25 Ocak 2022 Salı

SALAT ve SECDE (13.YAZI) Secde kelimesine ilk olarak Bakara süresinin başlarında Âdem (a.s) için meleklerin secde etmesinde rastlıyoruz. Ve meleklere “Âdem için secde edin” dedik. İblis hariç secde ettiler. O ise diretti yani kibirlendi yani kâfirlerden oldu"(Bakara-34) Yüce Allah şâhittir ki, bizim amacımız, tahrif edilmiş yani Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları tarafından anlamı bozulmuş olan salât’ın gerçek anlamını bulmaktan başka bir şey değildir. Yani ilâhi mesajın ne dediğini anlamaya çalışıyoruz. “Meleklerin Âdem'e secdesi” konulu âyetlerde geçen "secde" kelimesi, bir fiili, hareketi ve ritüeli değil, bir emrin gereğini kayıtsız şartsız kabul etmeyi simgelemektedir. Fakat bunu alnı yere koyma, yere kapanma şeklinde algılayanlar bile o âyetlerde namazla ilgili bir durum olmadığının farkındadırlar. Şimdi âyetlerle konuyu daha da açmaya çalışalım. "Ey Meryem! Rabbine gönülden bağlan yani secde et yani rükû edenlerle birlikte rükû et.Ayette “gönülden bağlan” şeklinde çevirisi yapılmış ve emir kipinde olan"uknuti" kelimesi, dilimize de geçmiş ve çok aşina olduğumuz bir fiil olan" ikna, kanaat" gibi kelimelerle aynı yapıya sahiptir. Söylenen şey: İkna ol, boyun bük, kabul et. Demek ki secde dediğimiz şey "ikna olduktan" sonra yapılıyor veya ikna olmayla ilgili bir sürecin sonucu oluyor.O zaman ikna olmayı sağlayan etken nedir? "Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O'na kulluk etmekten büyüklenmezler; O'nu tesbih ederler ve yalnız O'na secde ederler" (Âraf-206) İkna olmayı sağlayan unsurlardan birisi tesbihtir. Tesbihin ne olduğuyla ilgili de bir sözümüz mevcuttur. Ama kısaca değinmek gerekirse "tesbih" Allah’ı farkındalıkla anma, vahyi çözümleme, verilen görevi tam olarak yerine getirme ve gerçekler üzerinde aydınlanma ameliyesidir. Yeri gelmişken, yukarıdaki âyette geçen “yalnız O'na secde ederler” cümlesini unutmayalım. Çünkü bu haber gerek yaratılış sürecinde Âdem için yapılan secdeyi ve gerekse aşağıda okuyacağımız âyetteki secdeyi doğru anlamak için bir mantık sınırı vermektedir. Yaratılışta Âdem’e secde edilmemiştir. Âdem için Allah’ın emrine ikna olunmuş, kanaat getirilmiştir. Bu şartlarda âşağıdaki âyette anne-baba ve kardeşleri tarafından secde edilen Yusuf (a.s) mıdır? Bu mümkün değildir. Eğer öyle olsaydı Kur'an çelişkili bir kitap olurdu.Halbuki Kur'an'ın çelişkiden uzak ve hatadan masum olduğu ilâhi bir hükümdür. (Nisa-82) "Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için secdeye kapandılar. Dedi ki: Ey Babacığım! Bu daha önceki rüyamın te'vilidir. Doğrusu Rabbim onu hak kıldı"(Yusuf-100) Âyete dikkat edilirse, Yusuf (a.s) risâlet ahlakıyla anne ve babasını makamına çıkartıp oturtuyor. Ve tüm başına gelen hadiselerin sonunda yüce Allah’ın inayet ve yardımıyla âdil bir yönetici olduğunu görüyorlar, O’nun Nübüvvet ve Risâlet ahlakına sahip olduğuna bir kez daha ikna oluyorlar. "Göklerde ve yerde kim varsa isteyerek veya istemeyerek gölgeleri de sabah akşam Allah'a secde eder" (Râd-15) "Allah'ın herhangi bir şeyden yarattığına bakmıyorlar mı? Onun gölgeleri sağdan ve soldan alçalarak Allah'a secde eder vaziyette döner" (Nahl-48) "Göklerde ve yerde hareket halinde olan ne varsa yani melekler Allah'a secde ederler ve büyüklük taslamazlar"(Nahl-49) "Salât'ı ikâme" bağlamında kibirlenmek, büyüklük taslamak yere kapanmaya diretmek değil, doğruyu ve gerçeği kabullenmeye diretmek demektir. Rükûda da secdede de aynı durum vardır. Ama secde, rükûya göre daha kesin ve derinlikli bir kabullenmedir. Gönülden doğan, ihlas ve furkanla gerçekleşen bir ikna oluş durumudur. Aşağıdaki âyetler bu kayıtsız şartsız kabul edişi çok güzel açıklıyor. "Biz onu, Kur'an olarak, insanlara bir süreç içinde kıraat edesin diye onu kısımlara böldük yani onu peyderpey indirdik. De ki: İster ona iman edin ister iman etmeyin; o önceden kendilerine ilim verilenlere okunduğu zaman "vahye" kapanarak secde ederlerdi. Ve derler ki: Rabbimiz yücedir. Rabbimizin vâdettiği neyse o mutlaka yerine gelir. Ağlayarak yüzüstü kapanmakta ve hûşûları artmaktadır"(İsra-106/109) Bu âyetlerde görmek isteyene açık seçik biçimde söylenen gerçek şudur: Size peyderpey okunup duyurulmakta olan Kur'an daha önce farkına varamadığınız doğrularla ve gerçeklerle doludur. Siz bu kitab'a iman etseniz de iman etmeseniz de bilin ki daha öncekilere bunlar açıklandığı zaman gerçeğin ne olduğunu öyle bir kesinlik ve açık zihinle fark ederlerdi ki, bu aydınlanmanın verdiği huzur ve heyecanla birlikte bu ikna oluşlarını zihnen kabullenerek vahye tutunarak ona kapanarak yani sevinçlerini ağlayarak gösterirlerdi. Yukarıdaki âyetlerde "secde" ile beraber geçen “harr-harru” sözcüğüne meallerde “yere kapanmak, yere kapandılar” gibi bir mânâ veriliyor. Aslında âyette “yer” kelimesi geçmemektedir. "Yere kapanmayı" gösteren ve işaret eden bir şeyde yoktur. En doğrusunu Allah bilir, âyetlere dikkat edildiğinde, aslında anlatılana yani (vahye) kapanma, ona kayıtsız şartsız teslim olma gibi bir mânâya işaret ediliyordu.“harr” yani boğazdan gelen, boğazı yırtan, boğazı biraz zorlayarak çıkan "ha" ile başlayan sözcük olarak, "çöktü, kaydı, yıkıldı, aktı, yüksekten düştü" anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ilgili âyetlerde kastedilen şey tevazu göstermek, inanç ve zihin açısından tam bir teslimiyette bulunmaktır" Meallerin büyük çoğunluğu genellikle birbirinden kopya olduğu için hepsinde “yere kapanmak” anlamına çevrilen "harr-harra, harru" sözcüğünün gerçek manası: “Yüksekten özgürce düştü, kendini bıraktı” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla âyetlerde; Meyvenin yetiştiği daldan kopup özgürce düşmesi gibi, geçmişin batıl inançlarından vahiy ve tevhid özgürlüğüne, akıl ve zihin mahkumiyetinden ayrılıp özgürce yol gösteren vahye kapanmak ve tutunmak anlamında ifade edilmektedir.Yani "harr-harra, harru" her zaman ve her durumda yapılabilen bir fiil olmalıdır. Yoksa insan her an ve her mekanda "yere kapanıp, alnını yere koyamaz" fakat inanç, akıl, fikir ve kabullenme açısından insan her zaman "harr" yapabilir. Böylece "harr-harra" sözcüğü âyetlerde: "Yüce Allah tarafından yere indirilen vahye duyguyla kapanmak, tutunmak, sığınmak, yapışmak, ona karşı içi tevazuyla dolmak, teslim olmak, özgürce bağlanmak" anlamlarına gelmektedir. Aslında insan gerçeği gördükten sonra tereddüde düşmeden hemen bir anda eski inanç ve fikirlerinden uzaklaşması gerekiyor. Dolayısıyla daha önceki yazılarımda "harr-harra" sözcüğüne verdiğim "yere kapanma, alnı yere koyma" anlamlarından dolayı özür diliyerek vazgeçiyorum. Eski dinin kötü kalıntılarından bir anda kurtulup uzaklaşmak kolay olmuyor. Tekrar etmekte fayda görüyoruz. Demek oluyor ki, "harr-harra" ifadeleri “duydukları andan itibaren hemen vahye kapanırlar, onu kayıtsız şartsız teslim olurlar, saygı gösterirler!” demektir. "Duygulanıp âyetlere kapanma, onları içselleştirme" demektir.Kur'an'da geçen "takva, (sorumluluk bilinci, sakınma, korunma) hikmet,(Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü) ihlas,(dini Allah'a özel kılma) ihsan (güzellik, güzel ahlak) salât, (vahyin insanlara ulaştırılması, toplumun vahiy'le ayağa kaldırılması) ibadet, (sadece Allah'a kul olma) rukü (vahye boyun eğme) secde (kayıtsız şartsız kabullenme) gibi bütün kavramlar süreklilik ifade eden, hayatın her anını ve alanını kapsayan, her zaman ve her mekanda yapılabilecek emirlerdir. Bütün bu emirler için tayin edilmiş zamanlar ve özel mekanlar edinmeye ihtiyaç yoktur. Sadece bunların içinde bulunan ve toplu bir şekilde yapılacak "salât" için mescitlerin bulunması gereklidir, şarttır. Dolayısıyla kavramları konu içindeki gerçek anlamlarından çıkarıp, kast edilen anlamlarından uzaklaştırıp hareketsel bir anlam yüklemek, vahyin ifadesini saptıracağından Kur'an'a büyük bir zulüm olacaktır.Kendi inancını ve algılarını Kur'an'a sokmak yani hak olana batılı karıştırmak olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder