13 Ocak 2022 Perşembe
SALÂT, DUA ve NAMAZ!!! (2.YAZI) Peki insanların akıl ve iradelerini kilitleyen namaz ritüli nasıl meydana çıktı?Namaz ritüeli, duadan gelişerek zamanla kurumsal bir ibadet halini aldı. Bu da yüce Allah tarafından gönderilen tüm vahiy'lerde mevcuttu. En eski vahiy olan Tevrat, dua’nın bazı yönlerini bildiriyordu. Son vahyin tarihinde görünüşte Müslüman olan İran, Yahudi ve Hristiyan ruhbanları tarafından dua ve munacatlar renk değiştirdi. Arkasından Şii ve Sünni din adamları insanları etkileri altına alan dua’nın üstüne bir takım kural ve kaideler ekleyerek yepyeni bir ibadetin doğmasına sebep oldular. Hüseyin Atay hocanın dediği gibi, "namazı milletin başına ebedi olarak bela ettiler" Devasa mâbed ve mefruşatıyla namaz ibadeti en önemli aldatma, istismar, israf ve rant kapısı haline geldi. En önemlisi namaz, salat'ın misyonunun kaybolmasına sebep oldu.Sanal ve sahtesini gerçeğin yerine koyduğunuzda artık zamanla gerçek olanı kimse hatırlamayacaktır. Şöyle bir söz vardır. "Avam nazarında galât-ı meşhur, lügat-ı fasıhtan evlâdır"Yani "Ümmi insanların yanında meşhur hurafeler, gerçklerden daha önemli bir konuma sahiptir" Aslında son vahiy bu gibi uygulamaları her zaman dışlamış ve ashab-ı bu gibi ritüellerden uzak durmalarını emretmiştir. Bunun yerine tevhid, ihlas yani dini Allah'a özel kılma, takva yani Kur'an'da var olan emir ve yasaklarla yetinme, infak, salih ameller, adalet, merhamet, güzel ahlak ve aklı kullanma gibi ilkelere ağırlık verildi. Nihayetinde vahyin son temsilcisi olan Muhammed (a.s) ve arkadaşları vefat etti. İslam dini öyle gelişti ki, Kur'an ilim ve hikmetinin bu gelişmeye paralel olarak insanlara ulaştırılması mümkün değildi.Okuma-yazma oranı çok düşük, toplumda yazının değil, sözün gücü hakimdi. Cahil insanlar gerçeklere değil, hoşlarına giden hurafe ve yalanlara değer veriyorlardı. Aynen günümüzde olduğu gibi, yüzlerce hatta binlerce hurafe ve yalana karşı az sayıdaki muvahhid mümin, Kur'an’ın sesini duyurmada yetersiz kalıyorlardı. Fakat kim ne derse desin, İslam dini vahiy sayesinde orijinal ve organik özellikleri ile bütün zamanları aşarak günümüze ulaştığı gibi, kıyamete kadar da aklın ışığında varlığını devam ettirecektir. İslam zamanlar üstü olduğu için, hiç kimse ona ilkel ve ibtidai kavimlerin ve kabilelerin uygulamalarını kabul ettiremeyecektir. Çünkü İslam, göklerin ve yerin hakimiyetini elinde tutan şanı yüce Rabbimiz‘in ilim ve hikmetiyle ayakta durmaktadır. Bütün Nebi ve Resüller namaz kılmayı değil, salat-ı ikâmeyi yerine getirmişlerdir. Namaz adındaki ritüel Allahın emri olsaydı, Kur'an tarafından açık olarak ortaya konur ve hiç kimsenin itirazına mahal kalmazdı.Çünkü böyle bir ibadet olsaydı, onu âyetlerde görmemize şiddetle ihtiyaç vardı. Akletme ve tefekkür etmeyi yedi yüz âyette kayıt altına alarak kesin hükme bağlayan yüce Rabbimiz, eğer namaz diye bir şey olsaydı, kanıtlarını mutlaka Kur'an'da bildirirdi. Özellikle İbrahim (a.s), Musa (a.s) ve İsa (a.s) dan sonra vahyin, onlara tâbi olduklarını söyleyenlerin rivayetleriyle nasıl bozulduğunu bildikten sonra. Yani yüce Allah, din alanında iman edenleri Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni din adamlarının insafına bırakmaktan münezzehtir.Esasen dini tam manasıyla mukemmel bir şekilde ortaya koymayan yani müminleri rivayete, mezheplere, geleneğe sevkeden bir kitap, kamil sıfatların sahibi Allah'a ait bir kitap olamaz.Geçmiş toplumlar “Namaz” ritüelini çok iyi bilse de, tüm devirlerin sahibi Rabbimiz bunu, yine de en detaylı bir şekilde Kur'an'da kayıt altına alır ve kesin hükme bağlardı. Kur'an'ın Üç Önemli Ahlakı 1-) Kur'an evrensel olduğu yani tüm zamanların üstünde olduğu için, kiyamet gününe kadar gelecek insanlara aracısız olarak kendinden bir ışık vermek ister. Kur'an'da var olan kaide ve kurallar, verilen öğütler ve hidayeti, indiği toplumun o zamanda gördüklerine ve duyduklarına bırakmamıştır. 2-)Yüce Rabbimiz, Nebilerden sonra gelenlerin rivayet ve ictihadlarla yani mezheplerle nasıl yoldan çıktığını bilen, son vahiy olan Kur'an'da hem itikadi hem ameli olarak ortaya koymayıp durumu rivayetlere, mezheplere yani beşerin akıl ve yeteneğine bırakacak bir hatayı işlemekten ve her türlü noksanlıktan münezzehtir. Savm (oruç) daha önceki toplumlarda olduğu halde Kur'an, yine de en ince detayına kadar onu açıklama gereği duymuş, onu hiç kimsenin bilmesine ve tarifine bırakmamıştır. (Bakara-183-187)Demek ki toplumun bir şeyi önceden bilmesi, Kur'an'ın onu tekrar olarak açıklamasına engel olmuyor. Öyleyse bugün bilinen namaz yüce Allah'ın emri olsaydı, onu da kitabında bir çok yerde açıklaması gerekirdi. Demek ki Allah’ın böyle bir emri yoktur. Fakat rivayetler yoluyla namaz Allahın büyük bir emri olarak görülürse, bütün unsurlarını ancak zorlama yorumlarla yani Kur'an kavramlarının zorlanarak ve “Kur'an'ın namazı açıklamasına gerek yok” denilerek işin içinden delilsiz olarak çıkılır. Şia ve Ehl-i Sünnet dünyasında rivayetlerden doğan, ictihadlarla beslenen, mezhepler yoluyla semirtilen son derece yanlış bir inanç ve algı hakimdir. “Namaz kılıyorsan Müslümansın” Bu inanç ümmi halk üzerinde bir çok istismara ve yolsuzluğa neden olmuştur.Eğer namaz olmasaydı, ihlas holdingin, kombassanın, yimpaşın vurgunları olmayacaktı. Eğer Namaz olmasaydı, fetö devleti ele geçirecek kadar güçlü ve güvenilir olmayacaktı. Namaz bütün günahları bağışlayan ve tüm kötülüklerin üstünü örten bir perde gibidir.Şia ve Ehl-i Sünnet inancında “Namaz kılmanın" iki amacı vardır. 1-) Namaz kılmayı imanın delili sayıp, habire kılmak için uğraşanlar. 2-) Namaz kılmak diye bir dertleri olmayıp, sadece Allahın emri olduğuna iman etmekle sorumluluktan kurtulma derdinde olanlar. Bunların “din” anlayışı, vahyin işaret ettiği değil, Şia ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında var olan uydurma rivayetlerden kaynaklanan psikolojik bir olaydır. Halbuki bir çok âyette hesabın ve azabın şiddetini gördükten sonra insanlar dünyaya şunlar için dönmek isterler. "Onların ateşin karşısında durdurulup" "Ah keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve iman edenlerden olsak!" dediklerini bir görsen!...( Enam- 27)"...Doğrusu Rabbimizin Resülleri hakkı getirmişler. Şimdi bizim şefaaçilerimiz var mı ki bize şefaat etsinler veya dünyaya geri döndürülmemiz mümkün mü ki, yapmış olduğumuz amellerden başka amel yapalım..."(Âraf- 53)"Kendilerine azabın geleceği, bu yüzden zalimlerin:" Ey Rabb'imiz! Yakın bir müddete kadar bize süre verde senin davetine icâbet edelim yani Rasüllere tâbi olalım" diyecekleri gün hakkında insanları uyar..."(İbrahim-44)"Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, önce yaptığımızın yerine salih ameller işleyelim! diye feryat ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi?..."(Fatır-37)"O günahkarların, Rableri indinde başlarını öne eğecekleri," Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi dünyaya geri gönder de salih ameller yapalım, artık kesin olarak yakin getirdik" diyecekleri zamanı bir görsen! "(Secde-12)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder