30 Ocak 2022 Pazar

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(123.YAZITevbe Süresi 115-) Allah bir kavmi hidayete ilettikten sonra yani (vahiy'le) sakınacakları şeyleri kendilerine açıklamadan, onların (iradelerine ipotek koyarak, zorla) saptıracak değildir. Allah her şeyi çok iyi bilendir. HİDAYET "Ey ehl-i kitap! Resülümüz (Kur'an) kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok (hatanızı) da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur yani apaçık bir kitap geldi. Rızasını arayanı Allah onunla selâmet yollarına götürür yani onları iradesiyle (yasası gereği) karanlıklardan aydınlığa çıkarır yani sırat'ı müstakime hidayet eder.(Mâide-15,16)Hidayet etmek, doğru yolu göstermek demektir. Yoksa birisini zorla elinden tutup, sen bu tarafa geleceksin, buna iman edeceksin demek değildir. Onun için Yüce Allah'ın yapmış olduğu şey, vahiy indirerek hidayeti göstermek ve kitapla rehberlik etmektir. İşte bundan dolayı Yüce Allah ne buyuruyor. "...Sadece Allah hakkı söyler ve yalnız O doğru yola hidayet eder. (Ahzab- 4)"İşte böylece biz onu (Kur'an'ı) açık seçik âyetler halinde indirdik. Gerçek şu ki, Allah dileyeni hidayete iletir"Görüldüğü gibi, hidayet, vahiy'le doğru yolun gösterilmesidir, vahiy'le rehberlik etmektir. Yüce Allah, sadece vahiy'le hidayeti gösterir, insanın iradesine zorla müdahale etmez. Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları kader ve cebir inancı gereği hidayeti gösterme ile insanın iradesine zorla mudahaleyi karıştırıyorlar. Yani vahyi devre dışı bırakarak, yüce Allah'ı insan iradesine zorla mudahale edeciğine iman ediyor ve ilgili âyetlere bu şekilde meâl veriyorlar. Kur'an'a gitmedikleri için yüce Allah'ın insan iradesi üzerinde hiçbir müdahalesinin olmayacağını anlayamıyorlar. Yüce Allah vahiy ile hidayeti gösteriyor ama doğruya ve yanlışa gidip gitmeme tamamen insanın iradesinde olan bir şeydir.Zaten dünya bu yüzden bir imtihan alanıdır. Talebeleri imtihan etme esnasında gözlemcilerin sessiz olmaları, müdahale etmemeleri, konuya duyarsız olduklarından değil, imtihanın özelliğinden kaynaklanan bir haldir. Yüce Allah'ın müdahale ettiği bir hususta insanın sorumluluğu olamaz. İlkeyi öyle koymak gerekir. Dolayısıyla Kur'an'ın ilkesi budur. Eğer bir alanda, bir yerde Allah'ın mudahalesi varsa, öyle düşünülüyorsa orada insanın sorumluluğu olamaz. O zaman sorumluluğu izah edemeyiz. İnsan kendisinin hidayette olup olmadığını bilmesinin tek yolu yüce Allah tarafından indirilen vahiy'dir. Çünkü Kur'an'ın bütün referansları ilmidir, akla hitap eder. Kendimizi düzeltmenin tek yolu vahye yani Kur'an'ın hidayet ve rahmetine sığınmaktır. Kur'an'dan başka hidayet rehberi edinmemektir.Dinde özgürlük hayatidir. Onun için özgürlük dediğimiz şey, dine girerken de dinin içindeyken de olmak zorundadır. Özgürlüğün olmadığı yerde din yoktur.Özgürlüğün olmadığı yerde din adına faşizm vardır. Yüce Allah yarattığı insana verdiği fıtrat gereği özgür kılmıştır. İnsanın özgürlüğüne müdahale ettiğiniz zaman fıtratını bozarsınız. Fıtratı bozulan insan güzel ahlak sahibi ve âdil olamaz. Yüce Allah'ın emirleri topluma değil, bireyleredir. Topluma dolaylı yoldan müdahale olur. Doğrudan müdahale bireyleredir. Yani Kur'an'ın getirdiği dünya görüşü kaliteli bireylerden oluşan toplum modelleri öngörür. Bu yüzden Kur'an'ın amacı bireyi güzel ahlak sahibi kılmaktır. Birey doğru olmayınca toplum da doğru olmayacaktır. Zaten iman da bireysel bir olgudur tüzel iman diye bir şey yoktur. 116-) Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O diriltir ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir veli ne de bir yardımcı vardır. 117-) Andolsun ki Allah, bir gurubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Nebi'yi ve o zor saatte ona uyan muhacirlerle ensarı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı Rauf'tur, Rahim'dir. 118-) Ve seferden geri kalan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yer, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, nefisleri kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah’tan (O’nun azabından) yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbelerini kabul etti. Çünkü Allah Tevvâb (tevbeyi kabul eden), Rahim olandır. 119-) Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun. 120-) Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevî Araplara (seferde) Allah’ın Resûlünden geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz. İşte onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa uğramaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere (ayak) basmaları ve düşmana karşı bir başarıya nâil olmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine salih bir amel yazılması içindir. Çünkü Allah güzel ahlak sahiplerinin mükâfatını zayi etmez. 121-) Allah onları, yapmakta olduklarının en güzeli ile mükâfatlandırmak için küçük büyük yaptıkları her infakı, geçtikleri her vâdiyi mutlaka onların lehine yazılacaktır. 122-) Müminlerin hepsinin toptan çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir fırka dinde (dinî ilimlerde) bilgi edinmek ve kavimlerine döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar. (Âyet sefere veya savaşa çıkmakla ilgili değildir. Obalaradan, köylerden ve şehirlerden toplu bir şekilde kalabalık cemaatler halinde Resülüllah'a yapılan ziyaretler hakkındadır. Yani bir yerleşim yerinden az sayıda insan gidip görüşecek ve Allah Resülünden öğrendiklerini gelip halkına aktaracaktır. Resülüllah (a.s) ın gelecek kalabalıkların hepsini ağırlayıp onların tümüyle ilgilenmesi mümkün değildi. İşte âyet bu ziyaretlere bir düzen getiriyor. Eğer âyette söz konusu olan sefer çıkmak ve savaş yapmak olsaydı, toptan gitmeleri gerekirdi. Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor. "...Müşrikler sizinle topyekün savaştıkları gibi sizde onlarla topyekün savaşın ve bilin ki Allah muttakilerle beraberdir"(Tevbe-36)123-) Ey iman edenler! Kâfirlerden size tehdit oluşturanlara karşı savaşın yani (kendinizi savunmada) sizde (aşılmaz) bir güç bulsunlar ve bilin ki, Allah muttakilerle beraberdir. 124-) Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: "Bu sizin hanginizin imanını artırdı?" İman edenlere gelince (bu sûre) onların imanlarını artırır ve onlar sevinirler. 125-) Kalplerinde hastalık olanlara gelince, onların da (nifak hastalığı) kirlerinin üzerine kiri ziyadeleştirir yani onlar artık kâfir olarak ölürler. 126-) Onlar, her yıl bir veya iki kez (çeşitli belâlarla) fitne edildiklerini (sınamadan geçirildiklerini) görmüyorlar mı? Sonra da ne tevbe ediyorlar ne de tezekkür ediyorlar. 127-) Bir sûre indirildiği zaman, (kaş göz işaretiyle alay eder) birbirlerine bakar (ve): (Çevreden) sizi birisi görüyor mu? diye sorarlar, sonra da (yüz çevirerek) giderler. Anlamayan bir kavim oldukları için Allah onların kalplerini (imandan) çevirmiştir. 128-) Andolsun size kendi nefsinizden (içinizden) aziz bir Resül gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok haris, müminlere karşı Rauf'tur, Rahim'dir. (Kur'anda "aziz" izmi, yüce Allah, vahiy (Fussilet-41) ve Resül (Tevbe-128) bağlamında geçmektedir.Ayrıca "Rauf" ve "Rahim" isimleri de, yüce Allah (Bakara-143; Tevbe-117) ve Resül (Tevbe-128) bağlamında geçmektedir. 129-) Ey Nebi! Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O’na tevekkül ederim yani O azim Arş’ın sahibidir.(Son âyetle birlikte Tevbe süresinden anladığımız ve ibret aldığımız ders şudur. Allah Resülünün yaşamış olduğu Medine dönemi "asrı saadet" değil, munafıkların, kalplerinde hastalık olanların ve iki yüzlü kafirlerin güçlü ve tehlikeli oldukları bir asırdır. Eğer öyle olmasaydı, haklarında bu kadar âyet inmezdi. Yani geleneksel dinin yani hadis dininin yani mezhepler dininin adamları yalan söylüyorlar, yüce Allah'ın kitabı ve son mesajı olan Kur'an'dan konuşmuyorlar.) (Tevbe Süresi Son)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder