17 Ocak 2022 Pazartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (110.YAZI) Enfal Süresi 51-) İşte bu, ellerinizle yaptığınız yüzündendir, yoksa Allah kullara zulmedici değildir. 52-) Bunların gidişatı tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidişatı gibidir. (Onlar da) Allah’ın âyetlerine kâfir oldular da Allah onları günahları sebebiyle yakalamıştı. Allah (büyük) kuvvet sahibi, cezası çetin olandır. 53-) Bu da, bir kavim kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve erdemleri) değiştirinceye kadar Allah’ın onlara in'am ettiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Şüphesiz ki Allah işitendir, bilendir. SÜNNETULLÂH Kur'an'ı Mübin Müslümanların bakışlarını yüce Allah'ın gökyüzündeki kanunlarına çevirmekle aslında Rahmân ve Rahim olan Allah'ın kanunlarına göre cereyan eden usul ve kaidelere çevirmektedir. "iman edenler" bu hayatta ömür süren ilk insanlar değillerdir. Göklerde ve yerde, halklara, ümmetlere, devletlere ve fertlere hükmeden kanunlar cereyan etmekte ve hiç bir zaman bu kanunlarda bir sapma meydana gelmemektedir. Allah'ın göklerde ve yerde hâkim olan kanunları yani sonsuz ilim ve kudreti ölçüsüz ve tahmine dayalı yürümemektedir. Yani hüküm ve hikmet sahibi olan Allah istediğini yapmaya gücü yettiği halde hiç bir zaman keyfi bir iş yapmamaktadır.Allah abes bir şey yapmaktan uzaktır. "Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık"(Duhan-38)Dolayısıyla İslam toplumu o kanunları Kur'an'dan okuyup hedef ve amaçlarını kavradığı zaman, olayların arkasında bulunan esas hikmet ve hayırları ortaya çıkarmaya muvaffak olacaktır. Oayların tâbi olduğu kanun ve mükemmel düzenin sebatı veya o kusursuz düzenin arkasında gizli olan hikmet'in varlığıyla müminlerin gönülleri huzur ve sükünet bulacak, Allah elçilerine indirilen hanif dinin istikametini görecek ve sırf atalarından gelen taklidi imanla müslüman olduklarına İtimat etmeyeceklerdir. Hayata hükmeden kanunlar aynıdır. Geçen zamanda meydana gelen, her zaman meydana gelecektir. Yüce Allah'ın, hayat çarkını üzerinde icra ettiği ve çarkın hareketini üzerinde yürüttüğü yegane şey ilâhi kanunlardır. Beşer hayatında sebepsiz ve kendiliğinden meydana gelen hiçbir şey yoktur. Ancak bu hayatta, herşey, değişmeyen, geride kalmayan, yaratılanlardan hiçbirine taraf tutmayan ve beşerin heva ve heveslerine göre yön değiştirmeyen sadece yüce Allah'ın göklerde ve yerde var olan sünnetine yani kanunlarına boyun eğmektedir. "Ben benimde Rabb'im sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. Çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, boyunu O'nun elinde olmasın. Şüphesiz Rabbim sırat-ı müstakim üzerindedir"(Hud-56)İman edenlerin, Allah'ın kitabında onlar için apaçık olarak ortaya konulan Rablerinin sünnetini idrâk etmeleri hayati bir öneme sahiptir. İşte o zaman bekledikleri izzete kavuşma ve İslam davasını yerleştirip koruma gücüne sahip olma hedefine ulaşsınlar.Davayı yerleştirmek ve koruma gücüne sahip olmaya rastgele ulaşılamaz.Sebepsiz olarak yüce Allah'tan yardım inmez ve göz kapatılıp rastgele zafer aramakla elde edilmez. Bilakis O'nun göklere ve yere yani eşyaya yüklediği kanunları vardır. Yüce Allah'ın bu kanunları son vahyin mesajlarında kayıt altına alınarak hükme bağlanmıştır. Ta ki, iman edenler tefekkür etsinler ve basiretli bir şekilde onları akıl ile yaşayarak genel bir ahlak haline getirsinler.Fertler ve milletler göklerde ve yerde bulunan kanunları ve ilahi sünnetleri ile teamülün şartlarından ilki şudur.Bu kanunları anlamamızdan ziyade doğru ve kapsamlı bir şekilde özelliklerini, Allah'ın göklerde ve yerde var olan sünnetini diye tabir ettiğimiz ilahi kanun çevresinde nasıl çalışacağımızı ve vahyin ışığında ondan sosyal kanunlar ve medeni dengeleri nasıl çıkaracağımızı öğrenmeliyiz.Allah'ın göklerde ve yerde var olan sünnetine karşı çarpışma olmaz. Hiç kimsenin Allah'ın kanunlarına karşı başarılı olma şansı yoktur. Çünkü onlar her zaman galip gelirler. Aslında kendine "İslam toplumu" diyenlerin mağlup olmalarının en büyük sebebi Allah'ın hem yazılı ve hemde kevni yasalarına karşı savaş açmaları olmuştur. Göklerde ve yerde hüküm süren şu İlâhi sünnetin, İslam medeniyetinin adalet ve merhametle yeryüzüne yerleşmesi ile olan irtibatı son derece açıktır.Çünkü yeryüzünde gerçek islam medeniyetini kurmak, İslam ümmetinin içinde bulunduğu bu şartlar altında mümkün olmadığı gibi kendine zillet ve gericilik hayatını seçen ve başına gelenleri değiştirmek ve yaşadığı rivayetlerin esaretinden kurtulma girişiminde bulunmayan bir ümmet için gerçekleşmesi de mümkün olmamaktadır.Dolayısıyla değişim gerekmektedir.İslam geldiği ilk günde, Arap yarımadasının mevcut durumu ve yeryüzünün siyasi, dini ve içtimai durumu gibi büyük hadiseler onun karşısında durdu.İnançlar, düşünceler, değerler, gelenekler, ölçüler, kanunlar, nizamlar, çıkarlar, ırkçılık onun karşısında dikildi.İlk geldiği günde İslam ile insanların arasındaki mesafe Arap Yarımadası'nda ve bütün dünyada gayet korkunçtu.Onları taşıyıp götürmek istediği yer çok ama çok uzaktı.Tarihin bazı devirleri, ayrı ayrı çıkarlar ve değişik güçler müşriklerin mevcut durumunu destekliyordu. Bütün bunlar, akide, düşünce, değer, ölçü, âdet, gelenek, ahlak ve şuur gibi şeyleri değiştirmekle yetinmeyen, belki beşeriyetin liderliğini, tağutların ve cahiliyenin elinden alıp İslam'a yani Rahmân ve Rahim olan Allah'a iade etmek istediği gibi şeytani inançları, tâğuti düzenleri, yasaları değiştirmek isteyen bu ilâhi dinin karşısında set gibi durdular.Kuşku yok ki bir kere meydana gelen ikinci bir kere daha meydana gelir.Meydana gelen olaylar, olağanüstü mucizelere göre değil göklerde ve yerde câri olan Allah'ın kanuna göre meydana geldi.O yapı, birikimi tüketmek, toplanmak ve doğru olan yöne başını koymak isteyen için azık olan fitrat ( yaratılış) birikimi üzerine kurulmuştur. Resul (aleyhisselam ) yüce Allah'ın ortaya koyduğu metotla başını çektiği değişiklik, insanları Allah tarafından inen vahiy'le eğitmeye başladı.Zira insanları karanlıklardan aydınlığa, cehaletten ilme, gericilikten ilericiliğe taşıması gerekiyordu. Allah Resulü (a.s) Kur'an'ın metoduyla insanların inanç, fikir, düşünce, şuur ve ahlak yapısını değiştirmekle başladı ve Allah'ın izniyle bunu başardı da. Dolayısıyla insanların iç dünyası değişti. Etrafında bulunan şeyler değişti. Medine değişti, Mekke değişti. Kur'an metodu, Mekke devrinde akide yönüne önem vermekteydi.Vahiy, İslam akidesini çeşitli şekillerde ve değişik usluplarla sunuyordu.Dolayısıyla tevhid insanların gönüllerine hakim oldu ve onlarda büyük bir değişim meydana getirdi.Rahmân ve Rahim olan Allah o büyük değişimi anlatırken şöyle buyurmaktadır."Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu? İşte kafirlere yaptıkları böyle câzip gösterilmiştir"(En'am-122) Gerçekten bu, kalemlerin vasfında aciz kaldığı harika bir tasvirdir. Kur'an uslubu her zaman böyledir.Akıl sahipleri ondan doya doya hidayet ve rahmet teneffüs etmekte, her türlü güzel ahlak ve öğüdü ondan çıkarmakta ve ölümden hayata, karanlıklardan aydınlığa, değer ve şerefini anlatmakta aciz kalmaktadır.Ölüm ile hayat, karanlık ile aydınlık hiçbir olur mu?Mesafe korkunç! Nakil büyük...Büyüklüğünü ve miktarını, insanları acze sokan Kur'an'ın o beyanı ışığında onların hallerinde feraset sahibi olan kimselerin dışında hiç kimseyi idrak etmez.Allah'ın kulları üzerindeki hakkı, dini O'na özel kılarak kulluk etmeleri, O'nun tek olduğuna hakkıyla iman etmeleri, yani O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır."(Ey Nebi!) Şüphesiz sana da senden önceki Resullere de şöyle vahyolunmuştur ki : Andolsun, Allah'a şirk koşarsan amellerin boşa gider ve husranda kalanlardan olursun. Hayır! Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol"( Zümer- 65, 66) Yüce Allah kendine kulluğun nasıl yapılacağını en ince ayrıntısına varıncaya kadar Kur'an'da bildirmiştir.Kur'an ehli muvahhidler, yüce Allah'a ait sıfatların ve güzel isimlerinin şuuru üzerine terbiye görürler, sadece vahyin ve sünnetullahın ortaya koyduğu ilkelere göre hareket ederler.Dolayısıyla muvahhidler, din ve hüküm olarak Allah'tan ve onun kanunlarından başka başvurulacak hiç bir gücün önünde boyun eğmezler.Muvahhidler din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa itibar etmezler.Muvahhidlerin Allah'ın rızasından başka hiçbir amaçları bulunmamaktadır.Hanif Müslümanlar Allah'ın yardım ve rahmetinin onlar üzerinde olduğunun şuuruna varmışlardır.Muvahhidler Allah'ın isim ve sıfatları gereği olan gaybı bilmek, azâmet, kibriya, mutlak egemenlik, mutlak itaat ve buna benzer hiçbir şeyde onunla, ilahi sünnetle niza eden veya ortak olan birinin olduğuna inanmak gibi şeylerden uzak oldular.Kuşkusuz fertlere yönelik olgun ve doğru risalet terbiyesi üzerinde İslam'ın bina edildiği esas, tevhid olmuştur.Kısacası, bütün Resuller sadece Allah'a kulluk etmek ve tağutlardan sakınmak için uluhiyet tevhidine davet etmişlerdir.(Nahl- 36) İbrahim'in hanif dinine bağlı olan muvahhidler uluhiyet ve rububiyet tevhidine, Allah'ın isim ve sıfatlarına aykırı olan bütün inançlardan kendilerini uzak tuttular. Allah'ın emirleri ve yasaları dışında hiçbir şeyi hakem kabul etmediler. Allah ve Resullerinden başka hiç kimseye itaat etmediler. Allah'ı sevdikleri gibi hiç kimseyi sevmediler. Allah'tan başkasından korkmadılar.Allah'tan başkasına tevekkül etmediler.Allah'tan başkasına sığınmadılar.İstek ve mağfireti, rahmet ve yardımı Allah'tan başka hiç kimseden beklemideler. Çünkü muvahhidler bilirler ki, Allah'ın kitabından başka tam bir hidayet ve istikamet rehberi bulunmamaktadır.Eğer akide (tevhid) İslam sarayı'nın komuta merkezini teşkil ediyorsa, kanunlar onun ana bölümlerini, yollarını ve giriş çıkışlarını oluşturmaktadır.Ahlaka gelince, tamamlanmış saraya zerafet, güzellik ve parlaklık katmakta ve ilahi boya ile onu boyamaktadır. Eğer akide (inanç) İslam çınarının kökünü ve gövdesine teşkil ediyorsa, şeriat da onun dallarını temsil etmektedir.Ahlak da onun olgunlaşmış meyvelerini, koyu serin gölgesini ve güzel manzarasını oluşturmaktadır.Yüce Allah her işte ve her halükarda sebeplere sarılma zorluluğunu hatırlatmaktadır. "...Bir toplum kendilerinde olan özellikleri (değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunan kötü durumu) değiştirmez" (Ra'd- 11)"Bu da, bir millet kendilerinde bulunan (güzel ahlak ve meziyetleri) değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır"(Enfal-53) Allah Resulü bütün insanlardan daha fazla sünnetullahın bilincinde idi. Çünkü Allah Resulü vahiy sayesinde İslam medeniyetinin binasını tesis ettikten sonra da var gücüyle ilahi sünnete sarılıyor sünnetullahın nimetlerinden hiç bir şeyin israf edilmesine müsaade etmiyordu. Resul (a.s) dünya işlerinde olsun, âhiret işlerinde olsun eşit bir şekilde insanları daima Kur'an'ın rehberliğinde yani vahyin içinde var olan sünnetullaha uymaya yönlendiriyordu.Çünkü Yüce Allah göklerde ve yerde, eşyada ve insan hayatında değişmesi mümkün olmayan kanunları vardır.Rahman ve rahim olan Allah'ın, her şeyi yapabilecek güce sahip olağanüstü kanunları olmasına ve hiçbir şeyin onu acze sokmayacak olmasına rağmen yine de Allah, geçerli olan sünneti dünya hayatında sabit olmasına ve harikulade olan sünnetin diğer sünnetin istisnası olduğuna hükmetmiştir. Müslümanların, bugün dünya liderliği kervanından geri kalmaları, Allah'tan onlara inen bir zillet ve zulüm değildir.Belki bu, mesajlarını unutan, onun değerini düşüren, bilim alanlarında olsun, amel ve yaşantı alanında olsun, hayal ve hevadan korkunç bir rivayet yığınını risalet yani vahiy madenine ve aslına karıştan, ilahi sünnetleri ihmal eden, iktidar sahibi olmanın hayal ve temennilerle mümkün olabileceğini zannedenlere uygulanan ilahi bir adalet ve Rabbani bir sünnettir."Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez"(Âli İmran-192)"Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber Allah rahmeti gereği ) bir çoğunu affediyor"( Şura-30)Birisi çıkıp şöyle sorabilir: Bu zillet ve gericilik azabı, isyan edip günah işleyen müminlere geliyorsa, temel'den Allah'ın mesajlarını ve elçisini kabul etmeyen sömürücü emperyalist kafirlerin durumu ne olacak?Hem de maddi alanlarda yeryüzünde onlara büyük imkanlar, zenginlik, refah ve bolluk verilmiştir. Aslında kafirler Allah'a çok daha yakın oldukları veya Allah'ı daha fazla razı ettikleri için bu refah ve zenginliğe ulaşmış değillerdir.Yüce Allah şu dünya hayatında iktidarı, imkanı ve güç sahibi olmayı değişmez Rabbani sünnetlere ve değişmeyen kanunlara bağlamıştır. Her kim ki, çalışır, araştırır, aklını kullanır, gayret gösterir bu hayatın kanunlarına boyun eğerse, çalışması, verimi, gayreti ve koşuşturması kadarıyla bir yere ulaşacaktır. O Allah'ın bu hayatta irade ettiği değişmez kanunudur. O, Rahman ve Rahim olan Allah'ın meşieti ve iradesidir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder