19 Nisan 2022 Salı
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (23.YAZI) Kur'an'da var olan salât âyetlerinin, hiçbir cümlesinde “namaz kılmak” gibi eylem çıkarılamaz. Bu ritüel, diğer dinlerden etkilenilmiş ve “bizim de olsun” denilerek “salât” namaza kurban edilmiştir. Yüce Allah'ın emrettiği “destek” kavramını alıp, yerine “beş vakit ritüeli” koyarsanız, toplumdan salât'ı silmiş olursunuz. Adeta canlı bir insanı değil, iskeletini tarif etmiş olursunuz. “Belediye” dediğimiz zaman nasıl aklımıza hizmetle ilgili: Temizlik işleri,su işleri, kanalizasyon, yollar, parklar,bahçeler, çeşmeler, kütüphaneler gibi çalışmalar geliyorsa, “salât” dediğimizde de aklımıza destek’le ilgili: Öğrenim, dayanışma, çaba harcama, ilgilenmek, vahiy'le bağ kurma, vahye tâbi olma, gibi çalışmalar aklımıza gelmelidir. Zira belediye işlerindeki hizmet grubundakilerin eğitimi öğrenimi zihinsel destek, topluma ilişkin yaptıkları topluma destektir. Bunun organize olanına da salâtı ikame” diyoruz. Kur'an'da bulunan her “salât” kelimesi geçtiği yerlerde, anlattığı konuya uygun olarak, bir destek çeşidinden söz etmektedir. Aslında bu anlamda herkes salât yapıyor. Eğer salât vahiyle bağ kurma ve ihlası elde etmek içinde yapılıyorsa cennet, insanları Kur'an'dan uzaklaştırıp cemaat ve tarikatların ölümcül virüsüne mahkum ediyorsa cehennem vardır.Okullar, üniversiteler, hastahaneler, kızılay, yeşilay, huzur evleri, kadın sığınma evleri gibi toplum için son derece önemli olan yardım ve destek kuruluşlarını Kur'an ihmal etmiş olamaz. Çünkü bunlar bir toplum için can damarlarıdır. “Kur'an'dan bunları gösterin!” dediğimizde, sadece infakı gösteriyorlar. İşte bütün bunları gösteren "salât”ı namaza boğdurarak ortadan kaldırmışlardı. Kur'an'da namaz olarak değiştirilen “salât” kelimesinin çeşitli anlamlarının hepsinin de “destek” köküne bağlı olduğunu ilgili 99 ayette de görmekteyiz. Mesela:Öğrenim=bilgi desteği, eğitim alma-verme,Dayanışma=fakire, yetime, yoksula mali yardım desteği,Çaba harcama=Bedensel destek gibi. Kur'an'da içinde namazın rükûnları olarak kabul edilen kıble, kıyam, kıraat, rükû, secde, ka’de ve selâmlamanın hepsinin bir arada toplandığını gösteren bir âyet yoktur. Yani “salât” âyetlerine “namaz” olarak meal verilmesi, Kur'an'ın onlarca âyetinin tahrif etmekten başka bir şey değildir. Çünkü salât kavramlarının hiçbirinin namazla alâkası bir ilgisi bulunmamaktadır. Kur'an’ın bir çok özelliği vardır.Bunlardan bir tanesi de, aynen canlı bir organizma gibi, kendinden olmayan kelimeyi bünyesine kabul etmez, onu içine sindirmez yani muvahhidlerin ilmiyle şu veya bu şekilde dışarı atar.Dolayısıyla Kur'an'a yabancı olan maddeler anlattığı konulara uyum sağlayamaz. İman edenler Kur'an'ın bu özelliğine uyansalar meallerdeki tüm “namaz kılmak” çevirilerinin yanlış olduğunu anlayacaklardır. Yüce Allah rahmet ve mağfireti gereği yarattığı insana, günde beş vakit yapamayacağı ritüeller serisine mahkûm etmez. Ama acımasız ve merhametsiz din adamları çeşitli sebeplerle insanları günde beş vakit namaz silsilesine ebediyen mahkum ederler. Gerçekten Allah böyle mi demiş diye araştırmayanlar, bu mahkûmiyetten hiç bir zaman kurtulamazlar. Allah’ın mükemmel dini, bütün zamanlara ve bütün zamanların getirdiği sorunlara karşı verilecek bir cevabı vardır. Âyetlere nerden bakarsak bakalım hiç bir âyette, salâtın “namaz kılmak” anlamında olmadığını gösterir.Âyette “secde var rükû var?” diyenlere kulak vererek baktığımız zaman yine farklı anlamda çıkmaktadır. “Yani biz bir zamanlar beyti’in (tevhid evinin) yerini belirlemiş İbrahime'de şu ilkeleri öğretmiştik: “Bana hiçbir şeyi şirk koşma; tavaf edenler, kâim olanlar (yani:orada şirke karşı baş kaldıranlar), rükû edenler (yani: Allah’ın âyetleri ile ilgilenip, boyun eğenler) ve secde edenler (yani: Allah ve Resulünün ilkelerine teslim olanlar) için beytimi/tevhid dininin yerini temizle,!” (Hac-26)Âyet, kıyam, rüku ve secde kelimelerinin yan yana geçtiği kurandaki tek âyet olmasına rağmen bu kavramların Kur'an içindeki anlamlarına bakıldığında; namazın tarifini içerdiği düşünülememektedir. Zira bu âyette namaza çevirdikleri “salât sözcüğü” de geçmez. Bu kavramlar farklı ortamlarda farklı kişiler tarafından vahiy'le kurulan bağlantı sonucu elde edilir. Kıyam: Allah’ın âyetlerini ikame etmek, haksızlığa karşı çıkmak. Rükû: Allah’ın âyetlerine ilgi gösterip boyun eymek. Secde: Allah’ın âyetlerine teslim olmak, içtenlikle kabul etmek. Kıble: Hayatında tercih edeceğin yön’dür. Bunlar kâbeye karşı birbirine bağlı hareketler yapılması anlamında değildir. Peki, nasıl olmuş da Kuran’da çok farklı anlamlarda yer alan kıyam, rükû, secde, kıble gibi kavramlar bu derece tahrife uğramıştır? Bu soruyu şu şekilde cevaplamak mümkündür:Yerine getirdikleri geleneksel dini alışkanlıklarını sürdürürken Kur'an’ın vahyi ve İslam’ın yayılması üzerine İslam Dini’ne girmek zorunda kalan bazı kişiler; Nebi (a.s) ve arkadaşlarının vefatından sonra Kur'an’ın bir çok kavramının kadim kültüre göre yorumlayarak ve konuyla ilgili uydurma rivayetler üreterek eski ibadetlerini devam ettirmek istemişlerdir. Böylece Kur'an âyetlerini değiştiremeseler bile mesela salât ve secde gibi birçok kelimenin anlamını saptırmışlar; işlerine gelen anlamı kelimelere yükleyerek ve bu anlamları destekleyecek rivayetler ve hadisler uydurarak emellerine büyük ölçüde ulaşmışlardır.Maalesef ki dinlerini Kur'an’dan değil de doğruluğu şüpheli rivayetlerden ve birbirlerinden tamamen taklit yoluyla öğrenen ümmi halk, gördükleri ve duydukları hemen hemen her şeyi doğru bilip, benimseyerek namazı da bugünlere dek sürdürmüşlerdir.Din adamlarının Kur'an’ı atalar ve gelenek gözlüğüyle okumaya kalkışmaları ve kültürel olarak yaşatılan namazı, Kur'an’da aramaları ama bulamamaları dolayısıyla uydurma rivayetlerin ve hadislerin de etkisiyle atalarına hak vererek Kur'an’daki salât kavramının namaz ritüeli olduğuna kanaat getirmeleri; bu anlayışın zamanla iyice yerleşmesine ve benimsenmesine sebep olmuştur.Bu fikri benimseyen ve gelenekleriyle yaşatan din adamları; Kur'an’da namaz adlı bir ritüelin geçmediğini fakat bunun yerine salât kavramının olduğunu var saymışlardır. Böylece salât ve namazın aynı şeyler olmadığını fark eden düşünürlerin veya fikir akımlarının seslerini duyurmalarına da imkân tanımamışlardır. Çünkü namazın ortadan kalkması veya gerçek anlamının ortaya çıkarılması demek; gösterişli camilerin ve maaşlı din adamlarının sonlanması olarak anlamışlardır. Halbuki onlar salâta (öğrenime ve dayanışmaya) kanalize olup, daha verimli çalışmalar yapacaklardı. Bu da müminlerin gerçek salâta yönelmesi anlamına gelmektedir. Şekilsel hareketlerle gerçekleştirilen namaz kılma eylemi, ümmi halkın arasına rivayetler aracılığıyla rahatça girebilmiştir. Çünkü bir rivayet Allah'ın Resulüne dayandırıldığında, iman edenlerin ikna olmalarına kâfi geliyordu. İnsanlar aynı dikkat ve özeni Allah’ın âyetlerine karşı göstermediklerinden dolayı bu yalanları anlayamıyorlardı. Aynen günümüzde olduğu gibi, rivayet ve ictihadları, Allah’ın âyetlerinden daha önemli gören pek çok din adamı ve gruplar mevcuttu. İşte İslam önderleri din mensuplarının bu zayıf noktayı çok iyi değerlendirmemeleri, bir çok konuda olduğu gibi Kur'an dışı bir ritüel olan namazı da İslam’a kolayca sokmalarını sağlamıştır.Dine dışarıdan monte edilen namazın tek dayanağı, Müslümanların zayıf karnı olan rivayetlerdir. Bunun da en büyük sebebi Kur'an'ın bilinmemesi idi. Rivayetlere göre Allah’ın Resül'ü namaz kılmıştır ve günümüzde namaz kılanların iddiasına göre Müslüman tarihçesinde Resulün namaz kılmadığına dair bir rivayet de yoktur. Dolayısıyla Resulün namaz kılmadığına dair bir itirazın bulunmayışı, namazın kılınması gereken bir gerçek olduğuna dair delil olarak sunulabilmektedir. Hâlbuki bu geleneksel anlayış açısından Kur'an’a göre mesela İsa (a.s) da namaz kılmış olmalıdır.Fakat Hıristiyanlık tarihinde İsa’nın namaz kıldığına dair bir iz bulunmamaktadır. Bu durum, “galip gelenler tarihi yazar ” sözünün güzel bir örneği sayılmalıdır. Yani Kuran ile örtüşmeyen rivayet tarihi asla delil olarak kabul edilmemelidir. Yine rivayetlere göre; “Allah’ın Resulünden önce gelen bütün Resül ve Nebiler de namaz kılmıştır.” Ancak her ne hikmetse Allah’ın indirdiği hiç bir kutsal kitapta kıldıkları namazın târifi bulunmamaktadır. Namaz'ın adı veya tarifi ne Tevrat'ta, ne Zebur'da, ne İncil'de, ne de Kur'an'da bulunmamakta iken, Kur'an'dan bir tarif çıkarmaya çalışmak çok zorlama ve beyhude bir çaba olmaktadır."Dinin direği" şeklinde nitelenen böyle önemli şekilsel bir ibadetin, Allah tarafından kendi koruma garantisi altında olmayan rivayetlerin güvenilirliğine teslim edilmiş olması; Kur'an perspektifinde düşünüldüğünde çok garip, aklen ve mantıken kabul edilemez bir durumdur.Kur'an içerisinde geleneksel namaz ritüelini oluşturan “kıyam, kraat, rükû, çift secde, kade, selamlama” gibi namazın parçası olduğu belirtilen kelimelerin namazdaki sırasıyla bir arada geçtiği bir âyet de yoktur, demiştik. Üstelik bu kelimelerin geçtiği ayetlerde, bu kavramların tamamının namazın birer parçası olduklarına dair bir delil de yoktur. Ayrıca bu kelimelerin anlamları, Kuran’ın genelindeki gerçek anlamlarından saptırılmıştır. Oysaki namaz kılmanın nasıl yapılacağı belli olsaydı; Allah’ın bunu da tıpkı abdest ve oruç konusunda olduğu gibi bir ya da birkaç ayetle tarif etmiş olması gerekirdi.Eğer birbirimizle iyi geçinme gibi bir derdimiz yoksa, barış içinde yaşamak gibi bir hedefimiz olamıyorsa, birbirimizin kuyusunu kazan bir ekonomik duyarsızlığa sahipsek, iyilikleri bile “desinler” diye yapıyorsak; birbirimize selam vermemizin, selamun aleyküm, merhaba veya günaydın dememizin hiçbir anlamı yoktur. İnsanlardan beklenen bir lidere, ruhban sınıfına ya da ahbar sınıfına körü körüne bir salât (bağlantı) kurmaları değil bağlantılarını (salâtlarını) Allah’a kurmalarıdır. İşte bu yüzden onların mescidi haramdaki salâtları alkışlamak ve el çırpmaktan ibaret kalmıştır. Oysa Nebi ve diğer iman edenler vakitli olarak dersler yapmakta, furkan ile sorgulamakta, kitabı okumakta, doğrulamakta, tam bir emin oluşla iman edip secde etmekte, hûşû ile kendilerini arındırmaya, sulh’u yaymaya, infak ile dayanışmaya ve dualarını dava edinip o davaya paydaş olmaya çalışırlardı. Nebi'yi alkışlamak değil, onun ağzından çıkan âyetleri duyup anlama, emin olma ve öğrendikleri erdemleri hayatlarına tatbik etme gayretindeydiler. Aybaşına on gün kala cebinde on beş lira kalmışken, şefkat arayıp da bulamamışken, Kur'an’a döndüğün ve Kur'an’la uyardığın için zanlarla damgalanmış ve sapkınlıkla suçlanmışken, çaresiz olduğunu zannettiğin dertlere düşmüşken, artık bundan öte ne yapacağını bilememişken, imanla eğil, zihinle eğil, yürekle eğil, ayakta, eğilerek, yan yatarak, düz durarak, uzanarak her an yüce Allah'ın seninle birlikte olduğunu bilmelisin.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder