18 Haziran 2022 Cumartesi
"CİBRİL" MELEK MİDİR YOKSA VAHİY MİDİR? Yahudi rivayetlerini ve Hristiyan ictihadlarını yani İsrailiyattan intikal eden yanlış algıları düzelten vahiy, “Cibril” olmaktan çıkarılmış, geleneğin algıladığı kanatlı büyük bir melek “Cebrail” olmuştur. Kur'an'da bir çok detay bulunurken, hiçbir yerinde “Cibril vahiy meleğidir” şeklinde bir âyet bulunmaz. Bu inanç, Şii ve Sünni din adamları tarafından rivayetler ve ictihadlar kanalıyla Yahudi ve Hıristiyanlardan getirildi. Halbuki Kur’an’ın, "Cibril" anlayışı, tahrif olan tevhid sistemini “onaran" anlamındadır. Yani vahyin bir özelliğidir.Aslında Kur'an'ın kavramları insanlara bir aydınlıktır. İnsanlığı geliştirmek için ileriye dönük kavramlardır.Fakat ilk dönem muhaddis ve müctehidlerin dar anlayışları bu kavramların kararmasına sebep olmuştur. "Cibril" kavramı melek değil, vahiy'dir. Aslında "Cibril" Kur'an'ı indirmemiştir, Allah indirmiştir. Vahyini indirmede yüce Allah hiç kimseye ihtiyaç duymaz. Kur'an, hiçbir âyetinde Cibril'in “nebi" ve "resüllere"vahiy indirdiğini” söylemez!Cebr: Güç, kuvvet kullanmak. El: O gücün sahibi, İlâh. Yani; “İlah’ın onaran gücü vahiy” anlamındadır. Bize geldiği kök itibariyle “kudretli ilâh” anlamında, İbranice dilinde “Gabriel”dir.Fakat sonradan yahudiler rivayetlerinde vahyin bir özelliği olan "cibril'i" (büyük melek) anlamında kullanır olmuşlardır. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri de Yahudilerden aldıkları bu anlamı yine rivayetler yoluyla kutsal kabul ettikleri kaynaklarına sokarak Kur'an’ın ortaya koymak istediği anlamı tahrif etmişlerdir. "Kutsal Ruh" melek değil, bozulmuşu tamir eden "Cibril" dir. Yani "vahiy" olduğunu söyleyebiliriz. Kur'an'da bir çok kavram "Allah, vahiy ve Resül" bağlamında kullanılır. (Ruhu'l Kudus, nur, hak, kerim, aziz) gibi. Dolayısıyla Bakara 97.âyette geçen Cibril; “melek” değil, tahrif olan önceki vahyi tamir eden Allah’ın ruhu olan vahiy'dir.Bir başka değişle, Allah’ın toplumu onaran mesajlarıdır. Böylece "cibril" vahiy indiren değil, inen oluyor. "Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Ruhu'l Emin uyarıcılardan olasın diye apaçık Arap dili ile senin kalbine inmiştir" (Şuara-193,194,195)194.âyette bulunan kelime" nezele bihi ruhu'l emin" dir. Yani (Ruhu'l emin onunla indi) anlamındadır. Bakara-197.âyette geçen “Allah’ın izni” deyimi; “kendisinin koyduğu yasaya tabi olarak” anlamındadır. Burada ilk bakışta “Kur'an'ı Allah’ın izniyle cibril indirmiştir” gibi bir algı doğabilir. Bu yanlış algıya sebep olan “izin” kelimesidir. Oysa “Allah’ın izni” ifadesi trafik polisinin vatandaşa izin vermesi, yada bir öğretmenin talebesine izin vermesi gibi bir izin anlamında değildir. Buradaki (insanın insana karşı) “izni”nde bir talep karşısında “isteğin yerine getirilmesi” durumu vardır. Fakat âyetlerde geçen "Allah’ın izni" ifadesi “yasası gereği” diye anlaşılmalıdır. Cibril yada Kur'an Allahtan “inmek ve indirmek izni” istememiştir ki Allah izin versin. Dileyen zaten Allah’ın kendisidir. "Kendi izniyle; kendi yasaları dahilinde demektir. Kur'an’da on’dan fazla yerde bu ifade geçer. Konumuzla ilgili Mâide 16.âyet şöyledir:Rızasına uyanları Allah onunla selâmet yollarına eriştirir, onları İZNİ ile zulümattan nûra çıkarır ve onları sırat'ı müstakime (dosdoğru bir yola) hidayet eder. “Allah’ın kendisine iznin” kendisi tarafından koyulan yasalara uymak olduğunun en güzel kanıtıdır. Bu âyette geçen"hi" “o” zamiri diğer birçok âyette olduğu gibi, kendisini yani yüce Allah'ı işaret eder, bir meleği işaret etmez. 98.âyette “Kim Cibril’e düşmansa” buyruluyor. Burada herkesin anlayabildiği ve inancına meydan okuduğu için düşman olabileceği bir cibril (onarıcı vahiy) vardır. İnsan bir şeyi görmeden, onu duymadan ve ona muhatap olmadan niye düşman olsun?Ona düşman olması için onun inancına, geleneklerine ve menfaatine saldırmsı gerekir.İşte bu yüzden de inen’dir. Ateistler dahil, hiç kimse meleklere düşman olmaz. Meleklere düşman olunacak bir sebep yoktur, ama vahye düşman olunacak sebep çoktur.Yani 98. âyette kastedilen "düşman" "melek" "Cebrail" değil, "vahiy" Cibril’dir. O kendisine düşman olan Yahudileri, Hristiyanları, Şiileri ve Sünnileri ilgilendiren “yasa”dır. Yanlış anlaşılmasın söz konusu gruplardan maksat insanları İslam'dan uzaklaştıran din adamlarıdır.Yoksa Kur'an'ın ümmilere karşı bir düşmanlığı yoktur. Bakara 98.âyette orjinal ifadeyle bir de "Mikéle" kelimesi eklenmiştir. Şia ve Ehl-i Sünnet'te "mikail" meleği olarak tahrif edilen bu kelime Kur'an’da yalnız bu âyette geçmektedir. Ümmi insanlara öğretilen, "yağmur ve kar yağdıran, rüzgârları estiren yani doğa olaylarını düzenleyen" meleğin adıdır.Oysa Kur'an'da yani orijinalinde "Mikail" geçmez. Yani “Mikéle” kelimesine, aynen cibril’de olduğu gibi “iyl” eki gelmemiştir. Kuran’da “Mikéle” geçer.Bu uydurma işlem anlamın değişmesine sebep olur. Kur'an’da var olan mikéle’yi, mikâil’e çevirirseniz sadece kavramları tahrif edersiniz. Yani Kur'an'ı anlamada hava almış olursunuz.Bunun düşmanlıkla ne ilgisi var? Bir insan "mikâle"ye niye düşman olsun?Sizin aklınız yokmu? Oysa biz orjinal anlamı olan “büyük reis” kavramını verirsek, Kur'an’ın bahsettiği “düşman olmak” deyimi, yerine oturur. İşte o zaman Yahudilerin ve benzerlerinin “neden” düşman olduklarını anlayabiliriz. Yine İbranice’den gelen ve 98. âyette geçen "mikéle" kelimesi; “büyük reis ” anlamına gelmektedir. Tevratta "miké" Nebi anlatımı mevcuttur. Kur'an’da geçen “mikéle” ifadesi, son Nebi ve Nübüvvete bağlı son Resül olan Muhammed(a.s) ın bir niteliği olduğu açıktır. Bu âyet Allah Resülüne düşmanlık eden yahudileri uyarmak için nazil olmuştur.Onların dilinden konuşulmaktadır. Onların düşmanlıkları Allah ve Resul’üne idi. İşte bu yüzden hurafe inançlarını ve kötü ahlaklarını deşifre eden "Cibril’e" (vahye) ve "mikéle’ye" (Resül'e) düşman oldukları bildirilmektedir. "Cibril" ve Mikél" ifadelerinin Yahudiler bağlamında kullanılması, Yahudilerin bunları biliyor olmalarından kaynaklanıyor. Çünkü Mekke'de inen sürelerde Cibril ve Mikél kavramları geçmez. Zaten 99. âyette geçen “biz sana apaçık âyetler indirdik” cümlesi de cibril’in "toplumu onarıcı vahiy" olduğunu, mikéle’nin de "vahiy temsilcisi yaşayan Resul" olduğunu ispatlamaktadır. Bir çok kavram gibi "cibril’in "cebrail’e" dönüştürülmesi, Kur'an'ı anlaşılmaz bir metin haline getirmiştir.Kur'an'da “Cibril” kelimesi üç yerde geçmektedir. (Bakara-97,98; Tahrim-4)Tahrim süresi 4. âyette"...Onun (Nebi'nin) mevlâsı ancak Allah’tır, Cibril'dir (vahiy), müminlerin salih olanları ve bunların ardından melekler de ona destektir" buyruluyor. Şimdi bu âyette Nebi'ye yardımcı olanlar sayılırken,"vahiy" olan "Cibril’in" sayılmaması ne kadar büyük bir eksiklik olurdu. Bu âyette geçen “Cibril”in bir olay karşısında, ona hemen yardımcı olan Rabbimizin direk bildirdiği vahyin olduğu gayet açıktır. Dolayısıyla Allah'ın izniyle Nebi(a.s) için en büyük ve en önemli destek vahiy'di Bu âyette bulunan "Cibril’in" melek olmadığına başka bir delil de; “Meleklerin” de Nebi'ye yardımcı olduklarını söylemesidir. Eğer Cibril bir melek olsaydı, bu âyette Cibril'i andıktan sonra bir de “melekler” diyerek tekrar yapmaması gerekirdi. Meallerin çoğunda Cibril kelimesi geçmediği halde parantez içinde “(Cebrail)” yazılması doğru değildir. Mesela: Tekvir süresi 19-25 âyetlerini incelediğimizde; Resülün Muhammed (a.s) olduğunu, vahyi aynen tebliğ ettiğini ve itaat edilen olduğunu görüyoruz: "Şüphesiz o (Kur'an) kerim, kuvvetli ve Arş'ın sahibi indinde mekin, kendisine itaat edilen bir Resül'dür. (Tekvir-19/21)“Şüphesiz o çok kerim bir Resul sözüdür“ âyetindeki "hu" (o) zamiri, vahyi/Kur'an'ı göstermektedir. Yani âyette bulunan “Resül sözü”, elçilik yapanın kendisine ait sözler değildir.Onu Resül olarak gönderen otoriteye ait sözlerdir. Söz konusu Resül, son vahyin sahibi olan Muhammed(a.s) dır.Resülün “Cebrail” olduğu şeklindeki ifadeler doğru değildir. “Resül sözü” ile kastedilen de vahiy'dir.Vahiy Resülün dilinde hayat buluyor.Resül olmadan vahiy, din, iman, İslam diye bir şey olmaz. Yüce Allah, Nebi ve Resüllere arada hiç bir aracı olmadan vahiy indirmiştir. Şimdi de Necm süresi 1-18 âyetlerinin mealini sunuyoruz.1-) Necm’e (bölüm bölüm açığa çıkararak hakkı anlatana) yemin olsun ki,2-) Arkadaşınız ne saptı ne de yanıldı! 3-)(Ey müşrikler! İddia ettiğiniz gibi) (O Resül) hevasından konuşmaz!(Bu konuşma normal hayatta ticaret yaparken veya hanımlarıyla yaptığı konuşma değil, Resul’ün görevli olduğu vahyi (Kur'an'ı) insanlara bildirme konuşmasıdır. Çünkü Mekke müşrikleri Resül (a.s) a iftira ederek vahyi uydurduğunu söylüyorlardı) 4-) O (okuduğu) yalnızca (kendisine) vahyedilen vahiy'dir. (Yani kendisine yüce Allah’ın vahyettiği vahiyden başka bir şey değildir) 5-) O’na kuvvetleri şiddetli olan talim etti!(Allahtan daha şiddetli kim olabilir?) Müfessir ve mealcilerin bu âyete (Cebrail) demeleri büyük bir hatadır. Çünkü herşeyi herkese direk öğreten yüce Allah'tır. Resülüne Kur'an'ı öğretmeye gelince neden bir aracı kullansın? Yüce Allah şöyle buyuruyor.“Rahman, Kur'an'ı öğretti” (Rahman-1,2)Necm 5.âyette bahsedilen fail, yüce Allah'tır. 6-) O (kuvve) kendini fark ettirdi, böylece de istiva etti (böylece de vahye açık hale geldi) “zû mirratin” "kuvvet, akıl, güç olduğunu kabul edersek;“Kendisine o vahyi gönderen güç, kuvvetleri şiddetli, olağanüstü bir akla sahip olan Allah öğretti” demek mümkündür. Bu özellikleri Cebrail'e! vermek, Allah’a olan övgüyü başkasına yakıştırmak olur. Olağanüstü akla sahip olan kim? Bir melek! mi yoksa gökleri ve yeri ince ayar ve hassas denge ile mühteşem bir uyum içinde yaratan Allah mı?"Kuvvetleri şiddetli olan kim?Allah'ın izni (yasası) olmadan hiçbir şey üretemeyen bir melek mi yoksa sonsuz bir güce sahip olan yüce Allah mı?Öyleyse (vahyini Resul’ün kalbine indirmek için) kendini Resul’üne (bu konuda ve o anda) fark ettiren kim oluyor?Bu âyette ikinci bir saptırma ise, yine rivayetlerin etkisinde kalarak “festeva” kelimesini bir insan hareketi olan “doğruldu” kelimesiyle çevirmek olmuştur. Oysa burda kastedilen “kudretiyle hakimiyet kurmuş olan” anlamına gelmektedir.Bu da yüce Allah'ı ifade eder. “istiva” kelimesi kullanılırken, “O Rahman ki arşın üzerine istiva etmiştir"(Tâhâ-5) buyrulmuştur. Yani kudret ve kuvvetiyle onu hakimiyeti altına almıştır” anlamına gelmektedir. 7-) O, ufuk-u âlâ (tüm dışsallığı kaplamış - âfakta) olduğu halde!Bunun cebrail olması mümkün değildir. Çünkü Allah’tan başka hiç kimse arşa hükmedemez. 8-) Sonra yaklaştı, tedelli etti. (Müfessir ve müctehidler yaklaşanı insan gibi tasavvur edip “cebrail” demişler. Oysa yaklaşan Kutsal-Ruh olan vahyin ta kendisiydi. Zaten bu âyetlerin konusu yüce Allahtan indirilen vahyin Resul’üne nasıl ulaştığı ile alâkalıdır. Eğer Cebrail diye bir varlık aracılık edip ulaştırsa idi, mutlaka adı bu âyetlerde geçerdi) 9-) İki yayın birleşimi (kâb-e kavseyn) veya edné (daha da yakın) oldu!Bu ifade Resülü Muhammed (a.s) la manevi yani simgesel bir yakınlaşma anlamına gelmektedir. 10-) Böylece kuluna vahyettiğini vahyetti. Emin olun, bu âyet, bütün cebrail hikayelerini tek başına yıkmaya yeterlidir. Bu âyet, tam olarak taşı gediğine koyuyor, her şeyi yerli yerine oturtuyor, anlatılmak istenenleri mükemmel bir şekilde hulasa ediyor. Kendisine vahyedilen Muhammed (a.s) Cebrail’in kulu olamayacağına göre; gelen vahiy direk yüce Allah’tandır. Lütfen şimdi dikkat edelim. 11-) Füad gördüğünü yalanlamadı! Bu âyette “Görme” işleminin faili “gönül”dür yani fuad olarak gösteriliyor. Dolayısıyla bu âyete göre Allah Resul’ü (a.s) Melek Cebrail’i değil, “inen vahyi” “gönül gözüyle” görmüş ve onu yalanlamamıştır yani ona iman etmiştir. Biraz aklımızı kullanalım. Zira âyetler Cebrail’den değil, hep vahiyden bahsetmektedir. 12-) Gördüğü hakkında onunla tartışıyor musunuz?Yüce Allah, Resülünün Cebraili mi, vahyi mi yada Allah'ı mı gördü tartışmalarına noktayı koyuyor. 10. ve 11. âyetler “Vahyi gönül gözü ile gördü”ğünü açıkça söyledikten sonra 12. âyetin gelmesi muhteşem oldu. Çünkü âyetler, Cebraili değil, inenin vahiy olduğunu açık olarak ortaya koyuyorlar. 13-) Andolsun ki onu bir daha gördü 14-) Sidret-ül Mümteha yanında. 15-) Cennet-ül Me’va da Onun (Sidret-ül Mümteha’nın) yanındadır!(Sidratu'l Münteha ve Cennetu'l Me'va o günkü Mekke'de yaşayan herkesin bildiği, vahyin ilk geldiği yerleşim yerleridir) 16-) O an ki, Sidre’yi bürüyen bürüyordu. 17-) Basarı (basireti) ne kaydı ne de haddi aştı. 18-) Andolsun ki Rabbinin âyetlerinden (işaretlerinden) en büyüğünü gördü! Resul’ün kalp gözü ile gördüğü elbette ki; inen vahiydi!Şimdi de dört âyette geçen “Ruhul-Kudüs”ün, “Mukaddes -Ruh” un "noksan sıfatlardan uzak" anlamında “Allah’ın ilmi” olduğunu Kur'an'dan görelim. Üç âyette (Bakara-87, 253; Mâide-110) yüce Allah'ın, Ruhu'l Kudüs ile İsa (a.s) ı güçlendirdiği yer almaktadır. "... Meryemoğlu İsa’ya da beyyinâtı (açık kanıtlar) verdik ve onu Ruhu'l Kudüs ile destekledik..." (Bakara-87) Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları bu âyette İsa (a.s) ı bir Resül olarak, yüce Allah’ın onu vahiy'le güçlendirdiğini anlayamadaklarından dolayı konu ile hiç alâkası olmayan "Cebrail’i" araya monte ediyorlar. Böylece anlatımdaki edebi sanat, hikmet ve vahyin diriltici gücünü yok ediyorlar.Yahudilere “Vahiy'le ona destek verdik” demesi, O’nun da bir Resül olduğunun göstergesidir, ona iman edin" anlamına gelmektedir. Konumuz olan Bakara 87. âyetinin son cümlesinden de "kutsal ruhun" cebrail olmadığı, Resulullahın Allahtan aldığı ruhu/vahyi getirdiği anlaşılmaktadır:“... Fakat her ne zaman bir elçi hoşunuza gitmeyen bir mesaj getirmişse, ...”İsa(a.s) neyi getirmiş?"kutsal ruhu" Yani Allah’ın vahyini. Böylece konunun cebrail olmadığını anlıyoruz. “... Meryemoğlu İsa'ya beyyinâtı (apaçık kanıtlar) verdik ve onu Ruhu'l Kudüs (Allah’ın vahyi-kutsal ruh) ile güçlendirdik. ...”Bu âyetteki Allah’ın ilmi olan kutsal ruh’a, Kuran’da geçmediği halde (yanlış ve alâkasız bir yorum olan) “cebrail”i ekliyorlar. “Apaçık kanıtlar”ın yanında “Allah’ın vahyi” mi uygun olur yoksa Cebrail mi uygun düşer. Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları nazarları apaçık vahiyden, görünmez olan Cebrail’e dönderip konuyu anlaşılmaz kılıyorlar. ".. Hani sani Rûhü’l-Kudüs ile desteklemiştim... "(Bakara; 253)Bu âyette de yüce Allah İsa(a.s) ı güvenilir bilgi” olan vahi'yle destek verdiğini söylemektedir.Ve âyetin altında bu bilgiden kaynaklanan mucizeleri yapması sıralanmıştır. Âyetin Cebrail ile alâkası yoktur. Allah’ın izni olan tabiat yasasıyla ve uyum içindeki vahiy'le alâkası vardır. Yine diğer çevirilerde olduğu gibi “Cebrail Meleği” çevirisi müminlerin hayatında zerre kadar bir etkiye sahip değildir. Aksine noksan sıfatlardan münezzeh olan Yüce Allah'a bir yardımcı tayin ederek tevhid sistemi çökertikmeye çalışılıyor. İslam dininde melek olarak "Cebrail'in" hiç bir önemi ve misyonu bulunmamaktadır. Ama “kutsal ruh, saf bilgi, Allah'ın noksansız ilmi” yani “Allah’ın vahyi” çevirisi orjinaline de uygun olup, müminlerin hayatlarını vahiy'le güçlendiren ve etkileyen sonsuz bir moral gücü ve tükenmez bir motivasyon olmaktadır. Şuara süresi 193.âyette geçen Ruh-ul Emin'i “Emin Ruh”u da Cebrail’e çevirmişlerdir. Bu deyim sadece bu ayette geçmektedir. Bu âyette geçen “Ruh-ul Emin” ifadesini, Şia ve Ehl-i Sünnet müfessirlerinin tamamı, “Cebrail” diye açıklamışlardır. Bu doğru değildir. Yahudi kültüründen mezhep kaynaklarına sokulmuş, üzerinde düşünüp hiçbir eleştiriye tabi tutmadan uydurma kitaplarında kuşaktan kuşağa aktarılarak gelmiştir. “Ruhu'l Emin”in cebrail değil bizzat vahyin kendisi olduğunu ve ruhun'da bizzat Allah’ın kendi işi olduğunu Kur'an açıklar. Mesela: "Sana Ruh’tan sorarlar deki, ruh, Rabbimin emrindendir..." (İsra-85)(Bu âyette ne Cebrail’e en ufak bir işaret, ne de onu aracı kılma mevcut değildir)"Bununla güvene lâyık olan vahiy indi"Şuara-193)Ruh: Kadir- 4; Mü’min-15; Şura- 52, Nahl- 2, ve İsra 85 de doğrudan “vahiy” yada “vahyin kaynağı” anlamında kullanılır. Yüce Allah müminleri kendinden bir ruh ile desteklediğini açık olarak ortaya koymaktadır. (Mucadele-22)“Bu ifade Kur'an’da sadece bu pasajdaki Şuara- 193.âyette geçmektedir. Âyette bir sıfat tamlaması olarak ER-ruhu’l-Emîn şeklinde yer alan bu ifade, bir isim tamlamasıymış gibi “Ruhu’l-Emin” şeklinde telakki edilmekte ve böylece büyük bir yanlışlık yapılmaktadır. Nitekim Kur’an’ın Cebrail adındaki melek tarafından indirildiği yolundaki peşin kabule dayanan geleneksel anlayış, Şuara 193.âyeti “Onu Ruhu’l Emin (Cebrail) indirdi diye yanlış meallendirilmiş ve zihinlerde bu yanlışla yer etmesine yol açmıştır. Oysa bu meal, âyetin lâfzî manasına uygun olmadığı gibi, hem 192. âyetteki “O âlemlerin Rabbi’nin indirmesidir” ifadesi ile hem de Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğini bildiren yüzlerce âyetle çelişik hâle getirilmektedir. Âyetin metni “nezele” (indi) fiilinin geçişsiz [etken] olmasına rağmen, geçişli [edilgen] anlama gelecek şekilde "nezzele" “indirildi” olarak ifade edilmesinden kaynaklanmaktadır. Şuara 192.âyette “O (Kur'an) Rabbinin indirmesidir” deyip, 193.âyette, “(hayır) onu cebrail indirmiştir” denilir mi? Bu geniş bilgilendirmeden sonra âyetlerin mealini bir daha verelim."O, Ruh-ul Emin (güvenilir vahiy, sağlam bilgiler) apaçık Arapça bir lisan ile uyarıcılardan olasın diye senin kalbine indi" (Şuara-193,194,195)Şura 51. âyette de vahyin Cebrail tarafından indirilğini söylemez. Aslında Kur'an'ın hiçbir yerinde söylemez. Aksine Allah’ın, vahyi indirdiğini söyler. Direk vahiy'le olduktan sonra niye perde arkasından veya elçiyle bildirim göndermeye gerek olsun. Resulullah’ın direk kalbine vahyi göndermeyi bırakıp, kendine bu işi yapacak bir elçi bulundurması yüce Allah'a yakışmaz. Allah’ın beşerle konuşması:1-) Direk kalbine gönderdiği vahiy'le oluyor. Allah Resülüne vahyettiği gibi. 2-) Perde arkasından ses kulak aracılığıyla. Musa Aleyhisselâm örneğinde olduğu gibi. 3-) Elçi göndererek(Şura-51)Âyette geçen üçüncü şık konuşma olan "resül gönderme" ise, Lut ve İbrahim (a.s) a gönderdiği elçiler olabildiği gibi, Zekeriyya (a.s) ı yollayarak Meryem'e mesajlarını iletmesi de olabilir. Sonuç olarak:"Cibril" kavramının Medeni sürelerde bulunması hem Ensar hemde Yahudiler tarafından bilindiğini gösteriyor. Daha önce söylediğimiz bir cümleyi tekrar edelim, "Sırat'ı Müstekim, Hak, Nur, Aziz, Kerim, Mübin kavramları gibi, Ruh, Cibril, Ruhu'l Emin, Ruhu'l Kudüs" kavramları, Cibril ile ilgili kavramlar değil, Yüce Allah'ın fiil ve sıfatları ile yani vahiy'le ilgili kavramlardır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder