22 Mart 2022 Salı

ISLAH VE SALÂT'I İKÂME (3)(33.YAZI) Şimdi sıra geldi toplumsal ıslahın zirvesine: Barış ve adaleti temin etmek gerektiğine, “Kapıda secde” âyetleri ıslahatın sulh (barış) hedefinin en belirgin örnekleridir. "(Bir zamanlar) şöyle demiştik: Şu şehre girin ve orada, dilediğiniz yerde bol bol yiyin ve kapıdan secde ile girin yani “Affet bizi!” deyin ki, hatalarınızı bağışlayalım yani biz güzel ahlak sahiplerine ziyadesiyle daha fazlasını da veririz" (Bakara-58) “Kapıdan girmek” Kuran’da geçen en ilginç ve düşündürücü kavramlardandır. Hadi bir eve kapıdan girmeyi az çok anlıyoruz da “şehirlerin kapılarından secde ederek girmek” ve “kapılardan ayrı ayrı girmek” ne anlama geliyor? Acaba şehrin surlarından kemerlerinden geçerken yere seccade mi seriyorlardı? Bugün bir şehre girerken otobüsü durdurup ya da arabayı sağa çekip yere mi secde edeceğiz? Almanya’ya giden işçi kardeşlerimiz Münih havaalanına inip Alman gümrüğüne ayak basınca yerleri mi öpecekler? Peki şehirlere kapılarından (genel kullanıma ait meşru yollarından) değil de dağdan bayırdan, tepeden, gizlice suyun altından, yer altından sızarak girmeye kalkarsak ne olur? Bu durumda orada yaşayan halk bizim art niyetli olduğumuza hükmederek bizi hırsız, azgın, bozguncu çeteler olarak algılar. Elimizde silah varsa bu davranışımıza karşın bizi silahla karşılar. Gizlice ve sinsice şehre girmeye kalktığımız için bize karşı en sert tedbirleri alır. "Onlara şöyle denildi: Şu kentte iskan edin yani orada istediğiniz yerden yiyin ve hittatun (bizi affet, bağışla) deyin yani kapıdan secde ile girin hatalarınızı bağışlayalım yani güzel ahlak sahiplerine ziyadesiyle daha fazlasını da vereceğiz"(Âraf-161) Bu âyetlerin önüne arkasına baktığımızda görürüz ki “kapıdan secde ile girin” öğüdü İsrailoğullarına yapılmıştır. Musa ((a.a) isyankâr kavmine bir türlü söz anlatamaz. Kudret helvası ve bıldırcın eti ile doyuruldukları halde gözleri hâlâ açtır. Firavun’u hem sevmez hem de onun verdiği soğanı ve sarımsağı da kaybetmek istemezler. Bir türlü razı olmayıp, hallerine şükretmeyip, her şeyin ve her mülkün sahibi olmak isterler. Musa asasıyla yere vurur ve on iki kabile için on iki pınar fışkırır da onlar yine memnun olmaz ve daha fazlasını isterler. Yerlerinden yurtlarından kaçarak çıktıktan sonra Musa onları yeni bir yerleşim yerine getirdiğinde bile hâlâ Allah'ın Resülü Musa (a.s) ile pazarlık peşindedirler. Şükretmezler. Emredileni yapmamak için (sığır kesme bahsi gibi) bir sürü soru sorup mazeret üretirler. Kendileri bozgunculuk yapmakta olduklarının farkına varmaz, yeryüzünde yerleştikleri ülkelerde ekonomik ve ahlak olarak hep bozgunculuk çıkarmışlardır. Her şeye rağmen İsrailoğullarına nimetler verildi. Ama onlar her elde ettiklerinden sonra şükretmeyip, her seferinde verdikleri sözden döndüler, daha fazlasını, daha fazlasını, daha fazlasını isteyip durdular. Şehirlere bir türlü kapılardan secde ederek (düzene boyun eğerek) girmediler. "Kesin söz vermeleri için Tûr’u üzerlerine kaldırdık ve onlara: Kapıdan secde ile girin, dedik yani onlara şunu söyledik: Cumartesi gününde azgınlık yapmayın. Onlardan sapasağlam bir söz almıştık" (Nisa-154) Gördüğümüz kadarıyla sebt yasağı önemli bir yönü ile bir avlanma yasağı idi. Bu kapsamıyla da elbette çevreyi ve dolayısıyla toplumu koruyan yasalar içeriyordu. Bu da “kapıda secdeye” uyan bir durum. Ama İsrailoğulları için sadece kendileri önemliydi. Kendi hakları, kendi istekleri toplumun ortak yaşama kurallarının hep önündeydi. Kendilerini özel kabul edip, azıyorlar, isyankâr tavırlarıyla avlanma yasağını hülle ile deliyor, kuralları hiçe sayıyor, şehirlerde hırsızlık, talan, şiddet ve bozgunculuk yapmayı mubah görüyorlardı. "Deniz kıyısındaki kentin durumunu onlara sor. Sebt günü azıp sınır tanımazlık ediyorlardı. Sebt yaptıkları gün balıkları onlara akın akın gelirdi yani sebt yapmadıklarında ise onlara gelmezdi. Fasık olmalarından dolayı onları böyle sınamadan geçiriyorduk" (Âraf-163) Elbette hiçbir toplum tamamıyla iyi ya da kötü değildir. İyilerin içinde en kötüler, kötülerin içinde en iyiler her zaman vardır. Elmaslar her zaman değerlidir. Ama İsrailoğulları genel olarak azgınlığıyla ve isyankârlığıyla ün salmış bir kavimdir. Hevalarını tanrı edinmişlerdir. Kimseye kolay kolay saygı duymazlar ve onlara zulmedenlerle onlardan olmayanları ayırmaya bile yanaşmazlar. Kendilerinden olmayan herkes onlar için düşmandır, haindir! Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız “şehirlerin kapılarından secde ederek girin” öğüdünün izdüşümünün “oradaki düzene saygı duyun” demek olduğu konusunda tereddüt göstermememin asıl nedeni bu âyetlerle beraber Yusuf süresidir. Kur'an’dan bu hususta anladığımızı anlatmaya çalıştığım hemen her şeyi Yusuf (a.s) kıssasında derli toplu olarak görürsünüz. "Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde sorgulayanlar (soranlar) için âyetler (ibretler) vardır" (Yusuf-7) Yusuf, kuyuya atılmasının ardından gelişen süreçte bir başka toplumda ve bir sarayda bulur kendisini. Kapılarla ilgili âyetlerle ilk defa orada karşılaşıyoruz. Vezirin kadını, Yusuf’un üzerine kapıları kilitliyor. Ne alakası var diyeceksiniz ama çok alakası var. "Yusuf’un, evinde kaldığı kadın, onun nefsinden gönlünü tatmin etmek istedi. Kapıları kilitledi, “Hadi gel!” dedi. Yusuf: “Allah’a sığınırım, Rabbim beni güzel bir yere kavuşturmuştur. Zalimler iflah olmaz ” dedi"(Yusuf-23) Bakın Yusuf ne demek istiyor. “Rabbim beni güzel bir yere kavuşturdu. Zulmedemem. Bozgunculuk yapamam. Saygıda kusur edemem. Allah’a sığınırım.” Peki, sadece kadının isteğiyle mi ilgili bu durum? Devam edelim… Yine bir kapı... Ve kapıda olanlar… "İkisi birden yarışırcasına kapıya koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında kadının beyi ile yüz yüze geldiler. Kadın seslendi: “Senin ailene kötülük düşünenin cezası nedir; hapsedilmek mi, acıklı bir işkence mi?”(Yusuf-25) Kadının söylediğine dikkat! “Senin ailene kötülük edenin cezası ne? Hapis mi? İşkence mi?” Yani o ülkenin, o sarayın, o toplumun kuralları devreye giriyor. Ve Yusuf eğer itiraz edecekse kurulu düzenin kanunlarına itiraz etmiyor, suçlu olmadığını savunuyor ve hakem devreye giriyor. "Yusuf dedi ki: O, gönlünü eğlendirmek için beni kullanmak istedi. Kadının ailesinden bir şahid de: Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylüyor, bu durumda Yusuf yalancılardandır" (Yusuf-26) Kanunlar değil suçlar, davalar tartışılıyor. Kanunlar kötüyse ya kanun koyucu olursun ya da kanunları ıslah için yeri geldiğinde konuşur ve bozgunculuk yaparak değil ıslah işleri yaparak kanunları değiştirirsin. Yusuf düzeni ıslah edebilmek içinse sabrediyor ve çalışmaya zindanda bile olsa devam ediyor. "Yusuf dedi ki: Rabbim! Zindan benim için bunların beni çağırdığı şeyden daha sevimlidir. Eğer onların oyununu benden uzak tutmazsan onlara meyleder de cahillerden olurum" (Yusuf-33) Yusuf (a.s) topluma aykırı işler yapmadan, yakmadan, yıkmadan, başına gelen tüm zulümlere rağmen sabırla ve tırnaklarıyla kazıyarak sadece Allah’a güvendi. Bir ara kendi Rabbinin zikrini unutup da zindandaki arkadaşının efendisine anılmak istemesi bile ona birçok seneye mal oldu. Sonra… O şehirden, o toplumdan biri olmadığı halde sabreden Yusuf o toplumun düzeni içerisinde yavaş yavaş söz sahibi duruma geldi ve hem kanunları hem de toplumu güzellikle ıslah etmeye başladı. "Yusuf dedi: Alışılageldiği şekliyle yedi yıl ekin ekeceksiniz. Biçtiklerinizden yiyecek kadar az bir miktar alır, gerisini başağında bırakırsınız"(Yusuf-47)Sonunda hiçbir şekilde bozgunculuk çıkarmadığı, düşman kesilmediği ve ihanet etmediği toplumda vezir (ya da üst düzey bir yönetici) oldu. "Yusuf dedi ki: Beni ülkenin hazinelerine bakan yap. Ben iyi bir koruyucuyum, bilgiliyim"(Yusuf-55) Bu konuda liyakatli olduğunun ve ıslahat için liyakatin gerektiğinin de mesajını alıyoruz. Artık Yusuf Mısır'da düzene saygı duyacak değil bizzat hüküm verecek konuma geldi. Kıssanın devamında Yusuf’un kardeşleri Mısır'a gelmeye başlıyor ve hikâye boyut kazanıyor. Artık Yusuf kanun koyucu, kardeşleri boyun eğici durumdadır. Ancak dikkatinizi çekmek istediğimiz nokta yine “kapı”lardır. Çocuklarını o şehre gönderen Yakup bakın ne diyor? "Yakup şunu söyledi: Oğullarım, bir tek kapıdan girmeyin yani farklı kapılardan girin"(Yusuf-67) Neden acaba ayrı ayrı kapılar? Demek ki çocukları için, onların başına gelebilecek bir musibet ihtimali için endişeleniyor. Mısır'a topluca bir kervan ya da bir güç olarak girmeleri durumunda o şehre bozgunculuk, çatışma ve hırsızlık için giriyor zannedilerek o şehrin toplumsal düzenine aykırı algılanmalarını istemiyor. Ve Allah da bunu çok iyi biliyor. Yakub (a.s) ilim ve ileri görüş sahibi idi. Bir başka toplumla beraber bulunma durumunda o toplumun koyduğu düzene bozgunculuk etmenin doğru olmadığını iyi biliyordu. Ve bu yüzden çocuklarını uyarmıştı. Çocukları şehrin kapılarından ayrı ayrı girmeliydiler. Bu onun isteğiydi ama başlarına gelecek varsa onu engellemeye de gücünün yetmeyeceğini Nübüvvet ilmiyle biliyordu. Çocukları bozgunculukla ve hırsızlıkla suçlandılar. "Yusuf kardeşlerinin yüklerini hazırlatırken su kabını öz kardeşinin yükü içinde koydu. Sonra bir görevli şöyle haykırdı: Ey kafile, siz herhalde hırsızlık ettiniz!"(Yusuf-70) "Kardeşler dediler: Vallahi, siz de iyi biliyorsunuz ki, biz bu yere bozgunculuk yapmak için gelmedik, biz hırsız da değiliz " (Yusuf-73) Dikkat ediyorsanız. Bir başka toprağa, bir başka memlekete “bozgunculuk için gelmedik” diyorlar. İlke belli. “Düzene, beğenmesen de saygı duy.” Ama bu durumun sebebi elbette başkaydı. Yusuf az sonra aynı gerçeği (yani düzene saygı duyulması gerektiğini) bir kez daha ortaya koyacaktı. "Sordular: Eğer yalan söylüyorsanız, hırsızlığı yapanın cezası nedir? Kardeşler dedi: Cezası, çalınan mal kimin yükünde çıkarsa yükün sahibi çalınan mala karşılık olacaktır. Biz zalimleri böyle cezalandırıyoruz" (Yusuf-74,75) Aslında Yusuf kendi yaşadığı toplumunun kanununu uygulayabilirdi. Ama (kardeşini alıkoyma) planı dâhilinde onları kendi kanunlarına göre yargıladı. (Yeri gelmişken: Eğer hırsızın alıkonması Yakub’un dininin hükmüyse İbrahim’in de dini demektir. İbrahim’in dini Muhammed’in de dinidir. O halde hırsızlığın cezası el kesmek değil, mecazen elini kesmek, alıkonulmaktır.) İbret alınacak o kadar çok şey var ki! Hem Yusuf hem de kardeşleri birbirlerinin kanunlarına hükmün geçerli olduğu yer ve zamanda saygı duyuyor ve tekliflerini bile bu saygıyla yapıyorlar. Küçük kardeşleri yerine kendisinin alıkonulmasını isteyen abisine bakın Yusuf (a.s) ne diyor… “Maazallah-Allah'a sığınırım!” dedi Eşyamızı yükünde bulduğumuz adamdan başkasını tutamayız. Öyle bir şey yaparsak zalimlerden oluruz"(Yusuf-79) Yusuf ilgili toplumun kurallarına aykırı hareket etmeyi zulüm sayıyor. İşte Allah’ın insana ve toplumsal düzenine verdiği değer. Tabi ki görebilene… "Babanıza dönüp şöyle deyin: Ey babamız, oğlun hırsızlık etti. Biz sadece bildiğimize tanıklık ettik. Biz gaybı bilenler değiliz" (Yusuf-81) Bildiğimize tanıklık etmek.O kadar ibret verici ki, sırf içlerindeki kin ve nefret yüzünden önüne geleni karalayan, anlatılan her türlü rivayete inanan, görmediği bilmediği halde bir insanın, bir kurumun, bir toplumun tamamını tekfir edip katil, faşist, ırkçı, suçlu ve düşman gören anlayışa… Duyduklarınızın doğruluğunu test edin. Görmediğiniz, bilmediğiniz her ithamı giydirmeyin insanlara. Sizi kandırmak ve bir yere kanalize etmek için onlara atılan iftiraların doğruluğunu tasdik etmeden doğru olarak kabul etmeyin. Kin ve nefretinizden arının. Yani Allah’a ve O’nun doğrularına dönün. Yanlışlarımızdan dolayı sizi ve bizi affedecek olan Allah’tır. Kardeşleri pişman olup döndüğünde Yusuf’un istediği de buydu. "Yusuf: Bugün azarlanmayacaksınız. Allah sizi mağfiret etsin. O, rahmet edenlerin en merhametlisidir, dedi. (Yusuf-92) "Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun (Allah) için secde ettiler yani şöyle dedi: Ey Babam! Bu daha önceki rüyamın tevilidir. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı yani andolsun ki bana güzellik etti yani beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra O çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendir. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan O'dur" (Yusuf-100) Şehrin kapısından secde ederek girmeyenlerin, orada ıslah değil bozgunculuk çıkaranların sonunu hatırlatıyor surenin sonu. Yemin olsun ki bu Kur'an’da ders almak isteyenler için her türlü öğüt var. Yemin olsun. "Yemin olsun ki, elçilerin kıssalarında aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret vardır. Bu Kur’an, uydurulacak bir hadis/bir söz değildir; aksine o, önündekini tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir" (Yusuf-111)Çiçekler bile dikenlere saygı duyar, dikenlerin içinde rengârenk parlarlar. Evlere de şehirlere de kapılarından ve secde ederek girmek o ev halkına, o şehir halkına ve düzenine “salâtımız (bağlantımız) çerçevesinde” saygı duymaktır. Bu ahlak, ilah edinmişler varsa onların ilahlarına saygı duymak anlamına gelmiyor. Zulme değil kurulu düzene “kitabımız çerçevesinde” boyun eğmektir. Eğer ev ya da yurt edineceksek, orayı ıslah etmek için makbul ve güzel işler yapmaktır. Olmadı, beğenmediğimiz yere girmez ya da oradan hicret ederiz. Elçilerin de gelmiş geçmiş sünneti budur. Yoksa bozgunculuk ve kargaşa kaçınılmazdır. Ben bunu okudum… Kendimi ayırmadım. Kendi nasibimi, kendi öğüdümü aldım. Darısı düşünenlerin ve öğüt almak isteyenlerin başına. Allah’la salât dediğimiz bağlantıyı ikame eder ayakta tutarken insanların arasında da o salâtın emrettiği ıslahatları yapma gayretinde olmalı ve sulh bağlantısı için çaba sarf etmeliyiz. Kitapta ıslahat ve ıslah çabalarıyla ilgili (dokuzlu çeteler, bozguncular, zorbalık, Musa’nın kurtardığı adamın ertesi gün ona sen bozguncu musun demesi gibi) salâtı ikame etme çerçevesinde alınabilecek ve incelenebilecek birçok âyet daha vardır. Hepsini buraya almak hacmi iyice artıracak. Sıkça “Ellezine amenü ve amilus salihati” (iman edip salih ameller işleyenler) diye ezbere okunan cümlelerde ifade edilen şey, (emin biçimde) iman edip (ıslaha, düzeltmeye yönelik) salih ameller yapanlardır. Salih kişilerin yaptığı işlere “salihat”, salâta yönelik işlerin hepsine birden de “ıslahat” diyebiliriz. Kısacası “ıslahat” için didinilmeyen “salât” hayata ikame edilmeyen salâttır. Asr suresinde “Zamana andolsun ki insanlar hüsrandadır” dendikten sonra istisna olarak iman edenler anlatılır. O iman eden ve salih işler (ıslahata dair güzel işler) yapanlar, doğruyu yapan ve işte o doğruyu ikame etmek için sabırla (azimle) çalışanlardır. İstediğimiz kadar Kur'an dersi yapalım ya da istediğimiz kadar namaz kılalım, hayatın içine girip kötülükle mücadele edemiyorsak, iyileştirmeye yönelik bir şeyler yapamıyorsak salât'ı ikame ettiğimizi boşu boşuna iddia etmeyelim. Kur'an’da namazı aradığımız kadar toplumda salât'ı ikame etmeyi arasaydık bu coğrafya bu duruma gelir miydi ? Her gün âyetleri okuyan, anlamaya çalışan, tartışıp doğruyu öğrenen, namaz kılan, oruç tutan, şu doğruymuş bu yanlışmış diyen ama dünya hayatına kendi her türlü birikimiyle, canıyla malıyla olabilecek tüm gücüyle tatbik etmeyenler olarak, kıyam gününde buluştuğumuzu düşünün. İçimizden bazılarımız hâlâ kaybedenler olarak şok olursa eminim ki şöyle diyeceğiz: “Biz sizinle beraber değil miydik? Biz neden kaybettik?”Sanıyorum ki diğer bir kısmımız da şöyle cevap verecek: “Evet, siz bizimle beraberdiniz ama boş tartışmalara ve dünyaya dalanlarla dalıp gittiniz de salât edenlerden (Allah’la bağlantısını ayakta tutanlardan) olmadınız.” Sonra kaybedenlerimiz olarak şunu diyeceğiz: “Doğru. Biz salât edenlerden değildik. Dalanlarla dalıp giderdik. Vahyi hayata “bağlamadığımız” için bu ateşe “bağlandık” da ileri gidenlerden değil geri kalanlardan olduk.” Allah “birleştirin” diyor, ayrışın ayrıştırın demiyor, rükû edenlerle rükû edeceksek birleştirip edeceğiz. Her konuyu tartışalım, doğruyu bulmaya çalışalım ama ne olur ihtilaflarımız için Allah’ı hakem tayin edelim. Anlaşamıyorsak bırakalım kararı o versin. O bizim hakkımızda en doğru kararı verecek olandır. Biz makbul ve güzel işleri hayatımıza tatbik edelim. Birbirimizin bireysel tercihlerini aynılaştırmaya değil, toplumu sulha getirmeye çalışalım. Biz bir araya gelemezsek toplumdan bunu nasıl bekleriz! İster tatlı su olalım ister tuzlu, biz de taze et çıkaralım. İster gündüz ister gece, ister güneş ister ay olalım, biz işimizi yapalım. Farklılıklarımız bizi parçalamasın. Birbirimizi zedelemek yerine dayanışmaya girelim. Gerçeğin ve erdemin peşinde olanlar birbirlerini aforoz etmiş gibi davranmamalıdır. Kur'an’da birleştikleri halde birbirleriyle Kur'an hakkında kavga eden ve tekfirleşenlerin durumu; Allah’ın gökten indirmiş olduğu himayeye sığınmış olanların birbirini tekmeleyip düşürmeye çalışmalarına benziyor. Biz hep selam selam diyelim. Selam sulh’un en güzel şiarıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder