kefil olacak bir ev halkını göstereyim mi? demişti. 13-) Böylelikle biz onu, anasına, gözü aydın olsun, hüzünlenmesin yani Allah’ın vâdinin hak olduğunu bilsin diye geri verdik. Fakat yine de pek çoğu (bunu) bilmezler. (Çok ilginçtir, Musa (a.s) ın çocukluğu üzerinde duran ve teferruatlı bir şekilde anlatan Kur'an, Muhammed (a.s) ın çocukluğu üzerinde hiç durmamış olumlu-olumsuz en ufak bir ayrıntı vermemiştir. Eğer Kur'an, Musa (a.s) veya İsa (a.s) ın çocuklukları üzerinde durduğu gibi Muhammed (a.s) ın çocukluğu üzerinde dursaydı ve onu bu şekilde övmüş olsaydı, Şii ve Sünni din adamlarının bunları nasıl abartıp bire bin yalan ve iftira ekleyeceklerini düşünmek bile istemiyoruz.) 14-) Musa buluğ çağına erip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik yani güzel ahlak sahiplerini işte böyle mükâfatlandırırız. 15-) Musa, ehlinin gaflette olduğu bir sırada şehre girdi. Orada, biri kendi şiasından, diğeri düşmanından olan iki adamı birbiriyle döğüşür buldu. Kendi şiasından olanı, düşmana karşı ondan imdad diledi. Musa da ötekine, bir yumruk vurup işini bitirdi. (Bunun üzerine:) Bu şeytanın amelindendir. O, gerçekten saptırıcı, apaçık bir düşmandır, dedi. (Kur'an'a baktığımızda iki çeşit şeytanın var olduğunu görüyoruz. 1-) Ökfe, cimrilik, haset gibi kötü duygu ve dürtüleri simgeleyen zihinsel şeytan. 2-) Din adamı kılığındaki şeytanlar. En tehlikeli olanlar bunlardır. Çünkü zihinsel şeytanın zararı amelidir. Yani amel bakımından insanları günaha sokar. Fakat din adamı kılığında ete kemiğe bürünen şeytanlar ise, Allah yolundan engelleyen, hakkı batıl, batılı hak, küfrü iman, imanı küfür, ihlası şirk, şirki İslam gösteren bir etki ve yetkiye sahiptir. İtaat, ibadet, ittiba, dâvet, tezyin (süsleme) hutuvat (adımlar), veli-evliya, karin (yandaş) vaad, Allah yolundan engelleme, küfür bağlamında geçen şeytanlar din adamı; vesvese, zelle, düşmanlık, amel, unutkanlık, saçıp savurma, israf, kin, gurur, haset gibi olumsuz dürtü ve duygular bağlamında geçen şeytanlar zihinsel şeytanlardır. Musa (a.s) ın kasdettiği şeytan öfke ve kızgınlık şeytanıdır.) 16-) Musa: Rabbim! Doğrusu ben nefsime zulmettim. Beni mağfiret et, dedi, Allah da onu mağfiret etti. Çünkü, O, Ğafur'dur, Rahim'dir. 17-) Musa: Rabbim! Üzerimde olan nimetlerine andolsun ki, artık mücrimlere asla arka çıkmayacağım, dedi. 18-) Şehirde korku içinde, (etrafı) murakabe ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek (yine ondan imdat istiyor.) Musa ona dedi ki: Doğrusu sen, apaçık bir şaşkınsın! 19-) Musa, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki: Ey Musa! Dün bir nefsi öldürdüğün gibi, beni de mi öldürmek istiyorsun? Demek, ıslah edicilerden olmayı değil de, bu yerde ille bir cabbar (zorba) olmak mı istiyorsun? 20-) Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi: Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için görüşme yapıyorlar. Hemen (buradan) çık! (Bil ki, ben senin için nasihat edicilerdenim, dedi.21-) Musa korkarak, (etrafı) murakabe ederek oradan çıktı. "Rabbim! Zalimler kavminden beni kurtar" dedi. 22-) Medyen’e doğru yöneldiğinde: Umarım, Rabbim beni düz yola hidayet eder, dedi. 23-) Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir ümmet buldu. Onların gerisinde de, (hayvanlarını sulamayı) bekleyen iki kadın gördü. Onlara: Amacınız nedir? dedi. Şöyle cevap verdiler: Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da ihtiyardır. (Ümmet, aynı zaman ve aynı coğrafyada yaşayanlara denir. Vatandaşlık ve ulusal birlik demektir. Millet ise, ister İslam olsun, ister küfür olsun insanlık tarihinde aynı inanca sahip olanlara millet denir. Mesela: İslam milleti, küfür milleti gibi. Kur'an'a göre Türk milleti, Kürt milleti kullanımı hatalıdır. Doğrusu Kürk ümmeti, Türk ümmeti, Arap ümmeti olacaktır. Ümmet, vatandaşlık ve aynı coğrafyada yaşama olduğu için tüm canlılar için kullanılan bir kelimedir. Aynı zamanda her ümmetin bir eceli vardır. Fakat her milletin bir eceli yoktur. Millet ile ümmet arasında bulunan farkı bikmeyenler meal yazımında hata ederler. Yukarıdaki âyete verilen meâl gibi. Ümmetin hangi anlama geldiğini bilmeyen meâl yazarları, ümmete, insanlar diye meâl vermişler. Halbuki ümmet ayrı bir şey, insanlar ayrı bir şeydir.) 24-) Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra fakirim, dedi.FAKİR ve MİSKİNİN ARASINDA BULUNAN FARK "Miskin" işi ve oturacak evi olmasına karşın, geliri giderini karşılamayan, eve bağlı olan, yatalak, kronik bir hastalığa mübtela olan kişiye denir.Miskinin hangi anlama geldiğini Kehf süresi 79.âyetten anlıyoruz. "Gemi var ya, o, denizde çalışan miskinlerindi..." Dolayısıyla yeri yurdu belli olan, tanınan ve bilinen çaresiz kişiye miskin denir. Kur'an'da (taam) yemek yedirme fidye ve keffaretler fakir bağlamında değil, miskin bağlamda kullanılmıştır.(Mâide-89, 95; Bakara-184; Mücadele-4; Hakka-34; İnsan-8; Maun-3;)Çünkü yemek yedirme fidye ve kefaret verme durumu meydana geldiği zaman miskinlere ulaşma imkanı kolaydır.Fakat fakire ulaşma imkanı yoktur. Çünkü fakir yabancıdır, tanınan ve bilinen biri değildir yani bir anda insanın karşısında çıkan kişidir.Fakirin hangi anlama geldiğini en güzel gösteren âyet, yukarıda Musa (a.s) ın durumunu haber veren 24. âyettir."Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra fakirim, dedi. Dolayısıyla fakir ve miskin kavramları yerine kullanılan" muhtaç" ve "yoksul" ifadeleri, âyetler tarafından inşa edilen fakir ve miskin sistemini darmadağın ediyor. Artık gelecek nesilller için fakir ve miskinin arasında bulunan farkın bir anlamı kalmıyor. Dolayısıyla Kur'an'ın mükemmel sistemi ve kavramlar kombinasyonu yok oluyor.)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder