31 Aralık 2021 Cuma
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(96.YAZI) En'am Süresi 28-) Hayır! Daha önce gizlemekte oldukları şeyler (günahlar) kendilerine göründü. Eğer (dünyaya) geri gönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeye (şirk'e) döneceklerdir. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar. 29-) Onlar, hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir; biz, bir daha da diriltilecek değiliz, demişlerdi. 30-) Rablerinin huzuruna getirildikleri zaman sen onları bir görsen! Allah: Bu (yeniden dirilme olayı), hak değil miymiş? diyecek. Onlar da "Rabbimize andolsun ki evet!" diyecekler. Allah da, öyle ise kafir olduğunuzdan dolayı azabı tadın! diyecek.31-) Allah’a mulaki olacaklarını (karşılaşacaklarını) yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara kıyamet vakti ansızın gelip çatınca, günahlarını sırtlarına yüklenerek diyecekler ki: "Dünyada (salih amelleri) terketmemizden dolayı bize yazıklar olsun!" Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür! 32-) Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla aklınızı kullanmaz mısınız? 33-) (Ey Resül!) Onların söylediklerinin gerçekten seni mahzun ettiğini biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler Allah’ın âyetlerine karşı geliyorlar. (Âyette bulunan "... Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler Allah'ın âyetlerine karşı geliyorlar" cümlesi, Resüllerin sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerini, kendilerinden hiç bir şey ortaya koyamayacaklarını gösteriyor.) 34-) Andolsun ki senden önceki Resüller de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah’ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek hiç kimse yoktur. Muhakkak ki Resüllerin haberlerinden bazısı sana da geldi.(Kur'an'da tekzib (yalanlama) Allah, vahiy ve Resül bağlamında geçen bir kelimedir. Tekzib Nebi bağlamında geçmez. Kur'an'da bulunan tekzib (Resülleri yalanlama) dil ile olan bir şey değil, ahlak ve karakterle olan bir şeydir. Yani vahyi kabul etmeme anlamındadır.) 35-)(Ey Nebi!) Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven kur ki onlara bir âyet (mucize) getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma! (Bu âyet Nebi (a.s) ın olağanüstü bir mücize ortaya koyamacağını gösteren önemli bir delildir. İkincisi, âyette bulunan "Allah dileseydi" "iradelerine ipotek koysaydı, zorla yapsaydı, baskı kursaydı" demektir. Yani yüce Allah vahiy'den bağımsız olarak insanları zorla hidayete yönlendirmezken, ey Nebi! senin mucize göstererek insanların akıl ve iradelerini etki altına alman olacak bir şey değildir. Sakın böyle bir şeyi arzulayıp da cahillerden olmayasın!) 36-) Ancak (güzel ahlakla) dinleyenler daveti kabul eder. Ölülere gelince, Allah onları diriltecek, sonra da O’na döndürülecekler. 37-) O’na Rabbinden bir âyet ( mucize) indirilseydi ya! dediler. De ki: Şüphesiz Allah âyet( mucize) indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler. (Kur'an'da tekil olarak geçen "âyet" lerin hepsi ya olağanüstü bir olay yani mucize anlamında yada göklerde ve yerde var olan yüce Allah'ın muhteşem sanatı ile ilgilidir. Hiç biri Kur'an'daki âyetlerle ilgili değildir.) 38-) Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi ümmettirler. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler. 39-) Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Kim dilerse Allah onu şaşırtır, kim dilerse de onu sırat-ı müstakim üzerinde kılar. (Yukarıdaki âyete tamamen hatalı bir mana veriliyor. Aslında meâli çok kolaydır. Hidayet ve sapkınlık vahiy'le ilgili bir durumdur. Vahiy'den bağımsız olarak yüce Allah hiç kimseye sapkınlık ve hidayet vermez. (Yunus-108; Mâide-15,16; Sebe 50)Vahyi dinde tek kaynak kabul eden hidayeti, kabul etmeyen sapkınlığı kucağında bulmuştur.) 40-) De ki: Ne dersiniz; size Allah’ın azabı gelse veya o kıyamet gelip çatıverse siz, Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız? Sadık iseniz (söyleyin bakalım)! 41-) Bilâkis yalnız O'na( Allah’a) yalvarırsınız. O da (kaldırılması için) kendisine yalvardığınız belâyı dilerse kaldırır; ve siz şirk koştuğunuz şeyleri unutursunuz. 42-) Andolsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık. 43-) Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını süslü gösterdi. 44-) Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, (indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler. 45-) Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. 46-) De ki: Ne dersiniz; eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalplerinizi de mühürlerse bunları size Allah’tan başka hangi ilâh geri verebilir! Bak, âyetleri nasıl beyan ediyoruz. Onlar hâla yüz çeviriyorlar! 47-) De ki: Söyler misiniz; size Allah’ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zalim toplumdan başkası mı helâk olur? 48-) Biz, Resülleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar mahzun olmayacaklardır. 49-) Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir. 50-) De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyedilene tâbi olurum. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç tefekkür etmez misiniz? 51-) Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) onunla (Kur’an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir veli, ne de bir şefaatçi vardır; belki takva sahibi olurlar. 52-) (Ey Nebi!) Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na dua edenleri sakın (yanından) kovma! Onların hesabından sana bir şey; senin hesabından da onlara herhangi bir şey yoktur ki onları kovasın da zalimlerden olasın! 53-) "Aramızdan Allah’ın kendilerine (vahiy hidayetiyle) minnet ettiği kimseler de bunlar mı!" demeleri için onların bir kısmını diğerleri ile işte böyle fitne (deneme konusu) yaptık. Allah şükredenleri bilmez mi? 54-) Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara : (Allah'ın) selâmı üzerinizdedir de! Rabbiniz rahmet etmeyi kendi nefsine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, cahillikle bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 55-) Böylece mücrimlerin yolu belli olsun diye âyetleri iyice tafsil ediyoruz.(Kur'an'da tebyin Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılırken, tafsil, tasrif ve tefsir sadece Allah bağlamında kullanılmıştır. Çünkü tafsil, tasrif ve tefsir detaylandırma, tebyin ise, vahyi duyurma yani içinden bir şey eksiltmeden ve içine bir şey katmadan olduğu gibi aktarma anlamına gelmektedir. Tafsil : İnsanın akıl, idrak ve anlayışına göre kolaylaştırma. Tasrif: Gizli bir şey bırakmadan sindire sindire tekrarlama. Tefsir: Kapalılıktan açığa çıkarma. Tebyin: Duyurma yani gizlememe anlamına gelmektedir.) 56-) De ki: Allah’ın dışında ibadet ettiğiniz şeylere ibadet etmem bana yasak edildi. De ki: Ben sizin hevalarınıza tâbi olmam, aksi halde sapkın olurum da hidayete erenlerden olamam. 57-) De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir (hidayetin) üzerindeyim. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah’ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır. 58-) De ki: Acele istediğiniz şey benim yanımda olsaydı, elbette benimle sizin aranızda iş bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir. 59-) Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir habbeyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır. 60-) Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uyandıran) O’dur. Sonra dönüşünüz yine O’nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir.
28 Aralık 2021 Salı
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(95.YAZI) En'am Süresi 27-) Onların ateşin karşısında durdurulup "Ah, keşke (dünyaya) geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve iman edenlerden olsak!" dediklerini bir görsen!.. ALLAH'IN ÂYETLERİNİ "TEKZİB" (YALANLAMA) NE DEMEKTİR? "Allah'ın kitabını ve âyetlerini yalanlamanın" "tekzib" bildiğimiz anlamda dille kabul etmeme, dille inkâr etme, dille reddetme, dille "ben âyetlere inanmıyorum" anlamında değildir. Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan, "tekzib" (âyetleri yalanlama ) inanç, ahlak, amel ve tavırla yani onlardan yüz çevirme, vahyi hedefinden saptırma, Allah'ın âyetlerini hakkıyla takdir etmeme, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak edinme" anlamında kullanılmıştır. Cuma süresinin 5.âyeti bu gerçeği açık olarak göstermektedir. "Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu (vahiy'den bağımsız direkt olarak) hidayete erdirmez"Âyette bulunan "Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenler..." "Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin..." ile "Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez" cümleleri önemlidir.Tevrat ile yükümlü olanlar, dille hiçbir zaman Tevrat'ı yalanlamaz ve ona dille karşı gelmezler. Fakat onların inanç ve ahlaklarında yani dini hayatlarında kaynak olarak Tevrat'ın yeri yoktur. Onlar din ve hüküm olarak rivayetlere dayandıkları için Tevrat'ı yalanlamış oldular.Ayrıca âyetin güncellenmesi açısından "Tevrat" ibaresinin yerine "Kur'an" kelimesini koymamız gerekmektedir. Yoksa Kur'an'ı okumanın bir anlamı kalmayacaktır. Dolayısıyla Ehli Sünnet ve Şia âlimleri dille Allah'ın kitabını kabul ettiklerini söylemelerine rağmen, en basit meselelerde bile Allah'ın âyetlerine karşı muvahhidlerle mücadele ederler."Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenlerin (bu kötü ahlakları)gerek Allah indinde, gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler"(Mümin-35)Mesela: Dille inandığını söylemelerine rağmen imanın kalbe inmemesi, kalbin âyetleri tasdik etmemesi, yani Kur'an'ı hakkını vererek okumamaları, "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı)onu, hakkını gözeterek okurlar.Çünkü onlar ona iman ederler.Ama her kim onu inkâr ederse (görmezden gelirse) İşte hüsranda kalanlar bunlardır "(Bakara- 121)Mesela:Kur'an'ın her âyetine kayıtsız şartsız teslim olmamaları, bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr etmeleri, onu parçalamaları, manasını parçalayıp dağıtmaları, içinde var olan bağlam ve bütünlüğü görmemeleri, üzerinde tefekkür etmemeleri, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamamaları, Kur'an'ın anlam sistemine sahip olmamaları, kavramlarının üzerinde durmamaları,"...Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak alçaklık, kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir..."(Bakara-85)"Kur'an'ı bütünsüz parçalar olarak görenlere gelince, Rabb'inin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı hesaba çekeceğiz "(Hicr- 91, 92, 93)Mesela:Âyetleri gizleme, "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu, kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah, hem de bütün lanet ediciler lanet ederler. Ancak Tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim.Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim.( Âyetlerimizi) inkar etmiş ve kafir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerine tüm insanların laneti onların üzerindedir. Onlar ebediyyen lanet içinde kalırlar.Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır""İlahınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. O, Rahman'dır Rahim'dir"(Bakara- 159, 160, 161, 162, 163) "Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlar hidayet karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar. O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak(ve hidayet olarak apaçık) indirmiş olmasıdır.( Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"(Bakara-174, 175, 176)Mesela:Kur'an'ın yanında din ve hüküm olarak başka kaynaklar edinip tevhid akidesini bozmaları,"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(En'am-159)Mesela: Kur'an'ın gerçeklerini bâtıla bulaştırmaları, batıl ile gizlemeleri, saflığını ve temizliğini tahrip etmeleri, onu tanınmaz hale sokmaları, "Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, (bile bile) hakkı gizlemeyin"(Bakara- 42) Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet mezheplerinin muhaddis ve müctehidleri her türlü inkâr, yalanlama ve gizleme günahlarını işlemişlerdir.Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki hurafe, yalan, uydurma, sapkınlık, iftira olan rivayetlerin hepsi Kur'an'ı inkâr ve onu dolaylı yoldan yalan saymak anlamına geliyor.Bir Suriyeli vatandaş ile sohbet ediyoruz, kabir azabının olmadığı ile ilgili Kur'an'da en az bin âyet vardır, dediğimde hayretler içerisinde kalarak dedi ki: "Ben, hayatımda şimdiye kadar hiç böyle bir şey duymadım"İşte İslam toplumunun Kur'an'la olan ilişkisi budur.
26 Aralık 2021 Pazar
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(94. YAZI)En'am Süresi Mekke'de Nazil Olmuştur. 165 Âyettir. 1-) Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve nuru var eden Allah’a mahsustur. (Bunca âyet ve delillerden) sonra kâfir olanlar (hâla muhaddis ve müctehidleri!!!) Rab’leri ile denk tutuyorlar. (Hamd, sözle yapılan bir övgü iken, şükür, inanç, fiil ve amellerle yapılan bir övgüdür. Hamd, insan elinin ve kudretinin ulaşamadığı nimetler ile ilgili iken, şükür, insana yakın, onun çevresinde ve kendisinde olan nimetlerle ilgilidir. Hamd, uluhiyetle ilgili iken, şükür, rububiyetle ilgilidir. Hamd, şükürden daha geniş ve daha kapsamlı bir övgüdür. Hamd gökleri ve yeri içine alır. Hamd canlı cansız her türlü maddi şeylerle ile ilgili iken, şükür, sadece canlı varlıklara yöneliktir. Şükür, insanda var olan nimet ve değerlere göre kiymet kazanır. Mesela: Zenginin cömert olması, âlimin ilmini gizlememesi, sanatkarın işini sağlam yapması, tüccarın dürüst olması, devlet adamının güvenilir olması, Resülün vahyi gizlemeden yani olduğu gibi tebliğ etmesi.) 2-) Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O’dur. Bir de O’nun katında muayyen bir ecel (kıyamet günü) vardır. Siz hâla şüphe ediyorsunuz. 3-) O, göklerde ve yerde olan tek İlâh’tır. Sırrınızı ve açığınızı bilir. Ve ne kazanacağınızı da bilir. 4-) Rablerinin âyetlerinden onlara (müşriklere) bir âyet gelmeyedursun, ondan ille de yüz çevirirler. 5-) Andolsun ki onlar, kendilerine hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında alaya aldıkları şeyin haberleri kendilerine gelecektir. 6-) Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz imkânları kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altından nehirler akıttığımız nice toplulukları helâk ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helâk ettik ve onların ardından başka toplulukları inşa ettik. 7-) Eğer sana kırtâs (kâğıt) üzerine yazılmış bir kitap indirseydik de onlar elleriyle ona dokunmuş olsalardı, yine de kafirler: Bu, apaçık sihirden başka bir şey değildir, derlerdi. 8-) Onun (Muhammed'in) üzerine bir melek indirilmeli değil miydi? dediler. Eğer biz bir melek indirseydik elbette emir bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile açtırılmazdı. 9-) Eğer (Resül'ü) bir melek kılsaydık muhakkak ki onu erkek sûretine sokar yani karıştırdıkları şeyi onlara karışık hale getirirdik. 10-)(Ey Resül!) Andolsun ki, senden önceki Resüllerle de alay edilmiş, bu yüzden onlarla maskaralık edenleri alay ettikleri şey (azap) kuşatıvermişti.11-) De ki: Yeryüzünde dolaşın, sonra (Resülleri) yalanlayanların akibetinin nasıl olduğuna görün!(Kur'an'da var olan kafirlerin ve müşriklerin yalanlamaları, sözle ilgili değil, yüz çevirme, âyetlere zulmetme, karşı gelme, isyan etme, önemsememe, arkaya atma anlamına gelmektedir. Cuma süresi 5.âyette Yahudi din adamlarının Tevrat'ı yalanladıkladını söyler. Aslında din adamları sözle hiçbir zaman vahyi yalanlamazlar. Yalanlama, uydurdukları hadislerle ve ictihadlarla yani iftiralarla ümmeti vahiy'den uzaklaştırmaları anlamına gelmektedir.) 12-) Onlara Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. "Allah’ındır" de. O, merhamet etmeyi kendi nefsine yazdı. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendi nefislerini husrana sokanlar var ya, işte onlar iman etmezler. 13-) Gecede ve gündüzde sükün bulan her şey O’nundur. O, işitendir, bilendir. 14-) De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah’tan başkasını mı veli edineceğim! De ki: Bana (Allah'a) teslim olanların ilki olmam emredildi yani sakın müşriklerden olma diye (emredildi). 15-) De ki: Ben, Rabbim’e isyan edersem gerçekten azim bir günün azabından korkarım. 16-) O gün (azap) kimden giderilirse, gerçekten (Allah) ona (cennetle) merhamet etmiştir. İşte apaçık kurtuluş budur. 17-) Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu kendisinden başka keşfedecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır dokundurursa, (buna da engel olacak yoktur). Şüphesiz O her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 18-) O, kullarının üstünde kahredici bir güce sahiptir. (Aynı zamanda) O, Hakim'dir, Habir'dir.( herşeyden haberdar olandır) 19-) De ki: Hangi şey şahadetçe en büyüktür? De ki: (Allah'tan başka ilâh olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur’an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyedildi. Yoksa siz, Allah ile beraber başka ilahlar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz? De ki: "Ben buna şahitlik etmem." "O ancak bir tek İlâh'tır, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden kesinlikle beriyim" de. 20-) Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Nebi (a.s) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendi nefislerini husrana sokanlar var ya, işte onlar iman etmezler. 21-) Yalan sözlerle Allah’a iftira edenden veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır? Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa ermezler! 22-) O gün onların hepsini toplayacağız; sonra da, müşriklere: (ilah olduklarını) iddia ettiğiniz ortaklarınız nerede? diyeceğiz. 23-) Sonra onların mazeretleri, "Rabbimiz Allah hakkı için biz müşrik değildik!" demekten başka bir şey değildi. 24-) Gör ki, kendi nefisleri aleyhine nasıl yalan söylediler ve (ilâh diye) iftira ettikleri şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti! 25-) Onlardan seni (okuduğun Kur’an’ı) dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü âyeti görseler bile yine de ona iman etmezler. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde: "Bu (Kur’an) eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek seninle tartışırlar. 26-) Onlar, hem insanları ondan (vahiy ve Resül'den) nehyederler, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Oysa onlar şuurunda olmadan ancak kendi nefislerini helak ederler.
25 Aralık 2021 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(93. YAZI)Mâide Süresi 101-) Ey iman edenler! Açıklanırsa sizi üzecek olan şeyleri sormayın. Eğer Kur’an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. (Açıklanmadığına göre) Allah onları affetmiştir. (Siz sorup da başınıza iş çıkarmayın). Ve Allah Ğafur'dur, Halim'dir. (Bu âyetin 99.âyet ile şöyle bir bağlantısı vardır.Yüce Allah, "Resul'e düşen ancak tebliğdir..." buyurunca, ifadenin takdiri şöyle olur: Resul'ün size tebliğ ettiğini alın ve ona itaat edin. Onun size tebliğ etmediğini sormayın ve o meselelere girmeyin. Çünkü siz, üzerinize gerekli olmayan bir meseleye burnunuzu sokarsanız, bu yersiz müdahaleniz sebebiyle, üzerinize ağır sorumluluklar gelecek ve sizi güçlüğe sokacak kuralları çoğaltmış olursunuz. Mâide süresi en son nazil olan süredir.Sürenin 3.âyetinde yüce Allah dini mükemmelleştirdiğini ve Resül (a.s) ın vasıtasıyla bütün insanlara olan vahiy ve tevhid nimetini tamamladığını haber vemektedir. Buna göre sürenin sonlarında da Resül (a.s)ın vahyi tebliğ vazifesini yerine getirdiğini, dolayısıyla iman edenlerin kendi yararları açısından yani sadece Kur'an'ın ortaya koyduğu emir ve yasaklarla yetinmelerini ve ona çok soru sormamaları gerektiğini açıkça belirtmek uygun düşmektedir. Ta ki, soracakları sorular, ümmeti tahammülü zor kuralların çokluğuna sebep olup da, sonunda Rablerinin emrinden çıkmış olmasınlar.) 102-) Sizden önce de bir kavim onları sormuş, sonra da bunlara kafir olarak sabahlamıştı. 103-) Allah bahîra, sâibe, vasîle ve hâm diye bir şey (meşru) kılmamıştır. Fakat kâfirler, yalan yere Allah’a iftira etmektedirler yani onların çoğu akıllarını kullanmazlar. 104-) Onlara, "Allah’ın indirdiğine yani Resûl’e gelin" denildiği vakit, "(din) atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter" derler. Ataları hiçbir şey bilmiyor ve hidayet üzerinde değillerse de mi? 105-) Ey iman edenler! Siz kendi nefsinize bakın. Siz hidayette olduktan sonra sapkın kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı haber verecektir. 106-) Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip çatınca vasiyet esnasında içinizden iki adalet sahibi kişi aranızda şahitlik etsin. Yahut seferde iken başınıza ölüm musibeti gelmişse sizden olmayan, başka iki kişi (şahit olsun). Eğer şüpheye düşerseniz o iki şahidi namazdan sonra alıkorsunuz; "Bu vasiyet karşılığında hiçbir şeyi satın almayacağız, akraba (menfaatine) de olsa; Allah (için yaptığımız) şahitliği gizlemiyeceğiz, (aksini yaparsak) bu takdirde biz elbette günahkârlardan oluruz" diye Allah üzerine yemin ederler. 107-) Bu şahitlerin (sonradan yalan söyleyerek) bir günah kazandıkları anlaşılırsa, (şahitlerin) haklarına tecavüz ettiği ölüye daha yakın olan (mirasçılardan) iki kişi onların yerini alır ve "Andolsun ki bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden daha gerçektir ve biz (kimsenin hakkına) tecavüz etmedik, aksi takdirde biz, elbette zalimlerden oluruz" diye Allah’a yemin ederler. 108-) Bu (usul), şahitliği gerektiği şekilde yapmaya, yahut yeminlerinden sonra, yeminlerin (mirasçılar tarafından) reddedilmesinden korkmalarına (çekinmelerine çare olarak) daha uygundur. Allah’tan korkun ve (O’nu) dinleyin. Allah, yoldan çıkmışlar topluluğuna rehberlik etmez. 109-) Allah’ın Resülleri bir araya getirip de "(Ümmetleriniz tarafından) size ne cevap verildi" dediği gün, "Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyle bilen ancak sensin" diyeceklerdir. 110-) Allah o zaman şöyle diyecek: «Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene (verdiğim) nimetimi hatırla! Hani seni mukaddes ruh (vahiy) ile güçlendirmiştim; (bu sayede) sen beşikte iken de yetişkin çağında da insanlarla konuşuyordun. Sana kitab-ı yani hikmeti yani Tevrat ve İncil’i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan, kuş şeklinde bir şey yapıyordun da ona üflüyordun, hemen benim iznimle o bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle anadan doğma körü ve alacalıyı beraat ettiriyordun. Ölülere benim iznimle (yasayla-vahiy'le) hayat veriyordun. Hani İsrailoğullarını (seni öldürmekten) engellemiştim; kendilerine apaçık deliller (âyetler) getirdiğin zaman içlerinden kafir olanlar, "Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" demişlerdi. 111-) Hani havârîlere, "Bana yani Resülüme iman edin" diye vahyetmiştim. Onlar (da), "İman ettik, bizim Allah’a teslim olmuş kimseler (müslümanlar) olduğumuza sen de şahit ol" demişlerdi. 112-) Hani havârîler "Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten, bir sofra indirmeye gücü yeter mi?" demişlerdi. O, "Îman etmiş kimseler iseniz Allah’tan korkun" cevabını vermişti.(Yukarıdaki âyett bulunan "hel yestatiu rabbuke " "Rabbinin gücü yeter mi?" kelimesi, şu şekilde de okunmuştur. "hel testatiu rabbeke" "senin Rabbine (söylemeye) gücün yeter mi?" Yani sözünü dinler mi? O'nun yanında itibârın var mı?" anlamına gelmektedir.) 113-) Onlar "Ondan yiyelim, kalplerimiz mutmain olsun, bize karşı sâdık olduğuna (kesin olarak) bilelim ve ona gözleriyle görmüş şahitler olalım istiyoruz" demişlerdi. 114-) Meryem oğlu İsa şöyle dedi: Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki, bizim için, geçmiş ve geleceklerimiz için bayram ve senden bir âyet olsun. Bizi rızıklandır; zaten sen, rızık verenlerin en hayırlısısın. 115-) Allah da şöyle buyurdu: Ben onu size şüphesiz indireceğim; ama bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, âlemlerde (insanların içinde) hiç kimseye etmediğim azabı ona edeceğim! 116-) Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, "Beni ve anamı, Allah’tan başka iki ilah edinin" diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, "Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin. 117-) Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum sürece onlar üzerine şâhid idim. Beni vefat ettirince artık onların üzerinde gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.(Yukarıdaki âyette önemli üç ilke mevcuttur. 1-) "Ben onlara ancak bana emrettiğini söyledim..."2-) "İçlerinde bulunduğum sürece onların üzerinde şâhid idim. 3-) "Beni vefat ettirince artık onların üzerinde gözetleyici yalnız sen oldun..." Resüller sadece vahiy'le kendilerine indirileni söylerler. Yani yalnız vahyi tebliğ ederler. Resüller sadece kendi dönemlerinde yaşayan insanlar için şâhittirler. İsa(a.s) vefat etmiştir. Kıyametten önce gelmesi imkansızdır. 118-) Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onlara mağfiret edersen şüphesiz sen Aziz ve Hakim olansın" dedi. 119-) Allah şöyle buyurdu: Bu, sadıklara, sadık olmalarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden nehirler akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte azim kurtuluş budur. 120-) Göklerin, yerin ve içlerindeki her şeyin mülkü Allah’ındır, O, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. (Mâide Süresinin Sonu)
23 Aralık 2021 Perşembe
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(91. YAZI)Mâide Süresi 68-) "Ey Kitap ehli! Siz, Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyle ikâme etmedikçe,(doğru) bir şey(din) üzerinde değilsinizdir" de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve tuğyanlarını elbette artıracaktır. Kâfirler topluluğuna üzülme. (Yukarıdaki âyetin mesajından şunu anlamak mümkündür. Ehl-i Sünnet ve Şia'nın din adamları Kur'an'ı dinde tek kaynak kabul edip onu ikâme etmedikleri yani onu dini ve ahlaki hayata hakim kılmadıkları sürece inanç bakımından bir şey üzerinde değillerdir. Dinleri batıldır. Dolayısıyla bütün amelleri yüce Allah indinde geçersizdir.) 69-) İman edenler ve yahudiler, Sâbiîler ve Hıristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe iman edip salih amelller işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar mahzun olacak da değillerdir. (Bu âyet Allah yolundan engellenmiş, kendilerine vahiy ulaşmamış ümmi halk için söz konusudur. Din adamları için değildir.) 70-) Andolsun ki İsrailoğullarından misâk aldık ve onlara Resüller gönderdik. Ne zaman bir Resül onlara nefislerinin arzu etmediği (vahyin dinde tek kaynak olduğunu ) getirdi ise bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler. (Yukarıdaki âyette bulunan Resüller, vahiy alan Nebi Resül değil, kitab'a bağlı yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen ve sadece indirilen vahyi tebliğ eden Resüllerdir. Çünkü kelime mârife yani bilinen Resül anlamında değil, nekre yani bilinmeyen Resüller olarak gelmiştir. İkincisi, Nübüvvet'e bağlı yani vahiy alan Resüller koruma altındadır. Onları hiç kimse öldüremez(Mâide-67; Nisa-157) fakat kitab'a bağlı Resüller öldürülmüşlerdir.) 71-) Bir fitne olmayacak hesap ettiler de kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah tevbelerini kabul etti. Sonra içlerinden çoğu yine kör ve sağır oldu. Allah onların yaptıklarını görmektedir.(Kur'an'da üç kavram sınama anlamına gelmektedir. 1-) Bela: Hayır ve şerle imtihan edilme. 2-) Fitne: İman ve küfür arasında sınama yani insan hangisine meyledecek. 3-) İmtihan: İman ve takvanın derecesini sınama yani okullardaki imtihan gibidir.) 72-) Andolsun ki "Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesîh’tir" diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesîh "Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a ibadet ediniz. Biliniz ki kim Allah’a şirk koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur" demişti. 73-) Andolsun "Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek Allah’dan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer dediklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir olanlara acı bir azap değecektir. 74-) Hâla Allah’a tevbe edip O’na istiğfar etmeyecekler mi? Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 75-) Meryem oğlu Mesîh ancak birResûldür. Ondan önce de (birçok)Resûller gelip geçmiştir. Anası da sıddikâ bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara âyetleri nasıl beyan ediyoruz, sonra bak nasıl (haktan) yüz çeviriyorlar.(İsa (a.s) ve annesinin yemek yemesi ilâhi bir özelliklerinin olmadığını gösteriyor. Çünkü yemeğe ihtiyaç duymak beşerin özellikleri ile ilgili bir durumdur.) 76-) De ki: Allah’ın dununda (yanında-ötesinde-berisinde) size menfaat ve zarara gücü yetmeyen şeylere mi ibadet ediyorsunuz? Ve Allah (evet) O'dur yalnız işiten ve Alim olan" 77-) De ki: Ey Kitap ehli! Dininizde haksız olarak aşırı gitmeyin. Daha önceden sapan, bir çoklarını saptıran ve yolun düz olanından uzaklaşan bir kavmin hevasına tâbi olmayın.(Âyette yüce Allah'ın "ğayral hakki" "haktan başka" diye buyurduğu şey, vahye alternatif olarak uydurdukları yalan ve hurafeler yani dinlerinde aşırılığa sapmaları anlamına gelmektedir. 78-) İsrailoğullarından kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa lisanıyla lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi,(vahye-Resüllere) âsi olmaları ve (dinlerinde) aşırı gitmeleridir. ("Dinde aşırı gitmek, yüce Allah'ın indirdiği vahiy'le yükümlü tutmadığı ve sorumlu olmadıkları ağır hüküm ve gereksiz kurallar koyarak dinlerini yaşanmaz hale getirip, insanların hayatlarını zorlaştırmak, batıl olan inanç ve ibadetlerle toplumu dinden nefret ettirmek anlamına geliyor.) 79-) Onlar, işledikleri münkerden,(şirk ve hurafelerden) birbirlerini nehyetmezlerdi. Andolsun yaptıkları şey ne kadar kötü olmuştur! 80-) Onlardan çoğunun, kâfirlerle velâyet kurduklarını görürsün. Nefislerinin onlar için önceden takdim ettiği şey ne kötüdür: Allah onlara kızgınlık göstermiştir. Ve onlar azap içinde kalıcıdırlar! 81-) Eğer onlar Allah’a, Nebi'ye yani ona indirilene iman etmiş olsalardı onları (müşrikleri) evliya edinmezlerdi; fakat onların çoğu fasıktırlar. (Aslında "iman" kavramı, genelde Nebi bağlamında kullanılan bir kavram değildir. Peki o halde Kur'an'da neden iki âyette "iman" Nebi bağlamında geçmektedir. (Mâide-81; Bakara-177)Bunun sebebi şudur. Bu iki âyet Medine'de yaşayan Yahudilerle ilgilidir. Medine'de yaşayan müminler ve hanımları yani ashâb, Nebi'nin hanımları, kızları ve Medine'nın çevresindeki yaşayan Yahudiler söz konusu olduğu zaman Kur'an, evrensel kavram olan Resül'ü değil, tarihsel ve bölgesel kavram olan Nebi kavramını kullanmıştır.Mekke'de inen sürelerde Nebi kavramı kullanılmamıştır. Eğer muhataplar Medine'de yaşayan Yahudiler olmasaydı Nebi değil, Resül kavramı kullanılacaktı. Mesela: Şirk'e karşı İslam mucadelesinin yapıldığı bir bölge olduğu için Mekke'de inen sürelerde Nebi değil, her zaman Resül kavramı kullanılmıştır. Yani Kur'an ince bir ayara ve hassas bir dengeye sahiptir. Kitap ve hikmet aynen saatin çarkları gibi mukemmel bir sistem dahilinde birbirleriyle uyumlu bir şekilde çalışmaktadırlar.. Yıldızların yörüngeleri gibi her kavramın bir amacı, görevi, bir yeri ve hikmeti mevcuttur. İkincisi, Musa (a.s) dan sonra gelen bütün Nebilerin adları Tevrat'ta kayıt altına alınmıştır. Kur'an'ın "onu çocuklarını tanır gibi tanırlar" (Bakara-146) buyurmasının sebebi budur. Çünkü Nebi (a.s) ın ismi Tevrat'ta da İncil'de de yazılı idi. (Âraf-157) 82-) İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ve şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere şefkat bakımından en yakın olarak da «Biz Nasarayız» diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve râhipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar. 83-) Resûle indirileni duydukları zaman, hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: "Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz." 84-) "Rabbimizin bizi sâlihler arasına katmasını umup dururken niçin Allah’a ve bize gelen hakka iman etmeyelim?" 85-) Söyledikleri (bu) sözden dolayı Allah onlara, içinde devamlı kalmak üzere, zemininden nehirler akan cennetleri sevap olarak verdi. Güzel ahlak sahiplerinin mükâfatı işte budur. 86-) Âyetlerimize kafir olanlara yani yalanlayanlara gelince, işte onlar cahim ashabıdır. 87-) Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı temiz şeyleri (kendinize) haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz ki Allah haddi aşanları sevmez. 88-) Allah’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah’tan korkun.
22 Aralık 2021 Çarşamba
KURANI MÜBİNİN MEÂLİ(90.YAZI) Mâide Süresi 67-) Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun risâletini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah,(vahiy'den bağımsız olarak) kâfir kavmi hidayet iletmez. (Şia din adamları yukarıdaki âyetin üzerinde çok dururlar. Yüzlerce rivayetlerine göre bu âyet Ali'nin imameti ile ilgili inmiştir. Onların rivayetlerine göre olay şöyle gelişmiştir. Ğadir-i Hum meselesini ilk zikreden Süleym b. Kays der ki: "Ben Said El Hudri'nin şöyle dediğini işittim: Resulullah (Aleyhisselam) Ğadir-i Hum'da perşembe günü insanları yanına topladı. Ağaçların altındaki dikenlerin toplanması için emir verdi. Ali Bin Ebi Talib'in koltuk altlarının beyazlığı görününceye kadar onun pazısından tutup kaldırdı."Sonra şöyle dedi: Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır.""Allah'ım! onu seveni sev, Ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene sen de yardım et! Onu yardımsız bırakanı sende yardımsız bırak! dedi. Ebu Said der ki : Rasulullah (Aleyhisselam) daha oradan inmeden şu ayet nazil oldu."İşte bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'a razı oldum"(Maide- 3 ) Din'in kemale ermesi, nimetin tamamlanması, risalet vazifesini yerine getirmesinden dolayı Yüce Allah'ın ondan razı olması ve kendinden sonra Ali'nin velayetinin bildirilmesi üzerine Resulullah (Aleyhisselam ) sevinçten tekbir getirdi. Süleym b. Kays 355, Nebile- 121, 122)İlk Şii müfessirlerden Furat el-Küfi'nin naklettiği rivayete göre,Resûlullah insanlara tebliğ etmesi için "Men küntu mevléhu fe Aliyyun mevléhu" "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" sözü vahyedilmiş fakat Allah'ın Resulü insanlardan utanıp bu sözü tebliğ etmemiş, bunun üzerine şu ayeti kerime nazil olmuştur. "Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan onun Risalet görevini yapmamış olursun."Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah kafirler topluluğunu hidayete iletmez"( Maide- 67)( Furat el Küfi -130) Yüce Allah'ın Resulullah'a namaz, zekat, oruç, haccı açıkladığı gibi Ali'nin velayetini de Mü'minlere açıklaması için emrettiği fakat Resulullah'ın bu konuda sıkıldığı, utandığı ve bu konuyu açıklamak konusunda zorlandığı, kavminin dinden dönmelerinden ve onu yalanlamalarından korktuğu ve bunun üzerine yukarıdaki meali yazılı Maide süresi- 67 nci âyeti kerimesi nazil olduğu ve velayetin son farz olduğu hakkında ayrıca bakınız,( el Küleyni 1, 389: Mesudi, İsbatul Vasiyye -132 133 : Numan, De'aim- 14-15 )Bazı Şii alimlere göre bu âyette tebliğ edilmesi gereken şey, Ali Bin Ebi Talib'in hilafetidir. Allah Resulü, takiyye için eşi Aişe'den bazı şeyleri gizlemiş, bu yüzden de yüce Allah onu ikaz etmiştir. (et- Tabersi Mecmaul - Bayan 3, 344)Şii müelliflere göre böylece son farz olan velayet emri de geldikten sonra Resülüllah daha orada iken şu mealdeki âyeti kerime nazil olmuştur."İşte bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslama razı oldum..."( Maide- 3)Şii müelliflerin rivayetlerini özetleyecek olursak olay şöyle aktarılmaktadır.Resülüllah ( Aleyhisselam ) hac ile ilgili (Veda Haccı ) ibadetlerini yerine getirdikten sonra Medine'ye dönmek üzere yola çıktı.Ğadir-i Hum denilen yere geldiğinde Cebrail (a.s)indi.Resülüllah'a Ali'yi kaldırıp imam tayin etmesini emretti.Resülüllah (a.s ) da"Benim ümmetim cahiliyyeden yeni çıkmıştır" dedi.Cebrail (a.s) tarafından "Bu işin ruhsatı olmayan bir azimet ve gereklilik olduğu" bildirildi.Ardından şu âyeti kerime nazil oldu. "Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun Risalet görevini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. doğrusu Allah kafirler topluluğunu hidayete iletmez" (Maide- 67 )Bunun üzerine Resulullah (a.s) çok sıcak bir gün olmasına ve merası ile suyu bulunmamasından dolayı dinlenmeye elverişli bir yer olmamasına rağmen Ğadir-i Hum denilen yerde konakladı.Orada bulunan sığ ağaçların altlarını temizletip onların gölgeleri altında oturmalarını ve orada göç yükünün bir araya getirilerek birbirinin üzerine konulmasını emretti.Resülüllah(a.s ) münadisine insanları cemaat namazına çağırmalarını emretti.Böylece bütün insanlar Resülüllah'ın yanında toplandılar.Resülüllah (a.s ) birbiri üzerine konan yükün üzerine çıktı. Ali'yi yanına çağırdı.Ali çıkıp Resülüllah'ın sağına oturdu.Sonra Resulü Ekrem (a.s) insanlara hitap etti.Allah'a hamd ve sena edip kendi durumunu ümmetine bildirdikten sonra şöyle dedi."Ben (Allah'a-âhirete) davet edildim, icabet etmem yakındır"Sarıldığınız takdirde asla sapıtmayacağınız Allah'ın kitabını ve Ehli Beyt'imi geride bırakıyorum.Bu ikisi havuz başına varıncaya kadar birbirinden ayrılmayacaklardır.Sonra en yüksek ses tonu ile sözlerine şöyle devam etti."Bilmez misiniz, şehadet etmez misiniz ki, ben hepinizin, her mü'minin üzerinde kendisinden daha çok hak ve yetkiye sahibim? diye sorunca, onlar "Evet biliyoruz "dediler.Bunun üzerine o, Ali'nin sağ elini tutup kaldırdı.O kadar ki, her ikisinin de koltuk altlarının beyazlığı göründü.Sonra şöyle dedi " men küntü mevléhu fe Aliyyun mevléhu : "ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım! Onu seveni sev, Ona düşman olana düşman ol! Ona yardım edene sen de yardım et!" deyip aşağı indi.Halbuki Mâide 67.âyetin Ali ile hiç bir ilgisi yoktur. İlgili âyeti anlamak için 65.ve 66.âyetleri bilmek yeterli olacaktır. Bu iki âyette Yahudi ve Hristiyan din adamlarının Tevrat ve İncil'in hükümlerini ikâme etmediklerini ve vahye ihanet ettiklerini haber verdikten sonra aynı hataya düşmemesi için Resül ( a.s) ikaz ediliyor. Âyetin anlaşılması o derece kolaydır. 68. âyetle yani bundan sonraki âyetle konu tamamen açığa çıkıyor.)
21 Aralık 2021 Salı
NAMAZ, ABDEST ve ALLAH'A GİDEN YOL: Hadis rivayetlerinin çoğunun Kur'an'a aykırı olması, Nebi döneminden sonra vahiy eğitiminin değil, aynen şimdiki gibi kulaktan duyma bilgilerin revaçta olduğunu göstermektedir. Nebi ve Resülün arasında bulunan farkların bilinmemesinden doğan bir cehaletle hadisleri dinde tek kaynak kabul eden bir ümmet, zamanla âyetleri bağlam ve bütünlüğünden kopararak kendi inanç ve anlayışına göre yorumlamaları kaçınılmaz olmuştur. Yüce Allah'ın vahiy ve tevhid yani İslam nimeti hadis küfrüne dönüşmüştür. (İbrahim-28)Nebi (a.s) vefat ettikten sonra o çağların ümmeterine dikkat ederseniz; büyük çoğunluğunun Kur'an'ı dokunulmaz bir kutsal olarak benimsediklerini görürsünüz.Uydurulan hadislerden de Allah'ın mesajından habersiz olduklarını da hemen anlarsınız. Şia ve Ehl-i Sünnet dininin günümüzde yaşayan din adamlarını düşünün. Birde bin üç yüz yıl önceki kitaptan yani her türlü eğitimden mahrum olan ümmeti bir düşünün. Günümüzdeki proflara bile hakkı kabul ettiremezken, varın o zamanki cehaleti hayal edin. Üstelik şartlar bugünün dünyasından çok daha zor ve çetindi. Kavga ve savaşlar, geçim sıkıntısı ve açlık her tarafta kol geziyordu.Sadece Kerbela ve Harre katliamını veya Mekke baskınını düşünün. İşte bu zor şartlar altında, tüm ümmetlerde yaşanılan inanç, gelenek ve uygulamalar hadis adı altında Allah'ın dini olarak intikal etti. Saf insanların önüne konan kavramlardan bir tanesi de “salât-ı ikâme" idi.Şunu gönül rahatlığı ile yani tereddüt etmeden söyleyebilirim. Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları Kur'an'da var olan bin altı yüz küsür kavramın hepsini tahrif ederek anlamını buharlaştırdılar. Düşünebiliyor musunuz, kavramın hangi anlama geldiğini Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde yani hikmetinde yer almasına rağmen tahrif ettiler. O halde "salât" kavramını niye doğru olarak taşısınlar ve doğru olarak yaşasınlar? Ümmetlerin içinden çıkan müctehid ve müfessirler yani âlimler, Kur'an'ın hikmetine vakıf olmadıkları için kavramların tümünü kendi inanç ve kültürlerine göre yorumladılar ve o şekilde hayata taşıdılar. İşte “salât” kavramını da, eski inanç ve geleneklerin uygulamalarına göre yepyeni bir anlam kazandırıp halka bu şekilde yansıttılar. Tabi ki bunu düşmanca bir tavır yani bilinçli olarak yaptıklarını iddia etmiyoruz. Yüce Allah şöyle buyuruyor. "Biz, Kur'an'ı sana güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik" (Tâhâ- 2)Yüce Allah'ın emir ve yasakları insana ağırlık vermek için değil, aksine onun yükünü almak ve bir öğüt olarak indirmiştir. Gelelim Abdest Olayına Yüce Allah'ın bütün “salât” kavramları için “temizlenmeyi yani yüz ve ellerin yıkanmasını, baş ve ayakların meshedilmesini” tavsiye etmemiştir. Çünkü âyetlerde geçen salât kavramlarının çoğunda temizlik yapmanın bir anlamı bulunmamaktadır. Mesela: “Allah ve melekler Nebi'ye Salât eder” (Ahzab-56) âyetinde Allah ve melekleri temizlik yapmaz. “Göklerde olanlar ve kuşlar salât'ını bilmiştir!” (Nur-41) derken, kuşların temizlik yapmalarını düşünmek gülünç olacaktır. Nebi(a.s) a “onlara salât et yani destek ol. Şüphesiz senin salât'ın onlar için bir sekinedir yani iman üzerinde sebat etmelerine sebep olur" (Tevbe-103) buyururken temizlik yapması istenmemiştir. Eğer öyle olsaydı âyet “Abdest al ve destek ver!” ya da “salât etmeden önce temizlik yap!” derdi. Dolayısıyla sabah-akşam müminlerin yapacakları kendilerine ait olan salâtları için de özel temizlik yapmaları gerekli değildir. (Nur-58) Zira âyette “salâtlar” çoğul anlamına gelen “salâvat” değil, tek “salât” der. Yani bireysel Kur'an çalışması kasdedilir. Demek ki temizlik, her salât için gerekli değildir. Mâide süresi 6. âyetinin gelişinden görüldüğü gibi, “Es-Salât” mârifeli “o herkes tarafından bilinen salât” anlamına gelmektedir. İşte farklı durumlardan, o andaki işlerden ve değişik yerlerden kalkıp salât’a gelen müslümanların (zihinsel ve bedensel bir arınma) yapmaları istenmiştir. Ama bu temizlik, bireysel salâtlar için değildir. Salât için temizlik olayı, toplumun rahatsız edilmemesiyle ilgili bir durumdur.Bu da “cuma yani genel bir istişâre, toplantı ve bir sorunu görüşme amacıyla yapılan salât'la ilgili olduğunu gösteriyor. Zaten nüzül sırasına baktığımızda içinde salât bulunan âyet, cuma süresinden sonra Mâide 6. âyetinde gelmektedir. Bu iki âyeti bir arada değerlendirirsek, temizlik âyetinin yani Mâide 6.âyetinin Cuma 9. âyetin bağlamında indirildiğini görebiliriz. Bu da Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne uygun, hedefini bulan, hikmete aykırı olmayan bir okuma olur. Bu salât'ları en güzel şekilde birbirinden ayıran burhan, Bakara 238. âyettir: “Salâvatları ve en faydalı salâtı (cuma) elbirliği ile muhafaza edin!” der. Gördüğünüz gibi salâtlar ve en hayırlı salât diye ikiye ayrılmıştır. Mealler çoğunlukla hayırlı, faydalı anlamındaki “vusta” sözcüğüne “orta” anlamı veriyorlar. Bu âyetteki "vusta" "orta" sözcüğü, Araplara göre “en mükemmel iş yapan yer” anlamındadır. “en” takısı, harfi tarif olan vusta’nın önüne “el” takısı gelmesinden dolayıdır. Vusta’nın tarifine örnek verecek olursak; Araplar atın, devenin ortasına en yararlı iş yapan yerine derler. Beline oturulduğu hayırlı, faydalı yeri anlamındadır. Âli İmran 110. âyette: “Siz insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz!” deyip orjinalinde “hayra” (hayırlı) geçerken, aynı cümle bakara 143.âyetinde: “İşte böylece sizi “Hayırlı-faydalı” bir ümmet kıldık! ..” derken de “vusta” kelimesi “dengeli, ideal, itidallı, hayırlı” anlamında kullanılmıştır. Kur'an'da Cuma 9. âyetinde de: “Bilirseniz bu, sizin için hayırlı’dır!” buyrulmaktadır. Dolayısıyla Bakara-238. âyette bulunan “vusta” kelimesi, herhangi bir sorun ve genel bir durum için toplanılan cuma salât-ı içindir. Nida (çağrı) temizlik, vakit ve orta- hayırlı salât; sadece ve sadece cuma (toplanma) salât-ı (Allah'ın zikri olan Kur'an) içindir! Mekke'de nazil olan Hud-114 ve İsra-78. âyetlerinin içinde bulunan salât emri Nebi (a.s) a özel olarak inmişlerdir. Çünkü iman edenlerin Mekke'de bir araya gelip cemaatle salât etmeleri mümkün değildi. Yani âyetlerin cuma (toplanma) ve Mâide 6. âyet ile de hiç bir ilişkisi yoktur. ”Ve gündüzün iki tarafında (sabah-akşam) yani gecenin gündüze yakın saatlerinde salât-ı ikâme et!..”(Hud-114)”(Ey Nebi!) Güneşin batmasından- kaybolmasından gecenin kararmasına (akşamdan yatsıya) kadar salât-ı ikâme et birde fecir Kur'an'ını (ikâme et). Çünkü fecir Kur'an'ı (şahitlik gibi) zihinde kalıcıdır.”)Burdan anlaşılıyor ki, yüce Allah, vahiy ehl-i muvahhidleri, yapacakları salât için (yani ferdi Kur'an araştırmsı ve hikmeti için) sakin ve dingin olan sabah ve akşam vakitlerini tercih etmelerini öneriyor.Bu bireysel salâtlar, kişiye özel olduğundan cuma (toplantı) salâtından ayrılıyorlar. Böylece zihinsel ve bedensel temizlik âyeti cemaat salat-ı ayeti ile uyum arz edip, sadece bir araya gelme veya müminlerin sağlıklı diyaloğu için “aklın şirkten arınmış ve bedenin temiz-bakımlı” olarak gidilmesi için öğütlenmektedir. Kur'an cahili teslimiyetçi akıl, her yerde Kur'an'ın hikmetine göre değil, hadislerin ve ictihadların kabul edilegelmiş inancına göre işlemektedir. Hareket noktası ataların batıl dini olunca, o zamanın karanlık yargıları da böylece Kur'an’ın önüne geçmektedir.Maalesef kadim İran tipi bir inanç Şii ve Sünni dünyayı esir almış durumdadır. Bilinmelidir ki, Kur'an'ın kavramları, onun dışındaki hiçbir eser ve kaynaktan açıklanamaz. Kur'an ancak kendi içindeki bağlam ve bütünlüğü ile yani hikmetle açıklanabilir. Kavramı Kur'an'dan çalıp, içini kendi batıl inanç ve hurafelerle doldurdukları için bir çok absürt tutarsızlıklar ve ahmaklıklar baş gösteriyor. Yüce Allah'ın evrensel rahmet ve eşitlik dini, ilkel, mağara adamlarının dini haline geliyor. Tüm insanlara gelen din, bir çadır aşiretinin dini olarak hayata hakim oluyor. "Namazın vakitleri, ruküda nasıl durulacak, harfler nasıl teleffuz edilecek, iki ayağın arası kaç santim olacak, eller nasıl bağlanacak, secdeye giderken ilk önce eller mi, dizler mi yere konacak, kıyamda eller nerede bağlanacak, eller bağlanacak mı, bağlanmayacak mı, tahiyatta ayaklar dik tutulacak, kıyamda iken secde edilen yere bakılacak, saflar böyle olacak şöyle olacak, daha abdestin farzları, sünnetleri, müstehapları, mendüpları, güslün farzları, namazın içindeki farzları, dışındaki farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, mendüpları var. Daha namazların kazası var ki, Allah düşmanıma böyle bir din nasip etmesin. Namazda akla hiçbir şey gelmemesi gerekiyormuş!Hasta da olsan, savaşta da olsan hiçbir zaman namazı kaçırmamak lazımmış! Adamlar işi o kadar abarttılar ki, işaret yani kaş ve gözlerle namaz kılmaktan söz ediyorlar. Daha bunlar gibi yüzlerce kural ve kaide ile yüce Allah'ın dinini yaşanmaz hale getirip Allah'a ve Resülüne en büyük ihaneti sergilediler. İşin en acınacak tarafı ise, saf ve gafil ümmeti bu Kur'an cahillerinin kulu ve kölesi yaptılar.Halbuki baştan sona kadar Kur'an'ın iman çocuklarından istediği tek bir şey vardır. "Sakın Allah'tan başkasına kul olmayın, dini Allah'a özel kılın, Kur'an'dan başka hiçbir kitaba tâbi olmayın" Ümmetin içinde bulunduğu kaos ve kargaşa, namaz olmadığından değil, salât olmadığındandır. Namaz, Nebi'siz, Resül'süz ve Kur'an'sız bir din ortaya çıkarmıştır. Fakirlerin ve miskinlerin olduğu bir taplumda hangi din devasa mabetlerin yapılmasına yol veriyorsa o dinden kaçmak gerekiyor. Hadislerle ve ictihadlarla Namaz kılmak o derece yüceltildi ki, namaz bütün kötülüklerin ve kirlerin sabunu oldu. Namaz sayesinde ne güzel ahlak ne de erdem kaldı. Nebi (a.s) adına öyle hadisler hatırlarım ki, anlatmaktan haya ederim. Sahabi Nebi'ye soruyor. "Şöyle bir günah işledim" Nebi buyuruyor, "Biraz sonra bizimle namaz kılmayacak mısın? " Evet! "Günahlarına keffaret olacaktır"Binlerce yüz binlerce Allah Resülüne iftiralar sorgulanamaz din haline gelirken, müfteriler eleştirilemez birer rab ve ilah yapılmıştır. Bu rab ve ilâhlara kim karşı çıkıp iki laf ederse, en kahpesinden linç kampanyası demoklesin kılıcı gibi başında sallanacak. Bu bakımdan Kur'an'la, fıtratla, akılla ve hayatla çelişen namazı da namazın kurallarının hiçbir tanesini yüce Allah koymamıştır. Yüce İslam dini, herhangi bir çağda şunun bunun, falan filanın, fişmekanın tarafından belirlenmiş, sonraları kalıplara dökülmüş ve dondurulmuş iftira farzlar ve haramlarla kuşatılacak olan babanızın dini değildir. İslam, yüce Allah tarafından vahiy'le Nebi ve Resüllere indirilen hanif dinin adıdır. ALLAH'A GİDEN YOL MÂBETLERDEN GEÇMEZ. Aslında insan, yüce Allah'ın ahlakını taşıyabilecek bir format ve kabiliyette yaratılmıştır.Yani insanın fıtratında hiçbir sorun yoktur.İnsanın fıtratına yerleştirilen ve evrensel ahlakın şiddetle benimsediği adalet, eşitlik, haktan- haklıdan taraf olmak, merhamet, cömertlik gibi duygular bu gerçeği ortaya koymaktadır.Dünyada bunca sorun yaşanıyorsa, bakmak ve korumak ile yükümlü olduğumuz insan tabiatını ve doğal dengeyi göz ardı ettiğimizden dolayıdır."İnsanların bizzat kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattıracak; belki de tuttukları (kötü yoldan geri) dönerler"(Rum-41)İnsanlar arasında sağlıklı bir iletişim için insan hakları, sevgi, eşitlik ve merhamet ortamının gelişmesi gerekiyor.Bu sorumluluk yüce Allah tarafından tamamen insana yüklenmiş bir görevdir.İnsanın manevi dünyasını imar eden vahyin terk edilmesi sonucunda insanın yüreğinde büyük bir kuraklık baş göstermiştir.Ve bu kuraklık yüzünden insanlar birbirini dışlıyor.Aslında temiz fıtrata sahip olan bir insanın huzur duyacağı refah ve zenginlik değil, başka bir insanın sevgi ve merhamet dolu olan yüreğidir. Onun için kanunların verdiği haklar önemli olmakla beraber, asıl olan kişinin yüreğinde insanlara yer vermesidir. Hangi dinden ve inançtan olursa olsun ümmi insanlara karşı yüreklerde merhamet ve sevgi yer ederse, dünya malı olarak kendilerine ait olan her şey diğerlerinin sayılır."Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiye (huzur-refah-mutluluk) eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, Allah onu bilir"(Âli İmran-92) Fakat ümmi insanlara karşı yürekte sevgi ve merhamet yoksa, hiç bir şey insanı huzur ve mutluluğa götürmeyecektir.Özlemini çektiğimiz adalet, eşitlik, merhamet ve sevgi gibi güzellikler neden yoktur? Bu iki tür insandan kaynaklanmaktadır. Birisi: Hidayeti sapıklığa, dini dünyaya satan aşağılık din adamlarından, diğeri iktidar ve hakimiyeti her şeyin üstünde gören gururlu ve kibirli siyaset adamları yüzündendir.Din adamları insanlara doğruları söylemiyorlar, indirilen vahyi gizliyorlar, (Bakara-159, 174;Âli İmran-187) siyasiler de devletin imkan ve kabiliyetini yandaşlardan yana kullanıyorlar.Böylece adalet ve barış, güven ve istikrar, hak ve istikamet ortamı yok oluyor. Aslında Allah'ın ahlakında barış var, sevgi var, adalet var, merhamet ve eşitlik vardır."Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. "Allah'ındır" O, merhamet etmeyi kendi zatına gerekli kıldı..."(En'am-12) Rahmân ve Rahim olan Allah kendine ait olan bu ahlaki güzelliklerinin tohumlarını insanın fıtratına yani yüreğine yerleştirmiştir. Fakat ihtiras ve cehaletine yenik düşen insan Allah'ın yüreğine koyduğu merhamet, sevgi, barış, eşitlik ve adalet tohumlarını sulamayı bilemedi.Din adamları, camilerde, kiliselerde, havralarda insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleme görevini üstlendiler. Dünya hâlâ güzelleşmemişse böyle din adamları ve böyle devlet adamları yüzündendir. Görevini hakkıyla yapan, doğruları anlatan, dünyayı güzelleştiren, sevgi ve merhamet tohumları eken insanlara ihtiyaç vardır."Sizden önceki toplumlarda insanları kötülüklerden alıkoyması gereken bir grubun olması gerekmez miydi? Onlardan pek azı müstesna kimse bu görevi yapmadı. Zulmeden (büyük çoğunluk) kendilerine verilen zevk ve saltanatın peşine düştüler..."(Hud-116)Onun için aklını kullanan, sağlam iradeli, özgür düşünceli insanlara ihtiyaç vardır. Ama sadece aklı kullanma, sağlam irade, özgür düşünce mutlu olmak için yeterli değildir. Onlarla birlikte sevgi dolu bir yürek de olmalıdır. Yoksa kaos ve kargaşa, zulüm ve istibdat olacaktır. Devleti idare eden siyasetçi sevgi dolu bir yüreğe sahip değilse adaletsiz olur.Din anlatan bir din adamı sevgi dolu bir yüreğe sahip değilse merhametsiz olur. Bu yüzden insanlara karşı yüreği merhamet ve sevgi ile dolu olmayan insan, Allah'a karşı sevgi besleyemez. Kur'an'ın penceresinden baktığımızda, Allah'a giden yol camilerin, kiliselerin, havraların içinden, namazdan, oruçtan, geçmiyor.Vahiy'siz ve İbrahim'siz hac ve Umre'den Allah'a ulaşmak mümkün değildir.Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace ve Kâfi'nin hurafelerinden Allah'a giden bir yol yoktur.Mekke ve Medine'den de, Kudüs ve Vatikan'dan da Allah'a giden bir yol yoktur.Allah'a giden yol, tevhid ve infaktan, sevgi ve merhametten, fakir ve gariban insanların yüreğinden geçiyor. insanların acılarına ve ızdıraplarına ortak olmak, insanların gözyaşlarını silmekten, eşitlikten ve paylaşmaktan geçiyor.Bunu yapamıyorsak bizim din anlatmamızın bir önemi yoktur. İmanımızın da Allah indinde bir değeri olmaz.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (89.YAZI) Mâide Süresi 52-) Kalblerinde hastalık bulunanların: "Başımızda bir musibetin dolaşmasından korkuyoruz" diyerek onların içinde koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih, yahut katından bir emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olarak sabahlayacaklardır. 53-) O zaman iman edenler: "Bunlar mıdır sizinle beraber olduklarına bütün güçleriyle yemin edenler?" diyeceklerdir. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir de husran içinde sabahlamışlardır. 54-) Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah'ın kendilerini sevdiği ve onların da kendisini sevdiği, müminlere karşı alçak gönüllü (zelil), kâfirlere karşı aziz bir kavim getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar Bu, Allah’ın, dileyene verdiği bir fazilettir. Allah’ın (fazileti) geniş ve âlimdir. 55-) Sizin veliniz ancak Allah’tır, Resûl'üdür, iman edenlerdir; onlar ki salât-ı ikame eder(Allah'ın emirlerine) boyun eğerek zekât'a (arınmaya) gelirler. 56-) Kim Allah’ı, Resûlünü ve iman edenleri veli edinirse (bilsin ki) galip gelecek olanlar şüphesiz Allah’ın tarafını tutanlardır. 57-) Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Allah’tan korkun; eğer müminler iseniz. 58-) Salât'a nida ettiğiniz zaman onu alay ve oyun konusu yaparlar. Bu davranış, onların akıllarını kullanmayan bir kavim olmalarındandır.(57.âyette "...kitap verilen Yahudi din adamlarının İslam dinini alay ve oyun konusu edindiklerini..." haber verildikten sonra, 58.âyette de "salât'a nida edildiği zaman onu alay ve oyun konusu yaptıklarını" anlatıyor. Yani salât, namaz değil, din ve vahiy oluyor. 59.âyette de salât'ın aslında hem kendilerine hemde tüm insanlara indirilen vahiy olduğu kesin olarak ortaya çıkıyor.) 59-) Onlara şöyle de: Ey ehli kitap! Yalnızca Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilene inandığımız için mi bizden intikam alıyorsunuz? Oysa çoğunuz fasıksınız. 60-) De ki: Allah katında yeri bundan daha şerli olanı size haber vereyim mi? Allah’ın lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta kulluk yapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve düz yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır. 61-) Yanınıza küfürle girip yine küfürle çıktıkları halde size geldiklerinde "inandık" derler. Allah gizlediklerini daha iyi bilmektedir. 62-) Onlardan birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür! 63-) Rabbanileri ve ahbarları onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten nehyetselerdi ya! İşledikleri (fiiller) ne kötüdür! 64-) Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır (sıkıdır) , dediler. Dedikleri yüzünden elleri bağlandı ve lânete uğradılar. Bilâkis, Allah’ın elleri yaygındır, dilediği gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun tuğyanlarını ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar (bulundukları) yerde sürekli olarak fesada koşarlar; ve Allah müfsidleri sevmez. 65-) Eğer ehl-i kitap iman edip, takva sahibi olsalardı, mutlaka kötülüklerini örter ve onları naim cennetlerine koyardık. 66-) Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rablerinden onlara indirileni (Kur’an’ı) ikâme etselerdi, şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi (yeraltı ve yerüstü servetlerinden istifade ederek refah içinde yaşarlardı). Onlardan aşırılığa kaçmayan (iktisatlı, mutedil) bir ümmet vardır; fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür! (Bu âyette Yahudi din adamlarının şahsında Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarına bir uyarı ve kınama mevcuttur. Yani bu kadar kaos, anarşi, katliamlar ve güvensizlik Kur'an'ı ikâme etmediklerinden dolayı oluyor.)
20 Aralık 2021 Pazartesi
KUR'AN'DA VAR OLAN GERÇEK SALÂT. Salât Dindir. "Dediler ki: Ey Şuayb!(Din) atalarımızın ibadet ettiklerini (muhaddis-müctehid-evliya-ilâhlar) terketmemizi yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmamayı sana salât'ın mi emrediyor?..." (Hud-87)Salât Zihinsel Destektir. "Çevrenizdeki bedevi Araplardan Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, biz onları biliyoruz. Onlara ilk kez azap edeceğiz, sonra da onlar azim bir azaba geri gönderileceklerdir.(Tevbe-101) Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler, salih bir ameli diğer kötü bir amele karıştırdılar. Umulur ki Allah onların tevbelerini kabul eder.Şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. (Tevbe- 102)Onların mallarından sadaka al; bununla onları (nifaktan) temizlersin ve onları arındırırsın. Ve onlar için salât et. Çünkü senin salâtın onlar için bir sükünettir. Allah işitendir bilendir" (Tevbe-103)Salat"ın zihinsel destek olduğu ile ilgili en önemli delillerden bir tanesi yukarıdaki âyettir. "Onların mallarından sadaka al; bununla onları (nifaktan) temizler ve onları arındırırsın."Ve onlar için salât et, âyetinin cümlesini metni ile beraber okuyalım (ve salli aleyhim, inne salâteke sekenün lehum)"ve onların üzerine salat et, çünkü senin salâtın onlar için bir sükunettir. Allah işitendir bilendir"Âyette Nebi (a.s) a emredilen "salli aleyhim" "onların üzerine salât et" cümlesinin anlamı şudur.Nifak ile iman arasında gidip gelen, net bir çizgiye sahip olmayanlara söz ve fiille yani zihinsel destek ol, onlara Kur'an'dan öğüt ver, İslam dininin önem ve ehemmiyetini onlara anlat, sürekli olarak onlara vahyin güzelliklerini hatırlat yani hanif dinin erdem ve güzel ahlakının şuuruna ersinler. Peki hurafecilere soruyoruz. Nebi (a.s) nifak ile iman arasında kalan bu insanlara nasıl salât edecektir. Onlara namaz mı kılacaktır. Sizin dininize göre öyle olmak zorundadır. Çünkü cümle aynen şöyledir. "Ve salli aleyhim, onların üzerine namaz kıl" Salât: İnsanları her türlü kötülükten engelleyen en büyük zikir olan Kur'an'dır. İşte ispatı"Sizi karanlıklardan nura çıkarmak için üzerinize salât eden gönderen O'dur Melekleri de size salât ederler. Allah müminlere karşı çok Rahim'dir" (Ahzab-43)Yüce Allah melekleri vasıtasıyla müminlerin üzerine vahiy indirerek onları karanlıklardan aydınlığa çıkarıyor. (İbrahim-1)Aynı şekilde Nebi (a.s) a salât'ı da yani desteği de indirdiği vahiy'den başka hiç bir şey değildir. Yani sizin anlayışınıza göre yüce Allah Nebi ve müminlere salavât getirmez ve namaz kılmaz. Ama kelimeler şöyledir. "Huvellezi yusalli aleyküm" "O Allah ki size namaz kılar ve melekleri de size namaz kılarlar" Şimdi Ahzab-56. âyete gelelim. Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamlarına göre âyetin manası şöyledir. "Şüphesiz ki, Allah ve Melekleri Nebi'ye çok salavat getirirler. Ey iman edenler! Sizde ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin" (Diyanet Vakıf Meâli) İşte sizin dininiz ve ilminizin sınırı bu kadardır. Nebi'ye destek yani vahiy'le ona yardım etme anlamına gelen bir âyeti "Muhammed'e salavât çekme ve salavat okuma" olarak değiştiren bir anlayışın bütün ibadetleri sorgulanmalıdır. Salat"ın vahiy olduğunu gösteren başka bir âyet de şöyledir. "(Ey Nebi!) Sana kitaptan vahyedileni tilâvet et ve salât-ı ikame et. Hiç şüphesiz ki salât fuhşiyattan(ahlaksızlık-cimrilik) ve münkerden alıkoyar. Allah'ın zikri (olan Kur'an'la yapılan) elbette en büyük(öğüttür. Allah yaptıklarınızı bilir" (Ankebüt-45)Diyalog ve iletişim yani sözle öğüt olmadan insanları kötülüklerden engelleyemezsiniz. İslam'ın, iman'ın, takvâ'nın, ihlas'ın, din'in, ihsan'ın, salat'ın ve ibadetin tam merkezinde vahiy olmak zorundadır. İşte size bir âyet daha. "Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Bana ibadet et yani salât-ı benim zikrim (olan vahiy) için ikame et" (Tâhâ-14)Kitabını bilmeyenlerin iman ve itaatlerinin yüce Allah'ın indinde hiç bir değeri yoktur. Taklidi iman hiç bir işe yaramadığı gibi sürekli olarak kaos, anarşi, ihtilaf, ve kargaşa meydana getiren lanetli doğurgandır. Bir ibadet düşünün ki, Allah'ın, Resüllerinin, İslamın, imanın, ihlasın, takvânın ve hidayetin hangi anlama geldiklerini size öğretmesin. Salat, insanın, inanç, zihin ve ahlak dünyasında sürekli olarak yüce Allah'ın varlığını ve kudretini yüreğinde taşıması, yaptığı her işi Allah için yapması, güzel ahlak sahibi olması, zor durumlarda sadece Allah'a yönelmesi, tüm insanlara adalet ve merhametle muamale etmesi, dini Allah'a özel kılması yani ihlas , takva ve güzel ahlak dediğimiz şey, gece gündüz, yirmi dört saat her an insanın gönlünden ve vicdanından ayrılmayan, onunla bütünleşen iman edenlerde bir yaşam haline gelmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ihlas, salat, takva, ihsan, ibadet ve sabır gibi erdemler insanda bir karakter ve ahlak haline gelmelidir. İnsan bu erdemlerden hiçbir zaman bağımsız olmaması yani sürekli olarak güzel ahlaka sahip olması gerekir.Bu erdemler için belli bir zaman ve mekan yoktur. Fakat bazı salâtlar vardır ki, bir araya gelmek, bilgilenmek, farkında olmak, şuur kazanmak için bunlarda program ve vakit şarttır. Yoksa beş dakika Allah'ın huzuruna çık. Ondan sonra dünya ve âhiret senindir. Bu doğru değil, her an, her şey Allah'ındır. İnsan sürekli olarak Allah'ın varlığını ve kudretini zihninde taşıması gerekiyor. Amellerin yani hasenât ve sâlihatın yüce Allah indinde geçerli olabilmesi için sağlam bir itikadın üzerine bina edilmesi gerekir. Yani Kur'an'da var olan ihlas (dini Allah'a özel kılma) ve takva yani hayatın Kur'an'daki emir ve yasaklara göre şekillenmesi şarttır. Eğer böyle olmazsa dünyadaki bütün Müşriklerin hasenât ve salihatlarının Allah indinde geçerli olduğunu kabul etmek zorundayız. Salat, dindir, imandır, İslam'dır, vahiy'dir, takvadır, ihlastır, hayatın tümüdür, günde beş on dakika el bağlamak değildir, salat, aklı kullanma, tevekkül, tefekkür, şuur yani farkındalık yani sürekli devam eden ve hiçbir zaman insandan ayrılmayan bir ahlaktır. Salat, hayatın vahiy'le inşa edilmesi olayıdır. SALÂT VAHYİN KENDİSİDİR. Kur'an'ı dinde tek kaynak kabul etmeden yaptığınız hiç bir ibadet ve amelin Allah indinde zerre miktarı kadar bir değeri yoktur. Evet salât, dinin temelidir, sürekli olacak bağlantı halinde olmamız gereken İslam dinin olmazsa olmazıdır. Salât, bir yaşam felsefi bir mucadele alanıdır. Salat, insanın ilk önce kendi benliğini, ruhunu ve ahlakını temizlemesi ve arındırması olan hasenat, sonra çevresini temizleyip arındırması anlamına gelen sâlihattır. Salat, maddi-manevi bir temizlenme ev arınma seferberliğidir. Ama siz nasıl ki, yüce Allah'ın Kur'an'da bulunan emirleri anlamına gelen takvayı cemaat ve tarikat liderlerine kulluk, dini Allah'a özel kılma anlamına gelen ihlası samimiyet, Resül ve Nebi kavramları yerine "peygamber" kelimesini koyarak önemini ve etkinliğini yok ettiğiniz gibi, bütün hayatı içine alan salât kavramını da beş on dakikalık bir âyine çevirdiniz. Evet salat, bir an içinde olsa ondan kopamadığınız kıyamdır, rüküdur, secdedir, oturuştur.Dolayısıyla salât, aynen takva, ihlas, ihsan yani güzel ahlak, ibadet gibi hayatın tümünü içine alan bir yaşam tarzıdır. Ancak toplumun acil sorunları ve genel durumu ile ilgili bir çalışma olduğunda, şura ile karar vermek için bir araya gelinmesi gerekiyor.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(88. YAZI)Mâide Süresi 51-) Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları veli edinmeyin. Zira onlar birbirinin velileridir. Sizden onları veli edinenler, onlardandır. Şüphesiz Allah,(vahiy'den bağımsız olarak) zalimler kavmini hidayete iletmez. YAHUDİLİK, HRİSTİYANLIK, ŞİİLİK VE SÜNNİLİK ALLAH'A İFTİRADIR. Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."...Uydurdukları şeyler dinleri hakkında kendilerini aldatmıştır"(Âli İmran-24)"Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır. Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa eremezler" (En'am- 21)"Allah'a karşı yalan yere iftira edenden yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken "Bana da vahyedildi" diyenden..." daha zalim kim vardır" (En'am-93)"Allah'a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır. Onlar kıyamet gününde Rablerine arz edilecekler, şahitler de:İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerindedir" (Hud-18)"Onlar, insanları Allah yolundan alıkoyan ve onu yamuk göstermek isteyenlerdir. (Gerçekte) ahireti de bunlar inkar ediyorlar"( Hud-19)Biz batıl din ve şirk mezheplere karşı geldiğimiz zaman, bizim gibi beşer olanların inanç ve ictihatlarını reddetmiş oluyoruz, fakat mezhepçi mukallitler uydurma din ve içtihadlarıyla Allah'ın kitabına şirk koşmuş oluyorlar. "Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır! Biz onların kalplerine, bunu (Kur'an'ı) anlamalarına engel bir ağırlık, kulaklarına sağırlık verdik. Sen onları hidayete (tevhid yoluna) davet etsen de artık ebediyyen hidayete eremeyeceklerdir"(Kehf- 57)"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıkdan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim vardır! Muhakkak ki biz, günahkar (müşriklere) layık oldukları cezayı veririz" (Secde- 22)"İslam'a (Kur'an'a-tevhid'e) davet edildiği halde Allah'a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır! Allah zalimler güruhunu doğru yola iletmez"(Saf-7) "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu (Kur'an'ı) söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemesede Allah nurunu(bütün yönleriyle ortaya koyup) tamamlayacaktır" (Saf- 8)"Müşrikler istemeseler de dinini (son inen vahiyle her yönüyle iyice) açığa çıkarmak için elçisini hidayet ve hak ile gönderen O'dur"(Saf, 9)"Allah'a iftira eden ya da onun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır! Onların kitaptaki payları kendilerine erişecektir. Sonunda elçilerimiz gelip canlarını alırken "Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz ilanlarınız nerede?" derler. (onlar da) "Bizden uzaklaşıp gittiler" derler. Ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler"(Araf-37)"Öyleyse Allah'a karşı yalan yere iftira edenden veya onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır! Bilesiniz ki mücrimler asla iflah olmazlar" (Yunus-17)"Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan iftira edenler kurtuluşa eremezler" ( Nahl-116) "Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka ilahlar edindiler. Bari bu ilahlar konusunda açık bir delil getirseler.(ne mümkün!) Öyleyse Allah hakkında yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır"(Kehf-15 )
19 Aralık 2021 Pazar
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (87.YAZI) 44-) Biz, içinde hidayet ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik. Kendilerini (Allah’a) vermiş Nebiler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah’ın kitab’ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş rabbaniler ve ahbâr da (onun tek kaynak olduğuna hükmederlerdi). Hepsi onun (hak olduğuna) şahitlerdi. Şu halde (Ey din adamları!) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.(Hüküm kavramının din adamları ile ilgili olduğunu bu âyet çok net olarak göstermektedir. Yani din adamlarınin dinde vahye tek kaynak olarak iman etmeleri devlet adamlarının Kur'an'la hükmetmelerinden çok daha önemlidir. Din adamlarının vahyi tek kaynak kabul etmeleri Kur'an hükümlerinin tüm toplum tarafından yaşanmasına sebep olacaktır. Daha önemlisi din adamları dinde tek kaynak olarak Kur'an'a iman ettikleri takdirde insanların onlaran tâbi olmaktan başka yapacakları bir şey kalmazdı.) 45-)(Tevrat’ta) onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.(Yukarıdaki âyet sadece Tevrat'ın o günkü muhatapları ile ilgili bir durumdur. Yani İsarailoğulları ile ilgili olan âyet yerel ve tarihseldir. Son vahyin tarihinden sonra iman edenler açısından uygulama alanı bulacak bir gerçekliğe ve evrenselliğe sahip değildir. Dolayısıyla bu âyetteki hükümler İsrail'de bile uygulama alanı bulamaz.) 46-) Kendinden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak (Nebilerin-Resüllerin) izleri üzerine, Meryem oğlu İsa’yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde hidayet ve nûr bulunan, önündeki Tevrat’ı tasdik edici, muttakilere bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil’i verdik. 47-) İncil’e inananlar, Allah’ın onda indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler (diye emretmiştik) Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.(Yani "zamanında onunla hükmetsinler diye İncil'i indirdiğimiz halde, öyle yapmadılar" demek isteniyor. Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin kitaplarına yaptıkları kötü muamelenin aynısını bir zamanlar Tevrat ve İncil sahipleri de kitaplarına yapmışlardı. Yoksa Kur'an indirildikten sonra onu bırakıp da İncil ile amel etmeye devam etsinler anlamına gelmiyor. Çünkü böyle bir mana Kur'a'nın bağlam ve bütünlüğüne tamamen aykırıdır. Eğer tarihsel olan İncil'in hükmü devam etseydi, Kur'an gibi evrensel bir mesaj indirilmezdi. Hem Kur'an gibi geniş muhtevalı bir mesaj nazil olacak, hemde dar ve belli bir sınıfa ve kavme (İsrailoğullarına) indirilmiş olan İncil'in hükmü devam edecek?Böyle birşey mümkün değildir.) KAFİR, ZALİM VE FASIK OLANLAR" KİMLERDİR? Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor. "Hakka batılı karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"(Bakara-42)Ali ile Muaviye'nin arasında yapılan Sıffin savaşından sonra "hakem" olayı ile dini ilk siyasallaştıran Hariciler olmuştur. Çok ilginçtir, Şia ve Ehli Sünnet'in dini adamları Haricileri sevmedikleri halde dini siyasallaştırma fikirlerini hiç bir sorguya tâbi tutmadan benimsemişlerdir. Dolayısıyla buradan hareketle Şia ve Ehli Sünnet din adamları âyetleri bağlamından kopararak şu cümlelerle sürekli olarak devlet adamlarını tekfir etmişlerdir. "...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir"(Mâide-45)"...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir"(Mâide-46)"...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir"(Mâide-47)Aslında Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "hüküm" kavramının devlet adamları ile ilgili değil, din adamlarıyla ilgili kullanıldığını çok açık olarak görüyoruz. Yani bu âyetlerde kasdedilen şey, devlet adamlarının karar ve tasarrufları, hukuk ve adliye sarayları değil, Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa itibâr edilmemesi ile ilgilidir. Dolayısıyla Kur'an'da var olan "hüküm" kavramları devlet ve hukuk adamlarından daha çok din adamlarını ilgilendirmektedir. Âyetlere dikkat edildiğinde hepsinde "Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse" buyrularak, hüküm (din- hayat-yaşantı-inanç) anlamında olup sosyal, ictima'i, ekonomik, kültür olarak Allah'ın indirdiği vahiy'den başka hiçbir kaynak olmaması ile ilgili bir kavramdır. Peki Şia ve Ehli Sünnet din adamları vahyi tek kaynak kabul eden muvahhidleri "sapık" ve "en büyük fitne" olarak görüyorlarsa devlet adamları "Allah'ın indirdiği" ile nasıl hükmedecektir.Yok eğer atalarının söz ve ictihadlarını Allah'ın dini gibi kabul ediyorlarsa, bu da çok çirkin bir yalan ve Allah'ın üzerine atılmış büyük bir iftiradır. Siz atalarınızdan gelen yalan ve iftiraları Allah'ın indirdiği vahiy yerine koyamazsınız. Kur'an'da bulunan "hüküm" kavramlarının "din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak edinmemekle ilgili olduğunu aşağıdaki âyetler gösteriyor. 48-) "Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak kitabı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. ( Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi (iradenize ipotek koysaydı) sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şeriatlerde) sizi denemek için böyle yaptı. Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeylerin gerçek tarafını O haber verecektir" 49-)(Sana da şu talimatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer hükümden (Kur'an'dan) yüz çevirirlerse bil ki bununla Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır. 50-) "Yoksa onlar (İslam öncesi) cahiliye hükmünü mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır.("Allah'ın indirdiği hükümler" den maksat Kur'an'ın tek kaynak kabul edilmesi olduğu için asıl ve gerçek olarak kafir, zalim ve fasık olanlar devlet adamları değil, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen din adamlarıdır.)
18 Aralık 2021 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (86.YAZI) 40-) Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkü Allah’ın'dır. Dileyeni azap eder ve dileyeni de mağfiret eder. Allah her şeyi üzerinde bir kudrete sahiptir. (Hidayet ve sapkınlık yani mağfiret ve azap Kur'an ile ilgili bir durum olduğu için vahiy'den bağımsız olarak yüce Allah hiç kimseye hidayet ve sapkınlık dolayısıyla Kur'an'dan bağımsız olarak hiç kimseye mağfiret vermez ve azab etmez. Başka bir ifadeyle hidayet ve sapkınlık, mağfiret ve azab insanın inanç ve amelleriyle ilgili bir durumdur.) 41-) Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyle "iman ettik" diyen kimselerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar(ın hali) seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler, ve sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. "Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!" derler. Bir kimse Allah'tan fitnesini isterse, sen Allah’a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah’ın kalplerini (vahiy'le) temizlemesini istemedikleri kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus azim bir azap vardır. 42-) Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında ( Resül olarak Kur'an'la) hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil olanları sever. 43-) İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde senin hakkında nasıl hüküm veriyorlar ki, sonra, bu (haktan) yüz çevirip gidiyorlar? Onlar (Allah'a) inanmış kimseler değildir. TEVRAT VE İNCİL'İN HÜKMÜ HALEN GEÇERLİ MİDİR ? Şia ve Ehl-i Sünnet muhaddis ve müctehidleri Kur'an'ın bütün kavramlarına yanlış bir meal verdikleri gibi bu âyete de hatalı bir mana vermişlerdir. Kur'an'ın ve ilgili konunun bağlam ve bütünlüğüne bakmayarak Mâide süresi 43. âyetine şöyle bir meal vermişlerdir. "İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar iman etmiş değillerdir"Verdikleri bu meâle göre, Tevrat'ın halen bir hüküm kaynağı olduğunu öne sürmüşlerdir. Yani "kitap ehli, kendi kitaplarıyla hükmetmeye devam etsin" şeklinde bir mana ortaya çıkıyor. Halbuki âyetin doğru meali şöyledir : "İçinde, Allah´ın hükmü bulunan Tevrat, yanlarında olduğu halde, senin için, (senin hakkında) nasıl böyle hüküm veriyorlar. Sonra, bu (haktan) yüz çevirip gidiyorlar? Onlar,(Allah'a) inanmış kimseler değildir. Dolayısıyla Tevratı okuyan ilim sahipleri onda var olan son Nebi'nin ve Nübüvvet'e bağlı son Resülün özelliklerini gördükleri halde nasıl onları kabul etmez de seni inkar ediyorlar. Eğer tarihsel olan Tevrat'ın hükmü devam etseydi, Kur'an gibi evrensel bir mesaj indirilmezdi. Hem Kur'an gibi geniş muhtevalı bir mesaj nazil olacak, hemde dar ve belli bir sınıfa ve kavme (İsrailoğullarına) indirilmiş Tevrat'ın hükmü devam edecek. Böyle bir şey mümkün değildir.Mâide süresinin 44 ile 48. âyetlerini okuyan, 43. âyetin hangi anlama geldiğini daha iyi görecektir. Geçmişte Allah'ın, "İndirdiğim Tevrat ve İncil ile hükmedin, din ve hüküm olarak indirdiğimden başka hüküm kaynağı olmasın" emrine rağmen, ilim sahiplerinin Allah tarafından indirilen Tevrat ve İncil'i tek kaynak yapmadıklarını anlatıyor. Yani Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehidlerinin yaptıklarının aynısını yapmışlar. Bunun sonucunda da Allah son vahyi indirmiştir. Ve son vahiy'de yüce Allah Nebi (a.s) ı uyararak onlar gibi yapmamasını emretmiştir. SONUÇ OLARAK :Musa (a.s) İsrailoğullarına elçi olarak gönderilmişlerdir. Bütün insanlara değil, Dolayısıyla Tevrat evrensel bir kitap değildir. Çünkü Tevrat'ın tüm insanları muhatap aldığını ortaya koyan bir âyet yoktur. Fakat Kur'an'ın bütün insanları ilgilendirdiğini ve bütün insanların ondan sorumlu olduklarını anlatan çok âyet vardır. Buda Kur'an indikten sonra Tevrat ve İncil'in yürürlükten kaldırıldığını ortaya koyuyor. Yani artık Tevrat ve İncil'de Kur'an'ın bir parçası konumundadırlar.Dolayısıyla Kur'anda var olan "Tevrat ve İncil'in hakkını yerine getirmiş olsalardı" gibi âyetler geçmiş din adamları için söylenmiştir.
KUR'AN'DAKİ SALÂT, NAMAZ KILMAK MIDIR? KUR'AN'DA SALÂT"Onlar gayba iman edeler yani salat-ı ikâme ederler yani rızık olarak verdiklerimizden infak ederler"(Bakara-3)"Salât-ı ikame edin yani arınmaya gelin ve rüku edenlerle beraber rukü edin"( Bakara- 43)"Sabır ve salâtla Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (Allah'a) haşyet duyanlardan başkasına büyük gelir" Bakara- 45)Yukarıdaki iki ayet Medine'de yaşayan Yahudiler hakkında inmişlerdir.Soru şu: Yahudiler Kur'an'a iman etmeden namaz kılmalarının bir anlamı olur mu?Neden salât'la yardım istesinler yani neden de Allah'tan yardım istesinler olmasın buradaki salata Kur'an olmasın.Ataları olan İsrailoğulları salat-ı biliyor ve yüce Allah, salât konusundan onlardan söz almıştı.(Bakara-83)Bu âyetteki salât Kur'an'dır. Çünkü yüce Allah'ın insanlara en büyük desteği vahiy'dir. Aslında "salât" kavramlarının geçtiği her âyette salât'ın hangi anlama geldiğini görüyoruz.Mesela:Salât-ı ikâme edin yani arınmaya gelin yani kendiniz için her ne hayır takdim edersiniz Allah katında onu bulursunuz"Bakara- 110)Ey iman edenler! Sabır ve salât'la Allah'tan yardım isteyin...."(Bakara-153)İnsana en büyük sabır ve en önemli salât-ı veren kaynak Allah'ın kitabı Kur'an'dır.Çünkü salât ve sabır kaynağı odur.Yüce Allah, Resülüne de sadece onunla sabrı ve salât-ı tavsiye etmiştir."Sen de onların içinde bulunup da onlara salat-ı ikâme edeceğin zaman onlardan bir tâife seninle beraber dursunlar..."Nisa-102)Âyette "neden salât etsinler" değil de, "onlardan bir tâife seninle beraber ayakta dursunlar" buyrulmaktadır. Âyette bulunan "secde etsinler" den maksat "söylenenleri anlayıp kabul ettikten sonra" anlamına gelmektedir. Yoksa savaş gibi zor bir ortamda bir ritüelin emredilmesi mümkün değildir.Aklınız yok mu?Burada ordunun savaş hazırlıkları, sorunların giderilmesi ile ilgili bir motivasyon vardır."Salât-ı bitirdiğinizde, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarken Allah'ı zikredin. Güvene kavuştunuz mu salat-ı ikâme edin..." Namaz zaten Allah'ı zikretmek değil miydi?Namazı!!! bitirdikten sonra ayakta dururken, otururken ve yan yatarken Allah'ı zikretmek nedir?İsrailoğulları şu şekilde salât-ı ikâme ediyorlardı.Yani Mâide 12.âyette salâtın şöyle bir anlama geldiğini görüyoruz.Arınma, Resüllere iman etme, onlara yardım etme, Allah için borç verme olarak geliyor.Eğer namazda rukü olsaydı, salat-ı ikâme ettikten sonra yüce Allah niye "rukü ederler" buyurmuştur? "Sizin veliniz ancak Allah'tır, Resülüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek salât-ı ikâme eder yani arınırlar" (Mâide-55)"Bir de salat-ı ikâme edin yani sorumluluk bilincine sahip olarak ondan sakının" ( Enam- 72)"Kitab-a sımsıkı sarılarak yani salât-ı ikame edenlere gelince..."(Âref- 70)"Haram aylar çıkınca (savaşta) müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tevbe eder yani salât-ı ikâme eder yani (şirkten) arınırlarsa onların yolunu serbest bırakın..."(Tevbe- 5)Yoksa şirkten arınma olmadan Müşriklerin namaz kılmalarının hiçbir anlamı yoktur."Eğer( müşrikler) tevbe eder yani salât-ı ikâme eder yani zekât-a gelirlerse artık onlar dinde kardeşlerinizdir..." (Tevbe-11)Allah Resulü (a.s) döneminde "yani" kelimesi olmadığı için Kur'an bunu içine almamış onun yerine "vav" harfini kullanmıştır.Fakat yüzlerce âyette ancak "yani" kelimesini koyduğumuzda kavramlar bir anlam kazanıyor. Yani yüce Allah bu "ve" lerle kitabını tebyin, tefsir, tasrif, tafsil "yani" kelimesiyle kendi içinde bir sistemle yani bir hikmete kavuşturuyor. "İnfaklarının kabul edilmesine, yalnızca, Allah'a ve Resul'üne kâfir olmaları yani salât-a üşene üşene gelmeleri yani zorla-istemeyerek İnfak etmelerine engel olmuştur.(Tevbe-54)"Mümin erkekler ve mümine kadınlar birbirlerinin velileridir. Mârufu emreder münkerden nehyederler yani salât-ı ikâme eder yani zekât'a (arınmaya) gelir yani Allah'a yani Resül'e itaat ederler. işte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah Aziz'dir, Hakim'dir" (Tevbe-71)"Allah'ın mescidlerini, Ancak Allah'a ve âhiret gününe iman eden yani salât'ı ikâme eden yani zekât'a (arınmaya) gelen yani Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler.İşte hidayete ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır" (Tevbe-18)"Musa'ya ve kardeşine"kavminiz için Mısır'da (barınak olarak) evler hazırlayın ve evlerinizi kıble kılın yani salât'ı ikame edin yani müminlere müjde ver"( Yunus- 87)Yani Firavun'un zülmünden kurtulacaklarına dair onlara müjde ver."Onlar Rablerinin rızasına ermek için yani salât'ı ikâme ederler yani kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açıktan Allah için infak ederler ve kötülüğü güzellikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun hayırlı sonucu vardır.(Râd-22)"Dediler ki: Ey Şuayb!(din) atalarımızın ibadet ettiklerini( İlahları) yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana salât'ın mi emrediyor? Yukarıdaki salat vahiy ve din anlamına gelmektedir. Onlardan sonra salât'ı zayi eden yani şehvetlerine tabi olan bir nesil geldi..." (Meryem-59)"Şüphe yok ki ben Allah'ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O halde sadece bana ibadet et yani zikrim için salât'ı ikâmet et"(Tâhâ-14) (Ehline salât'ı emret ve kendin de onun üzerinde sabret. Senden rızık istemiyoruz. Sana biz rızık veriyoruz" Âkibet takva sahiplerinindir"(Tâhâ- 132)Onlar (tüm Nebiler) emirlerimizle hidayeti gösteren önderler kıldık yani kendilerine hayırlar işlemeyi yani salât'ı ikâme etmeyi yani arınmayı vahyettik. Onlar sadece bize kulluk eden kimselerdi.( Enbiya-73)"Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden yani salât'ı ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda infak eden kimselerdir" (Hac- 35)"Onlar öyle kimseler ki, şayet kendilerine yerde imkan verirsek, salât-ı ikame eder yani mârufu emrederler yani kötülükten nehyederler bütün işlerin akıbeti Allah'a aittir"(Hac-41)"...Salât'ı ikâme edin yani zekat'a gelin (arının) yani Allah'a sığının. O sizin mevlanızdır. O ne güzel mevlâ yani ne güzel yardımcıdır.(Hac-78)"Öyle erler (vardır ki) ne bir ticaret, ne bir alışveriş onları Allah'ın zikrinden (Kur'an'dan) yani salât'ı ikame etmekten yani zekât'a (arınmaya) gelmekten alıkoyamaz. Onlar kalplerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar. (Nur-37)"Salât'ı ikame edin yani arınmaya gelin umulur ki merhamete kavuşturulursunuz"(Nur-56)"Onlar, salât'ı ikame derler yani zekat'a gelerek arınırlar yani onlar âhirete kesin olarak iman ederler"(Neml- 2,3) (Ey Nebi!) kitaptan sana vahyedileni tilâvet et yani salât'ı ikâme et. Çünkü salât fuhşiyattan ve münkerden alıkoyar. Allah'ın zikri olan (Kur'an) ile uyarı yapmak en büyük (bir öğüt) tür..."(Ankebüt-45)"Allah'a yönelmiş olarak sorumluluk bilincine sahip olun yani salât'ı ikame edin yani sakın müşriklerden olmayın yani fırka fırka yani şia şia olanlardan (olmayın. Bunlardan) her hizip kendilerinde olan inançla sevinmektedir"(Rum-31,32) (Lokman(a.s) dan oğluna) Ey oğlum! salât'ı ikâme et yani mârufu emret yani münkerden nehyet yani sana gelen müsibete karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar azmedilmesi gereken işlerdendir"(Lokman- 17)"Salât'ı ikâme edin yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ey Nebi'nin ev halkı Allah sizden her türlü kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"( Ahzab-33)"Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na özel kılarak yani hanifler olarak Allah'a ibâdet etmeleri yani salât'ı ikâme etmeleri ve zekât'a (arınmaya) gelmeleri emrolunmuştu. İşte tolumu ayağa kaldıracak sağlam din budur" (Beyyine-5)Drmek ki, Kur'an'da bulunan salât, destek anlamında infak ederek arınmak, vahiy olan Kur'an'dan destek almak, sabrın kaynağı, Allah için borç verme, takva, kitâba sımsıkı sarılma, şirkten temizlenme yani tevbe, iman kardeşliği, barış, Allah ve Resülüne itaat, mârufu emretme münkerden nehyetme, rahmete kavuşma, Allah'a ve âhiret gününe iman, Allah'tan başkasından korkmama, fakir ve garibanlar için barınaklar yapma, müminlere müjde, Allah'ın rızası, kötülüğü güzellikle önleme, şehvetlere tâbi olmama, Allah'tan başka ilâh kabul etmeme, sadece vahye iman edip yalnız onunla uyarma, zihinsel destek ile toplumu ayağa kaldırma, rızık endişesi taşımama, hayırlı işlerde yarış, sadece Allah'a kulluk etme, Allah söz konusu olduğu zaman saygı ile ürperme, başa gelen musibetlere karşı sabretme, Allah'a yani Kur'an'a sığınma, salat her türlü kötülükten kesin olarak engelleyen en büyük öğüt, şirkten korunma yani hizip hizip, fırka fırka olmama, her türlü kirden temizlenme, kitabı tilavet etme, Allah'ın zikri olan Kur'an'a koşma, dini sadece Allah'a özel kılarak hanif olma anlamına gelmektedir. Sizin namazınız bunları gerçekleştirmeye kâdir mi? Namaz diye adlandırılan ritüel, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarını Kur'an'a karşı zulüm ve küfür dahil, hiçbir münker ve fahşadan alıkoymadığı gibi salatları onları şirkten de kurtaramadı.Yani salât-ı yeniden ihya etme çabası çok kıymetlidir. Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları yüzyıllardır icra edilen ve bizi şirkten, zulüm yapmaktan ve hatta küfre sapmaktan alıkoymayan namaz ritüelinde ısrar edip salatın diriltici özünü kaçırıyorlar. Şu halde müşriklerin de icra ettiği namazdan çıkıp hanif olan İbrahim (a.s) ın başlattığı ve son Nebi olan Muhammed (a.s) ın hakkıyla ikame ettiği salat'a ulaşmalıyızKur'an'da ritüel olarak namaz varsa, kıyamı, kıraatı, rukü'ü, secdesi ile nasıl eda edildiği varsa, neden onlarca âyette hiç bir teferruata gidilmeden, yani açık olarak nasıl kılınacağı ortaya konmadan sadece "salât-ı ikâme edin" desin. Neden-salat-ı ikâme" aynen zekat (arınma) gibi kalıp bir ifade olarak geçmektedir. Kur'an'a baktığımızda İsrailoğullarının da (sizin deyiminizle namaz kıldıklarını) ve bu âyetlere Medine'de yaşayan Yahudilerin buna itiraz etmediklerini görüyoruz. (Bakara-83 ; Mâide-12)Kur'an'a baktığımızda salat'ın veya salat-ı ikâme etnenin çok kapsamlı, genel ve evrensel yani tarihin bütün dönemlerinde var olduğunu biliyoruz. Yani Yahudi ve Hristiyanların da salat'a aşina oldukları ve salat'a itiraz etmediklerini görüyoruz. Peki dinlerine gelenek ve göreneklerine son derece bağlı olan Yahudiler, içlerinde çok azı müstesna nasıl bu derece bu ritüelden uzaklaşmışlardır. Tekkelerini bile kaybetmeyen Yahudiler, namazlarını nasıl kaybetmişlerdir? İbrahim, Musa ve İsa (aleyhimüsselâm) salat-ı ikâmeyi önemle yerine getirdikleri halde Hristiyanların hepsi bu ritüeli nasıl zayi etmişlerdir. Tevrat ve İncil neden bu ritüelin teferruatından hiç söz etmez yani Kur'an'ın yaptığı gibi hiç bir ayrıntı vermez? Kur'an'da bir çok konuda onlarca tekrar varken, namazın nasıl kılunacağını bir kaç âyetle ortaya koymaya gücü yeten Yüce Allah, namazın nasıl kılınacağını neden din adamlarının söz ve ictihadlarına bırakmıştır? Namaz neden kalıp cümle olarak geçmektedir? Salât, sadece Mekke ve Medine'de yaşayan Müslümanlarla ilgili bir şey değildir. Müşriklerin de itiraz etmedikleri bir emirdir. Çünkü genel ve evrensel bir özelliğe sahiptir. Salat, sadece Şii ve Sünnilerin yaptığı bir ritüel değildir. Salât, Allah'a iman eden herkesin yaptığ, aynen ibadet gibi toplum ve birey için, hayatın tümünü içine alan hayır ve yardımlar anlamına gelmektedir. Kur'an Yahudilere neden "salât-ı ikâme" etmelerini emrediyor? (Bakara-40/46)Salât, insanları her türlü kötülükten engelleyeceği garantisi verilirken,(Ankebüt-45) iman eden bütün grup ve fırkaların arasında neden barış ve huzur meydana gelmiyor. Şia, Ehl-i Sünneti Müslüman kabul etmiyor, Ehl-i Sünnet, Sia'yı tekfir ediyor. Yani şimdi insanlık tarihinde sâlat'ı ikame eden Nebi, Resül ve iman edenler, sizin milyarlarca lira harcayarak inşa ettiğiniz muhabbetlerde, yaptığınız gibi namaz!!! kılıp ibadet ettiklerini mi zannediyorsunuz?Eğer Nebi ve ve Resüllerin sizin gibi namaz kıldıklarını yani ibadetlerinin sizin ibadetiniz gibi olduğunu iddia ediyorsanız, bundan utanın! Eğer Kur'an'da bulunan salât, sizin yaptığınız gibi bir ritüel olsaydı teferruata gidilmeden yani tek kalıplı bir cümle olarak hakkında bu kadar âyet indirilir miydi? Bir âyetle dâhi olsa yüce Allah onu târif ederdi. Namaz hakında bu kadar âyet indiğine göre yani bu inancınıza göre Nebi (Aleyhisselam) ın arkadaşları namaz kılmıyorlardı ki sürekli olarak bu konuda uyarılmışlardır. Bu mu yani!!! Namaza en düşkün olan fetö, namazında ve niyazında olan muhafazakar iktidarı devirmek için her türlü kumpası ve entrika kurmayı namazı nasıl izin verdi?Onlarca insanı katlediyor, yüzlerce vatandaşı yaralıyor, sakat bırakıyor, yapmadığı kötülük ve alçaklık kalmıyor. İnsanlara israf ve cehaletten başka bir getirisi olmayan, insanları taklit belasından kurtarmayan, şuur kazandırmayan, aklı harekete geçirmeyen bir ritüeli sorgulamak gerekmez mi? Cemaat, cemaate, tarikat, tarikata düşman, tek ortak noktaları namazı ayakta tutmak ve ümmeti durmadan sömürmek. İman edenler, birbirlerine öyle düşman olmuşlar ki, başka düşmana gerek kalmamıştır. Afganistan'dan Pakistan'a, Irak'tan Suudi Arabistan'a, Suriye'den Libya ve Sudan'a kadar neden bu ritüelin iman edenlerin ahlak ve karakterleri üzerinde müsbet hiç bir faydası olmamıştır. Kur'an'ın evrensel dâvâ ve dâveti olmazsa, günümüz dünyasında, böyle bir ritüelin hayata hakim olduğu bir dini, aklı ve mantığı yerinde olan hiç kimse benimseyemez. Dolayısıyla sakın namaz ritüeli, akıl, ilim, hanif ve rahmet dininden insanları uzaklaştıran uydurma bir uygulama olmasın? Zira Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Kur'an'ın bütün konu ve kavramların tahrif edildiğini görüyoruz. Kur'an'ın kavramlarından bize sağlam ve sağlıklı olarak hiçbirşey intikal etmemiştir. Kur'an'ın ifadesiyle "Allah'ın iman ve İslam nimetini küfür olarak değiştirdiler" (İbrahim-28)Bir yerlerde yanlış giden, yerinde olmayan, ters işleyen, vahyin ruhuna uymayan, akla aykırı, mantıksız bir şey vardır. Siz istediğiniz kadar karşı gelin ve kabul etmeyin, gelecek nesillerin gönlü ve kalbi namazdan değil, salât-ı ikame etmeden yana olacaktır. Evrensel bir ibadeti bir kabile ve aşiretin âyinine çevirmeye hakkınız yoktur.İnsanlık tarihinde herkesin yerine getirdiği bir ibadeti yani evrensel ve genel olan bir mesaj, nasıl olmuş da son vahyin Mekke ve Medine'sine yahut Şii ve Sünnilere özel olarak gelişmiştir?Herkes bilir ki, hakkın yerine batıl geçtiği zaman artık ondan bereketli bir verim alınamaz.Kalitesiz malın orijinal olduğunu iddia edemezsininiz. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları iman ve ibadet olarak yaşadıkları hiçbir şeyi Kur'an'da bulamazlar.Yani onların Allah'ı da Resullleri de dinleri de imanları da sanal ve hayalidir. Neden Sünni ve Şii kurum ve kuruluşlar, tarikat ve cemaatler, namaza yapıştıkça hanif dinden ve Kur'an'dan uzaklaşıyorlar. Allah'a yemin olsun, Kur'an bu konuda bize iman ve ilim, fikir ve cesaret vermeseydi böyle zor bir yükün altına girmezdik. Dinde zorluk ve zorlaştırma yoktur, insanlara nefes aldırmak gerekiyor. Alışkanlık haline gelmiş, ne olduğu bilmedikleri bir ritüeli insanlara tekrar tekrar yaptırmak doğru bir hareket değildir. İnsanlara Kur'an'ı öğretin, ihlası ve güzel ahlakı öğretin, infak ve erdemi, İbrahim ve Musa'yı, İsa ve Muhammed (a.s) ın tevhid mucadelesini öğretin. Allah adına yalan ve iftiradan, şirk ve hurafelerden vazgeçin. Keşke Nebi ve Resül yerine "peygamber" salât yerine "namaz" kelimesi kullanılmamış olsaydı. Kavramlar değişince, ilâhi ve Rabbani yani orijinal ve organik kelimeler tahrif olunca, hak ile batıl birbirinin içine karışıyor, her parça maalesef arıza veriyor. Ne olur, Allah için, bizi eleştirdiğinizin binde birini de atalarınızı ve onlardan gelen dini başka yerde değil, Kur'an'a giderek araştırın. Yani şimdi biz vahiy ehli muvahhidler, bir ritüele karşı gelmekle, Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin, dinlerini fırka ve mezheplere bölerek, Allah ve Resülüne yapmış oldukları ihanetin milyonda birini yapabilir miyiz? Allah için yere yığılın, alnınızı yere koyun ama bilinçli veya şuurlu olarak gözlerden yaş gelerek derin saygı ile koyun. Yukarıdaki sorulara devam ediyorum. Kur'an ehli muvahhidler, ümmete hiçbir faydası olmayan, sıkıntı ve stresten başka bir şey üretmeyen bir ritüele karşı gelerek, Ehl-i Sünnet ve Şia din adamlarının rivayet ve ictihadlarla bü ümmetin başına açtıkları musibet ve felaketlerin yüz binde birini verebilirler mi? Eğer Kur'an'sız Şia ve Ehl-i Sünnet rivayet ve içtihatlarında namazın üzerinde bu kadar durulmasaydı, psikolojik ve inanç bakımından insanları etkisi altına alan devasa mabetler bulunmasaydı, bir ritüele karşı gelenlere böyle körü körüne linç kampanyası düzenlenir miydi?Dolayısıyla Şia ve Ehl-i Sünnet muhaddis ve müctehiderinin gözlerinde önemli olan bir şeyin değeri yoktur.Onlar Kur'an'ın en önemli kavramları olan Nebi, Resül, ihlas, takva, tevhid, İslam ve imanın hangi anlama geldiğini bilmezler. Onlar Kur'an'a iman etmiş değillerdir. Namazınız değil kötülüklerden, kala kulluk etmekten bile engelleyememektedirNeden en çok namaza öncelik verenler kula kulluk ediyorlar? Mesela: Kula kulluk edenlerin ikinci kulluk ettikleri en önemli şey namazdır. Allah'ın verdiği akılla, inanç ve ahlakınızda olumlu hiçbir katkı sağlamayan namazınızı sorgulamak zorundayız. Milyonlarca fakir ve işsizin bulunduğu bir ülkede milyonlarca liraya mabed yapanların din ve diyanetini sorgulamak zorundayız. Hanif dinden ve Kur'an'dan hiç birşey anlamamışların iman ve ibadetlerini araştırmak zorundayız. "SİZ İSLAM'IN YÜZ KARASISINIZ"Uydurma dinin yani mezhepler dininin yani evliya ve ilahların şirk dininin yani fosillerin ictihadlarına tapmanın ne kadar korkunç olduğunu, birde Prof.Dr. Mehmet Çelik'in söyledikleri üzerinden düşünmek gerekir. Ülke TV de Turgay Güler'in "sıradışı tarih" programına katılan Mehmet Çelik, bu uydurma din hakkında çizdiği olağanüstü manzara aynen şöyledir. "Tarih boyunca, biz millet olarak da, bunun (islam dininin) bin yıl bayraktarlığını yapmışız, Allah'ın kelamını, emirlerini, yasaklarını ve bu barış dinini kâinatta her yere ulaştırmak ve her insana ulaştırmak.Bu nasıl ulaştırmak ya, ya sizin bu halinizden ancak nefret edilir kardeşim, nefret edilir.Ne Müslümanlığı?Neden bahsediyorsunuz?Yani günde beş sefer spor yaparak, takla atarak Allah'a ibadet ettiğinizi mi zannediyorsunuz?Senede bir ay aç durarak (oruç tutarak) Allah'a ibadet ettiğinizi mi zannediyorsunuz?Siz islam'ın yüz karasısınız, yüz karası.Siz insanlığın yüz karasısınız.Batı kötü, batı hain, batı şöyle, batı böyle de, sen ne haltsın sen ?Sen insan değilsin.Senin insanlık sınıfında yerin yok senin.Ve sen islam'ın üzerinde bir yüksün. Keşke putperest olaydın, keşke ateist olaydın, keşke şintoist olaydın, hatta keşke hayvan olaydın. Sen insan olmayaydın.Kim üretti kardeşim?Bu algıyı kim üretiyor?Batı üretmiyor.Boşu boşuna hedef saptırır da kendi içimizi rahatlatmayalım. Dokuz ay on gün anne karnında, anne rahminde yetişen bir çocuk, çıkıyor o.Siz onun sağ kulağına ezan okuyorsunuz, sol kulağına kamet okuyorsunuz.İsmini bir müslüman ismi koyuyorsunuz.Bilmem dişi çıktığında hedik (kaynamış buğday) yapıp dağıtıyorsunuz. Bilmem doğduğunda akika kurbanları yapıyorsunuz.Bilmem törenlerle sünnet ediyorsunuz. Siz bu masum bebekten bir canavar yaratıyorsunuz sonunda. Bir katil yaratıyorsunuz sonunda. Başında sarığı var bunların, yüzlerinde sakalı var, ellerinde kalaşnikofları var, ağızlarında cihad âyetleri var.Siz Allah'a iftira ediyorsunuz. Allah'ın kitabını ve dinini ters çevirdiniz. Neyin bahsini yapıyorsunuz?Esad orada öldürmüş, vay vay vay, Esad böyle zalim. Sadece bir iktidarı devirdiğiniz zaman iş bitiyor mu?Bakın bütün İslam dünyasında kan var.Bütün İslam dünyasında gözyaşı var. Amerika gelmiş burayı işgal etmiş, zemin hazırlama. Amerika böyle kötü, siz temiz misiniz?Siz temiz misiniz?Yani Mısır'daki NUSRA'dan tut da, bilmem Suriye'deki IŞİD'den tut da, Afganistan'daki TALİBAN'dan tut da. Ben sizinle aynı camide olmak istemiyorum.Ben sizinle o inandığınız Allah'a secde etmek istemiyorum. O elinizdeki kitap sizin, Allah'ın gönderdiği Kur'an olamaz.Sonra anlamıyor, algılayamıyorsunuz bile.Ve şu düştüğünüz duruma bakın ya! Neden böyle?Hanginiz Kur'an'a göre yaşıyorsunuz?Hani o meşhur hikayedir. İncil'de anlatılan bir hikayedir.Bir kadın zina suçu işliyor, recmedilecek.İnsanlar toplanıyor, âdeta büyük bir kin ve öfke ile toplanıyorlar. Hahamlar da orada.İsa orada onlara diyor ki:İlk taşı günahsız olan atsın diyor içinizden.Hepsi birbirlerine bakıyorlar. Kimsenin eli gitmiyor ilk taşı atmaya.Önce insan olarak kendi kendimizi sorgulayalım.Yalan söylemeyen, iftira atmayan, dedikodu yapmayan, tarikat şeyhinden tut, sokaktaki çocuğa kadar.Herkesin günlük hayatında olan bir şey.Bence bu dinden vazgeçin. Bu dinin yakasından düşün kardeşim!
17 Aralık 2021 Cuma
KUR'AN'DAKİ SALÂT, NAMAZ KILMAK MIDIR? KUR'AN'DA SALÂT"Onlar gayba iman edeler yani salat-ı ikâme ederler yani rızık olarak verdiklerimizden infak ederler"(Bakara-3)"Salât-ı ikame edin yani arınmaya gelin ve rüku edenlerle beraber rukü edin"( Bakara- 43)"Sabır ve salâtla Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (Allah'a) haşyet duyanlardan başkasına büyük gelir" Bakara- 45)Yukarıdaki iki ayet Medine'de yaşayan Yahudiler hakkında inmişlerdir.Soru şu: Yahudiler Kur'an'a iman etmeden namaz kılmalarının bir anlamı olur mu?Neden salât'la yardım istesinler yani neden de Allah'tan yardım istesinler olmasın buradaki salata Kur'an olmasın.Ataları olan İsrailoğulları salat-ı biliyor ve yüce Allah, salât konusundan onlardan söz almıştı.(Bakara-83)Bu âyetteki salât Kur'an'dır. Çünkü yüce Allah'ın insanlara en büyük desteği vahiy'dir. Aslında "salât" kavramlarının geçtiği her âyette salât'ın hangi anlama geldiğini görüyoruz.Mesela:Salât-ı ikâme edin yani arınmaya gelin yani kendiniz için her ne hayır takdim edersiniz Allah katında onu bulursunuz"Bakara- 110)Ey iman edenler! Sabır ve salât'la Allah'tan yardım isteyin...."(Bakara-153)İnsana en büyük sabır ve en önemli salât-ı veren kaynak Allah'ın kitabı Kur'an'dır.Çünkü salât ve sabır kaynağı odur.Yüce Allah, Resülüne de sadece onunla sabrı ve salât-ı tavsiye etmiştir."Sen de onların içinde bulunup da onlara salat-ı ikâme edeceğin zaman onlardan bir tâife seninle beraber dursunlar..."Nisa-102)Âyette "neden salât etsinler" değil de, "onlardan bir tâife seninle beraber ayakta dursunlar" buyrulmaktadır. Âyette bulunan "secde etsinler" den maksat "söylenenleri anlayıp kabul ettikten sonra" anlamına gelmektedir. Yoksa savaş gibi zor bir ortamda bir ritüelin emredilmesi mümkün değildir.Aklınız yok mu?Burada ordunun savaş hazırlıkları, sorunların giderilmesi ile ilgili bir motivasyon vardır."Salât-ı bitirdiğinizde, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarken Allah'ı zikredin. Güvene kavuştunuz mu salat-ı ikâme edin..." Namaz zaten Allah'ı zikretmek değil miydi?Namazı!!! bitirdikten sonra ayakta dururken, otururken ve yan yatarken Allah'ı zikretmek nedir?İsrailoğulları şu şekilde salât-ı ikâme ediyorlardı.Yani Mâide 12.âyette salâtın şöyle bir anlama geldiğini görüyoruz.Arınma, Resüllere iman etme, onlara yardım etme, Allah için borç verme olarak geliyor.Eğer namazda rukü olsaydı, salat-ı ikâme ettikten sonra yüce Allah niye "rukü ederler" buyurmuştur? "Sizin veliniz ancak Allah'tır, Resülüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek salât-ı ikâme eder yani arınırlar" (Mâide-55)"Bir de salat-ı ikâme edin yani sorumluluk bilincine sahip olarak ondan sakının" ( Enam- 72)"Kitab-a sımsıkı sarılarak yani salât-ı ikame edenlere gelince..."(Âref- 70)"Haram aylar çıkınca (savaşta) müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tevbe eder yani salât-ı ikâme eder yani (şirkten) arınırlarsa onların yolunu serbest bırakın..."(Tevbe- 5)Yoksa şirkten arınma olmadan Müşriklerin namaz kılmalarının hiçbir anlamı yoktur."Eğer( müşrikler) tevbe eder yani salât-ı ikâme eder yani zekât-a gelirlerse artık onlar dinde kardeşlerinizdir..." (Tevbe-11)Allah Resulü (a.s) döneminde "yani" kelimesi olmadığı için Kur'an bunu içine almamış onun yerine "vav" harfini kullanmıştır.Fakat yüzlerce âyette ancak "yani" kelimesini koyduğumuzda kavramlar bir anlam kazanıyor. Yani yüce Allah bu "ve" lerle kitabını tebyin, tefsir, tasrif, tafsil "yani" kelimesiyle kendi içinde bir sistemle yani bir hikmete kavuşturuyor. "İnfaklarının kabul edilmesine, yalnızca, Allah'a ve Resul'üne kâfir olmaları yani salât-a üşene üşene gelmeleri yani zorla-istemeyerek İnfak etmelerine engel olmuştur.(Tevbe-54)"Mümin erkekler ve mümine kadınlar birbirlerinin velileridir. Mârufu emreder münkerden nehyederler yani salât-ı ikâme eder yani zekât'a (arınmaya) gelir yani Allah'a yani Resül'e itaat ederler. işte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah Aziz'dir, Hakim'dir" (Tevbe-71)"Allah'ın mescidlerini, Ancak Allah'a ve âhiret gününe iman eden yani salât'ı ikâme eden yani zekât'a (arınmaya) gelen yani Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler.İşte hidayete ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır" (Tevbe-18)"Musa'ya ve kardeşine"kavminiz için Mısır'da (barınak olarak) evler hazırlayın ve evlerinizi kıble kılın yani salât'ı ikame edin yani müminlere müjde ver"( Yunus- 87)Yani Firavun'un zülmünden kurtulacaklarına dair onlara müjde ver."Onlar Rablerinin rızasına ermek için yani salât'ı ikâme ederler yani kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açıktan Allah için infak ederler ve kötülüğü güzellikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun hayırlı sonucu vardır.(Râd-22)"Dediler ki: Ey Şuayb!(din) atalarımızın ibadet ettiklerini( İlahları) yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana salât'ın mi emrediyor? Yukarıdaki salat vahiy ve din anlamına gelmektedir. Onlardan sonra salât'ı zayi eden yani şehvetlerine tabi olan bir nesil geldi..." (Meryem-59)"Şüphe yok ki ben Allah'ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O halde sadece bana ibadet et yani zikrim için salât'ı ikâmet et"(Tâhâ-14) (Ehline salât'ı emret ve kendin de onun üzerinde sabret. Senden rızık istemiyoruz. Sana biz rızık veriyoruz" Âkibet takva sahiplerinindir"(Tâhâ- 132)Onlar (tüm Nebiler) emirlerimizle hidayeti gösteren önderler kıldık yani kendilerine hayırlar işlemeyi yani salât'ı ikâme etmeyi yani arınmayı vahyettik. Onlar sadece bize kulluk eden kimselerdi.( Enbiya-73)"Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden yani salât'ı ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda infak eden kimselerdir" (Hac- 35)"Onlar öyle kimseler ki, şayet kendilerine yerde imkan verirsek, salât-ı ikame eder yani mârufu emrederler yani kötülükten nehyederler bütün işlerin akıbeti Allah'a aittir"(Hac-41)"...Salât'ı ikâme edin yani zekat'a gelin (arının) yani Allah'a sığının. O sizin mevlanızdır. O ne güzel mevlâ yani ne güzel yardımcıdır.(Hac-78)"Öyle erler (vardır ki) ne bir ticaret, ne bir alışveriş onları Allah'ın zikrinden (Kur'an'dan) yani salât'ı ikame etmekten yani zekât'a (arınmaya) gelmekten alıkoyamaz. Onlar kalplerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar. (Nur-37)"Salât'ı ikame edin yani arınmaya gelin umulur ki merhamete kavuşturulursunuz"(Nur-56)"Onlar, salât'ı ikame derler yani zekat'a gelerek arınırlar yani onlar âhirete kesin olarak iman ederler"(Neml- 2,3) (Ey Nebi!) kitaptan sana vahyedileni tilâvet et yani salât'ı ikâme et. Çünkü salât fuhşiyattan ve münkerden alıkoyar. Allah'ın zikri olan (Kur'an) ile uyarı yapmak en büyük (bir öğüt) tür..."(Ankebüt-45)"Allah'a yönelmiş olarak sorumluluk bilincine sahip olun yani salât'ı ikame edin yani sakın müşriklerden olmayın yani fırka fırka yani şia şia olanlardan (olmayın. Bunlardan) her hizip kendilerinde olan inançla sevinmektedir"(Rum-31,32) (Lokman(a.s) dan oğluna) Ey oğlum! salât'ı ikâme et yani mârufu emret yani münkerden nehyet yani sana gelen müsibete karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar azmedilmesi gereken işlerdendir"(Lokman- 17)"Salât'ı ikâme edin yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ey Nebi'nin ev halkı Allah sizden her türlü kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"( Ahzab-33)"Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na özel kılarak yani hanifler olarak Allah'a ibâdet etmeleri yani salât'ı ikâme etmeleri ve zekât'a (arınmaya) gelmeleri emrolunmuştu. İşte tolumu ayağa kaldıracak sağlam din budur" (Beyyine-5)Drmek ki, Kur'an'da bulunan salât, destek anlamında infak ederek arınmak, vahiy olan Kur'an'dan destek almak, sabrın kaynağı, Allah için borç verme, takva, kitâba sımsıkı sarılma, şirkten temizlenme yani tevbe, iman kardeşliği, barış, Allah ve Resülüne itaat, mârufu emretme münkerden nehyetme, rahmete kavuşma, Allah'a ve âhiret gününe iman, Allah'tan başkasından korkmama, fakir ve garibanlar için barınaklar yapma, müminlere müjde, Allah'ın rızası, kötülüğü güzellikle önleme, şehvetlere tâbi olmama, Allah'tan başka ilâh kabul etmeme, sadece vahye iman edip yalnız onunla uyarma, zihinsel destek ile toplumu ayağa kaldırma, rızık endişesi taşımama, hayırlı işlerde yarış, sadece Allah'a kulluk etme, Allah söz konusu olduğu zaman saygı ile ürperme, başa gelen musibetlere karşı sabretme, Allah'a yani Kur'an'a sığınma, salat her türlü kötülükten kesin olarak engelleyen en büyük öğüt, şirkten korunma yani hizip hizip, fırka fırka olmama, her türlü kirden temizlenme, kitabı tilavet etme, Allah'ın zikri olan Kur'an'a koşma, dini sadece Allah'a özel kılarak hanif olma anlamına gelmektedir. Sizin namazınız bunları gerçekleştirmeye kâdir mi? Namaz diye adlandırılan ritüel, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarını Kur'an'a karşı zulüm ve küfür dahil, hiçbir münker ve fahşadan alıkoymadığı gibi salatları onları şirkten de kurtaramadı.Yani salât-ı yeniden ihya etme çabası çok kıymetlidir. Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları yüzyıllardır icra edilen ve bizi şirkten, zulüm yapmaktan ve hatta küfre sapmaktan alıkoymayan namaz ritüelinde ısrar edip salatın diriltici özünü kaçırıyorlar. Şu halde müşriklerin de icra ettiği namazdan çıkıp hanif olan İbrahim (a.s) ın başlattığı ve son Nebi olan Muhammed (a.s) ın hakkıyla ikame ettiği salat'a ulaşmalıyızKur'an'da ritüel olarak namaz varsa, kıyamı, kıraatı, rukü'ü, secdesi ile nasıl eda edildiği varsa, neden onlarca âyette hiç bir teferruata gidilmeden, yani açık olarak nasıl kılınacağı ortaya konmadan sadece "salât-ı ikâme edin" desin. Neden-salat-ı ikâme" aynen zekat (arınma) gibi kalıp bir ifade olarak geçmektedir. Kur'an'a baktığımızda İsrailoğullarının da (sizin deyiminizle namaz kıldıklarını) ve bu âyetlere Medine'de yaşayan Yahudilerin buna itiraz etmediklerini görüyoruz. (Bakara-83 ; Mâide-12)Kur'an'a baktığımızda salat'ın veya salat-ı ikâme etnenin çok kapsamlı, genel ve evrensel yani tarihin bütün dönemlerinde var olduğunu biliyoruz. Yani Yahudi ve Hristiyanların da salat'a aşina oldukları ve salat'a itiraz etmediklerini görüyoruz. Peki dinlerine gelenek ve göreneklerine son derece bağlı olan Yahudiler, içlerinde çok azı müstesna nasıl bu derece bu ritüelden uzaklaşmışlardır. Tekkelerini bile kaybetmeyen Yahudiler, namazlarını nasıl kaybetmişlerdir? İbrahim, Musa ve İsa (aleyhimüsselâm) salat-ı ikâmeyi önemle yerine getirdikleri halde Hristiyanların hepsi bu ritüeli nasıl zayi etmişlerdir. Tevrat ve İncil neden bu ritüelin teferruatından hiç söz etmez yani Kur'an'ın yaptığı gibi hiç bir ayrıntı vermez? Kur'an'da bir çok konuda onlarca tekrar varken, namazın nasıl kılunacağını bir kaç âyetle ortaya koymaya gücü yeten Yüce Allah, namazın nasıl kılınacağını neden din adamlarının söz ve ictihadlarına bırakmıştır? Namaz neden kalıp cümle olarak geçmektedir? Salât, sadece Mekke ve Medine'de yaşayan Müslümanlarla ilgili bir şey değildir. Müşriklerin de itiraz etmedikleri bir emirdir. Çünkü genel ve evrensel bir özelliğe sahiptir. Salat, sadece Şii ve Sünnilerin yaptığı bir ritüel değildir. Salât, Allah'a iman eden herkesin yaptığ, aynen ibadet gibi toplum ve birey için, hayatın tümünü içine alan hayır ve yardımlar anlamına gelmektedir. Kur'an Yahudilere neden "salât-ı ikâme" etmelerini emrediyor? (Bakara-40/46)Salât, insanları her türlü kötülükten engelleyeceği garantisi verilirken,(Ankebüt-45) iman eden bütün grup ve fırkaların arasında neden barış ve huzur meydana gelmiyor. Şia, Ehl-i Sünneti Müslüman kabul etmiyor, Ehl-i Sünnet, Sia'yı tekfir ediyor. Yani şimdi insanlık tarihinde sâlat'ı ikame eden Nebi, Resül ve iman edenler, sizin milyarlarca lira harcayarak inşa ettiğiniz muhabbetlerde, yaptığınız gibi namaz!!! kılıp ibadet ettiklerini mi zannediyorsunuz?Eğer Nebi ve ve Resüllerin sizin gibi namaz kıldıklarını yani ibadetlerinin sizin ibadetiniz gibi olduğunu iddia ediyorsanız, bundan utanın! Eğer Kur'an'da bulunan salât, sizin yaptığınız gibi bir ritüel olsaydı teferruata gidilmeden yani tek kalıplı bir cümle olarak hakkında bu kadar âyet indirilir miydi? Bir âyetle dâhi olsa yüce Allah onu târif ederdi. Namaz hakında bu kadar âyet indiğine göre yani bu inancınıza göre Nebi (Aleyhisselam) ın arkadaşları namaz kılmıyorlardı ki sürekli olarak bu konuda uyarılmışlardır. Bu mu yani!!! Namaza en düşkün olan fetö, namazında ve niyazında olan muhafazakar iktidarı devirmek için her türlü kumpası ve entrika kurmayı namazı nasıl izin verdi?Onlarca insanı katlediyor, yüzlerce vatandaşı yaralıyor, sakat bırakıyor, yapmadığı kötülük ve alçaklık kalmıyor. İnsanlara israf ve cehaletten başka bir getirisi olmayan, insanları taklit belasından kurtarmayan, şuur kazandırmayan, aklı harekete geçirmeyen bir ritüeli sorgulamak gerekmez mi? Cemaat, cemaate, tarikat, tarikata düşman, tek ortak noktaları namazı ayakta tutmak ve ümmeti durmadan sömürmek. İman edenler, birbirlerine öyle düşman olmuşlar ki, başka düşmana gerek kalmamıştır. Afganistan'dan Pakistan'a, Irak'tan Suudi Arabistan'a, Suriye'den Libya ve Sudan'a kadar neden bu ritüelin iman edenlerin ahlak ve karakterleri üzerinde müsbet hiç bir faydası olmamıştır. Kur'an'ın evrensel dâvâ ve dâveti olmazsa, günümüz dünyasında, böyle bir ritüelin hayata hakim olduğu bir dini, aklı ve mantığı yerinde olan hiç kimse benimseyemez. Dolayısıyla sakın namaz ritüeli, akıl, ilim, hanif ve rahmet dininden insanları uzaklaştıran uydurma bir uygulama olmasın? Zira Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Kur'an'ın bütün konu ve kavramların tahrif edildiğini görüyoruz. Kur'an'ın kavramlarından bize sağlam ve sağlıklı olarak hiçbirşey intikal etmemiştir. Kur'an'ın ifadesiyle "Allah'ın iman ve İslam nimetini küfür olarak değiştirdiler" (İbrahim-28)Bir yerlerde yanlış giden, yerinde olmayan, ters işleyen, vahyin ruhuna uymayan, akla aykırı, mantıksız bir şey vardır. Siz istediğiniz kadar karşı gelin ve kabul etmeyin, gelecek nesillerin gönlü ve kalbi namazdan değil, salât-ı ikame etmeden yana olacaktır. Evrensel bir ibadeti bir kabile ve aşiretin âyinine çevirmeye hakkınız yoktur.İnsanlık tarihinde herkesin yerine getirdiği bir ibadeti yani evrensel ve genel olan bir mesaj, nasıl olmuş da son vahyin Mekke ve Medine'sine yahut Şii ve Sünnilere özel olarak gelişmiştir?Herkes bilir ki, hakkın yerine batıl geçtiği zaman artık ondan bereketli bir verim alınamaz.Kalitesiz malın orijinal olduğunu iddia edemezsininiz. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları iman ve ibadet olarak yaşadıkları hiçbir şeyi Kur'an'da bulamazlar.Yani onların Allah'ı da Resullleri de dinleri de imanları da sanal ve hayalidir. Neden Sünni ve Şii kurum ve kuruluşlar, tarikat ve cemaatler, namaza yapıştıkça hanif dinden ve Kur'an'dan uzaklaşıyorlar. Allah'a yemin olsun, Kur'an bu konuda bize iman ve ilim, fikir ve cesaret vermeseydi böyle zor bir yükün altına girmezdik. Dinde zorluk ve zorlaştırma yoktur, insanlara nefes aldırmak gerekiyor. Alışkanlık haline gelmiş, ne olduğu bilmedikleri bir ritüeli insanlara tekrar tekrar yaptırmak doğru bir hareket değildir. İnsanlara Kur'an'ı öğretin, ihlası ve güzel ahlakı öğretin, infak ve erdemi, İbrahim ve Musa'yı, İsa ve Muhammed (a.s) ın tevhid mucadelesini öğretin. Allah adına yalan ve iftiradan, şirk ve hurafelerden vazgeçin. Keşke Nebi ve Resül yerine "peygamber" salât yerine "namaz" kelimesi kullanılmamış olsaydı. Kavramlar değişince, ilâhi ve Rabbani yani orijinal ve organik kelimeler tahrif olunca, hak ile batıl birbirinin içine karışıyor, her parça maalesef arıza veriyor. Ne olur, Allah için, bizi eleştirdiğinizin binde birini de atalarınızı ve onlardan gelen dini başka yerde değil, Kur'an'a giderek araştırın. Yani şimdi biz vahiy ehli muvahhidler, bir ritüele karşı gelmekle, Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin, dinlerini fırka ve mezheplere bölerek, Allah ve Resülüne yapmış oldukları ihanetin milyonda birini yapabilir miyiz? Allah için yere yığılın, alnınızı yere koyun ama bilinçli veya şuurlu olarak gözlerden yaş gelerek derin saygı ile koyun. Yukarıdaki sorulara devam ediyorum. Kur'an ehli muvahhidler, ümmete hiçbir faydası olmayan, sıkıntı ve stresten başka bir şey üretmeyen bir ritüele karşı gelerek, Ehl-i Sünnet ve Şia din adamlarının rivayet ve ictihadlarla bü ümmetin başına açtıkları musibet ve felaketlerin yüz binde birini verebilirler mi? Eğer Kur'an'sız Şia ve Ehl-i Sünnet rivayet ve içtihatlarında namazın üzerinde bu kadar durulmasaydı, psikolojik ve inanç bakımından insanları etkisi altına alan devasa mabetler bulunmasaydı, bir ritüele karşı gelenlere böyle körü körüne linç kampanyası düzenlenir miydi?Dolayısıyla Şia ve Ehl-i Sünnet muhaddis ve müctehiderinin gözlerinde önemli olan bir şeyin değeri yoktur.Onlar Kur'an'ın en önemli kavramları olan Nebi, Resül, ihlas, takva, tevhid, İslam ve imanın hangi anlama geldiğini bilmezler. Onlar Kur'an'a iman etmiş değillerdir. Namazınız değil kötülüklerden, kala kulluk etmekten bile engelleyememektedirNeden en çok namaza öncelik verenler kula kulluk ediyorlar? Mesela: Kula kulluk edenlerin ikinci kulluk ettikleri en önemli şey namazdır. Allah'ın verdiği akılla, inanç ve ahlakınızda olumlu hiçbir katkı sağlamayan namazınızı sorgulamak zorundayız. Milyonlarca fakir ve işsizin bulunduğu bir ülkede milyonlarca liraya mabed yapanların din ve diyanetini sorgulamak zorundayız. Hanif dinden ve Kur'an'dan hiç birşey anlamamışların iman ve ibadetlerini araştırmak zorundayız.
15 Aralık 2021 Çarşamba
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(83.YAZI) 6-) Ey iman edenler! Salât'a kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı ve topuklara kadar ayaklarınızı da meshedin. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Hasta, yahut yolculuk halinde bulunursanız, yahut biriniz tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara dokunmuşsanız (cinsî birleşme yapmışsanız) ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin de yüzünüzü ve (dirseklere kadar) ellerinizi onunla meshedin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (İslam- tevhid) nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz. ABDEST!!!" Evvala şu gerçeği bileceğiz. Şia ve Ehl'i Sünnet mezheplerinde Kur'an'a yani İslam dinine uygun hiç bir uygulama, ahlak ve ibadet bulamazsınız. Onların din adamları yani muhaddis ve müctehidleri, yüce Allah'ın gönderdiği vahiy nimetini küfür olarak değiştirdiler ve kavimlerini helak yurduna sürüklediler. (İbrahim-28)Ümmi halkın "abdest" diye bildiği uygulama veya "namaz için abdest" söylemleri Kur'an'ın İslam'ında olmayan şeylerdir.Bu âyette temizlikle ilgili anlatılan şeyler "namaz kılmak" için değil, "salat'ı ikame etmek" için yapılacak şeylerdir.Şimdi konuyu iyice anlamamız açısından önce Medine'ye yani son vahyin ilk muhataplarının yaşadığı çağa gidelim.O günkü asrın arka planını görmemiz gerekiyor. Son vahyin indiği Arap toplumu temizlik kültürünün ve suyun son derece sınırlı olduğu bir toplumdur.Birde sıcakların ve ter kokusu gibi insanları rahatsız eden faktörlerin çok olduğu bir coğrafyadır. Aslında Arap toplumunun hâlâ Kur'an'da var olan temizliğe göre hareket ettiklerini söyleyemeyiz.İşte yüce Allah, insanların toplu olarak "salat'ı ikame etmeye" gidecekleri zaman cemaatı rahatsız etmemeleri için üst ve başlarının temiz olmasını istemiştir. Cünüplük ise, şehevi arzu ve isteklerin galip gelmesi, zihnin cinselliğe takılması yani günaha girme ihtimaline karşı tatmin olup zihnen rahatlamayı ifade ediyor.Yani insanlar salat'ı ikame etmeye gidecekleri zaman, düşünce ve akıl bakımından tatmin olmuş zihin ve duygu açısından rahatlamış olarak gideceklerdirBu âyette bulunan "hatté teğtesilü" yıkanma değil, "yıkandırılma" anlamına gelmektedir.Yani insanın eşiyle cinsel ilişkiye girdikten sonra yıkanmak durumunda kalması demektir. Âyette bulunan "ve in küntüm cünüben fattahharu" cünüp iseniz yıkanın değil, "tam olarak kendinizi temizleyin" buyrulması da çok önemlidir.Yani cünüplükten yıkanma diye bir şey yoktur, şehvani arzulardan zihni temizleme ve daha sonra yıkanma yani güsül etme vardır.Dolayısıyla asıl temizlik insanın aklını ve fikrini, duygu ve düşüncesini şehevi arzulardan temizleyip toplumun karşısına temiz, huzurlu ve rahatlamış olarak çıkmasıdır. Aslında olay çok basittir veanlaşılmaya gayet müsait bir konudur. Fakat Ehl'i Sünnet ve Sia'nın din adamları, İslam'da olmayan bir ibadet üzerine dinlerini inşa ettikleri için "abdest" dedikleri uygulamaya çok geniş yer vermiş ve altından kalkılması mümkün olmayan anlamlar yüklemişlerdir.Şia ve Ehl'i Sünnet'te ibadetler özellikle "namaz" ve "abdest" ümmetin sırtında ağır bir yük ve kırılmaz bir esaret zinciri gibidir. Âyette bulunan "hatté te'lemu mé tekûlune" cümlesi, "namaz" gibi bir ritüeli değil, akıl, fikir, inanç ve zihin açısında bir ortak akıl, bir mucadele, bir destekleşme ve toplum için sâlihat yapmayı ön görüyör. Yine âyette bulunan "feteyemmemu saiden tayyiben" "hoş, güzel, temiz uygun bir madde ile teyemmum edin" yani su bulunmadığı zaman en azından sudan daha az bir temizlik maddesi ile yetinin.Son vahyin tarihinde sudan sonra gelen temizlik maddesi toprak veya kum idi. Temizlik için su bulunmadığı zaman başka çareler arayın ve temiz olmaya çalışın demektir.Günümüzden örnek vermek gerekirse, temizlik için su yoksa, ıslak mendil var, mendil yoksa kağıt var.Eskiden cebimizden asla mendil eksik olmazdı.Dolayısıyla temizliğin namaz ile bir ilgisi yoktur. Salat'ı ikame etme ve toplumun rahatsız olmamasıyla ilgili bir durumdur.Kur'an'da abdest alma diye bir şey yoktur. Abdest Farsça bir kelimedir ve "el suyu" anlamına gelmektedir.Araplar abdeste "vudu" yani "aydınlık-aydınlanma- ışık" adını veriyorlar.Yüce Allah temizlik kültürünün az bulunduğu topluma abdesti değil, temizliği ve insanları rahatsız etmeme ahlak ve medeniyetini öğretti.Ama onlar hala temiz olma yerine abdesti ve güsül yapmayı kafayı takmışlar.Yüce Allah'ın basitçe yapmış olduğu temizlik tavsiyesini suyla savaşmak gibi algılamış, Kur'an'a tâbi olma yani tevhide ve kendisine teslimiyet emirlerini üzerinde durmadan arkalarına atmışlardır. Dolayısıyla aklımızı ve fikrimizi abdestten kurtarıp, şirk ve hurafelerden temiz olmaya odaklanmamız gerekir.Abdest ve namaz bu ümmetin başında olan en büyük bir bela, en kronik bir hastalıktır.Adam çıkmış sadece "namaza hazırlık" anlamına gelen temizlik için "kitébut tahhârâti" "temizlik kitabı" adıyla on dört (14) ciltlik bir kitap yazmış. Abdest ve namaz bu milleti psikolojik hasta yaptı. Toplumu bu beladan kurtarmak gerekir. Hüseyin Atay hoca'nın "namazı milletin başına bela ettiler" sözü rastgele ve boşuna söylenmiş bir söz değildir. "Salât" Diyanetin kendi camilerinde Nurcuların dershanelerinde, süleymancıların yurtlarında, tarikatların tekkelerinde yaptıkları ders ve sohbetlerin Kur'an'daki adıdır. Ancak ders ve sohbetleri vahye dayanmadığı yani hanif İslam diniyle yani ihlasla yani dini Allah'a özel kılma ile ilgili olmadığı için yüce Allah onların yaptığı "salât'ın" "sehûn" olduğunu söylüyor. Sonuç olarak: Hadisler bırakılmadan Kur'an anlaşılmaz, mezheb imamı, muhaddis ve müctehidler inkar edilmeden İbrahim ve Muhammed (a.s) bilinmez, mezhep bırakılmadan hanif din bulunmaz, namaz bırakılmadan salât anlaşılmaz, abdest!!! bırakılmadan temizlik bilinmez. Bunlar birbirini zıt ve birbirine tamamen aykırı ve muhalif kavramlardır.
14 Aralık 2021 Salı
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(82. YAZI)Nisa Süresi 166-) Fakat Allah sana indirdiğine şahitlik eder; onu kendi ilmi ile indirdi. Melekler de şahitlik ederler. Ve şahit olarak Allah kâfîdir. 167-) Kâfir olanlar yani Allah yolundan engelleyenler andolsun öyle saptılar ki, (artık dönemeyecek) bir sapkınlıkla (hidayetten) uzaklaşmışlardır. 168-) Kâfir olanlar yani zulmedenleri Allah asla mağfiret edecek değildir. Ve onları (vahiy'den bağımsız olarak) hidayetin yoluna iletecek de değildir. 169-) Ancak (yaptıkları amellerle) ebedî kalmak üzere cehennemin yoluna (iletecektir). Bu da Allah’a çok kolaydır. 170-) Ey insanlar! Resûl size Rabbinizden hakkı getirdi (bunda şüphe yoktur), şu halde (ona) iman edin kendi hayrınıza olacak. Eğer kâfir olursanız, göklerde ve yerde ne varsa şüphesiz hepsi Allah’ındır. (O’nun sizin imanınıza ihtiyacı yoktur). Allah Alim olandır, Hakim olandır. (Bu âyette bulunan "Resül" kavramı, beşer Resül olan Muhammed (a.s) dan daha çok kitap Resül olan Kur'an'dır. Çünkü âyette genel ve evrensel bir çağrı ve mesaj vardır. Yani kiyamet gününe kadar gelecek insanlara hitap etmektedir. Ve beşer Resül olan Muhammed (a.s), insanlık tarihi açısından yaşadığı zaman itibariyle risâlet misyonu bir şimşek çakması kadar değildir. Buna benzer âyetlerde her zaman evrensel olan Resül kavramı geçmektedir. Hiç birisinde Nebi kavramı kullanılmamıştır. Çünkü Nebi tarihsel ve bölgeseldir. Yani Medine'de vefat etmiş ve orada kalmıştır. Fakat Resül ölümsüzdür. Resül asla ölmez. Beşer Resül ölürse, yerine Resül olan Kur'an devam etmektedir. İşte onun için ilgili onlarca âyetin hepsinde Resül kavramı geçmektedir.) 171-) Ey ehl-i kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, haktan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesîh, ancak Allah’ın Resûl'üdür, (o) Allah’ın, Meryem’e ulaştırdığı "kün: Ol" kelimesi(nin eseri)dir, O’ndan bir ruhtur. (O’nun tarafından gönderilmiş bir ruhtur). Şu halde Allah’a yani Resüllerine iman edin. "(Allah) üçtür" demeyin, sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter. 172-) Ne Mesîh ve ne de (Allah’a) yakın melekler, Allah’a kul olmaktan geri çekinirler (utanırlar) O’na ibadet etmekten (kul olmaktan) çekinenlerin hepsini huzuruna toplayacaktır. 173-) İman edip salih ameller işleyenlere (gelince Allah) ecirlerine vefa gösterecek ve onlara faziletinden daha fazlasını da (verecektir.) O'na ibadetten (O'na kul olmaktan çekinen ve kibirlenenlere gelince onlara acı bir şekilde azap edecek ve onlar, kendileri için Allah’tan başka ne bir veli ve ne de bir yardımcı bulurlar. (Kendilerini Allah’ın azabından kurtaracak bir kimse bulamazlar.) 174-) Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir burhan geldi ve size mübin( apaçık) bir nur indirdik. (Kur'an'da mübin (apaçık) kavramı, Allah vahiy ve Resül bağlamında kullanılan bir kavramdır. Allah ve vahiy bağlamında bir çok âyette geçerken, Zuhruf 29; Duhan 13.âyetlerde Resül bağlamında geçmektedir. "Mübin" Nebi için kullanılmaz.) 175-) Allah’a iman edip O’na sığınanlara gelince, Allah onları kendinden bir rahmet ve faziletin içine sokacak ve onları kendi hidayetine doğru (giden) sırat-ı müstakime iletecektir. 176-) Senden fetva isterler. De ki: "Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle fetva veriyor: Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kızkardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur. Kızkardeş ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş de ona vâris olur. Kızkardeşler iki tane olursa (erkek kardeşlerinin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmayasınız diye size (âyetleri) Allah beyan ediyor. Allah her şeyi bilmektedir."(Yukarıdaki âyette, dinde sadece yüce Allah'ın fetva vereceği, Nebi'nin dahi dinde fetva veremeyeceği açıkça ortaya çıkıyor. Özellikle son cümle çok önemlidir.) (Nisa Süresi Sonu ----------------------------------------------------------Mâide Süresi Medine'de inmiştir, 120 Âyettir. 1-) Ey iman edenler! Akitlere vefa gösterin. İhramlı iken avlanmayı helal saymamak üzere (aşağıda) size okunacaklar dışında kalan hayvanlar, sizin için helâl kılındı. Allah dilediğini hükmeder. 2-) Ey iman edenler! Allah’ın şeairine ve haram aya ve hediye edilmiş olana ve gerdanlıklara ve Rablerinden fazilet ve rıza arayarak Beyt-i Haram’ın emniyetine girmiş olanlara (tecavüz ve) saygısızlık etmeyin ve ihramdan çıkınca avlanabilirsiniz ve mescid-i Haram’a girmenizi önledikleri için bir topluma karşı beslediğiniz kin sizi tecavüze sevketmesin yani erdemli ve takva sahibi olma üzerinde yardımlaşın yani günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çetindir. 3-) Meyte (ölü), kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin dininizi ikmal ettim, üzerinize (tevhid) nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. (Âyette bulunan "Bugün sizin dininizi ikmal ettim, üzerinize(tevhid) nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum" cümlesinde bulunan "el yevme" kelimesi çok önemlidir. Çünkü bu "el yevme" yani "bugün" kelimesi, tek başına bütün rivayet, ictihad ve mezheplerin batıl olduklarını ortaya koyuyor, hükme bağlıyor. Yani daha Allah Resül'ü (a.s) hayatta iken, din Allah tarafından tamamlanmıştır. Dolayısıyla Allah Resül'ü hayatta iken indirilen vehiy'le din Allah tarafından tamamlanmışsa, artık dinin üzerine hiç kimse bir ekleme yapamaz anlamına gelmektedir. İkincisi, yüce Allah vahiy'le indirdiği İslam dininden başka bir dine razı değildir. Başka bir ifadeyle Yahudilik, Hristiyanlık, Şiilik, ve Sünnilik Allah'ın razı olduğu din ve mezhepler değildir. ) 4-) Kendileri için nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar; de ki: Bütün temiz şeyler size helâl kılınmıştır. Allah’ın size öğrettiğinden öğretip avcı hale getirdiğiniz köpekler sizin için yakaladıklarından da yeyin ve üzerine Allah’ın adını anın (besmele çekin). Allah’tan korkun. Allah’ın hesabı pek çabuktur. 5.-) Bugün size temiz şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin (yahudi, hıristiyan vb. nin) yiyeceği size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Kim imana kâfir olursa onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de hüsrana uğrayanlardandır.
13 Aralık 2021 Pazartesi
KURAN I MÜBİNİN MEÂLİ (80-YAZI) Nisa Süresi 153-) Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Onlar Musa’dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, "Bize Allah’ı apaçık göster" demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (ilâh) edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Musa’ya apaçık delil (vahiy) verdik. (Aslında Allah Resül'ünden "gökten kitap indirmesini isteyen ile, Musa (a.s) dan "Bize Allah'ı apaçık göster" diyenler aynı kişiler değildir."Bize kitap indir diyen Medine yahudileri, bize Allah'ı apaçık göster diyen İsrailoğullarının torunlarıdır. Yani zaman bakımından iki sınıf arasında asırlar vardır. Fakat inanç, ahlak ve karakter değişmediği için sanki" gökten kitap isteyen torunlar" ile "Allah'ı apaçık göster" diyenler aynıymış gibi ortaya konmuştur. Bu Kur'an'ın icaz, edebiyat ve belağat sisteminin özelliklerindendir.) 154-) Söz vermeleri (ni takviye) için Tûr’u başlarına diktik de onlara, "Secde (kayıtsız şartsız itaat) ederek kapıdan girin" dedik ve "Cumartesi günü sınırı aşmayın" ve Kendilerinden sağlam misak aldık. 155-) Sözlerinden dönmeleri, Allah’ın âyetlerine küfürleri, haksız yere Nebileri öldürmeleri ve "Kalplerimiz kılıflanmıştır" demeleri sebebiyle (onları lânetledik, türlü belâlar verdik. Onların kalpleri kılıflı değildir;) tam aksine küfürleri sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur; pek azı müstesna artık iman etmezler. 156-) Bir de küfürleri yani Meryem’in üzerine azim bir iftira atmalarından (dolayı onları lânetledik) 157-) Ve "Allah elçisi Meryem oğlu İsa’yı öldürdük" demeleri yüzünden (onları lânetledik). Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi benzetildi. Yani onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) ilimleri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. 158-) Bilâkis Allah onu (İsa’yı) kendi nezdine yükseltmiştir. Allah Aziz olandır, Hakim olandır. 159-) Ve Ehl-i kitaptan her biri, (kendi) ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır. MEHDİ ZUHUR ETMEYECEK, İSA (A.S) İNMEYECEKTİR. İslam dininden başka neredeyse bütün dinlerde ve inançlarda bir kurtarıcı (mehdi) beklentisi mevcuttur. Fakat Kur'an dini olan İslam, aklın ve ilmin kabul etmediği bu gibi hurafe ve efsaneleri kabul etmez. Bu konuyu âyetlerin ışığı altında anlamak mümkündür. Allah Resulü'nden sonra hangi şartla olursa olsun asla Nebi ve Nübüvvet'e bağlı Resül gelmeyecektir. Bu aynı zamanda itikadi bir konudur.Yani İsa (a.s) ın ineceğini söylemek ve buna inanmak Kur'an'a imansızlığı ortaya koyar. Kur'an'ın yüzlerce âyetine göre ümmetin kurtuluşu, tevhid, infak, güzel ahlak ve salih amellere bağlanmıştır. Nebi ve Resul dahi olsa kurtuluş şahsiyetlere bağlanmamıştır. (Âli İmran-144)İslam dininin bu konudaki yasası şudur. "...Bir toplum kendilerinde olan özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onların durumunu değiştirmez..."(Ra'd-11)"Oysa bir toplum kendi özündekini değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti değiştirmeyecektir..."(Enfal-53)Kur'an'a göre İsa (a.s) vefat etmiştir. (Âli İmran-55; Mâide-116,117)Mehdi inancı ise Mecüsi'likten Şia'ya, Şia'dan Ehl-i Sünnet'e intikal eden dünyanın en garip uydurmalardan biridir. İsa (a.s) ın ineceğine, Mehdi'nin!!! zuhur edeceğine inanan biri Kur'an'ın ilminden, aklından ve hikmetinden hiçbir şey anlamamıştır. Bir insan bu derece Kur'an'ın ilim ve ahlakından uzak olamaz. Müslüman, ilim, akıl, tefekkür, feraset ve basiret sahibidir. İsa (a.s) ın nüzülüne yani âhiretin sonunda geleceğine delil olarak gösterilen iki âyetin çözümü şu şekildedir. "Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce ona (İsa'ya) muhakkak iman edecektir. Kiyamet günü de o, onlara şahit olacaktır"(Nisa-159)İkinci âyet "Şüphe yok ki o (İsa) kıyametin kopacağının bilgisidir. Veya diğer bir kıraate göre "alametidir" Ondan (kıyametin kopacağından - öldükten sonra dirilmeden) şüphe etmeyin ve bana tâbi olun. Çünkü bu sırat-ı müstakimdir"(Zuhruf-61)Yukarıdaki âyetler yanlış anlaşılmaya müsait olan âyetlerdir. Bu âyetler Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde alınmadığı zaman büyük bir sorun teşkil edecektir. Fakat diğer halkalarla birleştirildiği zaman problem çözüme kavuşacaktır. Âyetleri anlaşılmaz hale getiren ve son derece zorlarsan en büyük sebep, hadis kaynaklarında bulunan Kur'an aklından ve hikmetinden uzak uydurma rivayetlerdir. Allah'ın kelâmı olan Kur'an, rivayetlere mahkum olan hurafecilere ilminden ve ahlakından hiçbir şey nasip etmez. Ön yargılı olanlar Kur'an'ı asla anlayamazlar. Din ve hüküm olarak başka kaynağa iman edenlere Kur'an, hikmet hazinesinden hiçbir bağışta bulunmaz. Çünkü rivayetler, Kur'an'a karşı gönülleri ve basiretleri köreltir, hadis batağına saplanan Kur'an'a asla ulaşamaz. Birinci âyette söylenmek istenen şey şudur. İsa (a.s) a "Allah" diyen ( Maide- 17, 72) "Allah üçtür" (Baba, oğul ve ruhu'l-kudüstür ) diyen ve onu "rab edinen" ( Tevbe- 31) her Hristiyan din adamı ile İsa'yı Allah'ın bir Resulü olarak kabul etmeyen her Yahudi din adamı ölmeden önce İsa (a.s) ın gerçek kimliğini görecektir. Yahudi ve Hristiyan din adamları İsa (a.s) ın gerçek kimliğini yani Allah'ın Resulü olduğunu gördükten sonra ölecekler.Yani Hristiyan din adamları, İsa(a.s) ın ilâh ve rab olmadığını, Yahudi din adamları da (Hâşâ) onun zina eseri olmadığını, Allah'ın kulu ve Resulü olduğunu gördükten sonra ölecekler fakat iş işten geçmiş olacaktır. Yoksa Yüce Allah insanların imanları üzerinde asla zorlayıcı değildir.Çünkü Rahmân ve Rahim olan Allah, hiçbir Resul için "insanlar muhakkak ona iman edecektir" dememiştir. Kur'an'da buna aykırı çok âyet vardır.İnsanlar elçileri daima yalanlamışlardır. "İşte böylece, onlardan öncekilere her ne zaman bir Resul geldiğinde hemen; o, bir sihirbazdır veya delidir, dediler"(Tur- 55)"Biz hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kişileri: Biz size gönderilmiş olan şeyi (dini) inkar ediyoruz, demişlerdir"(Sebe-34 )Allah tarafından gönderilen bütün elçiler yalanlanmışlardır. İnsanlar canlarını teslim etmeden bazı gerçekleri görecekleri ile alakalı âyetler mevcuttur. Mesela: Firavun, İsrailoğulları'nı yakalamak için onları takip ederken denizde boğulma ile karşı karşıya kalınca iman etmişti. (Yunus- 90) Fakat öleceğini anladığı için imanı kendisine fayda vermemişti. İşte âyette "Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce (İsa'ya ) muhakkak iman edecektir" pasajı, Firavun'un imanına benzemektedir.Yani âyette geçen "mevtihi" kelimesindeki "hi" zamiri, İsa'ya değil, her Yahudi ve Hristiyan din adamına gitmektedir. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü bu manayı şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde göstermektedir. Firavun ölüm anında bütün gerçekleri müşahede etti ve sonunun nereye varacağını gördü. Halbuki daha önce Mısır'da iken "Ben sizin en yüce rabbinizim"(Nazihat- 24) diyordu.Bu konuda diğer bir âyet şöyledir. "Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: "Rabbim! der, beni geri gönder tâ ki boşa geçirdim dünyada iyi iş yapayım" Hayır! bu onun ağzından çıkan boş (bir laftan) ibarettir..."( Müminun- 99, 100)Gelelim İsa (a.s) ın nüzülüne delil olarak gösterilen ikinci âyete. "Şüphe yok ki o (İsa) kıyametin (kopacağının) bilgisidir"( Zuhruf- 61) Bu âyet manası en açık ve kolay olan âyetlerindendir. Fakat hakkın ta kendisi olan bir mesajın manası buharlaştırılıp, manasına uydurma rivayetler bulaşınca anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Kur'an'ın meali kadar tahrif olmuş bir kitab yoktur.İkinci âyetin anlamı ve vermek istediği mesaj şudur. "Ey İsrailoğulları ve insanlık âlemi! Şunu kesin olarak bilin ki, Allah gibi sonsuz kudrete ve ilme sahip bir zatın İsa'yı babasız olarak dünyaya getirmesi, kıyametin hak ve öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğuna bir işaret, bir delil, bir ilim ve bir alamettir, sakın bundan şüphe etmeyin" demek istenmiştir. İsa ( a.s) babasız doğması, ahiretin var olacağını yani öldükten sonra dirilmeyi gösteren bir nevruz çiçeği gibidir. İsa Mesih'in babasız olarak dünyayı şereflendirmesi ilkbaharı gösteren bir nevruz çiçeği gibi, öldükten sonra dirilmeyi gösteren bir kudret, bir işaret, bir alamet, bir delil ve bir çiçektir. Bu âyeti başka türlü anlamak birçok soruna yol açacaktır. Kadim tarihlerde elçilerin kavimlerine öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğuna inandırmak için Allah tarafından bu çeşit mucizeler gösterilirdi.Ashab-ı Kehf bunlara güzel bir örnektir. Allah Resulü (a.s) geldikten sonra kıyametin kopması ve diriliş ile alakalı örnekler artık aklı ve ilmi delillerle ortaya konmaktadır. Bununla alakalı onlarca âyet vardır. "Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak: Yeryüzünü, ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye kadirdir"(Rum-50)"İnsan der ki "Öldüğüm zaman gerçekten diri olarak çıkarılacak mıyım? İnsan düşünmezmi ki, daha önce o hiçbir şey değilken biz kendisini yarattık"( Meryem- 66, 67) Mehdilik inancı ve hurafesi İslam tarihinde birçok fitnelere ve kanlı çatışmalara sebep olmuş daha çok siyasi mahiyet taşıyan büyük bir yalan ve Allah Resulü adına yapılmış açık bir iftiradır. Mehdi inancı ile alakalı hadis kaynaklarında geçen rivayetlerin istisnasız hepsi yalan ve uydurmadır. Bu rivayetler Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, İslam'ın evrensel özgürlük anlayışına, dinin ruhuna, Allah Resulü'nün hikmet, ahlak ve aklına aykırı bir inanç ve ilimsiz bir mahiyet taşımaktadır. Mehdi'nin insanların hidayetini sağlayacak olması, olağanüstü bir güce sahip olması, elçilerin bile tâbi olduğu ilahi yasaları ortadan kaldıran bir inançtır. İşte o yasayı açık olarak ortaya koyan bir ayeti kerime"Andolsun ki senden önce Resüller yalanlanmıştı. Onlar yalanlanmallarına ve eziyet edilmelerine karşılık sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah'ın kanunlarını değiştirebilecek hiç kimse yoktur. Muhakkak ki elçilerin haberlerinden bazısı sana da geldi"( Enam- 34) Mutlak olarak Allah'tan başka hidayete erdirici kimse yoktur.Nebileri bile hidayete erdiren onlara gelen vahiy'dir.(Sebe-50; Şuara-78; Zuhruf-27)
KURANI MÜBİNİN MEÂLİ(81.YAZI) Nisa Süresi 160,161-) Yahudilerin zulmü sebebiyle, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri, nehyedildikleri halde ribayı almaları ve batıl (yollar) ile insanların mallarını yemeleri yüzünden kendilerine (daha önce) helâl kılınmış bulunan temiz şeyleri onlara haram kıldık ve onlardan kafir olanlara acı bir azap hazırladık. 162-) Fakat onlardan ilimde (vahiy'de) derinleşmiş olanlar yani müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler ve salât-ı ikâme edenler yani zekât'a gelenler( arınanlar) yani Allah’a ve ahiret gününe mümin olanlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz. 163-) Biz Nuh’a ve ondan sonraki Nebilere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, esbâta (torunlara), İsa’ya, Eyyûb’e, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a vahyettik. Ve Davud’a da Zebûr’u verdik. 164-) Bir kısmının kıssasını sana daha önce anlattık, bir kısmının kısssını ise sana anlatmadık. Ve Allah Musa ile gerçekten kelâm etti. 165-) Yerine göre müjdeleyici ve uyarıcı Resüller bulunur ki insanların Resüllerden sonra Allah’a karşı bir hüccetleri kalmasın! Allah Aziz olandır, Hakim olandır. KİTAB-A BAĞLI RESÜLLER " Nübüvvet yani Nebi'lik kurumunun kapanması ile birlikte risâlet misyonu da bitmiş midir?Şurası açıktır ki Muhammed (a.s)dan sonra Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı Nübüvvet ve Risalet'in olması artık mümkün değildir.Yani son Nebi ve Resül olan Muhammed (a.s)dan sonra, Allah tarafından görev alma, Allah'tan herhangi bir yolla vahiy ve haber alma asla olmayacaktır.Çünkü iman, itikat, güzel ahlak, ibadet ve öğüt olarak Kur'an'ın indirilmesiyle din tamamlanmıştır. Dolayısıyla son Nebi ve Resul olan Muhammed (a.s) dan sonra hiçbir Nebi (Allah'tan vahiy alan) gelmeyecektir.Bu apaçık âyetten (Ahzab-40) sonra her kim bende Nübüvvet'e bağlı (Allah'tan vahiy alan) bir Resulüm derse kafir olur.Yani Muhammed (a.s) dan sonra Nübüvvet ve Risâlet davası güden herkes kafirdir. O halde, Nübüvvet'e bağlı risâlet sona ermiş ise, kitabın Resul oluşu veya kitabın Resul'ü olmak hükmen ne ifade eder.Yani din ve hüküm olarak kitab-ı tek kaynak kabul eden ve insanlara yalnız onu tebliğ edenlere Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı olmaksızın Resul denilebilir mi?Şimdi bu soruların cevaplarını Kur'an'ın sisteminde bulmaya çalışalım. Kur'an, Mısır kralının Yusuf (a.s) a gönderdiği elçiye "resul" (Yusuf- 50)Belkıs'ın Süleyman (a.s) a gönderdiği elçilere "mürselun" (Neml-35)kavramlarını kullanmaktadır.Fakat bu âyetlerde kullanılan resul kavramı, Nübüvvet'e bağlı yani Allah'tan vahiy alan bir Resüllük değildir.Bu manada değerlendirilirse yani Nübüvvet'e bağlı olmaksızın kitab'ın resülü olmak ne anlam ifade ediyor? Eğer bu kelimeyi Nübüvvet'e bağlı yani Allah'tan vahiy alan Resul makamında kendini görmeyip sadece vahyi insanlara ulaştıran, yalnız onu rehber alan, sadece onu anlatan ve tebliğ eden elçi manasında kullanılırsa bir sorun teşkil etmez.Tabi ki, Kur'an'ın sistemi buna bir açıklık getiriyor. Yani bu konuyu kendi kafamızdan uyduruyor değiliz. Fakat bu görevi yapanlar hiçbir zaman kendilerinin kitabın resulü olduklarını söyleyemezler. Çünkü örneklik, güzel ahlak, vahyin bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü yani ilim olarak bu göreve layık olup olmadıklarını bilemezler. Muhammed (a.s) dan sonra her kim mehdi, nebi ve resül olduğunu iddia ederse, hem kafir, hem fasık, hem zalim hemde müşrik olur. Bu yalancılara iman edenlerin hepsi kafir, fasık, zalim ve müşrik olurlar. Bunlar adi karakterli, basit son derece cahil kimselerdir. Çünkü kitaba elçilik görevinin hakkıyla yapılıp yapılmadığı ancak âhirette Allah'ın huzurunda belli olacaktır.İnsanlık tarihinde binlerce Resul geldiği halde sadece yirmi sekiz tanesinin ismi Kur'an'da geçmektedir. Yani Allah'ın nazarında önemli olan resul'ün ahlak ve edebine sahip olmaktır.Bu konuda insanların teveccühüne değer vermemek gerekir. Bu görevi ifa edenlerin kendilerini Allah'ın resulü veya kitabın resülü olarak görmeleri birçok fitne, kargaşa, terör, anarşi, taklit, cehalet, zulüm, katliam, parçalanma, bölünme ve kula kulluğu yani şirki beraberinde getirecektir.İnsanların kendilerini "resül" olarak göstermeleri yobazlık ve bağnazlığa sebep olacak, ilim ve hikmet, tefekkür ve sorgulama açısından kapkaranlık bir cehalet ve darboğaza girilecektir.Herkes kendi elçisinin üstün olduğunun kavgasını verecek, bir nevi yeni bir tarikatçılık ve mehdiyet inancı hortlamış olacaktır.Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı değil de, sadece kitab'a bağlı yani Nebi- Resul değil de kitap-resul'den veya beşer-resul'den söz edilir mi?Yani kimliği belirsiz, vahye değil de, kitaba bağlı resüllüğün devam edip etmediğine bir bakalım. Kitabın kendisi (vahiy); Resul yani risâlet görevini yerine getirdiğinden şüphe yok.O halde, "ben Allah'ın resulüyüm" demeden, yani resullük iddiasında bulunmadan, kitab'ı insanlara aktaranların resül olduklarına dair Kur'an'da bir delil var mı? Şimdi bu soruların cevaplarını soğukkanlı bir şekilde âyetlerden bulmaya çalışalım.1.Âyet: "Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tağut'tan sakının" diye (uyarmaları için) her ümmete bir elçi gönderdik..."(Nahl- 36) 2.Âyet: "...Biz, bir elçi göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz"( İsra- 15)3.Âyet: "O küfredenler bölük bölük halinde cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara: Size, içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı İhtar eden elçiler gelmedi mi? derler...."( Zümer- 71) 4.Âyet: "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugüne kavuşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi? derler..."(Enam- 130)5.Âyet: "Ey Adem oğulları! Size kendi içinizden âyetlerimi anlatacak elçiler gelir de kim (onlara karşı gelmekten) sakınır ve kendini ıslah ederse onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir"(Âraf-35)Bu âyetlere baktığımızda muvahhidlerin Kur'an'ın ilim ve hikmetinden beslenip insanlara onların diliyle vahyi ulaştırmalarının çok önemli bir görev olduğu görülüyor.İşte bu görevi ifa etme kitabın ifadesiyle resul (elçi) olma görevidir.İlgili âyetlere dikkatli bir şekilde bakıldığında Nebi- Resul yani Nübüvvet ( Allah'tan vahiy almaya) bağlı Resullerin dışında da resullerin olduğu açık olarak görülüyor. Çünkü âyetlerde kullanılan Resul kavramlarının tamamı nekre olarak kullanılmıştır.Hiç bir âyette Nübüvvet makam ve mertebesinden söz edilmiyor. Çünkü Nübüvvet tarihsel bir makam ve mertebe iken, Resül'lük evrensel bir görevdir. Nebi-Resul (Nübüvvet'e bağlı Resullük) anlatılırken genelde Resul kavramı elif lam'lı yani mârife ( belirlilik) takısı kullanılmıştır.Nekre (belirsizlik) takısıyla kullanılan yerlerde ise kitap-resul veya beşer- resul'e atıf yapmaktadır.Eğer Resul (elçi) kavramı sadece Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı elçilik olmuş olsaydı, her millete uyarıcı, hidayet edici elçilerin gönderildiği ile ilgili âyetleri nasıl anlamak gerekirdi.Yukarıdaki âyetlerde geçen, "...içinizden size âyetlerimi anlatan ve sizi bu gününüzle uyaran elçiler gelmedi mi?..." (En'am-130) ifadesini nasıl anlamak gerekir?Hemde Resul lafzı hem çoğul hem de cins olarak kullanılmışken.Yine "Ey ademoğulları! Aranızdan size âyetlerimizi okuyan Resuller geldiği zaman, kim korunur ve davranışlarını düzeltirse, artık onlara bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir"(Araf- 35)Yine yukarıdaki âyette geçen "Ey ademoğulları..! Hitabı kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlarla ilgili olmadığını kim iddia edebilir? Eğer bu ilâhi hitaplar kıyamet gününe kadar gelecek insanları ilgilendiriyorsa ki, bundan asla şüphe yoktur. Evet Allah Resulü'nden sonra hidayet, rahmet, din ve itikat olarak onu sadece vahiy yani kitab temsil etmektedir.Fakat kitabın dili yoktur, kitap konuşamaz, vahiy derdini anlatamaz.Halbuki vahiy kesinlikle satırların ve yazının gücüne değil, sözün gücüne sahiptir.Dünyanın bütün bilgisayarlarında, cep telefonlarında, kütüphanelerinde bulunan mushaflar Kur'an'dan konuşan bir kişi kadar etkili olamazlar.Mimik hareketleri, etkin hitabetleri, güzel ahlak ve örnek kişilikleriyle elçiler her zaman insanların üzerinde kitaptan daha çok tesir bırakırlar.Hiç bir zaman kitabın gücü sözün gücüne ulaşamaz.Yazı ve kitap sözün gücü karşısında etkili değillerdir.İşte burada vahiy onu anlatacak onu dillendirecek, onu okuyup beyan edecek ve tebliğ edecek muvahhid sözcülere gerçekten büyük bir ihtiyaç duyar.Ancak burada önemli olan bazı konular ortaya çıkıyor.1-) Vahyi tebliğ edenler onu bağlam ve bütünlüğü içinde bilecekler.Yani onun ilmine ve sistemine vakıf olacaklar. 2-) Kur'an'ı hayata aktarmada güzel ahlak sahibi olacaklar.Yani onu en güzel bir şekilde yaşayarak temsil edecekler.3-) Kendilerinin resul olduklarını asla söylemeyecek etrafında olanlarda böyle bir inanca ve fikre sahip olmayacaklardır. Çünkü vahyin elçiliğini hakkıyla yapıp yapmadıklarını bilen sadece Allah'tır. Dolayısıyla kimin ne olduğunu Allah'tan başka hiç kimse bilemez.4-) Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmeyecek ve sadece Kur'an ile uyarı ve ikaz yapacaklar.Bu elçilik Nübüvvet'e ( Allah'tan vahiy almaya) bağlı bir elçilik olmayıp, sadece Allah'ın âyetlerini insanlara aktarma ve vahyin mücadelesinin yapıldığı bir elçiliktir.Dolayısıyla bu hakikat ışığında anlaşılan gerçek şudur.Nübüvvet'e ( Allah'tan vahiy almaya) bağlı bir elçilik olmaz, fakat vahye yani kitaba bağlı bir elçilik devam etmektedir.Bir çok âyet bu gerçeği açık olarak ortaya koymaktadır."Kafirler diyorlar ki: Ona Rabbinden bir âyet indirilseydi ya! Ey Resul! Sen ancak bir uyarıcısın ve her kavmin bir hidayet edicisi bir rehberi vardır"(Ra'd-7)"Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Her ümmet için mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur"(Fâtır-24)Yukarıdaki âyette "ümmet" kavramının geçmesi çok önemlidir. Çünkü Kur'an'ı Mübin'e göre "ümmet" aynı zamanda ve aynı coğrafyada yaşayan insanların ulusal birliğini yani "vatandaşlık" anlamına geliyor. Millet ise: İnsanlık tarihinde ister şirk, ister islam (tevhid) olsun, aynı inanca sahip olan insanları ifade eder. Yeri gelmişken şu Kur'an'i gerçeği de geçmeyelim. Her Resül kendi döneminde yaşayan insanlar için şahittir. Kendisinden sonra gelen insanlara şahit olamaz. Bu gerçeği Kur'an, İsa (a.s) ın lisanıyla ortaya koyar. "...İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şahit idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun..."(Mâide-117)İşte bu yüzden Resül "millet" için değil, ümmet için şahittir. Şimdi Kitab-a bağlı resüllüğe delil olan âyetleri görmeye devam edelim. "Yerine göre müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçiler gönderdik ki insanların Resullerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri kalmasın..."(Nisa-165)"Âd kavmi Resulleri yalanladı"(Şuara-123)"Nuh kavmi Resulleri yalanladı"(Şuara-105)Nuh (a.s) ın kavmine Nebi- Resul olarak sadece Nuh (a.s), Âd kavmine de sadece Hud (a.s) gönderilmişti.Fakat âyetlerde "Nuh kavmi de Âd kavmi de Resulleri yalanladı" denilerek Resul kavramları cemi (çoğul) olarak kullanılmıştır.Yalanlanan Resuller, o iki Nebiye inen âyetleri tebliğ edenlerden başkası değildir."Şüphesiz elçilerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem de şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz"(Mümin-51)"Allah: Elbette ben ve Resullerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir"(Mücadele-21)Yukarıdaki iki âyet risalet misyonunun dünya hayatı boyunca devam edeceğini ortaya koymaktadırlar.
12 Aralık 2021 Pazar
HANGİSİ SALÂT?Zihinleri diriltici gücüne sahip olan Kur'an'ın salât-ı mı? Rivayet ve ictihadlarla vahyin anlamını buharlaştırıp, kavramlarını tahrif ederek ümmetin zihinlerini bulandırmak mı? Mekke müşriklerinin de salatları vardı, (Enfal-35) Medineli munafıkların da.(Nisa-142) Yezidin de salat-ı vardı, Haccac bin Yusuf'un da.Baştan sona kadar yalan ve iftira olan Emevi ve Abbasi din adamlarının da salâtları vardı.İşidin de, Boko Haram'ında, el Kâidenin de salâtları var, Saddam Hüseyin'in de Hatta dinlerini salât üzerine bina etmişlerdi. Hangisi salât? Nurcuların bir araya geldikleri zaman anlamını ve mahiyetini bilmedikleri ve beş dakikada kıldıkları mı? Yoksa iki saat rab ve ilâhlarının kitaplarını okuyarak, ölümüne iman ve bağlılıklarını tazeledikleri salâtları mı? Hangisi salât?Binlerce lira infakla dernekler kurup, plan ve programlar dahilinde yarışma ve kurslar düzenleyip uzmanların nezaretinde insanlara şuur ve farkındalık kazandırmak mı? Yoksa vicdani rahatlama veya alışkanlık haline geldiğinden dolayı psikolojik huzursuzluktan kurtulmak için beş dakikada hemen aradan çıkarılan mı? Namaz denilen şey, uydurmacıların ümmi insanları sömürmek için kullandıkları bir tuzak ve bir aperatiftir.Aslında inanç ve fikir açısından hangi şey insanların zihinlerini etkileyip onları yönlendiriyor, onlara sağlam bir iman ve farkındalık kazandırıyorsa salât odur.Bu salât ister uydurma din ve mezhepler için olsun, isterse hanif İslam dini için olsun fark etmez.Salât, mümkün değil namaz olamaz. Çünkü namazın insanların zihin ve ahlakları üzerinde zerre miktarı kadar bir yönlendirmeye ve olumlu etkiye sahip değildir. Fakat gerçek salât yani Allah'ın razı olduğu salat, vahiy için, yani ihlas için, yani takva için, yani hanif din için, yani Kur'an için yapılandır."Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım, benden başka ilah yoktur. Bana ibadet et yani benim zikrim (vahiy) için salât-ı ikâme et"(Tâhâ-14)"Ey iman edenler! Cuma günü salât için çağrıldığınız zaman, hemen Allah'ın zikrine (Kur'an'a) koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız elbette bu sizin daha hayırlıdır" (Cuma-9)Salât bir davet, büyük bir ibâdet, belli bir bilinç ve şuur kazandırma, duyguları etkileme, zihinsel faaliyet ve hitabet, topluma zihinsel destek sağlama, onları hayra ve fazilete yönlendirme, sağlam bir inanç kazandırma, hakkın yanında bulunma, fazilete kanalize etme, ümmeti kötülüklerden engellemek için cemaat halinde plan ve program dahilinde mescitlerde yapılan sözlü eğitim ve öğretimdir. Hangisi salât? Vahiy, ilim ve hikmetine, fazilet ve ahlakına sahip olmadan, anlamını bilmeden yani gaflet içinde, beş dakikada beş kez kılınan mı? Yoksa binlerce hadis uydurarak ve bunların üzerine bina edilen ictihadlarla insanları hanif dinden engelleyen mi? Hangisi salat? Salât fetö'nün ülkeyi işgal etmek için yaptığıdır, cübbeli'nin inanç ve zihinleri sihirleyerek ipotek altına aldığıdır. Salat, diyanetin yüz bin camiinde yüz elli bin imamın kıldırdığı namaz asla değildir. Eğer salât namaz olsaydı, mümkün değil, bir cemaat yani fetö bu kadar başarılı olamazdı. Yani fetö'nün salat-ı, sizin namazınızı ezdi geçti, onu yerle yeksan etti, yerin dibine geçirdi.Hangisi salât? Salât, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın camilerinde Kur'an cahili imamlar tarafından icra edilen merasim ve ritüel değil, 15 Temmuz günü bu ümmetin yaptığı fedakarlık ve kahramanlıktır. Salat, bü ümmetin içindeki ses ve vicdandır. Salât, hain darbeye karşı yapılan "sokağa çıkın" davetidir. Hayatınızda salât'ın muhteşem etkileri ve insan zihnini onaran gücü olmayınca, müşriklerin yogasını bir şey zannettiniz. Dolayısıyla salât-ı terk ederek namaza kulluk etmekten vaz geçin
11 Aralık 2021 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(79. YAZI)Nisa Süresi 147-) Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size ne diye azap etsin! Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir. 148-) Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak zulme uğrayan başka. Ve Allah işitici olandır, Âlim olandır. 149-) Bir hayrı açıklar yahut gizlerseniz veya bir kötülüğü (açıklamayıp) affederseniz, şüphesiz Allah affedeci olandır, Kâdir olandır.150-) Allah’a yani Resüllerine kafir olanlar ve Allah ile Resüllerini birbirinden ayırmak isteyip "Bazısına iman ederiz ama bazısına inanmayız" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu;151-) İşte bunlar gerçek kâfirlerdir. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.152-) "Allah'a ve Resüllerine iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince işte Allah onlara bir gün mükafatını verecektir. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. MEZHEPLERİN EN BÜYÜK GÜNAHI: Yüce Allah'a sonsuz hamd olsun ki "Nebi" ile "Resul'ün" arasında bulunan farkların üzerinde tefekkür ettiğimizde çok önemli manzaralar keşfediyoruz. Evet "şirk en büyük zulümdür"(Lokman- 13 ) ("Şirk, ahirette affedilmeyecek tek günah ve büyük bir iftiradır..."( Nisa-48, 116)Mel'un bir günah da "Allah'ın âyetlerini ve hidayet yolunu gizlemeye çalışmak ve onu insanlara ulaştırmamaktır..."(Bakara- 159,160,161,162,174,175, 176; Âli İmran-187 )Kur'an, bu iki kahredici ve lanetlik günahtan sonra üçüncü büyük günahın ve gerçek kafirliğin "Allah (vahiy) ile Resülleri birbirinden ayırmak" olduğunu haber vermiştir. Bu günah öyle bir küfürdür ki, siz eğer Allah ile Resüllerini birbirinden ayırırsanız artık onlarla alakalı her türlü yalan ve iftirayı yapabilirsiniz.Tabii burada Allah'ı, indirilen vahyin temsil ettiğini hiçbir zaman unutmayalım.Yani Allah'ın Resüllerini vahiy'den ayrı bir yerde değerlendirme altına alamazsınız. Allah'ın elçilerini Kur'an'dan koparıp, başka bir kaynak ile onların hayatlarını ve özelliklerini ortaya koyamazsınız.Resülleri vahiy'den ayırarak inanç ve ahlaklarıyla keyfinize göre oynayamazsınız.Çünkü yüce Allah onların bütün özelliklerini, ahlaklarını, inançlarını, hayatlarını ve mücadelelerini indirilen vahiy'le kayıt altına almıştır.Allah'ın Resüllerini sadece Kur'an'dan öğrenmek ve Kur'an'dan anlatmak zorundasınız.Yüce Allah onların inanç ve hayatlarını, söz ve hareketlerini kayıt ve koruma altına almış ki, başka bir inanç, din, hayat ve yön ortaya çıkmasın.Elçiler Allah'ın vahiy ile tayin ettiği kimselerdir. Siz kendi keyfinize göre, kendi gelenek ve inançlarınızı Allah'ın elçilerine uyarlayamazsınız. Allah'ın elçilerine Allah'ın indirdiği vahiy ile gitmek zorundasınız. Dolayısıyla Allah'ın elçilerine Emevi-Abbasi rivayetleriyle ulaşmak, onları hadislerle anlatmak cehaletin ve küfrün katmerli olanlarındandır. Siz eğer Allah elçilerini vahiy'den, yani Allah'tan ayırırsanız, Yahudiler gibi Süleyman (a.s ) ı sihirbaz, muhterem ve tertemiz annemiz Meryem (Aleyhesselam)'ı zina eden bir fahişe, İsa (a.s ) ı hem Allah hem de gayri meşru bir çocuk bile yaparsınız.Siz eğer Allah Resulü Muhammed (a.s)ı Kur'an'dan ayırırsanız uydurma bir din bile icad edersiniz ve bu dinde namaz kılmayan, zina eden, ve dininizden döneni bile öldürebilirsiniz.Eğer Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparırsanız keyfinize göre oyun ve eğlence edinilecek bir din hatta bir kaç din ve mezhep bile yaratabilirsiniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Allah'tan ayırın, o zaman sağ elle yemek yiyemeyen bir çocuğa bile Resülüllah'ın beddua edip onu kötürüm haline getirdiğini söylerseniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırın, kargayı fasık yapar kertenkeleyi öldürmeyi sevap sayarsınız.Uydurmanın en alçağıyla zina eden maymunu Allah'ın Resulüne recmettiirsiniz.İşte sizin atalarınız Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Malik bin Enes, Muhammed bin İdris, Ahmet bin Hanbel, Evza-i, Nevev-i, Ebu Yusuf tamda bu operasyonu yaptılar.Bütün bu kaos, anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, ihtilaf ve ayrımcılık Allah Resulü'nü Kur'an'dan kopardıkları için olmuştur.Çünkü inanç ve ahlakı Kur'an'da kayıt ve koruma altına alınan bir Resulden keyfinize göre bir din ve hüküm uyduramazdınız.Siz var ya, şirkin en lânetli olanını işlediniz.
10 Aralık 2021 Cuma
ALLAH ve MELEKLERİ NEBİ ve MÜMİNLERİN ÜZERİNE NASIL SALAT EDERLER? Uzun zamandır Ahzab süresi 56. âyette bulunan "alé" (üzerine) fiiline takılıyordum.Ancak bu "alé" (üzerine) fiilinin tam olarak hangi anlama geldiğini bilmiyordum.Yani Allah ve melekleri Nebi (Ahzab-56) ve müminlerin üzerine (Ahzab-43) nasıl "salât" ederler?"Nebi'ye değil, "yusallûne alen nibyyi" Nebi'nin üzerine salât ederler, "yusalliy aleyküm ve meléiketühü" "Allah ve melekleri üzerinize salât ederler" Bugün konu ile ilgili yani Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının "namaz" olarak gördükleri ve bu şekilde meal verdikleri "salât'ın" gerçekten hangi anlama geldiğini geniş bir açıdan düşünmeye başladım. Sonra Kur'an'da "salât" kavramının namaz değil, "vahiy" anlamına geldiğini gördüm.Şöyle ki: Allah ve meleklerinin Nebi'ye ve müminlere "salâtları" nasıl ve neyle oluyor?Ahzab-43. ve 57. âyetlerin mealini verdikten sonra konuyu daha geniş bir açıdan görmeye çalışalım."Sizi karanlıklardan Nur'a (aydınlığa) çıkarmak için üzerinize salât eden O'dur. Allah müminlere karşı Rahim olandır" (Ahzab-43)"Allah ve melekleri Nebi'nin üzerine "salât" ederler. Ey müminler! Siz de onun üzerine "salat" edin ve (Allah'a) teslimiyet gösterin"(Ahzab-56) Peki yüce Allah Nebi ve müminlere nasıl salat edip onları karanlıklardan Nur'a yani aydınlığa çıkarıyor?Yani Ahzab 43 ve 56. âyetlerde geçen "salât" nedir?Buna Kur'an şöyle cevap veriyor. "Sizi karanlıklardan Nur'a (aydınlığa) çıkarmak için kulunun üzerine apaçık âyetler indiren O'dur. Şüphesiz ki Allah size karşı çok Rauf ve Rahim'dir.(Hadid- 9)"Elif.Lam.Râ.(Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan Nur'a (aydınlığa) yani Aziz ve Hamid olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır" (İbrahim-1)"Ey iman eden akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı (kitap) indirmiştir. İman edip salih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Resul indirmiştir..." (Talak-10,11)Demek oluyor ki, Ahzab 43. ve 56. âyetlerde bulunan, Nebi ve müminlerin üzerine inen "salât" vahiy'miş.Yine "salatın" "vahiy" anlamına geldiğini şu âyet apaçık olarak ortaya koyar. "Dediler ki: Ey Şuayb! (Din) atalarımızın ibadet ettiklerini (evliya ve ilâhları- muhaddis ve müctehidleri) yahut mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana" salâtın" mı emrediyor?..."(Hud- 87) Yukarıdaki âyette "salat'ın" "vahiy" yani Allah'tan gelen emirler olduğunu kimse inkar edebilir mi? Salât, yüce Allah tarafından indirilen vahiy'dir. Alın size bir âyet daha."Sabır ve salat'la Allah'tan yardım isteyin..."(Bakara- 45)Yukarıdaki âyette bulunan salât ve sabrın kaynağının Allah yani Kur'an olduğunu şu âyet gayet açık olarak ortaya koyar. "Rabbimiz ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz" (Fatiha-5)Bakara 45. âyetteki fiil, "vesteinu" "yardım dileyin" iken, Fatiha 5. âyetteki fiil "nestein" "yardım dileriz" idi. Dolayısıyla Kur'an'da bulunan bütün "salât" (destek) kavramları, "vahiy" yani Allah'ın himayesi olan Kur'an anlamına gelmektedir.Yani "salât-ı ikâme" vahyi baş tacı edip onu ayağa kaldırma, din ve hüküm olarak ondan başka hiçbir kitabı kaynak kabul etmeme, sadece onu yaşama, onun ahlak ve ilmine sahip olmaktır.Allah için söyleyin.İnsanları Kur'an'dan uzaklaştıran, anlaşılmasını zorlaştıran bir ritüel ibadet olur mu? İbadet bütün hayatı için alan Allah'tan başkasına kulluk yapmama yani sadece Kur'an'ı kabul etme anlamına gelmektedir.Yüce Allah'ın Nebi ve müminlerin üzerine en büyük salât-ı vahiy indirmesidir. Salât tamamen vahiy ile ilgili bir durumdur. Tek cümle ile salatın ne olduğunu söylersek, "Topluma ve bireye, vahyin ilim ve ahlakıyla destek sağlanması, insanlara Kur'an'ın öğretilmesi" demektir.Allah için biraz düşünmek gerekir. Kur'an gibi bereketli, yüzlerce konuya temas eden bir kitap olsun da “zihinsel öğrenim ve eğitim”den söz etmesin.Bu mümkün müdür ? İşte insanların vahyin ilim ve hikmetiyle desteklenmeleri, Kur'an'ın ahlak ve erdemine sahip olmalarını ifade eden öğrenim ve öğretim, “salât” kavramının içnde yer almaktadır. Yüce Allah'ın onlarca âyette açık olarak ortaya koyduğu "salât-ı, aynen "peygamber" kelimesi gibi, Hindistan ve İran'nın dilinden devşirerek "namaza" çeviren Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları dinde büyük bir cinayete sebep oldular.Bunun üzerine Allah'ın bir ilim yani mükemmel bir sistem üzerine indirdiği vahiy'de, öğrenim ve eğitimle ilgili âyet aramaya başladılar. Aradılar, taradılar, araştırdılar bir tane âyet bulamadılar. Kur'an’ın onlarca âyette “öğrenim görme” anlamındaki "ekimus salât'e" sesine kulak tıkadılar.Salât-ı her manaya çevirdiler. Sadece bir “öğrenim ve öğretime" çevirmeyi başaramadılar.Sonunda bu kompleksten kurtulmak için, ilk nazil olan “ikra' bismi rabbikellezi halaka” "Rabbinin adıyla oku" âyetine sarıldılar.Fakat bu âyette bulunan hitap umuma değil, sadece Nebi (a.s) a olduğu ve bir anlamı da göklerde ve yerde olan Allah'ın âyetlerini oku olunca, yine boşa düştüler.Kur'an’da salâtın birinci anlamı olan “zihinsel destek” ifadesini, İsra süresi 78.âyette “fecrin Kur'an-ı” (kur'an-el fecri) ifadesinden anlamak mümkündür.Bu âyette çok açık bir şekilde Kur'an’ın okunması ve öğrenilmesi emredilmektedir. Aynı zamanda emredilen fecir zamanı, insan zihninin en canlı olduğu bir zamandır. İşte bundan dolayı âyet; "zihne nakşedilen" anlamında "meşhûdâ" “şahit olunan” buyurur. Bu âyet Mekki olduğu ve sadece Nebi (a.s) a hitap olduğu için "Kur'an öğrenim ve öğretiminin" bireysel olarak yapılabileceğinin de bir göstergesi oluyor. Çünkü Mekke de müslümanlar toplu olarak değil, bireysel hareket etmek zorunda idiler. Salât nedir bilir misiniz?Cuma'ya gittiğinizde dinlediğiniz hutbedir. Fakat din adamlarınız salât-ı değiştirip adını "hutbe" koymuşlar. Halbuki Kur'an'da hutbe diye bir şey yoktur. Yani Maun süresinde var olan "sehun" damgasını yemişler.Âyetler şöyledir. "Veyl veyl olsun o musallinlere ki, onlar salatlarının ne olduğundan gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar hayra da mani olanlar. (Mâun-4,5,6,7)Dolayısıyla cuma salâtına nida yani çağrı ile birlikte toplanan insanlar, (salatta) Allah’ın zikri olan Kur'an'ın üzerinde eğitim ve öğretim yapacaklardır.Cüma süresi 9.âyette bulunan cümlenin metin ve manası aynen şöyledir. LÜTFEN DİKKAT! "Yé eyyühellezine émenû izé nûdiye lissalâti min yevmil cumuati fesav ilé zikrilléhi vezerul bey'a..." "Ey iman edenler! Cuma salatına nida (çağrı) yapıldığı zaman Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın..." Demek ki, salât, Allah'ın zikri olan Kur'an'mış. Şu halde salâtın öğrenim kısmı da iki ayrı talim ve terbiyeye işaret etmektedir.1-) Bireysel olarak Allahın zikrini yani vahyi öğrenmek. 2-) Cemaat olarak Allah’ın zikrini dinlemeye koşmak. Gerçekten de bir çok âyete baktığımızda salâtın “zihinsel destek alma” olduğunu görebiliyoruz.Mesela: “Sana vahyedilen bu kitab-ı tilâvet et yani salat-ı ikâme et. Salât, kesinlikle her türlü ahlaksızlıktan ve münkerden alıkoyar yani Allahın zikri (onunla uyarı yapmak) en büyük (öğüttür) Allah bütün yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebüt-45) buyuruyor. Şimdi sözlü eğitim olmazsa yani Kur'an ile diyalog ve iletişim olmadan insanların ahlaksızlıktan ve münkerden kurtulmaları nasıl mümkün olacaktır? Halbuki yüce Allah "salâtın kesinlikle her türlü ahlaksızlıktan ve münkerden alıkoyacağını" söylemişti. Fakat bu âyette bulunan salât-ı “zihinsel destek alma” yani Kur'an ile öğüt ve vahiy'le uyarı olarak değil de, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının yorumları olan "namaz kılmak" olarak kabul edersek Allah'ın âyetini saptırmış olmaz mıyız?Böylece hayatını namaz kılmakla geçirmiş fakat her türlü kötülüğü yapan kimseleri gördüğümüzde, “onlar namazı dosdoğru kılamadılar” mı diyeceğiz? Halbuki yüce Allah ne buyuruyordu? "salat, kesinlikle her türlü ahlaksızlıktan ve münkerden alı koyar" Hâşâ bu durumda yüce Allah'ı da yalancı çıkarmış olmuyor muyuz?İşte Kur'an'da var olan "salât" âyetlerini doğru anlamak bu kadar önemlidir. SALÂT'IN BİR TEK ANLAMI VARDIR. Uydurma dinin ileri gelenleri, salât'ın insanlar üzerindeki müspet etkilerini yok etmek için kavramın açık ve anlaşılır anlamına karartma yapıp onun bir çok anlama geldiğini iddia etmektedirler.Fakat bu iddia Kur'an'ın kavramlar sistemine aykırıdır.Çünkü kaç çeşit korku veya kaç yardım ve destek türü varsa yüce Allah Kur'an'da hepsine ayrı ayrı kelime kullanmıştır. Yani yüce Allah'ın “salât” kavramını birden fazla anlamda kullandığını iddia etmek, diğer durumlar için (hâşâ) kelime sıkıntısı çektiği anlamına gelir ki, bu noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'a iftira olur.Dolayısıyla “salâtın bir çok anlamı vardır ” diyenlere itibâr edilmemesi gerekir. Salât'ın bir tek anlamı vardır.“vahiy ağırlıklı sözel ve zihinsel destek, Kur'an ile öğüt verme” Bu da eğitim ve öğrenimle Kur'an ilim ve ahlakının topluma ulaştırılması, insanlara destek olma ve onları Kur'an'ın hikmet ve marifetiyle donatma demektir.Yani salât, aynen cemaat ve tarikatların kendi batıl dinleri için yaptıkları çalışma gibidir. Nurcuların ve süleymancıların kendi şirk dinlerinin eğitim ve öğretimi için açtıkları yurt ve okullar, medrese ve tekkeler gibi. İşte cemaat ve tarikatların kendi dinleri için yaptıkları şey "salât" oluyor. Fakat kendi liderlerine ve kitaplarına dâvet ettikleri yani din ve dâvâları batıl olduğu için Kur'an, onların salâtlarına "sehun" damgasını vuruyor. Cuma günleri diyanetin vaaz ve hutbesi de Ehl-i Sünnet öğretileri için bir salât oluyor. Salât olmasaydı cemaat ve tarikatlar (batıl da olsa) inanç ve zihin açısından bu kadar güçlü bir yapıya sahip olamazlardı. Fethullah terör örgütünü bu kadar güçlü yapan şey salat'tan başka bir şey değildir. Araplar atın ve devenin üzengisine "salât" anlamına gelen “salli” kelimesini kullanırlardı. Çünkü devenin veya atın üstüne bundan destek alarak binerlerdi. Vahiy de kelimeyi bu anlamda kullanmıştır. Aynı zamanda ateşe odun atıp yanmasına destek olmaya da "sallâ" denilmiştir. Şuna emin olun ki, Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları Kur'an'da var olan hiç bir kavrama doğru bir anlam vermemişlerdir. Mesela: Salat kavramına, namaz anlamı veremeyecekleri yerlerde "dua" ve "rahmet" anlamı vermişler.Halbuki hem “dua” hemde "rahmet" kavramları Kur'ani kavramlardır.Yani bir çok yerde Kur'an bunları kullanmıştır. Mesela: Yüce Allah, Bakara süresi 157.âyette, hem salât hemde rahmet kavramlarını kullanarak ayrı anlamlara geldiklerini göstermiştir. İslam düşmanları, sistemli ve sürekli olarak Şii ve Sünni halkların cehaletini beslemektedir. Şii ve Sünniliğin bulunduğu her yerde taklitçi ve cehalet yobazlığı; muhafazakar dini duyarlılığı yani uydurma karanlık ayakta tutmak için büyük çabalar harcamaktadır. Buna karşın Kur'ani ve akli gerçekleri seslendirme ve yaşatma mucadelesi veren muvahhidler, küçük düşürücü yaftalarla karalanmak istenmektedirler. Bu sebeple Kur'an'dan haberi olmayan ümmi halkın aldatılması kolay olmaktadır. Çünkü salât konusunda kabul edilebilir ilmi delillerden yoksun vaziyettedirler.Mehmed Akif'in onlara karşı cevabı muhteşemdir. "Acaba şu şayiayı(iftira ve yalanı) çıkaranlar bir adamın alnına "Vahhabi" damgasını yapıştırmak ne demek olduğunu biliyorlar mı? Vahhabilik bir mezhebi mahsusun ismi olmakla beraber Arabistan'ın birçok yerlerinde dinsiz tanıtılmak istenilen adamlara verilen bir payedir.Lehte söylenen sözlere inanmamak lakin aleyhte söylenenlere derhal iman etmek insanlarda cibilli bir hasısa(özellik,hastalık ) olduğu için, Mesela: Ben bugün çıkar da Allah'tan korkmadan en akidesi pak (inancı temiz-ihlas sahibi) bir adam hakkında "iyidir ama dinsiz olmasa!..." dersem az zaman sonra o masum zavallıyı bütün insanlar baştan başa mülhid (sapık ) tanırlar, acaba bu adam ilhadı mucib (sapıklığı hak edecek ) ne yapmış, ne söylemiş demeyi hatırlarına bile getirmezler. Müslümanlıkta en güç bir şey varsa oda bir adama dinsiz payesini (damgasını) vurmaktan ibaret olduğu halde fazlını, (faziletlerini) irfanını, (erdemini) ikbalini, şöhretini çekemediğimiz yahut tarzı tefekkürünü kendi meşrebimize muvafık görmediğimiz kimseleri bu hasbi rütbeyle nazardan (gözden) düşürmek nedense bize pek kolay geliyor..." En garibi şurasıdır ki, bütün aktarı İslamiyede "vahhabilik" ünvanı ile teşhir edilen adamların kısmı azamı (büyük çoğunluğu) Müslümanları müdafaaya vakfı hayat etmiş( hayatlarını vakfetmiş) olan ekabiri ümmettir( ümmetim büyük alimleridir), fedakarânı Millettir( milletin en fedakar şahsiyetleridir) Bir yabancı aramıza girse dese ki : Ey cemaat-i Müslimin! filan filan zatlar sizin en âkiliniz, en âliminiz, en fâzılınız olduktan başka ebna-yı milletin saadetine çalışmış olmak itibariyle en hayırhahınız, en hamiyetlinizdir. (Ülkeyi en çok seven, Milli ve yerli olanlardır) siz bunları vahhabilik ile itham ediyorsunuz yani Müslümanlıktan çıkarıyorsunuz, demek sizin dininiz akıl ile,ilim ile, hamiyet (milli olmak) ile kabil-i telif olamayacak! Bu söze karşı ne diyebileceğiz. Cihan-ıslam (İslam toplumu) hakikaten bikes( çaresiz) cidden garip. Bu ekabiri ümmeti (ümmeti büyük âlimlerini) rahmet ve hürmetle anmalıyız ki, geriden gelenler aramızda bir yad-ı cemil (güzel anılmak) bırakabilmek ümidinden mahrum kalarak mucahededen vazgeçmesinler.Üç beş sene evvel İnsaf ehli bir Frenk bana demişti ki : Erbab-ı fen ve sanatın kıymetini takdir edemiyorsunuz, mazursunuz, lakin erbab-ı sa'yu hizmeti takdir etmiyorsunuz! işte bu kabahatiniz afvolunmaz..." (Mehmet Akif külliyat hzl İsmail Hakkı Şengüler- Hikmet Neşriyat 5 ,51,55)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(78.YAZI) Nisa Süresi 135-) Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır. 136-) Ey iman edenler! Allah’a, Resül'üne, Resülüne indirdiği kitab-a ve daha önce indirdiği kitab-a iman ediniz. Kim Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resüllerine ve âhiret gününe kâfir olursa (hidayetten) uzak bir sapkınlığın içindedir. 137-) İman edip sonra kâfir olanlar, sonra yine iman edip tekrar kâfir olanlar, sonra da küfürlerini arttırdıkça arttıranlara Allah ne mağfiret edecek, ne de onları hidayetin yoluna iletecektir. 138-) Münafıklara, kendileri için elim bir azap olduğunu müjdele! 139-) Onlar müminleri bırakıp da kâfirleri veli edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar?(Bilsinler ki) bütün izzet yalnızca Allah’a aittir. 140-) Andolsun ki (Allah), kitap’ta size şunu indirmiştir: Allah’ın âyetlerinin küfredildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuya geçinceye) kadar onlarla beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir. (Yukarıdaki âyette tam bir inanç ve vicdan hürriyeti mevcuttur. Bir bu âyeti düşünün birde uydurma din ve mezheplerin terör örgütlerini düşünün. "Allah'ın âyetlerine küfrediliyor, onlarla alay ediliyor" yüce Rabbimiz, sadece "o anda onlarla oturmayın" buyuruyor. Vurun, kırın, öldürün yok, sadece ve sadece "o anda orayı terkedin" Hemde iman edenlerin en güçlü olduğu Medine döneminde bu âyet iniyor.) 141-) Sizi gözetleyip duranlar, eğer size Allah’tan bir fetih (nasib) olursa, "Sizinle beraber değil miydik?" derler. Kâfirlerin (zaferden) bir nasipleri olursa (bu sefer de onlara), "Sizi yenip (öldürebileceğimiz halde öldürmeyip) müminlerden engellemedik mi?" derler. Artık Allah kıyamet gününde aranızda hükmedecektir ve kâfirler için müminler aleyhine asla bir yol vermeyecektir. 142-) Şüphesiz münafıklar Allah’a oyun etmeye kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar salâta kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az anarlar. 143-) Bunların arasında bocalayıp durmaktalar; ne onlara (kafirlere) ne bunlara(müminlere). Ve kim Allah’tan (Kur'an'dan) saparsa, artık onun için (hidayete) yol bulamazsın. 144-) Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri evliya edinmeyin; (bunu yaparak) Allah’a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz? 145-) Şüphe yok ki münafıklar ateşin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın. 146-) Ancak tevbe edip ıslah olanlar, Allah’a (Kur'an'a) sığınıp dinlerini yalnız Allah'a hâlis kılanlar başkadır. İşte bunlar (gerçekte) müminlerle beraberdirler ve Allah müminlere yakında büyük mükâfat verecektir. (Nebilere indirilen tüm vahiy'lerde en çok dikkat çekilen şeylerden biri, "dinde ihlas sahibi olmalarıydı" yani "dini sadece ve sadece Allah özel kılmaları" idi. "Ey Nebi!) Şüphesiz ki, kitab-ı sana hak olarak indirdik. O halde sende dini Allah'a özel kılarak (İhlas ile) kulluk et. Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır"(Zümer- 2,3)Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'ın bütün kavramlarının manalarını tahrif etmişlerdir.Bozdukları ve anlamını yamulttukları en önemli kavramlardan birisi de "ihlas" kavramıdır.Onlara göre "ihlas" "samimi olmak" ve "ibadetleri yalnız Allah için yapmaktır" Halbuki Kur'an'ı Mübin'de "İhlas" kavramı "dini yalnız Allah'a özel kılmak, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak edinmemek" anlamında kullanılmıştır. Yani "İhlas" kavramı "ameli" bir kavram değil, "imâni" ve "itikadi" bir kavramdır. Eğer din yalnız Allah'a özel kılınmış olsaydı, ibadetler direkt olarak Allah için yapılmış olacaktı.Onun için "ihlas" kavramı Kur'an'da her zaman din ile beraber anılarak dinin Allah'a özel kılınması ile ilgili bir kavram olduğu açıkça ortaya konmuştur."Halbuki onlara (tarihin bütün ümmetlerine) ancak, dini yalnız O'na özel kılarak hanifler (her türlü şirkten arınmış) olarak Allah'a kulluk etmeleri, salat-ı ikame etmeleri ve zekat'a gelmeleri emrolunmuştu. İşte (toplumu) ayağa kaldıracak sağlam din budur"(Beyyine-5)"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin, diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı..."( Şura- 13)Dinde ihlas sahibi olmanın yani dini Allah'a özel kılmanın tek yolu sadece Allah tarafından indirilen âyetlere uymaktır."Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) tabi olun. O'nu bırakıp da (yöresinde- berisinde) başka evliyanın peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"(Araf-3)"(Ey Nebi!) Sen, sana vahyedilene tâbi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"( Yunus- 109) "(Ey Nebi!) Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"( En'am-106)("Ey Nebi!) Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz ki sen ( Kur'an) sayesinde dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"(Zuhruf-43,44)Kur'an eski zamanların müşriklerini anlatırken, Allah Resulü'nün dönemindeki Mekke müşriklerine "Gördüğünüz gibi şimdi sizin yaptıklarınızla kadim müşriklerin yaptıkları arasında herhangi bir fark yoktur" demiş ve şirkin sadece geçmiş milletler'de kalmış bir fiil olmadığını ortaya koymuştur.Benzer şekilde Kur'an, Musa (a.s)a iman ettiklerini iddia ettikleri halde ona yapmadıkları eziyeti bırakmayan Yahudileri anlatırken, Muhammed (a.s)a iman edenlere "Ey iman edenler! Sizde Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın..."(Ahzab-69) uyarısında bulunmuş oluyor. Dolayısıyla ilk anda Mekke müşriklerini muhatap alan yukarıdaki âyetler, onlardan sonraki bütün zamanlarda hatta kıyamet gününe kadar dünyanın herhangi bir yerinde aynı fiili yapacak herkesi doğrudan muhatap almaktadır.O gün müşrikleri uyaran yüce Allah, bugün aynı şirki işlemeye meyilli iman edenleri uyarmaktadır.Öyleyse bu durumda olanlar "O günkü müşrikler için indirilmiştir, bu âyetler Yahudiler için nâzil olmuş, şu süre israiloğulları ile alakalı gelmiş, Hristiyanlar için indirilmiş âyetleri bize okuma" deme hakkına sahip değillerdir.Aslında böyle diyenler Kur'an cahilidirler.Çünkü yüce Allah bu âyetleri kiyamet gününe kadar geçerli olarak indirmiştir."De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür? De ki: ( Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu..."(En'am-19)
9 Aralık 2021 Perşembe
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(77. YAZI)Nisa Süresi 104-) O (düşman) topluluğu takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da, sizin çektiğiniz gibi acı çekmişlerdi. Üstelik siz Allah’tan, onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. Allah Âlim olandır, Hâkim olandır. 105-) Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana hitab’ı hak ile (bir amaca yönelik olarak) indirdik;(ey Nebi) hainlerden taraf olma! (Âyet, Nebi (a.s) ın yüce Allah tarafından indirilen vahiy'le uyarı ve ikaz yaptığını yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynağa yönelmesini kesin bir şekilde yasaklıyor. Dolayısıyla dinde Nebi (a.s) ın bir ortaklığı olamaz yani din ve hüküm olarak onun adına çıkarılan bütün hadisler şirk ve küfürdür.(Yunus-15; İsra-73,74,75; Hakka-44)106-) Ve Allah’a istiğfar et, şüphesiz Allah, Ğafur'dur, Rahim'dir. (Nübüvvet özel bir hayat olduğu için Nebi'nin Allah'a karşı hataları olmuştur.(Tevbe-113; Tahrim-1; (Enfal-67,68)İşte Nebi ve Resül'ün arasında bulunan farklardan bir tanesi de budur. Resül vahyi tebliğ makamında olduğu ve vahyi tebliğde ihanet etmeyeceği, yani Resül masum olduğu için Resül'e "istiğfar et" denilmesi abes olurdu.) 107-) Kendi nefislerine ihânet edenlerin mucadelesini yapma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez. 108-) İnsanlardan gizlerler de Allah’tan gizlemezler. Halbuki geceleyin, O’nun razı olmadığı sözü düzüp kurarken O, onlarla beraber idi. Allah yaptıklarını kuşatıcıdır (O’nun ilminden hiçbir şeyi gizleyemezler). (Yani dini ve ictimai hayatlarında öyle bir ahlak ve karaktere sahipler ki, insanları hesaba katarlar da Allah'ı hesaba katmazlar. İnsanlardan korkarlar, insanlardan çekinerek yanlış yapmamaya çalışırlar da, Allah'tan korkmaz ve O'ndan çekinmezler. Halbuki Allah bütün hallerini bilir ve tüm yaptıklarına şâhittir.) 109-) Haydi siz dünya hayatında onlar için mucadele ettiniz, ya kıyamet günü Allah’a karşı onlar için kim mucadele edecek, yahut onlara kim vekil olacaktır? 110-) Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah’a istiğfar ederse, Allah’ı mağfiret edici, merhamet edici bulacaktır. 111-) Kim bir günah kazanırsa onu ancak kendi nefsinin aleyhine kazanmış olur. Allah Âlim olandır, Hâkim olandır. 112-) Kim kasıtlı veya kasıtsız bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki, büyük bir bühtan ve apaçık bir günah yüklenmiş olur. (Kur'an'ın kavramlar sisteminde "iftira" kelimesi, yüce Allah'a karşı yapılan bir yalan iken,"bühtan" kelimesi insanlara karşı yapılan bir yalan olarak kullanılmıştır. Halbuki insanlar bühtan kelimesini de iftira kelimesinin içinde kaybetmişlerdir.) 113-)(Ey Nebi!) Allah’ın senin üzerinde fazileti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir tâife seni saptırmaya yeltenmişti. Halbuki onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir şeyde zarar veremezler. Allah sana kitab’ı ve (yani) hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Ve Allah’ın senin üzerindeki fazileti gerçekten azim olmuştur. (Âyette bulunan kitap, Kur'an'dır, hikmet de onun bağlam ve bütünlüğüdür yani kendi içinde bulunan çözümü ve sistemidir. Dolayısıyla kitap ve hikmet birdir, aynı şeydir.) 114-) Onların gizli konuşmalarının bir çoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka yahut bir mârufu yahut da insanların arasında ıslah etmeyi emredenin konuşması müstesna. Kim Allah’ın rızasını elde etmek için bunları yaparsa, biz ona yakında azim bir mükâfat vereceğiz. 115-) Kendisi için hidayet beyan edildikten sonra, kim Resül'e (Kur'an'a) karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola tâbi olursa, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.(Âyette bulunan "Resül" Kur'an'dır, "müminler" ise, Kur'an'ı dinde tek hüküm kaynağı olarak kabul eden muvahhidlerdir.) 116-) Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa (hidayetten) uzak bir sapkınlığa savrulmuştur. 117-) Onlar (müşrikler) O’nu bırakıp yalnızca bir takım dişilere dua ediyorlar, ancak inatçı şeytandan dilekte bulunuyorlar.(Âyette bulunan "inésen" kelimesi, müşriklerin ölmüş olan din adamlarıdır. Çünkü Araplar, ölüler zayıf oldukları veya aciz bulundukları için onlar hakkında "inés" kelimesini kullanmışlardır. Bununla birlikte onlar bazı din adamlarını tâzim ederler ve onlara yakarırlardı. Aynen bir çok Ehl-i kitab'ın, Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamının yaptığı gibi.) 118-) Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: "Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim" demiştir. 119-) "Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler" (dedi). Kim Allah’ı bırakır da şeytanı veli edinirse elbette apaçık bir husrana düşmüştür. 120-) Şeytan onlara vâdeder ve onları temennilere sevkeder; halbuki şeytanın onlara vâdetmesi aldatmacadan başka bir şey değildir. 121-) İşte onların yeri cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak bir yer de bulamayacaklardır. 122-) İman eden ve salih ameller işleyenleri, içinde ebedî kalmak üzere, zemininden nehirler akan cennetlere koyacağız. Allah, hak bir söz olarak vâdetti. Allah’tan daha sâdık sözlü kim vardır? 123-) Ne sizin temennileriniz ne de ehl-i kitabın temennileri (gerçektir); kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görür ve kendisi için Allah’tan başka veli de, yardımcı da bulamaz.(Âyette geçen "süen" kelimesi, şirk anlamına gelmektedir. Çünkü insanların ve toplumların başını belaya sokan ve mahvolmalarına sebep olan en büyük kötülük ve zulüm şirktir.) 124-) Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak sâlihât yaparsa, işte onlar cennete girerler ve (çekirdek) çukuru kadar zulme uğratılmazlar.125-) Din bakımından daha güzel, yönünü sadece Allah’a çeviren ve İbrahim’in, Allah’ı bir tanıyan hanif milletine tâbi olan kimseden daha güzel ahlak sahibi kim vardır? Allah İbrahim’i dost edinmiştir.(Millet: İnsanlık tarihinde ister şirk ve küfür, isterse iman ve tevhid olsun aynı inanca sahip olanlar anlamına gelmektedir. İslam milleti, küfür milleti, İbrahim milleti, Muhammed milleti gibi. "Muhammed ümmeti" ifadesi Kur'an'ın kavramlar sistemine aykırı bir kullanımdır. Çünkü ümmet, aynı zaman ve aynı coğrafyada yaşayanlarla ilgilidir. En fazla her yüz yılda bir ümmet diye bir şey kalmaz. İşte bundan dolayı "her ümmetin bir eceli vardır" denilmiştir"(Âraf-34)İşte bundan dolayı "onlar bir ümmetti gelip geçti..." (Bakara-134,141) buyrulmuştur. Fakat millet kiyamet gününe kadar var olacaktır.) 126-) Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır. (Hiçbir şey O’nun ilim ve kudretinin dışında kalamaz). 127-) Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait fetvayı size Allah veriyor: Kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil davranmanız hakkında size okunan kitapta (Allah’ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir. 128-) Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer güzel geçinir ve takva sahibi olursanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. 129-) Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bâri birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer sulh yapar ve takva sahibi olursanız, Allah Ğafur olandır, Rahim olandır. 130-) Eğer (eşler) birbirinden ayrılırsa Allah, bol nimetinden her birini zenginleştirir (diğerine muhtaç olmaktan kurtarır); Allah’ın (nimeti) geniş olandır, Hakim olandır. 131-) Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size "Allah’tan korkun" diye emrettik. Eğer kâfir olursanız biliniz ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah Ğani olandır, Hamid olandır. 132-) Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter. 133-) Ey insanlar! Allah dilerse sizi giderir (yok eder) başkalarını getirir; Allah buna kadir olandır. 134-) Kim dünya sevabını isterse (bilsin ki) dünyanın da ahiretin de sevabı Allah indindedir. Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir.
8 Aralık 2021 Çarşamba
SALAT VE ZEKAT Şii ve Sünni din adamları uydurdukları rivayetlerle istisnasız Kur'anın bütün kavramlarını tahrif etmişlerdir. Bunlardan ikisi de salât ve zekât kavramlarıdır. Meal ve tefsirlerinde zekât’ın orjinalini alıyorlar. İş salât’a gelince hemen farsça uydurma olan ve ne anlama geldiği belli olmayan namaz'a çeviriyorlar.Kur'an’da salât'ın hangi anlamda kullanıldığını anlamak için zerre kadar aklını kullanmayanlar, kendilerine din ataları tarafından ezberlettirilen mantıksız ritüeli tekrar etmekten başka hiçbir alternatif üzerinde düşünmüyorlar.İşte bundan dolayı mükemmel olan salât-ı, hardal tanesi kadar kendilerine faydası dokunmmayan, bir ritüele dönüştürdüler. Böylece zekât'ın yani arınmanın zihinsel eğitim ve dayanışmayla bağını yok ettiler. Salâtın kanatları namaz değil, zihinsel dayanışma, Kur'an öğrenimi ve eğitimidir. (Tâhâ-14)Zekâ kökünden gelen zekât, hem zihinsel arınma (Meryem-13) hem de maddi olarak arınma’yı (Leyl-18) hedef almakla salâtın kurumlaşmasına vesile olur. Eğer salât'ın da öğrenim ve dayanışma özelliklerinden biri olmazsa, salât-ikâme bir kanadı olmayan kuşa benzer. Çünkü onu uçuracak kanatlar ondan kopartılmış başka yere konmuştur. Ne zekâtsız salât, ne de salâtsız zekat mümkün değildir. İşte bundan dolayı yirmi altı yerde kalıp şeklinde geçen "ve ekimus salâte ve'tuz zekéte" "salat-ı ikâme edin ve zekât'a gelin" de bulunan "ve" yani anlamına gelmektedir. Âyetler şöyledir. "salat-ı ikâme edin yani arınmaya gelin" Çünkü zekât-ı hem zihinsel hemde maddi arınma olarak anlarsak, salât-ı ikâme etme de, zihinsel öğrenim desteği ve psikolojik dayanışma olarak alırsak mükemmel bir uyum ve dengenin meydana geldiğini görebiliriz. Kur'an'da yardım ve destek anlamına gelen "nasr, teavun, istiğase, istiâne" kavramlarının hepsi maddi bir yardımlaşma ve dayanışma anlamına gelirken, salat kavramı zihinsel destek ve psikolojik yardım anlamına gelmektedir. “Öğrenimi ve dayanışmayı” (salât-ı ikame edin) "salât-ı ayağa kaldırın" (ve'tüz zekéte) "yani arınmaya gelin" oluyor. “Salât-ı ikame edebilmek için her türlü şirk ve hurafelerden "Kur'an ile arının" demektir.Şirk ve hurafe, yalan ve iftira bakımından Şiilik ve Sünnilik kadar kirli ve sicili bozuk bir din yeryüzüne gelmemiştir. Yani namaz kılmanın ahlak ve karakterleri üzerinde olumlu hiçbir tesir yapmamıştır. Dolayısıyla iletişim ve diyalog olmadan hiç bir eğitim ve öğretim olmaz.Din dediğimiz şey bir hayattır, aksiyoner bir yaşantıdır, dinamik bir harekettir, sürekli akan bir nehir gibidir. Din ritüelleri kabul etmez. Resüllerin hayatlarına baktığımızda bu dinamik hayatı ve aksiyonu en canlı bir şekilde görürüz. Kur'an'a baktığımızda baştan sona kadar büyük bir mucadele ve öğüt dolu olduğunu görüyoruz. Eğer bir toplumda sadaka ve infak müesseseleri kurulacaksa İlk önce zihinsel bir destek ve her türlü kirden arınma yani salât ve zekatın olması şarttır. Bir çok konuda Kur'an, geniş teferruatlar verirken, salat ve zekatta hiç bir teferruat vermemesi, yüzlerce teferruatı bulunan karmakarışık namaz ritülinin dinde yeri olmadığını ıspat eder. Yeterli bilgi olmadan Kur'an'a susamış gönülleri diriltmenin imkanı bulunmamaktadır. İşte bunun için yüce Allah zekattan önce salât-ı ikâmeyi yani tolumu Kur'an ilim ve ahlakıyla ayağa kaldırmayı emretmiştir. Halbuki namaz denilen ritülin insanlara öğrettiği hiçbir erdem yoktur. Salât âyetlerini namaz ritüline çevirenler hanif İslam dinini aynen şirk dinlerdeki mistik ruhbani bir din konumuna çevirmişlerdir. Yani tüm insanları ilgilendiren Allah'ın evrensel mesajını, yerel ve bölgesel bir kabilenin din anlayışına mahkum ettiler. Bu din akla ve mantığa sahip olan insanları değil, ancak kendi içine kapanan duygusal inançlara sahip mistik ve ruhban sınıfılarını ilgilendirir. Dolayısıyla tüm insanların akıl ve mantığına hitap etmeyen bir mesaj ve öğreti, bir ritüel ve ibadet Allah'ın dini ve emri olamaz. İşte bundan dolayı Şia ve Ehl-i dini, zor durumda kalma yani mahalle baskısı haricinde hiçbir zaman diğer dinlere mensub olanları cezbetmemiştir. Müslüman olan bir kaç kişi varsa, onlarda okudukları Kur'an sayesinde bunu başarmışlardır. Kur'an'da geçen bütün "ibadet" kelimelerine açın bakın, istisnasız hepsinin yüce Allah'a kayıtsız şartsız itaat anlamında kullanıldıklarını göreceksiniz. Yani sadece Allah'a kulluk, yani şirk koşmama yani Resüllere indirilen vahiy'den başka hiçbir kitab-a iman etmemekle ilgilidir. Yüce Allah insanlara hiçbir faydası olmayan ibadeti emretmekten münezzehtir.Dolayısıyla Kur'an'da geçen ibadet kavramları anlamsız, ezberlenmiş, sürekli tekrar edilen kuru bir tapınma değil, hayatın tümünü içine alan inanç ve güzel ahlaktan tutun dürüst ve adaletli olmaya kadar bütün bir yaşamı kapsamaktadır.İbadet, tevhid demektir, ihlas demektir, takva demektir, güzel ahlak demektir, her türlü erdem ve hayır demektir. Fakat Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları bütün kavramlar gibi “İbadet” kavramını da namazın bataklığında boğup yok ettiler. Bu yüzden doğudan batıya, şimalden cenuba kadar bütün Şia ve Ehl-i Sünnet topumları, cemaat ve tarikatları ile beraber namaz kılanların hepsi Allah’ın âyetlerinden habersizdir.Öyle bir ibadet düşünün ki, sizi Allah'ı takdir etmekten, Resüllerini tanımaktan, mesajını anlamaktan uzaklaştırsın.Bu da bize gösteriyor ki, namaz kılmak, gerçekte ibadet değil, insanları Allah'ın mesajından yani hidayet ve sırat-ı müstakimden yani salattan en büyük saptırma aracı olmuş haldedir. Bir şeyin ibadet olabilmesi için Allah'ın kitabında karşılığı olması lâzımdır. Mezheb imamlarının ve müctehidlerin fetvaları ibadet olur mu? Dolayısıyla namazın bütün ritüelleri din adamları tarafından dizayn edilmiş ve yüce Allah’a iftira edilmiştir. Halbuki Allah’a yalan yere iftira edenler bir çok âyette en büyük zalim olarak damgalanmışlardır."NAMAZI MİLLETİN BAŞINA BELA ETTİLER" Kur'an'a baktığımızda Allah Elçilerine indirilen vahiy'lerde ve İslam dininde en önemli emirlerin tevhid, güzel ahlak, adalet, emri bil'maruf- nehyi anil' münker,infak, merhamet, Kur'an'ın tek kaynak olarak kabul edilmesi, elçilerin hayatlarının ve mücadelelerinin önemi, komşulara, akrabaya ana-baba'ya ihsan, insan hakları koruma,Allah yolunda cihad, vahyin başka sözlerle bozulmaması, helal ve haramların Allah tarafından belirlendiği, Kur'an'ın himayesine sığınma ve sadece ona tabi olmakla ilgili yüzlerce âyet bulunmasına rağmen, Allah Resulü'nün vefatından asırlar sonra uydurulan rivayetlerle, rivayetlerden yapılan içtihatlarla, ictihadların kurumsallaşması neticesindedin anlamı olmayan ibadetlere indirgendi. Tâbi "namaz dinin direği" ve "namaz eşittir din" yapılınca, bu sefer İslam ümmetinin fakirlik ve sefaletinin gizlenmesi ve perdelenmesi gayesiyle büyük ve gösterişli mabetler inşa edildi. Yani ümmet, mâbetlere ve namaza esir edilerek vahyin değer verdiği diğer önemli emirler ve hayati ilkeler zamanla unutularak ortadan yok oldular. Mesela: Ehli Sünnet mezheplerinin hadis kaynaklarında tevhid, güzel ahlak, adalet, insan hakları ile alakalı fazla bir şey yer almazken, namaz kılmak, hacca gitmek, tahâret, oruç tutmak, zekat vermek gibi konularla alakalı yüzlerce kaynak meydana getirilmiştir. Sadece "namaza hazırlık, namazdan önceki temizlik" ile ilgili on dört ciltlik eser yazanlar bile olmuştur.Özellikle dinin tevhid ve güzel ahlak üzerine değil de, kavram olarak Kur'an'da geçmeyen "namaz"ın üzerine oturtulması, namaz kılmak, abdest almak, suların temizliği, kuyuların suyu, durgun ve akan su, suların hükmü, suyun tadı, kokusu, rengi, miktarı, cemaatle namaz, sarık ve misvakla namazın fazileti, safların düzenli olması ile ilgili binlerce kavram ile korkunç derecede zor, karmaşık ve yaşanmaz bir din ortaya çıktı.Dinin tek kaynağı Kur'an ile hiç bir ilgisi olmayan, fındık kabuğunu doldurmayacak zırvalarla yüzlerce "kutsal kaynaklar" telif edildi.Namaz kılmak için temizlik, sular meselesi ve namazın üzerinde o derece durdular ki, artık "namaz kılanın diğer günahları kendine zarar vermez" inancı zihinlere hâkim olmaya başladı. Temizlik, suların hükmü, namazın farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, mekruhları abdestin farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, mekruhları, cemaatle namaz kılmanın fazileti, safları sık tutmanın sevabı ve diğer namazın yüzlerce teferruatından, İslam'ın ana konularına sıra gelmedi. Mesela: Ehli Sünnet'in "kutsal kaynakları" olan "kütüb-ü sitte" de Allah Resulü adına İftira edilmiş öyle hadisler vardır ki, güya Allah Resulü (a.s) "men terakes sâlete fekad kefera--Namazı terk eden kafirdir" "men lem yusalli fehuve kéfirun-- kim namaz kılmazsa kafir olmuştur" "cemaate gitmeyenin evini yakmak içimden geliyor" "..men bené mesciden lilléhi benallâhu lehu beyten fil cenneti-- kim Alla rızası için bir mescid bina ederse, Allah'da ona cennete bir ev- köşk bina eder' buyurmuştur. Tâbi uydurulan rivayetler üzerine oturtulan batıl din, sanki Allah Resulü'nün sözleri imiş gibi, hüküm olarak kabul edildi. İşte bütün bu hurafelerin yoğunluğundan dolayı Hüseyin Atay haklı olarak "Namazı milletin başına bela ettiler" cümlesini, söylemek zorunda kalmıştır. Aslında Mekke müşriklerinin namazı ile Şia ve Ehli Sünnet mezheplerinin namazı arasında bir fark yoktur. Mekke müşrikleri Allah'a şirk koşarlar, kibirden cimriliğe kadar her türlü kötü ahlaka sahip olmalarına rağmen, ibadet eder, Hac ve Umre yapar, tavaf eder, kurban keser ve Kâbe'ye çok değer verirlerdi.Ve namazları, şirk dahil, onları hiçbir kötülükten alıkoymuyordu. Namaz insanları hiçbir kötülükten alıkoyamaz. İşte Allah böyle bir ahlâk ile ibadet eden, Hac ve Umre yapan kötü ahlak sahibi mekke müşriklerine "sizin gibi kötü ahlak ile ibadet eden müşriklere yuh olsun" buyurmuştur.İslam'da esas olan, vahyi bağlam ve bütünlüğü içinde bilmek, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmemek, dinî Allah'a özel kılarak sadece O'na teslim olmak (ihlas), tevhid, güzel ahlak, Allah'ı hakkıyla takdir etmek, insan hakları, infak, adalet ve doğal dengeyi koruyarak yaratılmışlara merhamet etmek, Kur'an'da anlatılan Resüllerin inanç ve mücadelelerini örnek almaktır.Yani Allah'ın elçilerini hakkıyla tanımak, onları anlamak ve değerlerini bilmektir.Sonuç olarak: Uydurma mezhebler dininin Allah ve Resulünün dinîyle hiçbir ilgisi yoktur.Bu batıl din evliya ve ilahların şirk dinidir.Namazının da, abdestinin de, haccının da, mâbedlerinin de Allah katında hiç bir değeri bulunmamaktadır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(76.YAZI) (Nisa Süresi 103-) Salat-ı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah’ı zikredin. Huzura kavuşunca da salat-ı ikâme edin; çünkü salat müminler üzerine vakitleri belli bir yazgıdır. "SALAT" KAVRAMI Günümüz Arapçası ile Kur'an'ın indiği dönemin Arapçası birbirinden çok farklıdır. Kur'an, kadim Mekke ve Medine'nin Arapçasıyla indi. Mesela; sadece bir asır öncesine geriye gidildiğinde, Türkçe olmasına rağmen Osmanlıcayı anlamakta zorlandığımız görülecektir. Diller de aynen insanlar ve toplumlar gibidir, doğar yaşar ve zamanı geldiğinde ölürler. Aslında Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları Kur'an'da var olan kavramların içini boşaltıp bozmasalardı hakkı ortaya koymak için uzun uzun yazmaya gerek kalmayacaktı. Kur'an'da bir çok âyette geçen salât, Şia ve Ehl-i Sünnet'in namazlarıyla ilgisi yoktur. Salat kavramı çok daha geniş, kapsamlı, evrensel ve müminlerin hem bireysel hemde kurumsal olarak yerine getirmeleri gereken yani zihinsel yani sözle, sözün gücüyle bir destekleşme ve yardımlaşma organizyonudur. Mesela, şu âyete bir bakalım. "felé saddaka velé sallé velékin kezzebe ve tevellé=O, ne tasdik etti ne de destekledi, ama yalanladı ve geri durdu"Görüldüğü gibi yukarıdaki âyetlerde dört eylem zikredilmiş, bu eylemlerden ikisi diğer ikisinin karşıtı olarak gösterilmiştir. "saddaka" nın karşıtı olarak "kezzebe" yani “tasdik etme”nin karşıtı olarak “tekzib etme, yalanlama” fiili kullanılırken, "sallé" fiilinin karşıtı olarak da "tevellé" fiili kullanılmıştır. Kalıbı itibariyle “süreklilik” anlamı taşıyan tevellé sözcüğü; “sürekli geri durmak, sürekli yüz dönmek, lakayt kalmak, ilgisizlik, pasiflik ve yapılmakta olan girişimleri engellemek” anlamına geldiğine göre, "tevellé" nın karşıtı olan "sallé" ise, “sürekli olarak destek olmak, seyirci kalmamak, aktif olmak” anlamına gelmektedir."Salât" sözcüğünün anlamını, “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak, toplumu ayağa kaldırmak, sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunları değil, toplumsal sorunları da kapsamaktadır. Salat kavramının en önemli konusu Kur'an ilim ve ahlakının topluma kazandırılmasıdır. Yani salat'ı, anlamı olmayan ritüellerden kurtarıp, “topluma psikolojik ve zihinsel destek olma, toplumu aydınlatma, toplumun sorunlarını sırtlama ve giderme” boyutuna taşımak gerekir. "Salat" ın zihinsel destek olduğu ile ilgili en önemli delillerden bir tanesi de Tevbe 103.âyettir. "Onların mallarından sadaka al; bununla onları (nifaktan) temizler ve arındırırsın.Ve onlar için salat eyle, âyeti metni ile okuyalım (ve salli aleyhim, inne salâteke sekenün lehum)"onlara salât et, çünkü senin salatın onlar için sükunettir. Allah işitendir bilendir"Âyette Nebi (a.s) a emredilen "salli aleyhim" "onlara salat eyle" nin anlamı şudur.Nifak ile iman arasında gidip gelen, net bir çizgiye sahip olmayanlara söz ve fiille yani zihinsel destek olması, İslam dininin önem ve ehemmiyetinin sürekli olarak onlara dille anlatılması ve hanif dinin sürekli olarak onlara hatırlatılmasıdır. Söz konusu olan Tevbe-103 âyet, 101.âyetten itibaren alındığı zaman mesele daha iyi anlaşılacaktır) “Salat" kelimesi, zihinsel destek anlamına geliyorsa, yardım anlamına gelen "teavun, te'yid, nasr- nüsret, istiâne, istiğase" kavramları hangi anlama geliyor.?Aslında Kur'an'ın kavramlar sisteminde benzer olmasına rağmen her bir sözcüğun değişik bir manası vardır. İşte Kur'an'da var olan yardım ve destekle ilgili kavramlar sistemi. "Teavun: Yardımlaşma anlamına gelen teavun kelimesi, daha çok iyilik, güzellik ve takva konularında insanların birbirlerine organize olarak sözlü yardım yapmaları, kötülük, ahlaksızlık ve düşmanlık gibi günahlardan yine sözlü olarak uyarmaları anlamında kullanılır.(Maide-2)Te'yid: Yüce Allah'ın manevi olarak yani vahiy ile Resüllere yardım etme ve destek verme anlamında kullanılmıştır.(Bakara- 87; Enfal- 62,63) gönüllerini Nasr- Nüsret: Maddi ve manevi yardım olmak üzere çok geniş kapsamlı bir kullanım alanı mevcuttur.Her türlü yardım anlamına gelmektedir.İstiâne:İstiâne ile nasr (yardım) arasında şöyle bir fark vardır. İstiâne sadece Allah'tan istenirken,(Bakara-45, 153; Âraf-128) "nasr" hem Allah'tan hemde insanlardan istenebilen bir yardım çeşididir.(Âli İmran-81; Âraf-153; Enfal-72; Tevbe-40; Muhammed-7)İstiğâse ise, açlık, kıtlık ve hayati tehlike gibi zor şartlardan kurtulmak için "imdat-istimdat" türünden Allah'tan ve gücü yetenlerden yardım dileme anlamına gelmektedir. (Yusuf-49; Kehf-29; Enfal-9: Kasas-15)"Destek" anlamına gelen "salât" kelimesi ise, zihinsel ve ruhsal yani duygusal bir yönelmeyi, bağ kurmayı ve toplumsal dayanışmayı ifade etmektedir. Yardım anlamına gelen kavramlar arasında mutlaka bazı farklar mevcuttur. "Korku" anlamına gelen kelimeler de böyledir. Kur'an'da "salât" ın geçtiği yerde hangi konu anlatılıyorsa, o tür bir manevi ve duygusal bir yardım ve destekten söz ediliyordur. Mesela: "O musallinlere veyl olsun. Onlar salâtlarında gaflet içindedirler" (Maun-4,5)Yani salat'a gereken önemi vermiyor, salât Kur'an ile ilgili iken, onlar din atalarının dinine dâvet ediyorlar, salatın ne olduğunu bilmiyorlar.Yani zihnen salat'ı umursamıyor değerinden habersizdirler, buyuruyor ve onları kınıyor. Mesela: "...Salât fahşa ve münkerden alıkoyar..." (Ankebut-45)Tebliğ ve irşad yani sözlü eğitim ve öğretim olmadan insanları kötülüklerden alıkoymak mümkün değildir. Yani ezberlenmiş ve alışılagelmiş, bilinçsizce ve şuursuzca yapılan ritüeller insanları kötülüklerden nasıl engelleyecek? Böyle bir şey mümkün olur mu? Yediden yetmişe kadar bütün insanlar sözel ve zihinsel olarak eğitim ve öğretimden geçirilmeden, toplumu ahlaksızlıktan ve kötülüklerden alıkoymanın mümkün olmayacağını herkes bilir. Yani ancak eğitim ve öğretim araçlarıyla, sözle ve zihinsel destek vererek toplum arzu edilen olumlu bir seviyeye yükselir. İnsanların üzerinde yüce Allah'ın en büyük desteği indirmiş olduğu vahiy'dir. (Ahzab-43)"... Onların (müşriklerin) salât'ı el çırpmak ve ıslık çalmaktan ibarettir..." (Enfal-35) El çırpmak ve ıslık çalmakla salat olur mu? Yani ıslık çalmak ve el çırpmakla ilim ve güzel ahlak bakımından toplumu istenilen bir seviyeye taşımanız mümkün olur mu? Gerçekten de Şia ve Ehl-i Sünnet dininin yaşandığı coğrafyalara baktığımızda, ne mescid ve minarelerin, ne ezan ve ibadetlerin toplumun gelişmesi üzerinde olumlu bir katkı meydana getirmediklerini görüyoruz. Onlar istedikleri kadar mabed ve ibadetlerini övsünler, görünen köy kılavuz istemez. Kavramların yeri değiştiği için binlerce mabed ve eğitim kurumları ümmetin sırtında bir yük olmuş ve maalesef israftan başka hiç bir işe yaramıyorlar. Mesela: "Cuma günü salât için nida edildiğinde hemen Allah’ın zikrine koşun..."(Cuma-9) .. ..Allah’ın zikrine yani Kur'an'ı dinlemeye koşma, “bilgi edinme, eğitim ve öğretimle" ilgili bir durum olmadığını kim iddia edebilir? Bu da ancak zihinsel ve duygusal bir destek alma olmalıdır. Yüce Rabbimizin en büyük zikri olan Kur'an anlaşılsaydı, cehalet, taklit, vahşet ve katliamlar iman edenlerin hayatlarına bu kadar hakim olur muydu?(Âli İmran-103; Hac-31)Mesela: "Onlardan ölen birine asla salât etme ve onun kabri başında durma...!" (Tevbe-84)Bu âyetteki "salât" kavramı da, Nebi (a.s) a kesin bir emir olarak Allah ve Resülüne karşı gelmiş ve kafir olarak ölmüş olan munafıkların cenazelerine katılmaması, mezarlarına gitmemesi, dayanışma ve destek içine girmemesi onların cenazelerini teşyi etmemesi, uğurlamaması yani ölüsüne değer vermemesi ve insanlara olumsuz örnek olmaması ile ilgili bir durumdur. Mesela: "... kuşlar (yaratılışları icabı yüce Allah'ın yasası gereği havanın kaldırma) desteğini ve tesbihini bilmiştir. (Nur-41)Yani sünnetullâh gereği kuşların gökyüzünde uçmaları “salât” olarak ifade ediliyor. Mesela: "... Vettehizu min makâmi İbrahime musallé" "...İbrahim'in makamından destek edinin..."(Bakara-125)Yani Kur'an'da anlatılan İbrahim'in Nübüvvet makamından ve müşriklere karşı yaptığı mucadeleden destek alın, onu örnek edinin. Yoksa âyet, Mescid'i Haram'da, Kâbe'nin yanında put yaparak tapının demiyor.
7 Aralık 2021 Salı
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(75. YAZI)Nisa Süresi 101-) Yerde (sefere) çıktığınız zaman kâfirlerin sizi fitneye düşürmelerinden korkarsanız, salat'tan (savaşla ilgili teşvik ve bilgilendirmeden) kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler, her zaman sizin apaçık düşmanınızdır.102-) Sen de içlerinde bulunup onlara salat-ı ikâme edeceğin zaman, onlardan bir tâife seninle beraber (dimdik) ayakta dursunlar, silahlarını alsınlar, böylece secde ettiklerinde (kayıtsız şartsız itaat ettiklerinde) arkanızda olsunlar. Sonra henüz salat-ı anlamamış olan (bu) diğer tâife gelip seninle beraber salat-ı yerine getirsinler ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kâfirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. SALAT-RÜKU-SECDE KAVRAMLARIKur'an'da "salât" kavramı, dini ve sosyal hayatı ayakta tutmak için söz ve fiille yapılan destek anlamına gelmektedir.Şia ve Ehl-i Sünnetin geleneksel olarak yerine getirdikleri ve adına "namaz" adını verdikleri rituelin Kur'an'da karşılığı yoktur. Şimdi "salat, secde ve rüku'nun" gerçekten hangi manaya geldiklerini anlamaya çalışalım. Yani "salat" ile "namazı" kıyasladığımızda birbirinden farklı olduğunu göreceğiz.İlk olarak "salât" kelimesinin hangi anlama geldiğini görelim.Kur’an’ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda"salat" kavramının "sözle zihinsel ve psikolojik bir destek olma" anlamına geldiğini görüyoruz. “Ey iman edenler, sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar salâta yaklaşmayın…” (Nisa-43)Dikkat edilirse bu âyette" ne söylediğinizi bilinceye kadar" deniliyor. "Ne yaptığınızı bilinceye kadar" değil, yani "salât" fiili bir hareket değil, söz ve güzel ahlakla ilgili zihinsel ve ruhsal yardım ve destektir. “…Salâtında sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi arasında orta bir yol tut”(İsra-110)Âyet yine bir "salât" âyeti ve yine fiziki bir hareketten değil, söz ve söylemle ilgili bir durumu anlatıyor. Aslında "salat" kavramının fiziki bir hareketle ilgili değildir.Salât, dil ile yapılan bir fiil, zihinsel şuurlandırma yani bilinç kazandırma olayıdır. Şimdi "salat" ile ilgili tam olarak neyin yapılmasının emredildiğini görmeye çalışalım. “Sana kitaptan vahyedileni tilavet et ve salâtı ikame et. Muhakkak ki salât fuhşiyattan ve münkerden alı koyar…” (Ankebut-45)İletişim ve diyalog olmadan yani sözle eğitim ve öğretim olmadan kötü bir ahlaktan uzaklaşma ve uzaklaştırma imkanı yoktur. “…O (Kur’an)’dan kolayınıza geleni okuyun ve salâtı ikame edin. Arınmaya gelin ve Allaha güzel bir borç verin…” (Müzzemmil-20)Salât, vahyin insanlara aktarılması, Kur'an ilim ve ahlakının insanlara öğretilmesidir. Yani "salât" Kur’an ile insanın kendisini ve bütün toplumu uyarma ve donatma seferberliğidir. “Ey iman edenler! cuma günü (toplanma günü) "salât" için nida edildiği zaman, Allahın zikrine (Kur'an'a) koşun…” (Cuma-9)Âyette"salât" için çağrılan mü'minlerinAllah’ın zikrine, Kur’an’a koşmaları emrediliyor.Aslında toplanma günü yani cuma günü esas salât, ritüel olarak kılınan namaz değil, hutbe adını verdikleri eğitim ve öğrenim faaliyetidir. Yani esas olan namaz ritüeli değil, sözle insanları şuurlandırma ve onlara bilinç kazandırmadır.Maun süresinde bulunan "feveylun lil musallin" "musallin olanlara yuh olsun" (Mâun-4) cümlesinin gerçek anlamı da şöyledir. "Salat ile Kur'an-ı insanlara anlatıp, sadece Allah'a dâvet edeceklerine ve vahyin ahlakına sahip olacaklarına, salat ile ataların uydurma dinine insanları davet ediyorlar. Aşağıdaki âyet bu gerçeği anlatıyor. "ellezine hum an salâtihim sehun" "onlar salatlarının farkında değildirler" Yani onlar "yaptıklari salatın daha hangi anlama geldiğinden haberleri bulunmamaktadır. Buraya kadar anlaşıldığı üzere aslında "salât" kavramının fiziki hareketlerle yapılan bir ritüel değil, Kur’an ilim ve hikmetinin yani Kur'an ahlakının topluma ulaştırılması ile alakalı bir ibadettir. Secde ve Rüku: Kur’an’a baktığımızda "secde" kelimesi, "yere kapanmaktan" ziyade "büyüklüğünü kabul etmek, boyun eğmek, onaylamak" gibi anlamının olduğunu görürüz. Hatta "secde" kavramına "yere kapanma" manasının verilmesi, tevhid ve ihlas açısından büyük bir problem meydana getirecektir.Kur'an'da bulunan secde kelimeleri "yere kapanma" anlamına gelmemektedir.Mesala: Yüce Allah tarafından İsrailoğullarına verilen emir “…Kapılardan secde ederek girin…” (Bakara-58)“Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklenmeden Allah’a secde ederler.” (Nahl-49)"Secde" fiziki yani beden ile yapılan bir fiil değil, imani, zihni ve kalbi bir kabuldur.Yoksa her canlının yere kapanması diye bir şey olamaz. Göklerde ve yerde bulunanların hepsi yüce Allah’a ister istemez boyun eğip ona itaat etme fıtratına sahiptir.Mesala “Ve (ey Nebi!) secde edenler arasında dolaştığında”(Şu’ara-219)İnsanlar "secde ederken" Nebi (a.s) aralarında dolaşmıyordu.Âyette geçen "fis sécidin" "secde edenler arasında" Kur'an'da bulunan emir ve yasakları kayıtsız şartsız teslim olma anlamında kullanılmaktadır.Dolayısıyla "secde eden olmak" mü’minlerin en önemli sıfatlarındandır.Yüce Allah'ın âyetlerini duyduğunda kayıtsız şartsız onlara itaat etme anlamına gelmektedir.Âyetin manası "Nebi (a.s) mü’minler arasında dolaşıyor ve o mü’minler de Allah’a secde eden, boyun eğen kimselerdi" demek istenmiştir.“Sen de içlerinde bulunup onlara salâtı ikame ettirdiğin zaman onlardan bir taife seninle beraber ikame etsin. Silahlarını da alsınlar. ONLAR secde ettiklerinde arkanıza geçsinler…” (Nisa-102)Yukarıdaki âyette bulunan “...onlar secde ettiklerinde...” ifadesi de aynı anlama gelmektedir.Yani geleneğin anladığı gibi "imam önde namaz kıldırırken, arkasındaki cemaat yere kapanıyor, fakat imam yere kapanmıyor" değildir. Âyette secdenin bir defa yapıldığı manası da çıkar ki, nereden tutsanız günümüzde kılınan namazla hiçbir alakası yoktur. “Onların hepsi bir değildir. Ehl-i kitaptan, gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak Allah’ın âyetlerini tilavet eden bir ümmet vardır” (Âli imran-113)Gelenekselcilerin anladığı gibi, secdede Kur'an okumak mı? Ayakta durarak secde etmek mi?Yani Allah’a boyun eğerek, ayakta Allah’ın âyetlerini sindire sindire okumak mı? Hangisi?“Meleklere Âdem'e secde edin dediğimiz zaman secde ettiler. Ancak iblis diretti, büyüklendi ve kafirlerden oldu” (Bakara-34)Bu âyet secdenin tanımını en iyi yapan âyettir. "Salat" kelimesinde olduğu gibi burada da zıt anlamlardan yararlanacağız.Hepsi secde ediyor ancak iblis zıttını yapıyor. Büyükleniyor, diretiyor, kafirlerden oluyor. Yani "secde etmek" "emri önemsemek, büyüklüğünü kabul etmek, verilen emri kayıtsız şartsız onaylamak" anlamına geliyor.“Onlara Kur’an okunduğu zaman secde etmiyorlar. Bilakis o kafirler yalanlıyorlar” (İnşikak-21–22)Bu âyetler de aynı şekilde secdenin hangi anlama geldiğini açık olarak gösteriyorlar.Yani âyette "secde etmek" "yalanlamanın" zıttı olarak gelmiştir.. O halde "secde" kelimesine, tereddütsüz onaylamak, doğrulamak, tam itaat" anlamını vermek gerekmektedir.Dolayısıyla "secde etmenin" yere kapanmak değil, büyüklüğünü kabul etmek, emri onaylamak, manasına geliyor.Fakat Allah'ın yüceliği, rahmet ve mağfireti, verdiği sonsuz nimetler karşısında yere kapanmak da mevcuttur.Bazen öyle anlar olur ki, Allah'ın yüceliği karşısında, ayıplarınızı ve günahlarınızı örtmüştür, kudret ve kuvveti karşısında fakirliğinizi anladınız, Kur'an'ın kelime kombinasyonu ve kavramlar sistemi karşısında, hem bedenle fiziki olarak hemde zihnen duygusal olarak şiddetle yere kapanma ihtiyacı hissedersiniz.Şimdi yere kapanma fiilinin Kur'an'da nasıl geçtiğine bakalım.“De ki: O'na ister iman edin ister iman etmeyin. Daha önce kendilerine ilim verilmiş olanlara (Kur'an) tilavet edilince onlar çeneleri üstüne kapanarak secde ederler” (İsra-107)Âyette "yehirrune lil ezkâni sücceden" "çeneleri üstüne kapanarak secde ederler" buyruluyor. Mezhepçi müfessir ve müctehidlere yani din adamlarına göre, "secde etmek" zaten "yere kapanmak" manasında değil miydi? "Ve yehirrune lil ezkani yebküne ve yeziduhum huşuan"“Onlar ağlayarak çeneleri üstüne yere kapanırlar.(Kur'an okumak) onların derin saygısını artırır.” (İsra-109)Yukarıdaki âyette sadece "harra- yehirrune" fiili geçer. Yani "secde" kelimesi geçmemesine rağmen "yere kapanma" manasından hiç bir şey kaybetmiyor.Ayetlerden anladığımız üzere aslında yere kapanma yanlış bir eylem değil, övülen bir eylemdir. Fakat salâtın bir parçası olarak değil, kendine özel, bağımsız, çoğu zaman Kur'an okuma bağlamında geçmektedir. Secde salâtın bir parçasıdır, fakat o da yere kapanmak değildir. Yere kapanmak alışa gelmiş, sürekli tekrarlanan, alışkanlık olmuş, ezber yapılmış bir ritüelden daha çok, içten gelerek yere yığılmak şeklinde derin bir saygı içeren zihinsel bir duygunun eyleme geçmiş bir durumudur.Kur'an'da geçen "rüku" kelimesi de fiziksel bir hareket değildir. "Tevazu gösterme, boyun eğme, alçakgönüllülük" gibi manaları mevcuttur."...Festeğfera rabbehu ve harra râkian ve enébe"“…Rabbine istiğfar etti, yere kapanarak rüku etti ve yöneldi” (Sad-24)Burada yine "harra" fiili vardır. Âyet "yere kapanarak rüku etmekten" bahsediyor. Zaten âyetin bağlam ve bütünlüğüne bakıldığında "rüku"nun fiziksel olmadığı anlaşılacaktır."Harra" fiilinin manasını iyice anlamak için, Kur’an'da kullanıldığı yerlere bakabilirsiniz. "Secde" ve "rüku" fiilleri nasıl manevi anlamda kullanılmışsa, "harra" fiili de fiziki manada kullanılmıştır.“Sizin veliniz ancak Allah’tır, Resulü'dür ve o iman edenlerdir ki onlar salâtı ikame ederler ve rüku ederek arınmaya gelirler ” (Maide-55)Rüku ederek arınmak. Yani alçak gönüllülükle, tevazu ile arınırlar, itaat ederler. Dolayısıyla Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "secde" kelimesinin, yüce Allah'ın emirlerine mutlak itaat, yüceliğini ve büyüklüğünu kayıtsız şartsız kabul etmek anlamına geldiğini açıkca görürüz."Ruku" kelimesi ise, fiziki olmaktan öte "boyun eğmeyi ve kabullenmeyi" ifade eder."Secde" ve "ruku" kelimelerini peşpeşe kullandığımızda, yüce Allah'ın emir ve yasakları karşısında yani dinin tek hüküm kaynağının Kur'an olduğunu kişi önce boyun eğerek kabul edecek sonra kayıtsız şartsız itaat edecektir.Dolayısıyla bir inancı kabul etmek ve ona boyun eğmek şuursuzca yapılacak bir iş değildir. Üzerinde düşünülmüş, akıl kullanılmış ve onun hak olduğu kavranarak kabullenilmesi gerekir. "Kuşkusuz Rabbin katındakiler. O'na kulluk etmekten kibirlenmezler Sadece onu tesbih eder ve yalnız ona secde ederler (kayıtsız şartsız boyun eğerler)(Âraf-206)"Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a secde ederler.(kayıtsız şartsız boyun eğerler)(Râd-15)"Göklerde bulunanlar, yerdeki canlılar ve bütün melekler, büyüklük taslamadan Allah'a secde ederler.(kayıtsız şartsız ona boyun eğerler)(Nahl-49)"Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde ediyorlar. Bir çoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Her kim hor ve hakir olmayı isterse, Allah'tan (Kur'an'dan) başka artık onu değerli kılacak bir şey yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini yapandır"(Hac-18)Salat ise, insanın hayatı boyunca karşısına çıkan bütün zorluklara karşı Kur'an'ın hikmetinden çıkan iman, güzel ahlak, adalet, merhamet yani hem hasenât (iç dünyası) hemde sâlihât (dış dünyası) ile ilgili fiil ve Kur'ani bilgi istikametinde hakka boyun eğme, haktan yana olma, Allahın dinine yardım etme, ihlas ve takva ile hayatına yön vermesi anlamına geliyor. Kur'an'da bulunan kavramlar bilinçli veya şuurlu insanlar için bir anlam ifade eder.Ancak bilinçli ve şuurlu bir kişi Kur'an'da veya hayatta bulunan âyetleri gereği gibi anlar.Ancak o zaman âyetleri idrak eder, onlara boyun eğmesi ve kayıtsız şartsız Allah'a itaat etmesi gerektiğini kavrar. Kur'an'ı bilen, şuurlu ve özgür bir insana neye inanması gerektiğini kimse söyleyemez.Çünkü Kur'an'ın ilmi, edindiği bilinç ve yaratılışındaki fıtrat, ona hakkı anlatmaya yeter.Kur'an'ı dinde tek kaynak kabul eden bilinçli ve şuurlu insanlar bilerek hiç kimseye kötülük yapamazlar.Salat-ı ikame etme görevi tek başına yapılabildiği gibi iki veya çok kişiyle de yapılabilir. En uygun saatler bütün meşgalelerden uzak olan fecir ve gece vakitleridir.Salat-ı ikame etmeyi sadece bilinçlenme olarak düşünmemek gerekir.Salat, aynı zamanda başkalarını da bilinçlendirme anlamına gelmekte ve her şart altında yapılabilen önemli bir görevdir.Salat-ın hangi anlama geldiğini gösteren dört âyet.1-) "Felé saddeka velé sallé, velékin kezzebe ve tevellé" (Kiyame-31,32)"İşte o (vahyi) tasdik etmemiş salla da yapmamıştı, aksine yalanlamış ve yüz çevirmişti"Âyete dikkat edilirse, saddeka'nın (tasdik etme) zıttı, kezzebe (yalanladı) "salla'nın (destek olma) zıttı ise," tevellé" (yüz çevirdi) fiili olarak geliyor.Hanif din İslamda ve Allah Resülünden yani Kur'an'dan yana olanlar, onları tasdik edenler salatlarını hakkıyla yapmış olacaklardır.Zaten bu inanç ve akide olmadan hiçbir ibadetin anlamı olmayacaktır.2-)"Onların mallarından sadaka al; bununla onları (nifaktan) temizler ve arındırırsın.Ve onlar için salat eyle (ve salli aleyhim, inne salâteke sekenün lehum) çünkü senin salatın onlar için sükunettir. Allah işitendir bilendir"(Tevbe-103)Âyette Nebi (a.s) emredilen "salli aleyhim" "onlara salat eyle" nin anlamı şudur.Nifak ile iman arasında gidip gelen, net bir çizgiye sahip olmayanlara söz ve fiille destek olması, İslam dininin önem ve ehemmiyetinin sürekli olarak onlara hatırlatılmasıdır. Söz konusu olan Tevbe-103 âyet, 101.âyetten itibaren alındığı zaman mesele daha iyi anlaşılacaktır.3-) "Allah ve melekleri Nebi'ye salat ederler (destek olurlar). Ey iman edenler! Siz de ona (Nebi'ye) salat edin (destek olun) içten gelerek tam bir teslimiyetle (Allah'a) teslim olun"(Ahzab-56) Bu âyette geçen "sallu aleyhi" "ona salat edin" cümlesi, kendi döneminde yaşayan müminlerin "Nebi'ye destek" olmalarını öğütlemektedir.Âyetlerin bağlam ve bütünlüğüne bakıldığında bu gerçek apaçık görülecektir.Dolayısıyla Muhammed (a.s) a salavat çekme, salavat getirme diye birşey yoktur.4-)Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size salat eden odur. melekleri de size salat eder. Allah müminlere karşı çok merhametlidir"(Ahzab-43) Yüce Allah'ın müminlere en büyük desteği, vahiy göndermek suretiyle onları karanlıklardan aydınlığa çıkarmasıdır.Batıl yolda ve şeytani bir düzen yani şirk için salat-ı en sistemli olarak yerine getirenler cemaat ve tarikatlardır.Allah'ın hidayet yolundan gençliği engellemek için yaptıkları yurt, medrese ve okullar birer salat!!! kurumlarıdır.Yine sürekli bir araya gelerek dinlerinin kutsal kitaplarını ders yapmaları da kendi dinleri açısından salat etme çalışmaları olarak görülebilir.Onların bu salatları olmazsaydı toplumda bu derece etkili bir pozisyonda olmazlardı.Bir fetö'yü, birde şirk dini olan ehli sünnet ve nurculuk için icra ettiği salatı düşünün."Üst akıl, Dış güçler ve Amerika, Amerika..." söylemlerinin yüzde doksan dokuzu hikayedir.Esas gerçek dindir, imandır, şirk dini için yapmış oldukları salattır yani birbirlerine karşı olan yardım ve desteklerdir.Zaten tüm cemaat ve tarikatların esas kurucusu İngiliz misyoner teşkilatıdır.Fakat başarıya ulaşma, müritlerin çalışma ve çabaları sayesinde gerçekleşiyor.Gerçek olarak salatı ikame: Köy, kasaba, içe ve şehirlerin her mahallesine mescitler kurulacak, insanlar bir araya gelerek Kur'an'ı öğrenecek, böylelikle halk uydurma dinden kurtulacak, fakir, miskin, hasta, borçlu kim varsa araştırılacak, yardım havuzları kurularak infak ve sadaka müessesi yaşatılacak, , hem din, hem dünya, hemde âhiretleri için insanlar maddi manevi bir icad ve kâbiliyet, fikir ve donanıma sahip olacaklardır."Salatı ikame etmeyi" emreden âyetlerin büyük bir bölümü Mekke'de nazil olmuşlardır.Aslında Mekke'nin tebliğ ve mucadele alanını bilenler salatın hangi anlama geldiğini iyi bilirler.Yüzlerce âyete bakıldığında Mekke'de en büyük tartışma ve kavganın merkezinde Kur'an'ın var olduğu görülecektir.Müminlerle müşrikler arasındaki tartışma ve anlaşmazlık tamamen şirk, tevhid, din, iman, ihlas, İslam, güzel ahlak, Kur'an, Nübüvvet ve Risaletle ilgili idi."... Ve ekimissâléte lizikri" "Zikrim (vahiy) için salatı ikame et" (Tâhâ-14- Mekki)"Ve ekimissâléte tarafeyinnehéri ve zülefen minelleyl..." "Gündüzün iki tarafında yani gecenin zülüflerinde salatı ikame et..."(Hud-114- Mekki)"Gündüzün Güneş dönüp gecenin karanlığı bastırınca ya kadar salat-ı ikame et. Bir de fecir Kur'an'ı var ya, Fecir Kur'an'ı şahitlidir"(İsra-78- Mekki)Mekke hayatı, Allah Resülüne yani Kur'an'a destek olma veya tam zıttı olarak ona karşı gelme, sesini kısma ekseninde dönüyordü.Kur'an'a baktığımızda "ikame" fiili, salat, din, vucuh, (yüz-yön-benlik) denge, şehadet kavramları ile birlikte kullanılmıştır.(Âraf-29; Rum- 30, 31, 43; Rahman-9: Talak-2; Yunus-105)Yukarıdaki âyetlere bakıldığında "ikame' fiilinin, dini ve güzel ahlakı ayakta tutma, dine destek olma, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir şeye iman etmeme anlamında kullanıldığı görülecektir.Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları, salatın içini boşaltarak inanç ve güzel ahlak üzerinde olumlu hiçbir etki meydana getirmeyen "namaz kılma" ibadetine çevirdiler.Haliyle Hüseyin Atay hocanın dediği gibi, "namazı milletin başına bela ettiler"Çünkü Şii ve Sünni devlet adamları, ülkelerinde milyonlarca fakir, işsiz, miskin ve evsiz olmasına rağmen, onlar hiçbir işe yaramayan, tamamen gösteriş amaçlı ve israf olan dev mâbedler inşa etmektedirler.Halbuki Kur'an'ı hakkıyla okumuş ve onu anlamış olsalardı, Mescid-i Haram dahil olmak üzere, mâbedlerinin hepsinin, Allah indinde bir fakirin göz yaşının damlasına denk gelmeyeceğini bilirlerdi.Kısacası "salatı ikame etme her türlü kötülükten, cimrlikten ve ahlaksızlıktan koruyacağına..." (Ankebüt-45) tam aksine "namaz kılma" her türlü talanın, sahtekarlığın ve yalanın aracısı olmuştur.(En doğrusunu Allah bilir. Yüce Rabbim günahlarımızı bağışlasın, âhirette bizi mahcup etmesin
6 Aralık 2021 Pazartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(74.YAZI)Nisa Süresi 98-) Erkekler, kadınlar ve çocuklardan müstazaf olup herhangi bir çareye gücü yetmeyenler ve hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır. 99-) İşte umulur ki Allah bunları affeder; Allah Afuvv olandır, Rahim olandır. 100-) Allah yolunda hicret eden kimse yerde gidecek bir çok geniş imkan ve bolluk bulur. Kim evinden Allah'a yani Resûl'üne muhacir olarak çıkar, sonra ölüm onu idrak ederse, artık onun mükâfatı Allah’a kalmıştır. Allah Ğafur olandır, Rahim olandır. (Âyette bulunan Resül, kitap Resül'dür. Çünkü beşer Resül olan Muhammed (a.s) on dört asır önce vefat etmiştir. Ama kitap Resül olan Kur'an, kiyamet gününe kadar misyonunu icra etmeye devam edecektir. Dolayısıyla insanların hicret edecekleri bir Resül mutlaka olması gerekir. Yoksa bu âyetin bir anlamı olmayacaktır. Âyet'e şöyle bir meal vermek de mümkündür. "Kim Allah'a yani Resül'e hicret ederse..." Bu gibi âyetlerde bulunan "vav" (ve) harfi "yani" anlamına da gelmektedir. Çünkü Kur'an'ın indiği coğrafyada Araplar "yani" kelimesini kullanmıyorlardı. Dolayısıyla Arapların kullanmadıkları bir kelimeyi Kur'an'da kullanmadı. Halbuki "yani" kelimesi Arapça bir kelemedir. Kur'an'da bulunan bütün "Allah'a ve Resülüne" ifadelerinde bulunan ve, yani anlamına gelmektedir. Kur'an'da buna benzer yüzlerce misal vardır.) Buna Türkçe'den bir örnek vermek istiyorum. "Kim din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek hüküm kaynağı kabul ederse" yani" saf mümin "yani" ihlas sahibi "yani" takva "yani" hanif Müslüman olursa..." İşte Kur'an buna "yani, yani, yani" demiyor, bunun yerine "ve" ibaresini kullanıyor. Yoksa Kur'an'da bu kadar geçen "ve" ifadelerine başka hiç bir anlam verilemez. Mesela: "... Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, size indirdiği kitabı yani hikmeti hatırlayın ki," onunla" size öğüt veriyor..." (Bakara-231)Yukarıdaki âyette bulunan "bihi" "onunla" kelimesi, ve, ye "yani" anlamı kazandırıyor. Mesela: Ey iman edenler! Allah'a yani Resul'üne itaat edin, işittiğiniz halde "ondan" yüz çevirmeyin"(Enfal-20)Yukarıdaki âyette geçen "anhu" "ondan" kelimesi, yine ve'ye "yani" anlamını yüklüyor. Mesala: Onlara: Allah’ın indirdiğine yani Resûl’e gelin (onlara başvuralım) denildiği zaman, münafıkların "senden" (uzaklaşmak için araya aşılmaz) sed (ve) engeller çektiklerini görürsün.(Nisa- 61)Yukarıdaki âyette bulunan "anke" "senden" ifadesi, ve'nin, yani anlamına geldiğini gösteriyor. Mesela:"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi "davet ettiği" zaman Allah yani Resül'ünün davetine icâbet edin..."(Enfal-24)Âyette bulunan "dâvet ettiği" zaman ifadesi, ve' nin, "yani" anlamına geldiğini zorunlu kılıyor. Mesela: "Kim evinden Allah'a yani Resul'üne muhacir olacak çıkar, sonra ölüm onu idrak ederse, artık onun mukafatı Allah'a kalmıştır..." Nisa-100) Allah'a hicret etmenin Resül'e yani Kur'an'a hicret olduğunu herkes bilir. Yoksa Allah'a hicret etmenin başka hiçbir yolu yoktur.) Mesela: Ey iman edenler! Allah'a itaat edin yani Resül'e itaat edin..." (Nisa-59)Mesela: "Ve (Allah) ona (İsa'ya) kitab-ı yani hikmeti yani tevrat'ı yani İncil-i öğretecek"Ve, harfi ile okunursa âyet şöyle oluyor. "Ve (Allah) ona (İsa'ya) kitab-ı ve hikmeti ve tevratı ve İncil-i öğretecek"
5 Aralık 2021 Pazar
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(73. YAZI) Nisa Süresi 76-) İman edenler Allah'ın yolunda savaşırlar, kafirler ise tâğut'un yolunda savaşırlar. O halde şeytanın evliyasına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın tuzağı zayıftır. 77-) Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, salat-ı ikâme edin ve arınmaya gelin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onların üzerine savaş yazılınca, içlerinden bir fırka hemen Allah’tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da "Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?" dediler. Onlara de ki:" Dünya metaı azdır, takva sahipleri için ahiret daha hayırlıdır ve size fitil kadar zulmedilmez. 78-) Nerede olursanız olun ölüm sizi idrak eder; sarp kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir güzellik isabet etse "Bu Allah’tan'dır " derler; başlarına bir kötülük isabet etse "Bu senin indindendir» derler." Hepsi Allah’tandır" de. Bu topluma ne oluyor ki bir türlü söz anlamıyorlar!79-) Sana bir güzellik isabet ederse Allah’tandır. Sana isabet eden kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara Resül olarak gönderdik; şahit olarak da Allah yeter. 80-) Kim Resûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik! (Resül, vahyi tebliğ misyonuna sahip olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir. İtaat, Nebi bağlamında kullanılmaz. Çünkü Nübüvvet makamı özel hayatı temsil ettiği için onda Allah'a karşı hata edilmiştir. Dolayısıyla hata edene mutlak olarak itaat edilmez.) 81-) "itaat" derler, ama yanından ayrılınca onlardan bir tâife, senin dediğinden başkasını gizlice kurarlar. Allah da onların gizlice kurduklarını yazar. Sen onlara aldırma ve Allah’a tevekkül et; sana vekil olarak Allah yeter. 82-) Hâla Kur’an üzerinde gereği gibi tedebbür etmiyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok ihtilaf bulurlardı. (Bu âyet din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynaklarda ihtilafların olacağını haber veriyor. Dolayısıyla içinde ihtilaf olan kitaplara itaat ve itibar edilmez. Din ve hüküm olarak batıldırlar.) 83-) Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; halbuki onu, Resûl’e veya onlardan emir sahiplerine (sadece Kur'an'dan konuşan âlimlere) götürselerdi, onların içinden (Kur'an'dan) istinbat edenler onun ne olduğunu bilirlerdi. Eğer Allah’ın size fazilet ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana tâbi olurdunuz. 84-) Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendi nefsinden başkasıyla sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar vermelerini önler). Allah’ın gücü ve cezası daha şiddetlidir. 85-) Kim bir güzelliğe şefaat ederse, onun da o şefaatten bir nasibi vardır. Kim kötü bir işe şefaat ederse, onun da o şefaatten bir payı olur. Allah her şeyin üzerinde koruyucu ve muktedir olandır. 86-)İyi bir dilekle karşılandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile karşılık verin; yahut aynısı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını yapandır. 87-) Allah -ki ondan başka hiçbir ilâh yoktur- elbette sizi kıyamet günü toplayacaktır, bunda asla şüphe yoktur. Söz bakımından Allah’tan daha sâdık kim vardır! 88-) Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Halbuki Allah onları kazandıkları yüzünden baş aşağı etmiştir (küfürlerine döndürmüştür). Allah’tan (vahiy'den) sapanı hidayete ulaştırmak mı istiyorsunuz? Allah’tan (vahiy'den) sapan kimse için (vahiy'den bağımsız olarak asla hidayete) bir yol bulamazsın! 89-) Kâfir oldukları gibi sizin de kendileri gibi kâfir olmanızı istediler ki onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan hiçbirini veli edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse (savaş olması durumunda) onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini veli ve yardımcı edinmeyin. 90-) Ancak kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir topluma sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak (istemediklerin) den yürekleri sıkılarak size gelenler müstesna. Allah dileseydi onları başınıza musallat ederdi de sizinle savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yol vermemiştir.91-) Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı dalarlar (daldırılırlar). Eğer sizden uzak durmaz, sulh teklif etmez ve ellerini çekmezlerse (savaş olması halinde) onları yakalayın, rastladığınız yerde öldürün. İşte onlar üzerine sizin için apaçık sultan verdik. 92-) Hata olması dışında bir müminin bir mümini öldürmesi olacak bir şey değildir. Hata olarak bir mümini öldüren kimsenin, boynu bükük bir mümini hürriyetine kavuşturması ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğer ki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola. (Bu takdirde diyet vermez). Eğer öldürülen mümin olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise boynu bükük bir mümini hürriyetine kavuşturması gerekir. Eğer kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve boynu bükük bir mümini hürriyetine kavuşturması gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peşpeşe oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.(Âyette bulunan iki aydan maksat, bildiğimiz otuz gün çeken ay değildir. İki dolunay demektir. Yani kameri aylarda gökteki hilalin dolunay günleri demektir. Buda 13.14.15. günleridir. Bu günlerde hilal tamamen dolunay halindedir.) 93-) Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için azim bir azap hazırlamıştır. (Âyette bulunan "Mümini kasden öldürmenin..." anlamı şudur. Mümin olduğu için yani tek Allah'a iman ettiğinden, imanı için öldürdüğünden dolayı öldürürse demektir. Dolayısıyla buradaki öldürme Allah'a ve dine karşı olan kin ve düşmanlıktan ileri gelmektedir. Yoksa notmal bir öldürme yani âdi bir cinayet değil küfürden kaynaklanan bir öldürmedir.Ve cehennemlik olmak için aynı küfür üzerinde, tevbe etmeden ölmek gerekir.) 94-) Ey iman edenler! Allah yolunda (savaş için) seyahat ettiğiniz zaman dikkat edin. Size selam verene, dünya hayatının geçici metaını arayarak "Sen mümin değilsin" demeyin. Çünkü Allah’ın nezdinde çok ganimetler vardır. Siz de önceden böyle (onlar gibi) iken Allah size (vahiy'le) minnet etti de (iman ettiniz--empati yapın) o halde (hata yapmamak için) dikkat edin. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. 95-) Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyle Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan faziletli kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik vadetmiştir; ama mücahidleri, oturanlardan çok azim bir ecirle faziletli kılmıştır. 96-) Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 97-) Kendi nefislerine zulmedenler, melekler onları vefat ettirdikten ( sonra cehennemde) "Durumunuz neydi?" dediler. "Biz yerde mustaz'aflar idik" dediler. (Melekler de:) "Allah’ın yeri geniş değil miydi? Onda hicret etseydiniz!" dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir. KABİRDE ZAMAN YOK, Kur'an'ı Mübin'in yüzlerce âyetine göre kabir azabı olmadığı gibi, kabir hayatı diye bir şey de söz konusu değildir. Kur'an'ı Mübin'in onlarca âyetine baktığımızda dünya hayatındaki cezalandırma ve kıyamet saatinden sonra sadece ve sadece cehennem azabı vardır. Bu konuda bine (1000) yakın ayet bulunmaktadır.Kur'an'a baktığımızda sadece cehennem azabının anlatıldığını çok açık olarak görüyoruz. Kabir hayatı ve dolayısıyla kabir azabının olmadığı konusu Kur'an'da var olan konuların içinde en açık ve anlaşılır olanıdır. Kabir azabının varlığını savunan Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve âlimlerinin zerre kadar Kur'an bilgileri mevcut değildir. Ehli Sünnet ve Şia âlimleri Kur'an'a hakkıyla inanmadıkları için Allah, Kur'an'ın anlaşılmasını onlara imkansız kılmıştır.(Kehf- 57) Yahudi ve Hristiyan din adamları Kur'an'ı Mübin'i Ehli Sünnet ve Şia'nın âlimlerinden daha iyi bilir ve daha sağlıklı bilgiler verirler.Yüzlerce âyete baktığımızda hesap ve azabın yeniden diriliş saatinden sonra olacağını görebiliriz. Fakat Kur'an'a karşı gönülleri taşlaşmış, kulakları sağır ve gözleri kör olan Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bunu anlayamaz ve bu gerçekleri idrak edemezler. Konuyla alakalı âyetlere baktığımızda şunları söylemek mümkündür.Dünya hayatının hemen ardından yani ölümün hemen arkasından Allah kıyameti ve âhiret azabını başlatacaktır.Yani kabirde kalma, "Bir tanışma müddeti kadar...",( Yunus- 5)"Sadece bir akşam ya da kuşluk vakti kadar..." (Naziat--46) "Çok az bir zaman dilimi..." (Kehf-- 52)"Bir saat(an) kadar..."( Ahkaf- 35)"Bir yiyeceğin ve içeceğin sıcakta bozulma zamanı kadar..."( Bakara-259)"Ölümün hemen ardından ya cehennem veya cennet..."( Enfal, 50- Muhammed- 27 -- Nahl- 32) Yani bilmediğimiz bir gün vefat edeceğiz. Kıyamet sabahında veya akşamında uyanacağız. Uzun ve derin bir uykuya dalmış gibi. Aslında bu kabir uykumuz bizim dünya hayatındaki bir gecelik uykumuzdan çok daha kısa olacaktır.Bizim bir gecelik uykumuz kabir uykusundan çok daha uzun olacaktır. Hatta kabir uykusu "göz açıp kapayıncaya kadar belki ondan daha kısa olacaktır..." (Nahl- 77-- Kamer-50) Söndürülen ve yine yeniden yakılan bir ampul bir mum gibi, Fişi çekilmiş ve tekrar takılmış bir makine bir cihaz gibi, Bir anlık duraklayan zaman tekrar yeniden çalışmaya başlayacak! Korku ve paniğe gerek yok, çünkü zaman kaybı diye bir şey asla söz konusu olamaz. Kaldığımız yerden başlayacağız. Ancak bu yepyeni başlangıç öncekinden apayrı sıfır sorun olarak başlayacak. "Yaptıklarına karşılık olarak, onlara ne göz aydınlıklarının saklandığını kimse bilemez"(Secde- 19) Bu yeni başlangıçta "ölüm korkusu, hüzünlenme, panik ve üzüntü yoktur,,( Fussilet- 30-- Â'lâ-13) Zaman algımız yeniden devreye girecek, Aynen nabız verilen hasta gibi! Narkozun etkisi bitince yeniden kendimize gelip uyanacağız.Âzad edildiğimiz bir hayattan ailemizle birlikte yepyeni bir yaşam alanına intikal edeceğiz. Kabir''de ha bir an, ha bir saat, ha üçyüz yıl, ha bir milyar yıl ne farkeder. Dönüşümüz bizi yaratan, besleyen merhameti sonsuz yüce Rabbimiz değil mi?( Bakara- 156-- Secde- 11) Korku ve ümitsizliğe mahal yok, çünkü ölümün hemen arkası yeniden diriliştir. Geçici dünya kapısı kapanırken baki ve ebedi olan hayatın kapısı açılacak,Gri perde kapanırken ötelere rengarenk perde açılacaktır. Kabir karanlık bir kuyunun ağzı değil, bir cennet bahçesinin giriş kapısıdır. Sürgün hayattan anavatana dönmüş olduk, acı ve ızdıraplar bitti, huzur, refah ve mutluluklar başladı.Yalan, dolan, hurafe, şirk, aldatma, zulüm, katliam ve kaos yok oldu. Allah'ın sonsuz merhameti olarak hiç yokluk tatmadık, zaman israfımız olmadı, bundan büyük nimet olur mu? İmtihan faslı bitti teneffüs ve tatil mevsimi başladı.Kış sona erdi, ilkbaharın dirilişi göründü. Çalışma, yorgunluk, esaret, emek ve sıkıntı sona erdi,Emeklilik ve özgürlük devri başladı. Ebedi hayatımıza bir an sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz. Hemde "Rabbimizin emirlerine sadık kaldığımızdan ötürü Allah ve melekleri tarafından selam selam diye karşılanmış olarak"(Zümer- 73-- Yasin-58)
4 Aralık 2021 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(72.YAZI) Nisa Süresi 65-) Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tam olarak kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.(Allah, vahiy ve Resül bağlamında geçen kavramlardan bir taneside "hakem"dir. Bu âyette geçen "seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tam olarak kabullenmedikçe iman etmiş okmazlar" cümlesindeki "hakem" kavramı Muhammed ve Nebi (a.s) değildir. Hakem, insanlara yüce Allah'ın âyetlerini tebliğ eden Resül'dür. Çünkü Resül insanlar arasında sadece Allah tarafından indirilen vahiyle hükmeder ve esas hakem olan yalnız Hakim olan Allah'tır. Fakat vahiy, onu tebliğ eden Resül'ün dilinde hayat bulmaktadır. Resül olmadan vahiy, din, iman ve İslam olmaz. Şimdi kimin hakem olduğunu ilgili âyetlerle görelim. "Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitab-ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma! (Nisa- 105)Yukarıdaki âyete baktığımızda hükmün sasece indirilen kitapla ilgili olduğunu apaçık olarak görüyoruz. "...(Ey Resül!) Sana da, daha önceki kitabı tasdik edici ve onun (gerçeklerini) korumak üzere hak olarak kitabı (Kur'an'ı) indirdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet; sana gelen hakkı bırakıp da onların hevalarına tâbi olma..." (Mâide- 48)"Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet sakın onların hevalarına tâbi olma..." (Mâide-49)"İhtilafa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah'a mahsustur. işte bu Allah, benim Rabbimdir. O'na tevekkül ettim ve ona yönelirim" (Şura-10)"... Hüküm sadece Allah'ın'dır..." Yusuf-40,67)66-) Eğer onlara, nefislerinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye yazmış olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine (vahiy'le) verilen vaazı yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı hem de (imanları) için daha şiddetli bir sebat olurdu. 67-) İşte o zaman elbette onlara kendimizden büyük bir ecir (mükâfat) verirdik. 68-) Ve onları sırat- müstakime (vahiy'le) hidayet ederdik. ("Vahiy'le, yazmamızın sebebi, 66.ayette "kendilerine verilen vaaz ve öğüdü yerine getirselerdi..." cümlesidir. Tevhid, sırat-ı mustakim, hidayet, güzel ahlak ve öğüdün tek kaynağı Allah'tan indirilen vahiy'dir.) 69-) Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimetlerde bulunduğu Nebiler, sıddıklar, şâhidler ve salihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır! NEBİ VE RESÜL YERİNE PEYGAMBER KELİMESİNİ KULLANMANIN SAKINCALARIMuhammed (a.s) ın kimliği, Nübüvvet makam ve mertebesi, Risâlet misyonu anlaşılmadan din hiçbir zaman anlaşılmayacaktır.Muhammed: Doğumundan kendisine vahiy indirilinceye kadar, kitap nedir, iman nedir bilmeyen, Ebu Zer, Ammar ve Ali gibi güzel ahlak sahibi bir Mekke vatandaşıdır.(Şura-52; Fussilet-6; Kehf-110)Nebi-Nübüvvet: Kendisine vahiy indirilmeye başlandıktan sonra vefat edinceye kadar gece-gündüz, yirmi dört saat, her an, bütün özel hallerinde ve sosyal hayatında Nübüvvet makam ve mertebesine sahiptir.Nübüvvet makam ve mertebesi ondan asla ayrılmaz, her an onunla beraberdir.Hatta âhirette bile Nübüvvet makam ve mertebesinin devam edeceğini yukarıdaki âyetten (Nisa-69) anlaşılmaktadır Resül-Risâlet: Yüce Allah tarafından indirilen vahyin insanlara okunduğu yani tebliğ edildiği andaki durumdur yani risâlet misyonudur.Beşer Resül olan Muhammed (a.s) vefat ettikten sonra risâlet, vahiy yani kitap yani Kur'an olarak devam etmektedir.(Nisa-100; Furkan-27; Ahzab-66)Nübüvvet tarihsel olduğu için "Nebi'nin sesi..." (Ahzab-2) Nebi'nin Evleri..." (Ahzab-53) Nebi'nin hanımları..."(Ahzab-6, 28, 30, 32) deyimleri âyetlerde yer alırken, Resül için asla böyle bir şey kullanılmaz. Nebi ve Resül anlaşılmadan Kur'an tam olarak anlaşılamayacağı için Allah'ın isim ve sıfatları da anlaşılmayacaktır.Dolayısıyla yüce Allah'da hakkıyla takdir edilmeyecektir.Nebi ve Resul anlaşılmadan Kur'an'da yüzlerce âyette geçen "itaat, isyan, şikak, dâvet, hakem, küfür, ittiba, tekzib (yalanlama), tasdik, tebliğ, hak, kerim, aziz, nur, üsve-i hasene (en güzel örnek) sırat-ı müstekim, hidayet, ihlas, emanet, hiyanet, mübin, helal ve haram kılma, tasrif, tafsil, tebyin, tefsir gibi kavramlar da anlaşılmayacaktır.Nebi'ye, "Kur'an'a ittiba edilmesi" emredilirken, (Ahzab- 1,2) Resül'e "Kur'an'ın tebliğ edilmesi" emredilmiştir.(Mâide-67; 99; Nahl-35)Nebi gönderilmeden değil, Resül gönderilmeden azab edilmez.(İsra15; Kasas-59; Tâha-134)İşte bütün bu etkenlerden sonra Kur'an'da bulunan Nebi ve Resul kelimelerinin yerine hiç bir zaman "peygamber" kelimesini kullanmamak gerekir.Çünkü Nebi ile Resul ibareleri birbirinden farklı anlamları bulunan ve değişik bir sisteme bağlı olan kelimelerdir."Peygamber" kelimesi bu sistemi dağıtmakta ve tanınmaz hale getirmektedir.Ben şahsen Kur'an'ı anlatan birisinin bu bağlam ve bütünlüğü korumadığını, bu sistemin önemini kavramadığını ve bu sisteme bağlı kalmadığına şahit olduğum zaman onu dinlemeyi abes olarak görüyorum.Resul ile Nebi'nin arasında bulunan farkları bilmeyen Kur'an'ın manasını, sistemini, bağlam ve bütünlüğünü yani hikmetini yani asas amacını anlayamaz.Mesela:Nübüvvet özel hayat olduğu ve Nebi'nin sözleri koruma altına alınmadığından Nebi'ye itaat etmek mutlak değildir.Ama görevi sadece vahyi tebliğ etmek olan Resül'e itaat müminler üzerine bir görevdir.Resülü yalanlama, vahyi yalanlama, dolayısıyla vahyi gönderen Allah'ı yalanlama sayılır.Vahye itaat eden Allah Resulü'ne itaat etmiş olur.Resüle itaat etmek için, Resul ile aynı zaman ve zeminde yaşamaya gerek yoktur.Kitab-a ve vahye iman eden aynı zamanda Resul'e iman ve itaat etmiş olur.Çünkü Resul ile vahiy aynı şeydir, her ikisi vahyin kaynağı olan Allah'ı temsil ederler.Onun için Kur'an'da Allah bir çok yerde "Kitab-ı yalanladılar, âyetlerimizi yalan saydılar, Resulümüzü yalanladılar, Resüllerine âsi oldular, âyetlerimi ve Resüllerimi yalanladılar" buyurmaktadır."Resul, vahiy, Allah'ın âyetleri, Allah'ın kitabı, hidayet, sırat-ı müstakim" gibi kavramlar tamamen Allah'ı temsil ederler.Resul yanılmaz, hata etmez, onda vahye karşı ihanet olmaz, ona itaat ile Kitab-a ve Allah'a itaat etme arasında hiçbir fark yoktur.Resul sadece Allah'ın kitabını ve âyetlerini okuyan, duyuran ve tebliğ eden kişidir yani dini yönden resmi bir misyona sahiptir.Halbuki Nebi'nin Allah'a karşı (insanlara karşı değil) hatalarını ve yanılgılarını anlatan bir çok ayet vardır.Bu konunun üzerinde neden çok fazla duruyorum?Bu konuyu anlamayan Kur'an-ı anlamaz, elçinin misyonunu kavrayamaz,Nebi'nin kim olduğunu bilemez, uydurma dinin ve rivayetlerin Nebi ile hiçbir bağlantısının olmadığını ve ona yapılmış iftira olduklarını idrak edemez.Bu sefer ümmet uydurma dinin rivayetlerini Nebi'nin dilinden çıkmış gibi Kur'an-ın önüne geçirip hurafe ve yalanların bataklığında boğulup gidecektir.Dolayısıyla bizi bağlayan ve sorumlu olduğumuz tek kaynak Allah Resulü'nün dilinde hayat bulan vahiy'dir, kitaptır, Allah'ın mesajı Kur'an-ı Mübin'dir."O (Resul) kendi HEVASINDAN konuşmaz (nutuk atmaz) onun bildirdikleri kendisine vahyedilenden başka bir şey değildir"(Necm-2,3) ayetleri bu gerçeği ortaya koymaktadır.Allah rızası için, lütfen "peygamber" kelimesini kullanmayalım.Onu yerine "Allah'ın Resulü, Resülüllah ( Aleyhisselam) Nebi ( Aleyhisselam)Muhammed ( Aleyhisselam) son vahyin sahibi, nebilerin sonuncusu" kelimelerini kullanalım.Biliyorum biraz zor olacak ama ataların dinine muhalefet ederek muhteşem bir yol ve Kur'ani bir sünnet bırakabiliriz.Bence bu az bir şey değildir.) 70-) Bu fazilet Allah’tandır. Bilen olarak Allah yeter. 71-) Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut (gerektiğinde) topyekün savaşın. 72-) İçinizden bazıları vardır ki (cihad konusunda) pek ağırdan alırlar. Eğer size bir musibet isabet ederse: «Allah bani nimetlendirdi de onlarla beraber bulunmadım» der. 73-) Eğer Allah’tan size bir fazilet isabet ederse -sanki sizinle onun arasında (zahirî) bir dostluk yokmuş gibi- «Keşke onlarla beraber olsaydım da ben de büyük bir başarı kazansaydım!» der. (Yani; sizden olmayan ve aranızda ortak noktanın karşılıklı sevgi olmadığı bir kimsenin konuştuğu gibi konuşur ve keşke ben de onlarla beraber olsaydım da, ben de onların kazandıklarını kazansaydım, der.Bunu derken kendisinin onların kardeşi olduğunu ve onlarla savaşa çıkmanın bu kardeşliğin bir gereği olduğunu, savaşa katılmasına engel olan şeyin kendisindeki bu iman zayıflığı olduğunu unutur. Öte yandan zafer ve ganimetin ardından kendisinin de onlarla birlikte olma temennisi, aklının ve imanının zayıflığına ve kendisinin dünya hayatını âhiret karşılığında değiştirdiğine delildir.) 74-) O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.75-) Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir veli kıl, bize katından bir yardımcı kıl!" diyen mustaz'af erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz.
3 Aralık 2021 Cuma
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(71.YAZI) Nisa Süresi 60-) Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini ileri sürenleri görmüyor musun? Tağut'a iman etmemeleri kendilerine emrolunduğu halde tağut'la muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları (hidayetten) uzak bir sapkınlığa sürüklemek istiyor. (Âyette geçen tağut ve şeytan kavramları, din adamları anlamına gelmektedir. Tağut, daha önceki çağlarda ölüp giden, ancak bıraktığı kitap ve kaynaklarla insanları Allah yolundan engellemeye devam eden din ataları olurken, şeytan ve çoğulu olan şeyétin ise, hayatta olup, din ataları izinden ayrılmayan yani onların inanç ve ictihadlarına göre yaşayan bugünkü din adamları anlamına gelmektedir. Âyetin sisteminden bunu anlıyoruz) 61-) Onlara: Allah’ın indirdiğine (Kitab’a) ve Resûl’e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların senden (uzaklaşmak için araya aşılmaz) sed (ve) engeller çektiklerini görürsün. 62-) Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir musibet geldikten hemen sonra, biz yalnızca güzellik etmek ve arayı bulmak istedik,diye Allah adına yemin ederek sana nasıl gelirler! 63-) Onlar Allah’ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine vâzet ve onlara nefisleri hakkında beliğ söz söyle. 64-) Biz her Resül'ü -Allah’ın izniyle (yadasıyla) - ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman (bir Resül olarak) sana gelseler de Allah’a (tevbe ederek) istiğfar etseler, Resûl de onlar için istiğfar dileseydi, (vahiy indirmek süretiyle) Allah’ı ziyadesiyle tevbeleri kabul edici, merhamet edici bulurlardı.ÇELİŞKİ GİBİ GÖRÜNÜYOR AMA DEĞİL Bağlam ve bütünlüğünü anlamayan özellikle nebi ile resülün arasında bulunan farkları bilmeyen, Kur'an'da var olan bir çok konuda çelişki olduğunu zanneder. Fakat Kur'an'ın hikmetine yani kendi bağlam ve bütünlüğüne başvurulduğu zaman çelişki olarak görülen bir çok konu çözüme kavuşuyor. Bunlardan biri de, nebi ve resul bağlamında kullanılan "istiğfar" kavramıdır. Yüce Allah, Mübin Kitabında şöyle buyuruyor. (Ey Nebi!) Onlar için ister istiğfar dile, ister istiğfar dileme; onlar için yetmiş kez istiğfar dilesen de Allah onları asla mağfiret (af) etmeyecektir. Bu, onların Allah ve Resulü'nü inkar etmelerinden dolayıdır. Allah fasıklar topluluğunu (Kur'an'dan bağımsız olarak) hidayete erdirmez" (Tevbe-80) Yukarıdaki âyette "...ister istiğfar dile, ister istiğfar dileme; onlar için yetmiş kez istiğfar dilesen de Allah onları asla affetmeyecektir..." buyrulurken, konu ile ilgili diğer âyetlerde yüce Allah şöyle buyuruyor. "Biz her Resul'ü Allah'ın izniyle (kudret ve ilmiyle) ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman (bir Resül olarak) sana gelseler de Allah'tan istiğfar dileseler ( tevbe etseler) Resul de onlar için istiğfar dileseydi (affedildiklerini bildiren vahiy indirmekle) Allah'ı ziyadesiyle tevbeleri kabul edici ve merhamet edici olarak bulurlardı"(Nisa-64)Konu ile ilgili diğer bir âyet şöyledir. "Onlara: Gelin, Allah'ın Resul'ü sizin istiğfar dilesin, denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün"(Munafikun-5) Tevbe 80. âyette bulunan "istiğfar" ın kabul edilmemesi Nebi'nin onların gıyabında yani onların tevbe etmelerinden bağımsız olarak af dilemesidir.Oysa kendileri pişmanlık duyarak, tevbe ve istiğfar dilemeden, yüce Allah tarafından bağışlanmaları mümkün değildir. Daha sonra zaten yüce Allah Nebi (a.s) ı onlara dua ve istiğfar etmekten engellemiştir. "Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar Müşrikler için istiğfar dilemek ne Nebi'ye ne de iman edenlere yakışmaz"(Tevbe-113)Aynı şekilde İbrahim (a.s) da Nübüvvet makamında belli bir zaman babasının bağışlanması için istiğfar dilemiştir. "İbrahim'in babası için istiğfar dilemesi sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim ahu vah eden halim biriydi" (Tevbe-114) Nisa- 64 ile Munafikun-5. âyetlerinde geçen istiğfarın kabul edilmesi ise, tamamen Resul, yani vahiy'le af ve mağfiret edilmeleriyle ilgili bir durumdur. Dolayısıyla onlar yaptıkları büyük günahtan sonra Allah'tan bağışlanma dileyecek, sonra Resul'e gelerek bağışlanmaları için istiğfar dileyeceklerdi.Bu durumda yüce Allah da vahiy indirerek onları af ve mağfiret edecektir. Bunun Kur'an'da çok örnekleri vardır. Mesela:"Andolsun ki Allah, müminlerden bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra Nebi'yi ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle ensarı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.Ve seferden geri kalan üç kişinin de tevbelerini kabul etti. Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (onun azabından) yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra eski hallerine dönmeleri için Allah onların tevbelerini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek merhamet edendir. Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun"( Tevbe- 117, 118, 119)Nebi ile Resül'ün arasında bulunan farklar bilinmeden bu çelişkiyi çözmenin mümkün olmadığı ortaya çıkıyor.
2 Aralık 2021 Perşembe
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(70.YAZI) Nisa Süresi 44-) Kendilerine kitap’tan nasip verilenleri görmez misin! Sapkınlığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar!45-) Allah düşmanlarınızı daha iyi bilir. Veli olarak Allah kâfidir ve yardımcı olarak da Allah kâfidir. 46-) Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dini kınayarak (Resül'e karşı) "İşittik ve isyan ettik" "dinle, dinlemez olası", "râinâ" derler. Eğer onlar "İşittik ve itaat ettik, dinle ve bizi gözet" deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha olgun (bir davranış) olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek azı iman eder. (Aslında Kur'ani iki kavram olan Nebi ve Resül kavramları yerine sanal ve beşeri bir ibare olan "peygamber" kelimesini kullanmak, orijinal ve organik kelimeleri yerinden etmek yani onları tahrif etmek anlamına gelmektedir. Orijinal ve organik olanı sahte ve imitasyon olanla değiştirmek demektir. Orijinal bir arabanın veya bir saatın bile parçasını değiştirmek ve insanları aldatmak büyük bir ahlaksızlıktır. Peki Kur'an'ın sistemini bozacak, anlaşılmasını zorlaştıracak, orijinal kelimeler yerine sahtelerini yerleştirmek ve insanları din konusunda yanıltmak ondan daha büyük bir ahlaksızlık değil midir?) 47-) Ey ehl-i kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, sebt ashâbı gibi lânetlemeden önce (davranarak), size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize (Kitab’a) iman edin; Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir. 48-) Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse azim bir cürüm (ile) iftira etmiş olur. 49-) Nefislerini (boş sözlerle) arındıranları görmüyor musun? Bilakis Allah dileyeni arındırır ve hiç kimseye fitil kadar zulüm yapılmaz. 50-) Bak, nasıl da Allah üzerine yalan yere iftira ediyorlar; apaçık bir cürüm olarak bu (onlara) yeter!51-) Kendilerine kitap’tan nasip verilenleri görmüyor musun? Cibt ve tağut'a iman ediyorlar, sonra da kâfirlere: "Bunlar, (müşrikler) hidayet bakımından iman edenlerden daha doğru yoldadır" diyorlar! (Mekke müşrikleri, Medine'den gelen Yahudi din adamlarına, kendi din ve yollarının mı, yoksa Muhammedin din ve yolunun mu daha doğru olduğunu sorduklarında, Yahudi din adamları, müşriklere, dinlerinin ve yollarının Muhammedin dininden ve yolundan daha doğru olduğunu söylediler. Âyetten bunu anlıyoruz.) 52-) Bunlar, Allah’ın lânetlediği kimselerdir; Allah kime lânet etmişse, onun için bir yardımcı bulamazsın. 53-) Yoksa onların mülkten bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı, insanlara çekirdeğin çukurunu dolduracak kadar bir şey vermezlerdi. 54-) Yoksa onlar, Allah’ın kendi faziletinden verdiği şeyler için insanlara hased mi ediyorlar? Oysa İbrahim ailesine kitab’ı ve hikmeti verdik ve onlara azim bir mülk (vahiy-Nübüvvet) verdik. 55-) Onlardan bir kısmı ona (İbrahim’e) inandı, kimi de ondan engelledi; (onlara) kavurucu cehennem yeter.56-) Şüphesiz âyetlerimize kâfir olanları gün gelecek bir ateşe yaslayacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! Şüphesiz Allah Aziz olandır, Hâkim olandır. (57-) İman edip, ameli sâlih yapanları da, içinde ebediyen kalmak üzere altından nehirler akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları koyu bir gölgeye koyarız. 58-) Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size onunla (vahiy'le) ne kadar güzel vâzediyor! Şüphesiz Allah işitici olan, görücü olandır.59-) Ey iman edenler! Allah’a itaat edin ve Resül'e itaat edin ve sizden olan ülülemre de. Eğer (dini) bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'a ve Resül'e götürün, eğer Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsanız. Bu hem hayırlı, hem de te'vil bakımından daha güzeldir. (Âyette bulunan "ülü'l emri' iki şekilde anlamak gerekiyor. 1-) Sadece Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne göre ortak akılla hareket eden, din olarak yalnız vahiy'den konuşan ve sadece Kur'an'dan hüküm veren muvahhidler. 2-) "ülü'l emr" "emir sahipleri" anlamına geldiği için, dünyaya ait işlerde, ortak akıl ve şura ile hareket etme anlamına geliyor. Zaten âyette, Allah ve Resül'e mutlak itaat emredilirken, ülü'l emre mutlak bir itaat emredilmemiştir. Yani hem Allah lafzının önünde hemde Resül kavramının önünde itaat ibaresi geldiği halde "ülül emr" in önüne itaat ibaresi gelmemiştir. Yani "ülül emre" itaat Allah ve Resül gibi mutlak değildir.)
1 Aralık 2021 Çarşamba
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(69.YAZI Nisa Süresi 36-) Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi şirk koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, miskinlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yol evladına, ellerinizin altında bulunanlara güzel davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez. 37-) Bunlar cimrilik eden ve insanlara da cimriliği emreden, Allah’ın kendilerine faziletinden verdiğini gizleyen kimselerdir. Biz, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık. 38-) Allah’a ve ahiret gününe iman etmedikleri halde mallarını, insanlara riya için infak edenler de (azabı hak ederler) Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, o ne kötü bir arkadaştır. 39-) Onlara ne oluyor? Allah’a ve âhiret gününe iman edip de Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiğinden (O’nun yolunda) infak etseler ne olurdu sanki! Allah onların durumunu hakkıyle bilmektedir. (Âyette şöyle bir incelik vardır. "Alla'ın kendilerine rızık olarak verdiğinden infak etseler ne olurdu sanki! Yani sizin infak ettikleriniz, yüce Allah'ın size verdiği rızıktan oluyor. Sakın bu gerçeği unutmayın ve kendinizi bir vezneci olarak farzedin. Paranın ve malın sahibi değilsiniz. Çünkü göklerin ve yerin mirası Allah'ın'dır.) (Âli İmran-180)40-) Şüphe yok ki Allah zerre kadar zulmetmez. (Kulun yaptığı iş) güzellik olursa onu katlar kendinden de büyük mükâfat verir. 41-) Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de bunlara şahit olarak getirdiğimiz zaman nasıl olacak! (Resül (a.s) kendi döneminde yaşayan insanlar için şâhittir. Kendisinden sonra gelecekler için şâhid olması Kur'an'a aykırı düşmektedir. (Mâide-117) İşte bundan dolayı" seni de bunlara şâhit olarak getirdiğimiz zaman..." buyrulmuştur.) 42-) Küfür yoluna sapıp Resül'e isyan edenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah’tan hiçbir haberi gizleyemezler.(Bu âyette geçen Resül, beşer Resül değil, kitap resüldür. Çünkü son Nebi ve Nübüvvete bağlı son Resül bin dört yüz yıl önce vefat etmiştir. Kiyamet gününe kadar beşer Resül'e isyan etme diye bir şeyden söz edilemez. Fakat isyan kiyamet gününe kadar devam edeceğine göre, bir Resül'ün olması gerekmektedir. İşte bu Resül kitaptan başka bir Resül değildir. Resül kavramı evrensel olduğu için, bu gibi âyetlerde her zaman Resül kullanılmıştır.Buna benzer âyetlerde hiç bir zaman Nebi kavramı geçmemektedir. 43-) Ey iman edenler! Siz sarhoş iken -ne söylediğinizi bilinceye kadar- cünüp iken de -yolcu olan müstesna- gusül edinceye kadar salat'a yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz gaitadan gelirse, yahut kadınlara dokunup da (bu durumlarda) su bulamamışsanız o zaman teyemmüm edin: Yüzlerinizi ve ellerinizi silin. Şüphesiz ki Allah Ğafur, Rahim olandır. "Abdest!!!" Evvala şu gerçeği bileceğiz. Şia ve Ehl'i Sünnet mezheplerinde Kur'an'a yani İslam dinine uygun hiç bir uygulama, ahlak ve ibadet bulamazsınız. Onların din adamları yani muhaddis ve müctehidleri, yüce Allah'ın gönderdiği vahiy nimetini küfür olarak değiştirdiler ve kavimlerini helak yurduna sürüklediler. (İbrahim-28)Ümmi halkın "abdest" diye bildiği uygulama veya "namaz için abdest" söylemleri Kur'an'ın İslamında olmayan şeylerdir.Bu âyette ve Maide 6 âyette temizlikle ilgili anlatılan şeyler "namaz kılmak" için değil, "salat'ı ikame etmek" için yapılacak şeylerdir.Şimdi konuyu iyice anlamamız açısından önce Medine'ye yani son vahyin ilk muhataplarının yaşadığı çağa gidelim.O günkü asrın arka planını görmemiz gerekiyor. Son vahyin indiği Arap toplumu temizlik kültürünün ve suyun son derece sınırlı olduğu bir toplumdur.Birde sıcakların ve ter gibi insanları rahatsız eden faktörlerin çok olduğu bir coğrafyadır. Aslında Arap toplumunun hâlâ Kur'an'da var olan temizliğe göre hareket ettiklerini söyleyemeyiz.İşte yüce Allah, insanların toplu olarak "salat'ı ikame etmeye" gidecekleri zaman cemaatı rahatsız etmemeleri için üst ve başlarının temiz olmasını istemiştir. Cünüplük ise, şehevi arzu ve isteklerin galip gelmesi, zihnin cinselliğe takılması yani günaha girme ihtimaline karşı tatmin olup zihnen rahatlamayı ifade ediyor.Yani insanlar salat'ı ikame etmeye gidecekleri zaman, düşünce ve akıl bakımından tatmin olmuş zihin ve duygu açısından rahatlamış olarak gideceklerdirBu âyette bulunan "hatté teğtesilü" yıkanma değil, "yıkandırılma" anlamına gelmektedir.Yani insanın eşiyle cinsel ilişkiye girdikten sonra yıkanmak durumunda kalması demektir. Maide 6.âyette bulunan "ve in küntüm cünüben fattahharu" cünüp iseniz yıkanın değil, "tam olarak kendinizi temizleyin" buyrulması da çok önemlidir.Yani cünüplükten yıkanma diye bir şey yoktur, şehvani arzulardan zihni temizleme ve daha sonra yıkanma yani güsül etme vardır.Dolayısıyla asıl temizlik insanın aklını ve fikrini, duygu ve düşüncesini şehevi arzulardan temizleyip toplumun karşısına huzurlu ve rahatlamış olarak çıkmasıdır. Aslında olay çok basittir veanlaşılmaya gayet müsait bir konudur. Fakat Ehl'i Sünnet ve Sia'nın din adamları, İslam'da olmayan bir ibadet üzerine dinlerini inşa ettikleri için "abdest" dedikleri uygulamaya çok geniş yer vermiş ve altında kalkılmaz anlamlar yüklemişlerdir.Şia ve Ehl'i Sünnet'te ibadetler özellikle "namaz" ve "abdest" ümmetin sırtında ağır bir yük ve kalın bir esaret zinciri gibidir. Âyette bulunan "hatté te'lemu mé tekûlune" cümlesi, "namaz" gibi bir ritüeli değil, akıl, fikir, inanç ve zihin açısında bir ortak akıl, bir mucadele, bir destekleşme ve toplum için sâlihat yapmayı ön görüyör. Yine âyette bulunan "feteyemmemu saiden tayyiben" "hoş, güzel, temiz uygun bir madde ile teyemmum edin" yani su bulunmadığı zaman en azından sudan daha az bir temizlik maddesi ile yetinin.Son vahyin tarihinde sudan sonra gelen temizlik maddesi toprak veya kum idi. Temizlik için su bulunmadığı zaman başka çareler arayın ve temiz olmaya çalışın demektir.Günümüzden örnek vermek gerekirse, temizlik için su yoksa, ıslak mendil var, mendil yoksa kağıt var.Eskiden cebimizden asla mendil eksik olmazdı.Dolayısıyla temizliğin namaz ile bir ilgisi yoktur. Salat'ı ikame etme ve toplumun rahatsız olmamasıyla ilgili bir durumdur.Kur'an'da abdest alma diye bir şey yoktur. Abdest Farsça bir kelimedir ve "el suyu" anlamına gelmektedir.Araplar abdeste "vudu" yani "aydınlık-aydınlanma- ışık" adını veriyorlar.Yüce Allah temizlik kültürünün az bulunduğu topluma abdesti değil, temizliği ve insanları rahatsız etmeme ahlak ve medeniyetini öğretti.Ama onlar hala temiz olma yerine abdesti ve güsül yapmayı kafayı takmışlar.Dolayısıyla aklımızı ve fikrimizi abdestten kurtarıp, temizliğe odaklanmamız gerekir.Abdest ve namaz bu ümmetin başında olan en büyük bir bela, en kronik bir hastalıktır.Adam çıkmış sadece "namaza hazırlık" anlamına gelen temizlik için "kitébut tahhârâti" "temizlik kitabı" adıyla on dört (14) ciltlik bir kitap yazmış. Abdest ve namaz bu milleti psikolojik hasta yaptı. Toplumu bu beladan kurtarmak gerekir. Hüseyin Atay hoca'nın "namazı milletin başına bela ettiler" sözü rastgele ve boşuna söylenmiş bir söz değildir. Sonuç olarak: Hadisler bırakılmadan Kur'an anlaşılmaz, mezheb imamı, muhaddis ve müctehidler inkar edilmeden İbrahim ve Muhammed (a.s) bilinmez, mezhep bırakılmadan hanif din bulunmaz, namaz bırakılmadan salât anlaşılmaz, abdest!!! bırakılmadan temizlik bilinmez. Bunlar birbirini zıt ve birbirine tamamen aykırı ve muhalif kavramlardır.
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(68. YAZI) Nisa Süresi 26-) Allah size (bilmediklerinizi) beyan etmek ve sizi, sizden önceki (salih kulların) sünnetlerine hidayet etmek ve sizin tevbenizi kabul etmek istiyor. Allah Alim'dir, Hakim'dir. 27-) Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister; şehvetlerine tâbi olanlar ise büsbütün (hidayetten) meyletmenizi isterler. 28-) Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır. 29-) Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı aranızda bâtıl ile yemeyin. Ve nefislerinizi öldürmeyin. Ve Allah, size karşı her zaman merhametli olmuştur. 30-) Kim düşmanlık ve zulüm ile bunu yaparsa (bilsin ki) onu ateşe yaslayacağız; bu ise Allah’a çok kolaydır. 31-) Eğer yasaklandığınız günahın büyüklerinden kaçınırsanız, sizin (küçük) günahlarınızı örteriz ve sizi kerim (onurlu) bir konuma sokarız. Kıraat Farklılığı (Yukarıdaki âyette bulunan "kebéiral ismi" "günahın büyükleri" ifadesini, bazı kıraat alimleri "kebiral ismi" "günahın büyüğü " olarak okumuşlardır. Yani "büyük" kelimesini, tekil olarak okumuşlardır. Bu okuyuşa göre, insanın aklına şirk günahı geliyor.) 32-) Allah’ın sizi, birbirinizden faziletli (farklı) kıldığı şeyleri (başkasında olup da sizde olmayanı kıskançlıkla) temenni etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri vardır. Allah’tan lütfunu isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir. 33-) Erkek ve kadından her biri için, ana, baba ve akrabanın bıraktığından (hisselerini alacak olan) vârisler kıldık.Yeminlerinizin bağladığı kimselere de paylarını verin. Şüphesiz Allah, her şeye şahid olandır. 34-) Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerinden faziletli (farklı) kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların üzerine kavvamdırlar. Onun için sâliha kadınlar ümit vericidirler ve Allah’ın gayba dair muhafaza edilmesini istediğini, (kocalarının gıyabında) koruyucudurlar. Nuşuzundan korktuğunuz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları (düşünmeleri için yolu) serbest bırakın. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.(Kur'an'da "nüşüz" "kişinin oturduğu yerden kalkıp gitmesi anlamına gelmektedir. (Mucadele-11)Nüşuz" kelimesi, erkek için kullanılınca "eşini terk etmesi yani boşaması" anlamına gelir. (Nisa-128)Dolayısıyla bu âyette geçen "nüşuz" kelimesi de, “kadının eşini terk etmesi, boşanıp gitmesi” anlamındadir."vedribuhunne" ifadesine, erkeğin yatağı terk etmesinden sonra eşini boşanma olmaksızın serbest bırakması yani eşi kesin kararını verene kadar onu, rahatsız etmemesi ve evden çıkarmaması anlamını vermek doğru olacaktır. Çünkü kadının ayrılma kararını kullanmaktan vazgeçmesi, dayak ile değil, ancak kendi özgür iradesiyle olması gerekiyor. 1-) Nikah bir akid yani karşılıklı bir anlaşma sonucu olduğu için eşlerden birine zorla mudahale edilemez.2-) "Size itaat ederlerse..." buyrulmaktadır. Dayaktan sonra itaatin hiçbir değeri yoktur. Zorla güzellik olmaz, dayakla itaat kabul edilemez. 3-) Dayak için bir ölçü konulmamış yani koca sinirlenip hanımını yaralar, sakat bırakır veya öldürürse ne olacak? Yüce Allah böyle bir tehlikeye yol açar mı? 4-) Evlilik karşılıklı rızaya dayandığı için kadın asla dövülemez. Çünkü kadın erkeğin her zaman istediğini yapabileceği bir mal değildir. Yüce Allah hiç bir zaman böyle bir şeyi emretmez. Kur'an'da çocukların bile dövülmesiyle ilgili bir işâret yok iken, yüce Allah yuvanın kurucusu olan kadınların dövülmesini emreder mi? Aslında fahişe kadınlar haricinde Kur'an'ın dilinde ve dininde dövme diye bir şey yoktur.Ayrıca "kavvâmûne" kelimesine de "üstündürler" manası vermek doğru değildir."Kavvamûne" kelimesi, bir gerçeği, yani bir yaratılış farkını bir sünnetüllâhı anlatıyor. Dünyanın bütün ülkelerinde ve kültürlerinde, hatta kadınlara karşı en özgürlükçü geçinen Avrupa ve Amerikada bile şimdiye kadar kaç tane kadın başbakan veya cumhurbaşkanı seçilmiştir.Kur'an bir vakıayı, bir gerçeği, bir farkı anlatıyor. Yoksa böyle olsun, kadınları baskı altına alın, onları sindirin, onları ezin demiyor.Âyette kadın ve erkeğin özellikleri anlstılmaktadı. Yani takva haricinde hiç kimsenin başkasına bir üstünlüğü yoktur. Dolayısıyla Nebi, Resül ve insanlar bağlamında geçen "fazilet" kelimesi, üstünlük anlamında değil, farklı olma anlamına gelmektedir. Nebilerin birbirinden farklı özellikleri vardır.(İsra- 55)Resüller de birbirinden farklı özelliklere sahiptirler. (Bakara-253)Kadın ve erkeğin de yaratılıştan gelen kendilerine ait özellikleri ve farkları mevcuttur. Erkek kadından üstün değildir. 35-) Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin.(Kadın ve erkek) barışmak isterlerse Allah aralarında bir uzlaşma meydana getirir. Şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.
29 Kasım 2021 Pazartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(66. YAZI)Âli İmran Süresi 176-)(Ey Nebi!) Küfürde yarışanlar sani mahzun etmesin. Çünkü onlar, Allah’a hiçbir şeyde zarar veremezler. Allah onlara, ahirette bir pay kılmamak istiyor. Onlar için azim bir azap vardır. 177-) Şurası muhakkak ki, imana bedel küfrü satın alanlar, Allah’a hiçbir şeyde zarar veremezler. Onlar için elîm bir azap vardır. 178-) Kâfirler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını arttırmaları için mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır. 179-) Allah, müminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda habis olanı temizden ayıracaktır.Bununla beraber Allah, sizi gayba da muttali kılacak değildir. Lakin Allah, Resüllerinden dilediğini seçer. O halde Allah’a ve Resüllerine iman edin. Eğer iman eder, takvâ sahibi olursanız sizin için de azim bir ecir vardır. 180-) Allah’ın, faziletinden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik edenler, sanmasınlar ki o (mal), kendileri için hayırlıdır; bilakis bu onlar için bir şerdir. Kiyamet günü cimrilik ettikleri şeye dolanacaklar. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Kıraat Farklılığı (Kıraat imamlarından Hamza âyette bulunan "velé yehsebennellezine" "sanmasınlar ki" kelimesini, "ve tehsebennellezine" "(Ey Nebi!) sanma ki" olarak okumuştur. Bu okuyuşa göre cümlenin meâli şöyle oluyor. "Allah'ın, faziletinden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik edenler , (Ey Nebi) sanma ki o (mal) kendileri için hayırlıdır...") 181-) Andolsun ki "Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü Allah işitmiştir. Onların (bu) dediklerini ve haksız yere Nebileri öldürmelerini yazacağız ve diyeceğiz ki: Yakıcı azabı tadın! Kıraat Farklılığı (Kıraat âlimlerinden Hamza âyette geçen "senektubu" "yazacağız" kelimesini, "seyüktebü" "yazılacak" olarak okumuştur. Yani "nun" ile değil, "ye" nin ötresiyle okumuştur. Bu okuyuşa göre cümlenin meali şöyle oluyor. "Onların (bu) dediklerini ve haksız yere Nebileri öldürmeleri yazılacaktır..." 182-) Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmedici değildir. 183-) "Doğrusu Allah bize, (gökten inen) ateşin yiyeceği (yakıp kor edeceği) bir kurban getirmedikçe hiçbir Resül'e inanmamamızı ahdetti" diyenlere şöyle de: Size, benden önce mucizelerle, (özellikle) dediğinizle nice Resüller geldi. Eğer sadık iseniz, onları niçin öldürdünüz? 184-)(Ey Resül!) Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme); gerçekten, senden önce apaçık deliller, zübür ve aydınlatıcı kitap getiren nice Resülleri de yalanladılar. 185-) Her canlı ölümü tadıcıdır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın mükafatı size tam olarak verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir. 186-) Andolsun ki, mallarınız ve nefisleriniz konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok eziyetler işiteceksiniz. Ve eğer sabreder ve takvâ sahibi olursanız, muhakkak ki bu, işlerin en muazzam olanıdır. 187-) Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek misak almıştı. Onlar ise bunu arkalarına attılar, onu az bir değere sattılar. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü olmuştur! (Bu âyet, vahyi "beyan etmenin" "onu gizlememek" olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Nahl süresi 44.âyette Resül bağlamında bulunan "ve enzelné ileykezzikra litübeyyine linnési" "sana zikri indirdik ki insanlara açıklayasın" daki "litübeyyine" "açıklayasın" tefsir ve detaylandırma değil, "duyurma, ilan etme, okuma yani tebliğ etme" anlamına gelmektedir. Kıraat Farklılığı (Âyette bulunan "letübeyyinunnehü linnési velé tektümünehu" "insanlara onu açıklayın sakın gizlemeyin" kelimelerini, "leyübeyyinunnehü linnési velé yektümünehu" yani "insanlara onu açıklayacaklarına sakın gizlemeyeceklerine" dâir Allah onlardan misak almıştı.) 188-) Sanma ki ettiklerine sevinen, yapmadıkları ile övülmek isteyenler, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Onlar için elem verici bir azap vardır. (Bu âyetin anlatmak istediği gerçek şudur.Uydurma din mensupları anlattıkları yalan veya hurafelerle insanları yüce Allah'ın dininden engelledikleri yetmiyormuş gibi birde insanların onları övmelerini arzu ederler.) 189-) Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Allah her şeyin üzerinde bir güce kâdirdir. 190-) Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten âyetler vardır.191-) Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. Rabbimiz! Sen bunu amaçsız olarak yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi ateş azabından koru! 192-) Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi ateşe koyarsan, artık onu rüsvay etmişsindir. Zalimlerin yardımcıları yoktur. 193-) Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize iman edin!" diye imana nida eden bir munadiyi (Resül'ü- Kur’an’ı) işittik, iman ettik.Rabbimiz! Bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, erdemlilerle beraber bizi vefat ettir, 194-) Rabbimiz! Bize, Resüllerin aracılığıyla (vahiy'le) vâdettiklerini bize de ver ve kıyamet gününde bizi rüsvay etme; şüphesiz sen vâdinden hilâf etmezsin! 195-) Bunun üzerine Rableri, onların dualarına icâbet etti. (Dedi ki:) Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiç kimsenin emeğini zâyi etmeyeceğim. Onlar ki, hicret ettiler, diyarlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, savaştılar ve öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından nehirler akan cennetlere koyacağım. Bu sevab, Allah indindendir. Allah; sevabın güzeli O’nun katındadır. 196-) Kafirlerin (refah içinde) belde belde dolaşması, sakın seni aldatmasın! 197-) O azıcık bir meta'dır. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir!(Kur'an'da nimet Allah'a, meta' dünyaya izafe edilmiştir. Yani meta' dünya geçimliliği demektir.) 198-) Fakat Rablerine karşı takvalı olanlar için, Allah tarafından altlarından nehirler akan, içinde devamlı kalacakları cennetler vardır. Erdemliler için Allah indindeki (nimetler) daha hayırlıdır. 199-) Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah’a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene Allah’a boyun eğerek iman ederler. Allah’ın âyetlerini az bir değere satmazlar. İşte onlar için Rableri indinde ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı seri olandır. 200-) Ey iman edenler! Sabredin; sabırda yarışın; (savaşa) hazırlıklı olun ve Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz. (Âli İmran Süresi Sonu)
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(67. YAZI)Nisa Süresi Medine'de inmiştir.176 âyettir.Rahman, Rahim Alla'ın Adıyla 1-) Ey insanlar! Sizi, bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden korkun. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve rahimlerin haklarına riayetsizlikten de korkun. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir. 2-) Yetimlere mallarını verin, temizi habis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak (kendi malınızmış gibi) yemeyin; çünkü bu, büyük bir vebaldir. 3-) Eğer yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuzla yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır. 4-) Kadınlara sadakalarını gönül rızası ile verin; eğer gönül hoşluğu ile onun bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yeyin. 5-) Allah’ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermezlere (reşit olmayanlara) vermeyin; o mallarla onları rızıklandırın, onları giydirin ve onlarla konuşurken mâruf söz söyleyin. 6-) Nikah çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) sınayın, eğer onlarda bir rüşd görürseniz hemen mallarını kendilerine sunun. Büyüyecekler diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin. Zengin olan (veli) iffetli olsun, yoksul olan da (ihtiyaç ve emeğine göre) mâruf ile yesin. Mallarını kendilerine sunduğunuz zaman üzerlerinde şahit bulundurun. Hesap görücü olarak da Allah yeter. 7-) Ana-babanın ve akrabaların bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır; ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Gerek azından, gerek çoğundan farz olarak bir pay ayrılmıştır. 8-) (Mirastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve miskinler miras taksiminde hazır bulunurlarsa bundan, onları da rızıklandırın ve onlarla konuşurken mâruf söz söyleyin. 9-) Geriye eli ermez, gücü yetmez zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde (halleri ne olur) diye korkacak olanlar (kendileri de yetimlere haksızlık etmekten) korkup titresinler; Allah’tan korksunlar ve sözün sağlam olanını söylesinler. 10-) Zulmen yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe yaslanacaklardır. 11-) Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) vasiyet eder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş farzlardır (paylardır). Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir. (Bir erkeğin mirastan payının iki kadın hissesi kılınmasındaki hikmet şudur: Erkek hem kendisine hem de hanımına ve çocuklarına harcama yapmak zorundadır. Onun için kendisine iki hisse verildi. Kadına gelince, o sadece kendisi için harcar. Evlendiğinde nafakasından kocası sorumludur. İşte bu itibarla, kadının mirastan payı (bazı durumlarda harcamalarına bakılırsa) esasen erkekten fazla olmaktadır.) 12-) Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, anababası ve çocukları bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) yapılacak vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın (yapılacak)tır. Bunlar Allah’tan size vasiyettir. Allah Alim'dir, Halîm'dir.13-) İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Resülüne itaat ederse Allah onu, altından nehirler akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar ve işte azim kurtuluş budur. 14-) Kim Allah’a ve Resülüne isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır. 15-) Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm vefat ettirinceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde tutun. 16-) İçinizden onu yapan her iki tarafa eziyet edin; eğer tevbe eder ve ıslah olurlarsa artık onlara eziyet etmekten vazgeçin; çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhamet edendir. 17-) Allah’ın kabul edeceği tevbe, ancak cehaletle kötülük edip de sonra hemen yakından tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. 18-) Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca "Ben şimdi tevbe ettim" diyenler ve kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için elim bir azap hazırlamışızdır. 19-) Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir fuhuş yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın. Onlarla mâruf ile geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz. 20-) Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine bir kantar mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. Siz buhtan ederek ve apaçık günah işleyerek onu geri alır mısınız?21-) Vaktiyle siz birbirinizle haşir-neşir olduğunuz ve onlar sizden sağlam bir misak almış oldukları halde onu nasıl geri alırsınız! 22-) Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın nikahladığı kadınları nikahlamayın; çünkü bu çirkin bir hayasızlık ve iğrenç bir (ahlak) ve en kötü bir yoldur. 23-) Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (nikâhlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Şüphesiz Allah Ğafur ve Rahim olandır.(Geçen geçmiştirin anlamı, bu şekilde devam eder anlamında değildir. Bilmeden böyle bir şey olmuşsa sorumluluk olmamakla birlikte, derhal ayrılmaları gerekiyor.) 24-) Ve yeminle sahip olduklarınız müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı. Allah’ın size yazgısı budur. Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla (mehirlerini vererek) istemeniz size helâl kılındı. Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra (bir miktar indirim için) karşılıklı anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah Alim, Hakim olandır. 25-) İçinizden, mümine hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan mümine genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilmektedir. Hep aynı köktensiniz (insanlık bakımından aranızda fark yoktur). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartı ve sorumlularının izni ile onları (cariyeleri) nikâhlayıp alın, mehirlerini de mâruf ile verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı (uygulanır). Bu (cariye ile evlenme izni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.(Yukarıdaki âyette bulunan bir cümle Ehli Sünnet ve Şia'nın uydurdukları "recm" (zina edeni taşlayarak öldürme) cezasını tek başına çöpe atmaya yeterlidir. "...cariyeleriniz evlendikten sonra bir huhuş yaparlarsa onlara hür kadınların cezasının yarısı uygulanır..." (Nisa- 25)Şimdi can alıcı soru şu: "Hür kadınların cezası "recm" yani ölüm ise, cariyelere ölümün yarısı nasıl uygulanacak?
27 Kasım 2021 Cumartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(65.YAZI) Âli İmran Süresi 154-) Sonra o kederin arkasından Allah size bir emniyet indirdi ki, (bu emniyetin yol açtığı) uyuklama hali bir tâifeyi kaplıyordu. Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir tâife de, Allah’a karşı haksız yere cahiliye zannı gibi, haksız zanda bulunuyorlardı. "Bu (savaş) emrinden bize ne!" diyorlardı. De ki: Muhakkak ki bu emir (savaş kararı) tamamen Allah’a aittir. Onlar, sana açıklayamadıklarını nefislerinde gizliyorlardı. "Bu emirde (savaş kararında) sözümüz olsaydı burada katledilmezdik" diyorlar. De ki: Evlerinizde olsaydınız bile, öldürülmesi yazılmış olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi. Allah, göğüslerinizin içinde bulunanları sınamak ve kalplerinizdekileri (her türlü manevi kirden) saflaştırmak için (böyle yaptı). Allah göğüslerde olan ne varsa hepsini bilir.(Âyette geçen "nuas" "uykuya geçmeden önce ortaya çıkan ve gözlerde belli olan bir gevşeme, rahatlama ve uyuşma halidir. Halk arasında buna" şekerleme" adı da verilmiştir.) 155-) (Uhud’da) iki ordunun karşılaştığı gün, sizden (savaş alanını) bırakıp kaçanlar, kazandıkları bazı hatalar yüzünden şeytan onları kaydırmıştı. Yine de Allah onları affetti. Çünkü Allah, Ğafur'dur, Halîm'dir. 156-) Ey iman edenler! Sizler kafirler gibi olmayın.( Onlar), yerde sefere çıkan veya gâzvede olan kardeşleri hakkında: "Eğer bizim yanımızda olsalardı, ölmezler ve öldürülmezlerdi" dediler. Allah bu (sözleri) onların kalplerine bir hasret (yarası) olarak koydu. Dirilten ve öldüren Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görür. 157-) Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah’ın mağfireti ve rahmeti onların (maddi olarak) topladıkları her şeyden daha hayırlıdır.Kıraat Farklılığı (Yukarıdaki âyet şu şekilde de okunmuştur. "Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah'ın mağfireti ve rahmeti (maddi olarak) topladığınız her şeyden daha hayırlıdır"Yani âyette bulunan "yecmeun" "topladıkları" kelimesini, bazı kıraat imamları "tecmeun" topladığınız" olarak okumuşlardır.) 158-) Andolsun, ölseniz de öldürülseniz de Allah’ın huzurunda haşrolunacaksınız. 159-) O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; onlar için istiğfar dile; (dünya işleri) hakkında onlarla istişare et. Fakat azmettin mi, artık sadece Allah’a tevekkül et. Çünkü Allah, kendisine tevekkül edenleri sever. (Nebi (a.s), dünya işlerinde müminlerle istişare etmekle yükümlü tutulmuştur. Çünkü Nübüvvet özel ve sosyal hayatı temsil eder. Nebi'nin hata etme özelliği olduğu için ortak akılla hareket etne zorunluluğu doğuyor. Fakat Resül için istişare diye bir şeyden söz edilemez. Çünkü Risâlet indirilen vahyi tebliğ etmekle ilgili bir görevdir. Rasülün hata etmesi ve vahyi tebliğ etmede ihanet etmesi imkansızdır. İkinci bir mesele: Nebi (a.s) savaştan kaçanlara karşı merhametle yaklaştığı halde "sağ elle yemek yiyemeyenlere, namaz!!! kılarken önünden geçen çocuklara beddua ettiğine dâir rivayetler mevcuttur.Ve Ehl-iSünnet'in din adamları bu rivayetlere sahihtir diyerek, Ku'an'dan daha fazla bunlara iman etmektedirler.) 160-) Allah size yardım ederse, artık size gâlip gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Müminler ancak Allah’a tevekkül etsinler. 161-) Hiçbir Nebi'nin, yolsuzluk yapması mümkün değildir. Kim emanete (devlet malına) karşı yolsuzluk yaparsa, kıyamet günü, yolsuzluk yaptığı şeyle gelir. Sonra herkese -zulme uğratılmaksızın-kazandığı tastamam verilir. Kıraat Farklılığı Âyette bulunan "vemé kâne linebiyyin en yeğulle" "Hiçbir Nebi'nin, yolsuzluk yapması mümkün değildir..." cümlesinde bulunan "en yeğulle" "yolsuzluk yapması mümkün değildir" kelimesini, Nâfi, İbn Âmir, Hamza, Kisâi ve Yakub "en yuğalle" olarak okumuşlardır. Yani bu okuyuşa göre mana şöyle oluyor. "Şimdiye kadar hiçbir Nebi'ye böyle bir suç isnat edilmemişti" Dolayısıyla "Ey Nebi'nin arkadaşları! Siz ne yapıyorsunuz? Nebi'ye böyle âdi bir iftira atılır mı? Nebi'ye böyle bir suç isnat etmekten utanmıyor musunuz? anlamına gelmektedir.) 162-) Allah’ın rızasını isteyenle, Allah’ın öfkesine uğrayan bir olur mu? Berikisinin yeri cehennemdir. O, ne kötü varılacak bir yerdir. 163-) Onlar Allah katında derece derecedirler. Allah onların yaptıklarını görmektedir.164-) Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve şirk'ten) kendilerini arındıran, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir Resül göndermekle müminlerin üzerinde Allah'ın minneti (büyük) olmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapkınlık içinde idiler. (Nebi ve Resül'ün arasında bulunan farklardan birisi de "âyetleri tilâvet ve tezkiye" dir. Bu iki kavram Nebi bağlamında geçmez. Yani âyetleri insanlara okuma ve vahiy'le onları arındırma Resül bağlamında kullanılan kelimelerdir. İkincisi, âyetin sonunda bulunan "halbuki daha önce onlar apaçık bir sapkınlık içinde idiler" cümlesidir.Yani Kur'an olmadan, insanlık hidayet bulamaz.) 165-) (Bedir’de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud’da) kendi başınıza geldiği için mi "Bu nasıl oldu!" dediniz? De ki: O, kendi nefislerinizden kaynaklandı. Şüphesiz Allah her şeyin üzerinde bir güce kadirdir. 166,167-) İki birliğin karşılaştığı gün size isâbet edenler, ancak Allah’ın izniyle (yasası gereğiyle) olmuştur ki, bu da, müminleri bilmesi (ayırması) ve münafıkları ortaya çıkarması için idi. Onlara: "Gelin, Allah yolunda savaşın; ya da mudafaa (savunma) yapın" denildiği zaman, "Harbetmeyi (veya savaş olacağını) bilseydik, elbette sizin arkanızdan gelirdik" dediler. Onlar o gün, imandan daha çok, kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların göğüslerinde gizlediklerini daha iyi bilir. 168-) (Evlerinde) oturup da kardeşleri hakkında: "Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi" diyenlere, "Eğer sâdık iseniz, nefislerinizi ölümden uzaklaştırın bakalım!" de.169,170-) Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah’ın, faziletinden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri indinde rızıklanıyorlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olanlara da hiçbir korku ve hüznün bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. (Âyette bulunan "havf" "korku" âhiretle ilgili, "hüzün" ise, dünya hayatı ile ilgilidir.Yani âhirete intikal eden müminlerin gönüllerinden âhiret korkusu ve dünyada bıraktıkları aile ve mallarının hüznü yerine melekler tarafından güven ve sevinç duyguları yerleştiriliyor.) (Füssilet-30) 171-) Onlar, Allah’tan gelen nimet ve faziletin ve Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler. 172-) Yara aldıktan sonra yine Allah’ın ve Resülünün dâvetine icâbet edenler (özellikle) bunların içlerinden güzel ahlak ve takvâ sahibi olanlar için pek azim bir mükâfat vardır. 173-) Bir kısım insanlar, müminlere: "Muhakkak ki insanlar, size için toplandılar; onlardan korkun!" dediklerinde bu, onların imanlarını daha da arttırdı ve "Hasbunellâhu ve ni'mel vekil" «Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!» dediler. 174-) Bunun üzerine, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan, Allah’ın nimet ve faziletiyle geri geldiler. Böylece Allah’ın rızasına uymuş oldular. Allah azim fazilet sahibidir. 175-) İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer müminler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.
26 Kasım 2021 Cuma
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(64. YAZI) Âli İmran Süresi 151-) Allah’ın, hakkında hiçbir sültan (delil) indirmediği şeyleri O’na şirk koşmaları sebebiyle, kâfirlerin kalplerine yakında korku salacağız. Onların barınakları ateştir. Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür! ("Ru'be" kelimesi, Kur'an'da beş yerde geçmektedir.(Âli İmran-151; Enfal-12; Kehf-18; Ahzab-26; Haşr-2) "Ru'be" huzursuzluk ve korkunun kalbin her tarafını kaplaması anlamına gelmektedir. İki âyette kalıp olarak şöyle geçer. "Senul ki fi kulubillezine keferur-ru'be" "kafirlerin kalplerine korku salacağız" İki âyette ise "vekazefe fi kulubihumur-ru'be" "kalplerine korku düşürerek" olarak geçmektedir.) 152-) Siz Allah’ın izniyle (kanun ve yasası ile savaşta) düşmanlarınızı öldürürken,(Allah) size olan vâdine sâdık kalmıştı. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra dağıldınız; (Nebi'nin verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve isyan ettiniz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra (Allah), sizi sınamak için onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. Ve andolsun sizi affetti. Zaten Allah, müminlere karşı fazilet sahibidir. 153-) O zaman Resül arkanızdan sizi çağırdığı halde siz, hiç kimseye dönüp bakmadan (savaş alanından) hızla kaçıyordunuz. (Allah) size keder üstüne keder verdi ki, bundan dolayı gerek elinizden gidene, gerekse başınıza gelenlere mahzun olmayasınız. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Nebi (a.s) ın Arkadaşları (Ashâb)) "Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi ?" Said İbnu'l- Müseyyeb, Ömer (r.a)tan naklediyor. Demiş ki: Ben Resulullah (a.s) ı dinledim, buyurmuştu ki:"Ben Rabbim'den, ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum.Bunun üzerine Rabbim bana şöyle vahyetti: "Ey Muhammed! Senin ashabın benim indimde, gökteki yıldızlar gibidir.Bazıları diğerlerinden üstündür.Her biri için bir nur vardır. Öyleyse kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidayet üzerindedir" Ömer der ki: Resulullah (a.s) devamla ilave etti. "Ashabi kennucumi bieyyihim'uktedeytüm ihdeteytüm""Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet buluyorsunuz" (Rezin tahric etmiştir. Hadisin birinci kısmını cemi'us-Sağir'de Suyuti kaydeder (Feyzu'l Kadir 4,76)İkinci kısmı da İbn-u Abdilberr, Cami'ul ilm'de kaydetmiştir 2,99 )Hiç şüphesiz ki, sahabelerin içinde güzel ahlak ve takva sahibi, kahraman olanlar, (Ahzab-23) Allah'ın razı olduğu (Tevbe-100; Fetih-18) ihtiyaç halinde olsa bile kardeşini kendi nefsine tercih edenler (Haşr-9) olduğu gibi, ashabın olumsuz ahlak ve menfi hareketlerini anlatan yüzlerce âyetin de var olduğunu da biliyoruz. Bunlardan bazıları şu şekilde özetlenebilir.1-) Allaha ve Resulüne ihanet etmeleri..." ( Enfal- 27)2-) "Savaştan kaçmaları..., (Al-i İmran-152, 153, Tevbe- 24, 25 )3-) "Allahın düşmanı olan müşrikleri dost edinmeleri..." (Mumtehine- 1,2)4-) "Nebi (a.s) ın eşine zina iftirasında bulunmaları..." (Nur- 11/ 21 Tam 10 âyet )5-) "Nebi (a.s) a saygısızlık yaptıkları..." ( Hucurat- 1,2; Ahzab- 53,69; Tevbe- 58,61 )6-) "Allah yolunda savaşa çıkın" denildiğinde yere çakılıp kalmaları..."( Tevbe-39,39,40; 7-) "Allah'a din öğretmeye kalkmaları..."(Hucurat-16)8-) Zorla, boyun bükerek, güç karşısında gelip teslim oldukları halde Allah Resulüne minnet etmeleri..."(Hucurat-17)Bütün bunlardan başka Kur'an'da münafıklarla alakalı müstakil bir sürenin bulunması, yüzlerce âyette münafıkların anlatılması, İsrail oğullarının Nebilerine karşı saygısızca tavırlarının Resulullah'ın arkadaşlarına örnek olarak aktarılması ve "Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın (Allah'ın Resulü'ne eziyet etmeyin) (Ahzab-69) âyeti gösteriyor ki, sahabelerin büyük çoğunluğunun Kur'an'ın ahlakını temsil etmekten uzak kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır.Ayrıca "Ey iman edenler! İle başlayan âyetlerin hepsinin Medine'de nazil olmaları ve bir sorunla yüklü bulunmaları da, "gökteki yıldızlar" iftira ve cehaletini ortaya koymaktadır. Yani Kur'an'a göre, Nebi (a.s) ın arkadaşları ile günümüz müslümanları arasında güzel ahlak, takva ve ihlas haricinde bir farkın bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela, şu âyetin ilk muhatapları onlardır. "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olan) Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir"(Hucurat-12)Mesela : Allah Resulü vefat eder etmez birbirleriyle savaşmaları, bu savaşlarda binlerce müslümanın hayatını kaybetmesi bu gerçeği gözler önüne seriyor. Ali ile Muaviye arasında Siffin'de yapılan savaşta 70 bin, Ali ile Nebi (a.s) ın hanımı Aişe arasında Basra'da Cemel olayında 15 bin, yine Ali ile Hariciler arasında Nehravanda yapılan savaşta binlerce müslüman hayatını kaybetmiştir. Peki bütün bu gerçeklere rağmen neden Ehli Sünnet dininin âlimleri, Allah Resulü'nün arkadaşlarının (Ashabın) hepsini gökteki yıldızlar gibi gösterip ümmi insanları aldatıyor?Bunun nedeni şudur :Ehli Sünnet ve Şia arasındaki siyasi çatışmalarda, Şia muhaddis ve müctehidleri, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ehli Beyt ve 12 İmam hakkında onları yücelten, Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Aişe, Hafsa ve sahabelerin dördü dışında ( Mikdat bin Esved, Ammar bin Yasir, Selmanı Farisi, Ebu Zer el Gıfari )Allah Resulü'nün arkadaşlarının dinden çıkıp kafir olduklarını konu edinen binlerce hadis uydurmaları sonucunda, Emevi ve Abbasi beslemesi Ehli Sünnet'in muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için sahabeleri yücelten ve onları cennetlik yapan hadis kulliyatları meydana getirmişlerdir.Ehli Sünnet rivayetlerinde Muaviye, Yezid, Haccac ve Emevilerin zulüm dolu saltanatlarının vahşetini örtbas etmek de vardır.İşte Ehli Sünnet ve Şia'ya bağlı mukallitlerin Kur'an'dan habersiz bulunmalarının en büyük sebebi bu uydurma rivayetler ve uydurma din olmuştur. Uydurma dinin evliya ve ilahlarına yani muhaddis ve müctehidlere kulluk eden ilim adamları, Kur'an'a itibar edip onu anlatmadıkları için, ümmi toplum ashabın olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberleri olmamıştır. Bir düşünün, insanların büyük çoğunluğu, yüzlerce âyetten hiç haberleri olmazken, yalan ve iftira olduğu belli olan bir rivayeti duymayan kalmamıştır. Eğer insanlar sahabelerin olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberler olsaydı, belki de din adamlarını yüceltmeyecek, mezhep liderlerini ve din adamlarını birer rab ve ilah yapmayacaklardı. Halbuki Kur'an Mekke müşriklerine seslenirken Allah Resulü (a.s) için "sahibüküm" "arkadaşınız" (Sebe-46; Necm-2; Tekvir-22) kelimesini kullanmaktadır.Emevi saltanatı döneminde doğan, Abbasi idaresi döneminde kayda geçirilen ve Osmanlı döneminde en katı bir sadakatle yaşanan ırkçı Emevi Ehli Sünnet rivayetlerinin Allah'a, Resulüne, dine, ilme, akla ve güzel ahlaka hakaret içerdiğinden ümmetin haberi yoktur. Dolayısıyla Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan, aynen Şiilik gibi rivayetler üzerine kurulu olan Ehl-i Sünnet dini ümmeti aldatmayı temel prensip edinmiştir.Ehli Sünnet dini yalanları ve iftiraları kendisine kaynak kabul eden bir sistem olarak şekillenmiştir.Bu yüzden ne Ehli Sünnet ne de Şia âlimleri, hiçbir zaman Kur'an'ın rahmet iklimine ayak basamayacak İslam'ın evrensel ahlakına sahip olamayacaklardır. Sonuç olarak: Ehli Sünnet ve Şia âlimleri, inançta, fikir ve hürriyette bize öyle kötü bir miras bıraktılar ki, sadece yaşayan cahillerinden değil, cesetleri toz olmuş alimlerinden de çekeceğimiz var.Ehli Sünnet ve Şia'nın rivayet bataklığından kendini kurtaramayan Kur'an'ın hikmetinden hiçbir şey anlamaz.Çünkü Kur'an kendisine karşı yüz çevirmelerinden ötürü Ehli Sünnet ve Şia âlimlerine kapılarını kapatmıştır.İşte bütün bu gerçeklerden sonra Ehl-i Sünnet dininin Kur'an cahilleri her ne kadar öfkelenseler de, Mehmet Akif'in Çanakkale şehitleri için söylediği "Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" cümlesi, rastgele söylenecek bir cümle değildir. 15 Temmuz işgal hareketinde bu ümmetin gösterdiği cesaret ve kahramanlığı bir çok sahabi göstermemiştir.
25 Kasım 2021 Perşembe
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(63.YAZI)Âli İmran Süresi 126-) Allah, bunu size sırf müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede mutmain olsun diye yaptı.Yardım, yalnızca Aziz, Hakim olan Allah'ın indindendir. 127,128-) Allah, kâfirlerden bir tarafının kökünü kessin veya onları perişan etsin, böylece bozulmuş bir halde dönüp gitsinler -ki (ey nebi!) bu işte senin yapabileceğin bir şey yoktur- yahut (tevbe etsinler de) tevbelerini kabul etsin, ya da (küfürde ısrar ederlerse)onlara azap etsin diye. Çünkü onlar zalimdirler.129-) Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Dileyeni bağışlar ve dileyene de azap eder. Allah, Ğafur'dur, Rahim'dir. (Hidayet ve dalalet yani sapkınlık vahiy ile ilgili bir durum olduğundan yüce Allah, insanların hidayet ve sapkınlıklarında direk olarak etkili değildir. Çünkü insanların hidayet ve sapkınlıkları için vahiy indirmiştir. Tâbi ki hidayeti tercih etmelerini ister, kafir olmalarına razı olmaz.) 130-) Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak riba yemeyin. Allah’tan korkun ki felaha (kurtuluşa) eresiniz.131-) Kâfirler için hazırlanmış bulunan ateşten de korkun!132-) Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ki size merhamet edilsin. ("itaat" kavramı sadece Allah ve Resül bağlamında kullanılan bir kavramdır. İtaat, işitilen sözle ilgili bir kavram olduğu için Nebi bağlamında kullanılmaz. Çünkü Nebi bölgesel ve tarihsel bir misyona sahiptir, yani ölmüştür. Ama ebedi bir misyona sahip olan Resül ölmez. "Beşer Resül" vefat ettikten sonra "kitap Resül" olarak devam eder. Dolayısıyla tebliğde bir kesinti meydana gelmez. Beşer Resül ile kitap Resül arasında bir fark yoktur. Kitap Resül'e (Kur'an'a) iman ve itaat etmeyen Resüllere de iman ve itaat etmemiş sayılır.) 133-) Rabbinizin mağfiretine ve muttakiler için hazırlanmış, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! 134-) Onlar (muttakiler) ki, bollukta da darlıkta da Allah için infak ederler; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Ve Allah da güzel ahlak sahiplerini sever.135-) Yine onlar ki, bir cimrilik (fâhişeten) yaptıklarında, ya da nefislerine zulmettiklerinde Allah’ı zikredip ( hatırlayıp) günahlarından dolayı hemen istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim mağfiret edebilir ki! Bir de onlar, yaptıklarında (kötülüklerde), bile bile ısrar etmezler.(Âyette geçen "fâhişeten" (ahlaksızlık) kelimesi, cimrilik anlamında kullanılmıştır ve 134.âyette bulunan "infak ederler"in karşıtı olarak gelmiştir. Evet itikatta en büyük ahlaksızlık şirk, amelde en büyük ahlaksızlık ise cimriliktir. Çünkü cimrilik bir çok ahlaksızlığın da kaynağıdır.) 136-) İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından nehirler akan, içinde kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin ücreti ne kadar güzel olmuştur!137-) Sizden önce nice (ümmetler hakkında) ilâhî kanunlar (böyle) gelip geçmiştir. Onun için, yerde dolaşın da (Allah’ın âyetlerini) yalanlayanların âkıbeti nasıl olmuş, (görün!)138-) Bu (Kur’an), bütün insanlığa bir beyan'dır; muttakiler için de bir hidayet ve bir öğüttür. (Bu âyet, Kur'an'ın yüce Allah tarafından açıklanmış olarak geldiğini gösteriyor. Çünkü âyette geçen ifade "beyânun linnési" "insanlara bir beyan'dır"(açıklamadır.) Dolayısıyla Nahl süresi 44.âyette Resül ile ilgili geçen "litübeyyine linnési" (insanlara açıklayasın) dan maksat, "tefsir edesin, detaylandırasın" değil, duyurasın, tebliğ edesin, okuyasın, beyan edesin yani sakın gizlemeyesin" demektir. Zaten Kur'an'ın detaylandırılması anlamına gelen "tefsir, tafsil ve tasrif sadece Allah bağlamında, duyurma ve ilan etme anlamına gelen" "beyan" ise, Allah ve Resül bağlamında geçmektedir. Aslında Kur'an'ı açıklayan Allah'tır. Resül sadece tebliğ ediyor.) 139-) Gevşeklik göstermeyin, mahzun olmayın. Eğer müminseniz, üstün gelecek olan sizsiniz. 140-) Eğer siz (Uhud’da) bir acıya uğradıysanız (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. Biz (imtihan ve sünnetullâh gereği) günleri insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir toplum bazen öteki toplum elde eder.) Ta ki Allah, iman edenleri bilsin( ortaya çıkarsın) ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.141-) Bir de (böylece) Allah, iman edenleri (her türlü günahtan) saflaştırsın, kâfirleri de imha etsin.142-) Yoksa Allah içinizden cihad edenleri bilmeden(belli ettirmeden- ortaya çıkarmadan) ve sabredenleri de bilmeden (belli ettirmeden- ortaya çıkarmadan) cennete gireceğinizi mi hesap ettiniz?(Yani "Siz sabırla cihadı bir araya getirmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Dünyada zafer ve başarıya ulaşmanın ahirette ise cennete girmenin temenni ve hayal ile olmadığını, bilakis cihadla, direnişle korku ve zorluklara göğüs germekle, göklerde ve yerde bulunan ilahi kanunlara uymakla olacağını açıkladıktan sonra..." Ta ki Allah iman edenleri bilip ortaya çıkarsın..." cihad edenleri ve sabredenleri bilip ortaya çıkarsın...") 143-) Andolsun ki siz, ölümle yüzyüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. İşte şimdi onu gördünüz ama (hareketsiz olarak) sadece bakıp duruyorsunuz. 144-) Muhammed, ancak bir Resül'dür. Ondan önce de nice Resüller gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.145-) Hiçbir nefis yoktur ki, ölümü Allah’ın iznine (yasasına) bağlı olmasın. (ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır. Her kim, dünya sevabını isterse, kendisine ondan veririz; kim de ahiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.(Kur'an'da Allah bağlamında geçen "izin" kelimeleri "yasa ve ilâhi kanun" yani göklerde ve yerde var edilen"ilâhi düzen" demektir. Eğer "izin" kelimesine böyle bir meal vermeyecek olursak çok hatalı sonuçlar elde edeceğiz.) 146-) Nice Nebiler vardı ki, beraberinde birçok rabbaniler bulunduğu halde savaştılar da, ama bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, durağanlık göstermediler. Allah sabredenleri sever. Kıraat Farklılığı Yukarıdaki âyette üç çeşit kıraat farkı vardır. 1-) Yukarıda bulunan "kâtelu" "savaştılar..." 2-) "kûtilu" "öldürüldüler..." 3-) "kûtil, meahu ribbiyûne kesir" "Nebi öldürüldü, onunla beraber olanlar da öldürüldü, ama bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler..." 147-) Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki israfımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!. 148-) Allah da onlara dünya sevabını ve (daha da önemlisi,) ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, güzel ahlak sahiplerini sever.149-) Ey iman edenler! Eğer kâfirlere itaat ederseniz, sizi gerisin geriye (küfre) döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.150-) Bilakis sizin mevlânız Allah’tır ve O, yardımcıların en hayırlısıdır.
24 Kasım 2021 Çarşamba
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(62.YAZI) Âli İmran Süresi 106-) Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı günü (düşünün.) Yüzleri kararanlara: İmanınızdan sonra kâfir mi oldunuz? Öyle ise kâfir olmanızdan ötürü tadın azabı! (denilir). 107-) Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah’ın rahmeti içindedirler; onlar orada kalıcıdırlar. 108-) İşte bunlar, Allah’ın, sana hak olarak tilâvet ettiğimiz âyetleridir. Allah âlemlere (insanlara) zulmetmeyi istemez.109-) Göklerde ve yerde ne varsa heps Allah’ındır. İşler, dönüp Allah’a varır. 110-) Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı ümmetsiniz; mârufu emreder ve münkerden nehyeder ve (sadece) Allah’a (Kur'an'a) iman edersiniz. Ehl-i kitap da iman etseydi, elbette bu, kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinde müminler vardır; (fakat) çoğunluğu fasıktır. Hayırlı Ümmetin Özellikleri:1-) Mârufu emrederler. 2-) Münkerden nehyederler. 3-) Sadece Allah'a yani Kur'an'a iman ederler.(Mârufu emretme ve münkerden nehyetme Allah'a imandan önce gelmesi ilginçtir. Yani marufu emretme münkerden nehyetme olmadan Allah'a imanın bir değeri olmuyor.) 111-) Onlar (ehl-i kitap) size, eza vermekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.112-) Onlar (yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın himayesine ve insanların himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah’ın gazabına uğramışlar ve meskenete mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah’ın âyetlerine kafirlik ediyor ve haksız yere Nebileri öldürüyorlardı. Bu da, onların (vahye) isyan etmiş ve (Allah'a karşı) haddi aşmış olmalarından dolayı idi. (Âyette bulunan "meskenet" yoksulluk değil, insanın özgüvenini yitirmesi, kendini başkasının himayesine muhtaç görmesi, hiç bir hak talebinde bulunmaması ve kendini mudafaa etmemesidir. "Zillet" ise, başkalarının hakkını elinden zorla alması sonucu bir şey yapamamanın eziklik ve psikolojik durumudur.) 113-) Hepsi eşit (aynı) değildir; ehl-i kitaptan bir ümmet vardır ki, kıyamda, gecenin içinde Allah'ın âyetlerini tilâvet ederler ve onlar secde ederler. (Kur'an'ın dilinde secde, yüce Allah'ın emrini zihnen kayıtsız şartsız kabul etme ve tam bir teslimiyetle iman etme anlamına gelmektedir.) 114-) Onlar, Allah’a ve ahiret gününe iman ederler; mârufu emrederler, münkerden nehyederler; hayırlarda koşuşurlar. İşte bunlar salihlerdendirler. 115-) Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, muttakileri çok iyi bilir. 116-) Kafir olanlar var ya, onların malları da evlâtları da Allah’a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar, ateş ashâbıdır; onlar orada kalıcıdırlar. 117-) Onların, bu dünya hayatında yapmakta oldukları infaklarının misali, kendilerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinlerini vurup da helak eden kavurucu bir rüzgârın misali gibidir. Allah onlara zulmetmedi; lakin onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. 118-) Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size kötülük etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Andolsun ki, buğz (kin) ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Göğüslerinin sakladıkları ise daha büyüktür. Eğer aklınızı kullanırsanız, âyetlerimizi size beyan etmiş bulunuyoruz.119-) İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, kitabın tümüne iman edersiniz; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında "İman ettik" derler; kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kızgınlıklarından dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: Kızgınlığınızla ölün! Şüphesiz Allah göğüslerin içindekini hakkıyla bilmektedir.120-) Size bir güzellik dokunsa, bu onları üzer; size bir musibet isâbet ederse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve takva sahibi olursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır. 121-) Hani sen, sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ehlinden ayrılmıştın. Allah, işiten ve bilendir. 122-) O zaman içinizden iki tâife dağılmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların velisi idi. Müminler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler. 123-) Andolsun, sizler zelil (güçsüz) olduğunuz halde Allah, Bedir’de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah’tan korku ki, şükretmiş olasınız.(Hamd, dil ile yapılan bir ibadet iken, şükür, amellerle yapılan yapılan bir ibadettir.) 124-) O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? 125-) Evet, siz sabır gösterir ve takva sahibi olursanız, onlar hemen şu anda üzerinize gelseler bile, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder.
23 Kasım 2021 Salı
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (61.YAZI) Âli İmran Süresi 103-) Hep birlikte Allah’ın himayesine (Kur'an'a) sığının; fırka fırka olmayın. Allah’ın üzerinizdeki (İslam) nimetini zikredin: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi (vahiy'le) birleştirmişti ve O’nun (iman) nimeti sayesinde kardeş kimseler olarak sabahladınız. Yine siz bir ateş uçurumunun tam kenarında iken oradan da sizi O alıp çekti. İşte Allah size âyetlerini böyle beyan ediyor ki hidayet bulasınız.(Yukarıdaki âyette bulunan "i'tisam" kelimesine meallerde yanlış bir mana veriliyor. "i'tisam" "yapışma" değil, sığınma, "habl" "ip" değil, "himâye" anlamına gelmektedir.) FIRKA VE MEZHEPLER NEDEN KÖTÜDÜR?Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor."Şüphesiz bu Kur'an, benim dosdoğru yolumdur. Buna tâbi olun. Başka yollara tâbi olmayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan (ayırarak) fırka fırka yaparlar. İşte takva sahibi olmanız için Allah size bunları vasiyet etti"(En'am- 153) (Allah tarafından indirilen tevhid sisteminin evrensel bir ahlakı, standart ve üstün kalitede bir yapısı mevcuttur. Tevhid sistemi ve İslam ahlakı ibret olma haricinde hiçbir zaman geriye doğru işlemez, ataların uydurma dinini taklit etmeyi reddeder.(Bakara-170; Mâide-104; Lokman-21; Zuhruf-23,24)Kur'an'ın dini olan İslam, insanların önünü aydınlatan, bilimsel ve teknolojik gelişmeler gibi, sürekli olarak ileriye doğru bir hedefe yönlendirmektedir. Yani Kur'an'ın öyle bir ilmi, öyle bir sistemi, öyle bir ahlakı, bağlam ve bütünlüğü, akıl ve mantığı var ki, insanların akıl ve fikirlerini aşacak bir mükemmelliğe sahiptir. İnsanlık tarihinde yapılan bütün icat ve keşifler Kur'an'da var olan ilmi ve fikri kurallara hiçbir zaman aykırı düşmemiştir. Fakat fırka ve cemaatlere, mezhep ve tarikatlara, kurum ve kuruluşlara baktığımızda dini, ahlaki, fikri, ilmi ve ameli standart bir kalite yakalamak mümkün değildir.Bundan dolayı Kur'an, hangi din ve kültür, hangi ilim ve geleneğe, hangi millet ve inanca bağlı olursa olsun insanların bir araya gelip ilmi ve fikri bir mücadelenin içine girmelerine engel koymaz. İndirilen vahiy dini insanların iradeleri üzerinde dini ve ameli hiçbir baskı kurmaz.(Yunus-99; Gaşiye-21, 22) İnsanlar birbirlerinin haklarına tecavüz etmedikleri sürece din bakımından tam bir özgürlük içinde hayat sürebilirler. Fakat mezheplerde ve fırkalarda böyle özgür bir anlayış ve evrensel bir ahlak mevcut değildir. Mezheplerde ve fırkalarda koyu bir taassup, kapkaranlık bir cehalet, statik bir düşünce ve akılsız bir taklit hakimdir.Aynı şeyleri düşünen ve aynı şeylere iman eden mezhep, fırka, şia,cemaat ve tarikatlar, dinlerine aykırı bir inancın neşvü nema bulmasına fırsat vermezler. Bu din mensupları, inanç ve fikirlerine karşı aykırı bir sesin çıkmasına asla tahammül etmezler. İçeriden ve dışardan birinin seslenerek havanın oksijensiz olduğunu ve ortamın kötü koktuğunu söyleyemez. İşte indirilen vahiy ile insanları uyaran (Enbiya-45; Kaf-45) Allah elçilerinin ve Kur'an ehli muvahhidlerin (Hac-72; Mümin-35) önemi burada kendini gösteriyor.Yani mezhep ve fırkalarda batıl din ve şirk pisliğiyle kirlenen zihin ve beyinleri dışarıdan birinin uyarması son derece önemlidir.Çünkü fırka, mezhep ve cemaatlerin içinde bu uyarı ve ikaz vazifesini yapacak özgür düşünceye sahip, aklı başında olan birisini bulmak mümkün değildir.Mezhep taassubuna ve fırka karanlığına mahkum olanlar kiyamet gününe kadar hatta cehennemi görünceye kadar bu kahrolası kör inançtan ve karanlık hayattan kurtulamazlar.(Bakara-165,166,167; Şuara-91/103)Mezhep ve fırka mensupları yanlış ve kötü yolda olduklarının farkında olmazlar.İnanç ve fikirlerinin sapıkça olduğunu asla kabul etmezler. "...Çünkü onlar Allah ile beraber şeytanları evliya edinmişler. Gerçek böyle iken kendilerinin hidayette olduklarını sanıyorlar"(Âraf- 30) "Kim rahmanın zikri olan Kur'an'dan gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar(din adamları) onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin hidayette olduklarını sanırlar"( Zuhruf-- 36, 37)Dolayısıyla mezhep ve fırkalara bağlı olmayanlar şirk ve benzeri günahlardan daha kolay ve çabuk kurtulurlar. Ehl-i Sünnet ve Şia'da mezhep imamının ve fırka liderinin otoritesinin ve iradesinin aşılmasına müsaade edilmez. Yani mezhep imamları ve fırka liderleri sorgulanamaz birer "İlâh" ve "Rab" konumuna yükseltilmişlerdeir.(Tevbe-31) Böyle olunca toplumda ilim ve fikir, aklı kullanma ve tezekkür, sorgulama ve özgürlük, merhamet ve yenilenme meydana gelmeyecektir.Toplumda, tefekkür ve aklı kullanma, ilmi ve fikri özgürlük olmayınca, sosyal hayatta gelişme, büyüme, refah ve huzur olmayacaktır.İlimde ve fikirde, icatta ve keşifte ilerleme ve gelişme olmayınca, toplum içine kapanacak, düzen bozulacak, toplum durağan ve statik bir hayata mahkum olacaktır.Kendini yenilemeyen mezhep ve fırka mensupları koyu karanlık bir inanç ve taklitçi bir düşünce ile kendi içine kapanacak, bozulmaya, kokuşmaya, çürümeye, nihayetinde psikolojik bunalımlarla boğuşmak zorunda kalacaklardır. İşte bu yüzden Kur'an sürekli olarak "Ey insanlar! Ey iman edenler ! Ey Ademoğulları! diyerek mesajının evrensel olduğunu, ilâhi ve evrensel mesajın dar kalıpların içine hapsedilmesinin doğru olmadığını öğütlemektedir. Tevhid, İslam, hanif, ihlas ve güzel ahlak olarak din, Kur'an'da en ince detaylara kadar yer almış en mükemmel bir şekilde tamamlanmıştır. Şirk ve güzel ahlak açısından Kur'an, bir nokta, bir zerre kadar karanlıkta bir şey bırakmamıştır. Yine hangi dine mensup olursa olsun insanların birbirlerine karşı nasıl hareket edeceklerini, nasıl bir tutum içerisinde olacaklarına kadar sosyal ve bireysel hayat için Kur'an birçok detay vermektedir. İşte burada önümüze çıkan en büyük tehlike ve aşılmaz engel, mezhep taassubu, ataların uydurma dini ve toplumu etkisi altına alan baskın geleneklerdir. Çünkü mezhep taassubunu ve fırkacılık karanlığını aşamadığımız zaman Kur'an'a ve evrensel ahlaka ulaşma imkanını baştan kaybediyoruz.Din Allah'ındır, tevhid Allah'ın fıtrat dinidir.Vahiy evrensel, ilâhi bir kalite ve sağlam bir karaktere sahiptir.Allah'ın dini hak, ilâhların dini batıldır.(İsra- 81) Allah'ın dini mutlak hidayet, mezheplerin dini baştansona kadar sapkınlıktır.(Yunus-32) Allah'ın dini vahdet, mezheplerin dini tefrika ve bölücülüktür" (En'am-159; Rum-30,31,32) Allah'ın dini bütüncül, fırkaların dini paramparçadır.(Âli İmran-103,106; Hac-31)Allah'ın dini orijinal, mezheplerin dini sanal, Allah'ın dini organik, uydurma din hormonlu, Allah'ın dini şifa, uydurma rivayet dini zehirli ve hastalıklıdır. Vahiy dini insanı tüm dünya karşısında özgür bir birey yaparken, uydurma hadis dini bin sene önce çürümüşlere mahkum eder. Uydurulmuş mezhep dini insanı sayısız ilâh ve Rablere kul köle yaparken, tevhid dini insana özgür bir zeka, mükemmel bir saygınlık ve evrensel bir beyin bahşeder. Şeytanların ve tağutların şirk dininde ilmi, akli ve teknolojik bir gelişme olmaz.Uydurma mezhep dinlerinde her mezhep ve fırka diğerini istemez, hiçbir zaman bir araya gelemez, bir birlik kuramazlar. Çünkü birbirlerinden ölümüne nefret ederler. Fakat Kur'an'a iman edenler, yalnızca kendi aralarında değil, fanatik İslam düşmanı haricinde kalan bütün insanlara iyilik yaparlar, onlara kucak açarlar.(Mümtehine--8,9 )Mezhep ve fırka şirkine bulaşanlar dinde olmayan en ufak bir ayrıntıda boğulurken, kendi dinlerine karşı gelen herkesi sapkın ve kafir ilan ederler. Muvahhidler ise Allah'ın indirdiği âyetleri inkar ve alay edenlerle bile ebedi bir ötekileştirme anlayışına sahip olamazlar.(Nisa-140) Vahiy insana kötülüklere karşı koyma ahlakını ve adaletsizliklere isyan etme faziletini kazandırır.Fırka ve mezheplere bağlılık toplumda eşitlik ve adaletin yerleşmesine mani olur.(Fetö'de olduğu gibi)SONUÇ OLARAK: Mezhebi İslam'a, uydurma rivayetleri Kur'an'a, mezhep imamını Allah'a, imanı küfre, sapıklığı hidayete, şirki ihlasa, fırkasını takvaya, körlüğü basiret ve ferasete, cehaleti ilme, yalanı dürüstlüğe, cehennemi cennete karşı tercih eden ahmağın ta kendisidir.Mezhepler ve fırkalar, cemaat ve tarikatlar insanların Kur'an'a ulaşmaları önünde en büyük engel, en aşılmaz bir barikat, en tehlikeli bir bataklıktır. Yani yüce Allah, dininin tek hak, yolunun tek doğru yol olduğunu söylemektedir.) 104-) Sizden, hayra dâvet eden, mârufu emredip münkerden nehyeden bir ümmet bulunsun. İşte onlar felâha (kurtuluşa) erenlerdir.105-) Kendilerine beyyinât (apaçık deliller) geldikten sonra ihtilâfa düşüp fırka fırka olanlar gibi olmayın. İşte bunlar için azim bir azap vardır
22 Kasım 2021 Pazartesi
ZİKİR-TEZEKKÜR: Zikir kavramı, bir çok âyette vahiy yani Tevrat, İncil ve Kur'an anlamında kullanılmıştır.Zikir, Kur'an olduğuna göre, tezekkür, Kur'an'dan üretim yapma ve manevi anlamda ürün devşirme hadisesi olarak görülmelidir. Yani Kur'an'ın üzerinde aklımızı kullanıp bazı çıkarımlar yaparak, vahyi anlamaya çalışıyorsak, gerçek anlamda “Allah’ı zikrediyoruz” demektir. Kur'an'dan öğrendiğimiz hükümleri hayatta uygulayabilirsek yine “Allah’ı zikrediyoruz” demektir. Zikir, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının algıladıkları ve uyguladıkları şeyler değildir. Yani zikir, anlamadan bir takım dua ve kelimeleri tekrar tekrar seslendirme olayı değildir. Müminler, zikrin, salâtın içinde Kur'an'a yoğunlaşmanın en önemli bir unsuru olduğunun bilincine sahip olmak zorundadırlar. Yani müminler salat'ı ikâme etmek için bir araya geldiklerinde zikrin mana, hikmet ve ehemmiyetini ortaya çıkarırlar. Salat, zikrin anlaşılması yolunda en önemli adımdır. "Ve ekimissâléte lizikri" "salat'ı zikrim için ikâme et" âyeti bunu açıkça gösteriyor. Dolayısıyla iman edenlerin Kur'an'ı anlamadan, üzerinde tezekkür etmeden yani onun sonsuz enerjisinden üretim yapmadan ne imanlarının, ne ibadetlerinin ne de mâbetlerinin yüce Allah indinde bir değeri yoktur. Kur'an'ı anlamadan hacca ve umreye gitmenin, cami ve mescit, yurt ve medrese inşa etmenin israftan başka hiçbir getirisi yoktur. İslam dininde her şey vahiy'le değer kazanır. Vahiy yani İslam yani iman yani ihlas yani dini Allah'a özel kılmadan hiçbir amelin değeri yoktur. "Dikkat edin! Kalpler ancak Allah'ın zikri (olan Kur'an) ile mutmain olur, huzur bulur.(Râd-28) Dolayısıyla "zikir" “kitap, vahiy" ”(Allah’ın zikrettiği âyetler) anlamında geçmektedir: (Cuma-9; Nahl-44; Enbiya-10,50; Yasin-69; Tâhâ-113; Sâd-1,49; Âraf-63; Zuhruf-44; Mümin-53,54; Talak-10; Kamer-17,22,32,40; Yusuf-104; Kehf-27)Mesala: “... Salât'a nida edildiğinde Allah’ın zikrine (Kur'an'a) koşun ve alışverişi birakın. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır.”(Cuma-9) âyeti bütün açıklığıyla, Kur'an'ı “öğrenmek” ve anlamak olduğunu gösteriyor. Mesela: “... indirileni insanlara beyan edesin diye sana zikri indirdik ki, tezekkür etsinler ...”(Nahl-44)Demek oluyor ki, tezekkürün yani düşünsel üretim yapmanın ve bilgi üretmenin tek kaynağı vardır, o da Kur'an'dır Mesela: “Andolsun ki, içinde zikir üretimi yapacağınız bir kitap indirdik. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?” (Enbiya-10)Mesala: “Bu Kur'an indirdiğimiz mübarek bir zikir’dir. ...”(Enbiya-50)"Mubarek zikir" inanç, güzel ahlak ve öğüt olarak onda üretimin hiçbir zaman bitmeyeceği sonsuz berekete sahip kitap demektir. Zikir, "Allah’ın âyetlerini sürekli hatırlamak, onları anmak, akla nakşetmek, zihne hakim kılmak dâima bu bilinç ve şuurla yaşamak" anlamına gelmektedir.Zikir, Kur'an olarak bir fabrika, tezekkür ise, o fabrikada çalışan ve sürekli hareket halinde olan emektar insanları sembolize eder. Kur'an, tevhid, güzel ahlak, iman, ihlas, takva ve her türlü hayır vr fazilet üretiminin yapıldığı bir makine bir tezgah gibidir. Zikir ve tezekkür kavramları, yüz otuz âyette geçmekte ve hepsi yüce Allah'ı anma, Kur'an, göklerde ve yerde bulunan yaratılış âyetleri düşünme bağlamında kullanılmaktadır. (Bakara-152; Ankebüt-45; Nisa-142; Âli İmran-135; Enfal-45; Tâhâ-14; Müminun-70,71; Fâtır-3) Mesala: “Siz beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim..."(Bakara-152) buyurur. Yani "size değer veririm, indimde bir itibarınız olur, size yardım eder ve sizi korurum" demektir. Yoksa zikir, Şia ve Ehl-i Sünnet ümmilerinde olan zikirmatik'e basmak değildir. Mesela: (Ey Nebi!) Sana bu kitaptan vahyedileni tilavet et yani salât'ı ikâme et!Muhakkak ki, salat (Kur'an'ı öğrenme ve dayanışma) ahlaksızlıktan, kötülükten alıkoyar. Ve Allah'ın zikri (vele zikrullahi ekber) daha büyük uyarıdır. Allah bütün yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebüt-45)Âyette bulunan; “Allah’ın zikri ise, en büyüktür” cümlesi, salâtın içinde yani insanlara verilen öğretim ve eğitimin en büyük unsuru ve en önemli yol göstericisinin Kur'an olduğunu ortaya koyuyor.Yani Allah'a ve insanların gönüllerine giden yolun en önemli rehberi Allah'ın zikri olan Kur'an'dır.Dolayısıyla insanları manevi olarak eğitimenin en büyük aracı onlara Kur'an'ın öğretilmesidir. Zikir, Kur'an'dan ilim öğrenmek anlamına da gelmektedir. (İbrahim-25; Nahl-12,13; Enbiya-24; En'am-80; Âraf-210; Kehf-83; Mesela: “Rabbinin izniyle o ağaç her zaman ürününü verir. İşte Allah belki tezekkür etsinler (yetezekkerün) diye insanlara böyle misaller veriyor.”(İbrahim-25)Mesela: “O, geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı emrinize musahhar kıldı.Yıldızlar da O’nun emriyle musahhar kılınmışlardır. Bunda aklını kullanan bir toplum için âyetler vardır. (Nahl-12)Yeryüzünde, rengarenk şeyleri, sizin için üretip çoğalttı. Bunda zikreden (yezzekkerün) bir toplum için elbette âyet vardır.”(Nahl-13)Mesela: "Yoksa ondan başka ilah mı edindiler? De ki: Bürhanınızı getirin! işte benimle beraber olanların zikri (olan) Kur'an ve benden önceki ümmetlerin zikrini (kitaplarını anlatan Kur'an) hayır onların çoğu hakkı bilmezler de bundan dolayı hakka karşı itiraz ediyorlar ”(Enbiya-24) Bir çok yerde zikir, âyetler anlamında kullanılmıştır. (Âli İmran-58; Âraf-2; Hicr-6,9; Nahl-43,44; Furkan-17,18; Yasin- 11,15; Saffât-167,169; Sâd-8,9; Fussilet-41,43; Zuhruf-5; Kalem-51,52)Mesela: “Bu sana tilâvet ettiklerimiz, âyetlerden ve hikmetli zikirdendir” (Âli İmran-58)Mesela: “Ey kendisine zikir indirilen kişi! ...”(Hicr-6)“Zikri biz indirdik ve kesinlikle onun koruyucusu da biziz.” (Hicr-9)"Siz, müsrif bir toplum oldunuz diye, size zikirle öğüt vermekten vaz mı geçelim?”(Zuhruf-5)Zikrin bir manası da yüce Allah'ın yarattıkları varlıklar hakkında düşünmektir. (Zümer-21; Bakara-269; Âli İmran-190,191)Görüldüğü gibi tezekkürle ilgili âyetlerin hiç birisinin namaz!! kılmakla uzaktan yakından bir alakası yoktur.Peki zikirle kast edilen şey nedir? Zikir; yüce Allah'ın adını anmak ise Mekke müşrikleri Allah'ın adını anıyorlardı. Aslında Yüce Allah'ı anmaktan esas maksat, indirdiği vahyi dinde tek hüküm kaynağı olarak kabul etmek ve onu anlamaya çalışmaktır. Yoksa dünyada Allah'ı anmayan hiç bir toplum yoktur. Kur'an'ı din ve hüküm olarak kabul etmeyenler gerçek anlamda Allah'ı zikretmiş olmazlar. Demek ki Allah'ı zikretmekten maksat bazı kelimeleri tekrarlamak değil, onun vahyini hücrelere kadar sindirip, ona göre iman etmek ve güzel ahlak sahibi olmaktır. Bir başka ifadeyle; “âyetlerini sürekli olarak hatırlamaktır." Zikir, akıl ve zekâ ile yapılan eylemdir. Mesela: Kur'an'da ağaçlar, hayvanlar, Allah’ı tesbih ederler yani yatatılış özellikleriyle yüce Allah'ı tanıtırlar,(Hac-18) Fakat Allah'ı zikrederler, bilgi sahibi olurlar buyurmaz. Çünkü Kur'an'a göre zikir, sadece insanlar için söz konusu olan bir eylem ve erdemdir. Tesbih: Allah’ı noksan sıfatlardan arındırarak, onu tanımak ve tanıtmaktır. Herşey Allah’ın mükemmel yaratıcılığını tanıtır. Herşey onun göklerde ve yerde koyduğu yasalarına uyarak yaşaması, O’nun herşeyin hakimi olduğunun bilincine ve şuurana varılmasıdır Yüce Allah'ın mesajını öğrenmek, üzerinde düşünmek, hikmetini arayıp bulmak, ondan bilgi edinmek, onu tüm benliğimizle onaylamak, her zaman onu hatırlamak büyük bir zikirdir. Aynı zamanda Kur'an âyetlerinin bir öğüt olarak hayatta yol göstermesi Allah’ın zikridir.Yani Allah’ın andığını anmak da bir zikirdir. Bu bakımdan zikrullah; “Allah’ın adını” boş boş anmak değil, “Allah’ın sözünü” bilerek anmaktır. Allah’ı anan insan O'nun emirlerine göre hareket eden insandır. Allah’ı anmak demek, niyetini düşüncesini ve halini O’nun seveceği, Kur'an'da ortaya koyduğu rızasına göre hareket etmesidir. Bunun için de vahyi öğrenmesi şarttır. İşte bu salattır.Kur'an, insanları Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünnilerin anlamsız ibadet, tesbih ve zikir esaretinden kurtaracak tek kitaptır.Bu yönüyle Kur'an büyük bir devrim yapmıştır. Uydurma dinlerin iman ve ibadetlerini devirmiş, zikir ve tesbihlerini yerle yeksan etmiştir. Kur'an, insanları esaret altına alan, sadece kendi din ve mezhebinin menfaatini düşünen müfterilerin kimliğini deşifre etmiş, insanlara engin ufuklarda özgürlüklerini kazandırmıştır. Dolayısıyla Kur'an, ne namazın, ne zikrin, ne tesbihin Kur'an'daki salat, zikir ve tesbihle yakından ve uzaktan bir bağlantısının olmadığını göstermiştir. Şis ve Ehl-i Sünnet din adamları aman Yahudilere benzemeyelim diye diye Kur"an"da var olan bütün kavram ve fiilleri yahudileştirdiler. İşte Kur'an bütün bu kavramları yerli yerine koyarak, ince eleyip sık dokuyarak onları islamileştirmiş ve sonsuz hamdolsun ki zihnimizi berraklaştırmıştır.
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(60.YAZI)101-) Size Allah’ın âyetleri okunurken, üstelik Resûl'ü de içinizde iken nasıl küfre saparsınız? Her kim Allah’a (Kur'an'a) sığınırsa andolsun ki sırat'ı müstakime doğru hidayet bulmuş olur. (Âyette bulunan şu sistem olağanüstü bir güzelliğe sahiptir.("...Allah'ın âyetleri... Resül'ü...Allah'a sığınırsa...hidayet... sırat'ı müstakim...") Aynı zamanda âyette bulunan "Resül" beşer Resül olan Muhammed (a.s) değil, kitap Resül olan Kur'an'dır. Çünkü son vahyin tarihinden kiyamet gününe kadar olan zamanı kıyasladığımızda beşer Resül olan Muhammed (a.s) ın Medine'de yaşamış olduğu hayat bir şimşek çakması kadardır. Ama yüce Allah "Resül'ü de içinizde iken" buyuruyor. Yani bu hitap ve âyet evrensel bir mesaja sahiptir ve kiyamet gününe kadar gelecek tüm insanların içinde her an ve her yerde ulaşabildikleri bir Resül olması gerekir. Demek oluyor ki, hayatta olduğu sürece risâlet görevi ile Muhammed (a.s) a itaat ve ittiba edilecek bir Resül, vefat ettikten sonra kiyamet gününe kadar kitap Resül onu temsil makamında bulunacaktır. Yoksa "içinizde Resül'ü var iken" cümlesine başka bir anlam vermek mümkün değildir.) Buna benzer âyetlerde her zaman evrensel olan "Resül" kavramı kullanılmıştır.) Mesela: "...Kim evinden muhacir olarak Allah ve Resülün'e çıkarsa..." (Nisa-100)Mesala: "...Keşke Resül ile beraber yol edinseydim" (Furkan-27)Mesela: "...Keşke Allah'a itaat etseydik ve Resül'e itaat etseydik" (Ahzab-66)Buna benzer âyetlerin hiç birinde Nebi kavramı kullanılmamıştır. Çünkü Nebi tarihsel ve bölgeseldir. Resül ise evrensel ve genel bir misyona sahiptir. Dolayısıyla ilâhi sistem böyle kurulmuştur.) 102-) Ey iman edenler! O'na yaraşır şekilde Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olun) ve ancak müslümanlar olarak ölün. İMAN ve İSLAMAslında "Müslim" kavramı Kur'an'ı Mübin'de "sadece Allah'a dolayısıyla onun hükümlerine indirdiği kitab-a teslim olan kişi" anlamında kullanılmıştır."İbrahim, ne Yahudi ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan hanif (saf) Müslim idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı"(Âli İmran- 67) "Müslim, selim, silm, Müslüman, selam, İslam kavramlarının bütün türevleri "saf inanç, şirksiz iman, temiz ve katışıksız, hanif yani saf ve orijinal din" anlamlarında kullanılmıştır. Kur'an'ın neresinde böyle bir kavram ile karşılaşırsak "şirksiz iman, temiz inanç, hanif İslam, saf ve halis din" aklımıza gelmesi gerekiyor.Kur'an'a göre, Allah'a iman ile şirk bir arada olabildiği halde, İslam ile şirk hiçbir zaman bir arada anılmamıştır. Kur'an'a göre "insanların çoğunun Allah'a imanları şirkle beraberdir" (Yusuf- 106)Tarihin bütün müşrikleri Allah'a iman ederlerdi, hem de dinlerinde samimi bir imana sahip bulunuyorlardı.Yani dinlerinin muhafazası için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor, mallarını infak ediyor (Enfal-36) her türlü fedakarlığı gösteriyorlardı.Fakat şirk ile İslam birbirine düşman, birbirine son derece aykırı iki zıt inanç ve ayrı din konumundadırlar.İşte bundan dolayı yüce Allah, mezheplerin söyledikleri gibi "iman" üzerine değil, kullarının İslam üzerine yani "Müslüman" olarak can vermelerini istemektedir."Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluğunuzun gereğini hakkıyla yerine getirin ve ancak Müslümanlar olarak can verin"(Âli İmran- 102)Allah'ın Resulleri de "iman" üzerine değil, İslam ve Müslüman olarak vefat etmeyi temenni etmişlerdir. Yusuf (a.s) ın Allah'a yakarışı şöyledir."... Ey göklerin ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim dostumsun. Beni Müslim olarak vefat ettir ve beni sâlih kullarına ulaştır"(Yusuf- 101) "Çünkü Rabbi ona Müslim ol, (eslim) demiş o da: Âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da, : Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam-Tevhid) seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak can verin, dediler"( Bakara- 132, 133) İslam kavramı "saf inanç, hanif din, pak sistem" anlamına geldiği için Kur'an'da mü'minlerin özellikleri sayılırken, Müslümanların özelliklerine yer verilmez. Mesela: "Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanları arttıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar salat'ı ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden Allah yolunda infak eden kimselerdir. İşte onlar gerçek mü'minlerdir"(Enfal- 2, 3, 4)"Müminler ancak Allah ve Resulü'ne iman eden, sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte (imanlarında) sadık olanlar bunlardır"( Hücurat- 15) Kur'an'ı Mübin'e göre bir insanın gerçek mü'min olması için "iman ettim" demesi yeterli olmamaktadır.Gerçek olarak iman etmenin birçok şartı mevcuttur. İşte bundan dolayı bir çok âyette genellikle "iman edip ameli salih işleyenler..." buyrulmaktadır.İman ile beraber şirk illetinin olabileceği veya sırf iman etmenin yeterli olmadığını Kur'an bizlere haber vermektedir."İnsanlar sınanmadan, sadece "iman ettik" demekle bırakılıvereceklerini mi sandılar?"( Ankebut- 2) Bu konuda yanlış anlaşılmaya müsait bir âyet bulunmaktadır. "Araplar "iman ettik" dediler. De ki: Siz gerçek olarak iman etmediniz, ama (dürüst olun ve doğru konuşun, İslam'ın ve Müslümanların gücü karşısında ister istemez) "gelip teslim olduk, boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir" (Hücurat- 14) Yukarıdaki âyette bulunan "eslemné- "Müslüman olduk, Allah'a teslim olduk" anlamlarında değil, güç karşısında Müslümanlara ve menfaate boyun eğmek" anlamında kullanılmıştır.Çünkü iman kalbe iyice yerleşmeyince iman ve İslam yani Allah'a teslim olma tahakkuk etmiyor.İslam her türlü endişe, korku, şirk, şüpheden uzak tam bir emniyet içerisinde olma anlamına gelmektedir. Bu âyette Yüce Allah "iman ettik" diyen bedevilerin kalplerini bildiği için onların gerçekten iman etmediklerini İslam'ın ve Müslümanların zaferi karşısında mahalle ve akraba baskısı veya maddi imkanlardan faydalanma amacıyla ister istemez boyun eğdiklerini bildiriyor.
21 Kasım 2021 Pazar
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ( 59.YAZI)Âli İmran Süresi 71-) Ey Ehl-i kitap! Neden hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?72-) Ehl-i kitaptan bir tâife şöyle dedi: "Müminlere indirilmiş olana gündüzün başlangıcında (görünüşte) iman edip, geri kalan kısmında kafir olun. Belki onlar (böylece şüphe ederek dinlerinden) dönerler.73-) Dininize tâbi olanlardan başka hiç kimseye iman etmeyin."De ki: Hidayet ancak Allah’ın hidayetidir. Yine (onlar, kendi aralarında şöyle dediler:) "Size verilenin benzerinin başka herhangi bir kimseye verildiğine, yahut Rabbinizin indinde onların size karşı deliller getireceklerine de (iman etmeyin)"De ki: Fazilet Allah’ın elindedir. Onu dileyene verir. Allah (rahmeti) geniştir ve O, her şeyi bilendir. 74-) Rahmetini dileyene özel kılar. Allah fazilet sahibidir.75-) Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona bir kantar mal emanet bıraksan, onu sana iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilmezsen onu sana iade etmez. Bu da onların, "Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize bir yol yoktur" demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar.(Yahudiler kendi dinlerini en doğru, ırklarını da en üstün ve seçilmiş ırk kabul ettikleri için diğer toplumları kendilerine köle olarak görüyor ve batıl yollardan mallarını yemeyi mubah görüyorlardı.) 76-) Hayır! (Gerçek onların dediği değil.) Her kim ahdine vefa gösterir ve takva sahibi olursa, bilsin ki Allah muttakileri sever.77-) Allah’a karşı verdikleri ahdi ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payları yoktur. Allah onlarla konuşmayacak, kiyamet günü onlara bakmayacak ve onları arındırmayacaktır. Onlar için elim bir azap vardır.78-) Onlardan bir fırka, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki (okudukları) kitap’tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah adına yalan söylüyorlar. 79-) Hiçbir beşerin, Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve Nübüvvet vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah’ın dununda (yanında-berisinde) bana da kullar olun! demesi olacak birşey değildir. Lakin sadece şunu söyler. Öğretmekte ve ders yapmakta olduğunuz kitap uyarınca rabbaniler olunuz.(Kıraat Farklılığı) Âyette bulunan "tuallimûne" (Öğretmekte) kelimesini bazı kıraat âlimleri "te'lemûne" (bildiğiniz) olarak okumuşlardır. O zaman âyette bulunan cümlenin meâli şöyle oluyor. "...Lakin sadece şunu söyler. Bilmekte ve ders yapmakta olduğunuz kitap uyarınca rabbaniler olunuz. Bu kıraat daha doğrudur. Çünkü öğretmek ve ders yapmak aynı anlama geliyor. Ama bilmek ve ders yapmak aynı şey değildir. Nebiler bildiklerini sürekli tekrarlayarak yani ders yaparak insanlara öğretirler.) 80-) Ve size: Melekleri ve Nebileri rabler edinin, diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra hiç size kâfirliği emreder mi? 81-)Hani Allah, Nebilerden "Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra beraberinizde bulunanları tasdik edici bir Resül geldiğinde ona mutlaka iman edip yardım edeceksiniz" diye misak almış, "ikrar ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?" dediğinde, «ikrar ettik» cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu.(Şu açık bir gerçektir ki, "Resül" olmayan Nebi'ye indirilen vahiy yalnız kendisine özel kalır.Kendisi insanları o toplum içinde gelmiş Nübüvvete bağlı yani aldığı vahyi tebliğ etme görevi alan bir Resül'ün yoluna davet eder.Şayet söz konusu toplulukta bir Resül gelmemişse, Nebi aldığı vahiy'le insanları hayra ve güzelliğe dâvet eder ve onları daha sonra gelecek Resül'ü kabul etmeye hazırlar.Aynen Meryem, Musa (a.s) ın annesi ve Havariler gibi, Meryem, Musa'nın annesi ve Havariler vahiy aldıkları halde, (Kasas-7; Mâide-111) aldıkları vahyi tebliğ etme görevleri bulunmamaktadır. Arı 🐝 da vahiy alır.(Nahl-68,69) Bu vahiy arı'nın nasıl hareket edeceği, çiçeklerden nasıl polen toplayacağı ve yolunu nası bulacağı ile ilgili bir vahiy'dir. Nebi de aynen böyledir. Tebliğ görevi almayanlar Nebi makam ve mertebesinde kalır ve aldıkları vahiy'le bireysel olarak uyarı görevlerini aynen arılar gibi icra ederler. İşte bundan dolayı Nebi'ye tebliğ emredilmemiştir.Tebliğ kavramı Nebi bağlamında değil, bir çok âyette Resül bağlamında kullanılmıştır. Nebi vahyi uygulayıcı sivil kimliktir. Resul ise teorik islam/Kuran kimliğidir. Resul uygulama yapmaz bu nedenle de günahı hatası olmaz. Nebi aynen müminler gibi uygulayıcı kimliktir. Uygulayıcı Allah'a karşı hata yapar. Dolayısıyla hadis ve sünnet diye bir şey olmaz ve Nebi'ye itaat ve ittiba emredilmez. Ancak Resül'e itaat ve ittiba gerekli kılınmıştır.) 82-) Artık bundan sonra her kim dönerse işte onlar fasıkların ta kendileridir.83-) Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O’na teslim olduğu halde, onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki O’na döndürüleceklerdir.(84-) De ki: Biz, Allah’a, üzerimize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve Ya’kub oğullarının üzerine indirilenlere, Musa, İsa ve (diğer) Nebilere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onlardan hiç birinin arasında ayırım yapmayız. Biz ancak O’na teslim oluruz.85-) Kim,(vahiy ve tevhid dini olan) İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.(Yukarıdaki âyet vahiy'den ayrılan, dolayısıyla Allah ve Resüllerine ihanet eden Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünn din adamlarına bir reddiye mahiyeti taşımaktadır.) 86-) İman etmelerinden, Resûl’ün hak olduğuna şâhit olmalarından ve kendilerine apaçık beyyinât (vahiy) gelmesinden sonra küfre sapan bir kavme Allah (vahiy'den bağımsız olarak) nasıl hidayet eder? Allah zalimler topluluğunu (vahiy haricinde) hidayete iletmez.(Kur'an'da "hak" kavramı, Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılan kavramlardandır. Allah ve vahiy bağlamında bir çok âyette geçerken, Resül bağlamında yani Resül'ün hak olduğu sadece bu âyette geçmektedir. Âyet evrensel olduğu için yani kiyamet gününe kadar gelecek din adamlarını ve toplumları bağladığı için âyette geçen "Resül" kavramı beşer Resül değil, kitap Resül'dür yani son vahiy'dir yani Kur'an'dır. Çünkü risâlet misyonuyla beşer Resül hayatta olduğu sürece hak odur. Vefat ettikten sonra itaat edilecek ve tâbi olunacak tek bir hak kalıyor ki, oda yüce Allah'tan indirilen ve Resül tarafından tebliğ ve beyan edilen vahiy'dir.) 87-) İşte onların cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetinin üzerlerinde olmasıdır. 88-) Bu lânette devamlı kalıcıdırlar. Azap onlardan hafifletilmez; ve onlara bakılmaz.89-) Ancak, bundan sonra tevbe edip kendilerini ıslah edenler başka. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 90-) İmanlarından sonra küfre sapıp sonra küfürlerini daha da arttıranların tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapkınların ta kendileridir.91-) Gerçekten, kafir olup ve kâfirler olarak ölenler var ya, onların hiçbirinden -fidye olarak dünya dolusu altın verecek olsa dahi- kabul edilmeyecektir. Onlar için elim bir azap vardır; ve onların yardımcıları da yoktur.92-) Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infak etmedikçe erdemli olamazsınız. Her ne infak ederseniz, Allah onu bilir.93-) Tevrat’ın indirilmesinden önce, İsrail’in (Ya’kub’un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi. De ki: Eğer doğru sözlü iseniz, o zaman Tevrat’ı getirip onu okuyun.94-) Artık bundan sonra her kim Allah’a karşı yalan yere iftira ederse, işte bunlar, zalimlerin ta kendileridir. 95-) De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, İbrahim’in hanif milletine tâbi olunuz. O, hiçbir zaman müşriklerden olmadı.(İbrahim'in hanif milleti, dini Allah'a özel kılmak, her türlü mezhep ve uydurma din şirkinden uzak, yalnız indirilen vahye yani İslam dinine tâbi olmak demektir.) 96-) Şüphesiz, âlemlere (insanlara) bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev Mekke’deki (ev) dir.97-) Orada apaçık âyetler, İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin Allah için o evi haccetmeleri, insanlar üzerindeki (vasiyetidir.) Ve kim kafir olursa, (nankörlük gösterirse) bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.(Makam'ı İbrahim, İbrahim (a.s) ın Nübüvvet makamı demektir. Yani mucadele alanı ve miras olarak bıraktığı örneklik anlamına gelmektedir. (Bakara-125) Yani gözle görülen, elle dokunalacak maddi bir şey değil, iman ve tevhidle ilgili bir şeydir.) 98-) De ki: Ey ehl-i kitap! Allah yaptığınız amellere şâhit iken, niçin Allah’ın âyetlerine kafirlik edıyorsunuz?99-) De ki: Ey ehl-i kitap! (Gerçeğe) şâhit olduğunuz halde niçin Allah’ın yolundan iman edenleri engellemek için onun eğri olduğunu iddia ediyorsunuz. Allah yaptığınız amellerden gafil değildir.(Yukarıdaki âyette Yahudi din adamlarının şahsında Şia ve Ehli Sünnet'in din adamlarına da büyük bir kınama ve ihtar vardır. Çünkü Şii ve Sünni din adamları da aynen Yahudi din adamları gibi indirilen vahyi yeterli görmeyip, dinlerini rivayetlerle boğarak insanların hak ve hanif dine ulaşmalarına engel olmuşlardır. Aşağıdaki âyet bu gerçeği ortaya koyuyor.) 100-) Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bazı fırkalara itaat ederseniz, imanınızdan sonra sizi küfre döndürürler.
20 Kasım 2021 Cumartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(58.YAZI)51-) Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na ibadet edin. İşte sırat'ı müstakim budur.52-) İsa, onlardaki küfrü hissedince: Allah'a (vahiy'le) giden yolda benim yardımcılarım kimlerdir? dedi. Havârîler: Biz, Allah (yolunun) yardımcılarıyız; Allah’a iman ettik, şahit ol ki bizler müslümanlarız, cevabını verdiler.53-) (Havârîler:) Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Resül'e tâbi olduk. Şimdi bizi (vahdaniyyetini tasdik eden) şahitlerden yaz, dediler.(Âyette bulunan "İndirdiğine iman ettik ve Resül'e tabi olduk" cümlesi çok önemlidir. Çünkü dinde sadece Allah tarafından indirilen ve Resül'ün dilinde hayat bulan vahye iman edilir. Zaten ikisi de aynı şeydir. Sadece Kur'an'a iman eden bir kişi, insanlık tarihinde gelen bütün Resüllere tâbi olmuş olacaktır.) 54-) (Yahudi din adamları) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzakları bozanların hayırlısıdır.55-)Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim ve seni nezdime yükselteceğim, seni (vahiy'le) kafirlerden temizleyeceğim ve (bir Resül olarak) sana tâbi olanları kıyamet gününe kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ihtilâfa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.56-) Kafirlere gelince, onları dünyada ve ahirette şiddetli bir azaba çarptıracağım; onların yardımcıları da olmayacak.57-) İman edip sâlih amellerde bulunanlara gelince, Allah onların ücretlerini eksiksiz verecektir. Allah zalimleri sevmez.58-)(Ey Resül!) Bu söylenenleri biz sana âyetlerden ve hikmetli zikirden tilâvet ediyoruz.59-) Allah indinde İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona «Ol!» dedi o da oluş sürecine girdi. 60-)(Ey Nebi!) Hak, Rabbinden gelendir. Öyle ise sakın şüphe edicilerden olma.(Âyetin arka planda kalan meâli: Din ve hüküm olarak Rabbinden gelmeyen hak olamaz.) 61-) Sana gelen bu ilimden( İslam-iman-vahiy) sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı, nefislerimizi ve nefislerinizi dâvet edelim, sonra da Allah’ın lânetini yalancıların üzerinde olmasını dileyelim.62-) Şüphesiz bu (İsa hakkında anlatılanlar), hak olan kıssalardır. Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhakkak ki Allah, evet O, Aziz, Hakim olandır. 63-) Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, ifsad edicileri hakkıyla bilendir.64-)(Ey Resül!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir kelimeye geliniz: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim; O’na hiçbir şeyi şirk koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da (yanında-yöresinde-altında) kimimiz kimimizi Rabler edinmesin. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz. (Şia hiç bir zaman Ehli Sünnet'in rivayet ve ictihadlarını yani mezheplerini kabul etmez. Ehli Sünnet de hiçbir zaman Şia'nın rivayet ve ictihadlarını kabul etmeyecektir. O halde tek bir kurtuluş ve barış yolu kalıyor. Sırat'ı müstakim, hidayet, hikmet ve rahmet olan Allah'ın kitabı Kur'an. Yani ortak değer olan Allah'ın mesajından başka hiçbir kitap Şii ve Sünni din adamlarını bir araya getiremez, aralarında barış ortamını kuramaz.) 65-) Ey ehl-i kitap! İbrahim hakkında niçin çekişirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız?66-) İşte siz böyle kimselersiniz! Peki hakkında ilim sahibi olduğunuz bir konuda tartıştınız; fakat ilim sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysa ki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.67-) İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi; lâkin o, Allah’ı bir tanıyan hanif (her türlü şirkten uzak sadece Allah'a ) teslim olanlardan idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı. (Âyetin güncel durumu: Muhammed, ne Sünni, ne de Şii idi; lâkin o, Allah'ı bir tanıyan hanif (her türlü şirkten uzak sadece Allah'a) teslim olanlardan idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı. Eğer âyeti bu şekilde anlamayacak olursak, Kur'an'da yer almasının bir önemi yoktur.Veya Şiilik ve Sünnilik diye iki din gelmeyecek olsalardı, bu âyetin Kur'an'da yer almasının bir manası olmayacaktı.Yani "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" meselesi.) 68-) İnsanların İbrahim’e en yakın olanı, ona tâbi olanlar, şu Nebi (Muhammed) ve iman edenlerdir. Allah müminlerin velisidir.(Yukarıdaki âyette Resül değil de "Nebi" kavramının kullanılması, hitap kitlesinin tarihsel ve bölgesel olmasındandır. Yani Medine'de bulunan Yahudiler'dir. Kur'an, bölgesel ve tarihsel yani yerel insanlara seslendiği zaman Nebi, evrensel mesaj ile ilgili hitabında Resül kavramını kullanır.) 69-) Ehl-i kitaptan bir kısmı istediler ki, ne yapıp edip sizi saptırabilsinler. Oysa onlar sadece kendilerini saptırırlar da farkına bile varmazlar.70-) Ey ehl-i kitap! (hakka) şâhid olduğunuz halde niçin Allah’ın âyetlerinin (üzerini örterek) kafir oluyorsunuz?
19 Kasım 2021 Cuma
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(57.YAZI) 33,34) Allah birbirinden gelme bir zürriyet olarak Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesi ve İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kıldı. Allah işiten ve bilendir.(Bütün Nebiler tek bir zürriyyetten gelmişlerdir. O zürriyyet de Nuh (a.s) ve İbrahim (a.s) ın zürriyyetidir.) (Hadid-26)35-) İmrân’ın karısı şöyle demişti: "Rabbim! Karnımdakini hür bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz hakkıyla işiten ve bilen sensin." 36-) Onu doğurunca, Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Halbuki Allah onun ne doğurduğunu daha iyi biliyordu. Oysa erkek, dişi gibi değildir. Ben ona Meryem ismini verdim. Racim şeytana karşı onu ve zürriyetini korumanı diliyorum, dedi. MERYEM Kur'an'ı Mübin'de Meryem (aleyhesselam) ile ilgili çok ilginç bir sistem yani bağlam ve bütünlük bulunmaktadır. Çünkü Meryem (aleyhesselâm) ile ilgili âyetlerde hem müzekker (erkek) hem de muennes( kadın) fiilleri ve zamirleri kullanılmıştır. Mesela: Müzekker zamiri kullanılan âyet şöyledir. "İffetini korumuş olan İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi), "fenefehné "fihi" min ruhiné" "Biz, ona ruhumuzdan üfledik" ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden boyun eğenlerdendi"(Tahrim- 12) Yukarıdaki âyette bulunan "fihi" kelimesindeki "hi" zamiri, aslında erkekler için kullanılır. Aşağı yukarı aynı anlama gelen şu âyete bir bakalım. "Irzını iffetle korumuş olan (Meryem'i de an) "fenefehné "fihé" min ruhiné" "Biz ona ruhumuzdan üfledik" onu ve oğlunu cümle insanlar için bir ibret kıldık"( Enbiya- 91) Yukarıdaki âyette bulunan "fihé" kelimesindeki "hé" zamiri, (muennes) kadınlar için kullanılan bir zamirdir. Özellikle aşağıdaki âyet Meryem (aleyhesselâm) ın tam olarak bir kadın yaratılışında olmadığını gösteriyor."(Annesi) onu doğurunca Rabb'im! Ben onu dişi olarak doğurdum" dedi. Allah, onun ne doğurduğunu daha iyi biliyordu. Oysa erkek, dişi gibi değildir. Ona Meryem ismini verdim..."(Âli İmran- 36)Eğer Meryem tam olarak bir kız olsaydı, annesi "ben onu kız olarak doğurdum" dedikten sonra, Yüce Allah, "Allah onun ne doğurduğunu daha iyi biliyordu" buyurmazdı. Yani Meryem (aleyhesselam) ın kendine özel bir yapısı ve özgün bir yaratılışı vardır. Şu âyetler Meryem'in yaratılış bakımından diğer bütün kadınlardan özgün bir yaratılışa sahip olduğunu gösteriyor."Hani melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün insanların kadınlarının üzerinde seçkin kıldı. "Ey Meryem! Rabbine boyun eğ ; secde et, rüku edenlerle beraber sen de rüku et" (Âli İmran- 42,43)42.âyette iki kere "istaféki" "seni seçti" kelimesi geçmektedir.En doğrusunu Allah bilir. Biri, yaratılışındaki seçkinlik ve ayrıcalık, ikincisi ise, bazı bitkilerde olan döllenme gibi İsa (aleyhisselam) ı dünyaya getirmesidir. Bazı bitkilerde olan döllenme şu şekilde gerçekleşir."Bu bitkilerin çiçeklerinde hem dişi hem de erkek organı beraberce bulunur. Böyle çiçeklere "kusursuz çiçek" adı verilir.Kendi kendine döllenen bitkiler, aynı çeşitten başka bitkilerle çok yakın mesafede yetiştirilebilir. Bezelye, soya fasulyesi, yulaf, domates, marul kendi kendine döllenen bitkilerdir.Kendi kendine döllenme, çiçekteki polenin o çiçeği ve aynı bitki üzerindeki başka çiçeği döllemesi şeklinde gerçekleşir. Meryem ile ilgili doğumun çiçeklerde olduğu gibi gerçekleştiğinin Kur'an'daki delili şu âyettir."(Annesinin onu Allah'a adamasından sonra) Rabbi Meryem'i en güzel şekilde kabul etti; onu güzel bir bitki gibi bitirdi..."(Âli İmran- 37)Yani Kur'an'ın Meryem için "bitki" kelimesini kullanması boşuna değildir. Âli İmran 43. âyette Meryem için geçen "râkiin" fiili, gerçekte erkekler için kullanılan bir fiildir. Kadınlar için fiil "râkiin" değil, "râkiât" tır. 37-) Rabbi Meryem’e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi bitirdi. Zekeriyya’yı da ona kefil yaptı. Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve "Ey Meryem! Bu sana nereden?" der; o da: Bu, Allah'ın indindendir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir, derdi.(Aslında Meryem'in yanında bulunan rızkı insanlar getiriyordu. Çünkü Meryem seçkin bir ailenin kızıydı. Fakat bir edep ve güzel ahlak timsâli olan Meryem (aleyhesselâm) yüce Allah'a karşı olan derin saygı ve mahcubiyetinden dolayı insanlar tarafından getirilen rızkı Allah'a izâfe etti.) 38-) O anda Zekeriyya, Rabbine dua etti: Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir zürriyet bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin, dedi.39-) Zekeriyya mâbedde ayakta durmuş salât ederken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir kelime’yi tasdik edici, seyyid (saygın), iffetli ve sâlihlerden bir Nebi olarak Yahya’yı müjdeler.(Âyette görüldüğü üzere Yahya (a.s) aynen babası Zekerriya (a.s) gibi Nebi idi. Resül değillllerdi.) 40-) Zekeriyya: Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir; Allah dilediğini yapar.41-) Zekeriyya: Rabbim! (Oğlum olacağına dair) bana bir âyet (alamet) göster, dedi. Allah buyurdu ki: Senin için âyet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok zikret, sabah akşam tesbih et.42-) Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz etti ve seni bütün âlemlerin (insanların) kadınlarının üzerinde seçkin kıldı. 43-) Ey Meryem! Rabbine boyun eğ; secde et, rüku edenlerle beraber sen de rüku et.44-) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem’e kefil olacak diye kur’a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirlerken de yanlarında değildin.45-) Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir kelime’yi müjdeliyor. Adı Mesih, Meryem oğlu İsa’dır. Dünyada da, ahirette de saygındır ve Allah’ın kendisine yakın kıldıklarındandır.46-) O, sâlihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara konuşacak.47-) Meryem: Rabbim! dedi, bana bir beşer eli değmediği halde nasıl çocuğum olur? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece «Ol!» der; o da oluş sürecine girer.48-) (Melekler, Meryem’e hitaben İsa hakkında sözlerine devam ettiler:) Ve Allah ona kitabı ve hikmeti ve Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek.49-) O, İsrailoğullarına bir Resül olacak (ve onlara şöyle diyecek:) Size Rabbinizden bir âyet getirdim: Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah’ın izni (yasası-kanunu) ile o kuş oluverir. Yine Allah’ın izni (yasası-kanunu) ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yeyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir âyet vardır.50-) Benden önce gelen Tevrat’ı tasdik edici olarak ve (din adamlarınız tarafından) size haram kılınan bazı şeyleri de (vahiy'le) helâl kılmak için gönderildim. Size Rabbinizden bir âyet getirdim. O halde Allah’tan korkun ve bana da (bir Resül olarak) itaat edin.
18 Kasım 2021 Perşembe
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(56.YAZI) 32-) De ki: Allah'a ve Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kafirleri sevmez. "ELÇİ'YE İTAAT" HANGİ ANLAMA GELİYOR : Kur'an'da anlatılan vahiy İslam'ına karşı delil getirme çabasında olan Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri,"Allah'a ve Resulüne itaat edin" şeklindeki âyetleri gösterip, Kur'an'da Allah'a ve Resulüne itaat etmemiz emrediliyor. "Kur'an'a itaat Allah'a itaattir, hadislere itaat ise "Resul'e" itaattir" demektedirler. Halbuki Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Muhammed'e" ve "Nebi'ye" itaat etmekle alakalı bir emir bulunmamaktadır. Söz konusu olan itaat fiili bütün âyetlerde "Resul" kavramı ile ilgili geçmektedir. Kur'an'da geçen Resül kavramının Türkçe tam karşılığı "Elçi" kelimesidir. "Peygamber" Farsça kökenli bir kelimedir ve Kur'an'da geçmemektedir. Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmeyenler, Kur'an'ın en önemli kavramları olan "Nebi" ve "Resul" yerine "peygamber" kelimesini kullanıyorlar. "Resul" kavramı, Kur'an'ı Mübin'de hem "Allah'ın Elçisi" hem de "herhangi bir Elçi" manasında kullanılır.Kur'an'da "Resül" "diye geçen kelimeyi "Elçi" diye çevirmek tam doğru bir çeviri olacaktır. Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri Kur'an'da yüzlerce âyette bulunan "Resül" kelimesinin manasını ve kullanış tarzını bilmezler. İşte bundan dolayı "Resül" kelimesinin Kur'an'daki karşılığını tam olarak ortaya koymak için geniş bir açıklama yapmayı gerekli görüyoruz. Yukarıdaki âyetlerde "Resül" kelimesinin" Elçi" manasında olduğunu iyice anlamak, âyetlerin manasını da tam olarak anlamayı sağlayacaktır.Bizler Muhammed (a.s) a niye itaat ederiz? Çünkü o, Allah'ın elçisidir. Yani Allah'ın mesajını alıp bize ulaştıran bir Resül'dür. Elçin'in okuduğu yani tebliğ ettiği şey, Allah'ın gönderdiği mesajdır. "Elçiye zeval yoktur" denilmiştir. O mesaja itaat olynca hem Allah'a, hem de o mesaja getiren Elçiye itaat edilmiş olur. Aynı zamanda mesajın kendisine itaat edildiğini söylersek bu da doğru olur.Muhammed'e" Elçi" denmesinin sebebi, kendisinin olmayan mesajı yüklenmesidir. Bu gerçekten çok önemlidir. Yani yüce Allah "Resül"( Elçi) kelimesi ile, Muhammed (a.s) ın kendisinin olmayan mesajı taşıyan bir emanetçi ve bir mubelliğ olduğunu vurgulamaktadır. İnsanlara, "Elçi'yi devreden çıkartıp vahiy'den bağımsız olarak Allah'a varmanız mümkün değildir" dersini vermektedir. Aynı zamanda bu elçileri de onurlandırmak anlamına gelmektedir. Yüce Allah, Elçiye de kendisine verilen elçilik görevini hakkıyla yapmasını ısrarla emretmektedir. "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun..."( Maide 67)"İşte bütün bunlar (emirler) Rabb'inin sana vahyettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilah edinmeyesin. Sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın" (İsra -39) İtaat edilmesi emredilen kişi olan elçi, kendi namına değil, göndericisi (Allah) namına konuşmaktadır. Onun mesajını ulaştırmaktadır. Bu yüzden "ona (Elçiye) itaat, gönderene (Allah'a) itaattir mantığı, yani elçiye zeval yoktur, anlayışı Kur'an'ın bu âyetleriyle ortaya konmaktadır. Allah'ın elçi göndermesi, insanlarla irtibat kurmak için seçmiş olduğu en ideal ve sağlıklı bir yoldur. Allah'ın mesajı elçin'in dilinde hayat buluyor. Elçi mesajı insanlara ulaştıracağı, Allah'a davet edeceği için elçiye itaat onu gönderene itaat olmaktadır. "Kim Resül'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik"( Nisa- 80) Bu âyette görüldüğü gibi elçi sadece kendisine vahyedileni insanlara ulaştırmakla mükelleftir."De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben sadece Allah'a davet ediyorum..."(Yusuf- 108) Diğer bir ilginç nokta da , Allah Resulü'nün ismi olan "Muhammed'in" geçtiği dört âyetin üçünde "Muhammed'in Elçi olduğu"nun vurgulanmasıdır. "Muhammed yalnız bir elçidir "(Ali İmran-144) "Muhammed Allah'ın elçisi ve Nebilerin sonuncusudur" (Ahzab- 40)"Muhammed Allah'ın elçisidir "(Fethi- 29) Kur'an'da "(Muhammed) isminin geçip elçiliğini vurgulanmadığı tek âyette ise "Muhammed'e indirilene inanılması" Yani Kur'an'a inanılması gerektiği söylenir.(Muhammed-2) Kur'an'da Muhammed'in sözünden asla bahsedilmez. Muhammed'in veya Nebi'nin sözlerine inanılmasindan söz edilmez. Sadece ve sadece indirilen Kur'an'a inanılması veya inanılmamasından doğacak sorumluluklardan uzun uzun açıklamalar getirilir." Kendilerine Rablarının ayetleri hatırlatıldığında ise onlara karşı sağır ve kör davranmazlar" (Furkan- 73)"O muttakiler sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler"( Bakara- 5) Daha evvel gördüğümüz gibi Kur'an'ı Mübin'de hiçbir yerde "Allah'a ve Muhammed'e itaat edin" diyen bir âyet bulunmaz. Kur'an'da sürekli "Allah'a ve Resül'üne itaat edin" şeklinde bir ifadenin geçmesi Muhammed (aleyhisselâma) ancak elçilik vazifesinden dolayı itaat edilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Allah'ın elçileri sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler.İlginç bir nokta daha var ki, buda önemlidir.Kur'an'da "itaat" kelimesi, Resül kelimesi olmadan yani sadece Allah lafzı ile beraber geçmez.Mutlaka "Allah ve Resül'e itaat edin " veya "Allah ve Resülüne itaat edin " olarak geçer.Çünkü Allah'a itaat, tamamen vahiy yani Kur'an yani Resül yani indirilen vahiy ile ilgili bir durumdur.Yine çok ilginçtir, "itaat" kavramı, lafzatullâh okmadan yani Allah lafzı olmadan sadece Resül ile beraber geçmektedir."Salat'ı ikâme edin, zekat'a (arınmaya) gelin, umulur ki size merhamet edilsin" (Nur-56)Çünkü Resül'e itaat zaten Allah'a itaattir.(Nisa-80) Kur'an'da "küfür, savaş açılma, istihza, şikak, İsyan, hak, nur, tebliğ, aziz, emanet, tebyin (açıklama) helal ve haram kılma, hakem olma, üsve-i hasene, kerim, tekzip, itaat, ittiba, kitab'ı tilavet etme gibi bir çok kavram "Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır. Elçiler değerlerini vahiy'den alırlar. Allah'ın elçileri vahiy kadar değerlidirler. Dolayısıyla aklı başında olan hiçbir zaman "peygamber" kelimesini kullanmaması gerekmektedir. Çünkü "peygamber" kelimesi Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları yok eden tehlikeli bir kelimedir. "Peygamber" kelimesi, Kur'an'ı Mübin'i tahrif eden, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bozan, Kur'an'ın sistemini dağıtan ve anlaşılmasını son derece zorlaştıran bir kelimedir.
17 Kasım 2021 Çarşamba
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(55.YAZI) 18-) Allah adaleti (tevhidi) ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilah yoktur.(Bu âyette geçen "kist" (adalet), evrensel ahlak ve tevhid ilkeleri anlamına gelmektedir.) 19-) Allah indinde (geçerli tek) din İslam'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki taassub yüzünden ihtilâfa düştüler. Ve kim Allah'ın âyetlerinin üzerini örterse, bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok seridir. (Âyette geçen "beğyen beynehum" insanların arasında bulunan "inanç, ırk, kabile, cemaat, mezhep ve tarikat taasubu ve iktidarı zorla ele geçirme tutkusu ve arzusu" anlamına gelmektedir. 20-) Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben yönümü sadece Allah'a teslim ettim."Kendilerine kitap verilenler ve ümmilere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu? de. Eğer teslim oldularsa hidayeti buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse senin üzerine düşen, yalnızca (vahyi) tebliğ etmektir. Allah kullarını görmektedir. 21-) Allah'ın âyetlerine kafir olanlar, haksız yere Nebileri ve adaleti (tevhidi) emreden insanları öldürenler (yok mu), onlara elim bir azabı müjdele! 22-) İşte bunlar dünyada da ahirette de amelleri boşa giden kimselerdir. Onların hiçbir yardımcısı da yoktur. 23-) Kendilerine kitap'tan bir nasip verilenleri (Yahudileri) görmez misin? Aaralarında hükmetmesi için Allah'ın kitab'ına çağrılıyorlar da, sonra içlerinden bir grup yüz çevirerek geri dönüyor. (Âyette bulunan "...aralarında hükmetmesi için Allah'ın kitabına çağrılıyorlar..." cümlesi ilginçtir. Sanki Kur'an hüküm veren canlı bir organizma, konuşan bir kitap olarak sunuluyor. Yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiç bir kitap yoktur.) 24-) Onların bu tutumları: Bize ateş, sadece sayılı günlerde dokunacaktır, demelerinin bir sonucudur. Onların vaktiyle dinlerinde iftira ettikleri şeyler kendilerini aldatmıştır. (Âyette bulunan "ve ğarrahum fi dinihim mé kénû yefterun" "dinlerine iftiralar karıştırmaları" cümlesi, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları için büyük bir ibrettir. Yani Allah onlara tertemiz, organik, saf, orijinal, hanif, hâlis bir din indirdiği halde, iftira ve yalan rivayetlerle İslam dininden yüz çevirerek, ihtilâfa düşüp kendilerini perişan ettiler. Uydurma kutsal kaynaklarında bulunan ve yüce Allah'ın iman edenlere bildirdiği "Bize ateş, sayılı günlerde dokunacaktır" rivayeti örnek olarak verilmiştir.) 25-) Fakat onları gelmesinde şüphe edilmeyen bir gün için topladığımız ve hiçbir zulme uğramaksızın herkese kazandığı şeylerin tam olarak ödendiği zaman halleri nasıl olacaktır? 26-) De ki: Mülkün gerçek mâliki olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini aziz, dilediğini de zelil edersin. Her türlü hayır senin elindedir. Sen her şeyin üzerinde bir kudrete sahipsin. 27-) Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin. 28-) Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri veli edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden korunmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah'adır. (Emevi ve Abbasi devletleri döneminde Şia imamları ve onları izleyenlere o derece eziyet ve işkenceler yapıldı ki, imamlar, bu âyetle birlikte, Nahl süresi 106. âyeti delil getirerek kendilerine tâbi olanlara takiyye yapmalarını emretmişlerdir. Yani ehli sünnete tâbi olan birinin yanında imanlarını gizlemelerinin farz olduğunu söylemişlerdir.) 29-) De ki: Göğüslerdekini gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Ve Allah her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 30-) Herkesin, hayır olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına karşı çok Rauf'tur. 31-) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. (İttiba kavramı, bir âyet hariç (Enfal-64) Kur'an'da vahiy ve resul bağlamında kullanılmıştır. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda ittiba kavramının aslında tek hedefinin vahiy olduğunu görüyoruz. (Âraf-3; En'am-153,155; Zümer-55) "İttiba" kavramının sadece vahiy ve Resulü bağlamında kullandığını anladığımızda yukarıdaki âyeti (Âli İmran 31) istismar ederek ve âyetin manasını yamultmak süretiyle rivayetleri bize din olarak dayatan mezhep mensuplarının yalanlarına aldanmayacağız. Yani bu âyette bulunan "fettebiûni" "bana tâbi olun" dan maksadın Muhammed'e veya Nebi'ye tâbi olmak değil, Resul'ün dilinde hayat bulan yani onun tebliğ ettiği vahyin olduğunu bilmiş olacağız. Çünkü Nebi (a.s) da sadece vahye tâbi olmuştur. (Yunus-15,109; Ahkaf-9; Ahzab-1,2; En'am-106)Enfal 64.âyet, savaştan söz ettiği için bu âyette "ittiba" Nebi bağlamında kullanılmıştır. Yoksa bütün âyetlerde ittiba sadece vahye ve Resül'e olacaktır. İttiba ile itaat arasında şöyle bir fark mevcuttur. İttiba, somut bir varlığa yapıldığı için Allah bağlamında geçmez yani "Allah'a tâbi olun" değil. "Vahye ve Resül'e tâbi olun" denilmiştir. Çünkü itiba fiil ve hareketlerle olan yani yaşanan bir fiildir. İtaat ise, işitilen sözle ilgili bir durumdur. Yani işitilen söze itaat edilir. O da sadece Resül'ün dilinde hayat bulan vahiy'dir.)
16 Kasım 2021 Salı
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(54.YAZI) ÂLİ İMRAN SÜRESİ Medine'de inmiştir. İki yüz âyettir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Elif. Lam. Mim. 2-) Allah, O'ndan başka ilâh yoktur. O hay'dır, kayyum'dur. 3,4-) (Ey Nebi!) O, (Allah) sana kitab'ı hak ile (bir amaca yönelik), önceki (kitapları) tasdik edici olarak indirmiş; daha önce de, insanlara hidayet olmak üzere Tevrat ve İncil'i indirmişti ve Furkan'ı da indirdi. Bilinmeli ki, Allah'ın âyetlerinin (üzerini örten) kafirler için şiddetli bir azap vardır. Allah, Aziz'dir. İntikam sahibidir. (Yani âyetleri gizleyen kafir ve zalimlerin yaptıklarını yanlarına bırakmaz, onları bir gün cezalandırarak intikam alır demektir. (İbrahim-42,43) 5-) Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. 6-) Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka ilah yoktur. O Aziz'dir, Hakim'dir. 7-) Sana kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri mahkemdir ki, bunlar kitab'ın anasıdır. Geri kalanları da müteşabihtir. Kalblerinde eğrilik olanlar, fitne aramak için, onun müteşâbihlerine ve te'viline tâbi olurlar (takılır kalırlar). Halbuki onun te'vilini ancak Allah ve ilimde (iman'da) râsih olanlar bilir.(İlimde râsih olanlar:) Ona iman ettik; hepsi Rabbimiz indindendir, derler.Bunu ancak aklıselim sahipleri tezekkür eder. (Zıtlık prensibine göre yukarıdaki âyette bulunan "verrasihûne fil ilmi" "imanda sağlam duruş sergileyenler" anlamına gelmektedir. Çünkü "fi kulubihim zeyğun" "kalplerinde eğrilik" ifadesinin zıttı "imanda sağlam duruş sergilemek" demektir.)İlim kelimesi, bilgi anlamına geldiği gibi, vahiy, Kur'an, İslam, din, iman, âyetler anlamına da gelmektedir. (Aslında Kur'an'ın hepsi muhkemdir. Müteşabih, birbirine benzeyen demektir. Müteşabih âyetler Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne göre çözülünce yani hikmet ortaya çıkınca müteşabih olan âyetler de muhkem olacaklardır.) Te'vil kelimesine, yorum manasını vermek doğru değildir. Çünkü te'vil, yüce Allah bağlamında veya onun öğrettiği ilim ve açıklama anlamında kullanılmıştır. Allah yorum değil, kesin açıklama yapar.) 8-) (Onlar şöyle yakarırlar:) Rabbimiz! Bizi (vahiy'le) hidayete ilettikten sonra (şirk ve hurafelerle) kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Şüphesiz ki sen vehhab olansın.(Vahiy haricinde hidayet ve kalplerin eğrilmesi söz konusu değildir. Ancak vahiy'le ciddi anlamda muhatap olduktan sonra hidayet ve sapkınlık olur.) 9-) Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Şüphesiz ki Allah vâdettiğinden hilaf etmez. 10-) Bilinmelidir ki inkar edenlerin ne malları ne de evlatları Allah'tan (gelecek azaba karşılık) kendilerine bir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar ateşin yakıtıdırlar. 11-) (Onların yolu) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin tuttuğu yola benzer. Onlar âyetlerimizi yalanladılar, Allah da kendilerini (şirk ve küfür) günahları yüzünden yakalayıverdi. Allah'ın cezası çok şiddetlidir. 12-) Kafirlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü kalınacak bir yerdir! (Kıraat farklılığı) (Bu âyet şu şekilde de okunmuştur. "kul lillezine keferü seyuğlebûne ve yuhşerûne ilé cehenneme ve bi'sel mşhéd" yani kafirlere de ki: "Yakında mağlup olacaklar ve cehenneme sürülecekler. Orası ne kadar kötü bir yerdir.) 13-) (Bedir'de) karşı karşıya gelen şu iki grubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir birlik, diğer birlik ise, bunları gözle apaçık kendilerinin iki misli gören kafir bir grup. Allah dileyeni (hak edeni) yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır. (Kıraat farklılığı) (Yukarıdaki âyette geçen "yerevnehum" (onları gören) kelimesini, kıraat imamı Nafi "terevnehum" (onları gördüğünüz) olarak okumuştur. Bu kıraate göre, iman edenler, kafirleri kendilerinin iki misli gördükleri halde yüce Allah onlara yardım ediyor ve galip geliyorlar.Bizim mushaflara göre kendilerinin iki misli olarak gören kafirlerdir. Kur'an'da "fietün" "birlik" kelimesi, geçtiği her yerde savaş bağlamında geçmektedir.) 14-) Şehevi arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır (geçimliğidir) Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın indindedir. 15-) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takva sahipleri için Rableri indinde, içinden nehirler akan, devamlı kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah'ın rızası vardır. Allah kullarını görüyor. 16-) (Bu nimetler) "Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki biz iman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!" diyen; 17-) Sabreden, sadık olan, huzurda boyun büken, infak eden ve seher vaktinde istiğfar dileyenler (içindir).
15 Kasım 2021 Pazartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(53.YAZI) 275-) Riba yiyenler (ekonomik sistemde) şeytan çarpmış kimselerin kalktığı gibi kalkarlar. Bu durum onların alım satım tıpkı riba gibidir demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım satımı helal ribayı haram kılmıştır. Bundan sonra kim kendisine Rabbinden bir öğüt gelir de ribadan vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah'a kalmıştır. Kim tekrar ribaya avdet ederse, işte onlar ateş ashabıdır, orada onlar devamlı kalırkar. 276-) Allah ribayı mahveder, sadakaları ise taşırır. Allah (nimete) nankörlük ederek günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez. 277-) İman edip salihâtı işleyenler, salât'ı ikâme eden ve (her türlü kötülükten) arınananlar var ya, onların mükafatları Rableri katındadır onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. 278-) Ey iman edenler. Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olun) Eğer gerçekten iman ediyorsanız ribadan bâki kalandan vazgeçin. 279-) Şayet (riba hakkında emredilenleri) yapmazsanız, Allah ve Resulü tarafından açılan savaşı bekleyin. Eğer tevbe ederseniz ana malınız sizindir. Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız. 280-) Eğer (borçlu) bir zorluk içindeyse, durumu kolaylaşıncaya kadar ona mühlet vermek gerekir. Eğer (borcu) sadaka olarak sayarsanız sizin için daha hayırlıdır, gerçekten bilmiş olsanız. 281-) Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da her nefse hakettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin zulme uğramayacağı bir güne karşı ittika edin( sorumluluk bilincine sahip olun.) 282-) Ey iman edenler. Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınızda onu yazın. Bir kâtib onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir katip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıracak güçte değilse, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa razı olacağınız şahitlerden bir erkek ile - biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun). Çağırıldıklarında şahitler gelmemezlik etmesin. Büyük veya küçük, vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın kaçınmayın. Böyle yapmanız Allah indinde daha adaletli, şehadet için daha uygun, şüpheye düşmemeniz için daha olumludur. Ancak aranızda peşin bir ticaret olursa, bu farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alışveriş yaptığınızda şahit tutun. Ne yazan, ne de şâhit zarara uğratılsın. Eğer bunu yaparsanız (zarar verirseniz) şüphe yok ki bu, sizin fasık olmanız demektir. Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olun) Allah size (gerekli olanı) öğretiyor. Allah her şeyi bilendir. 283-) Seferde olur da, yazacak kimse bulamazsanız (borca karşılık) alınmış bir rehin de yeterlidir. Birbirinize bir emanet bırakırsanız, emanet bırakılan kimse emaneti sahibine versin ve (bu hususta) Rabbi olan Allah'tan korksun. Şahitliği, gizlemeyin. Kim onu gizlerse, kalbi günahkar olmuştur. Allah yapmakta olduklarınızı bilir. 284-) Göklerde ve yerde bulunanların hepsi Allah'ındır. (Şahitlikle ilgili) içinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dileyeni affeder, dileyeni de azap eder. Allah herşeyin üzerinde bir kudrete sahiptir.(Bu âyette bulunan ""...içinizdekileri açığa vursanız da, gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir..." cümlesi, 283. âyette bulunan şehadeti gizlemek ile ilgilidir.Genel bir durumu ifade ediyor değildir.Çünkü insanın içine doğan duygulardan sorumlu olmaz.) Yüzlerce âyette yüce Allah, insanları yaptıklarından yani fiillerinden dolayı hesaba çekeceğini açıklıyor.) 285-) Resul, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resüllerine iman ettiler. "Allah'ın Resüllerinden hiçbiri arasında ayrım yapmayız. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz! Bizi bağışla. Dönüş sanadır." dediler. 286-) Allah her nefsi, ancak gücünün yettiği ölçüde sorumlu tutar. Her nefsin kazandığı (hayır) kendine, kazandığı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Rabbimiz! Bize takatımızın üstünde işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize merhamet et! Sen bizim mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et. (Yukardaki âyette bir çelişki yoktur. Yüce Allah, din ve hüküm olarak insanların altından kalkamayacağı bir sorumluluk yüklememiştir. Dinde zorluk yoktur, din kolaylıktır. Yani bu ayetteki yük manevi bir yük iken, "Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Bize takatımızın üstünde işler de yükleme..." cümleleri de maddi yük ve zorluk anlamına gelmektedir.) (Bakara süresinin sonu)
11 Kasım 2021 Perşembe
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (52.YAZI) 265-) Allah'ın rızasını gaye edinerek ve nefislerindeki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını infak edenlerin durumu, bir tepede kurulmuş güzel bir cennete (bahçeye) benzer ki, üzerine bol yağmur yağmış da iki kat ürün vermiştir. Bol yağmur yağmasa bile bir çisinti düşer (de yine ürün verir) Allah yaptıklarınızı görmektedir.266-) Sizden biriniz arzu eder mi ki, hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu, arasında nehirler akan ve kendisi için orada her çeşit meyveden bir miktar bulunan bir bahçesi olsun da, bakıma muhtaç çoluk çocuğu varken kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, bahçeye de içinde ateş bulunan bir kasırga isabet ederek yakup kül etsin!(Elbette bunu kimse arzu etmez) İşte tefekkür edesiniz diye Allah size âyetleri böyle beyan eder.267-) Ey iman edenler! Kazandıklarınızın temizlerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan infak edin. Size verilse, gözünüzü yummadan almayacağınız kötü bir şeyi, hayır diye infak etmeyin. Biliniz ki Allah zengindir, övülmeye lâyık olandır. 268-) Şeytan size fakirliği vâdeder ve size fahşâyı (cimriliği) emreder. Allah ise size kendinden bir mağfiret ve bir fazilet vâdeder. Allah her şeyi ihata eden ve herşeyi bilendir. 269-) Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alır.(Bu âyette bulunan "hikmet" kavramı Nübüvvet ve Risâlet ise "dilediğine" olur. Çünkü yüce Allah vahyi dilediğine indirir. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü ise "dileyene" verir, anlamına gelmektedir.) 270-) Yaptığınız her infakı ve adadığınız her adağı muhakkak Allah bilir. Zalimlerin yardımcıları yoktur. 271-) Eğer sadakaları açıktan verirseniz ne âlâ! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz. İşte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah yapmakta olduğunuz amellerden haberdardır. 272-) Onların hidayeti senin üzerine değildir. Lakin Allah dileyeni (vahiy'le) hideyete iletir.Hayırdan yapacağınız infak kendi nefsiniz içindir. Sadece Allah'ın rızasını gaye edinerek infak yapmalısınız. Hayırdan ne infak ederseniz, karşılığı size tam olarak verilir ve asla zulme uğramazsınız. (Hidayete ulaşmanın tek kaynağı ve yegane yolu vahiy olduğu için hidayete ulaşmak insanın kendi elinde olan bir şeydir. Eğer hidayetin tek belirleyicisi vahiy olmasaydı, işte o zaman yüce Allah dilediğini hidayate ulaştırırdı. Fakat indirdiği vahiy varken ondan bağımsız olarak insanları hidayete ulaştırmasının bir anlamı ve mantığı yoktur.) 273-)(Yapacağınız infak,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yerde kazanç için dolaşıp çalışamayan fakirler için olsun.(Onları) bilmeyen, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. İnfak ettiğiniz her hayrı Allah bilir. 274-) Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık infak edenler var ya, onların mükafatları Allah indindedir. Onlara korku yoktur, ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Zekat, verilen bir şey değil, arınma anlamına gelmektedir. Çünkü Kur'an, zekatla ilgili sadece arınma kelimesini kullanırken, infak ve sadaka ile ilgili, kime verilecekleri (Bakara 215; Tevbe-60) nasıl verilecekleri (Bakara-271,274) hangi mallardan verilecekleri (Bakara 267)ne kadar verileceği (Tevbe-121) gibi bir çok detay bulunmaktadır. İnfak, genel bir yardım çeşidi olurken, sadakalar, özel durumlarda yapılan bir hayırdır. İnfak, planlı bir yardım olurken, sadakalar, bir anda insanın karşısına çıkan bir hayırdır.İslam dininde, itikatta en önemli şey tevhid yani ihlas yani hanif din yani takva yani dini Allah'a özel kılma yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir şeye iman etmemektir. Amelde ise, yüce Allah yolunda infak yapmaktır. Bu ikisini elde eden güzel ahlak sahipleri Allah'ın mağfiret ve rahmetiyle cennete girerler.)
8 Kasım 2021 Pazartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(50.YAZI) 257-) Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan nura çıkarır. Kafirlere gelince onların velileri tağuttur, onları nurdan çıkarıp karanlıklara götürürler. İşte bunlar ateş ashabıdır. Onlar orada devamlı kalırlar. "VELİ-EVLİYA" KAVRAMI Kur'an'a baktığımızda evliya kavramının iki boyutunun olduğunu görüyoruz. 1-) Genel manada evliya: Kim Allah'ın emir ve yasaklarını elinden geldiğince yerine getirir, Kur'an ehli saf yani hanif Müslüman olur, güzel bir ahlaka sahip bulunursa, hiç şüphesiz bu kişi Allah'ın veli bir kuludur. Genel manada evliyaya delil olan âyetler. "Allah, iman edenlerin velisidir. (Allah'u veliyyüllezine émenu) onları karanlıklardan nura çıkarır. Kafirlere gelince, onların velileri de tağuttur, onları nurdan çıkarıp karanlığa götürürler. İşte onlar ateş ashabıdır. Onlar orada devamlı kalırlar "(Bakara-257) "Bilesiniz ki, Allah'ın evliyalarına (Evliyâallâhi) korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Onlar, iman edip de takvaya ermiş olanlardır"(Yunus-62, 63)2-) Özel manada evliya: Özel manada evliya olmadığına delil olan âyetler."Kafirler beni bırakıp da (veya benimle birlikte, benim yanımda) kullarımı evliya edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi kafirlere bir konak olarak hazırladık"(Kehf- 102) "Allah'tan başka evliya edinenleri Allah daima gözetlemektedir. Sen onlara vekil değilsin"(Şura-6) "Yoksa onlar Allah'tan başka evliya mı edindiler. Halbuki veli yalnız Allah'tır. O ölüleri diriltir, her şeye kâdirdir"(Şura- 9) "Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun. O'nu bırakıp da başka evliyanın peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az düşünüyorsunuz"(Â'raf-3) Yukarıdaki âyetlerde geçen "Allah'tan başka evliya edinmek" cümlesi "Allah'ın ile beraber, onun yanında" manasını vermek daha doğrudur. Çünkü müşrikler Allah'ı inkâr etmezler, onun yanında onunla beraber evliya ve ilahlar edinirlerdi. Yani birisinin adını anarak, onun ismini sürekli kullanarak, onu Allah'ın veli bir kulu tayin etmek affedilmez bir günahtır.İnsanlık tarihindeki bütün müşriklerin inancı bu çeşit bir şirk idi. Ahirette Allah'ın affetmeyeceği tek ve en büyük günah şirktir. (Nisa-48,116) Birisinin adını vererek onu Allah'ın veli bir kulu tayin etmek, Allah'a, onun ilmine ve dinine iftiradır. Çünkü kimin evliya olduğunu sadece Allah bilir. "...Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O (Allah) takva sahiplerini daha iyi bilir" (Necm-32) "Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanı en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O'dur" (Kalem- 7)Ümmi insanların "veli-evliya" olarak gördükleri bir kişi gerçekte Allah'ın katında zerre kadar bir değeri olmayabilir. Çünkü insanlar kitabı bilmezler, zanni bir bilgiye sahiptirler. Ben günümüzün Şii ve Sünni ümmi ve ilim adamlarına bakıyorum, neredeyse cahil ve sapık olmayanı veli-evliya olarak kabul etmiyorlar.
7 Kasım 2021 Pazar
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(49.YAZI) 256-) Dinde zorlama (zorlaştırma) yoktur. (Vahyin indirilmesi sayesinde) rüşd (doğruluk olgunluk -mükemmel) olan ğay'dan (eğrilik-yanlışlık-kötülük) ayrılmıştır.O halde kim Tağut'a küfredip Allah'a iman ederse, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.TAĞUTSözlükte "haddi aşmak, azgınlık göstermek, suyun taşması (Hakka-11) zulüm, şirk ve küfür de ileri gitmek" anlamlarına gelir.Bu kavram türevleri ile birlikte kırk âyette geçmektedir."Tağa" olarak geçtiği âyetler (Tâhâ-24,43,45; Necm-17,52; Naziat-17,37; Alak-6)"Tuğyan" olarak geçtiği yerler.(Bakara-15; Mâide-64,68; En'am-110; Âraf-186; Yunus-11; İsra-60; Kehf-80; Müminun-75)"Tağut" şeklinde geçtiği âyetler.(Bakara-256, 257; Nisa-51,60,76; Mâide-60; Nahl-36; Zümer-17)İnsan bulunduğu komuma göre belli nimetlere kavuşup, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek vehmettiği an gurur, kibir ve gaflete kapılarak "tuğyan" kapısını aralar.Bir adım daha öteye geçince, bilgi ve fikirleriyle Allah'a şirk koşmaya, inanç ve fikirlerini vahyin yerine geçirip heva ve hevesinin peşinden gitmeye başlar. İşte Kur'an, bu kötü ahlaka "tuğyan" bu ahlakın sahiplerine de "tağut" demiştir.Nitekim kadim toplumların karakteri ve onları helak yurduna götüren sebepler anlatılırken "tuğyan" felaketine dikkat çekilmiştir. Mesala:Firavun'un tuğyan etmesi:"Ey Nebi! Sana Musa'nın haberi geldi mi? Kutsal vadi Tuva'da Rabbi ona şöyle seslenmişti: Firavun'a git! Çünkü o tâği oldu. De ki: Arınmayı ve seni Rabbin'in yoluna hidayet etmemi istemez misin? Böylece sorumluluk bilincine sahip olursun"(Naziat-15,16,17,18,19)"Azana ve dünya hayatını âhirete tercih edene, şüphesiz cahim tek barınaktır"(Naziat- 37, 39) âyetleri buna işaret etmektedir Fakat son vahyin indirilmesiyle Kur'an, en çok tuğyan eden yani vahye kulak asmayan bundan dolayı tâği olan din adamlarına dikkat çekmektedir.Yüce Allah'ın, bir çok âyette müminleri tağut'a karşı uyarması bundan ileri gelmektedir.Hatta gerçek mümin olabilmek için, tağutla mücadele edilmesinin gerekli olduğunu ortaya koyar.İmanın tam olarak gerçekleşmesi için ilk önce tağutu reddetmek gerekmektedir. "lâ ikrâhe fiddini kad tebeyyenerüşdü minal ğayyi""Dinde zorlama (zorlaştırma) yoktur. Artık rüşd (doğruluk- olgunluk-mükemmel) ğay'dan (eğrilik-yanlış-kötülük) ayrılmıştır. O halde kim tağut'a küfreder ve Allah'a iman ederse, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir ve bilendir"(Bakara-256)Âyette dikkat çeken en önemli konu, dinde zorlama ve zorlaştırmanın olmadığıdır.Sebebi de şudur:İtikad yani iman, güzel ahlak ve öğüt olarak din, indirilen vahiy'le Allah tarafından tamamlanmıştır.Yani Kur'an'ı aşarak, yüce Allah'ın üzerinde ululuk taslayarak, dinde helal ve haram, farz, vacib, sünnet, zikir, salavat gibi ibadetler ve kurallar koyarak insanları dinden nefret ettirmeyin, insanlara bir ikrah, zorluk, yük, ağırlık, esaret ve bıkkınlık meydana gelmesin. "... Doğru yanlıştan ayrılmıştır..." Bu emirle yüce Rabbimiz şunu demek istiyor.Size indirilen vahiy haricinde hiçbir hidayet rehberiniz olmasın.Yani sizlere gönderilen Allah'ın mesajı, doğru ile yanlışı sizlere apaçık bildirmiştir. Demek ki, Allah'ın sınırlarını aşan, Allah emretmediği halde "bunlarda Allah katındandır" diyerek dine helal ve haram, farz ve sünnet ekleyenler tağut" oluyorlar.Âyetin devamında ise, "her kim tağut'a küfreder, yani insanları Allah'ın yolundan uzaklaştıran din adamlarını ve mezhepleri inkar edip, din ve hüküm olarak yalnız Allah'ın âyetlerine iman ederse, Allah'ın hidayeti olan sırat-ı müstakime girmiş olur" buyuruyor.Gerçek bir mümin, din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa iman etmeyendir.Kur'an'da "tağut" kavramı, siyasal anlamda değil din anlamında kullanılmıştır.Yani kelime devlet adamları ve hukukçulardan daha çok din adamları ile ilgilidir.Kur'an'da Tağut kavramı, "vahiy dininden yüz çeviren, dini parçalayan ve fırkalara ayıran, Allah'ın âyetlerini gizleyen, dini hükümler koyarak Allah'a iftira eden, insanları Allah'ın yolundan engelleyen, Allah ile aldatan, dini menfaat ve rant kapısı yapanlar" hakkındadır.Bu gerçek bir çok âyette apaçık bir şekilde ortaya konmaktadır. Mesala:"Allah, iman edenlerin velisidir, onları karanlıklardan nura çıkarır, kâfirleri gelince onların velileri de tağut'tur, onların nurdan alıp karanlıklara götürürler..."(Bakara-257)Âyette geçen "Allah, veli, nur, iman ve zulumât" (karanlıklar) kelimeleri, dinin tamamen Kur'an'dan yaşanması ile ilgilidir.Yani şirk ve tevhidle ilgili olan kelimelerdir.Mesela:"Kendilerine kitaptan (Tevrat- İncil- Kur'an) bir nasip (pay) verilenleri görmedin mi? Cibt'e ve tağut'a iman ediyorlar..."(Nisa-51)"İman" kavramı din ve hüküm içeren yani vahiy bağlamında kullanılan bir kavramdır.Mezhep bağlıları insanların dikkatlerini din adamlarının üzerinden uzaklaştırmak için, tağut kavramını devlet adamları bağlamında kullanırlar.Fakat gerçekte tağut kelimesi, din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmeyen mezhep âlimleri ve din adamları hakkındadır.Yani Nebi (a.s) dan asırlar sonra onun adını kullanılarak uydurulan hadislere ve onların üzerine inşa edilen ictihadlara din ve hüküm olarak iman eden ve onları din diye anlatan ilim sahipleri tağuttur.Tağut kelimesinin, devlet adamlarından daha çok din adamları bağlamında kullanıldığını anlamayan Kur'an cahilidir.Mesele:"Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenler görmedin mi? Tağut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki Şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.Onlara (tek hüküm olarak) Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Resul'e gelin (onlara başvuralım) denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün"( Nisa- 60, 61) Aslında Bakara 257.âyeti meseleyi çok açık anlatıyor. "Allah'ı veli edinenleri" yani din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul edenleri yüce Allah, karanlıklardan aydınlığa çıkaracağını" bildiriyor. "Allah'ın yanında veli edindikleri muhaddis, müfessir!!, mezhep imamı, cemaat lideri, şeyh, efendi ve benzerleri, din adına yol gösterici, güvenilecek dini kaynak ve dayanak edinenler onları aydınlıktan karanlıklara doğru götürecekleri" uyarısı yapılıyor. Kur'an'ın yüzlerce âyette "kafir, müşrik, zalim, fâsık, gafil, cahil " dediği kimseler, Allah'a iman etmeyenler değil, Kur'an'ı dinde yegane kaynak kabul etmeyenlerdir. Yüzlerce âyette kendilerinden söz edilenler, "din ve hüküm olarak Kur'an yeterlidir, gelin sadace Allah'a iman edelim, Kur’an'ın güç ve himayesine sığınalım, güvenilecek ve dayanılacak tek güç, kudret, yardımcı, veli Allah'tır" denildiğinde, kalbi daralan, Allah'ın kitabının yanına ek kitaplar koyan, beşer olanları Allah seviyesine çıkaran müşriklerdir.(Bakara170; Mâide-104)İşte bu gibi din adamlarına Kur'an tağut diyor.İnsanları Kur'an'dan uzaklaştıran, sesinin yani manasının, anlaşılmasını engelleyen, Allah'ın hidayetine değilde, kendine, kendi eserine veya beşeri kaynaklara davet eden herkes tağuttur.Tağut kelimesi, son vahiyle birlikte neden devlet adamlarından daha çok ilim adamlarına hitap eden bir kelime olmuştur? Çünkü son vahyin tarihine baktığımızda devlet adamlarının her zaman din adamlarına tâbi olduğunu görüyoruz.Yani devlet adamları din adamlarının koyduğu kurallara göre hareket ederler.Bugün yeryüzünde bütün islam ülkelerinde güncel hayatta, devlet adamlarından, sade vatandaşa kadar inanç ve amel olarak yaşanılan din, âlimlerin uydurdukları hadis ve bu hadislerin üzerine inşa ettikleri ictihadlardan yani mezheplerden ibarettir. Bu iftira dinin en basit bir kuralına, en saçmasapan bir uygulamasına en muktedir devlet adamı bile karşı gelemez.Daha geniş anlamda tağut, "Allah'ın koyduğu ölçü ve kurallar dışında kurallar koyan, toplumu Allah'ın yolundan saptıran, Allah'ın hükümlerine sırt çeviren din adamı" olarak tarif edebiliriz. Bir kişi, insanları Allah'ın hükümlerinin dışına çıkarmaya çalışıyor ve Allah'ın emri diye beşer mahsulu, din ve hüküm, helal ve haram, farz ve vacib koyuyorsa, işte o kişi tağuttur.
6 Kasım 2021 Cumartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(48.YAZI) 249-) Tâlût askerlerle beraber ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir nehir ile imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi nehirden içtiler. Tâlût ve iman edenler beraberce nehri geçince: Bugün bizim Câlût'a ve askerlerine karşı koyacak bir takatımız yoktur, dediler. Allah'ın huzuruna varacaklarına iman edenler: Nice az sayıdaki bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki bir birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler.250-) Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında: Ey Rabb'imiz! Yüreğimize sabır boşalt;(bize direnme gücü ver) ayağımızı (yolunda) sabit tut ve kâfir kavme karşı bize yardım et, dediler. 251-) Sonunda Allah'ın izniyle onları hezimete uğrattılar. Dâvut da Câlût'u öldürdü. Allah ona da (Dâvûd'a) hükümdarlık ve hikmet (Nübüvvet) verdi, dilediği ilimlerden (sanat) ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bazısını diğerleriyle savunması olmasaydı elbette yeryüzü ifsad olurdu. Lakin Allah âlemine( insanlığa) karşı fazilet sahibidir.252-) İşte bunlar Allah'ın âyetleridir. Biz onları sana hak olarak okuyoruz. Şüphesiz sen Resüllerdensin. 253-) İşte Resüllerden bazısını bazısından üstün (farklı) kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş bazılarını da derecelerle yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya beyyinât verdik ve onu Rûhu'l Kudüs (vahiy) ile güçlendirdik. Allah dileseydi o Resüllerden sonra gelenler kendilerine beyyinât( açık deliller) geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı.Fakat onlar (kitapta) ihtilâfa düştüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de kafir oldu. Allah dileseydi (iradelerine ipotek koysaydı) savaşmazlardı; lakin Allah dilediğini yapar. 254-) Ey iman edenler! Kendisinde alışveriş, dostluk ve şefaat bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce size verdiğimiz rızıktan infak edin. Kâfir olanlar zalimlerin ta kendileridir.(Şefaat kavramı, dünyaya ait bir kavram olduğu için, âhirette hiç bir şefaat yoktur. Yani ne yüce Allah'ın ne de bir başkasının âhirette şafaati söz konusu değildir. Âhiret hayatında insanın kendi imanından ve amellerinden başka hiçbir şey yoktur. (Yasin-54; Necm-39; Müddessir-38)Yukarıdaki âyetler bunu gösteriyor. Dolayısıyla şefaat kelimesini duyduğumuzda aklımıza âhiret değil, dünya gelecektir. Mekke müşrikleri evliya ve ilâhlarının Allah'ın yanında olan kıymet ve itibarlarından dolayı dünya hayatında kendilerine yardım edececeklerine iman ediyor ve onlara kötü bir söz söylenmesini istemiyorlardı. Yoksa müşrikler öldükten sonra dirilmeye imanları yoktu.Bazı şefaat kavramının geçtiği yerlerde bulunan "yevme" "o gün" ibaresi, âhiret gününü değil, iman edenlerle müşrikler arasında dünya hayatında gerçekleşecek olan mucadele, savaş ve hesaplaşma gününü kasdediyor) 255-) Allah, ondan başka ilah yoktur; O, hayydır kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan onun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun(sonsuz) ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir azimdir. (Görüldüğü üzere yukarıdaki âyette geçen "şefaat" kelimesi de dünya hayatı ile ilgilidir. Şefaat kelimesinin âhiretle ilişkilendirilmesi kadim bir yanılgıdır.)
4 Kasım 2021 Perşembe
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (76.YAZI) "Mehmet Saygaz!Ali hoca yaşanmış İslam tarihindeki realiteleri Kur'an perspektifinden değerlendirmiştir.Ali Hoca'nın temel referansı Mürselat 50 ve Casiye 6. âyetlerdir.Kur'an'ı temel referans kabul ederek yorumlarını ve eleştirilerini ona göre yapıyor.Zuhruf 44. âyetin sorumluluğunu derinden hissediyor.Hocayı takip ettiğim kadarıyla çürük zeminde asla yürümüyor, muvahhid, mü'min sorumluluğu taşıyan bir tebliğci. Allah ondan razı olsun. (Ibrahim Dane- "Muaviye Ehli Sünnet İlişkisi" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Ali Hocam!Paylaşımlarınızdan ne kadar yararlı bilgiler edindiğimi ve bunlardan haz duyduğumu âdeta ruhumun beslendiğini ve bu nedenle size minnettar olduğumu bilmenizi isterim. Yıllardır içimde biriktirdiğim ve ifade etmekte zorlandığım güzel, değerli, ilham verici bilgiler umarım nice yüreklere de dokunur. Sağolun Allah razı olsun.Selamlar" (Hayri Sipahi- "Muaviye Ehli Sünnet İlişkisi" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Kardeşim!Emeğine sağlık, inşallah sizin gibi gerçek Kur'an'ı açıklayanların sayesinde dinimizi öğrenecek ve hayatımıza yön vereceğiz! Kendime hep şunu soruyorum. Nasıl oluyor da" namaz" insanları kötülükten korumuyor. Öyle ya, köyü inleten ağa bile namaz kılıyor, caminin yerini veriyor, hocayı yediriyor vs vs ama köyden hiç yoktan bir kaç aileyi sürmüş, perişan etmiş, aç ve sefil olarak onları kovmuş yerlerini almış! Hem namaz kıl hemde zulmün kıralını yap! Haşa âyet mi yanlış! İşte böyle yanlış çevirirsen Allah’ın âyetlerine takla attırırsın. Kardeşim daha öğrenecek çok şey var ve en önemlisi gerçek Kur'an'ı ve gerçek dini öğrenebilmek! Teşekkürler, sevgiler" (Hüseyin Bostan-"Zekat'a Arınmaya Gelin" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Ali Hocam!Eğitim kurumlarında ders olarak müfredata yerleştirilip zihinlere kazınması gereken bu paylaşımınız, o kadar anlaşılır, o kadar açık olmasına rağmen, bazı zihinler anlamakta güçlük çekiyor diye düşünüyorum. Ali Hocam sizin gibi çıkar amaçlı olmadan bildiklerini toplumla paylaşan az sayıda din bilgini insanlardan birisiniz, her paylaşımınız asırlardır yerleşmiş, kalıplaşmış din ticaretinin ve onu çıkarları için kâr kapısına dönüştürenlerin amaçlarına ket vuruyorsunuz. Ancak üzüntüm o ki, dinden rant devşirenlerin bunu anlamak istememeleri, yüreğinize sağlık Allah yardımcınız olsun" (Hayri Sipahi- "İkâme Etme" hangi anlama gelmektedir" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------"Allah kendi din'ini gönderdiği gibi yine kendi tamamlamıştır. Muhammed (a.s) ın bu oluşumda hiç bir şahsî katkısı yoktur.O sadece indirilen kitabı Nebi olarak muhafaza etmiş, Resul sıfatıyla da tebliğ etmişdir.Kur'an karşısında bir müslümanın durumu neyse Muhammed (a.s) ın durumu da aynıdır.Bu itibarla din sadece Allah'a aittir, O ne dediyse din O'dur.(Mehmet Emin Katrancı- "Orijinal Dinin Önemi" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Hocam!İzahatınız için öncelikle teşekkürler, ancak ifade ettiğiniz kavramlar bizlere çok yabancı geliyor.Bunları ancak iyi derecede arapça bilen insanlar anlıya bilir.Bizler Türkçe mealden Kur'an'ı anlamaya çalışıyoruz.Ben şahsen Mekke döneminde de Medine döneminde de Kur'an'da evrensel değerlere uymayan âyetlerle karşılaştığımı belirtmek durumundayım. İslam tarihinde ise tiksindiğim konularla yüzleşmek durumunda kalıyorum.Bu kitap gerçekten Allah'ın sozümüdür çelişkiye düşüyorum.Ben bu yolculuğa İbni Arabi ve Şeyh Bedrettinle başladım ve akabinde İslam tarihi, dahası anlamak için Sümer ve Manas destanları ve geldiğim nokta hak sanki başka birşey gibi.1400 seneden beri ilimden uzaklaşmış bu dinin mensupları bir türlü hakkı görememelerinin sebebini ise âyetlerin anlaşılmamış olmakla beraber yaradanın bu kadar anlaşılmaz bir kitap indirmesini mantığım kabul etmiyor.Şayet bu kitap evrenselse, herkesin rahatlıkla anlayabileceği değerlere sahip olmalı diye düşünüyorum.Herkes dini kurtarma peşinde lakin sonuç yok"(Mustafa Karakaş- "Orijinal Dinin Önemi" adlı yazıya yaptığı yorum)
KUR’AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (47.YAZI) 241-) Boşanmış kadınların, mâruf (örf) ile (kocalarından mâli yönden) faydalandırılmaları haklarıdır; bu, muttakiler üzerine bir haktır.TAKVA: “Sorumluluk bilinci!”Korunmak, sakınmak anlamındaki köklerinden türemiştir. Fakat bu şekildeki yalın ifadeler takvayı anlatmaya yeterli değildir. Allah’tan sakınmak, hangi şeylerden sorumlu olduğunu bilmekle mümkün olacaktır. Bütün kavramlarda olduğu gibi, "takva" kavramını da, orijinal anlamından alıp, mezhep ve cemaat ibadetleriyle, tarikat şeyhlerine kul ve köle olmakla ilgili yani kendi uydurdukları dine özel kılarak evrensel olan "takva" kavramının anlam ve önemini tamamen yok etmişlerdir. Kur'an’da birçok yerde geçen "takva" kelimesinden bazı örnekler verelim:"İşte bu kitap, kendisinde hiç kuşku yoktur."Takva" sahipleri için bir hidayettir.(Bakara-2) "Onlar ki, (Kur'an'da bildirilen) gayba iman ederler, salat'ı ikame eder ve kendilerini rızklandırdığımız şeylerden (ihtiyaç sahiplerine) infak ederler" (Bakara-3) Kur'an bilinmeden takva ve hidayete ulaşmanın imkanı yoktur.İnsanları ihlas, takva ve hidayete ulaştıran tek şey Allah’ın kitabı Kur'an'dır. Hatta salât'ı ikame etme ve infak yapma da, Kur'an'ın hikmet ve ahlakı ile ilgili bir durumdur. "...iyilik ve takva üzerine yardımlaşın, ..." (Mâide-2)Bu âyet "takvanın" ritüel ibadet cinsinsinden bir şey olmadığını, aksine dinamik hayata müdahale anlamında başta Kur'an bilinci, tevhid ve güzel ahlak olmak üzere ilâhi emirleri yerine getirme olduğunu anlıyoruz. "...Eğer Allah'a karşı takva sahibi olup (sorumluluk bilinciyle hareket ederseniz), size hakkı batıldan ayıracak bir furkan verir, ..." (Enfal-29) buyrulmaktadır. Bu âyette "takvanın" vahiy'le olan bağlantısı çok net olarak ortaya çıkıyor.Çünkü doğruyu yanlıştan ayırmanın en önemli öncüsü "Furkan" olan vahiy'dir.Hak ile batılın, ihlas ile nifakın, iman ile küfrün, İslam ile şirkin ne olduğunu Kur'an'dan başka hiçbir kaynak gösteremez. “Allah takva sahiplerinin dostudur!” (Casiye-19) dedikten sonra, 20. âyette: “Bu Kur'an insanlar için bir basiret, yakin imana sahip olan topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir.” buyuruyor. Yani takva sahibi olmak için Kur'an'ın ilmiyle şuurlanmak ve bilinçlenmek gerekiyor. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü bilinmeden yani ilâhi emir ve yasakları kaynağında görmeden sorumluluk bilinci asla gelişmez. Takva sözcüğünü, gerçek amacından uzaklaştırmak, tesbih, salavat ve zikir! çekmek, takke takmak, sarık sarmak, cübbe giymek gibi ritüel uydurmalara döndürenler, bu kavrama zulmetmişlerdir. Takva, Kur'an'ı anlayp bilme ile ilgili bir kavramdır. Kur'an'ı bilmeyen muttaki olamaz.) 242-) Allah size işte böylece âyetlerini beyan eder ki aklınızı kullanasınız. (Kur'an'da "akıl" tek başına, yalın olarak geçmez, buda kullanılmayan aklın yüce Allah katında bir değerinin olmadığını gösteriyor. Onun için Kur'an'da "te'kilun, ye'kilun" "aklınızı kullanasınız, akıllarını kullansınlar" olarak geçer.) 243-) Binlerce oldukları halde ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara “ölün!” dedi. Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı fazilet (ve ikram) sahibidir. Lakin, insanların çoğu şükretmezler. 244-) Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, işiten ve bilendir.245-) Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah’a karzı hasen (güzel bir borç) verecek yok mu? Daraltan da yayan da Allah’tır. Sadece O’na döndürüleceksiniz.(Ey Fakir ve miskinlere yapılacak yardımı kendisine borç verilmiş olarak kabul eden yüce Rabbimiz! Sen bütün noksan sıfatlardan uzaksın, seni ağaçların yaprakları, çiçekleri, meyveleri, göklerde bulunan yıldız ve gezegenler, yerde bulunan kum ve toprak, yağan yağmur ve kar sayısınca tesbih ederiz.) 246-) Musa’dan sonra İsrailoğullarından ileri gelenleri görmedin mi? Nebi'lerine demişlerdi ki: “Bize bir melik gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım.” (Nebileri onlara şöyle demişti:) “Peki size savaş yazılırsa da savaşmazsanız?” (Onlar ise şöyle dediler:) “Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?” Kendilerine savaş yazılınca içlerinden pek azı hariç geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.247-) Nebileri onlara, iyi bilin ki Allah Talut’u size melik olarak gönderdi, dedi. Bunun üzerine: Biz mülke (hükümdarlığa) ondan daha layık olduğumuz halde kendisine mal yönünden genişlik verilmemişken o bize nasıl melik (hükümdar) olur? dediler. (Nebileri ise) “Allah sizin üzerinize onu seçti, ilim'de ve cisim'de (fizikte-bedende-güçte) ona üstünlük verdi. Allah mülkü dilediğine verir. Allah her şeyi kuşatan ve her şeyi bilendir.” dedi248-) Nebileri onlara: “Onun mülkünün alameti, Tabut'un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tabut'un içinde Rabbinizden size bir sükunet, Musa ve Harun ailelerinin bıraktıklarından bir bâkiye (kalıntı-hatıra) vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz şüphesiz bunda bir âyet vardır.”
3 Kasım 2021 Çarşamba
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(46.YAZI) 234-) Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, kendileri hakkında yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur. Allah yapmakta olduklarınızı bilir.235-) (İddet beklemekte olan) kadınlarla evlenme hususundaki düşüncelerinizi üstü kapalı biçimde anlatmanızda veya onu içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur. Allah bilir ki siz onları anacaksınız. Lakin, meşru sözler söylemeniz müstesna. Sakın onlara gizlice buluşma sözü vermeyin. Farz olan bekleme müddeti dolmadan, nikah kıymaya kalkışmayın. Bilin ki Allah, gönlünüzdekileri bilir. Bu sebeple Allah’tan sakının. Şunu iyi bilin ki: Allah Ğafur’dur, Halim’dir.236-) Nikahtan sonra henüz dokunmadan veya onlar için belli bir mehir tayin etmeden kadınları boşarsanız bunda size mehir zorunluluğu yoktur. Bu durumda onlara mut’a (hediye cinsinden bir şeyler) verin. Zengin olan durumuna göre, fakir de durumuna göre vermelidir. Münasip bir mut’a vermek güzel ahlak sahipleri için bir borçtur. 237-) Kendilerine mehir tayin ederek evlendiğiniz kadınları, temas etmeden boşarsanız tayin etttiğiniz mehrin yarısı onların hakkıdır. Ancak kadınların vazgeçmesi veya nikah bağı elinde bulunanın vazgeçmesi hali müstesna affetmeniz (mehirden vazgeçmeniz), takvaya daha uygundur. Aranızda bulunan fazilet ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınız hakkıyla görür.238-) Salavat’ı ve orta salat’ı muhafaza edin. Allah’a bağlılık içinde kaim olun. (Yani Allah ile bağlantınız sürekli olsun, sadece Allah'a teslimiyet gösterin, Allah ile aranızda bulunan zihinsel bağı hiç bir zaman kesmeyin, yalnız Allah'a boyun eğin) 239-) Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (salat'ı ikâme etmeyi) yürüyerek veya binmiş olarak yapın. Emniyete kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah’ın size öğrettiği şekilde O’nu zikredin.240-) Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler, zevcelerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hususunda (sağlıklarında) vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar, (kendiliklerinden) çıkıp giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları meşru şeylerden size bir günah yoktu. Allah Aziz’dir, Hakim’dir.
2 Kasım 2021 Salı
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (45.YAZI) 230-) Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın bir başka eşle nikahlanmadıkça onu alması kendisine helal olmaz. Eğer bu kişi de onu boşarsa,( her iki taraf da) Allah'ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inandıklarını takdirde, yeniden evlenmelerinde günah yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Allah bunları bilmek isteyenler için beyan ediyor.231-) Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit ya onları maruf (örf) ile tutun ya da maruf (örf) ile bırakın. Fakat haddi aşarak, zarar vermek için onları nikah altında tutmayın. Kim bunu yaparsa kendi nefsine zulmetmiş olur. Allah'ın âyetlerini alaya almayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki (tevhid ve hidayet) nimetini, onunla size öğüt vermek üzere indirdiği kitab'ı ve hikmeti zikredin. Takva sahibi olun ve bilin ki Allah, herşeyi bilir.(Aslında başkasına zulmeden, kendi nefsine zulmetmiş olur. Keşke insanlar başkalarına zulmün gerçekte kendilerine zulüm olduğunu anlayabilselerdi. Yukarıdaka âyette"hikmet" kavramının Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü olduğunu gösteriyor. Şöyle ki, "ve me enzele aleyküm minel kitébi velhikmeti" "size indirdiği kitap ve hikmeti zikredin" dedikten sonra, "yeizüküm bihi" "onunla öğüt vermek üzere" buyurmuştur.Halbuki "kitap" ve "hikmet" dedikten sonra, "onlarla" veya her "ikisiyle" demesi gerekirdi.Demek oluyor ki, kitaptan maksat Kur'an, hikmetten maksat ise, içinde bulunan sistemi ve çözümüdür. Yoksa imam'ı Şafi'nin iddia ettiği gibi "hikmet" "hadisler" ve "sünnet" değildir. Dolayısıyla âyette bulunan "bihi" "onunla" kelimesi, muhteşem bir sistemin tek parçalarından sadece bir tanesidir.) 232-) Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında mâruf (örf) ile anlaştıkları takdirde onların (eski) kocaları ile evlenmelerine engel olmayın, işte bununla içinizden Allah'a ve ahiret gününe inanan kimselere vaaz verilmektedir. Bu vaazı tutmanız sizin arınmanız ve temizliğiniz için en uygun olandır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. 233-) Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların mârufa (örf) uygun olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir. Bir nefis ancak gücü yettiğinden sorumludur. Hiçbir anne, çocuğu sebebiyle, hiçbir baba da çocuğu yüzünden zarara uğratılmamalıdır. Onun benzeri (nafaka temini) vâris üzerine de gerekir. Eğer ana ve baba birbiriyle görüşerek ve karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı (süt anne tutup) emzirmek istediğiniz takdirde, süt anneye vermekte olduğunuzu mâruf ile teslim etmeniz şartıyla, üzerinize günah yoktur. Allah'tan korkun. Ve bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görür.
1 Kasım 2021 Pazartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (44.YAZI) 222-) Sana kadınların hayız halini soruyorlar. De ki: O, bir ezadır. Bu sebeple hayız halinde olan kadınlardan ayrılın. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendiklerinde Allah'ın size emrettiği yerden onlara gelin. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de, temiz olanları da sever. (Yani yüce Allah'ın fıtratı, kendilerine karşı arzulu yarattığı ve sünnetullahın gereği olarak da neslin korunmasını ve devam etmesini ona bağladığı yerden gelin, demektir ki o yer üreme organıdır. Kur'an'a göre kadın ve erkek ilişkilerinde iki şey dışında her şey mübahtır.1-) Hayız halinde cima yani cinsel ilişki.2-) Üreme organı dışında kalan yerden cima yani anal yoldan cinsel ilişki. Cinsel ilişkilerde bu iki şey dışında eşlerin arasında başka hiç bir şey haram değildir. Hayız ve nifas halinde Kur'an'a dokunmalarının ve onu okumalarının hiç bir sakıncası yoktur) 223-) Kadınlarınız sizin için bir ekin yeridir. Ekeneğinize hangi taraftan isterseniz oradan varın. Kendiniz için önceden bir şeyler takdim edin.(Sorumluluk bilincine sahip olarak) takva sahibi olun ve bilin ki O'na kavuşacaksınız. Müminleri müjdele.224-) Yaptığınız yeminleri sakın erdemli olmanıza, takvalı olmanıza, insanların arasını ıslah etmenize engel kılmayın. Allah işiten'dir, bilen'dir.(Meşru olmayan şeyleri yapmak için yemin edilmez)225-) Ağız alışkanlığı olarak yaptığınız yeminlerinizden dolayı Allah sizi sorumlu tutmaz. Ancak kalplerinizin kazandıklarıyla (anlaşmalı- sözleşmeli) yeminlerinizden sorumlu tutar. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 226-) Kadınlardan uzaklaşmaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Geri dönerlerse, Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 227-) Boşanmaya karar vermişlerse, şüphe yok ki Allah her şeyi işiten, her şeyi bilendir.228-) Boşanmış kadınlar, kendi başlarına evlenmeden üç ay hali (hayız ve temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helal olmaz. Eğer barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerindeki haklarına karşılık, kadınların da erkeklerin üzerinde örfe göre hakları vardır( boşanma sürecinde) erkeklerin bir derece önceliği vardır. Allah Aziz'dir, Hakim'dir. 229-) Talak (boşama) iki defadır. Bundan sonrası ya mâruf (örf) ile tutmak ya da güzellikle salıvermektir. Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah'ın sınırlarında kalıp evlilik haklarına tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna. (Ey müminler!) Sizde karı ile kocanın, Allah'ın sınırlarını hakkıyla muhafaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz, kadının (erkeğe) fidye vermesinde her iki taraf için de sakınca yoktur. Bu söylenenler Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa onlar zâlimlerin ta kendileridir.
31 Ekim 2021 Pazar
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (43.YAZI) 220-)(Kur'an'da var olan açıklamalar) Dünya ve âhiret hakkındadır. Ve sana yetimler hakkında soruyorlar: De ki: Onların durumlarını ıslah etmek hayırlıdır. Eğer onlarla bir arada karışık olarak yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, müfsid olanı, muslih olandan ayırmasını bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmete sokardı. Çünkü Allah Aziz'dir Hakim'dir.221-) İman etmedikçe müşrike kadınları nikâhlamayın. Mümine bir cariye, hoşunuza gitse de müşrike bir kadından daha hayırlıdır. İman edinceye kadar müşrik erkekleri nikahlamayın. Mümin bir abd( kul),-hoşunuza gitse de- bir müşrikten daha hayırlıdır. Onlar (müşrikler), ateşe davet eder. Allah ise izniyle( yasası-vahiy) ile cennete ve mağfirete davet eder. Ve âyetlerini insanlara beyan eder ki tezekkür etsinler. GAYRİ MÜSLİMLERLE EVLİLİK KONUSU: Müslüman olmayanlarla evlilik konusu Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne götürüldüğünde Allah'ın izin ve inayetiyle çözülmesi kolay olan konulardandır.Yeryüzünün bütün bölgelerinde din ve inanç sahiplerinin bir arada yaşamak zorunda olması gayri müslimlerle evlenme konusunun önemini artırmaktadır.Konu ile ilgili tüm âyetlere bir göz atalım."İman etmedikçe "müşrike" kadınları nikahlamayın. Hoşunuza gitse bile, "müşrike" bir kadından, iman sahibi bir cariye kesinlikle daha hayırlıdır.İman etmedikçe "müşrik" erkekleri nikahlamayın. Hoşunuza gitse bile, müşrik birisinden iman etmiş bir (kul) kesinlikle daha hayırlıdır.Onlar (müşrikler) cehenneme çağırır. Allah ise izni (yasası-vahiy) ile cennete çağırır. Allah, tezekkür etsinler diye âyetlerini insanlara beyan ediyor"Yukarıdaki âyette bulunan "Müşrikler cehenneme çağırır" cümlesi önemlidir.Yani din konusunu bilmeyen birine şirk dinini kabul ettirmede müşrikler bir bilgi ve yeteneğe sahip olmaları gerekir.(Bakara, 221)"...Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla namuslu olmak,zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helaldir.Kim Allah'ın hükümlerine iman etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O ahirette de hüsrana uğrayanlardan olacaktır"(Maide- 5) "Ey iman edenler!Mümin kadınlar hicret ederek size geldiklerinde, onları imtihan edin, Allah onların imanlarını daha iyi bilir.Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helal değildir.Onlar da bunlara helal olmazlar. Onların (kocalarının) infak ettiklerini (mehirlerini) geri verin.Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur.Kafir kadınları nikahınızda tutmayın, infak ettiğinizi isteyin. Onlarda infak ettiklerini istesinler. Allah'ın hükmü budur. Aranızda sadece o hükmeder. Allah herşeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" (Mümtehine- 10) Âyetlerde gördüğümüz gibi "müşrik" ve "kafir"lerle evlenmenin caiz olmadığı açık olarak ortaya konmaktadır.Peki Yahudi ve ve Hristiyanlar "müşrik" ve "kafir" değiller mi? Aslında Kur'an, Yahudi ve Hristiyanların dolaylı yoldan "kafir" ve "müşrik" olduklarını bir çok âyette söylüyor. (Yahudiler) Allah ile beraber bilginlerini (hahamlarını), (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tekbir İlâha kulluk etmeleri emrolundu.O'ndan başka ilah yoktur. O bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır"(Tevbe- 31) "İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi, fakat o, Allah'ı bir olarak tanıyan dosdoğru hanif bir Müslüman idi, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı"(Âli İmran-67)"Ey ehli kitap! Hakikatı görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın ayetlerini inkar (tekfürüne) edersiniz"( Âli İmran-70) "Andolsun ki, "Meryem oğlu Mesih Allah'tır" diyenler kafir olmuşlardır. Halbuki Mesih "Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah'a şirk koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar, artık onun yeri ateştir ve için yardımcılar yoktur" demişti"(Mâide- 72) Dolayısıyla Yahudi ve Hristiyanların söyledikleri bazı kelimeler yüzünden "kafir" ve "müşrik" oldukları ile ilgili Kur'an'da onlarca âyet vardır. Konu ile alakalı âyetlere dikkatli bir şekilde baktığımızda bu konuda belirleyici olan şeyin "şirk" ve "küfür" kavramlarının olduğunu görebiliriz. Yani hangi dinden olursa olsun, ister Şii, ister Sünni, ister Alevi, ister Yahudi ve Hristiyan, isterse Budist olsun, bir kişi eğer taklidi yani şuursuz bir imana sahipse, atalarının dini üzerinde bilgisiz ve ilgisiz bir imanı bulunuyorsa, ister kadın, ister erkek olsun onunla evlenmenin hiçbir sakıncası yoktur. Çünkü Kur'an'ın kullandığı "müşrik, kafir, mümin, müslüman, münafık" kavramları, bir bilinç, şuur, irâde, inanç, araştırma ve inceleme gerektiren kavramlardır. Yani Kur'an, bu kavramları ümmi, saf, din adamları tarafından Allah yolundan engellenmiş insanlar için kullanmaz. Özellikle Mumtehine süresi 10.âyette bulunan "Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiklerinde, onları imtihan edin, Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer sizde onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin..." denilmesi çok önemlidir.Yani küfrünü ve şirk dinini mudafa edebilecek kabiliyet ve kapasiteye sahip olan fanatik kafir ve müşriklerle evlenilmez. Çünkü inanç ayrılığı yüzünden huzur ve mutluluk meydana gelmeyecektir. (Mümtehine-4)Evlenilecek gayri müslim erkek ve kadın şirk ve batıl dinini şuur ve inançla sahipleniyorsa, şirk dinine bir bilgi ve araştırma ile sahip bulunuyorsa onlarla evlenmek caiz olmaz. Fakat anadan babadan, geleneksel olarak yani atalarından gelen taklidi bir imana sahiplerse, din hakkında fazla bir bilgiye, araştırmaya sahip değillerse, hangi dinden olurlarsa olsunlar İslam dini ve ahlakı açısından onlarla evlenmenin hiç bir sakıncası yoktur. Aynı şekilde Kur'an tarafından ortaya konan tevhid akidesinden ve ahlakından uzak bulunan fırka ve tarikat fanatikleriyle evlenmek caiz değildir. Yani din ve hüküm olarak Allah'ı yetersiz dolayısıyla Kur'an'ı dinde tek kaynak olarak kabul etmeyen, Allah'a noksanlık izafe eden, Kur'an müslümanlığını sapık olarak gören, tüm noksan sıfatlardan uzak olan yüce Allah'ın, yaratıklarından birine hulul ettiğine inanan, Allah Resulüne iftira edilmiş hadisler için "Kur'an'a egemendir" diyen, Allah'ın yanında ötesinde, berisinde veli, evliya, vekil, yardımcı, dayanak ve şefaatçi olacağına iman eden, şeyhin helal dediğini helal, haram dediğini haram kabul eden yani şeyh'e mutlak bir şekilde itaat eden, uydurma rivayetlere yüce Allah'tan gelmiş "vahiy" olarak iman eden fanatiklerle evlenmek câiz değildir.Hatta en tehlikeli olanlar bunlardır. Çünkü cemaat ve tarikatlarda şirk inancı ve batıl din çok dinamik ve daha canlı olarak yaşanır. Cemaat ve tarikat ehlinin atalarından kendilerine intikal eden uydurma dini aşarak tevhid akidesini ve indirilen vahyi kabul etmeleri imkânsızdır. Elçiler tarihinde bunu başarmış bir millet gelmemiştir.Mesela: "...Allah ete kemiğe büründü ... diye göründü" "...on beş sene önce Azrail (a.s) efendi hazretlerine geldi, efendi hazretleri, Azrail'e "git ben şimdi gelmek istemiyorum" diyen, "...yarın âhirette azap melekleri birisini yaka paça cehenneme götürürlerken "ben Nakşibendi tarikatının Hâlidi kolundanım" derse, hemen serbest bırakırlar" inancına sahip olanlarla evlenmek caiz olmaz. Mesela: Bu kadar ağır cürüm ve cinayetlerden sonra hâlâ fetö'nün hata ettiğini ve günah işlediğini kabul etmeyenlerle evlilik hayatı kurulamaz. Sonuç olarak : Yaşayış bakımından atalarından gelen, dine bir kültür ve gelenek olarak bakan, taklidi imana sahip olan, Şii, Sünni, Yahudi, Hristiyan, Alevi ve Budistlerin arasında hiçbir fark yoktur.Bunlarla evlenmenin hiçbir bir sakıncası yoktur. Her dinin ümmileri ile yani sıradan insanlarla evlenilir, şirk'in fanatikleriyle evlenmek ise caiz değildir. Hatta Yahudi ve Hristiyan ümmilerin vahiy dinini ve tevhid akidesini kabul etmeleri Şii ve Sünni ümmilerden daha kolay olduğu için din ve iman açısından onlarla evlenmenin hiçbir sakıncası bulunmamaktadır. Nur süresi 3.âyeti nasıl anlamak gerekir?"Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez, zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenir.Bu, müminlere haram kılınmıştır"Daha önce söylediğimiz gibi, evlilik konusunda belirleyici olan şey şirk ve küfürdür. Yani onun nüfus cüzdanının din hanesinde "İslam" kelimesinin yazılı olması veya kendini müslüman olarak görmesi önemli bir şey değildir.Bir mezhebin, cemaatin veya tarikatın uydurma emirlerini Allah'ın emirleri gibi sorgulanamaz ve karşı gelinemez, dini bir ibadet ve kural olarak görüyor ve o şekilde iman ediyorsa onunla evlilik hayatı kurmak caiz değildir.Gelelim Nur süresinin 3.âyetine Aslında şu veya bu şekilde cehalet ve gaflet içerisinde, günaha girerek zina eden bir kadın veya bir erkekle evlenip yuva kurmanın bir sakıncası yoktur. Âyette yasaklanan şey "fahişelik" ve "ahlaksızlık"tır.Dolayısıyla haramlık, zina etmeyi bir ahlak ve huy edinmiş, ondan kendini kurtarmaya çalışmayan ve bu meslekten tevbe etmeyenlerle ilgilidir.Erkek içinde durum aynıdır.Nur süresi 3. âyette geçen "zâni" ve "zâniye" lafızları zina etmeyi sürekli olarak yapmayı ifade etmek için kullanılan kelimelerdir. Yoksa "ellezine yeznune" "zina edenler, onlar ki zina ettiler" denilirdi.Peki bu âyette noksan sıfatlardan münezzeh olan yüce Allah neden fahişeliği şirk'e benzetmiş ve şirk'le beraber anmıştır.Bunun bir çok sebebi vardır.Şirk'ten ve fahişelik pisliğinden kurtulmak kolay değildir.Birisi inanç yönünden diğeri amel yönünden en kötü yoldur.Şirk, zihni, aklı, iradeyi, beyni, gönlü hakketmeyene peşkeş çekmek, diğeri, arzuyu, vücudu, emaneti, sevgiyi, sadakati yabancıya peşkeş çekmektir. İkisini de yer altı mafyası idare etmektedir. Şeyhlik müessesesi beyaz kadın ticaretinden aşağı kalır bir tarafı yoktur. İkisinde de vücut pazarlığı mevcuttur. Fakat akıl ve beyin pazarlığı daha tehlikelidir. Tekke ve tarikatlar inanç ve fikirlerin, ahlak ve karakterlerin peşkeş çekildiği fuhuş merkezleri gibidirler. Bu konuda daha bir çok şey söylemek mümkündür.
29 Ekim 2021 Cuma
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (42-YAZI) 219-Sana hamr (içki) ve meysir (şans oyunları) hakkında soruyorlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir kötülük ve insanlar için bir takım menfaatler vardır. Ancak her ikisinin de zararı yararından daha büyüktür. Ve sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Afv'ı. Allah size âyetlerini böyle beyan eder ki tefekkür edesiniz.("İçki ve kumarda insanlar için bir takım menfaatler vardır..." burulması, geniş ticari alana ve istihdam kapasiteleri ile ilgili bir durumu ortaya koymak içindir. Yoksa kumar oynama ve içki içme ile ilgili bir şey değildir. Afv: Yani "ne kadar verebilirseniz, af edebildiğiniz kadar, azami derecede, yüce Allah indinde sizin affınıza vesile olacak kadar" anlamına gelmektedir.Artakalan ve ihtiyaçtan fazlası gibi ifadeler mutlak ifadelerdir.Yani "arta kalan" veya "ihtiyaç fazlası, günlük mü, aylık mı, yıllık mı olacaktır? belli değildir. Onun için insanın" affedebildiği, özgür iradesiyle verebildiği, ne kadar bağışlayabildiği" anlamı daha uygundur. Ayrıca "Afv" ibaresine, "arta kalan" veya "ihiyaçtan fazlası" gibi anlamlar vermek şu iki âyete aykırı düşmektedir. "Allah size kendinizden bir misal verdi: Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeyler hususunda, elleriniz altındakilerden ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur, aranızda kendinizi saydığınız gibi, onları da sayıp kendinize eşit kabul eder misiniz. İşte biz, düşünecek bir kavim için ayetleri böyle açıklıyoruz" (Rum-28)"Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi, bol rızık verilenler ellerinini altındakilere verip bu hususta kendilerini onlara eşit kılmak istemezler. Durum böyle iken Allah'ın!(Tevhid-İslam-İhlas) nimetini inkar mı ediyorlar?" (Nahl-71)Bu iki âyette yüce Allah, şeytan evliyasına ve ilahlara kulluk eden müşriklere cevap olması açısından güzel bir örnek ve akli bir kıyas yapmaktadır.Çünkü bütün müşrikler gibi Mekke müşrikleri de Allah'a iman etmekle beraber evliya ve ilahlarının Allah'ın yakın dostları olduklarına iman ediyorlardı.Yüce Allah onlara öyle bir örnek veriyor ki, doğruluğunu başka hiçbir şeye bakma ihtiyaçları olmadan kendilerinden bilebilecekleri bir delil sunmuştur. Delillerin en güzeli ve en etkilisi de, kişinin bizzat kendisinde bulunan ve inkar edemeyeceği bir şekilde kendisine karşı kullanılmasıdır.Yüce Allah şunu demek istiyor: Ey müşrikler! Sizin sahip olduğunuz köle ve cariyelerinizden, mal- mülk kuvvet- kudret, otorite- güç, yönetim bakımından kendinize eşit seviyede kimse var mı? Dolayısıyla köle ve cariyelerinizden mal ve mülk, kuvvet ve kudret, güç ve otorite hususunda size ortak olacak kadar mal ve servet, güç ve iktidar verip onları maddi olarak yüceltir misiniz ki, siz onlarla maddi bakımdan eşit hale gelesiniz? Bunun sonucunda da, mallarınızı sizinle birlikte istedikleri gibi paylaşsınlar ve onlar da tasarruf sahibi olsunlar. Çünkü bu bir ortağın, ortağına karşı taşıdığı korkudur."De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilahlar olsaydı, o takdirde bu ilahlar arşın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı"(İsra-42)"Yoksa o müşrikler, yeryüzünde bir takım ilahlar edindiler de, onlar mı diriltecekler? Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı yer ve gök (bunların nizam-ı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki arşın rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir"(Enbiya-21,22)Dolayısıyla "sizden biriniz, kölesinin, mal ve mülk konusunda kendisine ortak olmasını istemez ve kabul etmezken"Yani siz bu konuda herhangi bir ortaklığa razı olmazken, nasıl olur da, noksan sıfatlardan uzak olan Allah, yarattığı aciz bir kulunu uluhiyet ve rububiyetine ortak eder? Bu sizin fıtrat ve aklınıza göre batıl ve yanlış bir hüküm olduğuna göre, halbuki bu sizin hakkınızda mümkün ve caizdir. Çünkü sizin köle ve cariyeleriniz gerçekte sizin malınız değil, onlarda sizin gibi kullardır. Sizin yaratılışınıza eşit bir şekilde aynı maddeden yaratılmışlardır. Bu durumda iken bile, siz kölelerinizi kendinize maddi güç bakımından eşit kılmak istemezken, Allah kullarından kendisine eşit olacak bir şekilde "evliya ve yardımcı ilahlar" edinir mi? Nasıl olur da, böyle bir şeyi Allah hakkından mümkün ve caiz görürsünüz?
28 Ekim 2021 Perşembe
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(41.YAZI) 215-) Sana neyi (kime) infak edeceklerini soruyorlar. De ki:Hayr olarak infak edeceğiniz şey, ana-baba akrabalar, yetimler, miskin, yol oğlunadır.Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir. ("İbnis sebil" "yol oğlu, yol evladı, yolda kalanlar olduğu gibi, evsiz işi gücü olmayan, sokakta yaşamaya mahkum olanlar" anlamına gelmektedir. Bunların koruma altına alınmaları ve kendilerine huzurlu bir ortamın yaratılması yüce Allah'ın en önemli emirlerinden biridir.) 216-) Hoşunuza gitmese de size Savaş (farz) yazıldı. Halbuki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin hayrınıza olabilir. Sevdiğiniz bir şey de sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz. 217-) Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. ( Ama insanları) Allah'ın yolundan engellemek, O'na küfretmek( hakkın üzerini örtmek) Mescid-i Haram'ın ehlini oradan çıkarmak Allah indinde daha büyük bir günahtır. Fitne de (insanları dinden ayırmak, inançlara baskı kurmak) adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onların güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kafir olarak ölürse, onların yaptıkları ameller dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar ateş ashabıdır ve orada devamlı kalırlar. (Âyette bulunan "...Sizden kim, dininden döner ve kafir olarak ölürse, onların yaptıkları ameller dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar ateş ashabıdır ve orada devamlı kalırlar" cümlesine rağmen, Ehl-i Sünnet âlimleri, Ebu Dabud adlı hadis kitabında olan bir rivayetten dolayı "dinden dönenlerin öldürülmelerine" hükmetmişlerdir. Yani kendilerine Allah'tan daha yüce bir makam vererek, Allah'a din öğretmeye kalkışmışlardır. Halbuki Kur'an, dinden dönenlerin durumunu kesin bir delille, açık bir şekilde hükme bağlamıştır.Yani dinden dönenlere Allah tarafından, ölünceye kadar hayat hakkı tanındığı halde, Ehl-i Sünnet âlimleri, "dinden döneni öldürün" iftirasına iman ederek, kendi batıl inançlarını reddedenlere karşı savaş açmışlardır.Halbuki yüce Allah'ın emri çok açıktır. "...Sizden kim dininden döner ve kafir olarak ölürse..." Demek ki insanlar, kafir olarak ölme özgürlüğüne sahiptirler. Sizde hiç mi akıl yok. 218-) İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah Ğafur'dur Rahim'dir.
27 Ekim 2021 Çarşamba
MUAVİYE EHLİ SÜNNET İLİŞKİSİ İnanç alanında Muaviye siyaseti, ekonomik ve siyasi alandaki Muaviye siyasetinin tamamlayıcısı ve zorunlu olarak ortaya çıkan, bu bağlamda da "siyasetin" inanç alanındaki dışa vurumudur. Bu siyaset, hakkı ters yüz eden, emir Muaviye siyasetini korumak için Muaviye ve Emevilere toz kondurmayan, dini hidayet kaynağından kopararak uydurma dine dönüştüren Ehl-i Sünnet'in anlayışı, batıl bir inanç biçimini ortaya koymaktadır. Bu inanç biçiminde özellikle kadercilik, iktidara mutlak itaat, güç ve kuvvete tapınma, kendi inanç dünyasına uygun bulduğu dini delilleri bağlamından alarak onları ön plana çıkarma ve rivayetler üzerinden ölülere kulluk etme, fosilleri taklit ve geleceği geçmişe mahkum etme anlayışı hakimdir. Hanif din insanları hak ve adalete, tevhid ve güzel ahlaka, ciddiyet ve sanata davet ederken, Muaviye'nin Ehli Sünnet dini ise, iktidara ve servete, kudret ve kuvvete, sorumsuz bir hayata ve sanat düşmanlığına davet etmektedir. İhlas dini, takva ve sorumluluk bilincine çağırırken, Muaviye'nin dini, efsane ve masallara çağırır. Ehl-i Sünnet zihniyeti siyasi ve ekonomik noktalarda Muaviye anlayış ve hakimiyetini, din alanında adeta bir inanç zırhı olarak korumakta ve meşrulaştırmaktadır. Gerek Türkiye özelinde cemaat, tarikat ve sivil toplum örgütleri, gerekse de dünya genelinde Ehl-i Sünnet âlimleri , Muaviye'nin inanç siyasetini taviz vermeden büyük bir kararlılıkla savunmaktadırlar Son vahyin tarihinde dokunulmaz ve kutsal Muaviye din anlayışının bu derecede kabul görmesi ve yaygınlaşması Ehli Sünnet âlimleri tarafından uydurulan hadislerin ve bu hadislerin üzerine bine edilen şirk ictihadların bir sonucudur. Akide alanında gözle görülecek biçimde yapılan Muaviye taraftarlığı, şüphesiz sadece takıntılı bir Muaviye sevdası ya da Muaviye safında yer almakla açıklanabilecek bir olay değildir. Bu hadisenin arkasında yatan en büyük etken, dün olduğu gibi bugünde ekonomik çıkarlardır ki, bu da beraberinde büyük bir maddi güç ile bu fikirleri savunanlara rahat, konforlu makamlar ve lüks hayatlar sunar. Öyle ki, son vahyin ilk dönemlerinde dil ile iman edip de gerçek mümin olmayanların yaşadığı kalbi sıkıntı, bunların ya ekonomik çıkarlar için ya da mahalle baskısı ile iman etmeleri idi. Dün gönülleri dine menfaat, ganimet ve kabile çıkarları için ısınanlar, bugünde yine aynı gerekçelerle inanç dünyalarında Kur'an'sız, başı boş, bir serseri gibi amaçsızca gezinip durmaktadırlar.Çünkü nasıl ki dünün ganimetçileri mülkü, serveti, sermaye birikimimini savunarak bir inanç merkezi yaratmışlarsa, bugünün inanç siyaseti de yine sermayeyi, kişisel serveti ve mülkiyeti kutsayarak Muaviye düzenini sürdürmektedirler. İslam tarihi açısından bir kırılma noktası olan ve mazlumlara, yoksullara, ezilenlere galip gelerek dönemin egemenlerini iktidara taşıyan Muaviye, kendi iktidarına uygun bir inanç fikriyatı yaratmış ve bu konuda da oldukça başarılı olmuştur. Dolayısıyla Muaviye, Ehli Sünnet'in inanç atası ve fikir babası olduğu için, sahabi kutsallığı adı altında ona söz söylettirmez, hanedanını eleştirmezler. Velev Allah Resülünün torunlarını katletseler, Medine'yi basıp yüzlerce sahabeyi vahçice kesip, malları yağma, namusları kirletseler de. Peki Medine'de öldürülenler sahabi değil miydi?
ESKİ İRAN ŞİA BAĞLANTISI İslam'da çeşitli mezheplerin ortaya çıkmasında İran ve Hint dinleri ile eski Yunan felsefesinin büyük rolü olmuştur.Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, eski İran kültürünün iman edenlerin üzerinde etkisi olmasaydı hanif dine bu kadar yoğun şirk ve hurafe girmeyecekti.İslam, sade ve özgürlükçü bir din olmasına rağmen baskıcı bir yönetim ile idare edilen eski İran'dan gelen inançlarla saflığını ve asaletini kaybetmiştir. İran, Yunan, Roma ve Mısır kültürleri son vahyin tarihine girdikten sonra hanif dinin saflığı ve sadeliği tamamıyla ortadan kalkmış, farklı bir şekil almıştır.İman edenler tarafından fethedilen İran beldelerindeki dindar insanlar, eski inançlarını unutamamış ve onları İslam dinine taşıyarak girmişlerdi.Daha sonra bunlara eski Hint ve Yunan'ın çok ilâhlı felsefesi de eklenmiştir.Yahudilerden İslam dinini kabul edenler ise, Kitab-ı Mukaddes'in hurafelerini müminlerin arasına sokmayı kutsal bir vazife olarak görüyorlardı.Son vahyin tarihinde ortaya çıkan batıl fırkaların ve şirk mezheplerinin köklerini yukarıdaki etkenlere bağlayabileceğimiz gibi hurafelerin esas kaynağını bu noktadan yola çıkarak aramak gerekiyor.İman edenlere tarihin en korkunç ve en yıkıcı darbesi İran tarafından gelmiştir.Eski İran'da dini düşüncenin her zaman en yüksek ve en geniş yeri işgal ettiğini görüyoruz.Eski İranlıların dini düşünceleri ki (en yükseği Zerdüşt tarafından kurulan dindir) siyasi olarak devletlerinin sona ermesinden sonra bile unutulamamış, her fırsatta tesirini göstermiştir.Eski İran dini, son vahyin gelişine kadar durumunu korumuştur. Fakat "Kadisiye" mağlubiyeti İran hükümranlığını alt üst ettiği gibi, Zerdüştlüğü de büyük ölçüde sarsmıştı. Yine de her şeye rağmen Mecüsilik tamamıyla ortadan kaldırılamamıştı.Kendisine uzun süre inanılan bir din, zahiren terkedilmiş olsa bile, onun zihinlerde bırakmış olduğu tesir kolay kolay silinmez. Şayet bu inanç ümmi halk içerisinde yerleşmişse onun ortadan kalkması daha da zorlaşır.Toplumların sosyal ve psikolojik gelişimleri hakkında yapılan araştırmalar bu gerçeği doğrulamaktadır.İranlıların İslam dinini kendi dinlerine ve geleneklerine uydurmak istemeleri buna en güzel örnektir. Zerdüşt İran'da doğmuş, İran halkının inanç ve geleneklerine uygun bir din oluşturmuştu. İran'da ortaya çıkan bu dinin İran halkının manevi ihtiyaçları gözetilerek oluşturulduğunda hiç şüphe yoktur. İman edenler Kadisiye savaşında İran devleti'ne büyük bir darbe vurarak siyasi hükümranlığına son vermiş iseler de İran felsefesinde bir değişiklik yapamamışlardır. Zira bu da hemen beklenemezdi! İslamiyetin ruhu ve sade hükümleri İranlıların ruhunu tatmin edememişti.Çünkü İranlılar, karmakarışık hurafeler ve hayallerle dolu ayinlere alışmıştı.Bu nedenle İslam inanç esasları ve ibadetleri İranlılara çok sade ve şa'şasız geliyordu.İranlıların ruhu, gösterişli Muharrem ayları, hazin ve tesirli matem dolu ağıtlar istiyordu.
26 Ekim 2021 Salı
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(40.YAZI) 207-) İnsanlardan öyleleri var ki Allah'ın rızasına karşılık nefsini satar.(kendini ve malını feda eder) Allah kullara karşı Rauf'tur. 208) Ey iman edenler! Hep birden silm'e (tevhide) girin. Sakın şeytanın adımlarına tâbi olmayın. Çünkü o apaçık düşmanınızdır. ("Ey iman edenler!.." hitabının, hiç bir tanesi Mekke'de inen sürelerde yer almaz. Bunu sebebi, Mekkeli Müslümanların imanında bir sorun bulunmamasından dolayı idi. Mekkede İslam dinini kabul etmenin bedeli ağırdı. Müslümanlar hayatlarını feda etmeye hazdı. Nifakla ilgili âyet ve sürelerin hepsi yine Medine'de inmişlerdir. Çünkü Mekke'de munafık da bulunmuyordu. "Silm, islam demektir yani sadece Allah'a yani yalnız onun kitabına iman etmek yani dini Allah'a özel kılmak (ihlas) anlamına gelmektedir.İslam ve türevleri olan silm, selim, selam, müslim ifadelerinin hepsi saf iman yani yalnız Allah'ın kitabına teslim olma anlamındadır. Kısacası silm, İslam demektir. Sadece Allah'ın indirdiği vahye teslim olma anlamına geliyor. Kur'an'ın kavramlar sistemine baktığımızda iman ile şirkin beraber olma ihtimaline karşılık, İslam ile şirk'in bir arada bulunmasının mümkün olmadığını görüyoruz.Dolayısıyla Kur'an'da İslam saflığı temsil ediyor.209-) Size apaçık deliller geldikten sonra yine de kayarsanız, şunu iyi bilin ki Allah Aziz'dir, Hakim'dir.210-) Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerinin gelmesini mi bekliyorlar? Halbuki iş bitirilmiş olur. Bütün işler yalnızca Allah'a döndürülür.("O gün gökyüzü beyaz bulutlar ile yarılacak ve melekler bölük bölük indirileceklerdir") (Furkan- 25)211-) İsrailoğullarına sor ki kendilerine nice apaçık âyetler verdik. Kim âyetler kendisine geldikten sonra Allah'ın nimetini değiştirirse bilsin ki Allah'ın azabı şiddetlidir. 212-) Dünya hayatı kafirlere süslü oldu. (züyyine) Bu nedenle onlar iman edenleri hakkı görüyorlar. Halbuki (şirkten) korunan takva sahipleri kıyamet günü onların üstündedir. Allah dileyene hesapsız rızık verir.(Bu âyetteki "rızık" İslam ve iman nimeti olup, dileyen kişiye Allah nasip eder. Çünkü hidayet ve sapkınlık tamamen insanın irade ve fiillerinin sonucu olarak kendisi bunları elde eder.Vahiy'den bağımsız olarak hidayet, sapkınlık, İslam, iman, küfür ve fısk olmaz. Bütün bunların oluşması için vahyin insanlara ciddi anlamda ulaşması gerekiyor) 213-) İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak Nebiler gönderdi. İnsanlar arasında, ihtilafa düştükleri (dini) konularda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak ile kitab'ı da indirdi. Ancak kendilerine kitap verilenler apaçık deliller geldikten sonra aralarındaki taassuptan dolayı dinde ihtilafa düştüler.Bunun üzerine Allah iman edenleri (insanların) üzerinde ihtilafa düştükleri şeyi izniyle (vahiy'le) hidayete erdirdi. Allah dileyeni sırat-ı müstakime hidayet eder.Kur'an'a göre: Aynı çağda ve coğrafyada yaşayanlara ümmet denir. Başka bir ifadeyle ümmet, ulusal birlik yani vatadaşlık demektir.) "Beğyen beynehüm: İfadesi, Kuran'da dört yerde geçmektedir.(Bakara-213; Âli İmran-19; Şura-14; Casiye-17) "Hakkın kabul edilmesinin önünde en önemli engellerden birisi olan "beğy" kavramı, insanların kendi aralarında bulunan ırkçılık ve kabile taasubu, cemaat ve tarikat gibi yapıların fanatik taraftarlığı" demektir. Kendi dininden, ırkından, cemaat ve tarikatının inancından başka hiçbir şeyi hak olarak kabul etmeyen zihniyet demektir.) 214-) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenlerin benzeri size de gelmeden cennet'e gireceğinizi mi hesap ettiniz? Sıkıntı ve zorluklar onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, hatta Resul ve onunla beraber olan iman edenler Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Dikkat edin Allah'ın yardımı yakındır.
25 Ekim 2021 Pazartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(39.YAZI) 198- Hac mevsiminde alışveriş yaparak Rabbinizden gelecek bir fazileti aramanızda size herhangi bir günah yoktur. Arafat'tan ayrılıp akın ettiğinizde Meşari Haram'ın yanında (Müzdelife) Allah'ı zikredin ve O, sizi (vahiy'le) hidayete ulaştırdığı gibi siz de onu zikredin. Şüphesiz siz (vahiy'den) önce yolunuzu şaşırmış (ne yapacapını bilmez) sapkınlardan idiniz. 199-) Sonra insanların (sel gibi) aktığı yerden sizde akın. Allah'a istiğfar ediniz. Çünkü Allah Ğafurdur, Rahim'dir. 200-) Hac ibadetlerinizi (menasik) bitirdiğinizde, atalarınızı zikrettiğiniz gibi hatta ondan daha şiddetli bir şekilde Allah'ı zikredin. İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimsenin ahiretten yana bir payı yoktur. (Her toplumda insanlar kendi atalarını aşırı bir şekilde övme, onları yüceltme, iyilik ve güzelliklerini, mertlik ve kahramanlıklarını anlatma gibi bir ahlakları vardır.Bu âyette yüce Allah buna dikkat çekerek "Atalarınızdan daha çok size sayılamayacak nimetler veren Rabbinizi anmanız gerekir" buyurarak önemli bir ilkeyi insanlığa hatırlatıyor. Yine bu âyette "...insanlardan öyleleri ver ki, Rabbimiz! Bize dünyada ver..." denilirken, ifadede neyin istenildiğinin yer almaması çok önemli bir belağat ve icaz örneğidir. Bu edebi üslub, insanların karşısında aciz kaldığı ince bir ayar ve hassas bir denge mevcuttur. Bu ifade genele delâletiyle, insanların yönelimleri farklı, emel ve arzuları başka başka olan bütün herkesi kapsıyor, gerek güzel, gerek çirkin, gerek hayır, gerek şer, gerek yüce, gerek değersiz ve gerekse burada anılması uygun olmayan hevesler açısından herkesin eğilimi ve istekleri birbirinden çok farklıdır.) 201-) Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Bizi ateş azabından koru derler.202-) İşte onlar için, kazandıklarına karşılık bir nasibi vardır.Allah'ın hesabı seridir.203-) Sayılı günlerde Allah'ı zikredin. Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönerse ona günah yoktur. Kim geri kalırsa takvalı olduğu takdirde ona da günah yoktur. Allah'a karşı takvalı olun ve bilin ki onun huzurunda toplanacaksınız. 204-) İnsanlardan öyleleri vardır ki dünya hayatı hakkında söyledikleri senin acayibine gider. Hatta kalbinde olana Allah'ı şahit tutar. Halbuki o hasımların en yamanıdır. 205-) O, iş başına geçti mi, bütün çabası (yaşadığı) yeri fesada vermek, doğal dengeyi tahrip edip, nesilleri helak etmektir.("Tevalla" kendisine özel etki verilip, iktidar ve idareyi ele geçirdiğinde, söz ve yetki sahibi olduğunda, hüküm ve icraatı ele geçirdiğinde" anlamına gelmektedir.206-) Böyle kimselere "Allah'tan kork" denildiğinde, kütülükle izzet onu alır.(her tarafını ğurur kaplar) Ona cehennem yeter. O ne kötü bir dönüş yeridir. (Baskıcı ve zalim olan yönetici ve din adamları kendilerine herhangi bir öğüt ve çıkar bir yol gösterilmesi, ya da zararlı bir iş için uyarıda bulunulması nefislerine ağır gelir. Çünkü üzerinde bulundukları bu makamın ve oturdukları koltuğun kendilerini insanların en akıllısı ve en ileri görüşlüsü haline getirdiği düşünürler. Dahası Allah'tan korkmayan bu zorbalar kendilerini halktan üstün görürler. Onun için, kendilerinin en değersiz ve batıl olan görüşleri yönettikleri insanların en sağlam ve kaliteli görüşlerinden daha hayırlı olarak görürler. Din ve devlet alanında bu gibi kimseler her toplumun içinde bulunur. Bu kimseler Allah ile aldatıp yani dini kullanarak, yaldızlı ve parlak sözleriyle bütün bir toplumu aldatıp perişan edebilir. Özellikle yaşadığımız bu çağda sosyal medya toplumu islah etmenin aracı olduğu gibi yine kamuoyunu ifsad etmenin en önemli vesilesi de olabilir.)
23 Ekim 2021 Cumartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(38.YAZI) 191-) (Size karşı savaşanlarla savaş alanında) karşılaştığınız yerde onları öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkartın. Fitne adam öldürmekten daha şiddetlidir. Mescid-i Haram'ın yanında sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla orada savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaşırlarsa onlarla savaşın. İşte kafirlerin cezası budur.(Fitne, bu âyette geçen fitne kelimesi, insanların kendi aralarında yaptıkları gıybet ve dedikodu cinsinden bir şey değildir.İnsanları din konusunda zorlama, inançlara baskı uygulama ve insanları zorla dinlerinden uzakkaştırmaya çalışmaktır. Zaten fitnenin kelime manası "ayırmak" demektir. Dolayısıyla insanların inançlarına baskı uygulamaktan daha büyük bir fitne yoktur. Yani esas fitne insanları zorla inançlarından uzaklaştırmaktır. İşte Kur'an, insanların inançlarına baskı olan fitnenin adam öldürmekten daha büyük bir günah olduğunu kesin bir hükme bağlamıştır.) 192-) Eğer (savaştan) vazgeçerlerse hiç şüphe yok ki, Allah Ğafurdur, Rahim'dir.193-) Fitne (inançlara baskı, zulüm ve şirk) tamamen yok edilinceye ve din yalnız Allah'a özel kılınıncaya kadar onlarla savaşın. Şayet (savaş ve baskıdan) vazgeçerlerse, zalimlerden başkasına düşmanlık olmaz.(Kafir ve müşriklerden saldırı olmadığı sürece müslümanlar dinlerini yaymak için gayri müslimlerin yurtlarını işgal edemezler. Çünkü İslam dininin en önemli temsilcileri olan Resüllerin bile tek görevleri indirilen vahyi tebliğ etmektir,(Nahl-35; Mâide-9; Râd-40) devletin kurumlarını ele geçirmek ve devlet kurmak değildir.) Dolayısıyla bu âyette geçen "zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur" cümlesi çok önemlidir. Yani müşrik de olsa dinini yaşayacak fakat zulüm ve baskıya başladığı zaman haddi bildirilecek.) 194-) Haram ay, haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmaz kutsallar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa, sizde ancak onun misli ile karşılık verin. Allah'a karşı takvalı olun ve biliniz ki Allah muttakilerle beraberdir.(Âyetten şöyle bir anlam çıkarmak da mümkündür. "Modern silahlarla savaşanlara karşı onlardan daha gelişmiş silahlarla mukabele edilmelidir. Aksi takdirde savaşmanın hiçbir anlamı kalmaz. Gözetilen hikmet yok olur. Savaşın hikmeti zulmü ve tecavüzü, din ve vicdan özgürlüğüne karşı saldırıyı yani (fitneyi) önlemek, zorlanma ve aşağılanmaya karşı baş kaldırmak, özgürlükleri pekiştirmek, güven ortamı oluşturmak, adalet ve tevhidi yerleştirmek gibi şeylerdir. Bu şartlar ve uyulması gereken kurallar ancak İslam'da bulunur. Bunun içindir ki Yüce Allah, kısas ve mukabele'i bilmisil (aynı ile karşılık verme) ilkesini açıkladıktan sonra" Allah'a karşı takva üzere olunuz,(sorumluluk bilincine sahip olunuz) buyurarak hiç kimseye karşı haddi aşmayınız, taşkınlık ve zulüm yapmayınız, yaptıklarının dengi bir ceza verirken ölçüyü kaçırmayınız" buyurmuştur. Yüce Allah, takvanın kazandıracağı fayda ve meziyetleri açıklamak suretiyle şöyle buyurmuştur. "Allah'ın takva üzere olanlarla beraber olduğunu bilin" Buradaki beraberlikten maksat yüce Allah'ın yardım ve merhametinin onların üzerinde olmasıdır. Çünkü muttakiler hak sahibidirler ve hakkın devam ettirilmesi ve yaşatılması gerekir. Batıl olan mücadelesinde her zaman için zafer hakkın lehine tecelli etmiştir. Takva: Başta dini Allah'a özel kılmak, güzel ahlak sahibi olmak, salih amellerde bulunmak ve haramlardan kaçınmak" demektir Geniş anlamda takva: Kur'an'da var olan emir ve yasakları üzerine bir şey eklememek" yani onları olduğu gibi kabul etmek ve yaşamaktır. Takva, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmemktir.Dolayısıyla takva, Kur'an'ı anlama yani Kur'an'ın ilmi ile ilgili bir durumdur. Kur'an'ı bilmeyenler takva sahibi olamazlar. Takva sahibi olmak için en büyük şart Kur'an'ı bilmektir. Kur'an'dan başka kaynağa iman edenler ve başka kitaplara tâbi olanlar muttaki değil, müşrik olurlar.) 195-) Allah yolunda infak edin. Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Güzel ahlak sahibi olun. Çünkü Allah güzel ahlak sahiplerini sever.196-) Hacı ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer engellenirseniz kolayınıza gelen hediyeyi gönderin. Hediye, yerine ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa ya başından bir rahatsızlığı varsa, siyam (oruç) veya sadaka veya nüsük olmak üzere fidye gerekir. Emniyette olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse kolayına gelen bir hediye gerekir. Hediyeye gücü yetmeyen kimse hac günlerinde üç, döndüğü zaman yedi olmak üzere siyam (oruç) gerekir ki, hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah'a karşı takvalı olun ve bilin ki Allah cezalandırmada şiddetlidir. Nüsük : Allah'a yakınlaşmak gayesiyle yapılan her türlü ibadet ve itaat anlamına gelmektedir.197-) Hac bilinen aylardır. Kim o aylarda hac görevine niyet ederse, hac esnasında kadına yakınlaşmak, fusuk yapmak hacda cedelleşmek yoktur. Yaptığınız her hayrı Allah bilmektedir. Azık edinin. Fakat azıkların en hayırlısı takvadır. Ey sağduyu sahipleri bana karşı takvalı olun. ("Hac bilinen aylardır" denilmesi, haccın, salat-ı ikame, siyam gibi, eskiden beri devam eden ve herkes tarafından bilinen bir ibadet olduğunu göstermektedir.
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (37.YAZI) 186-) (Ey Nebi!) Kullarım sana, beni sorduğunda, şüphesiz ben yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dâvetine icâbet ederim. O halde (sadece) benim davetime uysunlar ve bana (Kur'an'a) iman etsinler ki (dinde) olgunluğa (ve erdeme) ulaşsınlar. ("Kullarım sana, beni sorarlarsa, ben yakınım..." denilerek, "kul" yani "onlara söyle" ifadesinin olmaması, dikkat çekicidir. Yüce Allah kendisini soranlara yakın olduğunu Nebi(a.s) ı aradan kaldırarak "ben yakınım" buyurmuştur. Dolayısıyla Nebi (a.s) dahil, yüce Allah, zatı ile kulları arasında hiç bir aracı kabul etmiyor. 187-) Siyam (oruç) gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için bir elbise, sizde onlar için bir elbisesiniz. Allah sizin nefislerinize hâinlik ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi affetti. Artık (Ramazan gecelerinde) onlarla mübaşeret yapın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını arayın. Fecrin beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) size göre belli oluncaya kadar yeyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafa çekildiğinizde kadınlarla mübaşeret etmeyin. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki (sorumluluk bilincine sahip olarak) korunurlar.(Mübaşeret, cinsel ilişkiden kinayedir. Kelimenin esas manası, tenin tene değmesi demektir. Bu kelime gerçek ve mecaz olarak aynen "mülaseme" (dokunma) gibidir ve bu kelimelerin kullanılması Kur'an'ın nezih uslubunun ve güzel ahlakının birer göstergesidir. "İMSAK VAKTİ" Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah, kitabında imsak vaktine öyle bir açıklama ve tanımlama getirmesi gerekirdi ki, bu açıklamayı ihtiyar olan, çocuk, genç, dul, ümmi olan, tek başına yaşayan, çölde, dağda, bayırda, yaylada olan, takvim ve saati bulunmayan, yaz-kış değişmeyen, yağmurlu, karlı, kapalı, bulutlu havada bulunan, sadece gözle görülür bir kolaylıkla anlaşılabilen bir açıklamayla yani herkes, bütün insanlar, o anda hiç kimsenin kimseye sorma ihtiyacında olmayacağı bir beyanda bulunması gerekirdi ki, işte yüce Allah, Kur'anda Bakara 187. âyetinde aynen bunu yapmıştır. Hiçbir bilimsel açıklamaya ihtiyaç duyulmayan bu âyet cümlesi, "gecenin karanlığı gidip, gündüzün aydınlığının gelmesi olarak" sadece pencerenin açılıp bakılması ile görülebilen bir gerçeği hâlâ Diyanet anlamıyorsa, bu açık âyeti kabul etmiyorsa, bu İlâhi vahyi anlamak istemiyorsa, bile bile hakkı inkar ediyor demektir.) 188-) Mallarınızı aranızda batılla (haksız olarak) yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hüküm koyuculara (dinde Allah'ın ortağıymış gibi hüküm koyan din adamlarına) vermeyin. 189-) Sana hilal şeklinde yeni doğan ayı 🌙 soruyorlar. Deki: O, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir. Erdemli olmak (birr) evlere arkalarından girmeniz değildir. Lakin erdemli (sorumluluk bilincine sahip olan) takvalı kimsedir. Evlere kapılarından gelin ve Allah'tan korkun umulur ki felaha (kurtuluşa) eresiniz.190-) Size karşı savaşanlara siz Allah yolunda savaşın (fi sebililléhi) sakın aşırıya gitmeyin. Çünkü Allah aşırıya gidenleri sevmez. ("savaşta aşırıya gitmek, "savaş kurallarını ihlal edip sivilleri öldurmek, hayvanları telef etmek, mal ve mülkü talan etmek, doğal dengeyi bozmak, katliam yapmak, yakıp yıkmak, anlaşmaları çiğnemek" gibi anlamlara gelmektedir.Ayrıca Müslümanın tek savaş gerekçesi zülme karşı Allah yolunda savaşmaktır. Toprak ele geçirmek ve ganimet için savaşmak Müslümana yakışmaz)
22 Ekim 2021 Cuma
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(36.YAZI) 179-) Ey sağduyu sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (sorumluluk bilincine sahip olarak) kendinizi korursunuz. (Âyet, aklı başında, sağduyu sahibi, düşünen, öncü ve olgun akla sahip olan kimselere çağrıda bulunmasının sebebi şudur.Akıl sahibi, hayatın değerini, hayatı korumanın önemini, kamu yararının neye dayandığını ve hangi vasıtalarla bu sonuca vardığını bilir. Bu süreç iki aşamadan ibarettir.Biri, kısas ki gerçek adalettir, değeri de affetmektir.O da erdemdir. Sanki yüce Allah şöyle buyuruyor.Şüphesiz sağduyu sahibi, bu hükmün sırrını, kapsadığı hikmet ve yararları bilir. Öyleyse ilâhi hükümlerin inceliklerini ve bu hükümlerde insanlar için bulunan faydaları anlama konusunda her mükellefin aklını kullanması gerekir. Bu bakımdan âyet, kısasın faydasını inkar eden kimselerin akılsız, acımasız, kalpsiz ve merhametsiz olduklarını bildirmektedir.Yüce Allah'ın "Umulur ki kendinizi korursunuz..." cümlesi, kısasın yasallaştırılmasının gerekli olduğunu ortaya koyuyor.Cümlenin takdiri şöyledir."Kısasta sizin için hayat olduğu için bizde onu size yazdık, yasalaştırdık, gerekli kıldık" 180-) Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakmışsa, anaya, babaya, yakınlara maruf ile vasiyet etmesi Allah'tan muttakiler için bir hak olarak yazıldı.181-) Her kim bunu işittikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı onu değiştirenin üzerindedir. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.182-) Her kim, vasiyet edenin hataya yahut günaha meyletmesinden korkarsa (ilgililerin) aralarını bulmasında kendisine herhangi bir günah yoktur. Şüphesiz Allah Ğafur ve Rahim olandır. 183-) Ey iman edenler! Siyam (oruç) sizden öncekilere yazıldığı gibi size de (farz olarak) yazıldı.Umulur ki kendinizi korursunuz. 184-) Sayılı günlerde olmak üzere, sizden her kim hasta yahut yolculukta olursa, diğer günlerde tutar. (kazaya kalan oruçları tutmaya) gücü yettiği halde (tutmak istemeyen) için bir miskini doyuracak fidye gerekir.Bununla beraber kim (fidyeden daha fazla) hayır yaparsa, bu kendisi için daha hayırlıdır. Ama eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayrlıdır. (Fidye, bir miskin'i doyuracak kadar maddi bir karşılıktır. Âyette geçen fidye, hastalığından veya seferde olan kişinin kazaya kalan oruçları tutmaya gücü yettiği halde, tutmak istemeyen kişinin verdiği maddi bir bedeldir.Yani müzmin ve kalıcı hastalığı olanın verdiği bir şey değildir. Çünkü kronik hastalığa sahip olanın oruç tutma sorumluluğu olmadığı gibi, bedel vermek zorunda da değildir. Kur'an'a göre ibadetlerde hastaya zorluk ve sorumluluk yoktur. (Nur-61; Fetih-17; Tevbe-91)Gerçekten de Ramazan ayından sonraya kazaya kalan oruçları tutmak bazı insanlara ağır gelir. İşte bunun için yüce Allah kazaya kalan oruçları tutmaya insanları zorlamamış, isteyenin bunların yerine miskine fidye vermesini hükme bağlamıştır. Ancak her insan maddi durumuna göre vermeli, zengin olanlar bu konuda cömert olmalıdır. Yani fidye fakir ve zengin için bir değildir, onu bir standarta bağlamak doğru değildir. Kur'an'a baktığımızda "yemek yedirme, fidye, kefaretler ve hakkının verilmesi gereken kimseler" fakir bağlamında değil, miskin bağlamında kullanıldığını görüyoruz. Fidye=miskin: Bakara-184; Nisa-92)Keffaret= miskin: Mâide-95)İt'am= Yemek yedirme= miskin: Bakara-184; Mâide-89; Mucadele-4; Hakka; 34,İnsan-8; Fecr-18; Maun-3; Kalem-24; Muddessir-44)Halbuki fakir, maddi açıdan miskinden daha düşük bir seviyeye sahiptir. Fidye, keffaretler ve yemek yedirmenin miskin bağlamında geçmesinin sebebi, "miskinin belirli, bilinen, tanınan bir yerde ikamet etmesinden" dolayıdır.Yani ona hemen ulaşıp fidye ve keffareti ödeme ve istenildiği anda ona yemek yedirmek mümkündür. Yoksa bu gerçeklerden "fakiri nahrum etme" diye bir anlam çıkarılmaması gerekiyor. Fakir garibandır, yabancıdır, yeri yurdu belli değildir, bir anda ortaya çıkan bir kimliktir. Yani hemen, bir anda onu bulmak ve ona ulaşmak mümkün değildir. Tevbe-60 âyet haricinde fakir ve miskin kavramları hiçbir âyette beraber geçmezler. Miskin, evi ve çalıştığı bir işi olmasına karşılık, kazancı giderini karşılamayan kişidir. (Kehf-79)Yatalak hasta ve engelli olanlar, ağır ve kronik rahatsızlık dolayısıyla evinden dişarıya çıkamayanlar da miskin kategorisine giriyor. İşte bundan dolayı Kur'an fakirden daha çok miskinin üzerinde çok duruyor. Aynı zamanda miskin, komşudur, dosttur, akrabadır.) 185-) Ramazan ayı, insanlar için hidayet edici, hidayeti ve hakkı batıldan ayıranın (Furkan) açık delilleri olarak Kur'an'ın indiği aydır. Öyleyse Ramazan ayına şahit olan onda oruç tutsun. Kim hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah sizin kolaylığınızı ister, sizin için zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size (vahiy'le) hidayeti göstermesine karşılık, Allah'ı büyüklemeniz ve umulur ki şükretmiş ulursunuz. (Şükür, fiil ve salih amellerle yapılan bir ibadet iken, hamd, dil ile yapılan bir ibadettir.)
21 Ekim 2021 Perşembe
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(35.YAZI) 174-) Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer karşılığında değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir ve kiyamet günü Allah kendileriyle konuşmaz, onları arındırmaz, onlar için elim bir azap vardır.175-) Onlar hidayete bedel sapkınlığı, mağfirete bedel de azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar sabırlıdırlar!176-) O azabın sebebi, Allah'ın kitabı hak (bir amaca yönelik) olarak indirmiş olmasıdır. (Mezheb ve Şia'lara ayrılarak) kitapta ihtilafa düşenler uzak bir ayrılığın içine düşmüşlerdir.177-) Erdemli olmak, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Lakin erdemli olanlar, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, nebilere iman eder. Yakınlara, yetimlere, miskinlere, yol çocuklarına, yardım- borç isteyene, boynu büyüklere, (ağır hastalık-borç esareti altında olanlara) sevdiği maldan verir, salat'ı ikâme eder, arınmaya gelir. Ahitleşme yaptıkları zaman ahitlerine (sözlerine) vefalı olur. Sıkıntılı (hastalık) ve darlık zamanlarında ve toplumsal sıkıntılarda (salgın hastalık - yangın-sel-deprem gibi âfetlerde) sabredenler, (dayanışma içinde olanlar) İşte sadık olanlar ve sorumluluk bilincine sahip olan muttakiler bunlardır.(Âyette geçen "sokak çocuklarına, özgürlüğü için mucadele edenlere, borçlu olanlara" yapılacak yardım bireysel olabileceği gibi, kurumsal olarak da yapılması gerekir.Yani fon veya havuz sistemi yada bir vakıf aracılığıyla programlı olarak yürütülücektir. Âyette iki yerde "be's" (sıkıntı-âfet) kelimesi geçmektedir. Biri bireysel darlık ve sıkıntı, ikincisi ise, "hinel-be's" olarak geldiğinden, genel sıkıntı yani salgın hastalık, sel, yangın ve deprem gibi âfetler anlamına gelmektedir) Dolayısıyla yardımların kurumsal olarak yapılması, âfetlerde büyük ve genel bir dayanışma içinde olunması âyetin ruhuna ve gayesine daha uygundur) 178-) Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, abde abd, kadına kadın (öldürülür) Ancak her kim kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından affedilirse, taraflar marufa tâbi olmalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle eda etmelidir. Bunlar Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra her kim haddi aşarsa onun için elim bir azap vardır. (Vahyin katili öldürmeyi gerekli kılması, mazlum için adaleti sağlamak ve yapılan zulmü ortadan kaldırmaya yöneliktir. Fakat son zamanlarda iman edenler arasında kısasa karşı çıkanlar olmuştur. Onlara göre, kısas vahşet ve insandaki intikam duygusundan ileri gelmektedir.Yine şöyle diyorlar, "Amaç, kan döken suçludan intikam almak değil, onu eğitmek daha insancıl bir ahlaka sahip kılmaktır. Kısasa karşı gelenlerin sözlerini incelediğimiz zaman, onların modern metotlara göre öğrenim ve eğitim görmüş, yasalara ve medeni kanunlara göre yönetilen bir topluma ait hükümleri yasallaştırmak istediklerini anlıyoruz.Öyle ki maktulün yakınlarının katilden intikam almalarının veya öldürülene karşılık suçsuz kimselerin kanlarını dökmek kimsenin aklına gelmez. Onların bu değerlendirmeleri öldürenler ile öldürülen kimselerin aileleri arasında düşmanlığın ve kinin olmayacağından emin oldukları, her türlü eğitime ve rehabilitasyon imkanlarına sahip olan toplumlar için geçerli olabilir. Bedevi ya da medeni bütün insanlar için değil.Gerçek bu iken, birçok insanın hatta Müslüman geçinenlerin bile maalesef bu görüşlerle aldandıklarını görüyoruz.Halbuki akıllı ve vicdan sahibi her insan, kısası tamamen terk etmenin suçluları kan dökmeye teşvik edeceğini bilir."Hüre hür, abde abd ve kadına kadın(öldürülür) Yani konulan bu kısas hükmünde, tolerans ya da haksızlık yoktur. Bir hür, başka bir hürü öldürdüğü zaman, "kabilenin ileri gelenleri ve birden fazla kişi değil" öldürdüğü kimseye karşılık kendisi öldürülür.Bir köle birini öldürdüğü zaman, efendisi ve kabilesinden hür olanlardan herhangi biri değil, kendisi öldürülür. Aynı durum kadın için de geçerlidir. Bir kadın birini öldürdüğü zaman, kendisinin yerine fidye olarak başkası değil, kendisi öldürülür. Cahiliye dönemindeki uygulamalar, tamamen bunlardan ayrı ve değişik idi. Öyleyse kısas hükmü; katil kim olursa olsun, kabilesinden herhangi bir kimseye değil, bizzat katilin kendisine uygulanır. Af meselesi, kamuyu ilgilendirmeyen yani şahsi davalarla ilgili bir durumdur. Dolayısıyla terör ve anarşi, soygun gasp ve hırsızlık gibi devlet düzenini ilgilendiren durumlardaki cinayetlerde affetme yetkisi uygulanamaz, kısas uygulanır.Affetme şahsi ve ailevi durumlarda yani tasarlamadan, bir anlık kızgınlık ve öfke, aradaki düşmanlıktan kaynaklanan olaylarla ilgilidir. Ayrıca sivillere karşı işlenen cinayetleri devletin affetme yetkisi yoktur. Bu cinayetleri ancak maktulun velisi affeder. (İsra-33)
20 Ekim 2021 Çarşamba
ŞİA VE EHL'İ SÜNNET DİNİNİN KUTSALLARI:Sünni'lerin uydurma kutsal kaynakları:Buhari (ö-H-256-M, 869)Müslim (ö-H-261-M-875)Tirmizi (ö-H-279-M-892)Ebu Davud (ö-H 275-M-888)İbni Mace ve Nesai hadis kitaplarıdır.Şii'lerin uydurma kutsal kaynakları:Küleyni'nin(H-328 M-939) kâfi'siEbu Cafer İbni Babeveyh el Kummi (H-381-M-991) nin Men lé yahduruhul-FakihÜçüncü ve dördüncü kaynaklar Ebu Cafer et-Tusi(H-460-M-1067) ye aittir.Bunlar, Tehzibul-Ahkam ve el-İstibsar adlı hadis kitaplarıdır.Buhari'nin sünniler arasında sahip olduğu şöhret ne ise Şiiler arasında da aynı değere sahip Küleyni'nin el-Kâfi adlı eseridir.Ehli sünnet dininde dört halife ile Ebu Hüreyre, Enes bin Mâlik, Talha bin Ubeydullah, Muaviye bin Ebi Süfyan gibi sahabeler kutsal olarak görülür.Ehl-i Sünnetin kaynaklarına göre on sahabe Allah Resulü tarafından cennetle müjdelenmiştir. Şia'nın hadis kaynaklarına göre ise Ali dışında kalan dokuz sahabe cehennem ile müjdelenmiştir. Aynı zamanda Sünniler kaynakları itibariyle bütün sahabeleri gökteki yıldızlar gibi masum ve günahsız olarak telakki ederler.Şia ise Gadir Hum'da Hz. Ali'nin imamet ve hilafetine biat ettikten sonra Sakifede Ebu Bekir'i halife olarak seçtikleri için dördü dışında bütün sahabelerin dinden dönüp zalim olduklarını iddia ederler.Şia'nın hadis kaynaklarına göre mürted olmayan dört sahabi şunlardır.Ebu Zer el Gifari, Mikdat bin Esved, Selman-ı Fârisi, Ammar bin Yasir.Şia'ya göre Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz Fatma ve beklenenMehdi (Mehdi-i Muntazır) ile birlikte geri kalan dokuz imam Allah tarafından bütün günahlardan tertemiz kılınmışlardır. Sahih kaynaklarına göre delil şu âyettir.",,,Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"(Ahzab, 33)Şia'ya göre, Kerbela, Kum, Küfe gibi şehirler kutsaldır.Ehli sünnet'e göre Şam, Kudüs gibi şehirler kutsaldır.Şia'ya göre Ali bin Ebi Talib Allah'ın arslan'ıdır.Ehli sünnet'e göre Halid bin Velid Allah'ın Kılıcıdır. Sünni'lere göre Mekke ve Medine, Şia'ya göre ise Küfe ve Kerbela haremeyn'dir. Şia'nın kaynaklarına göre Fatma gelmiş geçmiş bütün kadınlardan daha üstün bir fazilete sahiptir. Ehli Sünnete göre ise bu dereceye Aişe sahiptir. Bu listeyi bir hayli uzatmak mümkündür.Allah'ın, Kur'an'ı Mübin'de neden Yahudi ve Hiristiyanlara çok fazla yer ayırdığını merak eden, Şia ve Ehli Sünnetin kaynaklarına, inançlarına ve ahlaklarına bir baksın. İnsanlık tarihinde Şia ve Ehli sünnet dini kadar birbirine zıt ve birbirlerine düşman başka bir toplum gelmemiştir. İlim adamları için Kur'an'da "Yahudiler" ve "Hristiyanlar" diye yazılır, "Şiiler" ve "Sünniler " olarak okunur. Gerçi on dört asır önce Kur'an Allah tarafından Muhammed (a.s) a yani yeryüzüne nazil olmuştur. Fakat maalesef Kur'an, hâlâ Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin yani âlimlerinin kalplerine inmiş değildir. Şia ve Ehli Sünnet, Allah'ın kitabından ve hidayetinden mahrum olarak, uydurma kutsal kaynakları sebebiyle kıyamete kadar aralarında bir kardeşlik olmayacak ve beyinlerinde barış kurulmayacaktır.
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(34.YAZI) 168-) Ey insanlar! Yerde bulunanların helal ve temiz olanlarından yeyin. Şeytanın adımlarına tâbi olmayın. Zira o sizin için apaçık bir düşmandır.169-) O size ancak kötülüğü, fahşâyı (ahlaksızlığı-cimriliği) ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.(Âyette bulunan "şeytan" paralel dinin ataları yani muhaddis ve müctehidleridir.Çünkü din adamlarından başka hiç kimse insanları Allah hakkında bilmediklerini söylettiremez. Allah Resülünün vefatından sonra özellikle Emevilerle başlayan süreçte din ve iman adına söylenenlerin büyük çoğunluğu yalandır. Şii ve Sünni din adamları binlerce rivayet ile Allah ve Resülüne iftira ettiler.) 170-) Onlara (müşriklere) Allah'ın indirdiğine tâbi olun, denildiğinde onlar, "Hayır! Biz (din) atalarımızı üzerinde karşılaştığımıza tâbi oluruz, dediler. Ya ataları hiç akıllarını kullanmamış (dolayısıyla) hidayeti bulamamış idiyseler?ŞİA VE EHL'İ SÜNNET DİNİNİN KUTSALLARI:Sünni'lerin uydurma kutsal kaynakları:Buhari (ö-H-256-M, 869)Müslim (ö-H-261-M-875)Tirmizi (ö-H-279-M-892)Ebu Davud (ö-H 275-M-888)İbni Mace ve Nesai hadis kitaplarıdır.Şii'lerin uydurma kutsal kaynakları:Küleyni'nin(H-328 M-939) Kâfi'siEbu Cafer İbni Babeveyh el Kummi (H-381-M-991) nin Men lé yahduruhul-FakihÜçüncü ve dördüncü kaynaklar Ebu Cafer et-Tusi(H-460-M-1067) ye aittir.Bunlar, Tehzibul-Ahkam ve el-İstibsar adlı hadis kitaplarıdır.Buhari'nin Sünniler arasında sahip olduğu şöhret ne ise, Şiiler arasında da aynı değere sahip Küleyni'nin el-Kâfi adlı eseridir.Ehli Sünnet dininde dört halife ile Ebu Hüreyre, Enes bin Mâlik, Talha bin Ubeydullah, Muaviye bin Ebi Süfyan gibi sahabeler faziletli olarak görülür.Ehl-i Sünnetin kaynaklarına göre on sahabe Allah Resulü tarafından cennetle müjdelenmiştir. Şia'nın hadis kaynaklarına göre ise Ali dışında kalan dokuz sahabe cehennem ile müjdelenmişlerdir. Sünniler kaynakları itibariyle bütün sahabelerin gökteki yıldızlar gibi masum ve günahsız olduklarına iman ederler. Şia ise Gadir Hum'da Ali'nin imamet ve hilafetine biat ettikten sonra Sakifede Ebu Bekir'i halife olarak seçtikleri için dördü dışında bütün sahabelerin dinden dönüp zalim olduklarını iddia ederler.Şia'nın hadis kaynaklarına göre mürted olmayan dört sahabi şunlardır.Ebu Zer el Gifari, Mikdat bin Esved, Selman-ı Fârisi, Ammar bin Yasir.Şia'ya göre Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma ve beklenenMehdi (Mehdi-i Muntazır) ile birlikte geri kalan dokuz imam Allah tarafından bütün günahlardan tertemiz kılınmışlardır. Sahih kaynaklarına göre delil şu âyettir."...Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"(Ahzab-33)Şia'ya göre, Kerbela, Kum, Küfe gibi şehirler kutsaldır.Ehli Sünnet'e göre Medine, Şam, Kudüs gibi şehirler kutsaldır.Şia'ya göre Ali bin Ebi Talib Allah'ın arslan'ıdır.Ehli Sünnet'e göre Halid bin Velid Allah'ın Kılıcıdır. Sünni'lere göre Mekke ve Medine, Şia'ya göre ise Küfe ve Kerbela haremeyn'dir.(dokunulmazlıkları vardır.) Şia'nın kaynaklarına göre Fatma gelmiş geçmiş bütün kadınlardan daha üstündür. Ehli Sünnete göre ise bu dereceye Aişe sahiptir. Bu listeyi bir hayli uzatmak mümkündür.Allah'ın, Kur'an'ı Mübin'de neden Yahudi ve Hiristiyanlara çok fazla yer ayırdığını merak eden, Şia ve Ehli Sünnetin kaynaklarına, inançlarına ve ahlaklarına bir baksın. İnsanlık tarihinde Şia ve Ehli Sünnet dini kadar birbirine zıt ve birbirlerine düşman başka bir cehalet gelmemiştir. İlim adamları için Kur'an'da "Yahudiler" ve "Hristiyanlar" diye yazılır, "Şiiler" ve "Sünniler " olarak okunur. Gerçi on dört asır önce Kur'an Allah tarafından Muhammed (a.s) a yani yeryüzüne nazil olmuştur. Fakat maalesef Kur'an, hâlâ Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin yani âlimlerinin kalplerine inmiş değildir. Şia ve Ehli Sünnet, Allah'ın kitabından ve hidayetinden mahrum olarak, uydurma kutsal kaynakları sebebiyle kıyamete kadar aralarında bir kardeşlik olmayacak ve beyinlerinde barış kurulmayacaktır.) 171-) Kafirlerin misali, kendisine yapılan davet ve nida'yı haykırıştan başka bir şey olarak duymayan kimse gibidir. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar akıllarını kullanmazlar.172-) Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz ve sağlıklı olanlarıdan yeyin. Eğer gerçekten Allah'a ibadet ediyorsanız, sadece ona şükredin. ("Ey iman edenler!" cümlesi ile başlayan âyetlerin hepsi Medine'de inen sürelerde yer almaktadır. Bunun nedeni Mekke'deki müminlerin imanlarında hiç bir sorun olmadığı içindir.Yani Mekke'de son vahyin başlangıcında İslam dinini kabul eden bir kişi, ölüm dahil, her türlü eziyet ve işkenceyi göz önünde bulundurması gerekiyordu.) Onun için munafıklarla ilgili âyetlerde Mekki değil, Medeni sürelerde yer alırlar. Mekke'de İslam ve küfür, şirk ve tevhid mucadelesi vardı.) 173-) Allah size ancak ölüyü, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeğe mecbur kalırsa, aşırıya gitmeden ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde onun için bir sakınca yoktur.(Âyetin başında bulunan "inneme" edatı, sınırlandırma içindir.Yani bu haram kılınan dört şeyden başka bir şey için "haramdır" demek doğru değildir.(Enam-145)Ayrıca âyette şöyle bir arka planda mevcuttur. Yüzyılda, belki bin yılda bir sefer bile iman edenlerin başına gelmeyecek bir olayın birkaç âyette anlatılması,(Bakara173; Mâide-3; En'am-145; Nahl-115) insanlara iman, güzel ahlak ve sağlıklı yaşam açısından gerekli her şeyin Kur'an'da var olduğu ortaya çıkıyor.)
18 Ekim 2021 Pazartesi
KUR'AN' MÜBİN'İN MEÂLİ(33.YAZI) 161-)(Âyetlerimizi gizleyerek) kafir olarak ölmüş olanlara gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanlığın lâneti onların üzerindedir.(Lânet, dünyada ve âhirette Allah'ın rahmet ve mağfiretinden uzak kalmaktır..İnsanların lânetine gelince, çevrelerinde olan insanlardan hatta dost ve akrabalarından da hayır veya huzur görememe, sürekli olarak bir bunalım içerisinde olmalarıdır.) 162-) Onlar, sürekli olarak (lânet içerisinde) kalıcıdırlar. Onlardan (lânet) azabı hafifletilmez ve onlara (rahmet nazarıyla) bakılmaz.163-) Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O'ndan başka ilah yoktur. O Rahman'dır, Rahim'dir.164-) Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde akıp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki yeri canlandırdığı suda, yerde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları musahhar kılmasında aklını kullanan bir kavim için âyetler (olağanüstü deliller) vardır.165-) İnsanlardan bazıları Allah'ın dununda( yanında- ötesinde- berisinde) benzer ilâhlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise daha şiddetlidir. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden görebilselerdi. (Allah'a denk ilâhlar edinenler aslında Allah'ın yaratma ve tedbirinde tek olduğunu bilirler. O'na denk tutulan varlıklar, onunla kulları arasında aracı konumundadırlar. Bu aracı ilâh ve evliyalar, "insanları ona yakın kullar olmaları için güya Allah'ın indinde şefaatçi olurlar" Ayrıca O'nun izniyle olağanüstü yetenekler (kerametler) ve güçler sergileyerek onların ihtiyaçlarını giderirler veya Allah bu ihtiyaçları onların hatırı (yüzü suyu hürmetine) giderirler. Onlar bu inanca delil olarak, günahkarların bizzat kendilerinin Allah'a ulaşmaya güçlerinin yetmeyeceğini, bazı işlerin görülmesi için vatandaşlarla amirler arasında bir aracı olduğu gibi, bunlarla Allah arasında da bir aracının bulunması gerektiğini gösteriyorlar.Endâd: Kendisinden, ancak Allah'tan istenmesi gereken şeylerin istendiği din adamlarıdır.Kıraat Farklılığı: "velev yarallezine zalamu" "zâlimler azabı gördükleri zaman" cümlesinde bulunun "velev yara" kelimesini, Kıraat âlimleri İbni Âmir Nafi ve Yakub "velev terallezine" (ey Nebi) "o zalimleri bir görseydin" olarak okumuşlardır. 166-) İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine tâbi olunanlar, tâbi olanlardan teberri ederler (uzaklaşırlar) ve (o anda her iki taraf da yani tâbi olunanlarla tâbi olanlar) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bütün bağlar kopup parçalanmıştır.167-) Tâbi olanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha (dünyaya dönmemiz) mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden teberri ettikleri (uzaklaştıkları) gibi bizde onlardan teberri etseydik (uzaklaşsaydık!) Böylece Allah onlara, amellerini, hasret kaynağı (iç yarası) olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar. "HULUL İNANCI" Dinin şemsiyesine sığınarak bir "evliya ve ilâhlar dinî" kurup kutsala hürmet adı altında açık şirke giddilmesi, Kur'an'ın dikkat çektiği en büyük ve en önemli tehlikedir. Kur'an bize gösterdi ki, şirkin failleri her zaman din adamları olmuştur. Kur'an, yüzlerce âyette doğrudan ve açık olarak bu din adamlarından yakınmaktadır.Kur'an haber vermektedir ki, elçilerin tevhid mirası, evliya ve ilâhlara tapınma şirkiyle içinden çürütülmüş ve faturası Allah'a kesilen din, her zaman ve zeminde şeytan ve zulme hizmet eden bir yıkım kurumuna dönüşmüştür. İşte, İslam dünyasının asırlardan beri husrandan husrana ve akıl almaz katliamlara sürüklenmesinin gerçek sebebi burada yatıyor.Şirk, hulul inancı ve batınilik tevhid dininin yozlaştırıldığı anda ortaya çıkan dinin adıdır. Tevhid dininde, yani ilahi dinin herhangi bir ilkesinde vücut bulan bir yozlaşma o dini tartışmasız biçimde şirke bulaştırır. Yozlaşan tevhid dininin yeni kimliği kesinlikle şirk olacaktır. Elçilerden sonra her zaman dinin akibeti bu olmuştur. Olmasaydı ardarda elçiler gönderilmezdi. Bundan dolayı insanların din adına Kur'an'dan başka gidecek bir yeri, başvuracak sağlam bir kaynağı yoktur. Kur'an'dan nasip yoksa varılacak sonuç ya şirk veya tümden Allah'ın inkar edilmesi olacaktır. Şu mesele gerçekten çok önemlidir. Şirk Kur'an'ın gösterdiği şekliyle tanınmadıkça İslam'ı ve tevhidi Kur'anın gösterdigi şekliyle anlamak mümkün olmaz. Müslüman dünya gerçekten Kur'an'ın ortaya koyduğu şekliyle şirki tanımıyor. Tanıma yönündeki tüm gayretleri bilinçli ve şuurlu fasit bir iradeyle sonuçsuz bırakılıyor. Çünkü şirk ve hulul inancının mahiyeti halk tarafından anlaşıldıkça Müslüman dünyaya İslam adı altında yaşatılan dinin gerçek İslam olmadığı ortaya çıkacaktır. Böyle bir hakikat dünyadaki bütün çıkar dengelerini sarsacaktır. Kelime-i tevhid formülü, hiçbir ilah yok sadece Allah var, şeklinde tezahür eder. Dikkat edilirse formülde öncelikle sahte ilahlar yok ediliyor, onun ardından hak ilah olan alemlerin rabbi öne çıkarılıyor. Yani "olması gereken" gösterilmeden önce" olmaması gereken" tanıtılıyor. Bu o kadar önemli ki, şirk olmadığı zaman tevhid'in hâkimiyetinden söz edilebilir. Yani hem İman hem de şirkin bir insanda bulunma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Bundan ötürü yüce Allah Şöyle buyurur."İmana ulaşan ve imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya. İşte onlar emniyette ve hidayette olanlardır"( Enam- 82)Kur'anda bir çok ayette zulüm şirk anlamında kullanılmıştır. Yoksa insan bilerek veya bilmeyerek cahillikle, ailesine, akrabasına, çevresine, tabiata haksızlık ve zulüm edebilir. Kelime-i tevhidle formüllendirilen zıtlıkla kutuplardan herhangi birini gereğince tanımadığımızda ötekini gereğince tanımamız mümkün değildir. Bu da insanı, o kutupla ilgili tüm tespit, inanç ve eylemlerinde yanlış yapmaya mahkum eder. İslam dünyasının tevhid akidesine gerektiği gibi değer vermemesinin sebebi şirkin gerçek mahiyetini, tahrip gücünü ve yıkım özelliğini bilmediğindendir. Tevhide değer verilmeyince İslam dininin güzellikleri insanın hayatına yansımıyor.Dolayısıyla İslam'dan beklenen bereket, barış, nimet, huzur, mutluluk, merhamet uzaklarda kalır. Dünyayı şirke ve hululiyyet inancına yani kula kulluğa karşı uyaran, akli ve ilmi verilerle donatan tek kaynak Allah'ın kelâmı Kur'an'dır. Fakat maalesef Kur'an'ın iman eden çocuklarının sirki anlayamaz hale getirilmeleri insanlığın maruz kaldığı en büyük talihsizlik olmuştur. İslam dünyası şirkin ve huliliyyet inancının pençesinde can çekişmektedir. Yüzyıllardan beri belini doğrultamamasının sebebi budur. Yoksa yüce Allah hiçbir toplumu ufak tefek eksiklikleri yüzünden perişan etmez.Perişanlık ve hüsran sadece şirkin sonucudur. Sirk insanın emek ve üretimini yok eden en büyük beladır. İslamı anlamak için Kur'an'ı dikkatli okumak ve elçiler tarihini iyi incelemek gerekir. Kur'an hakkıyla tilâvet edilirse( Bakara- 121) görülür ki, elçilerin mücadelesi dinsizliğe karşı değil, sahte din ve ilahlara karşı olmuştur.Bir kere elçilerin ve Kur'an'ın en büyük düşmanı şirktir ve şirk, dinsizlik değil, tarihin en yaman en zorlu ve en inatçı dinidir.
17 Ekim 2021 Pazar
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (75.YAZI) "Ali hocam!Zurnanın zırt dediği yere gelmişsiniz.Tebrik eder ve uğrayayacağınız onca eleştiri ve ithama şimdiden hazırlıklı olmanızı dilerim.Umarım Rüştü bey de sizinle aynı düşünceleri paylaşıyordur" (Şevket Karaköse- "Salat Kavramı" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------"Osman Çoban! Ankebut 45. âyeti iyi anlamak lazım. "Salat" kavramı özden yoksun, sadece belirli hareketleri ortaya koyma değildir. Nebi(a.s) bizim bu gün kıldığımız namazı mescidde kılmıştır. Sadece farzları ile. Cuma namazının önce hutbesini sonra iki rekat farzını kılmıştır. Fakat dayanışmaya, yardımlaşmaya büyük önem vermiştir. Bu gün cuma namazında binlerce kişi toplandı ve namaz kıldı. Birbirlerinden habersiz olarak camiden dağılıp gittiler. Salat bu değil..."(Mehmet Baştürk- "Salat Kavramı" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Sevgili Ali hocam!Olay basit, ama uygulama çok zor. Müslümana diyeceğiz ki, işte Nebi (a.s) karşında, sana senin anlayacağın dil ve şekilde hitap/tebliğ ediyor. İlk defa sana sesleniyor ve ne mutlu sana ki kaynağı vahiy/Kur'an'dan öğrenip müslüman oluyorsun. Çevrene bakma öyle, yardım alabileceğin/edebilecek kimse yok.Ön koşulsuz, şartsız, art niyet olmaksızın şu KUR'AN'I ANLAYARAK oku..." Selamlar, saygılar.Çok mu zor !?(Fuat Ceylan Ceylan- "Yalnız Yaşayanlardan Değil Ölülerden De Çekeceğimiz Var" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Çok muhteşem bir yazı!Ömrümün cidarına oturdu. Memnuniyetimi anlatamam Ali hocam! Allah Razı olsun, ilmini âmali ömrünü aydınlatsın inşaAllah. (Mücahit Güleç- "Yalnız Yaşayanlardan Değil, Ölülerden De Çekeceğimiz Var" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Sihir gerçek değildir, bir illüzyondur, göz boyamadır.Hiç kimse sihir yapamaz, hiç kimse sihri bozamaz, sihirbazlar ne kadar sahtekarsa, sihri bozduğunu iddia edenler de en az sihir yapanlar kadar sahtekardırlar.Olmayan bir şeyin neyini bozuyorsun. Sihir yapanlara bir tek soru sordun mu, sihir hemen bozulur.Bu soruyu ben düşünerek buldum" (Bedrettin Köprücü- "Kur'an'ı Mübin'in Meâli" adlı yazıya yaptığı yorum) -------------------------------------------------------"Yine muhteşem açıklamalar...Ya Rabb..!!Ali Aydın kardeşime doğru yolunda sebat ve selamet nasip eyle, ilmini artır ve onu doğru bir meal yazmayı nasip eyle, ömrünü bereketli kıl, son nefesimizde hepimize kamil bir ruh ve haskul imanı nasip eyle..." (Murat Karadağ- "Kur'an'ı Mübin'in Meâli" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Gerçekten düşününce aslında İsveçlinin küfrü ve hakareti uydurulmuş din algısıyla ilgili bir durumdur.Oysa bu dinin mensupları Allah Resülüne düşüncesizce en büyük hakaret ve zulmü yapar ve kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar" (Ali Uykur "Sizden Olmayınca Hakaret Etmek Kolay Oluyor" adlı yazıya yaptığı yorum) --------------------------------------------------"Hocam!Meal çalışmanızı okudukça ne kadar yerinde bir karar olduğunu anlıyor ve çok istifade ediyorum.Ozellikle kavramlara verilen yanlış manalar Kur'an'ın anlaşılmasını önemli ölçüde etkiliyor.Bütün bölümleri sabırsızlıkla bekliyorum .Allah yardımcınız olsun inşallah" (Mahmut Pınar İkizek "Kur'an'ı Mübin'in Meâli" adlı yazıya yaptığı yorum) ------------------------------------------------------------"Bugün bir tarikata veya cemaate tabi olan veya hurafe rivayetlere itibar ve itikat etmiş kişilerin fetö hurafecisini gerçek olarak asla tenkit ettiklerini göremezsiniz. Zira onlar taklidi bir imana sahip oldukları için fetö'ye kainat imamı sıfatıyla iltifat ediyorlardı. Hatta diyanette bile bir çok görevli inançlarını Kur'an'ın süzgecinden geçirip fetö'ye eleştirel bakacak durumda değillerdir.(Mevlüt Özcan "Risâle'i Nur'da Bulunan Şirk, Hurafe ve Yalanlar" adlı yazıya yaptığı yorum) -----------------------------------------------------"Allah razı olsun hocam!Yıllardır anlatmaya çalıştığım en önemli kavram ve konulardan biri de salat idi.Salat, infak, salihat sanki bir zincirin üç halkası gibi bir birine içten bağlı kavramlar olarak görüyorum saygı değer Hocam! Allah sizden razı olsun, Allah’ın rahmeti, bereketi üzerinize olsun İnşaAllah" (Saim Tohumoglu "Salat Kavramı" adlı yazıya yaptığı yorum) -----------------------------------------------Çok değerli Ali hocam! Her öğrendiğimiz kavramlar kulaklardan dolma. Bu değerli bilgileri paylaştığınız için memnun oluyor, şahsım adına teşekkür ediyorum. (Mücahit Güleç "Ümmet ile Millet Arasında Bulunan Farklar" adlı yazıya yaptığı yorum) ----------------------------------------------------"Diyanet emevi ehli sünnet, şia, tarikat vs. ne müslümana nede insana yalan ve güzyaşından başka verecekleri bir şeyleri yoktur.Bunu tarih bizlere acı bir şekilde güsterdi.Malesef Müslüman coğrafya kan ağlıyor.Uydurulmuş paralel dine bağlı toplumlar yörüngeden çıkmış bir gezegen misali, peşlerine takılan takılmıyan herkesle beraber heran patlamaya hazır bir bomba gibi.Daha da sapmaya devam ediyor.Bunu tehlikeli gidişi ancak samimi, sorumluluk bilincine sahip olan müslümanlar durdurabilir diye düşünüyorum.Yüce Rabbimiz Kur'an rehberliğinde yürüyen kullarına yardım etsin inşallah amin" (Ali Uykur "Diyanet" adlı yazıya yaptığı yorum)
GÜZEL AHLAK VE NEZAKET GİBİSİ YOKTUR. 1-) Pikniğe gittiğinizde ormanlık alanda asla ateş yakmayın, piknik yerinde yakılan ateşin söndüğünden emin olun, piknik alanında çöp bırakmayın, arabanın penceresinden dışarıya sigara izmariti atmayın. 2-) Komşunuzun bahçe ve balkonuna hiçbir şey atmayın, Allah'ın cezalandırmasından korkun. 3-) Misafirlerinizi araçlarına kadar uğurlayın, ufak çocuğunuz olsa dahi jest yaparak aracın kapısını ona siz açın. 4-) Arkanızda bulunan araçların geçişleri için kolaylık sağlayın, sizi ikaz etmelerine fırsat vermeyin, yol dar ise kenara çekilerek yol verin, güzel ahlak gibisi yoktur. 5-) Bir kişiyi telefonla üç defadan fazla çaldırmayın. Çağrınızı anında yanıtlamazsa, ilgilenmesi gereken önemli işlerinin olduğunu farz edin. 6-) Borcunuzun vâdesi dolduğunda size borç veren arkadaş hatırlatmadan önce mutlaka iade edin. Bu hareket sizin dürüstlüğünüzü ve karakterinizi gösterir. Aynı şey para haricindeki diğer şeyler için de geçerlidir.7-) Hangisinin hayırlı olduğunu bilmediğiniz için kız ile erkek çocukların arasında maddi-manevi asla ayırım yapmayın. 8-) Karşınızdaki insanın dinini, fikrini ve kültürünü bilmeden genelleme yaparak rastgele konuşmayın. 9-) Erkek, kadın, yaşlı genç fark etmez misafirleriniz için arabanın veya evin kapısını siz açın, toplum içinde birine iyi davranmak insanı küçültmez.10-) İsterse zengin olsun bir arkadaşınız size bir ikramda bulunduysa, durumunuz el veriyorsa bir dahaki sefere siz ikramda bulunun. 11-) Mirasınızı erkek çocuklarının üzerine tapulayarak kız çocuklarını mahrum etmek büyük bir zulüm ve son derece çirkin bir harekettir, sakın böyle bir şeye tevessül etmeyin. 12-) İnsanların konuşmasını asla bölmeyin. Konuşmalarına izin verin, yanlış olanları güzel bir üslupla dile getirin. İnsanların hakkı kabul etmeleri, onu duymaları kadar değerli değildir.Yani önemli olan hakkı duymalarıdır. 13-) Özellikle toplu taşıma araçlarında konuşurken sesinizi fazla yükselterek insanları rahatsız etmeyin. 14-) Size yapılan iyiliği dile getirmenin hiçbir sakıncası yoktur.İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a da şükretmez. 15-) Dost ve arkadaşlarla karşılaşıldığında "seni çok iyi gördüm" demek, gönüllerini kazanmanızı sağlayacaktır. Kötümser olmanın hiçbir mantığı yoktur. 16-) Kendi çocuklarınız dahi olsa hiç kimsenin özel eşyasını karıştırmayın, özellikle cep telefonlarını, empati yapın. 17-) Irkçılık hastalığına yakalananlara asla yüz vermeyin, insanın kendisini cehennem azabından kurtarmasından daha büyük bir sorunu yoktur. 18-) Konuşmalarınızda son derece nezaket sahibi olun, doğru olan "çöpçü" değil, "temizlik görevlisi" demenizdir. 19-) Kendi çocuğunuz da olsa basit bir şey istediğiniz zaman "sana zahmet" demenizin hiçbir zararı yoktur.20-) Ticaret dahil bütün insani ilişkilerde karşı tarafı daha fazla düşünün, Allah'ın ihsan ve nimetinin her şeyden daha engin olduğuna iman edin. 21-) Mabedlere değil, insanlara yardım edin. Bir fakirin bir damla gözyaşının kâbe dahil bütün mabedlerden daha değerli olduğunu hiç bir zaman unutmayın. 22-) İnsanların ne kadar maaş aldıkları, gelirlerinin ne kadar olduğu sizi ilgilendirmez. 23-) Maddi durumu yerinde olanlarla durumu düşük olanlar arasında saygıda ayırım yapmak çok çirkin bir ahlaktır. 24-) Daima islah edici olmak Allah Resüllerinin mesleğidir. 25-) Özellikle kapalı mekanlarda ve toplu taşıma araçlarında cep telefonu ile konuşurken, başkalarının rahatsız olmamasına dikkat edin.26-) Her zaman ve her yerde hakkınızdan vazgeçerek başkalarını kendinize tercih edin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. 27-) İhtiyaç sahibi olduklarından dolayı değil, alışkanlık ve meslek edindiklerinden dolayı çocuklu dilencilere bir şey vermeyin. Yaz kış, sıcak soğuk demeden zavallı çocukları hem istismar ediyor, hemde zulmediyorlar Onlara bir şey vermek Kur'an'a aykırıdır. (Bakara-273)İnfak yapmada akraba, komşu ve tanıdıklarınız içinde çocuk sahibi olanları tercih edin. 28-) Toplu taşıma araçlarında yaşlı ve özürlü olanlara anında yer verin, hiçbir zaman zarar etmezsiniz. 29-) Dağ başında da olsanız elinizdeki çöpü yere atmayın, doğanın çöpünüze ihtiyacı yoktur. 30-) Cimri olmayalım, çünkü göklerin ve yerin mirası Allah'ın'dır. Biz ölüp gittikten sonra malın kime kalacağı önemli değildir. 31-) Göçmenlere kin beslemeyin hiç kimse vatanını keyfinden bırakacak değildir. İnsanların daha özgür yaşama hakları vardır. Aynı zamanda bu Allah'ın emridir. Yeryüzü hiç kimsenin malı-mülkü değildir. Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ın'dır. İnsanların ülkenize gelmesi, korkulacak bir olay değil, onur duyulacak bir olaydır. Çünkü insanlar özgürlük ve güvene doğru giderler. 32-) Ahlakınız güzel değilse, ibadet etmenize gerek yoktur, çünkü ahlakı güzel olmayanın ibadeti yoktur. 33-) Çocuklarınız evde mutlaka misafir görsünler, yoksa bu değerli ahlak zamanla kaybolacaktır. 34-) Çocuklarınızın yanında dostlarınıza ikramda bulunun ki, onlarda bu güzel ahlaka sahip olsunlar. 35-) Çay ocağında, özellikle restoran veya lokantada içtiğiniz çay için kötü ve pis kelimelerini kullanmayınız, sizin bu kelimeleri kullanmanız hiç bir şeyi değiştirmeyecektir. 36-)(Keşke bırakbilseniz) sigara içtiğinizde hiç kimsenin dumanınızdan rahatsız olmadığına dikkat edin. En doğrusu temiz havada yani hiç kimsenin rahatsız olmayacağı bir ortamda için. 37-) Ağız kokusu sarımsak kokusundan çok daha rahatsız edici bir özelliğe sahiptir. 38-) Nerede olursa olsun elinde ağır yük taşıyan kadın ve ihtiyarlara yardım edin. Çok büyük bir zevk ve makbul dua alacaksınız. 38-) Söz verdiğinizde mutlaka sözünüze sadık kalın, söze sadakatsizlik, yüce Allah'ın hoşuna gitmeyen kötü bir ahlak ve büyük bir sorumluluktur. (İsra-34)Yukarıdaki özellikten dolayı yüce Allah, İsmail (a.s) ı Kur'an'da övmüştür. (Meryem-54)39-) Yediğiniz ve içtiğiniz maddenin arta kalanlarını yere atmayın, medeni ve temiz olan zarar etmez. Hatta dinlendiğiniz yerde başkasından kalan maddeleri toplamaktan büyük bir haz alacaksınız. 40-) Ortalık aydınlık olsa dahi banyo ve lavabo gibi yerlere girdiğiniz zaman ışığı yakın, ev halkı için ani korku ve paniklemeyi engellemiş olursunuz. 41-) Bir kaç günlüğüne evden ayrıldığınızda, bir iki odanın ışığını açık bırakın, hırsızları uzaklaştırmaya yarayacaktır. 42-) Evinizde para, antika ve değerli ziynet eşyası bulunduğuna dair yabancı kimseye hiç bir şey söylemeyin. 43-) Değerli bir şey gizlediğinizde ev halkından bir iki kişinin nerede olduğundan haberi olsun. 44-) Cimrilik, dünya hayatında fakir yaşama, âhirette zengin olarak hesap vermektir. Hiç bir zaman bunu unutmayın. Malınızın hepsini çocuklarınıza miras olarak bırakmayın, ilk önce kendinizi cehennem azabından koruyun. (Bakara-254)Bir insan cimrilikten dolayı cehenneme girdikten sonra, malının çocuklarına veya bir vakfa ya da düşmanlarına kalması arasında hiç bir fark yoktur. 45-) Günlük hayatta, özellikle trafikte hakkınızdan vazgeçin, büyük olayların çıkmasına engel olacaksınız. 46-) Çocuklarınıza ve hanımınıza sakın sert davranmayın, özellikle insanların içinde onlara bağırıp çağırmayın, son derece sabırlı olun. Asla pişman olmazsınız.47-) Banyodan çıkarken mutlaka paspas yapın, başkasının kaymasını engellemiş olursunuz. 48-) Arkadaşlarınızın ayıp ve kusurlarını yüzlerine karşı söyleyin, bir kişi arkadaşının yüzünde ve elbisesinde bulunan bir lekeyi söylemesinden üzüntü değil, minnet duymalıdır. 49-) Halka açık lavoboları kendisinden sonraki insanlar için temiz bırakandan yüce Allah razı olsun. 50-) Arkadaşı beş dakika bekletmektense, siz onu on dakika bekleyin, gönlünüz rahat olsun, vicdanınız huzur dolsun. 51-) Banyodan çıkmadan önce mutlaka paspas yaparak zemini kurutun, lavabo ve banyo çıkışında terlikleri dik bırakın. 52-) Çamaşırları asmak gibi basit işlerde hayat arkadaşınıza destek olun, onu memnun etmenizden daha önemli bir şey yoktur. 53-) Alışverişlerinizde mutlaka üretici ve köylüleri tercih edin, onlara fazladan gidecek üç beş kuruşu düşünmeyin. Hem üretime destek olursunuz hemde sebze ve meyvelerin temiz, organik ve tazesinden beslenmiş olursunuz. 54-) İlinize ait marketlerden alışveriş yapın, hem paranın ilde kalmasına katkıda bulunmuş hemde dayanışmaya sebep olursunuz. Aynı zamanda ilinizin kalkınması ve işsizliğin azalmasında önemli bir yararı olacaktır. 55-) Yabancı bir yerde adres soracağınız zaman, güvenlik açısından yayalara değil, esnaflara sormak daha iyidir. Çevreyi tanıma yönünden esnaflar adresin tarifini daha yaparlar. 56-) Akşam yemeğini erken yemenin önemli faydaları vardır. Özellikle yemek yendikten üç saat sonra 45 dakika kadar spor veya yürüyüş yapın. 67-) Ev yemeklerine kendinizi alıştırın, sofrada mutfakta sulu yemek bulundurun. Her gün sabah aç karınla bir iki diş sarımsağı dilimlere ayırarak yutmayı alışkanlık haline getirin. 68-) Saatinizi yumuşak bir zeminin üzerinde takın. 69-) Size yol verenlere karşı elinizi kalbinizin üzerine koyarak hafif bir eğilmeyle memnüniyetinizi açık olarak gösterin. (Saygılar sunuyorum, Allah sizden razı olsun)
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(32.YAZI) 151-) Nitekim kendinizden size âyetlerimizi tilâvet eden, sizi (vahiy'le şirkten) arındıran, size kitab'ı ve hikmeti öğreten ve bilmediklerinizi öğreten bir Resül gönderdik.(Bir çok kavram gibi, "âyetleri tilâvet etme, tezkiye (arındırma) kitab'ı ve hikmeti öğretme Resül bağlamında geçmektedir.Buda Nebi ve Resül arasında bulunan farklardan birkaçıdır.Çünkü bu kavramlar hiçbir ayette Nebi (a.s) bağlamında kullanılmamıştır.) 152-) Öyle ise siz beni zikredin ki bende sizi zikredeyim. Bana şükredin;sakın bana nankörlük etmeyin.(velé tekfuruni) (Yani tevhid ve İslam nimetimi ihmal ederek veya ilahi mesajın dışında din ve hüküm açısından başka yollara saparak nimetime nankörlük yapmayın. Dolayısıyla dini sadece Allah'a özgü kılarak, Allah'ın size verdiği duygu, akıl ve servet nimetlerini meşru olmayan yollarda israf ederek yaratıldığınız amacın dışına çıkmayın) (Şükür, dil ile yapılan bir şey değil, fiillerle ilgilidir. Şükür bir çok âyette tevhid yani İslam yani şirk koşmama anlamında kullanılmıştır. (Zümer-65,66; Yunus-22)153-) Ey iman edenler! Sabır ve salat ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. 154-) Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lakin siz bunun şuurunda değilsiniz.(Yani onlar sizin yaşadığınız hayattan başka bir hayatın içindedirler, fakat siz onların yaşadığının farkında değilsiniz)155-) Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık, mallardan, nefislerden ve ürünlerden biraz azaltma ile sınarız. Sabredenleri müjdele.156-) O sabredenler, kendine bir musibet isabet ettiğinde biz Allah'a aidiz ve biz ona döneceğiz, derler.157-) İşte Rablerinini salavat ve rahmeti bunların üzerindedir. Hidayette olanlar da bunlardır. (Âyette geçen "salavât" kelimesi, "yüce Allah'ın sabreden müminlere yapmış olduğu "destekler" anlamına gelmektedir.) 158-) Şüphe yok ki, Safa ve Merve Allah'ın koyduğu şeairlerdendir. Kim beyti hac veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir hayır yaparsa şüphesiz ki Allah şükrün karşılığını veren (her şeyi), bilendir. 159-) İndirdiğimiz beyyinâtı ve hidayeti-kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet ederler. (Şirkten sonra en büyük günahın âyetleri gizlemek olduğunu bu âyet apaçık göstermektedir. Hatta belki âyetleri gizlemek şirk belasından daha büyük bir günahtır. Çünkü âyetler gizlendiği zaman insanların şirk ve küfrü anlamaları ve İslam nimetinin ne kadar önemli olduğu anlaşılmayacaktır.Aynı zamanda hidayet'in vahiy'le indirildiğini, hidayet'in vahiy'den bağımsız yani ayrı bir şey olmadığını gösteriyor. Âyetleri gizlemek din adamları ile ilgili bir durumdur. Ümmi insanların böyle kahredici ve lânetlik bir günah işlemeleri mümkün değildir.) 160-) Ancak tevbe edip salih olanlar (durumlarını düzeltenler ve vahyi) beyan edenler başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben Tevvab( tevbeleri kabul eden) ve Rahim olanım. (Allah'ın âyetlerini gizleyen din adamları ile kitaptan habersiz ümmiler bir değildir. Ümmilerin tevbeleri için şart aranmazken, din adamlarının affedilmeleri için bazı şartlar mevcuttur.1-) Allah'ın âyetlerini gizlediklerinden dolayı ilk önce pişman olarak tevbe edecekler.2-) Lânetten kurtulmak için durumlarını düzeltip salih kullar olacaklar.3-) Daha önce yaptıkları şeyin yani âyetleri gizlemenin çok kötü olduğunu insanlara açıklayacaklar ve insanlar onların daha önce anlattıkları dinin yalan ve iftira olduğunu duyacaklar.Ancak bundan sonra yüce Allah'ın af ve mağfiretine nail olacaklardır.)
16 Ekim 2021 Cumartesi
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(31.YAZI) 144-) Biz senin yüzünün göre doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz. Razı olacağın bir kıbleye seni çevireceğiz. Artık yüzüne Mescid-i Haram tarafına çevir. Sizde nerede olursanız olun yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, kitap verilenler, onun Rablerinden gelen bir hak olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta oldukları amellerden gâfil değildir.145-) Ve andolsun ki, sen kitap verilenlere her türlü âyeti getirsen yinede onlar senin kıblene tâbi olmazlar. Sen de onların kıblesine tâbi olacak değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine tâbi olmazlar. Sana gelen ilimden sonra eğer onların hevalarına tâbi olacak olursan, işte o zaman sen (Ey Nebi) zalimlerden olursun.(Kur'an'da Resül ve Nebi sistemine baktığımız zaman tâbi olma ifadesi Resül için değil, Nebi bağlamında kullanıldığını görüyoruz) (Ahzab- 1,2)(Nebi (a.s) aynen müminler gibi sadece vahye tâbi olur. Resül ise Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ eder.( Maide- 60)İşte Nebi ve Resülün arasında bulunan farklardan bir tanesi de budur. Nebi, vahye tâbi olur, Resül, vahyi tebliğ eder. Dolayısıyla zalim olma Resül misyonu ile ilgili bir şey değildir.Çünkü Resül vahye asla ihanet edemez. Resul Allah'a karşı hata etmez. Fakat Nübüvvet özel hayat olduğu için Nebi'nin Allah karşı hataları olmuştur.( Tevbe-113; Tahrim- 1; Enfal-67) Resül'e kayıtsız şartsız itaat varken, Nebiye kayıtsız şartsız itaat emredilmemiştir) 146-) Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (son vahyin muhatabı olan Nebi(a.s) ı öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir fırka bile bile hakkı gizlerler.(Allah tarafından gönderilen tüm Nebi ve Resüller inanç, fıtrat, güzel ahlak ve karakter olarak birbirine benzediklerinden dolayı Medine'de yaşayan Yahudiler Nebi (a.s) ı tanıyorlardı.Aynı zamanda Resüllere gönderilen vahiy'ler'de bir pınarın kolları gibi olduklarından, kendilerine birçok Nebi, Resul ve vahiy gelen İsrailoğulları, hem Muhammed (a.s) ın Nebi ve Resül olduğunu, hemde Kur'an'ın Allah tarafından gönderildiğini biliyorlardı) 147-) Hak Rabbinden gelendir. O halde sakın tereddüt edenlerden olmayasın! ("Hak Rabbinden gelendir" demek, din olarak "Rabbinden gelmeyen hak olamaz" demektir) 148-) Herkesin yöneldiği bir taraf vardır. Öyleyse sizde hayırlarda müsabaka yapın. Nerede olursanız olun Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir.149-) Her nereden çıkarsan çık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu Rabbinden gelen haktır. Allah yaptıklarınız amellerden gafil değildir. 150-) Her nereden çıkarsan çık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir.Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yöne çevirin ki, aralarında zulmedenler müstesna, insanların aleyhinizde kullanabilecekleri bir hücretleri olmasın. Sakın onlardan korkmayın! Yalnız benden korkun. Böylece size olan nimetimi tamamlayayım da bidayet bulasınız. (Âyette bulunan "hidayet" vahiy'den başka bir şey değildir. Kur'an'a göre en büyük nimet vahiy'dir yani hanif İslam dinidir. Gerisi yalan, küfür ve şirktir)
15 Ekim 2021 Cuma
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(30.YAZI) 140-) Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve esbâtın (torun Nebiler) Yahudi yahut Hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi biliyorsunuz, Yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine bildirilmiş bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim vardır? Allah yaptığınız amellerden gafil değildir.Kıraat farklılığı: (Yahudilere hitâben, âyetin başında bulunan "em tekulûne" (öyle mi söylüyorsunuz?) kelimesi, bazı kıraat âlimleri tarafından "em yekulune" (öyle mi söylüyorlar?) olarak da okunmuştur) 141-) Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız de size aittir. Siz onların yaptığı amellerden sorguya çekilmezsiniz.(Ümmet: Kur'an'a göre, aynı zamanda ve coğrafyada yaşayanlara ümmet denir. Yani bir köyde, bir kasabada, ilçede, şehirde, aynı ülkede hatta bütün dünyada yaşayanlara Kur'an ümmet demiştir.Ümmetin günümüzdeki karşılığı vatandaşlık, kültür ve gelenekte ulusal birlik demektir. Kur'an'ın bazı Nebileri andıktan sonra, "siz onların yaptıkları amellerden sorguya çekilmezsiniz" buyurması, son Nebi olan Muhammed (a.s) ın Nübüvvet makamında, yani Nebi olarak yaptıklarının din ve hüküm olarak hiçbir zaman müminleri bağlamadığını gösteriyor. Dolayısıyla din ve hüküm olarak tebliğ ettiği Kuran'dan başka hiçbir şey insanları ilgilendirmez.İman edenler Kur'an'daki emirlerden sorumludur, Nebi'nin yaptıklarından değil) 142-) İnsanlardan bir takım ahmaklar: Daha önce yöneldiğiniz kıbleden sizi çeviren nedir?" diyecekler.De ki: Doğu da batı da Allah'ındır. O, dileyeni sırat'ı müstekime hidayet eder.(Hidayete ulaşmanın tek yolu vahiy'dir. Vahiy'den bağımsız olarak Yüce Allah hiç kimseyi hidayet ve sapkınlığa sevketmez. Yani hidayet tamamen insanın seçimi ile ilgili bir durumdur.Dolayısıyla yüce Allah'ın adaletinin ve rahmetinin gereği olarak sadece vahiy ile insanlara hidayet'in yollarını gösterir.Kıble: İnanç, fikir, görüş ve ilke olarak üzerinde bulunulan yol, gidilen yön, zihinde var olan hedef ve strateji anlamına gelmektedir) 143-) Böylece sizi vasat (orta) bir ümmet kıldık ki insanların üzerine şahitler olasınız; Resül de sizin üzerinizde şahit olsun. Senin yöneldiğin yeri biz ancak Resül'e tâbi olanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırt etmemiz için kıble yaptık. Bu Allah'ın (vahiy'le) hidayet ettiği kimselerden başkasına büyük gelir. Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı Rauf ve Rahim'dir. (Resül, kendi döneminde yaşayan insanlara şahid olur. Onun vefatından sonra gelen insanlara şahid olması mümkün değildir. Çünkü Resül İsa (a.s) şöyle buyuruyor. "...İçlerinde bulunduğum muddetçe onların üzerine şâhid idim. Beni vefat ettirince artık onların üzerine rakib olan yalnız sen oldun. Sen her şeyin üzerine şâhid olansın..." (Mâide-117)"... Rabbinin her şeyin üzerine şahid olması, yeterli değil mi?" (Fussilet-53)
ZEKÂT'A--ARINMAYA GELIN!Kur'an’da “salât'ı ikâme" ile "âtûz zekâte” deyimi yirmi altı kez beraber geçer. Hiç birisinin konusu dua ve namazla, maldan maddi bir şey vermekle ilgili değildir, ya zihinsel öğrenim ya da dayanışma ile ilgilidir.Aşağıdaki âyetlere bakabilirsiniz. Bakara-43,83,110,177; Nisa-77, 162; Mâide-12, 55; Tevbe - 5, 11; Kehf-71;Meryem-31,55; Enbiya-73; Hac-41,78; Nur-37,56; Neml-3; Lokman-4; Ahzab-33; Mucadele-13; Cin-20; Beyyine-5) Daha çok “salâtı ikame”yle birlikte kullanılan “zekât” kavramı ne yazık ki ilk muhaddis ve mezhep müctehidlerinin tamamen hatalı bir meal vererek aslında "dayanışmayı ayakta tutun, ve arınmaya gelin" olması gereken meâli “Namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin!” meâliyle günümüze kadar intikal etmiştir. Kur'an'ın deyimiyle "Allah'ın vahiy nimetini değiştirip sonunda toplumlarını helak yurduna sürükleyen din adamlarını" haber veriyor. (İbrahim-28)Bir çok konuda olduğu gibi, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının bu konuda da hatalı oldukları konusunda bizi uyaran en önemli etken günümüz namazının zekâtla hiç bir ilgisinin olmadığıdır. Kur'an'da var olan bin yedi yüze yakın kavramın mükemmel bir konumu ve diziliş sistemi mevcuttur. Yani Kur'an'da var olan kavramlar tesadüfi ve rastgele olarak konumlanmış değildir. Yıldızların konumu gibi her birinin önemli bir amacı ve manası bulunmaktadır. Halbuki mezheplerde uygulanan Namaz ve zekatın birbiriyle hiç bir uyumu bulunmamaktadır. Madem ikisi beraber geçiyor, o halde aralarında sıkı ve mantıklı bir bağ olması gerekiyor.Burada “salât'ı ikame”nin “vahyi öğrenme, âile ve toplum psikolojisini destekleme” anlamında olduğunun şuuruna erince, uydurma dinin psikolojik baskısı altında kalmadan “zekât”ın ne olduğunu bilmek zor olmayacaktır.Yani zekat, vahyi öğrenme ve dayanışma ile ilgili, uyumlu bir fiil ve faaliyet olması gerekirdi. Zekâtın manası olarak kelime "ve'tü" gelin, diye okunacağına "ve étü" “verin” olarak okunması gerçek meâli yok etti. Böylece "zekat" her türlü batıl inanç, hurafe ve yalan bilgiden hem zihni hemde malı arındırma anlamına gelirken, ne olduğu belli olmayan bir manaya evrildi. Aslında zekat, insanın zihnini ve malını yani maddi- manevi arınma anlamına gelmektedir. Temizlenme ile arınma arasında şöyle ince bir fark vardır. Temizlenme, vucudu sabunla iyice yıkayıp kaba bir kir bırakmama yani vucudu temizleme anlamına gelirken, arınma ise, banyodan çıkmadan önce her ihtimale karşı vucutta sabun kalıntısı bırakmamak için vucudun üzerine bir kaç tas su dökerek tamamen vucudu arındırma anlamına geliyor. Yani "tezkiye" temizlenmeyi tamamlıyor. Salat ve zekat kavramlarının geçtiği âyetlere şöyle bir meal verilmesi gerekiyor. “salât'ı ikame edin, zekâta (arınmaya) gelin!” Yani "ve étü" "verin" değil, "ve'tü" "gelin" olacaktır. Dolayısıyla “Allah'ın indirdiği vahiy ile âile ve toplum psikolojisini ayakta tutun, inanç, zihin ve mâli yönden kendinizi arındırın. İnfak ve sadakaların hangi mallardan ve kimlere verileceği ile ilgili en ince detaylar bulunmasına rağmen, zekatla ilgili hiçbir detayın olmaması onun arınma anlamına geldiğini göstermektedir. Mesela: İnfak beş sınıf insana yapılması gerekiyor. "Ana-baba, akrabalar, yetimler, miskinler, ve sokak çocukları" (Bakara-215)Sadakalar ise, sekiz sınıfa yapılması gerekiyor. "Fakirler, miskinler, üzerinde çalışanlar, müellef'i kulub, özgürlüğü için mucadele edenler, iflas edenler (borçlu olanlar), Allah yolunda olanlar ve sokak çocukları" İnfak "... gece gündüz..." (Bakara- 274) "... az çok..." (Tevbe- 121) genel olarak yapılan bir hayır iken, sadakalar özel hallerde yani bir anda ortaya çıkan durumlarda yapılması gereken bir hayırdır.( Bakara- 196, 280; Nisa- 4,92; Mâide- 45; Tevbe-58, 103)İnfakı gizli veya açık olarak yapma arasında bir fark olmazken,(Bakara-274) sadakaları ise gizli yapmak daha makbuldur. (Bakara-271)Kur'an, Salâtta olduğu gibi zekâtta da iki yönden toplumun kalkınmasını esas alır."Vahyi anlama, Kur'an ahlakını ikâme ve maddi yardım ile arınma.Zaten bu ikisi gerçekleştiği zaman toplumda şikayet edilen bir çok sorun ortadan kalkacaktır. Bireyi, aileyi ve toplumu Aziz Kur'an gibi hiç bir şey temizleyip arındıramaz. (Bakara- 129)Kur'an ile temizlenme zihinsel olarak her türlü şirk ve küfürden temizlenmedir. Kur'an ile temizlenip arınmayan bir toplumda her türlü manevi hastalıklar zuhur eder. Mesela: Nifak ve iman arasında şaşkın olarak dolaşanların neyle temizleneceklerini Kur'an şu şekilde ortaya koyuyor. “Onların mallarından sadaka al ki, kendilerini temizlersin ve onları arındırırsın, (tutahhiruhüm ve tüzekkihim bihe) birde" ve salli aleyhim" "onlara zihinsel destek ver" âyet devam ediyor, "inne salâteke sekenün lehüm" "senin onlara zihinsel olarak destek vermen ve eğitmen onlar için bir huzur ve sekinet olacaktır" Hem birey hem aile hemde toplum için Kur'an'dan daha önemli bir arınma veya temizlenme aracı bulunmamaktadır.(Cuma-2; Bakara-151; Nur- 21; Fatır-18; Naziat-18,19; Abese-3,4; Âlâ-14,15; Şems-9,10)Aynen Yahudi ve Hristiyan din adamları gibi, Şii ve Sünni din adamları da son vahyi mistik duygusal bir din olarak empoze ettiler. Yüce Allah buyurmadığı halde, sanki Allah'a din öğretircesine “İslâmın şartı beştir, dinin direği namazdır!” diyerek evrensel olan merhamet ve adaletin dinini namazın üzerine bina ederek daraltıp yerelleştirdiler. Oysa vahiy dini, yani Nebi ve Resüllerin dini, yani takva dini, ihlasın dini olan hanif İslam dini, beşeri dinlerden aydınlık ile karanlık, gölge ile hararet ölü ile diri kadar birbirinden farklı idi. Hanif din doğrudan doğruya insanların ve tolumların birbiriyle sosyal, siyasal, ekonomik, eğitim-öğretim ve ahlâki ilişkilerini düzenlemeyi hedef alıyordu.Hidayet ve Nur olan Tevrat'ın inmeye başlamasından son vahye kadar vahyin en büyük amacı ve ana hedefi, insanları kula kul olmaktan kurtarmak, özgür bir hayata kavuşturmak olmuştur. Ama namaz hiç kimseyi özgürlüğüne kavuşturmadı, tam aksine devletlerin kurumlarıyla, tarikat ve cemaat yuvalarıyla hem kula kulluk hemde her türlü yalan ve dolanın aracı haline geldi. Halbuki "salât'ı ikâme" ve "zekât" her türlü temizlenme ve arınmayı gerçekleştirmenin en önemli iki yoluydu. Yüce Allah “...Rahmetimi, takva sahibi olanlara, arınmayı yapanlara ve ayetlerimize iman edenlere yazacağım” (Âraf-156) buyuruyor. “Onlar ki zekâta (zihinsel arınmaya) gelmezler ve onlar ahireti inkâr ederler.” Âyet, âhireti inkâr edenlerden bahsediyor. Yani bu âyette bulunan zekâtı “maddi bir şey vermek" olarak yorumlamak çok hatalıdır. Fakat Kur'an'la zihinsel arınmayı yapmış olsalardı şirk ve küfürden kurtulmuş olacaklardı. Ayetin göstermek istediği gerçek budur. Mücadele 13. âyet: “...Sadaka vermek size ağır geldi, imkanınız olmadı, Allah sizi afetti.O halde artık salât'ı ikame edin, zekât'a (arınmaya) gelin, arının ...” Yine bu ayette geçen "zakat" "maddi olarak birşey vermek" anlamında değil, zihinsel olarak arınmak anlamındadır. Yani "maddi olarak bir şey vermeye gücünüz yoksa, arının, temiz olun, güzel ahlak sahibi olun" anlamına gelmektedir. Dolayısıyla maddi olarak bir şey veremeyen birisinden yani sadaka veremeyenden zekât istenmez, çok açık görülüyor ki, zihinsel bir arınma isteniyor. "(Yahya’ya) Tarafımızdan yumuşak kalplilik ve zekat /arınma verdik. Ve o takva sahibi idi" (Meryem-13)Bu âyette yüce Allah Yahya (a.s) maddi bir şey vermediğine göre ona vahiy vererek arındırdığı anlaşılmaktadır.
14 Ekim 2021 Perşembe
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (29.YAZI) 138-) Allah'ın (tevhid) boyası (varya) Allah'ın (tevhid) boyasından daha güzel boya var mı? Biz ancak ona ibadet ederiz.(deyin) (Yani İbrahim (a.s) dini olarak ifade edilen, yaratılışımızda var olan, Allah'ın onunla Nebi ve Resulleri boyadığı İslam vr ihlas boyası ile boyanın. Şüphesiz bu boyada yapaylığa, muhaddis ve mezhep müctehidlerinin görüşlerine yer yoktur.Bu, yalnız Yüce Allah'ın vasıtasız ortaya koyduğu ve fıtratta var olan İlâhi boyadır.Allah'ın tevhid boyası ümmetin arasını bulup barıştıran, nefisleri her türlü şirkten arındıran, akılları ve gönülleri tertemiz hale getiren orijinal bir boyadır. Halbuki mezheplerin şirk boyası ilahi boyayı bozan, tek inancı değişik fırkalara ve mezheplere ayıran, ümmeti birbirine karşı kin ve düşman yapan bir boyadır. Nasıl ki usta bir ressam tarafından yapılan orijinal, çok değerli antika bir eserin üzerine az miktarda bir boyanın sıçramasıyla değerini kaybettirecekse, veya orijinal antika bir esere acemice bir elin karışmasıyla o eserin kıymetini yok edecese, veya orijinal bir mimari yapının boyanması çirkin bir manzaraya yol açacaksa veya antika orijinal saatin bir parçasının degiştirilmesiyle değerini yitirecekse, hanif dinin orijinal bir parçasının değiştirilmesi de değerini ve önemini yok edecek, büyük zararlara ve felaketlere yol açacaktır.Din Allah tarafından nasıl gelmiş ise boyasına kadar o şekilde yaşanması hayati bir öneme sahiptir.Mezhepler, içtihatlar, firkalar, cemaatlar, tarikatlar Allah'ın tertemiz, saf, sâde, apaçık, rahmet ve hidayet olan dinini bozup hükümsüz bırakmamalıdır. İşte Kur'an'ın, "Allah'ın boyası" dediği şey budur) 139-) De ki: Bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Biz dini ona özel kılarız.(ve nehnu lehu muhlisûn) İHLASŞia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'da manasını değiştirmedikleri kavram bırakmamışlardır. Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri Kur'an'ın bütün kavramlarını dejenere etmişlerdir.Mesela:Kur'an'ın en önemli kavramlarından bir tanesi "ihlas"tır.Bir düşünün!Dinin en önemli kavramlarından biri olan "İhlas" kavramının anlamından habersizdirler. Kur'an'a göre "ihlas" kavramı, dini Allah'a özel kılma, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeme, dini kaynak olarak Kur'an'dan başka bir kitaba iman etmeme, sadece Allah'a dayanma ve güvenme, dini orijinal ve organik yani indiği gibi katışıksız yaşama, dinde Allah'ın hükmünden başka hüküm mercii kabul etmeme iken,Şia ve Ehli sünnet dininde İhlas ise:Amelleri Allah rızası için yapma ve dinde samimi olma olarak ele alınmıştır. Dolayısıyla dinde Allah'ın hükmünden başka hiçbir hüküm kabul etmeme yani itikadı olan "ihlas" kavramını ameli bir kavram olarak ele almışlardır. HAK DİN:"Rahman ve Rahim olan Allah'ın tevhid özgürlüğüne ulaştırmak üzere, vahyin önderliğinde, elçileri vasıtasıyla, akıl sahiplerini kendi iradeleriyle dünya hayatında ve ahirette mutluluğa kavuşturan hükümler" anlamına gelmektedir. Kur'an'da en açık olarak ortaya konan gerçek şudur. Din itikadi ve ameli olarak tamamen Allah'a özel kılınması gerekir. (Ey Nebi! ) Şüphesiz ki kitab-ı sana hak olarak indirdik.O halde sende dini Allah'a özel kılarak kulluk et" (Zümer- 2) "Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır. O'nun berisinde kendilerine bir takım dostlar (evliya-muhaddis-müctehid ) edinenler:Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler.Doğrusu Allah, ihtilâfa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir.Şüphesiz Allah, yalancı kafirleri hidayete erdirmez"(Zümer- 3) "De ki: Bana, dini sadece Allah'a özel kılarak O'na kulluk etmem emrolundu. Bana Müslümanların( muvahhidlerin) ilki olmam emrolundu"( Zümer- 11- 12) "De ki:(şirk koşarak) Rabbime karşı gelirsem, doğrusu azim günün azabından korkarım.De ki: Ben dinimde İhlas ile sadece Allah'a ibadet ederim"(Zümer- 13, 14)( Hakikatin üstünü örten) kafirlerin hoşuna gitmese de Allah için, dini yalnız O'na özel kılarak dua edin"(Mü'min, 14) "De ki: Rabbim tevhidi emretti, her mescidin yanında, tüm benliğinizle sadece O'na yönelin ve dini kendisine özel kılarak yalvarın. İlkin sizi tevhid üzere yarattığı gibi dönmüş olacaksınız"(Araf-29) "O devamlı diri olandır. O'ndan başka ilah yoktur. Bu nedenle dini sadece ona özel kılın ve yalnız ona dua edin. Tüm övgüler yalnız âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur"( Mü'min-65)"İnsanlık tarihindeki bütün kavimlere) dini yalnız Allah'a özel kılarak ibadet etmeleri, salat-ı ikame etmeleri, zekatı vermeleri emredildi. İşte toplumları ayakta tutan dosdoğru din budur.( Beyyine- 5)(De ki: Ben, yalnız sizin gibi bir beşerim ( şu bir gerçektir ki) bana, ilâhınızın sadece bir tek ilah olduğu vahyedilmiştir. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, (o güne imanı varsa) yararlı amel işlesin ve Rabbine ibadette hiç kimseyi şirk koşmasın"(Kehf-110)"Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın.Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler, Allah'ın koruması altına girip dinlerini yalnız Allah'a özel kılanlar (ahlasu dinehüm lilléhi) başkadır.İşte bunlar gerçekten müminlerle beraberdir ve Allah müminlere yakında büyük bir mükafat verecektir"( Nisa- 145,146)"Ey Elçi!) Senden önce hiçbir Resul göndermedik ki ona:"Benden başka hiçbir ilah yoktur, şu halde sadece bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım"( Enbiya- 25) Dolayısıyla bütün bu âyetlerde konu edilen ihlası, Kur'an'daki emir ve yasaklar haricinde dine hiçbir şeyin karıştırılmaması, dinin Allah'tan indirildiği gibi saf ve tertemiz kalması, içinde Allah'ın koymadığı hiçbir inanç ve amelin bulunmaması, Kur'an'ın yanında başka sözlerin otorite olarak alınmamasıdır.Din ve hüküm koyma yetkisi sadece Allah'a aittir. "Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a emrettiğini (Ey Muhammed!) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya, ve İsa'ya emrettiğimizi Allah size de din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu (tevhid dini) müşriklere çok zor gelir..."( Şura- 13) Bu âyetlerde, dinin Yalnız Allah'a ait olduğu, Nebi (Aleyhisselam) ın dine hiçbir şey karıştıramayacağı açık olarak görülmektedir. Dolayısıyla din, Allah tarafından indirildiği orijinal haliyle yaşanmalıdır. Muhaddislerin, mezhep imamlarının, sözde müçtehid âlimlerin, fakihlerin, hahamların, rahiplerin, azizlerin, kardinallerin, mollaların, söz sahibi olmaları, İslam dinine bir şey eklemeleri ve ondan bir şey çıkarmaları söz konusu olamaz. Beşer tarafından bazı şeylerin katıldığı din "saf, hanif, İslam dini" değil, şeytanların ve tağutların şirk dinidir. Onlarca ayette geçen "dinin Allah'a özel, has, halis kılınması" ifadelerinden, insanlık tarihinde her zaman tevhid dininin bozularak yozlaştırıldığını anlıyoruz. Allah Resulü'nden sonra, özellikle Emevi ve Abbasilerle beraber gelen, Şia ve Ehli Sünnet âlimleri tarafından hayata hakim kılınan din, Kur'an'ın saf, organik tevhid dini değildir. Bu konuda bize düşen vazife, her zaman ve her yerde Allah'ın hanif dinini her türlü hurafe ve şirkten arındırmak ve dini Allah tarafından indirildiği gibi sâde ve orijinal yaşamak ve insanlara açık olarak tebliğ etmek olmalıdır. Yani annenin göğsünden yavrunun ağzına akan saf ve hâlis süt misali, "lebenen hâlisen" (Nahl-66) Allah tarafından indirilen vahyin de katışıksız, saf ve tertemiz olarak insanlara ulaştırılması gerekir.
İKÂME ETME” HANGİ ANLAMA GELMEKTEDİR? Şia ve Ehl-i Sünnet muhaddis ve müctehidleri yani din adamları Kur'an'da bulunan bütün kavramları tahrif etmişlerdir. Bunlardan bir tanesi de "ikamis- salâti" (salât'ı ikâme etme) ifadesidir. "İkâme" ifadesi, "k-v-m" kökünden gelmektedir. Âyetlerde ikâme fiilinin anlamını "âyağa kaldırmak, sürekli olarak âyakta tutmak, doğrultmak, düz tutmak, düzeltmek“ anlamına geldiğini herkes bilir. Fakat "salat" namaz yapılınca, "ikâme" de "kılma" yapılmıştır. Kur'an'ın hiçbir ayetinde "salat'ı ikame etmeye" "namaz kılma" diye bir anlam verilemez. Bunlar birbirinden çok farklı uygulamalardır. Birisi Kur'an'ın ortaya koymuş olduğu orijinal uygulama, diğeri Şia ve Ehl-i Sünnet dininin uydurma uygulamalarıdır. Mesela: "Şahitliği ikâme etme" (Talak-2)"Ölçü- tartıyı ikâme etme" (Rahman-9)"Yönünü, benliğini ikame etme" (Âraf-29) "Duvarı ikâme etme" (Kehf-77)"Tevrat ve İncil'i ikâme etme" (Mâide-66)"Allah’ın sınırlarını ikâme etme" (Bakara-229, 230)"Dini ikâme etme" (Tevbe-36; Yusuf-40; Rum-30; Şura-13)Kur'an'a baktığımızda "ikame-ekâme-yukimu) fiilinin, kılmak, yapmak, etmek’’ gibi bir anlamının bulunmadığını görürüz. Peki"ikâme" fiilinin en çok kullanıldığı "salât'ın" esas amacı nedir?İşte âyetler. "Ben seni seçtim. Şimdi vahyedileni dinle. Muhakkak ki ben, Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Bana ibadet et; zikrim (vahiy) için salat'ı ikâme et"(Tâhâ-13,14) Kur'an'a iman etmeyenler, dinde Allah'ı yeterli görmeyenler, yüce Allah'ın yanında, ötesinde, berisinde ilâh ve evliya edinenlerin amelleri ruzgarın şiddetle savurduğu küle benzediğini âyet haber veriyor. (İbrahim-18)Dini Allah'a özel kılmayanın imanı da, ameli de, mabedi, ibadeti de, ahlakı da yoktur. Kuran’ın sesinin kesildiği, tehlikeli görüldüğü, Kur'an müslümanlığının sapkınlık ve en büyük şer olarak görüldüğü din Allah'ın hanif dini değil, şeytanların ve tağutların batıl ve şirk dinidir.Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları "insanlara namaz kıldırmakla" aslında Allah'a değil, kendi dinlerine kulluk ettiriyorlar. Kur'an'da var olan kavramları değiştirerek, rivayetlerle Allah'ın Resülünü Kur'an'dan kopararak en büyük cinayeti işlediler.Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları Allah'a değil, rivayetlerin ilâhlarına iman ediyorlar. Salât ile birlikte geçen “ikâme” kelimesi, âile ve toplum için Kur'an öğrenimini ve sosyal dayanışmayı “ayağa kaldırmak” anlamına gelmektedir. Çünkü toplumu ayağa kaldıracak olan milyon dolarlık mabedler ve ritüel hâle gelmiş anlamsız ibadetler ve israf kurumlar değil, Kur'an'ın inanç ve ahlakı, değişen kavramlarının düzeltilmesi ve ona bağlı olarak gelişecek olan sosyal yardımlaşma ve dayanışma ahlakıdır."İkâme" kelimesi, Kuran’da ibadetler için değil, itikadi ve ahlaki kavramlar için kullanılmaktadır. "Din için, yön ve istikamet için, şehadet yani tevhid için, ölçü tartı yani ahlak için, tevrat, incil yani vahiy yani Kur'an için. Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni mabed ve ibadetleri hiçbir zaman onları ayağa kaldırmamış, sürekli olarak onları süründürmüş ve düşmanlarına ezdirmiştır. Çünkü bunlar gerçek anlamda salat'ı ikâme etmediler. Esas salat'ı ikâme, yüce Allah'ın âyetlerini ümmetin zihnine yeniden nakşetmek, ümmeti Kur'an ile canlandırmak, toplumu onunla temizlemek ve onun ruhuyla ayağa kaldırmaktır. Zaten “ikame” ile ilgili âyetler incelendiğinde bu gerçek net bir şekilde görülecektir. Mesela: Birçok âyette geçen “Salâtı ikame edin ve arının” cümleleri, din öğrenimini ve dayanışmayı ayağa kaldırın, her türlü şirk ve hurafelerden arının" anlamına gelmektedir.Yani âyetlerde geçen "ve étüz zekéte" (zekatı verin) değil, "ve'tüz zekéte" (zekâta gelin, arınmaya gelin" demektir. Halbuki "ve yü'tünez zekéte" (arınmaya gelirler) ibaresini de "ve yütünez zekéte" (zekatı verirler) olarak da okumazlar. Gerçekleri kabul etmede zorlananlara söyleyecek bir sözümüz yoktur. Yüzyıllardan beri gelmiş bir ritüelin psikolojik baskısından bir anda kurtulmak kolay değildir. Fakat Şia ve Ehl-i Sünnet dininde Kur'an'a uygun bir ahlakın bulunmadığı ve Kur'an'daki kavramların büyük çoğunluğunun tahrif edildiğinin bilincinde olmak da önemlidir. Çünkü anlamsız ritüllerden kurtulmanın önünde engel olan psikolojik ve mahalle baskılardan kurtulmaya öncülük edecektir. Bir düşünün, Nebi'ye destek olan bir âyet,(Ahzab-56) nasıl olur da, Muhammed'e salavat çekmek olarak evrilmiştir. Çok ilginçtir Esas “kılmak” anlamına gelen "ceale" kelimesi, "salât" için hiç bir âyette kullanılmamıştır. Çünkü salâtın "namaz kılmakla" hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.Salat'ı ikâme etme; tevhid din ve ahlakını, adalet ve merhametini, insan hak ve özgürlüğünü, toplumun hayatına hakim kılmanın, ümmetin sorunlarına destek için devlet ve sivil toplum kuruluşları eliyle eğitim, öğretim, yardımlaşma ve dayanışma sisteminin kurulması, ayakta tutulması” olarak anlamak mümkündür. "Salâtı ikame etme" ile ilgili âyetlere baktığımızda, bu organizasyonun kıyamete kadar ümmetin ve beşeriyetin ihtiyaçlarına cevap verecek bir program olduğunu görürüz. Kur'an'ın ilim ve hikmeti, ahlak ve fazileti, adalet ve merhameti yani Furkan'ın içinde bulunan kavramlar bağlam ve bütünlüğüne göre çözülmediği sürece ne imanın, ne ibadetin Allah indinde bir değeri yoktur. Her şey gelip Kur'an'ı anlamaya dayanıyor. Kur'an anlaşılmadan, dinde onu tek kaynak kabul etmeden, haccın da, kâbenin de, mescitlerin ve eğitim kurumlarınızın da Allah'ın indinde bir değeri yoktur. Dinin doğru yaşanması tamamen Kur'an'ın doğru anlaşılması ile ilgili bir durumdur. Kur'an, bağlam ve bütünlüğü yani hikmet ve kavramlarıyla zihinlere hakim değilse, diğer inanç ve ibadetler Allah indinde yok hükmündedirler. İşte bundan dolayı âhirette ilk sorgu şöyle olacaktır. "Elem tekün éyéti tütlé aleyküm feküntüm bihé tükezzibune" (Âyetlerim size okunurdu da onları yalanlardınız öyle mi?)Müminun-105)Âyette geçen "yalanlamak" "sözle yalanlamak, karşı gelmek, iman etmemek" değildir. Rivayetlerle, ictihatlarla, ataların dinine uymakla, âlimlerin kitaplarını din ve hüküm edinmekle ilgili bir yalanlamadır. Kur'an'da geçen bütün "âyetleri yalanlama" ifadeleri, sözlü yalanlama değil, inanç, tavır, ahlak ve hareketlerle yalanlamadır. İşte bu şekilde Kur'an, kavramlarıyla birlikte doğru olarak anlaşılsaydı, altmış kişilik bir cemaat için, altmış bin kişilik israf mâbedler yapılmayacaktı. Eğer Kur'an bilinseydi, salatın anlamsız ritüel değil, toplumu ayağa kaldıran ilâhi bir rahmet ve hidayet olduğu bilinecekti. Yüce Allah adına doğru konuşun, sizin ihtişamlı mabedlerinizin, ses gösterisi olarak yaptığınız ezanlarınızın ve anlamını bilmediğiniz yani Kur'an'sız ve ihlassız inanç ve ibadetlerinizin size zerre kadar bir yararını gördünüz mü?Dünya hayatında size huzur vermeyen bir din, âhirette niye cennete götürsün? Şia ve ehli Sünnet'te din, Kur'an'ın değil, namazın üzerine inşa edilmiştir.Eğer namaza verdikleri mesai ve emeğin yüz binde birini Kur'an'ın ilmine vermiş olsalardı, inanç, ahlak, ekonomi, sanayi ve medeniyette bu kadar geri kalmazlardı. Bir toplumda hangi değerler yerde ise onları ayağa kaldırmak yani "ikâme etmek" gerekir. İhtişamlı ve süslü câmileriyle, yüksek yüksek minareleriyle, üstün kaliteli halı ve mermerleriyle Şia ve Ehl-iSünnet'te tek ayakta kalan şey namazdır.Geri kalan bütün erdemler yerde sürünüyor.
13 Ekim 2021 Çarşamba
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(28.YAZI) 135-) Yahudi yada Hristiyan olan ki hidayette olasınız, deliler. De ki: Hayır! Biz, hanif olan İbrahim'in milletine uyarız. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı.("Hanif, her türlü batıl inanç ve şirkten uzak, tertemiz, yalnız Allah'a teslim olan, dinde vahiy'den başka hiçbir kaynak kabul etmeyen" demektir.Kur'an'da "hanif" ifadesi, iman ile değil, İslam bağlamında kullanılmaktadır. Çünkü iman ile şirk birlikte mümkün iken, İslam ile birlikte olması mümkün değildir. İslam, "saf iman" anlamına gelmektedir. Fakat "Allah'a iman ettim" diyenlerin çocukluğunun aslında şirk koştuklarını Kur'an haber veriyor.(Yusuf-106)Hatta iman olmadan şirk olmaz. Şirkin olabilmesi için insanın ilk önce Allah'a iman etmesi gerekir.Hanif, aynı zamanda bütün insanlar şirk yolunda birleştikleri halde, tek başına onlara muhalefet eden muvahhid için de kullanılmıştır) 136-) "Biz, Allah'a ve bize indirilene; (ünzile ileyné) İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve esbâta (torun Nebilere) indirilene (ünzile) Musa ve İsa'ya verilenlerle (ütiye) Rableri tarafından diğer Nebilere verilenlere (ütiyennebiyyûne min rabbihim) onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin iman ettik ve biz sadece Allah'a teslim olduk deyin. ORİJİNAL DİNİN ÖNEMİ:Kur'an'a dikkatli bir şekilde baktığımızda "inzal" kavramının çok geniş bir yer kapladığını görürüz.Sadece "inzal" kavramı değil,Kur'an'ın Allah tarafından indirilmiş olduğunu, koruma altında bulunduğunu, önünden ve arkasından kendisine batılın karıştırılamayacağını, kendisine vahiy gelen Muhammed (a.s) dan bile korunduğunu, tam bir rahmet ve mutlak hidayet olduğunu açıklayan yüzlerce âyet mevcuttur.Bu konunun önemini ortaya koyan yüzlerce kavramlardan bir kaçı şöyledir."Enzelné" (indirdik), "Evheyné" (vahyettik), "Enzelallâhu" (Allah indirdi), "ünzile" (indirildi), "enzelehû, nezzelehu" (onu indirdi) "Kitaballâhi" (Allah'ın kitabı), "Éyétilléhi" (Allah'ın ayetleri), "Éteyné" (verdik), "Resülüllah" (Allah'ın Resülü), "Resulihi" (Resülü), "Rusulilléhi" (Allah'ın Resülleri), "Min İndilléhi" (Allah'ın katından" "Levhi mahfuz" (korunmuş kitap), "Erselne" (gönderdik), "Ünzile ileyhim" (kendilerine indirilen), "Dinilléhi" (Allah'ın dini), "Hablullâhi" (Allah'ın himayesi), "Ni'metallâhi"(Allah'ın nimeti) ,"bime enzalallâhu" (Allah'ın indirdiği) "elhakku min rabbike" (hak Rabbinden gelendir, Rabbinden gelen haktır) gibi, onlarca kelime ile vahyin Allah tarafından orijinal olarak gönderildiğini, saf, temiz, hâlis, arı duru, aydınlık, ihtilafı ve karışıklığı olmayan, kolay, sâde, apaçık ve organik bulunduğunu ısrarla vurgulamaktadır.Rahman ve Rahim olan yüce Allah bütün bu kavramları şu önemli gerçeği ortaya koymak için bu kadar sık kullanmıştır.Din yüce Allah tarafından gönderildiği gibi halis yani orijinal olarak yaşanmalıdır."De ki: Bana, dini Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk etmem emrolundu.Bana Müslümanların ilki olmam emrolundu. De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkuyorum.De ki: Ben dini yalnız O'na özel kılarak, ihlas ile sadece Allah'a ibadet ederim"(Zümer-11/14)Dini hayat mutlaka Allah tarafından indirilen kitaba göre dizayn edilmelidir."De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"(Enbiya-45)Yani Allah tarafından indirilen orijinal din beşeri heva ve arzulara, uydurma ve iftiralara, hurafe ve yalanlara mahkum edilmemesi gerekir."Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"(Bakara- 42)(Ey Resul! Sana şu tâlimatı verdik) : Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et... "(Mâide-49)Yüce Rabbimiz, bundan dolayı dinin mükemmel olarak kendi tarafından tamamlandığını bildirmektir."Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır.O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir"( En'am-115)"Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a (Tevhid akidesine) razı oldum"(Mâide-3)Dolayısıyla, nasıl ki usta bir ressam tarafından yapılan orijinal, milyon dolarlık antika bir eserin üzerine az miktarda bir boyanın sıçramasıyla değerini kaybettirecekse, veya orijinal antika bir esere acemice bir elin karışmasıyla o eserin kıymetini sıfıra indirecekse veya orijinal bir mimari yapının boyanması çirkin bir manzaraya yol açacaksa veya çok pahalı bir saatin bir parçasının degiştirilmesiyle saat arıza verecekse, dinin bir parçasının değiştirlmesi daha büyük zararlara ve felaketlere yol açacaktır. 137-) Eğer onlar da, sizin inandığınız gibi iman ederlerse hidayeti bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, her şeyi bilendir"(Yukarıdaki âyette vahiy'den bağımsız imanın Allah katında bir değerinin olmadığı ve hidayete asla vesile olmayacağı açık olarak görülüyor.İman, ancak Allah'ın indirdiği kitab-a özel kılındığı zaman "teslim" yani İslam mertebesine ulaşıyor.Yani vahyin öngördüğü iman tahakkuk etmeyince Allah'a tam teslim anlamında olan İslam gerçekleşmiyor."Kim de iyi amellerde bulunmuş bir mümin olarak O'na varırsa, üstün dereceler bunlar içindir"( Tâhâ-75)"İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar hidayette olanlardır. ( Enam- 82)İman ettim demenin hiçbir zaman yeterli olmadığını gösteren en büyük delillerden biri de, "Ey iman edenler!...." diye başlayan onlarca âyettir.Bu âyetlerde "Ey iman edenler!..." denildikten sonra iman iddiasına sahip olan Allah Resulünün arkadaşlarına yani ehl-i sünnet âlimlerinin "gökteki yıldızlar gibidir" dedikleri sahabilere çok sert eleştiriler getirilmektedir. Hatta âyetlerin "Ey iman edenler! diye başlamasının sebebi, Nebi (a.s) in arkadaşlarının imanlarında bir sorun olduğundandır. İmanda bir sorun olmadığı yani saf iman anlamında İslam'ınolduğu Mekke'da inen sürelerde "Ey iman edenler! diye başlayan âyet bulunmaz. Mesela: "Ey iman edenler! Allah'ın ve Resul'ünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir"( Hücurat- 1)"Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi'nin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Nebi'ye yüksek sesle bağırmayın; Yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider" (Hucurat-2) Mesela: "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin ayıplarını araştırmayın. Biriniz diğerinizin gıybetini yapmasın. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, engin merhamet sahibidir"(Hucurat-12)Mesela: "Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e ihanet etmeyin; sonra bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz"(Enfal-27) Dolayısıyla Allah tarafından indirilen vahiy ahlakına göre aracısız, şirkten uzak iman olmadan hiçbir zaman İslam gerçekleşmiş olmayacaktır.Yani Şii ve Sünni ilim adamlarının "Biz Müslümanız, Allah'a teslim olduk, dinimiz islamdır" demelerinin Allah katında hiç bir değeri bulunmamaktadır.Çünkü elçiler tarihinde yani Allah Resullerinin muhatap kılındığı tüm zamanların müşriklerinin zihin dünyalarında yaratıcı olarak daima Allah vardır. Onların Allah'ın varlığı ve büyüklüğü konusunda hiçbir sıkıntıları olmamıştır.Zaten Kur'an tarafından "müşrikin" yani "şirk koşanlar, müşrikler" olarak tanımlanmaları da bu yüzdendir.Onlar din büyüklerini, âlimlerini, iman önderlerini, evliya ve İlâhlarını Allah'a şirk koştukları için müşrik sayılmışlardı.Yoksa Allah'a inanmadıkları veya O'nu inkar ettikleri için değildir.Şu dua Mekke müşriklerinindir."Ey Allah'ım! Eğer bu hak (Kur'an- Resul) senin kadından gelmişse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir"(Enfal- 32) Başka bir âyette şöyle buyrulmuştur."De ki: Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik ve hakim bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor? Diriden ölüyü kim çıkarıyor?Her türlü işi kim idare ediyor? "Allah" diyecekler. De ki: Öyleyse (O'na şirk koşmaktan) sakınmıyor musunuz? İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan ayrıldıktan sonra sapıklıtan başka ne kalır? O halde nasıl şirke dönderiliyorsunuz"(Yunus- 31,32) Dolayısıyla mezhep, cemaat ve tarikat müşrikleri gibi kadim müşrikler de gökleri ve yeri yaratanın, Güneş'i ve Ay'ı hareket ettirenin, yağmur yağdıranın, rızkı verenin, hayatı ve ölümü takdir eden gücün Yüce Allah olduğunun farkında oldukları ve Allah'a kendilerince iman ettikleri onlarca âyette çeşitli şekillerde dile getirilmiştir.
11 Ekim 2021 Pazartesi
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(27.YAZI) 127-) Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber (özgürlük ve tevhid) evinin kaidelerini yükseltiyor, (ve şöyle diyorlardı)Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul et; şüphesiz sen işitensin, bilensin.128-) Ey Rabbimiz! İkimizi sana teslim olanlardan kıl, zürriyetimizden de sadece sana teslim olan bir ümmet kıl, bize menasikimizi göster, tevbemizi kabul et; zira tevbeleri kabul eden, merhametli olan ancak sensin. (Menasik= Yüce Allah'a yaklaştıran her türlü ibadet ve salih ameller demektir) 129-) Ey Rabb'imiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine tilâvet edecek, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları arındıracak bir Resül gönder. Şüphesiz sen Aziz ve Hakim olansın.(Bir çok kavram gibi, âyetleri tilâvet Resül bağlamında, tezkiye (arındırma), Allah ve Resül bağlamında, kitab ve hikmeti öğretme yine Allah ve Resül bağlamında kullanılan kavramlardandır.(Bakara-129,174; Âli İmran-77, 164; Cuma-2)Hikmet= Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan sistemi yani kendi içindeki çözümüdür. Hikmet'in Ehl-i Sünnet ve Şia'nın uydurma rivayetleriyle yani sünnetle hiçbir ilgisi yoktur)130-) İbrahim'in milletinden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirebilir? Andolsun ki, biz onu dünyada seçkin kıldık ve o ahirette de salihlerdendir.("İbrahim'in Milleti = İbrahim (a.s) ın sahip olduğu ve önderlik yaptığı inanç sistemi demektir. İnsanlar âhirette, dünya hayatında sahip oldukları maddi ünvanlarla değil, manevi ünvanlarla karşılanıp tanınacaklar."Bu muttaki idi, bu muhlis idi, bu salihlerden idi gibi) 131-) Çünkü Rabbi ona "eslim" (Allah'a teslim ol) demiş, o da âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti. "İMAN" VE "İSLAM" HANGİ ANLAMA GELMEKTEDİR. Aslında "Müslim" kavramı Kur'an'ı Mübin'de "sadece Allah'a dolayısıyla onun hükümlerine yani indirdiği kitab'a teslim olan kişi" anlamında kullanılmıştır."İbrahim, ne Yahudi ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan saf, dosdoğru bir Müslim idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı"(Âli İmran- 67)"Müslim, selim, silm, müslümin, müslimün, eslim, selam, İslam kavramlarının bütün türevleri "saf inanç, şirksiz iman, temiz ve katışıksız, hanif yani orijinal ve organik din" anlamlarında kullanılmıştır.Kur'an'ın neresinde böyle bir kavram ile karşılaşırsak "şirksiz iman, temiz inanç, hanif İslam, saf ve halis din" aklımıza gelmesi gerekiyor.Kur'an'a göre, Allah'a iman ile şirk bir arada olabildiği halde, İslam ile şirk hiçbir zaman bir arada kullanılmamıştır. Kur'an'a göre "insanların çoğunun Allah'a imanları şirkle beraberdir"(Yusuf- 106)Tarihin bütün müşrikleri Allah'a iman ederlerdi, hem de dinlerinde samimi, candan, ölüm pahasına bir imana sahip bulunuyorlardı.Yani dinlerinin muhafazası için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor, mallarını infak ediyor (Enfal-36) her türlü fedakarlığı gösteriyorlardı.Fakat şirk ile İslam birbirine düşman, birbirine son derece aykırı iki zıt inanç ve ayrı din konumundadırlar.İşte bundan dolayı yüce Allah, mezheplerin söyledikleri gibi "iman" üzerine değil, kullarının İslam üzerine yani "Müslüman" olarak can vermelerini istemektedir."Ey iman edenler! Allah'a karşı takvalı olun sorumluluğunuzun gereğini hakkıyla yerine getirin ve ancak Müslümanlar olarak can verin"(Âli İmran- 102)Allah'ın Resulleri de "iman" üzerine değil, İslam ve Müslüman olarak vefat etmeyi temenni etmişlerdir.Yusuf (a.s) ın Allah'a yakarışı şöyledir."... Ey göklerin ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim dostumsun. Beni Müslim olarak vefat ettir ve beni sâlih kullarına ulaştır"(Yusuf- 101)Konumuz olan âyet. "Çünkü Rabbi ona Müslim ol, (eslim) demiş o da: Âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti) 132-) Bunu (sadece Allah'a teslim olmayı) İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da, : Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam-Tevhid) seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak ölünüz, dediler. (İslam kavramı "saf inanç, hanif din, pak sistem" anlamına geldiği için Kur'an'da mü'minlerin özellikleri sayılırken, Müslümanların özelliklerine yer verilmez. Mesela: "Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanları arttıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar salat'ı ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden Allah yolunda infak eden kimselerdir. İşte onlar gerçek mü'minlerdir"(Enfal- 2, 3, 4)"Müminler ancak Allah ve Resulü'ne iman eden, sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte (imanlarında) sadık olanlar bunlardır"( Hücurat- 15) Kur'an'ı Mübin'e göre bir insanın gerçek mü'min olması için "iman ettim" demesi yeterli olmamaktadır.Gerçek olarak iman etmenin birçok şartı mevcuttur.İşte bundan dolayı bir çok âyette genellikle "iman edip ameli salih işleyenler..." buyrulmaktadır.İman ile beraber şirk illetinin olabileceği veya sırf iman etmenin yeterli olmadığını Kur'an bizlere haber vermektedir."İnsanlar sınanmadan, sadece "iman ettik" demekle bırakılıvereceklerini mi sandılar?"(Ankebut- 2) Bu konuda yanlış anlaşılmaya müsait bir âyet bulunmaktadır."Araplar "iman ettik" dediler. De ki: Siz gerçek olarak iman etmediniz, ama (dürüst olun ve doğru konuşun, İslam'ın ve Müslümanların gücü karşısında ister istemez) "gelip teslim olduk, boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir" (Hücurat- 14) Yukarıdaki âyette bulunan "eslemné- "Müslüman olduk, Allah'a teslim olduk" anlamlarında değil, güç karşısında Müslümanlara ve menfaate teslim olduk, boyun eğdik" anlamında kullanılmıştır.Çünkü iman kalbe iyice yerleşmeyince iman ve İslam yani Allah'a teslim olma tahakkuk etmiyor.İslam her türlü endişe, korku, şirk, şüpheden uzak tam bir emniyet içerisinde olma anlamına gelmektedir. Bu âyette Yüce Allah "iman ettik" diyen bedevilerin kalplerini bildiği için onların gerçekten iman etmediklerini İslam'ın ve Müslümanların zaferi karşısında mahalle ve akraba baskısı veya devletin maddi imkanlarından faydalanma amacıyla ister istemez güce teslim olup, boyun eğdiklerini bildiriyor.133-) Yoksa Yakub'a ölüm geldiği zaman siz orada şahit miydiniz?(Yakub) oğullarına: Benden sonra kime ibadet edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail, ve İshak'ın ilahı olan tek Allah'a ibadet edeceğiz; biz sadece ona teslim olmuşuz, dediler.134-) Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların amellerinden sorguya çekilmezsiniz. (Nebileri anlattıktan sonra, "... Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıkları sizindir. Siz onların amellerinden sorguya çekilmezsiniz..." buyrulması çok ilginç olmuştur. Çünkü bu âyet tek başına bütün hadisleri ve hadislere bağlanan sünneti çöpe atmaya yeterlidir. Yani Nebi (a.s) ın yapmış olduğu hiç bir şey bizi ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren ve sorumlu olduğumuz tek şey, iman etmek ve yaşamak zorunda olduğumuz vahiy'dir)
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(74.YAZI) "Bundan daha güzeli, yine bu olsa gerek değerli hocam, eline, diline, kalemine sağlık.Rabbim ilminizi artırsın, bedeninize sağlık, ömrünüze ömür katsın. Şunu da söylemeden geçmeyeceğım. Bunların nezdinde kâfir ilan edildiğinizi de hatırlatmak isterim. Saygı ve sevgilerimle"(Davut Yazici "Mezhepçilere" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Çok açıklayıcı bir yazı olmuş hocam! Allah razı olsun.Şu taklidi iman kısmı benim eskiden beri hep düşündüğüm bir şeydi.Nasıl olur da Hristiyan yada Yahudi bir beldede doğmuş olan bir çocuk cehennemlik olurda, Müslüman bir beldede doğan çocuk cennetlik olur diye. Burada bir adaletsizlik doğuyor çünkü"(Buğra Burak- "Gayri Müslimler Cennete Girer Mi? adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------"Hocam ne güzel izah etmişsiniz. Allah rahmandır, rahimdir.Bilinçli olarak O'na karşı çıkmayan her insan, Rahîm isminden yararlanacağını söylemek mümkündür diyebilir miyiz?En güzeli Rahman'a bilinçle boyun eğen, teslim olan, bilinç ile teslim olanlardır. Garaz ile Rahman'a karşı çıkan din adamları, onlara (evliyalara) bilinçle boyun eğip şirke düşenler, Allahın gazabına uğrayacak olanlardır diyebilir miyiz? Selâm ve muhabbetle..."İmanda esas olan, Allah'ın bir oluşu, ortağının olmayışı, ahiret inancı, bireye ve topluma salih ameller yapmaktır."Şüphesiz, iman edenler; Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiîler’den de Allah’a ve âhiret gününe inanıp sâlih ameller işleyenler için Rableri katında mükâfatları vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler" (Bakara-62)Bu demektir ki, islam diniyle tamışmayan bir kişi göklerin ve yerin bir yaratıcısı vardır ve yaratıcıyı kendi dilinde isimlendirmesi ve bu Rab bir gün bize hesap soracak demesi iyi işler yapması kişinin "Ey iman edenler!" zümresinden olduğunun kanıtıdır.Dediğiniz gibi Ali Aydın hocam! Arapça "slm" kökünden gelen islām إسلام " (özellikle yüce Allah'a) teslim olma, boyun eğme. Arapça sözcük "esleme" (teslim oldu, barıştı) anlamı taşımaktadır.Ahiret hayatının ve cehennemin sonsuz bir azab yurdu olduğunu düşündüğümüzde bu Rabbimizin rahmetidir diye düşünüyorum.Yani Kuranı tanımayan birisi mümin olabilir en doğrusunu Rabbimiz bilir"(Yaşar Övey- "Gayrı Müslimler Cennete Girer Mi?" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------Hocam, çok teşekkür ederiz.Yine ufkumuzu açan bir makale kaleme almışssınız.Bu mevzu toplumda çokça tartışılan bir mevzu olup, özellikle sünni kesimin kendini cennetlik, diğer herkesi cehennemlik saydığı bir konudur.Mevzu bu güne kadar bu vuzuhlukta açıklanmamıştı.Beyninize, yüreğinize, ilminize sağlık.Rabbim sizlerden razı olsun"(Hüseyin Gölgeli- "Gayri Müslimler Cennete Girer Mi? adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------Değerli hocam!Şimdiye kadar okuduğum en uzuntebliğ idi ve çok güzel bilgiler edindim.Tavsiyeleriniz çok çok önemli.Vahiy ehli ile ilgili dikkat edilmesi gereken hususları iyi anladığımı düşünüyorum.Şahsınızla ilgili intibalarım daha bir özellik arz etti size çok teşekkür ederim. Allah razı olsun.İnşaallah bize dua ediniz lütfen! Selam olsun vahye uyanlara" (Ibrahim Serin- "Kur'an'ı Mübin'in Meâli" adlı yazıya yaptığı yorum"------------------------------------------------------"Neredeyse ümmet ve millet kavramları yer değiştirmiş. Millet için ulus anlamı kullanılıyorken, ümmet için inanç topluluğu kullanımı vardır. Tam tersi" (Ali Shahini "Ümmet ile Millet Arasında Bulunan Farklar" adlı yazıya yaptığı yorum)
KURAN I MÜBİN İN MEÂLİ (26.YAZI) 122-) Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) âleminin (zamanınızdaki insanların) üzerine faziletli (farklı) kıldığımı zikredin.(Yüce Allah'ın onları faziletli veya farklı kılmasının sebebi, Firavun'un zulüm ve işkenceleri altında uzun bir zaman sabretmiş olmalarından kaynaklanıyor. Yüce Allah da onlara Musa(a.s)ı göndererek Firavun'ın zulmünden kurtarıp mukaddes toprakları kendilerine varis kıldı. (Âraf- 137; Kasas- 5)Kur'an'da, Musa (a.s) ın, "Ey İsrailoğulları!" diye hitap ettiğini görmüyoruz. Kur'an'a baktığımızda Musa (a.s) ın İsrailoğullarına "Ey kavmim!" diye hitap ettiğini görüyoruz.Fakat Firavun'a gittiği zaman, Yüce Allah'ın emri gereği "İsrailoğullarını benimle birlikte gönder" demiştir.(Tâhâ-47)Bunun sebebi, Firavun Musa (a.s) ı onlara gönderilmiş bir Resül olduğunu kabul etmemesinden dolayıdır.Onun için "İsrailoğullarını benimle birlikte gönder" demiştir.(Âraf-105; Şuara-17) Fakat İsa (a.s) ın onlara hitabı, "Ey kavmim!" değil, her zaman "Ey İsrailoğulları!" olmuştur. (Mâide-72; Saf-6)Bunun sebebi ise, İsa (a.s) ın tebliğ faaliyetinin İsrailoğulları ile sınırlı olmamasından dolayıdır.Musa (a.s) ın daveti Firavun, ileri gelenleri ve İsrailoğulları idi.İsa (a.s) dâveti ise, farklı din, kültür ve geleneklere sahip çeşitli halkların yaşadığı ulusal bir toplum idi, yani tebliğ yeri bölgesel değil, evrensel bir mahiyet taşıyordu. Bundan dolayı İsa (a.s) ile birlikte "Ey kavmim" ifadesi son bulmuş, Ey insanlar! ifadesi başlamıştır. Yani İsa (a.s) ile birlikte vahyin dâveti evrensel bir özellik kazanmıştır) 123-) Ve öyle bir günden sakının ki, o gün hiçbir nefis başka bir nefse faydalı olamaz, kimseden durumunu düzeltmesi kabul edilmez, (pişmanlık fayda vermez) ona şefaat yarar sağlamaz, onlara yardım da edilmez.124-) Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara imam (önder) yapacağım demişti.(İbrahim) "Zürriyetimden de" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ulaşmaz" buyurdu.(Yüce Allah'ın İbrahim (a.s) ı sınadığı kelimeler, müşrik kavmine karşı meydan okuması, tevhidi savunmada pervasız ve korkusuz olması, müşriklere karşı çok sert ve ağır kelimeler kullanması idi.(Mümtehine-4; En'am- 79, 80, 81; Enbiya-67)Tevhid dininin en önemli önderi İbrahim (a.s) dır.Hanif İslam dininde İbrahim (a.s) zirvedir, büyük babadır. Kendisinden sonra gelen bütün Nebi ve Resüller İbrahim (a.s) çocukları sayılır. İnsanlık tarihinde beşer ve Nebi olarak İbrahim (a.s) dan daha üstün hiç kimse gelmemiştir) 125-) Biz, Beyt'i insanlara toplanma (toplantı, kongre, şura) merkezi ve güvenli bir yer kıldık. Sizde İbrahim'in makamından destek (musallé) edinin. İbrahim ve İsmail'e tavaf edenler, rüku ve secde edenler için beytimi temiz tutun, diye emretmiştik.(Makam-ı İbrahim'den Destek Alma Ne Demektir?= İbrahim (a.s) ın Nübüvvet makamından destek alma, Kur'an'ın anlattığı şekilde onun müşriklere karşı yapmış olduğu tevhid ve ihlas (dini Allah'a özel kılma) mücadelesini anlama, ondan şuur kazanma, onu örnek edinme ve dinde bir önder olarak onu kabul etme anlamına gelmektedir.(Mümtehine-4)Yoksa Kabe'nin yanında makam diye put yapıp ümmi insanlara taptırmak değildir) 126-) İbrahim demişti ki: Ey Rabbim! Bu beldeyi emin (güvenli) kıl ve ehlinden Allah'a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli ürünlerle besle. Allah buyurdu ki: Kim küfrederse onu az bir süre geçindirir, sonra onu ateş azabına sürüklerim. Orası ne kötü varılacak yerdir.(Metâ kelimesi= Dünya bağlamında kullanılan, dünyaya ait, insanın kendi kazancının eseri olan geçimlilik demektir. Sadece maddi şeyler için kullanılır yani "nimet" kavramı gibi geniş değildir)
9 Ekim 2021 Cumartesi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (73.YAZI) "Kardeşim!Allah razı olsun.İnanın ki, aklını kullanan bir çok insana tercüman oldunuz ve bu konu bundan daha net ve açık anlatılamazdı! Hele cumhuriyet ve laiklik ve diğer ülkelerin( Afganistan v.s) karşılaştırılması!İnanın bu düşünce bunu bile anlamak istemez ve hep bir ama’ları vardır.Müminler ne zaman ki, Kur'an'ı anlayarak okur ve ahlakını hayatlarına geçirirlerse işte o zaman yüce Allah’ın tarif ettiği gerçek müslümanlardan oluruz! Ben her zaman şunu söylüyorum, Allah’ın tarifine uyan insan tipi, sol ve sosyalist olandır! Evet bu insanları Kur'an'la buluşturmalıyız; aklı kullanan, sorgulayan ve eleştiren, Allah’ın dediği sürüden olmayan insanlar bunlardır.Onları kazanırsak daha çok yol almış ve Allah’ın dinini hayata geçirmiş oluruz! Allah razı olsun, teşekkürler ve sevgiler" (Hüseyin Bostan-" Şia ve Ehl-i Sünnet Din Adamları" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Çok güzel ve gerçekçi bir yazı olmuş. Kalemine sağlık Aydın hocam. Furkan 30.âyet, durumun ne olacağını bize göstermiş zaten. Ama bir kişinin bile uyanışını sağlamak sevaptır diye düşünüyorum. Sevgiyle kal" (Ender Ansan "Şia ve Ehl-i Sünnet Din Adamları" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"ALİ hocam, teşekkürler tebrikler. Aklı kullanmak zor...Taklitçilik kolay...Ahireti/Cenneti garanti eden dinidar büyüklerimiz olunca...Getir yiyelim, ört uyuyalım...Allah akıl versin diyoruz ya yanlış gibi, Aslında Allah akıl vermiş, ama kullanmasını bilmiyoruz" (Fuat Ceylan Ceylan- "Şia ve Ehl-i Sünnet Din Adamları" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Kur'an'ın aslından saptıklarından dolayıdır ki, kendi inançlarını cemaatlerine dikta ederek ! Bugünlere gelinmiş. Bugün % 95 şi gelenekci bir yapîya sahip.Namaz bize yeter deyip yan yatanlar. Kur'an'dan hiç bir ilim arayan yok. Bizlerde mescidlerden soğuyoruz. Adeta diyanet hocaları da bir başka sorun.Diğer Allah Resüllerinin mescidlerde hiç ismi anılmıyor. Muhammed (a.s) ı nerede ise Allah'a ortak yaptılar. Selam ve saygı ile. Ali Aydın Hocam! Bu benim görüşüm" (Hüsamettin Aktas- "Şia ve Ehl-i Sünnet Din Adamları" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Kadir mısıroğlu anlatıyor. Bu konuşmasıyla ilgili (videosu var).Konuşmasında diyor ki, "Cinler çok uzun yaşarmış, Allah Resülünün zamanında yaşayan cinler, hadisçi Buhari ve Müslim'in zamanına kadar yaşamışlar.Buhari, uzun yaşayan cinlere bir gün sormuş, "Siz Resülüllah (a.s) ı canlı olarak dinlediniz.Benim topladığım hadislerden ona ait olmayan bir hadis var mı? Yani Buhari, Allah Resülü adına topladığı bütün hadisleri cinlere teyid ettikten sonra onları yazmaya başlamıştır. Buyrun size sahih hadis kaynağı, buyrun size Mısıroğlu belgesi, buyrun size ehli sünnet kaynağı.Buyrun size ehli sünnet vel cemaat din kaynağı.İyi ki bu şirk dinini terk ettik, iyi ki Kur'an var, Kur'an'dan sapan sapıktır.İyi ki Kur'an'daki dine döndük.(Bedrettin Köprücü- "Şia ve Ehl-i Sünnet Din Adamları" adlı yazıya yaptığı yorum)
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(25.YAZI) 119-) Doğrusu biz seni hak ile (bir amaca yönelik olarak) müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.Sen cahim ashâbından sorumlu değilsin.(Kıraat farklılığı: Âyette bulunan "velé tüs'elü" (sorumlu değilsin) kelimesini, "velé tes'el" olarak da okunmuştur. Bu kıraate göre meâl "cahim ashâbını sorma, onları boşver, merak edilecek değerde değiller" oluyor. 120-) Milletine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Hidayet, ancak Allah'ın hidayetidir. Sana gelen ilimden (Kur'an-İslam) sonra onların hevalarına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan (başka) sana ne bir veli ne de bir yardımcı vardır.(Bu âyet, din ve hüküm olarak Allah'tan gelmeyen her şeyin şirk ve batıl olduğunu açık olarak ortaya koymaktadır.Âyetin nazarında Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik arasındaki fark yoktur.Yani Kur'an'ın yanında hepsi aynı değere sahiptir.Bu gruplar en çok Kur'an'dan uzak kalır ve vahiy ehli muvahhidlere kin duyarlar.Kur'an'ın hiç bir kavramını bilmezler. Mesela: "ÜMMET" İLE "MİLLET" ARASINDAKİ FARKLAR Ümmet :Sözlükte “yönelmek, kastetmek; öne geçmek, imam olmak” mânalarındaki "emm" kökünden türeyen ümmet kelimesi, Kur'an'a göre, “kendilerine uyarıcı Resul gönderilen topluluk, kavim, her kabileden bir grup insan, her canlı cinsi, bütün iyilikleri şahsında toplamış kişi veya kendisine uyulan önder” gibi anlamlara gelir.(Lisânü’l-ʿArab, “emm” md.; Kāmus Tercümesi, IV, 175-176)ü Kur'an'a baktığımızda "Ümmet" kelimesi, din birliğinden daha çok "aynı toprak ve coğrafya üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü birliği, aynı duygu ve düşünce, gelenek ve görenek birliği olan insanların oluşturduğu topluluklar yani vatandaş" anlamına gelmektedir. Ümmet, "Aynı zaman ve ve aynı coğrafyada bulunmuş insan ve her türden canlılarla ilgili kullanılan bir kavramdır. Millet : Kur'an'a baktığımızda millet kelimesi "İnsanlık tarihi boyunca aynı inanç sistemine sahip olan insan ve topluluklar için kullanıldığını görüyoruz. Yani ümmet, aynı zaman ve mekanda aynı tarz yaşam, aynı yol ve yordam, aynı inanç ve şeriat iken, millet ise, tarih boyunca yaşayan insan ve toplumların tevhid veya şirk olsun, aynı inanç sistemine sahip olan topluluk anlamına gelmektedir. Millet kelimesi en çok hanif İslam dinine sahip olan İbrahim (a.s) bağlamında kullanılmıştır. (Bakara-135; Âli İmran-95; Nisa-125;En'am-161; Nahl-123; Hac-78; Yusuf-38)Millet kelimesi, tamamen din ve inanç ile ilgili bir kelime iken, ümmet ise, aynı yaşam tarzı, aynı düşünce, aynı ülkü ve ulusal birliği temsil ediyor. İşte bundan dolayı ümmet için, "Her ümmetin bir Resulü vardır..."(Yunus-47)"Sizden, hayra davet eden, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun İşte bunlar kurtuluşa edenlerdir"(Âli İmran-104) buyrulmuştur. Ümmet kelimesi sanki "bir inanç sistemi" değil, "ulusal birlik" anlamına geliyor. Mesela: Kur'an'da bulunan bu fark ve anlama göre "Türk" veye "Kürt" kelimesi, millet değil, ümmet kavramının içine giriyor. Çünkü millet tek inancı sembolize ederken, ümmet aynı düşünce ve ülkü birliğini anlatıyor.Yani bu anlama göre "Türk milleti, Kürt milleti, Arap milleti isimlendirmesi kesinlikle hatalı oluyor. Dolayısıyla bu ırklarda her türlü inançtan insanlar ve topluluklar bulunmaktadır. Doğrusu "Türk ümmeti, Arap ümmeti, Kürt ümmeti" olacaktır.Aynı şekilde "İslam ümmeti" sözcüğünün de yanlış olduğunu görüyoruz. Doğrusu "İslam milleti" olması gerekirdi. Ümmet ve millet kelimeleri arasında en önemli farklardan biri, ümmet aynı zamanda ve aynı coğrafyada bulunmuş yaşayanları ele alırken, millet kelimesi ise, insanlık tarihinde aynı inanç sistemine sahip olan insanları anlatıyor. Millet kelimesi, tamamen din ile ilgili bir kavram iken, (Bakara-120; Âraf-88,89; Kehf 20; İbrahim-13; ) ümmet kelimesi aynı inanç, aynı yaşayış ve aynı yol, aynı fikir ve anlayış üzerinde bulunan insan ve her canlı türüne verilen bir isim oluyor. Hayvanlar içinde "ümmet" kelimesi kullanılırken, (En'am-38) millet kelimesi sadece insanlar için kullanılmıştır. Bu bağlamda insan topluluklarının yanı sıra hayvan ve cin topluluklarına (En‘âm-38; A‘râf -38), aynı zamanda ve mekanda yaşamış aynı hayat tarzına sahip insan gruplarına da (Bakara-213) ümmet denilmiştir.Ümmet kelimesi, “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir ümmet bulunsun” meâlindeki âyette (Âl-i İmrân-104) olduğu gibi büyük bir topluluk içindeki özel bir grubu de ifade etmektedir. Bazı âyetlerde ümmet, “din, inanç sistemi, yol” mânalarında kullanılmıştır. (Mü’minûn-52) “İbrâhim gerçekten Allah’a itaat eden, tevhid ehli, başlı başına bir ümmetti” âyetinde (Nahl-120) İbrâhim’in hidayet önderi ve bütün iyiliklere sahip bir kimse vasfıyla tek başına bir ümmet sayıldığı belirtilmektedir.Ümmet kelimesi bazı âyetlerde “zaman, müddet ve devir” mânasında da kullanılmıştır. (Hûd-8; Yûsuf-45)Zannedilenin aksine ümmet kelimesi, millet kelimesinden daha geniş bir anlama sahiptir. Yani ümmet kelimesinin içinde inançla birlikte yaşam tarzı, düşünce birliği ve ulus anlayışı olduğu halde, millet kelimesinin içinde sadece inanç birliği mevcuttur.Kur'an'ın bir çok kavramı gibi, insanlar bu iki kavramı iyi bilmedikleri için tam tersi bir anlam yüklemişlerdir.121-) Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu, hakkıyla okurlar. Çünkü onlar ona (gerçekten) iman ederler. Ve kim ona küfür ederse husranda kalanların ta kendileridir.
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(72.YAZI) "Emeğine, yüreğine sağlık olsun hocam.Bakara 285 ve 253 neyi emrediyor?Camilerde Allah ile Muhammed"i yan yana asanlara soruyoruz. 1-) Muhammed Allah'ın ortağı mı? 2 -) Yok saygıdan olduğunu söylüyorsanız neden diğer elçilerin isimlerini yazmıyorsunuz?3-) Bazı camilerde Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali yazılması, Emevi Ehl-i Sünnet dininden kaynaklanıyor? Tevhid isyanla başlar.Lâ ilahe illallahYolu tevhid olanlara selam olsun" (Salim Baykara- "Mezhepçilere" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"İki Muhammed ancak bu kadar tarif edilebilir.Hocam yüreğimizin tercümanı oldunuz.Allah razı olsun.Uyandırmaya devam inşallah" (Adem Gölen- "Mezhepçilere" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------"Selamünaleyküm,Ali hocam!Şöyle avazım çıktığı kadar bağırmak, haykırmak istediğim ne kadar eğri doğru varsa siz tercüman oldunuz adeta. Size bu fırsatı veren Rabbime hamdolsun yüreğinize sağlık hanenize bereket" (Akif Kaya- "Mezhepçilere" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------"Ali Hocam!Yine dopdolu yine ezberleri bozan yine din bezirganlarını yerle bir eden muhteşem bir paylaşım olmuş.Tabi biliyorum, bu tacirlerin ve müşterilerinin saldırılarına maruz kalacaksınız.Ama hocam emin olun yalnız kalmayacaksınız.Sizin Kur'an'dan aldığınız feyz ve ilham, hem bizlere yol olacak hemde sizi bu tüccarlar karşısında hep güçlü kılacak inşallah. Ali Hocam! Allah sizden razı olsun, yüreğinize sağlık. Allah sizi daha güçlü kılsın inşallah, selamlar" (Hayri Sipahi- "Mezhepçilere" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------"Rükû, Secde, kıyam, kıble tavaf vb. kavramlar yerli yerine oturmaya başladığında aydınlanmanın, Rönesans'ın yayılım hızı katsayılarla artacaktır inşallah.Ali hocam! Rabbim sayılarınızı arttırsın.Şu şarlatan din yobazlarına demir yumruk gibi iniyorsunuz maşallah.(Adem Gölen- "Salat, Rükû, Sucud" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Cihadın binbir yolu ve o kadar da alanı vardır. Bu alanların en önemlisi ve değerlisi ilimle yapılan cihaddır. Zira ilim sahibi olmak emek/zaman bağlamında çok meşakkatli bir yolu yürümeyi gerektirir.Edinilen bilginin tebliği ise, uzun zamanla birlikte şartlara göre, çoğu dönem yüreklilik de ister.İsteyen herkesin ilim sahibi olmasının önünde hiçbir engel yoktur. Ancak, âlim/muallim sıfatıyla her engel ve tehlikeye rağmen tüm çarpıklıkları, Allah'ın nurunu öne çıkararak doğrularıyla birlikte delil/dayanaklarıyla ilan edebilme işi, , korkulmaya daha lâyık olan Allah'tan yeterince korkup, Allah'a dayanıp güvenenlere, ecri (rızai İlahiyi) yalnız Allah'tan bekleyip, kayıtsız şartsız sadece Allah'a teslim olanlara nasip olur. Savaş üzerimize yazıldığında âlim için geride bırakılmanın önemi/anlamı ve sorumluluğu üzerinde hiç mi düşünmezler. Maalesef düşünmezler, zira ahiret, dünyevi kaygı ve menfaat karşılığında çok az bir bedelle satılmıştır. Gerçek müflisler bu gruptakilerdir. Çünkü ilimleri kendilerine hiç bir fayda sağlamamış, tam tersine dünyevi menfaat edinme yolunda hırs ve iştahlarını artırarak hem kalplerini hem akıllarını mühürlemişlerdir. Yazık ki hemde ne yazık" (Zihni Dönmez-"Mezhepçilere" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------"Sayın Hocam! Yazınız çok güzel okuyanlar feyz alır inşallah. Mesele okumuyanlarda veya karşı olanlarda.Yazılarınız için teşekkürler.Rabbim ilminizi artırsın. Bu yazıyı okumuyanlara da Okumayı nasib etsin.Selam Olsun Kur'an'ı okuyup anlayarak yaşam tarzına uygulayanlara...!Saygılar" (Feyzullah Selcuk- "Mezhepçilere" adlı yazıya yaptığı yorum)
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(24.YAZI)112-) Aksine kim muhsin (güzel ahlak sahibi) olarak yüzünü sadece Allah'a teslim ederse (tevhid akidesine sahip olursa) onun ücreti Rabbi indindedir. Öyleleri için ne bir korku vardır ne de mahzun olurlar.113-) Hepsi de kitabı (Tevrat ve İncil'i) tilavet ettikleri halde Yahudiler: Hıristiyanlar hiç bir şeyin üzerinde değillerdir,(dinlerinin hiçbir önemi yoktur, inançları boştur) dediler. Hristiyanlar da: Yahudiler hiç bir şey üzerinde değillerdir,(dinlerinin hiçbir önemi yoktur, inançları boştur) dediler. Kitab'ı bilmeyenler (ümmiler) de birbirleri hakkında onların (din adamlarının) söylediklerine benzer sözler söylediler. Allah ihtilafa düştükleri konularda kıyamet günü aralarında hükmünü verecektir. (Yahudi ve Hristiyanların inanç, ahlak ve karakterlerini güncelleme açısından, "Yahudi" ibaresinin geçtiği yerlere "Şii" "Hristiyan" ibaresinin geçtiği yerlere de "Sünni" ibaresini koymanın ve o şekilde okumanın hiçbir mahzuru yoktur.Çünkü inanç yönünden aralarında bir fark yoktur.Hatta Şii ve Sünniler inanç yönünden daha batıl bir yoldadırlar.Bunun nedeni kaynakların sayısız olmasıdır.Kaynaklar ne kadar fazla olursa din o derece şirk olur.Allah Resülü (a.s) dan sonra Şiilik ve Sünnilik diye Kur'an'dan bağımsız hatta Kur'an'a düşman iki din olmasaydı, Yahudilik ve Hristiyanlık diye bir şeyden söz edilmiyecekti. Tarih tekerrürden ibarettir. Ancak Kur'an'da geçen "Yahudiler" ve Hristiyanlar" ifadesi, ümmilerle değil, din adamlarıyla ilgilidir. Dolayısıyla Kur'an'da bulunan Yahudi ve Hristiyanlar ifadesinde toplumun tamamı yer almaz. Âyetlerde sadece din adamlarının ortaya koydukları inanç ve ahlakları deşifre edilmektedir. Çünkü din adamlarının inançları nasıl olursa, ümmilerin inançları da öyle şekillenir. Ümmiler, inançta din atalarını aşamazlar) 114-) Allah'ın mescidlerinde O'nun isminin anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır?Halbuki bunlarıın oralara ancak (zulüm ve şirkten) korkarak girmeleri gerekirdi. Onlara dünyada rezillik, âhirette de azim bir azap vardır. (Mescidlerde vahiy yerine, beşeri kaynaklar yani uydurma dinin kural ve kaideleri anlatılırsa, yüce Allah'ın isminin anılmasına engel olunmuş ve mescidlerin harap olmasına çalışılmış olacaktır. İslam dininin tek kaynağının yani Kur'an'ın anlatılmadığı mescidler Allah'ın mescidleri değil, dırar mescidleridir. (Tevbe-107,108; Cin-18)115-) Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zâtı) oradadır. Şüphesiz Allah'ın rahmet ve mağfireti) geniştir, herşeyi bilendir.116-) "Allah çocuk edindi" dediler. O, bu gibi şeylerden uzaktır. Göklerde ve yerde olanların hepsi onundur.(İster istemez) hepsi ona boyun eğmiştir. 117-)(O), göklerin ve yerin Bediidir. Bir şeyin olmasını irade ettiğinde ona "ol!" der, o da hemen oluş sürecine girer.("Bedii" Daha önce göklerde ve yerde hiç bir örneği ve benzeri bulunmayan bir şeyi ilk olarak yaratan ve ortaya çıkaran, demektir.Veya göklerde ve yerde hiçbir benzeri ve dengi olmayandır)118-) Bilmeyenler dediler ki: Allah bizimle konuşmalı ya da bize bir âyet gelmeli değil miydi? Onlardan öncekiler de bunların sözlerine benzer sözler söylemişlerdi. Kalpleri birbirine benzedi. Yakin imana sahip bir toplum için âyetleri beyan ettik.(Yakin Ehl-i= Gönülleri her türlü, şüphe, kuşku, şirk ve hurafeden arınmış, hakkın arayışı içinde olan ihlas sahibi insanlar demektir.Bunlar olağanüstü olayların peşinde değil, akıllarını kullanır, delillere bakar, taklitten uzaklaşarak araştırma ve sorgulamaya değer verirler)
7 Ekim 2021 Perşembe
SALAT" KAVRAMI Günümüz Arapçası ile Kur'an'ın indiği dönemin Arapçası birbirinden çok farklıdır. Kadim Arapça Kur'an Arapçası idi. Mesela; sadece bir asır öncesine geriye gidildiğinde, Türkçe olmasına rağmen Osmanlıcayı anlamakta zorlandığımız görülecektir. Diller de aynen insanlar ve toplumlar gibidir, doğar yaşar ve zamanı geldiğinde ölürler. Aslında Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları Kur'an'da var olan kavramların içini boşaltıp bozmasalardı hakkı ortaya koymak için uzun uzun yazmaya gerek olmayacaktı. Kur'an'da bir çok âyette geçen salât, Şia ve Ehl-i Sünnet'in namazlarıyla ilgisi yoktur. Salat kavramı çok daha geniş, kapsamlı, evrensel ve müminlerin hem bireysel hemde kurumsal olarak yerine getirmeleri gereken bir destekleşme ve yardımlaşma organizyonudur. Mesela, şu âyete bir bakalım. "felé saddaka velé sallé velékin kezzebe ve tevellé=O, ne tasdik etti ne de destekledi, ama yalanladı ve geri durdu"Görüldüğü gibi yukarıdaki cümlede dört eylem zikredilmiş, bu eylemlerden ikisi diğer ikisinin karşıtı olarak gösterilmiştir. "saddaka" nın karşıtı olarak "kezzebe" yani “tasdik etme”nin karşıtı olarak “tekzib etme, yalanlama” fiili kullanılırken, "sallé" fiilinin karşıtı olarak da "tevellé" fiili kullanılmıştır. Kalıbı itibariyle “süreklilik” anlamı taşıyan tevellé sözcüğü; “sürekli geri durmak, sürekli yüz dönmek, lakayt kalmak, ilgisizlik, pasiflik ve yapılmakta olan girişimleri engellemek” anlamına geldiğine göre, "tevellé" nın karşıtı olan "sallé" ise, “sürekli olarak destek olmak, seyirci kalmamak, aktif olmak” anlamına gelmektedir."Salât" sözcüğünün anlamını, “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak, toplumu ayağa kaldırmak, sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunları değil, toplumsal sorunları da kapsamaktadır. Dolayısıyla "salât" kavramının anlamını, “yakın çevrede bulunan miskin, yetim, fakir yani ihtiyaç sahiplerine destek ve toplumsal sorunların çözümüdür. Yani salat'ı, anlamı olmayan ritüellerden kurtarıp, “topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlamak, üstlenmek ve gidermek” boyutuna taşımak gerekir.Yapılacak yardım ve desteğin, toplumsal dayanışmanın gerçekleştirilmesi "maddi" ve “manevi" olmak üzere iki yönü bulunmaktadır:Manevi yönü ile salât; akli ve ilmi bir eğitim ve öğretimle bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, hidayete ve sırat'ı müstakime ulaştırmaktır. Maddi yönü ile salât; iş imkânları ve güvence sistemleri ile ihtiyaç sahiplerine kurumsal olarak yardım etmek, onları zor günlerde sırtlamak, böylece toplumun sıkıntılarını gidermektir. "Salat" ın destek olduğu ile ilgili en önemli delillerden bir tanesi de Tevbe 103.âyettir. "Onların mallarından sadaka al; bununla onları (nifaktan) temizler ve arındırırsın.Ve onlar için salat eyle, âyeti metni ile okuyalım (ve salli aleyhim, inne salâteke sekenün lehum) çünkü senin salatın onlar için sükunettir. Allah işitendir bilendir"Âyette Nebi (a.s) a emredilen "salli aleyhim" "onlara salat eyle" nin anlamı şudur.Nifak ile iman arasında gidip gelen, net bir çizgiye sahip olmayanlara söz ve fiille yani zihinsel destek olması, İslam dininin önem ve ehemmiyetinin sürekli olarak onlara dille anlatılması ve hanif dinin sürekli olarak onlara hatırlatılmasıdır. Söz konusu olan Tevbe-103 âyet, 101.âyetten itibaren alındığı zaman mesele daha iyi anlaşılacaktır) “Salat" kelimesi, destek anlamına geliyorsa, yardım anlamına gelen "teavun, te'yid, nasr- nüsret, istiâne, istiğase" kavramları hangi anlama geliyor.?Aslında Kur'an'ın kavramlar sisteminde benzer olmasına rağmen her bir sözcüğun değişik bir manası vardır. İşte Kur'an'da var olan yardım ve destekle ilgili kavramlar sistemi. "Teavun: Yardımlaşma anlamına gelen teavun kelimesi, daha çok iyilik, güzellik ve takva konularında insanların birbirlerine sözlü yardım yapmaları, kötülük, ahlaksızlık ve düşmanlık gibi günahlardan yine sözlü olarak uyarmaları anlamında kullanılır.(Maide-2)Te'yid: Yüce Allah'ın manevi olarak yani vahiy ile Resüllere yardım etme ve destek verme anlamında kullanılmıştır.(Bakara- 87; Enfal- 62,63) gönüllerini Nasr- Nüsret: Maddi ve manevi yardım olmak üzere çok geniş kapsamlı bir kullanım alanı mevcuttur.Her türlü yardım anlamına gelmektedir.İstiâne:İstiâne ile nasr (yardım) arasında şöyle bir fark vardır. İstiâne sadece Allah'tan istenirken,(Bakara-45, 153; Âraf-128) "nasr" hem Allah'tan hemde insanlardan istenebilen bir yardım çeşididir.(Âli İmran-81; Âraf-153; Enfal-72; Tevbe-40; Muhammed-7)İstiğâse ise, açlık, kıtlık ve hayati tehlike gibi zor şartlardan kurtulmak için "imdat-istimdat" türünden Allah'tan ve gücü yetenlerden yardım dileme anlamına gelmektedir. (Yusuf-49; Kehf-29; Enfal-9: Kasas-15)"Destek" anlamına gelen "salât" kelimesi ise, zihinsel ve ruhsal yani duygusal bir yönelmeyi, bağ kurmayı ve toplumsal dayanışmayı ifade etmektedir. Yardım anlamına gelen kavramlar arasında mutlaka bazı farklar mevcuttur. "Korku" anlamına gelen kelimeler de böyledir. Kur'an'da "salât" ın geçtiği yerde hangi konu anlatılıyorsa, o tür bir manevi ve duygusal bir yardım ve destekten söz ediliyordur. Mesela: "O musallinlere veyl olsun. Onlar salâtlarında gaflet içindedirler" (Maun-4,5)Yani salat'a gereken desteği vermiyor, salatın ne kadar önemli olduğunu bilmiyorlar.Yani zihnen salat'ı umursamıyor değerinden habersizdirler, buyuruyor ve onları kınıyor. Mesela: "...Salât fahşa ve münkerden alıkoyar..." (Ankebut-45)Tebliğ ve irşad yani sözlü eğitim ve öğretim olmadan insanları kötülüklerden alıkoymak mümkün değildir. Yani ezberlenmiş ve alışılagelmiş, bilinçsizce ve şuursuzca yapılan ritüeller insanları kötülüklerden nasıl engelleyecek? Böyle bir şey mümkün olur mu? Yediden yetmişe kadar bütün insanlar sözel ve zihinsel olarak eğitim ve öğretimden geçirilmeden, toplumu ahlaksızlıktan ve kötülüklerden alıkoymanın mümkün olmayacağını herkes bilir. Yani ancak eğitim ve öğretim araçlarıyla, sözle ve zihinsel destek vererek toplum arzu edilen olumlu bir seviyeye yükselir. İnsanların üzerinde yüce Allah'ın en büyük desteği indirmiş olduğu vahiy'dir. (Ahzab-43)"... Onların (müşriklerin) salât'ı el çırpmak ve ıslık çalmaktan ibarettir..." (Enfal-35) El çırpmak ve ıslık çalmakla salat olur mu? Yani ıslık çalmak ve el çırpmakla ilim ve güzel ahlak bakımından toplumu istenilen bir seviyeye taşımanız mümkün olur mu? Gerçekten de Şia ve Ehl-i Sünnet dininin yaşandığı coğrafyalara baktığımızda, ne mescid ve minarelerin, ne ezan ve ibadetlerin toplumun gelişmesi üzerinde olumlu bir katkı meydana getirmediklerini görüyoruz. Onlar istedikleri kadar mabed ve ibadetlerini övsünler, görünen köy kılavuz istemez. Kavramların yeri değiştiği için binlerce mabed ve eğitim kurumları ümmetin sırtında bir yük olmuş ve maalesef israftan başka hiç bir işe yaramıyorlar. Mesela: "Cuma günü salât için nida edildiğinde hemen Allah’ın zikrine koşun..."(Cuma-9) .. ..Allah’ın zikrine yani Kur'an'ı dinlemeye koşma, “bilgi edinme, eğitim ve öğretimle" ilgili bir durum olmadığını kim iddia edebilir? Bu da ancak zihinsel ve duygusal bir destek alma olmalıdır. Yüce Rabbimizin en büyük zikri olan Kur'an anlaşılsaydı, cehalet, taklit, vahşet ve katliamlar iman edenlerin hayatlarına bu kadar hakim olur muydu?(Âli İmran-103; Hac-31)Mesela: "Onlardan ölen birine asla salât etme ve onun kabri başında durma...!" (Tevbe-84)Bu âyetteki "salât" kavramı da, Nebi (a.s) a kesin bir emir olarak Allah ve Resülüne karşı gelmiş ve kafir olarak ölmüş olan munafıkların cenazelerine katılmaması, mezarlarına gitmemesi, dayanışma ve destek içine girmemesi onların cenazelerini teşyi etmemesi, uğurlamaması yani ölüsüne değer vermemesi ve insanlara olumsuz örnek olmaması ile ilgili bir durumdur. Mesela: "... kuşlar (yaratılışları icabı yüce Allah'ın yasası gereği havanın kaldırma) desteğini ve tesbihini bilmiştir. (Nur-41)Yani sünnetullâh gereği kuşların gökyüzünde uçmaları “salât” olarak ifade ediliyor. Mesela: "... Vettehizu min makâmi İbrahime musallé" "...İbrahim'in makamından destek edinin..."(Bakara-125)Yani Kur'an'da anlatılan İbrahim'in Nübüvvet makamından ve müşriklere karşı yaptığı mucadeleden destek alın, onu örnek edinin. Yoksa âyet, Mescid'i Haram'da, Kâbe'nin yanında put yaparak tapının demiyor.
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(23.YAZI) 105-)(Ey müminler!) Ehl-i kitaptan kâfir olanlar ve müşrikler Rabbinizden size bir hayır (vahiy) indirilmesini istemezler. Oysa Allah rahmetini dileyene özel kılar. Allah, fazileti azim olandır. (Yukarıdaki âyette bulunan "men yeşéu" (dilediğini) değil, "dileyeni" demektir.Çünkü âyette geçen "rahmet" vahiy anlamına gelmektedir. Yüce Allah vahiy'den bağımsız olarak yani kişinin iradesine ipotek koyarak, onu zorla hidayete yönlendirmez. Hidayet ve sapkınlık insanın kendi iradesi ve seçimi ile ilgili bir durumdur) 106-) Biz bir âyeti neshedersek veya onu unutturursak mutlaka ondan daha hayırlısını veya mislini getiririz. Allah'ın herşeyin üzerinde kadir olduğunu bilmez misin?(Allah'ın herşeyin üzerinde kadir olması, herşeyi belli bir ölçü, düzen, sistem ve kurala göre var etmesi ve yaşatması demektir) 107-) (Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır? Sizin için Allah'ın dununda (yanında, yöresinde, berisinde) ne bir veli ne de bir yardımcı vardır.108-) Yoksa siz de (Ey iman edenler!) daha önce Musa'ya sorulduğu gibi, Resülünüze (sizi ilgilendirmeyen sorular) sormak mı istiyorsunuz?Kim imanı küfürle değiştirirse, şüphesiz ki, dümdüz yoldan sapmış olur.(Musa (a.s) ın kavmi olan İsrailoğulları onu usandırmak, zor durumda bırakmak ve sıkıntıya düşürmek için kendisine gereksiz sorular soruyorlardı.Musa (a.s) a sorulan sorular ve yapılan eziyetler için, (Bakara- 68, 69, 70; Ahzab- 69; Nisa-153; Âraf-138; Saf-5) âyetlerine bakılabilir.109-) Ehl-i Kitaptan bir çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra sırf içlerindeki hasetten ötürü, imanınızdan sonra sizi küfre döndürmeyi arzu ederler. Yine de, Allah onların hakkında emrini getirinceye kadar siz affedip hoş görün. Şüphesiz Allah her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir.(Yüce Allah, burada özelden genele geçiş yaparak "...affedin ve hoş görün..." buyurmuştur.Yani sadece onları değil, "bütün insanlara karşı hoşgörü ile muamele ediniz" buyurdu.Muttakilerin şanına yakışan tavır ve ahlak budur.Kur'an'da bunun gibi edebi sanatlar çoktur. "Safh" kelimesi, bireysel olarak insanın şahsına karşı yapılan kötü muameleyi affetmesi yani Allah için hakkından vazgeçmesi ve hoşgörülü olması anlamına gelmektedir) 110-) Salat'ı ikâme edin, arınmaya gelin, kendi nefsiniz için yaptığınız her hayrı Allah'ın indinde bulacaksınız. Şüphesiz Allah amellerinizi görmektedir."SALAT" KAVRAMI Günümüz Arapçası ile Kur'an'ın indiği dönemin Arapçası birbirinden çok farklıdır. Kadim Arapça Kur'an Arapçası idi. Mesela; sadece bir asır öncesine geriye gidildiğinde, Türkçe olmasına rağmen Osmanlıcayı anlamakta zorlandığımız görülecektir. Diller de aynen insanlar ve toplumlar gibidir, doğar yaşar ve zamanı geldiğinde ölürler. Aslında Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları Kur'an'da var olan kavramların içini boşaltıp bozmasalardı hakkı ortaya koymak için uzun uzun yazmaya gerek olmayacaktı. Kur'an'da bir çok âyette geçen salât, Şia ve Ehl-i Sünnet'in namazlarıyla ilgisi yoktur. Salat kavramı çok daha geniş, kapsamlı, evrensel ve müminlerin hem bireysel hemde kurumsal olarak yerine getirmeleri gereken bir destekleşme ve yardımlaşma organizyonudur. Mesela, şu âyete bir bakalım. "felé saddaka velé sallé velékin kezzebe ve tevellé=O, ne tasdik etti ne de destekledi, ama yalanladı ve geri durdu"Görüldüğü gibi yukarıdaki cümlede dört eylem zikredilmiş, bu eylemlerden ikisi diğer ikisinin karşıtı olarak gösterilmiştir. "saddaka" nın karşıtı olarak "kezzebe" yani “tasdik etme”nin karşıtı olarak “tekzib etme, yalanlama” fiili kullanılırken, "sallé" fiilinin karşıtı olarak da "tevellé" fiili kullanılmıştır. Kalıbı itibariyle “süreklilik” anlamı taşıyan tevellé sözcüğü; “sürekli geri durmak, sürekli yüz dönmek, lakayt kalmak, ilgisizlik, pasiflik ve yapılmakta olan girişimleri engellemek” anlamına geldiğine göre, "tevellé" nın karşıtı olan "sallé" ise, “sürekli olarak destek olmak, seyirci kalmamak, aktif olmak” anlamına gelmektedir.Sonuç olarak "salât" sözcüğünün anlamını, “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak, toplumu ayağa kaldırmak, sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunları değil, toplumsal sorunları da kapsamaktadır. Dolayısıyla "salât" kavramının anlamını, “yakın çevrede bulunan miskin, yetim, fakir yani ihtiyaç sahiplerine destek ve toplumsal sorunların çözümüdür. Yani salat'ı, anlamı olmayan ritüellerden kurtarıp, “topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlamak, üstlenmek ve gidermek” boyutuna taşımak gerekir.Yapılacak yardım ve desteğin, toplumsal dayanışmanın gerçekleştirilmesi "maddi" ve “manevi" olmak üzere iki yönü bulunmaktadır:Manevi yönü ile salât; akli ve ilmi bir eğitim ve öğretimle bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, hidayete ve sırat'ı müstakime ulaştırmaktır. Maddi yönü ile salât; iş imkânları ve güvence sistemleri ile ihtiyaç sahiplerine kurumsal olarak yardım etmek, onları zor günlerde sırtlamak, böylece toplumun sıkıntılarını gidermektir. "Salat" ın destek olduğu ile ilgili en önemli delillerden bir tanesi de Tevbe 103.âyettir. "Onların mallarından sadaka al; bununla onları (nifaktan) temizler ve arındırırsın.Ve onlar için salat eyle, âyeti metni ile okuyalım (ve salli aleyhim, inne salâteke sekenün lehum) çünkü senin salatın onlar için sükunettir. Allah işitendir bilendir"Âyette Nebi (a.s) a emredilen "salli aleyhim" "onlara salat eyle" nin anlamı şudur.Nifak ile iman arasında gidip gelen, net bir çizgiye sahip olmayanlara söz ve fiille yani zihinsel destek olması, İslam dininin önem ve ehemmiyetinin sürekli olarak onlara dille anlatılması ve hanif dinin sürekli olarak onlara hatırlatılmasıdır. Söz konusu olan Tevbe-103 âyet, 101.âyetten itibaren alındığı zaman mesele daha iyi anlaşılacaktır) “Salat" kelimesi, destek anlamına geliyorsa, yardım anlamına gelen "teavun, te'yid, nasr- nüsret, istiâne, istiğase" kavramları hangi anlama geliyor.?Aslında Kur'an'ın kavramlar sisteminde benzer olmasına rağmen her bir sözcüğun değişik bir manası vardır. İşte Kur'an'da var olan yardım ve destekle ilgili kavramlar sistemi. "Teavun: Yardımlaşma anlamına gelen teavun kelimesi, daha çok iyilik, güzellik ve takva konularında insanların birbirlerine sözlü yardım yapmaları, kötülük, ahlaksızlık ve düşmanlık gibi günahlardan yine sözlü olarak uyarmaları anlamında kullanılır.(Maide-2)Te'yid: Yüce Allah'ın manevi olarak yani vahiy ile Resüllere yardım etme ve destek verme anlamında kullanılmıştır.(Bakara- 87; Enfal- 62,63) gönüllerini Nasr- Nüsret: Maddi ve manevi yardım olmak üzere çok geniş kapsamlı bir kullanım alanı mevcuttur.Her türlü yardım anlamına gelmektedir.İstiâne:İstiâne ile nasr (yardım) arasında şöyle bir fark vardır. İstiâne sadece Allah'tan istenirken,(Bakara-45, 153; Âraf-128) "nasr" hem Allah'tan hemde insanlardan istenebilen bir yardım çeşididir.(Âli İmran-81; Âraf-153; Enfal-72; Tevbe-40; Muhammed-7)İstiğâse ise, açlık, kıtlık ve hayati tehlike gibi zor şartlardan kurtulmak için "imdat-istimdat" türünden Allah'tan ve gücü yetenlerden yardım dileme anlamına gelmektedir. (Yusuf-49; Kehf-29; Enfal-9: Kasas-15)"Destek" anlamına gelen "salât" kelimesi ise, zihinsel ve ruhsal yani duygusal bir yönelmeyi, bağ kurmayı ve toplumsal dayanışmayı ifade etmektedir. Yardım anlamına gelen kavramlar arasında mutlaka bazı farklar mevcuttur. "Korku" anlamına gelen kelimeler de böyledir. Kur'an'da "salât" ın geçtiği yerde hangi konu anlatılıyorsa, o tür bir manevi ve duygusal bir yardım ve destekten söz ediliyordur. Mesela: "O musallinlere veyl olsun. Onlar salâtlarında gaflet içindedirler" (Maun-4,5)Yani salat'a gereken desteği vermiyor, salatın ne kadar önemli olduğunu bilmiyorlar.Yani zihnen salat'ı umursamıyor değerinden habersizdirler, buyuruyor ve onları kınıyor. Mesela: "...Salât fahşa ve münkerden alıkoyar..." (Ankebut-45)Tebliğ ve irşad yani sözlü eğitim ve öğretim olmadan insanları kötülüklerden alıkoymak mümkün değildir. Yani ezberlenmiş ve alışılagelmiş, bilinçsizce ve şuursuzca yapılan ritüeller insanları kötülüklerden nasıl engelleyecek? Böyle bir şey mümkün olur mu? Yediden yetmişe kadar bütün insanlar sözel ve zihinsel olarak eğitim ve öğretimden geçirilmeden, toplumu ahlaksızlıktan ve kötülüklerden alıkoymanın mümkün olmayacağını herkes bilir. Yani ancak eğitim ve öğretim araçlarıyla, sözle ve zihinsel destek vererek toplum arzu edilen olumlu bir seviyeye yükselir. İnsanların üzerinde yüce Allah'ın en büyük desteği indirmiş olduğu vahiy'dir. (Ahzab-43)"... Onların (müşriklerin) salât'ı el çırpmak ve ıslık çalmaktan ibarettir..." (Enfal-35) El çırpmak ve ıslık çalmakla salat olur mu? Yani ıslık çalmak ve el çırpmakla ilim ve güzel ahlak bakımından toplumu istenilen bir seviyeye taşımanız mümkün olur mu? Gerçekten de Şia ve Ehl-i Sünnet dininin yaşandığı coğrafyalara baktığımızda, ne mescid ve minarelerin, ne ezan ve ibadetlerin toplumun gelişmesi üzerinde olumlu bir katkı meydana getirmediklerini görüyoruz. Onlar istedikleri kadar mabed ve ibadetlerini övsünler, görünen köy kılavuz istemez. Kavramların yeri değiştiği için binlerce mabed ve eğitim kurumları ümmetin sırtında bir yük olmuş ve maalesef israftan başka hiç bir işe yaramıyorlar. Mesela: "Cuma günü salât için nida edildiğinde hemen Allah’ın zikrine koşun..."(Cuma-9) .. ..Allah’ın zikrine yani Kur'an'ı dinlemeye koşma, “bilgi edinme, eğitim ve öğretimle" ilgili bir durum olmadığını kim iddia edebilir? Bu da ancak zihinsel ve duygusal bir destek alma olmalıdır. Yüce Rabbimizin en büyük zikri olan Kur'an anlaşılsaydı, cehalet, taklit, vahşet ve katliamlar iman edenlerin hayatlarına bu kadar hakim olur muydu?(Âli İmran-103; Hac-31)Mesela: "Onlardan ölen birine asla salât etme ve onun kabri başında durma...!" (Tevbe-84)Bu âyetteki "salât" kavramı da, Nebi (a.s) a kesin bir emir olarak Allah ve Resülüne karşı gelmiş ve kafir olarak ölmüş olan munafıkların cenazelerine katılmaması, mezarlarına gitmemesi, dayanışma ve destek içine girmemesi onların cenazelerini teşyi etmemesi, uğurlamaması yani ölüsüne değer vermemesi ve insanlara olumsuz örnek olmaması ile ilgili bir durumdur. Mesela: "... kuşlar (yaratılışları icabı yüce Allah'ın yasası gereği havanın kaldırma) desteğini ve tesbihini bilmiştir. (Nur-41)Yani sünnetullâh gereği kuşların gökyüzünde uçmaları “salât” olarak ifade ediliyor. Mesela: "... Vettehizu min makâmi İbrahime musallé" "...İbrahim'in makamından destek edinin..."(Bakara-125)Yani Kur'an'da anlatılan İbrahim'in Nübüvvet makamından ve müşriklere karşı yaptığı mucadeleden destek alın, onu örnek edinin. Yoksa âyet, Mescid'i Haram'da, Kâbe'nin yanında put yaparak tapının demiyor. 111-) Yahudiler yahut Hristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler. Bu onların boş kuruntularıdır. Sen de onlara: Eğer sâdıksanız burhanınızı getirin, de.(Yahudiler, Hristiyanlar, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın din adamları her zaman birbirlerini sapkınlıkla itham etmektedirler.Halbuki Kur'an'ı anlasalar dinlerinin Yüce Allah ve Resüllerinin dini olan hanif İslam'la hiçbir bağlantılarının olmadığını bileceklerdi. "Burhan" yüce Allah tarafından gelen delil demektir yani vahiy anlamına gelmektedir)
KURAN I MÜBİN İN MEÂLİ (22.YAZI) 99-) Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. Onlara ancak fasıklar küfreder.100-) (Bu fasıklar) ne zaman bir ahidleşme yapmışlarsa, onlardan bir fırka onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmezler.101-) Allah indinden kendilerine, onlarla beraber olanı tasdik edici bir Resül gelince, kendilerine kitap verilenlerden (ûtül'l kitébe) bir fırka, sanki Allah'ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına attılar. ("kitab'ı arkalarına atmalarından kasıt" onu tümüyle bir kenara atmaları, ona iman etmekten vazgeçmeleri, değildir. Kitabın bir kısmının ihmali, tümünün ihmal gibidir. Çünkü bir bölümünün terk edilmesi, vahyin insanların yanındaki saygınlığını yok eder ve tümünün ciddiye alınmaması tehlikesini doğurur."kitaplarını bir kenara atıp onu ihmal ettiklerini" haber verdikten sonra Yüce Allah'ın, "Bilmiyormuş gibi" buyurması, onların aşırı derece kitaplarını saf dışı ettiklerini vurgulamak içindir. Yani "Allah'ın emri" olduğunu bilerek ancak lanetlik şeytanların yani din adamlarının baskın gelmesi neticesinde korkunç bir ihmalkarlıkla hiçbir zaman kitaplarına geri dönmediler. Kur'an Yahudilerin rivayetlerine cevap vermeye devam ediyor.102-) Süleyman'ın mülkün (saltanatı) hakkında şeytanların (muhaddislerin-din adamlarının) tilavet ettiklerine tâbi oldular. Halbuki (rivayetlerinde iddia ettkleri gibi) Süleyman kafir olmadı. Lakin şeytanlar (Süleyman hakkında uydurdukları yalan rivayetlerle) kafir oldular. Çünkü insanlara (akıllarını başlarından alacak) sihri (hadisleri) öğretiyorlardı.(Ey Yahudi din adamları!) Babil'de Harut ve Marut adındaki iki meleğe (veya iki meliğe) bir şey inmedi. Hiç kimseye de biz ancak fitne için gönderildik, sakın kafir olmayasınız" diye bir şey öğretmiyorlardı.(iddianıza göre) o iki melekten (veya başka bir kıraata göre iki melikten) kadın ile eşinin arasını ayıracak şeyleri öğreniyorlardı. Halbuki Allah'ın izni (yasası) olmadan onunla hiç kimseye zarar veremezler. Onlar (Yahudi din adamları, atalarından gelen hurafe rivayetlere iman ve onlara tabi olmakla) kendilerine zarar verecek, kendilerine hiçbir yararı olmayan şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun onu (bu hurafe rivayetleri) satın alanların ve onlara iman edenlerin) ahirette bir payları olmadığını da iyi bilirler. Karşılarında nefislerini (din ve onurlarını) sattıkları şey ne kadar kötü olmuştur. Keşke bunu bilselerdi. "Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar (Yahudi din adamları) şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman (vahiy'den sapıp) kafir olmadı. Lâkin insanlara sihir öğreten şeytanlar (hadisler uydurup) kafir oldular..."Yukarıdaki âyette bulunan "sihir" kavramı, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen din adamlarının uydurduğu hadisler ve mezhep âlimlerinin ictihadlarıdır. Yoksa sünnetullâh gereği şeytanların insanlara sihir öğretmeleri mümkün değildir. Kur'an'ın hadis ve ictihadlara "sihir" demesinin sebebi insanların beyin ve zihinlerini Kur'an'dan uzaklaştırıp ahmaklaştırdığı içindir. Dolayısıyla yukarıdaki âyette geçenler Yahudi din adamlarının uydurdukları hurafelerdir. Kur'an Yahudilerin bu hurafelerini reddediyor.Fakat Şii ve Sünni din adamları, âyete öyle bir meal vermişler ki, sanki bu hurafelerin hepsi gerçekmiş gibi batıl bir inanç ve bozuk bir algı meydana getirmişlerdir. 103-) (Yahudi din adamları) Eğer (Kur'an'a) iman edip kendilerini (şirk ve hurafelerden) korusalardı, Allah indinden kendilerine verilecek sevap daha hayırlı olacaktı. Keşke bunu bilselerdi. 104-) Ey iman edenler! "râiné" demeyin, "unzurné" deyin.(Kur'an'ı) dinleyin.Kafirler için elim bir azap vardır.Bu âyet Nisa 46. âyetle birlikte okunmalıdır.
6 Ekim 2021 Çarşamba
KURAN I MÜBİN İN MEÂLİ21.YAZI) 93-) Hatırlayın ki, sizden misak almıştık ve Tur'u üstünüze kaldırmıştık: Size verdiklerimizi kuvvetle tutun, dinleyin demiştik. İşittik ve isyan ettik, dediler. Küfürlerinden dolayı buzağı (sevgisi) kalplerine içirildi. (sindirildi) De ki: Eğer müminseniz, imanınız size ne kötü şeyleri emrediyor.(Buzağı sevgisinin İsrailoğullarının kalplerine sinmesi, içirilmesi, rivayetlerin ve ictihadların Şia ve Ehli Sünnet din adamlarının kalplerine sinmesi ve içirilmesi gibidir. Âyetin güncellenmesi bu şekildedir. Yani mezhepler şirkinden uzaklaşmanın ne kadar zor olduğunu ifade ediyor)94-)(Onlara: Şayet iddia ettiğiniz gibi) ahiret yurdu Allah indinde diğer insanlardan ayrı olarak yalnızca size özel (hâliseten) ise haydi ölümü temenni edin, de.(Kur'an'ı Mübin, Yahudilerin rivayetlerine cevap vermeye devam ediyor.İşte rivayetlerinden bir tanesi de "ahiret yurdunun yani cennetin kendilerine özel olacağını" iddia etmeleri idi. Dolayısıyla kendilerinden başka hiç kimsenin cennete girmeyeceğini söylüyorlardı.(Bakara- 111)Şia veEhl-i Sünnet din adamları da aynen Yahudi din adamları gibi cennetin kendilerine özel olarak hazırlandığını iddia ederler.Yahudi din adamlarının iddaları ne kadar doğru ise, bunların da iddiaları o kadar doğrudur) 95-) Onlar, kendi elleriyle yaptıkları işler sebebiyle ebediyen ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zalimleri çok iyi bilir.96-) Sen onları hayata karşı insanların en harisi olarak bulursun. Şirk koşanlardan her biri de arzular ki bin sene ömür sürsün. Halbuki o kadar ömür sürmesi onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Allah onların yaptıklarını görmektedir.97-) De ki: Kim Cibril'e düşman ise iyi bilsin ki Allah'ın izniyle (yasası gereği) önceki vahiyleri tasdik edici, müminler için bir hidayet ve müjde olarak senin kalbine indirmiştir.98-) Kim, Allah'a, Meleklerine Resüllerine, Cibril'e ve Mikél'e düşman ise, bilsin ki Allah da kafirlerin düşmanıdır. "CİBRİL" MELEK MİDİR YOKSA VAHİY MİDİR? Yahudi rivayetlerini ve Hristiyan ictihadlarını yani İsrailiyattan intikal eden yanlış algıları düzelten vahiy, “Cibril” olmaktan çıkarılmış, geleneğin algıladığı kanatlı büyük bir melek “Cebrail” olmuştur. Kur'an'da bir çok detay bulunurken, hiçbir yerinde “Cibril vahiy meleğidir” şeklinde bir âyet bulunmaz. Bu inanç, Şii ve Sünni din adamları tarafından rivayetler ve ictihadlar kanalıyla Yahudi ve Hıristiyanlardan getirildi. Halbuki Kur’an’ın, "Cibril" anlayışı, tahrif olan tevhid sistemini “onaran" anlamındadır. Yani vahyin bir özelliğidir.Aslında Kur'an'ın kavramları insanlara bir aydınlıktır. İnsanlığı geliştirmek için ileriye dönük kavramlardır.Fakat ilk dönem muhaddis ve müctehidlerin dar anlayışları bu kavramların kararmasına sebep olmuştur. "Cibril" kavramı melek değil, vahiy'dir. Aslında "Cibril" Kur'an'ı indirmemiştir, Allah indirmiştir. Vahyini indirmede yüce Allah hiç kimseye ihtiyaç duymaz. Kur'an, hiçbir âyetinde Cibril'in “nebi" ve "resüllere"vahiy indirdiğini” söylemez!Cebr: Güç, kuvvet kullanmak. El: O gücün sahibi, İlâh. Yani; “İlah’ın onaran gücü vahiy” anlamındadır. Bize geldiği kök itibariyle “kudretli ilâh” anlamında, İbranice dilinde “Gabriel”dir.Fakat sonradan yahudiler rivayetlerinde vahyin bir özelliği olan "cibril'i" (büyük melek) anlamında kullanır olmuşlardır. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri de Yahudilerden aldıkları bu anlamı yine rivayetler yoluyla kutsal kabul ettikleri kaynaklarına sokarak Kur'an’ın ortaya koymak istediği anlamı tahrif etmişlerdir. "Kutsal Ruh" melek değil, bozulmuşu tamir eden "Cibril" dir. Yani "vahiy" olduğunu söyleyebiliriz. Kur'an'da bir çok kavram "Allah, vahiy ve Resül" bağlamında kullanılır. (Ruhu'l Kudus, nur, hak, kerim, aziz) gibi. Dolayısıyla Bakara 97.âyette geçen Cibril; “melek” değil, tahrif olan önceki vahyi tamir eden Allah’ın ruhu olan vahiy'dir.Bir başka değişle, Allah’ın toplumu onaran mesajlarıdır. Böylece "cibril" vahiy indiren değil, inen oluyor. "Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Ruhu'l Emin uyarıcılardan olasın diye apaçık Arap dili ile senin kalbine inmiştir" (Şuara-193,194,195)194.âyette bulunan kelime" nezele bihi ruhu'l emin" dir. Yani (Ruhu'l emin onunla indi) anlamındadır. Bakara-197.âyette geçen “Allah’ın izni” deyimi; “kendisinin koyduğu yasaya tabi olarak” anlamındadır. Burada ilk bakışta “Kur'an'ı Allah’ın izniyle cibril indirmiştir” gibi bir algı doğabilir. Bu yanlış algıya sebep olan “izin” kelimesidir. Oysa “Allah’ın izni” ifadesi trafik polisinin vatandaşa izin vermesi, yada bir öğretmenin talebesine izin vermesi gibi bir izin anlamında değildir. Buradaki (insanın insana karşı) “izni”nde bir talep karşısında “isteğin yerine getirilmesi” durumu vardır. Fakat âyetlerde geçen "Allah’ın izni" ifadesi “yasası gereği” diye anlaşılmalıdır. Cibril yada Kur'an Allahtan “inmek ve indirmek izni” istememiştir ki Allah izin versin. Dileyen zaten Allah’ın kendisidir. "Kendi izniyle; kendi yasaları dahilinde demektir. Kur'an’da on’dan fazla yerde bu ifade geçer. Konumuzla ilgili Mâide 16.âyet şöyledir:Rızasına uyanları Allah onunla selâmet yollarına eriştirir, onları İZNİ ile zulümattan nûra çıkarır ve onları sırat'ı müstakime (dosdoğru bir yola) hidayet eder. “Allah’ın kendisine iznin” kendisi tarafından koyulan yasalara uymak olduğunun en güzel kanıtıdır. Bu âyette geçen"hi" “o” zamiri diğer birçok âyette olduğu gibi, kendisini yani yüce Allah'ı işaret eder, bir meleği işaret etmez. 98.âyette “Kim Cibril’e düşmansa” buyruluyor. Burada herkesin anlayabildiği ve inancına meydan okuduğu için düşman olabileceği bir cibril (onarıcı vahiy) vardır. İnsan bir şeyi görmeden, onu duymadan ve ona muhatap olmadan niye düşman olsun?Ona düşman olması için onun inancına, geleneklerine ve menfaatine saldırmsı gerekir.İşte bu yüzden de inen’dir. Ateistler dahil, hiç kimse meleklere düşman olmaz. Meleklere düşman olunacak bir sebep yoktur, ama vahye düşman olunacak sebep çoktur.Yani 98. âyette kastedilen "düşman" "melek" "Cebrail" değil, "vahiy" Cibril’dir. O kendisine düşman olan Yahudileri, Hristiyanları, Şiileri ve Sünnileri ilgilendiren “yasa”dır. Yanlış anlaşılmasın söz konusu gruplardan maksat insanları İslam'dan uzaklaştıran din adamlarıdır.Yoksa Kur'an'ın ümmilere karşı bir düşmanlığı yoktur. Bakara 98.âyette orjinal ifadeyle bir de "Mikéle" kelimesi eklenmiştir. Şia ve Ehl-i Sünnet'te "mikail" meleği olarak tahrif edilen bu kelime Kur'an’da yalnız bu âyette geçmektedir. Ümmi insanlara öğretilen, "yağmur ve kar yağdıran, rüzgârları estiren yani doğa olaylarını düzenleyen" meleğin adıdır.Oysa Kur'an'da yani orijinalinde "Mikail" geçmez. Yani “Mikéle” kelimesine, aynen cibril’de olduğu gibi “iyl” eki gelmemiştir. Kuran’da “Mikéle” geçer.Bu uydurma işlem anlamın değişmesine sebep olur. Kur'an’da var olan mikéle’yi, mikâil’e çevirirseniz sadece kavramları tahrif edersiniz. Yani Kur'an'ı anlamada hava almış olursunuz.Bunun düşmanlıkla ne ilgisi var? Bir insan "mikâle"ye niye düşman olsun?Sizin aklınız yokmu? Oysa biz orjinal anlamı olan “büyük reis” kavramını verirsek, Kur'an’ın bahsettiği “düşman olmak” deyimi, yerine oturur. İşte o zaman Yahudilerin ve benzerlerinin “neden” düşman olduklarını anlayabiliriz. Yine İbranice’den gelen ve 98. âyette geçen "mikéle" kelimesi; “büyük reis ” anlamına gelmektedir. Tevratta "miké" Nebi anlatımı mevcuttur. Kur'an’da geçen “mikéle” ifadesi, son Nebi ve Nübüvvete bağlı son Resül olan Muhammed(a.s) ın bir niteliği olduğu açıktır. Bu âyet Allah Resülüne düşmanlık eden yahudileri uyarmak için nazil olmuştur.Onların dilinden konuşulmaktadır. Onların düşmanlıkları Allah ve Resul’üne idi. İşte bu yüzden hurafe inançlarını ve kötü ahlaklarını deşifre eden "Cibril’e" (vahye) ve "mikéle’ye" (Resül'e) düşman oldukları bildirilmektedir. "Cibril" ve Mikél" ifadelerinin Yahudiler bağlamında kullanılması, Yahudilerin bunları biliyor olmalarından kaynaklanıyor. Çünkü Mekke'de inen sürelerde Cibril ve Mikél kavramları geçmez. Zaten 99. âyette geçen “biz sana apaçık âyetler indirdik” cümlesi de cibril’in "toplumu onarıcı vahiy" olduğunu, mikéle’nin de "vahiy temsilcisi yaşayan Resul" olduğunu ispatlamaktadır. Bir çok kavram gibi "cibril’in "cebrail’e" dönüştürülmesi, Kur'an'ı anlaşılmaz bir metin haline getirmiştir.Kur'an'da “Cibril” kelimesi üç yerde geçmektedir. (Bakara-97,98; Tahrim-4)Tahrim süresi 4. âyette"...Onun (Nebi'nin) mevlâsı ancak Allah’tır, Cibril'dir (vahiy), müminlerin salih olanları ve bunların ardından melekler de ona destektir" buyruluyor. Şimdi bu âyette Nebi'ye yardımcı olanlar sayılırken,"vahiy" olan "Cibril’in" sayılmaması ne kadar büyük bir eksiklik olurdu. Bu âyette geçen “Cibril”in bir olay karşısında, ona hemen yardımcı olan Rabbimizin direk bildirdiği vahyin olduğu gayet açıktır. Dolayısıyla Allah'ın izniyle Nebi(a.s) için en büyük ve en önemli destek vahiy'di Bu âyette bulunan "Cibril’in" melek olmadığına başka bir delil de; “Meleklerin” de Nebi'ye yardımcı olduklarını söylemesidir. Eğer Cibril bir melek olsaydı, bu âyette Cibril'i andıktan sonra bir de “melekler” diyerek tekrar yapmaması gerekirdi. Meallerin çoğunda Cibril kelimesi geçmediği halde parantez içinde “(Cebrail)” yazılması doğru değildir. Mesela: Tekvir süresi 19-25 âyetlerini incelediğimizde; Resülün Muhammed (a.s) olduğunu, vahyi aynen tebliğ ettiğini ve itaat edilen olduğunu görüyoruz: "Şüphesiz o (Kur'an) kerim, kuvvetli ve Arş'ın sahibi indinde mekin, kendisine itaat edilen bir Resül'dür. (Tekvir-19/21)“Şüphesiz o çok kerim bir Resul sözüdür“ âyetindeki "hu" (o) zamiri, vahyi/Kur'an'ı göstermektedir. Yani âyette bulunan “Resül sözü”, elçilik yapanın kendisine ait sözler değildir.Onu Resül olarak gönderen otoriteye ait sözlerdir. Söz konusu Resül, son vahyin sahibi olan Muhammed(a.s) dır.Resülün “Cebrail” olduğu şeklindeki ifadeler doğru değildir. “Resül sözü” ile kastedilen de vahiy'dir.Vahiy Resülün dilinde hayat buluyor.Resül olmadan vahiy, din, iman, İslam diye bir şey olmaz. Yüce Allah, Nebi ve Resüllere arada hiç bir aracı olmadan vahiy indirmiştir. Şimdi de Necm süresi 1-18 âyetlerinin mealini sunuyoruz.1-) Necm’e (bölüm bölüm açığa çıkararak hakkı anlatana) yemin olsun ki,2-) Arkadaşınız ne saptı ne de yanıldı! 3-)(Ey müşrikler! İddia ettiğiniz gibi) (O Resül) hevasından konuşmaz!(Bu konuşma normal hayatta ticaret yaparken veya hanımlarıyla yaptığı konuşma değil, Resul’ün görevli olduğu vahyi (Kur'an'ı) insanlara bildirme konuşmasıdır. Çünkü Mekke müşrikleri Resül (a.s) a iftira ederek vahyi uydurduğunu söylüyorlardı) 4-) O (okuduğu) yalnızca (kendisine) vahyedilen vahiy'dir. (Yani kendisine yüce Allah’ın vahyettiği vahiyden başka bir şey değildir) 5-) O’na kuvvetleri şiddetli olan talim etti!(Allahtan daha şiddetli kim olabilir?) Müfessir ve mealcilerin bu âyete (Cebrail) demeleri büyük bir hatadır. Çünkü herşeyi herkese direk öğreten yüce Allah'tır. Resülüne Kur'an'ı öğretmeye gelince neden bir aracı kullansın? Yüce Allah şöyle buyuruyor.“Rahman, Kur'an'ı öğretti” (Rahman-1,2)Necm 5.âyette bahsedilen fail, yüce Allah'tır. 6-) O (kuvve) kendini fark ettirdi, böylece de istiva etti (böylece de vahye açık hale geldi) “zû mirratin” "kuvvet, akıl, güç olduğunu kabul edersek;“Kendisine o vahyi gönderen güç, kuvvetleri şiddetli, olağanüstü bir akla sahip olan Allah öğretti” demek mümkündür. Bu özellikleri Cebrail'e! vermek, Allah’a olan övgüyü başkasına yakıştırmak olur. Olağanüstü akla sahip olan kim? Bir melek! mi yoksa gökleri ve yeri ince ayar ve hassas denge ile mühteşem bir uyum içinde yaratan Allah mı?"Kuvvetleri şiddetli olan kim?Allah'ın izni (yasası) olmadan hiçbir şey üretemeyen bir melek mi yoksa sonsuz bir güce sahip olan yüce Allah mı?Öyleyse (vahyini Resul’ün kalbine indirmek için) kendini Resul’üne (bu konuda ve o anda) fark ettiren kim oluyor?Bu âyette ikinci bir saptırma ise, yine rivayetlerin etkisinde kalarak “festeva” kelimesini bir insan hareketi olan “doğruldu” kelimesiyle çevirmek olmuştur. Oysa burda kastedilen “kudretiyle hakimiyet kurmuş olan” anlamına gelmektedir.Bu da yüce Allah'ı ifade eder. “istiva” kelimesi kullanılırken, “O Rahman ki arşın üzerine istiva etmiştir"(Tâhâ-5) buyrulmuştur. Yani kudret ve kuvvetiyle onu hakimiyeti altına almıştır” anlamına gelmektedir. 7-) O, ufuk-u âlâ (tüm dışsallığı kaplamış - âfakta) olduğu halde!Bunun cebrail olması mümkün değildir. Çünkü Allah’tan başka hiç kimse arşa hükmedemez. 8-) Sonra yaklaştı, tedelli etti. (Müfessir ve müctehidler yaklaşanı insan gibi tasavvur edip “cebrail” demişler. Oysa yaklaşan Kutsal-Ruh olan vahyin ta kendisiydi. Zaten bu âyetlerin konusu yüce Allahtan indirilen vahyin Resul’üne nasıl ulaştığı ile alâkalıdır. Eğer Cebrail diye bir varlık aracılık edip ulaştırsa idi, mutlaka adı bu âyetlerde geçerdi) 9-) İki yayın birleşimi (kâb-e kavseyn) veya edné (daha da yakın) oldu!Bu ifade Resülü Muhammed (a.s) la manevi yani simgesel bir yakınlaşma anlamına gelmektedir. 10-) Böylece kuluna vahyettiğini vahyetti. Emin olun, bu âyet, bütün cebrail hikayelerini tek başına yıkmaya yeterlidir. Bu âyet, tam olarak taşı gediğine koyuyor, her şeyi yerli yerine oturtuyor, anlatılmak istenenleri mükemmel bir şekilde hulasa ediyor. Kendisine vahyedilen Muhammed (a.s) Cebrail’in kulu olamayacağına göre; gelen vahiy direk yüce Allah’tandır. Lütfen şimdi dikkat edelim. 11-) Füad gördüğünü yalanlamadı! Bu âyette “Görme” işleminin faili “gönül”dür yani fuad olarak gösteriliyor. Dolayısıyla bu âyete göre Allah Resul’ü (a.s) Melek Cebrail’i değil, “inen vahyi” “gönül gözüyle” görmüş ve onu yalanlamamıştır yani ona iman etmiştir. Biraz aklımızı kullanalım. Zira âyetler Cebrail’den değil, hep vahiyden bahsetmektedir. 12-) Gördüğü hakkında onunla tartışıyor musunuz?Yüce Allah, Resülünün Cebraili mi, vahyi mi yada Allah'ı mı gördü tartışmalarına noktayı koyuyor. 10. ve 11. âyetler “Vahyi gönül gözü ile gördü”ğünü açıkça söyledikten sonra 12. âyetin gelmesi muhteşem oldu. Çünkü âyetler, Cebraili değil, inenin vahiy olduğunu açık olarak ortaya koyuyorlar. 13-) Andolsun ki onu bir daha gördü 14-) Sidret-ül Mümteha yanında. 15-) Cennet-ül Me’va da Onun (Sidret-ül Mümteha’nın) yanındadır!(Sidratu'l Münteha ve Cennetu'l Me'va o günkü Mekke'de yaşayan herkesin bildiği, vahyin ilk geldiği yerleşim yerleridir) 16-) O an ki, Sidre’yi bürüyen bürüyordu. 17-) Basarı (basireti) ne kaydı ne de haddi aştı. 18-) Andolsun ki Rabbinin âyetlerinden (işaretlerinden) en büyüğünü gördü! Resul’ün kalp gözü ile gördüğü elbette ki; inen vahiydi!Şimdi de dört âyette geçen “Ruhul-Kudüs”ün, “Mukaddes -Ruh” un "noksan sıfatlardan uzak" anlamında “Allah’ın ilmi” olduğunu Kur'an'dan görelim. Üç âyette (Bakara-87, 253; Mâide-110) yüce Allah'ın, Ruhu'l Kudüs ile İsa (a.s) ı güçlendirdiği yer almaktadır. "... Meryemoğlu İsa’ya da beyyinâtı (açık kanıtlar) verdik ve onu Ruhu'l Kudüs ile destekledik..." (Bakara-87) Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları bu âyette İsa (a.s) ı bir Resül olarak, yüce Allah’ın onu vahiy'le güçlendirdiğini anlayamadaklarından dolayı konu ile hiç alâkası olmayan "Cebrail’i" araya monte ediyorlar. Böylece anlatımdaki edebi sanat, hikmet ve vahyin diriltici gücünü yok ediyorlar.Yahudilere “Vahiy'le ona destek verdik” demesi, O’nun da bir Resül olduğunun göstergesidir, ona iman edin" anlamına gelmektedir. Konumuz olan Bakara 87. âyetinin son cümlesinden de "kutsal ruhun" cebrail olmadığı, Resulullahın Allahtan aldığı ruhu/vahyi getirdiği anlaşılmaktadır:“... Fakat her ne zaman bir elçi hoşunuza gitmeyen bir mesaj getirmişse, ...”İsa(a.s) neyi getirmiş?"kutsal ruhu" Yani Allah’ın vahyini. Böylece konunun cebrail olmadığını anlıyoruz. “... Meryemoğlu İsa'ya beyyinâtı (apaçık kanıtlar) verdik ve onu Ruhu'l Kudüs (Allah’ın vahyi-kutsal ruh) ile güçlendirdik. ...”Bu âyetteki Allah’ın ilmi olan kutsal ruh’a, Kuran’da geçmediği halde (yanlış ve alâkasız bir yorum olan) “cebrail”i ekliyorlar. “Apaçık kanıtlar”ın yanında “Allah’ın vahyi” mi uygun olur yoksa Cebrail mi uygun düşer. Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları nazarları apaçık vahiyden, görünmez olan Cebrail’e dönderip konuyu anlaşılmaz kılıyorlar. ".. Hani sani Rûhü’l-Kudüs ile desteklemiştim... "(Bakara; 253)Bu âyette de yüce Allah İsa(a.s) ı güvenilir bilgi” olan vahi'yle destek verdiğini söylemektedir.Ve âyetin altında bu bilgiden kaynaklanan mucizeleri yapması sıralanmıştır. Âyetin Cebrail ile alâkası yoktur. Allah’ın izni olan tabiat yasasıyla ve uyum içindeki vahiy'le alâkası vardır. Yine diğer çevirilerde olduğu gibi “Cebrail Meleği” çevirisi müminlerin hayatında zerre kadar bir etkiye sahip değildir. Aksine noksan sıfatlardan münezzeh olan Yüce Allah'a bir yardımcı tayin ederek tevhid sistemi çökertikmeye çalışılıyor. İslam dininde melek olarak "Cebrail'in" hiç bir önemi ve misyonu bulunmamaktadır. Ama “kutsal ruh, saf bilgi, Allah'ın noksansız ilmi” yani “Allah’ın vahyi” çevirisi orjinaline de uygun olup, müminlerin hayatlarını vahiy'le güçlendiren ve etkileyen sonsuz bir moral gücü ve tükenmez bir motivasyon olmaktadır. Şuara süresi 193.âyette geçen Ruh-ul Emin'i “Emin Ruh”u da Cebrail’e çevirmişlerdir. Bu deyim sadece bu ayette geçmektedir. Bu âyette geçen “Ruh-ul Emin” ifadesini, Şia ve Ehl-i Sünnet müfessirlerinin tamamı, “Cebrail” diye açıklamışlardır. Bu doğru değildir. Yahudi kültüründen mezhep kaynaklarına sokulmuş, üzerinde düşünüp hiçbir eleştiriye tabi tutmadan uydurma kitaplarında kuşaktan kuşağa aktarılarak gelmiştir. “Ruhu'l Emin”in cebrail değil bizzat vahyin kendisi olduğunu ve ruhun'da bizzat Allah’ın kendi işi olduğunu Kur'an açıklar. Mesela: "Sana Ruh’tan sorarlar deki, ruh, Rabbimin emrindendir..." (İsra-85)(Bu âyette ne Cebrail’e en ufak bir işaret, ne de onu aracı kılma mevcut değildir)"Bununla güvene lâyık olan vahiy indi"Şuara-193)Ruh: Kadir- 4; Mü’min-15; Şura- 52, Nahl- 2, ve İsra 85 de doğrudan “vahiy” yada “vahyin kaynağı” anlamında kullanılır. Yüce Allah müminleri kendinden bir ruh ile desteklediğini açık olarak ortaya koymaktadır. (Mucadele-22)“Bu ifade Kur'an’da sadece bu pasajdaki Şuara- 193.âyette geçmektedir. Âyette bir sıfat tamlaması olarak ER-ruhu’l-Emîn şeklinde yer alan bu ifade, bir isim tamlamasıymış gibi “Ruhu’l-Emin” şeklinde telakki edilmekte ve böylece büyük bir yanlışlık yapılmaktadır. Nitekim Kur’an’ın Cebrail adındaki melek tarafından indirildiği yolundaki peşin kabule dayanan geleneksel anlayış, Şuara 193.âyeti “Onu Ruhu’l Emin (Cebrail) indirdi diye yanlış meallendirilmiş ve zihinlerde bu yanlışla yer etmesine yol açmıştır. Oysa bu meal, âyetin lâfzî manasına uygun olmadığı gibi, hem 192. âyetteki “O âlemlerin Rabbi’nin indirmesidir” ifadesi ile hem de Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğini bildiren yüzlerce âyetle çelişik hâle getirilmektedir. Âyetin metni “nezele” (indi) fiilinin geçişsiz [etken] olmasına rağmen, geçişli [edilgen] anlama gelecek şekilde "nezzele" “indirildi” olarak ifade edilmesinden kaynaklanmaktadır. Şuara 192.âyette “O (Kur'an) Rabbinin indirmesidir” deyip, 193.âyette, “(hayır) onu cebrail indirmiştir” denilir mi? Bu geniş bilgilendirmeden sonra âyetlerin mealini bir daha verelim."O, Ruh-ul Emin (güvenilir vahiy, sağlam bilgiler) apaçık Arapça bir lisan ile uyarıcılardan olasın diye senin kalbine indi" (Şuara-193,194,195)Şura 51. âyette de vahyin Cebrail tarafından indirilğini söylemez. Aslında Kur'an'ın hiçbir yerinde söylemez. Aksine Allah’ın, vahyi indirdiğini söyler. Direk vahiy'le olduktan sonra niye perde arkasından veya elçiyle bildirim göndermeye gerek olsun. Resulullah’ın direk kalbine vahyi göndermeyi bırakıp, kendine bu işi yapacak bir elçi bulundurması yüce Allah'a yakışmaz. Allah’ın beşerle konuşması:1-) Direk kalbine gönderdiği vahiy'le oluyor. Allah Resülüne vahyettiği gibi. 2-) Perde arkasından ses kulak aracılığıyla. Musa Aleyhisselâm örneğinde olduğu gibi. 3-) Elçi göndererek(Şura-51)Âyette geçen üçüncü şık konuşma olan "resül gönderme" ise, Lut ve İbrahim (a.s) a gönderdiği elçiler olabildiği gibi, Zekeriyya (a.s) ı yollayarak Meryem'e mesajlarını iletmesi de olabilir. Sonuç olarak:"Cibril" kavramının Medeni sürelerde bulunması hem Ensar hemde Yahudiler tarafından bilindiğini gösteriyor. Daha önce söylediğimiz bir cümleyi tekrar edelim, "Sırat'ı Müstekim, Hak, Nur, Aziz, Kerim, Mübin kavramları gibi, Ruh, Cibril, Ruhu'l Emin, Ruhu'l Kudüs" kavramları, Cibril ile ilgili kavramlar değil, Yüce Allah'ın fiil ve sıfatları ile yani vahiy'le ilgili kavramlardır.
4 Ekim 2021 Pazartesi
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ20.YAZI) 88-)(Yahudiler, Allah Resulüne) "Kalplerimiz örtülüdür" dediler.Bilakis: Küfürleri sebebiyle Allah onlara lanet etmiştir. Onların pek azı iman eder.(Ğulf: Herhangi bir şeyi muhafaza etmek için sarılan örtü, kılıf manasına gelmektedir.Lânet: Şiddetli bir şekilde her türlü hayır ve rahmetten uzaklaştırma anlamına gelmektedir.Lâneti hak eden kişi şeytaniyyet damga ve sicilini yediği için, artık yapmış olduğu hiçbir şeye değer verilmez) 89-) Onlara, beraberlerinde olanı (Tevrat'ı) tasdik eden bir kitap (Kur'an) gelip de, daha önce kafirlere karşı (gelecek olanla) fetih de umuyorlardı. Fakat bilip tanıdıkları kendilerine gelince ona kafir oldular. İşte Allah'ın lâneti böylesi kafirlerin üzerindedir. (Medine'deki Yahudi kabileleri Allah Resülü gönderilmeden önce Arapları korkutarak, yakında gelecek olan Nebi sayesinde büyük fetihler elde edip onunla bölgeye hakim olacaklarını söylüyorlardı. Âyetin anlatmak istediği şey budur) 90-) Allah'ın kullarından dilediğine (Nübüvvet- Risalet- vahiy) indirmesini ırkçılık taassubu (bağyen) yüzünden Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) kafir olmakla nefislerini ne kadar kötü bir şeye sattılar. Böylece onlar gazap üzerine gazaba uğradılar. Kafirler için alçaltıcı bir azap vardır.(Beğy kelimesi, kıskançlık anlamında değil, kabile ırkçılığı, soy üstünlüği, cemaat ve tarikat fanatizmi anlamına gelmektedir. Kıskançlığın karşılığı hasettir) 91-) Kendilerine Allah'ın indirdiğine iman edin, denildiğinde: Biz sadece üzerimize indirilene iman ederiz, derler ve ondan sonrakine (Kur'an'a) kafir olurlar. Halbuki o (Kur'an) kendileriyle birlikte bulunanı (Tevrat'ı) tasdik edici olarak gelmiş hak kitaptır. Onlara: Şayet siz gerçekten iman ediyorsanız daha önce Allah'ın Nebilerini neden öldürüyorsunuz" de. (Aslında Medine'de bulunan Yahudiler Nebi öldürmemişlerdi. Nebileri asırlar önce ataları öldürmüştü. Fakat inanç, taassub, karakter, mizaç ve ahlak aynı olduğu için böyle denilmiştir. Bu gibi ifadeler son vahyin i'caz, belağat ve edebiyatından kaynaklanıyor. Nebi kavramı, Resül kavramı gibi, tekil olarak lafzatullahın yanında yer almaz.Yani bir çok âyette "Resülüllâh" (Allah'ın Resulü) "Rüsülüllâh" (Allah'ın Resülleri) olmasına rağmen, sadece bu âyette çoğul olarak "Enbiyé Allah" (Allah'ın Nebileri) ifadesi geçmektedir."İstisnalar kaideyi bozmaz" diye güzel bir söz vardır.Hatta Kur'an'da yüzlerce âyette "Resülihi" (Resulü) "Rüsülihi, Rüsülehu" (Resülleri) geçmesine rağmen, hiçbir âyette "Nebiyyihi" (Nebisi) geçmez. "Nebi" kavramı tekil olarak hiçbir yerde Allah'a bağlanmamıştır. Yani Nebi kavramı bulunduğu bütün âyetlerde yalın olarak kullanılmıştır. "Resül" olmayan Nebi'ye indirilen vahiy, yalnız kendi şahsına özel olarak kalır.Çünkü indirileni tebliğ, âyetleri tilâvet, kitabı tâlim, vahiy'le arındırma olan tezkiye Nebi bağlamında kullanılmamıştır. Nebi, insanları o toplum içinde gelmiş bir Resül'ün yoluna davet eder.Şayet söz konusu toplulukta bir Resül gelmemişse, Nebi, kendisine indirilen vahiy'le insanları hayra ve güzelliğe dâvet eder ve onları daha sonra gelecek Resül'ü kabul etmeye hazırlar.Nebi aynen iman edenler gibi vahyi uygulayıcı sivil kimliktir. Resul ise teorik islam/Kuran kimliğidir. Resul uygulama yapmaz, vahyi tebliğ eder.Bu nedenle Resül'ün günahı hatası olmaz. Nebi uygular, uygulayıcı hata yapar. Bu yüzden hiç bir âyette nebiye itaat emredilmemiştir. Nübüvvet özel hayatı temsil eder. Bu yüzden hadis sünnet diye bir şeyden söz edilemez. 92-) Andolsun Musa size apaçık delillerle gelmişti. Ondan sonra, buzağıyı (ilah!) edinerek zalimler olmuştunuz.
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(19.YAZI) 83-) Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca Allah'a ibadet edeceksiniz, ana babaya, yakın akrabaya, yetimlere ve miskinlere güzellik yapacaksınız diye misak almış ve insanlara güzel siz söyleyin, salat'ı ikame edin, arınmaya gelin. Sonunda azınız müstesna yüz çevirerek karşı geldiniz. 84-)(Ey İsrailoğulları!) Kanınızı dökmeyeceğinize nefislerinizi (kendinizi) yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair misak almıştık, sonra bunu böylece ikrar (kabul) etmiştiniz; buna siz şahitsiniz.(Aslında âyette "birbirlerinin kanlarını ve birbirlerini yurtlarından çıkarmayacaklarına" dair misak alınmıştı."Kanınızı dökmeyeceğinize, nefislerinizi (kendinizi) yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza" denilmesinin sebebi, toplum içerisinde yer alan her ferdin kanının diğerinden farksız olduğu, kardeşinin kanını akıtanın aslında kendi eliyle kendisini yok ettiğini edebi bir şekilde ifade edilmiştir.) 85-) Bu misakı kabul eden sizler, nefislerinizi öldürüyor, aranızdan bir fırkayı yurtlarından çıkarıyor, zarar vermede ve düşmanlıkta onlara karşı sırt sırta veriyordunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram kılındığı halde (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz kitab'ın bir bölümüne iman edip, bir bölümüne küfür mü ediyorsunuz? Sizden kim böyle bir fiil işlerse, cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kiyamet gününde ise en şiddetli azaba döndürülmektir. Yapmakta olduklarınızdan Allah gafil değildir. (Allah'ın Resülleri vefat ettikten sonra onlara varis olanlar, genellikle kitab'ın belli bir bölümünü uygulamış bir bölümünü terk etmişlerdir. Son vahyin tarihinde Allah Resulünden sonra özellikle Emevi ve Abbasiler döneminde din adamları, rivayet ve ictihadlarla Kur'an'ı tamamen devre dışı bırakmışlardır) 86-) İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir.87-) Andolsun biz Musa'ya kitab-ı verdik. Ondan sonra arka arkaya Resüller bulundurduk. Meryem oğlu İsa'ya beyyinét (apaçık deliller) verdik. Ve onu Ruhu'l Kudüs (vahiy) le güçlendirdik. Ama ne zaman size bir Resul nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse kibirlik taslayarak bir kısmını yalanladınız bir kısmını öldürdüğünüz.( doğru değil mi?) (Öldürülen Resüller vayhe bağlı Resüller yani vahiy alan Resüller değil, kitaba bağlı Resüller idi. Çünkü vahye bağlı Resüller koruma altındadır) VAHYE BAĞLI RİSÂLET VE KİTABA BAĞLI RİSÂLET:Kur'an'da yüzlerce âyette geçen Nebi ve Resül kavramları Osmanlı döneminde döneminde Farsça'dan dilimize geçmiş olan "peygamber" kelimesi ile ifade edilmektedir. Bu kavram ister istemez Kur'an'ın en önemli kavramları olan "Nebi" ile "Resul'ün" arasında bulunan farkların yok olmasına neden olmuştur.Resul: Bazen yüklenen söze, bazen o sözü yüklenen şahsiyete denir.Bu kökten türüyerek Türkçe'ye girmiş olan bazı kelimeler şunlardır.Resül, irsaliye, mürsel, risale.Resül: Elçi İrsaliye: Gönderilen şeyle ilgili evrak.Mürsel: AktarmaRisale: Yazılı mektup, dergi ve kitap demektir. Resul: Belirli bir amaç için kendisini seçip gönderen tarafından tevdi edilen emanete herhangi bir katkı yapmaksızın muhataplara bilgi ve haber götüren kişiye denir.Resülü'n çoğulu Rüsül'dür.Risalet, Resül kelimesinin mastarıdır, Resülün görev icra ettiği işin adıdır.Nebi, nun, be, elif; ne-be-e kökünden veya ne-be-ve kökünden türemiştir."Nebee" kökünden türetildiğinde manası:Çok önemli haber alan, haberin kaynağı anlamına gelir."Nebeve" kökünden türetildiğinde ise manası: Mertebesi ve değeri çok yüksek anlamına geliyor.Yani bulunduğu toplumda derecesi yükseltilmiş anlamına gelmektedir. Kur'an'da kıraat imamları Nebi kavramını iki şekilde de okumuşlardır.Nebi: Haber veren mertebesi yüksek olan anlamına gelir. Nübüvvet, Nebi kelimesinin mastarıdır yani Nebi'nin yaptığı işin adıdır.Kur'an'da Nebi ile Resül'ün birbirinden farklı olduklarını gösteren bir çok âyet vardır."Biz, senden önce hiçbir Resül ve Nebi göndermedik ki..."( Hac- 52)"Hani Allah, Nebilerden: "Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra yanınızda olanları tasdik eden bir Resul geldiğinde ona mutlaka iman edip yardım edeceksiniz diye söz almış..."(Âli İmran- 81)Kur'an'da itaat, isyan, aziz, kerim, mübin, icabet, davet, ittiba, kitab'ı tilavet, istihza, tekzip, emânet, hiyanet, hak, nur, inzar , tebliğ, küfür, savaş açılma, helal ve haram kılmak gibi birçok kavram Nebi değil, Resul bağlamında kullanılmıştır. Nübüvvet: MakamRisalet: Bu makama ait görevlendirmedir.Resül: Kendisinden hiçbir şey katmadan birinin emirlerini diğerine ulaştıran görevli kişidir. Nübüvvet unvan, Risalet ise bu ünvanın gereğinin icra edilmesi demektir.Tıpkı bir şehrin valisi olarak atanmış bir kişi görev esnasında kanunlar ve bu kanunlarca kendisine verilen yazılı yetkilerle makamında görev yapar. Fakat bu makama uygun olmayan hareket sergileyemez.Her zaman söz ve tavırlarında bu resmi makamın ağırlığına göre hareket eder.Özel hayatında bile bu resmi makamın şerefine herhangi bir lekenin sürülmesine fırsat vermez.Bu kişi görevde bulunduğu her anında validir, ama toplumu yönetirken vereceği emirlerde hiçbir zaman kendi kafasına göre hareket etmez, kanunlara göre hükmeder, görevini yapar.Özel hayatı ile ilgili konuları asla işine karıştırmaz, çünkü bu kanunlarla yasaklanmıştır.Görevde olduğu ve görevinde gereğince hareket ettiği müddetçe onun söyledikleriyle hareket etme zorunluluğu vardır.Fakat görevinin dışında yani kendi özel hayatında kimsenin onu dinleme ve ona itaat etme zorunluluğu yoktur.Aynen bunun gibi Nebi olarak kendisine vahyedilen kişi hayatı boyunca, gece gündüz, aralıksız Nebi kimliğine sahiptir.Nübüvvet kimliği ondan asla ayrılmaz, vefat edinceye kadar hatta ahirette bile Nübüvvet kimliğine sahip bulunur.(Nisa-69) Fakat Resullük her daim devam etmez.Resul kendisine Allah tarafından vahiy indirilip insanlara ulaştırdığı andaki konumudur. Resullük dünya hayatı ile sınırlı bir görevlendirmedir.Mesela:Muhammed (a.s), doğumundan kırk yaşına kadar Mekke vatandaşı olarak herkes gibi beşer kimliğine sahiptir.(Kehf-110; Füssilet-6)Nebi (a.s), kırk yaşından vefat edinceye kadar aralıksız Nübüvvet kimliğine sahiptir.Resul ( a.s), kırk yaşından vefat edinceye kadar kendisine vahiy indirilip onu tebliğ ettiği andaki görevidir.Onun için Resule itaat, Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir."Kim Resul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur..."(Nisa-80)Fakat Nebiler söz ve hareketlerinde Allah'a karşı hata ettiklerinden dolayı (Tevbe-113; Tahrim-1 Enfal-67,68) onlara itaat etmek, Resule itaat etmek gibi kabul edilmemiştir. Hatta Nebi'nin dediğini yapmamak yani tavsiyesine uymamak günah bile sayılmamıştır. (Ahzab-37)Dolayısıyla Allah'ın Resulü, Nebi sıfatıyla özel hayatında yaptığı davranışların, onun kişisel davranışı olduğu, bu sıfatla onun Allah adına bir hüküm ortaya koyup bir şeyi haram kılamayacağı anlaşılmış oluyor.Yani Şia ve Ehli Sünnet muhaddislerinin Nebi adına uydurup çıkarttıkları bütün rivayetler iftira ve yalandır.Bütün bu hadislerin çıkış sebebi Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların bilinmemesinden yani koyu karanlık bir cehaletten kaynaklanmıştır.Allah Resulü'nün vefatından sonra uydurulan hadisler ve onlara bağlı olarak gelişen Sünnet anlayışı ve mezhepler tamamen Kur'an'ın bilinmemesi yani vahiy'den yüz çevirme, Nebi ile Resul arasındaki farkların bilinmemesinden doğmuştur. Eğer bu ayırım sağlıklı bir şekilde çözülebilseydi en son Nebi ile beraber bütün Nebi'lerin her söz ve davranışları her yapıp ettikleri insanlar tarafından din olarak algılanmaz ve sadece Allah tarafından indirilen vahiy ile ilgili söyledikleri şeylerin din ve hüküm olduğu anlaşılırdı.(Âraf-62,63, 67,68,69; Kaf-45; Enbiya-45)Resüllerin insanlara vahiy haricinde bir din anlatmaya hakları yoktur."Musa dedi ki: Ey Firavun! Allah ile alakalı haktan başka bir şey söylememek benim üzerime düşen bir görevdir. Size Rabbinizden açık bir delil getirdim; artık İsrailoğullarını ( kendilerine vâdedilen topraklara) benimle bırak!"(Âraf-105)Eğer vahyin dışında yani Şia ve Ehli Sünnet'in hadis kaynakları din olarak kabul edilirse Allah'ın hükmüne karşı ortak koşulmuş dolayısıyla şirke düşülmüş olur. Çünkü Allah hükmüne hiç kimseyi ortak etmeyeceğini haber vermektedir.( Kehf- 26; Yusuf-40; Şura-10) Öyleyse Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin algıladığı gibi itaat Muhammed'e veya Nebiye değil, Allah'ın Resulü sıfatıyla vahyi anlatan, onu okuyan, tebliğ eden kişiye dolayısıyla beyan ettiği Allah'ın âyetlerinedir.Âyetlerde Allah'ın sözleri olduğu için aslında itaat, Allah'a yapılmış olur.Bu gerçek Nebi'ye iman etmenin gerekli olmadığı anlamına gelmez.Müminler hem Nebi'ye hem de Resule ve hem de Nebi Resule iman ederler.Çünkü Nebi'ler Allah'tan vahiy alırlar.Esasen Nebilere kitap verilmesinden kasıt olan vahiydir.Yoksa hiçbir Nebi ve Resul'e kitap indirilmemiştir.İndirilen vahye kitap denilmesinin sebebi onun koruma altında olması, bağlam ve bütünlüğünün bulunması ve bir sisteme sahip olmasından dolayıdır.Yüce Allah, emir ve yasaklarını yani indirdiği hükümlerini sadece Resuller aracılığıyla bildirdiği için onlara itaat ve ittiba etmemizi emretmektedir.Vahiy Resul'ün dilinde hayat bulduğu için Resule itaat, Allah'a itaat olmuş oluyor.Resul'ün helal kıldığı, Allah'ın helal kıldığı, haram kıldığı da Allah'ın haram kıldıklarıdır.Nebi ile Resul'ün arasındaki farklar anlaşıldıktan sonra şimdi Nebi'likten bağımsız bir Resul'ün olup olmadığına bakmamız gerekiyor.Yukarıda yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere her Nebi; kendisine kitap (vahiy) ilim ve hikmet verildikten sonra Resul sıfatıyla görevini yapmıştır.Allah tarafından indirilen vahyi insanlara ulaştırdıkarında Resul, geri kalan zamanlarda ise Nebi'dirler.Yani yüce Allah, seçtiği kimselere vahiy ile önce Nübüvvet, sonra hikmet ve ilim yani vahyin bağlam ve bütünlüğünü vererek bu kimseleri risaletle görevlendirmektedir.Yusuf, İsa, Yahya ve diğer bazı Nebiler daha küçük yaşta kendilerine Nübuvvet makamı verildiği âyetlerde yer almaktadır."Bunun üzerine Meryem çocuğu işaret etti."Biz, dediler, beşikteki bir sabi ile nasıl konuşuruz? Çocuk şöyle dedi: "Ben, Allah'ın kuluyum. O, bana kitab-ı (vahiy) verdi ve beni Nebi yaptı" (Meryem- 29, 30)"Onu (Yusuf'u) götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusuf'a: Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar işin farkına varmadan kendilerine haber vereceksin, diye vahyettik"(Yusuf- 15)"Ey Yahya! Kitab-a var gücünle sarıl!" dedik ve henüz sabi iken ona ilim ve hikmet verdik" (Meryem- 12)Bu Nebi'lere verilmiş bir onur ve makamdır. Nübüvvet, Allah ile Nebi arasında güzel ahlak, olgunlaşma, mukemmel bir şekilde yetiştirilme, elçilik makamına hazırlama ve Nebi'nin risalet kurumu için uygun hale getirilmesi ile ilgili bir tâlim ve terbiye kurumudur.Peki Nebi'lik yani Nübüvvet bittiğine göre risalet de sona ermiş midir?"Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin, babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resul'ü ve Nebi'lerin sonuncusudur"(Ahzab- 40)Yani Muhammed(a.s) ile birlikte Nübüvvet'e son verilmiş Nübüvvet kurumu'na mühür vurulmuştur.Artık Muhammed (a.s) dan sonra Nübüvvet diye bir kurumdan ve Nebi diye başka bir kişiden söz etmek mümkün değildir. Bu âyet bize açık olarak Nübüvvet kurumunun ebediyen kapandığını kapısına kilit vurulduğunu haber vermektedir.Bunun sebebi dinin Allah tarafından tamamlanmış olmasındandır.Din tamamlandığından dolayı artık Nübüvvet kurumuna ve vahye dayalı yani vahiy alan Resül'e gerek kalmamıştır. ( Maide- 3; En'am-115) Dolayısıyla son vahyin koruma altına alınması, dinin en mükemmel bir şekilde tamamlanması, Muhammed (a.s) ın bütün insanlara Resul olarak gönderilmesi (Araf -158; Sebe- 28) son vahyin indirilmesi, artık Allah'tan haber alma makamının yani Nübüvvet'in olmayacağını göstermektedir. Peki Nübüvvet yani Nebi'lik kurumunun kapanması ile birlikte risâlet (Resül'lük)misyonu da bitmiş midir?Şurası açıktır ki Muhammed (a.s)dan sonra Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı Nübüvvet ve Risalet'in olması artık mümkün değildir.Yani son Nebi ve Resül olan Muhammed (a.s)dan sonra, Allah tarafından görev alma, Allah'tan herhangi bir yolla vahiy ve haber alma asla olmayacaktır.Çünkü iman, itikat, güzel ahlak, ibadet ve öğüt olarak Kur'an'ın indirilmesiyle din tamamlanmıştır. Dolayısıyla son Nebi ve Resul olan Muhammed (a.s) dan sonra hiçbir Nebi (Allah'tan vahiy alan) gelmeyecektir.Bu apaçık âyetten (Ahzab-40) sonra her kim bende Nübüvvet'e bağlı (Allah'tan vahiy alan) bir Resulüm derse kafir olur.Yani Muhammed (a.s) dan sonra Nübüvvet ve Risâlet davası güden herkes kafirdir. O halde, Nübüvvet'e bağlı risâlet sona ermiş ise, kitabın Resul oluşu veya kitabın Resul'ü olmak hükmen ne ifade eder.Yani din ve hüküm olarak kitab-ı tek kaynak kabul eden ve insanlara yalnız onu tebliğ edenlere Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı olmaksızın Resul denilebilir mi?Şimdi bu soruların cevaplarını Kur'an'ın sisteminde bulmaya çalışalım. Kur'an, Mısır kralının Yusuf (a.s) a gönderdiği elçiye "resul" (Yusuf- 50)Sebe kralliçesinin Süleyman (a.s) a gönderdiği elçilere "mürselun" (Neml-35)kavramlarını kullanmaktadır.Fakat bu âyetlerde kullanılan resul kavramı, Nübüvvet'e bağlı yani Allah'tan vahiy alan bir Resullük değildir.Bu manada değerlendirilirse yani vahiy almayan, Nübüvvet'e bağlı olmaksızın kitab'ın resülü olmak ne anlam ifade ediyor? Eğer bu kelimeyi Nübüvvet'e bağlı yani Allah'tan vahiy alan Resul makamında kendini görmeyip sadece vahyi insanlara ulaştıran, yalnız onu rehber alan, sadece onu anlatan ve tebliğ eden elçi manasında kullanılırsa bir sorun teşkil etmez.Tabi ki, Kur'an'ın sistemi buna bir açıklık getiriyor. Yani bu konuyu kendi kafamızdan uyduruyor değiliz. Fakat bu görevi yapanlar hiçbir zaman kendilerini kitab'ın resulü olarak göremezler. Çünkü örneklik, güzel ahlak, vahyin bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü yani ilim olarak bu göreve layık olup olmadıklarını bilemezler. Muhammed (a.s) dan sonra her kim mehdi, nebi ve resül olduğunu iddia ederse, hem kafir, hem fasık, hem zalim hemde müşriktir. Bu yalancılara iman edenlerin hepsi munafık, kafir, fasık, zalim ve müşrik olurlar. Bunlar ahlaksız, onursuz, adi karakterli, basit, son derece cahil kimselerdir. Çünkü kitaba elçilik görevinin hakkıyla yapılıp yapılmadığı ancak âhirette Allah'ın huzurunda belli olacaktır.İnsanlık tarihinde binlerce Resul geldiği halde sadece yirmi sekiz tanesinin ismi Kur'an'da geçmektedir. Yani Allah'ın nazarında önemli olan resul'ün ahlak ve edebine sahip olmaktır.Bu konuda insanların teveccühüne değer vermemek gerekir. Bu görevi ifa edenlerin kendilerini Allah'ın resulü veya kitabın resülü olarak görmeleri birçok fitne, kargaşa, terör, anarşi, taklit, cehalet, zulüm, katliam, parçalanma, bölünme ve kula kulluğu yani şirki beraberinde getirecektir.İnsanların kendilerini "resül" olarak göstermeleri yobazlık ve bağnazlığa sebep olacak, ilim ve hikmet, tefekkür ve sorgulama açısından kapkaranlık bir darboğaza girilecektir.Herkes kendi elçisinin üstün olduğunun kavgasını verecek, bir nevi yeni bir tarikatçılık ve mehdiyet inancı hortlamış olacaktır.Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı değil de, sadece kitab'a bağlı resul'den söz edilir mi?Yani kimliği belirsiz, vahye değil de, kitaba bağlı resüllüğün devam edip etmediğine bir bakalım. Kitabın kendisi (vahiy); Resul yani risâlet görevini yerine getirdiğinden şüphe yok.O halde, "ben Allah'ın resulüyüm" demeden, yani resullük iddiasında bulunmadan, güzel bir ahlak ile kitab'ı insanlara aktaranların resül olduklarına dair Kur'an'da bir delil var mı? Şimdi bu soruların cevaplarını soğukkanlı bir şekilde âyetlerden bulmaya çalışalım.1.Âyet: "Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tağut'tan sakının" diye (uyarmaları için) her ümmete bir elçi gönderdik..."(Nahl- 36) 2.Âyet: "...Biz, bir elçi göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz"( İsra- 15)3.Âyet: "O küfredenler bölük bölük halinde cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara: Size, içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı İhtar eden elçiler gelmedi mi? derler...."( Zümer- 71)4.Âyet: "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugüne kavuşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi? derler..."(Enam- 130)5.Âyet: "Ey Adem oğulları! Size kendi içinizden âyetlerimi anlatacak elçiler gelir de kim (onlara karşı gelmekten) sakınır ve kendini ıslah ederse onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir"(Âraf-35)Bu âyetlere baktığımızda muvahhidlerin Kur'an'ın ilim ve hikmetinden beslenip insanlara onların diliyle vahyi ulaştırmalarının çok önemli bir görev olduğu görülüyor.İşte bu görevi ifa etme kitabın ifadesiyle resul (elçi) olma görevidir.İlgili âyetlere dikkatli bir şekilde bakıldığında Nebi- Resul yani Nübüvvet ( Allah'tan vahiy almaya) bağlı Resullerin dışında da resullerin olduğu açık olarak görülüyor. Çünkü âyetlerde kullanılan Resul kavramlarının tamamı nekre yani bilinmeyen ve belli olmayan resüllerden söz edilmiştir. Hiç bir âyette Nübüvvet makam ve mertebesinden söz edilmiyor. Çünkü Nübüvvet tarihsel bir makam ve mertebe iken, Resül'lük evrensel bir görevdir. Nebi-Resul (Nübüvvet'e bağlı Resullük) anlatılırken genelde Resul kavramı elif lam'lı yani mârife ( belirlilik) takısı kullanılmıştır.Nekre (belirsizlik) takısıyla kullanılan yerlerde ise kitap-resul veya beşer- resul'e atıf yapmaktadır.Eğer Resul (elçi) kavramı sadece Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı elçilik olmuş olsaydı, her millete uyarıcı, hidayet edici elçilerin gönderildiği ile ilgili âyetleri nasıl anlamak gerekirdi.Yukarıdaki âyetlerde geçen, "...içinizden size âyetlerimi anlatan ve sizi bu gününüzle uyaran elçiler gelmedi mi?..." (En'am-130) ifadesini nasıl anlamak gerekir?Hemde Resul lafzı hem çoğul hem de cins olarak kullanılmışken.Yine "Ey ademoğulları! Aranızdan size âyetlerimizi okuyan Resuller geldiği zaman, kim korunur ve davranışlarını düzeltirse, artık onlara bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir"(Araf- 35)Yine yukarıdaki âyette geçen "Ey ademoğulları..! Hitabı kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlarla ilgili olmadığını kim iddia edebilir? Eğer bu ilâhi hitaplar kıyamet gününe kadar gelecek insanları ilgilendiriyorsa ki, bundan asla şüphe yoktur. Evet Allah Resulü'nden sonra hidayet, rahmet, din ve itikat olarak onu sadece vahiy yani kitab temsil etmektedir.Fakat kitabın dili yoktur, kitap konuşamaz, vahiy derdini anlatamaz.Halbuki vahiy kesinlikle satırların ve yazının gücüne değil, sözün gücüne sahiptir.Dünyanın bütün bilgisayarlarında, cep telefonlarında, kütüphanelerinde bulunan mushaflar Kur'an'dan konuşan bir kişi kadar etkili olamazlar.Mimik hareketleri, etkin hitabetleri, güzel ahlak ve örnek kişilikleriyle elçiler her zaman insanların üzerinde kitaptan daha çok tesir bırakırlar.Kur'an'ın Resüllere bu kadar yer ayırması ve üstün bir değer vermesi Resülün misyonunun çok önemli olduğundan kaynaklanıyor. Resül dinde olmazsa olmaz esaslardan biridir. Hiç bir zaman kitabın gücü sözün gücüne ulaşamaz.Yazı ve kitap sözün gücü karşısında etkili değillerdir.İşte burada vahiy onu anlatacak onu dillendirecek, onu okuyup beyan edecek ve tebliğ edecek muvahhid sözcülere gerçekten büyük bir ihtiyaç duyar.Ancak burada önemli olan bazı konular ortaya çıkıyor.1-) Vahyi tebliğ edenler onu bağlam ve bütünlüğü içinde bilecekler.Yani onun ilmine ve sistemine vakıf olacaklar. 2-) Kur'an'ı hayata aktarmada güzel ahlak sahibi olacaklar.Yani onu en güzel bir şekilde yaşayarak temsil edecekler.3-) Kendilerinin resul olduklarını asla söylemeyecek etrafında olanlarda böyle bir inanca ve fikre sahip olmayacaklardır. Çünkü vahyin elçiliğini hakkıyla yapıp yapmadıklarını bilen sadece Allah'tır. Dolayısıyla kimin ne olduğunu Allah'tan başka hiç kimse bilemez.4-) Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmeyecek ve sadece Kur'an ile uyarı ve ikaz yapacaklar.Bu elçilik Nübüvvet'e ( Allah'tan vahiy almaya) bağlı bir elçilik olmayıp, sadece Allah'ın âyetlerini insanlara aktarma ve vahyin mücadelesinin yapıldığı bir elçiliktir.Dolayısıyla bu hak ışığında anlaşılan gerçek şudur.Nübüvvet'e ( Allah'tan vahiy almaya) bağlı bir elçilik olmaz, fakat vahye yani kitaba bağlı bir elçilik devam etmektedir.Bir çok âyet bu gerçeği açık olarak ortaya koymaktadır."Kafirler diyorlar ki: Ona Rabbinden bir âyet indirilseydi ya! Ey Resul! Sen ancak bir uyarıcısın ve her kavmin bir hidayet edicisi bir rehberi vardır"(Ra'd-7)"Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Her ümmet için mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur"(Fâtır-24)Yukarıdaki âyette "ümmet" kavramının geçmesi çok önemlidir. Çünkü Kur'an'ı Mübin'e göre "ümmet" aynı zamanda ve aynı coğrafyada yaşayan insanların ulusal birliğini yani "vatandaşlık" anlamına geliyor. Millet ise: İnsanlık tarihinde ister şirk, ister islam (tevhid) olsun, aynı inanca sahip olan insanları ifade eder. Yeri gelmişken şu Kur'an'i gerçeği de geçmeyelim. Her Resül kendi döneminde yaşayan insanlar için şahittir. Kendisinden sonra gelen insanlara şahit olamaz. Bu gerçeği Kur'an, İsa (a.s) ın lisanıyla ortaya koyar. "...İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şahit idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun..."(Mâide-117)İşte bu yüzden Resül "millet" için değil, ümmet için şahittir. Şimdi Kitab-a bağlı resüllüğe delil olan âyetleri görmeye devam edelim. "Yerine göre müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçiler gönderdik ki insanların Resullerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri kalmasın..."(Nisa-165)"Âd kavmi Resulleri yalanladı"(Şuara-123)"Nuh kavmi Resulleri yalanladı"(Şuara-105)Nuh (a.s) ın kavmine Nebi- Resul olarak sadece Nuh (a.s), Âd kavmine de sadece Hud (a.s) gönderilmişti.Fakat âyetlerde "Nuh kavmi de Âd kavmi de Resulleri yalanladı" denilerek Resul kavramları cemi (çoğul) olarak kullanılmıştır.Yalanlanan Resuller, o iki Nebiye inen âyetleri tebliğ edenlerden başkası değildir."Şüphesiz elçilerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem de şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz"(Mümin-51)"Allah: Elbette ben ve Resullerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir"(Mücadele-21)Yukarıdaki iki âyet risalet misyonunun dünya hayatı boyunca devam edeceğini ortaya koymaktadırlar.NEBİ ve RESUL İLE İLGİLİ ÂYETLERİN GÜNCELLENMESİ:Şimdi gelelim konunun en önemli yerlerinden biri olan Nebi ve Resul bağlamındaki âyetlerin güncellenmesi meselesine:Nübüvvet'e bağlı risâlet son bulmuş olduğuna göre kitaba bağlı yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen muvahhidlere atfen kitaba bağlı vahyin Resulu olarak âyetler nasıl güncellenmelidir.Bu âyetler incelenirken elçilerin hem Nebi, hem Resul, hem de Nebi- Resul, bir mümin, bir devlet başkanı olduğu göz önünde bulundurularak ilgili ayetler bu eksende güncellenmelidir.Bazı âyetler Resul"ün veya Nebi'nin şahsına hitap eder fakat bu hitaptan tüm müminler sorumludur.Çünkü aynı zamanda o bir mümindir. Bazı âyetlerde Resul'e veya Nebi'ye hitaben gelir, fakat bu hitaptan sadece önder ve öncü olan kimseler sorumludur.Bazı âyetler de vardır ki, sadece Nebi'ye hitaben iner ve bu hüküm müminlerin dışında sadece ona özel bir hüküm olur. Dolayısıyla bu güncelleme konusu ile ilgili olarak âyetlerin geçtiği bağlam ve bütünlüğe bakmak gerekir.Son nebi Resul'dür ve Allah'tan vahiy alan bir Resul'dür.Kitab-a resullük yapacak olanın âyetleri güncellemesi gerekliliğinden dolayı ben de resülüm diyemez. Yani siz genelin anladığı tarzda bir vahiy alma meselesine güncelleme adı altında kendinizi resul olarak göremezsiniz.Son Nebi olan Muhammed ( a.s) dan sonra kendisini Nebi veya Resul olarak ilan eden yalancı ve şarlatandır.İnsanların kendilerini resul ilan etmelerinin tarikat küfür ve şirkinden öte hiç bir anlamı ve değeri yoktur.Hatta "Kur'an!, Kur'an!" deyip, Kur'an'ı tek kaynak kabul ettiklerini söyleyenlerin böyle bir inanca sahip olmaları tarikat şirkinden daha alçakça bir ahlaktır. İnsanların Kur'an ahlakına sahip olup olmadıklarını yani Kur'an'ı hakkıyla temsil edip etmediklerini sadece Allah bilir. İnsanların gözünde çok faziletli, pek mübarek ve "evliya!" olarak bilinen biri, Allah'ın indinde hayvanlardan daha aşağı dereceye sahip olmadığını kim bilebilir. Aşağıdaki âyetler Nebi- Resul haricinde yani Allah'tan vahiy almaya bağlı olmaksızın, kitaba bağlı resüllerin insanlar tarafından bilinmesinin mümkün olmadığını gösterir."Sizden öncekilerin, Nuh, Âd ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonrakilerinin haberleri size gelmedi mi? "ONLARI ALLAH'TAN BAŞKASI BİLMEZ. Resulleri kendilerine âyetler getirdi de onlar ellerini resullerin ağızlarına bastılar ve dediler ki:Biz, size gönderileni (hikmet- Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü) inkâr ettik ve bizi kendisine çağırdığınız (vahiy-tevhid) şeye karşı derin bir kuşku içerisindeyiz""(vahiy) elçileri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var?Halbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi ( atalarınızın yolundan hak dine) çağırıyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz.Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin""Elçileri onlara dediler ki: Evet biz sizin gibi beşerden başkası değiliz.FAKAT ALLAH (vahyin bağlam ve bütünlük) NİMETİNİ KULLARINDAN DİLEYEN (ahlâken hakkeden) KİMSEYE LÜTFEDER.Allah'ın izni olmadan bizim size bir delil getirmemize imkan yoktur. Müminler ancak Allah'a dayansınlar""Hem, bize (vahiy ve tevhid) yollarımızı göstermiş olduğu halde ne diye biz, Allah'a dayanıp güvenmeyelim?Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkül ve sebat etsinler""Kafirler elçilerine dediler ki: "Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!" Rableri de onlara: Zalimleri mutlaka helak edeceğiz diye vahyetti"(İbrahim-9,10,11,12,13)Yukarıdaki âyetlerde geçen "Nuh, Âd ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberleri" ve "Onları Allah'tan başka hiç kimse bilmez" ile "Fakat Allah nimetini kullarından dileyen (ahlâken hakkeden) kimseye lütfeder"cümleleri önemlidir.1-) Nebi- olan Resullerden sonra sadece vahyi aktaran ve sadece vahyi rehber edinen resuller olmuştur.2-) Onları Allah'tan başka hiç kimse bilmez. Âhirette mükafatlarını Allah'tan alacaklardır. Önemli olan da budur.3-) Vahyi tebliğ edenler, kendilerini reddedenlere ve karşı gelenlere söyleyecekleri tek şey âyette geçtiği gibi"Fakat Allah (vahyin bağlam bütünlük, vahyin ilim) nimetini kullarından dileyen (ahlâken hakkeden) kimseye lütfeder" Âyetlerde bulunan"Müminler ancak Allah'a tevekkül etsinler" (İbrahim-11) ile "Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkülde sebat etsinler"(İbrahim-12)cümleleri de, vahyi anlatanların her türlü kibir ve gururdan uzak kalmalarının yolunu göstermektedir.Yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmeyenler için sadece Allah'a dayanıp O'na güvenmek mertebelerin en büyüğüdür.Nübüvvet kurumu ile ilgili özel âyetler ve hükümler nazil olmuştur."Nebi, müminlere kendi canlarından daha evlâdır. Eşleri onların analarıdır..."(Ahzab-6)"Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağrılmadıkça, zamanını gözetmeksizin Nebi'nin evlerine girmeyin.Ancak davet edilğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Nebi'yi üzmekte fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez.Nebi'nin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasında isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır.Sizin Allah'ın Resulünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarına nikahlamanız olcak bir şey değildir. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır"( Ahzap- 53)Yukarıdaki âyetler dikkatlice incelendiğinde görülecektir ki âyetlerde Resul değil Nebi lafzı kullanılmıştır.Sadece eziyet ibaresinde Resul kavramı kullanılarak Resulü üzmenin ciddiyetine gönderme yapılmıştır.Nübüvvet kurumu kapandığı için bu kuruma ait hükümler de kapanmıştır.Âyetleri güncelleme adına Allah'ın kitabına işkence etmenin bir anlamı yoktur.Nebi'nin hanımlarıyla evlenmeme emrinin güncellenmesi, kendisinden sonra Nebi'nin haysiyet ve şerefinin korunması Nübüvvet makam ve mertebesinin korunması, vahye bağlı Risalet'in namusuna bir iftira ve lekenin sürülmemesi içindir. Dolayısıyla dinin sahibi olan Allah, Nübüvvet müessesesini kapattım diyorsa (Ahzab-40) artık hiç kimse hakiki manada ne vahiy alabilir ne de bu kuruma özel âyetleri kendisi için güncelleyebilir.Buna bağlı olarak da kendisini Allah'ın resulü olarak ilan edemez.Şunu belirtmek gerekir ki, hem Nübüvvet'in ve hem de kitabın resulü kendi hevasından bir aktarım gerçekleştirmez. Aksi halde Allah'ın cezalandırması ile karşılaşır (Hakka-43, 44)Eğer birileri; Allah adına O'nun sözünden başka şeyleri insanlara söylüyorlarsa Allah'a karşı korkunç bir iftira etmiş ve büyük bir yalan uydurmuş olurlar.Yukarıdaki kitabın resullüğüne delil olarak aktardığımız âyetlerde de resullerin sadece Allah'ın ayetlerini insanlara okudukları anlatılmaktadır.( Kasas- 47; Tâhâ-134 )Özellikle Kasas- 47 de ifade edildiği gibi tüm resuller sadece Allah'ın âyetlerini okuyarak tebliğ etmekle mükelleftirler. İnsanlarda resullerin anlattıkları âyetlere tâbi olarak hakiki anlamda Müslüman olurlar.Çünkü insanlar sadece Allah tarafından indirilen vahiyden sorumludurlar.(Zuhruf-43,44)Şimdi bu bağlamda "Resul'e itaat etme" ayetlerini nasıl anlamak gerekir."Kim Resul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur...."( Nisa- 80)"De ki: Allah'a ve Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinlerki Allah kâfirleri sevmez"( Âli İmran- 32)İkinci âyette "Allah'a ve Resul'e itaat ediniz" denilmiş ve "Eğer yüz çevirirseniz Allah kafirleri sevmez" denilerek vahyin kaynağına atıf yapılmıştırBu âyette "Allah'a itaat" "kitab-a itaat" ise, Resul'e itaat neye itaat olacaktır? CEVAPResul'e itaat etmek de Allah'a itaattir.Allah kendi sözlerini bizzat kitap yok iken, veya insanların büyük çoğunluğunun kitaba ulaşmaları mümkün değilken, vahyi yani Allah'ın emir ve yasaklarının ancak Resullerin kalplerine yani onların aracılığıyla haber aldıkları için yüce Allah, Resul'e itaat etmemizin kendisine itaat olduğunu bildirerek Resul'ün sözünü Allah'ın sözü olduğunu belirtmiştir. "Allah'a ve Resülüne itaat edin" de bulunan "ve" yani anlamına gelmektedir. "Onu Ruhu'l-Emin uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine inmiştir"(Şuara-193,194,195)"O (Kur'an), şüphesiz değerli bir Resulün sözüdür"(Tekvir-19) Bundan dolayı "Resul'e itaat" kesinlikle "Allah'a itaattir"Aslında Allah tarafından indirilen vahiy sözün gücüne dayanan bir özelliğe sahiptir yani vahiy kitap değil, hitaptır. Vahyin kendisine "kitap" demesi (Bakara-2) bağlam ve bütünlüğü, koruma altında bulunması, kendi içinde bulunan bir çözümü ve sistemi olduğundan dolayıdır.Yoksa Kur'an asla iki kapak arasında bulunan bir kitap değildir.İşte Kur'an'ın bildiğimiz anlamda bir kitap olmadığını gösteren âyetler."Bu Kur'an, kendilerine ilim (hikmet- tevhid) verilenlerin göğüslerinde yer alan apaçık âyetlerdir..."(Ankebut-49)"...İndimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar"(Müminün-62)Halbuki yüce Allah'ın indinde iki kapak arasında maddi şeylere yazılmış bir kitap bulunmamaktadır."Hakikatte o (yalanladıkları) levh-i mahfuzda bulunan şerefli bir Kur'an'dır"(Buruc-21,22)Şimdi elimizde Allah'tan olduğuna inandığımız bir kitap var iken, artık "Resul'e itaat etme" ile ilgili âyetleri nasıl anlamak gerekir?Zaten elimizde kitap var, ayrıca Resul'e ne gerek var? gibi sorulara nasıl bir cevap vermek gerekir?Bir insanın Allah'a itaati, tabii ki Allah'ın kitabına yani sözlerine itaat demektir.O'nun sözleri; ya yazılı bir kitapta ya da Resullerin ( O'nun elçilerinin) dilinden ilahi sözler (âyetler)dir.Kitab-ı bilmeyenler kitab-ın resüllerinin vahiy'den aktardıklarına iman ederler.Çünkü bugün bile yani içinde bulunduğumuz teknoloji ve dijital çağda bile insanların büyük çoğunluğu Kur'an'ı kitaptan değil, kitab'ın elçilerinden dinleyerek ikna olur ve bu şekilde dinlerini öğrenirler. Dolayısıyla ister beşer resül'e itaat, ister kitab-a itaat olsun ikisi de sonuç olarak Allah'a itaat etmek sayılır. İnsanlar dini bir meselede kendi aralarında çelişkiye düştükleri zaman onun çözümünü mutlaka Allah'a ve onun Resul'üne götürmek zorundadır.Bu ilâhi bir emirdir.Eğer Allah'a gitmek kitab-a gitmek ise, resuller de kitabın âyetlerini okuyorsa ikisi de aynı şey değil mi?Burada çok önemli bir fark devreye giriyor. Ahlak ve karakteri, edep ve tavırları, konuşma ve mimik hareketleri bulunan canlı ve heyecanlı insan faktörü:Yani Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, kendi içinde bulunan çözümünü, ilim ve hikmetini hayata aktaracak bir dile ve mücadeleye ihtiyaç vardır. Çünkü herkes vahyin bağlam ve bütünlüğünü vahyin sistemini, kendi içinde bulunan çözümünü kavrayamaz.Sadece son vahiy olan Kur'an değil, yüce Allah'ın elçilere göndermiş olduğu bütün vahiy'lerde sözün gücü geçerlidir.Kur'an dolusu binlerce kütüphane, bilgisayar, sadece Kur'an'dan konuşan, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilen biri kadar etkili değillerdir.Satır ve yazı ölü, kitap yani metin cansız ve hareketsiz bir özelliğe sahiptir.Hiçbir zaman ölü olan yani yazı, yani kitap, onu dile getiren canlı, heyecanlı, dinamik, mucadele yüklü bir ruh, bir elçi, bir sözcü kadar etkili olmazlar. İşte bu yüzden Allah'ın Resulleri ile kitabın resulleri değerlidir.Sadece Kur'an'dan konuşan, sadece Kur'an'a dayanan ve sadece Kur'an'ı anlatan bir kişi güzel ahlak ve hitabetiyle dünya dolusu kitaptan daha etkilidir.Vahiy, onu dile getiren, onu açıklayan ve tebliğ edenlere ihtiyaç duyar kendi elçilerini de ortaya çıkarmaya çalışır. Yani vahyi anlatan, onun sözcülüğünü yapan, onun için mucadele eden elçiler olmadığı zaman, hakkın batıla karışması son derece kolaylaşır.İşte o zaman Kur'an'da bulunan kavramların içi boşaltılır, vahyin bağlam ve bütünlüğü bozulur, Kur'an'ın manası tahrif edilir. Bütün bunların önünde tek engel Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilen, onun mücadelesini yapan ve sadece vahye tabi olan muvahhidler ile kitab-ın resülleridir.Kitab'a resüllük yapanlar sadece vahye tabi olurlar.Eğer sadece vahye tabi olmazlarsa uydurmacılar tarafından kitabın mealinde yapılacak ihanetleri keşfetme imkânına sahip olamazlar.Yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul ederlerse, yüce Allah onları böyle değerli bir misyondan ve faziletli bir muvaffakiyetten mahrum edecektir.Daha önce ifade ettiğimiz gibi Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı Resullük görevi verilmeden Allah Nebi'lere muhakkak ilim ve hikmet vermiş yani onları Risâlete hazırlamıştır.Bu da bize şunu öğretir.İlimsiz ve hikmetsiz resul olmaz.İlim vahiy; hikmet ise vahyin bağlam ve bütünlüğü vahyin kendi içinde bulunan çözümü yani vahyin maksadı olmuş oluyor.İnsanlar neden Nebi ve Resul olan Muhammed (Aleyhisselam) a sorular sorarlardı da, sorularının cevaplarını indirilen vahiy'de aramazlardı.Veya neden hazır vahiy var iken, sorma ihtiyacı duyuyorlardı?Bir çok yerde geçen "sana soruyorlar" âyetlerini bir düşünelim.Peki, Allah'ın Resul'ü Muhammed (Aleyhisselam) onlara kendi akıl ve ictihadından cevap vermiş midir?Yoksa her seferinde indirilen vahiy'den mi cevap vermiştir. Onların sordukları bütün sorulara karşı, De ki: buyrularak Allah kendi emir ve yasaklarını insanlara Resul'ün dili ile aktarmıştır.İnsanlar tarafından gelen soruların hiçbir tanesine Resul kendi heva ve hevesinden cevap vermemiştir.İşte Resulullâh (a.s) ın indirilen vahiy ile verdiği cevaba itaat farzdır.Çünkü Resul olmadan vahiy, din, iman, İslam olmaz. Resul Allah tarafından indirilen vahiy dışında hiçbir şey söylemez."O (Resülün bildirdikleri kendine ) vahyedilenden başka bir şey değildir"(Necm-4)"...Resül size ne veriyorsa onu alın, size neyi yasaklıyorsa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah'ın azabı çetindir"(Haşr-7)"Kim Resul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur..."(Nisa-80)Dolayısıyla yüce Allah iki kapak arasında bir kitap indirmemiştir.Vahiy Resulullah'ın kalbine inmiştir. Kur'an'da bulunan bütün "kitap" kavramları "vahiy" anlamında kullanılmıştır.İnsanlar sadece Allah tarafından indirilen vahiy ile sorumlu tutulmuşlardır. (Zuhruf-43,44)Fakat herkes her konuda ilgili âyetleri bilmeyebilir.Bundan daha doğal ve daha tabii bir şey yoktur.İnsanların farkına varmadıkları âyetlerle ilgili onların sorunlarını kim çözecek?Sorusunun cevabı kitapta var, fakat onlar bunu görmekten aciz ise, sorun kimin tarafından çözülmelidir?İşte tam bu noktada insan faktörü yani insan ile kitap arasında bulunan muhteşem fark ortaya çıkmaktadır. Kitap ile insanlar arasında aracılık yapıp hikmetten nasiplenmiş, kitabın elçileri sorunu çözecek merci olarak gösterilmiştir.Yani insanlar aralarındaki dini meselelerde öncelikle Allah'a dolayısıyla onun kitabına gitmek zorundadırlar.Eğer ihtilaf ettikleri meseleleri direk olarak kitap çözmez ise o zaman kitabın resüllerine giderek meselelerini çözerler.Çünkü kitap sözün gücüne sahip olduğu için içinde bulunan konular derli toplu değillerdir. O konuların bağlantıları kitabın içinde ufaklı çoklu olarak bir çok yere dağılmışlardır.Âyetlerin üzerinde tefekkür etmek, araştırmak, bulundukları yerden çıkarmak herkesin yapabileceği bir şey değildir.İşte bundan dolayı kitaba resul olanlar sadece vahye tâbi olacak, âyetlerin ince bağlantılarını bulacak, insanlara okuyacak ve indirilen mesajlarla onların sorunlarını çözeceklerdir."Onlar hala Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda bir çok tutarsızlık bulurlardı""Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; halbuki onu resül'e veya aralarında bulunan emir sahibi kimselere götürmeleri, onların arasından (Kur'an'da )istinbat eden, onun içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz"( Nisa-82, 83)Bu âyette güven ve korkuya dair haber gelince meseleyi, kitab-a değil, resule ve emir sahiplerine götürmeleri istenmiştir.Şayet Nebi- Resül yoksa yani vahiy alan Resul yoksa, bu âyetteki resül'e götürmekten maksat ne olabilir?Çünkü Resül, kıyamet gününe kadar sürecek bir evrenselliğe sahip bulunuyor. Sorunlar kiyamet gününe kadar devam edecekse bu âyette sözü edilen sorunların çözümünü yapacak "resül" kimdir?Bu kitaba resüllük yapan ilim ve hikmetle donanmış isimsiz vahiy kahramanları ve işten anlayan söz sahibi kişiler (ulul emir) dir.Nübüvvet'e yani vahye bağlı Resul ile kitab-a bağlı Resul arasında bazı farklar bulunmaktadır.1-) Nübüvvet'e bağlı yani vahiy alan Resül "uyarıcı ve emin bir elçi" olduğunu ilan eder. Âyetler: "Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: Sorumluluk bilincine sahip olmaz mısınız? (Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?) Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir Resulüm" (Resul'ün emin)(Şuara-106,107)"Kardeşleri Hud onlara şöyle demişti: Sorumluluk bilincine sahip olmaz mısınız? (Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?) Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir Resulüm" (Resülün emin)( Şuara- 124-125)"Kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: Sorumluluk bilincine sahip olmaz mısınız? (Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?) Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir Resulüm" (Resülün emin) (Şuara- 142, 143)"Andolsun, biz Nuh'u kavmine Resül olarak gönderdik. Onlara: Ben (dedi) sizin için apaçık bir uyarıcıyım" (nezirun mübin) (Hud- 25)(Ey Resül! ) De ki: Ey insanlar! Ben ancak sizin için apaçık bir uyarıcıyım" (nezirun mübin) (Hac-49) Hac süresi 47. âyete baktığımızda yukarıdaki âyetin son vahyin temsilcisi olan Muhammed (Aleyhisselam'ın) bağlamında kullanıldığını açık olarak görüyoruz""Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında delilik yoktur. O, ancak apaçık bir uyarıcıdır" (nezirun mübin) Fakat Nübüvvet'e bağlı olmayan yeni vahiy almayan kitab-a bağlı resüller kendilerinin "Resul" ve "emin" bir uyarıcı olduklarını söyleyemezler. Kitab-a bağlı olan resüller sadece yüce Allah tarafından gönderilen vahyi insanlara ulaştırma görevi üstlenirler. Yani sadece ve sadece kitabın sözcülüğünü yaparlar. Kitab-a bağlı resullerin kendilerini "Allah'ın emin bir Resulü ilan etmeleri" hem riyakarlık, hem yalan, hem Allah'a iftira ve hem de küfür olacaktır. Çünkü vahyin bağlam ve bütünlüğünü, kendi içinde bulunan sistemini yani hikmetini, kendisine vahiy indirilen nebi resul gibi bilemezler.Kitab-a bağlı resüller, güzel ahlak ve örneklik bakımından Nübüvvet'e bağlı Resul gibi olamayacaklarından dolayı emin olduklarını da iddia edemezler. Kitab-a bağlı reseller, emin olduklarını iddia etmeden, güzel ahlak ve sağlam bir karaktere sahip olduklarını örnek yaşantılarıyla göstereceklerdir.Onların emin, güzel ahlak ve takva sahibi olup olmadıkları ahirette Allah tarafından ortaya çıkarılacaktır. 2-) Nübüvvet'e bağlı Reseller Allah tarafından koruma altına alınmışlardır:Nübüvvete bağlı Resuller yani Allah'tan vahiy alan Resuller ilahi koruma altındayken, kitab-a bağlı yani vahiy almadan sadece kitabı tebliğ eden resuller koruma altında değillerdir."Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. "Vallâhu ye'simuke minennési" Doğrusu Allah kafirleri topluluğunu (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete erdirmez"(Mâide-67) Mesela: İsa (Aleyhisselam) vahiy alan Nebi-Resul olduğu için onu öldüremediler. "Ve "Allah Resulü Meryem oğlu İsa'yı öldürdük demeleri yüzünden (onları lanetledik) Halbuki onu ne öldürdüler ne de astılar..."(Nisa-157)"Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamet gününe kadar kâfirlerden üstün kılacağım"(Âli İmran-55) Fakat kitab-a bağlı olan resüller koruma altında olmadıkları için zaman zaman muhatap kitle tarafından öldürmüşlerdir. "Andolsun biz Musa'ya kitab'ı verdik. Ondan sonra ardarda resuller gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da deliler verdik. Ve onu, Ruhu'l Kudüs ile destekledik. Ama ne zaman size bir resul nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey (vahyin tek kaynak olduğunu) getirdiyse büyüklük taslayarak kimini yalanladınız kiminizi de öldürdüğünüz doğru değil mi!" (Bakara- 87) Yukarıdaki âyette bulunan "Andolsun biz Musa'ya kitab-ı verdik. Ondan sonra ardarda resüller gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da deliller verdik..." bölümü önemlidir. Çünkü bizim Kur'an'dan bildiğimiz kadarıyla Musa ile İsa (aleyhimusselâm) arasında vahye bağlı Resul olmamıştır. Fakat gerçekte onlarca kitab-a bağlı resüller gelip geçmiştir. Bununla ilgili âyetler çoktur. Yani Nübüvvet'e bağlı Risaletten sonra kitab-a bağlı risaletin devam ettiğini gösteren birçok ayet mevcuttur."Kitab-a bağlı resüller koruma altında değilerdir" demiştik"Andolsun ki İsrailoğullarından sağlam söz aldık ve onlara resüller gönderdik. Ne zaman bir resül onlara nefislerinin arzu etmediğini (vahyin dinde tek kaynak olduğunu) getirdiyse bir kısmını yalanladılar bir kısmını da öldürdüler. Yukarıdaki âyetten İsrailoğullarının Kitab-a bağlı yani sadece vahyi tebliğ eden bir çok resulü öldürdükleri belli oluyor.3-) Nübüvvet'e bağlı olan Resuller haram kılar.Fakat kitab-a bağlı olan Resuller haram kılamazlar. Çünkü Allah'tan indirilen vahiy sayesinde din, Nübüvvet'e bağlı olan Resul döneminde tamamlanmıştır. Artık kim olursa olsun helal ve haram kılma yetkisine sahip değildir.Helal ve haram olan şeyler Allah tarafından, vahiy'le Nübüvvet'e bağlı olan Resul aracılığıyla insanlara bildirilir. Aslında Allah'tan başka hiç kimse haram ve helal kılamaz.(Âraf-32; Nahl-116)Fakat vahiy Nebi olan Resul'ün kalbine indiği ve görünürde bir kitap olmadığı için ona da haram ve helal kılma izafe edilmiştir. "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o Nebi'ye, o ümmi Resül'e tâbi olanlar var ya, işte o Resul (kendisine indirilene vahiy'le) onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder, onlara temiz şeyleri helal, habis olan şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Resül'e iman edip, ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nur'a (Kur'an'a) tâbi olanlar var ya, işte kurtuluşa erenler bunlardır"(Âraf-157) 4-) Nübüvvet'e bağlı Resüllerin hanımları ile evlenmek haramdır. "Ey iman edenler! Siz bir yemeğe çağrılmadıkça zamanını gözetmeksizin Nebi'nin evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Nebi'yi üzmekte, fakat o size bunu söylemekten utanmaktadır. Ama Allah hakkı söylemekten çekinmez. Nebi'nin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasında isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah'ın Resulü'nü üzmeniz ve (Nebi'den) sonra onun hanımlarını nikahlamanız asla caiz değildir. Çünkü bu Allah katında büyük bir günahtır"(Ahzab- 53)Fakat kitaba bağlı resüllerin hanımları ile evlenmenin bir sakıncası yoktur. Çünkü kitaba bağlı resüllerin kimler olduklarını sadece Allah bilir. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilme, hikmetini anlama, güzel ahlak ve örneklik bakımından kimin ne olduğu Allah'ın ilminde olduğu için, kitaba bağlı olan kişilerin kendilerini resül ilan ve yanlarında bulunan kişilerin onları resül olarak kabul etmeleri küfürdür.Gaybı sadece Allah bilir.5-) Nübüvvet'e bağlı Resüller masumdur. Faruk kitab-a bağlı resüller masum değildir.(Ey Resül! ) Biz, senden önce hiçbir Resül ve Nebi göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun deliğine illede (beşeri arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şey iptal eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini sağlam olarak yerleştirir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir"( Hac- 52)Nebi olan Resül Allah tarafından aldığı vahyi insanlara sağlam olarak ulaştırması gerektiğinden dolayı vahyi tebliğ etmede hata etmesi mümkün değildir. Çünkü vahiy onun dilinde hayat bulur. Nebi olan Resül yani Nübüvvet'e bağlı Resül olmadan vahiy, din, iman, İslam diye bir şey olmaz. Fakat kitab-a bağlı resüller zaten Allah tarafından tamamlanmış olan kitab-ı aktarmak, sadece onu tebliğ etmekle görevlidirler. Bu görevlendirme Nübüvvet'e bağlı resüller gibi direkt olarak değil, dolaylı yoldan, kişinin sağlam karakter ve güzel ahlakı ile ilgili bir durumdur.6-) Nübüvvet'e bağlı Resüllere karşı gelmenin yani onlara isyan etmenin karşılığı cehennemdir.Fakat kitab'a bağlı resullere karşı gelmek azap sebebi değildir. Çünkü kitab'a bağlı resüllerin Allah tarafından düzeltime imkanları bulunmamaktadır. Dolayısıyla yüzde yüz vahye uyup uymadıkları yani vahye sadık olup olmadıkları tam olarak bilinmediğinden onlara mutlak itaat olmaz. Nübüvvet'e bağlı Resül vahyin ikinci kaynağı iken, kitab'a bağlı resüller vahyin kaynağı değillerdir.Kitab'a bağlı elçiliğin mükafatı yüce Allah indinde büyük olmakla birlikte aslında basit bir görevdir. Kitab'a bağlı risâlet, din ve hüküm olarak vahiy'den başka hiçbir kaynak kabul etmeme, sadece kitab'ı okuma, yalnız onu duyurma, sadece vahyi tebliğ etme, Allah'tan indirileni koruma ve onun mücadelesini yapma anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla Nübüvvet'e bağlı Resüllere saygısızlık yapılamaz."Yine onlardan: O (Nebi, her söyleneni dinleyen) bir kulaktır, diyerek Nebi'yi incitenler de vardır. De ki: O, sizin için bir hayır kulaklıdır. Çünkü o Allah'a emanet eder, müminlere güvenir ve o, sizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah'ın Resulüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır"( Tevbe- 61) "Allah melekleri Nebi'ye salat ederler (yardım eder ve destek olurlar) Ey iman edenler! Siz de ona salat edin( yardım eden ve destek olun) (Fakat tam olarak sadece )Allah'a teslim olun. Allah ve Resulü'nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır"(Ahzab-56,57)Âyetler iyice incelendiğinde Nübüvvet'e bağlı olan Resul'ün Nebi'lik vasfına özellikle dikkat çekilir ki, Nübüvvet'e bağlı Resul ile âyetlere bağlı Resülün arasındaki fark belli olsun. 7-) Nübüvvet'e bağlı Resüller haricinde hiç kimseye mutlak itaat yoktur. Kur'an'a göre sadece vahyin iki kaynağına yani Allah'a ve Resulüne mutlak itaat vardır.Rahman ve Rahim olan Allah ve Nübüvvet'e bağlı Resül haricinde dinde hiç kimseye kayıtsız şartsız itaat edilemez. Dolayısıyla kitab'a bağlı olan resüllere itaat olmaz. Çünkü kitab'a bağlı resüller vahyin kaynağı değillerdir.Hatta kitab'a bağlı resellere yani görevi sadece âyetleri tebliğ etmek ve duyurmak olan resüllere ittiba da edilmez. Okudukları Kur'an dinlenir, tebliğ ettikleri vahye kulak verilir fakat ittiba ve itaat sadece Kur'an'a olacaktır. En doğrusunu Allah bilir. Şu âyetler buna delildir. Birinci âyet: "Eğer biz bundan (Kur'an'dan) önce onları bir azap ile helak etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: Ey Rabb'imiz! Ne olurdu bize bir Resül gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce ÂYETLERİNE UYSAYDIK"(Tâhâ- 134)İkinci âyet: "Rabbin, kendilerine AYETLERİMİZİ OKUYAN bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan ülkeleri helak etmişizdir"(Kasas-59)Üçüncü âyet: "Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde: Rabbimiz! Ne olurdu bize bir Resul gönderseydin de ÂYETLERİNE UYSAK ve müminlerden olsaydık! diyecek olmasalardı (Resul göndermezdik)"(Kasas-47)Birinci âyette bulunan "...Ey Rabbimiz! Ne olurdu, bize bir resul gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce ÂYETLERİNE UYSAYDIK"(Tâhâ-134)İkinci âyette bulunan, "...Rabbin, kendilerine AYETLERİMİZİ OKUYAN bir resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe o memleketleri helak edici değildir"(Kasas-59)Üçüncü âyette bulunan, "...Rabbimiz! Ne olurdu bize bir resül gönderseydin de, AYETLERİNE UYSAK..."(Kasas-47) Cümlelerinde bulunan "resül" kavramının marife değil de, nekre olarak gelmesi, söz konusu elçilerin vahye bağlı değil, kitab'a bağlı yani âyetleri tebliğ eden resüller olduklarını anlıyoruz. Kur'an'a göre sadece vahyin iki kaynağına yani Allah ve Resulüne itaat vardır. Allah ve Nübüvvet'e bağlı Resul haricinde hiç kimseye mutlak anlamda itaat olmaz. Vahyin ikinci kaynağı olan Resul vefat ettikten sonra sadece kitap Resul'e itaat edilir.İşte bundan dolayı Kur'an'a baktığımızda itaat kavramının "Resuller" bağlamında değil, sadece "Nübüvvet'e bağlı Resül" bağlamında kullandığını görüyoruz. Gerçekten çok ilginç, "ittiba,tilâvet, inzar (uyarma)" tebliğ" gibi kavramlar çoğul olarak "Resuller" bağlamında kullanıldığı halde, itaat kavramı tekil ve kimliği belli olan Nebi olan Resul bağlamında kullanılmıştır. "Nübüvvet'e bağlı Resul'e itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir" (Nisa- 80)
2 Ekim 2021 Cumartesi
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(18.YAZI) 80-) (Yahudiler) Sayılı bir kaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır, dediler. De ki: Siz Allah indinden bir ahid mi aldınız- ki Allah vâdinde hilâf yapmaz-, yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?(Bakara süresinin bir çok âyetinde Yahudilerin bir nur ve hidayet olan Tevrat'ı bir kenara atarak, uydurdukları rivayetlere cevap verilmektedir. Şia ve Ehl-i Sünnet'in rivayetleri de aynen Yahudilerin rivayetlerine benzemektedir.Dolayısıyla yüce Allah'ın onlarca âyetle Yahudilerin uydurma rivayetlerine cevap vermesi, Şia ve Ehl-i Sünnet'in rivayetlerine de bir cevap teşkil ediyor.Aralarında hiçbir farkı yoktur. Yani Kur'an penceresinden bakıldığında Yahudi, Hıristiyan, Şii ve Sünni din adamları, Allah hakkında bilmedikleri şeyleri söylüyorlar, Allah ve Resüllerine iftira ediyorlar.Çünkü yüce Allah, emir ve yasaklarını sadece elçilere gönderdiği vahiy'le bildirir.Allah'tan indirilen vahiy dışında din, iman, İslam, ihlas, takva diye bir şey olmaz.Din olarak vahiy dışında kalan her şey yalandır) 81-) Bilakis! Kim bir kötülük (seyyieten) eder de hataları çepeçevre kendisini kuşatırsa, işte o kimseler ateş ashabıdırlar. Onlar orada kalıcıdırlar.(Âyette geçen "seyyieten" (kötülük) şirktir. İnsanı çepeçevre kuşatan, akıl ve iradesini mahkum eden en büyük günah şirktir.Aslında insanı ateşe sürükleyen de şirk zulmünden başka bir şey değildir. Şirkten kurtulmak kolay bir şey değildir.Çünkü hiç kimse inancının yanlış olduğunu kabul etmez. Herkes başkasını sapkın olmakla suçlar) 82-) İman edip salih amellerde bulunanlara gelince, onlar cennet ashabıdır. Onlar orada kalıcıdırlar. HASENÂT" İLE "SÂLİHÂT" ARASINDA BULUNAN FARKLAR:Şia ve Ehl'i Sünnet muhaddis ve müctehidleri rivayet ve icihadları ile Kur'an'da var olan bir çok kavramın anlamını tahrif etmişlerdir. "Nebi, Resul, ihlas, tekzib, ümmet, millet, cehalet, küfür, İslam kavramları örnek olarak gösterilebilir. Kur’an’da aşağı yukarı 1700 kadar kavram bulunur. “hasenat” ve “salihât” da, Kur'an'da bir çok yerde yer alan önemli iki kavramdır. "Hasenât" ile "Sâlihât" arasında önemli farklar vardır. Arapça'da "Hasenât" 'hasen' in "güzel'in çoğuludur. Yani "güzellikler" demektir. "Hasenât"ın zıttı "seyyiât’tır. Arapça'da "Seyyiât" 'seyyi'inin "kötü" nün çoğuludur. Yani “kötülükler” ve "çirkinlikler" demektir.Kur'an'da geçen "sâlihât" sözcüğü “sâlih ameller, dışa doğru yani başkalarına karşı yapılacak ıslah edici iyilikler, güzellikler” demektir. "Sâlihât" kavramının türetildiği "sulh" kökü, “başkaları arasında güven ve barışa yönelik hayırlı ve ıslah edici işler yapmak” anlamlarına gelmektedir. "Sâlihat" insanın kendi dışında kalan canlı ve cansız varlıklara yönelik bir iyilik ve barış hareketini yani bir iyileştirme faaliyetini ifade etmektedir. "Islâh, “düzeltme, iyileştirme, imar etme, onarma, güzelleştirme” demektir. Bu da insanın kendi dışında kalan varlıklara yaptığı iyilikler ve hayırlı hizmetler anlamına geliyor. "Sâlih amel" (el-‘amelu’s-sâlih) olarak Kur’an’da altı yerde tek başına, elli altı âyette ise iman ile birlikte geçer "Hasenât" kavramı ise, sonuçları itibariyle "kişinin kendisine yönelik olarak yaptığı güzellikler" demektir. "Sâlihât" başkalarını da kuşatan ıslah ve imar hareketi olurken, "hasenât" ise, sonucu sadece onu işleyene dönük iyiliklerdir. "Sâlihât" şahsıyla birlikte başkalarını da iyi etmek için çalışmak, "hasenât" ise "insanın kendisini imar etmesi, iyileştirmesi ve güzelleştirmesi" anlamına gelmektedir. "Sâlihât, göklerde ve yerde olan bütün yaratılmışlar için bir ıslah etme faaliyetidir. Islah çalışması, insanın kendisine iyilik talebinden daha öncelikli bir değere sahiptir. Bundan dolayı "hasenât'a "on sevap" verilirken, (En'am-160) "salihât'a "sınırsız bir sevap" öngörülmüştür. (Tin-6) Çünkü "ıslah" çalışması evrensel, hak talebi ise tarihsel ve bireysel bir özelliğe sahiptir. "Sâlihât’ı hasenât’tan ayıran en önemli özellik, insanın kendi ölümünden sonra “geriye neyin kalacağı” sorusudur. Kur’an’da insanın kendi ölümünden sonra geriye "hasenât"ının kalacağını söyleyen bir âyete rastlanmaz. Fakat geriye "sâlihât"ının kalacağını söyleyen âyetler mevcuttur. “Mal ve çocuklar dünya hayatının geçici süsüdürler. Baki kalacak olan "sâlihât, Rabbinin katında sevapça ve umutlanma açısından daha hayırlıdır” (Kehf-46).“Baki kalacak olan "sâlihât"tır. Bu, Rabbinin katında sevapça daha hayırlı ve kazanç bakımından daha üstündür.” (Meryem- 76)Dolayısıyla insanın "hasenât"tan daha önemli olan "salihât'a yönelmesi yani sadece kendini değil, tüm varlıkların güzelliği için çalışması Allah'ın indinde en makbul olan bir ameldir. Onlarca âyette "Hasenât"ın değil de, "sâlihât"ın iman ile birlikte geçmesi üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir konudur. Sanki "sâlihât" olmadan, sadece "hasenât" ile imanın sahih olmayacağı vurgulanıyor. Yani insan Allah katında iyi ve hayırlı bir kul olmak istiyorsa "hasenât" tan daha fazla "sâlihât" yapmaya öncelik vermelidir. "Sâlihât" yani "ameli sâlih"ten neyi anlamalıyız? Toplumu taklit ve cehalete sürükleyen, toplumu fakir kılan, ümmeti huzursuz eden, güvenliğini tehdit eden, ahlaki erozyona sürükleyen her türlü batıl inanç ve fikirlere karşı mücadele etme önemi bir "salihat"tır. İşsizliği azaltmak için yatırım yapma, açları doyurma, çıplağı giydirme, borç içinde olanlara infak yapma, hasta ve zor durumda olanlara yardımcı olma, meşru olan hizmet kurumlarına destek çıkma, hastalıklarla mücadele için uzman yetiştirme, sağlık merkezleri kurma, aşı ve ilaç geliştirme, hayatı kolaylaştırma, sanayileşme ve insanlığa faydalı ürünler üretme için bilim ve teknoloji geliştirme, ekolojik dengeyi korumak için çaba gösterme, geri dönüşüm tesisleri kurup tasarrufa katkıda bulunma, israfı önleme, suç unsurları ile mücadele etme, aklaki çürüme ile mücadele etme, kamuya ait yer ve mekanları temiz tutma, çevreyi ve doğal dengeyi koruma, insanların akletme ve sağlıklı düşünme becerilerini işletmesine katkıda bulunma, adaletle hükmetme, istişare ile hareket ederek şeffaf ve dürüst bir yönetim anlayışı ile hareket etme, çocukları sağlıklı bir şekilde yetiştirip terbiye etme, aile kurumunu ve gençliği kurtarıcı etkinlikler yapma , eğitim kurumları açmak, toplumun sorunlarının çözümü için Allah tarafından indirilen vahye uygun projeler geliştirme birer "sâlihât" tır.Şia ve Ehl'i Sünnet âlimleri "sâlihât" ve "hasenât" ın anlamını bilmediklerinden dolayı bir kaç vakıf haricinde dinlerini "hasenât"ın üzerine bina ederek, "sâlihât"ı terk etmişlerdir. Halbuki ahirette insan" hasenât" için değil, "salihât" yapmadığı için pişmanlık duyacaktır."O günahkarların, Rableri indinde başlarını öne eğecekleri," Rabbimiz! Gördük, duyduk, şimdi bizi (dünyaya) döndür de salih ameller yapalım, artık kesin olarak yakin getirdik diyecekleri zamanı bir görsen!"(Secde-12) "Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, önce yaptığımızın yerine salih ameller yapalım! diye feryat ederler..."(Fatır- 37)"Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip salihlerden olsam! demesinden önce size verdiğimiz rızıktan İnfak edin"(Munafikun-10)"Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında: Rabbim! der, beni geri döndür. Ta ki boşa geçirdiğim dünyada salih amel yapayım..." (Müminun- 99, 100)Sonuç olarak "sâlihât" yapma, bir mü'minin en vazgeçilmez ahlakı olmalıdır.
1 Ekim 2021 Cuma
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(17.YAZI) 72-) Hani siz bir nefis öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle çekişiyordunuz. Halbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır. 73-) "Onun bir kısmı ile ona vurun" dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve aklınızı kullanasınız diye âyetlerini size gösterir.(Ashab-ı Kehf (Kehf-21) İsa (a.s) ın doğumu...(Zuhruf-61), Bakara- 259. âyette anlatılan kısa ve bu âyetlerde bulunan Bakara (sığır) boğazlama olayı, kadim tarihte yeniden dirilişin mümkün olduğunu insanlara göstermesi açısından yüce Allah'ın yasasıyla gerçekleşen olağanüstü hadiselerdir. Kur'an indikten sonra akıl ve ilim çağı başladığı için artık bu olağanüstü deliller akli ve ilmi verilere yerini bırakmıştır.(Rum-50; Meryem- 67-68; Yasin- 78 79 80) 74-) Bundan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da şiddetli bir şekilde katılaştı. Çünkü taşlardan öylesi vardır ki, içlerinden nehirler kaynar. Öylesi var ki, çatlar da ondan su çıkar. Taşlardan bir kısmı da Allah haşyetiyle (sünnetullah gereği) yukarıdan aşağı yuvarlanır. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.75-) Şimdi (ey müminler!) onların size iman edeceklerini mı umuyorsunuz? Oysaki onlardan bir fırka, Allah'ın kelamını işittiler de akılları erdikten sonra, bile bile onu onu tahrif ederler.Şii ve Sünni din adamları, Yahudi ve Hristiyan din adamlarını takip ederek, başta Nebi ve Resül olmak üzere, İslam, din, iman, ihlas, takva, ümmet, millet, beyan, ruh, ruhu'l emin, ruhul kudüs, salat, zekat, sadece, miskin, fakir gibi yüzlerce Kur'an kavramını tahrif etmişlerdir. (Âyetin başında bulunan "Şimdi (ey müminler!) onların size iman edeceklerini mi umuyorsunuz? sorusu, müminlerin onlara okudukları Kur'an'la ilgilidir. Yoksa Kur'an haricinde hiç kimsenin başkasına iman etme zorunluluğu yoktur) 76-) Onlar iman edenlerle karşılaştıklarında" iman ettik" derler. Birbirleriyle başbaşa kaldıklarında ise, Allah'ın size açtıklarını Rabbiniz katında sizin aleyhinize hüccet getirmeleri için mi onlara anlatıyorsunuz; aklınızı kullanmaz mısınız? derler. (Âyette bulunan "Rabbiniz katında" ibaresi, "Allah'ın kitabında" anlamına gelmektedir.Çünkü birçok konuda Tevrat ile Kur'an'ın birbiriyle örtüştüğünü ve aynı kaynaktan geldiğini bilen müminlerle Medineli Yahudiler arasında bu gibi konuşmalar oluyordu. Yani Muhammed (a.s) ın Allah'ın Resulü olduğu, karakter ve güzel ahlak bakımından İsrailoğullarının Nebi ve Resüllerine benzediği, Kur'an'ın Allah'tan geldiği üzerinde kafa yoruyorlardı.İleri gelen Yahudi din adamları bunun önüne geçmek için ümmi olan Yahudileri bu gibi şeyleri söylemekten men ettiler. "... Öz çocuklarını tanır gibi onu tanırlar âyeti de (Bakara-146) bu gerçeği dile getirmektedir) 77-) Önlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de açıkça yaptıklarını da Allah bilmektedir.78-) İçlerinden bir takım ümmiler vardır ki, kitab-ı (vahyi) bilmezler. Bütün bildikleri şeyler kuruntudan ibarettir ve onlar sadece zanda bulunuyorlar.Bu âyetteki zann ifadesi olumsuz anlamda kullanılmıştır yani algı demektir. Hangi dinden olursa olsun insanların büyük çoğunluğu yukarıdaki âyetin kapsamına girerler.Bunlar Allah yolundan engellenmiş, Resul'ün tevhid daveti onlara ulaşmamıştır.Hiç bir cemaat ve tarikata bağlı olmayan bu ümmi insanlar, güzel ahlak, adalet, merhamet ve infaktan sorguya çekileceklerdir.Esas tehlike insanları yalanlarla Allah'ın hidayet yolundan engelleyen din adamı kılığındaki ahlaksız müşriklerdir. Bunlarla ilgili yüce Allah şöyle buyuruyor. 79-) Elleriyle kitap yazıp sonra onu az bir para (semenen) karşılığında satmak için" Bu Allah katındandır" diyenlere veyl olsun!Elleriyle yazdıklarından ötürü onlaraveyl olsun. Ve kazandıkları şeylerden dolayı da onlara veyl olsun. ("Veyl, "yuh olsun, yazıklar olsun" gibi anlamlara gelmektedir. "Veyl" sözcüğünde hakkedenlere karşı büyük bir öfke, kınama ve azap mevcuttur. Aslında elleriyle kitap yazanlar, "Bu Allah katındandır" demiyorlar.Fakat onlara iman edenler yani akıl ve iradelerini onlara teslim edenler, insanlar arasında öyle bir inanç ve algı oluştuyorlar ki, bu kitapları alıp okuyanlar, zamanla bunları din ve iman olarak görüyor ve Allah katından gelmiş bir din gibi yaşayarak hayata hakim kılıyorlar.Fakat SaidNursi, Celaleddin-i Rumi, Muhyiddin-i Arabi gibi kimseler, yazdıklarını Allah'ın iradesiyle olduğunu ve kitaplarının Allah tarafından kendilerine yazıldığını iddia etmişlerdir)
30 Eylül 2021 Perşembe
ŞİA VE EHL-İ SÜNNET DİN ADAMLARI. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları asırlardan beri büyük bir akıl tutulması yaşıyor, Kur'an'da yeri olmayan bir çok şeyi din yaptılar. Kutsal kaynaklarında insan temel hak ve özgürlüklerinden önemli bir şey göremezsiniz. Tarihin karanlıkları içinde kendilerini yalan ve hurafelerle çürütmüş atalarıyla aynı hayatı yaşamayı tercih ediyorlar. Kur'an, ilim ve akıl merkezli değil, tamamen taklit, hadis ve rivayet merkezli bir dine tapınmayı tercih ediyorlar. Demokrasi, laiklik ve Cumhuriyet olmazsaydı, vahşi dinleri sayesinde bu güzelim coğrafya, Suriye, Irak, Yemen, Libya ve Afganistan cehennemine dönerdi. Bundan dolayı çok acil tevhidi ve ilmi bir dönüşüme ihtiyaç var. Dürüst olalım, İslamofobinin kaynağı batı değil, bizzat Şia ve Ehl-i Sünnet'in hadis kaynaklarıdır. Vahşi kapitalizm, daha önce nasıl vahşi komünizmi doğurduysa fanatik Şiilik ve Sünnilik de, vahşi ve karanlık bir din doğurdu. Bu vahşi ve karanlık dinin doğmasından hiçbir zaman Batı sorumlu değildir.Siyasal dincilerin yani siyasilerin cemaat ve tarikatların yalan söyleyerek hedef saptırmalarına aldanmayın.Esas tehlike içerde olandır, dışarda değil, içerdeki ihanet dişardaki tehlikeyi dâvet eder.Dine yani Allah ve Resülüne yapılan ihanetten daha büyük bir ihanet yoktur.Allah ve Resülüne ihanet eden sınırsız bir hain olduğundan herkese ve herşeye ihanet eder.Bu ölümcül ve kahredici ihanet de sadece din adamlarında var olan bir ihanettir. Şia ve Ehl-iSünnet din adamları şeytanların ete kemiğe bürünmüş hali gibidir. Şia ve Ehl-i Sünnet mezhepleri dini parçalamakla ümmeti de paramparça ettiler.Çünkü şirk beraberinde ihtilaf ve tefrikayı, taklit ve cehaleti, dağılma ve parçalanmayı getiriyor. Dolayısıyla Yüce Allah şahittir ki, bütün bu kötü gidişattan Şia ve Ehl-i Sünnet'in inanç, zihin ve ahlakı birinci derecede sorumludur.
29 Eylül 2021 Çarşamba
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (71.YAZI) "Rabbimiz gönlünüzü ve göğsünüzü genişletip ferah kılsın.İşlerinizi ve amellerinizi kolaylaştırsın.Dilinize, aklınıza, gönlünüze bağ olabilecek her türlü yükten muhafaza eylesin.Ve anlaşılır olmayı nasip etsin inşaAllah.Muvaffakiyetler diliyorum.Arı duru bir çalışma olmasını temenni ediyorum.Allah'ın yardımına mazhar olmanız dileğiyle..." (Bekir Akça- "Meal Çalışmamız" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------"Rüku, secde, harr konularına yaklaşım; bu kelimelerle ilgili anlam ve manaları bakımından geleneksel anlamdaki yaklaşımları alt üst eden, bu anlayışa göre taşların dizilişini bütünüyle ortadan kaldırarak; kendi kodları doğrultusunda yeniden dizilmesini sağlayan bu çalışmanızdan dolayı sizi tebrik ediyor, sizi gereği gibi mükafatlandırması için Allah'a havale ediyorum. Emeğinize yüreğinize sağlık.(Şaban Kıvrak-"Kur'an'ı Mübin'in Meâli" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Ali hocam!Sizin fikirlerinizden çok yararlandım, uydurulan dinden indirilen dine geçişime vesile oldunuz.Allah'ım sizden razı olsun.Selamlar"(Tahsin Yörükoğlu- "Kur'an'ı Mübin'in Meali" adlı yazıya yaptığı yorum) ------------------------------------------------------"Her varlık aslında Allah'a rükü ve secde halindedir.Bize güre şuursuz görünse de onlarında çekim ve etkileşim şuruna inanıyorum.İnsan da, yaradılışta kimya, biyolojik, fizik ve matematiğiyle bu yaradılışa mecbur.Ancak duygu ve düşünce olarak diğer varlıklardan ayrılan bir varlık olan insan olduğu bir gerçek.Kur'an'la ve tabiatla uyumlu bir insan sürekli secde ve rükû halinde olduğunu zannediyorum. Salat ve savm vs. rütüel ibadetler ilke değilde, sevgi ve minnet yani derin duyguların yüneliş biçimi olarak görüyorum.Bir günde insan bu duygulara kaç sefer ulaşır bilinmez.Ancak Rabbimiz her övgüye ve teşekküre en layık illah, tüm şükür hürmet kulluk yüce yaratıcımız Rahmana özeldir. (Ali Uykur- Kur'an'ı Mübin'in Meâli" adlı yazıya yaptığı yorum) -------------------------------------------------(Çok değerli hocam!Önce cesaretiniz nedeniyle sizi tebrik ederim. Yüzyıllardır ençok ezberlenen ve hatta neredeyse yüce dinimizi namaz dini, Rabbimizi namazın Rabbi, müslümanları namazın kulları, mekânları namazgahlar vb, kabul eden bir algı ve öğretinin uygulama alanı haline getiren anlatış, kavrayış mensuplarından gelecek tepkileri bekliyor olmalıydınız. Onları anlayışla karşılamalı...kolay değil..."sabah namazının iki rekât sünneti ( farzı değil) dünya ve üzerindeki herşeyden üstündür" sözüm ona hadis'i ile yetişmiş insanımız tabiki bu çağ açan çağ kapatan tahlillerinize itiraz edecektir "(Abdullah Çelebioğlu- "Salat, Rükû, Sucud" kavramları adlı yazıya yaptığı yorum) ----------------------------------------------(Hocam can canan hocam!Nübüvvetin de sahibi sizden ebeden Razı olsun inşallah.Çok teşekkür ediyorum. Selâm, saygı ve hürmet ile dua ederim ediyorum da.Fakir bu farkı bilmediği için malesef öyle kabul ediyordu.Rabbım beni affetsin.Amiin.Soru: Benim halim nicedir hocam?Lütfen arz edermisiniz?Bilgi sandığımız ZANN ile İnsanları da ZEHİRLEDİK malesef. Hocam lütfen. Vesselamü aleyküm.(Ismail Kilic- "Kur'an'da Muhammed (a.s) a Salavat Getirmek Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum) ---------------------------------------------------Gerçekten geniş bir araştırma ve sorgulama olmuş yani aklı kullanmak Rabbimizin en büyük nimeti hocam! Birşeyler olduğunu seziyordum. İlmim olmadığı için ne tespit ne tahlil edemiyordum.Aklımdaki soruları bazen açtığım dostlar hemen damga vuruyorlardı. İmani zayıf vb, gibi...Rabbim kalbimi beynimi biliyor...imanımın ölçüsünü biliyor. Ona neden yalan söyleyeyim. Bunun için aptal olmak lazım. Ama görüyorum ki sorunlar var...Bunları beynim düşünüyor. İşte o düşüncelerin çoğuna şu tespitlerinizle cevap buldum.Tüm samimiyetimle diyorum ki Allah sizden razı olsun. Maun suresi muhtevasını şerh ve daha fazlası sayılabilecek tespitleriniz tarih çapında önemlidir. Neredeyse dinin tamamı imiş gibi anlam yüklediğiniz namaz ile sözde İslam dünyasının içinde bulunduğu rezil durumu nasıl izah edeceksiniz? Allah hepimize en doğru yolu göstersin. Yardımcımız olsun.Herkese saygı içerisinde selam ve sevgilerimi arzediyorum.(Abdullah Çelebioğlu "Salat, Rükû, Sucud" adlı yazıya yaptığı yorum) --------------------------------------------------------"Ali Aydın hocam!Şia ve Ehl-i Sünnet'in paralel dinlerinden indirilen Kur'an dinine dönüşüme yazı ve sözleriyle katkı sağlayan İlahiyattan hocam merhum Yaşar Nuri Öztürk dahil bugün sizin gibi Kur'an mümini bütün cesur hocaları kutluyorum. Yazınızda da ifade edildiği gibi yüce Allah ve meleklerinin ve dahi Nebi (a.s) a destek veren tüm müminlere aynı desteği vermesi dileğiyle Allah yar ve yardımcınız olsun. Bilvesile Kur'an mümini herkese özel selamlar" (Recep Can-Kur'an'da Muhammed (a.s) a Salavat Getirmek Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum) -------------------------------------------------"Değerli hocam!Çok güzel açıklamışsınız.Bunu daha evvel de açıklayanlar oldu, fakat bu kadar kapsamlı değildi. Rabbim ilminizi artırsın inşaallah. Bize de anlama feraseti verir inşaallah.Selam olsun vahye uyanlara" (Ibrahim Serin-" Kur'an'da Muhammed (a.s) a Salavat Getirmek Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum) -----------------------------------------------------"Hayatımda okuduğum en güzel serzeniş...İlmine sağlık Ali Aydın kardeşim...Lütfen sonuna kadar okuyun...Sizlerde okuyun dindarlar, hocalar imam hatipliler, partililer, ümmiler, diyanetliler, müslüman olduğunu zannedenler, ayasofyanın açılışını dini kurtardık zannedenler, muhafazakar siyaseti din zannedenler, Emeviler, Abbasiler, Osmanlı torunları, kılıçlı kahramanlar hepiniz okuyun..!!Allah senden ebeden razı olsun kardeşim...Ayakta alkışlıyor, saygılarımı sunuyorum..." (Murat Karadağ-"Mezhepçilere" adlı yazıya yaptığı yorum
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (16.YAZI) 63-) Sizden sağlam bir misak(söz) almış, Tur'u üstünüze kaldırmıştık (verafe'né fevkakümüt tûra) size verdiğimizi (vahyi) kuvvetle alın, onda bulunanları daima zikredin, umulur ki (şirk'ten) korunursunuz, demiştik. 64-) Ondan sonra (sözünüzden) döndünüz. Eğer üzerinizde Allah'ın fazileti ve rahmeti olmasaydı, husranda kalanlardan olurdunuz. 65-) İçinizden cumartesi'de (fissebt) haddi aşan kimseleri de biliyorsunuz. Onlara "Hakir maymunlar olunuz" dedik. (Yani nefeslerini terbiye etmeyen, güzel ahlak ve erdemli hareketlerden nasibi olmayan, Allah'ın koyduğu yasakları çiğneyen, hayvanlardan farksız yaşayan kimseler haline geldiler. Kapris ve iştah noktasından maymun, şehvâni arzu ve gayri meşru eğilimler noktasında domuz gibi oldular) 66-) Biz bunu, onlara ve sonradan gelecek olanlara bir yıkım örneği (nekélen), muttakilere de bir öğüt (mev'izeten) vesilesi kıldık.(Tenkil, "yıkıma uğratma, kırıp geçirme, şiddetli bir şekilde cezalandırma" demektir) 67-) Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. O da: Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım, demişti. 68-) Onlar "Bizim için Rabbine dua et, bize ne olduğunu açıklasın" dediler. Musa:) O (Allah) diyor ki: O ne yaşlı ne de körpe; ikisi arasında bir inek, size emredileni yapın, dedi.69-) Bu defa: Rabbine dua et, bize onun rengini açıklasın, dediler. "O diyor ki: Sarı renkli, parlak tüylü, bakanların içini açan bir inektir" dedi.70-) Bizim için Rabbine dua et de onun nasıl olduğunu bize açıklasın, çünkü sığırların hepsi bize benzer görünüyor.(nasıl bir sığır keseceğimizi anlayamadık) Biz inşallah hidiyeti (doğru olanı) bulacağız" dediler.71-)(Musa) dedi ki: O (Allah) şöyle buyuruyor. O henüz boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulanmayan, özgür dolaşan, renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. "İşte şimdi hakkı getirdin" dediler ve bunun üzerine kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi.Yüce Allah, bu kıssayı, din konusunda inatçı, zorluk çıkaran, halkı zor durumda bırakacak şekilde hükümler üreten, açık ve hafif olanı ağırlaştıran din adamlarına bir örnek olarak zikretmiştir. Aynen Yahudi din adamları gibi, Şii ve Sünni din adamları da dinde en basit ve önemsiz şeylerin ayrıntısına kadar giderek, dini, altından kalkılmayacak ağır bir yük ve büyük bir sorun haline getirdiler.Halbuki Yüce Allah bunu yasaklamış ve şöyle buyurmuştur."Ey iman edenler! Detaylanınca zorunuza gidecek şeyleri sormayın. Kur'an indirilirken sorarsanız (Allah tarafından vahiy'le) size detaylandırılır. (Açıklanmadığına göre) Allah onu affetti. Allah Ğafur ve Rahim olandır"(Mâide-101)Yüce Allah insanları sadece indirdiği vahiy'den sorumlu tutmuştur. Kur'an'da olmayan hiçbir şeyden insanlar sorumlu değildir. (Zuhruf-43,44)
27 Eylül 2021 Pazartesi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(70.YAZI) "Ali Aydın hocam!Bir ilahiyatçı olarak yazılarınızı sürekli okuyorum. Kısa süre önce bize gerçi söz verdiğiniz gibi, Kur'an ve akılla çelişkili Şii ve Sünni dinlerini açık, net anlatan yazınız aynı zamanda bazı okuyanlara da çok harika bir cevap oldu. Kutluyorum, çok teşekkür ediyorum. Allah yar ve yardımcınız olsun. Kuran mü'mini herkese mahsus selamlar" (Recep Can- "Şiilik ve Sünnilik" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------"Ali Aydın Hocam! Yine zülfü yare dokundunuz, yine ezber bozdunuz, yine tüccarların anlayışını yerle bir ettiniz. Ama hocam!Yine saldırılara maruz kalabilirsiniz, biliyorum ve diliyorum ki, bu kutlu yolda doğru bildiklerinizi paylaşmaya devam edeceksiniz. Allah yardımcınız olsun. Selamlar" Hayri Sipahi "Ölüler Adına Hayır Yapılmaz, Dua Bile Edilmez" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------"Bu iş inşallah ve maşallah demekle olmaz. Allah'ın yasaları, kuralları ve sınırları verdır.O yasaları, kuralları ve sınırları da belirleyen tek eser Allah'ın kitab'ı olan Kur'an'dır.Biz Kur'an'ın yasaları, kuralları ve sınırların tamamına uyacak mıyız uymuyacak mıyız? Ancak Kur'an artı mevlid, Kur'an artı rabıta, Kur'an artı hadis, Kur'an artı fıkıh, ilmihal gibi kaynaklara uyarsak, bunların hiç birisinin Kur'an'la bir bağlantıları yoktur.Ve bunların hepsi de Kur'an'ın zemininde birer küfürdür..." (Kadir Doganer- "Ölüler Adına Hayır Yapılmaz Dua Bile Edilmez" adlı yazıya yaptığı yorum) ---------------------------------------------------"Ben dünyada hesap gününe hazırlık yapmadan hayat geçireyim. Sonra birileri benim adıma hayır ve dua ile torpil yapmaya çalışsınlar. Bu çabalar sadece kendilerini kandırmak ve iyi insan dedirtmek içindir" Bakara 48.âyet açıkça hiç kimsenin kimseye faydasının olmayacağını belirtiyor.(Salim Baykara- "Ölüler Adına Hayır Yapılmaz, Dua Bile Edilmez" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------"Değerli hocam!Allah yolunda yaptığınız ve yapacağınız çalışmalarınızda muvaffakiyetler diliyorum. Allah'ın rızasına nail olma yolunda bu çalışmaların âhirette kurtuluşa vesile olmasını ve meal çalışmanızın tüm müvahhidlere Kur'an'ı doğru anlamada faydalı olmasını temenni ediyorum. Selâm ve saygılar sunuyorum" (Faruk Fidan- "Meal Çalışmamız" adlı yazıya yaptığı yorum) --------------------------------------------"Ali Aydın hocam!Harekesiz Kur'an istismarını yapanlar meşhur olmak için farklı bir şeyler söylemesi gerek!. Yoksa ekmeği nereden çıkaracaklar! Saatlerce soyut üzerinden bir şeyler konuşur ama bir türlü somuta gelemezler. Çok dinledim acaba dertleri nedir diye!Hala anlamış değilim.. Nebi/Resul farkını fark edemeyenler, yada oradan bir şey çıkaramayanlar, Ali kardeşe dahi rivayetci damgası vurabiliyorlarsa! Söze gerek yok!(Hüseyin Koç- Harekesiz Kuran Hikayesi" adlı yazıya yaptığı yorum) -----------------------------------------------------------"Ali hocam! Rabbim ilminizi ve gayretinizi arttırsın. Bu yolda size sabru sebat ve nur versin. Merakımı mazur görün; meal çalışmalarınızın bir kısmını zaman zaman bu sayfalarda paylaşır mısınız?Hem bu şekilde insanları Kur'an'la daha çok haşir neşir etmiş olursunuz, hemde yapılabilecek ve gözden kaçan hatalar takvâlı müminlerce fark edilecektir.Sevgi ve selamlarımla" (Adem Gölen-"Meal Çalışmamız" adlı yazıya yaptığı yorum) -------------------------------------------------"Kıymetli üstadım! Allah ilmini artırsın.Ben hiç bir meale güvenmediğim için (taraflı yazıldıkları için)evime alıp koymadım.Bu müjdeniz beni ziyadesiyle mutlu etti. Aslında ben merak ediyordum neden meal yazmıyorsunuz diye. Lütfen acele etmeyin, geniş kapsamlı olsun. Bittiğinde evime alacağım ilk meal olacak ve gücüm nispetinde de alıp dağıtacağım.Saygılarımı sunarım ve Allahtan muvaffakiyet dilerim" (Murat Karadağ- "Meal Çalışmamız" adlı yazıya yaptığı yorum) ---------------------------------------------------"Ömrünüze bereket kıymetli üstadım! Ayrıntılı yazılarınızdan çok istifade ediyoruz. Yaşamım boyunca mekke müşrikleri ile günümüz müşriklerinin bir farkı olmadığını Kur'an ışığında bu kadar güzel açıklayan birisine rastlamadım sizi okudukça Yüce Allah'a olan imanımız kat be kat artıyor ömrünüze bereket" (Osman Kurt- "Taklitçilik" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------Selâmun aleyküm Hocam!Yüce Allah Adem (a.s) a sadece eşyanın ismini değil, eşyanın nasıl kullanılacağı bilgisini de öğretmiştir.Bu bilgi Adem(a.s) la birlikte kıyamete kadar sürecek, insan nesline de kodlanmış olan bir bilgidir.Bilmem katılıyor musunuz Hocam?(Selahettin Koyuncu "Meal Çalılmamız" adlı yazıya yaptığı yorum)
26 Eylül 2021 Pazar
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ (15.YAZI) 62-) Şüphesiz iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiilerden her kim Allah'a ve âhiret gününe iman edip salih ameller işleyenler için Rableri indinde ücretleri vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (GAYRİ MÜSLİMLER CENNETE GİRER Mİ?Aslında bütün dinlerin birbirlerinden farkları yoktur.Ne Emevi Abbasi uydurmalarından gelen rivayetler dininin, ne Şiiliğin, ne Yahudiliğin ne Hıristiyanlığın ne Budizm'in ne de herhangi bir dinin Allah katında diğerinden bir ayrıcalığı yoktur.Dinleri birbirinden ayıran tek şey tevhid ilkesidir.Dinleri birbirine eşitleyen tek şey de şirktir.Adı ne olursa olsun bir dinde tevhid yani İslam yani ihlas yani dini Allah'a özel kılma yoksa, o din kesin olarak şirktir. Hatta orijinalliğini kaybeden ilâhi din uydurma beşeri bir dinden daha tehlikeli bir dindir Bozulan çok temiz bir içeceğin daha zehirli olması gibi.Dolayısıyla hangi din ve inanç, indiği gibi orijinal kalmış yani tevhid ilkesine göre hayatiyetini devam ettirebiliyorsa o din Allah katında makbul ve geçerli bir dindir.İşte size âyeti kerimeler:"(Ehl-i Kitap:) Yahudiler ve Hristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler.Bu onların boş kuruntularıdır. Sen de onlara: Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız delilinizi getirin de.Bilakis kim Muhsin (güzel ahlak sahibi) olarak yüzünü Allah'a döndürürse onun mükâfatı Rabbi katındadır.Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de üzüntü çekerler"( Bakara-111, 112) "Allah indinde hak din islamdır"(Ali İmran-19) Bu âyetin mealini şu şekilde çevirdiğimiz zaman daha anlaşılır hale gelecektir."Allah nezdinde (hak) din (tevhid dini olan) İslam'dır"Kuran'da "İslam" kelimesi ve türevlerinin büyük çoğunluğu "tevhid akidesi yani din ve hüküm olarak sadece vahye teslim olma" anlamına gelmektedir.Bu konuda bir kaç örnek verecek olursak mesele daha iyi anlaşılacaktır."Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o ahirette husrana uğrayanlardan olacaktır"(Âli İmran- 85)Âyetin tam olarak meali şöyledir."Kim (tevhid) dini olan İslam'dan başka bir din ararsa..."" O gün, ne mal fayda verir nede evlat.Ancak Allah'a kalbi selim (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde) fayda bulur"( Şuara- 88-89) Eğer "kalbi selim'e" Her türlü şirkten arınmış tertemiz bir kalp anlamı vermeyecek olursak, Kur'an'a uygun başka hiçbir mâna veremeyiz, ve bu konuda işimiz zorlaşacaktır."Ey iman edenler! Hep birden barış'a girin.Sakın şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o apaçık düşmanınızdır"( Bakara-208)"Bu âyette geçen "silm" kelimesi "tevhid akidesi " anlamında kullanılmıştır."Ey iman edenler! Hep birden Tevhid akidesine sahip olun, muvahhid olun" demek istenmiştir. "İbrahim'in (tevhid) dininden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirir?Andolsun ki, biz onu dünyada elçi seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da, alemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti"( Bakara-130, 130) Bu ayetteki "eslim" kelimesi de "yalnız Allah'a teslim olmayı ve tevhid akidesini" ifade etmektedir. Hangi dine sahip olursa olsun tevhid akidesine bağlı olarak yaşayan herkes cennete girer. "Ey iman edenler! Allah'tan, ona yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin" (Âli İmran-102) ayeti, tam olarak bu hakikatı ortaya koymaktadır.Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor."Ne sizin kuruntularınız ne de ehli kitabın kuruntuları(Allah katında) gerçektir, kim bir kötülük(şirk,zulüm, küfür, itikadi nifak) yaparsa onun cezasını görür ve kendisi için Allah'tan başka dost da, yardımcı da bulamaz"(Nisa-123)"Erkek olsun, kadın olsun, her kim de Mü'min olarak salih ameller yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar"(Nisa-124)Bu ayette geçen "her kim mü'min olarak" tan kasıt "her kim muvahhid olarak" anlamına gelir.MESELA: "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım"(Zâriyat, 56) âyetindeki "ibâdet" de Tevhid akidesini yaşama anlamında kullanılmıştır."Ben cinleri ve insanları, ancak beni birlesinler, sadece bana kulluk etsinler diye yarattım"demektir.Çünkü bütün Allah Elçilerinin görevi Allah tarafından indirilen vahiy ile tevhid sistemini yerleştirmek olmuştur.(Ey Resül! ) Senden önce hiçbir Resul göndermedik ki ona: "Benden başka ilah yoktur, şu halde sadece bana kulluk edin " diye vahyetmiş olmayalım"( Enbiya-25)Şimdiye kadar anlattıklarımız genel anlamda hanif İslam akidesiyle ilgiliydi.Özel anlamda İslam'a gelecek olursak şunları söylemek mümkündür.Allah Resulü'nün risaletinden sonra gayri müslimler üç sınıfa ayrılır.1-) Allah Resulü'nün dâvetini duymamış, Kur'an'la uyarılmamış olanlar. Bu sınıf güzel ahlak sahibi iseler kesin olarak cennetliktirler."Biz hiçbir memleketi, öğüt vermek üzere gönderdiğimiz elçileri olmadan yok etmemişizdir. Biz zalim değiliz"(Şuarâ- 208, 209)"... Biz bir Resul göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz"(İsra-15)(Yerine göre) MÜJDELEYİCİ ve SAKINDIRICI olarak ELÇİLER gönderdik ki insanların ELÇİLERDEN sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah İzzet ve hikmet sahibidir"(Nisa-165) 2-) Allah Resulü'nün dâvetini, Kur'an'ı Mübin'i ve tevhid akidesini duymuş, Müslümanların içinde yaşamış olmakla beraber hiç bir zaman Kur'an'ı araştırma ve inceleme görevini yerine getirmemiş, merak etmemiş ve ona hakkıyla iman etmemiş olan din adamları yani ilim, hikmet, akıl ve tefekkür düşmanı olan fetva makamları, Emevi Abbasi Ehl-i Sünnet dininden kendini kurtaramayan cemaat liderleri, şirk bataklığında boğulan tarikat şeyhleri ve onlara fanatik bir şekilde iman edenler, onları dinleyenler, onları tasdik edenler, şirk sözlerini dinleyip de itiraz etmeyenler, şirk yolunu benimseyip bir inanç ve şuur neticesinde o yolda devam edenler cehenneme girerler.3-) Biz Müslümanlar Ebu Cehil'in ve Firavun'un isimlerini duyduğumuzda nefret ettiğimiz gibi, onlardaAllah Resulü'nden ve tanımadıkları İslam'dan öylece nefret eden ümmi gayri müslimlerBunlar Kur'an'ın, İslam ahlakının ve Allah Resulü'nün aleyhinde yapılan yanlış propagandalardan başka bir şey duymamışlar,Müslümanlar onlara kötü örnek olmuş, gerçek İslam'ı ve Allah Resulü'nü Kur'an'dan öğrenememiş, onlara İslam ve Kur'an yanlış tanıttırılmış, Allah Resulü'nü elinde kılıç sadece savaş yapan ve kafa kesen bir barbar olarak gösterilmiş, Kur'an'ı gerçek olarak temsil eden Müslümanların içinde kalmamış büyük çoğunluk.Eğer bunlar kendi dinlerinde Allah'a iman ile birlikte güzel bir ahlaka sahip olur, insan haklarına saygı gösterir, salih amellerde bulunur, canlı varlıklara merhamet eder, erdemli bir hayat geçirirlerse, bunlarda ilk grup gibi Allah'ın mağfiret ve merhametiyle cennete girerler.İşte Bakara-62.âyet bu gerçeği anlatıyor. Yani âyet din adamları ile değil, ümmi insanlarla ilgilidir. Çünkü Kur'an'ın hedefinde ümmi insanlar değil, Allah ile aldatan din adamları vardır.Kur'an'ın saldırısı hakkı gizleyen ve dini rant yapan din adamları kisvesindeki zalimlerdir. "Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını batıl yollardan yerler ve insanları Allah'ın yolundan saptırırlar .Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda infak etmeyenler var ya, işte onlar için elem verici bir azabı müjdele"(Tevbe-34)Yukarıdaki âyetin "Ey iman edenler!"diye başlaması çok ilginçtir."Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, İşte onların yiyip de karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır""Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar""O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. Kitapta ayrılığa düşenler, elbette uzak bir ayrılığın içine düşmüşlerdir"(Bakara-174, 175, 176)"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, İşte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler""Ancak tevbe edip salih olanlar ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim.Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim""Âyetlerimizi inkar etmiş ve kafir olarak ölmüşlere gelince,işte Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerindedir""Onlar ebediyyen lanet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır""İlahınız bir tek Allah'tır, O'ndan başka ilah yoktur. O, Rahman'dır Rahim'dir"(Bakara-159/163)Bu konuyu biraz daha açalım.Gayri müslim bir millet içinde yaşayan, taklidi imana sahip birisi, kiliselerin gölgesinde, çan seslerinin altında, anne babası, çevresi gayri müslim olan, yani sadece kuru imandan başka kendisine manevi açıdan destek verecek bir ameli olmayan gayri müslim ile, Şii ve Sünni bir ülkede yaşayan, ana babası Sünni ve Şii olarak taklidi imandan başka ameli olmayan bir kişi arasında fark yoktur.Çünkü Kur'an'ın nazarında Yahudilik, Hristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik arasında hiç bir fark yoktur. Hatta insani erdem ve güzel ahlakta bazen Yahudi ve Hristiyan ümmiler, Şii ve Sünni ümmilerden üstün olabilir. Yani rivayetler dininde, din adamlarının aktardığı "bütün Müslümanlar!! cennete, gayri müslimlerin hepsi cehenneme girecekler" inancı Kur'an'a aykırı bir inantır.Kur'an'un bağlam ve bütünlüğüne, akıl ve mantığa, adalet ve merhamete, ilim ve hikmete en uygun ve doğru olan söz şudur. "Bütün muvahhidler cennete, müşrikler cehenneme gidecekler"Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever"(Mumtehine-8)"Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalim onlardır"(Mumtehine- 9)Yüce Allah, din ve iman düşmanı olmayanlara dünya hayatında yardım yapılmasını mübah kılarken, ahirette kendi rahmet ve mağfiretinden mahrum etmez. Taklidi bir imana sahip olduktan sonra cami, havra ve kilise cemaatı arasında bir fark yoktur.Hatta bunlardan güzel ahlak ve adalet sahibi olanlar diğerlerinden daha üstündür.İman, mutlaka araştırma ve tefekkür ile, güzel ahlak, ameli salih ve infak gibi seçkin meziyetlerle desteklenmesi ve donatılmış olması gerekir.Taklidi iman insana faydası olmayan ve Allah katında değeri bulunmayan temeli çürük bir imandır.Taklidi iman sahip olan din adamları bir çok âyette kınanmışlardır."Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır"(Ahzab-64) "(Onlar) orada ebedi olarak kalacaklardır, (kendilerini koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır"(Ahzab-65)"Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün, Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Resül'e itaat etseydik! derler"(Ahzab-66) " "Ey Rabbimiz, biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi (doğru) yoldan saptırdılar. derler"(Ahzab- 67)"Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden uzak eyle"(Ahzab- 68)"O gün, zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Resül ile birlikte bir yol tutsaydım. Yazıklar olsun bana! Keşke falancayı halil edinmeseydim. Çünkü Kur'an bana gelmişken o, beni ondan saptırdı"(Furkan- 27, 28, 29)"Onlara Allah'ın indirdiğine tâbi olun, denildiği zaman onlar"Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola tâbi oluruz" dediler. Ya ataları akıllarını kullanmamış, hidayet de bulamamış olsalar da mı? (Bakara- 170)Bu âyetlere iyice dikkat eden biri şunu görecektir.Tefekkür etmeden, sorgulamadan, Allah'ın kitabına hakkıyla vakıf olmadan ataların dinine, mezheplerin ictihadlarına, şeyhlere, efendilere, uydurma gavslara, liderlere uyan, onları sürekli dinleyen, onlara mutlak bir şekilde itaat eden, inanç ve fikir olarak onlara yakın olan, onların batıl itikatlarını savunan ve dolaylı olarak Kur'an düşmanı olan taklitçi fanatik müşrikleri kasdettiğini anlar.Yoksa bu müşriklerin inançlarından uzak olan, kendilerine Kur'an ve ilim gitmemiş sokakta dolaşan, cami, havra, kilise cemaatını hedef alan âyetler değildir.Bu ümmetin cahilleri alimlerinden daha temiz ve daha sağlam bir vicdan yapısına sahiptir.Çünkü ümmilerin dini rant yapma ve yalan din ile aldatma gibi kahredici bir günahları bulunmuyor.Ayrıca bir çok konuda gayri müslimler, Müslüman geçinen bir çok kimseden daha kaliteli ve olumlu meziyetlere sahiptirler.İslam dini kabul edilip tam aksine hareket edilsin diye değil, yaşansın, yaşatılsın, hayat versin ve tüm insanları hidayet ve kurtuluşa götürsün gayesiyle tebliğ edilmiş bir dindir. SONUÇ OLARAK: İnsanlara zulmeden, bilinçli ve şuurlu inkâr edenler, insanları tek kaynak olan Kur'an'dan ve tevhid akidesinden engelleyenler ve onlara kayıtsız şartsız itaat eden müşrikler cehenneme gireceklerdir.Hangi toplumdan olursa olsun kendi halinde yaşayan ilahi dine herhangi bir düşmanlık beslemeyen ve insanlara karşı merhametli olan güzel ahlak sahipleri de Allah'ın rahmet ve inayetiyle cennete girerler.(En doğrusunu yüce Rabbimiz bilir)
GAYRİ MÜSLİMLER CENNETE GİRER Mİ?Aslında bütün dinlerin birbirlerinden farkları yoktur.Ne Emevi Abbasi uydurmalarından gelen rivayetler dininin, ne Şiiliğin, ne Yahudiliğin ne Hıristiyanlığın ne Budizm'in ne de herhangi bir dinin Allah katında diğerinden bir ayrıcalığı yoktur.Dinleri birbirinden ayıran tek şey tevhid ilkesidir.Dinleri birbirine eşitleyen tek şey de şirktir.Adı ne olursa olsun bir dinde tevhid yani İslam yani ihlas yani dini Allah'a özel kılma yoksa, o din kesin olarak şirktir. Hatta orijinalliğini kaybeden ilâhi din uydurma beşeri bir dinden daha tehlikeli bir dindir Bozulan çok temiz bir içeceğin daha zehirli olması gibi.Dolayısıyla hangi din ve inanç indiği gibi orijinal kalmış yani tevhid ilkesine göre hayatiyetini devam ettirebiliyorsa o din Allah katında makbul ve geçerli bir dindir.İşte size âyeti kerimeler:"(EHLİ KİTAP:) Yahudiler ve Hristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler.Bu onların boş kuruntusudur. Sen de onlara: Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız delilinizi getirin de. Bilakis kim Muhsin (güzel ahlak sahibi) olarak yüzünü Allah'a döndürürse onun mükâfatı Rabbi katındadır.Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de üzüntü çekerler"( Bakara-111, 112) "Allah indinde hak din islamdır"( Ali İmran-19) Bu âyetin mealini şu şekilde çevirdiğimiz zaman daha anlaşılır hale gelecektir."Allah nezdinde (hak) din (tevhid dini olan) İslam'dır"Kuran'da "İslam" kelimesi ve türevlerinin büyük çoğunluğu "tevhid akidesi yani din ve hüküm olarak sadece vahye teslim olma" anlamına gelmektedir.Bu konuda bir kaç örnek verecek olursak mesele daha iyi anlaşılacaktır."Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir inanç) asla kabul edilmeyecek ve o ahirette ziyan edenlerden olacaktır"( Âli İmran- 85)Âyetin tam olarak meali şöyledir."Kim (tevhid) dini olan İslam'dan başka bir din ararsa..."" O gün, ne mal fayda verir nede evlat.Ancak Allah'a kalbi selim (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde) fayda bulur"( Şuara- 88-89) Eğer "kalbi selim'e" Her türlü şirkten arınmış tertemiz bir kalp vermeyecek olursak Kur'an'a uygun başka hiçbir mâna veremeyiz, ve bu konuda işimiz zorlaşacaktır."Ey iman edenler! Hep birden barış'a girin.Sakın şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o apaçık düşmanınızdır"( Bakara-208)"Bu âyette geçen "silm" kelimesi "tevhid akidesi " anlamında kullanılmıştır."Ey iman edenler! Hep birden Tevhid akidesine sahip olun, muvahhid olun" demek istenmiştir. "İbrahim'in (tevhid) dininden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirir?Andolsun ki, biz onu dünyada elçi seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da, alemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti"( Bakara-130, 130) Bu ayetteki "eslim" kelimesi de "yalnız Allah'a teslim olmayı ve tevhid akidesini" emretmektedir.Hangi dine sahip olursa olsun tevhid akidesine bağlı olarak yaşayan herkes cennete gitmeye hak kazanır."Ey iman edenler! Allah'tan, ona yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin" (Âli İmran-102) ayeti, tam olarak bu hakikatı ortaya koymaktadır.Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor."Ne sizin kuruntularınız ne de ehli kitabın kuruntuları(Allah katında) gerçektir, kim bir kötülük(şirk,zulüm, küfür, itikadi nifak) yaparsa onun cezasını görür ve kendisi için Allah'tan başka dost da, yardımcı da bulamaz"(Nisa-123)"Erkek olsun, kadın olsun, her kim de Mü'min olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar"(Nisa-124)Bu ayette geçen "her kim mü'min olarak" tan kasıt "her kim muvahhid olarak" anlamına gelir.MESELA: "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım"(Zâriyat, 56) âyetindeki "ibâdet" de Tevhid akidesini yaşama anlamında kullanılmıştır."Ben cinleri ve insanları, ancak beni birlesinler, sadece bana kulluk etsinler diye yarattım"demektir.Çünkü bütün Allah Elçilerinin görevi Allah tarafından indirilen vahiy ile tevhid sistemini yerleştirmek olmuştur.(Ey Resül! ) Senden önce hiçbir Resul göndermedik ki ona: "Benden başka ilah yoktur, şu halde sadece bana kulluk edin " diye vahyetmiş olmayalım"( Enbiya-25)(Ey Resül! ) Senden önce gönderdiğimiz bütün Elçilerimize sor! Rahman'dan başka kulluk edilecek ilahlar (edinin diye) emretmiş miyiz?(Zuhruf-45)Şimdiye kadar anlattıklarımız genel anlamda hanif İslam akidesiyle ilgiliydi.Özel anlamda İslam'a gelecek olursak şunları söylemek mümkündür.Allah Resulü'nün risaletinden sonra gayri müslimler üç sınıfa ayrılır.1-) Allah Resulü'nün dâvetini duymamış, Kur'an'la uyarılmamış olanlar. Bu sınıf güzel ahlak sahibi iseler kesin olarak cennetliktirler."Biz hiçbir memleketi, öğüt vermek üzere gönderdiğimiz elçileri olmadan yok etmemişizdir. Biz zalim değiliz"(Şuarâ- 208, 209)"... Biz bir Resul göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz"(İsra-15)(Yerine göre) MÜJDELEYİCİ ve SAKINDIRICI olarak ELÇİLER gönderdik ki insanların ELÇİLERDEN sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah İzzet ve hikmet sahibidir"(Nisa-165) 2-) Allah Resulü'nün dâvetini, Kur'an'ı Mübin'i ve tevhid akidesini duymuş, Müslümanların içinde yaşamış olmakla beraber hiç bir zaman indirilmiş olan Kur'an'ı araştırma ve inceleme görevini yerine getirmemiş, merak etmemiş ve ona hakkıyla iman etmemiş olan din adamları yani ilim, hikmet, akıl ve tefekkür düşmanı olan fetva makamları, Emevi Abbasi Ehl-i Sünnet dininden kendini kurtaramayan cemaat liderleri, şirk bataklığında boğulan tarikat şeyhleri ve onlara fanatik bir şekilde iman edenler, onları dinleyenler, onları tasdik edenler, şirk sözlerini dinleyip de itiraz etmeyenler, şirk yolunu benimseyip bir inanç ve şuur neticesinde o yolda devam edenler cehenneme girerler.3-) Biz Müslümanlar Ebu Cehil'in ve Firavun'un isimlerini duyduğumuzda nefret ettiğimiz gibi, onlardaAllah Resulü'nden ve tanımadıkları İslam'dan öylece nefret eden ümmi gayri müslimlerBunlar Kur'an'ın, İslam ahlakının ve Allah Resulü'nün aleyhinde yapılan yanlış propagandalardan başka bir şey duymamışlar,Müslümanlar onlara kötü örnek olmuş, gerçek İslam'ı ve Allah Resulü'nü Kur'an'dan öğrenememiş, onlara İslam ve Kur'an yanlış tanıttırılmış, Allah Resulü'nü elinde kılıç sadece savaş yapan ve kafa kesen bir barbar olarak gösterilmiş, Kur'an'ı gerçek olarak temsil eden Müslümanların içinde kalmamış büyük çoğunluk.Eğer bunlar kendi dinlerinde Allah'a iman ile birlikte güzel bir ahlaka sahip olur, insan haklarına saygı gösterir, salih amellerde bulunur, canlı varlıklara yarayışlı bir hayat geçirirlerse bunlarda ilk grup gibi Allah'ın rahmet ve keremiyle cennete girerler.İşte Bakara-62.âyet bu gerçeği anlatıyor. Yani âyet din adamları ile değil, ümmi insanlarla ilgilidir. Çünkü Kur'an'ın hedefinde uydurma dinin adamları vardır.Kur'an'ın saldırısı hakkı gizleyen ve dini dini rant yapan dini adamları kisvesindeki zalimlerdir. "Ey iman edenler! (Biliniz ki),hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını batıl yollardan yerler ve insanları Allah'ın yolundan saptırırlar . Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda infak etmeyenler var ya, işte onlar için elem verici bir azabı müjdele"(Tevbe-34)Yukarıdaki âyetin "Ey iman edenler!"diye başlaması çok ilginçtir."Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, İşte onların yiyip de karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır""Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar""O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. Kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"(Bakara-174, 175, 176)"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, İşte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler""Ancak Tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim.BenTevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim""Âyetlerimizi inkar etmiş ve kafir olarak ölmüşlere gelince,işte Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerindedir""Onlar ebediyyen lanet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır""İlahınız bir tek Allah'tır, O'ndan başka ilah yoktur. O, Rahman'dır Rahim'dir"(Bakara-159/163)Bu konuyu biraz daha açalım.Gayri müslim bir millet içinde yaşayan, taklidi imana sahip birisi, kiliselerin gölgesinde, çan seslerinin altında, anne babası, çevresi gayri müslim olan, yani sadece kuru imandan başka kendisine manevi açıdan destek verecek bir ameli olmayan gayri müslim ile, Şii ve Sünni bir ülkede yaşayan, ana babası Sünni ve Şii olarak taklidi imandan başka ameli olmayan bir kişi arasında fark yoktur.Çünkü Kur'an'ın nazarında Yahudilik, Hristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik arasında hiç bir fark yoktur. Hatta insani erdem ve güzel ahlakta Yahudi ve Hristiyan ümmiler, Şii ve Sünni ümmilerden üstündür. Yani rivayetler dininde, din adamlarının aktardığı "bütün Müslümanlar!! cennete, gayri müslimlerin hepsi cehenneme girecekler" inancı Kur'an'a uygun bir inanç değildir."Bütün muvahhidler cennete, müşrikler cehenneme gidecekler" sözü doğru olan, Kur'anın bağlam ve bütünlüğüne uygun bir sözdür.Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever"(Mumtehine-8)"Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalim onlardır"(Mumtehine- 9)Yüce Allah, din ve iman düşmanı olmayanlara dünya hayatında yardım yapılmasını mübah kılarken, ahirette kendi rahmet ve mağfiretinden mahrum etmez. Taklidi bir imana sahip olduktan sonra cami, havra ve kilise cemaatı arasında bir fark yoktur.Hatta bunlardan güzel ahlak ve adalet sahibi olanlar diğerlerinden daha üstündür.İman, mutlaka araştırma ve tefekkür ile, güzel ahlak, ameli salih ve infak gibi seçkin meziyetlerle desteklenmesi ve donatılmış olması gerekir.Taklidi iman insana faydası olmayan ve Allah katında değeri bulunmayan temeli çürük bir imandır.Taklidi iman sahip olan din adamları bir çok âyette kınanmışlardır."Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır"(Ahzab-64) "(Onlar) orada ebedi olarak kalacaklardır, (kendilerini koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır"(Ahzab-65)"Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün, Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Elçiye itaat etseydik! derler"(Ahzab-66) " "Ey Rabbimiz, biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi (doğru) yoldan saptırdılar. derler"(Ahzab- 67)"Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden uzak eyle"(Ahzab- 68)"O gün, zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Elçiyle birlikte bir yol tutsaydım. Yazıklar olsun bana! Keşke falancayı dost edinmeseydim. Çünkü Kur'an bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı"(Furkan- 27, 28, 29)"Onlara Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar"Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anlamamış,doğruyu da bulamamış olsalar da mı? (Bakara- 170)Bu âyetlere iyice dikkat eden biri şunu görecektir.Tefekkür etmeden, sorgulamadan, Allah'ın kitabına hakkıyla vakıf olmadan ataların dinine, mezheplerin ictihadlarına, şeyhlere, efendilere, uydurma gavslara, liderlere uyan, onları sürekli dinleyen, onlara mutlak bir şekilde itaat eden, inanç ve fikir olarak onlara yakın olan, onların batıl itikatlarını savunan ve dolaylı olarak Kur'an düşmanı olan taklitçi fanatik müşrikleri kasdettiğini anlar.Yoksa bu müşriklerin inançlarından uzak olan, kendilerine Kur'an ve ilim gitmemiş sokakta dolaşan, cami, havra, kilise cemaatını hedef alan âyetler değildir.Bu ümmetin cahilleri alimlerinden daha temiz ve daha sağlam bir vicdan yapısına sahiptir.Çünkü ümmilerin dini rant yapma ve yalan din ile aldatma gibi kahredici bir günahları bulunmuyor.Ayrıca bir çok konuda gayri müslimler, Müslüman geçinen bir çok kimseden daha kaliteli ve olumlu meziyetlere sahiptirler.İslam dini kabul edilip tam aksine hareket edilsin diye değil, yaşansın, yaşatılsın, hayat versin ve tüm insanları hidayet ve kurtuluşa götürsün gayesiyle tebliğ edilmiş bir dindir. SONUÇ OLARAK: İnsanlara zulmeden, bilinçli ve şuurlu inkâr edenler, insanları tek kaynak olan Kur'an'dan ve tevhid akidesinden engelleyenler ve onlara kayıtsız şartsız itaat eden müşrikler cehenneme gireceklerdir.Hangi toplumdan olursa olsun kendi halinde yaşayan ilahi dine herhangi bir düşmanlık beslemeyen ve insanlara karşı merhametli olan güzel ahlak sahipleri de Allah'ın rahmet ve inayetiyle cennete girerler.(En doğrusunu yüce Rabbimiz bilir
25 Eylül 2021 Cumartesi
KURANI MÜBİN İN MEÂLİ(14.YAZI) 55-) Bir zamanlar: Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça (cehraten) görmedikçe sana asla iman etmeyiz, demiştiniz de bakıp dururken sizi yıldırım (sâikatu) almıştı.56-) Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik (beasnéküm) umulur ki, şükredesiniz. 57-) Ve sizi bulutla gölgelik (zallelné aleykümül ğamâme) size kudret helvası (menn) ve bıldırcın (selvé) indirdik ve "verdiğimiz (rızıkların) tayyibét (temiz ve sağlıklı) olanlarından yiyiniz" dedik.Gerçekte onlar bize zulmetmiyor, lakin onlar kendilerine zulmediyorlardı. 58-)(İsrailoğullarına) Bu köye (karye) girin, orada bulunanların tazelerinden dilediğiniz şekilde yiyin, kapıdan secde ederek girin, hittatun (bizi bağışla) deyin ki, sizin günahlarınızı bağışlayalım; zira biz güzel ahlak sahiplerini arttıracağız.(Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "haseneten" kelimesinin karşılığının "iyilik değil, "güzellik" olduğunu görüyoruz.Dolayısıyla "muhsinin" kelimesinin karşılığı da (güzel ahlak sahipleri) anlamına gelmektedir. Ancak "ihsan" kelimesinin bir çok âyette tevhidle olan yakın ilişkisinden dolayı güzel ahlak sahibi olmayanlar gerçek anlamda iman etmiş olmazlar) 59-) Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, fasıklıklarından dolayı zalimlerin üzerine gökten ricz indirdik. "Fakat zalimler, Kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler..." cümlesi, Nebi ve Resül kavramları yerine "peygamber" kelimesini kullananlara büyük bir ihtardır. Çünkü "peygamber" kelimesi Nebi ve Resülün arasında bulunan onlarca farkın anlaşılmasını imkansız hale getiriyor. ("Ricz" kavramı, Kur'an'da üç âyette geçmektedir ve üç âyette de ricz'in semadan indirildiği ifade edilmektedir. En doğrusunu Allah bilir.Ricz, onur kırıcı, alçaltıcı, aşağılayıcı azap demektir.Bulaşıcı bir hastalık olma ihtimali de vardır.Yukarıdaki âyette fasıklıklarından dolayı zalimlerin üzerine ricz indirdik cümlesi, İsrailoğullarının hepsinin fasık ve zalim olmadıklarını gösteriyor.Yani fasık ve zalimler içlerinden bir gruptur. 60-) Musa (çölde) kavmini sulamak için su istemişti de biz ona: Asanı taşa vur! demiştik.Ondan on iki kaynak fışkırmıştı. Bütün insanlar içecekleri kaynağı bildi. "Allah'ın rızkından yiyin, için, sakın ifsad ediciler olarak (yaşadığınız) yerin dengesini bozmayın" dedik.("Te'sev" kelimesi, peltek "s" ile Kur'an'da beş yerde geçmektedir.(Bakara-60; Âraf-74; Hud-85; Ankebüt-36)Hepsinde de aynı kalıp cümle mevcuttur. "velé te'sev fil ardi mufsidin" (yerin dengesini ifsad ediciler olmayın) Yani "te'sev fil'ardi müfsidin" yeryüzünün tabii yaratılışını bozacak, canlı varlıkların yaşamlarını olumsuz yönde etkileyecek, doğal dengeyi bozacak her türlü olumsuz hareket demektir) 61-) Hani siz: Ey Musa! Bir tek yemekle sabredemeyiz; bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği baklasından, hiyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın. Musa ise: Daha hayırlı (hayr) olanı daha düşük (edné) ile değiştirmek mi istiyorsunuz. O halde şehre (misra) inin. Zira sorduklarınız sizin için orada var, dedi. Üzerlerine zillet ve meskenet (sahipsizlik-esaret) damgası vuruldu. Allah'tan bir gazaba uğradılar. Bunun sebebi, Allah'ın âyetlerine küfretmeleri haksız olarak Nebileri öldürmeleridir. Bütün bunların hepsi isyanları ve haddi aşmaları yüzünden olmuştur. ("Haksız olarak Nebileri öldürmeleri..."Cümlesi, "Nebiler, bazen öldürülmeyi hak ederler" anlamında değil, "hiçbir zaman Nebiler öldürülmeyi hak etmezler" anlamına gelmektedir. Yani Nebiler toplumun zararına olacak hiçbir yapmayacakları için aslaöldürülmeyi hak etmezler.İsrailoğullarının Nebileri öldürmeleri yüce Allah'a karşı haddi aşma ve büyük bir zulüm olmuştur. Nebileri bile öldürebilen bir zihniyet, yeryüzünde her türlü fitne ve fesadı yapmaya namzettir. Onun için Nebi ve Resüllerin öldürülmelerini anlatan her yerde "biğayri hakkin" (haksız yere-haksız olarak) ifadesi yer almaktadır) (Bakara-61; Âli İmran-21, 112, 181; Nisa-155)
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(13.YAZI) 50-) Bir zamanlar sizin için denizi ayırdık (férakné), sizi kurtardık. Firavun'un âilesini de (ve ağragné âle Firavun'e) siz bakıp dururken boğduk.51-) Musa'ya kırk gece vâdeleşmiş (véadné) sonra siz onun ardından buzağıyı (ilâh) edinmekle zâlim olmuştunuz.(Buzağının ilâh edinilmesi Tâhâ-88; Âraf-152) 52-) Olaydan sonra şükredesiniz diye sizi affettik.ŞÜKÜR KAVRAMIİnsanın etrafında olan ve onu çevreleyen maddi nimetler için Yüce Allah kullarından şükretmelerini istemektedir. Kur'an da "şükür" tevhid anlamında kullanılır."De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) sizi kim kurtarır ki? (o zaman) O'na gizli gizli yalvararak "Eğer bizi bundan kurtarırsan andolsun şükredenlerden olacağız" diye dua edersiniz. De ki: Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra yine ona şirk koşarsınız"(En'am-63,64)Yukarıdaki âyette tehlikeden kurtarıldıktan sonra şükredileceğine şirk koşuluyor."Sizi bir tek candan yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini yaratan O'dur. Eşi ile birleşince eşi hafif bir yük yüklendi. Onu bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, Rableri Allah'a: Andolsun bize kusursuz bir çocuk verirsen muhakkak" şükredenlerden" olacağız, diye dua ettiler.Fakat Allah onlara kusursuz bir verince, kendilerine verdiği bu çocuk hakkında "Allah'a şirk koştular". Allah ise onların şirk koştuğu şeyden yücedir"(Âraf-189,190) Âyetlerde genellikle inanç ve fiilden yani salih amellerden sonra şükür kavramı geçmektedir.Yani şükür dil ile yapılan bir şey değil, inanç ve fiille ilgili bir durumdur.Mesala: "... Ey Davut ailesi salih amellerle şükredin. Çünkü kullarımdan şükreden azdır"(Sebe-13)Mesala: Zengin olan kimselerin infak yapmaları şükür sayılır.Şükür, her insanın yüklendiği görev ve sorumluluk bilinciyle ilgili bir durumdur.Babanın şükrü, evlatları arasında adaletsizlik yapmamak, çocuklarına hanif İslam'ı ve güzel ahlâkı kazandırmak olacaktır.Çocukların şükrü, ana-babaya saygılı olmaları, onları üzecek söz ve davranışlardan kaçınmaları, onlara karşı tevazu ve merhamet kanatlarını germeleridir.İş insanlarının şükrü, işçilerin ücretlerini eksiksiz vermeleri, çalışanların sosyal ve güvenlik haklarını tam olarak yerine getirmeleridir.İşçi ve memurların şükrü, görev ve sorumluluklarını yerine getirmeleri ve işlerinde ihanet etmemeleridir. Mesala: Hakimler adil oldukları zaman hakkıyla şükretmiş sayılırlar. Mesala: Devlet adamları emin oldukları zaman Allah'a şükretmiş olacaklar.Mesala:. Rivayet ve mezhebleri reddedip sadece Allah'a yani vahye dâvet edenler ilimlerinin şükrünü yerine getirmiş olurlar.Nebi ve Resüllerin şükrü, Allah tarafından indirilen vahyin içine bir şey eklemeden ve bir şey çıkarmadan tebliğ etmeleridir.Mesela: "De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?( Ey Nebi!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun ( bilfarz) Allah'a şirk koşarsan amellerin mutlaka boşa gider ve husranda kalanlardan olursun! Hayır yalnız Allah'a kulluk et ve "şükredenlerden ol"(Zümer-64,65,66)Mesela:"Ey Musa! Ben mesajlarımla ve sözlerimle seni insanlara seçtim. Sana verdiğimi al ve" şükredenlerden ol"(Âraf-144)"Lut'un kavmi de uyarıcıları yalanladı. Bizde üstlerine taş yağdıran bir fırtına gönderdik. Ancak Lut ailesi müstesna, katımızdan bir nimet olarak onları seher vaktinde kurtardık. Biz şükredenleri işte böyle mükafatlandırırız"(Kamer--33,34,35)Kur'an'da yüce Allah'ın "hamid" sıfatı "ğani" yani zengin sıfatıyla birlikte geçerken, "şekür' sıfatı "gafur" yani "bağışlayan, mağfiret eden" ile birlikte geçmektedir.Dolayısıyla hamd, dış dünya ile ilgili bir kuvvet ve kudret olurken, şükür, insanın iç dünyasıyla yani yaşadığı hayat ve çevre şartlarıyla ilgili bir durumdur. Hamd canlı nansız bütün varlıklar ile ilgili bir tesbih iken, (İsra-44) şükür, sadece insanlarla ilgili bir amel ve önemli bir ibadettir.Hamd, yüce Allah'ın zatına yönelik iken, şükür, fiile yönelik bir özellik arz eder.Dolayısıyla "şükretmek tevhid inancına dönmek, vahye teslim olmak, şirkten tevbe etmek, dini Allah'a özel kılmak" anlamına gelmektedir.(Zümer- 66; Yunus- 22; En'am- 63-) 53-) Hidayeti bulasınız diye Musa'ya kitab'ı ve (hak ile batılı ayıran) Furkan'ı verdik. (Bu âyet hidayet'in sadece Resüllere indirilen vahiy'de olduğunu ortaya koymaktadır.Yüce Allah tarafından indirilen vahiy'den başka hiçbir yerde hidayet aranmaz) 54-) Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Siz, buzağıyı (ilâh) edinmekle nefislerinize zulmettiniz. Onun için Beriinize (Allah'a) tevbe ederek nefislerinizi katlediniz. Beriinizin yanında sizin için bu daha hayırlıdır. Tevbenizi kabul etmiş olur. Şüphesiz O, Tavvab (tevbeleri kabul eden) ve Rahim olandır. (Béri: Tüm noksan sıfatlardan münezzeh, kusursuz var eden Allah anlamına gelmektedir.Béri, ismi Kur'an'da üç yerde geçmektedir.İkisi bu âyette, biri de Haşr 24.te geçiyor.Haşr süresindeki âyette bulunan Béri ismi Hâlık ve Musavvir isimlerinin arasına yer alır.Üç isim şu şekilde sıralanır.1-) Halık: Yaratan yani bir şeyden başka bir şeyi icad eden. 2-) Béri: İnceliklerini veren, en güzel şekilde organları düzenleyen ve mukemmel bir sistem dahilinde dizayn eden.3-) Musavvir: Tasvir eden, eksiksiz bir görüntü, süret, renk, manzara ve biçim veren.
24 Eylül 2021 Cuma
MEZHEPÇİLERE... "Siz Musa’yı hiç sevmediniz. Ona indirilene de, ondan sonra indirilenlere de hiçbir zaman dönüp bakmadınız. Size kayıtsız şartsız tâbi olanlara “Yahudiler gibi olmayasınız” diye diye bütün Yahudi yalan ve hurafelerini ümmetin başına bir musibet gibi sardınız.Yahudi ve Hristiyanlar gibi kıyafetler giyip, onlar gibi sakal bırakıp, onlar gibi takke bile taktınız. Ama onlar gibi, her zaman manadan uzak kaldınız. Kur'an’ı hakkıyla okumadığınız için İbrahim'i de, Musa'yı da, İsa'yı da, Muhammedi de hakkıyla anlayamadınız. Ağzınızla "iman ettik" dediğiniz Allah'ın âyetlerini, kalpleriniz hiçbir zaman sevmedi. Sonsuz hidayet ve rahmet kaynağı olan hayat kitabınızı ya kızların çeyiz sandığına gömdünüz veya idam gömleklerine sarıp kabristanların duvarına astınız.Allah'ın âyetleri sizin için bir rant, inanç sömürüsü, müzik güftesi ve gönül eğlencesinden başka bir şey olmadı. Mezhep imamlarına, muhaddislere, müfessirlere, âyetullahlara, mollalara, hikaye anlatan şarlatanlara ve ahmaklara bile inandınız kısaca Kur'an'dan başka her şeye, Allah'tan başka herkese iman ettiniz. Sizler! Düşünen, araştıran, aklını kullanan, soruşturan insanların konuşmasına fırsat verip dinlemediniz.Tarihte ne kadar ahmahça bir yalan varsa, hadis adı altında, sorgusuz sualsiz getirip Allah Resülüne sünnet diyerek din yaptınız. Hani kitapta İbrahim'i, Musa'yı, Meryem'i, İdris'i, İsmail'i hatırlayıp anlayacaktınız?Siz nerde kaybettiniz biliyor musunuz? Son vahyin temsilcisini rivayetlerle Kur'an'dan ayırdığınız gün ölüm fermanınızı, cehenneme giriş belgenizi imzaladınız. Sizin Muhammed vahyin Muhammedi değil, batıl ve şirk dininin muhammedidir. Sizin muhammed anlayışınız dokuz yaşında kızlarla nikah kıyan, bir gecede dokuz kadınla cinsel ilişki kurabilen süper güce sahip bir muhammettir. Sizin Muhammed! İşledikleri suçtan dolayı bir topluluğun tümünün kolunu, bacağını kesip, gözlerini oyacak, çölde susuzluğa terk edebilecek kadar gaddar ve merhametsiz bir muhammettir. Dünyada bu kadar felaket ve katliamların yağmur gibi başınıza yağmasının sebebinin vahşi dininiz olduğunu bilmelisiniz? Sizin Muhammed anlayışınız, sağ elini kullanamayan bir çocuğa "lesteta'te" “yemek yemeye kudretin olmasın, yiyemez olasın” diye beddua edebilecek görgüsüz ve merhametsiz bir Muhammettir. Halbuki Kur'an'da anlatılan son Nebi olan Muhammed (a.s) yanında bağırıp çağıranlara haya ve güzel ahlakından dolayı "susun arkadaşlar, ne diye bağırıyorsunuz" diyemeyen bir Muhammettir. (Hucurat-2)Kur'an'ın anlattığı Nebi Muhammed(a.s) gece geç saatlere kadar evinde oturanlara "geç oldu, evinize gidin" diyemeyen zarif ve naif bir Muhammettir. (Ahzab-53)Kur'an'ın Muhammedi "savaştan kaçanlara bile rahmetle yaklaşan" bir muhammettir. (Âli İmran-159)Allah Resülü (a.s) müminlere karşı son derece rauf ve rahim bir Muhammetir.(Tevbe-128)Âlemlere rahmet olan Resüle yaptığınız bunca iftiranın karşılıksız kalacağını mı zannediyorsunuz? Kur'an'sız, sahte ve sanal bir Muhammed ile Kur'an'da yüzlerce âyette anlatılan Hakkın Resülünü yok ettiniz. Sizler, Allah Resülü ile birlikte gönderilene değil, ondan asırlar sonra uydurulana iman ettiniz. Sizin aklınız yok mu? Muhammed denilince sizin anladığınız bir sürü dedikodu, yalan, iftira, saçmalık ve cinsel temalardan başka bir şey değil. Kur'an'ın anlattıkları dışında Nebi(a.s) ın ailesi ve özel hayatı sizi ne alakadar eder? Siz özelinizdeki konuları en yakınınızdan bile gizlerken, Allah Resülünün özel hallerinin dedikodusunu yapmaktan utanmanız gerekmez miydi? Hani gıybet, dedikodu, casusluk, ayıpları araştırma ölü kardeşin etini yemek gibiydi. (Hucurat-12)Kadınların başörtüsünden ve eteklerinde size ne? Sizi, din ve imanın, namus ve şerefin bekçisi yapan kimdir? Sizin dininizde sakal, cübbe, sarık, başörtüsü ve etekten başka önemli bir şey yok mu? Sizin dininiz cinsel organlara mı endeksli!!!! Sizde hiç mi utanma yok ? Sizin dininizde, kadınların başlarının açık olmasından ve gözlerinin görülmesinden daha büyük bir günah bulunmuyor mu?Şirk ve hurafelerle halkı sömürme, Allah ile aldatma, Resülüne iftira, israf, adam öldürme, kadınları cahil bırkma, aklı kullanmama, har vurup harman savurma günahlarına ne oldu? Hayır! Siz Kur'an'ın Muhammed’ini sevmiyorsunuz. Yüce Allah’ın buyurduğu hiçbir şeyden haberiniz bile yok! Bin sene önce ölmüş, çürümüş, toz ve toprak olmuş atalarınız, sizin için Allah'tan ve O'nun kitabından daha değerlidir. Allah’ın hanif dini yerine atalarınızın uydurduğu mezhepler dini, vahşi bir canavar gibi, şeytanların azap kamçısı gibi sizi parçalıyor.Fakat tüm acı ve ızdıraplarınıza rağmen, hâlâ Kur'an'dan değil de, sizi bu hâle sokan şeytanlardan medet bekliyorsunuz. Kur'an'ın rahmetle sulanan cennet bahçesinden değil de, şeytanların kanla sulanmış arazilerinden beslenmek nasıl bir akıl ve ahlaktır Allahım? Size soruyorum, ölümsüz ve daima diri olan yüce Allah varken, ölülere kulluk yakışır mı? Belki bize kızıyorsunuz ama Kur'an'dan başka arınma yolunun olmadığını da bilmelisiniz. Bizde sizin gibi, kitap nedir iman nedir bilmeyen, çoğunluğa uymuş, kendimizi çok dindar görerek, Kur'an'ı umursamadan yaşayıp gidenlerdendik. Allah lütfetti de uçurumun tam kenarında iken bizi Kur'an'la kurtarıp “siz de kalkın, uyarın” dedi.Kur'an'ı tebliğ ederek insanların uyanmalarına ve hidayetine vesile olabiliyorsak yüce Rabbimize sonsuz hamd olsun. İlmi veren Allah size da versin diye, sizi uyarmaya, sizin de hakkı görmenize çabalıyoruz. Haydi bize inat, gidin kitabınızı okuyun. Siz daha doğrusunu öğrenip bize akıl ve ilim verin. Yanlışlarımızı yüzümüze vurun.Bize inat gidin bizden daha kaliteli, daha erdemli, daha güzel ahlak sahibi olun.Kur'an’ı anlayacağınız dilde ve âyetlerin üzerinde derin derin düşünerek, hiç acele etmeden okuyun. Birbirimize karşı olan düşmanlığımız ve gerginliğimiz İbrahimi bir heyecana dönüşsün.Bugüne kadar nasıl kandırıldığımızı anlayalım da, Allah’ın yol göstermesiyle gerçeği fark edip, tüylerimiz ürpersin de. Hesap günü gelip de “okuyun demiştim size, okudunuz mu” diye sorulduğunda, “okuduk” diyerek korkusuzca cevabınızı verin.İdrak etmiş olarak sadece Allah’a ve O'nun kitabına yönelin. Bizi bırakın, boşverin bizi, ne dersek diyelim, kendi okuduğunuzdan mutmain olun, dininizden emin olun ve yüce Allah'ın cennetine girin.
23 Eylül 2021 Perşembe
KURAN'I MÜBİN İN MEÂLİ(12.YAZI) 44-) Sizler kitab'ı tilavet ettiğiniz halde, insanlara iyiliği (birr) emredip, kendi nefislerinizi unutuyor musunuz! Aklınızı kullanmaz mısınız? (Yukarıdaki âyette Yahudi din adamlarının şahsında Şii ve Sünni din adamlarına da bir ihtar vardır. Çünkü aralarında hiçbir fark yoktur. Hepsinin inanç ve ahlakları aynıdır) 45-) Sabır (dayanma) ve salat ile isti'ane (yardım) isteyin. Ancak bu (Allah'a derin saygı) duyanlardan başkasına büyük (lekebiratun) gelir. (Sabır; dayanma yani müşriklerin baskılarına karşı gelme, tevhid yolunda gevşeklik göstermeme, islam'da kararlı olma ve Allah'tan başkasından korkmama anlamına gelmektedir) 46-) Onlar (huşu duyanlar) Rablerine kavuşacaklarını ve O'na döneceklerini zannederler.(Zann; Kur'an'da hem şüphe ve algı hem kesin bilgi anlamında kullanılmaktadır. Yukarıdaki âyette kesin bilgi ve iman etme anlamındadır) 47-) Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi âlemler (kendi döneminizde yaşayan insanlar) üzerine faziletli kıldığımı zikredin (hatırlayın). ("Âlemin" insanlar demektir. (Furkan-1; Âli İmran-42)Tafdil, üstün kılma anlamına geldiği gibi, farklı kılma anlamına da gelmektedir) 48-) Hiç bir nefsin başka nefis adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden şefaatin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden durumunu düzeltmesinin istenmeyeceği (mazeretinin geçerli olmayacağı) ve hiç kimsenin yardım görmeyeceği günden korunun. (Yukarıdaki âyettee geçen "adlun" ifadesi, fidye anlamında değil, durumunu düzeltme ve mazeret ileri sürme anlamına gelmektedir. Çünkü "fidye" kelimesi zaten Kur'an'da var olan bir kelimedir. (Mâide-36; Hadid-15)KUR'AN'DA ŞEFAAT SİSTEMİNİN ÇÖZÜMÜBağlam ve bütünlüğüne baktığımızda Allah'ın rahmet ve inayetiyle şefaat sisteminin Kur'an'da var olan çözümü şu şekilde ortaya çıkmaktadır. Ahiret gününde insanların dünyada işledikleri amellerin karşılığından başka hiçbir şey yoktur.Kur'an'da anlam bakımından bazı kavramlar dünyaya ait iken, bazı kavramlarda âhirete yönelik olarak geçmektedir. Yani "şefaat" kavramı hiçbir âyette âhirete yönelik, ahiretle bağlantılı olarak kullanılmamıştır. Dolayısıyla âhirette ne Allah'ın, ne de başka kimsenin şefaatinden söz edilemez. Kısacası âhirette şefaat yoktur. "Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve "şefaat bulunmayan" gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda infak edin. Gerçekten kafirler zalimlerin ta kendileridir" (Bakara-254)Yukarıdaki âyet, âhirette hiç kimse tarafından şefaatin olmadığını gayet açık olarak ortaya koymuştur. Yani şefaat yok ki, birisi etsin ve birilerine edilsin. "Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödeme de bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul edilmez, hiç kimseden durumunu düzeltmesi istenmez (mazeret kabul edilmez) onlara asla yardım da yapılmaz" (Bakara-48,123) Bu konu Kur'an'da o derece kesin olarak ortaya konmuş ki, buna karşı gelen, bunu kabul etmeyen, buna alternatif anlamlar ileri sürenler büyük hata ederler, eğer ilim adamı sıfatları mevcut ise hata ve sorumlulukları daha da artar. Ahiret gününde insanın kendi amelinden başka hiçbir şeyin olmadığını gösteren âyetler."Ceza günü nedir bilir misin? Nedir acaba o ceza günü? O gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün emir (hesap işi) Allah'a kalmıştır"(İnfitar, 17, 18, 19)"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için dununda (yanında- ötesinde,-berisinde) başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"(En'am, 51)Âyette geçen "dünihi" kelimesindeki "hi" zamiri Allah'a da gidebilir, Kur'an'a gidebilir.Ama bir gerçek var ki, "âhirette şefaat yoktur" Kur'an'da şefaat, tamamen dünya hayatı bağlamında kullanılmış bir kavramdır. Bu konuyla alakalı âyetler şunlardır."Allah, ondan başka ilah yoktur, O, hayydır, kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama.Göklerde ve yerdeklerin hepsi onundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat (yardım) edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir,..."(Bakara, 255)"Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'tır. O'nun izni olmadan(dünyada) hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde ona kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz"(Yunus- 3)"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimiz, diyorlar. De ki: " Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir "(Yunus-18)Şefaat ile alakalı âyetlerin iniş sebebi şudur.Müşrikler evliya ve ilahlarının dünya hayatında kendilerine savaşta ve barışta yardım ettiklerini iddia ettiklerinden şefaat ile alakalı âyetler nazil olmuştur.Çünkü Müşrikler öldükten sonra dirilmeye ve ahiret hayatına iman etmiyorlardı ki, âhirette şefaatten söz edilsin. Yukarıdaki âyette geçen "Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" cümlesi bu gerçeği ortaya koymaktadır.Mekke müşrikleri dünya hayatında ilahlarının ve efendilerinin kendilerine yardım edeceğine iman ediyorlardı. Ve bu inanca çok değer veriyorlardı.İşte yukarıda geçen âyetler dünya hayatında manevi olarak sadece Allah ve izin verdiği meleklerin yardım edeceğini açıklamaktadır.ÂHİRETTE İNSANIN KENDİ AMELİNDEN BAŞKA GEÇERLİ HİÇBİR ŞEY YOKTUR ."Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir"(Müddessir- 38)"Bilsin ki insan için kendi amelinden başka hiçbir şey yoktur"(Necm- 39)"... Onlara: İşte size cennet, yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir"(Â'raf- 43)"Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar. O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"(Yasin- 53, 54)Ahirette insanlar tevhid, güzel ahlak ve salih amellere göre hesap vereceklerdir. Aslında Kur'an'da insanın kendi amelinden başka şefaatçilerin olacağını zerre kadar gösteren, ima eden en ufak bir emare ve alamet mevcut değildir. Fakat Ehli Sünnet ve Şia'nın uydurma rivayetleri ile tarikatlardaki hulul inancının tesiri ve baskısı sayesinde böyle batıl bir inanç doğmuş ve gelişmiştir. MESELA: "De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı onundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz"( Zümer- 44)âyetinde, şefaatin ölümden önce dünya hayatında olduğu, bunun da manasının Allah'ın vahiy indirmesi, insanlara yardım etmesi ve desteklemesi, iyiliğe ve hayra yönlendirmesi anlamlarına gelmektedir.Diğer bir ayette "Göklerde nice melek vardır ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi dışında hiçbir işe yaramaz"( Necmi- 26)Bu âyette yüce Allah göklerden bahsetmekte ve şunu buyurmaktadır."Benim iznim ve rızam dışında dünya hayatında melekler dahil hiç kimse bir başkasına yardım edemez ve destekte bulunamaz Yani Kur'an'da geçen bütün şefaat kavramları dünya hayatındaki yardım ile ilgilidir. Tekrar ederim, Mekke müşrikleri ölümden sonra dirilmeye iman etmiyorlardı. YANLIŞ MEAL VERİLEN ÂYETLER. Ahiret gününde şefaat ile alakalı yanlış meal verilen ayetlerin bir kaçı şöyledir.YANLIŞ: "Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez"(Sebe-23)Doğrusu şöyledir: "Allah'ın huzurunda kendisinin izin verdiği kimselerden başkasına şefaat (yardım) ulaşmaz, fayda vermez" Yani dünya hayatında Allah'ın şefaatini hak edemez, liyakat kazanamaz.Veya, ey müşrikler dünya hayatında kendilerine kulluk yaptığınız evliya ve İlahlarınızın Allah katında hiç bir değerleri yoktur ki, Allah ile sizin aranızda aracı olsunlar da dünyada size yardım etsinler, böyle bir şey söz konusu olamaz.İlk manada: Allah'ım bazı kişilere şefaat etme yetkisi vereceği anlaşılırken,doğrusunda ise, dünya hayatında Allah'ın şefaatinden yararlanabilen muttaki ve muvahhid müminler olduğu açıkça anlaşılmaktadır, yani dünya hayatında müslümanlarla müşrikler arasında gerçekleşecek bir savaşta yüce Allah melekleri vasıtasyla müminlere şefaat edecek ve onları zafere ulaştıracaktır. YANLIŞ MEAL: "O gün Rahman olan Allah'ın katında bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olmayacaklardır"(Elmalı, Meryem süresi, 87)DOĞRUSU:"O (dünyadaki hesaplaşma- savaş-mucadele) gününde Rahman olan Allah'ın nezdinde söz ve izin alandan başkaları şefaate( Allah'ın yardımına) sahip olamazlar" Eğer gelenekçilerin şefaat anlayışına iman edecek olursak kurtuluşun tevhid, güzel ahlak ve ameli sâlih'te olduğunu açıklayan yüzlerce ayet anlamsız hale gelecektir.YANLIŞ MEAL:"O gün, Rahman'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez"(Tâhâ, 109, Elmalı, Diyanet meali)DOĞRUSU ŞÖYLEDİR:"O (dünyadaki hesaplaşma- karşılaşma- mucadele -savaş) gününde, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasına (Allah'ın şefaati) fayda vermez "Yukardaki âyetlerin bulunduğu âyetler topluluğna bakıldığında şefaat ile ilgili âyetlerin tamamen dünya hayatını anlattığı ve dünya hayatında yapılacak bir savaşın galibinin Allah'ın yardımı sayesinde müminlerin galibiyetiyle sonuçlanacağını ortaya kıymaktadır. Müşriklerle müminler hiç bir zaman âhiretteki şefaati konuşmamış ve hiçbir zaman tartışma konusu yapmamışlardır. Ama dünya hayatında galibiyet ve zaferin kimin yanında olacağını ve zamanı ve günü geldiğinde Allah'ın kime yardım edeceğini ve kimi zafere kavuşturacağını her gün konuşup tartışıyorlardı."Ancak iman edip salih ameller işleyenler, Allah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarınıda kendilerini savunanlar başkadır. Zalimler nasıl bir inkilab ile devrileceklerini yakında bileceklerdir"Şuara224 "O taptıkları ilahlar mı daha hayırlı yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir ilah mı var? Ne kadar da az düşünüyorsunuz"(Neml- 62)Bu mesele ile ilgili yüzlerce âyet vardır. SONUÇ OLARAK:Allah işine hiç kimseyi ortak etmez. Dünya hayatında ellerinde maddi ve manevi imkan bulunan kimseler taraftarlarına, akrabalarına, dostlarına şefaat ederler.Fakat kıyamet günü hiç kimse başkasına şefaatçi olamaz, yani dünyadaki şefaacilerin şefaati bitmiştir.Âhirette hiç kimsenin şefaati yoktur.Daha doğrusu âhirette şefaat yoktur. Bu hakikatı şu âyet apaçık olarak ortaya koymaktadır."Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez"(Müddessir-48) 49-)(Ey İsrailoğulları!) Hatırlayın ki, sizi Firavun'un ailesinden (âli Firavun'e) kurtarmıştık. Onlar sizi azabın en kötüsüne çarptırıyor, çocuklarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Size reva görülenlerde Rabbinizden azim (azametli) bir bela (sınama) vardı.(Yani ister cezalandırmanızda olsun ister kurtuluşunuzda olsun her iki olayda da, sizin için Rabbiniz tarafından azim bir sınama vardır) Yüce Allah sadece kötülüklerle değil, iyilik bolluk ve refah vererek de sınama yapıyor. Yüce Allah şöyle buyuruyor. "Kötülüklerden dönerler diye onları güzelliklerle ve kötülüklerle sınama (belevnéhum) yaptık" (Âraf-168)En doğrusunu Allah bilir. Yüce Allah'ın onları Firavun'un zulmünden kurtarması azim bir sınama idi. Firavun'un onlara işkence etmesi, erkek çocuklarını boğazlaması ve kadınlarını hayatta bırakması değildir.
22 Eylül 2021 Çarşamba
KUR'AN'DA MUHAMMED'E SALAVÂT GETİRMEK YOKTUR. Şia ve Ehl-i Sünnet'in hanif İslam dini ile hiç bir bağlantıları bulunmamaktadır. Yani dinlerinin Allah ile hiç bir ilgisi yoktur. Dinlerini, uydurdukları sanal ve masal bir Muhammed'in üzerine inşa etmişlerdir. Dolayısıyla Kur'an açısından baktığımızda Şia ve Ehl-i Sünnet dininde bulunan her şeyin yalan olduğunu görebiliriz. İşte bu binlerce yalanın içinde "Muhammed'e salavat çekme, Muhammed'e salavat getirme" duası en yalan olanıdır. Kur'an'a göre Muhammed'e salavat getirme ve salavat çekme diye bir şey yoktur. Muhammed'e salavat çekmenin kaynağı olarak gösterilen Ahzab süresi 56. âyette yüce Allah şöyle buyuruyor. "Allah ve melekleri Nebi'ye salât (yardım ve destek) ederler. Ey iman edenler! Sizde Nebi'ye salât (yardım edin ve destek) olun.Teslimiyetinizi Allah'a gösterin"Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri yani âlimleri o kadar cahil adamlar ki, âyette "Muhammed" ismi geçmemesine rağmen âyette bulunan salât kavramını "Muhammed" bağlamında kullanıyorlar.Bunun sebebi, dinlerinde "Nebi" ve Resulü'n" yeri olmamasından kaynaklanmaktadır. Halbuki ilgili âyette geçen "salât" "Muhammed" bağlamında değil, "Nebi" bağlamında kullanılmıştır. Yani "Nübüvvet makam ve mertebesi" ile ilgilidir. Muhammed"in ismiyle hiç bir alakası yoktur. Bu âyetin içerisinde yer aldığı yedi âyetten oluşan pasaj, içerik ve biçim olarak birbirinden ayrılmayacak şekilde bir bütünlük arzeder. Pasajın konusu "Nübuvvet" makamına sahip olan Muhammed( a.s) ı üzüp incitecek tavır ve davranışlardan kaçınmakla ilgilidir. Âyetin Muhammed'e salavat getirmek, salavât okumakla hiçbir alakası yoktur. Nübüvvet'in makam ve itibarını, nubuvvet hukukunu korumakla ilgilidir. (Muhammed'in değil) Çünkü Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda şu ilginç gerçeği görüyoruz. Kendisine vahiy indirilinceye kadar Muhammed'in diğer insanlardan bir farkı yoktur. Kendisini Allah tarafından vahiy indirilince kadar Muhammed ( a.s) Ebubekir, Ömer, Ali ve Ammar gibi bir Mekke vatandaşıdır. (Kehf- 111; Fussilet 6; Şura-52) Kendisine vahiy indirdikten sonra Muhammed'in Mekke vatandaşlığı sona erer. Bunun yerine yani "Muhammed" kimliği yerine "Nübüvvet" makam ve mertebesi ile "Risalet" misyonu verilir. Dolayısıyla Allah tarafından kendisine vahiy indirildikten sonra o artık Muhammed değil, Nebi ve Resul'dür. Bundan dolayı kendisine vahiy indirildikten sonra Kur'an onun Muhammed kimliği üzerinde durmaz. Çünkü artık o kendisine vahiy indirilen Nebi, vahyi insanlara tebliğ etmesi gereken Resul'dür. İşte bundan dolayı "Muhammed'e salavat getirme" olayında birçok cehalet bulunmaktadır. Şimdi bunları açıklamaya çalışalım. Söz konusu âyette geçen "yusallune" fiilinden dolayı kendi dönemindeki müminlerin yapabilecekleri bir eylem, iş, faaliyet ve oluş ifade etmesi gerekir. Yoksa yüce Allah, melekler ve iman edenlerin oturup Muhammed'e salavat getirmeleri "Allahümme salli alâ Muhammed'in" demeleri düşünülemez. Âyette "salat" fiilinin, Allah, melekler ve iman edenler olmak üzere üç öznesi (fâili) mevcuttur. Öyleyse bu üç öznenin dinen ve aklen yapabileceği ortak bir eylem olması gerekir. Yani "yusallune" fiiline öyle bir mana vermeliyiz ki, hem Allah'ın, hem meleklerin, hem de iman edenlerin Nebiye (Muhammed'e değil) yapabilecekleri ortak bir eylem olsun. Buda ancak "salât" kelimesinin en önemli anlamlarından biri olan "yardım etmek" ve "destek olmak" anlamını tercih etmekte olacaktır. Dolayısıyla "Muhammed'e salavat getirme" Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin yani âlimlerinin uydurdukları ahmakça bir duadır. İster inan ister inanmayın, 6 Prof'un hazırlamış olduğu Diyanet İşleri Başkanlığı'nın vakıf mealinde Ahzab süresi 56.âyette şöyle bir meal verilmiştir. "Allah ve melekleri Peygambere çok salavat getirirler. Ey iman edenler! Sizde ona salavat getirin" Her konuda olduğu gibi Şia ve Ehl-i alimleri "salât" kavramında da Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü anlamaktan uzak kalmışlardır. Eğer âyetin ikinci kısmındaki "sallu" nun anlamı "salavat getirin, salavat okuyun" ise aynı cümlenin başındaki aynı fiil "yusallune" deki "sallâ" fiili de aynı anlama gelmek zorundadır. O zaman da anlam "Hâşâ" diyanet'in anlam verdiği gibi, Yüce Allah ve melekleri Muhammed'e salavat getirir, ona dua eder, ona salavat okurlar" olur. Halbuki "sallu" fiili başka bir ayette "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için "yusalli aleyküm" "üzerinize yardım ve desteğini gönderen odur" Melekleri de size destek olur yardım ederler. Allah müminlere karşı çok merhametlidir"(Ahzab-43) buyurarak yardımının sadece Nebi ( a.s) ın üzerinde değil, müminlerin üzerinde de olduğunu ortaya koymuştur.
21 Eylül 2021 Salı
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(11.YAZI) 39-) Âyetlerimize kafir olup yalanlayanlara gelince, onlar ateş ashabıdır.( ashâbun nér) onlar orada kalıcıdırlar.40-) Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi anın, bana verdiğiniz ahde vefa gösterin(ve evfû bi'ahdi) bende size verdiğim ahde vefa göstereyim. Bana karşı takvalı olun (şirk koşmayın)41-) Beraberinizde bulunanı tasdik edici olarak indirdiğime iman edin. Sakın ona küfredenlerin ilki olmayın! Âyetlerini az bir paraya (değere) karşılık satmayın. Sadece benden korkun. (ve iyye ye ferhebun) (Yani âyetlerin karşılığında maddi olarak ne alırsanız alın, Allah'ın indinde hiçbir değeri yoktur.Kalitenizi düşürmeyin, Allah ve Resulünü, dini ve imanı böyle şeylere âlet etmeyin" demek istenmiştir) 42-) Hakkı batılla telbis (giydirmeyin-örtmeyin-karıştırmayın) etmeyin. (velé telbisül hakka bilbétili) ve bildiğiniz halde hakkı gizlemeyin. (Yani şirke tevhid elbisesini giydirmeyin! İslam ile küfrün birbirine karıştırılması İslam adı altında küfrün yaşanmasına sebep olacaktır) 43-) Salat'ı ikame edin. Arınmaya gelin. Rûkü edenlerle beraber rûkü edin.RÜKÛ: “Rükû”yu doğru anlamak için herşeyden önce bunun, karşı sebepten kaynaklanan bir sonuç olduğunu bilmek gerekir. Davete icabet etmektir. Yani bir etki olmuştur, rükû bu etkiyi karşılama 'ilgi'sidir. Yüce Allah’ın birçok irili ufaklı emirleri, öğütleri vardır. İşte "rükû" bu öğütleri işittiği zaman kişinin zihninde ilgi odağı oluşturup ortaya koymasıdır.Aslında “Allah'ın âyetlerine boyun eğmek“ anlamına gelen bu kelime, günümüzün diliyle "gönülden benimsemek" anlamındadır. Zaten bir öğretiyle ilgilenip onu benimsemek; ona eğilmek ve ona ilgi duymak demektir. Rükû, ilk başlarda karşısındaki büyüğe derin saygıdan dolayı söylediği söze değer verip ilgi’lenmek anlamına gelen "boynunu bükme, belinden öne doğru hafifçe eğilme" şeklindedir. Eskiden kralların askerlerinden istediği rükû veya padişahların kullarından (elinin altındakilerden) istediği rükû bu idi. Yani söylenilen sözün karşısında zihinde anlaşıldığını ifade eden bir hareketti. Secde ile Rükû Arasında İnce Bir Fark Vardır. Rükû’da zihinsel bir etkilenme söz konusu olurken, secde’de hem zihinsel iknâ olma, hemde gönülden bir bağ kurma ve duygusal etkilenme vardır. Başka bir deyişle rükû; zihnin ve aklın âyetleri kavrayışı yani tilâvet etmesidir.Secde; gönlün de âyetleri kavrayışı, tilâveti ve tertil etmesidir.Rükû ile secde tevhid ve duygusal olarak birbirini tamamlayan iki zihinsel eylemdir. Secdenin yüce Allah'tan başkalarına da yapıldığını Kur'an haber vermektedir.Ama rükûnun sadece yüce Allah’a yapıldığını görüyoruz. Çünkü secde (teslimiyet) başka yere olsa bile, rükûyu (zihinsel boyun eymeyi) doğru yere yaptığınızda bu, sizin secdenizi de zamanla düzeltecektir. Bu bakımdan rükû doğru yapılmadığında secdenin de bir önemi kalmayacaktır. Rükû, Kur'an'da dokuz yerde geçmektedir.Ancak hiçbir yerde “kâbe yönüne rükû edin” yada “kâbeye doğru öne doğru eğilin” demez. Kur'an’ın rükû anlatımları ile Şia ve Ehl-i Sünnet mezheplerinde var olan rükûnun arasında büyük bir fark vardır. Aslında insanların zihninde birçok hurafe ve şirk varken, Kur'an'ın “rükû edin, secde edin” demesi, hurafe ve şirk inançlarını ortadan kaldırmak içindir. Hareketler hiç bir zaman şirki yok etmez.Şirki ve hurafeleri, akıl, ilim, huccet, tefekkür, zihin, sorgulama ve beyin yok eder. Fakat Şii ve Sünni dina damları Kur'an'ı anlayamadıklarından veya anlamak istemediklerinden zihinsel bir eylem olan rükû'nun gerçek anlamını "namazda" buharlaştırıp, yok ettiler.Rükû hiçbir âyette salat'ı ikame etme bağlamında geçmez. Kur'an'da dokuz âyette geçen rükû belden aşağıya bükülme anlamında değil, zihnen ilgilenmek, dâvete icabet etmek, zihinsel olarak kabul etmek anlamındadır.Ayrıca rükû eyleminde vaktin olmadığını da bilelim.1-) “Hem onlara; “Rükû edin!” denildiği zaman, rükû etmezler. Yalanlayanların o gün vay haline!” (Mürselât-48,49)Bu âyette rükû edilmesi istenen şey “Allah’ın sözü”dür. "Yalanlanan" da Allah’ın sözüdür. Bu âyette geçen rükû Kur'an'a imandır. Ama yalanladılar, ilgilenip boyun eymediler. 2-) “... onları rükû ve secde ederken görürsün ...”(Fetih-29)Yani; “.... onları hep âyetlerle ilgi’lenip boyun eğerken ve hep içtenlikle (secde) ederken görürsün. ....” Bu âyette anlatılan, insanın hayatının her alanında bilincini, davranışını, ahlakını öğrendiği âyetler yönünde hareket ettirmesidir. 3-) “.... Davut kendisini imtihan ettiğimizi sezdi/anladı. Rabbinden mağfiret diledi, Rükû ederek kapandı ve yöneldi.”(Sâd-24) Yani, “.... Davut kendisini imtihan ettiğimizi sezdi/anladı. Rabbinden mağfiret diledi, hemen âyetlerle “ilgi’lenip boyun eğerek” kapandı (harra:yere kapandı) Yani (Allah’ın âyetlerine) yöneldi.” Âyetin bağlamı okunursa, konunun namaz değil, âyetlerin işaret ettiği dürüstlükten vazgeçmemek olduğu görülecektir. 4-) “... Rükû edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz!”(Hac-77)Bu âyeten sonra gelen 78.ayet ile beraber okunursa rükû ve secdeden kasdın Allah’ın âyetlerine boyun eğmek ve teslim olmak olduğu anlaşılacaktır. 5-) “ ... Tavaf edenler, kâim olanlar, rükû ve secde edenler için beytimi temiz tut!” (Hac-26)Bu âyette bildirilmek istenen toplu rükû hareketi değil, insanların dini anlamak için inanç ve zihin olarak temizlenmiş, sırf Allah’a odaklanan hanif bir din görmeleridir. Bu da, tavaftan, rükûdan, secdeden geçmektedir. Yine âyetin salat'ı ikâme etme ile alâkası yoktur. 6-) “Sizin dostunuz ancak Allah’tır, O’nun Resülüdür ve Allah’ın âyetleriyle ilgi’lenip boyun eğen ve zekâtı/arınmayı yapan müminlerdir.” (Mâide-55)Özellikle Bakara 43 ve Mâide 55 deki âyetlerde net olarak görüldüğü üzere, “Rukû” kavramı, “salât’ı ayakta tutun ve zekâtı/arınmayı yapın!” denildikten sonra gelmektedir. Eğer salât'ı ikame bir ritüel/ayin ise, bu ritüel sırasında yapılan belli hareketler içinde zaten rükû da olduğuna göre, âyetlerde, (geleneğe göre) Namaz'ı kılın ve zekât'ı verin” denildikten sonra bir daha tekrar olarak, “Rükû edenlerle birlikte siz de rukû edin!” denilmesinin hiç bir anlamı kalmazdı. 7-) “Ey Meryem! Rabbine gönülden bağlan, âyetleri içtenlikle kabul (secde) et ve ilgilenip boyun eğenlerle (rükû edenlerle) beraber sen de boyun eğ!” (Âli İmran-43)Bu âyette "secde" kelimesi "rükû" kelimesinden önce geliyor. Bu da bize secde ve rükû anlamlarının salatı ikame etme ile bir alâkasının olmadığını gösterir. İkincisi; Eğer rükû, namazın parçası ise, Meryem mescitte namaz kılanlarla beraber mi olacaktır? 8-) Bakara 125:“.... İbrahim’in makamından bir destek (musalle) edinin. İbrahim ve İsmail’e de:Tavaf edenler, itikâfta olanlar boyun eğenler (rükû edenler) ve içtenlikle kabul (secde) edenler için beytimi (şirkten) temiz tutun diye emrettik.” (Bakara-125)Bu âyette geçen “musalle” kelimesi, İbrahim (a.s) ın Kur'an'da anlatılan mucadelesinden güç ve destek alma anlamına gelmektedir.Yani onun hayatının örnek alınmasıdır.(Mümtehine-4) "musalle" kelimesinin "namaz kılma yeri" edinmekle hiç bir ilgisi yoktur. 9-) Bakara 43:“Salâtı ayağa kaldırın, zekâtı / arınmayı yapın. Rabbinize boyun eğenlerle (rükû edenlerle) beraber siz de boyun eğin!”(Bakara-43)(Bu âyet yahudilere, müminlere katılmalarını öğütlüyor. Aynı öğretiyi almalarını telkin ediyor. Bu âyetteki salât yardım ve dayanışma olduğu gibi, zekât da hurafe ve şirk kirliliğinden temizlenmek ve salâtın kurumlarını oluşturmak anlamındadır. Eğer rükû'yu “âyetlerle ilgilenip, onları içtenlikle benimsemek, idrak etmek” anlamında değil de, ritüel bir hareket olarak algılayacak olursak, bu âyetlerin hiçbiri önemli bir işlev görmeyecektir. Dolayısıyla rükû, yüce Allah’ın âyetlerine boyun eğerek onlara karşı derin bir ilgi göstermektir. Rükû etmek, belli zamanlarda yapılan ritüel değil, hayatın bütün alanlarına yayılan zihinsel ve duygusal bir eylemdir.
20 Eylül 2021 Pazartesi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (69.YAZI) "Nebî ve Resül kavramları:Nebi Muhammed (a.s) a ait sözler ile, Allaha ait hidayet ve aydınlık yolu olan vahyi kesin çizgilerle birbirinden ayıran muazzam bir sistem, mükemmel bir ayraçtır. Ehl-i Sünnet ve Şia kendi din anlayışlarını islâma giydirebilmek için Allahın elçisine uydurdukları hadislerle hem iftira ettiler, hemde peşlerine taktıkları insanları saptırarak büyük bir fitneye sebep oldular. Huzur iklimi olması gereken islâm coğrafyasının kan gölüne dönmesine neden oldular.Allah sizden razı olsun sayın hocam. Selâm ve muhabbetle..." (Şaban Kıvrak- "Postacı Sözü'" adlı yazıya yaptığı yorum) -----------------------------------------------------"Hocam!Bunlar kendilerine nasıl Müslümanım diyeyebiliyorlar?Hayret! "Yüce Allah şöyle buyuruyor..." der demez, daha sözün yarısında renkleri değişiyor, hemen saldırmaya başlıyorlar.Allah'ın âyetlerine hiç tahammülleri yok" (Recep Dikici- "Postacı Sözü" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Harika bir vurgu içeriyor. Derdimiz ortak dedirten, teşhisi sahici yapan bir uygulayıcı sezdiriyor. Rabbim yolunuzu açık etsin. Yalanla gerçek arasındaki vurguya ve ayrıma vakıf olanların sayısını artırsın inşaallah. Dini Allah'a özel kılmak için çırpınanların var olduğunu görmek gayretimizi artırıyor. Selamların en güzeli sizlerin üzerine olsun inşaallah" (Hasan Ayhan Karakuş- "Postacı Sözü" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------"Sevgili Ali Hocam!Zihninize ve elinize sağlıklar diler, hak uğrundaki gayretlerinizi âlemlerin Rabbi ve İlâhı olan Allah kabul eder inşallah. Laiklik ve sekülerizm 18.yüzyılda ortaya çıkan bir sistemdir. Halkın kilise ve kilise yöneticilerinin hemogonyasından kurtarılması için ortaya çıkan akılcı bir yönetim sistemidir. Esasında kul ile Allah arasına hiç kimsenin girmemesi, devlet yönetiminde dini kimlik aramamak, insanların inançlı veya inançsız olmalarına bakmamaktır. Laiklik ve sekülerlik terimleri son Nebi olan Muhammed (a.s) zamanında yoktu. Biliyorsunuz kelime ve terimler de canlıdırlar, yaşarlar ve zamanla ölürler yerlerine yeni kelime veya terimler konur. Kur'an'da yüce Allah elçisine diyor ki, "Seni onların başına zorba, bekçi, vekil olarak göndermedik" (Ğaşiye-21,22; Yunus-108)"Sen kendini helak olasın diye bu Kur'an'ı indirmedik, (Kehf-6; Şuara-3) onları benimle başbaşa bırak, inanmıyor diye onları cezalandırmayın, onların günahlarından sen sorumlu değilsin, onlarda senin günahından sorumlu değildir diyor. (Yunus-41)"Sana gelirlerse öğrettiğimiz gibi aralarında hakkaniyetle hüküm ver" buyuruyor.(Nisa-105) Şimdi bu ikaz ve hükümleri laiklik ve seküler sistemin tarifiyle karşılaştıralım.Kur'an tam bir insanın kula kul olmaması inançlarında baskı ve şiddet görmemesi için gönderilmiş muhteşem bir başyapıt ilke ve kurallar kitabıdır. Laik sistemi istememelerinin ve şiddetle reddetmelerinin nedeni, sizinde anlattığınız gibi, dinden geçinmeleri yani çıkarlarının bozulmasıdır. Selâm sevgiyle dostça tevhidle kalınız"(Dogan Avşaroğlu-"Cumhuriyet, Demokrasi-Laiklik" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Vahye müdrik gözlük takmadıkları gibi, akıl gözü ve akleden bir kalbe de inanmadıklarından ötürü, çok basit bir gerçeği, kendi hamasi duyguları uğruna kurban ederek, anlamamak. (asıl inat bu olsa gerekir.) Ya Allah'ın şerefli elçisini tahfif ederler, ya da (haşa) putlaştırırlar" Vahye uyananlara selam olsun...(Bekir Akça- "Postacı Sözü" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------"Değerli hocam!Bu sabah içim rahat.Bir nefes alarak kısmen rahatladı. Allah sizden razı olsun inşaallah. Vahyin nasıl gerçekleştiği nefis anlatılmış, en dikkat çeken tarafı da doğruyu arayanların bir hayli çok olması.Bu olanlar ümidimizi artırarak devam edecek inşaallah.Sıhhat ve selamet diliyorum" (Ibrahim Serin- "Postacı Sözü" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Kardeşim! Allah razı olsun, emeğinize sağlık! İnsanları bilgilendirmeye, doğru yola, Kur'an'ı anlamaya ve anlaşılmasının gerekliliğini açıklamaya, şu ana kadar gelen yanlışları söylemeye, hanif dini şu an tek kaynak olan Kur'an'dan anlamaya ve anlatmaya devam ediyorum.Emeklerinizden dolayı teşekkürler, sevgiler" (Hüseyin Bostan- "Postacı Sözü" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------"Ali hocam!Allah razı olsun. Belirittiğiniz gibi Resül, kendisine vahyedilene ilk iman edendir, ama postacılar kendisine ulaştırılması için emanet edilenin, içeriğinin ne olduğunu bilmezler, hatta bilmeleri yasaktır.Önemli bir fark" (Numan Kural- "Postacı sözü" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Tüm şikten korunan, şeriksiz olarak hanif dine inanan, sadece Allah'a teslim olmuşların üzerine selam olsun. Kur'an'a ve Resül'e olan bu saygi ve itaatinizden ötürü Allah razı olsun Ali hocam" (Asım Kurucu-"Postacı Sözü" adlı yazıya yaptığı yorum?-------------------------------------------------"Mehmet Saygaz!Gerçekten sen akıllıca konuşmuyorsun. Kim dedi ki, Muhammed (a.s) konuşmadı. Kur'an'ı konuştu. Kendinden konuşmadı. Ben sıradan postacıdan bahsetmiyorum.Allah'ın postacısı olmak kime nasip olur? Taleple olmuyor. Rabbin seçimi ile oluyor. Onu kastettim. Ama zanederim yine anlamadın.(Hüseyin Bostan-" Postacı Sözü" adlı yazıya yaptığı yorum) ----------------------------------------------------"Bir kere ''Postacı'' aldığı mesajı sadece adresine teslim etmekle yükümlüdür. Teslim ettiği andan itibaren görevi bitmiş olur.Postacı taşıdığı mesajı okumaz. Postacı taşıdığı mesajın içeriğinden sorumlu değildir.Postacı mesajda yazılanlarla ilgilenmez, o mesajın gereklerini yapmak gibi bir sorumluluğu da yoktur.Postacı mesajın gereklerinin teslim ettikleri tarafından yerine getirilip getirilmemesinden sorumlu değildir ve mesajın muhataplarıyla iletişime geçmez, onlara mesajı okumaz, mesajın kabulü için onlarla mücadele etmez. Postacı mesajın gereklerini kendi hayatına uygulayarak mesajın muhataplarına örnek olmak zorunda değildir. Postacı mesajla ilgili gelen sorulara mesajın sahibinin verdiği ''hikmet'' denilen kaabiliyete sahip olmadığı için cevap veremez. Postacı mesajı teslim ettikten sonraki zamanlarda istediği gibi hareket eder, mesajın içeriğinin getirdiği sorumlulukla hareket etmek zorunda değildir.İşte Allah Resülü, mesajın içerik ve gerekleriyle ilgili ''Postacı'nın'' sorumlu olmadığı ve yapmak durumunda olmadığı herşeyden sorumlu ve bunları yerine getirmekle de yükümlüdür. Yani Resül tabi ki ''Postacı'' değildir.(Faruk Fidan- "Postacı Sözü" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------"Benim şahsî görüşüm:Yüce Allah Kur'an'ı sâdece Araplara değil, bütün insanlığa gönderdiğidir. Şüphesiz, anlamı hiç düşünülmeden sâdece yüzünden okunsun diye göndermedi.İki yüzden fazla yerde "Kur'an'ın açık" olduğunu, elli beş yerde "aklımızı kullanmamız" gerektiğini, yüzyedi yerde "düşünmemiz" gerektiğini, doksan dört yerde "öğüt almamız" gerektiğini buyuruyor ve emrediyor. "Biz öğüt almak isteyenlere âyetlerimizi etraflı biçimde anlattık" (En'am- 126) buyuruyor. Bu emirler açık olarak verildiğine göre "Kur'an anlaşılmaz" demek, bu âyetlerin emrine-rûhuna ters bir görüştür.ALLAH insanları anlamadıkları bir Kitaptan mes'ul mu tutacak.....???(Enver Etik- "Postacı Sözü" adlı yazıya yaptığı yorum)
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ 35-) Biz: Ey Adem! Sen ve zevcen cennete (hasbahçe'ye) yerleşin; orada istediğiniz her yerden yiyin; sakın şu ağaca yaklaşmayın, ikiniz de zalimlerden olursunuz, dedik.36-) Şeytan ikisini kaydırıp, içinde bulundukları (iyi durumdan- hasbahçeden) onları çıkardı. Bunun üzerine: Birbirinize düşman olarak inin.Bir zamana kadar sizin için yerde yerleşme ve yararlanma vardır" dedik.İhbitu, yüksekten aşağı inmek gibi değil, değerli bir yerden başka bir yere zorunlu iniş yani intikal etmek anlamına gelmektedir. 37-) Sonra Adem Rabbinden birtakım kelimelere sarıldı (telakkâ) Allah da onun tevbesini kabul etti. Çünkü o tevbeleri kabul eden ve merhametli olandır.Adem (a.s)telakki ettiği kelimeler şunlardır. "ikisi dediler ki: Ey Rabbimiz! biz nefislerimize zulmettik. Eğer bize mağfiret etmez ve merhamet etmezsen husranda kalanlardan oluruz"(Araf- 23)38-) Dedik ki: Hepiniz oradan (hasbahçeden) inin eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tabi olursa, onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.(Âyette bulunan "eğer benden size bir hidayet gelir de her kim benim hidayetime tâbi olursa, onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklar" cümlesi çok önemlidir. Yani Allah tarafından gelen vahiy dışında bir hidayetin olmayacağını açık olarak gösteriyor) ADEM (a.s) VE EŞİ HANGİ CENNETTEN ÇIKARILDILAR? Adem (a.s)ve eşi, iman edenlerin kiyamet günü gireceklericennetten çıkarılmadılar.Aslında Kur'an'da var olan konulara âyetlerden yol bularak gitmek çok önemlidir. Kur'an'dan başka bütün yollar çıkmaz sokaktır. Cennet imtihan yeri değil mükafat yeridir.Kim olursa olsun herkes imtihandan geçirildikten sonra ya imtihanı kazanır cennete girer veya imtihanı kaybeder cehenneme sevk olunur. Bu konuda yüzlerce ayet vardır."...Onlardan kimi şâki'dir kimi said'tir" (Hud- 105) "Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden yarattık, onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık" (İnsan-2) Bundan dolayı hiç kimse imtihandan geçirilmeden cennete giremez. Yani başlangıçta hiç kimse cennet için yaratılmamıştır. Cennet, insanların ve cinlerin iman ve amelleriyle kazanacakları âhiretteki mükafat yani Allah'ın rahmet ve mağfiretinin tecelli edeceği yerin adıdır."Allah müminlerden mallarını ve canlarını kendilerine verilecek Cennet karşılığında satın almıştır..." (Tevbe-111)"Onlara, işte size cennet, yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir"(Araf- 43 )"Ve kendilerine siz orada ebedi kalacaksınız, işte yaptıklarınıza karşılık size miras verilen cennet budur"(Zuhruf- 72 )Adem (a.s) yeryüzünde yaratılmıştır."Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yerde bir halife yaratacağım demişti..."(Bakara- 30) Yeryüzü imtihan yeri cennet ise rahmet, mükafat ve mutluluk mekanıdır.Adem (a.s) cenneti görmediğine delil olan âyetlerden bir tanesi şudur." Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne göz aydınlıklarının saklandığını hiç kimse bilemez" (Secde- 17)Adem(a.s) ın içinden çıkarılmış olduğu yer" cennet" yani "bahçe" anlamında iman edenlerin kıyamette girecekleri Kur'an'ın yüzlerce âyette anlattığı cennet değildir. Aslında "cennet" "bahçe" anlamına gelmektedir. Kur'an birkaç yerde "cennet" kelimesini "bahçe" anlamında kullanmıştır."Biz vaktiyle cennet (bahçe) sahiplerine bela verdiğimiz gibi..."(Kalem-17)"Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat, bunlardan birine iki üzüm bağı" "cenneteyn" vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış aralarında da ekinler bitirmiştik"(Kehf- 32 )Mekke müşrikleri şöyle demişti "Kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yiyip (meşakkatsizce geçimini sağlayacağı) bir bahçesi (cennetün ) olmalıydı" (Furkan- 8)Adem (a.s)ın iman edenlerin ahiret hayatında girecekleri cennete girmesi ve oradan çıkarılmasının mümkün olmadığını âyetlerin ışığı altında görelim. 1-) Eğer Adem(a.s) hakikî cennete girseydi, oradan çıkarılmaması gerekirdi. Çünkü cennet ebedilik yurdudur. "Onlar orada hiçbir yorgunluk çekmeyecek ve onlar oradan asla çıkarılmayacaklardır"( Hicr- 82)2-) Eğer Adem (a.s) ve eşi konulduğu cennet ahirette iyilerin mükafat yeri olan hakikî cennet olsaydı, Adem ve eşine yasak konmaması gerekiyordu. Çünkü cennette yasak meyve yoktur. "Tükenmeyen ve yasaklanmayan sayısız meyveler içindedirler"( Vakı'a- 32, 33)3-)Cennette isyan ve günaha girme söz konusu olamaz. Halbuki Âdem ve eşi günah işlemiş ve Allah'a âsi olmuşlardır."Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine mahrem yerleri göründü, üstlerini cennet (bahçe) yaprağıyla örtmeye çalıştılar.(Bu suretle)Adem Rabbine asi olup yolunu şaşırdı" (Taha- 121)4-) Eğer çıkarıldıkları yer gerçek cennet olsaydı, orada kafir bulunmaması gerekirdi. Oysa şeytan cennette iken kafir olmuş ve bu yüzden oradan çıkarılmıştır. 5-) Cennette şeytanın vesvese vermesi ve günaha sokması mümkün değildir. 6- )Eğer Adem (a.s))gerçek cennette olsaydı, şeytanın şu vesvesesi anlamsız kalırdı. "Derken Onun aklını karıştırıp" Ey Adem! dedi: Sana ebedilik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?"(Taha-120) Yukarıdaki âyet bu konuda o kadar önemlidir ki, Eğer Adem cennette olsaydı zaten o ebedi kalıp büyük bir saltanat içerisinde olacaktı."O cennetliklerin etrafında öyle ölümsüz genç nâdimeler dolaşır ki, onları gördüğünde etrafa saçılıp dağılmış İnciler sanırsın, "Ne yana bakarsan bak (yığınla)nimet ve büyük bir saltanat görürsün"( İnsan-19,20)
19 Eylül 2021 Pazar
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(9.YAZI) 26-) Hiç şüphesiz Allah (hakkı ortaya koymak için) sivrisinek ve onun da üstünde (femé fevkahé) bir varlığı misal vermekten haya etmez. İman edenlere gelince, onlar böyle misellerin Rablerinden gelen hak (bir amaca yönelik) olduğunu bilirler.Kafir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murad eder! derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, bir çoklarını da hidayete erdirir. Fasıklardan başka hiç kimse ondan (Kur'an'dan) sapmaz.(Hidayet ve sapkınlığın tek göstergesi vahiy'dir yani hidayet ve sapkınlık Kur'an'la ilgili bir durumdur. Kayıtsız şartsız Kur'an'a iman eden hidayeti, ondan yüz çeviren sapkın olmuştur. Yoksa yüce Allah Kur'an'dan bağımsız olarak hiç kimsenin akıl ve kalbine zorla yani vahiy dışında mudahale ederek onu hidayet ve sapkınlığa yöneltmez) (Yunus- 108) 27-) Onlar öyle (fasıklar) ki (fıtrat) ahdinden sonra Allah'ın aldığı (teslim-tevhid) sözünü bozarlar. Allah'ın korunmasını emrettiği (hanif din olan İslam) bağını kesip koparırlar ve yeryüzünü fesada verirler. İşte onlar husranda kalanların ta kendileridir.28-) Siz ölü iken size hayat veren Allah'a nasıl küfredersiniz?Sonra sizi öldürecek, sonra size hayat verecek ve en sonunda ona döndürüleceksiniz.(Küfür, din ve hüküm olarak vahyi tek kaynak kabul etmemek, hakkın üzerini örtmek, Kur'an'ın insanlara ulaşmasını engellemektir. Buda din adamları ile ilgili bir durumdur)29-) O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra sema'ya istiva ederek onu yedi gökler (seb'a semâvat) olarak tesviye etti.(düzenledi) O her şeyi hakkıyla bilendir. 30-) Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yerde bir halife kılacağım (céilun fil ardi halifeten) dedi: Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis ederken, fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi kılacaksın? dediler.(Allah da) Sizin bilmediklerinizi bilirim, dedi.31-) Allah Âdem'e bütün isimleri öğretti. Sonra onları önce meleklere arz edip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana haber verin, dedi.32-) Melekler: Seni tesbih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Alim ve Hakim olan ancak sensin, dediler.33-) Ey Adem! İsimlerini onlara haber ver, dedi. Adem, isimlerini onlara haber verince: Ben size göklerin ve yerin gaybını bilirim. Açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de bilirim dememiş miydim" dedi. 34-) Hani biz meleklere: Adem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O çekindi ve kibirlendi ve kâfirlerden olmuştu.(İstikbâr, haksız yere büyüklük taslama, kendini öyle gösterme demektir. İblis, Âdem'e secde emrine karşı gelinceye kadar kendine ait özel ismidir. Secde emrine olumsuz tavır takınınca şeytan oluyor. Yani "şeytan" ifadesi bir sicil ve damga anlamına geliyor. Kur'an, şirk, isyan ve küfürde dönülmez yola giren din adamlarına da "şeyétin" (şeytanlar) demektedirZaten Bakara 34.âyette İblis kavramı geçerken, 36.âyette "şeytan" olarak geçiyor. Secde emrinden hemen sonra İblis, şeytan oluyor) "SECDE" NE DEMEKTİR ? Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda yani ilgili âyetleri bir bütün olarak incelediğimizde secde'nin “teslim olmak, kayıtsız şartsız itaat etme" anlamına geldiğini görüyoruz.Secde kavramının Lisan-ül Arap lügatındaki karşılığı şöyledir. “secde” sözcüğünün ilk ortaya çıkışı, “devenin sahibini üstüne çıkarması için boynunu eğmesi” ve “meyve yüklü hurma dallarının, sahibinin rahatça uzanıp toplamasına elverişli olarak eğilmesi” anlamına gelmektedir. Yani devenin sahibinin arzusunu anlayıp, onun isteğini bir emir olarak telakki etmesidir.Kadim tarihte secde kelimesi; “ülke krallarının bastırdıkları para üstündeki kabartma resimlere halkın baş eğerek bağlılık göstermesi” anlamında kullanılmıştır. (Lisan-ül Arab; c:4, s:497)Zaman içinde “secde” kelimesi gerçek anlamını yitirip, şekilsel bir hal almıştır. Dolayısıyla secde sözcüğünün yere kapanma anlamı yoktur. "Teslim olma, bağlılık gösterme, gücünü kuvvetini otoritesini kabul etme" anlamında kullanılan bir sözcüktür. Kur'an'a göre "secde" kavramı; "teslim olma, içten gelerek kabul etme" anlamına gelmektedir. Harr ve Secde Farkı: Yusuf- 100; Meryem- 58; Secde- 15; İsra- 107,109.âyetlerinde hem “teslim olma” anlamına gelen “secde” hem de “duygusal olarak etkilenip bir anda yere kapanma” anlamına gelen “harr” kelimesi aynı cümle içinde geçmektedir.Bu da bize secdenin yere kapanma anlamında olmadığını açıkça gösteriyor.Yani Kur'andaki “yere kapanma” "secde" ile değil, “harr” ile ifade edilmektedir. İlgili âyetlerde “secde ederek yere kapandılar” buyrulur. Yani Allah’ın âyetlerine teslim olarak, "harr yaptılar" yere kapandılar. Böylece secde, harr’dan manâ bakımından ayrılıyor. Harr: Bir meyvenin olgunlaşarak daldan özgürce yere düşmesi gibi bir olaydır. Harr kavramı, âyetleri zihinsel algıladıktan sonra onların mukemmelliği karşısında kalben teslim olmaktan doğan fiziki bir harekettir. Şiilik ve Sünnilik öğretilerinde var olan “secde” anlamındadırYani harr (yere kapanma); âyetleri hakkıyla anlamanın bedensel bir ifadesidir. O halde önce kitabın hikmetini, âyetlerin mükemmel sistemini, mesajın muhteşemliğini akılla görmeli (secde), arkasından içtenlikle har (yere yığılıp) kalınmalıdır. Kur'an'da geçen secde kavramı, fiziksel bir hareket değil, zihinsel bir harekettir. İçtenlikle hayran olma ve kabul ediş vardır.Bu yüzden yukarıdaki “secde ve harr” geçen âyetlere; “Secdeye kapanırlardı” şeklinde değil, “secde ediciler olarak yere kapanırlardı” meali doğrudur. Çünkü secde’nin kapanma ile değil, zihinsel teslim olmakla uyumu, harr’ın ise fiziksel kapanma ile uyumu mevcuttur.Âyetlerin çevirilerinde, “secdeye kapanırlar” deyimini kullandığımızda insanların aklına "namaz" geliyor ve âyetlerin doğru anlamını bulmaları zorlaşıyor. Ama orjinalini ortaya koyduğumuzda “Kuran ifadelerine teslimiyet” olduğu ortaya çıkıyor. Böylece âyetlerde “yere kapanma”yı ifade eden secde değil, “HARR” kelimesi oluyor. Tâbi biz burada "harr" derken, normal "ha" değil, boğazdan gelen bir "ha" dan söz ediyoruz. Çünkü Arapçada bir nokta kelimenin anlamını değiştirir. Mealcilerin bir kısmı, teslim olma, içtenlikle kabul etme anlamında olan secde kelimesini “Harr” kelimesi ile karıştırmaktadırlar. Bunun sebebi, rivayetlerin secde’yi harr gibi nakşetmelerindendir. Âyetlere baktığımızda, secdenin, hareketlerle yapılan bir şey olmadığı, âyetleri yani Allah'ın emirlerini içtenlikle kabul etme anlamına geldiğini görüyorüz. İnsana yakışan her zaman yüce Allah'a secde etmesidir. Fakat Allah'ı hakkıyla tanımadan, takdir etmeden secde etmenin bir anlamı yoktur. O'nu tanımak ve hakkıyla takdir etmek ise, tamamen Kur"an'ı bilmekle ilgili bir durumdur. Aslında Kur'an'ı bilmeyenler, ne Allah'a iman etmiş, ne de ibadet etmiş olurlar. İman, ihlas, takva ve ibadetler Kur'an'ı bilmekle ilgilidir. Aslında yüce Allah'ı bilmeyen, Kur'an'ı öğrenmeyen, İbrahim(a.s) tanımayan hac ve umreye de gitmemesi gerekiyor.
18 Eylül 2021 Cumartesi
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor. "(İnsanları) Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve "ben sadece Allah'a teslim olanlardanım" diyenden daha doğru sözlü kim vardır?"(Fussilet-33)"...0 (Allah), gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size "Müslümanlar" adını verdi..."(Hac-78)"Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanif (saf kulları olun) Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar kapışmış, yahut rüzgar onu ıssız bir yere sürüklemiş bir nesne gibidir"(Hac-31)"Hep birlikte Allah'ın himayesine (Kur'an'a) sığının, parçalanmayın. Allah'ın size olan (İslam) nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun (vahiy) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi, O kurtarmıştı. işte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"(Âli İmran-103)Şiilik ve Sünnilik "Kur'an anlaşılmaz, din Allah tarafından tamamlanmamış, Allah yetersiz bir din göndermiştir" diyenlerin yuvasıdır. Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'ı dinlememek, duyulmasını engellemek için rivayetlerle propaganda" yapanların dinidir. Şiilik ve Sünnilik "Kur'an Müslümanlığını sapkınlık ve büyük bir fitne" olarak gören fitne fesat zihniyetin adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Hem birbirinin hemde dini Allah'a özel kılan muvahhid ve muhlislerin düşmanı" iki batıl dinin adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Aklı kullanmaya, sanat ve estetiğe, tefekkür ve sorgulamaya karşı kin ve nefretin" merkezidir. Sünnilik "Yezid bin Muaviye'nin, Haccac bin Yusuf'un ve Mervan'nın zulmünü hayata hakim kılmanın" mucadelesidir. Şiilik "Eski İran inançlarıyla milletin din ve imanını tahrip etmenin" yoludur. Sünnilik "Kerbela ve Harre katliamı gibi, onlarca katliamın üzerini örtmenin" tarihidir.Şiilik ve Sünnilik "Asırlardan beri karanlık ve zulüm, katliam ve kaos, anarşi ve terör, cehalet ve taklit, yalan ve iftira, şirk ve kula kulluğun" kaynağıdır. Şiilik ve Sünnilik "Uydurma dinle insanları uyutmak, onları maddi- manevi sömürmek, Allah'ın âyetlerini oyun ve eğlence yapmak, indirilen apaçık mesaja kör ve sağır olmanın" karanlığıdır. Şiilik ve Sünnilik "Hakkı batıla karıştırıp, bile bile hakkı gizlemenin" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Dinde ihtilaf ve kargaşa, bölünme, tefrika ve dağılmanın" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Âhirete bedel din ile geçici dünya hayatını satın almanın" pazarıdır.Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bozmak, vahyin sistemini tahrip etmek, anlamını buharlaştırmak, hiç düşünmeden hidayete bedel sapkınlığı satın almanın" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Yahudilik ve Hıristiyanlığın" tıpkısının aynısıdır. Şiilik ve Sünnilik "Dini siyasallaştırmak, koltuk ve devlet tutkusu, şan ve şöhret hastalığı, Kur'an'ın aydınlığına duyarsız" olmanın adıdır Şiilik ve Sünnilik "Hangi gayri meşru yolla olursa olsun iktidarı ele geçirmek benim hakkımdır " fikrinin adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Göklerde ve yerde olan herşeyi bilen yüce Allah'a din öğretmenin" cehaletidir. Şiilik ve Sünnilik "Benim yolumun dışında kalanların hepsi cehennemlik kafirdir inancının" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Allah ile aldatma ve din istismarının" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'ı dirilerden esirgemek onu ölülerin ruhlarına armağan etmenin" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Allah'ın indirdiği vahiy yerine Buhari ve Müslim'i, Tirmiz'i ve Nesai'yi, Malik bin Enes ve Ahmet Bin Hanbel'i, Muhammed bin İdris ile Küleyni'nin el-Kâfisini din yapmanın" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Düşman işgaline zemin hazırlamak, halkını mezhep ve fırkalara bölerek emperyalistlere yem yapmanın" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Devlet insan için değil, insan devlet için vardır" ahlakının" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "İbrahimsiz ve Kur'an'sız umre ve hac, halı ve mermer, gösterişli ezan ve mâbetlerle insanların gözlerini boyamanın" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Mevlit ve türbe, insanları ölülerin çürümüş fikir ve ictihadlarına mahkum etmenin" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "İslam dinine karşı paralel din, son vahye karşı paralel kaynak edinmenin" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Allah'ın kitabını arkaya atma, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleme ve onu yamuk göstermenin" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Daiş, Boko Haram, el Kaide, Haşdi Şabi, eş Şebab, Talibân ve canlı bomba vahşetlerinin" yuvasıdır. Şiilik ve Sünnilik "İlimde ve fikirde kadını yok sayma, cemaat ve tarikatlarla insan kaynaklarını israf etmenin" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Kavram kargaşası, zihin bulanıklığı, inanç karmaşası, esaret zinciri ve ağır yüklerin altında ezilmenin" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Sünnete ittiba yalanıyla şirkin her çeşidine insanları mahkum etmenin" adıdır. Sünnilik, "Resmi bir iş için evine gelen misafiri akıl almaz yöntemlerle parçalama, kimyasal maddelerle onu eriten vahşi inanç ve çirkin ahlağın" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'a karşı ebedi düşmanlığın" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Dünya ve ahirette hüsran ve karanlıklar içinde kalmanın" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Cahiller için sanal ve hayali nebi-resül üretim merkezinin" adıdır. Şiilik ve Sünnilik "Ümmeti dünyada cehennemin mutfağında yaşamaya mahkum ederken, âhirette cennete gireceğine inandıran" şeytani düzenin adıdır."Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, (Ey Resul! ) senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(En'am-159)(Ey Resul! ) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. Hepiniz sadece Allah'a yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin; müşriklerden olmayın. Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka kendilerinde olan (inanç) ile böbürlenip kibirlenmektedir"(Rum-30,31,32) Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Allah'ı kullanırlar.(Giordano Bruno)
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(8.YAZI) (Bakara süresine devam ediyoruz) 24-) Bunu yapamazsınız- ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunun. O âteş kafirler için hazırlanmıştır.25-) İman edip salih ameller işleyenler, içlerinden nehirler akan cennetlerin var olduğunu müjdele! O cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak verildikçe: Bundan önce bize verilenlerdendir bu, derler. Bu rızıklar onlara benzer olarak verilmiştir. Orada onlar için tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada kalıcıdırlar. İMAN SALİH AMEL İLİŞKİSİ İman: Sözlükte "birini söylediği sözde tasdik etmek,söylediğini kabul etmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine güven vermek,şüpheye yer vermeden kalpten tasdik etmek, eman vermek, emin olmak "anlamlarına gelir."EMNU" Sözcüğü temelde " nefsin itminana kavuşması ve korkunun ortadan kalkması"anlamına gelir."Emnu, Eménetu ve Eménu" sözcükleri temelde birer mastardırlar. "Eménu" sözcüğü, bazen "İnsanın emniyette iken üzere bulunduğu halin, durumun" adı olarak, bazen de "insanın üzerinde emin kılındığı şeyin, kendisine emanet edilen, verilen şeyin" adı olarak kullanılır. (Rağıb, Sahife, 143)İman, mutlak olarak her zaman sahibine yararlı bir unsur değildir.Sahibini kötü yola, şirke, kötü ahlaka, teröre, şiddete, cehalet ve taklide götüren inançlar çoktur. Bu nedenle asıl olan, bir inanca sahip olmak değil, sahibine doğruyu(Sırat-ı müstakimi) emreden ilahi bir inanca sahip olmaktır.İnsanlık tarihinde vahşet ve katliamların en büyük sebeplerinden birisi dindir.Dolayısıyla sağlam ve doğru bir inanca sahip olmak insanlığın en önemli meselesidir.Ülkelerin istiklal ve istikballeri, refah, mutluluk ve özgürlükleri vahiy imanına bağlıdır.İşte bu yüzden herkes imanında özgür olmalıdır."(Ey Resül! )Onlar seni yalanlarlarsa de ki, benim işim (İman ve amelim) bana, sizin işiniz de (iman ve amelleriniz) size aittir.Siz benim yaptığımdan uzaksınız, bende sizin yaptıklarınızdan uzağım" (Yunus-41)Diğer bir âyette yüce Allah Şöyle buyuruyor."Deki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilir.Batıla inanıp Allah'ı inkar edenler var ya, işte bunlar ziyandadır"(Ankebut- 52)"Sâlihat" "sâliha" kelimesinin çoğuludur."Sâlih " aslında iyi, yarayışlı, kitap ve akıl açısından doğru, hayırlı anlamına gelirken"Tâ,i nakl " Yani aktarma "te harfiyle" "hasene"'İyilik"' kelimesi gibi"ameli sâlih" yararlı iş,manasına isim olmuştur ki kalp,beden ve mala ait olmak üzere üç çeşidi vardır.Kur'an'da bir çok âyet gösterir ki,ancak iman edip sâlih amel işleyenler Allah'ın indinde "sâlih mü'minler" olurlar.Dolayısıyla ahiret gününde kurtuluşa ermek için sadece iman etmek yeterli değildir.Islah edici eylemler yaparak imanı takviye etmek, ona destek yapmak, çok önemlidir."Şurası muhakkak ki, kim Rabbine günah işleyerek gelirse, cehennem sırf onun içindir.O ise orada ne ölür ne de yaşar!"Kim de sâlih amellerde bulunmuş bir mu'min olarak O'na varırsa, üstün dereceler işte sırf bunlar içindir" (Tâhâ- 74, 75)"(Yaşadığınız) asra kasem olsun ki, insan gerçekten ziyan içindedir""Bundan ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır"(Asr-1,2,3)Dolayısıyla din: İnanç, güzel ahlak ve salih amellerden oluşan bir bütünlük arzeder. Bu cümleden olarak hakkı ve hakta direniş demeye gelen sabrı tavsiye etmek de iman ve salih amelin gereğidir.Bunu yapmayan fert ve toplumlar, isterse "bizler iman edenleriz" desinler, hiçbir zaman hüsrandan kurtulamazlar.Yüce Rabbimiz Kur'an'da şöyle buyuruyor."Fakat insan sarp yokuşu aşamadı. O sarp yokuşu (aşmak) nedir bilirmisin? (Borç, hastalık, fakirliğin)kölesi olmuş birini kurtarmak veya açlık gününde yakını olan bir yetimi, yahut aç açık bir miskini doyurmaktır"Sonra iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine merhameti öğütleyenlerden olmaktır""İşte bunlar mesud olanlardır"(Beled-11/18)Eğer iman tek başına insanın kurtulmasına yeterli olsaydı,Kur'an, yüzlerce âyette adalet, güzel ahlak, yetimi koruma, kimsesizleri kollamayı, emri bil-maruf- nehyi anil münker, infak, tevhid, doğruluk, sabır, emanet, ahde vefa, merhamet gibi salih amellerin üzerinde bu kadar durmazdı.Kur'an'da yüzlerce âyetin insanları salih ameller işlemeye sevketmesi, ameli sâlihin imana tâbi olduğunu, ve imanın gereklerinden bir unsur olduğunu göstermektedir.Önemine binaen yüce Allah bir çok âyette salih amelin ayrıntısına dikkat çekmiş ve çok geniş açılımlarla ortaya koymuştur.Dolayısıyla, salih amelin imandan ayrılmaz bir bütün olduğu ile alakalı Allah'ın kitabı Kur'an hiçbir şüpheye yer bırakmamıştır."Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!"O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için infak ederler, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler ""Allah da güzel davranışta bulunanları sever ""Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da (günah işleyerek) kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe ve istiğfar ederler ""Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki!"Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler""İşte onların mükafatı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan cennetlerdir ""Böyle amel edenlerin mükafatı ne güzeldir "(Âl'i İmran-133/136)Allah tarafından tüm Nebi ve Resüllere indirilen İslam dininde ihlas yani dini Allah'a özel kılma en önemli unsurdur.İman ihlasa dayanırsa yani sahih ve sağlam olursa, amel hayır ve sahih olacaktır.Kur'an'a göre insanların çoğunun imanı şirkle beraberdir. (Yusuf-106)Ameller imanın özelliğine göre değer kazanırlar.İnsanlar nasıl bir imana sahip olurlarsa, amelleri inandıkları dinin kaide ve kurallarına paralel olarak gelişir.İşte bu yüzden tevhid akidesine bağlı olmayanların Allah katında geçerli bir amelleri bulunmayacaktır."(Onların (müşriklerin) yaptıkları her bir işi ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız)" (Furkan-23)(Rablerini inkâr edenlerin durumu şudur. Onların amelleri fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. İyiden iyiye sapıtma işte budur "(İbrahim- 18)(Ayrıca Kehf- 103,104, 105, 106 âyetlerine bakabilirsiniz)Uydurma evliya ve ilahların şirk dini, problemli, zor, karmaşık, eziyet ve kaos üreten bir dindir. Dolayısıyla, şirk sistemine sahip olan insanlardan tevhid akidesine uygun, ölçülü, mantıklı, evrensel bir ahlak ve hayırlı ameller beklemek hatalı olacaktır.Bundan dolayı yüce Allah şöyle buyuruyor."Hatırlayın ki, Tur dağının altında sizden söz almış:Size verdiklerimizi kuvvetle tutun, söylenenleri anlayın, demiştik ""Onlar: işittik ve isyan ettik, dediler. İnkarları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi içirildi (sindirildi)""De ki: Eğer müminseniz, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor (yaptırıyor) (Bakara-93)Allah'ın kitabına baktığımızda ilk önce tevhid anlamında iman ve İslam, sonra güzel ahlak, daha sonra sâlih ameller ağırlık kazanır.İmanı ayakta tutan, onun zayıflamasını engelleyen güzel ahlak ve hayırlı amellerdir.Amel olmadan iman sağlıklı yaşayamaz, huzur bulamaz, rahat edemez.İmanın tam olarak huzur bulması, salih amellere bağlıdır.Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor."Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. ""O 'na ancak güzel sözler (güzel ahlak) ulaşır. Onları da Allah'a ameli sâlih yükseltir ""Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulacaktır"(Fatır- 10)
17 Eylül 2021 Cuma
KURAN I MÜBİN İN MEÂLİ(7.YAZI) 15-) Gerçekte Allah onlarla (munafıklarla) istihza (alay) eder de azgınlıkları içinde (fi tuğyénihim) şaşkın şaşkın dolaşırlar.16-) İşte onlar, hidayete karşılık dalâleti (sapkınlığı) satan alanlardır. Ancak onların bu ticareti uğurlu olmamış ve kendileri de hidayete ulaşamamışlardır.17-) Onların (münafıkların) bu durumu (karanlıklar içinde) bir ateş yakan kimsenin misali gibidir. Ateş yanıp da çevresini aydınlattığında, Allah hemen onların nurlarını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır; basiretleri körelmiştir.(Kur'an'da geçen "lé yubsirun" görmezler değil, basiretleri körelmiştir, idrak etmezler, akıllarını kullanmazlar, düşünmezler anlamına gelmektedir. Yani biyolojik bir gözle görmeyi değil, kalp ve gönül gözünün körlüğünü ifade ediyor.Aşağıdaki âyet de bu gerçeği ifade eder) 18-) Onlar sağırdırlar, dilsizdirler ve kördürler. Bu sebeple onlar (fıtrata-hakka- hidayete) dönmezler. 19-) Yahut (onların misali) gökten sağanak halinde yağan, içinde yoğun karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşekler bulunan sağanak yağmur(a tutulmuş kimselerin misali) gibidir. O münafıklar yıldırımlardan gelebilecek ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Halbuki Allah, kafirleri çepeçevre kuşatmıştır. (Yani inanç, kötü ahlak ve kalitesiz karakterlerinden dolayı hiçbir zaman rahat yüzü görmez ve huzur bulamazlar)20-) (O esnada) şimşek sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakar, onlar için etrafı aydınlatınca orada biraz yürürler, karanlıklar üzerlerine çökünce de oldukları yerde dona kalırlar. Allah dileseydi, onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi.Şüphesiz Allah her şeyin üzerinde kadirdir. (Allah'ın her şeyin üzerinde kadir olması, göklerde ve yerde yarattığı her şeyi belli bir ölçüye göre yaratması demektir. Yani her şeyde ince bir ayar, hassas bir denge ve mükemmel bir sistem var etmiştir. Dolayısıyla Allah istediğini yapar ama keyfi iş yapmaz. Fay hattı olmadan deprem olmaz, bulut olmadan da yağmur yağmaz. Yüce Allah koyduğu kurallara göre iş yapar) 21-) Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz. Böylece (şirkten) korunmuş olursunuz. 22-) O (Rab) ki, yeri sizin için (firâş) döşek göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirerek onunla, size rızık olsun diye yerden çeşitli ürünler çıkardı. artık bunu bile bile Allah'a denk ilahlar edinmeyin.("Denk ilahlar" dinde onların inanç ve fikirlerine vahiy kadar itibar etmek, onlara iman etmek, onların ictihadlarına kayıtsız şartsız teslim olmak, aklı devre dışı bırakmak anlamına gelmektedir.Yoksa bir insan başka türlü Allah'a denk ilâhlar edinmez.Bunlar mezhep imamı ve büyük müctehid olarak görülen din adamlarıdır) 23-) Eğer kulumuza indirdiğimizden herhangi bir şüphe içerisindeyseniz, haydi onun benzeri bir süre getirin, eğer iddianızda sadık iseniz Allah'ın dununda (yanında- birisinde- altında ilâh olduklarını söylediğiniz) şahitlerinizi dâvet edin.
ÖLÜLER ADINA HAYIR YAPILMAZ, DUA BİLE EDEİLMEZ. Allah'ın kitabına baktığımızda ölüler adına hiçbir hayrın yapılmayacağını görürüz.Dolayısıyla ölüler adına hacca gidilemeyeceği gibi, ölüler adına kurban kesilmez, Kur'an okunmaz, sadaka verilmez, hatta dua bile yapılmaz. Bir kişi yapmış olduğu bütün hayırları kendisi için yapmış olur. Cünkü Kur'an'da yüce Allah şöyle buyuruyor."Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka birşey yoktur ve çalışması (emeği- çabası) da ileride görülecektir"Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir"(Necm- 39, 40, 41) "Her nefis kazandığına karşılık bir rehindir"(Müddessir- 38)Her kişi sadece kazandığına karşılık bir rehindir"(Tur- 21)"O gün, herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlara asla zulmedilmez"(Nahl- 111) Bu konuda onlarca âyet vardır.Ölülere dua edileceğine delil olarak gösterilen ayet şudur."Bunların arkasından gelenler şöyle derler. Rabbimiz!Bizi ve bizden önce gelmiş geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli çok merhametlisin" (Haşr- 10)Yanlış meal verilen bu âyetin doğrusu şöyle olacaktır."Bunların arkasından gelenler (muhacirlerden sonra iman eden Ensar) şöyle derler."Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla..." yani iman etmede bizi geçmiş, bizden önce kendilerine iman nasip olmuş kardeşlerimizi bağışlı" anlamına gelmektedir. "Âyet, bizden önce ölmüş kardeşlerimizi" değildir.Zaten ayetin içindeki şu cümle buna açık bir delildir."kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma"Peki neden ölüler adına hayır yapılmaz, hatta dua bile edilmez. Aslında kabir hayatı ve ölüm diye bir şey olmadığı içindir.Onun için yüce Allah "Her nefis ölümü tadıcıdır"(Ankebut, 57) buyuruyor.Yani nefis "ölümü sadece tadıyor" sonra kıyamet gününe kadar uyku moduna geçiyor.Vefat eden bir kimse kabirde(aslında kabir diye bir şeyde yoktur) uyku halindedir.Adem (a.s) döneminde ölen ile kıyametin son anında ölenler kabirde aynı zaman dilimini yaşarlar.Kur'an'ın "kabir" kelimesini kullanması bizim anlayış kabiliyetimize uygun olduğundan dolayıdır. Bir insan kabirde yüz bin sene kalsa bir saat kalmış gibi geçecektir. Ashabı Kehf kıssası buna güzel bir örnektir. Bizim bir gecelik uykumuz kabir hayatından çok uzundur. Ölümün hemen ardından kıyamet kopacaktır. "Nihayet sur'a üfürülecek.Bir de bakarsın ki onlar cesetlerden kalkıp koşarak Rablerine giderler.( İşte o zaman) Eyvah, eyvah!Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?Bu, Rahman'ın vadettiği gündür. Elçiler gerçekten doğru söylemişler! derler. Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurunuzda hazır bulunurlar.O gün hiçbir kimseye en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada sadece yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"( Yasin- 51, 52, 53, 54 )"Sonra, muhakkak ki siz bunun ardından elbet öleceksiniz. Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet tekrar diriltileceksiniz" (Mü'minün, 15, 16)Yukarıdaki iki ayette "ölümün hemen ardından kıyametin kopacağını" haber vermektedir. Kur'an'ı Mübin "ölü olan" diye bir kelime kullanmaz. "Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi ateş azabından koru! derler" (Bakara- 201)Zaman bu dünya hayatında yaşayanlar için söz konusudur. Vefat edenler açısından zaman mefhumu diye bir şeyden söz edilemez. Dolayısıyla Kur'an'ın dilinde ve ilminde kabir hayatı ve ölülere dua diye bir şey yoktur. Birçok Allah Elçisinin oğlu Elçi olduğu halde ana babasına dua ederken "ölmüş anne babama" demez.Gerçekten çok ilginç,Neden Kur'an'ın hiçbir ayetinde ölüler adına hayır yapılacağına ve dua edileceğine dair bir tane ayet geçmez?Bu konu Şia ve Ehli Sünnet dininin Kur'andaki İslam ile hiçbir ilgilerinin olmadığını gösteriyor
16 Eylül 2021 Perşembe
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(6.YAZI) 6-) Gerçek şu ki, kafir olanları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir;(vahye) iman etmezler.(Yani onlar için birdir ama senin için bir değildir.Sen tebliğ ettikçe Allah katında manevi derecen ve mükafatın artacaktır) 7-) (Küfürleri dolayısıyla) Allah onların kalplerinin ve kulaklarının üstünü mühürlemiştir. Onların gözlerinde de (hakkı görmeye engel) bir perde vardır. ve onlar için azim( azametli) bir azap vardır.(Yüce Allah vahiy'den bağımsız olarak hiç kimsenin kalbini mühürlemez. İnsanlar ciddi anlamda Kur'anla karşılaştıktan sonra yani vahyin mesajı onlara açık olarak ulaştıktan sonra iman ederlerse hidayeti, iman etmezlerse özgür irâdeleriyle hayatlarını vahye kapatmış ve sapkınlığı hak etmiş olurlar) (Yoksa insanların iradeleri üzerinde Allah'ın yaptırım gücü bulunmamaktadır. İşte bundan dolayı bu durum yani dinde zorlama Nebi ve Resüllere de yasaklanmıştır) 8-) İnsanlardan bazıları da vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe iman ettik derler. Fakat onlar gerçekte mümin değillerdir.9-) Onlar güya Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendi nefislerini aldatırlar ama işin şuurunda değillerdir.10-) Onların kalplerinde bir maraz (hastalık) vardır. Allah da onların hastalıklarını arttırmıştır. Yalanlamalarından dolayı onlar için elim bir azap vardır.(Aslında kalplerinde olan hastalığı tedavi etme imkanları vardır.Sadece yüce Allah'a teslim olacak, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa iman etmeyecekler Kur'an'ın dilinde "yalanlama" dil ile yapılan bir şey değildir) Esas yalanlama inanç, ahlak, fiil ve karakterle ilgili bir durumdur.Yani Kur'an'ı dinde tek hüküm kaynağı kabul etmeyenler, Kur'an'ın yanında başka kitaplara iman edenler, Allah'ın âyetlerini yalanlamış olurlar) 11- Onlara (münafıklara) yerde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz sadece ıslah edicileriz" derler.12-) Şunu bilin ki, onlar ifsad edicilerin ta kendileridir, ama işin şuurunda değillerdir.13-) Onlara:" İnsanların iman ettiği gibi sizde iman edin" denildiğinde "Biz hiç sefirlerin (akılsızların- beyinsizlerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!" derler. Dikkat edin, onlar sefihlerin ta kendileridir fakat bunu bilmezler"14-) (Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıklarında "Biz de iman ettik" derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: "Biz sizinle beraberiz, biz onlarla sadece istihza( alay) ediyoruz derler"---------------------------------------------(İBLİS - ŞEYTAN - ŞEYÉTİN (ŞEYTANLAR)İblis: Kur'an'da Adem (a.s) bağlamında geçer.Adem kıssası dışında iblis kelimesi sadece bir âyette geçmektedir.(Şuara- 95)Yani iblis kelimesi, bir âyet dışında Adem (a.s) a secde etme bağlamında geçmektedir.Secde emrine olumsuz yanıt verdikten sonra iblis, "şeytan" sicil ve damgasını alıyor.Artık bundan sonra o iblis değil, şeytandır.Ve kiyamet gününe kadar insanın duygu ve düşüncesinde var olacak olan iblis değil, şeytandır.İblis, sadece Adem ile eşine düşman iken, şeytan bütün insanlara düşmandır.Şeytan sapkınlığı, beşer masumiyeti, insan ise hem günah ve sorumluluğu, hemde takva ve güzel ahlakı temsil ediyor. Adem ve eşinin çıkarıldıkları özel bahçe ise, cenneti sembolize etmektedir. "Şu ağaca yaklaşmayın" emri, "vahyi" temsil ederken, iblisin "vesvese etmesi" ise, uydurma din adamlarının "rivayet" ve "ictihadlarını" temsil ediyor. Kur'anda bulunan "sihirbaz" kelimeleri uydurma din adamlarını sembolize ederken, "sihir" kelimesi ise, insanları Allah yolundan engelleyip onunla aldattıkları uydurma dinin "hadis, ictihad ve mezhepleri"ni temsil etmektedir. "Küfür" ve "şirk" şeytan vesvesesinin din adamlarında ete kemiğe bürünmüş şeklidir. Yani gerçek dünyada manevi ve zihinsel şeytanlar değil, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen şeytanlaşmış din adamları ve mezhep âlimleri hayata hakimdir. Kur'anda geçen "şeceretel-mel'ûnete" "mel'un şecere" (ağaç), "şirk ve küfrü, Allah adına iftira ve yalanları, din adına aldatma ve ihanetleri, Allah'ın âyetlerini gizleme ve her türlü kötü amelleri" sembolize ediyor. Kur'ana baktığımızda iki tür şeytanın var olduğunu görüyoruz.1-) Adem (a.s) bağlamında anlatılan simgesel, zihinsel yani sanal şeytan (iblis)2-) Kiyamet gününe kadar insanların inanç ve fikirleri üzerinde güç ve iktidarları sürecek olan, uydurma din adamlarında ete kemiğe bürünmüş gerçek şeytanlar.Simgesel olan şeytanın yani cin şeytanının insanlar üzerindeki etkisi çok zayıftır.(Nisa-76) Sanal şeytanın iman edenler üzerinde hiç bir hakimiyeti yoktur.Onun güç ve hakimiyeti kendisini veli edinen ve onu Allah'a şirk koşanlar üzerindedir.(Nahl-100) Esas güçlü ve saptırıcı bilgileriyle etkili olanlar, insan şeytanları yani din adamlarıdır.Cin ve insan şeytanlarına örnek bir âyet."De ki: İnsanlarin Rabbine sığınırım; insanların melikine, insanların ilâhına. Hannasın (şeytanın) vesvesesinin şerrinden O (şeytan) ki insanların göğüslerine vesvese verir.Cinlerden ve insanlardan olanına"Nas-1/6)İnsan, sapkınlıktan yani şirk ve küfürden hidayete dönüş fırsat ve kabiliyetini tamamen kaybedince adı ister Ali, ister Veli, ister iblis olsun, artık o "şeytan" sicil ve damgasını almış sayılır.Esas etkili olanlar, şeytanı temsil eden ete- kemiğe bürünmüş, insan şeytanlarının inanç ve fikirde yaptıkları tahribattır. Genellikle şeytan kelimelerinin tekil olarak geçtiği âyetler zihinsel, simgesel ve sembolik şeytanla ilgili iken, çoğul geçtiği yerlerde ise, gerçek hayatta var olan insan şeytanlarını yani uydurma dinin âlimlerini anlatmaktadır."Şeytan" kelimesinin geçtiği âyetlerde inanç ve fikirde şeytani bir zeka ve akıl varken, "şeyétin" (şeytanlar) yani çoğul olarak geçtiği âyetlede ise, gerçek anlamda şeytani inanç ve fiillere sahip din adamlarının etkinliği vardır)
15 Eylül 2021 Çarşamba
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(5.YAZI) BAKARA SÜRESİ Medine'de nazil olmuştur.286 âyettir.Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla.1-) Elif. Lam. Ra.2-) İşte o kitap (Kur'an) onda (rayb) şüphe yoktur. O muttakiler (sorumluluk bilincine sahip olanlar) için hidayettir.Yani din bakımından diğer kitaplar şüphelidir ve insanları hidayete ulaştırmazlar. 3-) Onlar gayba (Allah'a- ahiret gününe) iman ederler. Salat'ı ikame ederler, kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.Yani onların infak ettikleri şeyler kendilerine verdiğimiz rızıktan yapılmaktadır.Çünkü göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır.(Bakara- 116, 255, 284; Âli İmran- 109, 129, 189; Nisa- 126, 131, 132, 170) Aslında Allah tarafından kullanılmak yani yüce Allah ile fakirler arasında bir vasıta ve köprü olmak en büyük şereftir. Bunun değerini bilmek, cimri olmaktan uzaklaşmak gerekir. İnsan kendini bir vezneci olarak görürse, cimrilik belasından kurtulabilir. 4-) Yine onlar sana indirilene (bime ünzile ileyke) ve senden önce indirilene (vemé ünzile min kablike) iman ederler.5-) İşte onlar, Rablerindan gelen bir hidayet üzerindedirler ve felâha (kurtuluşa) erenler de ancak onlardır. Dördüncü âyette bulunan "yü'minüne bimé ünzile ileyke vemé ünzile min kablike" (sana ve senden önce indirilene iman ederler) cümlesi, Allah tarafından indirilmeyen hiç bir şeye iman edilmeyeceğini açık olarak ortaya koymaktadır.Allah'tan indirilen şeye iman edilir. Âyetin arka planında kalan manası budur. Bu konuda şu âyet çok önemlidir. "İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın âyetleridir. Artık Allah'tan ve O'nun âyetlerinden başka hangi hadise (söze) iman edecekler?" (Casiye-6)İNFAK, SADAKA VE ZEKAT Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "infak" ve "sadaka"nın maldan verilen bir hayır, "zekât" ise, arınma anlamında kullanıldığını görüyoruz."Onların mallarından sadaka al; bu sadaka ile onları nifaktan temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin.--Ve onlar için salât et çünkü senin salât'ın onlar için sükünettir. Allah işitendir, bilendir)(Tevbe-103) Konu ile ilgili diğer bir âyet şöyledir."Kad efleha men zekkéhé" "nefsini arındıran kurtulmuştur"(Şems- 9)Aşağıdaki âyetler vahyin arındırma özelliğine dikkat çekiyor.(Ey Nebi!) "Sana Musa'nın haberi geldi mi? Mukaddes tuva vâdisinde Rabbi (olan Allah) ona şöyle seslenmişti. Firavun'a git! Çünkü o çok azdı."Fekul hel leke ilé en tezekké"Deki: "Arınmayı ve seni Rabbinin yoluna iletmemi istermisin? Böylece sorumluluk bilincine sahip olursun"(Naziat-15,16,17,18)Tevbe, güzel ahlak ve istiğfardan sonra sadaka ve infak olarak her ne verilirse maddi ve manevi zekata ulaşılmış, yani kişi arınmış ve temizlenmiş olur.İnfak ve sadaka, maddi güç, akıl ve ilmi birikimi olan bir kişinin, bu maddi güç ve ilmiyle Kur'an'ın ortaya koyduğu ilkeler doğrultusunda dinde sadakatini ve imanda samimiyetini gösterme açısından bir arınma bedeli ve kötülüklerden temizlenme karşılığı olarak yerine getirilmesi gereken önemli bir farziyettir."Veseyücen-nebuhel etkâ ellezi yü' tî mélehû YETEZEKKÉ" "Arınmak için malını hayra veren takva sahibi ateşten uzak tutulur) (Leyl-17,18)Şimdi sadaka ve zekâtın, Kur'an'da hangi anlama geldiğini çok açık olarak gösteren,Tevbe süresinin 103. âyetin bağlam ve bütünlüğüne bir bakalım.Bu âyetlerde, nifak ile iman arası bir çizgide gelgit yaşayanlar için yüce Allah şöyle buyuruyor. "Çevrenizdeki bedevi Araplardan Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz.Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir"(Tevbe-101)"Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler, salih bir ameli diğer kötü bir amelle karıştırdılar. Allah onların tevbelini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayan pek merhamet edendir"(Tevbe-102)"Onların mallarından sadaka (arınma bedeli) al; bununla onları (nifak günahlarından) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve olanlara yardım et, destek ol. Çünkü (bir Nebi ve Resul olarak) senin desteğin onlar için bir sükunettir. (onlara imanda güç verir, yatıştırırsın ) Allah işitendir bilendir"(Tevbe-103)Yani ey Nebi! Nifak belasından tam olarak temizlemek için, tevbe ile pişman olduktan sonra, kalplerinin rahat etmesi ve huzur bulmaları açısından, samimi olduklarını ortaya koymak adına onlardan sadaka alarak arındırırsın" İşte Kur'an, "tezkiye, tezekké, yetezekké" yani zekatı "arınmak" olarak adlandırmıştır. Kur'an'da geçen bütün"zekat" kavramları, "arınma" anlamına gelmektedir.Zekât kelimelerinden önce bulunan "ve étü" fiili'nin "é" si, uzatılmayacak olursa, yani, "ve etû" veya "ve'tû" olmuş olsaydı, mana " zekâta gelin, arının" anlamına gelecektir.Ama yine de" ve étü" fiili, "verin" anlamına gelebildiği gibi, "zekâta gelin, arının" anlamına da geldiğini söyleyebilirim. Mesala, bu konuda örnek bir âyete bakalım."insanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir riba, Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını isteyerek arınmak üzere verdiğiniz (hayra) gelince işte (hayır yapan) o kimseler, evet onlar sevaplarını ve mallarını kat kat arttıranlardır"(Rum-39)Kur'an'a baktığımızda Nübüvvet makamına sahip olan Nebiler'den bütün insanlara kadar herkesin arınma ve temizlenme ihtiyacının var olduğunu görüyoruz. Nebi ve Resüller için, şirk, küfür, nifak ve cimrilik söz konusu olmadığı için, onların zekata (arınmaya) ulaşmaları vahyi tebliğ, dua ve istiğfar ile olmaktadır. Zekat, Nebi ve Resüller için arınma, mukemmel bir ahlaka ve olgunluğa ulaşma olurken, müminler için şirk, kötü ahlak, hurafe ve ve her türlü batıl inançlardan kurtulma olmaktadır. Nebi ve Resüller, infak etmede zorlanmazlar, çünkü Allah'a olan bağlılıkları çok güçlüdür. Nebi ve Resüller, Allah indinde temizlenmiş bir ahlaka ve inanca sahiptirler. (Meryem-12)Nebi ve Resüller, her zaman Allah'a verdikleri sözü yerine getirerek infak etmede güçlük çekmez, gönül hoşnutluğu içinde büyük bir sadakatle Allah yolunda infak eder, sorumluluk bilincine sahiptirler" (Enbiya-90)Vahiy, Nebi ve Resülleri, başta küfür, şirk, nifak olmak üzere, kibir, cimrilik, haset gibi hastalıklardan korumuş ve onları zekata ulaştırmıştır. Yani onların imanlarını ve kalplerini şek ve şüphelerden arındırıp temizlemiş ve sadece Allah'a teslim olanlardan etmiştir. (Bakara-131, 132, 133)Kur'an'a göre, dünya hayatında sağlık ve âfiyete "birr" ancak infak ile ulaşılabilir. "Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infak etmedikçe "birre" eremezsiniz. Her ne infak ederseniz Allah onu hakkıyla bilir"(Âli İmran-92)Demek ki, Allah indinde makbul olabilmesi için sevilen şeylerden infak edilmesi gerekmektedir.Yani manevi temizlik ve arınma, tevbe ve pişmanlıktan sonra maddi fedakarlık olan infak ve sadaka ile elde edilecektir. Kur'an'a baktığımızda manevi olarak yani şirk ve küfür gibi günahlardan kurtulma yolları, 1-) "İhlas, (dini Allah'a özel kılma) (Hicr-40; Sâd-83) 2-) "Takva, (sorumluluk bilincine sahip olma yani sadece Kur'an'da var olan emir ve yasaklarla yetinme) (Kasas-83; Bakara-197; Âraf-26; 156; Muddessir-56; Â) 3-) İslam, (Allah'ın emirlerine kayıtsız şartsız teslim olma, dinde onun kitabına ortak koşmama) (Âli İmran-19, 85, 102)4-) "İhsan, (İslam ahlakına sahip olma)(Bakara-195; Âli İmran-134; Mâide-85; Âraf-56; Tevbe-120) 5-) "Sabır, (Kur'an düşmanı kafir ve müşriklerin sözlerine ve eziyetlerine karşı dayanma) din ve hüküm olarak Kur'an'ın tek kaynak olduğundan taviz vermeme.(Bakara-153, 249; Enfal-46) 6- "İnfak, salih amellerin içinde ise, en büyük kurtuluş aracı infak olarak karşımıza çıkmaktadır. "Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve şefaat bulunmayan gün kiyamet gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infak edin. Gerçekleri inkar edenler zalimlerin ta kendileridir"(Bakara-254)İNFAK İLE SADAKANIN ARASINDAKİ FARKİnfak, "gece gündüz, yani "her zaman" (Bakara-274) "küçük büyük" (Tevbe-121) her türlü hayrı kapsarken, sadaka ise, özel durumlarda (Tevbe-103; Mücadele-12) verilmesi gereken bir bedeldir. Dolayısıyla infak etmenin yeri ve zamanı yok iken, sadakaların yeri ve zamanı geldiğinde yapılan mâli bir hayırdır. İnfak, hem mü'minlerin Allah rızası için yaptıkları bir hayır, hem kafirlerin kendi din ve davaları için yaptıkları bir harcama iken, (Enfal-36) sadaka sadece müminlerin yaptığı bir hayırdır. İnfak kavramı, yüce Allah bağlamında da kullanılmaktadır.Yani Allah da infak eder.(Mâide-64)İnfak ibadetinde bire karşı, yedi yüz kat ile karşılık sevap varken, (Bakara-261) sadakalarda ise kat kat (Bakara-276) sevap vardır. İnfak gizli yapılması gereken bir hayır iken, (Bakara-270) sadakalar durum ve ortama uygun gizli olarak da, açık bir şekilde de verilebilir.(Bakara-271)Dolayısıyla infak, az veye çok herkesin kendi gücüne göre yapması gereken bir hayır iken, (Tevbe-121) sadaka ise, yeri ve zamanı belli olan hayır anlamına gelmektedir. İnfak, beş sınıf insana verilmesi gerekirken, (Bakara-215) sadakalar ise, sekiz sınıfa verilmesi emredilmiştir.(Tevbe-60)Dolayısıyla anne, baba, kardeş ve akrabalara zekat verilmez diye bir şey yoktur.PEKİ İNFAK VE SADAKA KİMLERE VERİLECEKTİR? Kur'an, zekâtı anlatırken, "ne kadar verileceği, neyden verileceği ve kimlere verileceği ile ilgili hiç bir detaydan söz etmemesi ve hiç bir ayrıntı vermemesi gerçekten çok önemlidir. Kur'an'da neden zekat kavramlarının önünde bulunan "ve étü" fiili "verin" anlamında değil de, "gelin" anlamına gelmektedir? Mesala: "ve étuz zekéte" ifadesine "zekatı verin" değil de, "arının, arınmaya gelin" gibi bir mana verilmesi gerekir. Çünkü âyetlerin büyük çoğunluğunda "ve étü" denildiği hâlde, hiç bir âyette ne verileceği? Neyden verileceği? Kimlere verileceği? ile ilgili hiçbir hüküm bulunmamaktadır.Fakat "infak" ve"sadakalar" için, ne verileceği, ne kadar verileceği ve kimlere verileceği ile ilgili her şey mevcuttur.Kur'an'da "ve'tü" fiiline, "gelin, getirin, girin" anlamı verilen âyetler de mevcuttur.(Bakara-189; Yusuf-93; )Zekât, "...Müşrikler için şirk ve küfürden arınmak ve âhirete iman etmektir..."(Fussilet- 6,7 )Zekat "...İslam'a ve Müslümanlara karşı kin ve nefretten, dine karşı savaş ve mücadeleden uzaklaşmak tevbe etmektir..."(Tevbe-5)"Zekat, bütün toplum ve bireyler için din ve hüküm olarak sadece Allah'ın âyetlerine iman etme, takva ve rahmete ulaşmaktır" Zekat, iman edenlere karşı düşmanlıktan vazgeçerek, kin ve saldırılardan arınmaktır"(Bakara- 10-11) Zekat, "dünya malından ve zinetinden, cahiliye âdetlerinden kurtulmak suretiyle Allah ve Resulü'ne itaat ederek, Kur'an'ın hikmeti üzerinde tefekkürle arınmaktır"(Ahzab-33)Bazı insanları cömertlik ve sadaka arındırır.Bazılarını güzel ahlak ve edep arındırır. Bazı insanları tevhid ve ihlas arındırır.Fakat insanları batıl dinlerden, şirk ve hurafelerden arındıran en önemli şey Kur'an'dır.Bakara-151; Âli İmran- 164; Cuma-2) İnsanları şirk ve küfür pisliğinden Allah'ın âyetleri gibi, hiç bir şey temizleyip arındıramaz.Sünniler ve Şiiler, hadis kaynaklarından ve batıl mezheplerden arınacak.Cemaat mensupları, liderlerinden ve öğretilerinden arınarak Allah'ın kitabına dönecekler.Tarikat ve tasavvuf ehli, evliya ve ilahlara kulluk etmekten İslam'la arınacaklar.Nurcular Kur'an'a dönerek, Said Nursi ve Risale-i Nur Külliyatından arınacak.Dolayısıyla Kur'an ilim ve hikmetinin, ahlak ve edebinin hâkim olmadığı toplum gerçek anlamda hiçbir zaman temiz olamaz, maddi ve manevi kirlerden arınamaz.İNFAK "Sana (Allah yolunda) ne (kime) infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Maldan infak ettiğiniz şey, ana- baba, yakınlar, yetimler, fakirler ve yol çocukları için olmalıdır. Şüphesiz Allah yaptığınız her şeyi bilir"(Bakara-215)SADAKALAR "Sadakalar, Allah'tan bir farz olarak ancak, fakirlere, miskinlere, üzerinde çalışanlara, gönülleri İslam'a ısındırılacak olanlara, özgürlükleri için mücadele edenlere, borçlulara, Allah yolunda olanlara, yol çocuklarına mahsustur. Allah herşeyi bilen, hikmet sahibi olandır"(Tevbe-60)Sonuç olarak: İnfak : "...Gece gündüz..." (Bakara-274) "... küçük büyük..." (Tevbe-121) "..kazanılan mallardan..." (Bakara-267 ) "...topraktan çıkartılan rızıklardan ..." (Bakara-267) bir hayır olduğu için mal, ilim, güzel ahlak, akıl, zeka, güç gibi, maddi ve manevi her şeyden yapılan bir yükümlülüktür.Sadaka: Belirli zamanlarda ve özel durumlarda, insanın samimiyet ve sadakatini ortaya koyan mâli bir ibadettir. (Tevbe-103; Mücadele-12)Zekat; Başta tevbe ve pişmanlık olmak üzere, güzel ahlak ve sağlam bir iman ve Allah'a teslimiyetle her türlü şirk, küfür, nifak, cimrilik, kibir gibi, maddi ve manevi kirlerden arınmak demektir. Zekat: Mal, inanç, ahlak ve düşünce yani insanın nefsiyle ilgili bir temizlenme ve arınmadır.(Tevbe-103; Tâhâ-76; Fâtır-18; Necm-32; Âlâ-14; Leyl-18; Naziat-18)Zekâtın verilen bir şey değil, arındıran bir şey olduğunu şu iki âyet ortaya koyuyor."Ve seyücennebuhel etkâ- ellezi yü'ti méléhû yetezekké" "Arınmak için malını hayra veren takva sahipleri ondan (ateşten) kurtulur"
14 Eylül 2021 Salı
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (68.YAZI) "Sayın yorumcular! Haklısınız diyanet hanif dini uygulamıyor.Bunlar Ehli Sünnet denilen Emevi ve Abbasilerden gelen uydurma dini uyguluyor.Cumhuriyet döneminden önce de aynı din uygulana gelmiş.Camilerin bir kısmı tarikatların istilasına girmiş durumda.Yapılacak işlem nedir? Diyaneti, tarikatları, cemaatleri kapatacak yiğitler ufukta görünmüyor.Bunların camilerine gitmeyeceksiniz, hatta cuma günü bile gitmeyeceksiniz. Kur'an'da var olan hanif İslamı toplantı ve panellerle anlatmak gerekiyor. Selam Olsun Kur'an'ı okuyup hayatına uygulayanlara"Saygılar"(Feyzullah Selcuk "Diyanet, İlâhiyât Fakültelerı, İmam Hatip Okulları ve Kur'an Kursları İsraftır" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------"Kardeşim, emeğinize sağlık, teşekkürler! İnanıyorum ki, bir gün insanlar gerçekleri arayacak ve Kur'an'a döneceklerdir! Bazı dostlar kabul etmeseler bile; bizim en büyük eksiğimiz aydınların, sol kesimin ve sosyal demokratların dinden uzaklaşması ve cahillerle aynı değerler üzerinden mücadele edeceğine; ”ne haliniz varsa görün” mantığıyla hareket ederek dini, cahil, yobaz, sorgulamayan, aklını kullanmayan, soru dahi sormayı ahlaksızlık kabul eden kesime bırakmalarıdır. En büyük eksiklik aydın ve sosyal demokrat kesimin Kur'an'ı okumaya ikna edilmemesi!Bana göre, Kur'an’ın tarif ettiği özgür birey modeline en uygun kesim bunlardır! Zaten okusalar, sorgulayacak, aklını kullanacak ve yanlış olan kesimleri açığa çıkaracak ve gerçeğini söyleyeceklerdir. Kur'an’ın 1400 sene önce ortaya koyduğu hakları bu arkadaşlar dünyada canları pahasına savunmuşlardır. Padişahım çok yaşa modunda değiller.Kardeşim! Mesela, “kader” güzel anlatılınca herkesin anlıyacağı bir konu, uydurmacıların ve atalar dininin nasıl yanlışlar içerdiğine güzel bir kanıt! Çok uzatmayacağım, amacım okuyuculara bir şeyler hatırlatmak ve zihin jimnastiği yapmaktır! Herkesi Kur'an'ı anlayarak okumaya davet ediyorum, sevgiler ve teşekkürler!(Hüseyin Bostan "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------Değerli hocam!Kur’an’a ihanet tarihi 10.yazıyı çok beğendim lezzetli idi.Bir kardeşim sol cenahın bunları okuması gerektiğini anlatmaya çalışmış, kendisini müslüman sananlar okumuyor.Benim çocukluğumda İslam'ın şartı elli iki idi, sonra otuz iki, sonra ine ine beşe kadar düştü. Hal böyle olunca, İslam'ı "elif, lam mim" den "minel cinneti vennas" cümlesine kadar farzı beşe indirirseniz karşınıza böyle birnesil çıkar.Hocam! Allah sizden razı olsun. Biz yine de vahiy diyeceğizİnşaallah Almanya" (Ibrahim Serin- Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Mezheb" "gidilen yol" demektir. Kur'an'dan başka mezhebe tabii olmak şirktir. Bu âyetler sirk olduğunu söylemektedir.Sadece kuran bütündür, diğerleri parçadır.Dinlerini bölüp gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir alâkan yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.(En'am-159)Hep birlikte Allah’ın himayesine sığının; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız. (Âli İmran-103)(Abdurrahman Dalyan- "Diyanet, İlâhiyât Fakültelerı, İmam Hatip Okulları ve Kur'an Kursları İsraftır" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"Ali Aydın!Bunlar Taliban zihniyeti hocam, hiç bir farkları yoktur. Neymiş efendim Süleyman (a.s) kafir bir toplumla teslim olma savaşı vermiştir.Onlara gore biz kafiriz, katlimizde vacip ve bunu islam diye yaşıyorlar ya, işleri güçleri Allah'a ve Resüllerine iftira atmak, yobazın olmadığı her yer cennettir bana" (Mustafa Karakaş- "Allah Hiç Kimseye Zulmetmez" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Biz yüce Allah'ın "İşte bu kendisinde, hiç şüphe bulunmayan kitap" dediğine iman ederiz.Kur'an bize yetmez mi ? Kur'an harici bilgiye itaat eden muhlis kul olamaz"(Hüsamettin Aktas- "Kur'an'a İhanet Tarihi'" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Müslümanım diyen bir kişinin en büyük hatası, islâm adına edindiği din anlayışını Kur'an'ın mihengine vurarak sorgulamamış olmasıdır.Daha kötüsü: İslam adına din edindiklerini sorgulamadığı gibi, kendilerine bu çağrıyı yapan muvahhidleri "Kur'an sapığı" diyerek suçlamalarıdır.Allah sizden razı olsun sayın hocam. Selam ve muhabbetle..."(Şaban Kıvrak- "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum) --------------------------------------------------------"Değerli hocam!İzahını çok net yaptığınız konuyu daha evvel hadis kitaplarındaokuduğumda anlayamamıştım.Ne zaman ki, Kur’an’ı okudum işte o zaman anladım.Bunların ne kadar yıkıcı birer şer kurumları olduklarını sizin kur’an’a ihanet yazılarınızdan birinci yazıdan on birinci yazıya kadar okudum. Bizi bilgilendirdiğiniz için Rabbimden size sıhhat ve selamet diliyorum" Daha evvel şöyle bir sıralamaokumuştum1-) Kur'an'da yoksa, 2-) sünnette yoksa, 3-) icma'i ümmette yoksa, 4-) kıyası fukahada yoksa5-) din alimleri gibi"(Ibrahim Serin "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEALİ (4.YAZI) "İbadet" kelimesi, dilimize Arapça orijinali ile girmesine rağmen kök anlamı olan "kulluk etme" konusundaki insanın inanç ve fiilleriyle ilgili asıl anlamını büyük oranda kaybetmiş ve sadece belirli bir takım ritüel, ayin ve davranışlar için kullanılan bir kavram haline dönüşmüştür.A-b-d kök fiilinin mastarı olan ibadet kelimesi, "kulluk yapmak" anlamına gelir.Bu anlam bir insanın kayıtsız- şartsız teslim olmasını ve itaat etmesini ifade eder.İbadet'in dini terim olarak anlamı ise, "kulun Rabbine karşı yani yaratanı tarafından verilen tüm görevleri kayıtsız-şartsız kabullenip yerine getirmesi" demektir.Her şeyin yaratıcısı olan yüce Allah, yarattığı kulları için belirlediği inanç ve yaşam tarzını kullarına çeşitli şekillerde bildirmiş ve en son olarak bütün bu emirleri Kur'an'da toplamıştır.Öyleyse "ibadet" halk arasında yaygınlaştığı gibi, ezberlenmiş, bilinçsizce tekrarlanan üç-beş ritüeli yapmaktan ibaret değildir."İbadet" yüce Allah'ın kulluk öğretisi olan Kur'an'da inanç ve amellerle ilgili vermiş olduğu görevlerin tümünü içine almaktadır.Âyetlerde geçen "ellé te'budu illallâh" Allah'tan başkasına ibadet etmeyin" cümlesi bunu ifade eder. Hal böyleyken, yüce Allah'ın Kur'anda vermiş olduğu görevlerin yüzlercesini göz ardı edip, ümmi halk arasında bilinen şekliyle "İslamın şartı beştir" gibi, rivayetlere sarılmak doğru bir İslam algısı değildir.Çünkü inanç ve ibadet öğretisi olan Kur'an'daki her emir ve yasak her öneri birinci derecede önemli bir görevdir..İslam dininde tevhid inancı yani "lé iléhe illallâh" "Allah'tan başka ilâh yoktur" cümlesi haricinde sloganlaşmış, herhangi bir şart ve kabul olmayıp, İslam'ın tek şartı din ve hüküm olarak sadece Allah'a yani kitabına teslim olmaktır. Allah'a teslim olmak ise, Kur'an aracılığıyla gönderdiği emir ve yasakların tümünü kabul edip uygulamaktır.Fatiha, bütünüyle üzerinde tefekkür edenlere ibadetin ruhunu üflemektedir.İbadetin ruhu ise, Allah sevgisini O'nun azamet ve kudretini, O'na olan umudu kalplere yerleştirebilmektir: Yoksa ezberlenmiş belli hareketlerden meydana gelen yahut bazı fiillerden uzak durmayı gerekli kılan, dilin ve organların hareketlerinden ibaret olan şeyler değildir.Dikkat edilirse Fatiha'da salat ve hükümleri, oruç ve günleri gibi hükümlere değinilmeden sırf ibadet zikredikmiştir.Müslümanlar daha henüz bu sözü edilen şekli ibadetler ile yükümlü tutulmadan, ibafetler Kur'an'da bir anlamda etraflıca açıklanmış, bununla ilgili hükümler daha nazil olmadan önce işte bu şuur verilmiş, onların bu şuura erdirilmeleri amaçlanmıştır.Bununla şu gerçek ortaya konuyordu: Belirli hareket ve şekillerden meydana gelen şekli ibadetler, tevhid ve güzel ahlaka ulaşmanın araçlarıdır, ibadetin ruhu ise tefekkür ve ibrettir. İstiâne: İstiâne ile nasr (yardım) arasında şöyle bir fark vardır. İstiâne sadece Allah'tan istenirken,(Bakara-45, 153; Âraf-128) "nasr" hem Allah'tan hemde insanlardan istenebilen bir yardım çeşididir.(Âli İmran-81; Âraf-153; Enfal-72; Tevbe-40; Muhammed-7)İstiğâse ise, açlık, kıtlık ve hayati tehlike gibi zor şartlardan kurtulmak için "imdat-istimdat" türünden Allah'tan ve gücü yetenlerden yardım dileme anlamına gelmektedir. (Yusuf-49; Kehf-29; Enfal-9: Kasas-15)Nimet: Nimet kelimesi ve türevleri Kur'an'da 122 defa geçmiş ve genellikle Nübüvvet, Risâlet, din, iman, kitap, vahiy, kurtuluş, özgürlük, zenginlik, ganimet, genişlik, refah, emniyet, sağlık, selamet, bolluk anlamına gelmektedir. Nimet, Allah tarafından Âdemoğullarına verilen maddi- manevi değerlerin tümünü ifade etmektedir.Nimet ile meta kavramları arasında bulunan farklar.Nimet Allah'a izafe edilirken, meta, dünyaya izafe edilmiştir.Nimette bolluk ve bereket varken, metanın az bir geçimlik olduğu vurgulanmıştır.(Nisa-77)Nimet tamamen Allah vergisi iken, meta, insanın kendi elinin kazancı olarak geçmektedir.Bir ayet haricinde (Ahzab- 37) kalan âyetlerde insanların birbirlerine yardımları nimetlendirme olarak değil, meta anlamında olan "yararlandırma ve geçindirme" olarak geçmektedir. (Ahzab-47, 53; Bakara- 236, 240) Fatiha 6. âyette geçen "Allah'ın nimetlendirdiği kimselerin" "Nebiler, sıddıklar şahitler ve salih kulların" olduğunu, Nisa-69. âyette görüyoruz. "Kim Allah'a ve Resül'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine nimetlerde bulunduğu Nebiler, sıddıklar, şâhitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır" Risâlet bir misyon yani vahyi tebliğ etme görevi olduğu için bu dünya hayatı ile sınırlıdır. Fakat Nübüvvet takva ve ihlas makamı olduğu için âhirette de devam edecektir. (Tahrim-8)Yani Nebi (a.s) aynen müminler gibi vahye tâbi olmak zorundadır. (En'am-106; Ahzab-1,2; Yunus-15,109; Ahkaf-9)Fakat Resül, sadece vahyi tebliğ etmekle yükümlüdür. (Mâide-67)Kur'an'da ğadab (kızgınlık) kelimesi, maddi- manevi işlenen günahlar için yüce Allah ve Musa (a.s) bağlamında kullanılılır. (Âraf-150,154; Tâhâ-86)Ğadab (kızgınlık) kelimesi, sadece bir âyete insanlar bağlamında kullanılmıştır. (Şura-37)Dâllin ise, sadece vahiy'den yani İslam'dan habersiz veya şirk sapkınlığı içinde bulunanlar için kullanılan bir kavramdır. Sırat'ı müstakim: En geniş manasıyla yüce Allah'ın dosdoğru yolu olan vahiy anlamına gelmektedir. Sırat'ı müstakim ifadesi, Kur'an'da Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılan kavramlardandır. Allah bağlamında geçtiği âyet. "...Şüphesiz benim Rabbim sırat'ı müstakim üzerindedir" (Hud-56)Vahiy bağlamında geçtiği âyetler. (En'am-153; Mâide-16)Resül bağlamında geçtiği âyet. (Şura-52)"Bizi sırat'ı müstakime hidayet eyle" hangi anlama geliyor? Fatiha süresi ilk indirilen süre olduğu için, "Ey Rabbimiz! Vahiy indirerek hidayetimizi arttır, bizi vahiy nimetinden mahrum etme " anlamına gelmektedir. Çünkü hidayet ile sapkınlığın tek göstergesi vahiy'dir. Yani vahiy'le karşılaşmadan hiç kimse mümin, Müslüman, kafir ve müşrik olamaz. İnsanlar vahiy'le karşılaştıktan sonra bu sıfatları hak ederler. Dolayısıyla yüce Allah vahiy'den bağımsız olarak yani dua ile hiç kimseye hidayet ve sapkınlık vermez (Sebe-50; Bakara-159)Sebil, Sırat ve Tarik Kavramları Sebil, hem Allah'ın yolu (Araf-82)hem de tağut'un yolu olabilen (Nisa- 76) yani salih insanların gittiği yol olabildiği gibi, ğayyi yani çiğ, olgunlaşmamış ham insanların yolu da olan yani her kesimin ve herkesin gittiği, çok geniş, kapsamlı, genel yol anlamına gelmektedir.Sebilin çoğulu, "sübül"dür.Sebil, maddi ve manevi yol anlamına geliyor.Kur'an'da genel olarak kullanımı "sebililléh" (Allah'ın Yolu) olarak geçmektedir. Sırat, özel yol anlamına gelir.Kur'an'da genellikle "sırat-ı müstakim" (müstakim yol) sevé'is sirat" (düz yol) (Sâd-22) "sırâtu Rabbike" (Rabbinin yolu)(En'am- 126) "sıratil Azizil Hamid" (Aziz ve Hamid olan Allah'ın yolu) İbrahim- 1; Sebe- 6)"sırâtân seviyye"(düz ve pürüzsüz yol)(Meryem-43; Tâhâ- 135)"sırâtil Hamid" "Hamid olan Allah'ın yolu" (Hac- 54)"Sıratil cahim" (cahimin yolu) Tarik ise, sebilin zıttı olup geniş ve kapsamlı olmayan, belli bir kitleye ve belli bir yere giden özel ve dar yol anlamına gelmektedir. Sebil kavramı Kuran'da 170 yerde geçerken, sırat 45, tarik ise 7 yerde geçmektedir. Fatiha da geçen kavramlar"Allah, Rahman, Rahim, Rab, âlemin, hamd, mâlik yevmiddin (âhiret- hesap günü) ibadet, istiâne! yardım) hidayet, sırat-ı müstakim, nimet, ğadab,(kızgınlık) sapkınlık (şirk)
13 Eylül 2021 Pazartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEALİ (3.YAZI) "RAHMAN" VE "RAHİM" İSİMLERİ"Rahman" ismi Mekke'de inen sürelerde daha yoğun olarak geçmektedir.Medine'de indirilen sürelerin sadece ikisinde "Rahman" ismi geçmektedir.(Bakara-163; Haşr-22)Bunun en önemli sebebi yüce Allah'ın Rahman isminin müminlerden daha çok, müşrik ve kâfirleri cezalandırmaya yönelik bir isim olduğu içindir.Rahman ismi sadece dünyaya yönelik bir isim iken, Rahîm ismi sadece müminler için, hem dünya hem de âhirete yönelik bir isimdir."Rahman" Allah ismi gibi özel bir isimdir. Yani Rahman ismi Allah'a özel bir isim olduğu için O'ndan başkasına izafe edilemez.Mesela:Kur'an'da "Rahmanın Kulları,(Furkan-63) eğer Rahmanın çocuğu olsaydı,(Zuhruf-81) Rahmanın yanında kulluk edilecek ilahlar kılmış mıyız?"(Zuhruf-43) gibi cümleler, Rahman isminin Allah ismi gibi özel bir isim olduğunu gösteriyor.Allah ismi gibi, müşriklerin Rahman ismini bildikleri ve onu kabul ettikleri görülüyor.(Meryem-88; Enbiya-26; Yasin-15; Zuhruf-33)Esmaü-l Hüsna (Allah'ın güzel isimleri) arasında Allah ismi gibi Rahman ismi de sadece Allah için kullanılmaktadır.Fakat Rahim ismi Allah'a özel olmadığı için Resul bağlamında da kullanılmıştır. (Tevbe-128)Yani Resul (a.s) müminlere karşı merhametli olduğu gibi, müminler de birbirlerine karşı merhametlidirler.(Fetih-29)Rahim sıfatının türevleri, Kur'an'da müminler için de kullanılmıştır.(İsra- 24; Hadid- 27; Beled- 17)Kök itibâriyle Rahman ismi ile Rahim ismi birbirlerinden farklıdır.Aynı cümlede yan yana gelmiş olmaları da ayrı manalara geldiklerini göstermektedir." Ve ilâhınız tek bir ilâhtır. O'dan başka ilâh yoktur. O Rahman'dır Rahim'dir"(Bakara-163)Yani Allah'ın Rahman ismi, Rahim ismi gibi "rahmet" kökünden türetilmiş değildir. Rahman ismi, aynen Allah ismi gibi, zatına yönelik bir isim iken, Rahim ismi Allah'ın fiillerine yönelik bir isimdir.Rahman ismi, daha çok haşyet (korku) ve cezalandırmaya yönelik bir isim iken, Rahim ismi tamamen rahmet, merhamet ve acıma ile ilgilidir.Çünkü Rahman ismi, aynen Allah ismi gibi, "korku, azap, müşrikleri cezalandırma" bağlamında geçmektedir. (Meryem-45; Yasin-23)"Rahmet" kelimesi, bir çok âyette lefzatullah yani Allah lafzı ile birlikte kullanılırken, hiç bir âyette Rahman ismi ile beraber kullanılmaması dikkat çekicidir.Yani Rahmet kelimesi, Rahman ismi ile ses benzerliğinden başka hiçbir yakınlığı yokturRahman ismi, müşriklere ve zalimlere yönelik uyarıcı anlamda kullanılır iken, "Rahim" ismi ise, istiğfar, hidayet ve tevbe yolunda olan müminlere yönelik olarak geçmektedir. Rahman ismi, iman ve itikada bakan bir isim iken, (Râd- 30; Tâhâ- 90; Meryem- 87, 88, 93; Enbiya-36; Furkan 60; Zuhruf- 20, 33, 36, 45)"Rahim" ismi, tevbe, istiğfar ve tevekkül gibi ameller ve fiillere dönük bir isimdir.(Bakara- 37, 54, 128, 160; Tevbe-104, 118; Yusuf- 98, Hicr-49; Şura-5; Zümer-53) "Esmâ ul-Hüsnâ' (Allah'ın güzel isimleri) arasında bulunan Rahman ismi, sadece Allah ve Rahim ismi ile beraber geçerken (Fatiha- 3; Bakara- 163; Haşr-22; Fussilet-2; Neml-30)Rahim ismi, "Tevvab" (tevbeleri kabul eden) Bakara-37, 54, 128, 160; Tevbe-104, 118)"Ğafur" (Yunus-107; Yusuf- 98; Hicr- 49; Kasas-16; Sebe-2; Zümer-53; Şura-5; Ahkaf-8)"Aziz" (Şuara-9, 68, 104, 128, 140, 159, 175, 191, 217; Rum-5; Secde-6; Yasin-5; Duhan-42)"Berr"(Tur-28) isimleriyle birlikte geçmektedir.Kur'an'da öyle muhteşem bir sistem kurulmuş ki, "Rahim" ve "Tevvab" isimlerinin birlikte geçtiği âyetlerde, tevbe ederek durumlarını düzeltenler hakkında geçerken, "Ğafur" ve "Rahim" isimlerinin birlikte geçtikleri âyetlerde, yalnız müminlerin inanç ve amelleri anlatılmaktadır.Yani "bağışlanma" ve "merhamet olunma" sadece müminlerle ilgili bir durumdur."Aziz" ve "Rahim" isimlerinin birlikte geçtiği âyetlerde, genellikle Resüllerin kavimleri yani onlara iman eden ve inkar edenler anlatılıyor.Bunun anlamı, "Aziz" olan Allah müşriklerden intikam aldı, "Ğafur" sıfatıyla müminleri korudu, kurtardı, bağışladı ve merhamet etti" demektir.Aynı şekilde "Rahman" ismi de Kur'an'da aynen "Aziz" ismi gibi kafirleri cezalandırma ve zalimlerden intikam alma anlamında kullanılmaktadır.Dolayısıyla kök olarak Rahman isminin rahmet fiili ile bir bağlantısı yoktur.Kur'an'da Rahman ismi, Rahim ismiyle bağlantılı olarak geçmez. Rahman ismi, Rahmet tecellisinden daha çok Allah'ın zatı ile ilgili bağımsız bir kullanım alanı mevcuttur. "Rahmet" fiili, Allah kavramı ve Rab sıfatıyla bağlantılı olarak geçerken, hiçbir âyette Rahman ismine bağlanmamıştır. Mesela: "Rahmetallâhi" (Allah'ın rahmeti),(Âli İmran-107)"Rahmetin minallâhi" (Allah'tan bir rahmet olarak),(Âli İmran-159 "Min rahmeti rabbihi" (Rabbinin rahmetinden),(Hicr-56)"Rahmetin min rabbike"(Rabbinden bir rahmet olarak) (İsra-28) "Rahmete Rabbi" (Rabbimin rahmeti),(İsra-100)"Rahmetun min Rabbi"(Rabbimden bir rahmet olarak),(Kehf-98)Rahman ismi gökler, yer, canlı-cansız yani dünyadaki bütün varlıkları kapsarken, Rahim ismi, dünyada ve âhirette sadece müminlere yönelik bir isimdir.(Ahzab-43) Rahman ismi, Allah ismi gibi daha çok varlıkları yaratma ve idare etmeye yönelik iken, Rahim ismi, onları besleme, büyütme, esirgeme, acıma, nimet verme, merhamet etme, tehlikelerden koruma ile ilgili bir isim ve fiildir. Kur'an'a baktığımızda, "Rahman" ismine, rahmet değil, azap ve cezalandırmanın izafe edildiğini görüyoruz. "Babacığım!Rahman tarafından sana azap dokunup da şeytanın velisi olmandan korkuyorum" (Meryem-45)Bu arada Kur'an'da "Rahman" ve "Rahim" isimlerini araştırırken, ilginç bir şey daha dikkatimizi çekti.Âhirette bulunan cehennem azabı Allah'a izafe edilmemektedir.Yani insanlar inanç ve fiilleriyle, cehennem azabını dünyada kendileri satın alırlar.Âyetler: "Bu azap, kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Allah kullarına asla zulmetmez"(Âli İmran-182)(Rablerinin huzuruna) kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar. (Onlara) ancak yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz!" denir"(Neml- 90)"O günde azap, onları hem üstlerinden hem ayaklarının altından saracak ve Allah onlara yaptıklarınızın cezasını tadın diyecektir" (Ankebüt-55)(O gün onlara şöyle diyeceğiz) "Bu güne kavuşmayı unutmanızın cezasını şimdi tadın bakalım! Doğrusu bizde sizi unuttuk; yaptığınız amellerden ötürü ebedi azabı tadın!"(Secde-14)Sonuç olarak:Allah'ın rahmeti her şeyi kuşatmışken, (Âraf-156) yüce Allah yaratıklara merhamet etmeyi kendine gerekli kılmışken, (En'am-12) mahlukata azap etmeyi kendine gerekli kılmamıştır. Azap etme adalet gereğidir.
11 Eylül 2021 Cumartesi
KUR'AN'I MÜBİN'İN MEALİ (2.YAZI) Kur'an'ın İndiriliş Amacı:"Deki: Onu, Ruhu'l-Kudüs( Mukaddes Ruh-Allah) iman edenlere sabat vermek, sebatlı kırmak, Müslümanlara (sadece Allah'a yani kitabına teslim olanlara) hidayet ve onlara müjde vermek için Rabbin'den hak ( bir amaca yönelik olarak) indirdi"(Nahl-102) "...Bu kitabı sana, her şey için bir açıklama (tibyenen likülli şey'in) bir hidayet ve (kendini sadece Allah'a yani kitabına teslim eden) Müslümanlara bir müjde (büşra) olarak indirdik"(Nahl-89)"Bu (Kur'an) bütün insanlara bir açıklama (beyénun linnesi) takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür" (mevizetün) (Âli İmran- 138)"İşte bu (Kur'an) kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice tezekkür etsinler diye insanlara gönderilmiş bir bildiridir" (belâğun linnési) ( İbrahim-52)"Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt (mevizetün) gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir"(Yunus- 57) FATİHA SÜRESİKur'an'ın ilk suresi olduğu için "açılış yapan, açan" anlamına gelen "Fatiha" denilmiştir.Mekke'de nazil olmuştur.Fatiha süresi aslında altı âyettir. Fakat ehli sünnetin müfessir ve müctehidleri Hicr süresi 87. âyette bulunan "seb'a meseniy" (yedi tekrarlanan) kelimesinden maksadın Fatiha süresi olduğunu söylemişlerdir.İşte bu yorumdan dolayı altı âyet olan Fatiha süresini yedi âyete çıkarmışlardır.Hicr süresi 87. âyet şöyledir. "Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi meséniyi ve azim Kur'an'ı verdik" Onlar şöyle düşünmüşlerdir. "Fatiha namazda sürekli olarak tekrarlanan bir süre olduğu için bu âyet onunla ilgilidir" İşte bu yorumdan dolayı aslında altı âyet olan Fatiha süresine başındaki besmeleyi ekleyerek yedi âyet yapmışlardır. Halbuki Fatiha'nın başında bulunan besmele ile diğer sürelerin başlarında bulunan besmeleler arasında hiçbir fark yoktur.Eğer Fatiha'nın başında bulunan besmele âyetse, diğer sürelerin başlarında bulunan besmelelerin hepsi âyettir.Fatiha süresinin başında bulunan besmele âyet değilse, hiçbiri âyet değildir. Dolayısıyla zorlama bir yorumla 6 âyet olan Fatiha'yı yedi âyet yapmak doğru değildir.Hicr süresi 87.ayetinde bulunan "seb'a meséniy" (yedi tekrarlanan) ifadesi, "Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, bir konunun Kur'an'da tekrar edilmesi, bazen yedi çeşit anlatımla çözüme kavuşturulması" anlamına gelmektedir. Kur'an'da Bulunan Ana Konuların Fatiha'nın İçinde Bulunması: Göklerde ve yerde süren ilahi yasalar (sünnetullah) ister yaratma ister vahiy alanında olsun, Yüce Allah'ın bir şeyi önce kısa ve öz olarak ortaya koyması, ondan sonra aşamalı olarak o şeyin ve konunun açılımını sağlaması şeklindedir.İlahi hidayetin tecelli etmesi, aynen bir ağacın tohumundan neş'et etmesi gibidir.Tohum ilk başlangıç itibariyle bir hayat nüvesidir ve o nüve ağaç için gerekli olan her özü ve özelliği bünyesinde barındırır, sonra çimlenir ve yavaş yavaş büyümeye başlar. Sonunda koskoca bir gövde ve ondan taşan dallara sahip bir ağaç halini alarak, çiçeklerden sonra meyve verecek hale gelir.Aynen bunun gibi Fatiha süresi de Kuran'da yer alan ana konuların özeti gibidir. Kur'an'da yer alan ana konular sonuç itibarıyle Fatiha süresinin öz olarak içerdiği esasların açılımından ibarettir.Kur'an'ın İndirilmesinde Şu Amaçlar Gözetilmiştir.1-) Tevhid: Her ne kadar bazıları sözle tevhid iddiasında olsalar bile, "gerçekte insanların çoğunluğu Allah'a olan imanlarına şirk karıştırırlar"( Yusuf- 106)2-) Kur'an'ın emirlerine tâbi olan ve onun yolundan giden müminlere güzel bir sonuç müjdesi verir, emirlerine isyan edenlere de kötü bir akibetle uyarır. 3-) Tevhidi, insanın içine işleten, derinliklerine yerleştiren ve gönüllerde onu diri tutan kulluğun canlandırılması.4-) Nebi, Resül ve iman edenlerin kıssaları:Yüce Allah'ın belirlediği sınırlara riayet edip, hanif dinin ortaya koyduğu hükümlerle amel edenler ile sınırlara tecavüz eden ve Allah'ın hükümlerine karşı yüz çevirenlerin başlarına gelenlerin kıssalarının anlatılması ve bu yolla salih kulların takip ettikleri yoldan gidilmesinin sağlanması, insanlık tarihinde geçerli olan ilâhi yasaların(sünnetullâh) öğrenilmesinin sağlanması. Kur'an'ın içerdiği konular anahatarıyla işte bunlardır.Bunlar insanın hayatını garanti altına alan, dünya ve ahiret mutluluğunu temin eden önemli değerlerdir. Fatiha süresi, bu temaları hiçbir şüpheye yer bırakmaksızın özet olarak bünyesinde toplayan bir süredir. RAHMAN ve RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLAFATİHA SÜRESİ MEALİ 1-) Hamd âlemlerin (insanların) Rabbi Allah'a Özeldir. 2-) Rahman'dır, Rahim'dir. 3-) Din gününün mâlikidir (tek sahibidir) 4-) Yalnız sana ibadet (kulluk) ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. 5-) Bizi sırat-ı müstakime hidayet eyle.6-) Nimete erdirdiğin kimselerin "sırâtallezine en'amte aleyhim) gazaba uğrayanların ve sapkınların yoluna değil. "HAMD" İLE "ŞÜKÜR" KAVRAMLARIKur'an'da insanın elinin ulaşamadığı yani gücünün dışında kalan nimetler için "hamd" (övgü) kavramı kullanılmıştır. "Hamd gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. (Bunca âyet ve delillerden) sonra kâfir olanlar hala (ilahları) Rableri (olan Allah) ile denk tutuyorlar"(En'am-1)"Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan her şey O'nu hamd ile tesbih eder. O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, halimdir bağışlayandır"(İsra-44)Aynı zamanda Kur'an, cennete giriş, cehennem azabından kurtuluş ve birer manevi nimet olan İslâm, tevhid, iman, hidâyet gibi kavramlar içinde şükür değil, hamd kavramını kullanmıştır."İman edip salih ameller yapanlara gelince, imanları sebebiyle Rableri onları nimet dolu cennetlerde, alt tarafından ırmaklar akan saraylara erdirir. Onların oradaki duaları"Allah'ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!" (sözleridir) Orada birbirleri ile karşılaştıkça söyledikleri ise "selam"dır.Onların dualarının sonu da şudur. Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur"(Yunus-9,10)"Onların mükâfatı, içine girecekleri adn cennetleridir. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Orada giyecekleri elbiseleri de ipektir. (Cennette şöyle) derler: Bizden her türlü tasayı gideren Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayan şükrün karşılığını verendir" (Fatır-33,34)"Cennette onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Ve onlar şöyle derler: "Hidayetiyle bizi bu cennet nimetlerine kavuşturan Allah'a hamd olsun! Allah bizi (vahiy'le) hidayete iletmeseydi kendiliğimizden hidayeti bulacak değildik. Gerçekten Rabbimizin Resülleri hakkı getirmişler" Onlara: İşte size cennet; yapmış olduğunuz amellere karşılık ona varis kılındınız diye seslenilir"(Âraf-43) Kur'an'da göklerin ve yerin yaratılmasında "hamd" kavramı kullanılırken,(Fatır-1; Sebe-1; Rum-17,18; Lokman-25)İnsana verilen kalp, göz, kulak gibi nimetler için "şükür" kavramı kullanılmaktadır.(Nahl-78; Müminün-78; Secde-9; Mülk-23)"Hamd" kavramı, yüce Allah'ın sonsuz güç ve kudretini temsil ederken, "şükür" ise, Allah'ın nihayetsiz rahmet ve merhametini temsil ediyor."Hamd" dil ile ve sadece Allah'a yapılması gereken bir emir iken, (Neml- 59, 93; Ankebut- 63) "şükür" ise fiil ve amellerle hem Allah'a hemde ana- babaya yani insanlara da yapılan bir görevdir.(Lokman-14)Kur'an'da yüce Allah'ın "hamid" sıfatı "ğani" yani zengin sıfatıyla birlikte geçerken, "şekür' sıfatı "gafur" yani "bağışlayan, mağfiret eden" ile birlikte geçmektedir.Dolayısıyla hamd, dış dünya ile ilgili bir kuvvet ve kudret olurken, şükür, insanın iç dünyasıyla yani yaşadığı hayat ve çevre şartlarıyla ilgili bir durumdur. Hamd canlı nansız bütün varlıklar ile ilgili bir tesbih iken, (İsra-44) şükür, sadece insanlarla ilgili bir amel ve önemli bir ibadettir.Hamd, yüce Allah'ın zatına yönelik iken, şükür, fiile yönelik bir özellik arz eder.
10 Eylül 2021 Cuma
MEAL ÇALIŞMAMIZ (1.YAZI) Rahman ve Rahim olan Allah'ın İsmiyle. Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah'a Özeldir. "Rabbim! İlmimi arttır..." (Tâhâ-114)"Ey Rabbimiz! Seni tesbih ederiz. Bize (vahiy sayesinde) öğrettiklerinden başka ilmimiz yoktur. Sen her şeyi bilen alim, herşeyi hikmetli yapan hakimsin" dediler. (Bakara-32)Bizi meal yazmaya teşvik eden sebepler.Tevhid akidesinin, yani hanif dinin, yani İslam'ın, yani İhlas'ın (dini Allah'a özel kılmanın) önemini ortaya koymak.Kur'an'da var olan kavramların orjinallerini korumak.Gelecek nesiller için Kur'an kavramlarının korunması, hayati öneme sahiptir Çünkü doğadaki canlıların oluşturdukları yaşam dengesi ve göklerde bulunan yıldızların konumu gibi, Kur'an'da var olan kavramların bir sistematiği ve ince bir hesabı mevcuttur.Bu kavramlarla oynama, onları yerinden kaydırma ve onları tahrif etme, Kur'an'ı anlamsız bir metin haline getirecektir.Bu meselenin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyma bakımından iki örnek vermek istiyorum. 1-) "itaat" ve "ittiba" kavramları"itaat" işitilen sözü kayıtsız şartsız kabul etmek yani işitme organı ve kalple tasdik iken, "ittiba" ise o söze tâbi olmayı yani uymayı ve yaşamayı temsil etmektedir. "itaat etme" sadece Allah ve Resül'üne yapılması gereken bir emir iken, "ittiba" sadece vahye ve Resül'e yapılması gereken bir emirdir. Peki neden Kur'an'da "itaat" Allah bağlamında geçerken "ittiba" Allah bağlamında geçmemiştir? Çünkü Allah somut bir varlık değildir. Allah'a tabi olunamaz, itaat edilir. Sistem mükemmel bir şekilde dizayn edilmiştir. "İman, itaat ve ittiba" kavramları birbirine bağlı ve birbirini tamamlayan kavramlardır. 2-) "fakir" ve "miskin" kavramları: Kur'an'a baktığımızda, "fidyeler, keffaretler ve yemek yedirme" miskin bağlamında geçmektedir. Halbuki fakirin maddi durumu miskinden daha düşüktür. Kur'an'ın dilinde "fakir" "yabancı, garip, evsiz, yurtsuz kşmseler" için geçerken, "miskin" "bilinen, tanınan, nerde olduğu belli olan, bir şey verilmek istenince hemen bulunan, fakat geliri giderini karşılayamayan kimseler" hakkında geçmektedir. Dolayısıyla "fakir" ve "miskin" yerine kullanılan "muhtaç" ve "yoksul" kelimeleri inşa edilen ilâhi sistemi darmadağın ediyor. İşte yüce Allah bu kavramları öyle yerlerde kullanmış, öyle bir sistem inşa etmiş ki, Kur'an'ın onun kelamı olduğunu ve metninin tahrif olmadan bize kadar geldiğine bu kurulu kavramlar sistemi sayesinde öğreniyor ve kayıtsız şartsız iman ediyoruz Nebi ve Resul'ün arasında bulunan farkları ortaya koymak.Bu o kadar önemli ki, Nebi ve Resül'ün arasında var olan farkların bilinmesinden dolayı binlerce uydurma hadis ve paralel dinler ortaya çıkmıştır.Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünün önemini açıklamak.Bir çok âyette Resül kavramının Kur'an anlamına geldiğini dolayısıyla Resül kavramının hadislere değil vahye eşit bir değere sahip bulunduğunu ve vahiy kadar önemli olduğunu göstermek. Bu meal çalışmamızda Yüce Allah'ın yardımından sonra muvahhid arkadaşların dualarına büyük bir ihtiyacımız vardır.Arkadaşların katkı ve önerilerini bekler, hatalarımızın düzeltilmesini rica ediyoruz. Allah yardımcımız olsun KUR'AN'DA BİR KONUYU ANLAMADA PRENSİPLERŞia ve Ehl-i Sünnet âlimleri uydurma hadis ve yalan ictihatlarla Kur'an'ın anlamını tahrif ettiklerinden ötürü aslında apaçık olan bir çok konu anlaşılmaz hale gelmiştir.İşte bu yüzden Kur'an ehli muvahhidlerin bazı gerçekleri açıklamaları bir zaruret halini almaktadır. Dinin tek kaynağının Kur'an olduğu yani "Din= Kur'an" olduğu hiç bir zaman unutulmamalıdır.Kur'an'ın Allah kelamı olduğu ve bizim tevhid dinini anlamamız için indirildiğini de devamlı aklımızda tutmak zorundayız.Konular, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde düşünülmeli ve bu şekilde çözümlenmelidir.Bir kere Kur'an'ın anlaşılması için Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların bilinmesi hayati bir öneme sahiptir.Bir konuyla ilgili Kur'an'da geçen ne kadar âyet mevcut ise, o âyetler siyak ve sibaklarıyla ele alınmalıdır. Kur'an'ın her türlü ihtilaftan koruma altında bulunduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak Kur'an kesinlikle yeterli bir kaynaktır.Kur'an'ın bir yerinde geçen bir konunun, bir fikrin Kur'an'ın başka bir yerinde geçen bir konuyla çelişmeyeceğini kesin olarak bilmeliyiz.Çünkü Kur'an âyetleri aynen galaksilerin ve yıldızların konumları gibi Allah tarafından mukemmel bir sistem (hikmet) üzerine indirilmiş ve birbirlerine bağlanmıştır."Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim (sistem) üzere açıkladığımız bir kitap getirdik"(Âraf- 52)Kur'an'da yer almayan bir konunun, dinde de yer almayacağı kesin olarak anlaşılmalıdır. Mesela:Kur'an'da "zihar keffareti, yemin keffareti, hata olarak adam öldürme keffareti" bulunduğu halde, "oruç kefaretinin" bulunmaması bunun dinde yerinin olmamasını gerekli kılar. Bu prensibi uygulayınca dine ilave edilenlerin %90 dan fazlasından kurtuluruz.Zor ve karışık bir konu ile karşılaştığımızda, samimi olarak Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul eden, aklını kullanan ve üzerinde tefekkür edenlerle çözmeliyiz.Bu kişilerin ihlas sahibi olmaları, önyargılardan uzak bulunmaları ve dinin Kur'an ile tamamlandığını kabul etmeleri şarttır. Üzerinde düşünerek ve önyargılardan arınmış olarak Kur'an'ı okuduğumuz zaman, bir âyeti anlama adına aklımızda ortaya çıkan soruların başka âyet yada âyetlerle cevap bulup, açıklanıp, detaylandırıldığını görüyoruz.Dolayısıyla Kur'an'ı anlamanın ilk kuralı, onu canlı bir organizma gibi kabul edip, yine Kur'an'a sormak olacaktır.Evet Kur'an tıpkı canlı bir organizma gibidir.Kendi bağlam ve bütünlüğü içinde yer almayan bir şeyi bünyesine kabul etmeyecektir.İster meal, ister ictihad, ister kavram değişikliği, ister tefsir, ister tahrif olsun herhangi bir şekilde kendisine dışarıdan eklenen yabancı maddeleri, vahiy ehli muvahhidlere "Bu bana ait değildir, bu yalandır, bu bana yabancıdır, bu bana aykırıdır" inanç ve anlayışını verecektir.Burada en önemli şart, vahiy ehli muvahhidlerin güzel ahlak sahibi olmaları, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmemeleridir. Zaten bu değerli ilkeler olmazsa Kur'an'ın inceliklerini anlamaları mümkün olmayacaktır. Kur'an'ın metni kavramlar sistemiyle yani hikmetle kendini koruma altına almıştır.Fakat Kur'an'ın dili olmadığı için muvahhidleri kendine tercüman ediyor.Yani Kur'an kendi adına onları konuşturur, kendine sözcü eder, onlara güç ve kuvvet, özgür irade ve cesaret verir.Konuşma, müdafaa, savunma ve mücadeleyi ise, sadece ve sadece Kur'an'ı tebliğ eden muvahhidler yapar.
"POSTACI" SÖZÜ (2.YAZI)Gelenekçiler bırakın Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, bırakın Kur'an'ın bir sisteme sahip olduğunu,bırakın Nebi ile Resulün arasında bulunan farkları, daha Allah'ın kitabını üstün körü olarak da olsa anlayamamışlardır.Ön yargı ile yaklaşan Kur'an'dan hiçbir şey anlayamaz.Yani şimdi siz Kur'an'ın yanında Buhari'nin hadislerine, Celaleddin-i Rumi'nin mesnevi'sine, Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Marifetnâmesine, Said Nursi'nin Risale'i Nur Külliyatına, F Gülen'in din anlayışına Diyanet'in Kur'an cahili vaizlerine, tarikatların şeyhlerine iman ederseniz,Kur'an size karşı tüm kapılarını kapatacaktır. Çünkü Kur'an kendisine karşı oluşturulan hiçbir ortağı kabul etmez.Kur'an, kirli, pis, paslı, müşrik bir zihne gelip yerleşmez.Temiz, hâlis, arı duru ve aydınlık olmayan bir mekanda Kur'an'ın işi olmaz.Akllarını temiz ve saf olarak tutmayanlar Kur'an'ın kapısından içeri giremezlerDolayısıyla bu mezhep taklitçiliği ve taassubu içinde boğulan hurafeciler,Kur'an'ın ortaya koyduğu Resül kavramını hiç bir zaman anlayamazlar.Bırakın Resül kavramını, bunların"müçtehid" olarak gördükleri ağa babaları bile Allah'ın kitabına inanmamış, tevhid düşmanı ve Kur'an cahili mukallitler olarak tarihe geçmişlerdir.Resülleri Kur'an'dan ayıranlar küfrün önde gidenleridir. "Allah'ı ve Elçilerini inkâr edenler ve Allah ile Elçilerini birbirinden ayırmak isteyip"Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız"diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu, İşte gerçekten kafir olanlar bunlardır.Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır"(Nisa-150, 151)Akıllı mümin, Allah Elçilerini, indirilen vahiy'den öğrenen kişidir.Çünkü hayatı, edebi, mücadele ve ahlakı Kur'an'da anlatılan Resul (a.s) iman edenlere örnek olarak gösterilmiştir."Andolsun ki, Resülüllah, (Allah'ın Elçisi) sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnektir"( Ahzab- 21)Bir düşünün, neden Muhammed (a.s) ın şahsiyeti ve Nebi makamı değil de, Resül (a.s) örnek olarak gösterilmiştir.Elçilerin bütün bağlantıları vahiy ile kuruludur.Allah'ın Elçileri Kur'an'dan bağımsız olarak anlaşılamazlar.Elçileri Kur'an'ın dışına çıkarmak onlara yapılacak en büyük hakaret olacaktır.Günümüzün gelenekçilerinin, Kur'an ehli muvahhidleri lekelemek ve iftira etmek maksadıyla,Allah'ın Elçisi için kullandıkları bu uydurma "postacı" sözcüğü, bizzat kendileri tarafından icat edilmiş bir hurafedir.Yani bu tabirin mucidi, ataların dinine körü körüne bağlı olmaya davet eden rivayet tapıcılarıdır.Aslında, bu konuyu, vahiy ve Resüller tarihi zemininde değerlendirdiğimiz zaman hakkı apaçık olarak görmüş olacağız.Esasen bu haksız eleştirinin sahipleri yani Ehl-i Sünnet din adamları ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlere kayıtsız şartsız tâbi olanlar, Allah Resulü'nü sadece Kur'an'ın değil, hayatın dışına da atmışlar dır. Bu müfteri din bezirganları, Allah Resülü konusunda, Kur'an ehli muvahhidleri itham ederek, bile bile hakkı gizlemek ve doğru yolu eğri göstermek gayesiyle kilise engizisyoncularının Allah Resulü İsa (a.s) aleyhinde sergiledikleri iftira ve apaçık cehaleti tekrar hayata geçirmektedirler.Onların bu çirkin ahlak ve bozuk inanç yapıları sayesinde Allah'ın ve tüm lânet edicilerin lânetine maruz kalmaktadırlar. Cahiller şu sorunun cevabını vermek zorundadırlar.Allah'ın Elçilerini hayattan uzaklaştırmak, onları vahyin ölçüleri içinde sağlıklı olarak övmek yüzünden mi vücut bulur. Yoksa onları şirk geleneğinin yüceltmelerine malzeme yapmak yüzünden mi?BİZ MUVAHHİDLER İKİ NOKTANIN ALTINI ÇİZİYORUZ.1-) Tarihin hiç bir zamanında Kur'an ehli muvahhidler Allah'ın Elçileri için "postacı" sözcüğünü kullanmamışlardır.Kullandığımızı varsayalım:2-) Allah'ın postacılığını yapmak, vahyi tebliğ etmek, Allah'ın temsilcisi makamında bulunmak, canlı vahiy ve konuşan Kur'an olmak, Kur'an'a eşit bir değere sahip olmak küçümsenecek bir görev, hafife alınacak bir sıfat mıdır?Şirki tevhid akidesine bulaştırarak, rivayetlerle şeytanın postacısı olanların bu soruya cevap vermeleri gerekir.Ümmi, saf, ilimsiz ve aldatılmış bu milletin inançlarını ve duygusallığını sömürmenin getirisi alçaklık ve cehennem azabından başka bir şey değildir.
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(66.YAZI) "Herkes dürüstçe önce kendini sorgulasın.Kur'an'ı düşünüp akletmeden, soruşturup araştırmadan hiç kimse "ben Müslümanım elhamdülillâh" demesin ve boşuna da kelime'i şahadet'e güvenip kendini kandırmasın.Kur'an'ı anlamak istemeyenin şahitliği nasıl oluyor ?(Oğuz Berk "Allah Hiç Kimseye Zulmetmez" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------"... Can kardeşim!Sen hiç aynaya bakmamışsın, empati yapmıyorsun ve aklını da kullanmıyorsun! Hiç bir laik ve demokrat, senin dediğini yani küçük kız çocuğu ile evlenmeyi ve yaşamayı savunmaz. Ama maalesef Kur'an kurslarında, cemaat ve tarikatların yurtlarında bu işler oluyor. Senin gibiler bunu bile görmez. Mısır’da da zengin Araplar için “yaz gelinleri” vardır ve bir kaç aylığına para karşılığı alınır, kullanılır ve yaz bittimi işleri biter! Afganistan’daki bu çirkin gelenek ve kötü ahlak çok açıktır ve herkesin bildiği bir olaydır. Sen aklını kullanacağına ve gözünü açacağına, sana öğretilen şeyi yani laiklere saldırmayı marifet sayıyorsun! Unutma bu ülkede ve dünyada Allah’ın 1400 sene önce verdiği insan haklarını o laik ve demokratlar sağlamıştır.Kral, padişah, sultan, emir ve ağalar hiç değil, tersine insanlara zulüm etmişlerdir.Ama siz bunu bile anlamayacaksınız, çünkü aklınız kirada! Sevgiler" (Hüseyin Bostan- "Allah Hiç Kimseye Zulmetmez" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Sayin Hocam!Bu anlattıklarınızı başka birisi anlatsaydı, inanmam mümkün değildi.Ama siz anlatınca inandım ve cok üzüntü duydum. Gercekten insan okurken kanı donuyor. Sayın Ali Hocam! Selamlar, saygilar sunuyorum" (Nejdet Yasar "Allah Hiç Kimseye Zulmetmez" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Herkes şunu görsün. Rabbimiz Kur'an'da resulleri örnek yapmış. Sonra da inananlara resüle itaat ve yardım etmelerini emretmiş. Resül'e her inanan itaat ve yardım etmek zorunda. İman edenlerde nebi ahlakı bulunacak.Nebi ahlakı nasıl olur? Rabbimiz bu konuyu da Kur'an'da uzun uzun açıklamış ve örnek kılmıştır. Şimdi sorun/dert nerede?Dert adı Müslümanların Kur'an'ı din edinmemesinde. Dinleri onları hidayete erdiremiyor. Kur'an, akıl, bilgi, doğruluk, iyilik, adalet dinidir. Dosdoğru yoldur. Bu sapkınların da, bizdeki sapkınların da ortak noktası aynıdır. Yani Kur'an, yolları, dinleri, hüdaları değildir.Olmadıkça da maalesef Allahın lâneti ve azabı toplumun üzerinden eksilmeyecek. Kur'an'ı din edinmeyen her kişi ve toplum sapkınlık içindedir. Dâllindir. Her zaman illa ki sapkınlık cinsellikte olmaz.Ticarette, ibadette, insan haklarında, Allah haklarında, fıtratta ve birçok konuda olabilir. Mesela:Şia'nın Ali'ye ilahlık vasfetmesi, Sufilerin hulul dinleri, Sünnilerin Kur'an'ın bin katı olan hadisleri din edinmeleri gibi. İmkanı yok, bütün bu saydıklarım sapmaya ve Kur'an cahili kalmaya mahkumdurlar. Kur'an'ı din edinmeyen müşriktir"(Sehim Güney Saygıdeğer "Allah Hiç Kimseye Zulmetmez" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Kur'an'ın ahlakı olmayanca, Kur'an'dan baska yollara sapma olunca, kendine Allah'ın yolu olan Kur'an dışında bir din arayan hiç kimseden yüce Allah böyle bir din kabul etmeyecegini beyan ediyor.(Âli İmran-85) Yüce Allah kullarinı Kur'an'ın müstakim yoluna yani kendi hidayetinden başka hidayet olmayan vahyine ittifakla uyup itaat etmeye davet ediyor. (Bakara-120; En'am-153,15; Âraf-3)Ama sen kendini helak etsende insanların çogunlugu Allah'a şirk koşmadan iman etmeyeceğini ortaya koyuyor. (Yusuf-103, 106; Şuara-3; Kehf6) Yeryüzünde en aşağılık mahlukların aklı olup düşünüp, idrak etmeyen, aklını başkasına ipotek edip beyinsizlik edenlerin üzerlerine pisliklerin çetin azabını yağdıracagını haber veriyor. (Enfal-22; Yunus-100) Ve Allah adına yalan uyduran iftira edenlerden daha zalim kim vardır? buyuruyor.(En'am-21,93; Hud-18; Ankebut-68; Secde- 22; Saf-7)Bunlarin hepsi kitapsız dinden kaynaklıdır.Zira Kur'an mehcur edildi.(Furkan-30) Resülün canli Kur'an örnekligi,(Ahzab-21) "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol..."(Hud-112; Şura-15)Bu azınlığın da azı, gerçek muttakiler dışında kimsenin umursamadıgı acı bir gerçektir.Ali hocam!Bataklıkları kurutmak için indirilen Kur'an tek başına hepimize güzel ahlak, yol- din - şeriat olup resül'e gerçekten itaat edip, âyetlere ittifakla sarılmadıkça felah yok.! Dini sadece Allah'a halis kılmak, tevhid, haniflik, ancak Kur'an'ı tek başına dine ve her işimize kılavuz edip, irşadı, murşidliği, nuru ile en hayırlı ilim ve hayat ancak onun furkan oluşu iledir.Aklı ve kalbi tertemiz edip, mumeyyiz hale getirecek, yaratılışı islami fıtrata erdirecek, itidal ve denge üzere vasat bir hale, güzel ahlaka büründürecek, herkese selam olacak tek kitap kur'an dır.Tağut ve bağylerin yollarından Allah'ın yoluna iltica ederim.Allah'ın yolunda en büyük cihad Kur'an ile yapılan cihad olduğunun (Furkan-52) bilinç ve gayesiyle bunları yazdım.Selam ve dua ile Ali Hocam"(Asım Kurucu "Allah Hiç Kimseye Zulmetmez" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------"Hiç kimse gelen göçmenlerin inancından, kültüründen, örfünden, adetinden ve bizim topluma ne gibi olumlu ve olumsuz etkilerinin olacağını dile getirmiyor. Olaya sadece maddi yönden bakıp öyle değerlendiriyorlar.Ali Hocam!Allah sizden razı olsun.Çok yerinde ve zamanında güzel bir paylaşım olmuş.(Mehmet- "Allak Hiç Kimseye Zulmetmez" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------Yüce Allah ile insanları aldatan, uçkur düşkünü, Lut (a.s) kavminin kalıntılarını görünce, atalar dininin ne kadar gereksiz vede çağ dışı olduğunu bir kez daha görüyoruz! Tek dinin hanif İslam dini olduğunu, tek kaynağın da Kur'an olacağının kanıtı ve teyididir bu yaşanılan rezillikler.(Yilmaz Akyuz "Allah Hiç Kimseye Zulmetmez" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------! "En basitinden yalan hadisleri doğru imiş gibi sunup Kur'an'ı eksik gösterip onları din zannettirmeşler. Mesela:Öğüt almamız gereken Kur'an'ı arapça bize dayatıp Kur'an'dan uzak bir nesil yetiştirmişler.Mesela:Nebi- Resul farkıını bize anlatmayıp ikisi aynı şeymiş gibi Kur'an'da geçmayen "peygamber" demişler.Say say bitmez, ama bunlar yeterli herhalde"(Osman Karaöz "Allah Hiç Kimseye Zulmetmez" adlı yazıya yaptığı yorum) ---------------------------------------------------------"Çucukluğu ve gençliği Afganistan'da geçen, Sovyet işgalinde Abd,ye giden bir büyükelçinin oğlu, yazdığı kitaplarla Afganistan gerçeğini anlatıyor. "Uçurtma Avcısı, Dağlar Yankılandı ve Bin Muhteşem Güneş" bu üç kitap âdeta birbirini tamamlıyor. Kız ve erkek çocuklarının çektikleri çile.O iğrençliği okurken ağlamamak mümkün değil, kendime gelemiyordum. Afgan gerçeği mutlaka okunmalı.(Pir Hoca "Allah Hiç Kimseye Zulmetmez" adlı yazıya yaptığı yorum)
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(67.YAZI) "KUR'AN KURSU" ÜZERİNE...Bildiğimiz gibi, kurs; bilgi, beceri ve davranışlar kazandırmak için, kısa süreli eğitim etkinliğidir. Yüce Allah elçisine "Düşünüp anlamanız için biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik"(Zuhruf-3) deyişinden, Kur'an'ın "Arap Dili'yle" indiğini de biliyoruz. Açılan "Kur'an Kursları"nda, kurs aldığını düşündüğümüz ve geleceğimiz olan çocuklarımız Arap dili'ni (okuma-yazma, anlama-anlatım, gramer yapısı vb.)bilmediklerine göre; beceri ve davranış" olarak bilgi dağarcıklarına ne katabilirler? Ve kendi dillerinde hangi eğitim ve etkinliğini kazanacaklar? Sonuç ise yine ezbere dayalı ve ritüel (tekrar edilen) davranışların pekiştirilmesi olacaktır. Kur'an'da; "Halbu ki o (Kur´an), âlemler için ancak bir öğüttür"(Kalem-52) ifadesinin kursu nasıl olacaktır? Yada yüce Allah'ın kolaylaştırdığına neden kurslar düzenliyoruz ki?.."Andolsun biz, Kur'an'ı öğüt almak (isteyenler) için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? (Kamer17, 22, 32, 40)Yine;“Müslüman doğruyu araştırıp bulandır" (Cin-14) ifadesinde, olgunluk çağına gelmemiş kursa katılan çocuklar, anlamadığı dilde, nasıl "doğruyu araştırıp bulan" olacaktır. Anlam yüklüyemediğimiz ezbere dayalı inançlarımızı, etnik kökenlerimizi politik amaçlı kullanmaktan, devlet ve kişisel olarak, vazgeçmeliyiz! Hangi inançtan olursak olalım,İnandığımız dini kendi dilimizle anlamalıyız ve anlatmalıyız. İslâm dini'nde ruhban sınıfı olmadığına göre, devlet, her türlü inanca ve etnisitelere kör(tarafsız) olmalıdır. Devlet, Kur'an kursları açması yerine, Kur'an Mealini yazan uzman kadrolar eliyle, Allah'ın vahiylerini eğip bükmeden, kendi dilimizde "Kur'an'ın meali" adlı kitap bastırıp-çoğaltarak, her aileye ve isteyen bireylere ücretsiz olarak dağıtması örnek bir hareket olacaktır. Kur'an'ı anlamak-anlatmak(kendi dilinde) ve yaşamak devlet'in görevi değil, aklını kullanabilen ve düşünen her bireyin görevi olduğunu düşünüyorum...Yüce Allah; çocukların, "Andolsun size, içinde sizi anlatan bir kitap indirdik. "Aklınızı kullanmaz mısınız?"(Enbiya-10)"daki uyarısıyla, olgunluk çağına gelmiş insanların aklını kullanmasını istemiştir. Kur'an; Çocuklara değil, olgun bireylere hitap eden ilâhi bir öğüttür, kıyaslamadır, mesajdır, alınması gereken bir derstir. Kur'an lafzının tüm manalarında bu böyledir... Tabi ki en doğrusunu Allah bilir. Saygılar.🙏🇹🇷(Hasan Torun "Diyanet, İlâhiyat Fakültelerı, İmam Hatip Okulları ve Kur'an Kursları İsraftır" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Aynen katılıyorum.Bir ayin harfini çatlatmaya yani boğazdan getiremediğim için günlerce çabaladım sonunda yaptım ama bademciklerim şişti!Kur'an okumayı öğrendim yani Arap harfleri bana ne faydası oldu.Kocaman bir hiç. Artık Kur'an-ı Kerim'i kendi dilimde okuyup, namazlarımı Kur'an'da geçen dualarla kılıyorum.Ne dediğimi biliyorum, huşu içinde yüce Allah'ın huzurundayım hamdolsun. (Elif İrem Yılmaz "Diyanet, İlâhiyat Fakültelerı, İmam Hatip Okulları ve Kur'an Kursları İsraftır" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Aynen, kesinlikle sana katılıyorum.Bu bizim için çok tanıdık bir inanç biçimi.Siyasal din bunların iktidar araçları. Mekke'de yapılan ihaneti dinleştirdiler. Kur'an'a olan kinlerini müslüman toplumların başına bela yaptılar. Düşünen müslüman, sorgulayan insan mutlaka bu ihaneti görecektir inşallah.Sürü kalmak niyetinde olan müslüman kaybedecek malesef" (Ali Uykur "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------"Hocam! Bu zamanın dünya gerçekleri laik sistemleri zorunlu hale getirmektedir. Kur'an'ın mesajı laik sistem olmamasına rağmen dinde zorlama yoktur mantığı müslüman toplumun diğer Kur'an dışı toplumlardan soyutlayamayız. Kur'an'ın mesajına uygun bir sistem kurulursa bu kesinlikle hilafet veya padişahlık değil, tam işleyen bir laik cumhuriyet ile hak ve hukuk kural ve kurumlarıyla olur.Bu benim düşüncem" (Ali Uykur "Demokrasi, Cumhuriyet, Laiklik" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"Uydurulmuş hadis ve rivayetlere birbaşkası eklendi, Said Nursi'nin Risâle'i Nur Külliyâtı. Geçtiğimiz pazar günü düğünümüz vardı, davetliler arasında adam bana tebliğ yapıyor. "Bizim guruba gel risâle okuyalım" diyor. Başka derdimiz kalmadı, insanları bölük bölük böldükleri yetmedi. Fetöden çektiğimiz yetmedi mi?Yeter artık.Bir imana gelin, bırakın islamın yakasını"Hocam yazmaya devam edeceğiz inşaallah, selam olsun vahye uyanlara Almanya" (Ibrahim Serin "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------Ali Aydın hocam! Soyadınızdan mülhem aydınlatıcı harika bir yazı. Özellikle de Kur'an ve akıl dışı uydurma rivayet dinleri Ehli Sünnet ve Şia arasında ayırım yapmadan Kur'an'ın ışığında dinlerinin ipini pazara çıkaran kapsayıcı, aydınlatıcı, harika yazınıza çok teşekkürler, eline diline sağlık diyorum. Allah yardımcınız olması dileğiyle, Kuran mümini herkese selamlar"(Recep Can- "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum) --------------------------------------------------------"Nebi (a.s) uygulamacı sivil kimliktir. Resul ise teorik islam-vahyi tebliğ kimliğidir. Resul uygulama yapmaz, vahyi duyurur, beyan eder, tebliğ yapar, vahyi ilan etmede ihaneti söz konusu olmadığı için günahı hatta hatası dahi olmaz. Nebi aynen müminler gibi vahye tâbi olur ve onu uygular. Nebi İslam'ın pratiğidir. Uygulayıcı hata yapar. Bu yüzden nebiye itaat etme emredilmemiştir.Bu yüzden hadis ve sünnet diye bir şeyden söz edilemez. Sadece Resül'e itaat ve ittiba farz kılınmıştır.O da Ali Hocamızın vurguladığı gibi aslında Kur'an'a tabi olmakla Allaha itaat etmiş oluruz. Ali Aydın Hocam çok teşekkür ederim makaleleriniz için. Benim araya kaynak olmam da size müdahale değil, destek amaçlıdır. Selâmün Aleyküm" (Sehim Güney Saygıdeğer-"Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorumu)
9 Eylül 2021 Perşembe
TAKLİTÇİLİK (2.YAZI)Şuurlu bir Mümin Kur'an'da bir hükmü bulamıyorsa o hükümden sorumlu olmadığını bilir.Kur'an'ı bilmeyen bir mümin, hükmünü bilmek ve anlamak istediği meseleyi, Kur'an ehli olan muvahhidlerden sorar ve delillerine bakarak aldığı cevaba göre amel edebilir.Devamlı olarak belli bir mezhebe ve belirli bir âlime!! bağlı olarak yaşamak İslam dininin çok çirkin gördüğü bir ahlaktır.İşte bu baş belası ahlak, taklit hastalığını, kahrolası statik düşünceyi meydana getirecektir.Belli bir mezhebi taklit etme ve o mezhebe bağlı kalarak yaşama, maddi-manevi ölümün en beter olanıdır.Halbuki iman edenler, hiç kimseye ve hiçbir mezhebe bağlı olmadan her zaman ve zeminde tefekkür ve sorgulama ekseninde, Kur'an, ilim ve hikmet rehberliğinde doğrunun avcılığını yapmış olsalardı, katliam ve ihtilaf, kaos ve anarşi, zulüm ve vahşet cehennemi yerine, hidayet, rahmet ve saadet cennetlerini oluşturabilirlerdi.Ehl-i Sünnet ve Şia dünyası için en büyük bela ve korkunç tehlike mezhep taklitçiliği ve geleneksel din anlayışıdır.Kur'an'ın öngördüğü dünya ve dini düşünce şu şekilde hayat bulması gerekirdi.İman edenler dini problemlerini ölmüşlere değil, her zaman ve zeminde, hayatta olan akıl ve vicdan sahibi Kur'an âlimlerine sorarlar ve aldıkları cevaba göre amel etmeleri gerekirdi. ÖLÜMSÜZ DAVET ŞUDUR:"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulü'ne uyun,,"(Enfal- 24)İman edenler belli bir mezhebe ve belli bir âlime bağlanmaları tefrika ve bölünmüşlüğü, kıskançlık ve hasedi, ilimsizlik ve cehaleti, fikirsizlik ve taklitçiliği doğuracaktır.Mezhep taklitçiliği, insanları dinlerini öğrenmekten ve ve araştırma yapmaktan alıkoyan en önemli etkendir.Gerçek âlimler de, mezhep hükümlerine, imamların içtihatlarına göre değil, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü araştırarak, Allah'ın apaçık kitabına sadık kalarak cevap vermeleri gerekir.Kur'an'dan kopuk olan mezhepler, maddi ve manevi, dini ve dünyevi insanların hanif fıtratını bozan öldürücü bir hastalık ve yıkım yolları olmuşlardır.Nesillerimize hayat boyunca yol gösterecek tek kaynak, içinde hiç bir çürüğü ve bozuğu olmayanAllah'ın kitabı olmalıdır.Küçüklüğünden itibaren bir çocuğa takip edeceği doğru yolu gösterirseniz, bu yolu takip etmekten vazgeçmeyecektir.Dolayısıyla mezhepleri gözünüzde büyütmeyin, mezhepler, Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetinden uzak kalmış karanlık kurumlardır. Ataların taklit dinini reddeden âyetler: "Onlara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar," Hayır!Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız"derler. "Ya ataları bir şey anlamamış hidayet yolunu da bulamamış idiyseler?"(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer""Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir.Bu sebeple düşünmezler"(Bakara-170, 171)"Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir" (Enfal-22)"Onlara (Allah'ın indirdiğine Uyun) dendiğinde: Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler."Ya Şeytan onları,(din atalarını ve kendilerini) alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!(Lokman- 21)"Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk biz de onların izlerine uyarız, derlerdi""(Elçileri) Ben size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( Yine mi bana uymazsınız?) deyince, dediler ki:Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi(Tevhid'i) inkar ediyoruz""Biz de onlardan İntikam aldık. Bak, yalanlayanların sonu nasıl oldu? "Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: Ben sizin kulluk ettiklerinizden uzağım ""Ben yalnız beni yaratana taparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir"" Bu sözü, ardından gelecek(Muvahhidlere) devamlı olarak kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar (onun Tevhid dinine) dönsünler"(Zuhruf- 23/28)"Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Resül'e gelin" denildiği vakit,"Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler.Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?(Mâide-104)"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. "İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır.Keşke zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi""İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır"(Kötülere) uyanlar şöyle derler: Ah keşke, bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi bizde onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerine pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"(Bakara-165, 166,167)"Şu Muhakkak ki Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş( onlara lanet etmiş) ve onlara çılgın bir azap hazırlamıştır""Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır. Kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır" Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize keşke Allah'a itaat etseydik, Resül'e (Kur'an) itaat etseydik! derler""Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden uzaklaştırır"(Ahzab, 64/68)"Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir. Onlara: Allah ile beraber taptıklarınız hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu? denilir" "Artık onlar, o azgınlar ve İblis orduları toptan oraya tepetaklak cehenneme atılırlar. Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz""Çünkü biz sizi alemlerin rabbi ile eşit tutuyorduk""Bizi ancak o günahkarlar saptırdı""Şimdi artık bizim ne bir şefaatçilerimiz var, ne de yakın bir dostunuz""Ah keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da, müminlerden (Muvahhidlerden) olsak""Bunda elbet alınacak büyük bir ders vardır, ama çokları iman etmezler"" Şüphesiz Rabbin, İşte O, mutlak galip ve Engin Merhamet sahibidir"(Şuara, 91/104)
TAKLİTÇİLİK (1.YAZI)Şirkten sonra vahiy dininin en büyük düşmanı taklitçiliktir.Taklitçilik, medeniyet ve hürriyet, gelişme ve icat, aklı kullanma ve sorgulamanın önündeki en büyük engeldir.Taklitçilik, İslam toplumu için kahredici bir yozlaşma, çürüme, bozulma, kokuşma ve korkunç bir ölümdür.Taklit:Bir şeyi boyna geçirmektir.Mesela, kılıcı omuza asmak anlamına gelen taklit, din geleneğinde"Vahiy'den bağımsız, hüccetsiz ve delilsiz, hikmetsiz ve ilimsiz, tefekkürsüz ve sorgulamasız olarak körü körüne başkasının yolunu ve sözünü kabul etmek anlamına gelmektedir.Körü körüne başkasını taklit eden kişiye mukallid denir.Buna göre, Allah'ın apaçık kitabına dayanmadan, bir müçtehidi!veya başka bir mukallidin sözünü, sünnetini ve yolunu rehber edinip onunla amel etmekle taklit meydana gelir.Taklitçilik vahiy'den başka rehber edinmek olduğu için bir nevi Allah'a şirk koşmak, kula kulluk anlamına gelmektedir. Mukallid, Allah tarafından indirilen vahye, kesin delile ve sorgulamaya değil, hükmü çikaran kişiye itikad eder,Mukallid, din ve hükümde Allah ve Resulü yerine insanlara itimad ve itibar eder.Halbuki Rahman ve Rahim olan Allah'ın kitabına baktığımızda bir çok âyette taklit belasının yerildiğini görmekteyiz.Vahiy'den bağımsız hareket ederek hiç düşünmeden başkasını taklit etmek insan onuruna yakışmayan çok çirkin bir davranıştır.Yüce Rabbimizin biz kullarından istediği sadece ve sadece Allah'a ve Resüle (Elçiye) tâbi olmak ve ona itaat etmektir.Bir konuyla alakalı Allah'ın kitabında müracaat edilip de orada açık bir hüküm bulunduğunda onunla amel edilir.Böyle bir hüküm yoksa, o hüküm dinde yok demektir.Çünkü din vahiy ile tamamlanmıştır ve biz aynen Nebiler gibi sadece vahiy'den sorumluyuz.Yüce Allah, vahiy ile Nebi'ye göndermediği bir şeyden dolayıinsanları sorumlu tutmaz.İndirmediği bir şeyden dolayı hesaba çekmez, vahyetmediği bir hükümden dolayı kulunu cezalandırmaz.Falanın filanin Allah'a ve Resulüne iftira ederek dinde uydurduğu bir hükümden dolayı Allah insanı nasıl hesaba çeker?Dolayısıyla Allah'tan indirilmeyen, Nebi'ye vahyedilmeyen, Resülün tebliğ etmediği yani Kur'an'da apaçık olmayan bir hükümden ötürü insanlar sorumlu tutulamaz. Bundan dolayı Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) sadece Kur'an ile Resüllük görevini yerine getirmiştir.Bu konuyla alakalı onlarca âyet mevcuttur."Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları ( o güne iman edenleri Kur'an ile) uyar.Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"(En'am-51)"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"( Enbiya- 45)"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver"( Kaf- 45)
6 Eylül 2021 Pazartesi
POSTACI" SÖZÜ (2.YAZI)Gelenekçiler bırakın Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, bırakın Kur'an'ın bir sisteme sahip olduğunu,bırakın Nebi ile Resulün arasında bulunan farkları, daha Allah'ın kitabını üstün körü olarak da olsa anlayamamışlardır.Ön yargı ile yaklaşan Kur'an'dan hiçbir şey anlayamaz.Yani şimdi siz Kur'an'ın yanında Buhari'nin hadislerine, Celaleddin-i Rumi'nin mesnevi'sine, Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Marifetnâmesine, Said Nursi'nin Risale'i Nur Külliyatına, F Gülen'in din anlayışına Diyanet'in Kur'an cahili vaizlerine, tarikatların şeyhlerine iman ederseniz,Kur'an size karşı tüm kapılarını kapatacaktır. Çünkü Kur'an kendisine karşı oluşturulan hiçbir ortağı kabul etmez.Kur'an, kirli, pis, paslı, müşrik bir zihne gelip yerleşmez.Temiz, hâlis, arı duru ve aydınlık olmayan bir mekanda Kur'an'ın işi olmaz.Akllarını temiz ve saf olarak tutmayanlar Kur'an'ın kapısından içeri giremezlerDolayısıyla bu mezhep taklitçiliği ve taassubu içinde boğulan hurafeciler,Kur'an'ın ortaya koyduğu Resül kavramını hiç bir zaman anlayamazlar.Bırakın Resül kavramını, bunların"müçtehid" olarak gördükleri ağa babaları bile Allah'ın kitabına inanmamış, tevhid düşmanı ve Kur'an cahili mukallitler olarak tarihe geçmişlerdir.Resülleri Kur'an'dan ayıranlar küfrün önde gidenleridir. "Allah'ı ve Elçilerini inkâr edenler ve Allah ile Elçilerini birbirinden ayırmak isteyip"Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız"diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu, İşte gerçekten kafir olanlar bunlardır.Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır"(Nisa-150, 151)Akıllı mümin, Allah Elçilerini, indirilen vahiy'den öğrenen kişidir.Çünkü hayatı, edebi, mücadele ve ahlakı Kur'an'da anlatılan Resul (a.s) iman edenlere örnek olarak gösterilmiştir."Andolsun ki, Resülüllah, (Allah'ın Elçisi) sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnektir"( Ahzab- 21)Bir düşünün, neden Muhammed (a.s) ın şahsiyeti ve Nebi makamı değil de, Resül (a.s) örnek olarak gösterilmiştir.Elçilerin bütün bağlantıları vahiy ile kuruludur.Allah'ın Elçileri Kur'an'dan bağımsız olarak anlaşılamazlar.Elçileri Kur'an'ın dışına çıkarmak onlara yapılacak en büyük hakaret olacaktır.Günümüzün gelenekçilerinin, Kur'an ehli muvahhidleri lekelemek ve iftira etmek maksadıyla,Allah'ın Elçisi için kullandıkları bu uydurma "postacı" sözcüğü, bizzat kendileri tarafından icat edilmiş bir hurafedir.Yani bu tabirin mucidi, ataların dinine körü körüne bağlı olmaya davet eden rivayet tapıcılarıdır.Aslında, bu konuyu, vahiy ve Resüller tarihi zemininde değerlendirdiğimiz zaman hakkı apaçık olarak görmüş olacağız.Esasen bu haksız eleştirinin sahipleri yani Ehl-i Sünnet din adamları ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlere kayıtsız şartsız tâbi olanlar, Allah Resulü'nü sadece Kur'an'ın değil, hayatın dışına da atmışlar dır. Bu müfteri din bezirganları, Allah Resülü konusunda, Kur'an ehli muvahhidleri itham ederek, bile bile hakkı gizlemek ve doğru yolu eğri göstermek gayesiyle kilise engizisyoncularının Allah Resulü İsa (a.s) aleyhinde sergiledikleri iftira ve apaçık cehaleti tekrar hayata geçirmektedirler.Onların bu çirkin ahlak ve bozuk inanç yapıları sayesinde Allah'ın ve tüm lânet edicilerin lânetine maruz kalmaktadırlar. Cahiller şu sorunun cevabını vermek zorundadırlar.Allah'ın Elçilerini hayattan uzaklaştırmak, onları vahyin ölçüleri içinde sağlıklı olarak övmek yüzünden mi vücut bulur. Yoksa onları şirk geleneğinin yüceltmelerine malzeme yapmak yüzünden mi?BİZ MUVAHHİDLER İKİ NOKTANIN ALTINI ÇİZİYORUZ.1-) Tarihin hiç bir zamanında Kur'an ehli muvahhidler Allah'ın Elçileri için "postacı" sözcüğünü kullanmamışlardır.Kullandığımızı varsayalım:2-) Allah'ın postacılığını yapmak, vahyi tebliğ etmek, Allah'ın temsilcisi makamında bulunmak, canlı vahiy ve konuşan Kur'an olmak, Kur'an'a eşit bir değere sahip olmak küçümsenecek bir görev, hafife alınacak bir sıfat mıdır?Şirki tevhid akidesine bulaştırarak, rivayetlerle şeytanın postacısı olanların bu soruya cevap vermeleri gerekir.Ümmi, saf, ilimsiz ve aldatılmış bu milletin inançlarını ve duygusallığını sömürmenin getirisi alçaklık ve cehennem azabından başka bir şey değildir.
5 Eylül 2021 Pazar
POSTACI" SÖZÜ (1.YAZI)Gelenekçiler, mezhepçiler, ataların dinine tapan mukallitler kısacası müşrikler, Kur'an ehli muvahhidlere karşı ellerinde doyurucu bir delil olmayınca, önce iftira olan bir sözcük ortaya attılar. Sonra da muvahhidleri bu uydurma ve yalan olan "POSTACI" sözcüğü ile itham etmeye başladılar.Kur'an ehli muvahhidler Allah Resulü'nü hiç bir zaman "postacı" olarak görmezler. Bu onlara karşı yapılmış çirkin bir iftiradır.Aslında Kur'an''ı bağlam ve bütünlüğü içinde, bir sistem olarak bilmeyenler gerçek anlamda Allah Resüllerinin nasıl bir değere sahip olduklarını bilemezler. Dolayısıyla Allah Resulü ile birlikte diğer Elçilerin makamlarını da idrak edemezler. Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed ( Aleyhimusselam) ı ve diğer Resülleri gerçek olarak anlama Kur'an'ı anlama ile ilgili bir durumdur. Yani tam manasıyla, eksiksiz olarak Allah'ın Elçilerini tanımak Kur'an ehli muvahhidlere ait olan önemli bir özelliktir.Çünkü muvahhidler Allah Elçilerini uydurma ve yalan rivayetlerden değil, apaçık ve kesin delil olan Kur'an'dan tanımaktadırlar.Şu mesele çok önemlidir.Allah'ın Elçilerini değerli kılan şey vahiy'dir.Onların Allah'ın temsilcileri olmalarıdır.Bundan dolayı yüce Allah, Kur'an'da, âyetleri ve Resülleri arasında hiçbir ayırım yapmamış elçileri yalancılıkla suçlamayı ile âyetleri yalanlamayı aynı cürüm ve büyük bir vebal olarak zikretmiştir.Şimdi hak bu kadar ortada iken, ataların dinine tapan müşriklerin Kur'an ehli muvahhidleri, Resül düşmanı olarak göstermeleri çirkin bir iftira, büyük bir yalan ve apaçık bir cehalettir. Muvahhidler, Allah Resulü'ne karşı yapılacak menfi bir sözün ve kötü bir hareketin nasıl bir netice ile sonuclanacağını çok iyi bilmektedirler. "Allah ve Resulü'nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır"(Ahzab-57)Kur'an ehli muvahhidler Elçilere itaatin mutlak olarak Allah'a itaat, Elçilere isyan etmenin mutlak olarak Allah'a isyan olduğunu en iyi bilen Allah'ın muhlis kullarıdır.Yani şu "postacı" sözcüğünü, Allah Resulü'nü ilah ve rab konumuna sokmak, onu vahiy dışına atmak, Kur'an'dan uzaklaştırmak, sonra da keyfine ve inancına göre ona bir takım uydurma ve yalan kimlikler belirlemek tam manasıyla Allah Resulü'ne karşı iftira ve apaçık bir buhtandır.Bu "postacı" sözcüğünü uyduranlar Kur'an'ın muhkem bir şekilde koruma altına aldığı Allah Resulü'nü istismar edemeyeceklerini bildiklerinden dolayı şirk dinine göre bir Resül meydana getirdiler. Dolayısıyla Allah'ın kitabı olan Kur'an'da yüzlerce âyette anlatılan Allah elçisi ile Ehli Sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia'nın kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerle anlatılan "peygamber" birbirinden çok farklı kişilerdir.Bu farkları ele alacak olursak söz çok uzayacaktır.Aslında bu mesele Kur'an ehli muvahhidlere malum olan bir meseledir."POSTACI" sözcüğü, aynen Hıristiyanlar gibi, hatta onlardan daha ilerde uydurma rivayetlerle Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparmak ve onu şirk aracı haline getirmek, vahiy ile ilişkisini kesmek sonra da bunu"Peygambere saygı, sünnete bağlılık" aldatmalarıyla ümmi halka inandırmayı amaçlayan iftiracı,şirke sapmış bulunan hurafecilerin icat ettikleri sonra da itham ve eleştiri aracı olarak kullandıkları sözcüklerden biridir.Bunlar bu aldatma ve yalanlarla evliyalarını ve efendilerinikutsamak ve yüceltmek maksadıyla Allah Resulü'nü alet ederek başlattıkları bir tapınma ve hululiyyet hareketidir.Dini yıkma ve islamı dejenere etme projesidir. Koruma altında olan Kur'an'la batıl inançlarına bir yol bulamayınca bu çirkin emellerini Allah Resulü'nün üzerinden gerçekleştirdiler.Oyunu büyük oynadılar, tevhid akidesini ve İslam milletini paramparça ederek arzu ve isteklerine kavuştular.Hem Kur'an'ın manasını tamamen boşaltıp bozdular.Hemde Allah Resulü'nü vahiy'den ayırarak sanal bir masal kahramanı haline getirdiler.Mezhepçi cahiller bu "postacı" söylemle, Allah Resulü'nü Kur'an gerçeğinde sadece vahyi tebliğ eden, Kur'an ile insanları uyaran,sadece Kur'an'ı anlatan ve okuyan, yalnız vahye tâbi olan, bunun dışında hiçbir yetkiye sahip olmayan Allah'ın bir temsilcisi olarak gören Kur'an ehli muvahhidlere çirkin bir iftira ile itham etmektedirler.Fakat bu Allah'ın bir kanunudur, Kur'an ehli muvahhidler tevhid akidesinden dolayı hakaret görecekler ki, Allah'ın indinde ve cennete dereceleri kat kat olsun.Yüce Allah, Elçileri ile birlikte muvahhidlere büyük bir değer veriyor."Âyetlerimiz açık açık okunduğunda, kafirlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk sezersin.Onlar, kendilerine âyetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar.De ki: Size bundan ( bu öfke ve kudurmanızdan) daha kötüsünü bildireyim mi?Cehennem! Allah, onu kafirlere ( ceza olarak) bildirdi. O, ne kötü sondur"( Hac- 72)
3 Eylül 2021 Cuma
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(64.YAZI) "Allah razı olsun hocam!Din Allah tarafından tamamlanıştır.(Mâide-3) Bir şeyin tam olması demek artık fazlalığı kabul etmemesi anlamına gekmektedir.Tam dolu bir su bardağına bir damla ilave ederseniz taşar. Ama maalesef tek bir kaynağı olan saf ve temiz bu dine değil bir damla, sürahiler dolusu bozuk ve kokuşmuş çok değişik kaynaklı ilaveler yapılmıştır. Rabbim tek ve katışıksız kaynak olan Kur'an'dan bizi ayırmasın. İnşallah emek ve gayretlerinizle toplumda bir farkındalık oluşturusunuz. Rabbim yar ve yardımcınız olsun" (Muammer Aydın- "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Emevilerin Kur'an'sız nebi-resül projesi kapsamında rivayetler, bidâtlar, hurafelerle doldurulmuş balon gibi uydurma bir din, baskı, zulüm ve hile ile kabul ettirilmiş, günümüze kadar süre gelen bir müktesebat bagajı yeni yeni ciddi manada sorgulanan, akıl sahiplerinin tevhidi inanca tekrar dönmesi için yaptıkları mücadeleyi görüyor ve candan destekliyorum.Allah yardımcımız olsun" (Yalçın Özkara- "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Rabbım siz korusun!Hep sihatte kalasınız.Emin olun, insanlığın sizin gibi kuran aydınlatıcılarına ihtiyacı var.Kur'anla aydınlatan sizin gibi insana saygım, sevgim sonsuz" (Hasan Yildiz- "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------"Kardeşim!Allah razı olsun.Emeğinize sağlık.Yazılarınızı merakla bekliyor, keyifle okuyor ve hayatımıza, bilgimize bir şeyler eklemeye çalışıyoruz! Katkılarınız ve hizmetiniz ve emeğiniz için teşekkürler, sevgiler" (Hüseyin Bostan- "Kurana İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Çok yerinde ve değerli tesbitler Ali Hocam!Bu tedbirlerinizin aşağı yukarı tamamı 1978/79 yıllarında o zamanın tek TV kanalı olan TRT de akşam sekiz haberlerinden önce beş dakika diye bir progmla oyunlastırılarak çokgüzel işlenirdi. Ünlü tiyatrocular bu programa büyük katkı sunarlardı, yüreğinize sağlık Ali Hocam!Toplumun en önemli sorunlarına parmak basmışsınız.Allah razı olsun.Bir toplumu değerli kılan bütün ahlâk ve nezaket kurallarını dile getirmişsiniz. Size yürekten teşekkür eder saygılarımı sunarım. İyiki bu toplumun bir Ali Aydın'i var" (Hayri Sipahi "Güzel Ahlak ve Nezaket Gibisi Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------Ahlak gibi bir cevher yoktur.Bizlere lazım olan bu.İslamın temeli güzel ahlaktır.İslamın içinden güzel ahlakı çıkarın geriye bu günkü yaşadığımız İslam kalıyor.Oda hiç bir işe yaramıyor.Bu dünyada işe yaramayan ahirette işe yarar mı?Selamlar"(Hamza Goren- "Güzel Ahlak ve Nezaket Gibisi Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------"Selefilik ile ilgili altıncı yazınızı okudum.Bildiklerime bilmediklerimieklediniz hocam.Allah sizden razı olsun inşaallah. Dün pazar günü bir düğünyaptık Selefi’lerin ne denlibir melanet olduklarını canlı olarak gördüm.Sahabileri överken şöyletanıtıyorlar."Onlar gökteki yıldızlar gibidirler, hangisine tutunursanızcennete girersiniz" Peki bu sahabiler Nebi(a.s) ın ahireteirtihalinden sonra nedendört gün toprağa verilemedi? Başka bir şey yazmak istemiyorum. Selam olsun vahye uyanlara Almanya"(Ibrahim Serin- "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------"Bak kardeşim!İslam dini hak dindir, Allah'a hamdolsun bunda zerre kadar şüphemiz yoktur. Fakat şu anki yaşadığımız din gerçek İslam mıdır?Bunu sorgula, araştırmalar yap.Anadan- babadan, dededen, hocadan, hacıdan, şundan bundan sorma. Sadece Allah ne diyor, ona bak. Kitabımız olan Kur'an-ı Kerim'den araştır. Orada göreceksin Allah diyor ki,"...belki senin ataların yanlış yol üzerindedir"(Bakara 170) Sen aklını kullan, umulur ki doğru yolu bulasın.(Muammer Aydın "Demokrasi- Laiklik-Cumhuriyet" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------"Değerli hocam!Bu kesimle monuşuyorum.Şöyle mesnetsiz bir ithamda bulunuyorlar."Bir gecede cahil kaldık"O devirde Türkiye nin nüfusu on üçMilyon, okuma yazma oranıerkekler yüzde üç kadınlar binde yedi olarak verilmiştir.Nasıl oluyor da bir gecede cahil kalıyoruz?Bu insanlık yeniden Kur’an’adönmedikçe kurtulmasıimkansız diye düşünüyorum.Selam olsun vahye uyanlara, Almanya"(Ibrahim Serin- "Demokrasi, Laiklik, Cumhuriyet" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Sözün bittiği yer burası herhalde! İnsanı en çok kahreden, bu fiillerin İslam diniyle hiçbir alakası olmadığı ve bu ahlaksızlıkları tamamen reddettiği halde ben müslümanım diyenlerin bu çirkin fiileri yapmaya devam etmeleridir. Böyle bir zihniyet, halkının aydınlanmasını, cehaletten kurtulmasını ister mi? (Ayhan Demirci "Allah Hiç Kimseye Zulmetmez" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Allah o çocuklara acısın, onların ellerinden kurtarsın.Orada (Afganistan'da) kalan çocukların hayatları psikolojik olarak bitti, mahfoldu.Çocuklara yazık olmuş, böyle bir toplumdan saglıklı, kültürlü, güzel ahlak sahibi nesiller beklemek yanlış olur.Toplumun gelecegi çocuklardır. Başta o çocukları veren aile suçlu, sonra diğerleri, şok oldum yazıyı okuyunca" (Leyla Karaca- "Allah Hiç Kimseye Zulmetmez" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"İsmet Doğan!Şeytani olan Kur'an'ın tamamını okumak yerine, müteşâbih bir süreyi çarpıtarak, Arap faşizmini dinin gereği gibi göstermektir. Oysa muhkem âyetlere bakıldığında Nebi(a.s) a kendisi ile savaşmayan, anlaşmaları bozmayan, ilk saldırıyı yapmayan toplumlara( kafir dahi olsalar) karşı savaş yapılmaması bildirilmiştir.
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(65.YAZI) "Ali Aydın!Bilgi, aydınlık, aydınlatmak bir ödev, önemli bir görev.Sizin yazdıklarınızı heyecanla okuyor ve okunmasına gayret ediyorum. Ecrini vereceğine Rabbimden bekliyorum, inanıyorum.Çünki ben sadece O'na güveniyorum.Selam olsun vahye uyanlara, Almanya" (Ibrahim Serin- "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Tam anlamıyla çalışan demokratik laik bir sistem yönetimler için gereklidir. Aksi takdirde ülke yönetilemez yani demokratik ve laik bir sistemde din aranmaz. Devletin dini adalettir.İstiyen İslam ilkeleriyle yaşar, istiyen Hiristiyan, Yahudi veya dinsiz olarak yaşama imkanı bulmalı ki, ortak değerler olan hukukta eşitlik, bütün kaynaklar adil dağıtılmalı ve kamuya ait haklar devletin güvencesinde olmalı.Özel mülkiyetler sıkı denetim, kontrol ve koruma altında olmalıdır.Vatandaş nereden kazandığının hesabını verebilmelidir.Allah'ın mülkü bir kaç kurnazın tekelinde olmamalı, laik sistemi Nebi (a.s) Medine sözleşmesi adıyla uygulamıştır.Esasında insani değerler, Kur'an'a ters olan değerler değildir. Bilakis Kur'an'ın önerdiği değerlerdir. Cumhuriyet meclisi yani insanlar halkın ortak aklı ile kendini yönetmelidir.Bu kanunlar kurumsallaşmalı ve kimse aksini yapamıyacağı engeller ve kurallar konulmalıdır.Demokrasi ve insan hakları olmadan hiç bir inanç kendini özgürce ifade edemez. Dönüş ancak böyle bir sistemle barış projesine ulaşabilir diye düşünüyorum"(Ali Uykur- "Demokrasi, Cumhuriyet, Laiklik" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Ali hocam!Vallahi yine gerçekleri ortaya çıkarmışsınız.Anlayana ve azıcık tefekkür etmek isteyene. Günümüz Müslümanı üzerindeki ölü toprağını atmak istemiyor.Günümüz Müslümanı sürü olmaktan gocunmuyor.Günümüz Müslümanı gerçek iman ve güzel ahlak sahibi olmak istemiyor. Günümüz Müslümanı, Kur'an âyetlerini, tabiat âyetlerini, insan âyetini bilmek, tanımak ve araştırmak istemiyor.Günümüz Müslümanı cahil kalmayı bir makam/şeref görüyor.Bunları düşündükçe ruhum daralıyor, afakanlar basıyor.Allah ilminize, kaleminize, ferasetinize keskinlik versin.Teşekkürler.Tebrikler.Saygılarımla selamlıyorum" (Fuat Ceylan Ceylan- "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Yüce kitabımız, herkes kendi yaptıklarıyla hesaba çekilir ilkesiyle, insanı bireysel özgürlüğe davet etiği açıktır.Birey özgür olmadan, irade sahibi olamaz.İradesi olmayan her birey, birilerine sürü ve kul olmaya kendini mahkum eder. Yüce Kur'an yaşanarak okunur.Hayatı ve güzel ahlakı inşa ederek yol alır.Siyasal veya ulusal din, tarikat, cemaat, rivayet, gelenek, ata, kavim, sünnet, mezhep dini uydurulmuş din olur.Bu durumda din onlar için amaç değil araç haline dönüşür ve maalesef dönüştürülmüştür. Müslüman toplumların tarihsel sorunu budur" (Ali Uykur- "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"Böyle nefis bir değerlendirmeden dolayı yüce Allah senden razı olsun kardeşim!Bu güzel yazılarını ön yargıdan azade olarak okuyan mutlak istifade edip kendini sorgulayacaktır.Yüce Rabbim hesaba çekilmeden önce, kendini hesaba çekenlerden eylesin" (Mevlüt Özcan "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------"Hocam!Öyle mükemmel derlemişsiniz ki, tüm bunları kitap haline dönüştürüp daha çok kişi ve kitlelere ulaştırmak iyi olur düşüncesindeyim.Rabbim sizden razı olsun inşAllah. Saygı ve sevgilerimi sunuyorum" (Abdülkadir Demirdizen- "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Allah senden razı olsun üstadım...Yıllar once bu konuyu yazıp, "afgan uleması dünyanın en cahi ulemasıdır" dediğim için binbir türlü tenkidle karşılaşmıştım. Evet bu paylaşımda değindiğin gibi, fiili livatanın halkın nezdinde kurumsallaştığı tek ülke afganistandır..."(Murat Karadağ- "Allah Hiç Kimseye Zulmetmez" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"Ne yazık ki öyle.Hatta Hacca ve Umreye bile gitmiş çok insan, Kur'an'ı, Allah Resülünün hayatını bile merak edip baştan sona okumamıştır.Çoğu çektiği tesbîhin, besmelenin, okuduğu Fatiha sûresinin bile manasını bilmiyor ve işin acı tarafı merak bile etmiyor. Allah aşkına! Kim mezhepleri tek tek inceleyerek birini tercih ediyor da," ben Hanefi- Şâfi-Hambelî yahut Mâlikî mezhebindenim diyor ? Babadan dededen gördügü gibi uydum kalabalığa gidiliyor...!!!(Enver Etik-"Diyanet, ilahiyat fakülteleri ve İmam Hatip Okulları İsraftır" adlı yazıya yaptığı yorum)
31 Ağustos 2021 Salı
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(63.YAZI) "Allah râzı olsun sizdən.Yüce Allah'a əmanət olun. Həmin ölkədə dinin necə Ancanlaşıldığı və necə yaşandığı ilə çox maraqlanıram. Ancaq doğru dürüst bir məlumat tapa bilmirdim. Təşəkkür edirəm. Minnətdaram" (Ziyafet İsmailova- Suudi Arabistan'ın Din Anlayışı" adlı yazıya yaptığı yorum)Açıklaması: "Suudi Arabistan'ın din anlayışını ve dinin nasıl yaşandığını çok merak ediyordum. Ancak doğru dürüst bir bilgiye de sahip değildim" ----------------------------------------------------"Bu alçaklar, vahiy'le korunan özgür iradeye ipotek koyup, tüm müminleri arap kültürüne mahkum etmeye çalışıyorlar..!!Allah sizden ebediyyen razı olsun hocam. Kocaman yüreğinizle hakkı savunduğunuz için sevgi, saygı ve selamlarımı sunuyorum. Allaha emanet olun" (Murat Karadağ "Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Esselamü aleyküm verahmetullah. Muhterem kardeşim!Eyvallah, Allah razı olsun. Kur'ani ve ilmi referanslı tebliğinizde size aynen iştirak ediyorum. Muhterem kardeşim! Makalenizde işlediğiniz konu, bütün İslam aleminin en büyük sorunu. İşte bu yüzden yüce Allah, ümmeti perişan ediyor. Ümmeti Muhammed, arızanın sebebini, çok basit (Kur'an'a dönüş) olmasına rağmen, bir türlü çıkış yolu bulamıyor. Muhterem! Kur'ani mesajlarınız, ehli imanın cümlesinin, tez zamanda Kur'an ile dirilişine vesile olsun inşaAllah. Allaha emanet olunuz" (İlyas Kırmaç "Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------" Allah razı olsun hocam!Bunların hepsine katılıyorum.Bir gün kâbe'de ikindi namazını kılacaktık, saraydan birisi namaza gelecekmiş.Oradaki tüm halkı kaldırdılar, zabıtalardan bir koridor açtılar, beyefendi öne geldi.Gelene kadar her nereden geçtiyse herkes önünde eğildi.Sonra namazı eda ettik, ama kafamdaki tilkiler, her halde namazı eda edemedik gibime geldi.Çünkü bu durum çok ağırıma gitti"(Taşkın Yılmaz "Suudi Arabistan'ın Din Anlayışı" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Ali Aydın hocam! Kur'an'ı ve selim aklı konuşturan, fakat uydurma rivayet dinini henüz susturamayan, Kur'an basiretiyle yazılan yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Hollanda’da 28 yıldır çalışan bir ilahiyatçı olarak söylemek isterim.Bu uydurma din anlayışı, genelde insanları, özelde müslümanlara barış ve huzuru asla getiremez. Mümkün olursa Türkiye’ye gelince sizinle de tanışmak isterim. Mahsus selamlar" (Recep Can "Suudi Arabistanın Din Anlayışı" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Değerli kardeşim!Sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir ömür diliyorum.1982 yılında hac yaptığımda gördüm. Benim söyleyeceğim çok şey var fakat bizi kimse dinlemez.Her sene hac ve umre yapan turistlere anlatmak lazım.Selam olsun vahye uyanlara" (Ibrahim Serin- "Suudi Arabistan'ın Din Anlayışı" adlı yazıya yaptığı yorum) -----------------------------------------------------------"Hocam! Yazınıza teşekkür ediyorum. Osmanlı 500 -600 yıl hüküm sürmüş.Medreselerde arapça bilen mollalar vardı.Kur'an'ı konuştukları dile çevirmiş olsalardı, herkes islam dinini sağlıklı olarak öğrenirdi. 6oo yıl içinde bir defa Arap olan birine tercüme ettirmişler.Sonra araştırmışlar, onu tercüme edenin Suriyeli bir Yahudi olduğunu ögrenmişler, tercümeyi iptal ettirmişler.1928 de harf devrimi yapılmış, zaten okuma yazma oranı çok düşük, iyice düşmüş.Yine o devirde Elmalı'lı Hamdi Yazır'a tercüme ettirmişler.Hamdi Yazır'da 11 yılda tamamlamıştır.O zamana kadar Kur'an dışında bir sürü din kitabı piyasaya sürülmüş.Tarikatlar, cemaatlar, rivayetler, hadisler piyasayı sarmış.Diyanet dersen uydurulmuş dinin resmi temsilcisidir.Yani suçlu ararsanız birincisi Osmanlı, ikincisi diyanettir. Hocam, Rabbim sizden razı olsun, ilminizi arttırsın. Saygılar" (Feyzullah Selcuk "Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorum) --------------------------------------------------------" Kur'an'ın ne kadar doğruları söylediği bugün bütün dehşetiyle ortaya çıkmadı mı?Bugün din anlamında nötr bir İskandinav vatandaşı, hayatı boyunca kimseye haksızlık etmemiş, çalmamış, hak gaspı yapmamış, kimseyi öldürmemiş, yeryüzünde fesat ve bozgunculuk yapmamış; bu adamın ne zararı var? Ama uydurma din adına katliam yapan sünnizmin ileri karakolu olan IŞİD ve Taliban'a bakın, egemen olduğu coğrafya kan banyosunda yüzüyor.(Akın Akın-" Allah Siyasal Anlamda Hakimiyet İstemiyor" adlı yazıya yaptığı yorum) ---------------------------------------------------------"Ali Aydın hocam!Kur'an'ı ve salim aklı konuşturan fakat uydurma rivayet dinini henüz susturamayan, Kur'an basiretiyle yazılan yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Hollanda’da yirmi sekiz yıldır çalışan bir ilahiyatçı olarak söylemek istiyorum. Bu uydurma din anlayışı genelde insanları özelde müslümanlara barış ve huzuru getirmesi asla mümkün olmayacaktır. Mümkün olursa Türkiye’ye gelince sizinle de tanışmak isterim. Mahsus selamlar" (Recep Can "Suudi Arabistanın Din Anlayışı" adlı yazıya yaptığı yorum)
ALLAH HİÇ KİMSEYE ZULMETMEZ. (Afgan halkı ve Taliban) Yazıda anlatılan kötü ahlak manzaralarının bir örneğini Mekke'de görmeseydim, bu yazılanlara inanmaz ve paylaşma gereği duymazdım. Bu yazıyı paylaşmamın sebebi, yüce Allah'ın muazzez dinini bunların ahlakından tenzih etmekten başka bir amaç taşımıyor. Konunun iyice anlaşılması açısından ilk önce bir kaç âyetin mealini vereceğim. "İşte bunlar, Allah'ın sana hak (bir amaca yönelik) olarak okuduğumuz Allah'ın âyetleridir. Allah hiç kimseye zulmetmek istemez"(Âli İmran- 38)"Şüphe yok ki Allah zerre kadar zulmetmez,(kulun yaptığı amel bir kötülük ise, onun cezasını adaletle verir) Eğer iyilik olursa onu katlar (kat kat arttırır) Ayrıca kendinden de azim bir mükafat verir"(Nisa- 40)"Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Kim dilerse Allah onu şaşırtır, dileyen kimseyi de sırat-ı müstakime ulaştırır"(En'am-39)"Gerçek şu ki, halkı (vahiy'den) habersizken, Rabbin zulm ile ülkeleri helak edici değildir"(En'am-131)"Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler"(Yunus-44)"Onlara biz zulmetmedik; fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri geldiğinde Allah'a bırakıp (yanında, altında, yöresinde, berisinde) yalvardıkları ilâhları onlara hiç bir yarar sağlamadı. Ziyanlarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı"(Hud-101)"İşte yaptıkları zulümler yüzünden çökmüş evleri! Bilen bir toplum için elbette bunda büyük bir ibret vardır" (Neml- 52)"Ey ehli kitap! Resulümüz (Kur'an) size kitap'tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok (kusurunuzu da) affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Sırat'ı mustakime iletir" (Mâide-15,16)-------------------------------------------------------2017 de yazmıştım, artık bu yazının üstünü bir daha açmanın zamanı geldi...Afgan göçü, Suriye yada Irak veya başka mültecilerden çok farklıdır!?Dün birde sakarya taraflarında bir kız çocuğunun kaybını duyunca ruh gibi dolaştım bütün gün. Kimseyle konuşmadan TV’de haberleri seyrettim uzun uzun.Afganistan’da 10-11 yaşındaki oğlan çocuklarının ailelerine para verilerek satın alındığı, kimilerinin sıra gecelerinde köçek olarak yetiştirildiği, kimilerinin babası, dedesi yaşındaki adamların özel hizmetine verildiği, yüzyıllardır süregelen geleneği anlatmıştım 2017 deki yazımda. Belkide geçmişte Afganistan'da bulunduğumdan ilgimi çekmişti bu konu. Her çocuk kaybında olduğu gibi, göç sonrasında bunun denk gelmesi tam şok oldu benim için, yüreğimi burktu, kanattı, korkuttu…Zamanında Sovyetlere karşı savaşan mücahit komutanlarının çoğu, sonrasında nüfuzlu savaş baronu olmuşlardı. Kendilerine paylaştırılan bölgelerde her biri eli kıran baş kesen durumunda, tabii Amerikan ordusunun izni ile idi. Adamların aralarında konuşurlarken “Oğlanların en güzelleri o komutanlara gidiyor” dedikleri anda nasıl imrendiklerini görseniz aklınız almazdı.Çocuklara makyaj yaptırıyorlar, dansöz kıyafeti giydiriyorlar, zil taktırıyorlar. Sıra gecesinde, oturak âleminde oynatıyorlar. Bu arada seyreden adamların yanlarında da kendi hizmetlerine aldıkları çocuklar var. Adama sahip, çocuğa şakirt diyorlar. Elele tutarak, çocuğun saçını okşayarak seyrediyorlar dansözü. Sahip yer sofrasından bir parça et didikliyor, şakirdin ağzına tutarak yediriyor. Aynı adamlar ve çocuklar namaz vakti geldiğinde yan yana safa durup Allah huzurunda secde ediyor, görseniz inanamazsınız.Evlerine de götürüyorlar şakirtleri, her türlü işlerini gördürüyorlar. Adamların karıları ve çocukları da var. Karıları durumu biliyor da çocuklarına nasıl açıklıyorlar bilmiyorum. Kimse orasını sormamış zaten! Karın ne diyor bu işe? diye sormayı akıl etmemiş!!? Bir tanesi pis bir sırıtışla “Ben kültürlü adamım” diyordu, “evvela karımı ikna ettim sonra oğlan aldım kendime!”…Afganistanla ilgili oradan döndükten yıllar sonra izlediğim belgeselde aynen anlattığım bu hikayenin benzeri bir yerinde, 11 yaşındaki bir çocuğun babasına çocuğunu satarken soruyor bir muhabir, “Sadece hizmet değil biliyorsun değil mi, sahip dediğin adam gece çocuğu yanında yatırıyor!” Bin yılların geleneğini ona mı öğretiyorsun, tabii ki biliyor. İyi tarafından bakmaya çalışıyor baba. Diyor ki, “Bu yaşananlar unutulur, gün gelir çocuk büyür, sahibi onu evden çıkarır, evlendirir, belki para bile bağışlar”…Sovyet işgali döneminde Afganistan’ın milli ve manevi değerlerine, aile yapısına saldırmak için!!? Ruslar bol miktarda kadınlara meslek edindirme kursu açmışlar.Çocukların okula gitmesini zorunlu yapmışlar. Çocukların ev hizmeti için başka bir aileye verilmesini şiddetle yasaklamışlar.Neyse ki savaşmışlar ve Batı’nın ahlaksızlığını almamışlar!!? Kendi gelenek, görenek, din ve ahlaklarını korumuşlar!??O meslek edindirme kursları falan hepsi yok olmuştu. Artık sokakta kadın diye bir şeyde yoktu. Burka giymiş kadına bile binde bir rastlanıyordu.ABD ve çok uluslu güç geldiğinde ve kaldığı döneminde. Amerikalılar bu konularda çok daha tecrübeliler. Yerel kültürün unsurları olarak gördükleri ayrıntıları görmezden gelmeyi ve büyük resme bakmayı çok iyi bildiler. Demokrasi havariliği ile geldiler, hiçbirşeyi değiştirmediler. Yani üç maymunu oynadılar…En çok etkilendiğim neresi oldu biliyor musunuz? Afgan toplumu bu kurumsallaşmış pedofiliyi o kadar kanıksamıştı ki, hiç kimse şaşırmıyor, dehşete kapılmıyor, sakin sakin konuşuyorlardı. Adamların pişkin sırıtışları, şimdiye kadar kaç tane şakirdi olduğunu anlatırken böbürlenmeleri hele o gururlu pis sırıtışları bugün bile aklımda. Konuşurken bol bol “elhamdülillah, vallahi'l azim, inşallahül cabbar” diye Allah’ın adını dillerinden düşürmemeleri, sürekli sağ ellerini göğüslerine koyarak birbirlerini selamlamaları ve hiçte kimsenin yadırgamadığı, hatta falancanın çok güzel oğlanı var diye imrendikleri, çocuklar için cehennem olmuş bir toplum düzeni. Bir kez daha hatırlatayım, hamdolsun Batı’nın ahlaksızlığını almadılar!??? Bu sabah uyanınca dünkü haberlere bugünküler eklenince hayata küskünlüğümün artık geçmeyeceğini hissettim. Heleki talibanın yeni yönetim kurallarını okuyunca vah ki insanlık dedim.Talibana kızmıyorum! O kendi gelenek görenek dini emirlerinin gereğini yaşıyor ve yapıyor. Her dini kendine göre yontan yobaz gibi. (Emekli pilot binbaşı Ahmet Soner Kılıç'tan alıntı)
30 Ağustos 2021 Pazartesi
DEMOKRASİ-CUMHURİYET-LAİKLİK İslam dinine engel olduğu zannıyla parti, cemaat ve tarikatlara bağlı siyasal dinciler Cumhuriyet'e ve laiklik sistemine büyük bir düşmanlık besliyorlar Halbuki Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu, laiklik sistemi benimsendiği zaman İslam dininden hiç bir eser kalmamıştı.Siyasalcı cahiller Emevi-Abbasi ve Osmanlı'nın Ehl-i Sünnetini, İslam zannediyorlar. Kaynak, inanç, yaşantı ve ahlak olarak hanif İslam dininin etkinliği, daha Emevi ve Abbasiler döneminde bitmişti. Din ve hüküm olarak Kur'an inkar ve tekzib edilmiş yani din adamları onu rivayetlerle yalanlamış, ictihadlarıyla hayat sahnesinden silmişlerdi. Yani anlayacağınız, Türkiye Cumhuriyetine hiç bir şey bırakılmamıştı. Üç dört muvahhid dışında hâlen bu böyledir. İncil indirilinceye kadar rivayetlerle Tevrat'ın, Kur'an indirilinceye kadar da İncil'in fonksiyonu bitmişti. Binlerce rivayet ve ictihadlarla Emevi ve Abbasiler döneminde de Kur'an'ın işi bitmişti. Pek tâbi ki, ehli sünnet din adamlarının torunları bu gerçeği kabul etmedikleri için sürekli olarak haksız yere laiklik ve Cumhuriyet'e küfredip duruyorlar. Dolayısıyla Emevi-Osmanlı Ehl-i Sünnet dininin kaide ve kuralları topluma egemen olacağına demokrasi ve laiklik sistemi olsun daha iyidir. Bunları bildiğimiz zaman mezhepçilerin yaptıkları zulüm ve katliamlar İslam'ın hesabına yazılmayacakktır. Aslında Allah Resülü'nden sonra olan hiçbir hadise İslam'ı bağlamaz.
29 Ağustos 2021 Pazar
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (Dinin Siyasallaştırılması) (6.YAZI)SELEFİLİK :Din ve hüküm olarak Kur'an'ı Mübin'den başka hiçbir kaynak olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet bulunmaktadır.Yani Allah tarafından indirilen vahiy'den başka hiçbir kaynak insanları bağlamaz.İnsanlar sadece indirilen vahiy'den sorumlu tutmuşlardır. Fakat SELEFİ anlayış, İslam dini için tâbiin ve tâbe-i tâbiin döneminin görüş ve uygulamalarını tek rehber olarak kabul eder. Selefi inanç ve anlayışa göre Allah Resulü'nden sonra gelen ilk iki nesil islam dinini doğru olarak temsil etmişlerdir.Selefilere göre, sahabe, tâbiin ve tabe-i tâbiinden sonra gelenler tam olarak islamı temsil edemezler.Selefi anlayışa göre Allah Resulü adına nispet edilen yani rivayetler aynen Kur'an gibi dinin bir parçası konumundadırlar.Halbuki Kur'an'a baktığımızda din olarak insanların sadece indirilen vahy'den sorumlu olduklarını görürüz. Allah elçilerinin tek görevi, indirilen mesajı insanlara bildirmekten ibarettir.Elçilerin görevi vahyi tebliğ ve tebyin etmek yani onu ilan etmek ve muhataplarına ulaştırmaktır.Her insan kendi aklı ile karar verme, özgürlüğünü sonuna kadar kullanma, tefekkür etme ve sorgulama yapabilme kabiliyetine sahip olarak yaratılmıştır.Dolayısıyla Selefi inanç biçimi, hem akla ve tefekküre, hem Kur'an'i ilkelere hem de özgürlük ve sorgulamaya karşı mücadele etmiştir. Selefi düşünce aklın kullanılmasına karşı çıkmış, islam dininde tek kaynak olan vahyin yanına "Sünnet" adı altında dünyanın en karanlık rivayetlerini kaynak olarak kabul etmiştir.Selefi akide,Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklardan, vahyin kavramlarının hangi anlama geldiğinden haberi olmadığı için uydurma rivayetleri Kur'an'ın tefsiri ve açıklaması olarak kabul etmiş, insanların fikir sahibi olma, akıllarını kullanma, geleneği sorgulama ve doğruları bulma hakkına karşı çıkmış, vahyin sorun çözme yöntemini değil, selefin uygulamalarını esas almıştır. Dolayısıyla Selefiler, insanları siyasal anlamda hüküm verebilecek ve kendini yönetecek özgür bir varlık olarak kabul etmezler. Bu Kur'an'sız zihin yapısı, insanların hem onur ve özgürlüklerini hem de sorumluluklarını ortadan kaldırmaktan başka hiçbir şeye yaramamıştır. Selefilik inancı zamanla iman edenleri çok kötü yönde etkilemiş, Selefi ve Sünni inancı her tarafı kaplamıştır.Bugün islam toplumunda Kur'an'sızlığın ve akıl tutulmasının arkasında bu tasavvuftan daha tehlikeli olan Selefi ve Sünni düşünce yatmaktadır. Maalesef Selefi düşünce, rivayetleri kutsayarak Kur'an'ın anlamının buharlaşmasına da ön ayak olmuştur. Atalarından intikal eden iftira rivayetleri sorgulayacak yerde bu yalanların üzerini örten, daha sonra da onları kutsayan ve dinde kaynak olarak görmeye çalışan ilimsiz iman sahiplerine Selefi adı verilir. Allah Resulü'nün vefatından sonra cahiliyenin siyasal taassubu dini hayata el koymuş ve dini hayatı siyasallaştırmıştır. Bundan sonra Allah Resulü'nün Kur'an ile inşa ettiği insanları yönetmek için toplum kesimleri arasında siyasi mücadele dini alana sürüklenmiştir. Artık şahsi çıkarlar ve siyasi sorunlar dini sorunlara dönüşmüştür. İslam toplumunda siyasetten kaynaklanan sorunlar zamanla hız kazanmış, toplumsal ihtilaflara, kavgalara ve savaşlara dönüşmüştür.Üçüncü halife olan Osman başkent Medine'de iman edenler tarafından katledilmiş, dördüncü halife olan Ali döneminde sahabe arasında binlerce insanın ölümüne neden olan Cemel(Ali-Âişe) ve Sıffin (Ali- Muaviye) savaşları meydana gelmiştir.Halbuki Allah'ın mesajına gittiğimizde onun, dünya hayatının en mükemmel mesajı olduğunu, her zaman ve mekana uyum sağladığını görürüz. Kur'an, belli bir zaman dilimine sıkıştırılmış, statik, durağan bir sistem önermez. Bugün olduğu gibi yirmi bin yıl sonra da vahiy bağlılarına o zamanki hayata dair özel ve modern bir düşünce ve anlayış kazandıracaktır. Ancak Kur'an'ın mesajı, geçmişte olduğu gibi günümüzde de Selefi- Şii-Sünni- Batıni- Vahhabi ve siyasal islamcıların militan nefreti ile karşı karşıyadır. İman ettiklerini zannedenlerin kendi içlerinden çıkan mezhep ve fırkalara karşı Kur'an'ın mesajı çok savunmasız kalmıştır. Çünkü Allah tarafından indirilen vahiy sistemi ile Allah Resulü adına uydurulan rivayetler (metin değil) mana itibariyle birbirinin içine karıştırılmış, özellikle ilk üç neslin haber ve uygulamaları ile dinin tamamlandığı inancı yerleştirilmiştir. Dinin tek kaynağı olması gereken vahyin yanına birçok kaynaklar eklenerek Kur'an'a dolayısıyla Allah'a karşı şirk koşulmuştur. Kur'an'ın mesajına en büyük saldırı ve ihanet Selefi, Sünni ve Şii inanç altyapısından gelmiştir. Bu inanç yapısı, dinde kaynakları çoğaltmış Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparmış ve dindeki konumunu yerle yeksan etmiştir.Halbuki Kur'an'ın anlaşılmasında yüce Allah, tek tek her bireyi muhatap almıştır. Yani hanif islam dini topluma birey açısından bakar. Siyaset ise bireyi toplum nazarıyla değerlendirir.Bu durum, din ile siyasetin alanlarının birbirinden çok farklı olduğunu gösterir.Yani siyasetin dinden, dinin siyasetten ayrılması mümkündür. Aslında Emevi ve Abbasi yönetimleri siyasetin dinden ayrılmasının bir zorunluluk olduğunu göstermiştir. Yoksa ezeli ve ebedi ilmiyle yüce Allah, Resülünden sonra hanif dinin tahrif edileceğini ve uydurulan dinin şeriat kuralları ile insanların inanç ve zihinlerinin baskı altına alınacağını biliyordu.Selefi inancın üç esası mevcuttur.1-) Her şeyi "Kur'an" ve Sünnet'e göre dizayn etmek.Bu maddede bulunan Kur'an, sözde kalan bir söylemden ibarettir.Esas olan rivayetlerin yani uydurma sünnetin hayata hakim olmasıdır. Kur'an söylemi sadece ümmi halkı aldatmak ve yanlarına çekmek içindir. 2-) Selefi atalardan intikal etmeyen her şeyin gayri meşru olduğuna iman etmek. 3-) Doğruya ulaşmak için aklı kullanmanın ve akla uygun hüküm vermenin islam dışı olduğuna iman etmek. Allah Resulü'nün tâbi olduğu yalnız indirilen vahiy iken (Ahkaf -9; Yunus-15, 109) kendisinden sonra Kur'an'ın yanına birçok dini kaynaklar konmasına razı olmamak Selefi ve Sünni âlimlerince büyük bir sapıklık olarak kabul edilmiştir.Allah Resulü adına iftira edilen binlerce hadisi sünnet adı altında "vahyi gayri metlüv" "namazda okunmayan fakat Kur'an gibi vahiy" olarak değerlendirmek, bu sakat ve hastalıklı zihin yapısından kaynaklanmıştır. Yani bu ahlaksız ve karanlık zihin yapısı Allah'a dinini öğretme cüret ve cesaretini utanmadan göstermeye girişmiştir.Şia ve Ehl-i Sünnet alimleri sadece Kur'an'ın manasını bozarak dinde emir ve yasakları arttımakla kalmamış,Kur'an'daki âyetlerin büyük çoğunluğunun iman edenlerle ilgili olmadığını iddia ederek inanç bakımından apaçık bir sapıklığa düşmüştür. Yani Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerine göre Kur'an mesajlarının bir bölümü "puta tapan" müşrikleri, bir bölümü kafirleri, bir bölümü münafıkları, bir bölümü Yahudileri, bir bölümü Hıristiyanları çok az bir kısmı da iman edenleri ilgilendirmektedir. Halbuki Kur'an belli bir zaman ve zemine göre değil, evrensel mesajı ile her asırda her ferdi alakadar etmektedir. Fakat Şii, Sünni ve Selefi anlayışa göre, Kur'an'da iman edenleri ilgilendiren âyet sayısı gayet azdır.Açık olarak ortaya çıkıyor ki, vahyin manasını bu hastalıklı işgalden kurtarmadıkça milletin içine düştüğü kaos ve ihtilaf, terör ve anarşi, taklit ve cehalet belasından kurtulma imkân yoktur. Din haline geldiği için çok güçlü olan Sünnetçi gelenek yok edilmedikçe, iman edenlerin zihin ve fikir yapısı değişmeyecektir. İşte bu yüzden Şia ve Ehl-i Sünnet dininin doğru bildikleri her şeyi sorgulamak zorundayız. Dolayısıyla Allah'ın hidayetinden yararlanmak için Kur'an'ın dışında baş vuracağımız başka bir kaynak bulunmamaktadır. Allah'tan indirilen aydınlık yol (Yusuf-108; İbrahim-1) ile beşer tarafından uydurulan karanlık yolu birbirinden ayırmak zorundayız. Elçiler tarihinde her zaman iki anlayış var olmuştur. Biri, özgür, kendisini davasının öznesi kabul eden ilim ve tefekkür, akıl ve mantığın gereğini yerine getirmeye çalışan anlayış, diğeri ise, kendisini sınırlayan, başkasının inanç ve fikirlerine göre yaşamayı esas alan, aklını kiraya veren ve daima bir emrin güdümünde olmayı önceleyen anlayıştır.Selefi inanca göre aklı olanın dini olmaz.Akıl, dine girene kadar gereklidir.Dine girdikten sonra akla ihtiyaç kalmamıştır.
28 Ağustos 2021 Cumartesi
GÜZEL AHLAK VE NEZAKET GİBİSİ YOKTUR. 1-) Pikniğe gittiğinizde ormanlık alanda asla ateş yakmayın, piknik yerinde yakılan ateşin söndüğünden emin olun, piknik alanında çöp bırakmayın, arabanın penceresinden dışarıya sigara izmariti atmayın. 2-) Komşunuzun bahçe ve balkonuna hiçbir şey atmayın, Allah'ın cezalandırmasından korkun. 3-) Misafirlerinizi araçlarına kadar uğurlayın, ufak çocuğunuz olsa dahi jest yaparak aracın kapısını ona siz açın. 4-) Arkanızda bulunan araçların geçişleri için kolaylık sağlayın, sizi ikaz etmelerine fırsat vermeyin, yol dar ise kenara çekilerek yol verin, güzel ahlak gibisi yoktur. 5-) Bir kişiyi telefonla üç defadan fazla çaldırmayın. Çağrınızı anında yanıtlamazsa, ilgilenmesi gereken önemli işlerinin olduğunu farz edin. 6-) Borcunuzun vâdesi dolduğunda size borç veren arkadaş hatırlatmadan önce mutlaka iade edin. Bu hareket sizin dürüstlüğünüzü ve karakterinizi gösterir. Aynı şey para haricindeki diğer şeyler için de geçerlidir.7-) Hangisinin hayırlı olduğunu bilmediğiniz için kız ile erkek çocukların arasında maddi-manevi asla ayırım yapmayın. 8-) Karşınızdaki insanın dinini, fikrini ve kültürünü bilmeden genelleme yaparak rastgele konuşmayın. 9-) Erkek, kadın, yaşlı genç fark etmez misafirleriniz için arabanın veya evin kapısını siz açın, toplum içinde birine iyi davranmak insanı küçültmez.10-) İsterse zengin olsun bir arkadaşınız size bir ikramda bulunduysa, durumunuz el veriyorsa bir dahaki sefere siz ikramda bulunun. 11-) Mirasınızı erkek çocuklarının üzerine tapulayarak kız çocuklarını mahrum etmek büyük bir zulüm ve son derece çirkin bir harekettir, sakın böyle bir şeye tevessül etmeyin. 12-) İnsanların konuşmasını asla bölmeyin. Konuşmalarına izin verin, yanlış olanları güzel bir üslupla dile getirin. İnsanların hakkı kabul etmeleri, onu duymaları kadar değerli değildir.Yani önemli olan hakkı duymalarıdır. 13-) Özellikle toplu taşıma araçlarında konuşurken sesinizi fazla yükselterek insanları rahatsız etmeyin. 14-) Size yapılan iyiliği dile getirmenin hiçbir sakıncası yoktur.İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a da şükretmez. 15-) Dost ve arkadaşlarla karşılaşıldığında "seni çok iyi gördüm" demek, gönüllerini kazanmanızı sağlayacaktır. Kötümser olmanın hiçbir mantığı yoktur. 16-) Kendi çocuklarınız dahi olsa hiç kimsenin özel eşyasını karıştırmayın, özellikle cep telefonlarını, empati yapın. 17-) Irkçılık hastalığına yakalananlara asla yüz vermeyin, insanın kendisini cehennem azabından kurtarmasından daha büyük bir sorunu yoktur. 18-) Konuşmalarınızda son derece nezaket sahibi olun, doğru olan "çöpçü" değil, "temizlik görevlisi" demenizdir. 19-) Kendi çocuğunuz da olsa basit bir şey istediğiniz zaman "sana zahmet" demenizin hiçbir zararı yoktur.20-) Ticaret dahil bütün insani ilişkilerde karşı tarafı daha fazla düşünün, Allah'ın ihsan ve nimetinin her şeyden daha engin olduğuna iman edin. 21-) Mabedlere değil, insanlara yardım edin. Bir fakirin bir damla gözyaşının kâbe dahil bütün mabedlerden daha değerli olduğunu hiç bir zaman unutmayın. 22-) İnsanların ne kadar maaş aldıkları, gelirlerinin ne kadar olduğu sizi ilgilendirmez. 23-) Maddi durumu yerinde olanlarla durumu düşük olanlar arasında saygıda ayırım yapmak çok çirkin bir ahlaktır. 24-) Daima islah edici olmak Allah Resüllerinin mesleğidir. 25-) Özellikle kapalı mekanlarda ve toplu taşıma araçlarında cep telefonu ile konuşurken, başkalarının rahatsız olmamasına dikkat edin.26-) Her zaman ve her yerde hakkınızdan vazgeçerek başkalarını kendinize tercih edin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. 27-) İhtiyaç sahibi olduklarından dolayı değil, alışkanlık ve meslek edindiklerinden dolayı çocuklu dilencilere bir şey vermeyin. Yaz kış, sıcak soğuk demeden zavallı çocukları hem istismar ediyor, hemde zulmediyorlar Onlara bir şey vermek Kur'an'a aykırıdır. (Bakara-273)İnfak yapmada akraba, komşu ve tanıdıklarınız içinde çocuk sahibi olanları tercih edin. 28-) Toplu taşıma araçlarında yaşlı ve özürlü olanlara anında yer verin, hiçbir zaman zarar etmezsiniz. 29-) Dağ başında da olsanız elinizdeki çöpü yere atmayın, doğanın çöpünüze ihtiyacı yoktur. 30-) Cimri olmayalım, çünkü göklerin ve yerin mirası Allah'ın'dır. Biz ölüp gittikten sonra malın kime kalacağı önemli değildir. 31-) Göçmenlere kin beslemeyin hiç kimse vatanını keyfinden bırakacak değildir. İnsanların daha özgür yaşama hakları vardır. Aynı zamanda bu Allah'ın emridir. Yeryüzü hiç kimsenin malı-mülkü değildir. Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ın'dır. İnsanların ülkenize gelmesi, korkulacak bir olay değil, onur duyulacak bir olaydır. Çünkü insanlar özgürlük ve güvene doğru giderler. 32-) Ahlakınız güzel değilse, ibadet etmenize gerek yoktur, çünkü ahlakı güzel olmayanın ibadeti yoktur. 33-) Çocuklarınız evde mutlaka misafir görsünler, yoksa bu değerli ahlak zamanla kaybolacaktır. 34-) Çocuklarınızın yanında dostlarınıza ikramda bulunun ki, onlarda bu güzel ahlaka sahip olsunlar. 35-) Çay ocağında, özellikle restoran veya lokantada içtiğiniz çay için kötü ve pis kelimelerini kullanmayınız, sizin bu kelimeleri kullanmanız hiç bir şeyi değiştirmeyecektir. 36-)(Keşke bırakbilseniz) sigara içtiğinizde hiç kimsenin dumanınızdan rahatsız olmadığına dikkat edin. En doğrusu temiz havada yani hiç kimsenin rahatsız olmayacağı bir ortamda için. 37-) Ağız kokusu sarımsak kokusundan çok daha rahatsız edici bir özelliğe sahiptir. 38-) Nerede olursa olsun elinde ağır yük taşıyan kadın ve ihtiyarlara yardım edin. Çok büyük bir zevk ve makbul dua alacaksınız. 38-) Söz verdiğinizde mutlaka sözünüze sadık kalın, söze sadakatsizlik, yüce Allah'ın hoşuna gitmeyen kötü bir ahlak ve büyük bir sorumluluktur. (İsra-34)Yukarıdaki özellikten dolayı yüce Allah, İsmail (a.s) ı Kur'an'da övmüştür. (Meryem-54)39-) Yediğiniz ve içtiğiniz maddenin arta kalanlarını yere atmayın, medeni ve temiz olan zarar etmez. Hatta dinlendiğiniz yerde başkasından kalan maddeleri toplamaktan büyük bir haz alacaksınız. 40-) Ortalık aydınlık olsa dahi banyo ve lavabo gibi yerlere girdiğiniz zaman ışığı yakın, ev halkı için ani korku ve paniklemeyi engellemiş olursunuz. 41-) Bir kaç günlüğüne evden ayrıldığınızda, bir iki odanın ışığını açık bırakın, hırsızları uzaklaştırmaya yarayacaktır. 42-) Evinizde para, antika ve değerli ziynet eşyası bulunduğuna dair yabancı kimseye hiç bir şey söylemeyin. 43-) Değerli bir şey gizlediğinizde ev halkından bir iki kişinin nerede olduğundan haberi olsun. 44-) Cimrilik, dünya hayatında fakir yaşama, âhirette zengin olarak hesap vermektir. Hiç bir zaman bunu unutmayın. Malınızın hepsini çocuklarınıza miras olarak bırakmayın, ilk önce kendinizi cehennem azabından koruyun. (Bakara-254)Bir insan cimrilikten dolayı cehenneme girdikten sonra, malının çocuklarına veya bir vakfa ya da düşmanlarına kalması arasında hiç bir fark yoktur. 45-) Günlük hayatta, özellikle trafikte hakkınızdan vazgeçin, büyük olayların çıkmasına engel olacaksınız. 46-) Çocuklarınıza ve hanımınıza sakın sert davranmayın, özellikle insanların içinde onlara bağırıp çağırmayın, son derece sabırlı olun. Asla pişman olmazsınız.
27 Ağustos 2021 Cuma
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(62.YAZI) "Ali Hocam!Bilgiye dayalı bu paylaşım, benim yaklaşık onbeş yıldır yaşayarak şahit olduğum Arap toplumlarının bire bir aynası gibidir. Hocam Gazze'li damadım aracılığı ile Arap dünyası ile yaptığı işbirliği (ticaret) nedeniyle onları çok iyi analiz ettiğimi düşünüyorum. Bunların arasında Suudi üst düzey generalden değişik Arap ülkelerden doktorundan mühendisine iş insanlarına varıncaya kadar istisnasız hepsi sizin paylaşıminiza bire bir aynı din anlayışına sahiptirler. Bunların arasında yirmi yılı aşkın Türkiye'de yaşayanlar da var.Din anlayışı bakımından bir arpa boyu yol almadıklarını maalesef üzülerek görüyoruz. Ne demeli? Ali Hocam sayenizde bu toplumda hiç değilse birileri bunları sizden öğreniyor.Allah razı olsun" (Hayri Sipahi- Suudi Arabistan'ın Din Anlayışı" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Bir çok şeyi anlayabiliyorum.Ama diyanet işleri başkanlığının daha hâla hadislerle hareket ettiğini anlayamıyorum.Camilerde diyanetin vaazlarında Kur'an'dan çok hadislerden konu ediliyor. Sanki bizim kutsal kitabımız Kur'an değil de, hadislermiş gibi vaaz veriyorlar.Bizim diyanet doğru yolu götürmezse bizler nerden öğreneceğiz? Dinimizi anlamış değilim.Yazınız için teşekkür ederim.Bir nebze de olsa aydınlanıyoruz" (Mehmet Ali Geren- Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Hocam, merhaba, hayırlı günler dilerim. Sizi bir vesile bu platform üzerinden tanımış oldum. Yazılarınız dikkatimi çekti.Bütün yazılarınızı okudum. Bende bir şekilde bazı konularda araştıma yapıyordum.İnanın hocam sizden çok şey öğrendim. Öğrendiklerimi toplum içinde anlatarak paylaşıyorum. Özellikle Nebi- Resul ayrımı çok doğru bir tesbitti. Allah razı olsun. İyiki tanıdım sizi. Doğruları öğrenmeye başladık. Sağolunuz" (Hüseyin Çelebi) ------------------------------------------------------"Kur'an'ı anlamak isteyene Arapça gerekmez. Kendi dilimizde anlamamız için, âyetleri eğip bükmeden Kur'an'ın kavramlarını çok iyi bilen mealcilere ihtiyaç vardır. Arapça, Yüce Allah'ın dili değildir. Resul'ün dili Arapça olduğundan, vahyin dili de Arapça olmuştur o kadar. Asıl olan dil değil, manadır. Kısa bir not: "Kur’an doğası gereği, anlaşılır ve bilinir bir hitaptır. Ana dili Arapça olan bir kimse onu okuduğunda, ondan ne anlıyorsa, ana dili Arapça olmayan bir kimse de Türkçe bir çeviriyi okuduğunda, ondan en az o kadar anlar. O halde, Kur’an okuyan bir Arab’ın okuduğu ve “okuduğundan anladığı şey” ne kadar Kur’an’sa, Kur’an çevirisini okuyanın da “okuduğundan anladığı şey” o kadar Kur’an’dır. Zira çeviri, en az bir Arap kadar, hatta gramer olarak ondan daha fazla Arapça bilgisine sahip olan birileri tarafından yapılmaktadır.Saygılar"(Hasan Torun- Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorumu)--------------------------------------------------------"Kuranı anlamamış, bir kenara atmış, hurafe rivayetlere itibar eden İslam alemi, özellikle arapça dil kullanan ülke ve toplumların sefil hali ortada duruyor.İstedikleri kadar arapça kutsal dil desinler.Ne Allah'ın indinde, ne de insanların yanında itibarları yoktur.İlla ilim ve bilim, illa aklı kullanma ve Kur'an'ın hidayetinden başka çıkar yol yoktur" (Mevlüt Özcan- Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------"Muslümanlar "Allahın akletmezmisiniz" emrini hice sayıp uydurma ve hurafe hadislere taparlarsa, hiç bir zaman ezilmekten kurtulamazlar. Ortadoğu coğrafyası, Afganistan ve diğer ülkelerdeki müslümanların hali nedir?Namaz kıl, oruç tut, hacca ve umreye git.Diger emir ve nehiyleri yani Kur'an'ın büyük bir bölümünü terket ve hiçe say. Mezhepcilik yap, müslüman kardeşini öldür.Maalesef bu gidişle düzeleceği de yok.İslam'ın dünyanın gözünde rezil hale düşmesine kahroluyorum. Allah bizi cezalandırıyor(Halide Unsoy "Siz İslam'ın Yüz Karasısınız" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Aynen hiç bir müslümanın Kur'an'ı Kerim'i inkâr etmesi mümkün değildir.Lakin belirttiğiniz gibi cemaatler, siyasi partiler, gurublar, Kur'an'ı kendi menfaatlerine göre yorumlayıp insanları kandırmışlar, kandırmaya da devam etmektedirler.Yapılması gereken ise yüce Allah'ın ilk emrinde olduğu gibi, Kur'an'ı Mubin'i insanın anlayacağı dilde okuması olacaktır" (Malkoç Oğlu- Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorum)
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (Dinin Siyasallaştırılması) (5.YAZI)Kur'an'a baktığımızda üç çeşit hükmün (hakimiyetin) olduğunu görüyoruz. 1-) Göklerde ve yerde olan Allah'ın mutlak hüküm ve hakimiyeti. 2-) İndirilen vahiy yoluyla kurulan Allah'ın hakimiyeti yani yaşam alanında din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın olmayacağı ile ilgili hakimiyet. Kur'an en çok bu iki hakimiyetin üzerinde durur."...Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir"(Maide-44)"... Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir"(Maide -45)"...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir"(Maide- 47) âyetleri, ikinci şıkta bulunan hakimiyet ile ilgilidir ve devlet adamlarından daha çok ilim adamlarını ilgilendirmektedir. Yani bu hükum ve hakimiyette bireysel ve sivil yaşam için Allah'ın indirdiği vahiy dışında hüküm ortaya koyan ve kabul eden din adamları hedef alınmaktadır. Dolayısıyla ilk iki hakimiyetin alanı Allah'a aittir.3-) Siyasal hakimiyet yani devlet ve halkın idare edilmesi ise, hukuku ve adalet sistemiyle tamamen insanların ortak aklına aittir.İnsan bu siyasal hakimiyet ile Allah'a karşı sorumludur.Bu hüküm ve hakimiyet, siyaset, din, dil, ırk, kültür, gelenek, inanç, mezhep, ekonomi, eğitim yani toplumun farklı kesimlerinin haklarının adalet sisteminde eşit olarak karşılanması demektir. Fakat maalesef Şia ve Ehl-i Sünnet devlet ve din adamları siyaseti kişisel kudret ve hakimiyet alanı kurma ve gücü elde etme olarak değerlendirmişlerdir. Mesela, daiş, el Kâide, tâlibân, Boko Haram ve Fetö gibi bütün terör örgütleri bu siyasal anlayış ve batıl inançtan doğmuştur. Siyasi mücadeleyi bir fazilet ve hayır yarışı olarak Allah'ın emri gibi değerlendirmek sadece kan ve kaos, terör ve anarşi, zulüm ve zillet doğurur.Siyasetin, islam dininin önemli bir bölümü olduğu yolundaki inanç ilk defa Şii mezhebi tarafından benimsenmiştir. Şii inanç ve anlayışına göre her türlü günah ve hatalardan korunmuş imamlar hem dini hem de siyasi otoritedir. Bu inanca göre siyaset, toplumdaki adalet ve hukuku yani insanların haklarını koruma sanatı olmaktan çıkıp kutsal bir inanç ve kimliğe bürünmüştür.Bu inanç ve anlayışa sahip olan siyasette, devlet adamlarını ve idarecileri eleştirmek mümkün olmuyor.Çünkü artık siyaset Allah'ın yüce ve kutsal bir emri olarak mübarek bir zırha bürünmüş oluyor. Hatta gücü elde eden siyaset ve devlet adamlarının tasarruflarına karşı gelenler hain damgası yemekten kurtulamıyorlar. Geçmişte Katolik mezhebinin siyaset anlayışı da bundan farklı değildi.Mesala:Din ile siyasetin birbirinden ayrılması esasına dayanan "laiklik dinsizliktir" anlayışı Şia ve Ehl-i Sünnetten önce Hristiyanlığın Katolik mezhebinin inancını ortaya koymaktadı. Aslında laiklik bireysel bir anlayış olmadığı için laik olan kişi hiçbir zaman dininden ve imanından bir şey kaybetmez.Laiklik siyasi ve sosyal bir düşünce ve anlayıştır.İman edenler bireysel olarak laik olmayabilirler, fakat kurdukları devletin laik olmasında bir sakınca yoktur.Aslında Allah'ın sorumluluğu toplum ve cemaat olarak değil de, bireysel olarak yani tek tek insanlara yüklemesinin önemli hikmetleri vardır.Bu hikmetlerin en önemlilerinden biri, vahiy'le Resullere indirilen hükümlerin hayata hakim olmasının uzun süre almasıdır. Yani Allah Resulü'nden hemen sonra insanlar vahiy'den yani Allah'ın hükümlerinden yüz çevirdiklerinde kuracakları devletin esasları hangi kaynağa göre oluşacaktır.
26 Ağustos 2021 Perşembe
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (Dinin Siyasallaştırılması) (4.YAZI) Adem'in yaratılış gerekçesinde onun yeryüzünde "halife" olduğu bildirilmiş, hür iradeli ve kendi adına iş yapacak bir varlık olduğu açıkça belirtilmiştir.(Bakara- 30; Enam-165 )Şia ve Ehl-i Sünnet'in din ve devlet adamları, siyasi hakimiyetin millete ait bir hak olmasından hiçbir zaman hoşlanmadılar. Aslında Allah'a iman eden ülkelerde hakimiyetin kişi ve ailelerden daha çok halka ait olması siyaset konusundaki birçok sorunu çözebilecek niteliktedir. İşte bütün bu gerçeklerden dolayı, iman edenlerin özgürlükçü ruha dayalı bir siyasi yapılanmaya geçmeleri, Şia ve Ehl-i Sünnet zihninin hatalarını devam ettirmemeleri gerekmektedir. Yüce Allah, özgür olma ya da hürriyeti sonuna kadar kullanma imkanını fert fert her insana sunmuş ve insandan sosyal hakimiyetini tam olarak kullanmasını istemiştir.İman edenler, bulundukları durumdan hoşnut değillerse, kendi yönlerini değiştirmek zorundadırlar. Allah'ın toplumlar için değişmez kanunu bu yönde tecelli ediyor. (Râd-11; 11 Enfal-53) Siyasi ve toplumsal olayların kötü sonuçları ile ümmetin karşılaşacak olması bile, siyasal hakimiyetin millete ait bir hak olduğunu kesin olarak ortaya koyar. Toplum hüküm ve hakimiyetini şura ve istişare dışında hiç kimseye devredemez. Eğer toplum hüküm ve hakimiyetini meclis ve şura yerine kral ve padişah gibilerine devrederse, bunun acı sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaktır. Kur'an, toplumsal ve siyasal ilişkilerin, ümmetin davranışlarının sonucuna göre şekilleneceğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla siyasi ve ictimai konudaki sıkıntılarımız Allah'ın kitabından değil, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın anlayışından kaynaklanmaktadır.Maalesef Şia ve Ehl-i Sünnet geleneği, devleti yönetenlerin arzu ve istekleri doğrultusunda oluşturulmuş, din adamları da hukuk ve adaletin yanında değil, idarecilerin tarafında yer almışlardır.Kur'an'ın manası bozulmuş, sistem dağıtılmış, kavramların yeri değiştirilmiş, vahyin içindeki düzen bozulmuş, dedikodularla yeni bir din inşa edilmiştir.Bu yeni dinin hadis ve ictihadlarıyla yöneticiler kutsanmış israf ve yolsuzlukları her zaman örtbas edilmiştir. Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimleri tarafından yaşatılmaya çalıştırılan atalar dininin hakimiyet konusundaki yanlış uygulamalarının düzeltilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.İnsan iradesinin Allah'a ait olduğu yolundaki inanç, hem dinin sömürülmesine, hem de müminlerin ahlâken çökmesine sebep olmaktadır. İman edenler, idarecilerin kendi vekilleri olduğunu, onların Allah'ın vekili olamayacaklarını kavramak zorundadırlar.Çok ilginç, iman edenleri hayat sahnesinden silen zihniyet her zaman kurtarıcı olarak gösterilmiştir.Kesin olarak bir şey söylemek gerekirse, bu ümmetin sorunu, Kur'an'ın ortaya koyduğu hanif İslam dini değildir. Sorun: Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin yani din adamlarının oluşturduğu mezhepler dinidir. (En'am-159; Rum-30,31,32)Kur'an, vahyi tebliğ eden elçilerin dahi Allah'ın vekili olmadıklarını ve olamayacaklarını açıkça ortaya koymuşken, diğer insanların Allah'ın vekili olabileceklerini ve Allah adına hüküm verebileceklerini yani O'nun adına hareket edebileceklerini söylemek her şeyden önce vahye aykırı düşmektedir. Hiçbir beşer'in -Nebi'ler dahil- Allah adına hüküm koyma ve Allah adına insanları idare etmeye hakkı bulunmamaktadır. Nebiler bile yüce Allah tarafından kendilerine indirilen vahyi Resül sifatıyla sadece beyan "tebliğ" görevini yerine getirirler.Yani Nebi ve Resüllerin, fetö misali, devlet kurma ve Allah adına insanların üzerinde hakimiyet kurma iddiaları yoktur. Kur'an'da bulunan "...Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ..." (Mâide-48)(Sana da şu talimatı verdik) : Aralarında Allah'ınindirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma..."(Mâide-49)Ve benzeri âyetler, Allah tarafından indirilen vahiy haricinde kaynak oluşturulmayacağı yani helal ve haram, din ve hüküm ile ilgili inmişlerdir.Allah'ın Resulleri vahyin üzerine, yanına, yöresine kendilerinden bir kelime bile ekleyemezler.(Hakka- 44; İsra- 72, 73, 74; Yunus-15)Dolayısıyla Nebiler dahil hiçbir beşer'in yüce Allah adına konuşmaması ve O'nun adına hüküm koymaması için vahiy koruma altında nazil olmuştur. Kur'an'ı yegane kaynak olarak görmeyen toplumun özgürlükçü bir anlayışa sahip olması mümkün değildir. Maalesef Allah'a iman ettiğini iddia eden toplumun, hem dini, hem siyasi anlayışı Şia ve Ehli Sünnet'in kaynaklarına ve uygulamalarına dayanmaktadır. İslam ülkelerinde bulunan siyasi kaos, kargaşa ve krizlerin en önemli sebebi budur. Bu geleneksel mezhebi anlayış yok olmadığı sürece, iman edenlerin demokratik ve özgürlükçü bir yapıya kavuşmaları mümkün değildir. Öyle görülüyor ki devlet, siyaset ve din adamlarımız özgürlükçü yapının gelişmesi için mevcut parçalayıcı mezhepsel zihniyetin değiştirilmesinin önemini henüz anlayamamışlardır.
24 Ağustos 2021 Salı
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (61.YAZI) Sayın Ali hocam!Yazınız çok ispatlı.Şeriatı bu kadar delilli ve ispatlı anlatmışsınız ki, şeriatın ne olduğunu ne olmadıgını çok açık ifade etmişsiniz. Elinize yüreğinize sağlık. Şeriat bundan daha detaylı anlatılmazdı. "Ben müslümanım deyip de şeriat istemiyorum" diyenler hangi şeriatı isteyip istemediğinin bilincine sahip olsunlar isterim.İnsanlar şeriatın hangi anlama geldiğinden haberleri yoktur. Bu yazınızı okuyup da şeriatın ne olup olmadığını anlamalarını çok istiyorum.Rabbim ilminizi arttırsın. Saygılarımla"(Feyzullah Selcuk- "Hangi Şeriat" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------"Allah razı olsun hocam!Bu konuşmayı duymayanlara da duyurmuş oldunuz. Yani hizmette sınır yok maşallah. Mehmet Çelik hocamdan da Allah razı olsun inşaallah.Onu muhabbetle yad ediyorum"(Gürkan Kaçaran- "Siz İslam'ın Yüz Karasısınız" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------------"15 dakka önce bu yazıyı yazdım, tevafuk olmuş. Düşünün ki, alim- ulema, Kur'an'dan yüce Allah'ın uluhiyetini biliyor. Sünnetullâhı biliyor.Yüce Allahın emir ve yasaklarına harfiyen uyduğunu iddia ediyor. Bütün bunlardan sonra günahsız olduğuna inandığı kişi için "şeyh, evliya, gavs-ı azam, kutbu-l aktap, mevlana, bediüzaman" diyecek kadar da cehalet sergiliyor. Bir mümin, yüce Allahın zatı için, "Ete kemiğe büründü Mahmut diye göründü" cümlesini söyleyebilir mi? Bu insanlar yukarıdaki cümlenin ne anlama geldiğini bilmeyecek kadar gaflet içinde iseler. Bu alimlik- ulemalık ya da hangi makamda kendilerini görüyor iseler, bu makam ve sıfatları hak ettiklerine dâir Allah'tan gelen bir delilleri ve bürhanları var mı? Bu makam ve sıfatları onlara veren otorite kimdir? Ve insanlar burdaki şirk unsurlarını göremeyecek kadar nasıl cahil bırakılmışlar?Bu nasıl bir din algısıdır ki, bütün tarikat ve cemaat önderleri aynı zihniyetle bu makamları almışlar ve bu öğreti yani şirk üzere bir din yaşıyorlar ve milyonlarca insanı da peşlerinden sürüklüyorlar. İbn-i Arabi’nin “Arif için din yoktur” Celaleddin-i Rumi'nin “Ne olursan ol yine gel”Hacı Bektaş'ın “Ne ararsan kendinde ara”Hallac-ı Mansur’un “Ene’l Hakk” Yunus Emre'nin ''Bir ben vardır, benden içeru''Niyazi Mısrinin ''Derdim bana derman imiş"'Ve buna benzer bir çok şirk sözleri var olan mutasavvıflar! "Aslında o bu sözünde şunu demeye çalışıyor" deyip, manevra yapıp konuyu şirkten kurtardığını düşünen zihniyetler! Zan haktan hiç bir şey içermez. Zanni düşünceler insanı helaka götürür demek çokmu zor. "Kimya hatun ve şems hikayesi" "Celaleddin-i Rumi'nin eşek ve hizmetçi kadın hikayeleri" Ve İslam ahlakına aykırı bir sürü hikayeleri bunlar mecaz deyip masum göstermek nasıl bir hayasızlık ve vicdansızlıktır?Nasıl bir garabet, nasıl bir gaflettir ki, kendilerini "Allah" yerine koyan bu insanlar, hâlâ itibar görüp, hala bu inanç ve öğretilerle tarikat ve cemaat olmaya devam edebiliyorlar. Bunların sapkınlıklarına Kur'an ve ilimle dur diycek bir Allah'ın kulu yokmu. Bir kurum, bir otorite, bir akıl, bir İbrahim yokmu? Var değil mi, var tabi ki. Yüce Allah'ın mübin kitabı. Ama onu anlamak isteyenlere de sapık denen bir islam toplumu içinde yaşamak, nasıl bir ızdırap ve acı olduğunu kime anlatabiliriz? Hiç imseye. Çünkü insanlar din hususunda ölüler gibi yaşıyorlar. Âyette denildiği üzere. "Sen ölülere işittiremezsin" (Rum-52) sözünün muhatabı olmuşlar. "Onların gözü var görmezler, kulakları var işitmezler, hiç düşünmezler, hiç akletmezler. Ne kadar da az düşünürler"(Âraf-179; Furkan- 44)gibi ayetler kimlere söyleniyor? Müşriklere mi, kafirlere mi, ateistlere mi?Yoksa Afrika’da güneşe, aya, ateşe tapanlara mı söylüyor âlemlerin Rabbi. Bu kadar uyuşturulmuş bir toplum olabilir mi? Yazık, çok yazık!Hemde Resülüllâhın kemikleri sızlamaz mı? "...Benim bu kavmim Kur'an'ı terketti"(Furkan-30) derken ne demek istedi acaba. Bu kadar inanç ve bilgi kirliliği, hadis, sünnet adı altında beşeri kaynaklara göre din yaşamak nasıl bir akıl tutulmasıdır? Ey Rabbim! Sen ne büyüksün ki, geçmişte helak edilen kavimlerden bile berbat haldeyken bu insanlığa merhamet ediyorsun! Sana binlerce kez hamd olsun. Benim bu ümmetten umudum yok. Bir toplum ancak bu kadar kendi kitabına, kendi dinine uzak bir hayat yaşar. Namaz, oruç ve hac içine sıkışmış bir din olabilir mi? Bu nasıl bir itikat, nasıl bir iman iddiasıdır? Ey Rabbim! Müslüman olduğunu iddia eden topluma aklını kullanmayı hakkı bulmayı ve doğru yola girmeyi nasip et. Duadan başka yapacak birşey kalmadı bu topluma" (Yusuf Han Türk- "Siz İslam'ın Yüz Karasısınız" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------Hocam, can hocam!Dillerin de sahibi ebediyen senden Razı olsun inşallah.Size çok teşekkür ediyorum. Demem o ki, "yüdhilü men yeşaaü fii rahmetihi" âyeti vallâhi bende tecelli ediyor, elhamdülillah. Yıllardır hiç içime oturmuyordu.Lakin ne yapacağımı bilemiyordum malesef.Hamdolsun niyetim halisti ve samimiydim. Yüce Rabbim iki yıl önce sizinle yollarımızı kesiştirdi ve Kur'an merkezli yürümeye çalışıyorum.Nasıl mı?Mihengim Kur'an. Dil, din, sosyoloji...Her konuda Kur'an arz ediyorum.Uyarsa devam.Uymazsa red ediyorum. Mevzu beni aşarsa mutmain olmak için sizi arıyorum"Selam saygı ve dua ile"(Ismail Kilic- "Kur'an'ı Anlamak İçin Arapça Bilmek Gerekli Midir? adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------" Ali Aydın hocam!Yine isabetli bir yazı olmuş.Elinize, yüreğinize sağlık hocam.Eğer bir kişi hadislerin de vahiy olduğunu kabul edip, onlara iman ediyorsa, o iman ettiği hadisleri de namazda okuması gerekir. Aaksi taktirde kendisi de onlardan emin değildir.Doğru tektir, oda Rabbimizin koruması altındaki sorumlu olduğumuz tek hidayet rehberi yüce kitabımızdır.Tarihten ancak ders alınır, iyi ve güzel sözden de faydalanılır.Sorun bu sözlerin Allahın kitabının önüne geçirilmesi onlara Kur'an gibi iman edilmesidir.(Meral Ince Celik-"Kur'an'a İhanet Tarihi"adlı yazıya yaptığı yorum) ---------------------------------------------------------"Değerli hocam!Çok teşekkür ederim, Allah razı olsun. Arif hocama da selamlar.Tarif ettiğiniz şirk ehlini yakın tanıyorum. Vahiy ehli çoğaldıkça kinleriartıyor.Biz inanıyoruz, aynı zamanda güveniyoruz. Rabbimize onlar inandıklarını zannediyorlar. (Ibrahim Serin "Hangi Şeriat? adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------"Güzel bir şablon ortaya koymuşsun Ali abi.İslam aleminin bütün ayrılıklarını, hiçbir şüpheye yol açmayacak şekilde birleştirebilecek bir şablon oluşturmak mümkün mü? Kur'an'a iman edenler için, bu kesinlikle mümkün.Ki bu Kur'an'ın iddası(karanlıklardan aydınlığa çıkarır)(İbrahim-1)(Yasin Tokat" "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum) ----------------------------------------------"Aydın hocam!Tarihi bir döküman gibi bir yazı olmuş. Kalemine sağlık. Şeytanla mücadelenin çok zor olduğu gibi, müritleşmiş bir toplumla da mücadele etmek çok zor. Sevgiler" (Ender Ansan "Kur'an'a İhanet Tarihi" adlı yazıya yaptığı yorum)
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (3.YAZI)Nebi(a.s) dan sonra siyasi düşüncede meydana gelen iki ayrı ucu teşkil eden Sünni ve Şii din adamları "hüküm" konusunda aynı inancı paylaşmaktadır. Yani Sünnilere göre yüce Allah siyasi hakimiyetini iman eden toplum vasıtasıyla daha doğrusu devleti idare eden "Kral, halife ve padişah" vasıtasıyla, Şiilere göre ise "masum imamlar" vasıtasıyla gerçekleştirmektedir. Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları "hüküm" ve "hakimiyet" âyetleriyle aslında atalar dininin sorgulandığını akıl edemediler. Yani hanif İslam'a vurdukları darbeler düşmanlık, kin ve nefretten değil, Kur'an'a karşı olan cehaletten kaynaklnmıştır. Bununda en önemli üç sebebi mevcuttur. 1-)"Nebi ile Resul'ün" arasında bulunan onlarca farktan haberleri olmamaları yani Nebi ve Resülün hangi anlama geldiğini çözememeleri, Muhammed (a.s) gerçek konumunu bilmemeleri. 2-) Vahyin bağlam ve bütünlüğüne karşı kayıtsız kalmaları yani vahyi parçalayıp çok sınırlı âyetlerde zihinlerinin kitli kalması. 3-) Kur'an'ın kavramlarına karşı ilgisiz kalmaları.Bir düşünün, beşeri kaynak olan hadisler için binlerce kavram geliştirirken, Kur'an'ın en basit kavramlarını anlamaktan uzak kalmışlardır. Mesela:Şia ve Ehli Sünnet'in din adamlarına göre "Resul'e itaat etmek" rivayetleri benimseyip din olarak almak anlamına gelmektedir.Dolayısıyla bütün mesele Kur'an'a karşı olan cehalette gelip düğümleniyor. Şii din adamlarına göre toplumun kendisine özgü bir anlayışı ve gerçekliği yani siyasal bir hakimiyet-i bulunmamaktadır. Çünkü toplum Kur'an'ı tam olarak anlamaktan mahrumdur. Şii din adamlarına göre, Kur'an'ı tam olarak anlama ve hayata aktarma sadece "Allah tarafından masum kılınmış on iki imam" tarafından gerçekleştirilir.Şia âlimleri, "Temiz olmayanlar ona dokunamaz" (Vakıa-79) âyetini "on iki imamdan başka gerçek olarak kimse Kur'an'ı anlayamaz" olarak okumuşlardır.Onlara göre Ahzap süresi 33. âyetiyle Allah, Ehl-i Beyti her türlü günahtan korumuştur. On iki imamın otoritesini temin eden şey onların Allah tarafından tayin edilen hakları ve bütün hatalardan masum olmalarıdır.Şia'ya göre zamanın imamını tanımayanlar gerçek Müslüman olmazlar.Diğer taraftan Sünni anlayışa göre ise Allah'ın vekili ve gölgesi padişahlar ve devlet adamlarıdır.Yani her ikisinde de Allah'a ait olduğunu inandıkları siyasal egemenlik O'nun vekilleri tarafından kullanılmaktadır."Haricilik mezhebi, isim olarak sevilmemesine rağmen, hüküm ve hakimiyet olayında Şia ve Ehl-i Sünnet'in anlayışına damgasını vurmuştur. Yani Şia ve Ehli Sünnet'te, siyasi ve devlet yönetiminde genelde harici anlayış hakim olmuştur.Bugün de hüküm âyetlerinin Hârici yorumu, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın anlayışına hakimdir. Sadece hakimiyet meselesi değil, Kur'an'da geçen pek çok kavramın içeriği Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları tarafından yanlış yorumlanmış ve bu yanlışlıklar hâlâ devam etmektedir. Halbuki hüküm ve hakimiyetle ilgili âyetlerin devletin yönetimi ile yani siyasetle ilgili olmadığı, göklerde ve yerde mutlak güç sahibinin Allah olduğu âyetlerde vurgulandığı görülmektedir. Mutlak gücün Allah'a ait olduğu konusunda Ehl-i Sünnet ve Şia arasında bir ihtilaf söz konusu değildir.Esas ihtilaf, yüce Allah'ın, devlete ve insana hükmetme, hakimiyet kullanma gücü olan siyasi egemenliği verip vermediği konusundadır. Kur'an'a göre siyasi hakimiyetin insana ait olduğu açıkça ortaya konmaktadır.Devlet ve toplum idaresinde Allah'ın emri, topluma ait işlerin toplumsal idare yani Şura tarafından bir düzene sokulmasıdır.(Âli İmran-159; Şura-38)
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (Dinin Siyasallaştırılması) (2.YAZI)Şiilik ve Sünniliğin oluşmasında referans çerçevesi olan "tedvin devri" yani hadislerin toplanıp kitaplaştırılması siyasi, dini ve ilmi sahalarda kırılmaların gerçekleştiği bir dönemdir.Bu dönemde Allah'ın indirdiği vahiy, akıl ve ilim, iftira ve hurafelerin enkazı altında kalmıştır. Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların bilinmemesi, Kur'an'da var olan kavramlarıın değiştirilmesi, islam dininin kaynağı konusunda büyük bir çelişkiye düşülmüş ve dinin kaynakları çoğaltılarak kavram kargaşası ile iman edenlerin zihni inanç krizine sürüklenerek allak bullak edilmiştir.Yani hadislerin her alanda hayata hakim kılınması neticesinde hanif İslam dini Emevi ırkçılığının kurbanı olmuştur. Allah'ın kitabı Arapların şirk dinine büyük bir darbe vurmuş, fakat Emevi ırkçılığını değiştirememiştir. Çünkü medeniyetin oluşması ve zihin değişikliği için uzun bir zamanın geçmesi gerekmektedir. Dolayısıyla sadece Kur'an'dan hareket ederek yeniden hanif bir inanç ve sağlam bir zihin inşa edilmesi bir zorunluluk halini almıştır.Aslında iman edenleri, din düşmanlarının İslam'a verdiği zarar değil, Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin kendi dinlerine verdikleri zarar ilgilendirmektedir. Her din ve inanç, düşmanlarının acımasız saldırılarından değil, en çok bağlılarının cehalet ve bağnazlığından zarar görmektedir. İman edenlerin huzur ve mutluluk ekseninde gelişmesi, ancak dini anlayışın Kur'an'a ve akla göre dizayn edilmesi, hayatlarını yaşadıkları çağın gereklerine göre ayarlanması ile mümkün olabilir.Tarihsel süreçte geleneksel mezhebi inanç ve anlayışlar hanif İslam'a dönüşmedikçe, gelişmeye değil, çürümeye ve yok oluşa şahit olacağız. Kur'an'ın herhangi bir âyetinden çıkardığımız doğru bilgi, o âyetin uygulanmasından çok daha önemlidir. Çünkü inanç ve ameller sağlam bilgi yani Kur'an'a göre inşa edilmeleri şarttır.Sağlam ve sahih bilgi üzerine inşa edilmeyen inanç ve fiiller insanlara ızdırap ve acıdan başka bir şey kazandırmazlar. Ayrıca doğru ve erdemli bilgi, asırları ve coğrafyaları aşar, uygulama ve yaşama ise tarihsel ve bölgesel kalmaya mahkum olan sınırlı bir hayattır. Dolayısıyla insanların sahip oldukları kaynaklar sağlam ve sahih bilgiye dayanmak zorundadır.Bilgi, çağları aşarak her zaman kendisine geniş bir manevra alanı bulur.On dört asırdan beri insanların başına musallat olan cehalet ve taklit, yalan ve iftiralar, kaos ve kargaşa, terör ve anarşi üreten bilgi bunun en büyük kanıtıdır. Evet Kur'an bilgisinin insanlara doğru olarak ulaştırılması onu yaşamaktan daha önemli bir görevdir. Allah Resulü İslam dininin ortağı değil, Kur'an'ın sözcüsü ve mübelliğidir. Yüce Allah'ın en önemli emri, Rahmân tarafından indirilen ve Resul'ün dilinde hayat bulan vahye tabi olmaktır. Nebi'nin hadislerinin! ve uygulamalarının! Kur'an'ın bazı âyetlerini "nesh ettiği" yolundaki inançları, İslam dininin temeline çirkin bir saldırı olarak değerlendirmek gerekir.Kur'an'ın yorumlanmasını Ehl-i Sünnet ve Şia'nın oluşturduğu zihin yapısının hakimiyetinden kurtarmak ve onu zaman ve zemine göre güncellemek gerekir. Bu görev, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen muvahhidlerin sorumluluğundadır.Muvahhid, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmeyen, aklını kullanabilme cesaretine sahip olan özgür bireye denir.Muvahhid, "rüşde" ermiş, yüce Allah'a karşı sorumluluk ve yükümlülüklerini, kendi aklı ve Kur'an bilgisi doğrultusunda bizzat kendisinin belirlediği kimsedir. Bu nedenle muvahhid, Allah'tan başka hiç kimsenin hakimiyetini kabul etmeyen kişidir."Hakimiyet" kelimesi, inanç ve zihniyetini hiçbir engele veya denetlemeye bağlı olmaksızın devam ettiren, hiç kimseye bağımlı olmayan" anlamına gelmektedir. Son vahyin indirilmesinden sonra hüküm ve hakimiyet tartışmasını ilk başlatanlar hariciler olmuştur.Muaviye'ye karşı Ali'nin tarafında savaşırken "hakem" olayı sebebiyle meşru halifenin yanından ayrılarak farklı bir grup oluşturan hariciler "Hüküm Allah'ındır, insanlar hakem tayin edemez" iddiasında bulunmuştur.Hariciler bu görüşlerini yanlış yorumladıkları âyetlere bağlamışlardır. Halbuki Kur'an'a baktığımızda "hüküm" ve "hakimiyet" denildiği zaman hanif İslam dininden başka din edinmemek anlamında kullanılmıştır.Yani "din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın olmadığını" ortaya koymak istenmiştir. Kur'an'ın "hakimiyet" kavramını kullanması siyasal anlamda yani devleti yönetme ve insanların üzerinde hüküm kurma anlamında değildir.Yüce Allah'ın indirmiş olduğu vahiden başka bir kaynağın rehber olmaması, indirilen vahye beşeri inanç ve fikirlerin ortak yapılmaması, hak olana batılın karışmaması, din ile insanların aldatılmaması,vahyin eksik muhataplarına ulaştırılmaması, Allah kelâmının gizlenmeden beyan edilmesi, Kur'an'a karşı sınır ve engel konulmaması, Kur'an dışında beşerin helal-haram, farz, vacip, sünnet, mekruh, mubah gibi kavramların dayatılmaması ile ilgilidir. Kur'an'ın indiği coğrafyada özellikle Mekke'de nasıl bir evliya ve ilâhlar hegemonyasının olduğunu unutmayalım.Dolayısıyla Kur'an'da geçen bütün "hüküm" kavramları siyasal anlamda değil, vahyin din olarak tek kaynak kabul edilmesi ile alakalı kullanılmıştır.Bunun en büyük delili "hüküm" kavramının geçtiği âyetlerde devlet adamlarının değil, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen din adamlarının muhatap alınmasıdır.Haricilerin, halifeye karşı isyanlarını meşru göstermek için ileri sürdükleri ve Kur'an'daki hüküm âyetlerine dayandırdıkları "Hakimiyet Allah'ındır" ya da "hüküm vermek Allah'a mahsustur" görüşü iman edenlerin siyasi düşüncesini derinden etkilemiş ve harici mezhebine karşı olan Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bile bu yanlış inancı benimsemişlerdir.Halbuki Kur'an'da var olan "hüküm ancak Allah'a aittir" ifadesi atalardan intikal eden inanç ve kaidelere iman eden din adamları hedef alınarak söylenmiştir.( Yusuf- 40; Maide- 44, 45,47, 48, 49, 50)Mekke ve Medine'de kurulmuş bir hukuk ve adalet sistemi ve mahkeme binası bulunmuyordu.Mekke ve Medine'de evliya ve ilahların dini yani şirk'in inanç ve hakimiyeti ile Yahudi ve Hristiyanların hurafe ve uydurmaları hayata hakimdi.Yani "Hüküm Allah'ındır" sözü, "Allah tarafından indirilen vahiy dışında hiçbir dini kaynak hüküm ortaya koyamaz, vahiy haricinde hiçbir kaynaktan hüküm çıkarılamaz" demektir. Dolayısıyla "hüküm Ancak Allah'a aittir" sözünü işittiğimiz zaman aklımıza devlet ve siyaset değil, hadisler, mezhepler, fırkalar, cemaatler, tarikatlar, içtihatlar gelecektir.Yoksa belli başlı ilkeler ve emirler dışında Allah, idarecilere ve hukukçulara siyasal anlamda çok geniş bir yer ayırmıştır.Yüce Allah siyasal anlamda değil, tevhid ve güzel ahlakta hakimiyet istiyor. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda, Yüce Allah'ın siyasal anlamda değil, ahlaki ve tevhidi anlamda bir hakimiyet istediğini görüyoruz.Yani Kur'an'da var olan "inil hükmü illé lilléh" "hüküm sadece Allah'ındır" (Yusuf-40) ile "ve kâtiluhum hatté lé tekûne fitnetun ve yuküneddinu küllühü lilléhi" "din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın" (Enfal-39) gibi âyetler, Allah'a karşı gelen ona iman etmeyen dinsizler bağlamında değil, Kur'an'ı dinde tek kaynak kabul etmeyen müşrikler hakkında inmişlerdir. Mekke ve Medine'de Allah'a karşı gelen dinsizler yoktu.Tam aksine Allah'a iman eden ve uydurma dinlerine son derece bağlı olan Yahudi, Hristiyan ve Mekke müşrikleri vardı. Dolayısıyla Kur'an'ın 23 yıllık hayatında hedef alınanlar, dinsizler ve imansızlar değil, dinlerinden taviz vermeyen müşriklerdi. Yüce Allah siyasal (yönetim- idareyi ele geçirme) anlamında değil, ahlaki ve tevhidi anlamda bir hakimiyet istiyor.Yani din ve hüküm (sosyal hayat -ahlak -ibadet) olarak indirdiği vahiy'den başka kaynak olmayacaktır. Dolayısıyla Kur'an'ın hedefinde Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik vardır. Kur'an'a göre esas kafir, zalim, müşrik ve fâsık bunlardır.Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünnilerin Allah'ın hakimiyeti!!! adına savaşmaları cehalet ve yalandan ibarettir.Esasında Kur'an'ın savaşı bunların din ve imanlarına karşıdır. (En'am-153, 155, 159; Âraf; 3, Rum-30,31,32)
23 Ağustos 2021 Pazartesi
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (Dinin Siyasallaştırılması) (1.YAZI)Din ve hüküm olarak yalnız indirilen vahye tâbi olunmayınca, tek ve Kahhar olan Allah'a iman edilmiş olmuyor.İman tam ve mükemmel olmayınca İhlas (dini Allah'a özel kılma) yani hanif İslam olmuş olmuyor. Dolayısıyla bir insan hem Yahudi hem Müslüman, hem Hristiyan hem Müslüman, hem Şii hem Müslüman, hem Sünni hem Müslüman olamaz. Bir insan ya sadece Allah'ın kitabına teslim olacak veya Allah'a iman eden bir müşrik olacaktır.(Yusuf-106)Çünkü bu inançların kaynakları birbirinden çok farklıdır.Bu din ve inançlar birbirinden o kadar farklı ki, sadece biri ilâhi, orijinal ve organik diğerleri beşeri, batıl ve sanaldırlar. Tam ve mükemmel olarak Allah'a iman etmek için sadece indirilen vahiy dinine tabi olmak şarttır. Allah'ın kim olduğunu ve kendisine nasıl iman edileceğini tam olarak son indirilen vahiy haricinde hiçbir kaynak ortaya koyamaz.Dolayısıyla doğru ve sahih olarak Allah'a iman etmek için tek hidayet kaynağına ulaşmaktan başka bir yol bulunmamaktadır. Kur'an, Ehl-i kitabın âlimlerini tek bir gerçeğe davet eder.(Ey Resül!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim; ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanız! deyiniz"(Âli İmran-64) Biz vahiy ehl-i muvahhidler de Şia ve Ehli Sünnet âlimlerini aynı gerçeğe davet ediyor ve onlara bir soru soruyoruz."Dünya hayatında sizi cehennemin mutfağına mahkum edip acı çektiren bir din ve inanç, niye cennete götürsün? Kur'an'a gerçek olarak iman edenler mukallit bir zihin ve inanç yapısına değil, mukemmel bir inanç, güzel bir ahlak ve fikir üreten zihin yapısına sahip olurlar. İşte bundan dolayı, ilk önce Kur'an'ın temel değer yargılarını ortaya koymak çok önemli bir görevdir. Bu temel değerlerdeki barış bize yepyeni bir bakış açısı kazandıracaktır.İnanç konularında uzlaşma sağlanırsa, ayrıntılardaki ihtilaflar problem teşkil etmeyecektir.Atalar'dan intikal eden geleneksel din Kur'an'ın gölgesinde sorgulanmaya tabi tutulduğunda bütün kaos ve ihtilafların, anarşi ve terörün rivayet ve içtihatlardan kaynaklandığı görülecektir. Kur'an'a tamamen aykırı olan bu rivayet ve ictihadları inanç dünyalarından uzaklaştırdığında islam milleti yepyeni bir başlangıç yapacaktır. Kur'an'a sığınma olmadan veya Kur'an konusundaki cehaleti yok etmeden mezhebi geleneği sorgulamaya da değiştirmeye de imkan ve ihtimal yoktur."Hep birlikte Allah'ın himayesine (Kur'an'a) sığının; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun ( vahiy) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı.İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"(Âli İmran-103)Milletin başına musallat olan kahrolası cehaletin tek sebebi Kur'an'ın bilinmezliğine gelip dayanıyor.Şia ve Ehli Sünnet ilim adamlarının zihinleri Kur'an cehaletinden kaynaklanan hurafelerle kuşatılmış durumdadır.Özellikle Emevilerle başlayan süreçte Kur'an'ın ilim ve ahlakı olmadan iman sahibi olmanın benimsenmesi insanların aklını tefekkürsüz bırakmıştır.Halbuki Kur'an'ın ilim ve hikmetini öncelemek Resul (a.s) a ve müminlere verilen en önemli emirler arasında yar almaktadır.(Bakara-120, 231) Değişim ve dönüşümün temelinde Kur'an'ın ahlak ve ilmi olmak zorundadır.Din alanındaki taklit ve cehaleti ön planda tutan mezhep inancını değiştirmeden mevcut sorunlardan kurtulmanın imkanı yoktur.Cemalettin Afgani ile başlayan ilmi hareketin başarıya ulaşamamasının nedeni iman edenlerin geri kalmalarının sebebini kendi dinlerinde değil, dışarıda aramaları yani atalarından intikal dini sorguya tâbi tutmamaları olmuştur. Aynı hataya düşmemek için Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamak, vahyin kavramlarını çözmek, Kur'an'ın gerçek yerini tespit etmek, Şia ve Ehli Sünnet'in rivayet ve mezheplerinden kurtulmakla mümkün olacaktır.Çünkü din alanındaki ihtilaflarını çözmek zorunda olan Şia ve Ehli Sünnet aklın ironisi, Kur'an cahili atalarını sorgulayacak yerde (Bakara-170,171) uydurulan bu çağdışı vahşi geleneği hala çözüm olarak görmesi, problemlerin sebeplerini sorgulama ihtiyacı duymamasıdır. Dolayısıyla çatışma, kaos, kargaşa, ihtilaf, terör istiyorsak geçmişe, uzlaşma, barış, huzur, mutluluk, merhamet, medeniyet, adalet ve güzel ahlak istiyorsak ileriye bakmamız gerekir.Zira geçmişe takılıp kalanlar sadece acı ve ızdırap çekerler.Geçmiş uyulmak ve tapınmak için değil sadece ders çıkarmak ve ibret almak içindir.Şia ve Ehli Sünnet geleneğinde bulunan itikadi ve ameli mezhepler siyasi ve sosyolojik bir olgudur.Yani din ve davalarının Kur'an'da var olan hanif islam dini ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadırMüminlerin tek ortak değeri Kur'an'ın gösterdiği hanif dindir. Dolayısıyla gerçek mümin, Kur'an'ın dışında kalan bütün dini kaynaklara bozulma ve yozlaşma olarak bakmak zorundadır. İslam dininin sahibi yüce Allah'tır.İman edenler dini Allah'a özel kılmak zorundadır.Çünkü islam dini elçilere indirilen vahiy'den ibarettir.Yani Kur'an'dan bağımsız olarak Nebi (a.s) adına uydurulan rivayet ve mezheplerin iman edenler açısından ortak değer olma imkanı bulunmamaktadır. Beşeri rivayet ve yorumlar, mezhep ve fırkalar din sayılmazlar.Çünkü beşeri rivayet ve içtihatlar, tarihsel ve yöresel oldukları için, zaman ve mekana göre değişkenlik arzederler. Her ümmetin yaşam ilkeleri, geleneğin yani atalar dininden değil, vahiy'de var olan haktan çıkartılması gerekir.Muvahhidlerin görevi, milletin içinde bulunduğu ve hiç kimsenin memnun olmadığı Kur'an dışı vaziyeti doğru tespit ederek toplumu bu hale getiren süreci Kur'an'ın ışığında sorgulamalarıdır.Şia ve Ehl-i Sünnet rivayet ve içtihatlarının insanlara yol gösterme özelliği bulunmamaktadır. Ehli Sünnet ve Şia'nın rivayet ve içtihatlarına mahkum olmak bir çeşit ruhban sınıfı ortaya çıkarmıştır. Halbuki Kur'an ilim ve ahlakında ruhban sınıfı yoktur. İşin esası ise her müslüman millet yaşadığı zaman ve zemine göre kendi çözümünü kendisi bulmak zorundadır. Bu nedenle günümüzde artık İslam'ın hayata aktarılma biçimi Şiilik ve Sünnilik tasallutundan kurtarılması gerekir. Müslümanların Kuran'dan yana hiçbir sorunlar yoktur. Allah Resulü'nün vefatından hemen sonra iman edenler önce siyasi, sonra dini ve daha sonra da ilmi alanda son derece yanlış bir yola sürüklenmişlerdir.Allah Resulü'nün arkadaşları arasında siyaset ve taht kaygısından kaynaklanan savaşları algılamakta zorlanan zihinler, geçmişi yani sahabe ve tabiin dönemini kutsallaştırarak, menfaatten kaynaklanan bu iç savaşların faturasını müşriklerin inançları arasında bulunan keder inancına yani Allah'ın takdir hakkına havale etmişlerdir.Emevi Ehl-i Sünnet dininin âlimleri, Siyaset ve taht kavgasına dayalı çatışmaların takdir-i ilahi olduğunu imanın esaslarına ekleyerek, sözde ideal nesilleri (ashab-tabiin-tebe'i tâbiin) sorgulama alanının dışına çıkarmıştır. Emevi ve Abbasi yönetimleri ilim adamlarının bu tasarrufundan çok memnun olmuş bu konuda yapılan rivayet ve içtihatlara büyük maddi destekle karşılık vermişlerdir.Özellikle dini ve siyasi meşruiyet sıkıntısı çeken Emevi saltanatı, hicri yüzüncü yıllarda Allah Resulü referanslı uydurma hadis piyasası oluşturmuştur. Emevi saltanatının hadis uydurmacılığı, Arapların din üzerindeki etkinliğini kaybetmelerine karşı geliştirilen ve satılık ilim adamları tarafından desteklenen planlı ve programlı bir faaliyet olarak ortaya çıkmıştır. Hadislerin toplanıp kayda geçirilmesi ile iman edenlerin Allah'ın kitabına yani saf İslam'dan uzaklaşma süreci başlamıştır. Allah Resulü döneminde dinin tek kaynağı Kur'an iken, hadislerin toplanmasından sonra Kur'an devre dışı bırakılmıştır. İlk önce Kur'an'ın karşısına hadis adı altında sünnet çıkarılmış, daha sonra hadislerin ayetleri "nesh" edeceğine yani hükümsüz bırakacağına ilişkin inançlar ortalığı kaplamıştır. Allah Resulü'ne indirilen vahiy koruma altına alınmasına ve milletin hafızasında yer almasına karşılık, "vahy-i gayr-i metlüv" yolu açılarak hanif dinin tek kaynağı olan Kur'an'ın hükmü yok edilmiştir.VAHY-İ GAYR-İ METLÜV:Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerine yani âlimlerine göre Allah tarafından Resul (a.s) a indirilen fakat namazda okunmayan vahiy (hadisler) demektir. Dolayısıyla bu "vahy-i gayr-i metlüv" yalanı ile yepyeni bir din ortaya çıkarılmıştır. Hanif İslam dini ile beşer tarafından uydurulan ataların şirk dininin birbiriyle çatışması kaçınılmaz olmuştur.Vahiy ehl-i muvahhidlerin milletin ümmilerini suçlamalarına gerek yoktur.Şuurlu müminler, mezheplerin şirk dini ile yüzeysel değil, derin ve köklü bir hesaplaşmayı göze almaları gerekmektedir.
22 Ağustos 2021 Pazar
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (60. YAZI) "Ali Hocam!Her zamanki gibi, Müslümanların en temel sorunlardan birini daha çok güzel anlatmışsınız.Yüreğinize sağlık. Şahsen benim feyz aldığım bu paylaşımlarınızı tanıdıklarımla tartışmak ve karşılıklı fikir alışverişinde bulunduğunda referans olarak yararlanıyorum.Ali Hocam!Belli oluyor ki, eksikliğimden olsa gerek, maalesef bir arpa boyu yol alamıyorum. Bu durum beni umutsuzluğa itiyor. Bin yılı aşkın bir süreden beri mühürlenmiş bu beyinleri sizlerin, çok yerinde tespitleriniz bile sorgulamaya yetmiyorsa, benim gibilerin çaresizliğine ne demeli bilemedim. Sağlıklı günler dilerim" (Hayri Sipahi "Ehli Sünnet Dininin Doğduğu Zemin" adlı yazıya yaptığı yorum) ---------------------------------------------------"Hocam!Kendinize çok iyi bakın.Bakın ki, bizler doğruları ögrenelim. Bilmeden Muaviye'ye hizmet etmeyelim.Doğru bildiğimiz yanlışlarla yaşamayalım.Size ve tüm Kur'an öğrencilerine selam olsun! (Fahriye Cihan- "Ehli Sünnet Dininin Doğduğu Zemin" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Ali hocam!Yüce Allah'ım, bilgini, ilmini, sıhhat ve afiyetle ömrünü uzatsın ve bizleri de Kur'an'ı anlayan ve anladıgı gibi yaşamayı nasip etsin.Selam olsun sizin gibi vahyi anlatanlara!Hocam! Size Ezher mezunu bir vaizin yazısını gönderiyorum" (Tahsin Yörükoğlu- "Muvahhidler ve Mukallitler" adlı yazıya yaptığı yorum) ------------------------------------------------------------"Böyle kapsamlı ve anlaşılır birçalışmayı yaptığınız için sizitebrik ediyorum.Allah sizden razı olsun inşaallah. Bu gün benim için özel bir gün. Yazdığınız bu doğrular benim doğum günümün hediyesi.Âlemi İslam'ın kurtuluşuna vesile olmasını Rabbim'den dilerim. Selam olsun vahye uyanlara (Ibrahim Serin- "Muvahhidler ve Mukallitler" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Allah razı olsun Hocam!Bu güzel açıklamalarınız sayesinde din sandığım birçok hurafeden uzaklaştım.Şükürler olsun. Selam ve sevgiler👋" (Eyup Acıktepe- "Muvahhidler ve Mukallitler" adlı yazıya yaptığı yorum) ------------------------------------------------------------"Kardeşim!Allah razı olsun.Böylesine açık ve net bir yazı.Rabbim bizlere tam idrak ederek amel etme şuuru versin.Lütfen hizmete devam edin" (Mevlüt Özcan- "Muvahhidler ve Mukallitler" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Ah hocam!İçimiz kan ağlıyor.Bugün Afganistan'da yaşananlar ortada.Taliban sözde tevhid bayrağını direklere çekiyor.İslam'ı temsil ediyor.Ama biz biliyoruz ki, bunların zerre kadar İslam'la alakaları yok. Fakat dış dünyaya böyle yansımıyor. İnsanlar canı pahasına, öleceğini bile bile uçağın kanadına binerek resmen intihar ediyor. Bu insanlar can havliyle neden kaçıyor? Peki İslam bu kadar ürkütücü ve dehşet verici bir din mi ? Tabi ki değil, fakat algı dış dünyada böyle cereyan ediyor. İslam'a bundan daha büyük nasıl kötülük yapılabilir ve nasıl iftira edilebilir. Hocam! Bu nasıl bir oyundur, nasıl bir cehalettir, nasıl bir vahşettir, nasıl bir ahmaklıktır, nasıl bir zehirlenmedir? İşte bir çok yazınızda vurguladığınız gerçeklerin canlı delili Afganistan'da şuan yaşanıyor malesef(Muammer Aydın- "Tarih Tekerrürden İbarettir" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Ali hocam!Yüce Allah sizlerden razı olsun. Toplumun büyük çoğunluğu Kur'an cahili, yani ben kendimi öyle hissediyorum. Ana sınıfında çocuk gibi, her gün birşeyler öğreniyorum" Selamlar" (Mustafa Şencan- "Allah Siyasal Anlamda Hakimiyet İstemiyor" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------"Allah razı olsun inşallah!Harika anlatmışsınız.Ağzına sağlık, ömrünüze bereket versin. Yüce Allah, Afganistan'dan dolayı ortaya çıkan kafa karışıklığını gidersin.Çok teşekkürler, saygılar, sevgiler sunuyorum" (Halil Erkan- "Hangi Şeriat" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Allah razı olsun!Âyetlerle gerçekler birleşince inancım mutmain oluyor.Ali Hocam! Allah ebeden razı olsun. senin anlatımın çok muhteşem.🌿🤲🌿(Mücahit Güleç! "Hangi Şeriat? " adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------------"Ülkelerine Şeriatı getirelim diyenler, Kur'an'ın şeriatı yerine, kendi kurguladıklari siyasal dinin şeriatıni insanlara reva görüyor ve bunu da "İslam" kılıfı altında piyasaya sürüyorlar. Öncelikle bu zihniyetten kurtulmadıkça, laiklik uygulaması gerçek müslümanların sığındığı bir sistem olmaya devam edecektir"(Burhan Karakoç- "Hangi Şeriat? adlı yazıya yaptığı yorum)
HANGİ ŞERİAT? (2.YAZI) Yüce Allah tarafından gönderilen tüm Resüllerin görevi vahyi tebliğ etmekten başka bir şey değildir. (Nahl-35)Yani Resüllerin siyasal anlamda devlet kurma, kanun yapma ve insanları yönetme gibi bir görev ve amaçları yoktur. Vahyin biricik amacı İslam dinini yani tevhid sistemini ve güzel ahlakı tabana yaymaktır, tepeden darbe yapmak değildir. Zaten Kur'an'da var olan hüküm-hakem kavramlarının tümü "vahiy'den başka bir kaynak olmadığı" ile ilgilidirYani hüküm kavramlarının muhatapları devlet adamları değil, din adamlarıdır. Siyasal dincilerin yani Şii ve Sünni din ve devlet adamlarının ümmi halka dayattıkları "şeriat'ın" Allah'ın indinde zerre kadar değeri olmayan uydurma bir şeriattır. Dolayısıyla mezheplerin şeriatı: Kur'an cahili vahşilerin hanif İslam dininin adını kullanarak kurdukları karanlık bir şeriattır. Yani iman eden ümmi halkı Allah adına kendi kurdukları şeytani ideolojilerine taptıran anonim şirket şeriatıdır. Onların şeriatı: İslam dinine paralel olarak Allah Resülü (a.s) ın pak dilini yalanlarına âlet ederek fosillerin hadislerle kurdukları çürümüş, zehir saçan bir şeriattır.Onların şeriatı: "İnsanın özgür iradesini engelleyen, aklı öldüren, tefekkürü reddeden, hanif dine karşı savaş açan şeytanların ve tağutların kapkaranlık şeriatıdır.Onların şeriatı: Zulmün, taklidin, vahşetin, cehaletin, hakka batılın karıştırıldığı acımasız bir şeriattır. Onların şeriatı: Allah Resülü (a.s) ın Kur'an'dan uzaklaştırıldığı, akıl ve mantığın kabul edilmediği, kadınların hak ve hürriyetlerinin yok sayıldığı, muvahhidlerin Kur'an sapkını olarak ilan edildiği, ümmi insanların cehenneme doldurulduğu lanetlik bir şeriattır. Onların şeriatı: Zorluk ve zorbalık üzerine kurulu sadece münafık üretme merkezi olan sapkınların şeriatıdır. Onların şeriatı: Ümmi halkın emeği ve alın teriyle, şeytanların semirtildiği azgınların şeriatıdır. Onların şeriatı: Şirk'e ve hurafelere karşı gelen muvahhide Ferhundeyi acımasızca katleden, her türlü rezalete, uyuşturucu ve kadın ticaretine kılıf olan, Allah gibi helal ve haram koyan, insanları kendilerine kulluk ettiren iblislerin şeriatıdır. Onların şeriatı: Düğun salonlarına, pazaryerlerine, taziye çadırlarına hatta Kur'an kurslarına canlı bomba koyan katliamcı bir şeriattır. Onların şeriatı: "Ete kemiğe büründüm Mahmut diye göründüm, Buhari çökerse İslam çöker, bir konu hakkında 500 âyet de getirseler atalarımızdan onay almamışsa ona bid'at hükmü vermekte tereddüt etmeyiz, birde Kur'an sapkınlığı diye bir sapkınlık çıktı, evlilikte yaş haddi yoktur" diyen şarlatanların şeriatıdır. Onların şeriatı: Kur'an'ın yok sayıldığı, akıl ve mantığın kabul edilmediği, göklerde ve yerde bulunan âyetlerin es geçildiği, bilim ve sanat düşmanı yobaz bir şeriattır. Onların şeriatı: Ümmeti fırka ve mezheplere bölerek onların güç ve kuvvetini dağıtan, milletin birlik ve beraberliğini bozan fitne fesat bir şeriattır. Yüce Allah'ın şeriatına, yani hidayetine, yani ihlasa, yani indirilen vahye, yani hanif İslam dinine gelecek olursak. Özgür iradeleriyle insanların yüreğinde yer etmiş, rahmet ve mağfiret, adalet ve güzel ahlak, tevhid ve ihlas, hoşgörü ve sabır, temiz bir hayat, hayırlı bir ölüm, cehennemden kurtuluş ve cennete giriş olan bereketli bir şeriattır. Allah'ın şeriatı: Kula kul olmaktan engelleyen, el etek öpmekten koruyan, insanı bencilliğe değil, salih amellere yönelten, kafirler karşısında onurlu bir duruş bahşeden şerefli bir şeriattır. (Ey Nebi!) Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir.(En'am- 106)"Şüphesiz bu (Kur'an) benim dosdoğru yolumdur. Buna tâbi olun. Başka yollara tâbi olmayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. Sorumluluk bilincine sahip olasınız diye Allah size bunları vasiyet ediyor" (Enam- 153)"İşte bu Kur'an, bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna tâbi olun ve sorumluluk bilincine sahip olun ki size merhamet edilsin"(En'am- 155)"... O (Allah) rahmet etmeyi kendi zatına yazdı (gerekli kıldı)..."(En'am- 12)"...Rabbiniz (olan Allah) rahmet etmeyi kendi nefsine yazdı (gerekli kıldı)..."( En'am- 54)"... Allah sadece hakkı söyler ve yalnız o hidayete ulaştır" (Ahzab-4)"Hidayeti göstermek yalnız bize aittir" (Leyl- 12)Konu ile ilgili Arif Kılıç hocanın güzel bir yorumu. "Şeriata Dair!Şeriat, (baskıyla dahi olsa) İslam'ı seçtiklerini deklare eden toplumların "mitolojilerini ve kültürlerini" günlük hayata şırınga ederek oluşturdukları kırmızı çizgiler veya mayınlı sahadır.. Bu sahanın "geçmiş kültür olarak" değişmez aktörü 15 asır önceki Mekke örfüdür.. Dolayısıyla, (hemen hemen her zaman) yöresel kültürlerle çatışır.. Bir adım daha atarak şunu söyleyebilirim: Tarihte ve günümüzde yani realitede, şeriattan bahseden "yöneticilerin" toplumu tekdüze haline dönüştürmek için Allah'ı kalkan olarak kullanmaya kalkıştıkları apaçık görülmektedir.. Sokaklarda "Şeriat isteriz" çığırtkanlığı yapanlar ise topluma uymayan veya umduğunu bulamayan/ itilmiş ve sevgiye susamış/ mutsuz kesimdir.. Velhasılı, her "Allah" diyene de/ her "şeriat" diye avaz avaz bağırana da aldanmayın. Bunlar, istismarcıların önde gidenidir..Kimse, Allah'ın vekili değildir. Bunların hepsi uydurma dinin bezirganlarıdır!Benim anladığım veya kesin hüküm olarak gördüğüm şeriat ise -işi ehline vermek, -adaletli davranmak ve -hayırda yarışmaktır.. Selam ve muhabbetle
21 Ağustos 2021 Cumartesi
SUUDİ ARABİSTAN'IN VE TALİBAN'IN DİN ANLAYIŞI ? Suudi Arabistan'a görevli olarak gittiğimde ilim!! adamlarıyla günlerce yapmış olduğumuz sohbetlerdeSuudilerin din anlayışlarına yakından şahit oldum.Suud ailesinin ve ilim adamlarının kitapları Kur'an, dinleri Allah tarafından Elçilere indirilen İslam değildir.Kesinlikle Abartmıyorum, Suudi Arabistan, aynen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi kurumu olanDiyanet İşleri Başkanlığı gibi, Kur'an, sadece sevap amaçlı okunduğu, onu anlama ve hayata aktarma gibi bir dertlerinin olmadığını aynel yakin gördüm.Suudi Arabistan Kralı ve ilim!! adamları da aynen Osmanlı Devleti ilim!! adamlarında olduğu gibi muteber olan Allah'ın dini değil, Ehli Sünnet dininin hurafeleri ve uydurmalarıdır.Suudilerin sözde ilim adamlarının zihinlerine hakim olan Allah'ın kitabı değil, Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace gibi hadis kaynaklarıdır. Başta Buhari olmak üzere hadis kitaplarına çok büyük bir değer verirler.Hadisleri Kur'an'ın tefsiri olarak, Allah Resulü'nün dilinden çıkmış vahiy gibi telakki ederler.Hadislerden bağımsız olarak yalnız Kur'andan konuştuğunuzda sizi mezhep düşmanı bir sapık olarak görürler. Suudi Arabistan Kralı ve ilim adamları aynen bizim Diyanet İşleri Başkanlığı gibi 1300 sene öncesindeki atalarının şirk dinine çakılıp kalmışlardır.Suudi Arabistan, Kur'an ahlak ve hikmetinin 1300 sene gerisinde ilkel ve karanlık bir cehalete yenik düşmüştür.Yahudi ve Hıristiyanlar, Suudi Arabistan'ın yaşadığı dini hayattan daha kaliteli bir hayat standartına sahiptirler.Suud ailesini ve ilim adamlarını müslüman olarak görmek Kur'an'a ve Allah Resulü'ne karşı bir iftira ve hakaret olarak kabul edilmelidir.Suudi Arabistan'da Kur'an ahlakı olmadığı gibi, müspet ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama dahi mevcut değildir.Suudi kralları o derece akılsız ve mantıksız, Kur'an ve muvahhid düşmanı olmuşlar ki, İslam düşmanlarıyla her konuda içli dışlı oldukları halde, sol elle kahve içmeyecek kadar sünneti seniyyeye!! bağlıdırlar.Kadim Mekke müşriklerinin inançları günümüz Suudi Arabistan'ın ilim adamlarının din anlayışından daha kalitelidir.Kur'an'ın özgürlük standartına sahip olan bir muvahhid Kur'an'ın nazil olduğu bugünkü Mekke'de bir ömür geçiremez.İşte insanların Afganistan'dan ölüm pahasına kaçmalarının esas sebebi budur. Taliban'ın, daiş'in, el Kâide'nin inancı ve kuracakları "şeriat" da insanın iradesini mahkum eden zalim bir şeriattır. Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."Ey iman edenler! Müminleri bir kenara bırakıp da kafirleri dost edinmeyin, (böyle bir günahı irtikap ederek) Allah'a aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz"(Nisa- 144)Yani dünya hayatında ve ahirette Allah'ın lânetine uğramanızın en büyük sebeplerden biri de bu korkunç günahtır.ŞU MUHTEŞEM AYETE DİKKAT!"EY iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir..."(Mumtehine- 1)
19 Ağustos 2021 Perşembe
KUR'AN'I ANLAMAK İÇİN ARAPÇA GEREKLİ MİDİR? Arap olmayanların Müslüman olabilmeleri için veya Kur'an'ı öğrenmeleri için öncelikle Arap yazısını kullanmaları gerektiği yalanın bin yıl önce olduğu gibi, maalesef bugünde fanatik ve cahil savunucuları vardır.Bu uydurma dinin tarihçileri bile şunu söylüyorlar. "1928 yazı devrimi ile kullanılmakta olan Kur'an alfabesi bir gece içinde değiştirilerek bu toplum cehaletin karanlığına itildi""Müslümanları alfabesi değiştirildi, böylece Müslümanlar İslam'dan şiddetle uzaklaştırıldı, İslam alfabesi yasak olduğu halde, Müslüman Türk halkı İslam'dan ayrılmadı" Halbuki 1928 yazı devrimi'yle toplumsal iletişim aracı olmaktan çıkartılan yazı, bu cahillerin iddia ettiği gibi "Kur'an alfabesi, Müslüman alfabesi, İslam yazısı" değil, "Osmanlı yazısıdır"Dolayısıyla 1928 yazı devrimi ile kullanımdan kaldırılan "Osmanlı yazısı"nı ümmi halka "Kur'an yazısı, Müslüman yazısı, İslam yazısı" gibi yaldızlı nitemelerle sunmak yalandan öteye hiçbir değer taşımaz. "Kur'an Arapça olarak indirilmiştir"(Yusuf- 2) Kur'an, Mekke, Medine ve çevresinde konuşulan Arapların dili ile indirilmiştir. Yani Kur'an Müşrik Arapların Allah'ın elçisi Muhammed (a.s) ın risaletinden önce kullandıkları bir yazıyla nazil olmuştur. Bu yazıyla Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur'an yazılabildiği gibi, Kur'an'ın anlamını yok eden, onu kaybeden, delillerini karartan uydurma ve iftira ictihadlar da Arapça olarak yazılmıştır. Kur'an'a, Allah Resulü'ne, hanif İslam'a ve tevhid dinine en büyük hakaret olan hadisler de Arapça olarak yazılmışlardır.Hemde bu ihaneti yapan kişiler Arapçayı çok iyi bilen ve Allah Resülün'e en yakın bir çağda yaşayanlardı. Kur'an'ın ortaya koyduğu din ile hadislerin uydurma dini arasında gece ile gündüz, aydınlıkla karanlık, gölge ile sıcak, doğu ile batı kadar fark vardır.Yani biri aydınlık, hanif din İslam olurken, diğeri karanlık şirk ve küfür oluyor. Dolayısıyla Arapça ile Kur'an yazılabildiği gibi nice yüz kızartıcı sövgüler de yazılabilir. Biraz akıllı ve mantıklı olun.Yazının dini yoktur, yazı bir gelenek, bir kültür, bir medeniyet ve bir mirastır.Mesela: Arapça olarak "Allah'tan başka ilah yoktur" tevhid cümlesi yazılabileceği gibi, "Allah üçtür, Meryem oğlu Mesih Allah'tır" cümlesi de yazılabilir. Allah Resulü döneminde şirk koşan Mekke'liler ve Necran Hristiyanları Araptı.Ve bunlar Arapça olarak Kur'an'a ve Allah Resulüne reddiyeler yazarak, Kur'an'ın indiği Arapça'yla ona karşı gelerek her türlü küfür ve hakareti yaptılar. Öyleyse sanki Arapça yazısı Kur'an'a ve Müslümanlara özgü bir dilmiş gibi, "Kur'an, İslam, Müslüman alfabesi" adlarını ümmilere lanse etmek cahilce bir harekettir. Arapça dilinin üzerinde bu kadar durmak, ona gerektiğinden fazla değer vermek, "Arapça yazısının kutsallığı, Arapça cennet dilidir" meselesi Emevi ırkçılığından başka bir şey değildir. Bugün yeryüzünde Kur'an'dan en uzak olan toplum, Arapça yazan ve Arapça okuyan Arap toplumu ve Arapçayı çok iyi bilen medrese mollalarıdır. Dünyada bulunan tüm halklardan sonra ancak Arap milleti Kur'an'ı anlamaya başlayacaklardır. Kur'an'ı anlama dil ile ilgili bir şey değil, aklı kullanma ve tefekkür ile ilgili bir olaydır.Mesela: Diyanet İşleri Başkanlığı, cemaat ve tarikatların kutsal kitabı Kur'an değil, Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Nesai, Malik bin Enes'in Muvatta'sı, Ahmet Bin Hanbel'in Sünen'i gibi uydurma ve iftira hadis kitapları hayata hakimdir. Mekke'de, Mescid-i Haram'ın beş yüz metre yakınında gençler arasında meydana gelen bir kavgaya şahit oldum, birbirlerine öyle küfürler ediyorlardı ki, yaptıkları sövgüler, kullandıkları ağır cümleler dünyada başka hiçbir dilde bulunmaz.Dolayısıyla Emevi ırkçılığını ev Ehl-i Sünnet dinini bırakın da Kur'an'a, evrensel ahlaka ve tevhid akidesine gelin, işte o zaman doğru yolu bulursunuz. Emevi ırkçılığında ve uydurma Ehli Sünnet dininde hiç bir hayır ve fazilet yoktur. Madem Osmanlı "Kur'an alfabesini, İslam yazısını" kullanıyor idiyse neden Kur'an'dan hiçbir şey anlamamış, hiçbir ders çıkarmamış, hiçbir ibret almamıştır. Neden Arapça eğitim veren medrese mollaları ve tarikat şeyhleri Kur'an'dan hiçbir şey anlamıyorlar. Kur'an Arapça inmiş olmasına rağmen ona en sert tepkiyi Arapça konuşan Mekke müşrikleri vermiştir ve hâlen o tepk kesintisiz devam etmektedir. Allah Resulü'nün vefatından kısa süre sonra Kur'an'ı en iyi anlaması gereken Araplar, neden binlerce hadis uydurarak Kur'an'dan yüz çevirmişlerdir? Edebiyat ve belağat olarak bazı diller diğerlerinden daha geniş ve evrensel olabilir.Fakat dini açıdan hiç bir dilin başka bir dile üstünlüğü yoktur. Hiçbir ırkın diğer bir ırka üstünlüğü olmadığı gibi. "O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler İçin alınacak dersler vardır"(Rum-22)Arapçanın diğer dillerden farklı olarak Allah'ın indinde zerre kadar bir değeri yoktur. Siz Arapçayı bir kenara bırakın, bakın ben size daha ağırını ve doğrusunu söyliyeyim. Dini Allah'a özel kılmadan yani dinde tek kitabınız Kur'an olmadan, yani bu yalan hadis ve mezheplerinizle beraber, imanınızın da, mabedlerinizin de, hac ve umrelerinizin de dularınızın da yüce Allah indinde zerre kadar bir değeri yoktur.
SİZ İSLAM'IN YÜZ KARASISINIZ"Uydurma dinin yani mezhepler dininin yani evliya ve ilahların şirk dininin yani fosillerin ictihadlarına tapmanın ne kadar korkunç olduğunu, birde Prof.Dr. Mehmet Çelik'in söyledikleri üzerinden düşünmek gerekir. Ülke TV de Turgay Güler'in "sıradışı tarih" programına katılan Mehmet Çelik, bu uydurma din hakkında çizdiği olağanüstü manzara aynen şöyledir. "Tarih boyunca, biz millet olarak da, bunun (islam dininin) bin yıl bayraktarlığını yapmışız, Allah'ın kelamını, emirlerini, yasaklarını ve bu barış dinini kâinatta her yere ulaştırmak ve her insana ulaştırmak.Bu nasıl ulaştırmak ya, ya sizin bu halinizden ancak nefret edilir kardeşim, nefret edilir.Ne Müslümanlığı?Neden bahsediyorsunuz?Yani günde beş sefer spor yaparak, takla atarak Allah'a ibadet ettiğinizi mi zannediyorsunuz?Senede bir ay aç durarak (oruç tutarak) Allah'a ibadet ettiğinizi mi zannediyorsunuz? Siz islam'ın yüz karasısınız, yüz karası. Siz insanlığın yüz karasısınız.Batı kötü, batı hain, batı şöyle, batı böyle de, sen ne haltsın sen ?Sen insan değilsin.Senin insanlık sınıfında yerin yok senin.Ve sen islam'ın üzerinde bir yüksün. Keşke putperest olaydın, keşke ateist olaydın, keşke şintoist olaydın, hatta keşke hayvan olaydın. Sen insan olmayaydın.Kim üretti kardeşim?Bu algıyı kim üretiyor?Batı üretmiyor.Boşu boşuna hedef saptırır da kendi içimizi rahatlatmayalım. Dokuz ay on gün anne karnında, anne rahminde yetişen bir çocuk, çıkıyor o.Siz onun sağ kulağına ezan okuyorsunuz, sol kulağına kamet okuyorsunuz.İsmini bir müslüman ismi koyuyorsunuz.Bilmem dişi çıktığında hedik (kaynamış buğday) yapıp dağıtıyorsunuz. Bilmem doğduğunda akika kurbanları yapıyorsunuz.Bilmem törenlerle sünnet ediyorsunuz. Siz bu masum bebekten bir canavar yaratıyorsunuz sonunda. Bir katil yaratıyorsunuz sonunda. Başında sarığı var bunların, yüzlerinde sakalı var, ellerinde kalaşnikofları var, ağızlarında cihad âyetleri var.Siz Allah'a iftira ediyorsunuz. Allah'ın kitabını ve dinini ters çevirdiniz. Neyin bahsini yapıyorsunuz?Esad orada öldürmüş, vay vay vay, Esad böyle zalim. Sadece bir iktidarı devirdiğiniz zaman iş bitiyor mu?Bakın bütün İslam dünyasında kan var.Bütün İslam dünyasında gözyaşı var. Amerika gelmiş burayı işgal etmiş, zemin hazırlama. Amerika böyle kötü, siz temiz misiniz?Siz temiz misiniz?Yani Mısır'daki NUSRA'dan tut da, bilmem Suriye'deki IŞİD'den tut da, Afganistan'daki TALİBAN'dan tut da. Ben sizinle aynı camide olmak istemiyorum.Ben sizinle o inandığınız Allah'a secde etmek istemiyorum. O elinizdeki kitap sizin, Allah'ın gönderdiği Kur'an olamaz.Sonra anlamıyor, algılayamıyorsunuz bile.Ve şu düştüğünüz duruma bakın ya! Neden böyle?Hanginiz Kur'an'a göre yaşıyorsunuz?Hani o meşhur hikayedir. İncil'de anlatılan bir hikayedir.Bir kadın zina suçu işliyor, recmedilecek.İnsanlar toplanıyor, âdeta büyük bir kin ve öfke ile toplanıyorlar. Hahamlar da orada. İsa orada onlara diyor ki:İlk taşı günahsız olan atsın diyor içinizden.Hepsi birbirlerine bakıyorlar. Kimsenin eli gitmiyor ilk taşı atmaya.Önce insan olarak kendi kendimizi sorgulayalım.Yalan söylemeyen, iftira atmayan, dedikodu yapmayan, tarikat şeyhinden tut, sokaktaki çocuğa kadar.Herkesin günlük hayatında olan bir şey.Bence bu dinden vazgeçin. Bu dinin yakasından düşün kardeşim!
18 Ağustos 2021 Çarşamba
ŞERİAT" AMA HANGİ ŞERİAT?"Şeriat" kelimesi "ş-r-a" kökünden gelmekte olup türevleri ile birlikte Kur'an'ı Mübin'de dört yerde geçmektedir.Sözlükte ise"su yolu, herhangi bir su kaynağından su içmek ve almak için gidilen yol, büyük ve geniş cadde, suyun kaynağı" anlamlarına gelmektedir.Istılahta yani din dilinde ise, "Allah tarafından indirilen tevhid dini, hak din yolu, aydınlık ve ışık" gibi manalara gelmektedir. Milletler için itikadi ve ameli hükümler, emir ve yasaklar anlamına gelen "şeriat" bütün ilahi vahiy'lerde elçiler aracılığıyla gönderilen emir ve kuralların ortak adıdır.Şeriat, zannedildiği gibi, siyasal anlamda hukukla ilgili bir kavram değildir. Şeriat, Kur'an'ın tümüdür. "Sonra da seni din konusunda bir "şeriat" sahibi kıldık. Sen ona tâbi ol, bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma"(Casiye-18)Şeriat kelimesi, cemaat ve tarikatların en çok konuştukları, istismar ettikleri, tartışma konusu yaptıkları ve çeşitli spekülasyonlara sebep olan önemli bir kavramdır. Yukarıdaki âyette görüldüğü gibi yüce Allah'ın, elçisi Muhammed (a.s) a emirlerinden birisi de kendisine indirilen vahyin yani şeriatın üzerinde sabırla durmasını ve ondan ayrı bir yola sapmamasıdır.O halde şeriat Allah tarafından elçilere indirilen yolun yani dinin bir diğer adıdır."Sana da, daha önceki kitab-ı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak kitab-ı gönderdik.Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma.( Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik..."(Mâide-48) Ben müslümanım diyen şuurlu ve aklı başında hiç kimsenin yüce Allah tarafından indirilen emirlere dolayısıyla şeriata karşı gelmesi düşünülemez. Hiç bir mü'min ve hanif Müslüman, Allah'ın eşsiz iradesine ve sonsuz hikmetine karşı gelmez. Fakat Allah elçilerinden sonra, din adamları tarafından her zaman şeriat yani hanif din dejenere olmuş,indirilen vahiy bozulmuş, hak dine batıl karışmış ve ilahi emirlerin bazıları metin bazıları da mana yönünden tahrif edildikleri de bir gerçektir. "Din ve hüküm olarak vahiy'den başka hiçbir kaynak yoktur..." (Yusuf- 40; Şura-10) Yani son vahye baktığımız zaman "dinin Allah tarafından indirildiğini ve daha Allah Resulü hayatta iken indirilen vahiy ile din, Allah tarafından tamamlandığını..."(Enam-115; Maide- 3)"Allah elçilerinin sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerini..." (Maide- 99; Râd- 40; Nahl- 35)"Nebi (a.s) ın sadece vahye tabi olduğunu..."( En'am- 106; Yunus- 15, 109 ; Ahkaf- 9)"Allah elçilerinin sadece indirilen vahiy'le insanları uyardıklarını, (Enbiya-45; Kaf- 45; En'am-51; Araf- 62, 67, 68, 69) açık ve net olarak görüyoruz. Yani şeriat dediğimiz zaman aklımıza Allah'ın indirdiği vahiy ve hak dinden başka bir şey gelmemesi gerekir. Şu halde şeriat denildiğinde, Allah tarafından Resul misyonu ile Muhammed (as) a indirilen İslam dini kasdediliyorsa bunda bir sorun yoktur. Bu şeriat baştan sona kadar barış ve ilimdir, olduğu gibi hidayet ve rahmettir, hüküm ve hikmettir, akıl ve mantıktır, kurtuluş ve mutluluktur, cennet ve Allah'ın rızasıdır. Fakat "şeriat'"tan maksat Buhari, Müslim, Tirmizi, İbni Mace, Ebu Davud ve Nesai'nin uydurma ve yalan rivayetleri ile oluşturulan mezheplerin vahşi "şeriatı" ise orada biraz durun, bu "şeriat"a aklımız ve vicdanımız kapalıdır.Yani "şeriat'"tan maksat, Ahmed bin Hanbel'in, Malik Bin Enes'in, Muhammet bin İdris'in, Numan bin Sabit'in, Ebu Yusuf'un, İmam-ı Muhammed'in, İmam-ı Nevevi'nin, Evzai'nin iftira "şeriat"ı ise, peşkeş çekilecek bir aklımız ve zihnimiz mevcut değildir. İslam milletini aldatmaktan ve yalan söylemekten vazgeçin.Bu "şeriat"a ilmimiz ve irfanımız yol vermiyor.Sizin "şeriat" dediğiniz şeyi, yani Allah'ın indirdiği vahye karşı uydurulmuş rivayet ve iftiralarla, paralel, vahşi ve katliamcı "şeriat" nızı şuurumuz, kitabımız ve hikmetimiz reddediyor. Biz, Allah'ın indirmiş olduğu şeriat'tan başka bir "şeriat"ı kabul etmiyoruz.Kur'an ehli muvahhidler olarak mezheplerin karanlık "şeriat"ını reddediyoruz."Dinden döneni öldüren, zina edenleri recmeden, namaz kılmayanları tekfir edip ölüme mahkum eden, kertenkeleleri öldürmeyi sevap sayan, kara köpekler için ölüm fermanı çıkaran, insanların saçına ve sakalına karışan, kadın düşmanı olan, kargaları bile fasık olarak gören, ressamları cehennemin en alt tabakasına gönderen, sanat ve estetik düşmanı "şeriat'ı" şiddetle reddediyoruz.Biz, Kur'an ehli muvahhidler, tevhid ve güzel ahlakı, merhamet ve adaleti, akıl ve mantığı, tefekkür ve hürriyeti olmayan "şeriat"ın düşmanıyız. Siz hangi şeriattan söz ediyorsunuz?Allah'ın dostu, muvahhidlerin atası İbrahim'in hanif ve saf şeriat'ından mı?Yoksa şirk ve zulüm olan Firavun ve Nemrud'un "şeriat"ından mı?Tağutların ve iblislerin uydurma şeriat'ı mı? Allah elçilerinin uymak zorunda oldukları ilâhi şeriat'mı? F Gülen, Ebu Hanzala, Haydar Baş, Ramazan Ayvalı, Tuğrul İnançer, Vehbi Güler, Osman Ünlü, İskender Evrenosoğlu,Ömer Döngeloğlu, Mustafa Karataş, Fatih Çıtlak, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Alparslan Kuytul,Ubeydullah Aslan, Yusuf Kavaklı, İhsan Şenocak, Ebubekir Sifil, Nurettin Yıldız, Diyanet İşleri Başkanlığı,Nihat Hatipoğlu, Cubbeli Ahmet, dâiş,tâliban, boko haram, Adıyaman şeyhinin "şeriat"ı ile bir hayat sürmektense, biz Kur'an ehli muvahhidlere ahiretin yolu daha sevimli geliyor.İŞTE SİZE EVRENSEL ŞERİAT İLKELERİ"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye Nuh'a tavsiye ettiğini(Ey Resul! ) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı.Fakat kendilerini çağırdığın bu (tevhid-islam) dini müşriklere ağır gelir. Allah dilediğini kendisine Resul seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir"( Şura-13)"Ey iman edenler! Allah'tan ona yaraşır bir şekilde sorumluluk bilincine sahip olun ve ancak kendisine (Kur'an'a) teslim olarak can verin. Hep birlikte Allah'ın himayasine (Kur'an'a) sığının; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, günüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi o kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız. Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır"(Âli İmran-102,103,104,105) "Ey ehli kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir kelimeye geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; ona hiçbir şeyi şirk koşmayalım ve Allah'ı bırakıp da (yanında, yöresinde, berisinde) kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman şahit olun ki biz sadece Allah'a (Kur'an'a) teslim olanlardanız, deyiniz"( Âli İmran-64)"İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan hanif (her türlü şirkten temiz) bir Müslüman idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı"(Âli İmran-67)Güncelleme açısından yukarıdaki âyette bulunan "İbrahim" kelimesinin yerine "Muhammed" "Yahudi" kelimesinin yerine "Şii" "Hristiyan" kelimesinin yerine de "Sünni" kelimesini koyarak okumak gerekiyor. Yoksa Kur'an okumamızın bir anlamı olmaz.
17 Ağustos 2021 Salı
EHLİ SÜNNET DİNİNİN DOĞDUĞU ZEMİN:"Şeytan her insanı doğarken yaralar.Ancak Meryem oğlu İsa'yı yaralayamamış, yaralamak için gittiğinde onun sadece örtüsüne vurmuştur" (Buhari, Ahmet b. Hanbel)Yukarıdaki hadis, Ehli Sünnet dinince "En doğru hadis kitabı" kabul edilen Buharı ile Hanbeli mezhebinin imam-ı Ahmet Bin hanbel tarafından rivayet edilmiştir. Ehli Sünnet âlimlerine göre hadisleri inkar eden kafir olur.Bu Kur'an'sızlara göre "En doğru hadis kitabı" ise Buhari'dir. İşte Ehl-i Sünnet din kaynağının en doğru hadisi, işte Kur'an dışında başka hadis (söz) arayanların düştüğü cehennem çukuru. Şam vâlisi Muaviye, meşru hâlife Ali'ye isyan etmesi sonucunda Sıffin'de yapılan savaşta binlerce kişi hayatını kaybetmiştir. Emevi saltanatı müddetince tam 90 sene Emevi hakimiyetinin minberlerinde Ali'ye lanet okutturulmuştur. Muaviye'nin oğlu Yezid'in gaddar ordusu Kerbela'da Allah Resulü'nün ailesini vahşice katletmiştir.Emevi ordusu Yezid'e biat etmeyen Abdullah Bin Hanzala ve taraftarlarını yok etmek için Medine'ye girerek üç gün boyunca şehri yağma edip (harre olayı) Allah Resulün'ün arkadaşlarının hanımlarına, kızlarına ve gelinlerine bile tecavüz etmiştir. Emevi köpeği olarak şöhret bulan Haccac bin Yusuf, Emevi sultasına biat etmeyen Abdullah b.Zübeyr'i cezalandırmak için Mekke'ye girdiğinde Kabe'yi bile mancınığa tutarak taş üstünde taş bırakmamıştır. İşte islam tarihinde ortaya çıkan dini tablonun, Ehli Sünnet akide ve mezhebinin oluşumunda ilk basamağı teşkil eden Emevilerin ahlaki durumları. Ömer devrinden sonra İslam tarihinde Müslümanların günümüze kadar yaşadığı Müslümanlık bir Emevi dinidir. Bu Emevi dinini en çok benimseyen ve zirveye çıkaran ise Osmanlı Devletidir.Emeviler döneminde uydurulan rivayet ve içtihatlar en fanatik bir şekilde Osmanlı döneminde hayat bulmuştur. Bu yüzden ben diyorum ki Osmanlı ilim ve fikir hayatı hurafelerden ibarettir. Kur'an ve ilim adına Osmanlı Devleti'nin hanif dine zerre kadar bir hizmeti olmamıştır.Sadece Emevi dinine ve Arap milliyetçiliğine sıkı sıkıya bağlı olduğunu kanıtlamıştır.Yani anlayacağınız Omanlı Devleti iyi bir Emevi ulusalcısıydı.Emeviler bile uydurdukları bu ırkçı dini Osmanlı gibi yaşayamadılar. Osmanlı âlimleri bize din ve fikir namına Emevi Devleti'nin uydurma Dinini ve Arap ırkının üstünlüğünü miras bırakmıştır.Sanki Emeviler bu uydurma dini Osmanlıların yaşaması için çıkarmışlardı.Abbasiler döneminde (bu dönemin uydurmaları de eklenerek) hadis kitaplarına dönüştü.Bu hadisler mezheplerin dinine temel oldu. Emevi ve Abbasi halifelerinin nezaretinde yığınla hadis külliyatları meydana getirildi. Kuran'ın bir kenara itildiği, daha doğrusu bilinmediği, Allah Resulü'nün torunlarının katillerin hüküm sürdüğü, her türlü fitne, katliam ve sindirmenin zirvede olduğu bir zeminde oluşturulan hadislere asla güvenilmez. Çünkü Emevi beslemesi ehli sünnet din adamlarına göre binlerce insanın öldüğü Sıffin savaşı sadece "Muaviye'nin bir ictihad hatası" neticesinde olmuştur. Onlara göre "bu hatalı ictihatta Ali iki Muaviye bir sevap almıştır"Bu Kur'ansız cahillere göre binlerce insanın ölmesi bile sevap kazanmaya sebep olmuştur.
16 Ağustos 2021 Pazartesi
TARİH TEKERRÜRDEN İBARETTİR. Nuh (a.s) ın kavmi, tek başına bir ümmet olan İbrahim (a.s) ın kavmi, Hud (a.s) ın kavmi Âd, Salih (a.s) ın kavmi Semud, Şuayb (a.s) ın kavmi Medyen ve Eyke ashabı, Musa (a. s)ın gönderildiği Firavun'un kavmi ve İsrailoğulları, Allah Resulü'nün Elçi olarak gönderildiği Mekke müşrikleri ve bütün zamanların müşrikleri Allah'ın altında, berisinde evliya ve ilahlara taparlardı. Günümüzde Ehl-i Sünnet ve Şia'ya baktığımızda, muhaddis ve müctehidlerinin uydurmalarına, cemaat liderlerinin yalanlarına, tarikat şeyhlerinin şirkine olan bağlılıkları Allah'ın kitabının çok üzerinde olduğu için, eski müşrikler gibi Allah'ın yanında, ötesinde, altında, yöresinde ve berisinde değil, Allah'ın da üzerinde bir yüceliğe yükselterek onlara kulluk yapmaktadırlar.Şia ve Ehli Sünnet âlimleri, Allah'ın kitabına çekinerek, korku içinde, şüphe ile yaklaşırken, alimlerinin hurafe rivayetlerini, iftira ictihatlarını ve uydurma eserlerini hiç düşünmeden ve sorgulamaya tâbi tutmadan, kayıtsız şartsız kabul etmektedirler. Demek ki, kadim kavimler şirkte Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri kadar fanatik değillerdi. Kadim ümmetlerin şirkleri çok sınırlıydı, belli şahıs ve belirli bir nesneye tapıyorlardı.Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri, bin üç yüz yıldan beri tapmadıkları hiç bir şey kalmadı. Şia, eski İran inanç ve hurafelerini saf, hanif, arı duru, tertemiz, tevhid dini olan İslam'a taşıyarak, İslam'ın akıl ve hikmetine aykırı yeni bir din ve akıl almaz bir inanç geliştirdi. Şia, imamet ve mehdiyet inancıyla İslam'ın temeline dinamiti yerleştirip darmadağın etti. Gerçekten de dünyada hanif İslam dinine ve tevhid sistemine kökten aykırı bir inanç ve din varsa, o inanç ve din Şiilik'tir.Ehl-i Sünnet dininin âlimlerine gelecek olursak, Ehli Sünnet âlimleri (ümmilerle bir işimiz yoktur ) ise, olağanüstü bir sisteme sahip olan Allah'ın kitabını terkederek Emevi-Abbasi Devletleri zamanında oluşturulan uydurma rivayetlerle, vahşi, ilkel, ırkçı bir din meydana getirdiler. Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimleri, oluşturdukları kaynaklarla Allah'tan ve onun kitabından bağımsız olarak, ilk önce halifelere, sonra sahabelere, daha sonra tahta ve devlete, daha sonra siyasete ve meliklere, daha sonra müctehidlere, liderlere, sonraları ise uydurdukları evliya ve ilahlara taptılar. Bir tek yüce Allah'a kulluk yapmayı başaramadılar.Yani din ve hüküm olarak her kaynağa razı oldular, sadece Kur'an'ı kabul edemediler.Yüce Allah'ın ezeli ve ebedi ilmiyle haber verdiği gibi, "Onlar Hahamlarını ve Rahiplerini (Din adamlarını ) Allah'ın yanında, altında, berisinde rabler edindiler..."(Tevbe-31) Azim ve Yüce olan Allah her zaman doğruyu söyler.
15 Ağustos 2021 Pazar
MUVAHHİDLERLE MUKALLİTLER(5.YAZI)"VAHYİ GAYRİ METLÜV" MESELESİ. "Nebi (a.s) eşlerinden Hafsa'ya bir sır söyledi. O ise sırrı bir diğer şahsa ifşa etti. Nebi (a.s) bu sırrın eşi tarafından ifşa edildiğini öğrenince ondan bir açıklama istedi. Eşi, Nebi (a.s) a bu sırrın ifşa edildiğini kimden öğrendiğini sordu. Nebi (a.s), bunun Allah tarafından haber verildiğini söyledi" Bu olay Kur'an'ı Mübin'de şu âyetle haber veriliyor."Nebi, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Nebi'ye haber verince, Nebi bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Nebi : Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi"(Tahrim-3)Ehl-i Sünnet'e göre, yukarıdaki âyette geçen "Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi" ifadesi, söz konusu sırrın ifşa edildiğini Nebi (a.s) a yüce Allah tarafından haber verildiğini göstermektedir.Bu haber verme olayı Kur'an'ın hiç bir yerinde geçmez. Dolayısıyla bu âyet, Allah Resulü'nün Kur'an'da yer alan vahiy dışında Allah'tan başka vahiy aldığının da bir göstergesidir"Kur'an ehli muvahhidler her ne kadar"Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın ümmeti bağlamadığını, ümmetin sadece vahiy'den sorumlu bulunduğunu" delilleriyle ortaya koysalar da sıra mukallit mezhepçilere geldiğinde, hadislerin üzerine inşa ettikleri dinlerine alan açabilmek yani dinlerini halkın yanında meşru göstermek için bunun gibi deliller ileri sürüyorlar. Bu durum Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin hiç bir zaman Allah'ın kitabına itibar etmediğini açık olarak gösteriyor.Öncelikle Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin mezheplerinde "vahyi gayri metlüv" inancıyla ne kasdedildiğini anlamaya çalışalım."Allah Resulü'ne genel olarak tatbikatta ortaya çıkan bazı konularda hüküm ve karar yetkisi verildiği gibi, Kur'an'da olmayan hususlarda ona haram ve helal koyma yetkisi de verilmiştir"(Hayrettin Karaman, "Kur'an'ın Hz. Peygamber'in sünnetine verdiği değer, sünnetin Dindeki yeri, tartışmalı ilmi toplantılar dizisi, s, 68, Ensar yayınları)Ehli Sünnet ve Şia alimlerinin anlayışına göre dinde hükümlerin kaynağı "vahyi metlüv" ve "vahyi gayri metlüv" olmak üzere iki çeşittir."Vahyi metlüv" "okunan vahiy" demektir. Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri, Namazda okunduğu için Kur'an âyetlerine "Vahyi metlüv" (okunan vahiy) namazda okunmadığı halde aynen Kur'an âyetleri gibi insanları bağlayıcı farzlar, hükümler, haramlar ve helaller bildiren hadislere de "vahyi gayri metlüv" "okunmayan vahiy" adı vermişlerdir.Aslında İslam tarihine baktığımızda Ehli Sünnet ve Şia âlimlerinin itikadi ve ameli olarak bütün konuları "vahyi gayri metlüv" üzerine bina ettiklerini görürüz.Dini hayatlarını sözde Kur'an, özde "vahyi gayri metlüv" yani uydurma hadisler şekillendirmiştir.Mezhep âlimleri, Resul (as)'a Kur'an dışında hükümler verildiğine dâir Tahrim süresinin 3.âyetini delil olarak gösterirler. Oysa daha ilk bakışta bu âyetin "gayri metlüv" vahiy ile hiçbir alakasının olmadığını görmeleri gerekirdi. Çünkü âyette şöyle bir ifade geçiyor; "...O da onun birazını eşine anlattı, birazını da anlatmaktan vazgeçti....."(Tahrim-3)Eğer bu âyette geçen olay, Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin iddia ettiği gibi "gayri metluv vahiy" olayına bir örnek olsaydı Allah Resulü'nün birazını anlatmaktan vazgeçmesi mümkün olur muydu?Bir elçinin kendisine gelen vahyi insanlara tebliğ etmemesi olacak bir şey midir?Allah Resulü'nün kendisine gelen vahyi insanlara bildirmemesi büyük bir suçtur.Yüce Allah şöyle buyurur."Ey Resul! Rabbin'den sana indirileni tebliğ et!Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez!"(Maide-67) Tahrim suresinde anlatılan olayda ise Nebi (as)'ın kendisine gelen haberin sadece bir kısmını anlatıp kalanını gizliyor.Zaten bu olay bir aile meselesi yani özel bir durum olduğu ve aile içinde gizli kalması gerektiği için, âyette hep "Nebi" kavramı kullanılmıştır. Bu olay, tüm insanlık için bağlayıcı olduğu iddia edilen "gayri metlüv vahye" nasıl örnek olabilir? Bu örneğin baştan sona kadar hatalı olduğu çok açıktır.Ancak vahiy konusunu Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde, Allah'ın tarif ettiği şekilde anlamamış zihinlerin böyle çok basit hatalara düşmeleri normaldir. Onlar bir şekilde iddialarındaki çelişkiyi görseler bile kafa karışıklığı ve bilgi kirliliği içerisinde bocalamaktan kendilerini kurtarmayı başaralamazlar. Bu kafa karışıklığını gidermenin tek yolu "vahiy" meselesini âyetler arası ilişkileri kurarak konuları saf bir şekilde anlamaktan geçer. Sonuç olarak:"Nebi, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu onun için açığa çıkarınca, Nebi bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi.Nebi: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi" (Tahrim-3)Bu ayet ailevi ve özel bir meseleyi anlattığı için hep Nebi kavramı kullanılmıştır.Aslında bu âyette ümmeti ilgilendiren bir şey yoktur, fakat yüce Allah, vahiy ile nebilerin beşeri özelliklerini ortaya koyması gerekir ki, insanlar âlimlerini ve liderlerini yüceltmesinler.Aslında bu olayda kasdedilen haberi Nebi (a. s)'a yüce Allah haber vermemiştir.Nebi (a. s)'ın hanımları tarafından olay yayılınca Nebi (a.s) da başkalarından duymuştu.Fakat Nebi (a.s) yüksek ahlakı gereği kendisine dedikodu yapmayı yakıştırmadığı için bu duyma ve haber almayı yüce Allah'a izafe etmiştir.Kur'an'da bu güzel ahlaka işaret eden âyetler vardır. Mesela:"Her ne zaman Zekeriya Meryem'in yanına gidip onun yanında bol bol rızık gördüğünde "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" diye sorduğunda, Meryem, "Bu, Allah tarafındandır. Allah dilediğine sayısız rızık verir, derdi."(Âli İmran-37)Yani Meryem insanların kendisine hediye olarak getirmiş oldukları yiyecekleri, nimetlerin esas sahibi olan yüce Allah'a izafe etmiştir.Yoksa sürekli olarak Allah tarafından Meryem'e yiyecek gelmiyordu.Mesela:Nasıl ki çalışıp çabalayarak, emek sarfederek ekonomik bakımdan durumu yerinde olan birine, "Hayırdır, bu variyet nereden? diye sorulduğunda, nezaket ve güzel ahlak gereği, "Allah tarafından" demesi gerekiyorsa. Allah tarafından bu olay(Tahrim-3) ile alakalı Nebi'ye bir haber veya vahiy gelmiş değildir.Dolayısıyla Ehli Sünnet ve Şia alimlerinin bu âyeti vahyi gayri metlüv İçin delil göstermeleri tam bir cehalettir.
13 Ağustos 2021 Cuma
MUVAHHİDLERLE MUKALLİTLER(4.YAZI)Şia ve Ehli Sünnet alimleri uydurma dinin rivayetlerine yani hadislere alan açmak ve yol vermek için manasını değiştirdikleri âyetlerden bir tanesi de Nahl süresi 44. âyettir.Âyet şöyldir. "Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara, kendilerine indirileni" açıklaman için" ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik."Şia ve Ehli Sünnet âlimleri yani müfessirleri ve muhaddisleri Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne kör,Kur'an'ın sistemine sağır,Kur'an'ın hikmetine dilsiz ve duygusuz bir şekilde onlarca âyete rağmen söz konusu âyette geçen "litubeyyine" (açıklaman için) kelimesini "tefsir etmen" olarak yorumlamışlardır.Yani Ehli Sünnet ve Şia'nın âlimlerine göre kendisinden asırlar sonra onun adına yalan ve iftira edilen hadisler Kur'an'ın tefsiri sayılırlar.Peki gerçekte yukarıdaki âyette bulunan "litubeyyine" " açıklaman için" kelimesi, "tefsir etme" anlamına mı, yoksa "duyurma, tebliğ etme, ilan etme, gizlemeden açıklama, onu okuma ve dile getirme" anlamına geliyor?Bu konu Kur'an'da çözülecek çok kolay bir konudur. Çünkü bununla ilgili onlarca âyet mevcuttur.Yani âyette geçen "litubeyyine" (açıklaman için) kelimesi "tefsir etme" anlamında değil, "duyurma, tebliğ etme, ilan etme, onu okuma ve dile getirme" anlamında kullanılmıştır. Yani "vahyi olduğu gibi aktarma, gizlememe" anlamına geldiği çok açıktır. Nahl 44.âyetin vahyi gizlemeden aktarma, beyan etme anlamına geldiğini en güzel gösteren Âli İmran 187. âyetidir.Âyet şöyledir. "Allah, kendilerine kitap verilenlerden "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, "letubeyyinunnehu linnési" onu gizlemeyeceksiniz "velé tektümünehu" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu (emri- vahyi? kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü olmuştur" "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" cümlesi, Nahl 44.âyette bulunan "litubeyyine" (açıklaman için) kelimesinin hangi anlama geldiğini gösteriyor. Kur'an'ın bir çok âyetinde vahyin Allah tarafından gönderildiği gibi Allah tarafından açıklanıp detaylandırıldığı ortaya konmuştur."... Ayrıca bu KİTAB'I da SANA, HERŞEY için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik."(Nahl-89)"Andolsun onların (geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır), iman eden millet için bir rahmet ve bir hidayettir."(Yusuf- 111)"Elif. Lam. Ra.(Bu sana indirilen) hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri muhkem kılınmış, sonrada detaylandırılmış bir kitaptır."(Hud- 1) "Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, (onun karşılığında) sana daha doğrusunu ve daha açığını getirmiş olmayalım.(tefsiran)(Furkan-33)DolayısıylaElçinin görevi sadece vahyi tebliğ etmek, onu okumak, muhataba ulaştırmak ve vahiy ile ikaz etmektir. Elçilerin vahyi tefsir etmek gibi bir görevleri yoktur.Elçiler indirilen vahye bir şey ekleyip içinden bir şey çıkaramazlar.Onlar vahyi geldiği gibi aktarmak zorundadırlar.Ehli Sünnet ve Şia'nın Kur'an'da manasını değiştirmedikleri ayet bırakmamışlardır.Hemde manası en açık olan, manası en basit ve kolay olan âyetlerin manasını bozmuşlardır.Hatta tek manası olan, başka bir manaya gelmesi mümkün olmayan âyetlerin mealini bozmuşlardır.Yani muteşabih değil, muhkem olan, tek anlamı bulunan âyetleri tahrif etmişlerdir.Bunu yapmalarının bir çok sebepleri vardır.İslam karşısında mağlup olduklarından dolayı düşmanlık diyebilirsiniz.Cehalet, akılsızlık ve mantıksızlık olarak adlandırabilirsiniz.Kur'an ilminden ve tevhid ahlakından uzak olduklarını söyleyebilirsiniz.Ancak bunun en büyük sebebi uydurma hadis dinlerini meşru göstermek için bu korkunç cinayeti işlemişlerdir.Manasını tahrif ettikleri âyetlerden bir tanesi deşudur."...Resul (Elçi) size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun, çünkü Allah'ın azabı çetindir."(Haşr-7)Şia ve Ehli Sünnet alimleri o derece cahiller ki,Resul (Elçi) ile Nebi'nin arasında bulunan farkı bilmediklerinden dolayı bu âyette geçen "Resul" kavramını es geçerek, bu meali apaçık olan âyete şöyle bir mana vermişlerdir."Peygamber"size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının..."Yani onların anlayışlarına göre uydurma rivayetlerle kendilerine intikal etmiş bütün hadisler, "peygambere" gelen vahiy mesabesinde Allah'ın kesin emirleri gibidir.Dolayısıyla onlara göre "peygamber heva ve hevesine göre konuşmayacağı, Kuran'ı tefsir etme görevi de olduğu için" artık Allah Resulü adına yalan ve iftira olan bütün rivayetlerle Kur'an'a paralel hatta ondan daha da önemli bir din oluşturmuşlardır.Halbuki yukarıda söz konusu edilen Haşr süresinin 7.âyetinin gerçek meali şöyledir."Resul (Elçi) (Allah tarafından kendisine indirileni size tebliğ ettiği için) o size ne verdiyse alın, size (Elçi sıfatıyla) neyi yasakladıysa ondan da sakının!" demektir.Yani âyetin manasını esas belirleyici unsur Allah'ı temsil makamında bulunan "Resul"kavramı oluyor.Resul (Elçi) kavramına "peygamber" kelimesi ile mana verilince Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, Kur'an'ın çözümü, Kur'an'ın sistemi darmadağın oluyor.Dolayısıyla benim Kur'an ehli muvahhidlerden ricam Kur'an'ın manasını korkunç bir şekilde bozan, anlamını tahrif eden, anlaşılmasını son derece zorlaştıran en tehlikeli kelime olan "peygamber" kelimesini kullanmamalarıdır.İşte Şia ve Ehli Sünnetin sözde âlimleri "Resul" ibaresinin hangi anlama geldiğini bilmediklerinden dolayı Allah Resulü'nden asırlar sonra uydurulan bütün hadisleri ondan gelmiş ilâhi vahiy olarak kabul etmişlerdir.Cehaletin böylesi ancak tahsil ile elde edilir.Allah'a yemin ediyorum tahsil haricinde böyle bir cehalet elde edilmez.Onların tahsil ettikleri tek şey, Emevi- Abbasi Ehli Sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia'nın kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerle oluşturulan ilahların ve evliyanın batıl ve şirk dinidir.Resül insanlara sadece vahiy'le uyarır, vahyi verir, vahiy ile helal ve haram kılar. Yani belirleyici olan, aslında helal ve haram kılan sadece Allah'tır. Allah'ın helal ve haram kılması da ancak vahiy ile olur. Vahyin sözcüsü ve duyurucusu da Resül'dür.
MUVAHHİDLERLE MUKALLİTLER(3.YAZI)Kur'an'ı önemsemeyen, onun anlaşılmasını engelleyen, onun yerine uydurulmuş dine tâbi olan mukallit mezhepçilerin, ikinci argümanları ve Kur'an'dan kaçış bahaneleri Necm suresi 3.ve 4. âyetleridir.Mukallit cahillerin ataları bu iki âyeti şu şekilde anlamışlar."Allah Resulü (aleyhisselam) ın hadisleri de birer vahiy'dir!!Çünkü o hevasından konuşmaz. Dolayısıyla ondan rivayet edilen bütün hadisler de Kur'an gibi Allah'tan gelmiş vahiy gibi kabul edilmeleri gerekiyor"Onları kabul etmeyen Resulüllâhı reddetmiş olacağından dolayı dinden çıkmış olur!!"CEVAP:Peki, Necm suresi 3.ve 4.âyetleri Kur'an'ın bağlamına göre hangi anlama geliyor.Daha önceki yazılarımızda Ehli Sünnet ve Şia din adamlarının Kur'an'dan hiçbir şey anlamadıklarını yazmıştık.Hatta Şia ve Ehli Sünnet alimlerinin Yahudi ve Hristiyan din adamlarından daha bozuk bir din oluşturduklarını da sürekli olarak söylüyoruz. Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'da manasını bozmadıkları bir kavram bırakmadılarını da sürekli olarak tekrar ediyoruz.Şimdi Sünni ve Şii âlimlerin şu karanlık üstüne karanlık cehaletlerine bir göz atalım.Necm süresinin ilk âyetlerinde geçen, "O, kendi heva ve arzusuna göre nutuk atmaz (konuşmaz) onun bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir" mealindeki âyetler delil gösterilerek, Resul (a.s) dan asırlar sonra onun adına iftira edilen hadislerin de vahiy mahsulü olduğu iddia edilmiştir.Oysa bu âyetlerde "vahiy ürünü" olduğu bildirilen sözler, Nebi (a.s) den sonra onun adına iftira edilen sözleri (hadisleri) değil, Resul'ün okuduğu, onun dilinde hayat bulan yani Allah'tan gelen âyetlerdir.Yani onun Allah'tan getirdiği Kur'an âyetleridir, Allah tarafından indirilen vahiy'dir. Bu kadar basit ve kolay anlaşılması gereken âyetler nasıl başka bir şekle sokulup çarpıtılır? Olay şudur: Mekke müşrikleri iftira ederek Nebi (a.s) ın, Resul olarak okuduğu sözlerin Allah'ın âyetleri (Allah'tan aldığı vahiy'ler) olmadığını ve bunları kendisinin uydurduğunu yani kendi (heva ve hevesi ile söylediğini) iddia ettiler.İşte Mekke müşriklerinin bu iddiaları ile alakalı bu âyetlere benzer bir çok âyet nazil olmuştur.Mesela:"Yoksa, "Onu (Kur'an'ı) kendisi uydurdu" mu diyorlar?De ki:Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi yardıma çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on süre getirin"(Hud-13)"Yoksa, Onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar?De ki :Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da hep beraber onun benzeri bir süre getirin"(Yunus-38)İşte müşriklerin bu iddialarına cevap olarak Necm suresinin ilgili on beş âyeti nazil olmuştur.Şimdi Şia ve ehli Sünnet âlimlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını anladınız mı?Şiilik ve Sünnilik, insanın düşünmesini engelleyen, aklı dumura uğratan, statik, durağan iki batıl dindir. Akıllı bir mümin elinden geldiği kadar inancını, aklını, zihnini Ehli Sünnet ve Şia'nın karanlık dininden korumaya çalışır.Ehli Sünnet ve Şia âlimlerinin manasını bozdukları âyetlerden bir tanesi de şudur. Bu âyeti örnek göstererek hadisleri dini bir kaynak ve Allah Resulü'nün hayatına örnek metinler olarak kullanıyorlar."Andolsun ki, Resulullah, sizin için Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir." (Ahzab- 21) Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bu âyeti tamamen tahrif ederek şöyle yorumlamışlardır."Andolsun ki, (Hadislerde anlatılan) Resulullah, sizin için Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnektir." Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri, Resülüllah'tan asırlar sonra ona iftira edilen rivayetleri onun örnekliğini gösteren kaynaklar olarak görmüşlerdir.Peki bu âyette anlatılmak istenen gerçek nedir?Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kitabın hikmeti, vahyin çözümü ne buyuruyor?Kur'an'da aktarıldığı gibi Resulullah'ın bizim için örnek olduğu, (Ahzab- 21) fakat Resulullah (a.s)a dair bilgiler için tek geçerli ve yeterli kaynağın Kur'an olduğunu kesin olarak söyleyebiliriz. Mesela:Yüce Allah, Mumtehine süresi 4.âyette şöyle buyuruyor. "İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için güzel bir örnek vardır.Onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah ile beraber taptıklarınızdan uzağız. Sizi inkâr ediyoruz. Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve kin baş göstermiştir..."Şimdi bu âyet İbrahim (a.s)'ın örnekliğini, geleneklerin ve ona atfedilen uydurma sözlerin arasından seçeceğimizi mi söylüyor? Kesinlikle hayır, bu âyet öyle söylemiyor.Âyette anlatılmak istenen İbrahim (a.s)'ın davranışlarının, tevhid mücadelesinin ve ahlakının Kur'an'da açıklanan şeklinin inananlar için örnek olduğu ve inananlarının onun örneğinde olduğu gibi hareket etmeleri gerektiğidir. Aynı şekilde Resülüllâh (a.s) da bu âyette iman edenlere (Ahzab- 21) örnek gösterilmiştir.Yani Kur'an'da iman ve güzel ahlakı anlatılan Allah Resülü sizin için engel güzel bir örnektir.Yoksa Kur'an haricinde bulunan hiçbir eserde anlatılan bilgilerden örneklik çıkarılamaz ve onlardan Allah Resulü örnek alınamaz.En akılsız kişi bilir ki Resulullah (aleyhisselam) dan yüzlerce yıl sonra uydurulan ve bir çok iftira içeren hadislerle Elçi örnek alınamaz. Örnekli Kur'an'daki Elçinin tevhid, ihlas, iman ahlak ve hayatıdır.Aynı zamanda beşer olan Resül'ün vefatından sonra Kur'an'ın ebedi bir örneklik teşkil ettiğini ortaya koymak içindir.Yani "üsve'i hasene" (güzel örnek) olarak "Nebi" değil de, Resül kavramının seçilmesi muhteşem bir seçimdir.Çünkü Nebi tarihseldir, Resül evrenseldir.Tarihsel ve bölgesel, yerel ve çevresel olan tüm insanlığa örnek olamaz.
12 Ağustos 2021 Perşembe
ALLAH SİYASAL ANLAMDA HAKİMİYET İSTEMİYORKur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda, Yüce Allah'ın siyasal anlamda değil, ahlaki ve tevhidi anlamda bir hakimiyet istediğini görüyoruz.Yani Kur'an'da var olan "inil hükmü illé lilléh" "hüküm sadece Allah'ındır" (Yusuf-40) ile "ve kâtiluhum hatté lé tekûne fitnetun ve yuküneddinu küllühü lilléhi" "din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın" (Enfal-39) gibi âyetler, Allah'a karşı gelen ona iman etmeyen dinsizler bağlamında değil, Kur'an'ı dinde tek kaynak kabul etmeyen müşrikler hakkında inmişlerdir. Mekke ve Medine'de Allah'a karşı gelen dinsizler yoktu.Tam aksine Allah'a iman eden ve uydurma dinlerine son derece bağlı olan Yahudi, Hristiyan ve Mekke müşrikleri vardı. Dolayısıyla Kur'an'ın 23 yıllık hayatında hedef alınanlar, dinsizler ve imansızlar değil, dinlerinden taviz vermeyen müşrikler vardı. Yüce Allah siyasal (yönetim- idareyi ele geçirme) anlamında değil, ahlaki ve tevhidi anlamda bir hakimiyet istiyor.Yani din ve hüküm (sosyal hayat -ahlak -ibadet) olarak indirdiği vahiy'den başka kaynak olmayacaktır. Dolayısıyla Kur'an'ın hedefinde Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik vardır. Kur'an'a göre esas kafir, zalim, müşrik ve fâsık bunlardır.Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünnilerin Allah'ın hakimiyeti!!! adına savaşmaları cehalet ve yalandan ibarettir.Esasında Kur'an'ın savaşı bunların din ve imanlarına karşıdır. (En'am-153, 155, 159; Âraf; 3, Rum-30,31,32)
MUVAHHİDLERLE MUKALLİTLER(2.YAZI)Yani Allah Resulü ile Mekke'li müşriklerin yapmış oldukları münazara sanal bir âlemde yapılmıyordu.Karşınızda, batıl dini adına size hakaret eden adamı silemiyor, ona engel koyamıyordunuz.Dolayısıyla Mekke ve Medine'nin sert ortamını bilmeyen günümüz insanları bazı Kur'an âyetlerini şiddet içerikli bulabilirler.Mekke müşriklerinin dinlerine olan aşırı bağlılıkları, Medine'ye Allah Resulü ile münazaraya gelen Hristiyanların küfür ve inatları, Medineli Yahudilerin kendilerini Araplardan üstün görmeleri, kibir ve gururları, hakaret ve Allah Resulü'nü yalanlamaları, Kur'an âyetleri üzerinde sert söylemlere sebep oluyordu. Yani şimdi siz hanif bir müslüman olarak sadece Kur'an okuyor, yalnız Kur'an'a iman ediyor ve tek Kur'an'dan beslenen biri olarak ataların uydurma dinine bağlı yaşayan Cübbeli Ahmet, Nihat Hatipoğlu, Tuğrul İnançer, Fatih Çıtlak, Cevat Akşit, Ramazan Ayvalı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Osman Ünlü, İhsan Şenocak, Ebubekir Sifil, Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Mustafa Karataş, Ömer Döngeloğlu, Yusuf Kavaklı gibi Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul etmeyen ve Dinin Allah tarafından tamamlandığına inanmayanlarla Mekke gibi bir yerde her gün karşı karşıya geldiğinizi bir düşünün. Yukarıdaki kişiler Allah Resulü'nün döneminde yani Mekke ve Medine'de yaşamış olsalardı, haklarında en az iki bin âyet nazil olurdu.Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul eden biz muvahhidler, ataların dinine uyanlarla gerçek bir dünyada karşı karşıya gelmiyoruz.Gelmiş olsak bile bizim yol değiştirme ve onlarla karşı karşıya gelmeme imkanımız vardır. Kur'an'a karşı olan inatlarından dolayı onlarla münazaradan çekilme imkanı vardır.Fakat Allah Resulü kendisine indirilen vahyi tebliğ etme, gelen âyetleri herkese okuma ve duyurma emrine muhataptı. Allah Resulü'nün bir kenara çekilme ve onlardan uzaklaşma gibi bir alternatifi bulunmuyordu.Aslında ben sözü şuraya getirmek istiyorum.Mekke müşrikleri inançlarını ve ataların dinini korumaya çalıştıkları gibi 1400 seneden beri Kur'an karşısında alternatif, paralel bir din çıkaran Ehli Şünnet ve Şia din adamları da kendilerine göre bazı argümanlar geliştirerek, uydurma rivayetlerle oluşturulan dinlerini korumaya çalışıyorlar.Yüce Allah'ın izniyle, bu uydurma ve batıl dinlerine karşı, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan sistemi yani vahyin hikmetiyle cevap vereceğiz.Allah Resulü'nün dönemindeki müşriklerle günümüzün müşrikleri arasında aleyhimize görünen tek bir şey vardır. Yani Allah Resulü'nün dönemi daha zor ve çetin olmakla beraber Mekke müşriklerinin atalarından kendilerine intikal etmiş bir kitapları bulunmuyordu."Yoksa size ait bir kitap varda, (bu batıl inançları ve fikirleri) ondan mı okuyorsunuz?(Kalem-37)Fakat bizim başımıza musallat olan müşriklerin atalarından intikal eden yüzlerce hadis ve fıkıh kitapları vardır.Bizim tek dezavantajımız budur. Şimdi gelelim Kur'an'ı anlamak istemeyen mezhepçi müşriklerin argümanlarına: 1-)"Allah ve Resulüne itaat edin..." Kur'an'ı anlamak istemeyen cahillere göre Allah'ı Kur'an, Resul'ü de hadisler temsil etmektedir.Hadisleri inkar eden Allah Resulü'nün sözlerini inkar etmiş olur.Dolayısıyla Allah Resulü'nün düşmanı bir kafir olur. CEVAP:Kur'an'ın hiç bir âyetinde Nebi'ye ve Muhammed'e itaat edin diye bir emir bulunmaz.Dolayısıyla Resul'ün görevi vahyi tebliğ etmek, onu duyurmak olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir.Elçi konuşan Kur'andır. Elçiyi hidayete ulaştıran vahiydir, ancak Resul olmadan da vahiy hayat bulamaz.Vahiy elçinin dilinde hayat bulur. Elçi olmazsa vahiy, din diye bir şey olmaz. Elçiyi değerli kılan şey vahiy'dir. Elçi kendisine Allah'tan indirilen vahiy sayesinde değerlidir.Fakat Nebi ile Resul arasında bulunan farkları bilmeyen mukallit mezhepçilere hadislerin Resül (a.s) ı temsil etmediklerini anlatmak oldukça zor görünüyor. Çünkü Nebi ile Resulün arasında bulunan farklar gibi, Kur'an'ın bir çok konusu hâlâ atalarının dinine bağlı olan hurafecilere kapalıdır.Uydurma dinlerine körü körüne bağlılıklarından dolayı mukallitler hiçbir zaman Kur'an'ı anlayamayacaklardır.Rahman ve rahim olan Allah şöyle buyuruyor;"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır? Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir."(Kehf-57)Kur'an'ın çok ilginç bir ahlakı vardır.Mesela:Kur'an kendisi ile beraber bir kaynak kabul etmediği için, kendisini din ve hüküm olarak tek müracaat edilecek kaynak kabul etmeyenlere kendisini kapatır. İster inanın ister inanmayın Ehli Sünnet (Diyanet, Cemaat, Tarikatlar) ve Şia istedikleri kadar Kur'anı okusunlar hiçbir zaman onu anlayamayacaklardır.Bu mümkün değildir.Dillerinden kalplerine bir şey intikal etmeyecektir. Bu Kur'an'ın en önemli kanunu ve sünnetidir.Allah'ın sünnetinde hiç bir zaman değişme olmaz. Şia ve Ehli Sünnet alimleri maalesef Kur'an'ın bütün kavramlarını tahrif ettikleri gibi Kur'an'ın en önemli kavramı olan "Resul" (Elçi) kavramını da tahrif etmişlerdir.Resul kavramı tahrif edilince onu Kur'an'dan koparmaları ve ona başka anlamlar yüklemeleri kolaylaşmış oldu.Aslında Şia ve Ehli Sünnet din adamlarının cinayet ve küfürlerini anlatmakla bitiremeyiz.Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet din adamları Kur'an'ın en önemli kavramları olan Nebi ve Resûl'ü anlayamamışlardır.Allah için söyleyin, Kur'an'ın en önemli kavramı olan "Resul" ibaresinin hangi anlama geldiğini bilmeyenlerle neyi oturup konuşacaksınız.Bundan dolayı mukallit mezhepçiler eğer Kur'an'a iman ediyorlarsa Kur'an'daki kavramları yine Kur'an'ın kendisinden çözmeye çalışmaları gerekir.Yani aydınlıkta kaybettiklerini karanlıkta arama akılsızlığına düşmeyeceklerdir. Kur'an'da geçen bir kavrama onun bağlam ve bütünlüğünden başka hiç bir kaynak sağlıklı bir açıklama getiremez.Eğer kavram Kur'an'da tek bir yerde geçiyorsa, işte o zaman diğer kaynaklara bakılabilir. Yani bir kavram Kur'an'da yeteri kadar geçiyorsa onun gerçek çözümünü bağlam ve bütünlüğünden çıkarabilirsiniz. Dinde en büyük yıkım "Nebi" ile "Resul" kavramlarının anlaşılmaması olmuştur.Bu iki kavramın tahrif edilmesi dinin tamamen değişmesini beraberinde getirmiştir. Allah Resulün'den sonra ilk büyük cinayet "Resül" kavramlarını hadislerle Kur'an'dan koparmaları olmuştur.İkinci büyük cinayet ise İran'ın fethinden sonra "Nebi" ve "Resul" kavramları yerine kullanılmaya başlanan "Peygamber" kelimesi ile olmuştur.
11 Ağustos 2021 Çarşamba
MUVAHHİDLERLE MUKALLİTLER (1.YAZI)Dinin en temel kavramlarının bile doğru bilinmediği bir dünyada ayrışmaların ve tartışmaların, fırkalaşmaların ve mezhepleşmelerin bu denli yaygınlaşması şaşılacak bir şey değildir.Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü, Kur'an'ın sistemi olan hikmetin de ne anlama geldiği bilinmeyince fıkıh usulümüz Kur'an'a uymaktan ziyade kitabına uydurma sahtekarlığına dönüşmüştür.İlahların ve evliyanın şirk dininin yanlış kavramları ve hurafe algılarıyla çürümüş zihinlerle aynı frekansta iletişim kurabilmek imkansız bir olaydır.İki kişinin değişik dillerle aralarında anlaşmaları imkansızdır.Eğer bu tartışma alanı din olursa imkansızlık yüz bin kat daha artacaktır.Belki de dünya hayatında en zor şey ataların uydurma dinine bağlı olarak yaşayan gelenekçi hurafecilerle Allah tarafından indirilen orijinal vahiy dinine iman eden muvahhidlerin bir araya gelmesidir.Bu yüzden insanlık tarihinde hiç bir Allah Elçisi gönderildiği küfür milleti ile ortak bir zeminde buluşma imkanını yakalayamamıştır.Dolayısıyla Allah tarafından indirilen vahiy dini ile uydurulanEmevi Abbasi Ehli Sünnet ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerle oluşturulan ilahların ve evliyanın şirk dini hiç bir zaman bir araya gelme ve iki din arasında ortak bir zeminde buluşma ihtimali doğmayacaktır.Çünkü indirilen tevhid dini ile uydurulan beşeri din arasında kalın duvarlar, aşılamaz engeller, geçilemez bataklıklar vardır."Andolsun, senden önceki ümmetler arasında bir Elçi gönderdik. Onlara bir Elçi gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi"(Hicr-10,11)"İşte böylece, onlardan öncekilere herhangi bir Elçi geldiğinde hemen: O, bir sihirbazdır veya delidir, dediler. Bunu nesilden nesile birbirlerine vasiyet mi ettiler? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur"(Zâriyat-52, 53)Kur'an bu iki ayrı dünya ve anlayışı şu şekilde ortaya koymaktadır."Şimdi (bir düşünün), yüz üstü kapanarak yürüyen mi varılacak yere daha iyi ulaşır, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi?(Mülk-22)Peki, bunlardan hangisi hüsran ve sapıklık içindedir.Kur'an ehli muvahhidler mi?Ataların dininden taviz vermeyen gelenekçi mukallitler mi?Ona da Kur'an cevap versin.(Ey RESUL! ) De ki: Göklerden ve yerden size rızık veren kimdir? De ki: Allah'tır! O halde biz veya siz, ikimizden biri, ya doğru yol üzerinde veya apaçık bir sapıklık içindedir"(Sebe-24)Bu yazılarımızda uydurulmuş Ehli Sünnet ve Şia dini ile Allah tarafından indirilen din arasında örülen kalın duvarları ve zor engelleri görmeye çalışacağız. Vahyin ilk nazil olmaya başladığı yıllarda Kur'an'ın evliya ve ilahlarayaptığı saldırılardan dolayı, Mekke müşrikleri de evliya ve ilahlarını koruma amaçlı olarak Kur'an'a ve Allah Resulüne karşı saldırılara başladılar. Kur'an etkin belağat ve edebiyatıyla batıl ve zulüm olan inançları üzerinde yoğun bir baskı kurmaya başlayınca,Mekke müşrikleri de Kur'an'a ve Allah Resulü'ne karşı hakaret ve iftiralarını artırmaya başladılar. Mesela: Allah Resulü'ne "Sen Resul (Elçi) değilsin" dediler. Allah da onlara karşı şöyle cevap verdi"De ki: Benimle sizin aranızda şahit şahit olarak Allah ve yanında kitabın bilgisi olan (Kur'an ehli muvahhidler) yeter"(Ra'd-43) Mekke müşriklerinin her iftiralarına Kur'an tarafından cevap veriliyordu. Yüce Allah hiç bir zaman müşriklere karşı Resülünü tek başına bırakmıyordu.Mesela:"Kur'an'ı kendisi uydurdu" diyorlardı.Allah da Kur'an'da onlara şöyle cevap veriyordu. "De ki: Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi yardıma çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on süre getirin"(Hud- 13)Mesela:"Kur'an'ı ona ancak bir beşer öğretiyor" diyorlardı. Yine cevaplarını Allah'tan alıyorlardı.Mesela:"Sen ancak bir iftiracısın" diyorlardı. Allah ise "onların çoğunun hiçbir şey bilmediklerini" söylüyordu. (Nahl-101) Mekke müşrikleri Allah Resulü'ne "Sen delisin" diyorlardı.Yüce Allah yine Kur'an ile cevap veriyordu. ( Ey Mekkeliler! ) Arkadaşınız (Muhammed) deli değildir"(Tekvir, 22)diye cevap veriyordu.Sürekli hakaret, iftira, istihza ve yalanlama geliyor, her zaman Allah da onların iftiralarına karşılık Allah Resulü'nü teselli ediyor, sabretmesini tavsiye ediyordu.Bu kavga ve tartışmalar, karşılıklı münazaralar ve cedelleşme yüzlerce âyette haber verildiği gibi hergün devam edip gidiyordu. Tam on üç sene Mekke müşrikleri ile gerçek anlamda, aynı zaman ve zeminde, karşı karşıya gelerek bunlar oluyordu. Yani sanal alemde değil, gerçek bir hayatta bu olaylar ve tartışmalar gerçekleşiyordu. Karşı karşıya, yüz yüze, kolay değil tam karşınızda Ebu Cehil ve Velid bin Muğire Allah Resulü'ne hakaretler ediyor, küfrediyor, alay ediyor ver hakkı reddediyorlardı.Allah'da onlara cevap veriyor, Resulü'nü teselli ediyordu."Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar SENİ YALANLAMIYORLAR, fakat o zalimler açıkça ALLAH'IN AYETLERİNİ İNKAR EDİYORLAR"(En'am-33)"Andolsun ki senden önceki RESÜLLER de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine karşılık sabrattiler, sonunda yardımımız onlara yetişti.Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur. Muhakkak ki elçilerin haberlerinden bazısı sana da geldi."(En'am-34)
10 Ağustos 2021 Salı
NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER.(8.YAZI)Sonuç olarak Kur'an'da yüzlerce âyette Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar ortaya konduğu halde birçok arkadaş Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilmeden veya Nebi ile Resul'ün hangi anlama geldiğini idrak etmeden veya gurur ve kibrine yenilerek Nebi ile Resul'ün arasında bir farkın olmadığını, her iki kavramın aynı şeyler olduklarını ve aynı manaya geldiklerini söylemektedir. Halbuki Nebi ile Resul ayrı kavramlarla geçtiği için aynı manalara gelmeleri mümkün değildir. Biz de Nebi ile Resul'ün arasında bulunan bazı önemli farklara Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü yani sisteminden yararlanarak ortaya koymaya çalıştık.Son zamanlarda Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklara baktığımızda Nebi'nin tarihselliği, Resul'ün ise evrenselliği temsil ettiğini gördük.Tabii ki biz "Nebi'nin tarihselliği" derken Kur'an'da anlatılan son Nebi'nin hayatını ve güzel ahlakını devre dışı bırakıyor değiliz. Nebi'nin Kur'an'da anlatılan hayat ve hatıralarından ibretler ve dersler çıkaracağız.Çünkü Kur'an'ı Mübin bir amaca yönelik olarak indirilmiştir ve Kur'an'da amaçsız bir âyet bulunmamaktadır. Yani Kur'an Musa(a.s)ın çocukluğunu ve kimden süt emip emmediğini anlatıyorsa, dar bir alan ve özel bir hayatı temsil eden son vahyin muhatabının inanç, güzel ahlak, söz ve hareketlerini veya üstün meziyetlerini anlatmamasını düşünmek doğru değildir. Nebi (a.s) Kur'an'da anlatılan hayat ve hatıralarından elbette ibret ve ders çıkarırız. Fakat üzerine din ve hüküm inşa edemeyiz. Dolayısıyla Nebi kavramının kullanıldığı âyetlerin uygulanma alanı bulmaları imkansızdır. Çünkü toplum sürekli olarak gelişmekte ve sorunlar çoğalmaktadır. Yani toplumun gelişimine paralel olarak kanun ve kaidelerin değişmesi ve güncellenmesi gerekiyor. Resul sözcüğünün beraber kullanıldığı kavramlara baktığımızda geniş bir hayat, evrensel bir mesaj, ve ebedi bir davet görüyoruz. Yani şunu demek istiyoruz. Nebi Medine ve çevresi ile hayatı kayıt altına alınmıştır.Nübüvvet makam ve mertebesi Medine'de son bulmuştur. Nebi'nin hayatı dar bir alan ve sınırlı bir coğrafya ile kalarak vefat etmiştir. Fakat "Beşer Resul" bütün ilişkisi vahiy olduğu için kendisinden sonra "Kitap Resul" ile misyonunu devam ettirmesi şarttır. Yani "Resul" kavramı evrensel bir özellik ve ebedi bir misyonu temsil etmektedir. Bu Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri olarak kabul edilmelidir. Başta itaat kavramı olmak üzere "isyan, küfür, hakem olma, üsve-i hasene (güzel örnek) mübin (apaçık) kerim, aziz, helal ve haram kılma, tebliğ, nehiy ( yasaklama) âyetleri tilavet etme (vahyi okuma ve duyurma) gönderilmeden azap etmeme, şikak, dâvet, icâbet gibi birçok kavram ölümlü olan Nebi ( a.s) bağlamında değil, ölümsüz olan Resul (a.s) bağlamında kullanılmıştır. Nebi'nin dar bir alan ve belli bir coğrafya ile sınırlı olduğunu gösteren âyetler. "Ey iman edenler! Sesinizi Nebi'nin sesinin üzerine yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi ona (Nebi'ye) yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir"(Hucurat-2) Yukarıdaki âyette Nebi'nin sesinden söz edilmektedir. Pek tabiidir ki, Nebi'nin sesi tarihsel olmaya mahkumdur. Fakat ona karşı da saygısızlık yapılamaz. Bu ayetten sonra gelen âyetin meali şöyledir. "Allah'ın Resulünün huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır"( Hucurat- 3) Çok ilginç, ikinci âyette "savtin nebiyyi" (Nebi'nin sesi) buyurduğu halde 3.âyette "inde Resulilléhi" (Allah Resulü'nün indinde) buyurmuştur. Yani Resulü'n tebliği, daveti, vahyi okuması ve duyurması vardır, ama sesi yoktur.Çünkü onun sesi vahiy'den başka bir şey değildir. Resulün görevi sadece vahyi tebliğ etmek olduğu için onun sesi değil, okuduğu ve duyurduğu vahiy vardır. Nübüvvet makam ve mertebesi tarihsel ve özel hayat ile ilgili olduğu için "Nebi'nin sesi" buyrumuştur. Yani Hucurat süresi 2.âyatte Nebi'nin yanında dünyevi bir şey konuşulduğu esnada arkadaşlarının yüksek sesle konuşup ona saygısızlık yaptıklarını anlıyoruz. Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri de Nebi özel hayatı temsil ettiğinden dolayı söz ve hareketlerinde Allah'a karşı hataları olmuştur. (Tevbe-113; Tahrim-1; Enfal-67,68)Fakat görevi sadece vahyi tebliğ etmek (Mâide-99) olduğu için yani vahyi duyurmada ihanet etmesi mümkün olmadığı için (Hakka-44) dolayısıyla Resul masum olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir. (Nisa-80)Nebi'nin tarihsel olduğuna ikinci bir örnek: "Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağrılmadıkça zamanını gözetmeksizin Nebi'nin evlerine girmeyin..."(Ahzab- 52) Nebi'nin evleri kelimesi "büyüten nebiyyi" aynen Nebi ( a.s) ın kendisi gibi ölümlü ve tarihsel kalmaya mahkumdur. Şimdi Resul kavramının nasıl bir evrenselliğe ve genel bir davete sahip olduğunu gösteren âyetlere bir göz atalım."O gün, zalim kimse pişmanlıktan ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Resul ile birlikte bir yol tutsaydım" (Furkan- 27) Zulüm kıyamet saatine kadar sürecekse, Resul'ün dahi misyonu yani tebliğ ve yol göstericiliği kıyamet gününe kadar sürmesi gerekir. Yani "beşer" olan "Resul" hayatta olduğu sürece risâlet misyonu ile konuşan Kur'an'dır. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra yine Resul misyonu ile onu bir şeyin temsil etmesi gerekir. O da Allah'ın kitabından başka bir şey olamaz. Dolayısıyla evrensel mesaj taşıyan bütün kelimeler "Resul" kavramı ile gelmektedir. Mesela: "Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır"Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Resul'e itaat etseydik derler"(Ahzab-64,65,66) Yukarıdaki âyette kafirler "keşke Allah'a itaat etseydik, Nebi'ye de itaat etseydik değil, Resul'e itaat etseydik" diyecekler, buyuruyor. Çünkü küfür aynen kitap Resul gibi kıyamet gününe kadar devam edecektir.Özel hayatı temsil ettiğinden dolayı son Nebi olan Muhammed ( a.s) Medine'de vefat etmiştir. Fakat Resul dâvet ve yol göstericiliği yani hidayeti ile kıyamet saatine kadar devam edecektir. Mesela: "Kim Allah ve Resulü'ne doğru hicret ederek evinden çıkar da kendisine ölüm yetişirse artık onun mükafatın Allah'a kalmıştır. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir"( Nisa- 101)Nebi tarihsel yani ölümlü olduğu için ona hicret edilmez. Fakat Resul misyonu itibariyle evrensel olduğu için kıyamet gününe kadar tebliği ve beyanı devam edecektir. Dolayısıyla kiyamet gününe kadar Resule hicret etmek devam edecektir. Kitap Resule hicret edenler aynı zamanda beşer Resule hicret etmiş olurlar. Vahyin belağ olduğu ile ilgili (İbrahim-52) beyan olduğu ile ilgili (Âli İmran-138) âyetlerine bakılabilir. Mesela: "İman etmelerinden sonra, Resul'ün hak olduğuna şahit olmalarından sonra ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra hakkın üstünü örten kafir bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder..." (Âli İmran- 86) Aynı şekilde küfür kıyamet gününe kadar sürecekse Resul da kıyamet gününe kadar misyonunu devam ettirmesi gerekiyor. Çünkü Resul ile muhatap olmadan küfür, dalâlet, nifak ve şirk olmayacağı gibi, hidayet, iman, islam, takva ve ihlas'ın olması mümkün değildir. Bütün bu dini kavramlar ve fiiller ancak Resul ile karşılaştıktan yani onunla muhatap olup, onu red veya kabul ettikten sonra bir anlam kazanırlar. Yani "beşer Resul" veya "kitab Resul" olan vahiy'le muhatap olmayan, onu bilmeyen insanlara kafir, münafık, fasık ve müşrik denmeyeceği gibi, mümin, Müslüman, muttaki, muhsin ve muhlis de denemez" "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir" (Kasas -59)"...Biz, bir Resul göndermeden kimseye azap edecek değiliz"(İsra-15)MESELA: Neden "Resul size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının..."(Haşr-7) buyrulduğu halde, "Nebi size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının" denmemiştir. Çünkü Nebi tarihsel ve ölümlü, Resul evrensel, davet ve tebliği sonsuz olduğu yani kiyamet gününe kadar süreceği içindir.Her ne kadar Nebi'nin tarihselliğini kabul etmesek de, onunla ilgili olan âyetler tarihsel kalmaya mahkumdur. Yani Nebi ve onunla ilgili âyetler zamana mağlup olacaklardır.Nebi'ye Kur'an'a intiba etmesi emredilirken, (Ahzab 1,2) Resul'e tebliğ etmesi emredilmiştir. (Maide-67)
9 Ağustos 2021 Pazartesi
NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER(7.YAZI) Kur'an'da yüzlerce âyette Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar ortaya konduğu halde birçok arkadaş Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilmeden veya Nebi ile Resul'ün hangi anlama geldiğini idrak etmeden veya gurur ve kibrine yenilerek Nebi ile Resul'ün arasında bir farkın olmadığını, her iki kavramın aynı şeyler olduklarını ve aynı manaya geldiklerini söylemektedir. Halbuki Nebi ile Resul ayrı kavramlarla geçtiği için aynı manalara gelmeleri mümkün değildir. Bizde Nebi ile Resul'ün arasında bulunan bazı önemli farklara Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü yani sisteminden yararlanarak ortaya koymaya çalışacağız.Son zamanlarda Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklara baktığımızda Nebi'nin tarihselliği, Resul'ün ise evrenselliği temsil ettiğini gördük. Tabii ki biz "Nebi'nin tarihselliği" derken Kur'an'da anlatılan hayatını ve güzel ahlakını devre dışı bırakıyor değiliz. Daha sonraki asırlarda gelen müminlerin, Nebi (a.s) ın yaşadığı zaman ve zemini yani Nebi'nin Medine hayatını bilmeleri çok önemlidir. Eğer Nebi(a.s) ın Medine'de yaşadığı sosyal ve sivil hayat Kur'an tarafından haber verilmeseydi, binlerce yalan ve iftira rivayete inanmak zorunda kalacaktık. Nebi'nin Kur'an'da anlatılan hayat ve hatıralarından ibret ve ders çıkarırız. Çünkü Kur'an'ı Mübin bir amaca yönelik olarak indirilmiştir ve Kur'an'da amaçsız bir âyet bulunmamaktadır. Yani Kur'an Musa(a.s)ın çocukluğunu ve kimden süt emip emmediğini anlatıyorsa, dar bir alan ve özel bir hayatı temsil eden son vahyin muhatabının inanç, güzel ahlak, söz ve hareketlerini veya üstün meziyetlerini anlatmamasını düşünmek doğru değildir. Nebi (a.s) Kur'an'da anlatılan hayat ve hatıralarından ibret ve ders çıkarırız. Fakat üzerine din ve hüküm inşa edemeyiz. Dolayısıyla Nebi kavramının kullanıldığı âyetlerin uygulanma alanları bulunması imkansızdır. Çünkü toplum sürekli olarak gelişmekte ve sorunlar çoğalmaktadır. Yani toplumun gelişimine paralel olarak kanun ve kaidelerin değişmesi ve güncellenmesi gerekiyor. Resul sözcüğünün beraber kullanıldığı kavramlara baktığımızda geniş bir hayat, evrensel bir mesaj, ve ebedi bir davet görüyoruz. Yani şunu demek istiyoruz. Nebi Medine ve çevresi ile hayatı kayıt altına alınmıştır.Nübüvvet makam ve mertebesi Medine'de son bulmuştur. Nebi'nin hayatı dar bir alan ve sınırlı bir coğrafya ile kalarak son bulmuştur. Fakat "Beşer Resul" bütün ilişkisi vahiy olduğu için kendisinden sonra "Kitap Resul" ile misyonunu devam ettirmesi gerekir. Yani "Resul" kavramı evrensel bir özellik ve ebedi bir misyonu temsil etmektedir. Bu Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri olarak kabul edilmelidir. Başta itaat kavramı olmak üzere "isyan, küfür, hakem olma, üsve-i hasene (güzel örnek) mübin (apaçık) kerim, aziz, helal ve haram kılma, tebliğ, nehiy ( yasaklama) âyetleri tilavet etme (vahyi okuma ve duyurma) gönderilmeden azap etmeme, şikak, dâvet, icâbet gibi birçok kavram ölümlü olan Nebi ( a.s) bağlamında değil, ölümsüz olan Resul (a.s) bağlamında kullanılmıştır. Nebi'nin dar bir alan ve belli bir coğrafya ile sınırlı olduğunu gösteren âyetler. "Ey iman edenler! Sesinizi Nebi'nin sesinin üzerine yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi ona (Nebi'ye) yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir"(Hucurat-2) Yukarıdaki âyette Nebi'nin sesinden söz edilmektedir.Pek tabiidir ki, Nebi'nin sesi tarihsel olmaya mahkumdur. Fakat kendi döneminde yaşayan müminler ona karşı saygısızlık yapmamaları gerekirdi. Bu ayetten sonra gelen âyetin meali şöyledir. "Allah'ın Resulünün huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır"(Hucurat- 3) Çok ilginç, ikinci âyette "savtin nebiyyi" (Nebi'nin sesi) buyurduğu halde 3.âyette "inde Resulilléhi" (Allah Resulü'nün indinde) buyrulmuştur. Yani Resulü'n tebliği, daveti, vahyi okuması ve duyurması vardır, ama sesi yoktur.Çünkü onun sesi vahiy'den başka bir şey değildir. Resulün görevi Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ etmek olduğu için onun sesi değil, okuduğu ve duyurduğu vahiy vardır. Nübüvvet makam ve mertebesi tarihsel, bölgesel ve özel hayat ile ilgili olduğu için "Nebi'nin sesi" buyrulmuştur. Yani Hucurat süresi 2.âyatte Nebi'nin yanında dünyevi bir şey konuşulduğu esnada arkadaşlarının yüksek sesle konuşup ona saygısızlık yaptıklarını anlıyoruz. Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri de Nebi özel hayatı temsil ettiğinden dolayı söz ve hareketlerinde Allah'a karşı hataları olmuştur. (Tevbe-113; Tahrim-1; Enfal-67,68)Fakat görevi sadece vahyi tebliğ etmek (Mâide-99) olduğu, vahyi duyurmada ihanet etmesi mümkün olmadığı, (Hakka-44) dolayısıyla Resul masum olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir. (Nisa-80)Nebi'nin tarihsel olduğuna ikinci bir örnek: "Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağrılmadıkça zamanını gözetmeksizin Nebi'nin evlerine girmeyin..."(Ahzab- 52) Nebi'nin evleri kelimesi "büyüten nebiyyi" aynen Nebi ( a.s) ın kendisi gibi ölümlü ve tarihsel kalmaya mahkumdur. Şimdi Resul kavramının nasıl bir evrenselliğe ve genel bir davete sahip olduğunu gösteren âyetlere bir göz atalım."O gün, zalim kimse pişmanlıktan ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Resul ile birlikte bir yol tutsaydım" (Furkan- 27) Zulüm kıyamet saatine kadar sürecekse, Resul'ün dahi misyonu yani tebliğ ve yol göstericiliği kıyamet gününe kadar sürmesi gerekir. Yani "beşer" olan "Resul" hayatta olduğu sürece risâlet misyonu ile konuşan Kur'an'dır. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra yine Resul misyonu ile onu bir şeyin temsil etmesi gerekir.O da Allah'ın kitabından başka bir şey olamaz. Dolayısıyla evrensel mesaj taşıyan bütün kelimeler "Resul" kavramı ile gelmektedir.Mesela: "Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır"Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Resul'e itaat etseydik derler"(Ahzab-64,65,66) Yukarıdaki âyette kafirler "keşke Allah'a itaat etseydik, Nebi'ye de itaat etseydik değil," Resul'e itaat etseydik" diyecekler, buyuruyor. Çünkü küfür aynen kitap Resul gibi kıyamet gününe kadar devam edecektir.Özel hayatı temsil ettiğinden dolayı son Nebi olan Muhammed ( a.s) Medine'de vefat etmiştir.Fakat Resul dâvet ve yol göstericiliği yani hidayeti ile kıyamet saatine kadar devam edecektir. Mesela: "Kim Allah ve Resulü'ne doğru hicret ederek evinden çıkar da kendisine ölüm yetişirse artık onun mükafatın Allah'a kalmıştır. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir"( Nisa- 101)Nebi tarihsel yani ölümlü olduğu için ona hicret edilmez. Fakat Resul misyonu itibariyle evrensel olduğu için kıyamet gününe kadar tebliği ve beyanı devam edecektir. Dolayısıyla kiyamet gününe kadar insanlar Resül'e hicret etmeye devam edeceklerdir Kitap Resüle hicret edenler aynı zamanda beşer Resule hicret etmiş olurlar. Vahyin belağ olduğu ile ilgili (İbrahim-52) beyan olduğu ile ilgili (Âli İmran-138) âyetlerine bakılabilir. Mesela: "İman etmelerinden sonra, Resul'ün hak olduğuna şahit olmalarından sonra ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra hakkın üstünü örten kafir bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder..." (Âli İmran- 86) Aynı şekilde küfür kıyamet gününe kadar sürecekse Resul da kıyamet gününe kadar misyonunu devam ettirmesi gerekiyor. Çünkü Resul ile muhatap olmadan küfür, dalâlet, nifak ve şirk olmayacağı gibi, hidayet, iman, islam, takva ve ihlas'ın olması mümkün değildir. Bütün bu dini kavramlar ve fiiller ancak Resul ile karşılaştıktan yani onunla muhatap olup, onu red veya kabul ettikten sonra bir anlam kazanırlar. Yani "beşer Resul" veya "kitab Resul" olan vahiy'le muhatap olmayan, onu bilmeyen insanlara kafir, münafık, fasık ve müşrik denmeyeceği gibi, mümin, Müslüman, muttaki, muhsin ve muhlis de denemez" "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir" (Kasas -59)"...Biz, bir Resul göndermeden kimseye azap edecek değiliz"(İsra-15)Mesela: Neden "Resul size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının..."(Haşr-7) buyrulduğu halde, "Nebi size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının" denmemiştir. Çünkü Nebi tarihsel ve ölümlü, Resul evrensel, davet ve tebliği sonsuz olduğu yani kiyamet gününe kadar süreceği içindir.Her ne kadar Nebi'nin tarihselliğini kabul etmesek de, onunla ilgili olan âyetler tarihsel kalmaya mahkum olacaklardır. Yani Nebi ve onunla ilgili âyetler zamana mağlup olmak durumundadırlar. Nebi'ye Kur'an'a ittiba etmesi emredilirken, (Ahzab- 1,2) Resul'e tebliğ etmesi emredilmiştir. (Maide-67)
8 Ağustos 2021 Pazar
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(59.YAZI) "Saygıdeğer Ali hocam!Şirk/Mezhep hakkındaki yazı ve yorumlarınızı yakından sevinçle takip ediyorum. Akla, hayata, ilme ve Kur'an'a uygundur. İnsana bilgi ve bilinçlendirme kazandırıyor. Aklı, gönlü açık olanlara.Ama Müslüman ve Türk olarak üzerimizdeki ÖLÜ toprağını bir türlü atamıyoruz. Her halde uzun yüzyılların getirdiği korku, baskı, sindirilmişlik, cehennemde yanma tehdidi bütün hücrelerimize işlemiş. Söküp atamıyoruz" (Fuat Ceylan Ceylan- "Bir Mezhebe Bağlı Olmak Şart Mıdır? adlı yazıya yaptığı yorum) --------------------------------------------------------" Ali Aydın hocam!Yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Allah sizden razı olsun. Ufkumuzu açıyorsunuz. Bu yazıların gelecek nesillere ışık kaynağı olmasını umuyor ve istiyorum. Geleneksel ve rivayet kültürünü din olarak kabul eden toplumların ve kitlelerin insanlığa pozitif yönde ön olacağını düşünmüyorum. Teşekkür ederim"(Hasan Karadayi- "Bir Mezhebe Bağlı Olmak Şart Mıdır?" adlı yazıya yaptığı yorum) -------------------------------------------------------"Allah razı olsun değerli Ali hocam! Yazılarınız, çalışmalarınız ufkumuzu açıp genişletiyor.Her bir yazınızı titizlikle okuyor ve kendime ders çıkarıyorum. Rabbim her iki dünyanızı cennete çevirsin inşallah. Selam ve dua ile saygı ve sevgilerimi sunuyorum" (Abdülkadir Demirdizen- "Bir Mezhebe Bağlı Olmak Şart Mıdır? adlı yazıya yaptığı yorum) --------------------------------------------------------" Teşekkürler Ali Aydın hocam!Şirk ehli ile olduğum 35 sene bunları yakınen tanırm.Kur'an'sız insanları öyle kolayavlarlar ki, farkında bile olmazsınız. Rabbim bana yardım etti.Geçte olsa Rabbimin rahmeti ile kurtuldum.Rabbim rahmeti ile muamele etsin mekanı cennet olsun inşaallah Yaşar Nuri Öztürk hocamın"(Ibrahim Serin- "Bir Mezhebe Bağlı Olmak Şart Mıdır? adlı yazıya yaptığı yorum) -------------------------------------------------"Kardeşim! Emeğine sağlık. Teşekkürler. Bizleri nasıl kandırdıklarını, sorgulamadan, eleştirmeden ve aklına vurmadan nasıl bizi inandırdıklarını Kur'an ve Kur'an'ı anlatan arkdaşlar sayesinde şimdi daha iyi anlıyoruz. Hâlâ Kur'an'ı her gün biraz olmak üzere üçüncü defa okumaya devam eden birisi olarak yeniden doğmuş gibi, bir şeyler öğrenmenin mutluluğunu yaşıyorum. Tabi ki Kur'an'ı daha iyi bilen dostlardan da çok faydalanıyorum! Sağ olun. Hepinize teşekkürler, sevgiler" (Hüseyin Bostan- "Hüküm" Kavramı Hangi Anlama Geliyor? adlı yazıya yaptığı yorum)
7 Ağustos 2021 Cumartesi
NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER. (6.YAZI) Nebi kavramının kullanıldığı yerlerde gelecek nesiller için ders ve ibret vardır. Resul kavramının kullanıldığı âyetlerde ise din ve hüküm yani bütün insanları ilgilendiren bir emir vardır. Resul'ün evrenselliğine örnek olarak bir kaç âyet şöyledir. "İman etmelerinden, Resul'ün ( Kur'an'ın) hak olduğuna şahit olmalarından ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra küfre sapan bir kavme (vahiy'den bağımsız olarak) Allah nasıl hidayet verir? Allah zalimler topluluğunu (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete iletmez" (Âli İmran-86 )"Size Allah'ın âyetleri okunurken, üstelik Allah'ın Resulü de (Kur'an) aranızda iken nasıl küfre saparsınız? Her kim Allah'a sığınırsa kesinlikle sırat-ı müstakime iletilmiştir"(Âli İmran-101 )"Allah'a ve Resulü'ne (Kur'an'a) itaat edin ki rahmete ulaştırılasınız"(Âli İmran- 132 )"Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah'a ve Resulü'ne(Kur'an'a) itaat ederse Allah onu, altından nehirler akan cennetlere koyacaktır..."( Nisa -13 )"Kim Allah'a ve Resul'üne (Kur'an'a) isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır"( Nisa- 14) "Küfür yoluna sapıp Resul'e (Kur'an'a) isyan edenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni edecekler ve Allah'tan hiçbir sözü gizliyemezler"(Nisa- 42) "İtaat, Allah ve Resul-- küfür, Allah, vahiy ve Resul-- ittiba, vahiy ve Resul-- İsyan, Allah ve Resul- - tekzib, Allah, vahiy ve Resul-- Kerim, Allah, vahiy ve Resul-- Aziz, Allah, vahiy ve Resul-- davet, Allah, vahiy ve Resul-- icabet, Allah ve Resul-- hıyanet, Allah ve Resul-- emanet, Resul-- sıdk, Allah ve Resul-- İnzar, Allah, vahiy ve Resul-- şikak, Allah ve Resul, hâdd, Allah ve Resul-- Hak, Allah, vahiy ve Resul-- Nur, Allah, vahiy ve Resul-- mubin, vahiy ve Resul-- Üsve-i hasene yani örnek olma Resul-- tebliğ, vahiy ve Resul-- helal ve haram kılma, Allah ve Resul-- nehiy Allah ve Resul-- âyetleri tilavet etme Allah ve Resul-- âyetleri tebyin etme Allah, vahiy ve Resul-- tezkiye, vahiy ve Resul bağlamında kullanmasının en önemli sebeplerinden bir tanesi belki en önemlisi Resûl kavramının evrensel bir anlama sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla "Nebi" kavramı, yöresel ve tarihsel bir anlam ifade ederken, "Resul" kavramı, genel ve evrensel bir anlama sahiptir. Mesela, şu âyetlere bir bakalım."Onlara, Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Resul'e gelin (onlara başvuralım) denildiği zaman, (Ey Resul) münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün" (Nisa- 61 )Âyette "Allah'ın indirdiği ve Resul" denilmesinin sebebi, iki ayrı otorite olmasından dolayı değildir.İlk başta vahyin Resul'ün kalbine indirilmesinden dolayıdır.Yani başlangıçta Kur'an ile Resul birbirinden bağımsız değillerdi. Âyetlere ulaşmanın biricik kaynağı Resul (a.s) idi. Aynı zamanda vahyin, yani Kur'an'ın Muhammed ( a.s) ile bağlantılı olmadığını ortaya koymak için Allah'ın indirdiğine gelin buyrulmuştur.
NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER (5.YAZI) Kur'an'a baktığımızda "Resûl" kavramının kullanıldığı yerlerde evrensel bir dâvetin olduğunu ve geniş bir misyonun bulunduğunu görüyoruz."Nebi" kavramının kullanıldığı yerlerde Medine'nin dar alanı, Nebi'nin ve çağdaşı olan müminler, Yahudi ve Hristiyanların dini ve özel hayatları varsa, "Resul" kelimesinin kullanıldığı yerlerde ise, bir genişlik, evrensellik, tüm insanlık ve bütün bir dünya mevcuttur.Bunun en büyük sebebi Nübüvvet makamının Medine'de son bulduğu ve orada kaldığı ile ilgilidir. Yani artık Nebi'nin hanımlarıyla evlenilmesinden, evlerine girilmesinden, sesinin işitilmesinden ve rahatsız edilmesinden söz edilemez. Fakat risâlet iki anlamda ve makamda kiyamet gününe kadar devam etmektedir.1-) Kitap Resul: Kıyamet gününe kadar kendisine itaat ve ittiba edenleri, ona bağlı olanları ve ona hicret edenleri aydınlatmaya devam edecektir. İşte bundan dolayı "Resul" bağlamında kullanılan birçok evrensel kavram ve geniş görevler "Nebi" bağlamında değil, "Resul" bağlamında kullanılmıştır.2-) Kimlikleri belli olmadan sadece Kur'an okuyan ve yalnız vahye davet eden isimsiz Resuller: (Zümer-71; Âraf-35; Nisa 165) Mesela Bakara 89. âyetin ilk cümlesi ile 101 âyetin ilk cümlesi aynı olmakla beraber sadece üçüncü kelime değişmiştir. 89. âyetin üçüncü kelimesi "kitabün" "kitap" iken, 101. âyetin üçüncü kelimesi "resulün" "Resul" olarak yer almaktadır. Kur'an'da var olan bu kurulu sistem, "vahiy" yani "kitab" ile "Resul'ün" aynı misyona sahip olduklarını göstermektedir.Kitap yani vahiy ile Resul evrensel bir konuma ve misyona sahiptirler. Dolayısıyla onları anlatan kavramlarda evrenseldir. Aslında bazı şeyleri birbirine karıştırmamak gerekir. Biz "Nebi" kavramının geçtiği âyetlerin tarihsel olduğunu söylediğimizde hiçbir zaman onların gereksiz olduklarını iddia etmiyoruz. Sadece onların üzerine din ve hüküm inşa etmenin mümkün olmadığını, onlardan ders ve ibret alınacağını söylüyoruz. Zaten Kur'an'da var olan kıssalardan yaşadığımız hayata dair din ve hüküm çıkarmak mümkün değildir. Yani Kur'an'da çok geniş olarak anlatılan bu kıssaların en büyük sebebi, Mekke'de binbir zorluk içinde görev yapan Allah Resulü'ne ve iman edenlere sabır tavsiye etme ve güven vermeye yönelik moral verme ve motivasyon sağlamaya yönelik olarak inmişlerdir."Andolsun onların (geçmiş Nebi'lerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. Bu Kur'an uydurabilecek bir hadis değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır iman eden bir toplum için rahmet ve hidayettir" ( Yusuf- 111) Dolayısıyla Kur'an, Yusuf (a.s) rüyası, çocukluğu, gençliği, kuyuya atılması, oradan çıkarılması, para karşılığında satılması, İsa (a.s) ın bebeklik hali, beşikte konuşması, Musa( a.s) çocukluğu, annesi dışında kalan kadınlardan süt emmemesi, ücretle çalıştırılması gibi yüzlerce olayı ders ve ibret verme amacına yönelik olarak anlatmıştır. Yani şunu demek istiyorum. "Bütün bu anlatılanlar (Hâşâ) gereksizdir, Allah bunları boşuna anlatmış, artık bugün onlardan ders alınmaz bu kasaların bir faydası yoktur" olarak anlaşılmaması gerekiyor.Yüce Allah Kur'an'da bir şey anlatmışsa kiyamet gününe kadar kadar ondan ders ve ibret çıkarmak mümkündür.
6 Ağustos 2021 Cuma
NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER (4.YAZI) Aslında Muhammed (a.s) Nübüvvet'e bağlı bir Resul'dür. Yani Nübüvvet makam ve mertebesine, Risalet misyonuna sahip bulunuyordu. Fakat âyetlerde "Nebi" ve "Resül" kavramlarının kullanılmasının mutlaka bir çok neden ve hikmeti vardır.Zira yüce Allah hiçbir zaman abes bir şey yapmaz. Kur'an'da "Nebi" kavramını kullanmakla yüce Allah, son Nebi'nin yaşamış olduğu tarihi ve insanları da muhatap almıştır.Nebi'nin yaşamış olduğu Medine coğrafyasıyla kıyamet gününe kadar gelecek insanların kültür ve gelenekleri hiç şüphesiz ki birbirinden farklı olacaktır. Yani şimdi Medine halkının yaşamış olduğu ekonomik, sosyal, psikolojik, aile, gelenek ve kültürleri, kıyamet gününe kadar gelecek insanların kültür ve geleneklerinden birçok yönden ayrılmaktadır. İşte yüce Allah, az bir zaman dilimi ve az bir nüfusa sahip olduğu halde Medine ve çevresinde yaşayan Nebi'nin özel ve sosyal hayatını, Allah'a karşı olan hatalarını, ailesi ile olan ilişkilerini ve müminlerin sorunlarını anarak onları da muhatap almıştır.Kur'an'a baktığımızda âyetlerde Nebi"ye ayrılan yer ile Resul'e ayrılan yer arasında büyük bir açının olduğunu görüyoruz. Yani genellikle Resül ve mesaj ön planda tutulmuştur.Kur'an, mübarek bir kitap olduğu için bereketi gereği, hem Nebi (a.s) döneminde yaşayan insanların inanç ve sorunlarını ele almış, hemde Resul kavramını kullanarak kıyamet gününe kadar gelecek insanların inanç, ibadet ve ahlaki sorunlarını kayıt altına almıştır. Yani Kuran, hem din, hem güzel ahlak, hem hidayet, hem merhamet, hem öğüt olarak kıyamet gününe kadar gelecek tüm insanlara yeterli bir kitaptır.Dolayısıyla Nebi (a.s) ın Medine'sinde yaşanan bazı mahalli ve özel sorunlara parmak basması Kur'an'ın özelliğinden ve bereketinden hiçbir şey kaybettirmez. Yani Kur'an, kadim tarihte yaşayan bir çok Nebi ve kavimden söz ederken, Nebi (a.s) ın yaşamış olduğu zaman ve zemini ihmal etmesini bekleyemeyiz. Veya Nebi (a.s) ın yaşamış olduğu çevrenin yerel sorunları ile kıyamet gününe kadar gelecek olan insanların sorunlarını aynı derecede değerlendirebilir miyiz? Halbuki Kur'an, "Allah'a davet, taat, isyan, hidayet, rahmet, aydınlık, sırat-ı müstakim, helal ve haram kılma, istihza, iman, küfür, hak, mübin, tebliğ, kitabı tilavet, ittiba, kerim, aziz, hakem olma, tebyin, karanlıklardan aydınlığa çıkarma, üsve-i hasene" gibi birçok kavramı "Resul" bağlamında kullanmıştır. Evrensel kavramlardan sadece iman kavramı iki âyette Nebi bağlamında kullanılmıştır.(Bakara-177; Mâide- 81)Bunun sebebi de Medine'de yaşayan Yahudiler bağlamında geçtiğinden dolayıdır.Yani Nebi kavramı Medine ve çevresinde cerayan eden hadise ve kişiler bağlamında kullanılmıştır.Bu konuda şu ayet önemlidir.İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona tâbi olanlar, şu Nebi ve iman edenlerdir. Allah mü'minlerin dostudur"(Âli İmran-68)Halbuki Nebi (a.s) aynı zamanda Resül misyınuna sahiptir.Yani hem Nebi hemde Resüldür.Fakat ayetin hitap bağlamı Medine'de yaşayan Yahudiler olduğu için Resül değil, Nebi kavramı kullanılmıştır.Evrensel kavramların Resül bağlamında kullanılmasının sebebi, Medine'de yaşayan son Nebi'den sonra onu "kitap Resul'ün" yani Kur'an'ın temsil etmesidir.Yani Nebi Medine'de vefat etmiştir, Nübüvvet kurumu Medine'de kapanmış ve kapısına kilit vurulmuştur. Fakat Resul'den kalan tek mesaj kıyamet gününe kadar aydınlık saçmaya ve hidayet vermeye devam edecektir.Yüce Allah, bu önemli noktaları ve ayrımı akıl ve tefekkür sahipleri için "Nebi" ile "Resul" kavramlarının içine yerleştirmek suretiyle, vahyin hikmet ve sistemini apaçık olarak ortaya koymuştur. Yani Nebi (a.s) bağlamında kullanan âyetlerin tarihsel olması Kur'an için bir daralma ve eksiklik meydana getirmez.Mesele şu ayetlere bir bakalım."Ey Nebi! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü ( refahını) istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı, Resul'ünü ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır. Ey Nebi'nin hanımları! Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkartılır. Bu, Allah'a göre kolaydır. Sizden kim, Allah'a ve Resulüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükafatını iki kat veririz. Ve ona bol rızık hazırlamışlardır. Ey Nebi'nin hanımlar! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'tan korkuyorsanız, çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin. Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Salat'ı ikame edin, zekatı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günah gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmet hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin hiç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır"(Ahzab-28,29,30,31,32,33 34) Yani az bir zaman dilimi olsa dahi Kur'an'ın, Nebi (a.s) ın hatalarını aile hayatını ve Medine'de yaşanan sorunları görmezlikten gelmesini bekleyemeyiz. Aslında görevinin başında, evinde ve özel hayatında olan diplomat aynı kişi olmakla birlikte konumu ve misyonu farklıdır. İş başında, mesai saatlerinde resmi olan bir diplomatın görev ve sorumluluğu ile evinde ve özel hayatında olan diplomatın görev ve sorumluluğu birbirinden farklı özellikler taşır. Hatta görev başında olan bir memura yapılacak hakaret ve saygısızlık ile mesai dışında ve özel hayatındaki bir memura yapılacak hakaret ve saygısızlığın kanundaki karşılığı bir değildir. Dolayısıyla görev başında devleti temsil eden bir memurun gayri meşru hareket yapması ve görevini kötüye kullanması da kabul edilmez bir suçtur. Fakat sivil hayatta yapmış olduğu olumsuz hareketler kanun karşısında o derece büyük bir ihanet olarak görülmez. Hangi yönden bakarsak bakalım Nebi ile Resul'ün arasında birçok farklar olduğu bir gerçektir. Yani yüce Allah'ın, kadim Resüllerin ve Nebilerin hayat mücadelelerini geniş şekilde anlatmasının sebebi insanlara ders vermek içindir. Nebiler hakkında insanların meraklarını gidermek içindir. Dolayısıyla Nebi (a.s) Medine'de yaşadığı yerel ve bölgesel hayatın Kur'an'da yer almaması olacak bir şey değildir. İnsanlar sadece Resul'ün Risalet misyonuna ait bilgilerle yetinmek istemezler. Nebi'nin resmi olmayan özel hayatını da merak ederler. Dolayısıyla yüce Allah hem Resullerin tebliğ ve tevhid mücadelesini hem de özel, beşeri zaaf ve hatalarını ele almıştır. Mesela: Kur'an'da, Musa (a.s) doğumu, emzirilmesi, Firavun tarafından yetiştirilmesi, İsa (a.s) doğumu ve çocukluğu, Yusuf (a.s) kuyuya atılması, satın alınıp Mısır'a götürülmesi gibi Risalet görevi ile ilgili olmayan bir çok hadise nakledilir.
5 Ağustos 2021 Perşembe
NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER (3.YAZI) "Yeryüzünde ağır basıncaya kadar, hiçbir Nebi'ye esirleri bulunması yakışmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah sizin için ahireti istiyor. Allah azizdir, hakimdir. Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azab dokunurdu. Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve temiz olarak yiyin. Ve Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah günahları bağışlayan, merhamet edendir. Ey Nebi! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse (şirki bırakıp İslam'ı kabul ederseniz) sizden alınandan (fidyeden) daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar. Çünkü Allah günahları bağışlayan merhamet edendir.(Enfal-67,68,69,70)"Ey Nebi! diyerek başlayan yukarıdaki âyetlerin tümü tarihseldir ve sadece Nebi'ye (a.s) ın yaşadığı zaman dilimini ilgilendirmektedir. Yani Medine'de cereyan eden bir savaşı ve o savaşla ilgili olayları ele almaktadır.Çünkü dünyada savaş şartları, silahları, imkanları, kanunları, kuralları ve anlaşmaları sürekli değişmekte ve islam toplumu bu şartlara ve hükümlere riayet etmek ve ayak uydurmak zorundadır.Dolayısıyla esirlerle ilgili Nebi'ye ve iman edenlere yapılan uyarılar geçerliliğini kaybetmiştir. "Ey Nebi! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!"(Tevbe-73) "Ey Nebi! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O gidilecek yer ne kötü bir yerdir"(Tahrim-9)Yukarıdaki iki âyet tarihsel olmak durumundadır. Çünkü münafıkları sadece Allah ve Nebi(a.s) biliyordu.Nebi (a.s) ın vefatından sonra artık hiç kimse bir başkasını nifakla suçlama hakkına sahip değildir.Yani kimin gerçek mümin, kimin munafık olduğunu sadece yüce Allah bilir. Medine'de münafıklar ciddi bir güce sahip idiler. Yani tehlikeleri toplumu tehdit edebilecek bir seviyede idi. "Ey Nebi! Allah'tan kork, kafirlere ve münafıklara itaat etme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerinde yapmaktadır"( Ahzab-1) Nübüvvet, Resul olan kişinin özel hayatını temsil ettiği için bu âyette "Ey Resul! diye değil, Ey Nebi! denilerek hitap edilmiştir. Bunun sebebi, görevi sadece indirilen vahyi tebliğ eden Allah Resul'ünün kafir ve münafıklara itaat etmesinin imkansızlığından kaynaklanmaktadır.Yani Resul'ün kafir ve münafıklara itaat etmesi mümkün değildir. Fakat Nebi, Resul olan kişinin özel hayatını temsil ettiği için kafir ve münafıklara karşı az da olsa meyletme ihtimali olabilir.İşte bundan dolayı âyet "Ey Nebi! diyerek başlamaktadır. İkincisi, âyet "Ey Resul! diye hitap etmiş olsaydı, Resul, vahiy ile aynı düzleme sahip olduğu için vahiy hakkında bir şüphe ortaya çıkarmış olurdu. Dolayısıyla kafir ve münafıklara itaat etme ihtimali Resul hakkında mümkün olmadığı için âyetin "Ey Resul! diye başlaması anlamsız olurdu."Ey Nebi! Kadınları boşayacağınızda, onların iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz olan Allah'tan korkun. Apaçık bir hayasızlık yapmaları hali bir yana, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarır.İddet müddetlerini doldurduklarında onları ya meşru ölçüler içerisinde ( nikahınız altında) tutun veya onlardan meşru ölçülere göre ayrılın. içinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun. Şahitliği Allah için yapın. İşte bu, Allah'a ve ahiret gününe inananlara verilen öğüttür. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur. Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, adet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları (doğum yapmaları)dır. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir. İşte bu, Allah'ın size indirdiği buyruğudur. Kim Allah'tan korkarsa, Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükafatını arttırır"(Talak- 1,2, 3, 4, 5) Boşanma ile ilgili olan bu âyetlerin "Ey Nebi! diye başlamasının sebebi, Medine'de yaşayan Nebi ile müminlere o günün şartlarına göre nikah kurallarını ve hükmünü ortaya koymaktadır.Birinci âyetin sonunda bulunan "Bilemezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarır" cümlesi, nikahla ilgili kural ve kaidelerin değişkenliğine işaret etmektedir. Yoksa bu âyetlerin geçerliliğini kıyamete kadar sürdürmesi mümkün değildir. Çünkü insanlar çoğalmakta evlilik hukuku, erkek ile kadın arasında oluşacak olayların çeşitliliği ve adli sistem yirmi- otuz âyet veya beş-on madde ile çözülemez. Üçüncü âyette geçen "...Allah her şey için bir ölçü koymuştur" cümlesine dikkatinizi çekiyorum. Yani Allah bazı ölçüler koyarak gerisini zamanın şartlarına, devletlerin kanunlarına ve hukuk adamlarının oluşturacakları hukuk kurallarına bırakmıştır. Yani her ülkenin ve toplumun ahlak, kültür, medeniyet ve örfüne göre hukuk adamları kanun maddelerini koyarlar.Sosyal düzen ve evlilik hayatı ile ilgili düzenlemeler, sorunlar ve geçimsizlikler meydana geldikçe güncellenmeye, yeni kural ve kanunlara ihtiyaç olacaktır. Dolayısıyla aile hukuku, boşanma ve eşlerin arasındaki ilişkiler üç dört sayfa, on beş yirmi âyetle sınırlandırılacak ve çözülebilecek bir mesele değildir. Belki bu konuda yüzlerce- binlerce sayfalık kanun maddeleri gerekecek bir meseledir. İşte onun için âyet "Ey Resul! değil, "Ey Nebi! diye başlıyor.
3 Ağustos 2021 Salı
KAFİR, ZALİM VE FASIK OLANLAR KİMLERDİR? VEYA "HÜKÜM" KAVRAMI HANGİ ANLAMA GELİYOR? Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor. "Hakka batılı karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"(Bakara-42)Ali ile Muaviye'nin arasında yapılan Sıffin savaşından sonra "hakem" olayı ile dini ilk siyasallaştıran Hariciler olmuştur. Çok ilginçtir, Şia ve Ehli Sünnet'in din adamları, Haricileri benimsemedikleri halde dini siyasallaştırma çabalarına karşı gelmemişlerdir. Dolayısıyla buradan hareketle Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri âyetleri bağlamından kopararak şu Kur'an cümleleriyle sürekli olarak devlet adamlarını tekfir etmişlerdir. "...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir"(Mâide-44)"...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir"(Mâide-45)"...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir"(Mâide-47)Aslında Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "hüküm" kavramının devlet adamları ile ilgili değil, din adamlarıyla ilgili kullanıldığını çok açık olarak görüyoruz. Yani bu âyetlerde kasdedilen şey, devlet adamlarının çıkardıkları kanun ve kaideler, karar ve tasarrufları, beşeri hukuk, hakimler ve adliye saraylarında verilen hükümler değil, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa itibâr edilmemesi ile ilgilidir. Dolayısıyla Kur'an'da var olan "hüküm" kavramları devlet ve hukuk adamlarından daha çok insanlara din anlatan ilim adamlarını ilgilendirmektedir. Çünkü mahafazakâr ve geleneklere bağlı ülkelerde devlet adamları, din adamlarının önlerine koyduğu dini kurallara göre hareket etmek zorundadırlar. Âyetlere dikkat edildiğinde hepsinde "Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse" buyrularak, "hüküm" (din- güzel ahlak, hayat-yaşantı-inanç) anlamında olup sosyal, ictima'i, ekonomik, kültür olarak Allah'ın indirdiği vahiy'den başka hiçbir kaynak olmaması ile ilgili bir kavramdır. Peki Şia ve Ehl-i Sünnet dininin sözde âlimleri vahyi tek kaynak kabul eden muvahhidleri "sapık" ve "en büyük fitne" olarak görüyorlarsa, devlet adamları "Allah'ın indirdiği" ile nasıl hükmedeceklerdir. Yok eğer atalarının söz ve ictihadlarını Allah'ın dini gibi kabul ediyorlarsa, bu da çok çirkin bir yalan ve Allah'ın üzerine atılmış büyük bir iftiradır. Siz müşrik atalarınızdan gelen yalan ve iftiraları Allah'ın indirdiği vahyin yerine koyamazsınız. Kur'an'da bulunan "hüküm" kavramının "din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak edinmemekle ilgili olduğunu" gösteren âyetler. "Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak kitabı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi (iradenize ipotek koysaydı) sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şeriatlerde) sizi denemek için böyle yaptı. Öyleyse iyi işlerde birbirinizşe yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeylerin gerçek tarafını O haber verecektir" (Ey Resül! Sana da şu talimatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer hükümden (Kur'an'dan) yüz çevirirlerse bil ki bununla Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır. "Yoksa onlar (İslam öncesi) cahiliyehükümlerini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır"(Maide- 48, 49, 50 )"Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıkların ileri sürenler görmedin mi? Tağut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tağut'un (hadisler-ictihatlar -mezhepler) önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.Onlara Allah'ın indirdiğine (kitab-a) ve Resul'e gelin (onlara balvuralım, sadece onları kaynak kabul edelim) denilğildi zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felaket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye yemin ederek sana nasıl gelirler! Onlar Allah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir, onlara aldırma, kendilerine öğüt ver onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle. Biz her Resulü-- Allah'ın izniyle(emriyle) ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar (vahiy'den başka kaynaklara başvurarak) kendilerine zulmettikleri zaman (kendisine vahiy indirilen Allah'ın Resulü olarak) sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler. Resul de onlar için istiğfar etseydi (vahiy indirerek) Allah'ı ziyadesiyle affedeci bulurlardı."Hayır Rabbine andolsun ki aralarında çıkan (dini) anlaşmazlık hususunda (Allah'ın Resulü olarak) seni hakem kılıp sonra da (indirilen vahiy ile) verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı durmaksızın onu tam manasıyla kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar"(Nisa-60/65)Sonuç olarak:"Allah'ın indirdiği hükümler" den maksat Kur'an'ın tek kaynak kabul edilmesi olduğu için asıl ve gerçek olarak kafir, zalim ve fasık olanlar devlet adamları değil, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen din adamlarıdır.Dikkatli bir şekilde bakıldığında âyetlerde bulunan "tağut" kavramlarının da, devlet adamları hakkında değil, Kur'an'dan başka kaynakları din ve hüküm olarak kabul eden din adamları hakkında oldukları görülecektir. Çünkü Medine'de tek devlet başkanı Nebi (a.s) idi. Fakat onlarca din adamı yani tağut vardı. Nahl süresi 36.âyet hariç tağut kelimelerinin hepsi Medine'de inen sürelerde yer alırlar. Nahl süresinin 36.âyet şöyledir. "Andolsun ki biz" Allah'a kulluk edin ve tağuttan sakının" diye her ümmete bir Resül gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını (vahiy'le) hidayete iletti. Onlardan bir kısmı da (vahiy'den yüz çevirerek) sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün,(Resülleri-vahyi) yalanlayanların sonu nasıl olmuştur! "Kur'an, geçmiş kavimlerin ileri gelenlerine ve yöneticilerine "mele" ve "mütref" kavramlarını kullanırken, vahye ve Resüllere karşı gelen din adamlarına da "tağut, evliya, erbéb, cibt, kübarâ, sâdat, ahbar, ruhban, rabbeniyyun, ilâhlar" gibi kavramları kullanmıştır. Kavramların çeşitliliğinden de anlaşılacağı üzere din adamları her zaman ve zeminde devlet adamlarından daha baskın çıkmışlardır. Kur'an'ın en büyük düşmanı şirk zulmu olduğu için, en önemli hedefi de müşrik din adamlarıdır. Muhafazakar ve gelenekçi bir toplumda devlet adamları en basit dini bir kurala en absürt bir hurafeye bile karşı gelemezler.Yani uydurma evliya ve tağutların dininde devlet adamları, din adamları karşısında bir hiçtir. Fakat müşrik mezhepçiler, müctehid ve muhaddislerine bir eleştirinin yapılmaması için, din adamlarından devlet adamlarına karşı hedef saptırıyorlar. Firavun'un üzerinde Kur'an'ın bu kadar durmsının sebebi, devlet adamı ve yönetici olması değil, kendisini en büyük ilâh ve rab olarak kabul etmesiydi. (Kasas-38; Naziat-24)Yani nasıl ki, "hüküm" kavramı, "tevhid, güzel ahlak, salih ameller, ibadetler ve öğütler dahil olmak üzere baştan sona kadar "Kur'an'ın tümü" anlamına geliyorsa, "tağut" kavramı da siyasal bir anlamda değil, dini bir kavram olarak kullanılmıştır. Kur'an'ın tümünün adı hükümdür. Kur'anda bulunan "inilhükmü illé lilléh" "hüküm sadece Allah'ındır" cümlesi, "din sadece Allah'ındır, Allah'ın dininden başka hak din yok" demektir. (En'am-57; Yusuf-40,67
2 Ağustos 2021 Pazartesi
NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER. (2.YAZI) Nebi'nin tarihselliği, Resül'ün ise evrenselliği temsil ettiğini tam olarak anlayabilmek için Kur'an'da var olan Nebi kavramları üzerinde durmak gerekiyor.İnşallah daha sonra "Resul'ün evrenselliği" ile ilgili yazılarımız gelecektir.Sorunları çözme ve müracaat edilecek merci Nebi değil, âyetlerde her zaman Resul olarak gösterilir. Âyetlerde Nebi'ye değil, Resule davet vardır. (Maide- 104)Çünkü son Nebi olan Muhammed(a.s) vefat etmiştir.Nebi'nin hayatı, makam ve mertebesi yani konumu tarihselliği temsil etmektedir. Fakat Kur'an, "Resul" misyonuyla din ve hüküm olarak kıyamet gününe kadar uyarı görevini yapmaya devam edecektir. Bu önemli konuyu anlamayı bize bağışlayan yüce Allah'a sonsuz hamd olsun.Her ümmet için bir Resul varken, her ümmet için bir Nebi yoktur.(Yunus-47)"Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Resul'e karşı çıkar ve (vahyi tek kaynak kabul eden) müminlerin yolundan başka bir yola saparsa, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; orası ne kötü bir yerdir"(Nisa- 115)İlk iki yazımızda Nebi kavramı ile ilgili Ahzab 28- 53- 56- 59; Enfal 67- 117; Tevbe 61-113; Hücurat 1-2; Âli İmran 67- 68- 69- 161; Maide- 81 ve Tahrim 3. âyetini ele almıştık.Şimdi içinde Nebi kavramı bulunan diğer âyetlere bakalım."Ey Nebi! Allah, sana ve sana uyan müminlere yeter. Ey Nebi! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa; iki yüze galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi bulunursa kâfirlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur" (Enfal- 64-65)"Ey Nebi!..." diye başlayan yukarıdaki iki âyet, savaşla ilgili nazil olmuşlardır. Yani tamamen Nebi (a.s) ın yaşadığı zamanı ilgilendirmektedir.Müminlerin savaşa teşvik edilmesiyle ilgili olarak Nebi lafzının kullanılmasının sebebi şudur.Vahiy haricinde Nebi kendine ait sözlerle orduyu harekete geçirip, ilgili savaşın ne kadar önemli ve hayati bir değere sahip olduğunu kendine ait sözlerle anlatacaktır.Yani ordunun komutanı olarak, sözünün gücü ile otoritesini ortaya koyacak, ordunun savaş kabiliyetine stratejik ve psikolojik katkıda bulunacaktır. Çünkü savaşta ordunun motivasyonu için, komutanın taktik ve cesareti çok önemlidir. İşte bu yüzden âyetler tarihsel oldukları için âyetlerde "Ey Resul! değil, "Ey Nebi!..."diye hitap edilmektedir. Zaten bu iki âyetten önceki âyetin meali şöyledir. "Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen (Ey Nebi!) yeryüzünde bulunan her şeyi infak etseydin, yine de onların gönüllerini birleştiremezdin; fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı.Çünkü O, mutlak galiptir, yegane hikmet sahibidir" (Enfal- 63) Nebi (a.s) ın vefatından sonra özellikle Emevilerle başlayan süreçte indirilen tevhid sistemi dejenere edildiği yani Kur'an bir kenara atılıp din rivayetlerin üzerine inşa edildiği için, artık islâmi bir fetihten ve kutsal bir cihattan bahsetmek mümkün değildir.Savaşın farz kılınması savunma amaçlı ve zalimlerin zulmünu engellemek içindir.(Hac- 39) Yoksa Kur'an dininin ve ahlakının olmadığı bir dünyada Allah yolunda kutsal bir savaştan ve cihattan söz edilemez. Dolayısıyla "Ey Nebi!..." diye başlayan âyetlerin hepsi tarihseldir. Yani sadece Nebi (a.s) ın yaşadığı Medine dönemini ve çevresini ilgilendirir. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri, üzerine dinlerini inşa ettikleri tüm rivayet ve içtihatlarını yani bağlandıkları mezheplerini terk edip Kur'an'a dönmedikçe düşmanlarıyla yaptıkları hiçbir savaş islami olmayacaktır. Onların savaşları Allah'ı, Resulünü ve hanif İslam dinini ilgilendirmemektedir.Çünkü din Allah'a özel kılınmayınca yani din ve hüküm olarak Kur'an tek kaynak olarak kabul edilmeyince hiçbir fiil ve amel geçerli olmayacaktır. Dolayısıyla Şia ve Ehl-i Sünnet'in Yahudi ve Hristiyanlarla olan savaşları kutsal değil, kendilerini savunma, mezhep taassubu, menfaat ve ekonomik çıkarlarla alakalıdır. İşte bundan dolayı mezhebi savaşlarında Allah'ı ve İslam dinini kullanmaları doğru bir hareket olmamıştır. Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri dinlerini rivayetlerin üzerine inşa ettikleri için Yahudi ve Hiristiyanlardan bir farkları kalmamıştır.
NEBİ, TARİHSELLİĞİ, RESUL, EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER. (1.YAZI) Son zamanlarda Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları düşünürken aklımıza takılan farklardan biri de Nebi kavramının kullanıldığı yerlerde özel ve dar konuların, Resûl kavramının kullanıldığı yerlerde ise, genel ve evrensel konuların işlendiğini görüyoruz. Yani Nebi kavramının kullanıldığı âyetlerde Nebi'nin kendi yerel hayatı, özel durumu, hataları, hanımları, ailesi veya sadece ona iman eden müminlerin hataları, Medine'de yaşayan insanların ve olayların konu edildiğini görüyoruz. Resûl kavramının kullanıldığı âyetlerde ise, genel, külli, evrensel, zamanları ve coğrafyaları aşan bir hitabın var olduğunu yani tüm insanları ilgilendiren dâvet, emir, yasak ve öğütlerin olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu yönüyle "Nebi" tarihselliği yani sadece kendi döneminde yaşanan sorunları temsil eden, dar bir makam ve mertebe ilgili bir kavram iken, "Resul" bütün insanları ilgilendiren bir misyona sahip olduğunu görüyoruz.Kur'an'da bulunan Nebi kavramı, ister tekil olsun, ister çoğul olsun hepsi tarihseldir.Yani Nebi kavramının geçtiği âyetlerden ders çıkarılır ve onlardan ibret alınır.Fakat üzerlerine din ve hüküm bina edilemez.Nebi kavramının "tekil" olarak geçtiği âyetler.NEBİY :(Âli İmran- 68; Maide- 81; Araf- 157, 158; Enfal- 64, 65, 70; Tevbe- 61,73, 117; Ahzab- 1,6, 13, 28, 30, 32, 38, 45, 50, 53, 56, 59, Hucurat- 2, Mümtehine-12; Talak- 1; Tahrim- 1,3,8,9)Nebi kavramının "çoğul" olarak geçtiği âyetler.NEBİYYÜNE : (Bakara-136; Âli İmran-84; Mâide-44)NEBİYYİNE :(Bakara- 61, 117, 213; Âli İmran- 21, 80, 81; Nisa- 69, 163; İsra- 55; Meryem-58; Ahzab- 7,40; Zümer-69 69Şimdi konuyla alakalı âyetlere bir göz atalım.1-) "Ey Nebi! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına diş örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınmaları ve incitilmemeleri için en uygun olan budur. Allah bağışlayandır, merhamet edendir"(Ahzab-59)Bu âyet o günün ahlak, gelenek ve şartlarında inmiş olan yani sadece Medine halkının yaşamış olduğu sorunla ilgili bir durumdan bahsetmektedir. Artık bugün aynı şartların yani dünyanın başka yerinde kadınlara karşı böyle rahatsız edici ve eziyet verici durumların yaşatılması imkânsızdır.Çünkü devletlerin kanunu ve hukuki düzenlemeleri, adalet mekanizması buna fırsat vermeyecektir.Çok ilginçtir, Nebi(a.s) yaşadığı Medine'nin sosyal hayatında böyle bir sorun vardı.Bu sorunun tüm insanlığı ilgilendirdiğini söylemek doğru değildir.Yani bu olay risâlet misyonunun alanına girmiyor. 2-) "Allah ve melekleri, Nebi'ye (Muhammed'e değil) salat (yardım) ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salat (yardım) edin ve tam olarak (Allah'a) teslimiyet gösterin"( Ahzab- 56 )Bu âyette Medine'de yaşayan müminlerin Nebi (a.s) ı yalnız bırakmamalarını, ona destek olmalarını Nübüvvet'in haysiyet ve şerefini korumalarını istemektedir. Yani âyetin konusu ve hitap bağlamı Nebi(a.s) ın döneminde yaşayan müminlerdir. 3-) Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağrılmadıkça, zamanını gözetmeksizin, Nebi'nin evlerine girmeyin. Ancak davet edilğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Nebi'yi üzmekte, fakat o size bunu söylemekten utanmaktadır..." (Ahzap- 53) Bu âyette de sadece Nebi'nin evlerine giren ve gece geç saatlere kadar kalarak Nebi'yi rahatsız eden müminlere hitap edilmektedir.Bu emir o zaman yaşayan insanları ilgilendimektedir.Zaten âyette geçen "bu hareketiniz Nebi'yi üzmekte, fakat o size bunu söylemekten utanmaktadır" cümlesi bu işin risâletle ilgili olmadığını, özel bir durumun kasdedildiğini göstermektedir. Yoksa genel bir sorun ve risâletle ilgili bir durum olsaydı Nebi bunu söylemekten utanmazdı yani onu duyurmak ve ilan etmek zorunda kalırdı. 4-) Yeryüzünde ağır basıncaya kadar, hiç bir Nebi'ye esirleri bulunması yakışmaz. Siz geçici dünya hayatını istiyorsunuz, halbuki Allah sizin için ahireti istiyor. Allah azizdir, hikmet sahibidir"( Enfal- 67) Yukarıdaki âyet Nebi ve iman edenlerin zaaf ve hatalarını anlatmaktadır. İman edenler savaştan önce mallarına konmak için karşı tarafın askerlerini öldürme yerine esir almalarının hesabını yapmamaları gerekir. Halbuki bugün uluslararası antlaşmalar var. Esirler konusunda iman edenler kendi kafalarına göre kanun belirleyemez, kendi akıllarına göre hareket edemezler. 5-) "Cehennem ehl-i oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, müşrikler için af dilemek ne nebi'ye ne de iman edenler yakışmaz"(Tevbe-113) Bu âyette nebi ile iman edenler müşrik akrabalarına dua ettiklerinden dolayı Allah tarafından uyarılıyorlar. Yani hitap bağlamı özel bir hareket ve dar bir insan topluluğu ile ilgilidir. Ancak bundan iman edenler de ders çıkarabilirler. 6-) "Andolsun ki Allah, bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Nebi'yi ve zor zamanda ona uyan muhacirlerle ensarı affeti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O onlara karşı çok şefkatli çok merhametlidir" (Enfal- 117) Yukarıdaki âyet Müslümanlardan hata eden az bir grup hakkında nazil olmuştur. 7-)Ey Nebi! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahını) İstiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim"(Ahzab-28)Bu âyette dünyalık mal- mülk ve ziynet eşyası isteyen Nebi'nin hanımlarına Allah tarafından bir uyarı yapılıyor. 8-) Nebi, eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Nebi'ye haber verince, nebi bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Nebi: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi"(Tahrim-3)Yukarıdaki âyet Nebi ve hanımları arasında geçen özel bir konuya temas ettiği için sadece Nebi ibaresinin kullanıldığını görüyoruz.(Yine o münafıklardan) O (Nebi her söyleneni dinleyen) bir kulaktır, diyerek nebi'yi incitenler de vardır. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır. Çünkü o Allah'a iman eder, müminlere güvenir ve o, sizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah resulüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır"(Tevbe-61)Dikkat edilirse yine belli bir grup hakkında yani Nebi döneminde yaşayan münafıklar hakkında âyetin nazil olduğunu görüyoruz. Âyette bir incelik daha vardır. Şöyle ki, nebi için "sizden iman edenler için bir rahmettir" derken, Enbiya süresi 107.âyette, misyon olarak Resülün "bütün insanlara rahmet olduğu" vurgulanıyor.Nebi'nin tarihselliği, Resul'ün evrenselliği temsil ettiğini misallerle görelim. 9-)Bir Nebi'nin emanete ihanet etmesi mümkün değildir. Kim emanete (devlet malına) ihanet ederse, kıyamet günü ihanet ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir. Sonra herkese ( asla haksızlığa uğratılmaksızın) kazandığı tam olarak verilir"( Âli İmran-161)Siyer kitaplarının yazdığına göre, Bedir savaşı'nda elde edilen ganimetlerin paylaşımı sırasında, kayıp bir eşya için, münafıkların "herhalde Muhammed almıştır" demeleri üzerine bu âyetin indiği söylenir.Âyette görüldüğü gibi "bazı münafıkların" Nebi(a.s) hakkındaki dedikodularına cevap veriliyor. Yani âyet yine yerel, yine Medine yani tarihsel bir olaya değinmekte, dar bir alan ve özel bir durum hakkında bilgi vermektedir.10-) "Ey iman edenler! Allah ve Resul'ünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun şüphesiz Allah işitendir, bilendir" "Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi'nin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Nebiye yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir" (Hücurat-1, 2) Birinci âyette "Allah ve Resul'ünün önüne geçmeyin" derken, ikinci âyette "seslerinizi Nebi'nin sesinin üzerine yükseltmeyin" buyurmaktadır. Kur'an'da hiç bir âyette "Resul'ün sesi" diye bir şey geçmez.Çünkü "Resul" görev icabı evrensel bir kimliğe sahiptir. Yani beşer Resul'den sonra kitap Resul aynı misyonla kiyamet gününe kadar tebliğ ve irşada devam edecektir. "Nebi'nin sesi" ise Medine'nin sınırları içinde kalan, onun yaşadığı özel hayattaki konuşmasından başka bir şey değildir. Sadece kendi döneminde yaşayan arkadaşlarına "Nebi'nin şahsına saygısızlık yapmamalarını" öğütlemektedir.Zaten Resüllere hitap olan yani Resül bağlamında kullanılan evrensel kavramlar hayata hakim olmazsa diğer ibadetlerin hiç bir önemi kalmıyor.Dinde esas olan Resülün evrenselliğidir, nebinin tarihselliği değil. Çünkü Nebinin tarihselliği 10 yıllık gibi dar bir zaman dilimini içine alırken, Resülün evrenselliği ve misyonu kiyamet gününe kadar devam edecektir. Dolayısıyla Resülün görevi, binlerce, belki milyonlarca, hatta milyarlarca yıl sürebilir.
31 Temmuz 2021 Cumartesi
BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ŞART MIDIR? (6.YAZI) Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa iman etmemek ve sadece Kur'an'a tâbi olmak kişinin kendisine kolay geleni alıp sadece onunla amel etmesi caiz olur.Din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet mevcuttur.İnsanın kendisi için en kolay olan bir yoldan yürüme hakkı vardır.Yeter ki Kur'an'a aykırı olmasın. Din kolaylıktır.Din, insanları amel bakımından zora koşmaz, onları altından kalkamayacakları yükü yüklemez. "...Allah sizin için kolaylık ister zorluk istemez..." (Bakara-185)" Allah size herhangi bir bir güçlük çıkarmak istemez" (Maide- 6)Salat'ı ikame etmek için su bulunmadığı zaman teyemmüm, yolculukta ve hastalıkta Ramazan orucunun terk edilmesi gibi uygulamalar ameli konularda kolaylık ilkesini insanlara göstermek açısından ortaya konmuştur. Kur'an ilminde hükmün delilini bilmeyen ve böylece avamdan sayılan kimseye gerekli olan, Kur'an'ı bilen ve ondan başka hiçbir kaynak kabul etmeyen birisinin görüşüne tâbi olmaktır.Ehl-i Sünnet ve Şia mezhebinin kaynakları ve içtihatları hurafe, yalan, iftira ve zorluklarla doludur.Kuran'ı Mübin'e, akıl ve tefekküre, güzel ahlak ve sorgulamaya aykırı olan bu uydurma ictihadlara uymak caiz değildir.Çünkü Allah Resulü'nün görevi, dinde ve yaşam alanında olan zorlukları, uydurma ve yalanları, hurafe ve cehaleti kaldırmaktır."Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları ümmi Nebi olan Resul'e uyanlar var ya, işte o Resul onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir"O elçiye inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nura (Kur'an'a) tâbi olanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır"(Araf- 157)Toplum, tamamen uydurma, Resul (a.s) adına iftira ve büyük çoğunluğu Allah'ın kitabına aykırı, bölücü ve ayrıştırıcı mezhep ictihatlarından değil, Kur'an'dan hesaba çekileceğini bilmelidir.(Zuhruf-43,44?Yani hiçbir meselede ve hadisede belirli bir mezhebe tabi olmak caiz değildir İnsan için, itikâdi doğruluğu sabit olan âlimlerden dilediğini taklit etme ve dilediği Kur'an âliminin görüşü ile amel etme hakkı vardır.Kişinin bulunduğu görüş ve ictihattan başka bir görüş ve ictihada geçmesi kınanacak bir şey değildir.Aksine bu hareket tarzı tefekkür, sorgulama akıl ve erdemdir. Çünkü yüce Allah'ın vahiy'le gerekli kıldığı şeyden başka hiçbir şey farz olmaz.Nitekim bununla ilgili olan bazı misaller şöyledir.Hakim için, zaruretten ötürü kendi ictihadından başka bir görüşe iltica etmesi, yani başka bir görüşten faydalanması caizdir. Zaruret hallerinde kişi zayıf görüşlerle fetva verme yetkisi vardır. İnsan zayıf görüşlerle ve zayıf olan yöntem ve yollarla kendisi için amel edebilir. Ancak şu var ki bu zayıf olan görüşlerin Kur'an ile çelişkili durumda olmaması gerekir. Âlimin kendisinden başkası için, bu gibi zayıf görüşlerle maslahat ve kolaylık açısından fetva vermesi caiz olur. Bu bir nevi fetva sorana yol gösterme, kolaylık sağlama anlamındadır. Çünkü Kur'an'da insanları bundan yasaklayan bir delil bulunmamaktadır.Müslüman için kendi hakkında hangi yoldan gitmek daha kolay olursa onu tercih etme hakkı vardır. Dinde zorluk ve zorlama yani nefret ettirme yoktur.(Bakara-256)Sonuç olarak:Şia ve Ehl-i Sünnette en çok istismar edilen ve rant aracı olarak kullanılan şey dindir! Şii ve Sünni din adamlarının akıl ve zihin dünyaları problemlidir.Mezhep imamlarının ve muhaddislerinin inanç ve ahlak yapısı proproblemlidir. Toplum olarak yüzyıllardan beri bu problemlerin faturasını malımız ve mülkümüz, canımız ve kanımızla çok ağır olarak ödüyoruz. Bu problemli akılsız kafa, önce birini ilahlaştırıyor, sonra da gidip onun ürettiği şirk bataklığında kendisini ona boğduruyor.Bu akılsız ve mukallit kafa, çok tehlikeli bir kafadır! Bu kafa çağlar öncesinde kalmış yobaz bir kafadır. Bu kafa, şizofrenik bir kafadır! Bin üç yüz yıl öncesinin anlayışıyla bugünü yaşamaya çalışan medeniyetsiz ve merhametsiz blr kafadır.Bu çağdışı ve akılsız inanç malzemesiyle hayırlı bir icat ortaya koyamazsınız.Kur'an sayesinde ya hayırlı ve medeni bir ümmet olacaksınız ya da cehenneme odun olmak için öncü bir toplum olacaksınız.Aslında mesele bu kadar basittir.Yani dünya hayatında insanları cehennemin mutfağına mahkum eden bir din, âhirette onları nasıl cennete götürsün? Şiilik ve Sünnilik dininde Kur'an'ın zerresi, aklın "a" sı, tefekkür etmenin "t" si yoktur. Allah'ın rahmet ve sünneti gereğince "gavur" ve "cehennemlik" olarak gördükleri batı, ürettiği akıl ve teknolojiyi bize satıyor da, onu alıp rahat ediyoruz. Satmasa hepten birbirimizi yiyeceğiz. Resül (Kur'an) Allah'a ve selamet yurdu olan cennete davet ederken, Mezhepler şeytanlara ve cehenneme dâvet ederler.Bin yıl öncesinde yaşayıp ölen mezhep imamına, müctehidine itaat etmek ve tâbi olmak put perestliğin daniskasıdır.Batı dünyasını sömürgeci diye eleştirip duruyoruz! Esas sömürgeci vatandaşının dinini ve imanını, dünyasını ve âhiretini insafsızca sömürendir.Dini rant ve çıkarına alet edendir.Allah ile insanları aldatan, gözü dünya hayatından başka bir şey görmeyendir.Batı kendi insanını sömürmüyor. Biz ise binbir yalan ve dolanla kendi insanımızı aklen ve zihnen sömürüyoruz.Kur'an'a göre gerçek ihanet budur.(Enfal-27)Adam ilahiyat profu! olmuş yaptığı tek iş muhafazakar kanallarda milyonlarca insana çağlar öncesinin akıl almaz hurafe ve yalanlarını anlatmak.Adam prof olmuş ama hâlâ bin yıl öncesinin mağara hayatının faziletini anlatıyor.Kur'an üzerinde bütünsel bir çalışma yapmadığımız, Nebi ve Resülün hangi anlama geldiğini bilmediğimiz, vahyin kavramlarını çözmediğimiz, daha açık bir ifadeyle, Kur'anin hedefi nedir, ahlakı nasıldır, sorularına cevap bulmadığımız sürece, bin beş yüz yıl öncesinin beyni çürümüş fosillerine mahkum yaşarız.Uydurma dine karşı Kur'an ile aklımızın çapını genişletmeden mezheplerin karanlığından dışarıya çıkamayız.Ehl-i Sünnet ve Şia din adamları Kur'an'a düşman oldukları gibi, akla da düşmandırlar, halbuki batı'da aklın kullanılması ile ilgili yüzlerce eser vardır.Şunu kafamıza iyice yerleştirelim! Yirmi birinci yüzyılda mezhepsel medeniyet diye bir şey olmayacaktır.Gelecek çağlar, akıl ve bilim eksenli düşünme çağı olacaktır. Eski çağlarda olduğu gibi, bundan sonraki çağlarda da mezhep tapıcılığı devam edecektir.Fakat hükmetmenin ve medeniyetin yolu akılcılıktan ve bilimsel düşünmekten geçecektir
30 Temmuz 2021 Cuma
BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ŞART MIDIR?(5. YAZI)Bin sene önce yaşamış bir ilim adamı ile bugünkü ilim adamı arasında takva ve ihlas dışında hiçbir üstünlük bulunmamaktadır. Hatta Kur'an'a ulaşma, Kur'an'dan faydalanma, özgürlük ve ilim bakımından bugünkü âlimler öncekilerden daha akıllı ve daha geniş imkanlara sahiptirler. Bugünkü âlimler dünyayı daha net görmekte bilgi karmaşası geçmiş devirlere göre daha azdır.Allah elçisi adına yalan uydurma devri çok geride kalmıştır.Fakat kavram kargaşası ve batıl olanın hakka karıştırılması yüzünden ümmilerin Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yani hikmetini anlama ve ondan hüküm çıkarma yetenekleri yok edilmiştir. Böyle olunca elbette ki, ümmiler Kur'an'ı bağlam ve bütünlüğü içinde anlamadan ve araştırma yapmadan kendi ihtiyaçları için, keyfi amel yapmaları caiz olmaz. Bundan dolayı yüce Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor. "Bilmiyorsanız onu zikir (Kur'an) ehline sorun"(Nahl- 43)Dolayısıyla, mukallidler ile Kur'an üzerinde tefekkür eden âlimler bir değildir. Mukallidin Kur'an ehli muvahhid âlimlere sormasından başka hiçbir yolu bulunmamaktadır.Mezheplere yani ölmüş kişilere uymak, Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekküre aykırı sakıncalı bir durumdur.Akıllı müslüman güncel olmak zorundadır.Yani sorunlarını ölmüşlerden değil, yaşayanlardan sormak ve ona göre hareket etmek zorundadır. Akıllı mümin 1350 sene önce uydurulan Emevi- Abbasi Ehli Sünnet dininin ve kadim İran inançlarının kalıntılarına ve mezheplerine iman edemez.Müslüman sürekli kendisini yenileyen akıl ve fikir sahibi şuurlu insandır.Müslüman dini konularda kayıtsız şartsız olarak müracaat edeceği yer Kur'an ve Kur'an ehli muvahhid âlimler olmalıdır. (Bilenlere sormasıdır) Çünkü mukallidin delili yoktur.Delil olmadan da sorumluluk olmaz.Amel etmek için delil bulunmadığı vakit sorumluluk düştüğü gibi, fetva veren bilgili bir kimse bulunmadığı vakitte sorumluluk olmaz. İşte böylece Kur'an'ı hakkıyla bilen âlimin görüşünün mukallid için geçerli bir delil olduğu âyetle sabit olmuş olur. Her şeyin en doğrusunu bilen yalnız yüce Allah'tır. (Allah günahlarımızı bağışlasın)Kur'an'ın dini, Mezheplerin, rivayetlerin, tarikatların ve fırkaların üzerine bulaştırdıkları kirlerden dolayı bütün güzelliklerini kaybetmiş durumdadır.Mezhep âlimleri ve müctehidler tarafından dine bulaştırılan kirliliği başka kurumlarda görmek mümkün değildir.Nasıl ki alimler, Allah'ın kitabını açık olarak ortaya koymaktan sorumlu tutuluyorsa,"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu Kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra _gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hemde bütün lânet ediciler lânet ederler""Ancak tevbe edip durumlarını duzeltenler ve hakikatı açıkça ortaya koyanlar başkadır""Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim""Ayetlerimizin üstünü örtmüş ve o şekilde ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir. Onlar ebediyyen lânet içinde kalırlar..."(Bakara, 159, 160, 161, 162)İctihad etme yeteneği olmayan ümmiler de sadece Kur'an'ı anlatan ve yalnız Kur'an'dan konuşan âlimlerin inanç ve fetvalarını almakla sorumludurlar. Görünüşte âlimlerle mukallidler arasında ilmi bir farklılık görülüyorsa da, önemli olan güzel ahlak, ihlas ve takvada üstün olmaktır. Yani mukallid olanlar saygı dışında âlimlere kul ve köle konumuna kendilerini sokmamaları, âlimlerin ise bu gibi şeylerden mukallidleri men ederek, son derece tabii, güzel ahlak sahibi olmaları Kur'an'ın emirleri arasında yer almaktadır. Kur'an'ın, Allah Resulü için "sahibuküm" "arkadaşınız" tâbirini kullanması boşuna değildir.(Ey Mekke müşrikleri!) "Arkadaşınız (Muhammed-Nebi) mecnun değildir "(Tekvir-22)Yani Muhammed sizin arkadaşınızdır. Ona vahiy gelmesi ve güzel ahlak sahibi olması dışında sizden bir üstünlüğü yoktur."Deki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. Şu var ki bana, İlah'ınızın, tek bir İlah olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi amellerde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi şirk koşmasın"(Kehf-110)"Sakın ona kul ve köle olmayın, zaten o sizden böyle bir şey beklemez demek istenmiştir"Kur'an'ın yüzlerce âyeti olaylar ve sorulan sorular üzerine nazil olmuştur.Kur'an'ın apaçık olmasının en büyük sebebi ilim adamlarının rab edinilmemesi içindir."Elif. Lam.Râ (Bu sana indirilen)hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da detaylandırılmış bir kitaptır. Allah'tan başkasına kulluk yapmayasanız diye,..."(Hud-1,2)Fakat vahiy tamamen sözün gücüne dayandığı için onu okuyan, tebliğ eden, onu duyuran ve ilan eden bir mübelliğe ihtiyaç duyar.
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(58.YAZI)Ali Hocam!Bu yaptığınız açıklama çok ciddi bir iş ve gerçek bir imanı gerektirirdi.Bu konuda ne zaman bir yazı yazacaksınız diye merak içinde bekliyordum.Bugün yazıyı görünce çok mutlu oldum.Allah yolunuzu açık etsin ve Müslümanım diyenlerin bu yazınızı 1000 sefer okuyup özümsemesi dileğim.Çünkü İslâm dini ve Kur'an anlatıldığı kadar kolay aslında.5 vakit namaz kıl, malın 40 ta birini zekat ver, kelimeyi şehadet getir ile anlatılabilecek, açıklanabilecek ve yaşanabilecek bir tebliği içermiyor.Tam tersi toplumsal barışı, huzuru, adaleti, paylaşımı, yardımlaşmayı emrediyor yüce Allah.Evinde, gir odana niyaz'ını (namazını) istediğin gibi, huşu içinde ve Allah'a nasıl yakınlaşabiliyorsan eda et, ama dışarıda bilgini, maddi imkanını olmayanlar ile paylaş. İslâm dini ritüellerle basite indirgenecek, sadece namaz, oruç ve zekât (onu da 40 da biri nasıl daha azaltırız da para, mal cepte kalır diye düşünüyoruz) ile tanımlanamayacak kadar evrensel ve dünya üzerinde bütün ahlaksızlıkları, huzursuzlukları, açlıkları, katliamları bitirecek kadar da tebliği değerli olan bir dindir.Ama bütün bunları, yüce Allah'ın Kur'an'da ne dediğini doğru anlayarak, bilerek mümkün olacaktır.Tekrar teşekkürler, yüreğinize, aklınıza ve emeğinize sağlık hocam.(Engin Teke- "Salat-Secde-Rüku Kavramları" adli yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------Değerli Ali Aydın hocam!Aslında şu ulemada ne söylediğini bilmiyor.Biri (Nebi'ye) ruhunu iade ediyor, biri "hayattadır yaşıyor" diyor, biri "ruh gel git olmaz acı ceker" diyor."En iyisi baş ucuna bir melek görevlendirelim verilen selamları o alsın" deniliyor. Bunların söylediklerini okurken gülmemek elde değil, kaldı ki, ullemaya göre yaşıyor ve herşeye şahitse anne-baba ve salavatı çekenin ismine bağışlama neden ihtiyaç duyulur?Zaten her şeyi görmüyor mu?Hiç korkmadan Allah'ın isimlerinden "hayy" "hep diri olanı" bir beşere verebiliyorlar.Verdiğiniz Mâide süresindeki âyetleri (Mâide-117,118) okudukca mezhep âlimlerinin ne kadar saptırıcı oldukları ortaya çıkıyor.Ben şahsen bu âyetleri uzun zamandır okuyorum ve diyorum ki, İsa (a.s) da ölmüş.Bak âyet apaçık ortada duruyor.Ama "yoook sen ne bilirsin, âyeti anlamıyorsun, o gelecek yani o da Allah'ın vasıflarına sahip olmuştur ve diridir onlara göre.Neyse Allah hepimize hidayet etsin.Bu bilgi çağında hala hurafeci cübbelinin peşine gidenleri anlamak çok zor, kör ve sağır olmuşlar.(Meral Ince Celik- Şirk Sapkınlığı Kendilerine Atalarından Miras Kalmıştır" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Selâmun aleyküm arkadaşlar!Evet Resülden sonra kaynak sayısının yüzün üzerinde olması ve birilerinin çıkıp bunların sayısını dört'e düşürmesi ve bu dört dine de "hak" demesi hem şirk hemde ümmetin arasına büyük bir tefrika sokmak olmuştur.Din siyasal akımın elinde oyuncak olmuştur"(Gurbuz Aksozek- "Bir Mezhebe Bağlı Olmak Şart Mıdır?" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Allah razı olsun değerli abi...Açıkla, açıkla ki, belki birileri bu sünnilik bataklığının farkına varır. Hocam inanın 1400 yıldır Kur'an'ın en önemli kavramları olan Nebi ve Resulün arasındaki farkların üstü hep örtülü kaldı. Bu nasıl bir felaket?Bu nasıl bir azap?Bu nasıl bir bataklık ki, çağlar boyu milyarlarca insan bu şirk bataklığında can verip öbür tarafa geçti. (istisnalar hariç)Hocam bu aldatılmış insanlara örnekleme metodunuzu devam ettirirseniz inşallah uyanacakların sayısı artar.Rabbim sayılarınızı arttırsın.Bu mücadele babında face sayfanızın görüntüsünü bir çok kişiye atıyorum. Herkesin çalışması lazım"(Adem Gölen- "Bir Mezhebe Bağlı Kalmak Şart Mıdır?" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Yıllardır içimdeki şüpheleri âyetler ışığında açıklamanız süper. Allah razı olsun hocam.Aydınlanmaya devam inşallah.(Katip Ugantaş- "Bir Mezhebe Bağlı Olmak Şart Mıdır?" adlı yazıya yaptığı yorum) ----------------------------------------"Değerli Ali Aydın hocam!Allah sizden ve sizin gibi düşünenlerden razı olsun inşaallah.Dertlerimi debreştirdiniz.Bunların sahte dinlerini 35 sene İslam dini diye okudum.Kaybettiğim senelerime mi yanayım. Bu sahtekarların kitaplarına bir sürü para verdim.En çok övülen İmam-ı Gazali'nin 13 kitabını aldım.İhya-u Ulumiddin ve kimyayıSaadet!Bunları yazmayı bileutanır oldum. Rabbim beni bağışlar inşaallah. Selam olsun vahye uyanlara" (Ibrahim Serin- "Bir Mezhebe Bağlı Olmak Şart Mıdır?" adlı yazıya yaptığı yorum)
BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ŞART MIDIR?(4. YAZI)Mezhep âlimlerinin ictihadlarında her zaman isabetli ve hatasız olduklarına ilişkin inanç, onlara Allah Resulü'nün üstünde bir nitelik, hatta ilahlık yakıştırmakta olduğundan, bu rablığın kabulünü zorunlu kılar ki, küfrün ve şirkin en büyüğüdür. Öte yandan, Müslümanlara Kur'an tercümesini okumayı yasaklayan, aklın kullanılmasının önüne set çeken, ilim ve fikir düşmanlığı yapan Kur'an'sız cahiller, sadece mezheplerin birine cevaz verip insanı bir robot gibi, ruhsuz ve taklitçi yapan bu tutumları, mezhebi sinsi bir biçimde Kur'an'ın üstünde bir konuma yükselttiğinden ötürü de açık bir zulüm içermektedir. Mezheplere tapanların anlayışlarına göre din: 1) Kur'an.2) Sünnet.3) Mezheplerden oluşan bir inanç sistemidir. Ancak bu iddaa Kur'an'ın en son inen âyeti olan "...Bugün size dininizi ikmal (Mükemmelleştirdim) ettim, üzerinize (tevhid) nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a (tevhid sistemine )razı oldum"(Maide- 3) İle "Rabb'inin sözü doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. Onun sözlerini değiştirecek yoktur. O işitendir, bilendir"(Enam- 115) âyetleriyle açık bir çelişki içindedir.Yukarıdaki âyetler göz önüne alındığında ve hiçbir şey Allah'ın kelamını yalanlayamayacağına göre bu âyetlerin iniş tarihinde İslam dininin tamamlanmış olduğu kesindir.Yani son Nebi ve Nübüvvet'e bağlı son Resul olan Muhammed (a.s) daha hayatta iken indirilen vahiy ile hanif din Allah tarafından tamamlanmıştır. O halde mezhebe tapanlar fırkasının tanıttığı din, Allah tarafından Kur'an vasıtasıyla indirilen İslam değil, insanlar tarafından uydurulan şirk dindir.Kur'an İslam'ında tek sorgulanamaz Allah iken, (Enbiya-23) Resuller bile âhirette Allah'ın sorgulamasına muhatap tutulmuşken (Âraf-6) bir çok âyette Nebi (a.s) yapmış olduğu hatalardan dolayı uyarılmışken (Tevbe-113; Tahrim-1)Yine Allah Resulü'nün arkadaşları olumsuz ahlak ve tavırlarından dolayı onlarca âyette kınanmışken (Cuma-11; Mümtehine-1,2,3,4; Hucurat-1,2,3,4,5,11,12,14,16,17; Nur-11,12,13,14,15,16 17,18 19,20; Tevbe- 39,40)Muhaddisler, müctehidler ve mezhep imamları, dokunulmaz, tenkid edilemez ilan edilerek nasıl ilâhlaştırılmışsa cemaat liderleri ve tarikat şeyhleri dahi zaman üstü ilan edilerek ilahlaştırılmışlardır.Dolayısıyla inanç ve ahlak sistemi, rivayet ve ictihadları değil, son ilahi kitap esas alınarak yeniden belirlenmelidir. Allah bir olduğu gibi dinde bir olmalıdır. Yani din Allah'a özel kılınmalıdır (Zümer-1,2,3,11,12,13,14, Beyyine-5, Mümin- 14)Hak din bir olduğu gibi onun kaynağı da bir olmalıdır. O kaynak da Kur'an'dır. Bu tevhid dininin kaçınılmaz sonucudur.
28 Temmuz 2021 Çarşamba
BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ŞART MIDIR? (3.YAZI)Mezhepleri din edinenenlerin iddialarına göre, ictihad kapısı kapandığından, yeni bir anlayışın, hayat içinde değişen zamanın ihtiyaçlarına cevap vermesi mümkün değildir. Bu durumda iki şeyden birini kabul etmek zorundayız. 1-) İnsanlık yeni birşey düşünmek, yeni bir fikir üretmek, yeni yorumlar ve yeni ictihadlar ortaya koymak için gerekli gelişmeyi gösterememiş, 1400 yıldan beri bir adım ilerlemeden yerinde sayıp durmuştur.Bu yüzden yeni ictihatlardan ve yeni bir mezhepten söz edilemez. 2-) İnsanların hayat standartları hiç değişmemiştir.Dolayısıyla ilk mezhep imamlarının yaşadıkları zamandaki hayat şartları en küçük bir değişiklik söz konusu olmadan aynen devam etmektedir. Bu yüzden yeni bir yoruma ve ictihada, dolayısıyla tefekkür ve sorgulamaya ihtiyaç bulunmamaktadır. MEZHEPÇİLERİN KUR'AN VE AKIL DIŞI SAPLANTILARI:1-) Mezhep imamları din adına yapılması gerekli bütün ictihadları yapmış, işi bitirmiş, İslam'da çözülmedik hiçbir mesele bırakmamışlardır.2-) Eksik olan Allah'ın dini Mezhep imamları tarafından tamamlandığından yeni ictihada kalkışmak gereksiz, isabetsiz ve büyük bir günahtır, insanı dinden çıkaracak kadar tehlikelidir. 3-) Kur'an'ın tercümesini ve tefsir kitapları okumak caiz değildir. Hele bunlardan hüküm çıkarmak zinhar haramdır. Kur'an'ı ancak Allah Resulü anlar o da hadislerle onu açıklamış, mutlak müctehidler ve mezhep imamları da hadisleri fıkha uyarlayarak dini tamamlamışlardır. Dolayısıyla din ancak eski fıkıh kitaplarından öğrenilir.Bize düşen sadece dört mezhepten birini takip etmektir. Gerisi sapıklıktır, mezhepsizliktir, vahhabiliktir, dinsizliktir.4) Aynı meselenin çözümünde imamların ictihatlarında farklılık olsa bile bu ictihad farklılığı yalnızca rahmettir. İmamlar bütün içtihatlarında hatasız bir konumdadırlar. Onlar hiçbir kimsenin sahip olmayacağı üstün niteliklere sahiptirler. Keramet ve keşif ehlidirler, vehbi ve ledünni ilimlere mazhardırlar.5) İmam Ebu Hanife dört yaşında hafız olmuş, yirmi dört saatte veya iki rekatta bütün Kur'an'ı okuyan mübarek bir şahsiyettir.Ruhunu teslim ettiği yerde yedi bin kere Kur'an'ı hatmetmiştir.Elli defa hac yapmak kendisine nasip olmuştur.Kur'an ilâhi, geleneksel dinin üzerine oturtulan hadisler beşeri olduğu için bünyelerinde birbirine karşı zıt inanç, ahlak ve fikirleri barındırır.Yani İslam dini ile mezhep dinlerini birbirinden ayırmak gerekiyor. Çünkü Kur'an'ın dini ile rivayetlerin dini birbirine düşmandır. Dolayısıyla muhaddis ve müctehidler yani mezhep imamları ne diyorsa tam tersi doğrudur. Din ve hüküm olarak yüzlerce âyette Kur'an beşeri olanı reddeder. Mesela:"Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli rabler edinmek mi daha hayırlı, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı? Allah'ı bırakıp da (yöresinde, yanında) kulluk ettikleriniz sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirilmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"(Yusuf-39,40)"Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik. (Şirk'ten) korusunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kur'an indirdik. Allah, çekişip duran birçok ortakların sahip olduğu bir adam ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler"(Zümer-27,28,29)29. âyet, Kur'an'ı terkedip mezhep imamlarına kul ve köle olanlar ile bir tek Allah'a teslim olanların temsilini yapıyorBir dinde kimin emir ve hükümleri işliyorsa, dinin otoritesi odur, din onundur. Şia ve Ehli Sünnet'te hayata hakim olan Allah'ın hanif dini değil, muhaddis, müctehid ve imamların şirk dinidir. Bunu anlamak için de alleme olmaya gerek yoktur. Sadece akıl ve mantık yeterlidir. Aklını kullanan bir insan mezhep bataklığından kendini korumaya çalışır.Çünkü bozulduğu zaman dinden daha tehlikelisi yoktur. Uydurma din, dünyada bulunan bütün ölümcül silahlardan daha tehlikeli, tüm kimyasallardan daha zehirli bir mikroptur.
BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ŞART MIDIR? (2.YAZI)Yahudi ve Hristiyan din temsilcilerinin birer yedek Rab olarak algılanması (Tevbe-31) ne yazık ki, açık bir şekilde Şia ve Ehli Sünnet dinine de sokulmuştur.Zaten Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik birbirinden farklı olan dinler değildir. Kur'an'ın Yahudilik ve Hristiyanlıktaki tehlikelere sık sık dikkat çekmesi Şiiler ve Sünniler için bir ders olmamıştır. "İbrahim ne Yahudi ne de Hristiyan idi. O ancak hanif bir Müslüman idi. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı"(Âli İmran-67)Yukarıdaki âyetin güncellenmesi şu şekilde tecelli eder. "Muhammed ne Şii ne de Sünni idi. O ancak hanif bir Müslüman idi. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı" Dolayısıyla mezhepleri birer din gibi kabul etmek ve mezhep imamlarının yanılmazlığını ve hatasız olduklarını avam insanlara dayatmak Kur'an'a göre nankörlük ve şirk'ten başka bir şey değildir. Bu açık şirkin iyice yerleştiği zeminlerde şu inanç, şirk illetini ele vermektedir."Dört hak mezhep vardır, gerisi batıldır" Bu ifadede birçok hata bir araya gelmiş durumdadır. Birincisi "Hak" sıfatının içtihatlara ve mezheplere verilmesidir.Oysa hak kavramı, yüce Allah'tan gelen şaşmaz ve değişmez doğrular yani vahiy anlamında kullanılmaktadır.Beşer tarafından uydurulan ve tam bir ihtilaf ve hurafe yığını olan mezhepler nasıl hak oluyor? Ayrıca dört mezhep dışında doğru bir ictihad kabul etmemek ve bu mezhepler dışında bütün içtihatları reddetmek büyük bir yalan, haddi aşmak, gaflet ve iftiradır."Hak rabbinden gelendir.O halde Sakın kuşkuya düşenlerden olma" (Bakara-147) O halde, hiç bir mezheb, tam ve mutlak olarak hak sıfatının taşıyıcısı olamaz.Çünkü mezhep, beşeri bir kurum ve insani bir yorumdur. Allah'ın ve Kur'an'ın sıfatı olarak kullanılan bir kelimeyi beşeri kurumlar için kullanmak küfür ve cehaletin en karanlık şeklidir.Allah'ın kitabı ile yakından ve uzaktan hiçbir bağlantısı olmayan Şia ve Ehli Sünnet'in batıl mezhepleri kendi aralarında bir çok meselede ihtilaf etmişlerdir.Mehdi, kabir azabı ve Muhammed'e salavat getirme hurafeleri dışında neredeyse hiç bir konuda ittifak etmemişlerdir. Halbuki en cahil ve ümmi insan bilir ki, dinde doğru bir tanedir. Tekrar etmekte fayda var. Kur'an, kendi bağlam ve bütünlüğü içinde incelendiğinde en büyük âlim olarak bilinen mezhep imamlarının Kur'an'ı bilmedikleri ve ona aykırı birçok ictihada imza attıkları görülecektir. Ve maalesef bu ictihadlar günümüze kadar bir dakunulmaz bir tabu olarak ümmi millete dayatılmakta ve avam halk iradesi zincirlenmiş bir esir gibi uydurulmuş din karşısında çaresiz bırakılmaktadır. Halbuki Kur'an, birçok yerde Allah Resulü'nün arkadaşlarını uyarmakta, hatalarını ve isyanlarını düzeltmekte, Kur'an'a aykırı hareketlerinden dolayı onları kınamaktadır.Mesala: "Ey iman edenler! Size ne oldu ki, Allah yolunda savaşa çıkın denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz?"Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? "Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır"( Tevbe- 38)"Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin, size selam verene dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, masum insanlara "sen mü'min değilsin" demeyin."Çünkü Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır" Önceden sizde böyle iken Allah size hütfetti, o halde iyi anlayıp dinleyin" "Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır"( Nisa- 94)"O zaman Resul arkanızdan sizi çağırdığı halde siz, durmadan savaş alanından uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmadan kaçıyordunuz"(Âli İmran- 153)Aslında Musa (a.s) ın arkadaşlarının yani kavmi olan İsrailoğullarının menfi hareketlerinin onlarca âyette anlatılmasının esas sebebi Allah Resulü'nün arkadaşlarına bir ders olması içindir. Dolayısıyla Allah Resulü ile 23 yıl beraber yaşayan sahabileri bile kötü ahlak ve gayri meşru hareketlerinden dolayı yüzlerce âyette uyaran Rabbimiz, evet abartmıyorum, yüzlerce âyette uyarılan sahabiler Kur'an'da gözümüzün önünde dururken, (Hucurat- 1,2,3,4,5 ;Mümtehine-1,2,3,4; Cuma-11) tarihin en vahşi ve karanlık çağı olan Emevi-Abbasi devletleri döneminde ortaya çıkmaya başlayan mezheplere mi güvenip, iman edeceğiz?İşte bu mezheplerin ümmeti getirdiği felaket ve zillet ortada duruyor.Ümmetin milyonları ölüm pahasına gavur diye nitelendirilen Hristiyanların yurtlarına iltica etmeye çalışıyor.Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri dinlerinde iman ve ibadet olarak yaşadıkları hiçbir şeyi Allah'ın kitabında bulamazlar. Yani onların Allah'ı da, Resülleri de, dinleri ve imanları da sanal ve hayaldir. Çünkü kutsal kaynakları Kur'an ve akıl, ilim ve tefekkür değil, karanlık ve kaos, anarşi ve cehalet üreten beşeri kaynaklardır.
26 Temmuz 2021 Pazartesi
BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ŞART MIDIR?(1.YAZI),Yüce Allah, insanlar üzerine mezhepleri gerekli kılmamıştır. Herhangi bir mezhebe bağlanmak Allah'ın emri değildir ki, onu yerine getirmek gerekli olsun.Yüce Allah muvahhid âlimleri ayırt etmeksizin dini meselelerde onlara baş vurulmasını emrederek şöyle buyurmuştur."Eğer bilmiyorsanız zikir (Kur'an) ehlinden sorunuz"(Enbiya-7; Nahl-43)Resulüllah'ın arkadaşları ve tabiin dönemlerinde fetva soranlar belirli bir mezhebi ve müctehidi seçmiyorlardı. Onlar herhangi bir mezhebe bağlanmadan güvendikleri âlimlerden hangisine rastlarlarsa sorularını ona soruyorlardı. Onların bu davranışlarını hiç kimse dine aykırı görmüyordu.Onların bu davranışları, herhangi bir mezhep imamını taklit etmenin veyahut bütün meselelerde belirli bir müctehide bağlı kalmanın vacip olmadığına dair bir nevi icma ve ittifak sayılmalıdır. Aynı zamanda insanları belirli bir mezhebe bağlı kalmalarını mecbur tutmak, onları zorluğa ve darlığa mahkum etmek olacağından asla caiz değildir.Mezhepleri din yapmak cahiliyye anlayışıdır.Müctehid olarak kabul edilen alimlerin büyük çoğunluğu Kur'an'da bulunan kavramlardan, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden haberi olmayan kimselerdir.İctihadlarına dikkatli bakıldığında Kur'an'a son derece yabancı oldukları görülecektir.Mesela:Kadına el ile temas ve kandan dolayı abdestin bozulacağından, vekalet yoluyla haccın yapılabileceğine, cuma hutbesinde salavat getirmenin farz olarak görülmesinden, hac'ta şeytan'ın taşlanmasına, kabir azabından, oruç kefaretine kadar bir çok mezhebi ictihad Kur'an'a aykırıdır.İslam'da kişinin bir mezhebe tabi olmayı gerekli kılacak herhangi bir mecburiyet ve hüküm bulunmamaktadır.Tam aksine fırka ve mezhepler Kur'an'ın bir çok âyetinde reddedilmiş bölücülük ve şirk olarak kabul edilmiştir. (En'am-159; Rum-30,31,32)Mezhep ve cemaatler insanın iradesinin önünde bir barikat ve bataklık gibidir.Kişinin hiçbir tarafa ayrılmayacak şekilde kendisini belirli bir mezhebe mahkum etmesi Allah'ın kullarına karşı zorluk çıkarma anlamını taşımaktadır.Yani, Allah'ın haram kılmadığı bir şeyi haram kabul etmek ahirette yüce Allah'ın huzurunda büyük bir zulüm ve haddi aşmak olarak karşılık bulacaktır. Mezhep inancı, Kur'an cahili olan kişileri Allah Resulü'nün bulunduğu makamdan daha ileriye götürmek anlamını taşımakta, onları dokunulmaz ve masum birer ilah ve rab kabul etmekte, din adamlarını kutsama inancını insanlara dayatma anlamına gelmektedir.(Tevbe-31)
25 Temmuz 2021 Pazar
ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI (19. YAZI) (Mehmet Erol hocanın hatıralarından) Bir kitap bulacağım da İslam'ı öğreneceğim.Sene1951, Malatya'da ne kadar kitabevi gezdim.Bir ilmihal dahi bulamadım. Latin harfleri ile bir namaz hocası dahi elime geçiremedim.Elim boş döndü. Köye geldim, sabaha kadar uyuyamadım."Ey Rabbim! Ben sana iman ettim, ama İslam'ı nasıl öğreneceğim? diye gözyaşları döküyordum.Üç ay sonra tekrar gittim.Yine kitap evlerini gezerken "Yunus Emre'nin Şiirler Antolojisi" kitabı elime geçti. Ondaki "Allah "Peygamber" kelimeleriyle kendimi teselliye çalıştım. Ama o bana ne verebilirdi ki? Kendi köyüme tayin edildim.Baktım ki, bizim köyde Kâdiri tarikatı var. Onların sohbetlerine devam etmeye başladım.Divanda oturuyorum.İşte erkekler bir halka oluyor, kadınlar biraz geride bir halka oluyor.Onbaşıları, çavuşları, halifeleri varsa, ortada onlara zikir yaptırıyordu.Mesela : "Hayy" ismini okuyorlar, hay, hay, hay, sonra bu "huya" çevriliyor, hu, hu, hu..."Ayağa kalkıyorlar, bir ileri, bir geri, "Allah," Peygamber" diyerek zikir yapıyorlardı.Şeyh'lerinden yardım istiyorlar. Ben divanda bunları seyrediyorum. Üç ay bunlara devam ettim.Baktım ki, "herhalde din bu" dedim. "Beni de tarikata alır mısınız?""Tabi" diyerek beni kabul ettiler.Beni nihayet Akçadağlı örüklü köyüne bağlı bir şeyh'e götürdüler. Bu şeyh örüçlü Ali efendidir.Onun şeyhi de şeyh Osman'dır.Şeyh Osman yüz sene evvel Bağdat'tan ailesiyle birlikte Türk vatandaşlığına geçmiştir.Orada on üç yaşında tarikata girmiştir. Burada binbaşı olduktan sonra emekli olup Malatya'ya yerleşmiştir. Malatya'da tarikatını yaymaya çalışmıştır. Kısa bir zamanda hemen hemen Türkiye'nin her tarafına yayılmış durumdadır.İşte bizim Ali Efendi'yi irşad eden ve onu kendine halife yapan Şeyh Osman'dır. Şimdi mezarı Yozgat'tadır. Hocam! tarikattan ayrılma serüveniniz nasıl oldu?"Tabii şimdi beni örüçlü köylü Ali efendiye götürdüler. Bizim şeyh'in üç hanımı ve iki katlı evi vardı.O zaman elektrik yoktu.Şeyh'in evi jeneratörle aydınlatılıyordu.Ta NATO havaalanına kadar arazileri var. Yaz- kış müritler orada çalışıyorlar. Tabii ben öğretmen olduğum için beni hemen onbaşılığa daha sonra çavuşluğa yükseltti. Dedi ki: Artık Polat'ta zikirleri sen kendin yaptıracaksın.Benim adıma da tatillerde gezip tekkeye mürit toplayacaksın. Ben bunu kabul ettim.Artık kendi köyümde haftada bir kere toplanıp bizim evde ders yapıyoruz.Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı halka halinde. Tabii bizim köyde karakol var.Bu arada bizim köyde köy enstitüsü mezunu ilkokul, orta, lise öğretmenleri benim aleyhime konuşmaya başladılar."Bir öğretmen nasıl olur da bir tarikata bağlı olur" diyorlardı.Beni Kaymakamlığa şikayet ettiler. Kaymakam beni çağırıyor."Oğlum! Bir öğretmen tarikatçı olamaz.Bak seni meslekten atarız, perişan olursun" Hayır diyorum, beni meslekten atabilirsiniz, görevden çıkarabilirsiniz. Ben yolumu buldum. Böyle inanıyorum. Oradan ümitleri kesiliyor. Valiliğe şikayet ediyorlar. Vali, Milli Eğitim Müdürüne emir veriyor. Üç müfettiş beni sorgulamak için geliyor.Beni niye sorguluyorsunuz? diyorum. İstediğiniz zaman beni meslekten çıkarabilirsiniz, beni görevden atabilirsiniz.Oradan ümitleri kesiliyor, savcılığa veriyorlar.Muhakeme oluyorum. Savcı beni beraat ettiriyor, fakat rica ediyor."Bir daha böyle yapma diye nasihat ediyorlar. Ben hayır diyorum. Ben yolumu buldum, bu davada ne yaparsanız yapın, ben yolumdan ayrılmam.İşte böylece beş yıl devam ettim.Ve sabahlara kadar ayakta zikredip dönüyordum.Nihayet bizim köyde Hasan Mumcu diye bir ateist vardı.Bizim okul mezunu.Yahu Hasan! Ben Müslüman oldum, gel sende Müslüman ol!Ona bildiğim kadar anlatıyordum. Hasan, akşam iman ediyordu, sabah tekrar inkar ediyordu.Bir tatil mevsiminde dedim ki, seni şeyh'e götüreyim. Aldım onu Akçadağlı Ali efendiye götürdüm. Şeyh'e onun durumunu anlattım. Şeyh bütün köyün müritlerini topladı.Salonda bize zikir yaptırdı.Hasan divanda oturmuş bizi seyrediyor. Zikir yaparken kafalarımız duvara değiyordu."Ya şeyh ! İmdat diye bağırıyoruz.Zikir bitti ve böylece "Ali Efendi Hasan'a bir şeyler anlatacak da, Hasan öyle müslüman olacak" diye düşünürken. Şeyh Ali, kendi şeyh'i olan Şeyh Osman'ı anlatmaya başladı. Şeyh Ali karısına demiş ki: "Taksinin arkasına yoğurt, çökelek, tereyağı, bulgur doldurun. Ben şehirde şeyh Osman'ı ziyarete gideceğim.Geldim diyor, kapısına taksiyle vardım.Baktım şeyh bahçesinde bir havuzun kenarında oturuyor.Bana dedi ki : "Oğlum Ali! Çıkar hediyeleri anana (şeyh Osman'ın hanımı) ver.Bir sandalye al buraya gel! Bende arabayı süren çocuğa dedim ki : "Yeni caminin oraya git, arabayı park et, ikindi ezanı okuduğu zaman gel, buradan köye dönelim" Şeyh Ali diyor ki : "Benim şeyh (Osman) deriden yapılmış oyuncak bir kayık, onu böyle çubukla havuzda yüzdürüyor.Oyuncak kayık nasıl olduysa yan yattı. Onu hemen hızlı bir şekilde doğrultu. (Şeyh Osman) bana dedi ki: "Oğlum Ali! Şu anda dünyada önemli bir hadise oldu, bilir misin?" "Şeyh'im bilir" dedim."Oğlum! Basra Körfezi'nde içinde müritlerim olan bir vapur yan yattı, tam batıyırdu, bir müridim, "yetiş ya şeyh Osman!" diye yalvardı.İşte ben bunu işittim.Bu kayığı doğrultmakla oradaki vapuru doğrulttum. "Oğlum Ali! Bir şeyh'in müridi, doğuda ve batıda bir tehlikeye maruz kalsa, ona ulaşamayan şeyh köpeklerin şeyhi olsun" dedi. O ki ulaşamıyor, inan ki o şeyh köpeklerin şeyhidir. "Ben cihan kutbuyum" dedi.Tabii şeyh Ali "benim şeyhe (şeyh Osman'a) karşı imanım bir kat daha arttı" diyor. Müritlerinin şeyh Osman hakkında itikadları şöyleydi."Şeyh Osman kalplerden geçeni bilir.Gelenin sormadan cevabını verir. Levh-i mahfuzu görür, levh-i mahfuzdaki bir muridinin kaderini cehennemlikse şayet, cennetlik olarak çevirebilir. Dağlar ve taşlar onunla birlikte zikre başlar.Onların sesini işitir. Şeyh Osman, hiç cuma namazı kılmamıştır.Mürit ona söyle İnanır."O Mekke-i Mükerreme'ye gider. Cuma'yı Mekke'de kılarak gelir.Hatta bizim şeyh'e de (şeyh Ali'ye) böyle iman ediyorlardı. Kore harbi devam ediyor. Ali efendi Kore'ye gidiyor. Kore'de Türkiye'den giden askerlere yardım ediyor ve kanlı elbisesiyle geri geliyor. Biz diyor, şeyh'in evine gittiğimiz zaman, mürit bakıyor ki, kapı anahtarı "la ilahe illallah muhammedurrasulullah" zikrini yapıyor. İşte böylece, hatta dünya şeyh Osman'ın gözünde, göz önünde bir ceviz gibi, istediği her yere gidebiliyor, istediği şeyi görebiliyor, duyabiliyor. Ben islam'dan hiçbir şey bilmediğim için bunları islam sandım.Ve bunlara inandım. Sonra yemek geldi. Yemekten sonra (şeyh Ali) sohbette, bizim Hasan'a ders vermek istedi. Dedi ki: "Ben camiye geldim. Camide ikindi namazını kıldım, elim duada, şeyh'imi rabıtaya aldım. Yani kaşı ile gözünün arasına nazara aldım.(Rabıta: Şeyhi hayal etmek, her zaman kendisini murakebe ettiğine inanmaktır) Bende öyle bir hal oldu ki, kendi kendime içimden dedim ki: "Ali! Ali! Senin bu şeyh'in Şeyh Osman var ya! Allah'tan da büyüktür" dedim. Bunu toplumun içinde aleni olarak dile getirdi. Ben hemen karşılık verdim. Dedim "Ey şeyh! Şu anda sen kafir oldun, islam'dan çıktın, ama tevbe kapısı açıktır.Bir daha böyle demezsen belki Allah seni affeder. Bana "Ne diyorsun?" dedi."Sen nasıl müritsin?""Bir mürit şeyh'ini Allah'tan büyük görmedikçe tarikatta yol alamaz" dedi. Dedim ki, "Bir küfür daha işedin" Böylece ondan ayrılmış oldum. Hasan Mumcu yemeğe iştirak etmedi.(Şeyh Ali) Dedi oğlum Hasan! Yemeğe buyurun!"Hayır" dedi."Şeyh! Kusura bakma ben senin yemeğini yemeyeceğim" "Niye?" dedi."Ben Allah'a inanmıyorum, ama sen fani bir adamı Allah'tan büyük yaptın, senin yemeğin yenmez" dedi. Ben köy lisan-ı ile "ulan Hasan! Ben seni getirdim ki, irşadına vesile olayım, ama sen beni irşad ettin" "Bu putperestin yemeği yenmez" Yemedik, ikimize de tekrar köy'e döndük. Ben sabahleyin kendi köyümüzün camiine gittim. Baktım ki Hasan benden önce gitmiş."Ulan Hasan, hayrola, ne oldu? "Birden bire camiye geldin" Dedi yahu, biz cehaletten komünist olmadık mı? Şimdi öyle bir zulüm gördüm ki, komünizmden daha zulüm, o zulüm beni İslam'a sevk etti. Müslüman oldu, hâlâ Müslüman olarak yaşamaktadır"(Çay tv'de Mehmet Erol Hoca ile yapılan yüzleşme programından)
24 Temmuz 2021 Cumartesi
ŞİRK BATAKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI(18.YAZI)Hayatını cami kursülerinde hurafe ve yalan anlatarak geçiren uydurma dinin önemli vâizlerinden Tahir Büyükkörükçü'nün Kur'an cehaleti ve şirk sapıklığı:Diyor ki,"Bütün bu âlem "levlâke leme halaktul eflâk" "Muhammed'im! Muhammed'im! eğer sen olmasaydın bu eflakı, bu alemi, cennetleri ve nimetleri, dünyadaki bütün devlet ve saadetleri yaratmazdım" buyuruyor, Cenab-ı Hak.Hatta muhterem müslümanlar!Elli defa duydunuz benden, elli birinci defa tekrar söylüyorum.Hacı veyiszade Mustafa Efendi Hazretleri, "ihvânım! derdi, "kardeşlerim! derdi, "Sofra başında besmeleden sonra bir de salâtü selam okuyalım! Zira bu sofranın, bu nimetlerin yaratılıp önümüze gelmesine sebep "peygamber" efendimizdir" derdi. "Nail olduğumuz ne kadar nimet varsa, gördüğümüz ne kadar güzel gün ve surur (sevinç) varsa, bütün neşe varsa, bütün neşe veren mazhariyetler "Peygamber" Efendimizin kanalıyla bize geliyor""Sofra başında besmeleden sonra bir de salavatı şerifeyi okuyarak Rasulullahı hatırlayalım, vesile'i necatımız (kurtuluş sebebimiz) odur" derdi. Muhterem müslümanlar! Rabbimiz bizi, Rabbimiz bizi, onun nurlu yolundan ayırmasın!Tahir Büyükkörükçü Kur'an cahili müşriğin tekiydi.1-) Allah hiç zaman Resulullah (a.s)a "Muhammed'im, Muhammed'im" dememiştir ve asla böyle bir şey buyurmaz.Allah'ın indinde şahsiyetler önemli değildir.Allah'ın indinde önemli olan kişilerin güzel ahlak, sâlih amelleri ve yüklendikleri misyondur.İşte bu yüzden Kur'an'da Allah "Muhammed'im, Muhammed'im" değil, "Resüllerim, "elçilerim" "Rasüli" "Elçim" buyuruyor.Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerinin iddia ettikleri gibi Allah'ın yanında önemli olan "Muhammed" değildir.Hatta "rahmet" (Enbiya- 107) olan da "Muhammed" değildir."Rahmet" insanlara Allah'ın mesajını ulaştıran Resul'dür.Yani insanlara rahmet olan Allah'ın kitabıdır, Allah'ın âyetleridir, Allah'ın Resulleridir, Allah'ın mesajlarıdır.Bakınız, (Bakara-157; En'am-133, 147, 154, 157; Âraf- 52, 154; Yunus- 57; Hud- 17, 28, 63; Nahl- 89; İsra- 82; Kasas- 43, 46, 86; Ankebut- 51; Lokman' 3)Allah tarafından indirilen Tevrat, Zebur, İncil birer hidayet ve rahmet kaynaklarıdır.Allah'ın Resulü İsa (a.s) insanlara Allah'ın bir rahmetidir.(Meryem- 21) Yüce Allah'ın indinde önemli olan Nübüvvet makam ve mertebesi, Resüllük misyonu yani risâletin görev ve sorumluluğudur.2-) Aynı şekilde Ahzab süresi 56. âyetinde bulunan "yusallune alen nebiyy" "Nebi"ye salât veya salâvâtın" da Muhammed ismi ile hiçbir alakası yoktur.Âyetlerin bağlam ve bütünlüğünde söz konusu edilen "Nebi"ye yardım ve destektir"Yani "onun yalnız bırakılmaması, rahatsız edilmemesi, Allah ve meleklerinin ona yardım ve destekleri gibi, müminlerin de ona yardım etmeleri ve destek olmalarıdır"Bunun haricindeki manalar şirktir.Diyanet'in vakıf mealinde iddia ettiği gibi Allah ve melekleri (Hâşâ) Nebiye asla salâvât getirmezler.Nebi'ye salat etmek sözle değil, fiili olarak yapılması gereken bir iş ve eylemdir.Çünkü âyette "Allah ve melekleri nasıl salat ediyorlarsa, sizde öyle yardım edin ve destek olun" buyuruyor.Ahzab süresi 43. âyet bu "salat'ın" nasıl olacağını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize yardım ve desteğini gönderen O'dur. Melekleri de size yardım ve destek olurlar. Allah müminlere karşı çok merhametlidir"(Ahzab-43)Yani Allah ve melekleri sadece Nebi'ye değil, müminlere de yardım ve destek oluyorlar.Fakat Şia ve Ehl-i Sünnet'in Kur'an cahili muhaddis ve müctehidleri bunu hiç dile getirmiyorlar.Allah Resulü'nün arkadaşlarının "Muhammed'e" salavat getirdiklerine iman eden Şia ve Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerinde zerre kadar Kur'an bilgisi, aklı kullanma, muhakeme yeteneği, tefekkür ve sorgulama erdemi mevcut değildi.Allah ve meleklerinin Muhammed (a.s) a salavat getirdiklerine iman eden birisi "din anlatan takımdan" ise İslam ve Kur'an düşmanı bir müşriktir.Eğer ümmi ise aldatılmış ve iğfal edilmiş bir Kur'an cahilidir.Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını "Muhammed'e salâvât getirme" hurafesinden daha iyi ortaya koyan bir şey yoktur.Adamlar Kur'an'ın en açık bir âyetini bile anlamakta uzak tutulmuşlardır.Hiç Allah'tan korkmadan ve Resul (a.s)dan utanmadan sanki Allah ve melekleri Muhammed (as) a salavat getiriyormuş gibi, asırlardan beri ümmetin ümmilerine salavat çektiriyorlar.Bundan daha büyük bir cehalet ve akılsızlık olur mu?Allah yerleri ve gökleri yani kâinatı Muhammed için değil, kudret, sanat ve ilminin ihtişâmını insanlara göstermek için yaratmıştır.Allah'ın indinde şahsiyetler önemli değildir.Önemli olan tevhid, adalet, merhamet, güzel ahlak, infak ve her türlü erdemli hareket ve amellerdir."Levlâke leme halaktul eflâk" "Ey Muhammed! sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım" iftirasına iman eden cahillerden din ve Kur'an adına hayırlı bir hizmet beklemeyin.Cübbeli Ahmet 22. 12. 2015 tarihinde "Mevlid'i Şerif" programında büyük bir spor salonunda binlerce kişiye konuşan Cübbeli Ahmet aynen şunları söylüyor."Evvela şunu bileceğiz, Allame Safuri Hazretleri'nin ve birçok ulemanın ve meşâyihin beyanı vechiyle Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem ) efendimiz "huve hayyun, semiun, basirun fi kabrihi'ş- şerif""Kâinatın efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) kabri şerifinde hayattadır, diridir, işiticidir, görücüdür"Siz Mustafa İslamoğlu, Abdulaziz Bayındır, Mehmet Okuyan vesaire, bu kafada olan, artık Vahhabi desen Vahabi değil, Mutezili desen Mutezili değil, Şii desen Şii değil, belli bir kimlik de veremiyorum.Bu adamların görüşüne göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) öldü, bitti, gitti yitti bir şeyden haberi yok.Hâşâ ve kellâ, bunların bir şeyden haberi yok.Bütün âlimler, veliler diyorlar ki: Kâinatın efendisi diridir, işitiyor ve görüyor! Bu mecliste olanlara da şahittir, nasıl olacak? nasıl şahit olacak?"Biz seni şahit olarak gönderdik" Onun şahitliği 23 sene mi devam etti, 23 sene şahitlik mi olur? Bütün ümmetine şâhit gönderdik. Şu anda bizim amellerimiz ona arz ediliyor.Bu gece buraya kim geldi?Bu camilere kim gitti, Mevlidi Şerif'i ihya için kainatın efendisi'ni sevdiği için, cemaate gitti, zikretti, salavat getirdi hepsine şahittir. Şahit kime derler? Görgü şâhitliğine derler. Bir adam dese ki, ben bunu duydum! Ona şâhit demezler. Demek ki, burayı görüyor. Şimdi "biz seni şahit olarak gönderdik! Bunu hadisi şerif'ten te'yid edelim! Ne buyuruyor! (sallallahu aleyhi ve sellem) "hayâti hayrun leküm ve meméti hayrun leküm" "yaşamam da sizin için hayırlıdır, ölümüm de sizin için hayırlıdır" Dediler ya Resulullah! Hayatında çok hayır gördük, ölümünde ne hayır olsun ki: Buyurdu "tu'radu aleyye a'melüküm fissabâhi vel meséi" "sizin bütün amelleriniz her sabah akşam kabrimde bana gösterilecek" "Şerit gibi önümden geçirilecektir, hepinizin" Sadece sahabe ile alakalı olacak bir şey değil ki, biz de onun ümmetiyiz! Falan ümmetim namaz kıldı, falan ümmetim şu kadar salavat getirdi, falan ümmetim zekat verdi, isminiz babanızın adıyla, isimleriniz babalarınızın adıyla bana söyleniyor!" "Ve amelleriniz bana gösterilecek" Bu hadis sahihtir, muhaddislerde bunu tashih etmişlerdir." Eğer ben sizin amellerinizi hayırlı bulursam hamd edeceğim, Ya Rabbi! Bu kadar ümmetimi saptırmadın" diye!"Sizin amellerinizi kötü bulursam, İçki içmiş, kumar oynamış, zina etmiş, ben yine kabrimden sizin günahlarımızın affı için istiğfar edeceğim!" Böyle bir peygamber(sallallahu aleyhi ve sellem) nerede ölmüş!"Sabah akşam amellerimiz bana gösterilecek" diyor. Bu kadar ümmetin ameli, tabii manevi şeyler de vakit, saat çok düşünülmez. Zahiren bilgisayarda yetmez, efendim böyle bir teftişe ümmetin bütün yaptıkları işlerin haricini konuşuyoruz. Tabii vakit saat yetmez, ama manevi işlerde zaman geçmez.Onun için hepsini görür. Yine Ebu Davud'un tahric ettiği bir hadis-i şerifte, Ebu Davut sahih kitap!"Hangi Müslüman ümmetim, bana selam verirse, şimdi burada bu kadar insanız, binlerce insan var, bana selam verirse, mutlak Allahu Teala ruhumu bana iade eder. Zaten âlimler diyorlar ki, "selamsız vakit dünyada yok! her seferinde ruhu çıkıp geri mi gelecek, o zaman her seferinde bir acı mı çekilecek" diyorlar. Diğer âlimler de diyorlar ki, cevabı şudur ki: "Ruhum kabrimde devamlı hazırdır" selamsız vakit yok! Her kim selam verse, ben de ona selamı iade ederim. Kabrimde gelirse, bütün selamlara cevap veriyor. Bu şimdi nasıl öldü? Şimdi biz buradan selam gönderiyoruz!Hadisi Şerif'te "Allahu Teala benim kabrimin başına bir melek görevlendirdi.Ben öldüğüm zaman o melek başımda duracak, bütün yaratılmışların kulaklarını o Meleğe bağlamış, Nasıl sistem? Bilgisayar da şurada burada alıyorsun ya! Her odadan ne konuşuluyor, oraya geliyor. Dinleme cihazlarıyla falan. Şimdi o melekte ne var? Hepimizin kulağı var. Hadis bu! Kaynaklı sahih hadis! Ne demek hepimizin kulağı Melek'te! Şu demek, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Ağzından çıkanı kulağın duyuyorsa, ağzından ne çıkıyor?"Allahumme salli ale Seyyidine Muhammedin ve âlihi ve sellem" Benim kulağım duydu. Benim kulağım kime bağlı? Kabri Şerif'teki meleğe bağlı! ismim var mı? isim babasının adıyla Yusuf oğlu Ahmet..."Cübbeli Ahmed'in bu şirk sapıklığına bir iki âyet yetiyor."Allah: Ey Meryem oğlu İsa! insanlara, "Beni ve anamı Allah'tan başka iki ilah edinin" diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, "Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin.Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zatında olanı bilmem. gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onların üzerinde kontrolcu idim.Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin" (Maide- 116, 117)Dolayısıyla Allah Resulü (a.s) sadece kendi döneminde yaşayan insanlar için şahittir. Kendisinden sonra gelenlere karşı asla şahit değildir. (Nahl-89; Nisa-41)Yukarıdaki iki âyette de "héuléi" ibaresi mevcuttur. Yani "bunlara" "senin zamanında yaşayan insanlara karşı şahitsin" anlamına gelmektedir.
23 Temmuz 2021 Cuma
SALAT-RÜKU-SECDE KAVRAMLARIKur'an'da "salât" kavramı, dini ve sosyal hayatı ayakta tutmak için söz ve fiille yapılan destek anlamına gelmektedir.Şia ve Ehl-i Sünnetin geleneksel olarak yerine getirdikleri ve adına "namaz" adını verdikleri rituele karşı gelmiyoruz.Sadece "salat, secde ve rüku'nun" gerçekten hangi manaya geldiklerini anlamaya çalışıyoruz.Yani "salat" ile "namazı" kıyasladığımızda dağın sadece bir fare doğurduğunu söylüyoruz.İlk olarak "salât" kelimesinin hangi anlama geldiğini görelim.Kur’an’ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda"salat" kavramının "destek olma" anlamına geldiğini görüyoruz. “Ey iman edenler, sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar salâta yaklaşmayın…” (Nisa-43)Dikkat edilirse bu âyette" ne söylediğinizi bilinceye kadar" deniliyor. "Ne yaptığınızı bilinceye kadar değil" değil, yani "salât" fiili, yapmaktan çok söz ve güzel ahlakla ilgili yardım ve destektir. “…Salâtında sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi arasında orta bir yol tut”(İsra-110)Âyet yine bir "salât" ayeti ve yine fiziki bir hareketten öte söz ve söylemle ilgili bir durum mevcuttur.Aslında "salat" kavramının fiziki hareketlerden daha çok dil ile yapılan bir fiil olduğunu anlıyoruz. Şimdi "salat" ile ilgili tam olarak neyin yapılmasının emredildiğini görmeye çalışalım. “Sana kitaptan vahyedileni tilavet et ve salâtı ikame et…” (Ankebut-45)“…O (Kur’an)’dan kolayınıza geleni okuyun ve salâtı ikame edin. Arınmaya gelin ve Allaha güzel bir borç verin…” (Müzzemmil-20)Yukarıdaki âyetlerden "salâtın" Kur’an ile insanın kendisini ve toplumu uyarma ve donatma olduğu netleşiyor. “Ey iman edenler! cuma günü (toplanma günü) "salât" için nida edildiği zaman, Allahın zikrine (Kur'an'a) koşun…” (Cuma-9)Âyette"salât" için çağrılan mü'minlerinAllah’ın zikrine, Kur’an’a koşmaları emrediliyor.Buraya kadar anlaşıldığı üzere aslında "salât" kavramının fiziki hareketlerle yapılan bir ritüel değil, Kur’an ilim ve hikmetinin yani Kur'an ahlakının topluma ulaştırılması ile alakalı bir ibadettir. Secde ve RükuKur’an’da baktığımızda "secde" kelimesi, "yere kapanmaktan" ziyade "büyüklüğünü kabul etmek, boyun eğmek, onaylamak" gibi anlamının olduğunu görürüz. Hatta "secde" kavramına "yere kapanma" manasının verilmesi, tevhid ve ihlas açısından büyük bir problem meydana getirecektir.Kur'an'da bulunan secde kelimelerinin büyük çoğunluğu "yere kapanma" anlamına gelmemektedir.Mesala: Yüce Allah tarafından İsrailoğullarına verilen emir “…Kapılardan secde ederek girin…” (Bakara-58)“Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklenmeden Allah’a secde ederler.” (Nahl-49)"Secde" fiziki yani beden ile yapılan bir fiil değil, imani, zihni ve kalbi bir kabuldur.Yoksa her canlının yere kapanması diye bir şey olamaz. Göklerde ve yerde bulunanların hepsi yüce Allah’a ister istemez boyun eğip ona itaat etme fıtratına sahiptir.Mesala “Ve (ey Nebi!) secde edenler arasında dolaştığında”(Şu’ara-219)İnsanlar "secde ederken" Nebi (a.s) aralarında dolaşmıyordu.Âyette geçen "fis sécidin" "secde edenler arasında" Kur'an'da bulunan emir ve yasakları kayıtsız şartsız teslim olma anlamında kullanılmaktadır.Dolayısıyla "secde eden olmak" mü’minlerin en önemli sıfatlarındandır.Yüce Allah'ın âyetlerini duyduğunda kayıtsız şartsız onlara itaat etme anlamına gelmektedir.Âyetin manası "Nebi (a.s) mü’minler arasında dolaşıyor ve o mü’minler de Allah’a secde eden, boyun eğen kimselerdi" demek istenmiştir.“Sen de içlerinde bulunup onlara salâtı ikame ettirdiğin zaman onlardan bir taife seninle beraber ikame etsin. Silahlarını da alsınlar. ONLAR secde ettiklerinde arkanıza geçsinler…” (Nisa-102)Yukarıdaki âyette bulunan “...onlar secde ettiklerinde...” ifadesi de aynı anlama gelmektedir.Yani geleneğin anladığı gibi "imam önde namaz kıldırırken, arkasındaki cemaat yere kapanıyor, fakat imam yere kapanmıyor" değildir. Âyette secdenin bir defa yapıldığı manası da çıkar ki, nereden tutsanız günümüzde kılınan namazla hiçbir alakası yoktur. “Onların hepsi bir değildir. Ehl-i kitaptan, gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak Allah’ın âyetlerini tilavet eden bir ümmet vardır” (Âli imran-113)Gelenekselcilerin anladığı gibi, secdede Kur'an okumak mı? Ayakta durarak secde etmek mi?Yani Allah’a boyun eğerek, ayakta Allah’ın âyetlerini sindire sindire okumak mı? Hangisi?“Meleklere Âdem'e secde edin dediğimiz zaman secde ettiler. Ancak iblis diretti, büyüklendi ve kafirlerden oldu” (Bakara-34)Bu âyet secdenin tanımını en iyi yapan âyettir. "Salat" kelimesinde olduğu gibi burada da zıt anlamlardan yararlanacağız.Hepsi secde ediyor ancak iblis zıttını yapıyor. Büyükleniyor, diretiyor, kafirlerden oluyor. Yani "secde etmek" "emri önemsemek, büyüklüğünü kabul etmek, kayıtsız şartsız onaylamak" anlamına geliyor.“Onlara Kur’an okunduğu zaman secde etmiyorlar. Bilakis o kafirler yalanlıyorlar” (İnşikak-21–22)Bu âyetler de aynı şekilde secdenin hangi anlama geldiğini açık olarak gösteriyorlar.Yani âyette "secde etmek" "yalanlamanın" zıttı olarak gelmiştir.. O halde "secde" kelimesine, tereddütsüz onaylamak, doğrulamak, tam itaat" anlamını vermek gerekmektedir.Dolayısıyla "secde etmenin" yere kapanmak değil, büyüklüğünü kabul etmek, emri onaylamak, manasına geliyor.Fakat Allah'ın yüceliği, rahmet ve mağfireti, verdiği sonsuz nimetler karşısında yere kapanmak da mevcuttur.Bazen öyle anlar olur ki, Allah'ın yüceliği karşısında, ayıplarınızı ve günahlarınızı örtmüştür, kudret ve kuvveti karşısında fakirliğinizi anladınız, Kur'an'ın kelime kombinasyonu ve kavramlar sistemi karşısında, hem bedenle fiziki olarak hemde zihnen duygusal olarak şiddetle yere kapanma ihtiyacı hissedersiniz.Şimdi yere kapanma fiilinin Kur'an'da nasıl geçtiğine bakalım.“De ki: O'na ister iman edin ister iman etmeyin. Daha önce kendilerine ilim verilmiş olanlara (Kur'an) tilavet edilince onlar çeneleri üstüne kapanarak secde ederler” (İsra-107)Âyette "yehirrune lil ezkâni sücceden" "çeneleri üstüne kapanarak secde ederler" buyruluyor. Mezhepçi müfessir ve müctehidlere yani din adamlarına göre, "secde etmek" zaten "yere kapanmak" manasında değil miydi? "Ve yehirrune lil ezkani yebküne ve yeziduhum huşuan"“Onlar ağlayarak çeneleri üstüne yere kapanırlar.(Kur'an okumak) onların derin saygısını artırır.” (İsra-109)Yukarıdaki âyette sadece "harra- yehirrune" fiili geçer. Yani "secde" kelimesi geçmemesine rağmen "yere kapanma" manasından hiç bir şey kaybetmiyor.Ayetlerden anladığımız üzere aslında yere kapanma yanlış bir eylem değil, övülen bir eylemdir. Fakat salâtın bir parçası olarak değil, kendine özel, bağımsız, çoğu zaman Kur'an okuma bağlamında geçmektedir. Secde salâtın bir parçasıdır, fakat o da yere kapanmak değildir. Yere kapanmak alışa gelmiş, sürekli tekrarlanan, alışkanlık olmuş, ezber yapılmış bir ritüelden daha çok, içten gelerek yere yığılmak şeklinde derin bir saygı içeren zihinsel bir duygunun eyleme geçmiş bir durumudur.Kur'an'da geçen "rüku" kelimesi de fiziksel bir hareket değildir. "Tevazu gösterme, boyun eğme, alçakgönüllülük" gibi manaları mevcuttur."...Festeğfera rabbehu ve harra râkian ve enébe"“…Rabbine istiğfar etti, yere kapanarak rüku etti ve yöneldi” (Sad-24)Burada yine "harra" fiili vardır. Âyet "yere kapanarak rüku etmekten" bahsediyor. Zaten âyetin bağlam ve bütünlüğüne bakıldığında "rüku"nun fiziksel olmadığı anlaşılacaktır."Harra" fiilinin manasını iyice anlamak için, Kur’an'da kullanıldığı yerlere bakabilirsiniz. "Secde" ve "rüku" fiilleri nasıl manevi anlamda kullanılmışsa, "harra" fiili de fiziki manada kullanılmıştır.“Sizin veliniz ancak Allah’tır, Resulü'dür ve o iman edenlerdir ki onlar salâtı ikame ederler ve rüku ederek arınmaya gelirler ” (Maide-55)Rüku ederek arınmak. Yani alçak gönüllülükle, tevazu ile arınırlar, itaat ederler. Dolayısıyla Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "secde" kelimesinin, yüce Allah'ın emirlerine mutlak itaat, yüceliğini ve büyüklüğünu kayıtsız şartsız kabul etmek anlamına geldiğini açıkca görürüz."Ruku" kelimesi ise, fiziki olmaktan öte "boyun eğmeyi ve kabullenmeyi" ifade eder."Secde" ve "ruku" kelimelerini peşpeşe kullandığımızda, yüce Allah'ın emir ve yasakları karşısında yani dinin tek hüküm kaynağının Kur'an olduğunu kişi önce boyun eğerek kabul edecek sonra kayıtsız şartsız itaat edecektir.Dolayısıyla bir inancı kabul etmek ve ona boyun eğmek şuursuzca yapılacak bir iş değildir. Üzerine düşünmüş, aklınızı kullanmış ve onun hak olduğunu kavrayarak kabullenmeniz şarttır. "Kuşkusuz Rabbin katındakiler. O'na kulluk etmekten kibirlenmezler Sadece onu tesbih eder ve yalnız ona secde ederler (kayıtsız şartsız boyun eğerler)(Âraf-206)"Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a secde ederler.(kayıtsız şartsız boyun eğerler)(Râd-15)"Göklerde bulunanlar, yerdeki canlılar ve bütün melekler, büyüklük taslamadan Allah'a secde ederler.(kayıtsız şartsız ona boyun eğerler)(Nahl-49)"Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde ediyorlar. Bir çoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Her kim hor ve hakir olmayı isterse, Allah'tan (Kur'an'dan) başka artık onu değerli kılacak bir şey yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini yapandır"(Hac-18)Salat ise, insanın hayatı boyunca karşısına çıkan bütün zorluklara karşı Kur'an'ın hikmetinden çıkan iman, güzel ahlak, adalet, merhamet yani hem hasenât (iç dünyası) hemde sâlihât (dış dünyası) ile ilgili fiil ve Kur'ani bilgi istikametinde hakka boyun eğme, haktan yana olma, Allahın dinine yardım etme, ihlas ve takva ile hayatına yön vermesi anlamına geliyor. Kur'an'da bulunan kavramlar bilinçli veya şuurlu insanlar için bir anlam ifade eder.Ancak bilinçli ve şuurlu bir kişi Kur'an'da veya hayatta bulunan âyetleri gereği gibi anlar.Ancak o zaman âyetleri idrak eder, onlara boyun eğmesi ve kayıtsız şartsız Allah'a itaat etmesi gerektiğini kavrar. Kur'an'ı bilen, şuurlu ve özgür bir insana neye inanması gerektiğini kimse söyleyemez.Çünkü Kur'an'ın ilmi, edindiği bilinç ve yaratılışındaki fıtrat, ona hakkı anlatmaya yeter.Kur'an'ı dinde tek kaynak kabul eden bilinçli ve şuurlu insanlar bilerek hiç kimseye kötülük yapamazlar.Salat-ı ikame etme görevi tek başına yapılabildiği gibi iki veya çok kişiyle de yapılabilir. En uygun saatler bütün meşgalelerden uzak olan fecir ve gece vakitleridir.Salat-ı ikame etmeyi sadece bilinçlenme olarak düşünmemek gerekir.Salat, aynı zamanda başkalarını da bilinçlendirme anlamına gelmekte ve her şart altında yapılabilen önemli bir görevdir.Salat-ın hangi anlama geldiğini gösteren dört âyet.1-) "Felé saddeka velé sallé, velékin kezzebe ve tevellé" (Kiyame-31,32)"İşte o (vahyi) tasdik etmemiş salla da yapmamıştı, aksine yalanlamış ve yüz çevirmişti"Âyete dikkat edilirse, saddeka'nın (tasdik etme) zıttı, kezzebe (yalanladı) "salla'nın (destek olma) zıttı ise," tevellé" (yüz çevirdi) fiili olarak geliyor.Hanif din İslamda ve Allah Resülünden yani Kur'an'dan yana olanlar, onları tasdik edenler salatlarını hakkıyla yapmış olacaklardır.Zaten bu inanç ve akide olmadan hiçbir ibadetin bir anlamı olmayacaktır.2-)"Onların mallarından sadaka al; bununla onları (nifaktan) temizler ve arındırırsın.Ve onlar için salat eyle (ve salli aleyhim, inne salâteke sekenün lehum) çünkü senin salatın onlar için sükunettir. Allah işitendir bilendir"(Tevbe-103)Âyette Nebi (a.s) emredilen "salli aleyhim" "onlara salat eyle" nin anlamı şudur.Nifak ile iman arasında gidip gelen, net bir çizgiye sahip olmayanlara söz ve fiille destek olması, İslam dininin önem ve ehemmiyetinin sürekli olarak onlara hatırlatılmasıdır. Söz konusu olan Tevbe-103 âyet, 101.âyetten itibaren alındığı zaman mesele daha iyi anlaşılacaktır.3-) "Allah ve melekleri Nebi'ye salat ederler (destek olurlar). Ey iman edenler! Siz de ona (Nebi'ye) salat edin (destek olun) içten gelerek tam bir teslimiyetle (Allah'a) teslim olun"(Ahzab-56) Bu âyette geçen "sallu aleyhi" "ona salat edin" cümlesi, kendi döneminde yaşayan müminlerin "Nebi'ye destek" olmalarını öğütlemektedir.Âyetlerin bağlam ve bütünlüğüne bakıldığında bu gerçek apaçık görülecektir.Dolayısıyla Muhammed (a.s) a salavat çekme, salavat getirme diye birşey yoktur.4-)Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size salat eden odur. melekleri de size salat eder. Allah müminlere karşı çok merhametlidir"(Ahzab-43) Yüce Allah'ın müminlere en büyük desteği, vahiy göndermek suretiyle onları karanlıklardan aydınlığa çıkarmasıdır.Batıl yolda ve şeytani bir düzen yani şirk için salat-ı en sistemli olarak yerine getirenler cemaat ve tarikatlardır.Allah'ın hidayet yolundan gençliği engellemek için yaptıkları yurt, medrese ve okullar birer salat!!! kurumlarıdır.Yine sürekli bir araya gelerek dinlerinin kutsal kitaplarını ders yapmaları da kendi dinleri açısından salat etme çalışmaları olarak görülebilir.Onların bu salatları olmazsaydı toplumda bu derece etkili bir pozisyonda olmazlardı.Bir fetö'yü, birde şirk dini olan ehli sünnet ve nurculuk için icra ettiği salatı düşünün."Üst akıl, Dış güçler ve Amerika, Amerika..." söylemlerinin yüzde doksan dokuzu hikayedir.Esas gerçek dindir, imandır, şirk dini için yapmış oldukları salattır yani birbirlerine karşı olan yardım ve desteklerdir.Zaten tüm cemaat ve tarikatların esas kurucusu İngiliz misyoner teşkilatıdır.Fakat başarıya ulaşma, müritlerin çalışma ve çabaları sayesinde gerçekleşiyor.Gerçek olarak salatı ikame: Her köy, kasaba, içe ve şehirlerin her mahallesine mescitler kurulacak, insanlar bir araya gelerek Kur'an'ı öğrenecek, böylelikle halk uydurma dinden kurtulacak, fakir, miskin, hasta, borçlu kim varsa araştırılacak, yardım havuzları kurularak infak ve sadaka müessesi yaşatılacak, , hem din, hem dünya, hemde âhiretleri için insanlar maddi manevi bir icad ve kâbiliyet, fikir ve donanıma sahip olacaklar. "Salatı ikame etmeyi" emreden âyetlerin büyük bir bölümü Mekke'de nazil olmuşlardır.Aslında Mekke'in tebliğ ve mucadele alanını bilenler salatın hangi anlama geldiğini iyi bilirler.Yüzlerce âyete bakıldığında Mekke'de en büyük tartışma ve kavganın merkezinde Kur'an'ın var olduğu görülecektir.Müminlerle müşrikler arasındaki tartışma ve anlaşmazlık tamamen şirk, tevhid, din, iman, ihlas, İslam, güzel ahlak, Kur'an, Nübüvvet ve Risaletle ilgili idi."... Ve ekimissâléte lizikri" "Zikrim (vahiy) için salatı ikame et" (Tâhâ-14- Mekki)"Ve ekimissâléte tarafeyinnehéri ve zülefen minelleyl..." "Gündüzün iki tarafında ve gecenin zülüflerinde salatı ikame et..."(Hud-114- Mekki)"Gündüzün Güneş dönüp gecenin karanlığı bastırınca ya kadar salat-ı ikame et. Bir de fecir Kur'an'ı var ya, Fecir Kur'an'ı şahitlidir"(İsra-78- Mekki)Bütün mesele Allah Resülüne yani Kur'an'a destek olma veya tam zıttı olarak ona karşı gelme, sesini kısma ekseninde dönüyordü.Kur'an'a baktığımızda "ikame" fiili, salat, din, vucuh, (yüz-yön-benlik) denge, şehadet kavramları ile birlikte kullanılmıştır.(Âraf-29; Rum- 30, 31, 43; Rahman-9: Talak-2; Yunus-105)Yukarıdaki âyetlere bakıldığında "ikame' fiilinin, dini ve güzel ahlakı ayakta tutma, dine destek olma, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir şeye iman etmeme anlamında kullanıldığı görülecektir.Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları, salatın içini boşaltarak inanç ve güzel ahlak üzerinde olumlu hiçbir etki meydana getirmeyen "namaz kılma" ibadetine çevirdiler.Haliyle Hüseyin Atay hocanın dediği gibi, "namazı milletin başına bela ettiler"Çünkü Şii ve Sünni devlet adamları, ülkelerinde milyonlarca fakir, işsiz, miskin ve evsiz olmasına rağmen, onlar hiçbir işe yaramayan, tamamen gösteriş amaçlı ve israf olan dev mâbedler inşa etmektedirler.Halbuki Kur'an'ı hakkıyla okumuş ve onu anlamış olsalardı, Mescid-i Haram dahil olmak üzere, mâbedlerinin hepsinin, Allah indinde bir fakirin göz yaşının damlasına denk gelmeyeceğini bilirlerdi.Kısacası "salatı ikame etme her türlü kötülükten, cimrlikten ve ahlaksızlıktan koruyacağına..." (Ankebüt-45) tam aksine "namaz kılma" her türlü talanın, sahtekarlığın ve yalanın aracı olmuştur.(En doğrusunu Allah bilir. Yüce Rabbim günahlarımızı bağışlasın, âhirette bizi mahcup etmesin
22 Temmuz 2021 Perşembe
ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI(17. YAZI)Tarikatların şirk dini ile Diyanet'in ve cemaatlerin uydurma Ehli Sünnet'in hadis dini arasında bir fark yoktur. Eğer bir fark olsaydı birbirlerinin inanç, fikir ahlak, ve söylemlerinden rahatsız olmaları gerekirdi. Mesela: Vahiy ehli muvahhidlerin sinesi şirk dinine ve müşriklere karşı büyük bir kin ve nefret ile doludur.(Mü'min-35) Aynı şekilde, tarikatçısı, nurcusu, diyanetçisi, süleymancısı ile Kur'an'a tavır koyan bütün şirk ehli, vahiy'den ve muvahhidlerden son derece nefret ederler."...Müşrikleri dâvet ettiğiniz (İslam-Tevhid) çok zorlarına gider..."(Şura-13) Fakat vahiy ehli muvahhidler, müşriklerle kaba kuvvet ve zorlama ile değil, Kur'an, ilim, akıl, tefekkür ve hikmet ile mücadele ederler.Muvahhidler, hiçbir zaman zorlama, şiddet ve baskı ile Kur'an'ı ve İslam'ı kabul ettirmeye çalışmazlar. Uydurma din mensuplarının anlayamadığı şey, neyin doğru, neyin yanlış, neyin hak ve neyin batıl olduğunu, muhaddis ve müctehidlerinin rivayet ve içtihatları değil, sadece ve sadece Allah'ın irade ve hükmünün indirilen vahiy ile tecelli edeceğidir."Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde şüphe edicilerden olmayasın"(Bakara-147)"İşte O, sizin gerçek olan Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan ayrıldıktan sonra sapıklıktan başka ne kalır? O halde nasıl sapıklığa döndürülüyorsunuz?(Yunus- 32) Aslında ataların şirk dinine mensup mezhepçilerin Kur'an ehli muvahhidlere karşı gelmelerinin arkasında Kur'an'ı itibarsızlaştırma vardır.Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri uydurma dinlerini hayatlarına ve ahlaklarına o derece hakim kılmışlar ki, onlardan birine ne kadar âyet okumuş olsak da şüpheyle karşılıyorlar.Fakat ne kadar absürt ve ahmakça da olsa her hangi bir rivayete kesin doğruymuş gibi yaklaşıyorlar.Şia ve Ehli Sünnet'in Kur'an kabul etmez cahilleri, çıkar ve menfaatleri için yaptıklarını ümmi insanları aldatarak din ve iman diye sattılar.Günümüz ehli sünnet ileri gelenlerinin inancı : NURETTİN YILDIZ: "Kardeşler! Elimizde bizim liste var, Sahih-i Buhari demek, Kur'an'dan sonra en güvenilir kitap demek, Müslim o demektir. Bu iki kitab-ı tartışmayız ! Tartışanla selam kesebiliriz. Bir sakıncası yoktur. Tekrar ediyorum anlaşılsın diye, selam kesebilirim. Kafirdir demem! ama istemem melekler benim onunla çay içtiğimi! görmesini istemem. Çaydan dolayı başım belaya girmesin kıyamet günü isterim! CÜBBELİ AHMET: "Kur'an bana yeter diyor, bunların hepsi tâbi itikadi bozuk adamlar! Kur'an bana yeter diyen kafir olur! Çünkü hadisi inkar eden kafir olur! Sünnet Kur'an ile sabittir! Kur'an bizi sünnete havale ediyor! Onun için kafir olur"F GÜLEN"Kur'an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı" İHSAN ŞENOCAK"Oynama Buhariyle, oynama Müslim ile, Buhari çökerse İslam çöker, Müslüm çökünce İslam çöker"SAİD NURSİMilyonlarca insanın ilâh ve Rab olarak gördüğü Said Nursi son derece Kur'an ve Resul cahili bir adamdır.Diyor ki, "Ben sekiz dokuz yaşındayken cevizim bile kaybolsa "ya Gavs-ı Geylani" derdim."Ya şeyh! Sana bir Fatiha, sen benim şu şeyimi buldur" derdim, şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hz. şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir" (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sözler Neşriyat, sayfa 120)"Resul-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselam) namaz kılarken hırçın bir çocuk namazını kat'edip(kesip önünden )geçtiğinden, Resul-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm) Allah'ım! onun eserini (izini, zürriyetini, ayağını) kes demiş, ondan sonra çocuk daha yürüyememiş, öyle kalmış, hırçınlığının cezasını bulmuş"( Risale'i Nur Külliyatı, Mektubat 19 mektup, mucizatı Ahmediye, sayfa 130)Halbuki Nebi (a.s) arkadaşları tarafından kendisine yapılan bir çok olumsuz tavra karşı utancından ve yüksek ahlakından dolayı ses çıkarmamış, Allah tarafından onları ikaz eden âyetler inmiştir. EBUBEKİR SİFİL"Aleyhissalâtu vesselam efendimiz bir kere şunu çok net olarak ifade edelim. Aleyhissalâtu vesselam efendimiz herhangi bir ölümlü gibi bu dünya ile bağlantısı kesilmiş bir peygamber değil, yani buyuruyor ki: "Mesela bana sık salâtü selam getirin, yeryüzünde Allahu Teala'nın dolaşan melekleri vardır. O melekler her kim bana salatü selam getirdiğinde, onu alır ve bana getirirler. Bana ruhum iade edilir ve ben de ona selamına mukabele ederim. Gene bizzat kendi ifadesi "Peygamberlerin bedenlerini Allah toprağa haram kılmıştır" Peygamberlerin bedeni çürümez! Kur'an'ı Kerim'de şehitler için "onlara ölü demeyin" diridirler. "Siz hissedemezsiniz" buyuruyor. Peygamberler için bu evveliyetle böyledir. Şehitler diriyse, ölmediyse, peygamberler evveliyetle diridir. Dolayısıyla peygamber (aleyhissalâtu vesselam) efendimizin biz onu dilimizde ruhaniyeti diyoruz, ama (aleyhissalâtu vesselam) efendimizin bizâtihi hayat sahibi olduğu çok aşikar, çok çok açık. Dolayısıyla ona getirilen her salâtü selama mukabele ediyor,amellerimiz ona arz ediliyor! bundan ya hoşnut oluyor ya hüzünleniyor.Dolayısıyla onunla irtibatımızın birtakım perdelerin arkasına gömülmüş, böyle sanal, efendim çok hayali bir şey düşünmeyelim. Son derece çok canlı,kalbi bir münasebet kurulmalı (aleyhissalâtu vesselam) efendimizle onu rehberliğinde o zaman hayatımızda kendiliğinden ortaya çıkacaktır"Ebubekir Sifil'in başka bir konuşması:"İsterse beş yüz (500) tane ayet okusun, bir kimse size gelip Kur'an'da şu yoktur, veya Kur'an'da şu vardır, iddaasına isterse beş yüz (500) âyet getirsin. Eğer Sünnette selefte bir dayanağı yoksa, sünnetin ve selefin tasdikinden geçmiyorsa, biz buna bid'at hükmü vermekte tereddüt etmemeliyiz"Halbuki asıl bid'at, hurafe, küfür, şirk ve cehalet din ve hüküm olarak Allah tarafından indirilmeyen şeylerdir.Cübbeli Ahmet "Hz Ömer efendimiz kabre İner inmez hemen Münker- Nekir geldiler. "Rabbin kim? dediler. O da hemen dedi ki: Ben size sorayım:Nereden geldiniz?Hz Ömer, durun bakayım! dedi. Siz nereden geldiniz? Arş'tan geldik, Arş neresi ?E dedi ki, siz arştan geldiniz Rabbinizi unutmadınız! Ben bir metre yerden geldim gömüldüm, ben niye unutayım Rabbimi, bana soruyorsunuz. Bir de ondan sonra ne kopardı? Dedi ki, meleklere bir daha bu Muhammed ümmetinden kabre girenlerin hiçbirine öyle korkutucu manzara ile sert gelmeyeceksiniz bir daha, diye meleklere bir ültimatom verdi. Adam olursan Melekler seni dinler! Böyle dostların çok işleri var! MAHMUT USTAOSMANOĞLU "Mevla Teala ziyade genişlik sahibidir. Ama bu, bizim bildiğimiz genişlik değildir. O'na mahsus genişliktir. Ziyade bilicidir.İsteyen o, istenilen o, bilen o, bilinen o, şahit o, meşhut o, akıl ermez bu işlere. "Namaz kıldık" diyoruz. Ama asıl namazın hakikatini Mevla Teala'nın kıldığı namazın sureti oluyor. Mevla Teala gibi kim kılabilir? Asıl kendisine layık olan namazı kendisi kılıyor. Mevla Teâla hakkıyla kılıyor, ya biz! Çok dikkat ederek namaz kılsak, ancak Mevla Teala'nın kıldığı namazın süretini kılmış oluruz. Demek ki zat-ı pâkı süphaniye hem abid, hem mâbud, hem zakir, hem mezkur.Yani hem ibadet ediyor, hem ibadet olunuyor, hem zikrediyor, hem de zikr olunuyor"( Ahıska Yayınları, 1 baskı, İstanbul 2012, Mahmut Efendi sohbetler 6. Cilt, sayfa 109) MESUT ÖZDEMİRSORU:Hocam! namazlarımı kılıyorum, ancak Kur'an okumayı bilmiyorum. Ama her akşam eve geldiğimde Türkçe mealinden okuyorum. Bunun sevabı, veya sakıncası var mıdır? CEVAP:"Türkçe mealdan okumanın sevabı illaki var, sonuçta Kur'an'ı Kerim'in mealini okuyorsun. Ama meal'den hiçbir şey anlamazsın onu da söyleyeyim. Yani meal'den hiç kimse bir şey anlamaz! Mesela: Ben sana bir meal söyleyeyim. Mesela: Ne diyor âyeti kerimede mevlamız."Oruç sizin üzerinizde yazıldı"Ne demek bu? Mealde böyle, "kütibe aleykümüssiyému " "oruç sizin üzerinize yazıldı" Nasıl yazıldı yani! kalem alıp üzerimize oruç mu yazılar. Türkçesi bu, ama manası bu değil, oruç size farz kılındı. "Kütibe" "furize" manasında, yani farz kılındı manasında. Bunu da ancak tefsirden çözebilir. Bu kardeşimiz gene meal okumaya veya tefsirli mealler var, onları okumaya devam etsin.Ama şunu söyleyelim. Kur'an'ın Arapçasından yani aslından bir sayfa okumak,Türkçeyi hatim etmekten belki 10 kere, 20 kere hatim etmekten daha sevaptır. Yani kekeleye kekeleye böyle"kü-ti-be" böyle kekeleye kekeleye okusun bir sayfayı bir saatte okusun ama o bir saatte okuyacağı bir cüz Türkçe meali'den çok çok daha sevaptır. Niye sevaptır? Çünkü bu Allah'ın kelamıdır. Bir kimse Kur'an okurken, okuduktan sonra, "ben Allah'la konuştum" diye yemin etse, yemin kefareti ödemek zorunda değildir. Çünkü onun içindeki gizli manaları biz Türkçede açığa çıkaramayız. Eğer Türkçe okumakla iş yerine gelmiş olsaydı, o zaman namazı da Türkçe kılardık, ezanı da Türkçe okurduk O zaman ne olurdu? Herkes bunu anlasın derdik. Ama öyle değil, bir Fatihayı Türkçe okumanın manası yedi ayet, yedi sıra yapmaz. Ama Fatiha'nın manası yedi sıra değil ki, develer yükü kitaplar Fatiha'nın manasını almıyor! Onun için Arapça okuduğun zaman Mevlanın kasdettiği bütün manayı söylemiş olursun. Ama Türkçe'yi okuduğu zaman sadece onu tefsir eden kişinin ondan ne anlamış olduğunu, ne söylemiş olduğunu öğrenmiş olursun"
21 Temmuz 2021 Çarşamba
ŞİRK BATAKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI(16. YAZI)Ehl-i Sünnet din adamına göre "kabak sevmiyorum" diyenin cezası hemen ölümdür.Cübbeli anlatıyor."Harun Reşid'in sofrasında davet var iken, imam-ı Ebu Yusuf(Hanefi mezhebinin müctehid imam-ı ) efendimiz oradaydı.Kâdı'l Kudât (kadıların kadısı) orada ulemadan (âlimlerden) birisine kabak ikram edildi.Bu balkabağı, tatlı kabağı değil, o şeyler var ya, yemek yaptığımız kabaklar, uzun böyle, ince uzun, orada bulunanladan birisi dedi ki: "Resulullah (s.a.v) bu kabak yemeğini çok severdi" Orada "kibirli!" birisi kalkıp demesin mi ki, "Bende hiç sevmem"Hiiii! buz kesti ortalık.Bütün meclis halifenin huzurunda, bütün ulama, meşâyih var, dondu herkes, kanı dondu!İmam-ı Ebu Yusuf hemen dedi ki: "Tevbe etmezsen dedi, vur kellesini! (Adam) ne oluyor yahu, ben dedi.Ne dedim? Ne yaptım? Adam mı öldürdük falan. Kabak sevmek imanın şartı mıydı? Ben bilmiyordum falan filan.(İmam-ı Ebu Yusuf) sus dedi. Burada sen bunu bilmeseydin bu hadisi, şemayildeki (Allah Resulünün vücudunun ve hareketlerinin nasıl olduğunu anlatan hurafe eserler) bu hadisi, konu değildi.Orada âlimin birisi rivayet yapıyor. Sahih rivayat, Rasulullah (s.a.v) kabağı severdi! Sen bunu yemeye bilirsin, içinden, isteğin, iştahın gelmeyebilir. Ama ben sevmem. Ne oldu bunu eklediğin zaman birbirine cümleleri!"Resulullah'ın sevdiğini ben sevmem" demek oldu. Resulullah'ın sevdiğini sen nasıl sevmiyorsun? Hani o sana canından ileriydi!Haa seviyorum dersin! yemezsin! yemeye bilirsin!(Yani Cübbeli'ye göre yağcılık ve yalancılık yaparsın)Büyük bir spor salonunda binlerce kişinin önünde Cübbeli Ahmed'in anlattığı hikayeye bakar mısınız?""Efendi Hazretleri ben biraz Buhara'ya çarşıya pazara çıksam çok sıkıldım, izin verir misin? Olur evladım! çıkmış,O da o makama ermiş ki, (tekkeden)kovulandan bahsediyoruz, o kovulan direk şimdi nasıl uçaklar, jetler tak uçuşa geçiyor. Bir uçmuş müritlerin üzerinden gitmiş Buhara'ya doğru! Yani (tekkeden) kovulan adam uçabilen adam haa! Demek ki burada uçmak muçmak çok hüner değil. Şahı Nakşibendi Hazretleri hemen bunu anlamış, doğru müritlerine çıkmış. Bir bakmış hepsi böyle,"yahu kaç senedir bu tarikatta ders yapıyoruz daha hala uçamadık!Adam dün geldi, uçuyor kafamızın üzerinde" bunların bütün feyzi bozuldu.(Şah-ı Nakşibendi) yahu gelmiş demiş, "içerde biraz huzur üzere bir namaza duracaktım, sizin kalbinizin karıştığını anlayınca zor yetiştim" demiş. Evladım bu ne iştir demiş ya! Siz nereden aldanıyorsunuz? demiş. Bu adamı Ricâlul ğayb (tasavvufçuların ilâhları) zaten tardetmiş ( kovmuş)biz buna şefaat ediyoruz da bunu düzeltmeye uğraşıyoruz.Bunun uçması muçması çok büyük bir makam değil evladım! Mühim makam olsa sivrisinek uçmaz evladım demiş yaa! sinek uçuyor, sivrisinek uçuyor. Bunlar hasis (basit) işlerdir demiş ya! Ondan sonra bir daha demiş, o bir daha geliyor! Buhara'dan yine uçarak geliyor!O zaman var böyle veliler, uçuyorlar, geliyorlar, gidiyorlar. Şahı Nakşibendi Hazretleri demiş "Bir daha uçamayasın" demiş orada. Ondan sonra oda tekkede oturmuş aşağı, öbür müritlerle beraber. Yani ne diyorum?Kimileri uçarken Şah-ı Nakşibendi Hazretleri de uçanı aşağı indiriyor! (kaddesallahu sırrahu)" Bu inanç ve fikirlere sahip olan memleketleri Allah kahreder, harabeye çevirir.İşte âyetler."Onlara bir zulmetmedik; fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabb'inin azap emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları İlahları onları hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Rabbin, haksızlık eden memleketleri (onların halkını) yakaladığında onun yakalayışı işte böyle (şiddetlidir)Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir. İşte bunda, ahiret azabından korkanlar için elbette bir ibret vardır. O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün bütün mahlukatın hazır bulunduğu bir gündür"(Hud--101,102,103)Yüce Allah memleketleri yanlış ameller dolayısıyla değil, şirk ve zulüm yüzünden tarumar eder.(Hac-31)Menzil uydurma gavs'ının Semerkand tv'de tasavvuf müziği eşliğinde Serdar Tuncer'in anlattığı şirk sapıklığı:"AHIRI MELEKLERE TEMİZLETTİRMEK"Serdar Tuncer diyor ki:"Yüce Nakşibendi yolunun önemli amellerinden biri de hizmettir.(Tarikatta hizmet: Şeyh adlı tağuta kölelik yapmaktır) "Hizmet, müridin kendini yetiştirmesinde ve manevi olarak yükselmesinde en önemli basamaktır. Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri geceleri sofiler uyuduktan sonra lavaboları temizleyerek, Seyyid Abdulhakim El Hüseyni de hizmet yapmak maksadıyla Şah-ı hazne'nin (Şeyh Ahmet el- Haznevi,Tekkesi Suriye'de tel- Ma'ruftadır )sürüsünün ahırında tezekleri bir taraftan öbür tarafa atarak bu yolda ilerlemişler ve benliği yıkmışlardır. Seyyid Abdulhakim El- Hüseyni Hazretleri bir gün müritlerinden ahırın önündeki samanları ahırın üstüne atmalarını ister. Sofiler samanları ahırın üstüne atarken, içlerinden birisi"mübarek bize niye hizmet ettiriyor ki" diye içinden geçirir. O esnada mübarek gavs gelir ve sofiler!"Çok yoruldunuz, isterseniz bir çay molası verin, hem dinlenmiş olursunuz" buyurur. Çay içme esnasında içinden bunları geçiren sofi'nin kalp gözü açılır ve samanları meleklerin taşıdığını görür! Gavs (kuddise sırruhu) buyurur."Sofi gördün mü? "Biz istersek Allah'ın izniyle bu işi meleklere bile yaptırırız, ancak istiyoruz ki sofiler kazansın"Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."Müşriklere de ki: Allah'tan başka ilâh saydığınız şeyleri çağırın. Onlar ne göklerde ne de yerde zerre ağırlığınca bir şeye sahiptirler. Onların buralarda hiçbir ortaklığı yoktur. Allah'ın onlardan bir yardımcısı da yoktur"(Sebe- 22)İsmailağa tarikatının müridi Muhammed Fatih Osmanoğlu anlatıyor. "Bununla alakalı size bir sır daha vereyim! Ben çok gidiyorum, gittiğim zaman da paylaşıyorum insanlar gitsin diye.Akbaba Hazretleri var (kuddise sırruhu) nerede yatıyor?"Kuddise sırruhu veya kaddasallâhu sirrahu" ne demektir?Aslında Allah elçilerinin kavimleri gibi, bu sapık müşrikler de şeyhlerine "Allah" diyecekler, fakat Kur'an'dan ve muvahhidlerden çekindikleri için "gavs, insanı kamil,hakikatı Muhammediye, kuddise sırruhu ve kaddasallâhu sirrahu"gibi kavramları kullanarak takiyye yapmaktadırlar.Devamında diyor ki, "Beykoz'da yatıyor, Beykoz'da Akbaba Köyü vardır. Nakşi büyüklerinden Akbaba Hazretleri orada yatıyor. Efendi hazretleri(Mahmut Ustaosmanoğlu) bununla alakalı çok ciddi hikayeleri var. Akbaba Hazretleri Fatih döneminde yaşadı halbuki. Ama diyor ki, zaman zaman tıbbi noktada fiziki şartlarla yaşamış olduğu bazı sıkıntılar olmuştu Efendi Hazretlerinin (Mahmut Ustaosmanoğlu) ameliyatlar geçirmişti.Dediklerine göre, diyor ki kendileri, "Ameliyatımıza Akbaba Hazretleri teşrif ettiler" diyor. Gelmiş manevi doktorluk yapmış. Ve derdi ki: Ha şimdi kabre gidip de istimdat istemeyi inkâr edenler var. Olur mu? Bal gibi olur! Öyle bir olur ki, sen yaşayanlardan istiyorsun! yaşayan insanlar ile ölüler arasında fark ne? Onları sen vesile kılıyorsun da, insanın nefsi insandan ayrılınca, insanın istidadı ve ruhsal kabiliyeti daha çok artar halbuki! Derler ki, mesela: Bir veli yaşarken kınına sokulmuş kılıç gibidir.O kılıç keser mi? Vurursun adama, en fazla bayıltırsın! Ama bu kılıcı kınından ayırırsan, adamın boğazına dayarsan, adamı ikiye bölersin kağıt gibi. İşte diyor veli de vefat ettiği zaman nefis ayrılıyor ya bedenden, nefis geberip gidiyor!Ruh devam ediyor onunla! Dolayısıyla diyor, o insanın tasarrufu yaşamındaki tasarundan çok daha kaliteli olabilir"Gerçekten de tasavvuf ve tarikat mensupları yardım etmede ve cezalandırmada ölü şeyhlerin yaşayanlardan daha etkili olduklarına inanırlar. Bu Kur'an düşmanı müşriklere bir âyet ile cevap verelim. "Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını onun bilmesi yeter"(Furkan-58)
ŞİRK BATAKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:(15. YAZI)Allah günahlarımızı bağışlasın, ahirette bizi rezil etmesin diye dua ediyorum.Bazen Cübbeli Ahmet için "İyi ki varsın Cübbeli" diyorum.Cübbeli Ahmet gibi Kur'an cahilleri olmasaydı, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama hazinesi olan Kur'an'ın ne kadar kıymetli ve değerli olduğunu bilemezdik.Aslında sıkı bir şekilde bizi Allah'ın âyetlerine bağlayan, onun bize anlaşılmasını sağlayan şey, bu Kur'an'sızlara karşı yaptığımız mücadeledir.Bu Kur'an cahili mezhepçilere karşı ilmi mücadele neticesinde, yüce Allah'ın merhameti, inayet ve bereketi sonuna kadar bize açıldı.Allah bize acıdı, merhamet ve mağfireti ile Kur'an hazinesinin kapı ve pencereleri sonuna kadar bize aralandı.Yani ben diyorum ki, aslında bizi Kur'an'a bu kadar yaklaştıran, Resullere dost ve yoldaş yapan en önemli etken Allah'ın kitabını dert edinmemizdir."Ey iman edenler! Eğer Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir"( Enfal- 29)"Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve elçisine İnanın ki O, size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin, sizi bağışlasın. Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir"( Hadid- 28) Kur'an düşmanları tarafından bize yapılan hakaret ve ithamlar sayesinde Allah'ın rahmet ve mağfireti üzerimize tecelli edecektir. Bazen şöyle düşünüyorum.Acaba bu Kur'an cahillerine karşı biraz yumuşak ve sabırlı mı olsaydık? Bir gün tam böyle düşünceler içerisinde iken, fanatik bile görmediğim bir Nurcu ile sokakta karşılaştım. Bana dedi ki: "Ali hoca! "Bediüzzaman" (Said Nursi) hazretleriyle ilgili ne düşünüyorsun?" Ben de ona "Bazı fikir ve inançlarından dolayı eleştiriler getiriyorum" dedim.Tam bir cümle daha söyleyecektim ki, "Bediüzzaman" hazretlerine eleştiri getiriyorsan artık seninle konuşmanın bir faydası yok" dedi.Tebliğ ve dâvette metodumuz şu olmalı:Fanatik hurafecilere karşı sert ve acımasız, hakikatı yalın ve açık, tavizsiz ve agresif olarak ortaya koyacağız!Bu konuda tek önderimiz ve rehberimiz Kur'an'da tevhid mucadelesi anlatılan İbrahim (a.s) ve onun insanlık tarihindeki arkadaşları olacaktır."İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncıya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir..."(Mümtehine- 4)Ümmilere karşı yumuşak ve merhametli, kolay ve anlayacakları şeylerden başlayarak güzel örnek ve en iyi dâvet yöntemiyle sadece Kur'an'a çağıracağız. SAİD NURSİ'NİN KUR'AN CEHALETİ: Said Nursi diyor ki; Bir gün Ali Bin Ebu Talip "Peygamberimizle" beraber otururken, Cebrail, ism-i Azam'ın yazılı olduğu bir sayfayı Hz.Ali'nin kucağına bırakıyor. Ali Bin Ebi Talib, Cebrail'i gök kuşağı şeklinde gördüm.Sesini işittim, bu sayfayı ondan aldım, bu isimleri de içinde buldum" diyerek, bir takım olaylardan bahsettikten sonra tahdis-i nimet (nimeti anmak) süretinde (gayesiyle) diyor ki: "Dünyanın yaratılmasından kıyamete kadar olan bütün ilimlerin sırlarını bu sayfa sayesinde keşfettim. Kim ne istiyorsa sorsun, sözümden şüphe edenler zelil olsun""Metnin orijinali için bakınız: Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 18. Lem'a, Kaynaklı indeksli Risale'i Nur Külliyatı, Said Nursi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul. cilt. 2 sayfa. 2078- 2079)Halbuki gaybın sadece Allah tarafından bilindiğine dair Kur'an'da birçok ayet bulunmaktadır. Mesela: "Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır, onları O'ndan başkası bilmez..."(En'am- 59)Mesela: "Nuh dedi ki: Ben size "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır"demiyorum, gaybı da bilmem..."(Hud-31)Mesela: "De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez..."(Neml- 65)Yüce Allah'ın muhterem elçileri, vahiy sayesinde gaybı bilirler."O bütün görülmeyenleri bilir. Gaybına kimseyi muttali kılmaz. Ancak (vahiy'le bildirmeyi) dilediği Resul (Min Resulin) bunun dışındadır..."(Cin- 26, 27)(Ey Resul!) Musa'ya emrimizi vahyettiğimiz sırada, sen batı yönünde bulunmuyordun ve o hadiseyi görenlerden de değildin.Bilakis biz nice nesiller var ettik de, onların üzerinden uzun zamanlar geçti.Sen, âyetlerimizi kendilerinden okuyarak öğrenmek üzere Medyen halkı arasında oturmuş da değilsin, aksine onları sana vahiyle gönderen biziz. Musa'ya seslendiğimiz zaman da, sen Tur'un yanında değildin. Bilakis, senden önce kendine uyarıcı (Elçi) gelmeyen bir kavmi uyanman için Rabbinden bir rahmet (olarak orada geçenleri sana vahiy ile bildirdik) ola ki düşünüp öğüt alsınlar"(Kasas- 44, 45, 46)"Ey Resul! işte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi akibet sabredip sakınanlarındır"(Hud, 49)Her zaman söylüyoruz.Biz Şia ve Ehl-i Sünnet'in eserlerine, hadislerine,ictihadlarına mezheplerine ve sözlerine zerre kadar itibar etmiyoruz.Yani bizim yanımızda onların sivrisinek kanadı kadar bir değerleri yoktur.Ağırlığı olmadığı için havada dönüp dolaşan bir toz zerresi kadar yanımızda değerleri yoktur. Bizi esas ilgilendiren şey, İbrahim (a.s) ın buyurduğu gibi, "edlelne kesiran minennes" "insanların bir çoğunu saptırmış olmalarıdır"(İbrahim- 36) Bu gerçek her zaman göz önünde bulundurulması gerekir.Televizyonda yaptığı bir konuşmasında Cübbeli aynen şunları söylüyor."Abdulkadir Geylani (kaddasallâhu sirrahu) odada oturuyor.Mübarek tavuk yiyormuş, ellerinide böyle yalıyor, böyle, bismillah tavuk yiyor.Tam da kadına denk geldi ya! İmtihan ya şimdi!Olmadı dedi ya, efendi hazretleri! dedi ya. Çocuğum orada açlıktan ölüyor, sen de burada tavuk yiyorsun dedi ya! Böyle terbiyesiz insanlar da var, çok terbiyesiz insanlar!"Beş para etmez bir adama karşı konuşmak terbiyesizlik olurken, Nebi (a.s) a gelip hakkını arayan ve mucadele eden kadın mübarek oluyor. (Mücadele- 1)Fakat Cübbeli'ye göre Abdulkadir Geylani ile tartışan ve haklı olarak ona karşı gelen kadın terbiyesiz oluyor! Cübbeli hezeyanlarına şöyle devam ediyor. "Mübarek efendi ne yaptı? Kemiklere "kum biiznillah" Allah'ın izniyle kalk, canlan" dedi. Tavuk hemen canlandı, kadın bunu görünce şaşırdı. Estağfurullah efendi hazretleri dedi:"Hanım senin çocuğun da bu makama gelsin, istediği kadar tavuk yesin"( Cübbeli Ahmed'in Kur'an cahili cemaati burada gülüyor) Başka bir konuşmasında şu acayip hikayeleri anlatıyor. "Bir kere arşa çıkarıldım diyor. "Ebu Hasan El- Harakani arşa çıkarıldım diyor!Tavafa başladım diyor. Melekler geri kaldı, ben hızlı tavaf ediyorum!(Ben bu hurafeleri yazarken çok gülüyorum, çünkü bu hurafeler çocuklara masal gibi geliyor. Hakikaten bu Cübbeli çocuklar için çok güzel "masalcı amca" olabilirdi) Bir Melek geldi diyor, işlere bak işlere! Hiç bir programda duyamazsınız bunları, hiç bir programda, bilen de yok. Dedi ki, meleğin biri: "Sen niye bu kadar hızlı gidiyorsun? Biz sana yetişemiyoruz! Meleğe dedim ki diyor: "Sizde ateş latifesi (özelliği) yok. Biz, su, toprak, hava, ateş, dört unsurdan yaratıldık. Sizde nurdan yaratıldınız. "Hepimizin belli makamı var, onu aşamayız, meleklerin bir programı vardır. O programın dışına çıkamazlar, ne arttırabilirler, ne eksiltebilirler. Onlar programlanmıştır. Biz öyle değiliz, biz de güç var, kuvvet var!O manevi gücü kullandığımız cihette bize melek bile yetişemez. İnsan meleklerden üstündür!Ne bakımdan üstündür? Meleği geçme kabiliyeti var! Ama sende de var o kabiliyet, bende de var. Ama işlettin mi? işletmedin mi? Beyazıt Bestami işletmiş! Ben işletmemişim.Ben yere çakılmış kalmışım, ama o göğü aşmış geçmiş.Mektubatta İmam-ı Rabbani "Yerin çocuğu diyor."Göğün üstüne çıktı" diyor. Yerin çocuğu biz. Evliyaullah için söylüyor."Yerin çocuğu göğün üstüne çıktı! zamanı da geri bıraktı mekanı da geri bıraktı. İşte Muhammed Mustafa (s.a.v) İşte Miraç hecesi yaşananlar. Cebrail (as) bile gelemiyor, yanaşamıyor! Ha ona varis olanlar, ona tabi olanlar, onun izinden gidenler, onun gibi ererler. Ruhani Miraca erişirler. Ama bunu Ebu Hasan El Harakani rüyada görmedi ki, açıkça diyor."Arşa götürüldüm tavaf ediyoruz.Bizde dedim ateş latifesi olduğundan suratlilik var, hızlılık var. Onun için melek bana yetişemiyor diyor. Bu zat geliyor Ebu Yezid el Bestami'nin mezarından alıyor. Bu o kadar yetişmiş ki, o da oradan alıyor tabii. Ondan sonra gök kapılarının açıldığını görüyor! Meleklerinin indiğini görüyor. Onlar öyle, senin gibi benim gibi rüya görmüyorlar ki.
20 Temmuz 2021 Salı
ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:(14. YAZI) Kur'an ehli muvahhidler sosyal medya üzerinden seslerini geniş kitlelere ulaştırdıkça uydurma dinin mensuplarında panik başladı.Bakın Cübbeli Ahmet uydurma şirk dini için nasıl bir endişe içine girmiş,diyor ki,"Ne kadar gözü kör adamız ya! Göz göre göre dinimizi değiştirecekler, çıt çıkaran da yok.Ondan sonra Allah veriyor zammı, veriyor enflasyonu, devalüasyonu, kimsenin bir şey anladığı yok. Niye oluyor? Trump yapıyor! Ne Trump yapıyor! Senin nefsin yapıyor nefsin, Trump Allah'ın tokadı!Kafiri zalime musallat ederim buyuruyor!Sen zalim olursan, kendi nefsine yazık edersen, cemaate gitmezsen, camileri terkedersen, haramları işlersen, tevbe'i nasuh etmezsen, diz boyu haramları, günahları bu kadar arttırırsan, ondan sonra bir de dine el atıp ilahiyatçıların vasıtasıyla kader yok, şu yok, bu yok!Mekteplerde bunu çoluk çocuğu okutursan ilahiyatta bilmem nerede!Ondan sonra doğruyu konuşan birkaç hoca kalmış. İhsan (Şenocak) Hoca gibi adamları görevden alırsın, susturursun, oturun aşağıya doğru konuşmayın.E bereketimiz ne oldu? Ben mi yaptım? Ben yapmadım! Birileri sebep oldu bu belalara, tevbe etmeleri icab ediyor.Aksi takdirde gidişat kısa zaman içinde görüleceği üzere... biz bunların hepsini on sene önce söyledik. Keşke çıkmasaydı. E şimdi de bu dine müdahale, Ehl-i Sünnet'e müdahale,Ehl-i Sünnet alimlerine müdahale, Ehli Sünnet alimlerini hor hörme, hakir tutma.Kaderi inkar eden, dinde reform, yenileme isteyen ilahiyatçılara yol verme büyük belalar getiriyor. Ve bu belalar bu memleketi yakacak kadar büyüktür. Bu tehlikeyi öngörüyorum ve size de haber veriyorum!Ne olduk da demeyin, daha beterini de Allah muhafaza bekleyin! Ancak tevbe edeceğiz, elimizden geldiği kadar tebliğ edeceğiz!Bu sohbetleri ulaştıracağız.Para istemiyoruz! pul istemiyoruz! Her yere tebliğ, mesajla, linkle, WhatsApp ile her yere ulaştıracağız, millet uyansın!Profesör deyip de, Doçent deyip de, sarığı var kafasında deyip de peşinde gitmeyecek arkadaşım! Doğruyu, hakkı bilecek! Hakkı bilecek! din işi gevşekten alınacak bir şey değildir. Tamam mı, başka işlere benzemez. Yani bu itikat bozukluğu "din"den çıkarır! İnsan kafir olarak ölür ocağı batar!Yarın ahirette de "Bu Profesördü, ben bunu dinledim" diye kurtulamaz. Çünkü Allah size akıl fikir vermiş, doktorlarda kıyas yapıyorsunuz, manavlarda marketlerde kıyas yapıyorsunuz, hıyar alırken kıyas yapıyorsunuz.Üç kuruşu beş kuruşu hesap yapıyorsunuz.Dininize geldi mi böyle gevşeklik yapamazsınız. Ecdat size bu dini böyle bırakmadı"Cübbeli bunları anlatırken, biz yine Allah'ın kitabına gidelim. "...müşrikleri davet ettiğiniz (Allah- vahiy- islam-tevhid) onlara çok zor gelir..."(Şura- 13)Kur'an ehli muvahhidler, dinlerinde en az Cübbeli kadar samimi ve tavizsiz olmadıkları sürece dünya hayatında huzur ahirette cennet yüzü göremezler.Aslında bu saçma sapan hurafelere binlerce hatta milyonlarca kişi inanmamış olsaydı onları ele almanın ve onlara karşı bir reddiye getirmenin mantığı olmazdı.Yani milyonlarca insan bunlara inandığı için onları ciddiye alıyoruz. Bu hurafe ve yalanlar Kur'an'ı Mübin'i anlama, her türlü ilim, aklı kullanma ve sorgulama yapmanın önünde aşılmaz bir engel içinden çıkılamaz bir bataklık olmuşlardır. Mesela :Bakın Cübbeli Ahmet Lâlegül tv'de binlerce kişinin önünde yaptığı konuşmada ne diyor? "Allah'ın dostları aslana binerdiler, yılanı da aslana kamçı yaparlardı. Evliyaullahtan birisi öyleydi, (müritler) birisini duydular çok büyük velidir, şudur, budur.Kapısına geldiler, karısı açtı kapıyı,Dediler: "Efendi Hazretleri evde mi?"Ne efendi Hazretleri, salağın biridir!Sizde de onu amma adam zannettiniz""Allah Allah dediler, herhalde biz yanlış kapıya mı geldik? Adresi târif edene darılıyorlar. Adam "onun kapısı doğru" dedi. "Onun karısı öyledir" dedi. Öyle çok var evliyaullah'tan karısından dayak yiyen, karının belalarına sabreden. Adamların itikadı şey oldu(bozuldu) yani. Dedi: "Bu nasıl evliya oluyor? Karısı ona bağırıyor, aleyhinde konuşuyor. Biraz gittiler, mübarek geliyor. Aslana binmiş, yılanı da kamçı yapıyor! Dedi: "O evde gördüğünüz var ya, ona sabretmekten bu makama erdik! Bazı adamı karı evliya yapar!Yine cübbeli Ahmet anlatıyor."Adamın birisini aç aslanların içine attılar. Mısır hükümdarı, (aslanların içine atılan veli) büyük bir zat, isimleri kalmıyor aklımda. Rabıta kitabında yazmışım. Arslanlar aç haa! Bazı aslanlar bir şey yapmaz! Neden biliyor musunuz?Tok olduğundan, yani yemişseler niye parçalasın seni? Kaç tane aslan, aç, attılar mübareği! bakıyorlar uzaktan.Bütün aslanlar geldi, kedi gibi sürünerek geliyorlar mübareği ziyaret edip gidiyorlar, ziyaret edip gidiyorlar. Mısır hükümdarı: "Bu nasıl bir şey? Çıkarın onu" dedi. Onu çıkarttılar, insanlar soruyor: "Efendi hazretleri aslanlar size yanaştığında neler hissettiniz?""Yahu bunların salyası bana dokunacak, abdeste, namaza zararı var mı? "Fıkhi meselesini düşünüyordum! Allah Allah- Allah Allah,(Cemaatten kahkaha sesleri) Adamın düşündüğüne bak! Aslanlar yanına gelmiş canını alacaklar. "Ulemanın salya hakkında ihtilafları hakkında kafa yoruyordum" "Yani necaset midir? değil midir? Adamın aslanlarla hiçbir alakası yok. Bunlar böyle dostlar! İbn'i Ömer'e dediler."Yolu aslan, ejderha tıkamış! İndi, herkesin ödü kopuyor, kimse yanaşmıyor. İbn'i Ömer indi, kulağını şöyle bir çekti! canavar gitti"Halbuki Kur'an'da anlatıldığına göre sihirbazların sopa ve ipleri birer ejderha olduğunda Musa (a.s) korkmuştur.(Tâhâ- 67)Yine Musa (a.s) Medyen'den Mısır'a dönüşünde yüce Allah kendisine vahiy indirip, "asanı at" buyurduğu zaman, asasının bir ejderha olması neticesinde Musa (a.s) arkasına dönüp bakmadan kaçmıştır.(Kasas- 31; Neml-10)Yani Firavun'a meydan okuyan Allah'ın Resulü Musa (a.s) gibi karizmatik bir lider ejderhadan korkuyor.Fakat Cübbeli'nin velisi aslandan hiç korkmuyor.Akılsızlığınızla geberin,Cübbeli'ye göre İzmir'i kim kurtardı ?"Geçmiş kitaplarda efendim, İzmir Yunan işgalinden "tefriciye" ile kurtulmuş. Meşayih yazıyor, kaynak verdim. Millet de zannediyor ki, bilmem kim kurtardı? Ne bilmem kim kurtardı? Tefriciye ile kurtuldu(Tefriciye salavat duası, baştan sona kadar şirk olan bir duadır)Cübbeli Ahmed'in bu hurafe ve yalanlarını önemli kılan başka bir unsurda İhsan Şenocak ile tarihçi Ahmet Şimşirgil gibilerinin sürekli olarak onun televizyonunda program yapmalarıdır.
18 Temmuz 2021 Pazar
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR57.YAZI)"Değerli Ali Aydın hocam!Yine muhteşem bir yazı.Elbette ki, yazının gerçek ve güzelliği âyetlerle örnekler verilmesinden kaynaklanıyor.Hocam! Musa (a.s) Tur dağına gidip gelinceye kadar, Harun (a.s) içlerinde olduğu halde Samiri müşriği, altından buzağı yaparak İsrailoğullarını ona taptırıyor.Son vahiy'den bugüne oldukca uzun bir süre gecmiştir.Yani şirk dininin bu kadar yaygın ve müşriklerin bu kadar çok olduğuna şaşırmıyorum artık. Bugün de kitaptan konuşanlara deli, sapık diyorlar zaten. Ne hikmetse, kitabın değişmez konuşması her zamanda kendini tasdik etiriyor adeta.Ellhemdulillah"(Meral Ince Celik- "Şirk Sapkınlığı Kendilerine Atalarından Miras Kaldı" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Ali Hocam!Bu yalancı, dolancı Kutlular'ın zavallı kızı babasından ve o sapkın tarikatından uzak kalmak için serseri bir hayat yaşıyordu.Ne yazık ki en son uyuştururcu batağına saplanıp yüksek dozdan hayatını kaybetti. Her haberi yukarıdan aldığını söyleyen bu yalancı, kendi kızının hayatının bu şekilde son bulmasına sebep oldu.Allah'ın laneti bunların üzerine olsun. (EnginTeke-"Şirk Sapkınlığı Kendilerine Atalarından Miras Kalmış" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------!Al fetö'yu vur Said'e (Nursi)Bu bapta kalem oynatan sahte kahramanların ortaya koydukları yazılı neşriyat boylarından büyüktür.Ali Aydın kardeşim!Âyetlerin ışığında aydınlık yoldasın. Bu dinden geçinen kurnazların ipliğini pazara çıkarmaya devam.Hak sizinle olsun, Hakla birlikte olunuz"(Zeki Şimşekli "fetö" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------"Ehli keramet din mensuplarının iman esasları altıdır.1-) Yalan 2-) Kuyruklu yalan 3-) Okkalı yalan4-) Akıl almaz yalan5- Mantık dışı yalan 6-) Arkası görünen yala.(Bedrettin Köprücü-" Tasavvuf" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------"Ali Aydın! Çok teşekkür ederim hocam.Bizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Rasül ve Kitab gönderen Rab'bimize hamdolsun.Yolunu vahiy ile bulanlara selam olsun.(Bekir Akça-"Peygamber Kelimesini Kullanmanın Sakıncaları" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Kardeşim! emeğinize sağlık! Kur'an'ı tam özümsemiş olanlar yanlış ve çarpıklıkları Kur'an’ın bütünü içinde daha kolay yakalayabiliyor.Biz de acizane faydalanıyoruz. Aklımıza uymayan, takılan ve bu Allah’ın dini, âyeti, kuralı olamaz dediğimiz konuları bilen birisi açıklayınca; dini ne kadar saptırdıklarını ve ekleme yaptıklarını daha iyi görüyoruz! Allah biliyor ki; elinizde olmadan çarpık, yanlış, böyle olmaz diye bazen düşüncelere dalıyorsunuz. Kardeşim! Çok teşekkürler !Siz de biliyorsunuz ki, diyanet mensupları Kur'an ile tartışmaya ve konuşmaya yanaşmıyor ve hemen Allah Resülü yok mu? Yada" namazı nasıl kılacaksınız? gibi, klasik cevaplar veriyorlar.Fakat siz, Kur'an'dan âyetle cevap verince de "siz dinden çıkmışsınız, tartışmaya gerek yok" diyerek konuyu kapatıyorlar! Maalesef güç ve medya ellerinde! İşimiz zor ama Kur'an merkezli kardeşlerimiz Kur'an'ı anlatmaya devam etmeliyiz.Sevgiler" (Hüseyin Bostan- "Suudi Arabistan'a Gitmeyi Günah Çıkarma Aracı Yapanlar Kahrolsun" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------Saygıdeğer Ali hocam!Allah'a yemin olsun ki, yine gerçekleri ortaya döktürmüşsunuz. Merak ediyorum : 1-) Allah'ın evine ziyarete gidiyorlar, iyi hoş da Allah'a ne hediyeler/armağanlar götürüyorlar !?2-) Hac ve umre dönüşü Allah'tan ne gibi hediye/armağanlar alıyorlar.!?3-) Dönüş sonrası özel hayatlarında ne gibi değişiklikler oluyor-olumlu yönde- !?4-) Yoksa yolca gidip, yolca geliyorlar mı?5-) Allah'ın emrini yerine getirdik, temizlendik, günahsız Müslüman olduk mu sanıyorlar!?Cahilliğimi bağışlayın hocam. Saygılarımı sunuyorum"? Fuat Ceylan Ceylan- "Suudi Arabistana Gitmeyi Günah Çıkarma Aracı Yapanlar Kahrolsun" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------Selamlar hocam!Bende aynı görüşteyim, o kadar çok hadis uydurmuşlar ki, hatta Allah Resülü adına kabir azabı diye hadisleri var.Bu dünyada herkesin kabri yok ki, kabir azabı olsun, ayrıca Kur'an'da kabir azabı hiç geçmiyor.Bu dini o kadar çok tahrip etmişler ki, her şey Kur'an'a değilde, hadiscilere bağlanmış, önce filan hadis şunu der diye başlıyor.Oysa ki Kur'an'da her şey var.Tabi ki anlamak isteyene saygılar hocam...(Mehmet Ali Geren- "Kabir Azabı Var Mı" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Eyvallah Ali hocam!Din tüccarlarının en çok kullandığı bir yalan ve hurafeden ibaret olan, toplumu da dinden soğutan bu kabir azabı, kabir hayatı yalanıdır.Yüreğiniz ve kaleminizle doğruları bizlere sunmuşsunuz. Allah razı olsun"(Akif Kaya- "Kabir Azabı Var Mı" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------"Eyvallah hocam.Yüzlerce Ayettte Öldükten sonra "kabir azabını" çağrıştıracak bir tek işaret yokken, sünni ve şia alimlerinin müminlerin adeta imanına çökmesi anlaşılır gibi değildir!Bunları onca âyeti örtmesi, koskoca Kur'an'ı Mübin'i tahrif etmeleri sadece cahillikleriyle izah da edilemez!Rabbim hidayet nasip etsin.Aslolan müslümanların imanını çalmaları"(Hüseyin Gölgeli- "Kabir Azabı Var Mı?" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------Pek çok aklı selim hocayı takip ediyorum. Sizin kadar konuyu âyetlerle ispatlamaya çalışana az rastlıyorum. Araştırma ve bilgilendirmeleriniz için size minnet borçluyum. Teşekkürler.(Nihal nihal Erdoğan- "Suudi Arabistan'a Gitmeyi Günah Çıkarma Aracı Yapanlar Kahrolsun" adlı yazıya yaptığı yorum)
ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI :(13. YAZI) Yüce Allah, Kur'an'da müşrik sapıkları deşifre etmeseydi, bu yalancıların adlarını vererek deşifre etmeye belki hakkımız olmazdı.Fakat Kur'an'da bulunan iki âyet her zaman dikkatimi çekmiştir.Bu iki âyet ad vererek, açık ve net bir şekilde Firavun'un şirk sapıklığını deşifre ediyor."Firavun: Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka ilah tanımıyorum..." dedi"(Kasas-38)"Firavun derhal adamlarını topladı ve onlara seslendi. Ben sizin en yüce rabbinizim! dedi"(Naziat- 23, 24)Aslında Allah kiyamet gününe kadar etkisi ve yetkisi sürecek olan son vahiy'de Firavun'un bu hezeyanlarına hiç yer vermeyebilirdi.Fakat yüce Allah gelecek olan müşriklerin deşifre edilmesi ile ilgili bize bir ipucu ve örnek bırakmayı murad etti. İşte bu yüzden biz Kur'an ehli muvahhidler olarak yazılarımızda tevhid akidesinin önemi, Kur'an İslam'ının ve vahyin evrensel ahlakının yüksek kalitesini,mezheplerin uydurma ve şirk sapıklıklarını ortaya koymaya çalışıyoruz.CÜBBELİ AHMED'İN ŞİRK SAPKINLIĞI:Cübbeli Ahmed'i Lâlegül tv'de seyrediyorum aynı Firavun gibi yüzlerce adamının karşısında şu sapıklıkları anlatıyor."Muhammed İbni Nasr es sâiğ diyor ki, Benim babam devamlı cenaze namazlarına giderdi.Sevabını almak için, müslümanın cenazesine giden bir kırat Uhud dağı kadar sevap alır. Devamlı cenazelere gider. Bir kere dedi ki : "Oğlum bende öleceğim, gideceğim" dedi. "Sana dedi çok ilginç bir şey, Allah'ın âyetlerinden, kerametlerinden bir şey gördüm, bu da benimle gitmesin, ümmete vaaz olsun" dedi."Sana anlatıyorum""Bir gün bir cenazede bulundum, cenazeyi defnettiler.İşte kabre indirmek için falan, iki kişi indi, sonra birisi çıktı, öbürü kaldı. Millet de başladılar toprakları atmağa, o zaman sünnet olan kabirleri derin kazmaktı.Üstüne toprakları atarken ben de müdahale ettim, dedim! "Ey millet! Ölü ile bir de diriyi gömüyorsunuz, adam kaldı içerde, hemen kafasına toprakları saçmayın!" dedim. Dediler "burada kimse yok, kabrin içine girdiler, burada kimse yok" Allah Allah "le'ellehu şübbihe li" dedim. Hayal mi gördüm, halisinasyon mu gördüm. İki kişi indi, biri çıktı öbürü çıkmadı."Sümme raca'tü" "sonra döndüm" kendi kendime dedim ki, diyor. "Yahu ben hayal mayal görmedim, iki kişi indi, bu adamı defnetmeye, biri içeride kaldı" Bu Allahu Teala'ya, buda büyük bir veli!(zaten cübbeli'nin küçük bir velisi yoktur) Bu zat çok büyük bir veli! "Ben dedim diyor, tamam mı! Muhammed İbni Nasr es sâiğ, yani bu gören zatın adı Nasr es Sâiğ, "Allah'ıma yalvaracağım bana diyor, bu işi keşfettirecek. "Mevla bana, bunun sırrı ne olduğunu, ben bunu boşuna görmedim" geldim. "Dedim ki ben bu işi nerede çözerim, dedim ki, bunu kabirde çözerim" "Gittim aynı mezara 10 Yasin okudum diyor, 10 da Tebareke okudum" diyor."Ve bekeytü" "başladım ağladım, ağladım""Ve kultu Ya Rabbi! İkşif anni mé raaytü, fe inni hâifun alé akli""yâ Rabbi! Aklım yerinden gidecek, evhama girdim, ne oldu bu iş diye. "Ben aklımın zâil olacağından korkuyorum, endişeleniyorum, bana gördüğüm şeyin hakikatini keşfettir" "Millet diyor ki kimse yok, ben gördüm, ama hakikaten kimse çıkmadı, yok. Bu giren ne oldu buraya? buhar mı oldu burada? dedim. O anda "kabir açıldı" diyor. Allah Allah inanıyor musunuz buna?(İnanıyoruz sesleri) Hangi kitapta bu biliyor musunuz?İmam el-leklâkai, Ebu Kasım el-leklâkai, kitabın adı "es-sünne"İmam Suyuti'yi duymuşsunuz, onu pek duymamışsınız, Suyuti daha meşhur. İmamı Suyuti de sayfa 41 Bu okuduğum kitap da kimin kitabı? İmam Nablusi, Abdulğani Nablusi "keşfunnur an ashâbil kubur" Bu kitapta sayfa 60 bak önümde Arapça kitap var tamam mı! Gazeteden okumuyorum ha ! "Ondan sonra kabir yarıldı" diyor."Bir şahıs çıktı hızla kaçıyor gidiyor. "İçeride olan çıktı" diyor. Bak şimdi! Allah Allah dedim! "Bima'budike ille vekafte hette es'eleke" "ibadet ettiğin Allah'ın hakkı için dur dedim, dur! bir şey soracağım ya! "Bakmadı bana, bir daha dedim, bakmadı, bir daha dedim bakmadı. "Sonra döndü" "ente Nasrus Sâiğ? "Nasrus Sâiğ isimli kişi sen misin? "O kabirden çıkan" diyor. Dedim evet, "mé te'rifuni?" "tanımadın mı beni? diye.Dedim "kultu lé" ben nereden tanıyayım seni?"Nahnu mélakan min meléiketirrahman muvekkelâni biehlis-sünneti ize vudiu fi kuburihim nezelné hetté nulekkinehumul hucceh ve ğâbe anni"(Burda cübbeli Ahmet diyor ki)Allah Allah inşallah ben kurtarırım, inşallah sizde kurtarırsınız inşallah, "Dedi ki: "Biz Rahmet meleklerinden iki meleğiz! "Allah senin keşfini açmış bizi gördün, yoksa bizi insanlar göremez. "Kabre girerken ben de girdim, arkadaşım da girdi."O onunla kalıyor kabirde, yoldaş olmak için. Sen dedi böyle çok müracaat ettin. "Sana bu bilgi için beni mevla gösterdi sana! "Biz ehli sünnetle görevliyiz!!! Ehli Sünnet'ten biri öldüğü zaman geliriz. Münker- Nekir'in sualinin cevabını, huccetini, telkin ederiz. "Ondan sonra onu kurtarırız işimiz biter" dedi. "Gözümden kayboldu" diyor."Evladım demiş bu zat! Ben öleceğim, bu benimle gitmesin. "Ehli Sünnet itikadını muhafaza etmenin önemi, İkincisi: Herkes göremez, Allahu Teala bir kişiye gösterir, herkese işittirir!Cübbeli Ahmed'in şirk sapkınlığı bitmez. Diyor ki:"Yani Rabiyetül Adeviyye annemiz günlük bin (1000) rekat nafilesi vardı, günlük bin (1000) rekat nafilesi var.İmam-ı Zeynel Abidin Hazretlerinin bin (1000) tane zeytin ağacı vardı. Her ağacın altında günlük iki rekat namazı vardı. Nasıl yaptılar bunlar bunu ya! Bizim aklımız eriyor mu?Bizim vaktimiz eriyor mu? Ne bereketsiz adamlarız! Ne paramız yetiyor, ne vaktimiz yetiyor, ne ömrümüz yetiyor. Hayır yok! benzin bozuk, motor tekliyor! Bozuk benzin koyuyorsun motor tekliyor!EHL-İ SÜNNET MUHADDİS VE MÜCTEHİDLERİNİN ALLAH RESULÜ'NE KARŞI İFTİRALARIKulları Cübbeli'nin dilinden,"Cehenneme girdim gördüm ekseri halkını kadınlardan gördüm.Niye?Geçime nankörlük ederler, iyiliğe nankörlük ederler, kocaya saygı etmezler, kadınlar çok lanet okurlar. Onun için cehenneme ekseri onlar girecekler" "Benden sonrakilere kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım" Yani Ehl-i Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerine göre kadınlardan daha büyük bir fitne yoktur. Ve bunu Allah Resulü'nün pak dilinden iftira ederek ümmi halkı aldatmaya, erkeklerin gözünde kadınları birer şeytan yapmaya ve kadınları aşağılık bir varlık olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerinin yalan ve iftiraları aklımıza çok muhteşem bir sözü getirmektedir."Böyle bir cehalet ancak tahsil ile mümkün olur" Gerçekten günümüzde bulunan Kur'an cahilleri, ataları Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerinin kitaplarında bulunmasaydı bu iftira ve yalanlara inanmayacaklardı. Ne kadar güzel bir söz,"Böyle bir cehalet ancak tahsil ile mümkün olur"Dolayısıyla insanlık tarihinde her zaman Allah elçilerine karşı gelenler, cehaleti atalarından tahsil eden müşrikler olmuştur. Yani Allah elçilerinin saf ümmilerle bir savaşları olmamıştır. Bütün mücadele ve mücahede ataların uydurma dinine ölümüne bağlı olan şirk ehli, Kur'an düşmanı, düşünce özürlüsü, mezhepçi seyda ve mollalara karşı oldu. 06- 10 -2018 Cumartesi saat 18.25 civarında Cübbeli'nin Lalegül televizyonunda "Muhammed eşittir Allah" diyen Bayram Ali Öztürk konuşuyor.(Bayram Ali Öztürk, İsmailağa camiinde karanlık bir cinayete kurban gitmiştir, hâlâ nedeni çözülmüş değildir)Diyor ki: "Müridin biri imamı Rabbani'nin öldüğünü duyunca, ağlamış, ağlamış figan etmiş, sürekli ağlıyormuş. Nihayet İmam-ı Rabbani (k.s) yu rüyasında görmüş, İmam-ı Rabbani niye sürekli ağladığını sormuş? Efendim demiş, sizin öldüğünüzü duyduk. Siz bizim anamız, babamız, koruyucumuz idiniz. Şimdi biz kimin kanatları altına gireceğiz? demiş. İmam-ı Rabbani ona demiş ki : "Biz öldükten sonra da müritlerimizi terbiye etmeye devam edeceğiz" demiş.
17 Temmuz 2021 Cumartesi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(56.YAZI)Hocam!Konuya ilşkin olarak sunduğunuz Kur'ani gerçekler ve mantık silsilesi harika olmuştur. Bu konu bu güne kadar en çok tahrifata uğramış konuların başında gelir.Bu anlayışın müminlerin beynine adeta nakşedilişi, başta hanımlar olmak üzere müminleri çok büyük sıkıntılara sokmuştur .Allah sizden razı olsun.(Hüseyin Gölgeli- "Kur'an'a Dokunmak İçin Gusül ve Abdest Gerekli Midir?" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------Teșekkürler Ali hocam!Bu bilgilere çok ihtiyacımız vardı.Çevremizde çok fazla yalan ve uydurma bilgiler var.Bu bilgiler kișilerin beyninde o kadar nasırlașmıș ki, insanların doğruyu öğrenmesi çok zor olacak.(Ülker Yıldırım- "Kur'an'a Dokunmak İçin Gusül ve Abdest Gerekli Midir?" adlı yazıya yaptığı yorum?----------------------------------------------------------"Kardeşim, emeğinize sağlık!Allah razı olsun!Şunu görmeliyiz ki; hala diyanetçiler inadına" hadis ve sünnet, bize de, "siz Nebi inkarcısısınız" demeye devam ediyorlar.Yani Kur'an'ın âyetlerini bir türlü anlamak istemiyorlar.Kur'an'dan konuşurken hemen "namazın nasıl kılınacağını göster" diyorlar!!Kardeşim! Biraz bilgi ve âyet ile konuşunca da kapatalım konuyu diyorlar ! İşin garibi kendilerinin uydurdukları dine sarılıp "siz dinden çıkmışsınız" diyebiliyorlar !Yani kardeşim pes etmek yok, doğruları ve Kur'an'ı anlatmaya devam.Sevgiler"(Hüseyin Bostan "Kötülüklerin Anası Kur'an'dan Yüz Çevirmektir" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"Allah razı olsun Ali Aydın hocam. Âyetler ne kadar açık ve net ama kimse üzerine almıyor.Çünkü bu âyetler onlarla ilgili değil, sanki sadece kadim kafir ve müşriklerle ilgili inmiştir.O yüzden ancak hesap günü geldiğinde gerçekleri görüp hakkı kavrayacaklar.Rabbimiz ne güzel belirlemiş "insanlardan bazıları kendisine denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler..."(Bakara-165) Ben bu âyete uygun o kadar çok kişiyi biliyorum ki, ancak maalesef sorgulayacak akılları yok"(Meral Ince Celik)------------------------------------------Değerli hocam.Dikkat edilirse ümmi halkın yani ilahi mesajdan habersiz olan ve kendilerine öğretilenlere dayalı olarak, bilinçsizce dini yaşayanların, kendi halinde yaptıklarının amacını anlamadıkları için fanatik tavırlar ve fikirlere sahip olmadıklarını görebiliriz.Ümmi halka vahiy bilgisinin ulaşması, din adamlarının kurguladıkları dinin hâkim kılınması sebebiyle hidayetten engellendikleri için, bu saf insanların sadece dünyada yaptıkları amellere göre ilahi yargılamaya tâbi tutulacakları düşüncesindeyim. Çünkü "kendilerine Resûl göndermedikçe azap etmeyiz" (İsra-15) âyeti, bunu açıkça ortaya koymaktadır.Ama asıl önemli olan, vahiy'den haberdar olduğu halde onu inkâr eden, insanlara ulaşmasını engelleyen, Allah'ın ayetlerini etkisizleştirmek için onları yamultan, tüm benliği ile hakka karşı mücadele eden, atalarından kalan dine gönülden bağlı, yaptığının bilincinde olan din fanatikleridir.İşte günümüzde de tıpkı geçmiş toplumlara Allah'ın dinini anlatıp hâkim kılmak için gönderilen elçilere, ilahi mesajlara karşı çıkmış ve şirki din edinmiş, bilinçli olarak Allah'ın âyetlerini görmezden gelerek, atalarının şirke batmış din anlayışını devam ettiren, bu uğurda sadece Allah'ın vahyini anlatan müvahhidlere saldıran, hakaret eden, sapkın din fanatikleri büyük bir sorumluluk ve lânet altındadırlar.Bu müşrik din fanatiklerinin gideceği yer kesinlikle ebedi azabın olduğu cehennemdir.Kendisine sadece Kur'an'ı doğru yol rehberi edinmiş, Allah'tan başkasına güvenmeyen, amacı yalnız Allah'ın rızasını kazanmak olan müvahhidler, işte bu ümmi halka hakkı anlatıp, kendi dillerinde Kur'an'ı okumalarını ve dini sadece Allah'a has kılmalarını, mezhepçi din zihniyetiyle bıkıp usanmadan ilim ve fikirle mücadele edeceklerdir. Bu anlamda Allah'ın vahyini olduğu gibi anlatan, bağlam ve bütünlüğü içinde hikmetine ulaşabilecek donanıma sahip, örnek ahlâk ve karekterde olan, hiçbir karşılık beklemeden Kur'andaki ilahi mesajları ümmi halka ulaştırarak "biz her memlekete anladıkları dilden elçiler göndermedikçe azap etmeyiz" anlamındaki âyetlerin gereğini yerine getirecek, kim olduklarını sadece Allah'ın bilebileceği "Kitab'ın Resullerine" her dönemde ihtiyaç olacaktır.Selam ve saygılar sunarım,(Faruk Fidan- "Taklidi İman" adlı yazıya yaptığı yorum?--------------------------------------------------Kardeşim emeğine sağlık! Biz doğulu yada müslümanların itiraz kültürü, sorgulama kültürü , aklı kullanarak ilerleme kültürümüz maalesef yok! Ananın-babanın, hocanın, öğretmenin ve büyüğünün dediğini yap mizacıyla yetişen bir toplumdan ne bekliyebilirsin ki ?Önce bunu düzeltmeliyiz ! Nebi (a.s) a soru sorulur yada tartışılırdı.Ama haklı olduğumuz bir konuda bile din adamlarına karşı itiraz etme yada yanlıştır deme hakkımız yoktur. Allahtan tek dileğim herkesin Kur'an'ı anlıyarak okumayı nasip etmesidir. Sevgiler"(Hüseyin Bostan- "Şirk Sapkınlığı Kendilerine Atalarından Miras Kaldı" adlı yazıya yaptığı yorum) -------------------------------------------------------Eğer şahitliğe ihtiyaç duyulacak olursa;"Ya Rab ben şahidim Ali Aydın ve onun gibi kardeşlerimiz arıduru, tertemiz, halis dinine, bizleri davet etmekteler.(Bekir Akça-" 15 Temmuz Ruhu" adlı yazıya yaptığı yorum)
ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI(12. YAZI)Kur'an cahili bir Şii, televizyonda aynen şunları anlatıyor."Selman Allah Resulü'ne diyor ki :Ey Allah'ın Resulü !Bugün bir olayla karşılaştım, Ali beni dehşete düşürdü.Allah Resulü (a.s) buyurdu ki : Selman ! Ben Mirac'tan yeryüzüne döndükten sonra Ali Mirac'ta olup bitenleri bana anlattı. Allah Resulü şöyle devam etti. Adem'den bugüne kadar hangi Allah Resulü ve hangi bir veli'nin bir sıkıntısı olmuş, bir bela ile karşılaşmış ise, o beladan ve o sıkıntıdan onu Ali kurtardı.CÜBBELİ'NİN ŞİRK SAPKINLIĞIYanlış anlamaya yol vermemek için şu gerçeği tekrar ederek dile getiriyoruz.Bir insanın akli dengesi yerinde olmayabilir, şizofren olabilir veya psikolojik durumunda bir bozukluğu bulunabilir. Dolayısıyla cübbeli Ahmed'in şahsiyetinden daha çok ona iman eden, onun söylediklerini dinleyen, anlattığı şirk ve cehalete ses çıkarmayan diyanet İşleri başkanlığı (Ankara) ilahiyatçılar ile milyonlarca seveni ve fanatik bağlıları bizi ilgilendiriyor. Açık bir şirk ve büyük bir cehalet nasıl olur da, böyle bir cür'ete sahip olur ve bu kadar şöhret kazanır?Cübbeli Ahmed'in binlerce kişinin önünde yaptığı konuşma: "Sevgi kulpuna sımsıkı sarılalım! Allah dostlarından birinin bile şefaati kurtarıyor, sevgisi kurtarıyor. Ya Resulullah (s.a.v) onu sevmek ne demek, evliyaullahtan birisi ahirette, mahşerde olacak bu.Cennet'e doğru giderken yanında bir delikanlı görüyor, melekler zebaniler yakalamış ateşe doğru çekiyorlar.Dayanamadı durdu o zat. Sordu ona ki, sen beni tanıyor musun? Tanımıyorum! İsmimi duydun mu? Duymadım! Peki dedi: Hiç Allah dostlarından birini tanıyor musun? Şahsen tanımıyorum, ama birinin ismini duyardım, falan veli var diye derlerdi. Dedi, ya Rabbi!Senin dostlarından birinin ismini duyanı da ateşe yaktırma, diye şefaat etti. O çocuğu cehennemden çekti aldı. Mevla yarın ahirette soracak! Dostlarımdan birini tanıyan varsa onu ona bağışlayacağım! Buyurun ortaya çıkartsın. Bir velisini tanıyan, bir âlimi tanıyan! Bir de onların "Peygamberi" Muhammed Mustafa (s.a.v) Sen buna ne dersin? Sen bunun hakkında ne düşünürsün? Adam kabre indi. Münker- Nekir suale geldi. Baya bir sıkışma yaşadı. Baktı ki yanacağım. Dedi ki: Ben Ebu Yezid el Bestami'ye hizmet etmişim. Beni onun hürmetine bağışlar mısınız? deyince. Ne belli dediler. Ya hizmet etmişim, falan. Mevlaya müracaat, oradaki bilgisayarlar buradakiler gibi tıkanmaz. Hemen Beyazıt'e sorun buyuruldu. Beyazıt'ı Bestami'ye ulaştılar ahirette, dediler ki : Birisi var ki sana hizmet iddiasındadır. Yani durumu da bozuk, hesabı da kabarık. Ne buyurursunuz! Adı neymiş dedi: Falanca dediler. Tanımıyorum dedi. Eyvah, yandın ya! Dediler seni Beyazıt'ı Bestami falan tanımıyor, sen ne uyduruyorsun. O da dedi: Ne çabuk adam unutuyor be. Ne adam çıktın be. Dedi, ya nereden tanıyorsun. Dedi bizi karşılaştırın ( cemaat gülüyor) Öyle şey olur mu ya! Gülüyorsunuz siz, ama böyle şeyler oluyor! Ebu Yezid el Bestami ile adam karşılaştılar. Dedi ki: Ben seni çıkaramadım. Adam dedi ki:Bir gün koltuğunun altında bir elbise vardı, camiden çıkıyordun dedi.Ayakkabılarda bir elinde, ayakkabını giyene kadar elbiseyi bana tutturdun, bana verdin, bende elbiseyi tuttum, ayakkabını giydin, elbiseyi aldın gittin, dedi.Hizmeti de o kadarmış.Tamam tamam dedi, şimdi hatırladım seni dedi.Beyazıt'ı Bestami unuturmu!Bak bak işe bak!Yani mesele tanımak, mesele sevmek, mesele muhabbet!Tabi ondan sonra hizmetinin derecesine göre yakınlığın artar.Amma velakin bir veli'nin bile Allah'ın yanında bu kadar hatırı var.Ya bütün "peygamberlerin" hürmetine kurtulduğu Muhammed Mustafa (s.a.v)"Halbuki Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de aynen şöyle buyuruyor.( Ey Rasul!) Hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı sen mi kurtaracaksın?(Zümer-19)Ataları olan Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Kur'an'a iman etmediler ki, Cübbeli Ahmet iman etsin.İşleri güçleri Allah'ın ayetlerini rant yapmak, alaya almak, onları gizlemek, yalanlamak, inkâr etmektir.Dolayısıyla yukarıdan aşağıya, baştan sona kadar, tümüyle Şia ve Ehli Sünnet'in dini hurafe ve batıl bir dindir.Şu geçici dünya hayatında çıkar ve menfaatleri için yaptıklarını ümmi insanlara din ve iman diye sattılar.(Âli İmran- 187; Tevbe- 34)Aslında benim için cübbeli Ahmed'in zerre kadar bir önemi yoktur. Cübbeli Ahmed'in benim yanımda sivrisinek vızıltısı kadar bir değeri yoktur.Beni esas ilgilendiren şey Cübbeli Ahmed'in şirk, hurafe, ve akılsız hezeyanlarına hiçbir şekilde ses çıkarmayan diğer Ehl-i Sünnet'in dincileridir.Diyanet İşleri Başkanlığından ilâhiyat Prof larına kadar herkes Cübbeli'nin söyledikleri küfür dolu konuşmalarına karşı sessiz şeytan kesilmiş bir durumdadır.Yoksa ben hiç bir zaman cübbeli Ahmed'i ciddiye almam. Baştan aşağıya her şeyi ile yalancı ve sahtekar olduğu belli olan bir şarlatanı ciddiye almak Kur'an ehli muvahhidlere yakışan bir durum değildir.Tarikat kanalı olan Lâlegül tv'de söylediklerine dikkatinizi çekmek istiyorum.Diyor ki "Efendim Abdulkadir Geylani (dünya) elimin içinde diyor.Misketi çevirdiğim gibi bütün dünyayı çeviririm" diyor. "Bir gözümün kenarıyla, kaşımın ucuyla da bütün dünyayı tavaf eder gelirim" diyor. "Ben âlemlerin kutuplarının kutbuyum" diyor. Abdulkadir Geylani'nin şânını ve şerefini okuyun. Evliyaullahın makamını okuyun kardeşim, feyiz gelir size! Şimdi bir rivayet söyleyelim. Abdulkadir Geylani ( k.s) in faziletli 40 salavatı şerifede geçen bir rivayet. Tabi burada 41. sahifede bazı beyitler var.Bu beyitleri okuduğunuzu biliyorum. Arapçalarını aldım, ama özetle aldım, çok uzundu."Mesela, okudunuz mu bilmiyorum. Allahu Teala bereketlerini ve feyizlerini bu saatte üzerimizden eksik etmesin."Kabrim beytullahtır" diyor. "Ziyaretime gelen, koşa koşa gelen İzzet ve rıf'at(yücelik) ile döner"Şu feyze bak yahu, insana şey geliyor."Sırrım Allah'ın sırrıdır" diyor."Mahlukata (yaratılmış her şeye) sirayen eden sır, Allah'ın sırrı bende sirayet etmiş" diyor.(Abdulkadir Geylani) ölü'yü diriltiyordu.(Nurcuların bediüzzamanı Said Nursi'de bu şirk'e iman ediyor ve Risale'i Nur'da bir hikaye eşliğinde bu hurafeyi dile getiriyor)(Abdulkadir Geylani) Sen bana sığın" diyor. "Bana dost olmak istersen, emrim Allah'ın emridir" diyor. "Allah bana tasarruf verdi!(Tasarruf = Tarikatlarda şeyhin kainatta istediği şeyi yapma yetkisidir) "Ol dedim mi olur" Sen bana sığınırsan, mektubatta geçiyor, sende ol dersen olur" diyor."Geçmiş bütün evliyanın güneşi battı"diyor, benim güneşim ufukta ebedi batmayacak" Gavs, gavsı ceylani, Adamı denizin ortasında kurtarır! havada kurtarır!Ya gavs dedin mi! gavs'ı ceylani, hemen gelir! Kaç kere denemişim, havada düştü düşeceğiz, küt iniyoruz aşağıya, pat çıkıyoruz yukarıya, hayatımız uçaklarda geçti.( Allah'a) oku oku oku uçak durmuyor. Ya gavs! dedin mi, gelir! İmamı Rabbani onun büyüklüğünü söylüyor. Tutarlar havada uçağı tutarlar!!! Sen merak etme! Bana hurafeci hoca derler, sensin hurafeci"
16 Temmuz 2021 Cuma
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(55.YAZI)"Kalemine güç versin inşallah, yüreğine sağlık, ilminin artırması duasıyla.Zaten cevabını da en güzel biçimde vermişsin.Sorunun kaynağı Kur'an'da değil, İslam'a sonradan sokulan Emevi ve Abbasi zihniyetlerinin yol açtığı tahribatlarda olduğu ve bunların din diye bu millete sunduğu saçmalığı din diye kabul etmesiyle başlamış olmasıdır.Selam ve duayla Allah sayılarınızı arttırsın"(Gurbuz Aksozek- "Fransızların İstekleri Gerçekçi Değildir" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------Kardeşim! Fransızlar, bilmedikleri ve bizim sözde dincilerden duydukları kin, nefret, düşmanlık söylemleri, ötekileştirme ahlakını artık kabul etmiyor olabilirler.Fransız akademisyenler, bilmeyerek bunlar Kur'an'danmış sanarak öyle isteyebilirler!! Yanlışlar mı? Bize anlatılan, öğretilen ve uygulanan dinin neresi barış dini ? Nerde islam ülkelerinde barış? Nerde adalet? Nerde merhamet, hak, hukuk, insanlık, yardımlaşma ? Kardeşim maalesef bu örnekleri çoğaltabiliriz. Sadece bilim alanında değil, sosyal hayatta insanların kabul edeceği ve yararına olan haklardan ve uygulamalardan bir tanesinin bile bizden örnek alındığını söyleyebilirmisiniz? Emeklilik, çocuk yardımı, işsizlik yardımı, hastalık ve hastane yardımı, dul ve yetimlere yardım vs vs . Kardeşim!Allah’ın ahlaki kanunlarını en iyi uygulayan maalesef "gavur" dediklerimiz değil mi?Kız çocuğuna eğitim alanında öncelik tanıma en azından eşit davranma onların ahlakında vardır.Sırf gücü elinde bulunduran yöneticiler, istediği gibi hareket etsin, mal, mülk, ganimet,zenginlik elde edebilsinler diye diğer toplumları, Kur'an onaylamadığı halde, düşman ilan edip, onları kafir, dinsiz deyip yıllarca savaşarak, onlardan aldıklarıyla saraylarda Bizans gibi hayat sürmediler mi?Cariyeler, lâle devirleri, âlemler yapmadılar mı? Hala aynı zihniyet devam etmiyor mu? Evet kardeşim! İlk önce bizim Kur'an'da olmayan, ama varmış gibi uydurulan yalanları temizlememiz gerekir! Dinimiz hakkında Fransız yada başka birisinini ne diyeceğini beklememeliyiz ! Birileri kelle koparırken susarsak, birilerine tecavüz edilirken savaş ganimeti, birileri öldürülürken namus cinayeti dersek ve kafamızı çevirirsek tabiki dışardan bakan insanlar bunu dinin bir gereğiymiş gibi algılayacaklardır. Kardeşim, bu dediklerim size değil, ben biliyorum ki sizde aynı şeyleri söylüyorsunuz, benim amacım size katkı yapmak ve okuyan arkadaşlara ulaşabilmek! Kardeşim, Kur'an'a göre barış, adalet, insanlık, merhamet, yardımlaşma yani tüm iyilik ve güzellikler dinin gereğidir yüce Allah böyle bildirmiş! Kardeşim, önemli olan uygulama! Sorarsan herkes der ki; ilk emir oku! Peki ne okudun?Veya okudun mu? Tık yok! Hiç bir şey bilmeyen birine dahi sorsan, o bile bilir bu emri ama sadece lafta! Tıpkı "İslam barış dinidir" diyen siyasal dinciler ve diyanet hocaları gibi. Ülkenin yarıya yakını insanını ötekileştirme, dinsiz, kafir ve vatan haini ilan etmeyi yıllarca sürdürüyorlar! Kardeşim, son zamanlarda öğrendiğim ve çok etkilendiğim Kur'an’ın bütününü anlama, özünü kavrama ve eski bildiklerini unutarak anlamaya çalışma benim için en güzel olay! Hayatıma değer kattı, dünyaya, insanlara ve olaylara bakışım dahi değişti. Yine herkesi anlayarak ve defalarca Kur'an'ı anladığı dilde okumaya davet ediyorum. Kur'an uzmanlarının bir araya gelerek, ortak akıl ile çoğunluğun mutabık kalacağı bir çeviri, bir meal yazmalarını çok istiyorum! Tabi ki Kur'an’ın çevirisini yapan arkadaşların yöresel dil, kelime, bilgi ve birikimleri bazı değişiklikler gösterebilir ama özü ve merkezi kaybetmemeli ve kendi düşüncelerini katmamalıdırlar! Yüce Allah müminlerin yardımcısıdır Sevgiler" (Hüseyin Bostan- Fransızların İstekleri Gerçekçi Değildir" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------(Hocam!Yüce Allah emeğinin karşılığını kat kat versin.Kur'an'ı tek hidayet kaynağı edinenlere selam olsun.Kur'an'ı dinde yegane ölçü edeninlere selam olsun.Kur'an'ı mihenk taşı edeninlere selam olsun.En büyük cihad insanlari Kur'an'la ikna etmektir.Ne mutlu Kur'an'a uyanlara.(Bedrettin Köprücü- "Doğumundan Günümüze Evliya ve İlahlar İnancı" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"Hep merak ettim, Müslüman, mutlaka bir tarikata/mürşide bağlanmalı mıdır?Ve neden bağlanmalıdır?Diyorlar ki ;1-) Sen sıradan insan/Müslüman tek başına Kur'an'ı anlayamazsın.2-) Mürşidi olmayanın rehberi-mürşidi Şeytandır.3-) Mürşidin yarın Allah huzurunda sana şefaatçi olacaktır. 4-) Allah Resülü (a.s) ın mürşidi de Cebrail idi.En çok korkuttukları şey ise, Kur'an'ı sen yanlış anlar/yorumlamaya çalışırsan günaha girer cehennemde yanarsın.İnsana/müslümana düşünme fırsatı bile vermiyorlar"(Fuat Ceylan Ceylan- Doğumundan Günümüze Evliya ve İlahlar İnancı" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Allah razı olsun kardeşim!Duam, Allah sayılarınızı artırsın ve bu dine mensubum diyenlerin samimiyetlerini artırsın, bilinçlerini açsın, kalplerine iman yerleştirsin, Kur'an taleplerinin ve dava adamı olmak isteyenlerin sizlerin bilgilerine ityaçları var.Yüzünüz ak yüce Allah yardımcılarının olsun"(Gurbuz Aksozek- "Son Pişmanlık Fayda Vermez" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------Emeğine, yüreğine sağlık olsun hocam.Sünnet, hadis dini onlara kolaylık sağlıyor. İster istemez bir şekilde cennete gidiyorlar.Uydurma dinleri onlara sorumluluk yüklemiyor.Kur'an ise, cehennem var diyor, sorumlusun diyor.Onlar kendilerine kolay olanı seçiyorlar.En üzücü tarafıda Müslüman olduğunu iddia edenlerin, okumadan, anlamadan ezbere Müslüman olmalarıdır.(Salim Baykara-" Şia ve Ehli Sünnet Âlimleri Kur'an'ın Manasını değiştirmişlerdir" adlı yazıya yaptığı yorum) -------------------------------------------------------"Allah'a emanet olun, Allah size uzun ve sağlıklı bir ömür nasip etsin inşallah.Size ve ilminize muhtacız..Uydurulmuş din, indirilen dini tamamen perdelemiştir.İslam gürül gürül akan bir nehir gibidir. Allah Resülünün vefatı ile birlikte bu nehir binlerce kollara ayrıldı. Her gelen yeni kanallar ve kollar açtı.İslamın bütünlüğü parçalandı. Hiç bir parça artık tek başına yeterli değildir.Oysa Allah uyarmıştı"Bölünüp parçalanmayın"Tek çare bu nehrin kollarını tek noktada birleştirmek.Şii, Sünni Harici gibi kanal ve kolların İslam'a verdiği zararları görmek gerekir.(Mehmet Kemal- "Şia ve Ehli Sünnet Âlimleri Kuranın Manasını Tahrif Etmişlerdir" adlı yazıya yaptığı yorum)
ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:(11. YAZI)Her şeye muktedir olan yüce Allah daha iyi bilir, belki de insanlık tarihinin en yalancı, en ahlaksız ve en akılsız müşrikleri yaşadığımız çağa denk geldi.Aslında madeni değerli kılan şey ateşte yanması, pişmesi ve saflaşmasıdır. Dolayısıyla bu sahtekar din tüccarları müşriklerin bizim zamanımıza denk gelmeleri manevi bir kazanç kapısı, bir iyilik olabilir. Çünkü yüce Allah, bu müşriklere günahlarını arttırmaları, muvahhidlere de kalitelerini arttırmaları için büyük bir fırsat veriyor.Yoksa sonsuz rahmet ve merhamet sahibi olan yüce Allah bu kadar zulüm ve ahlaksızlığa müsaade etmezdi.İşte size apaçık âyetlerden kanıtlar. (Ey Nebi! ) Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları cezalandırmayı, korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor"( İbrahim- 42) (Ey Nebi! ) Hakkın üstünü örtüp onu inkâr etmede yarışanlar sana kaygı vermesin. Çünkü onlar,Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onlara ahiretten yana bir nasip vermemek istiyor.Onlar için çok büyük bir azap vardır.Şurası muhakkak ki, imana bedel küfrü satın alanlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elem verici bir azap vardır. İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır"(Âli İmran--176,177, 178)CÜBBELİ'NİN ŞİRK SAPIKLIĞICübbeli'nin sosyal medyaya düşen bazı konuşmaları: "İşte orada sözler açıldı, efendi hazretleri muhabbet ediyordu. Çok da neşeliydi, Mevlana Hâlid'in ziyaretinden bahsediyordu.Bu Mevlana Hâlid'in ne kadar büyük olduğunu anlatıyordu. Bazı kıssalar anlatıyordu. Efendi babamdan duydum, buyurdu. Ali Haydar Efendi Hazretleri'nden işittim, buyurdu."Yarın ahirette kabirden çıkan bir adamı azap melekleri yakalasa, azaba götürürlerken yaka paça, o adam,"Ben Nakşibendi tarikatının Hâlidi kolundanım" dese, bırakırlar" Bunu dört mezhep imamı Ali Haydar Efendi söylüyor. Yani neyi anlatmak istiyor. Hâlidi kolunun ne kadar büyük bir kol olduğunu anlatmak için bunu söylüyor. CÜBBELİ'YE GÖRE TARİKATLARUşşaki tarikatı Şabaniye kolu lideri ile ağız dalaşına giren Cübbeli Ahmed'in söylediği olağanüstü bir gerçek.Diyor ki: "Yeşil sarığı sararsan abi, bir de cübbeyi giyersen, beş on adamda bulursan yanına, isterse parayla bul farketmez.Parayla on kişi bulursan, bedava bin kişi geliyor" CÜBBELİ AHMED'İN ALLAH RESULÜ'NE KARŞI İŞLEDİĞİ REZİLLİK.Televizyonda binlerce kişinin önünde yaptığı konuşmada aynen şunları söyledi."Sahabe-i Kiram ne yapıyordu? (Allah Resulü'nün) idrarını ne yaptı? İçti! (Allah Resulü) idrarını bir kapa yapmıştı gece, yatağın altına koyuyordu, sonra onu cariyesi, hizmetçisi içti!! Dedi: "Ne yaptın onu" dökecekti diye. "İçtim onu" dedi. (Allah Resulü) niye içtin ama,"lekedihtezerti bihizérin minenner" "Cehennemden sağlam bir kaleye girdin, daha cehennem seni yakmaz"Cübbeli Ahmed'e göre "Kur'an bana yeter diyen kafirdir"Cübbeli Ahmet bu şirk sapıklığını, ataları olan Ehl-i Sünnet'in uydurma dininin muhaddis ve müctehidlerinden öğrenmiştir. Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."O halde müşriklerin tapmakta oldukları şeylerin batıl olduklarından asla şüphen olmasın.Çünkü bunlar yalnız daha önce babaları (onlara) taptığı için tapıyorlar. Biz onların azaptan hakkettiklerini eksiksiz olarak mutlaka vereceğiz"(Hud- 109)Yine binlerce kişinin önünde büyük bir spor salonunda, milyonlarca kişinin seyrettiği tarikat televizyonunda cübbeli Ahmet aynen şunları anlatıyor.NAKŞİBENDİ'NİN ALLAH İLE PAZARLIĞI!!"Sen öyle bir makama ulaşmışsın ki, her istediğin kabul olacak dendi. Bakın Nakşibendi Hazretleri ne istemiş? Çok önemli bir şey istemiş! Efendi hazretlerimizden devamlı duyduğumuz bir şeydi.Ya Rabbi! Senden özel bir tarikat vermeni, bana özel zikirler öğretmeni istiyorum ki, kim o yoluma girerse, mutlaka sana kavuşması nasip olsun!! Yani Ey Allah'ım! Bana bir tarikat bahşet ki, mutlaka ulaştırsın, gireni yolda bırakmasın! Zaten baştan ne istediler? Senin istediğin olacak dediler!! Böylece Nakşi Tarikatı, Nakşibendilik böylece Allah tarafından kendine ilham edildi!! Ya bunları nereden biliyorsun? Yani kabirde yanında değildin. Allah Allah tefsirler yazıyor! tefsirler okuyorum ben.Hep roman, gazete okusaydım bunları bilmezdim.Ruhul Beyan da yazıyor.Nesefi Hazretleri dostlarına görünüyor. Evliyaullahın keşfi açık, mezarın başında duruyor içeriyi seyrediyor. Şah-ı Nakşibendi Hazretleri gömülürken bütün evliyaullah dolu. Şahı Nakşibendi hazretleri kabre veriliyor.Oradaki bir veli ne görüyor? Toprağa verilirken, cennetten bir taht getiriliyor, manevi tarafı işin, gözle görülen toprak, taht getiriliyor. O mübarek tahta kabul ediliyor. Oradan iki tane Huri edeple geliyorlar, "Efendi Hazretleri! Rabbimiz bizi sizin için halketti, bekliyoruz ha bekliyoruz! Ya sen ancak teşrif ettin! diyorlar. O da onlara ne diyor? O zat bütün bu olanları seyrediyor! Kimi toprağa görüyor, kimi o tarafı görüyor, kimi perdenin arkasını görüyor. Efendi Hazretleri çok anlatırdı bu meseleyi! Nakşibendi Hazretleri ne diyor? "Benim Rabbimle sözleşmem var! Bana cemalini göstermedikçe, bir de bana intisab eden müritlerimi elimle cennete yerleştirmedikçe hiçbir cennet nimetinden istifade etmeyeceğim" der. Ya! millet tarikata geliyor, tasavvufa giriyor. Bunlar üşütmüş ha! ahirette görürsün kim üşütmüş? Yapayalnız kaldığın zaman!"Cübbeli bu ahmaklıkları anlata dursun. Biz bakalım Kur'an ne diyor. "Allah kuluna yetmez mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah kimi saptırırsa artık onun yolunu doğrultacak biri yoktur"(Zümer-36)( Ey Resul!) Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilah yoktur. Ben sadece ona güvenip dayanırım. O yüce arşın sahibidir"( Tevbe- 129)Dolayısıyla dünyada ve ahirette Allah'tan başkasına dayanıp güvenilmeyeceği ile ilgili yüzlerce ayet mevcuttur.Fakat Kur'an'sız kitapsızlara hiç bir âyet ve nasihat fayda etmez."(Ey Resul!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi.O halde sen inanmaları için insanları zorlayacak mısın?Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları pislik içinde bırakır. De ki: "Göklerde ve yerde neler var bakında (ibret alın!) Fakat inanmayan bir topluma deliler ve uyarılar fayda sağlamaz"(Yunus- 99, 100, 101)
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(54.YAZI)Biz ilk asrın müslümanlarından olsaydık, bu kadar izahata ve kitaplara gerek olmazdı.O zamandan bu zamana on takla atmış inanç dünyamızın düzelebilmesi için, dine sokulan bid'atlerin ve sapkın anlayışların amlaşılması için geniş izahat yapmak gerekiyor.Düz bir akla sahip olsaydık gerçekten bu kadar söze gerek yoktu.Aşırı kirlenmiş akıllara izah yapmak, imandan yanlış yönlere evrilen insanlığın, Kur'an'dan doğruları alıp atalardan gelen kötüleri atmadan hidayet olmaz.Tabi birde dil problemi var. Bunlar için bazı kitapların olması gereklidir(Serhad Serhad- "Kuran Açıksa Ne Diye O Kadar Konuşuyor, Kitap Yazıyorsunuz" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------Boşver başkasının peşinden gitmeyi,özgür ol.Boşver elalem nederi, doğru ol.Boşver menfaati, adaletli ol.Boşver ne yaptıklarını, örnek ol.Boşver uyanıklığı, samimi ol.Boşver takliti, tahkikçi ol.Boşver hazırcı olmayı, sorgulayıcı olBoşver beşere tabi olmayı,hidayete tabi ol.Boşver kimin neye taptığını,imanlı ol.Boşver beşerin sözlerini, sadece Kur'an'a tâbi ol.Boşver Şia ve Ehl-i Sünneti ehli tevhid ol. (Hamit Seven- "Kuran çıksa Niye O Kadar Konuşuyor, Kitap Yazıyorsunuz? adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------- " Ali Aydın hocam!Bütün mesele KUR'AN'A saf bir yürek temizliği ile yaklaşmak, anlamaya çalışmak ve yaşam tarzı yapma gayretidir. Ama en büyük sıkıntımız ALLAH'A/KUR'AN'A teslim olamamak, sanki bir köşemizde şüphe var gibi. Maddi ve manevi çıkarlarımız ile inancımız arasında gidip geliyoruz gibi bir haldeyiz.Kolay ve bonuscu din anlatanların yani Allah ile aldatanlarının etkisi çok büyüktür.O mübarek! gün diye inanılan gecelerden birini ihya ettik mi, tamam, kendimizi kurtulmuş temizlenmiş görüyoruz. Bir de Şefaatçi edindiğimiz şeytan evliyasının yardımı! da var....Tamam , cennet sanki garanti gibi bir şey.Bilgi ve bilinçlendirme çalışmalarınızı takdir ediyorum, Allah ilminize ferasetinize güç ve kuvvet versin.(Fuat Ceylan Ceylan "Din ve Hüküm Olarak Kuran Tek Kaynaktır' adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------" Kardeşim, emeğinize sağlık, teşekkürler. Evet, bizler herkesin bizzat Kur'an'ı kendisinin okumasını, Allah’ın her konuyu açıkladığını ve bütününü okumadan ve kavramadan ve tam olarak anlamadan hanif İslam dinine ve mükemmel bir imana sahip olamayacağımızı anlatmalıyız. Son parağraflar herkes için önemli. Her türlü şeytandan ve en önemlisi şu ana kadar atalar dininden ve onlara tapan hocalardan öğrendiklerimizi unutarak Kur'an'ı okumalı, insanlar yolunu ondan sonra çizmeli. Ben şu ana kadar Kur'an'ı iki defa okudum.Arkadaşların yazılarından faydalanıyorum ve üçüncü okuyuşum devam ediyor.Ama inanın sanki her okuma ayrı bir şey öğretiyor.Bir başka oluyor ve daha önce tam anladım dediğiniz âyetler bile daha sonraki okumalarınızda daha anlamlı hale geliyor.Yani diyeceğim ne kadar Kur'an'ı çok okursanız o kadar iyi anlıyabiliyorsunuz.Herkesi okumaya davet ediyor ve sevgiler sunuyorum, teşekkürler"(Hüseyin Bostan "Din ve Hüküm Olarak Kur'an Tek Kaynaktır" adlı yazıya yaptığı yorum)
ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:(10. YAZI)Kur'an'ın ilmi ve hikmeti olmayınca ahmaklıkta sınır kalmıyor.Yani Kur'an'ın üzerinde tefekkür etme nimetinden mahrum olan bir kişi, Prof da olsa sırtında kitap taşıyan eşeğin durumundan daha düşük bir seviyeye sahip oluyor. (Cuma-5)Çünkü bu kişi Allah'ın kendisine ihsan ettiği akıl nimetini şeytanın yolunda israf etmiştir. Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor."Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar"(Furkan- 44)Kur'an cahilleri kadar yalan ve boş konuşan kimse yoktur. Mesela: Kur'an cahili Nihat Hatipoğlu bakın ne diyor."Şöyle bir kelime yaygınlaşıyor Türkiye'de.Bir şerdir bu, bir şer.Altını çiziyorum.Hanımefendi kardeşlerimiz içinde, beyefendiler için de söylüyorum.Bu çağımızın en büyük mikrop ve bid'atlerinden biridir."Tek bir kuralımız var, kitap, Kur'an diyorlar"Böyle çok cafcaflı bir söz, öyle hoş, öyle ışık saçan bir söz gibi..."Evet Nihat Hatipoğlu aynen böyle söylüyor. Yani dinin Allah'a özel kılınması gerektiğini kabul etmiyor. Halbuki dinin indirilen vahiy ile daha Allah Resulü hayatta iken tamamlandığını,( Enam- 115 ; Maide-3)Kur'an'ın yüzlerce âyetine baktığımızda "Allah elçilerinin sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerini ve sadece vahye tabi olduklarını, (Enbiya- 45; Kaf- 45; Yunus-109; Ahkaf- 9 ) çok açık olarak görüyoruz. Şirk, hurafe ve dini rant yapmada, aynı zamanda konuşma ve anlatım tarzında DNA testine ihtiyaç bırakmadan babasının oğlu olan MUHAMMED SAİT HATİPOĞLU bakın ne diyor."Anladım ki, senin o şerefli isminin yanına yazılabilecek kimse, anladım ki, senin katında en sevgili odur ya Rabbi!Öyle diyordu yüce Allah, "sadakte- doğru söyledin Adem!" Hakikaten "aynen öyledir" diyordu. Şayet diyordu "la şekke" "şüphesiz ki" eğer ki Muhammed olmasaydı, ne sen olacaktın (Adem) ne İbrahim olacaktı, ne Musa olacaktı, ne Nuh olacaktı. Ne de İsa (a.s) olacaktı. Ne de bu gördüğün kainat olacaktı. Şayet Muhammed olmasaydı hiçbiriniz olmayacaktınız"Yukarıdaki konuşmanın Kur'an açısından hiçbir değeri yoktur çünkü hepsi yalandır. OSMAN ÜNLÜ'NÜN ŞİRK SAPKINLIĞI: TGRT nin fetva makamı olan Osman Ünlü diyor ki: "İslam dininin bildirdiği din bilgileri, Ehli Sünnet alimlerinin kitaplarında yazılı olan bilgilerdir.Ehl-i Sünnet alimlerinin bildirdiği iman ve islam bilgileri arasında, manaları açık olan naslardan yani âyeti kerimelerden, hadisi şeriflerden birine inanmayan kafir olur.İnanmadığını gizlerse buna münafık denir. Hem gizler, hem de müslüman görünerek Müslümanları aldatmaya çalışırsa buna zındık denir.Manası açık olmayan nasları (âyet ve hadisleri) yanlış te'vil ederek, yanlış inanırsa kafir olmaz.Fakat Ehl-i Sünnet'in doğru yolundan ayrıldığı için cehenneme girecektir" Aslında sabah akşam, böyle ahmakça bir imana sahip olmadığımıza şükretmeliyiz. Halbuki din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kaynağa iman etmek küfürdür.(Casiye- 6; Mürselat-50)Osman Ünlü "Adem'in yaratıldığı çamurdan yaratıldığı için Hurma'nın halamız olduğunu" söyleyen bir Kur'an cahilidir. CÜBBELİ AHMED'İN ŞİA VERSİYONU: Uydurulmuş dinin Şia versiyonu bir kişi televizyonda yaptığı konuşmada hiç utanmadan aynen şunları anlatıyor."Hz Musa (a.s) dedi: Ya Rabbi!Dünya ve ahirette kendime fayda sağlayacak bir zikir bana öğret. Hz.Musa'nın Allah'tan istediği söz, "bana bir zikir öğret" Allah (azze ve celle) Hz.Musa'ya buyurdu ki:"Musa! Yarın falan sahraya çık, orada küçük inci gibi bir taş göreceksin. O taşı kaldırmaya çalış. O taşı kaldırmaya çalışırken o zikri de öğreneceksin. "Benden istediğin zikri öğreneceksin" Hz.Musa ertesi sabah sahraya geldi. O inci tanesi büyüklüğünde olan taşı gördü. Elini attı, kaldıramadı.İnci büyüklüğünde bir taş, küçücük bir taşı kaldıramadı.İki eliyle tuttu kaldıramadı. Hz. Musa çok uğraştı, o taşı kaldıramadı. Taş Hz. Musa'ya seslendi,Dedi: "Musa! "Sen ve seninle beraber bütün insanlar yan yana gelip tutsanız, yine beni kaldıramazsınız! yine kaldıramazsınız! Eğer beni kaldırmak istiyorsan. Dün Allah'tan istediğin bir zikir vardı.O zikri söylersen bu taşı kaldırırsın. Dedi nedir o zikir? Dedi o zikir şudur. "Ya Ali medet!"Kur'an cahili ahmağın verdiği kaynak,"Kerameti Salih'in"Yine bir televizyonda konuşan iki Kur'an düşmanı tasavvufçu, şirk sapıklıklarını şu şekilde ortaya koyuyorlar. MUHİTTİN'İ ARABİ MARS'TA OLAN BİR MİLLETİ AFRİKA'YA YERLEŞTİRMİŞ!!!"Şimdi hocam bakın mübareğin yazısı gene elime geldi, bunu kitap'ta yazdım. Muhittin Arabi'nin Mars'taki "Selam" yazısı, o kutup muydu! kutbul- Aktap mıydı? (karşısındaki müşrik cevap veriyor) "O kutbul- Aktaptı. Yani Hızır makamındadır. Orada küçük bir bilgi daha vereyim, beyinler karışsın artık, beyin jimnastik yapmakla, bilgileri hatırlar. Muhittin'i Arabi hazretleri o dönemde orada çok az kalmış bir kavmi, yetmiş veya üç yüz kişilik bir kavmi getirip Mars'a bırakmış. Evet onların yardımına koştu. Kutbul- Aktab'ın görevlerinden biri de odur. Mesela: "Hocamdan bir örnek vereyim. Bir gece bir yerde sohbet ediyorlar : Diyorlar ki, işte keşke seydamız yanımızda olsaydı, kar böyle bellere kadar gelmiş. Dağ köyleri, biraz sonra kapı çalınıyor, hocam ayakları çırılçıplak, paçaları ve kolları sıvamış, abdest alacak vaziyette, o halde ayakkabı ve çorap da ayağında yok. Kapı çalıyor, beni mi çağırdınız? Falan mahalde, bir elma fidanının köklerini buzlar sıkıştırmıştı, bizden yardım istedi. Ona yardım ettik de geliyoruz. İşte kutbul- aktap budur. Şimdi Muhittin Arabi hazretleri o dönemde orada Mars'ta bir yardım sinyali alıyor. Orada 270 veya 300 kişilik bir grubu Kuzey Afrika'ya yerleştirdi kendisi"Geri zekalı ahmaklar aynen bunları anlatıyorlar. Güler misin ağlar mısın, bilmiyorum. Bu alçak müşriklere "Elma fidanını buzlardan kurtaran, Mars'ta olan bir kavmi Afrika'ya getirip yerleştiren bu şeyhleriniz! ve gavslarınız! İslam aleminin içinde bulunduğu kaos, anarşi, esaret, zulüm, katliam, kargaşa, terör ve düşman istilalarından niye kurtarmıyorlar?Diye soracak olsak, acaba bize ne cevap verecekler?Aldatılmış, vahiy yolundan engellenmiş, din duygusu ile sömürülmüş, Allah ile aldatılmış ümmi halk, baştan aşağı sapıklık ve küfür,şirk ve yalan olan Şiilik, Sünnilik ve en kahpe islam düşmanı olan kahrolası tasavvuftan yakasını kurtarmak zorundadır.
14 Temmuz 2021 Çarşamba
TARİHİN ŞAHİT OLDUĞU EN BÜYÜK İHANETFetö gibi tehlikeli ve karanlık bir örgüt çok az görülmüştür.En doğrusunu Allah bilir.Belki de,"hadisler" şirkinden ve mezhebler belasından sonra İslam'a karşı böyle kalleş ve hain bir terör örgütü gelmemiştir. Kur'an'ın ortaya koymuş olduğu bütün itikadi ve ahlaki ilkelere aykırı hareket eden müşrik ve münafık bir örgüt ile karşı karşıya bulunuyoruz. Kur'an'da kıssaları anlatılan elçilerin davet metodlarına tamamen aykırı hareket eden bu vahiy düşmanı, mezheb fanatiği, Kur'an cahili, Said Nursi gibi bir fosile tapan bir örgütle mücadele etmek Allah'a ve Resul'üne iman eden her özgür insan için bir görevdir Son derece tehlikeli olan bu teşeron örgütün başarıya ulaşmaması için din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul eden her müminin mücadele etmesi gerekir. Dolayısıyla Fetö ile mücadele edeceğini açık olarak söylemeyenlere, Fetö'nün terör örgütü olduğunu deklare etmeyenlere ve 15 Temmuza "planlı darbe" diyenlere destek olmaktan kaçınmak gerekir.Siyasiler, kendi çıkar ve kariyerlerini din ve millet menfaatinin üstünde tutabilir veya fetö'nün ne kadar tehlikeli ve karanlık bir örgüt olduğunun farkında olmayabilirler. Hiçbir siyasi parti ve siyasi kişilik Fetö'nün milyonda biri kadar tehlikeli ve zararlı olamaz. İşte bundan dolayı Fetö'yü siyasi bir partiye ve siyasi bir kişiliğe tercih edenler haindir.Veya Fetö tarafından bir komplo ve kumpasla baskı altında tutulmuş durumdadırlar. Eğer Fetö 15 Temmuz askeri darbe girişiminde başarılı olsaydı, bu vatanın binlerce yıl örgütün elinden kurtulması ve insanın özgürlüğüne kavuşması artık mümkün olmayacaktı.Tüm kötülükleri bünyesinde barındırdığı ve mehdiyetçi bir yapıya sahip olduğu için hiçbir terör örgütü fetö kadar gözü kapalı katliam yapamaz.Fetö'nün, PKK, el-Kaide, Boko Haram ve Daiş'ten inanç bakımından hiçbir farkı yoktur.Hatta Fetö, Allah, Resul, din ve iman ile aldattığı için bütün terör örgütlerinin hepsinden daha tehlikeli ve daha sinsi bir düşmandır.Çünkü dünya tarihinde uydurma dinden daha vahşi, daha tehlikeli, katliamcı, ve ölümcül bir silah icat edilmemiştir. Uydurma din silahı, medeniyetleri etkiler, insanların ruhlarını esir alır, genç ve dinamik nesillerı yıkıma uğratarak toplumda bir çürümeye ve yozlaşmaya sebep olur. Asırlarca kan dökmeye devam eder, acı ve ızdıraplar hiç bir zaman son bulmaz. İşte bu son derece tehlikeli uydurma din silahını şimdiye kadar fetö gibi hiç kimse planlı, programlı ve kapsamlı bir şekilde kullanmamıştır. Fetö ile mücadele edeceğini açıkça söylemeyen siyasi liderler, ister istemez fetö'nün şantaj ve baskısı altında kalmış olabilirler. Fetö, Allah ve din düşmanı olan bir örgüttür. Fetö'ye karşı savaşanları siyasi bir partinin veya siyasetçi kişiliğin yandaşı olmakla suçlamak vicdansızlıktır.Feto ile yürekten mücadele etmek, Allah ve Resul, din ve millet, özgürlük ve adalet için bir ölüm kalım meselesidir.Fetö'yü diline almaktan kaçınan veya 15 Temmuz askeri darbe girişimine "planlı" diyenler, fetö ile mutlaka bir bağlantı içerisindedirler
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(53.YAZI)Bu konuları gerçekten Kur'an'a gönül verenlerin dışında anlatan yani hiç bir hocadan duymadım.İmanı ve İslam'ı bozan konulara hiç değinmiyorlar.İman ve teslimiyet olmadan yapılan hiç bir ibadetin anlamının olmadığını insanlar ne zaman anlayacak?Selâmlar, hürmetler, değerli hocam. Ağzına, ilmine ve kalemine sağlık olsun.(Ramazan Alptekin "Din ve Hüküm Olarak Kur'an Tek Kaynaktır" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------"Değerli hocam, elinize sağlık, Allah razı olsun. Aslında gelenek dinini temsil eden ehli sünnet ve şia, bizlere ''siz Kur'an yeter diyerek Allah Resülünü reddediyorsunuz'' deseler de, bu batıl din anlayışı Resülüllah dönemini ve o dönem sadece Kur'an'a göre yaşanan, saf, duru, halis, hanif İslam'ı anlamaz, tanımaz ve yaşamazlar. Çünkü onların iman edip, yaşadıkları din, Emevi döneminde uydurma rivayetler ile temeli atılan ve ardından bu uydurma rivayetler üzerinden yapılan içtihatlar ile bu temel üzerine inşa edilen, iki otorite ve şarisi olan, iki din kaynağına sahip, şirke dayalı, uydurulmuş/mezhepçi bir anlayışa sahip tipik bir ''atalar dinidir'' O yüzden bu sapkın din anlayışının defolarını ortaya koyan Allah kelamı ve Allah Resülünün beyanı olan Kur'an'dan bir âyet getirip önlerine koyduğumuzda aşağıdaki âyetteki gibi tepki veriyorlar; ''öyle iken onlara ne oluyor ki, adeta arslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi (hala) öğütten yüz çeviriyorlar?'' (Müddessir-49,50,51) Selam ve saygılar"(Faruk Fidan- "Din ve Hüküm Olarak Kuran Tek Kaynaktır" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------"Değerli Ali Aydın hocam! Allah senden razı olsun.Düşünün, yerin ve göğün tek yaratıcısı birini insanlar içinden seçiyor, bu seçilme zaten Rabbimizin o insana en büyük bir rahmeti ve en önemli bir lutfudur. O kişi şeçilmekle yani Resül misyonu ile diğer bütün insanlardan üstün oluyor.Bunu bize" siz Allah Resülünü devreden çıkarıyorsunuz" diyen dar görüşlü kardeşlerime hatırlatmak için yazıyorum.Yüce Allah âyetlerini indirerek ilk önce Nebi'nin bunlara uymasını ve Resül sıfatıyla da âyetlerine ilave ve eksiltme yapmadan tebliğ etmesini emrediyor. Şimdi empati yapalım, seçilmiş biri olarak Allahın âyetlerinin tersini yapar mısınız?Yani Allah Resülü aslında çok ağır bir yük altında, bu durumda kendisi en ufak hareketlerini dahi korkarak ve endişe ile yapıyorken, yüce Allahın her an huzurunda olduğunun bilinciyle hareket eden birisi olarak, Allahın yapma dediğini yapar mı?Durmadan konuşur mu?Buda benim açıklamalarım!Bana da özel vahiy geldi!Buda din der mi? Yani insan ürperir, düşününce çok özür dileyerek söylüyorum, Ademoğlu hakikaten çok cahil ve nankör.Din sadece kurandır.Ve Allah Resülü dahi hiç kimseyi hükmünde ortak etmez, aksi taktirde yüce kitabımızda yüzlerce çelişki olurdu.Bizi kitabından soracak olan yüce Rabbimize hamdolsun.(Meral Ince Celik- "Din ve Hüküm Olarak Kur'an Tek Kaynaktır" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Fark edip, ortaya çıkarana ve bu ilâhi gerçeğe iman edene ne mutlu.Fark ettiği halde, ancak kurulu düzeni terk etmeyip, bu şirk düzeni, ilâhi gerçeğe tercih edenlere yazıklar olsun....Her türlü şart ve ehvalde; adaletin, ezilenin ve hakkın yanında duranlara selam olsun ...Sadece ve sadece hesap merci Allahtır....(Şahabettin Arslan- "İblis, Şeytan, Şeyétin (Şeytanlar) adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Hıç birinin derdi, ne Allah, ne din, ne kitap, ne Allah Resülü, nede necip milletimizdir.Milletimizin sırtına yapışmış havadan geçinen, asalak, kan emici hurafe yuvalarıdır.Devletimiz içinde de yapılanarak ayrı ayrı güç odakları oluşturmuş durumdadırlar. Devlet bir çok iç tehditle uğraşırken kendi elleriyle kendi canavarını da büyütmekte ve beslemektedir. Tarihten ders çıkarmamak, her zaman aynı acı ve sonları tecrübe ederek tekrar tekrar yaşamak gibi çok zayıf bir yanımız var.O da akıldan uzak, okumamak, araştırmamak, sorgulamamak, bu tür yapılara koşulsuz teslim olmak"(Hüseyin Duran- "İblis, Şeytan, Şeyétin,(Şeytanlar) adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------Eeee şirk ehli..." Haydi bakalım, bu yazıya ne cevap vereceksiniz?Veremezsiniz..Hem de kıyamet gününe kadar. Siz ancak şeytanın aldatmacasını din diye yaşarsınız.Dikkat edin yalnız.O okumaya gerek duymadığınız lakin iman ettiğinizı iddia ettiğiniz, yüce Furkan'da şeytanın izinden gidenlerin akibetinin ne olacağını net ifade ediyor.Hocam Allah sizden razı olsun..Rabbimin yolunda mucadele eden sizin gibi insanları yüce Allah, muhakkak galip kılacağını inanıyor ve bundan daha büyük bir mükafat olmadığını söylüyorum.Saygı ve sevgi ile kalınAllah bu yolda ki mücadelenizi inşallah hayırlara vesile kılar"(Sefa Sahin- "Kur'an Açıksa Niye O Kadar Konuşuyor, Kitap Yazıyorsunuz" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------Değerli hocam, öncelikle bu muhteşem tespitler içeren bu yazı için Allah razı olsun.1400 yıldır Kur'an'dan kopuk, uydurma rivayetler ve bunlar üzerinden yapılmış ictihatlara dayalı bir din anlayışını yani ehli sünnet ve şiâ'yı ortaya çıkarıp, ümmete İslam diye tanıtıp yaşatanların, günümüzde artık uyanış halindeki bir zümreye yani din olarak sadece Kur'anı kabul eden, rivayetleri dinde kaynak kabul etmeyen, dini yalnız Allah'a has kılarak, tevhid esaslı hanif İslam'ı benimseyen müvahhidlere, sadece Kur'an'a dayalı olarak, Kur'an daki ilahi mesajları ve açıklamaları, içeriğindeki hidayete götüren hükümlerini, dünya ve ahiret hayatına doğru yön verecek çalışmaları için "Kur'an açıklanmış ve ayrıntılı ise ne diye Kur'an'ı açıklıyorum diyerek bir sürü yazı, yorum ve kitap yazıyorsunuz?" diyerek aşağılamaları, eleştirmeleri, şikayet etmelerinin altında, Kur'an'daki ilahi gerçekler ve hükümlerden tamamen kopuk, Kur'an'a zıt ve aykırı sözlerin olduğu uydurma rivayetler üzerine kurgulanmış gelenekçi mezhepçi din zihniyetine dayalı ehli sünnet ve şiâ dinlerinin uydurma ve şirke dayalı bir temelde oluşmuş, İslam ile ilgisi olmayan, batıl bir din anlayışına sahip olduğu gerçeğinin ortaya çıkacağı korkusu yatmaktadır.❗Selam ve saygılar"(Faruk Fidan- "Kuran Açıksa Me Diye O Kadar Konuşuyor, Kitap Yazıyorsunuz" adlı yazıya yaptığı yorum)
ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:(9. YAZI)Eğer son Nebi ve nübüvvete bağlı son Resul olan Muhammed (a.s) dan sonra başka Resul gönderilmiş olsaydı, Mekke müşrikleri gibi, bu müşriklerin de ona iman etmeleri mümkün değildi.Çünkü bunlar Allah Resulü'nün, hatta bütün Allah elçilerinin en kapsamlı tevhid kitab-ı olan Kur'an'ı kabul etmemekle son derece kararlı hareket etmekte ve muvahhidleri aynen müşrik ataları gibi sapık ilan etmektedirler.Ayrıca Kur'an, ilim, hikmet, tevhid, adalet, merhamet, güzel ahlak gibi üstün meziyetler ve erdemler, bu müşriklerin sahip oldukları sapık inanç ve çirkin ahlakla bir araya gelemezler, bu erdemler müşriklerin akıl ve zihinlerinde barınamazlar. İnanç ve küfür, tevhid ve şirk açısından geçmiş ile bugün veya gelecek arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.İSMAİLAĞA TARİKATININ ŞİRK SAPKINLIĞI: İsmailağa tarikatının şeyhi olan Mahmut Ustaosmanoğlu diyor ki: "Şeyhin görüntü ve şeklini hayal etmek, Allah'ın zikrinden daha faziletlidir"( Mahmut Ustaosmanoğlu İrşadül Müridin 3. Baskı sayfa- 124)Şeyhleri Mahmut Ustaosmanoğlunun karşılarına çıkmasını bekleyen büyük kalabalığın dikkatini çekmek için konuşan müşrik aynen şunları söylüyor."Bir Allah dostunun huzurunda, hele kâmil mükemmil bir dostunun huzurunda bir an durmak bin sene ibadetten efdaldir" Bunu söyleyen sakallı müşrik Celaleddin Rumi'yi kaynak olarak gösterdi. Yine Kur'an ve tevhid cahili Mahmut Ustaosmanoğlu Lalegül TV'deki konuşmasında diyor ki: "Kızlar katiyyen orta, lise ve üniversiteye gidemezler. Bunu tekrar tekrar söylüyoruz, avanaklık etmeyin.Yüz yirmi dört bin "peygambere" gidip tanışsanız, yüz dört kitaba!! gidip arasanız, bunun fetvası yoktur. Siz nur gibi melek gibi kızlarınızı nasıl öyle yerlere teslim edersiniz. Bunu benden tekrar duymuş olasınız. Kızlarının gideceği tek yer kız medreseleridir"CÜBBELİ AHMED'İN HEZEYANLARI: "Gavs! gavsı Geylani, denizin ortasında kurtarır, havada kurtarır. Ya gavs dedin mi, hemen gelir. Kaç kere denemişim, havada düştük düşeceğiz. Hayatımız uçaklarda geçti. Oku, oku, oku, (Yani Allah'a yalvar bir şey yok uçak) durmuyor. Ya Gavs-ı Geylani dedim mi hemen geliyor! İmam Rabbani de onun büyüklüğünü söylüyor. Uçağı havada tutarlar.CÜBBELİ'YE GÖRE"İzmir'i Yunan işgalinden Mustafa Kemal değil, tefriciye salavat duası kurtardı"CÜBBELİ = KONUŞAN EŞEKCübbeli Ahmed'in kelimesi kelimesine anlattığı hikayeye bakar mısınız? "Hayber fethinde Rasulullah (s.a.v) e ganimetten bir merkep düştü. Resulullah (a.s) merkebe diyor ki, "mesmük?" "adın ne?" Sizde zannediyorsunuz eşeklerin adı yok, babası yok, yani eşek babasını tanımaz zannediyorsunuz. İnsanlar anasını- babasını tanımaz. Eşekler tanır. Şimdi öyle eşekten beter insanlar var.(Cübbeli'nin bu sözü isabetli olmuştur) Bak eşek şeceresini (soy kütüğünü) saydı."Heşebe oğlu, Şihab oğlu, Yezid oğlu Ufeyr " diyor. Sen dördüncü dedeni sayabiliyor musun?Eee işte gör vaziyetini! Resulullah (a.s) eşeğe soruyor."Lime künte?" "Sen kimin eşeğiydin?" Eşek aynen Arapça konuşuyor."Liyehüdiyyin" eşeğin fasih (açık-anlaşılır) Arapça lisanına bak."Benim sahibim bir yahudiydi" diyor. Hayber yahudiydi. "Ara sıra diyor kasden tökezlerdim onu düşürürdüm sırtımdan o yahudiyi"diyor. "Bana çok kötü davranıyordu, karnımı aç bırakıyordu, sırtıma sopa vuruyordu!"Hel leke min rab?" (Resulullah) "şimdi sahibin var mı? dedi.(Eşek) "yok" dedi. Eşek ne diyor bak! "Babam bana babalarından, atalarından nakletti" Hadis rivayeti gibi!" "Neslimize(eşek) yetmiş "peygamber" bindi" "Muhammed adında bir "peygamber" son kalan Nebi binecek!" "Peygamberlerden" senden başka kalmadı, bizim neslimizen de benden başka kimse kalmadı!" dedi. Resulullah (s.a.v) "Ey Ya'fur" dedi."Sana "Ya'fur" ismini taktım!" Eşek "lebbeyk ya Resulullah! "Buyur ey Allah'ın Resulü" dedi. İşte ondan sonra kainatın efendisi Resulullah (a.s) ona binerdi. Kimi çağıracağı zaman onu (eşeği) evine gönderirdi. Eşek giderdi kafasıyla kapıya vururdu. Hz. Ömer açardı bakardı Ya'fur kapıda, eşek başını böyle aşağıya doğru eğerdi. "Resulullah seni çağırıyor" derdi, hemen giderdi. Bütün sahabeye efendimiz onu gönderirdi. "Osman'ı bana çağır, Ali'yi bana çağır" Resulullah vefat etti. O merkeb (Ya'fur) Resulullah'ın acısına dayanamadı. Üç gün sonra kendisini bir kuyuya attı intihar etti. Vallahi merkep ayrılığına dayanamadı. Resulullah'ın bir devesi vardı vefat ettiğinde yemedi- içmedi intihar etti"Benim Cübbeli'ye söyleyecek sözüm kalmadı, bittim tükendim.Madem eşek Allah Resulünün ayrılığına ve acısına dayanamadı, intihar etti. Sende bunlara inanıyor ve anlatıyorsun, sende bir eşek kadar olamıyor musun? Sende intihar etsene. Cübbeli'nin anlattıklarına din diye inanan, onu dinleyen, onu müdafaa eden, ona değer veren, ona bir âlim gözüyle bakan, onun şirk sapıklığına ses çıkarmayan, onu tv lerinde ağırlayan, Allah Resulü'ne ve islam dinine yaptığı hakaret ve iftiraları görmezden gelen sessiz şeytanları Allah kahreder. MENZİL NAKŞİBENDİ TARİKATININ ŞİRK SAPKINLIĞI:Semerkand tv'de etrafına şirk sapıklığı ile sarhoş olmuş bir kaç genci toplayan Kur'an cahili müşrik aynen şu ahmaklıkları anlatıyor."Sonra daha neler oldu. Hayatından birkaç misal verelim. Orada iki belde arasında bir zelzele oldu. Halk telaşa düştü, korktular! zelzele hakikaten adamı korkutuyor. O arz bildiğin sağlam toprak, binalar üzerine konulduğu, sağlam o toprak deniz dalgası gibi sallanıyor. Bizde birkaç defa depreme, o Gölcük depremine İstanbul'da hissettik onu. On katlı bina kayık gibi sallanıyor. Toprak sanki sıvı deniz olmuş. Halk korktu, telaş etti, sokağa çıktı. Gavs'tan yardım istediler! O da zelzeleye doğru hitap etti!"Ey zelzele! dedi. Sen Allah'ın bir mahlukusun! dedi. Allah'tan seni sakinleştirmesini dilerim! dedi. Sakinleş! dedi.Zelzele kendi lisan-ı haliyle (kendi özel diliyle) ona cevap verdi. Dedi ki: Sana itaat olunmakla emrolundum! dedi. Ve zelzele bitti. Hadi bakalım şimdi kerameti- evliyayı inkar edenlere anlatacak bir hadise daha"Halbuki İbrahim (a.s) gibi bir Nebi "Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek"(Saffat- 99)Yine İbrahim (a. s)"İnsanların dirilecekleri gün, beni mahcup etme"(Şuara- 87) diyorsa,Nuh (a.s)"Bunun üzerine, Rabb'ine: Ben mağlup oldum, bana yardım et"(Kamer-10) diye yalvarıyorsa, biz bu Kur'an cahili müşrik tağutlara ne diyelim? İsa (a.s) a "Allah" ve "Rab" olarak iman eden Hristiyanlara Kur'an şöyle seslenir."Meryem oğlu Mesih ancak bir resuldür.Ondan önce de birçok Resuller gelip geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır.Her ikisi de yemek yerlerdi.Bak onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl haktan yüz çeviriyorlar. De ki: Allah'ı bırakıp da sizin için fayda ve zarara gücü yetmeyen şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Hakkıyla işiten ve bilen yalnız Allah'tır"(Mâide-75, 76)Yukarıdaki ayette bulunan "Her ikisi de yemek yerlerdi" cümlesi önemlidir. Yani yemeğe ihtiyaç hissedenden ilah ve Rab olur mu?Bile bile insanları aldatmak, ilahlık taslamak, kurtarıcı rab rolüne soyunmak nasıl bir alçaklıktır?FETÖ'NÜN ŞİRK SAPKINLIĞI:Vahiy ehli muvahhidleri "Kur'an sapığı" olarak ilan eden fetö lideri F Gülen, Kur'an cahili şakirtlerine yaptığı bir konuşmasında aynen şunları söyledi."Senelerce evvel birisi (aslında kendisini söylüyor) Bazı şeyler arz edeceğim size, bana dedi ki, önemli bir zat, (kendisi) Huzuru Risalet penahideydim (Allah Resulü'nün huzurunda) ümmeti Muhammed'in ve hususuyle Türk insanının derdiyle iki büklümdüm. Bir inledim, bir inledim, birde sonra murakabe yaptım. Sonra ya Resulullah! dedim. Halimiz ne olacak bizim? Birdenbire Resulü Ekrem temessül buyurdu. (canlı olarak göründü) rüya değil, buyurdular ki, "Türkiye'nin meselesini falanlara (Fetö'ye) bıraktık biz" Bakış bu, şimdi hakkınızda Nebi'nin hüsnü zannı (güzel düşüncesi) bu. Hâşâ o doğru söyler, doğru görür. Bilmem bu hüsnü zannı nereye koymayı düşünürsünüz? Bence Ramazanlar'da öpüp başınıza koyduğunuz lihye'i şerifelerden (güya Allah Resulü'nün sakalından) çok mukaddestir. Bırakın onu da, bunu öpün, başınıza koyun ve kemerbeste'i ubudiyet içinde bu işe(Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin işgal edilmesine) sahip çıkın.
13 Temmuz 2021 Salı
ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:(8.YAZI)"Onlar, yardım göreceklerini umarak Allah'tan başka İLAHLAR edindiler.Halbuki İLAHLARIN onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri bunlar için yardıma hazır kıta bekleyen askerlerdir"(Yasin- 74 75)Kur'an cahillerine göre gavsların ve kutupların kainatta tasarrufları vardır.Yani insanlara yarar ve zararları dokunur.Fakat yıllardan beri vahiy sayesinde evliya ve ilahlarına her türlü reddiyeyi yaptığımız halde bırakın zarar vermeyi cevap bile veremiyorlar."Müşrikler Allah ile beraber hiçbir şeyi yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan, kendilerine bile ne zarar ne de fayda verebilen, öldürmeye, hayat vermeye, ölüleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen İLAHLAR edindiler"(Furkan- 3)Kur'an cahili, akılsız ve düşüncesiz Serdar Tuncer bir tv'de karşısında duran cehennem kütüğü müşriğe soruyor."Nedir hocam bu kırklar, yediler, üçler falan diye anlatılır?Cehennem kütüğü müşrik cevap veriyor :"Kırklar, yediler, üçler aslında sayı azaldıkça mertebeleri yükseliyor.Tıpkı bir piramit gibi hani idarede bir hiyerarşik varya, ve en üstte de bir tane bulunur.O da kutuptur, oda gavs'tır, gavs olarak bilinir. Tasavvufta hak yerinde dediğimiz, evliya dediğimiz bu velilerle ilgili bir sınıflandırmadır. Bunların herbirinin (göklerde ve yerde ) kendilerine göre birtakım görevleri vardır.Ve bunlar bu makamlara uzun bir çileli hayattan sonra gelirler. Sadece gayret göstererek, çalışarak, ibadet ederek değil, aynı zamanda Cenab-ı Hakk'ın lutfuyla buralara ulaşırlar. Serdar Tuncer : Hocam, Kuşeyri risalesinde zannediyorum, hatırlıyorum.Kutupluk makamını anlatırken işte perşembe günleri Hira Mağarasında bir toplantı "Peygamberi" izam orada, Resulullah efendimiz o toplantıya bilmediğimiz başka bir alem var, başka başka şeyler yaşanıyor orada."Evet yani, tasavvufta âlem (göklerde ve yerde ) bunlar tarafından idare edildiği kabul edilir. Mesela:"Kutbun sağında solunda iki tane büyük veli var. Bu velilerden birisi mana alemine, melekut alemine, öbürüsü mülk âlemine, işaret alemine bakar, idare eder, tasarruf eder. (Serdar Tuncer zındığı burada Allah Allah çekiyor) kutbun nezaretinde olarak bunu yapar. Zaman zaman Mekke'de toplanırlar diye İnanılır.Bu bir inançtır, ayetlerde ve hadislerde var olan bir şey değildir. Özellikle ifade edeyim. Ama sofiler kendi tecrübeleriyle bu kanaate ulaşmışlar, manevi varlıklardır.Ricalül gayb da denilir bunlara. Bunlar görülen şeyler değil, anlatılır. İşte farklı yerlerde, farklı mekanlarda, bazen adalarda, bazen dağ başlarında, bazen böyle ibadethanelerde toplandıkları,aralarında bir takım kararlar aldıkları ve insanlığın, toplumların özellikle Müslümanların islâhı için,huzurlu bir hayat yaşamaları için (göklerde ve yerde ) faaliyet gösterdikleri kabul edilir" Daha bir sürü saçmalıklar ve ahmaklıklar gırla gidiyor.İSMAİLAĞA CEMAATİNDEN BAYRAM ALİ ÖZTÜRK'ÜN ŞİRK SAPKINLIĞI :Vaazında aynen şöyle diyor :"Yine bütün ilimlerin anahtarı kim?Muhammed Mustafa!!Ona ben güneş diyemem, güneş batar, Muhammed Mustafa! ona ben su diyemem! su durdu mu kokar. Muhammed Mustafa! ekmektir diyemem! ekmek durdu mu bayatlar!! Muhammed Mustafa çok leziz bir yemektir diyemem! çünkü yemek durdur mu ekşir. Muhammed Mustafa'nın "müşebbehun bihi= (ona benzeyeni- onun benzeri) yoktur.Muhammed Mustafa'nın benzeyeceği hiçbir varlık yoktur. İmamı Rabbani (k.s) buyurduğu gibi "Muhammed Mustafa eşittir Allah"Şimdi yukarıda geçen konuşmaya söyleyecek bir kelime bulmak mümkün mü? Bu coğrafyada hiç bir zaman kan ve gözyaşı, katliam ve vahşet dinmeyecektir. Cübbeli Ahmed'in şirk sapkınlığı : Aslında Cübbeli'nin sapkınlıkları bizi fazla alakadar etmiyor.Evet Cübbeli'nin Allah Resulü (a.s) a yaptığı hakaret ve iftiralar asla hazmedilecek cinsten değildir.Bu iftiralara sebep, hulul inancı, uydurma rivayetler, ruhi hastalık, bunama, ahmaklık, aşırı bir şekilde dünya malı toplama ve lüks yaşam hırsı, şöhret tutkusu,şeytanın zihnini ve ruhunu ele geçirmesi, islam dinine bilerek ve bilmeyerek düşman olma, şirk sapıklığı, satılmışlık,şizofreni ve akıl yoksunluğu gibi bir çok sebep olabilir.Esas bizi ilgilendiren ve hayretler içerisinde bırakan şey, yirmi birinci asırda, ilim, medeniyet ve teknoloji çağındaCübbeli'nin bu iğrenç ve çirkin sözleri utanmadan ve korkmadan söyleyebilmesidir.Cübbeli Ahmet, kendilerini "müslüman" ve "muhafazakar" kabul eden bir milletin karşısında bu sözleri hangi cesaretle söyleyebiliyor?Cübbeli Ahmet, bu son derece çirkin, Allah Resulü'ne iftira ve hakaret olan konuşmaları hiçbir itirazla karşılaşmadan binlerce müridinin gözü önünde yapıyor.Bazen bu iğrenç konuşmaları hiçbir sansüre tâbi tutmadan tarikat kanalizasyonunda da yapıyor.Cübbeli Ahmet, "Müslüman" toplumu ve muhafazakar iktidarı, siyasal islamcıları ve mezhep bağlılarını,Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyatçıları hesaba katmadan, onları aşarak, hiç bir tepki görmeden islam dinine ve Allah'ın Resulüne nasıl bu kadar açık ihanetleri yapabiliyor?Gelelim Cübbeli Ahmed'in şirk sapkınlığına : Diyor ki:"Allah Resulü Cebrail'e ne dedi? "Sen vahiy'lerin nereden alıyorsun?(Allah Resulü) ben Rabb'imi göremiyorum dedi. Bir hicap!! bir izzet perdesinin önüne geliyorum. Perdenin önüne ilka buyrulan vahyi alıyorum. Oradan levh-i mahfuza, oradan semayi dünyaya, orada senin kalbine, öyle geliyor.Allah Resulü bir daha vahyi aldığında o perdeyi bir arala dedi.Cebrail (a.s) bir araladı ki, Resulullah içeride oturuyor"Yani Cübbeli Ahmed'e göre, vahiy indiren de alan da Muhammed (a.s) dır.Dolayısıyla aslında Muhammed, Allah'tır. Bir programında Nevzat Çiçek cübbeli Ahmed'e soruyor. Bir şey sorayım hocam, bu şeyle ilgili, özellikle sümükü şerif mi deniyor, ne deniyor?Müfteri cübbeli göz göre göre yalan söyleyerek, dedi ki: Öyle bir şey denmiyor!"İslamoğlu dedi bunu"Cübbeli'nin bu sözüne inanmayan Nevzat ÇiçekNedir o mesele ? deyince Allah Resulü'ne iftira eden müşrik aynen söyle cevap verdi. "Resullah (a.s) Efendimizin burnundan çıkan, efendim şeye (Mustafa İslamoğlu) "sümüğü şerif" diye bir şey çıkarttı."Sümüğü şerif diye birşey denir mi ya!" İşte Allah ve Resulü'ne iftira eden din satıcısının Lalegül TV'deki sözleri:"Sümükü şerif, sümükü şerif, ne diyor yani!" (Mustafa İslamoğlu Allah Resulü'ne tamamen iftira olan bu çirkin sözler üzerine Cübbeli'ye tepki gösterdiği için ona cevap olarak Cübbeli Ahmet binlerce insanın önünde aynen şunları söyledi)"Resulullah (a.s) dan çıkan bir şeye biz şerif der miyiz?Der miyiz şerif? Biz deriz. Burnundan çıkan bir şey şerefli midir? Şereflidir. Sahabe-i Kiram ne yapıyorlardı? Resulullah (a.s) sümkürdüğü zaman bütün sahabeler böyle üzerlerine sürerlerdi. Sen Buhari'ye inanmıyor musun? Kur'an'dan sonra en sağlam kaynak, hadisin ağa babası. Buhari ne diyor?Resulullah abdest aldığı zaman abdest suyunu üzerlerine değsin diye birbirini öldürecek kadar izdiham yapıyorlardı. Aynı Hacer- ül Esved de yapılan izdiham gibi birbirine eziyorlardı. Hatta abdest suyu üzerine düşmeyen diğerinden, onun neminden eline sürerek, ondan ona, ondan ona gidiyorlardı. Sahabe buydu. Ve Buhari'de diyor, Resullah ne zaman sümkürse, sahabe naklediyor. Hemen üzerilerine şifa niyetiyle sürerlerdi. O kainatın efendisi, sen (Mustafa İslamoğlu) bunu niye hazmedemiyorsun. O ilk nur, o yaratılan ilk nur. O Allah'ın nurundan halk edilmiş. O senin benim gibi beşer değildir" Halbuki Muhammed (a.s) ın ve tüm Allah elçilerinin bizim gibi beşer oldukları ile ilgili onlarca âyet mevcuttur.(Kehf-110; Fussilet 6)
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(52.YAZI)MAZİYLE İSTİKBÂLİ MECZ'ETMEK"Becerememişsem tek SUÇLU benim" Çoğumuz EPİSTEMİK bir kriz mi ? Yaşıyoruz. Yöntem olarak maziyi benimsiyor ve çoğunlukla güzel buluyoruz. Realitede ise şimdiyi yaşıyor ve genellikle sevimsiz buluyoruz. İSTİKBÂLİ ürpertici görüyoruz. Bu teori maalesef hayalperest veya ne yapacağını bilmeyen nesiller üretiyor. Buda zihinlerde mevcut duruma ilişkin hayal kırıklığı ve istikbâle dair karamsarlık aşılıyor.... Aslında o geçmişte yaşamak veya eylem ve tutumları kutsamak için değil, aksine günümüz gerçekliği için yeni bir sosyal ve STRATEJİK bilinç inşaasında bize yardımcı olacak bir bilgi METODOLOJİSİ ve entegre sistem inşa etmek için buraya odaklanmalıydım...Gayrı meşru fiiller barındırmayan geleneklere Allah'ın Resûl'ü'de saygı göstermiştir. Ancak vahiy ; dini rehberliğin kaynağı, en yüce yönlendirici, GAYENİN belirleyicisi ve eylemin sonuca ulaştırıcısıydı. Bu yöntemi inşa etmek için NEBEVİ sosyal hayatın ruhunu ve maksstlarını anlamalı, amaçlarına ve sonuçlarına dikkat etmeliydim. Her sağlıklı metod için, bilimsel bir yetkinlik, yüce bir hedef ve uyumlu bir sistem gerekmez mi ?..Resûl'ün bir örnek (misyon) olarak gerçekleştirdiği eylemlerin STRATEJİK açıdan ele alıp, sosyal açıdan şekillendirip GAYE, yani insanı ŞİRK, CEHALET ve DESPOTİZMİN bağlarından tek İlâh'ın kulluğunun tadına erdirebilmeli... Mesajin temelini oluşturan / TEVHİD ve yüce yaratıcının dışındaki her tür bağdan kendimi AZÂDE etmemdir elbette. Tevhidi zihin bunu ifade etmesi gerek mez mi? TEVHİD ; hayata Allah merkezli olarak bakmaktır. Allah'ın iradesinin yanında bir başka İRADE ön görmemektir. O'nun sözünün, kelâmının üstüne söz söylememek, gayrısına mahkum olmamaktır.Beni cahiliyenin duralanlığından TEVHİD'İN aktivizmine taşıyan şey de tam bu anlayıştır. Aynı zamanda bu anlayış basiretimin (ufkumun) genişlemesine yol açacağını umuyorum. Bu nedenle odak noktam gayeler ve değerler olmalı ve gerçekliğimi bu akıcı yeni ile başa çıkacak ahlâk sistemleriyle beslemem gerekmektedir..... Eğer yeni bir bilinç ve düşünceyle bu fırsatlara iyi hazırlanır ve gereğini yerine getirirsem, istikbâle daha umutla bakabilirim... (Halil Alanoğlu Xalil CAN Akdağ kaie Seraçor- "Yenilikçiler ve Gelenekçiler" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. «Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!» dedi. (A'raf-16,17) Hiç kuşkusuz en büyük tehlike dışardakiler değil, bizzat kendisini İslam dininin tek doğru temsilcisi olarak gösteren içeridekilerden gelmiştir, geliyor ve gelecektir. Uydurma rivayetler ve ictihadlar üreterek ortaya tevhid esaslı hanif İslam'dan tamamen farklı, iki otorite, gelenekçi/mezhepçi, şirk temelli ehli sünnet ve şia din anlayışlarını ortaya çıkaranlar beşeri kitaplar ile müslümanları hanif, halis, saf İslam anlayışından ve sırat-ı müstakimden ayıran, din adamı görünümündeki şeytanlardır. Selam ve saygılar değerli hocam"(Faruk Fidan- Hangisi Büyük Düşman" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------Değerli hocam, Allah razı olsun. Her tartışmada "bana namazın kılınışını Kur'an'dan anlat da görelim" diyen gelenekçi/mezhepçi din zihniyeti❗ Namazın şekli, rek'at sayısı, kolların ve ayakların durumu kadar, Kur'an'da anlatılan ve dinimizin en önemli konusu tevhidi yani hanif İslam'ı biraz anlayıp öğrenebilseydiniz;''dinin tek kaynağı Kur'an yetersiz, anlaşılmaz, eksiktir; o yüzden (uydurma, hurafe, safsata, bid'at dolu) hadislerin açıklamasına muhtaçtır, hadisler olmadan din yaşanmaz, 'Namaz bile kılamayız' demezdiniz.''❗ Namaz, abdest, taharet v.b.lerini dinin en önemli hadiseleri gibi göreceğinize,iyilik nasıl yapılır, nasıl yardımlaşılır, infak etmenin Kur'an daki önemi, şeytani dürtüyle mal biriktirmenin Allah tarafından nasıl kınandığını, ''ihtiyaçtan fazlasını infak etmenin'' gerçek manasını Kur'an'dan okuyarak öğrenirdiniz. İmanını az ya da çok şirkten arındırmayan, tevhid akidesini özümsetmeyen, Kur'anı bağlam ve bütünlüğü içinde anlayarak okumaya yönlendirmeyen, vahyi/Kur'an'ı hayatının merkezine almaya sevketmeyen her türlü ibadet boşa yapılmış eylemden öteye geçemez. Selam ve saygılar"(Faruk Fidan- Hangisi Daha Büyük Günah" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"İşte bu kadar güzel ve kolay, yeterki akledelim. Ali hocam teşekkür ederim.Gerçekten mümin ve müslüman olmanın sadeliğini ve güzelliğini çok güzel işliyorsunuz.Alemlerin Rabbi olan Allah sa’yinizi ihlasla bereketlendirip kabul etsin.(Ceyhun Can-" Kuranda Bir Konuyu Anlamada Prensipler" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------"Selâmün Aleyküm Ali hocam, nasılsınız ? Ali hocam! Yaklaşık üç yıldır yaşadığım gel gitler, başörtüsü konusunda en son noktayı sizin yazınızla koydum.Ben bugün itibari ile başörtüsünü çikardim.Ama ne tuhaftır ki, herhangi bir pişmanlık, üzüntü, vicdan azabı vs ..hissetmedim.Cünkü sadece başörtüsünü çıkardım giyim aynen kapalı bir şekilde ..Allah'ın muradının kadının başındaki saç olmadığının inancını taşıyorum.Din kadını baskılamıyor ve hapsetmiyor, her konuda onu özgürleştiriyor, buna çok inanıyorum.Sadece aklıma geldiğinde, beni üzen insanların beni kınayarak vebal altına girecek olmaları...Ve şu düşünce çok oluştu bende, bir şeyi Allah için yapmıyorsam o yaptığım sadece kendi nefsimi kandırmak, el için yapıyorsam, onları kendime ilah ediniyor olurum...Böyle hissetmem veya düşünmem ne derece doğru...Sizin ilminize gerçekten çok güveniyor ve o yüzden rahatsız ediyorum sizi, kusura bakmayın ne olur.(Cigdem Bğc-"İslam"da Başörtüsü varmı" adlı yazıya yaptığı yorum)
11 Temmuz 2021 Pazar
ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI :(6. YAZI)Emevi-Abbasi Ehli Sünnet dininin uydurma ve iftira olduğunun en büyük delillerinden biri de şudur.Mezhepçiler hiçbir zaman tarikatçıların şirkine ses çıkarmaz onlara bir şey demezler.Hatta içlerinde hiçbir rahatsızlık duymadan tarikatçıların televizyonlarına çıkar saatlerce konuşurlar.Bunun sebebi şeyhlerini ilâh ve rab edinen tarikatçılarla, imamlarının ve âlimlerinin ictihadlarını din edinen mezhepçilerin arasında bir fark olmadığındandır. KUR'AN'IN İLMİ VE HİKMETİ OLMAYINCA SAPKINLIKTA SINIR KALMIYOR.Şimdi yukarıdaki cümlede ne demek istediğimi Kur'an cahillerinin kendi dillerinden dinleyeceksiniz.Fanatik bir nurcu olan Ahmet Akgündüz'den başlayalım.Diyor ki: "Ahmet Akgündüz'e sorarsanız, ben "Bediüzzaman!" hazretlerinin ahir zamanda beklenen Hz. Mehdi olduğuna iki kere iki dört eder derecesinde iman eden insanlardan biriyim"Ebubekir Sifil ne diyor? "Aleyhissalâtu vesselam efendimiz, bir kere şunu çok net olarak ifade edelim.Aleyhissalâtu vesselam efendimiz herhangi bir ölümlü gibi bu dünya ile bağlantısı kesilmiş bir "peygamber" değildir. Buyuruyor ki:"Bana sık salâtü selam getiriniz, yeryüzünde Allah'ın dolaşan melekleri vardır. O melekler her kim bana salatü selam getirdiğinde onu alır bana getirirler. Bana ruhum iade edilir ve onun selamına mukabele ederim"Prof. Dr Nihat Hatipoğlu'nu bir dinleyelim. "Hâfi ne demek bilir misiniz? Hâfi, yalınayak demektir. Bişr-i Hâfi yolda yürürken o yoldaki hayvanlar, o kasabadaki hayvanlar Bişr-i Hafi üzerine basmasın diye pislik yapmazlarmışşşş, büyük abdestlerini dökmezlermişşşş. Bişrin ayağı kirlenmesin diye,(Kur'an cahili bakın şimdi neyi pazarlıyor) "Evet kadem-i şerif, Hz. "Peygamberin" nal-ı şerif diye de biliniyor.(Kendisi "peygamber" kelimesini kullandığı için yazıyorum) Sevgili "Peygamberimizin" ayak izi alınmış ve nesilden nesile aktarılmıştır ve şu anda da Hz. "Peygamberin" kademi şerifi vardır. Bu bizim tarihimizde önemli bir yer tutar. Evet kademi şerif budur işte. Nal-ı şerif, kademi şerif yani esasen "Peygamber" efendimizin ayağının oturduğu alanı gösteriyor. Daha sonraları oraya değişik övgüler yazılmıştır ve bu kademi şerif bu şekilde yazılı olanlar var, yazılı olmayanlar vardır.İmamı Nebhâni kademi şerifi taşımanın yüzlerce faydasından bahseder. Onun için evlerimizde bulunmalıdır diye düşünüyorum ben. Kademi şerif mutlaka bulunmalı evimizde, arabamızda bunu taşımaya gayret etmeliyiz"Tarihçi Kadir Mısıroğlu ise bakın tarihçiliğini nasıl konuşturuyor. "Peygamber (a.s) a cinler de iman etmekle mükelleftir ve cinler üç bin (3000) yıl yaşadıklarından belki bu alemde, şu salonda sahabe cinni vardır. İmamı Buhari Hazretleri topladığı hadisi şerifleri önüne koymuş sahabe cinnileri çağırmış, Tarihi bir rivayet size söylüyorum! Benim bu kitabımda Allah Resulü'nden işittiğiniz hadislere şu işareti koyun, işitmediğiniz hadislere şu işareti koyun dedi. Sayfalar kendiliğinden döndü, bütün hadislere cinniler işaret koydular"Aynı dinin tapıcısı aynı yolun yolcusu F Gülen'in söyledikleri daha korkunç, diyor ki: "Şeytanın düdüğü insanlar, dudaklarına götürüyor şeytan, onlara üflüyor, onlarda etraflarında buldukları üç beş tane safderun. Usulü dini bilmeyen, usulü tefsiri bilmeyen, usulü hadisi bilmeyen, usul fıkhı bilmeyen, kelamı bilmeyen bir kısım nâdanlar.Birde Kur'an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı.Kur'an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı.Usulü din ulaması "hadisin Kur'an'a ihtiyacından daha fazla, Kur'an'ın hadise ihtiyacı vardır" diyorlar.Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."Onlara: Allah'tan başka taptıklarınız hani nerede?Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu? denilir. Artık onlar, o azgınlar ve iblis orduları toptan oraya tepetaklak atılırlar.Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: Allah'a yemin olsun ki, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.Çünkü biz sizi Alemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk. Bizi ancak o günahkarlar (müşrikler) saptırdı.Şimdi artık bizim ne şefaatçimiz var, ne de yakın bir dostumuz.Ah keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş daha olsa da, müminlerden (muvahhidlerden) olsak!"(Şuara-91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102)Bu hurafecilerin söylediklerini kendi seslerinden dinleyerek tek bir kelimesini atlamadan yazdım. Yani burada var olan yazıların hiçbirinde yalan ve iftira mevcut değildir. Tamamen kendi sözlerinden derlenmiş yazılardır.Dolayısıyla insanlara iftira etmekten Allah'a sığınırız. İSMAİLAĞA TARİKATININ ŞİRK SAPKINLIĞI:Türkiye Cumhuriyeti'nde hiç çekinmeden şirk inancını ortaya koyan en büyük tarikat İsmailağa tarikatıdır.Şu anda tarikatın başında bulunan cübbeli Ahmet gibi, Allah'a, Allah Resulü'ne ve İslam dinine iftira ve hakaret eden birisi herhalde dünyaya gelmemiştir.İşte bunlardan bir kaç örnek: "Şimdi bir rivayet söyleyelim.Abdulkadir Geylani (k.s) Hazretlerine ait faziletli kırk salavatı şerifede geçen bir sahifede, tabi bu 41. sahifedeki beytte var."Kabrim beytullahtır,(Allah'ın evidir) ziyaretime koşa koşa gelen İzzet ve rıf'at (yücelik) ile döner" diyor. Şu feyze bakın."Sırrım Allah'ın sırrıdır" diyor."Mahlukata sirayet eden Allah'ın sırrı bende sirayet etmiştir" Bundan dolayı Abdulkadir Geylani ölüleri diriltiyordu.Abdulkadir Geylani "Bana sığın" diyor."Emrim Allah'ın emridir" diyor."Ey Şah-ı Nakşibend! Sensin benim efendim! Yetiş imdadımıza, Ey Allah'ın dostu selam olsun sana, yetiş bize, imdadımıza! Tut elimizden" Büyük o, Allah ona ne yol verdi. Onun yolu kıyamete kadar yürüyecek. İslamiyeti muhafaza ediyor" Başka bir konuşmasında cübbeli aynen şunları söylüyor."Peygamberler diridirler, hatta kabirlerinde namaz kılıyorlar. İslam alimlerinden İbni Akil Hz.leri "Allah resulü kabirde hanımlarıyla zevkleniyor (cinsel ilişkiye giriyor)" demiştir.Hapisten çıkış konuşmasında büyük bir kalabalığa cübbeli Ahmed'in söyledikleri aynen şöyledir."Geçen hafta Abdulaziz Bayındır dedi ki: Cübbeli, Abdulkadir Geylani'den himmet istemiş, gelsin Abdulkadir Geylani onu (hapisten) kurtarsın.Ben de onun lafı üzerine daha çok Abdulkadir Geylani'den himmet istedim (kalabalıktan heyecanlı bağırışlar, çağırışlar) Abdulkadir Geylani kurtarır mıymış görsünler!Başka bir konuşmasında cübbeli Ahmet diyor ki: "Efendi hazretleri (şeyhi Mahmut) kaç defa vefat edecek zannetti millet, birisi gördü zuhuratta, Azrail (a.s) geldi efendi hazretlerine, çok sene oldu, 15 sene, işte efendim (ruhunu) alacak. Efendi Hazretleri şöyle yaptı (ellerini kaldırdı Azrail'e) "Ben şimdi gelmek istemiyorum! Olur mu bu? Olur! Çünkü hadis-i şerifte diyor ki: Her peygambere muhayyerlik verildi. Ne demek? İstersen gel, istersen (dünyada) kal.Bütün evliyalara bu verildi, bunda ittifak vardır. Yani ister gel, ister kal.Kur'an ve muvahhid düşmanı cübbeli Ahmet diyor ki: "Mahfuz, korunmuş demektir. Şimdi bazı veliler var, geçmişinde günah işleyebilirler. Hatta büyük günah işleyebilirler, büyük günah işlemiş sonra tövbe etmiş, makam sahibi olmuş veliler vardır. Ama Mahmut efendi hazretleri dediğiniz zaman sicilinde bir seyyie (günah, hata) yoktur. Haydar Ali efendimiz ne derdi? "Henüz Mahmud'umun sol tarafında bir günah yazılmamıştır" Böyle tertemiz insan, doğuşundan büyümesine kadar hiç görülmemiş bir şey, hayatında pantolon giymemiş, devamlı annesine şalvar getirirdi, şalvar giyerdi.CEVAP: Halbuki Nebi (a.s) bile Allah'a karşı hata yapmıştır (Tevbe-113)Başka bir âyette yüce Allah, (Nebi (a.s) a günahlarından dolayı istiğfar etmesini emretmektedir.(Muhammed-19) Başka bir konuşmasında Kur'an cahili, ilim düşmanı, akıl yoksunu Cübbeli aynen şunları söylüyor. "Bu aracılık işini aradan kaldıranlar (âhirette) sap gibi ortada kaldıklarında onlarla görüşeceğiz. Çıkmış birisi ben Allah ile aramda aracı kabul etmem diyor. Aracı yok, direk bağlanmış, motoru yakacak sonra, "Ben direk Allah'a bağlanırım" diyor. Sen direk bağlan. Ondan sonra sahabeler, şeyhler, müritler, hepsi gitti, mezhep sahipleri, evliyalar hepsi gitti.Tek başına durmuş, "Ben direk Allah'a bağlanırım" diyor.Direk Allah'a bağlanan şeytana bağlanmıştır. Başka bir konuşmasında diyor ki: Beraat günü balıklar bile oruç tutardı. Yani yemezler, ama şimdiki balıklar sapıtmış olabilir. Eskiler böyleydi, şimdi ne bileyim bugünkü balıkları, kuşları..."
10 Temmuz 2021 Cumartesi
ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:(5.YAZI)"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler.İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır.Keşke zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu veAllah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi. İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır. (İlâhlara-evliyaya-muhaddis-müctehid-mezhebe) uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri dönmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"(Bakara- 165, 166, 167)Menzil tarikatının Semerkand diye bir tv'leri mevcuttur.İşte bu tv'de bir müşrik şu uydurma hikayeyi anlatıyor.Kur'an cahili sofi bu saçma sapan hikayeyi anlatırken,Dursun Ali Erzincanlı da hiç itiraz etmeden tebessüm ederek onu dinlemektedir.Hikaye şu:"Ebu Hasan El Harakani'ye bir kafile ziyarete gider. Oradan ayrılacakları sırada Ebu Hasan onlara şöyle der:"Başınıza herhangi bir şey gelirse, beni vesile ederek Allah'tan yardım isteyin.Kafile oradan ayrıldıktan sonra hırsızlar, yol kesiciler, eşkiyalar kervanı soyuyor.Ve bu arada kervanda bulunan insanların tamamı "Allah, Allah" diyerek Allah'tan yardım istiyorlar. Ama o anda müritlerinden birisi Ebu Hasan El Harakani'nin tavsiyesine uyarak "Ebu Hasan el-Haraka'nin yüzü suyu hürmetine bizi kurtar" diye dua ediyor.Sabah olduğunda bakıyorlar ki herkes soyulmuş, herkesin malı, mülkü, eşyası alınmış, ama "Ebu Hasan El Harakani" diyenin malına hiçbir şey olmamış.Sabah olduğunda Hasan El Harakani'ye giderek diyorlar ki, biz "Allah" dedik soyulduk, bu "Ebu Hasan" dedi kurtuldu. Bunun sebebi nedir? Hasan el- Harakani şöyle cevap veriyor. "Evlatlarım!Siz isyan ettiğiniz için, günah işlediğiniz için Allah sizin duanıza icabet etmez, ama siz beni aracı yapınca Allah'a dua ettim, benim duamı kabul etti"Yukarıda bulunan hikaye en az Kur'an'ın iki yüz âyetine aykırıdır.Fakat bu müşriklerin hiçbir zaman Allah, vahiy, tevhid, islam, Kur'an, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama diye bir dertleri olmamıştır.Yine menzil Gavs-ına ölümüne bağlı bağlı olan bir müşrik, cemaate karşı yaptığı konuşmada aynen şunları söylemektedir."Eğer biz bir insan olmuşsak bu gavs-ın (menzil şeyhi) sayesindedir. Herkes bizi seviyor sayıyorsa bu gavs'ın sayesindedir.Onun için canımızda ruh olduğu müddetçe o aileye köle olacağız. Biz başımızı yere koyacağız, bütün gavs çocukları başımıza basıp geçecekler.Gene de gavs'ın hakkını eda etmemiz mümkün değildir. Biz ve sizde, ömrümüz olduğu müddetçe gavs'ın evlatlarına kölelik edeceğiz, yapmaya da mecburuz, üzerimize farzdır, vaciptir. Ölünceye kadar gavs'ın evlatlarına boyun eğmeye, hizmet etmeye devam edeceğiz"AYNI ŞAHSIN BAŞKA BİR KONUŞMASI "Bizim için gavs'ın köyü, sultan hazretleri'nin köyü her an için mukaddestir, toprağı mukaddestir,köpeği mukaddestir. Hele de gavs'ın çocukları ben onların kölesiyim"Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir..."(Tevbe- 28)Yine menzil şeyhine nispet edilen ahmakça bir cümle daha vardır.Güya şeyh demiş ki:"Biz istersek ahırı meleklere temizletebiliriz"Aslında ben bu Kur'an'sız cahillere diyecek fazla bir şey bulamıyorum.Esas sorun onlara iman eden milyonlarca insanın sapkınlığıdır.Milyonlarca insan bir cahilin arkasından nasıl gidiyor?Kendilerini ehli sünnet mezhebine nispet edenlerin ülkelerini dolaşıp görün, inanç ve fikirde birbirlerinden hiçbir farklarının olmadığını göreceksiniz.Mesela: Dünya İslam âlimleri birliği başkanı Mısırlı meşhur âlim Yusuf El- Kardavi aynen şöyle diyor."Şüphesiz Kur'an'da öyle cümleler vardır ki, onları o halleriyle almış olsak, o konuda nasıl amel edeceğimizi bilemeyiz. İşte böylesi konuların hepsinde, kendisine başvurulacak kaynak ancak Nebi (s.a.v) den hadis ve sünnetlerin ifadesi olarak yapılan nakildir.İcma da böyledir.Ancak az sayıdaki meseleler üzerinde icma olduğu için, zaruri olarak hadislere başvurulması gerekir. Eğer bir kimse, biz ancak Kur'an'da bulduğumuzu alırız, derse, ümmetin icma'ı (söz birliği) ile kafir olur. Artık o kimsenin, güneşin (ufuktan aşağı) kayması ile gecenin kararmasına kadar ki zaman arasında bir rekat ve bir rekat da sabah vaktinde (olmak üzere yalnızca iki rekat) namaz kılması gerekirdi.( İsra- 78) Çünkü bu bir rekat, namaz denilebilecek ibadetin en az miktarıdır ve onun fazlası için bir sınır yoktur. Dolayısıyla ibadetler için Kur'an yeter sözünü söyleyenin kanı ve malı helal olan bir kafirdir, müşriktir"( Sünnet Araştırmalarına Giriş, Sünneti Anlamada Yöntem, Sünnet'in Teşrii Değeri, Prof. Dr. Yusuf El Kardavi Nida Yayınları sayfa 84 çeviri Prof. Dr. Bünyamin Erol)Suudi Arabistan'dan Afganistan'a, Pakistan'dan Suriye'ye kadar, nereye giderseniz gidin bu Kur'an cahili dincilerin aşağı yukarı aynı inanca sahip olduklarını göreceksiniz.Mesela: Bir bakalım bizdeki Kur'an cahili dincilerin sapkınlığı nasıldır?"Size beş yüz âyet de getirseler, eğer selefin (din ataları) onayından geçmiyorsa, biz buna bid'at hükmü vermekte tereddüt etmemeliyiz"(Ebubekir Sifil) "Mümkün yok, Kur'an hadissiz anlaşılmaz" (Cübbeli Ahmet)"Sen hadisleri yok sayarsan Kur'an'ı nasıl anlarsın? Bana Kur'an yeter diyenler, çağımızın en büyük fitnesidir"(Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu)"Hadisin Kur'an'dan çok Kur'an'ın hadise ihtiyacı vardır. Kur'an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı"(F Gülen)"Kur'an'a uymuyor diye sahih bir hadisi reddeden kimse kafirdir, Müslüman değildir" (Mehmet Emin Akın)"Madem Kur'an her şeyi açıklıyor, bana müziğin haram olduğuna dair Kur'an'dan delil getirin"(Ubeydullah Aslan)"Oynama Buhari ile, oynama Müslim ile, Buhari çökerse İslam çöker, Müslim çökerse İslam çöker"( İhsan Şenocak)"Buhari'de gök aşağı, yer yukarıdır yazsa benim için bitmiştir. Artık yer gök, gökde yerdir" Taş sıvı, su katıdır, derim" (Nurettin Yıldız) Yukarıda bulunan bu cümlelerin hepsi şirk ve küfürdür. Bu inanç ve söyleme sahip olan din adamlarının islam dini ile bir bağlantıları kalmaz. Peki yukarıda bulunan sözlerin söylenme sebebi nedir? Yukarıda bulunan bu sözlerin tek bir açıklaması vardır. Kur'an'a olan düşmanlık, Kur'an'a karşı önyargı, Kur'an'ın bilinmemesi ve Kur'an'dan yüzlerin çevrilmesidir.Kur'an'a karşı böyle bir cehalet ve yobazlık olunca sapkınlıkta sınır kalmıyor. Bu inancın ve ahlakın Kuran'daki karşılığı ve tanımı şöyledir."Onlara (müşriklere) : Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır!Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler.Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler.(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve kördürler. Bu sebeple akıllarını kullanmazlar"(Bakara- 170, 171)"Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağır ve dilsizlerdir"(Enfal- 22)"Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar"(Furkan- 44)Dolayısıyla uydurma dini reddeden muhlis olur, hurafe dini kabul etmeyen muvahhid ve hanif Müslüman olur.Allah ve Resulü'ne yapılan iftiraları kabul etmeyenler nasıl kafir olur?Küfür, şirk ve zulüm Kur'an'ın tek kaynak alınmaması ile ilgili bir durumdur.
9 Temmuz 2021 Cuma
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(51.YAZI) "Sayın hocam! Bildiğiniz gibi, dört halifeden sonra kurulan Emevi saltanatı cahiliyye Araplarının tüm gelenek, görenek, âdet ve anlayışlarını yani cahiliyenin tüm şirkini Allah Resülünün üzerinden, hadis, sünnet, hikmet diyerek hanif İslamı kirletmiştir.Aynen Yahudi ve Hristiyanlar gibi, ümmet, Allah tarafından indirilen dini yaşadığını, Allah itaat ettiğini, Allah Resülüne tâbi olduğunu zannederek cahiliyye ırkçılığını ve Arap kültürünü İslami dini diye yaşamıştır.Yüzlerce hadis ve fıkıh kitabını Kur'an'ın önüne geçirerek Allah'ın kitabını ölülere ve merasimlere, oyun ve eğlenceye mahkum ettiler.Araplar gibi giyinmek, Arapçanın cennet dili olduğuna inanmak, cübbe, sarık ve sakalda keramet ve fazilet arandı.Kur'an'ı anlamadan Arapça olarak seslendirmek büyük bir sevap ve takva sayıldı. Maalesef, ümmetin büyük çoğunluğunun hanif İslam dininin ne olduğunun hâla farkında değildir.Aslında Kur'an'a aykırı olmamak kaydıyla İslam dininin, halkların kültürünü değiştirmek, onları tek tip insan şekline sokmak gibi bir amacı yoktur. Bizleri boylara, kabilelere ayırması, dillerimizin, ırkımızın, rengimizin farklı olması Allah'ın varlığının delillerindendir. (Rum-?; Hucurat-?)Kur'an'da tevhid ve güzel ahlaka bağlı ilkeler vardır.Tüm insanlar bu ilkeler çerçevesinde kendi kültürlerinde var olan güzellikleri İslam dini ile rahatlıkla yaşayabilirler.(Mehmet Aydın-"Yuh Olsun Bize" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Allah razı olsun hocam!Dediğiniz gibi, hiç bir gayri müslim dinini zorlan kabul ettirme çabası ve gayreti içerisinde değildir.Ama bizim içimizdeki din tuccarları zorla ve çeşit çeşit entrikalarla her türlü fitne ve fesat tohumlarını ekerek, inanan saf insanları Kur'an'ı Kerim'den uzaklaştırıp, hurafe ve yalan rivayetlerin çatısı altında toplama gayreti içerisindeler.Yüce Allah, sizin gibi Kur'an muvahhidlerinin ilmine ve ömürlerine bereket versin inşallah,Selam ve dua ile kalın.(Mehmet- Hangisi Büyük Düşman?" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Rabbimiz bu konuda bir âyetle aslında bize çok güzel bir nasıhat vermiş, bu âyette toplum olarak düzelir, Kur'an yolunda olursak, ne içteki hâinler, nede dış düşmanlar bize zarar veremez. " Ey iman edenler! Siz kendinize bakın, kendinizi düzeltin siz doğru yolda olduktan sonra yoldan çıkanlar size zarar veremezler"(Mâide-105)(Uğur Uzun- "Hangisi Büyük Düşman?" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"İyi ve kötünün savaşı, yüce Allah'ın insanları halk ettiği günden bugüne ve kiyamet gününe kadar devam edip gidecektir. Kur'an'da "din Allah'ın oluncaya kadar savaşın..." (Enfal-39) "Kur'an'la cihat edin..." (Furkan-52) âyetlerini, Kur'an bütünlüğü içerisinde hep körlerin fili tarifi gibi tarif etmişiz sözde tüm insanları Müslüman yapmaya kalkmışız. Halbuki "Din Allah'ın oluncaya kadar savaşın" âyeti hak ve batıl ortaya çıkıncaya kadar Kur'an'la iyilik ve güzelliklerle nasihat edin, doğru yolu gösterin, hak ve doğruluktan ayrılmayın" diyor.Fakat biz hak ve erdemli olmayı bir kenara bırakıp başkalarını Kur'an'dan uzaklaştırıp kendisi gibi düşünmeyenleri dinsiz ve imansız damgası vurarak, tekfirle birlikte en vahşi bir şekilde öldülmeleri vaciptir fetvaları vermişiz.Onların kanları ve malları helaldir diyen sözde büyük ünvanlı din alimleri fetva vererek binlercesinin günahını almışlardır.Bu vahşi fetvaları uygulayan cahiller de bu işten büyük çıkarlar sağlamıştır. Halbuki Kur'an temiz ve helâl yiyiniz, önden gönderdikleriniz, mükafatınız kendi ellerinizin kazandığından ibarettir diyor. Bunlara uymayanda kıyamet gününde ellerini ısırarak keşke falanı-filanı halil/önder/dost/veli kabul etmeseydim, elçiye uysaydım diye çırpınacağını söylüyor. (Furkan-27,28,29)Burada elçiye uymak ancak temiz akıl sahiplerinin işidir. Kur'an şuan yaşadığımız çağda bir elçidir. (Dogan Avşaroğlu- Hangisi Büyük Düşman?" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Allah sizden razı olsun hocam!Çok isabetli vurgularınız var. Allah ile aldatanları deşifre etme işi, öncelikle sizin gibi Kur'an ehli müslümanların görevi.Ama ya sayı olarak az yada da cesareti olanlar. Allaha emanet olun.Allah sizlerin cesaretini daim eylesin.(Osman Kurt- Hangisi Büyük Düşman" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Şahsımın esas din düşmanlarını tanıması elli yılımı aldı.Ki onlar yukarıdaki listede ilklerin arasında.Hurafelerle geçen, aklımın mantığımın almadığını sorgulamak yerine işin ucu ateizme kadar giden elli yıl.Mahşerde hesaplaşacağız onlarla"(Dost İnan- Hangisi Büyük Düşman" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------"Allah sizden binlerce kez razı olsun hocam.inandığım şeyleri mükemmel bir şekilde izah etmeniz doyulmaz bir zevk geriyor bana.Sizin gibi ilmim olmadığı için, bunları sizin gibi kaleme alma şansım olmasada.Sizin yazdığınız âyetler bize güç veriyor.Saygı ve selamlarımı sunarım"(Sefa Sahin- Hangisi Büyük Düşman" adlı yazıya yaptığı yorum)
ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:(4.YAZI)Tarikat ve cemaatlerin ortak özellikleri Kur'an cahili olmalarıdır.Bütün tarikat ve cemaatler istisnasız Allah tarafından indirilen vahye ve ona tabi olanlara düşmandırlar.Çok ilginç, bu hurafeciler Kur'an düşmanı oldukları için akıl, ilim, tefekkür ve sorgulamadan da nefret ederler.Bu mezhepçi gelenekçiler tamamen taklitçi bir anlayışa sahiptirler.İşte bu yüzden ebediyen sırat-ı müstakim'i bulamazlar.Hayatları sürekli Allah'a ve Resulüne ihanet etme ve iftira yapmakla geçecektir.Kur'an'ın ilmi ve hikmeti olmayınca da akılları şaşkın ve mantıkları iflas etmiştir.Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."Kendisine Rabb'inin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden,kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır!Biz onların kalplerine Kur'an'ı anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik.Sen onları hidayete dâvet etsen de artık ebediyen hidayete eremiyeceklerdir"(Kehf- 57)"Allah'ın âyetlerine inanmayanlar yok mu, kuşkusuz Allah onları doğru yola iletmez ve onlar için elem verici bir azap vardır.Allah'ın âyetlerine inanmayanlar ancak yalan uydurur. işte onlar yalancıların kendileridir"( Nahl- 104, 105)Kur'an'ı Mübin'i okuduğum zaman dikkatimi çeken şeylerden biri de şu olmuştur.Tevhid dininin Allah'ı, Resulleri, vahiy'leri olduğu halde, tevhid dini insana özgür bir zeka ve temiz bir akıl kazandırdığı, fıtrat ve güzel ahlaka en uygun sistem olduğu halde her zaman kesintiye uğramıştır.Fakat şirk hiçbir zaman, tarihin hiçbir döneminde asla bir kesintiye uğramadan çok dinamik bir şekilde devam etmiştir.Tevhid hiçbir zaman şirk ve hulul inancı kadar insanları etkilememiştir.ZAHİD KOTKU'NUN İNANCIBütün tarikatlarda hulul inancı hakimdir.Tarikatlarda şeyhe verilen önem hulul inancından ileri gelmektedir.İşte bunlardan biri de Zahid Kotku ve ona bağlı olan müritlerdir.Zahid Kotku diyor ki: "Bu tarikde (yolda, tarikatta) şeyh, kemâli marifet ile mutahakkık olursa, ifâzâda (insanlara yardım etme konusunda) ölü ile diri musâvi (aynı güce sahip) olurlar"(Mehmet Zahid Kotku-Tasavvufi Ahlak- c- 2- s- 277)Yani Zahid Kotku'ya göre ölü olan şeyh'in bile insanlara yardım etmeye ve faydalı olmaya gücü vardır.Zahid Kotku Mürşid-i Kamil'i şöyle tarif ediyor. "İnsanı Kamil mirat-ı haktır.(Allah'ın aynasıdır) Her kim kamil insanın ruhaniyetine basiret gözüyle bakarsa onda Cenab-ı Hakk'ın tecellisini görür, sıfatının zuhurunu idrak eder"(M. Zahid Kotku Tasavvufi Ahlak- 2- 272)Kur'an'ın ilmi ve hikmeti olmayınca ahmaklıkta sınır kalmıyor.İşte size kendi sesinden Menzil Gavs-ının!!! şirk sapıklığı, YouTube'a girin "kibrit kutusu" yazın Menzil şeyhinin bu konuşmasını dinleyin, hayretler içinde kalacaksınız.Bu konuşma gerçekten akıl ve mantığın sınırlarını zorluyor.Nasıl olur da milyonlarca insan böyle Kur'an cahili, akıl ve düşünce yoksunu bir adamın peşinden gider ?Yirmi birinci yüzyılda, her sınıf ve meslekten entelektüel bir birikime sahip insanlar akıl ve fikirlerini nasıl böyle açık bir şirke ve sapıklığa satarlar ?Halbuki insanlar böyle bir inanca ve cehalete teslim olacaklarına hayatları boyunca içki içseler, zina etseler, kumar oynasalar kendileri için daha hayırlı olurdu. Çünkü bu çirkin inançta, Allah'ın âyetleriyle, akıl ve mantıkla, tefekkür ve özgür düşünce ile alay etmek vardır."Şirk en büyük zulümdür"(Lokman- 13)"Şirk affedilmeyen tek günahtır"(Nisa- 48, 116)Dolayısıyla yalancı iftiracıların "bunlar insanları günahlardan kurtarıyorlar" sözü, tam bir aldatma ve büyük bir yalandır.Bütün Allah elçilerinin gönderiliş amaçları tevhid akidesidir."Ey Resul! Senden önce hiç bir Resul göndermedik ki ona: " Benden başka ilah yoktur, şu halde sadece bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım"(Enbiya- 25)Konuşması çok bozuk olduğundan bazı yerlerini düzeltmek zorunda kaldım.Ancak kendisine haksızlık ve iftira olmaması için de konuşmanın orijinalini bozmamaya çalıştım.Menzil Gavs-ı !!! aynen şunları söylüyor."Büyüklerden birisi bir rüya görmüş,rüyada bakmış ki ahirette kendisini büyük bir yolun kenarında boğazına kadar bir bataklığa, bir çamura girmiş, kıyamet günüdür, bütün insanlar haşre gelmiş Allah'ın huzuruna çıkıyorlar. Kafile kafile ifadesini alıp, şefaatini yapıp herkesin kendi kavminden, herkesin kendi ailesinden,kafile kafile Allah'u Teala'nın huzurunda gelip çıkıp gidiyor.Babamız Hz. Adem ( a.s) dan Allah Resulü'ne kadar herkes geçiyor.O boğazına kadar bataklığa saplanan kişi bütün bu Allah elçilerine bağırıyor, çağırıyor, figan ediyor, hiç kimse o bataklığa saplanan kişinin yüzüne bakıp yardım etmiyor.Sahabeler de gelip geçiyor, evliyalar da gelip geçiyor, bağırdım, çağırdım hiç kimse bana bakmadı. Eyvah dedim, ben burada kaldım, ebedül ebed (sonsuza kadar) daha ümidimi kestim, bir baktım ki, bir sofi geldi. Sofi kıyafetinde elini sırtladı böyle vurdu. O asfaltın kenarından geliyor. ümidimi kestiğim anda onu çağırsam mı, çağırmasam mı! Nasıl olacak? Tereddüd ederken o da tam karşıma geldi. Daha çağırmadan dedi ki, seni kurtarayım mı ? Ben şok geçirdim! Daha ben bundan başka ne isteyeyim? Hemen elini uzattı o çamurdan beni kurtardı. Asfaltın üzerine beni bırakıp haydi gidelim dedi. Ben birkaç adım gittim, bir düşündüm bu kadar peygamberler, evliyalar, bu kadar sahabeler geldi geçti, kimse bana el atmadı, beni kurtarmadı, bu beni kurtardı. Kimdir bu, bir sorayım! Sen kimsin ? Birden bana dönerek, ben Şah-ı Nakşibendiyim(cemaatten bağırtılar, çağırtılar) Böyle söyleyince ben yine şok geçirdim. Birkaç adım gittikten sonra bir daha aklıma geldi. "Şah-ı Nakşibendinin dünyada çok ismi vardı, çok büyüktü, o kadar sofileri vardı, o kadar halifeleri vardı, o kadar bağlıları, salikleri vardı, onların hepsini bırakıp böyle tek başına nereye gidiyorsun? Ben bir sorayım, Kurban dedimDünyada Şah-ı Nakşibendinin ismi çok büyüktü, çok sofileri vardı,çok da sâlikleri vardı, onları bırakıp nereye gidiyorsun? diye sordum. Hemen elini kolunun altına koyarak bir kutu çıkardı.Kutunun içinde çok ince ince sinekler var,Dedi ki, bu sineklerin hepsi sofimizdir. Bunların hepsi kabirden kalkınca, onları topladım, bu kutulara doldurdum, ben istedim ki haşır- neşir, kıyamet görmesinler. Allah'ın huzuruna çıkıp utanmasınlar diye bu kutulara koydum. Onların şefaatlerini yaptırdık, işlerini bitirdik, evrakları düzelttirdik, onları cennete götürüp her kesin kendi makamlarına bırakıp haşır- neşir görmesinler. Allah'ın huzuruna gidip utanmasınlar. Böyle niyet ettik, Allahu Teala da niyet ve şefaatimizi kabul etti. Onu götürüyoruz. Biz de çalışalım o kutuları girelim"Evet her sene milyonlarca insanın ayağına kadar gittiği menzil şeyhi bunları söylüyor.Ve şimdiye kadar yapılan bütün eleştiri ve kınamalara bir cevap verilmiş değildir.Yani menzil şeyhinin bu konuşması hiçbir zaman reddedilmemiştir.Vahyin İslam'ı, evrensel tevhid ve güzel ahlak kitabı nerede?İnsan hakları, özgür düşünce, Allah'ın saf ve hanif hidayeti nerede?Bizim bu halimiz nasıl olacak?Biz bu yobaz anlayışla nasıl iflah olacağız?Kur'an gibi bir kitaba sahip iken Allah bizim belamızı en şiddetli, en acı, en acımasız bir şekilde vermez mi?
7 Temmuz 2021 Çarşamba
ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:(3.YAZI)"Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar"(Giordano Bruno)HULUL İNANCININ ÖNEMLİ ÖNCÜLERİNDEN OLAN BEYAZİD'I BESTAMİ'NİN ŞİRK SAPKINLIĞI: "Kendimi tenzih ederim, şânım ne yücedir" "Cübbemin içinde Allah'tan başkası değildir" "Benim sancağın Muhammed'in sancağından büyüktür""Çadırımı arşın hizasında kurdum" ABDÜLKERİM EL-CİLİ'NİN HULUL SAPKINLIĞI:El-cili, "Kendisiyle Allah'ın aynı isim ve sıfatlara sahip olduğunu, dünya ve ahiret gününün mâliki de kendisinin olduğunu söyleyerek, hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı ve kendine yeterli olduğunu, kimseden hiçbir nimet istemediğini,çünkü nimetleri kendisinin verdiğini" iddia etmektedir. El-cili,"Halkın rabbi ve efendisi benim, bütün âlem isim, zâtım onun müsemmasıdır.Mülk benimdir. Melekût benim dokumam ve sanatımdır.Gayb ve ceberrut benimdir ve benden meydana gelmiştir" demiştir.(El- insanul kâmil, 1-19, 20- kahire, 13/ 6 h) CELALEDDİN-İ RUMİ'NİN ŞİRK'İ VE HULUL SAPKINLIĞI:Hulul inancının ağa babalarından olan Celaleddin-i Rumi mesnevisini Allah'ın kitabına eşdeğer tutarak eseri hakkında aynen şunları söylemektedir."Bu Mesnevi kitabıdır. O, ulaşma ve kesin bilme sırlarını açıklamada dinin asıllarının asıllarının asıllarının asıllarıdır. O, Allah'ın en büyük fıkhıdır. (Din bilgisidir )Allah'ın en aydınlık yoludur ve Allah'ın en açık delilidir. "Işığının hali, içinde kandil bulunan kandillik gibidir. Kerem sahibi ve salih yazıcıların elleriyle yazılmıştır. Temiz kişilerden başkasının ona dokunmasını men eder. Âlemlerin rabbinden indirilmedir. Batıl ona önünden ve arkasından gelmez. Allah onu gözetir ve korur. O en iyi koruyucudur"( Mevlana Celaleddin-i Rumi Mesnevi, Yeni Şafak kültür hizmeti- cilt- 1, sayfa 36- hazırlayan Pr. Dr. Adnan karaismailoğlu- Ulus- Ankara) Celaleddin-i Rumi Mesnevisi için sarfettiği bu cümleleri Yüce Allah âyetlerde Kur'an'ı Mübin için kullanmıştır.("...ışığını hali..."(Nur- 35) ; "...alemlerin Rabbinden indirilmiştir" (Hakka- 50) ; "...kerem sahibi ve salih yazıcıların elleriyle yazılmıştır..." (Abese-11- 12) ; "...temiz olmayanlar ona dokunamaz..."( Vakıa- 79- 80) ;"...batıl ona önünden ve arkasından gelemez..." (Fussilet- 42) Celaleddin-i Rumi Divan'ı Kebir'inde hulul inancına bağlı bir müşrik olduğunu gösteren yüzlerce şiirinden bir tanesi şöyledir.O (Ali) sefa ehlinin vücut güneşidir.O açıklayıcı İmam, hakkın yüksek sıfatları Ali'nin vasfıdır. Ali'den ayrı değildir.Çünkü o haktan hakla görülmüştür. Onun toprağı birlik alemidir.Allah'ın ilminden maksat Ali'dir. Her şey fanidir. Fakat can yanar, hakkın hikmetini Ali'den başkası bilmez. Yaratıkları yaratan zat gibi bakidir. İbtidasız evvel o idi sonsuz âhirde o odur. Resullere yardım eden o idi.Velilerin gören gözü de hakikaten odur. O yüzünün gizli parıltısından bir güneş yarattı. O hak iledir.Hak onda görülür. O hak ile ebedidir. Allah'ın isimleri onda belirdi"(Divan'ı Kebir- Milli Eğitim Bakanlığı, cilt 1, sayfa 35)MUHYİDDİN'İ ARABİ'NİN SAPKINLIKLARI:"O (Allah) bana hamd eder, ben ona hamd ederim. O, bana kulluk eder ben de ona kulluk ederim" İbni Arabi'nin Nuh (a.s) ile ilgili"Eğer Nuh, tesbih ile tenzihi cemetse, kavmini de bunlara davet etseydi, bu ikisi konusunda ona kesinlikle olumlu cevap verirlerdi (imana gelirlerdi)Fakat o, onları açık bir şekilde tesbihe çağırdı, sonra gizlice tenzihe davet etti" gibi karmaşık sözleri muvahhidler tarafından küfür olarak kabul edilmiştir.Daha Muhyiddin'i Arabi'nin Allah elçilerine bunun gibi birçok saldırıları vardır. Muhyiddin'i Arabi Allah Resulü ile ilgili bölümde diyor ki, "İnanan kimse inandığı şeyi över, sena eder, ona bağlanır. Kendisine inanılan ilâha yapılan övgü, aslında bizzat kişinin kendisine övgüdür. Bu bakımdan o kimse başkasının inancını ya da inandığını kötülememelidir" "Âlemin işlerini tedvir konusunda benim velayetimle ilgili olarak, bu yazdıklarımla hak beni durdurmuş değildir.Tâki bana, benim Muhammed'i velayetinin hatemi (sonuncusu) olduğumu da bildirilmiştir" YUNUS EMRE'NİN HULUL İNANCI:Yunus Emre bağlı olduğu hulul inancını bir şiirinde şu şekilde dile getirmiştir."İnsanlar, cinler, periler, devler hepsi benim hükmüm, emrim altındadır. Tahtımı yeller götürmüş olsa da Hz Süleyman'ın mührü benim elimdedir. İnsanları doğru yoldan çıkaran, azdıran şeytan ve doğru yoldan çıkarak azan Adem de kim oluyorlar? İyi işleri de kötü işleri de yaptıran hakikatte benim. Herkese her yerde benim hükmüm geçer.(S- 178) Hululiyyet inancını en net olarak ortaya koyduğu şiirlerinden bir tanesi şudur. "Nebi gökyüzüne çıkıp mirac'ı gerçekleştirdiği zaman onunla beraber bulunan benim,Nebi'nin yanında olan ve sofrasında oturan, yakınları ile çıplak ve samimi sohbet eden gene benim.Sabır etmeyi ve kanaati hoş gören, kırıklarla olan ve kırk kişiyle tek bir gömleğe kanaat eden gene benim. Hem halife Ömer'e adalet işlerinde yardım ettim, hem de oğluyla günah işleyip cezaya çarpıldım.Hristiyan bir dilber uğruna dinini değiştiren Abdurrezzak beni kendisine yoldaş etti. "Allah benim" diyen Hallacı Mansur ile birlikte asılan benim.Musa Nebi ile çok görüştüm, çok konuştum. İsa Nebi ile göklere çıkan benim.Adımı Yunus diye taktım. Sırrımı âleme açıkladım.Bundan sonra da dilde söylenen benim. Ben öyle bir sultanım ki kadimden (Ezelden) başlayıp sonsuza kadar hükmüm sürecektir.Benim zevalim yoktur. Gene yedi iklime hükmeden, insanlara hükmedip onları diri tutan sultan gene benim. Yer yüzünü yaratan, üzerine gök kubbeyi oturtan,büyük denizleri ve dalgaları meydana getiren ben olduğum gibi, tufanı meydana getiren ve Nuh Nebi ile ailesini tufan felaketinden kurtaran da benim. Dur emrini ve verince göklere, gökler hemen durdu ve benim istediğim gibi karar kıldı. Dünyaya yüz bin çeşit insanı getirip gönderen de gene benim.Yusuf Nebi ile kuyuya inen, erzak almak için Mısır'a gelen kardeşlerinin terazilerini altın dolduran, hepsini zengin eden Mısır'ın sultanı benim. Dervişlerle derviş olan, onlarla aynı safta duran ben olduğum gibi, sofularla el bağlayıp ibadet eden o merhamet sahibi, o rahman olan merhametli varlık da benim. Ben kaf dağı'ndan kaf dağı'na kadar her tarafa hükmederim.Devler ancak benim emrinde olup bu emrin dışına çıkamazlar.Rüzgarlara binerek seyran eden bu mülkün Süleyman'ı da benim. Bunları diyen Yunus değildir. Bunları söyleyen sadece kudret dilidir. Benim ilk (Ezel) ve son (Ebed) olduğuma inanayan kafir olsun"( Yunus Emre Divanı- Sağlam Yayınevi- Murat Sertoğlu, sayfa 193- 194)SAİD NURSİ'NİN İNANÇ DÜNYASISaid Nursi'nin Risale'i Nur Külliyatında hurafe, uydurma, yalan, Nebi (a.s) adına bir çok iftira ve açık şirk mevcuttur.Risale'i Nur Külliyatında bulunan sapkın inanç ve fikirlerden bir kaçı şöyledir.Said Nursi diyor ki:"Ehl-i keşifçe vâki olmuş latif bir manevi tasarruf vakıası :"Hazreti Mevlana (Hâlid-i Bağdadi) Hindistan'dan tarik-i Nakşiyi getirdiği vakit, Bağdat dairesi (Nakşiliğin Bağdad kolu) Şah-ı Geylani'nin (ks) ba'del-memat ( ölümünden sonra ) hayatta olduğu gibi taht-ı tasarrufunda idi. "Hz. Mevlana'nın (k.s) manen tasarrufu, bidayeten cayı kabul görmedi. Şah-ı Nakşibent ile İmam-ı Rabbani'nin ruhaniyetleri (Ruhları) Bağdat'a gelip Şah-ı Geylani'nin ziyaretine giderek rica etmişler ki,"Mevlana Halid senin evladındır, kabul et" Şah-ı Geylani, onların iltimaslarını (aracı olmalarını) kabul ederek Mevlana Hâlidi kabul etmiş, ondan sonra Mevlana Halid birden parlamış" Yani Said Nursi'ye göre,"Hâlid-i Bağdadi Hindistan'dan Nakşibendi tarikatını Bağdat'a getirdiği zaman, insanların kararları ve dini hayatları üzerinde aynen ölümünden önce olduğu gibi ölümünden sonra da Abdulkadir Geylaninin tasarrufunda idi. Bağdat'a gelen Mevlana Hâlid insanlar arasında pek ilgi görmedi.Said Nursi'ye göre bunun sebebi "Bağdat halkının üzerinde hâlâ tasarrufu devam eden Abdulkadir Geylani buna müsaade etmemesi idi. Yani ölü olan Abdulkadir Geylani insanların Mevlana Hâlide gitmelerini engelledi. Çünkü onların üzerinde onları yönlendirecek bir tasarruf ve hakimiyete sahipti. Said Nursi devamla diyor ki,"Bunun üzerine Şah-ı Nakşibend ile İmam-ı Rabbani'nin ruhaniyetleri(ruhları)Bağdat'a Şah-ı Geylani'nin ziyaretine giderek rica etmişler, "Mevlana Halid (Bağdadi) senin evladındır, onu kabul et" Şah-ı Geylani onların İltimaslarını ( aracı olmalarını) kabul ederek Mevlana Hâlidi kabul etmiştir" Ondan sonra Mevlana Hâlid birden parlamış.SAİD NURSİ'DEN BİR HURAFE DAHA "Bir zaman, Hazretleri Gavs-ı Azam (k.s) Şah-ı Geylani'nin, terbiyesinde nazdar ve ihtiyare bir hanımın bir tek evladı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan zaafiyetiyle, validesinin şefkatini celb etmiş. Ona acımış. Sonra Hazreti Gavs-ın yanına şekva(şikayet) için gitmiş. Bakmış ki, Hazreti Gavs kızartılmış tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş! "Ya Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!" Hazreti Gavs tavuğa demiş "kum biiznillah" "Allah'ın izniyle kalk"o pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kapından dışarı atıldığını, mutemet ve mevsuk çok zatlardan, Hazreti Gavs gibi keramât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zatın kerameti olarak, manevi tevatürle nakledilmiş"SAİD NURSİ VE ŞAKİRTLERİNE GÖRE RİSALE'İ NUR'DA HİÇ BİR HATA YOKTUR."Kimin haddi var ki, risalelerin birine el uzatsın veyahut bir sahifesine dil uzatsın, veyahut bir cümlesini tenkid etsin,veyahut bir kelimesini hatta bir harfine ve belki bir noktasına itirazda bulunsun"( Barla Lahikası 194, yedinci mektuptan, Hüsrev, üstadının kendi hakkında hiddetini zannedip, bir meseleye dair, müteessir yazdığı mektuptan bir fıkradır) (Talebesi Ahmet Hüsrev risalelerde bulunan hurafelerden rahatsızlığını bir mektupla Said Nursi'ye bildirir. Said Nursi buna çok şiddetli bir şekilde öfkelenir. Bunun üzerine Ahmet Hüsrev hakikatten çark ederek özür mahiyetinde olan yukarıdaki satırları Said Nursi'ye gönderir) Ahmet Hüsrev Arapça ve Osmanlıca hat sanatı iyi olan bir hafızdır.Kur'an'ı ve Risale'i Nur Külliyatının tümünü elle yazmıştır.Fakat ne yazık ki Kur'an'ın zerresini anlamamıştır.Said Nursi, kendini Allah'ın resülü, eserini de bir vahiy gibi görerek yalan, hurafe ve uydurmalarını eleştirenleri tehdit ederek aynen şöyle söylüyor."Bize ilişenler âhirette şiddetli tokatlar yiyecekleri gibi, dünyada dâhi bir kısmı çabuk çarpılır"(Emirdağ Lahikası, s,494)
6 Temmuz 2021 Salı
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(50.YAZI)"Maalesef temel sorun, İslam'ın Kur'an'da ortaya konmuş olan temel değerlerinden ve dinin esasını oluşturan tevhid esasından insanların habersiz olmalarıdır.Bunun yanında Kur'an'ı devre dışı bırakıp uydurma rivayetler ve bunlar üzerinden yapılan ictihatlara göre kurgulanmış gelenekçi/mezhepçi din anlayışını hayatına uygulayıp İslam'ı yaşadığını zannederek amelleri boşa gidecek çoğunluğa hanif İslam'ı ve tevhidin zıttı olan şirk belasını çok iyi anlatmak gerekiyor. Çünkü kendine müslüman ve dindar diyen büyük çoğunluk gerçek anlamda şirkin ne olduğunu bilmediği, bu dinin uydurma hükümlerini doğru din zannettiği için şirkle içiçe yaşamakta olduğunun farkına bile varamamaktadır. O yüzden tevhide dayalı, halis, saf, katışıksız hanif İslam'ı mutlaka bu ''az anlayan, hiç düşünmeyen, asla sorgulamayan, aklını kullanmayan, fanatik iman eden insan'' profilindeki çoğunluğa usanmadan anlatmaya devam etmeliyiz. Selam ve saygılar değerli hocam"(Faruk Fidan- "İnsanlık Tarihinde Değişmeyen Tek Şey" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Çok kıymetli ve aklı olup kullanmak isteyene fırsat sunan bir yazı. Beyinlerini kullansınlar.Koca koca ünvanlı, diplomalı cühalaya gelsin bu yazı.Diplomasızlara sözüm yok, onlardan saf olanlar var. Birde inat olanlar var.Sadece beynini değil, bedenini de teslim edenler.Gassal (ölü yıkayanın) elinde meyit olanlar.Klavuzu Kur'an olmayan beyinler ve eylemler kendilerini "çukur" bataklığından kurtaramazlar. Güzel bir yazı"(Şahabattin Arslan- İnsanlık Tarihinde Değişmeyen Tek Şey" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------"Şöylede diyebiliriz Ali hocam!''Tağut: Görünüşte Allah'ı inkar etmeyen ama kendisi de bizzat Allah gibi haramlar, helaller, sevab, günah hak, batıl ihdas edip, ortaya hurafelerden meydana gelen sahte din icat ederek kendisine de tıpkı Allah gibi itaat edilmesini, saygı ve sevgi gösterilmesini arzulayan, azıp azdıran ve Allah'a başkaldıran, saldırgan, içinde güç ve iktidar hırsı, ihtirası olan, başkalarına hasedi düşmanlığı olan, zenginlik tutkusu ile gücü ve hakimiyeti kendi eline, soyuna ve kavminin eline geçirme hırs ve emeli olan hasedci, fesadçı, düşmanlık içinde, kendi siyasi emellerine dini alet edip din üzerinden saltanat devşirmek isteyen, bu yüzden dinde kasten ihtilaflar çıkartıp dini ve ümmeti tefrikaya düşürüp parça parça bölüp birbirine düşman eden, saldırgan, Allah'a asi olmuş kimseler birer tağuttur !(Asım Kurucu-" Tağut" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Ülkemizin ve diğer islam ülkelerinin en büyük sorununun bu olduğunu mükkemel bir şekilde izah etmiş bulunmaktasınız.Yazınızından anlaşılıyor ki:Bu şirk ve hurafe zihniyetin hakim olduğu bir toplumda fetö ve benzeri yapılanmalar fiili olarak ortadan kaldırıldığı düşünülse bile zihinlerde ve halkın yapısında varlığını devam ettirmekte olup, mevcut dini anlayış yok edilip, Kur'an'a dönülmediği sürece, biz ve bizim gibi toplumlar yok olmaya mahkumdur.Rabbimin değişmez sünneti bu degilmi?Saygılarımla hocam"(Sefa Sahin- "Fetö Bize İyi Bir Ders Verdi" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Kıssaları geçmiş zamanların hikayesi gibi anlıyorlar hocam!Kitabımızı anlamanın önündeki en büyük engellerden biri de bu anlayıştır.Zihinlerimiz kıssalara hikaye/masal muamelesi yapıyor maalesef"(Bekir Akça- "Fetö Bize İyi Bir Ders Verdi" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Hocam!Musa (a.s) Tur-u Sina’ya gittiğinde Samiri melun, İsrailoğulları’na ben sizin görmediklerinizi görüyorum demişti.(Tâhâ- 96 )15 Temmuz öncesinde "Allah Resülü olimpiyatlarımıza katılıyor, bizimle görüşüyor" diyen fetö'ye inanan bir kitle var.Tarikatlara hiç girmek istemiyorum, onlar fetö’dan daha beter bir durumdalar.Ehl-i Sünnet, Şia, mezhepler, mezhepçilik şirktir ve Allah’a karşı küfürdür.Saygılar sunarım"(Mustafa Emir- "Fetö Bize İyi Bir Ders Verdi" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------Bu toplumun duyduğu/duyabileceği açık ve anlaşılabilir bir dile sahip, nefsi değil, her cümlesi gerçeklerle dolu.Kendini müstağni görmeyi hak ve elindekini din görmeye başlamış, gözleri görmeyen, kulakları ağırlaştırılmışların hatalarını yüzüne vuran uyarıcı bir yazı olmuş. Allah razı olsun inşaallah"(Hasarı Ayhan Karakuş- "Fetö Bize İyi Bir Ders Verdi" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------"Ali Aydın kardeşim!Keşke öyle bir ders alınmış olsa!Her şey eskisi gibi ve hiç bir şey olmamış gibi devam ediyor!Maalesef ders alması gerekenlerin umurunda değil ve bunu siz en iyi biliyorsunuz!Ben hiç bir ilahiyatçı yada diyanet görevlisinden bu konuda öz eleştiri duymadım, üç maymunu oynamaya ve kendilerinin fetö’ye bulaşmayan kurumlardan olduklarını söylemeye devam ediyorlar! İşin garip tarafı, cemaatler, diyanet ve iktidar hâlâ kendi inanç sistemleri ile fetö'nün inanç sistemi arasında bir farkın olmadığını anlayabilmiş değiller! Ya ilahiyat Prof, larına ne demeli? Ramazan proğramları ve içerikleri hiçbirşey olmamış gibi, fetö'nun izinde devam edip gidiyor! Özünde doğrusunuz! Biz burdan bir ders almalıydık ama maalesef kafalar hala çuvalda, akıl kirada, gözler kör, kulaklar sağır ve değişen bir şey ben göremedim! Tabiki bilinen Kur'an ve gerçek din insanlarının çaba ve gayretleri hariç! Sevgiler kardeşim! (Hüseyin Bostan-" Fetö Bize İyi Bir Ders Verdi" adlı yazıya yaptığı yorum)
ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:(2.YAZI)Bütün inançları ve dinleri birbirinden ayıran tek şey tevhid, onları birbirine eşitleyen tek şey ise şirk'tir.Yani bir dinde tevhid sistemi hakim değilse, adı ne olursa olsun o din artık şirk olacaktır. ASHAB-I KEHF KAVMİNİN ŞİRK SAPKINLIĞI:"Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka İLAHLAR edindiler.Bari bu İLÂHLAR konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün! ) Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zalim kim vardır?"(Kehf-15)İnsanlık tarihinde Allah elçilerinin kavimleri istisnasız hepsi İLAHLARA ve EVLİYAYA kulluk ediyorlardı.MEKKE MÜŞRİKLERİNİN ŞİRK SAPKINLIĞI:Aslında Mekke müşriklerinin yüce Allah'a çok kuvvetli bir imanları mevcuttu.Fakat dünyanın ve insanların üzerindeki tasarrufa Allah'ın izniyle ilahlarının ve evliyanın yetkili olduklarına inanıyorlardı. "Şayet İLÂHLARIMIZA iman etmekte sabır göstermeseydik, gerçekten (bu resul) bizi neredeyse İLAHLARAMIZDAN saptıracaktı" diyorlar. Azabı gördükleri zaman, asıl kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler" (Furkan-42)"Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar ve kafirler: Bu pek yalancı bir sihirbazdır! İLAHLARI tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir! dediler"(Sad- 4, 5) EHLİ SÜNNET VE ŞİA ÂLİMLERİNİN CEHALET ve SAPKINLIKLARI:Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmediklerinden dolayı âyetlerde geçen "Allah'a itaatten" kastedilen emrin "Kur'an'ın emirlerine tâbi olmak" "Resul'e itaatten" kasdedilen emrin ise "hadislere!!! yani Kur'an'dan ayırdıkları, Allah'ın kitabından bağımsız olarak uydurdukları hayali Resul'e "tâbi olmak" olarak kabul etmişlerdir. Onlara göre "Allah'a itaatten" kastedilen Allah'ın gönderdiği kitab-a yani Kur'an'a, Kur'an'ın emir ve yasaklarına itaattir."Resul'üne itaat" ise sağlığında bizzat kendisine, onun emir ve talimatlarına, vefatından sonra da "sünnetine (hadislerine) itaat etme" anlamındadır.Yani Allah Resulü'nün hüküm ve kararlarına boyun eğmek, sağlığında kendisinin çeşitli konularda verdiği hüküm ve kararlara itaat etmek,vefatından sonra ise benzer konular karşısında Allah Resulü'nün ortaya koyduğu çözümleri esas almak anlamına gelir.Sünnete uymak, sağlığında bizzat O'nun kendisine itaat ve boyun eğmekle olduğu halde, bugün içinsünnete uymak, sünneti bize aktaran hadisler aracılığıyla gelen "Allah Resulü'nün mesajını" anlamakla mümkündür.Gerek Allah'a itaat ile Resulüne itaatin yan yana zikredildiği ayetler gerekse sadece Resul'e itaatten, O'nun hüküm ve kararlarına boyun eğmenin gerekliliğinden bahseden âyetler bugüne kadar birçok İslam alimi tarafından hep bu şekilde anlaşılmıştır.Ve sünnetin (hadislerin) İslam'da delil oluşu bu tür bir yaklaşımla temellendirilmeye çalışılmıştır.(Hadis ve Sünnet anlayışımız- Prof. Dr. Kadir Gürler. S. 43)Şia ile ilgili, onların inanç ve fikirleri hakkında daha önce bir çok yazı kaleme aldığımız için burada onlar hakkında bir şey yazmıyoruz.Ancak Şia'nın Kur'an'dan ne kadar uzak olduğunu anlamak İsteyen arkadaşlara "İmamet konusunu, mehdinin zuhurunu ve Ğadir Hum" meselesini araştırmalarını öneriyorum.Hanbeli Mezhebinin imam-ı Ahmet Bin Hanbel ile Malik-i Mezhebinin imam-ı Malik Bin Enes son derece Kur'an cahili kimselerdi.Eğer Kuran cahili olmasalardı, Kur'an'ı yeterli görüp, Kur'an'ın yanında ikinci bir kaynak edinme yollarını aramaz, Nebi (a.s) adına iftira edilen absürt rivayetlerin peşine düşmezlerdi. Malik Bin Enes ve Ahmet Bin Hanbel, Nebi ile Resul arasında bulunan farkları bilmediklerinden dolayı, aynen Ebu Yusuf, imam-ı Muhammed ve Muhammed Bin İdris gibi mezheplerini tamamen yalan ve uydurma rivayetler üzerine bina etmişlerdir.Hatta Ehl-i Sünnet'in bazı âlimleri ana hadis kitaplarının (Kütüb-ü Sitte) ve Malik Bin Enes'in Muvatta'sı olmak üzere yedi tane olduğunu kabul ederler.Ahmed bin Hanbel'in birçok eseri vardır. Fakat en meşhur olan eseri Müsned'dir. Bu hadis kitabında kırk bin Müsned hadis vardır.Bunlardan on bini mükerrerdir. Bu Kur'an cahillinin binlerce hadis ezberlediği söylenmektedir.Size şunu açık yüreklilikle söylüyorum. İyi ki hadis tarihi, hadis ilmi ve muhaddislerin hayatları hakkında geniş bir bilgiye sahip değilsiniz. Allah'a yemin ediyorum. Kur'an'ı bilen için dünyada en büyük ızdırap ve kahredici olay, muhaddislerin ve mezhep imamlarının ne kadar Kur'an cahili olduklarını bilmesidir.Halbuki aşağı yukarı 1300 yıldan beri milyonlarca insan bunların gerçekten âlim olduklarını zannederek Allah'ın emir ve hükmünden daha fazla bu cahillerin tamamen şirk olan hükümlerine tâbi olmuştur. Eğer Şia ve Ehli Sünnet'in kaynaklarını bilmiş olsaydınız, Kur'an'ın hikmet ve ahlakının, ilim ve mantığının yanında bu hurafecilerin ne kadar Kur'an cahili olduklarını anlardınız. Adem (a.s) dan kıyamet gününe kadar hiçbir zaman böyle vahiy düşmanlığı, böyle cehalet ve akılsızlık, Allah'ın âyetlerine karşı böyle düşüncesizlik ve ihanet, Allah'a ve Resulü'ne böyle yalan ve iftira atılmamıştır.Binlerce insan hayatını bir hiç uğruna, hurafe, şirk ve yalan haberler toplama adına israf etmiştir.Hem de Allah ve Resulü'ne iftira üzerine bir din kurmak için ömürlerini şeytanın yolunda tüketmişlerdir.Mesela:Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve alimleri boğazlarına kadar şirk sapıklığına batmamış olsalardı, kitaplarında şirk ile alakalı bir bölüm olurdu.Adamlar o kadar Kur'an'dan uzak bir mesafeye savrulmuşlar ki, hiçbir zaman şirk ve tevhid diye bir dertleri olmamıştır.Halbuki insan demek, akıl, araştırma, fikir ve bilgi demektir. Aklı kullanma, araştırma, tefekkür ve bilgi yoksa insan da yok demektir.Koca koca adamlar yüzlerce âyette dile getirilen, "Dinin Allah tarafından tamamlandığını..."(Mâide-3)"Allah Resulü'nün sadece vahyi tebliğ etmekle yükümlü olduğunu..." (Mâide-99)"Allah Resulü'nün vahye tâbi olmakla emrolunduğunu..."(Yunus-109) "Sadece Kur'an ile uyarı vazifesini yaptığını, (En'am-51; Kaf- 45; Enbiya- 45) "Dinin Allah'a özgü kılınması gerektiğini..."(Zümer- 2, 3, 11, 12) "İnsanların sadece indirilen vahiy'den yani Kur'an'dan sorumlu olduklarını..." (Zuhruf-43, 44) "Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın olamayacağını..." (Casiye-6; Ankebut- 50, 51)anlayamamışlardır.Emevi Abbasi Ehli Sünnet dininin en büyük Kur'an cahillerinden biri Muhammed Bin İdris (İmamı Şafii) dir.Muhammed Bin İdris "Allah Resulü'nden rivayet edilen bir hadisi duyduğum zaman aklımı hemen devre dışı bırakırım" diyecek kadar cahil bir adamdır.İmamı Şafii, "...Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi..." Nisa-113. âyetinde bulunan "kitap"tan maksadın "Kur'an""hikmet"ten maksadın ise "sünnet"in yani hadislerin olduğunu söyleyerek bağlılarına korkunç bir cehalet ve şirk'i miras olarak bırakmıştır.Halbuki Kur'an âyetlerinde geçen"kitap"tan maksat "vahiy" yani "Kur'an" "hikmet"tenmaksat ise "Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü ve kendi içindeki ilmi yani sistemidir.Bu gerçeği Bakara 231. âyette geçen "...Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, size "onunla öğüt vermek" üzere indirdiği kitabı ve hikmeti hatırlayın..." cümlesi açık olarak gösteriyor. Yukarıdaki âyette aynen "Allah ve Resulü'ne itaat" gibi bir sistem kurularak "kitap" ve "hikmet" denildiği halde "yeizüküm bihi" "onunla öğüt veriyor" buyrulması muhteşem bir sistem ve bir kombinasyonu göstermektedir.Yani "kitap" ve "hikmet" iki ayrı şey değildir."Kitap"ve "hikmet" aynı şeydir. Ama hakikate karşı beynini ve zihnini kapatan Kur'an cahili Muhammed Bin İdris bunu nereden bilsin?Aynı şekilde "Essünnet'ü kâdiyetün alel kitéb""Sünnet Kur'an'a egemendir" diyen Ehl-i Sünnet âlimi Evzai" de büyük bir cehalete ve açık bir küfre kapı aralamıştır.EHL-İ SÜNNET MUHADDİSLERİNİN CEHALET VE SAPKINLIKLARI : Ehli Sünnet ve Şia'nın muhaddisleri Kur'an'a aykırı, aklın ve güzel ahlakın kabul etmeyeceği birçok yalan haber toplayıp, Allah Resulü'ne İsnat ederek büyük iftiralara ve ihanete imza attılar. BUNLARIN BAZILARI ŞÖYLEDİR:"Namaz kılan bir adamın önünden eşek, kara köpek ve kadın geçerse namazı bozulur"( Buhari- Ahmet Bin Hanbel)"Bir grup maymun zina yapan bir maymunu yakalamış ve taşlama (recm) cezasını uyguluyorlardı. Onlara bu haklı işte desteklemek için ben de taş atarak yardım ettim"( Buhari) Bu yalanı Allah Resulü'nün ağzından uyduran ahmak cahiller akıllarınca şunu demek istemişlerdir "recm cezasını uygulamayan Müslümanlar maymunlardan daha aşağı bir seviyeye sahiptirler)"Uğursuzluk üç şeydedir, at, ev ve kadın"( Buhari)"liderler mutlaka Kureyş kabilesinden seçilmelidir"( Buhari)"Tüm Kara köpekleri öldürünüz, çünkü onlar şeytandır"( Ahmet Bin Hanbel)"Karga fasıktır"( Buhari- Ahmet Bin Hanbel)"Allah ahirette elçilere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir"(Buhari) "Allah Resulü Medine'de bir Yahudi tarafından büyülendi. Günlerce ne yaptığını bilmez bir durumda ortalıkta deliler gibi dolaştı"( Buhari- Ahmet Bin Hanbel)"Sol elinizle yemeyiniz, içmeyiniz; çünkü şeytan sol eliyle yer içer"( Ahmet Bin Hanbel)"Melekler, içerisinde köpek veya resim bulunan eve girmezler"( Buhari)"Ahzab suresi mushafa eksik yazılmıştır"( Ahmet Bin Hanbel- Suyuti)"Beyyine süresi mushafa eksik yazılmıştır"(Tirmizi)"Felak ve Nas sureleri aslında birer Kur'an suresi değildir"( Ahmet Bin Hanbel-Taberani- Bezzar )"Allah Resulü'nün dokuz zevcesi olduğu halde, tek bir gecede hepsi ile cinsel ilişkiye girerdi"(Buhari) "Kim faiz yerse sanki annesiyle Kabe'de zina etmiş gibi olur""Yılan, karga ve akrep fasıktır"(İbni Mace) "Bulaşıcı bir hastalık yoktur" (Buhari- Müslim- Tirmizi- Ebu Davut-Haysemi) "Etin kokuşmasının sebebi İsrailoğullarıdır" (Buhari- Müslim)"Kişi sabahleyin yedi acve hurması yerse, ardından kilolarca zehir içse bile ölmez"( Buhari- Müslim- Ebu Davut )Ehl-i Sünnet ve Şia'nın muhaddisleri daha bu uydurma ve absürt hurafeler gibi binlerce yalanı Allah Resulü'ne isnat ederek ne kadar Kur'an cahili olduklarını göstermişlerdir.İşin ilginç yönü ise mezhep imamlarının ve müctehidlerin bu yalan ve iftiralar üzerine dini bina etmiş olmalarıdır. Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri hep yalan, iftira, hurafe ve akılsızlıktan beslenmişlerdir.Kur'an'a gitmek, ondan faydalanmak hiçbir zaman akıllarına gelmemiştir.
5 Temmuz 2021 Pazartesi
ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI.(1. YAZI)Allah'ın izniyle bu yazı serisinde din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak edinenlerin kendi kitap ve seslerinden inanç ve fikirlerini göreceksiniz. Özellikle günümüzde yaşayanların sanal medyada dolaşan sözlerini kelime kelime kayıt altına aldık ki, tarihe bir not düşelim.Şeytanların şerlerinden Allah'a sığınırız. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Allah'ın Resullere en önemli emri tevhid akidesini korumaları olmuştur. "Senden önce hiç bir Resul göndermedik ki ona:"Benden başka ilah yoktur, şu halde sadece bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım"(Enbiya- 25)(Ey Resul! ) Şüphesiz sana da senden önceki(Resullere) de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun Allah'a ortak koşarsan işlerin mutlaka boşa gider ve husranda kalanlardan olursun"(Zümer-65) DİNDE MEZHEPLER VE FIRKALAR OLMAYACAK."Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye, Nuh'a emrettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya emrettiğimizi Allah size de din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu din (İslam-Tevhid), müşriklere ağır gelir,,,"(Şura-13)"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, ( Ey Resul! )senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(En'am-159)( EyResul! )Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir.Allah'ın yaratışında (İslam dininde) değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur Fakat insanların çoğu bilmezler""Hepiniz O'na yönelerek Allah'a karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin, müşriklerden olmayın.Dineriniparçalayan ve fırka fırka olanlardan olmayın. Bunlardan her fıkra kendilerinde olan inanç ile böbürlenip sevinmektedir"(Rum-30, 31, 32)DİN SADECE ALLAH'A ÖZGÜ KILINMASI GEREKİR.(Ey Resul! )Şüphesiz ki Kitab-ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah'a özel kılarak kulluk et. Dikkat edin, halis din yalnız Allah'ındır. O'nun yanında veya onu bırakıp da başka dostların ( evliya) edinenler:Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler..."(Zümer- 2, 3)"Kafirlerin hoşuna gitmese de dini Allah'a özel kılarak kulluk edin"(Mümin-14)"De ki: Bana, dini yalnız Allah'a özel kılarak kulluk etmem emrolundu. Bana Müslümanların ( muvahhidlerin) ilki olmam emrolundu.(Zümer-11, 12)ŞİRK BÜYÜK BİR ZULÜMDÜR."Lokman, oğluna öğüt vererek: Evladım! Allah'a şirk koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti"(Lokman-13)ÂHİRETTE AFFEDİLMEYECEK TEK GÜNAH ŞİRK'TİR"Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz, ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa büsbütün sapıtmıştır"(Nisa-116)ELÇİLERİN ÇOCUKLARINA EN ÖNEMLİ MİRASLARI TEVHİD DİNİNİN MUHAFAZA EDİLMESİDİR."İbrahim'in dininden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada elçi seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerindendir""Çünkü Rabbi ona: MÜSLÜMAN ol, demiş, o da: Âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti""Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da, "Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam-Tevhid) seçti. O halde sadece Müslümanlar (Muvahhidler) olarak ölünüz" dediler."Yoksa Yakub'a ölüm geldiği zaman siz orada mıydınız? O zaman Yakub oğullarına : (Ey Oğullarım!) Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti.Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz, biz ancak ona teslim olmuşuz, dediler"(Bakara- 130, 131, 132, 133) Bu yazılarımda ele alacağım konu ilk atalarından günümüz müşriklerine miras olarak intikal eden şirk sapkınlığı olacaktır. Nuh(a.s) ın kavminden F Gülen kavmine kadar şirk sapkınlığında hiçbir zaman kesintinin olmadığı ve ilk atalarından günümüze şirk'te hiçbir şeyin değişmediğini göreceksiniz.Çünkü insanların inanç ve ahlakları asla değişmez, değişen zamandır. Ehli Sünnet etiketi taşıyan müşriklerle tarikatçı müşrikler arasında bir fark yoktur.Tarikatçı müşrikler tasavvuf yoluyla direk Allah'a şirk koşarken, Ehli Sünnet âlimleri ise muhaddislerin topladıkları rivayetleri ve müctehidlerin fikirlerini Kur'an'a eşdeğer görmekle şirk koşmuşlardır.(Tevbe- 31)"İşte böylece, onlardan öncekilere herhangi bir Elçi geldiğinde hemen: O, bir büyücüdür veya delidir, dediler. BUNU NESİLDEN NESİLE BİRBİRLERİNE VASİYET Mİ ETTİLER? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur"(Zariyat- 52, 53)"İşte o ülkeler..." Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun ki, elçileri onlara apaçık deliller getirmişlerdi. FAKAT ÖNCEDEN YALANLADIKLARI GERÇEKLERE İMAN EDECEK DEĞİLLERDİ. işte kafirlerin kalplerini Allah böyle mühürler"(Âraf- 101)Şirk sapkınlığına kendilerini mahkum edenlerin ortak özellikleri Kur'an cahili olmalarıdır.İstisnasız bunların tümü, ilkinden sonuncusuna kadar akıllarını kullanmamış, atalarının şirk dininden kopamamış dolayısıyla vahiy düşmanı olmuşlardır. NUH (A.S) IN KAVMİNİN ŞİRK SAPKINLIĞI :"Ve dediler ki: Sakın İLÂHLARINIZI bırakmayın; hele Ved'den, Suva'dan, Yeğüs'ten, Ye'uk'ten ve Nesr'den asla vazgeçmeyin"(Nuh- 23) HUD ( A.S) IN KAVMİNİN ŞİRK SAPKINLIĞI: "Dediler ki: Ey Hud! Sen bize açık bir mucize getirmedin, bizde senin sözünle İLAHLARIMIZI bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz"( Hud- 53)"Ey Hud! Sen bizi İLÂHLARIMIZDAN çevirmek için mi bize geldin ? Haydi, doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir" dediler.(Ahkaf- 22) İBRAHİM (A. S) IN KAVMİNİN ŞİRK SAPKINLIĞI : "Bunu İLÂHLARIMIZA kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir, dediler"(Enbiya- 59) "Bunu İLÂHLARIMIZA sen mi yaptın ey İbrahim? dediler"( Enbiya- 62) "Andolsun biz İbrahim'e daha önce rüşdünü vermiştik.Biz onu iyi tanıdık. O, babasına ve kavmine şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor? demişti. Dediler ki : Biz, babalarımızı bunlara takarken bulduk. Doğrusu, sizde, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi"( Enbiya- 51, 52, 53, 54)İnsanlık tarihinde Allah elçilerinin kavimleri ibadetlere karşı gelmediler.Karşı geldikleri ve şiddetle tepki gösterdikleri tek şey ilahlarının ve evliyanın reddedilmesi ve kabul edilmemesi idi. İSRAİLOĞULLARININ ŞİRK SAPKINLIĞI:"Samiri, onlar için böğürebilen bir buzağı heykeli icat etti. Bunun üzerine : İşte dediler, bu, sizin de, Musa'nın da İLÂHIDIR. Fakat onu unuttu"(Tâhâ- 88)"İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus bir takım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: Ey Musa! Onların İLAHLARI olduğu gibi, sen de bizim için bir İLÂH yap! dediler. Musa: Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz, dedi"( Araf- 138) FİRAVUN KAVMİNİN ŞİRK SAPKINLIĞI:"Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: Musa'yı ve kavmini, seni ve İLAHLARINI ( başka bir okuyuşta : İLAHLIĞINI bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi serbest bırakacaksın?"(Araf- 127) FİRAVUN'UN ŞİRK SAPKINLIĞI:"Firavun: Ey ileri gelenler! Sizin için BENDEN BAŞKA İLAH tanımıyorum dedi..." (Kasas- 38) "Firavun, derhal adamlarını topladı ve onları seslendi : Ben, SİZİN EN YÜCE RABBİNİZİM! dedi"(Naziat, 23, 24) HRİSTİYANLARIN ŞİRK SAPKINLIĞI:"Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler andolsun ki kafir olmuşlardır..."( Maide- 17)"Rahman çocuk edindi" dediler. Hakikaten siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız. Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yığılıp düşecekti! Rahman'a çocuk isnadında bulunmaları yüzünden"( Meryem- 88, 89, 90, 91) YAHUDİ VE HRİSTİYAN DİNCİLERİN ŞİRK SAPKINLIĞI:(Yahudi din adamları) Allah ile beraber bilginlerini (Hristiyan din adamları) da rahiplerini (azizlerini) ve Meryem oğlu mesih'i RABLER edindiler..."(Tevbe- 31)YAHUDİLERİN İNANÇ SAPKINLIĞI:"Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır, dediler, bu dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lanet olasılar! bilakis , Allah'ın elleri açıktır..."(Mâide- 64)"Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin(Yahudilerin) sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların bu dediklerini, haksız yere Nebileri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı!"(Âli İmran- 181)
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(49.YAZI)"Sayın hocam!Anlamadığım, hayretler içersinde kaldığım, sizlerin gördüğünü, Diyanet ve İlahiyat fakülteleri neden, niçin ve nasıl görmüyorlar. Bazı hocalarımız Kur'an'ı anlatıyor. Bazıları da âyetlere kör ve sağır kalıyorlar. Ülkemizde çoğunluğu İran ve Hindistan kökenli sayısız dede, baba, şeyh, evliya türbeleri yapmışlar, bunların evliya olduklarını kim belirlemiş?Sınavdan önce son sınıf öğrencilerini okulumuza yakın bir türbeye götürdük.İlahıyatcı arkadaşların hepsi gitti. İlahıyatçı olan idareci," karşı olduğunu bildiğim için sana haber vermedik" demişti.Türbeyi ziyaret eden öğrencilerden türbede yatanın adını aldıktan sonra internetten kimliğine baktım.Maşallah üç kardeş de Samsun"a başka yerlerden gelmiş, üçü de veli, birinin türbesi merkezde, diğer ikisi de iki ayrı ilçede, birileri bunlara Allah'ın dostu kararını vermiş.Dert sıkıntı çok hocam. Saygı ve Selâmlar"(Sebahattin Ocakdan- "Yunus Emre" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Her gün farklı bir dinamizm katıyorsunuz, düşünsel ve eylemsel dünyamıza:Ufkumuza derinlik verecek konulara temas edip" uyumayın, uydurulmuş din yada şeytandan vahiy alanlar her alanımızı futursuzca doldurmuş uyanık kalın" diye adeta Kur'an elçiliği yapıyorsunuz. Allah razı olsun inşaallah"(Hasan Ayhan Karakuş-"Dünya Dönseydi Ne Olurdu?" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Bak hocam!Bu kavramları doğru anlamak ve bilmek Kur'an'ı doğru anlamak için çok önemlidir.Halbuki fitneyi halk arasında dedikodu, insanların aralarını açma, nifak sokmak gibi bilirdik.Allah sizden razı olsun hocam, bunlar çok kıymetli bilgiler"(Mehmet Öner- "Bela, Fitne, İmtihan" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Bu şirk dini, tarikat dini, ehli sünnet dinini ayakta tutan şeyler, hadis, ictihad, mezhep ve keramet yalanlarıdır.Onların hadis, mezhep ve keramet saçmalığını deşifre edin, göreceksiniz ki, şeytanların düzeni son derece zaiftir.(Bedrettin Köprücü-"Tasavvuf ve Mezhep Şirki, adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Değerli Ali Aydın hocam! Allah razı olsun.Değerli hocam, seni tanımadan önce bende tasavvuf okuyordum ne kadar da yanlış olduğunu seni tanıdıktan sonra anladım.Allah seni korusun, hürmetler, saygılar sunarım hocam"(Fesih Güzelgül- "Tasavvuf ve Mezhep Şirki" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Hikmet Ersoy!Siz ne görüyorsunuz?Önce ona cevap verin. Bu yazıyla bağlantısını nereden kurdunuz ona cevap verin. Bu yazının tam tersine inanıyorsanız açıkça yazın. Birde kibirle" bilgi edinin" demişsiniz. Tanımadığınız insanların bilgili veya bilgisiz olduğunu bilmeden yazmışsınız. Sizler Vişnu'nun İslam'a uyarlamasına inanabilirsiniz.Ben inanmıyorum ve Ali Aydın beyi de canı gönülden tebrik ediyorum.Böyle tırsmadan, ürkmeden acabaları olmadan Kur'an’a göre yazdığı için. Hadi size iyi günler"(Filiz Uzun Karakaya- Tasavvuf ve Mezhep Şirki" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------"Kardeşim!Emeğine, bilgine ve duyarlılığına sağlık olsun, teşekkürler! Bir toplum bu kadar cahil olamaz, sorsan kızını oğlundan ayırmaz; kız doğunca onun hizmetci olduğunu peşinen kabullenir ama bunu direk söyleyemez.Aslında bir çok kişinin hanımına yaptığı muamele, hizmetçi muamelesidir ! Dolaysıyla kızı bir başkası yani evleneceği kişinin hizmetcisi olarak dünyaya gelir ve toplumda öyle de kabul görür! Hem “bana bir harf öğretenin kölesi olurum" diyen bir dine mensubuz, derler.Hemde "kız çocuğunun ne işi var okulda, otursun anasının dizinin dibinde!" diye de eklerler.Eskiden böyleydi, biz böyle büyüdük ve inanın sorgulanan her zaman kadın oluyor.Erkek göbek ve diz kapağı arası hariç dolaşabilir ama kadının gözü bile mahrem!Kardeşim aslında okuyan kadınlarımız bile bu konuda suçlu ! Kimse itiraz dahi etmiyor, özgür ve eşit birey olmak için çabalamıyor! Sevgiler" (Nüsret Barut- "Yuh Olsun Bize" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Hocam! Allah senden ve senin gibi indirilmiş dini anlatmaya çalışanlardan razı olsun.Ezbere Müslüman olunca, okumadığın kitaba iman ettim diyen bir sahtekar olursun. Aklını kullanmadığı için, kullanılan, anlatılan her yalanı din bilen, İslam düşmanı bir müşrik olduğunu bile idrak edemezsin.Bu âyetler Mekkeli Kureyşlilere geldi derler.Din diye bildiklerinin çoğunun İsrailiyât olduğunu bile bilmeden bir ömür yaşarsın.Allah ne emretmiş, Kuran'da ne yazıyor? diye sorguladığunda zındık, kafir gibi sıfatlara layık görülürsün.Bunda en büyük vebal, sadece Kur'an yetmez diyen, muvahhidlere Kur'an sapığı diyen mezhepçi din tüccarlarınındır(Salim Baykara-" Yuh Olsun Bize" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"Tebrik ederim!Güzel bir konuyu, başarılı bir şekilde anlatmışsınız. Muhafazakar insanların bir çoğu ilk baş vuracakları Kur'an'ı iyi anlamadıkları için, Allah indinde hiçbir geçerliliği olmayan kurallara ve törelere uyarak "namusumuzu temizledik" diye cahiliye devrindeki gibi cinayet işlerler. Laiklikle alakası yoktur. Laiklilik görüşü avrupada çıkmadan önce iktidara yakın çeşitli mezhepler din adı altında, başka mezheplerden insanları diri diri yatıkları için, devlet çeşitli inançlara ve tüm insanlara aynı mesafede yaklaşmak adına bu kural konulmuştur"(Ali Gül- Yazıklar Olsun Bize" adlı yazıya yaptığı yorum)
UYDURMA DİN MENSUPLARININ ÖZELLİKLERİ: Allah tarafından indirilen tevhid anlamına gelen İslam'ın değer verdiği ilkeler ile geleneksel uydurma din'in değer verdiği ilkeler birbirinden çok farklıdır. Mesela: Vahyin İslam'ı, Kur'an'a, ilme, aklı kullanmaya, tefekkür ve sorgulamaya değer verirken, beşeri sistemin tevhitsiz dini atalarından intikal eden gelenekleri tek rehber edinir. Geleneksel dinin mensupları hiçbir zaman indirilen vahyi araştırma zahmetine katlanmazlar.Önlerine hazır olarak konmuş zehir zakkum olan rivatlerden beslenmeyi tercih ederler.Kültür İslamı'nın tâbileri akıllarını kullanmaz, tefekkür etmez ve asla sorgulama yapmazlar. Mesela:Çok ilginçtir uydurma dinin bir mezhebinde helal olan bir şey diğer mezhepte haram olsa da bu aykırılık hiçbir zaman sorgulanmaya tâbi tutulmadan kabul edilir. Bir mezhepte farz olarak algılanan bir şey diğer mezhepte mübah olması hiç kimseyi rahatsız etmez.Hatta Kur'an'a aykırı en akılsız uydurma ve içtihatlar bile sorgulanamaz bir hakikat olarak kabul edilir. İşte bundan dolayı yüce Allah, Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyurur.( Yahudiler) Allah ile beraber bilginlerini (hahamlarını)( Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i Rabler edindiler. Halbuki onlara ancak bir tek İlaha kulluk etmeleri emredildi. O'ndan başka ilah yoktur.O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır"( Tevbe- 31) Dolayısıyla atalarından intikal eden inanç ve amelleri, hadis ve içtihatları sorgulanamaz tek gerçek ve mutlak bir hidayet kaynağı kabul ettiklerinden dolayı Ehli Sünnet ve Şia'nın Kur'an'sız dincileri, âlimlerini ve müctehitlerini birer Rab ve ilah olarak kabul etmiş oluyorlar. Bunun başka bir izahı ve açıklaması yoktur. Yani anlayacağınız vahyin dini ile uydurma din arasında ortak hiçbir nokta bulunmaz. Biri aydınlık diğeri karanlık, biri mutlak hak ve hidayet, diğeri tam batıl ve dalalet, biri rahmet ve mağfiret diğeri işkence ve azap."Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir, ondan başka kulluk yaptıkları ise hiç şüphesiz batılın ta kendisidir. Gerçekten Allah çok yüce, çok büyüktür"( Lokman- 30)Kur'an'da en az yediyüz yerde tefekkür ve türevleri ile alakalı âyet mevcutken, Şia ve Ehli Sünnet kaynaklarında konu ile ilgili bir bölüm bir bab bile açılmamıştır.Yani Şia ve Ehli Sünnet dininde tefekkür ve aklı kullanma, araştırma ve sorgulama neredeyse yasak hale getirilmiştir.Şia ve Ehli Sünnet dininde, vahiy ile ilgilenme vahyi araştırma bir akılsızlık ve sapıklık olarak algılanmaktadır.İlginç bir şey daha vardır ki, Ehli Sünnetin sözde âlimleri Kur'an ehli muvahhidlere söylemedik kötü söz etmedik hakaret bırakmazken, şirk yuvaları olan tarikatlar aleyhinde tek bir kelime etmezler.Aslına bakarsanız vahyin İslam'ı evrensel bir ahlaka sahip iken, Şia ve Ehli Sünnet dinleri yerel ve lokal yani mağara hayatı yaşayan bir kabile dininin özelliğine sahiptirler.
4 Temmuz 2021 Pazar
NEBİ VE RESÜL YERİNE PEYGAMBER KELİMESİNİ KULLANMANIN SAKINCALARIMuhammed (a.s) ın kimliği, Nübüvvet makam ve mertebesi, Risâlet misyonu anlaşılmadan din hiçbir zaman anlaşılmayacaktır.Muhammed: Doğumundan kendisine vahiy indirilinceye kadar, kitap nedir, iman nedir bilmeyen, Ebu Zer, Ammar ve Ali gibi sıradan bir Mekke vatandaşıdır.(Şura-52; Fussilet-6; Kehf-110)Nebi-Nübüvvet: Kendisine vahiy indirilmeye başlandıktan sonra vefat edinceye kadar gece-gündüz, yirmi dört saat, her an, bütün özel hallerinde ve sosyal hayatında Nübüvvet makam ve mertebesine sahiptir.Nübüvvet makam ve mertebesi ondan asla ayrılmaz, her an onunla beraberdir.Hatta âhirette bile Nübüvvet makam ve mertebesi devam eder.(Nisa-69)Resül-Risâlet: Yüce Allah tarafından indirilen vahyin insanlara okunduğu yani tebliğ edildiği andır, misyondur.Beşer Resül olan Muhammed (a.s) vefat ettikten sonra risâlet, vahiy yani kitap yani Kur'an olarak devam etmektedir.(Nisa-100; Furkan-27; Ahzab-66)Nübüvvet tarihsel olduğu için "Nebi'nin sesi..." (Ahzab-2) Nebi'nin Evleri..." (Ahzab-53) Nebi'nin hanımları..." (Ahzab-6, 28, 30, 32) deyimleri âyetlerde yer alırken, Resül için asla böyle bir şey kullanılmaz. Nebi ve Resül anlaşılmadan Kur'an tam olarak anlaşılamayacağı için Allah'ın isim ve sıfatları da anlaşılmayacaktır.Dolayısıyla yüce Allah'da hakkıyla takdir edilmeyecektir.Nebi ve Resul anlaşılmadan Kur'an'da yüzlerce âyette geçen "itaat, isyan, hakem, küfür, ittiba, tekzib (yalanlama), tasdik, tebliğ, hak, kerim, Aziz, Nur, üsve-i hasene (en güzel örnek) sırat-ı müstekim, hidayet, ihlas, emanet, hiyanet, mübin, nur, helal ve haram kılma, tasrif, tafsil, tebyin, tefsir gibi kavramlar da anlaşılmayacaktır.Nebi'ye, "Kur'an'a ittiba edilmesi" emredilirken, (Ahzab- 1,2) Resül'e "Kur'an'ın tebliğ edilmesi" emredilmiştir.(Mâide-67; 99; Nahl-35)Nebi gönderilmeden değil, Resül gönderilmeden azab edilmez.(İsra15; Kasas-59; Tâha-134)İşte bütün bu etkenlerden sonra Kur'an'da bulunan Nebi ve Resul kelimelerinin yerine hiç bir zaman "peygamber" kelimesini kullanmamak gerekir.Çünkü Nebi ile Resul ibareleri birbirinden farklı anlamları bulunan ve değişik bir sisteme bağlı olan kelimelerdir."Peygamber" kelimesi bu sistemi dağıtmakta ve tanınmaz hale getirmektedir.Ben şahsen Kur'an'ı anlatan birisinin bu bağlam ve bütünlüğü korumadığını, bu sistemin önemini kavramadığını ve bu sisteme bağlı kalmadığına şahit olduğum zaman onu dinlemeyi abes olarak görüyorum.Resul ile Nebi'nin arasında bulunan farkları bilmeyen Kur'an'ın manasını, sistemini, bağlam ve bütünlüğünü, amacını anlayamaz.Mesela:Nebi'nin sözleri koruma altına alınmadığından Nebi'ye itaat etmek mutlak değildir.Ama görevi sadece vahyi tebliğ etmek olan Resül'e itaat müminler üzerine bir görevdir.Resülü yalanlama, vahyi yalanlama, dolayısıyla vahyi gönderen Allah'ı yalanlama sayılır.Vahye itaat eden Allah Resulü'ne itaat etmiş olur.Resüle itaat etmek için, Resul ile aynı zaman ve zeminde yaşamaya gerek yoktur.Kitab-a ve vahye iman eden aynı zamanda Resul'e iman ve itaat etmiş olur.Çünkü Resul ile vahiy aynı şeydir, her ikisi vahyin kaynağı olan Allah'ı temsil ederler.Onun için Kur'an'da Allah bir çok yerde "Kitab-ı yalanladılar, âyetlerimizi yalan saydılar, Resulümüzü yalanladılar, Resüllerime karşı geldiler, âyetlerimi ve Resüllerimi yalanladılar" buyurmaktadır."Resul, vahiy, Allah'ın âyetleri, Allah'ın kitabı, hidayet, sırat-ı müstakim" gibi kavramlar tamamen Allah'ı temsil ederler.Resul yanılmaz, hata etmez, onda vahye karşı ihanet olmaz, ona itaat ile Kitab-a ve Allah'a itaat etme arasında hiçbir fark yoktur.Resul sadece Allah'ın kitabını ve âyetlerini okuyan, duyuran ve tebliğ eden kişidir yani dini yönden resmi bir misyona sahiptir.Halbuki Nebi'nin Allah'a karşı (insanlara karşı değil) hatalarını ve yanılgılarını anlatan bir çok ayet vardır.Bu konunun üzerinde neden çok fazla duruyorum?Bu konuyu anlamayan Kur'an'ı anlamaz, Elçinin misyonunu kavrayamaz,Nebi'nin kim olduğunu bilemez, uydurma dinin ve rivayetlerin Nebi ile hiçbir bağlantısının olmadığını ve ona yapılmış iftira olduklarını idrak edemez.Bu sefer ümmet uydurma dinin rivayetlerini Nebi'nin dilinden çıkmış gibi Kur'an'ın önüne geçirip hurafe ve yalanların bataklığında boğulup gidecektir.Dolayısıyla bizi bağlayan ve sorumlu olduğumuz tek kaynak Allah Resulü'nün dilinde hayat bulan vahiy'dir, kitaptır, Allah'ın mesajı Kur'an'ı Mübin'dir."O (Resul) kendi HEVASINDAN konuşmaz (nutuk atmaz) onun bildirdikleri kendisine vahyedilenden başka bir şey değildir"(Necm-2,3) ayetleri bu gerçeği ortaya koymaktadır.Allah rızası için, lütfen "peygamber" kelimesini kullanmayalım.Onu yerine "Allah'ın Resulü, Resülüllah ( Aleyhisselam) Nebi ( Aleyhisselam)Muhammed ( Aleyhisselam) son vahyin sahibi, nebilerin sonuncusu kelimelerini kullanalım.Biliyorum biraz zor olacak ama ataların dinine muhalefet ederek muhteşem bir yol ve Kur'ani bir sünnet bırakabiliriz.Bence bu az bir şey değildir.
2 Temmuz 2021 Cuma
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(48.YAZI)İlahiyat hocası öğrencilere Kudüs'ü anlatıyor.Konu derinleştikten sonra, ilahiyat hocası öğrencilerine soruyor:"Arkadaşlar! Şiiler Sünni imamın arkasında namaz kılar mı?Yarısı kılar,Yarısı kılmaz diye cevap veriyor.Hoca ikinci bir soru daha soruyor!" Peki siz Şii bir imamın arkasında namaz kılar mısınız?Bir kişi kılarım diyor diğerleri şiddetle karşı çıkıyor."Hayır hocam kılmayız, içimizde bir kişi Şii galiba diyen de var ( hani bir kişi kılarım demişti ya)Hoca:"Peki mecbur kalırsanız? Bir kiş yine kılarım.Çoğunluk kılmam diyor." Kılarım ama daha sonra kazasını yaparım" diyen de var?Hoca:"Arkadaşlar ; konumuz Kudüs, siz böyle derseniz biz Kudüs'ü nasıl kurtaracaz?Tabiiki öğrencilerden ses yok.İşte halimiz bu!Dünya müslümanlarının özeti de bu.Mezhepler dinin önüne geçmiş.Tevhid inancı diye bir şey kalmamıştır.Allahın kitabı yerine Her gurup ve mezheb başka başka kaynaklara sarılmış.Gulatı Şia'VeGulatı Sünniler İngilizlerin kontrolünde birbirlerini öldürüyör, birbirlerine hakaret ediyorlar.Durumumuz bu hale gelince siyonistler Kudüs'te istedikleri herşeyi yapıyorlar.Bizde oturup ;Ellerimizi açıp ;Allah'ım gökten ordularını gönder demeye başlıyoruz!ALLAH akıl, fikir versin!(Yaşar Öz-"Yuh Olsun Bize" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Yine müthiş bir gerçek. Hem de en anlamlısından.Sorgulamak bu dinin müntesiplerinin ana karakterlerinden birisidir.(Hasan Ayhan Karakuş-" Yenilikçiler ve Gelenekçiler" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Ali Hocam!Yine ders niteliğinde bir paylaşım.İlahiyat fakültelerinde okutulması gereken, isabetli tesbitlerle dolu içeriğe sahip bu görüşleriniz umarım yetkililerin dikkatini çeker. Allah razı olsun hocam, sağlıkla kalın"(Hayri Sipahi- "Yenilikçiler ve Gelenekçiler" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------"Sevgili hocam, hep dualarımızdasınız. İçimizden sizi takdir etmek için öyle şeyler geçiyorki, abartıyoruz diye yazamıyoruz. İlmimiz ve imanımızın artmasına vesile olduğunuz için Allah razı olsun. Hakkınızı helâl edin. Vesselâm"(Mehmed Soyseven- "Rahman ve Rahim" isimleri adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Değerli hocam!Bu kıymetli bilgiler için Allah sizden razı olsun. Kur'an'daki Resul ve Nebi kavramlarının ne olduğunu, aralarında bulunan farkları bilmeden, hem ''Nebi'' hem de ''Resul'' yerine ''Peygamber'' kelimesini kullanarak okunup anlaşılmaya çalışılan Kur'an, o kişiyi ancak rivayetlere göre yaşanılan Ehl-i Sünnet ve Şia'nın sapkın ve şirke batmış batıl dinine götürür. Çünkü bu anlayışların yüzyıllar önce oluşmuş dinlerinde rivayetlerden sonra temel tahrifat Resul ve Nebi kavramlarının gerçek anlam, görev ve konumlarını, aralarında bulunan farkları ve buna bağlı âdeta yaşayan bir organizma olan Kur'an'ı oksijensiz ve işlevsiz bırakıp nefes alamaz hale getirmek ve yok etmek üzerine temellendirilmiştir. Sonunda da kendinizi hanif İslam dininin yani Kur'an'ın anlattığı Allah'ın Resulü ve Nebi'yle değil, rivayetlerin anlattığı ve tamamen uydurma bilgiler ve hurafeler üzerine kurgulanmış bir din anlayışının ortaya koyduğu ''Peygamber tasavvuru'' ile başbaşa kalmış bulursunuz. Ehli Sünnet ve Şia'da ortaya konulan Kur'an'dan kopuk, ilahi nitelikler verilerek adeta Allah'ın ortağı haline getirilmiş, ikinci otorite ve şari olan, Nebi'nin sözleri olduğu iddia edilen rivayetlerin ikinci kaynak olduğu bir din anlayışındaki Elçi kavramı ancak Allah'a ortak koşma aracı olarak kullanılabilir. Selam ve saygılar sunarım"(Faruk Fidan- "Resüle İtaat Etme Hangi Anlama Geliyor" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Dinimizi bu kadar güzel ve doğru anlatana rastlamadım.Hocam, çok teşekkür ediyorum.Rabbim ilminizi arttırsın.Saygılar, selamlar"(Feyzullah Selcuk- "İnsanlık Tarihinde Değişmeyen Tek Şey" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------"Ben çeşitli vesilelerle Norveç'ten Güney Afrika Cumhuriyetine...İngiltereden Afaganistan'a. Cezayir'den Amerika'ya kadar dünyanın hemen her yanını gördüm. Aslında Türkiye cennet gibi bir ülke ama halkımız değerini bilmiyor. Eğri oturup doğru konuşalım." TEMIZLIK IMANDANDIR" diyoruz ama, bence halkımız pek de temizliğe riâyet etmiyor...sokaklar sigara izmariti, poşet, hatta atılmış ekmeklerle dolu. Bir de trafik rezalet.Halkimiz araba kullanmayı bilmiyor veya serseri mayın gibi kullanıyor. Trafik kazalarında ölenler belki de terörden ölenlerden daha fazla.Ben bunu eğitim sisteminizin bir türlü gerçek bir millî ve ahlakî sisteme oturtulmamasına bağlıyorum...!!!Dikkatimi çeken ve hayret ettiğim bir başka konu da şu...!!!Merakla araştırmam neticesinde şunu gördüm: Ne yazık ki hatta Hacca ve Umreye bile gitmiş çok Müslüman, Kur'an'ı, Nebi(a.s) ın hayatını bile merak edip baştan sona okumamış.Çoğu çektiği tesbîhin, besmelenin, okuduğu Fatiha süresinin bile manasını bilmiyor ve işin acı tarafı merak bile etmiyor. Allah aşkına ...Kim mezhepleri tek tek inceleyerek birini tercih ediyor da ben Hanefi- Şâfii-Hambelî yahut Mâlikî mezhebindenim diyor. ? Babadan dededen gördügü gibi uydum kalabalığa gidiliyor...!!!(Enver Etik- "Hac ve Umre" adlı yazıyayaptığı yorum) --------------------------------------------------"Kardeşim, şahsî görüşüm:Cenâb-ı Hak Kur'an'ı, sâdece Araplara değil, bütün insanlığa gönderdi. Şüphesiz, anlamı hiç düşünülmeden yüzünden okunsun diye gönderilmedi.KUR'AN200 den fazla yerde Kur'an'ın AÇIK olduğunu,55 yerde AKLIMIZI kullanmamız gerektiğini,107 yerde DÜŞÜNMEMİZ gerektiğini,94 yerde ÖĞÜT almamız gerektiğini buyuruyor ve EMREDİYOR.Bu emirler verildiğine göre "Kur'an anlaşılmaz" demek, bu âyetlerin emrine-rûhuna ters bir görüştür.ALLAH insanları anlamadıkları bir Kitaptan mes'ul mu tutacak.....???(Enver Etik, "Resüle İtaat Etme Hangi Anlama Geliyor" adlı yazıya yaptığı yorum)
TEBLİĞE KARŞILIK MADDİ ÇIKAR SAĞLAMAK OLMAZ."İşte o ELÇİLER ALLAH'IN hidayet ettiği kimselerdir.Sen de onların yoluna uy.De ki: Ben buna (ELÇİLİK görevime) karşılık sizden bir ÜCRET istemiyorum.Bu Kur'an âlemler(insanlar) için ancak bir öğüttür"(En'am-90)(Nuh) Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık olarak sizden herhangi bir MAL istemiyorum.Benim MÜKAFATIM ancak Allah'a aittir. Ben (siz istiyorsunuz diye) iman eden (gariban müminleri) kovacak değilim, çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır.Fakat ben sizi, cahilce davranan bir topluluk olarak görüyorum(dedi)"(Hud-29)"Âd kavmine de kardeşleri HUD'U ( ELÇİ olarak gönderdik)Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur.Siz (şirk koşarak) sadece Allah'a iftira ediyorsunuz.Ey kavmim! Ben, ona (ELÇİLİK GÖREVİME) karşılık sizden bir ÜCRET istemiyorum.Benim ÜCRETİM, beni yaratandan başkasına ait değildir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz? (Hud- 50, 51)"Semud (Kavmi) de ELÇİLERİ yalancılıkla suçladı.Kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir Elçiyim.Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.Buna (ELÇİLİK görevime) karşılık sizden bir ÜCRET istemiyorum. Benim ECRİMİ verecek olan, ancak âlemlerin (insanların)Rabbidir "(Şuarâ-141/145)"Lut kavmi de Elçileri yalancılıkla suçladı. Kardeşleri Lut onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir Elçiyim. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.Buna (ELÇİLİK görevime) karşılık sizden bir ÜCRET istemiyorum. Benim ECRİMİ verecek olan, ancak âlemlerin (insanların) Rabbidir "(Şuarâ-160, 164)"Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi."Ey kavmim! dedi, bu ELÇİLERE uyunuz! ""Sizden herhangi bir ÜCRET istemeyen bu kimselere tabi olun, çünkü onlar hidayette olan kimselerdir"(Yasin-20, 21)(Ey Resül! )De ki: Ben buna (ELÇİLİK görevime) karşılık sizden akrabalık (ilişkilerine) saygıdan başka bir ÜCRET istemiyorum..." (Şura-23)(Ey Resul!) De ki:Ben sizden bir ÜCRET istemişsem, o sizin OLSUN.ÜCRETİM yalnız Allah'a aittir. O, her şeye şahittir "(Sebe- 47)
SUUDİ ARABİSTAN'A GİTMEYİ GÜNAH ÇIKARMA ARACI YAPANLAR KAHROLSUNİnsanlık tarihinde Şiilik ve Sünnilik dinleri kadar Kur'an, ilim, akıl, tefekkür ve özgürlükten uzak bir dine rastlamak mümkün değildir.Kur'an'da müminlere yönelik yüce Allah'ın yüzlerce emir ve yasağı mevcuttur.Şii ve Sünni din adamları, hakkında yüzlerce âyet bulunan bu emir ve yasakların hepsini çiğnerler. Fakat "hac" ve "umre" yi büyük bir heyecan ve özenle yerine getirmeye çalışırlar. Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri yaklaşık iki bin (2000) âyette yasaklanan şirkin her çeşidini işlerler. Allah'ın kitabının yanında din ve hüküm olarak yüzlerce kaynak edinirler.Yolsuzluk, hırsızlık, ahlaksızlık, zina, adam kayırma, yandaşı kollama, faiz, adam öldürme, yetim malı ile mideyi ateşle doldurma, adaletsizlik, taklit, cehalet, hakimlere rüşvet verme, Allah'ın âyetlerini gizleme, Allah elçileri arasında ayırım yapma, Allah'ın yolundan insanları engelleme, fakirlere karşı kibirli ve gururlu olma, infak yapmama, dini Allah'a özel kılmama, kadınların hakkını çiğneme gibi yüzlerce emrin hiçbiri Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin ve ümmilerinin umurlarında olmazken, milyarlarca dolar harcayarak, binbir emek içinde Suudi Arabistan'a gitmek için yıllarca sıra beklemektedirler.Bu cehaletin en önemli sebebi :Muhaddis ve müctehidlerinin Resulullah (a. s) a iftira ederek onun tertemiz dilinden uydurdukları"Hac ve umre yapanlar, analarından doğdukları gün gibi masum olurlar" yollu rivayetlerdir. Halbuki Kur'an'da bulunan yüzlerce emrin içinde belki en önemsiz amelin, hac ve umre yapmak olduğunu görüyoruz.Çünkü hac ve umre salihâtla değil, hasenâtla ilgli bir fiildir.Yani insanın kendisi ile ilgili bir durumdur.Fakat dinde esas olan salihâttır yani başkası namına yapılan infak ve hayırlardır.Hacca ve umreye gitmenin bir çok şartı vardır.Evvela: İbrahim'i bir inanca, ahlaka ve düşünceye sahip olmaktır.İkincisi: Allah'ın kitabını hakkıyla okumak ve ona gereken önemi göstermektir.Üçüncüsü: Tevhid akidesine ve İslam şuuruna sahip olmaktır. Kur'an ilminden, tevhid akidesinden ve İbrahim (a.s) ın şirke karşı yaptığı mücadeleden habersiz bir hac turistik seyahattan ibarettir.Haccın yapılması tamamen dini Allah'a özel kılma yani hanif İslam inancı ve İbrahim (a.s) ı bilme ile ilgili bir durumdur.İhlas (dini Allah'a özel kılma) olmadan hiçbir imanın ve amelin Allah katında bir değeri yoktur.Dolayısıyla din ve hüküm olarak son vahiy olan Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur.Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni inanç sistemi hac yapılmaz. Hacca ve umreye gitmenin en önemli şartı her türlü şirkten arınmış hanif bir teslimiyete sahip olmaktır.Yani katışıksız müslüman olmak şarttır.Şii ve Sünni ilim adamlarına soruyoruz.Niye hacca gidiyorsunuz?Allah'ın emri olduğu için!Biz de diyoruz ki,Yüce Allah, Müslüman (muvahhid) yani dini Allah'a özel kılarak kulluk etmeyi emretmedi mi ki, Kur'an'a karşı bu kadar uydurma ve iftira olan dini kaynağınız var."Halbuki ( insanlık tarihinde) onlara ancak, dini O'na özel kılarak ve hanifler (saf Müslümanlar) olarak Allah'a kulluk etmeleri, salat-ı ikame etmeleri ve zekat vermeleri emrolunmuştu. İşte( toplumuayağa kaldıracak) kayyım din ancak budur"(Beyyine- 5)Allah'ın en büyük emri ve vasiyeti her türlü şirkten arınmış hanif müslüman olmak değil midir?"Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır bir şekilde saygılı olun ve ancak Müslümanlar (Muvahhidler) olarak can verin"(Âli İmran- 102)"De ki: Rabbim adaleti (tevhidi-islamı) "emretti" Her mescidin yanında tüm benliğinizle O'na yönelerek ve dini yalnız Allah'a özel kılarak O'na yalvarın..."(Âraf-29)Allah emaneti ehline vermeyi emretmedi mi?(Nisa-58)Allah size adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emretmedi mi?(Nahl-90)Allah size haksız yere cana kıymayın diye emretmedi mi?(Mâide-32)Bir devlet misafir olarak evine gireni öldürür mü?Evet, Emevi-Abbasi-Osmanlı ehli Sünnet dinine bağlı ise kardeşini, babasını, annesini hatta evine misafir olarak gireni bile öldürür.Çünkü onun için "devlet" ve kudretten daha değerli bir şey yoktur.En vahşi bir şekilde katlettiğiniz gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın suçu neydi?"...imanınız size ne kötü şeyler yapmayı emrediyor?(Bakara-93)Allah size mukallit müşriğe yani kendi halinde olan gayri müslimlere bile yardım etmenın adalete uygun bir iş olduğunu söylemedi mi? (Mümtehine- 8)Ey Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları!Allah size yüzlerce âyette infak yapmayı emretmedi mi?(Bakara, 254, 261, 262, 263, 264, 265, 266, 267, 268, 269, 270, 271, 272, 273, 274)Kur'an, size riba'nın Allah ve Resulü ile savaş olduğunu söylemedi mi?(Bakara- 279) Allah size cimriliğin şeytandan, mertliğin ve cömertliğin kendinden olduğunu buyurmadı mı?(Bakara- 268)Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri!Allah'ın âyetlerinin gizlenmesinin lânetlik bir vebal olduğu ile ilgili neden hiç sesiniz çıkmıyor?(Bakara, 159, 160, 161, 162, 174, 175, 176, Âli İmran, 187)Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri !Dinin rant ve menfaat aracı yapılmaması ile alakalı niçin sessiz şeytan kesilmiş bir haldesiniz?(Bakara, 41 ;Tevbe, 34 ; Âraf, 169)Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri!Allah size daha önceki vahiy'lerde ve bu kitapta "Müslümanlar" adını vermedi mi?(Hac-78)Bu Şiilik ve Sünnilik de nereden çıktı?Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri!Allah size kitabıma sığının diye emretmedi mi?(Âli İmran-103; Âraf-170)Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri!Allah size "dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum" buyurmadı mı?(Mâide- 3)Allah size "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılınlar var ya (Ey Resül! ) senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur" buyurmadı mı?(En'am- 159)Ey Şia ve Ehli Sünnet âlimleri!Sizin Allah'ın kitabından ve onun ahlakından zerre kadar bir nasibiniz yoktur.Sizi dünya hayatında toplumunuzu cehennemin mutfağına mahkum ederek âhiret azabına müstehak oldunuz.
ŞİRK'İN İLERİ GELENLERİ İLE ONLARA KAYITSIZ ŞARTSIZ İTAAT EDEN FANATİKLER CEHENNEME GİRERLER."İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler.İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır.Keşke zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi""İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır"(Şirk önderlerine)uyanlar şöyle derler:Ah, keşkebir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların (Şeyhlerinin , efendilerinin) bizden uzaklaştıkları gibi bizde onlardan uzaklaşsaydık!Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"(Bakara- 165, 166, 167)Âyetleri dikkatli bir şekilde incelediğimizde Kur'an'a müracaat etmeden, sorgulamadan, aklı kullanmadan şirk ve küfür önderlerini kendilerine rehber edinen, onlara kayıtsız şartsız itaat eden, onları sorgulamayan ahmakları hedef aldığını görürüz.Yoksa mezhep, cemaat ve tarikatlardan uzak olan, Allah'a iman ile beraber ibadet eden ve güzel ahlak sahibi olan, kendilerine Kur'an ve Tevhid tebliği ulaşmayan büyük çoğunluğun cehenneme gideceğini söylemek doğru değildir.BİR DE ŞU ÂYETLERE BAKALIM."Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir. Onlara: Allah ile beraber taptıklarınız hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu? denilir""Artık onlar, o azgınlar ve iblis'in orduları, toptan oraya tepetaklak(cehenneme)atılırlar""Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler""Allah'a Andolsun ki, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz""Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk""Bizi ancak o günahkar (şirk önderleri)saptırdı""Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var, ne de yakın bir dostumuz""Ah keşke bizim için dünyaya bir dönüş daha olsa da, müminlerden (Muvahhidlerden) olsak!""Bunda elbet alınacak büyük bir ibret vardır, ama çokları iman etmezler"(Şuara- 91, 103)Âyetlere iyice bakıldığında şirk önderlerinin yakınında bulunan avanelerinin kasdedildigi anlaşılır.Yoksa şirkin ne olduğunu idrak edemeyen, tevhid akidesinin ne olduğunu bilmeyen, hangi kültür ve dinden olursa olsun direkt olarak vahiy ile muhatap olmamış milyarların cehenneme gideceğini iddia etmek doğru değildir.
1 Temmuz 2021 Perşembe
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(47.YAZI)"Adama takılan ad "Hz.Mevlana!"Halbuki bizim tek bir mevlâmız var, oda yüce Allah'tır.Gözlerimizin içine baka baka bizi öyle aldatıyorlar ki," şeb-i aruz" derler. "Düğün gecesi" demek, arkadaş bu adam kiminle evleniyor?Bu ne saçmalık, müslümanın aklıyla alay mı ediyorsunuz?(Gurbuz Aksozek- "Celaleddin-i Rûmi" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------"Kim anladı?Kaç kişi anladı?Ağır yazsan anlamazlar, anlayamazlar.Her kafada anlama kapasitesi tam olsaydı, kimse şirke bulaşmadan muvahhid kalırdı.Adamlar, ölümüne takım tutar gibi, şeyhlerini, gavslarını, alimlerini tutuyor.Hocam, sen bunlara ne anlatırsan anlat.Bunlara göre muvahhidler sapkın ve yoldan çıkmış kişilerdir ve dinden döndükleri için katledilmeleri bile vaciptir.Hocam, sen ancak Allah'ın yolundan giden, aklı başında olan muvahhidlere anlatabilirsin.(Tekin Baykal-" Celaleddin-i Rumî" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Hocam Allah razı olsun.Bu ve benzeri konulara emek harcıyor paylaşıyorsunuz.Üzüldüğüm husus, Diyanet ve ilahiyat fakültelerinin bu konulara kör ve sağır olmalarıdır. Belirttiğiniz isimlere çok saygın bakmalarıdır. Duam Kur'an talebelerinin sayılarının artmasıdır.Hayırlı çalışmalar, hayırlı bayramlar. Selamlar"(Sebahattin Ocakdan- "Celaleddin-i Rumî" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------!"Allah razı olsun hocam.İnsan, Mesnevi'yi evinde eşine, çocuklarına okuyamaz, utanır.Bir kişi de" acaba bu gayri müslimler neden Celaleddin-i Rumi'yi ve Yunus Emre'yi kutsayıp yüceltiyorlar?"demiyor.İslâm düşmanı, dostunu elbette yüceltir(Salim Baykara-" Celaleddin-i Rumî" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Değerli hocam! Mübarek Ramazan bayramınızı en içten dileklerimle tebrik ediyorum.Yıllar önce, bu makalendeki konuyla ilgili bir kitap okumuştum.Kitabın ismi "İngiliz misyonerleri" idi.Sizin anlattığınız konuyu oda aynen yazıyordu.Ve toplanan çocuklardan, müftüler, hocalar, şeyhler, gavslar. yetiştirdiklerini yazıyordu. Kitapta ilgimi çeken bir husus vardı. İnsanlara "doğruların içine yanlış inançları da serpiştirip itikadlarını bozacaksınız"diyordu. Bu çok dikkatimi çekmişti. Kur'an'dan kopuk müslümanın bu akımlara kapılması gayet kolay oluyor.İslam toplumlarında böyle misyonerlik yapan Ahmet hocalar, Mehmet hocalar, hâlâ varmı, bilmiyorum.?.Selâmlar, saygılar hocam"(Ramazan Alptekin- "Misyoner" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------Elinize sağlık değerli hocam.Fetö musibetinin meydana gelmesinin asıl sebeplerini ortaya koyup, bu sapkın ve hain yapılanmanın perde arkasında yatan gerçek sorunun yüzyıllardır İslâm dünyasında varolan gelenekçi mezhepçi din zihniyetinin Kur'an'dan kopuk, hurâfe, safsata, bid'ât ile yoğrulmuş köhne ve şirk temelli din anlayışı olduğunu anlayamaz ve anlatamazsak, bu ülkede benzer dini oluşumlar aynı yöntemlerle ülkenin yönetimini ele geçirme hareketlerine tekrar mutlaka yelteneceklerdir.Temel sorun ülke yönetiminde bulunanların, yöneticilerin, emir sahiplerinin sadece Kur'an'ın ortaya koyduğu ilahi kurallara, adalete, temel insani hak ve özgürlüklere bağlı, Kur'an'ı dinde tek hüküm kaynağı kabul eden bir anlayışa sahip olmalarıdır.Bu türden felaketlerin tekrar ülkemizin başına gelmemesinin yegâne yolu, dini anlatan ve organize eden kurumların ve ülkede iktidarı elinde bulunduran insanların tevhid esaslı hanif İslamın ilkelerini benimsemiş, Kur'an'dan başka hiçbir kaynağı din olarak kabul etmeyen, Allah'ın Kur'an'da belirlediği ilahi temel kural ve kaidelere göre hareket eden, adalet, merhamet, hoşgörü, liyakata önem veren, insan haklarına saygılı bir anlayışa sahip olmalarından geçmektedir.Bu hedefe ancak yeni nesillerin Kur'an ehli müvahhidler olarak yetiştirilmesiyle ve bu nesillerin ülke yönetiminde söz sahibi olmalarıyla ulaşabileceğimizi anlamamız gerekiyor.Selam ve saygılar sunarım"(Faruk Fidan- "Fetö" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------------"Evet güzel bir paylaşım.Fakat sonuçta o dönemde yaşamış olan insanlarla değil de, fikirlerinin kitleleri yanlış etkilemesinden dolayı iyice tenkit edilmesi gerektiği inancındayım. Sonuçta yıllarca uyutulduk ve ona karşı sevgi besledik.Gerçek ortaya çıktı. Yunus kafamdan kayboldu!"...Musa (a.s) ın asası bütün ipleri bende yuttu.(Halil Türkoğlu"Yunus Emre" adlı yazıya yaptığı yorum)
NASIL BİR MİRAS BIRAKMALI?(6.YAZI)Tevhid ile hayat iç içe olması gerekir.Tevhidsiz hayatı ve hayatsız tevhidi sahiplenip o şekilde yaşamak hayatı dinamitleyip tahrip etmek anlamına gelir.Bizleri İslami huzur ve refaha ulaştıracak olan tek şey, kutsal kitabımızın, İslam, iman, ilim, akıl, adalet, tefekkür, merhamet dediği tevhide endekslenmiş olan saf hanif hayattır.Öyleyse en mühim meselemiz, tevhidi hayat meselesidir. Kur'an'i ve imani cephede yer alıp, İslami bir hayat sürdürmek istiyorsak, tevhid akidemiz, ihlas ile yaşamalı, güzel ahlak ise ebedi şiarımız olmalıdır. Yeryüzünde imanın en büyük meyvesi ve mutluluğu cahiliye hayatının zıttı olan arınmış tevhidi hayattır.Esasen İslami hayatın en değişmez, zamanlar üstü değeri tevhid inancıdır.Ümmetin bilincine tevhidi hayat sistemi hakim değilse, arzulanan temiz bir dünyaya sahip olunmayacaktır. Bundan dolayıdır ki, Allah Resüllerinin daveti, ilk maddesi bu en değerli hidayet ve rahmetin üzerinde odaklanmıştır. Allah'ın hassasiyetle elçilerden istediği en öncelikli görev tevhid olmuştur.Şayet hayatta tevhid ihmal edilirse, İslami hayatımızla birlikte onurumuzu, özgürlüğümüzü, ahlakımızı, aklımızı kısaca her şeyimizi kaybederiz. Çünkü yeryüzünün en önemli yitik değeri tevhid'tir. Sebebine gelince, hayatta tevhid'in yerini tutabilecek, dolduracak, Allahı razı edecek, ümmetin kurtuluşuna vesile olabilecek başka hiçbir şey yoktur."Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri hükümran kıldığı gibi onları da yeryüzüne hükümran kılacağını, onlar için razı olup seçtiği dini (tevhidi) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve geçirdikleri korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar sadece bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana şirk koşmazlar""Artık bundan sonra kim inkar(Şirke bulaşırsa) ederse, İşte bunlar günahın en büyük olanına saplanmışlardır "(Nur-55) Şu mesele gerçekten çok önemlidir. Şirk, Kur'an'ın gösterdiği şekliyle tanınmadıkça İslam'ı ve tevhid'i Kur'an'ın gösterdiği şekliyle anlamak mümkün olmaz.Şia ve Ehl-i Sünnet dünyası, gerçekten Kur'an'ın ortaya koyduğu şekliyle şirki tanımıyor. Tanıma yönündeki tüm gayretleri bilinçli ve şuurlu bir iradeyle sonuçsuz bırakılıyor.Çünkü şirk ve hulul inancının mahiyeti halk tarafından anlaşıldıkça, Ehl-iSünnet ve Şia'nın ümmilerine "İslam" adı altında yaşatılan dinin gerçek İslam olmadığı ortaya çıkacaktır. Böyle bir hak, dünyadaki bütün çıkar dengelerini alt üst edecektir.Benim şirk için kullandığım kaba kelimeler tuhafınıza gitmemesi için şu ayeti tarihe bir not olarak kaydediyorum."Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez, zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenir. Bu, Mü'minlere haram kılınmıştır" (Nur-3)Aslında şu veya bu şekilde nefsine yenilmiş, günah işlemiş bir erkek ve kadınla evlenmenin şeriat açısından bir mahzuru yoktur.Şeriatta haram olan şey, bu yolu meslek edinmiş, bundan vazgeçmeyen kişilerle yuva kurmaya çalışmak,onlarla ciddi olarak evlenmektir.Tekrar etmede fayda vardır. Bu yoldan tevbe etmiş kişilerle evlenmenin din açısından hiç bir sakıncası yoktur.Yani Kur'an'ın şirki illetini fuhuşa bulaşmış kişilerle aynı ayette anması çok önemlidir.Biri ameli yönden büyük bir günah ve zulüm, diğeri itikadi yönden büyük bir günah ve büyük bir zulümdür.Her iki günaha bulaşan kolay kolay ondan kurtulamaz.Bu iki günahı birbirine bağlayan, bu iki günahın birbirine benzeyen o kadar ortak noktaları varki, Allah bu iki günahı irtikap edip, meslek edinmiş kişilerle evlenmeyi bile yasaklamıştır.
ALLAH'IN DİNİ İLE RİVAYETLERİN ŞİRK DİNİ:Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür düşmanı evliya ve ilahların şirk dini, çok zor, ağır bir yük, karmaşık ve yaşanmaz bir sistem olarak şekillenmiştir. Bu dinde bulunan yüzlerce rab ilahı yani müctehidi yani şeytanı (Bakara-102) aşarak Allah'ın kitabına ulaşmak imkansızdır. Buhari, Müslim, Tirmizi, Muvatta, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Sünenler, Mü'cemler, tefsir külliyatlarını, fıkıh kitaplarını, Said Nursi'nin Risâle'i Nur Külliyatını, Celaleddin-i Rumi'nin Mesnevisini, Erzurumlu İbrahim Hakkının Marifetnamesini, Mezhep imamlarının ictihatlarını, binlerce tarikat bataklığını, Cemaat okul ve yurtlarını, yalan satan kütüphaneleri, uydurma din mensuplarının televizyon, radyo, gazete, dergi, medrese, dergah sapkınlığını aşarak Kur'an'a nasıl ulaşacağız?İngiliz kuruluşu tarikatların girmediği bir mahalle ve bir hane kalmamış gibidir.Mahalli idarelerin maddi ve manevi desteğini sağlayan rivayetçi hurafeciler, muhafazakar televizyon kanalları, cemaat ve tarikatların radyo ve gazeteleri, yani karış karış, adım adım her yeri işgal eden evliya ve ilahların şirk dininin mensubu ekran vaizlerini, dört bakanlık bütçeye ve yüz elli bin imama sahip olan ve sürekli hurafe üreten Diyanet İşleri Başkanlığını ve daha sayamadığımız bir sürü meşrep ve tekkeyi aşıp Kur'an'ın cennet iklimine ulaşmak son derece müşkül görünmektedir.Şia ve Ehl-i Sünnet'in bütün âlimleri Kur'an'ın anlaşılmaması için icma etmiş durumdalar. Şiilik ve Sünniliğin çoğunlukta olduğu ülkelerde "Kur'an" diyenler, anında sapık damgasını yemeyi kabullenmak zorundadırlar.Kur'an ehli muvahhidler, elmas misali kendi ailelerinde bile azınlığa mahkumdurlar.Halbuki Allah'ın insanlık fıtratına yerleştirdiği inanç ve evrensel ahlak tevhid akidesidir. İnsanlık tarihinde nasıl oldu da, evliya ve ilahların şirk dini her zaman ve zeminde İslam'a karşı baskın olmayı başarmıştır. Atalar dininden sonra bunun en önemli sebebi, insanların çoğunluğunun akıllarını kullanmayıp dünya refahına, şehevi arzulara aşırı derecede düşkün olmalarından kaynaklanmaktadır. Muvahhidler onurlu insanlardır, Allah'tan başkasına eğilmez, bükülmez, el öpmez, tevhid dini, fakir, miskin ve garibandan yana, evliya ve ilahların şirk dini ise, sultan, kral, padişah, halife, güç ve devletten yanadır. Bundan dolayı Kur'an, sık sık dünya hayatının geçiciliğini, âhiret'in sonsuz nimetlerini dikkatimize sunar. "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir. Allah kuluna yetmez mi? O ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır. Dost ve yardımcı olarak Allah yeter"Evliya ve ilahların şirk dininin mensupları olan müşrikler ile muvahhidler arasındaki farklardan bir tanesi de, şirk ehli, mezhep imamının ictihadına, muhaddisin hadisine, âlimine, liderine, şeyhine, evliyasına, ilahına davet eder. Muvahhidler ise Allah'ın Elçileri gibi sadece Allah'a davet ederler. Giordano Bruno ne güzel söylemiş,"Allah, iradesini hakim kılmak için iyi insanları kullanır. Kötü insanlar da iradelerini hakim kılmak için Allah'ı kullanırlar"
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(46.YAZI) "Değerli hocam.Yorumlara bakıyorum.Bu gelenek dininin İslam toplumuna nasıl nüfuz ettiğini, ta hücrelerine hatta hücrenin merkezine kadar girip kromozomlarına kadar etki ederek mutasyona uğrattığını ve geri dönüşümsüz malformasyonlara yol açtığını görebiliyorum.İnsan her ne kadar "ben gelenek dininin gerçek yüzünü gördüm, yalnız Kur'an'a yöneldim, hanif İslâm dinine bağlıyım" dese de, bir tartışma ya da bir konu geldiğinde, kromozomlarına kadar işlenen o mutasyona bağlı özellikler ortaya çıkıp, görünür hale geliyor. Ardından ister istemez kromozomal kontrole uygun olarak karşı konulmaz bir içgüdü ile farkında bile olmadan Kur'ani gerçeklere karşı gelme sendromu yaşanıyor.Bu başörtüsü konusunda da ortaya koyduğunuz gerçekler karşısında gelenek dininin kromozomlarına kadar işlemiş mutasyonları sebebiyle Kur'an'a rağmen bazıları yine de batıl inançlara bağlı kalıyor.Bu karşı konulmaz ve adeta genetik yapılara işlenen mutasyonlar, geleneğin o bünyelerde ve zihinlerde aktif olmasını sağlıyor. İnsanlar maalesef geçmişten gelen, toplumun genetiğine işlenmiş, yaşam tarzı olmuş, bir süre sonra artık tartışılamaz hale gelmiş konuları Kur'ani gerçekliklere rağmen tartışmak istemiyorlar.Aslında bugüne kadar bizzat kendisinin yada eşi veya çocuklarının hayat tarzı haline gelmiş olan, geçmişte siyasi malzeme olmuş, bu yüzden mağduriyet yaşamış oldukları bu başörtüsü konusunda biraz da bu duygusal sebeplerle, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne göre dinin zorunlu bir emri olmadığı gerçeğini kavramadan olumsuz tepkiler veriyorlar.Değerli Ali Hocam! Siz tüm bu eleştirileri bir kenara koyup, Kur'an'ın ışığında doğruları beyan etmeye devam edin!Bize Allah Yeter.Saygılar"( Faruk Fidan- "Kadınlarda Baş Örtüsü Farz Mıdır? adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Kur'an'ı Kerim evrensel bir vahiy kitabı olduğu için her asra her kesime her konuda din, güzel ahlak ve öğüt vermektedir.Kuran'ın %70 şi halk için tartışmasız, yorumsuz, net ve açık bir şekilde tevhid, insan ve toplum eğitimi dersi veren âyetleri içerir.% 15 şi tahsil yapmış kültürlü kesim için edebi, sanatsal deyimler içeren inceleme ve araştırma ile daha derin ders âyeteri içerir,%15 de uzman, bilim adamlarına toplum için diğer ilimlerin (tarih, genel kültür) desteğiyle helal ve haram yani hüküm âyetleri mevcuttur.Kur'an herkes tarafindanbaştan sona roman gibi, yani üzerinde düşünmeden okunursa 2. ve 3. bölümlerde takıntılar ve problemler oluşur.Türkçe yazılmış bir tıp kitabının bile herkes tarafından her yerini anlamak mümkün olmaz.Temizlik, beslenme gibi konuları herkes anlar ve uygular ama uzmanları ilgilendiren beyin ameliyatının nasıl yapıldığını sadece uzmanlar kavrar. Türk edebiyatını bilmeyen biri istiklal marşındaki" ocak" kelimesini aile yerine "fırın" polislerin mekanı olan "karakolu" "siyah kol" diye terceme aderek kafa karışıklığına sebep olabilir.Bundan dolayı Kur'an, yukarıdaki aşamalar dahilinde okunup değerlendirildiğinde önemli bir okuma yapılmış olur.Anlamsız hatim indirme okumaları yerine, insanlara tevhid, aile eğitimi, güzel ahlak ve nasihat ağırlıklı âyet ve süreleri okuma alışkanlığı kazandırılmalıdır . Örnek: Lokman, Casiye, Furkan, Nahl, Kalem, Meryem, Hucurat, Ahkaf, Teğabun, Nur, Ahzab, Tevbe, Zümer, Fussilet, Leyl, gibi eğitim ağırlıklı sürelerin devamlı bir şekilde camilerde, Kur'an kurslarında, okullarda ve evlerde yaygınlaştırılırsa önemli gelişmeler olur.Hatta para kazanmak için ölüye okuma, süslü yasin ve fatiha, kitapçıkları yerine; çocuklar, gençler ve yetişkinler için tebliğ amaçlı belirli süre ve âyetleden kitapçıklar oluşturup haftalık okuma alişkanlığı kazandırılmalıdır.Not 1 :Kendine güvenen, araştırmayı sevenlerde baştan sona inceleyerek okuyup kendini geliştirebilir.Not 2 : Mealine 1200 yıl izin verilmediği için rivayet kültürüyle yanlış tercüme edilen bazı âyetlerin uzmanlar tarafından incelenerek düzeltilmesi gerekmektedir.(Hüseyin Koca- Kadınlarda Baş Örtüsü Farz Mıdır" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Ali Aydın hocam!Cehaletimi maruz görün.Bu paylaşımınızdan sanki Celaleddin-i Rumi'nin, kendi eserini Kur'an ve Allah Resülü ile eşdeğer tutmuş gibi. Hatta dahada ileri bir yorumla sanki şirk içerikli bir eser ortaya koymuş gibi, bilemedim cehaletimi mazur görün" (Hayri Sipahi- "Celaleddin-i Rumî" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------"Değerli hocam, elinize sağlık. Allah'ın kitabından ve bizzat Allah'tan rol çalanlar, kendi isimlerine Allah'a ait isimleri, yazdıkları kitaplara da Allah'ın kitabına ait ifadeleri isnat edip şirkin dibine batanlardır.Ve bu insanların peşinden giderek hep beraber şirke batıp cehennemi istikamet edinenlerdir. Yüce Allah bizleri bu sapkınlardan uzak tutsun. Az bir dünyalık elde etmek için elleriyle kitap yazan, sonra da: “Bu, Allah’ın katındandır.” diyenlere yazıklar olsun. Elleriyle yazdıklarından ötürü yazıklar olsun onlara! (Uydurdukları kitaplar için: “Allah tarafından yazdırıldı.” diyerek) elde ettikleri kazançtan ötürü de yazıklar olsun onlara..." (Bakara-79)Onlardan öyle bir grup vardır ki; (okuduklarını) Kitab’ın âyetlerinden sanasınız diye dillerini eğip bükerler. Oysa (ağızlarında geveledikleri şeyler) Kitap’tan değildir. (Ağızlarında geveledikleri şeyler için:) “Bu, Allah katındandır.” derler. Oysa o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler" (Âl-i İmran-78)Allah’a karşı yalan uydurup iftira eden, yada kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı hâlde: “Bana vahyolundu.” diyen veya: “Allah’ın indirdiğine benzer (Kitap/vahiy) indireceğim.” diyenden daha zalim kim olabilir? Sen o zalimlerin ölümün ardından (cehennemde) hâllerini bir görseydin! Melekler ellerini onlara uzatmış ve: “Çıkarın canlarınızı! Allah’a karşı söylediğiniz haksız sözleriniz ve onun ayetlerine karşı büyüklenmenizden ötürü bugün alçaltan ve değersizleştiren azapla cezalandırılacaksınız.” (derler.) (En'âm-93) Selam ve saygılar sunarım"(Faruk Fidan "Celaleddin-i Rûmi" adlı yazıya yaptığı yorum)
30 Haziran 2021 Çarşamba
NASIL BİR MİRAS BIRAKMALI?(5.YAZI)Yüce Rabbimizin bütün Elçilerine ve biz âciz kullarına en önemli emri ve vasiyeti olan tevhid akidesini miras bırakmak bizim için en şerefli bir görev olmalıdır.Tevhid'i miras olarak bırakmak Allah Elçilerinin vasiyeti olduğunu söylemiştik.Aslında Allah Elçilerinin tebliğ ettikleri tek şey vahiy yani islam yani tevhid akidesidir."(Ey Resül! ) Senden önce hiçbir Resul göndermedik ki ona "Benden başka ilah yoktur,şu halde bana kulluk edin "diye vahyetmiş olmayalım"(Enbiya, 25)"Senden önce de hangi memlekette bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izerine uyarız, derlerdi. Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem( yine mi bana uyumazsınız) ? deyince, dediler ki: Doğrusu bir sizinle gönderilen şeyi (tevhid'i) inkar ediyoruz. Biz de onlardan İntikam aldık. Bak yalanlayanların sonu nasıl oldu? Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaratana kulluk ederim. Çünkü o beni doğru yola iletecektir. Bu sözü, ardından geleceklere devamlı olarak kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar onun dinine (Tevhid) dönsünler"( Zuhruf- 23/28)Şirk büyük bir zulüm ve küfür, tevhid büyük bir adalet ve Rahmettir."Lokman, oğluna nasihat ederek: Oğlum! Allah'a şirk koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti" "(Lokman-13)İnsanlık tarihinde tevhid inancında değişme olmadığı gibi, batınilik, şirk ve hulul inancında da bir azalma, gevşeme ve yok olma meydana gelmemiştir. Şirk dini bütün zamanlarda tevhid dininden daha yoğun, daha etkin, daha baskın bir şekilde insanlar arasında yayılmakta, hiç kopmayacak bir şekilde insanları kendine köle etmektedir. Hulul bir inançtır, bir dindir, yok oluştur, toplumun ölü ve verimsiz bir hayat yaşamadır.Şirk ve hulul sahipleri inançlarını korumayı, ona şiddetle sahip olmayı bir onur meselesi sayarlar.Müşrik hululiyyeciler inançlarını kendilerine Allah tarafından verilmiş özel bir bağış ve büyük bir hediye olarak görürler.Esasen herkes inancında özgür olmalıdır.Bizim tevhid akidesine aykırı yanlış inanç sahipleri ile mücadelemiz Kur'an'la, ilimle, fikirle, ve hikmetle olacaktır.Hiç kimsenin inancına kaba kuvvet, kanun ve zorla karışmaya hakkımız olamaz.Ancak müminlerin oluşturdukları topluluk bir akide ve tevhid topluluğudur.Akide bağı bütün maddi bağlardan daha samimi, daha verimli ve daha kuvvetli bir bağdır.Kur'ani hayatta inanç tamamen tevhid'e endekslenmiştir.Tevhid'in ihmali bizzat içtimai hayatın izmihlalidir.Çünkü Kur'an'a göre sahih bir akideye sahip olmayan, gerçek anlamda İslami bir hayat yaşayamaz.Şuurla yoğrulmuş İslami hayat, sahih akidenin mahsuludur. Şunu da bilelim ki, hayat akideyi ortaya çıkaramaz, akide hayatı ortaya çıkarır. Dolayısıyla akidelerini şek ve şüphelerden arındırmayan, bulanık ve karışık bir zihin ve inanç yapısına sahip olanlar hayatlarını karanlığa adayanlardır.
MİSYONER(4. YAZI ) Mangırlar (paralar) istif edilerek pir evine gidildi, ayinler icra olundu.Herbert yahut Mehmet Ali Bektaşi tarikatına intisap etti (girdi). Sonraları tarikatta "halife" derecesine kadar da çıktı. Herbert buradaydı. Hatta gemimiz Plmoth'a geldiği zaman sizi ziyarete beraberce gelmiştik. Bir hafta önce işi gereği Londra'ya gitti. Onunla inşallah Londra'da görüşürüz. İşte böylece misyoner yetiştiriliyor. Hindistan'da, Çin'de, Belucistan'da hatta o çetin Afganistan coğrafyasında, Afrika, Amerika, Avustralya'da ve bu kıtaların en ücra köşelerinde, adalarda, kısaca dünyanın her noktasında bulunmuş, bizim gibi yetiştirilmiş oralardaki mezhepler, örf ve adetin, inançların âlimi ve şahidi olmuş, birçok malumatlı kişinin bir araya gelmesiyle meydana gelmiş cemiyete "misyonerlik cemiyeti" denir.Bu cemiyetin görünüşteki görevi protestanlığı yaymak ve anlatmak, gizli görevi ise İngiliz siyaset ve çıkarlarını sağlamak için keşiflerde ve teşviklerde bulunmaktır. Mustafa Efendi, iyi bil ki, ne bir insan ne de bir hükümet hal ve durumunu bilmediği bir yeryüzü parçasında, ahlak ve âdetini bilmediği bir kavim (halk)ve kabile arasında uzun müddet kalamaz. Çünkü târihen ispat edilmiştir ki, körü körüne istila edilen yerlerde çok durulamaz. İngiltere elindeki yerleri pek güzel bildiği gibi, istila edeceği kıtaları önceden inceleyerek öğrenir. Ondan sonra politik araçlarla işini hazırlar ve günü gelince ansızın orayı istila eder ve kıtaya girdiği zaman bir yabancı evine değil, kendi evine giriyormuş gibi girer.İngilizler faydalı işleri unutmaz, ihmal etmez ve hiçbir ayrım yapmadan gelmiş- geçmiş büyük düşünürlerin tavsiyelerine uyarlar. İngilizler soğukkanlıdırlar, hareketleri de yavaştır.Her işte önce uzun uzadıya düşünülmüş bir program dahilinde hareket ederler. Ama başarıya ulaşırlar veya ulaşamazlar ona bir şey diyemem.Emin ol ki, 100 sene sonra yapılacak bir işin tertibatı (planlaması) bugünden düşünülmüş, hazırlanmıştır. Bu gibi hizmetlerde misyonerlik cemiyeti'nin pek çok çabası olur" dedi. Bu hikayeyi dinlerken içimden İngilizlere o kadar bahriyeli küfürleri ediyordum ki, çoğunun yakası açılmamıştı. Biz uykudayken İngilizler bezlerini dokuyorlar, biz ise uyandığımız zaman o bezlerin pazara çıkarıldığını görüyoruz. Günün birinde bütün masraflar Mr John'a ait olmak üzere Londra'ya gittik ve gayet tantanalı lüks bir otele indik. Mr John'un oğlu ernest de bizimleydi. Bu zeki çocuk yanımdan ayrılmaz ve ikide birde, "Mustafa Efendi babam seni çok seviyor, ne olur Protestan olsan da Allah'ın lütfuna, merhametine ve mükafatına mazhar olsan, dünyada Protestanlık kadar kolay bir din yoktur" dedi. Bende "Protestanlığın ne olduğunu öğrenmeden nasıl din değiştiririm? Bir kere inceleyeyim, öğreneyim, doğruluğunu aklım ererse olurum" dedim. Mr John misyonerlik dairesine gitti ve ileri gelenleri ile görüştü ve otele döndü.Akşam üzeri misyoner cemiyeti başkanı ve daha önce adını andığımız Herbert ve diğer bir zat ziyaretimize geldiler.Uçüncü kişi misyoner cemiyeti'nin formason şubesinin müdürü imiş. Bunlar bizi ertesi gün için misyoner cemiyetinin resmi dairesine davet ettiler.Daireyi ziyaret ettikten sonra akşam üzeri misyon (cemiyeti) başkanının evine gideceğimizi bu akşam yemeğini orada yiyeceğimizi anladım. Başkanla formason şubesi müdürü gittiler. Herbert ve Mr John yanımda kaldılar. Sohbete koyulduk. Mr Herbert'ten başkanın adını sordum. O da: "Birincisi Mr. Botingress, diğeri de Mr Wohlstead'dir. Mr Botingress söyleyeceği kelimeleri tartarak söyleyen rahat birisidir. Hindistan'da tahsilini tamamlamış, Sırtilerle çok düşmüş kalkmış ve Gücerâti dilini ve Hindistan dilini pek güzel öğrenmiştir. 1810 miladi yılına kadar Hindistan'da birçok seyahate bulunmuş ve araştırmalar yapmış, güzel, yararlı bir eser kaleme almıştır. Hindistan'da pek çok dil konuşulur.Ancak en çok bilinip tanınanlar şunlardır. Hindu, Pencabi, Bihari, Mervari, Sindi, Marati, Kuçi, Gücerâti, Halebi, Oriya? Bengali, Urdu, Asamis, Ta'muli, Telugu, Künori, Malayam, Tulu, Gondi ( Konet )
ATALARIN DİNİNİ BIRAKMAK KOLAY DEĞİLDİR."O halde (ey nebi!) onların ibadet ettikleri şeylerden(bu şeylerin batıl ve şirk olduğundan) asla şüphen olmasın. Onlar (başka bir şey için değil) sadece daha önce (din) atalarının ibadet ettikleri gibi (düşünmeden, akılsızca) ibadet ediyorlar. Biz onların (azaptan) nasiplerini mutlaka eksiksiz olarak vereceğiz"(Hud-109)İşte o ülkeler... Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun ki, Resulleri onlara apaçık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden (atalarının) yalanladığı gerçeklere (bunlar) iman edecek değillerdi. İşte (hakkın üstünü örten, hakka karşı gelen) kafirlerin kalplerini Allah böyle mühürler" (Âraf- 101)"Onlara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar," Hayır!Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız"derler. "Ya ataları bir şey anlamamış hidayet yolunu da bulamamış idiyseler?"( Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer"" Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler"(Bakara-170, 171)"Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir" (Enfal- 22)"Onlara (Allah'ın indirdiğine Uyun) denildiğinde: Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler."Ya Şeytan onları, (din atalarını ve kendilerini) alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!(Lokman- 21)"Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk biz de onların izlerine uyarız, derlerdi""(Elçileri) Ben size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem (yine mi bana uymazsınız?) deyince, dediler ki: Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi(tevhid'i) inkar ediyoruz""Biz de onlardan intikam aldık. Bak, yalanlayanların sonu nasıl oldu? "Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: Ben sizin kulluk ettiklerinizden uzağım ""Ben yalnız beni yaratana kulluk ederim. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir""Bu sözü, ardından gelecek (muvahhidlere) devamlı olarak kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar (onun tevhid dinine) dönsünler" ( Zuhruf-23/28)"Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Resül'e gelin" denildiği vakit," Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler.Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?(Mâide-104) Atalar dininde sonuç nasıl olacak?Şu muhakkak ki, Allah kafirlere lânet etmiş (rahmetinden uzaklaştırmış) ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada (lânetin içinde veya cehennemde) ebedi olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır. Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Yazıklar olsun bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Resul'e itaat etseydik derler. Ey Rabb'imiz! Biz efendilerimize ve (din) büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler"(Ahzab- 64, 65, 66, 67)"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi. İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup gidilenler (muhaddis-müctehid-lider-şeyh) uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş Nihayet aralarındaki bütün bağlar kopup parçalınmıştır.(din atalarına) uyanlar şöyle derler:Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi bizde onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerini pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"(Bakara-165,166,167)"O gün cennet takva sahiplerine yaklaştırılır. Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir. Onlara: Allah'tan başka (O'nun yöresinde, berisinde) taptıklarınız hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu? denilir.Artık onlar, o azgınlar ve iblis orduları toptan, cehenneme tepetaklak atılırlar. Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: Allah'a andolsun ki biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi alemlerin Rabb'i ile eşit tutuyorduk.Bizi ancak o günahkarlar saptırdı. Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var, ne de yakın bir dostumuz. Ah keşke bizim için dünyaya bir dönüş daha olsa da, müminlerden olsak. Bunda elbet alınacak bir ders vardır ama çokları iman etmezler. Şüphesiz Rabbin işte o mutlak aziz (galip) ve sonsuz merhamet sahibidir"(Şuara-90/104)
29 Haziran 2021 Salı
TAKLİDİ İMANHangi millet, kültür, din ve hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın ümmi olan insanların inanç, ibadet ve akıbet olarak aralarında hiçbir fark yoktur.Yani anadan babadan geleneksel olarak kabul edilen dinin Allah katında hiç bir değeri bulunmamaktadır.Yaşadığımız vatanda meseleyi somut bir şekilde ortaya koyalım.İster Sünni, ister Şii, ister Yahudi, ister Hristiyan, ister Alevi olsun sıradan, ümmi, bilgisiz, saf olan halkın arasında inanç ve ibadet bakımından hiçbir fark yoktur.Dolayısıyla ibadet ettikleri mâbedlerinin (cami, kilise, havra, cemevi) arasında da fazilet açısından bir fark yoktur. Yani bu saf ve ümmi insanlar Allah'ın dosdoğru yolundan engellenmiş,vahyin yolu onlara eksik ve yamuk gösterilmiş, hak ile batıl birbirine karıştırılmış, din adamları dinlerini rant ve menfaat aracı haline getirmiş toplumu doğru yola iletecek bir rehber olmamıştır.Bu saf ve ümmi insanları, kendilerine vahiy ve Resul gelmemiş olarak kabul etmekten başka bir yol kalmıyor.Bu ümmi insanlar güzel ahlak sahip olur, insanlık için, adalet ve infak gibi bir değer ortaya koyarlarsa hangi dinden olurlarsa olsunlar âhirette Allah'ın rahmet ve mağfiretiyle cennete girerler.Çünkü Rahmân ve Rahim olan Allah, Resul göndermeden azap etmeyecektir.Yani vahiy ile, âyetlerini onlara tebliğ edecek, indirilen vahiyle onları uyaracak elçi göndermeden Allah kullarına azap etmez."Yerine göre müjdeleyici ve sakındırıcı olarak elçiler (Rusul) gönderdik ki insanların elçilerden (Rusul) sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah İzzet ve hikmet sahibidir"(Nisa-165 )"Biz hiç bir memleketi, öğüt vermek üzere gönderdiğimiz uyarıcıları olmadan yok etmemişizdir. Biz zalim değiliz"(Şuara- 208, 209) "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri yok etmişizdir"(Kasas-59)Bir insan ibedetinin Allah katında değerli ve geçerli olmasını istiyorsa indirilen vahiy sistemine göre yapıp yapmadığını bilmek zorundadır.Çünkü Allah tarafından indirilen vahiy sistemine göre olmayan ibadetin hiç bir getirisi olmayacaktır."Rablerini inkar edenlerin durumu şudur: Onların amelleri fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. İyiden iyiye sapıtma İşte budur"( İbrahim- 18)Allah'ın indinde taklidi imanın bir değeri olmadığı için, taklidi imana bağlı olan amelin de bir değeri olmaz.Ameller tevhid akidesine yani ihlasa yani takvaya ve güzel ahlaka göre değer kazanırlar.Tevhid akidesine yani vahiy ahlak ve sistemine göre yerine getirilmeyen amellerin Allah katında hiçbir kıymeti yoktur. Yukarıdaki âyette bulunan "küfür" ve "inkar" kelimeleri "âyetlere inanmama" değil, âyetlere iman olduğu halde "bile bile onlardan yüz çevirme, vahye itibar etmeme, Allah'ın kitabının yanında din ve hüküm olarak başka kaynaklar edinme" anlamına gelmektedir.Yani yukarıdaki âyette bulunan "küfür" kavramı şirk anlamında kullanılmıştır.Zaten Kur'an'da geçen bütün "küfür, fısk, tekzib, isyan, şikak" gibi kavramlar âyetleri reddetme anlamında değil, Kur'an'a şirk edinme anlamında kullanılmıştır.Mesela:"Kafirler benim yanımda (benimle birlikte) kullarımı dostlar(evliya) edineceklerini mı sandılar? Biz Cehennemi kafirlere bir konak olarak hazırladık" "De ki: Size, yaptıkları işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? Bunlar(Allah için) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında amelleri ve emekleri boşa giden kimselerdir. "İşte onlar, Rablerinin ayetlerini O'na kavuşmayı inkar eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir ki, biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız"İşte inkar ettikleri, âyetlerimi ve Resullerimi alaya aldıkları için onların cezası cehennemdir"(Kehf- 102, 103, 104, 105, 106)Hiç bir Allah Resulü dinsizliğe karşı mucadele etmemiştir.Gönderilen tüm Resuller istisnasız olarak ilahların ve evliyanın şirk dinine karşı mucadele etmişlerdir.Yani tarihin bütün müşrikleri Allah'ın varlığına iman ediyorlardı.Fakat günümüzde bulunan cemaat ve tarikat mensupları gibi ilahlarını ve evliya edindikleri kişileri asla bırakmıyorlardı."Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar ve kafirler: Bu pek yalancı bir sihirbazdır! İlahları tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir! dediler"(Sad- 4, 5)Sonuç:Papa, kardinaller, Papazlar, Hahamlar, din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul etmeyip bilinçli olarak insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen muhaddis ve müctehid oolarak şöhret olanlar, bütün din adamları, Cemaat liderleri, Tarikat Şeyhleri ve onlara fanatik bir şekilde bağlı olanların hepsi cehenneme gider.(fetö misali)"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi. İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopuk parçalanmıştır. (liderlere, Şeyhlere) uyanlar şöyle derler: Ah keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi bizde onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara işlerini pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"( Bakara -165 ,166, 170, 167)
28 Haziran 2021 Pazartesi
KÖTÜLÜKLERİN ANASI KUR'AN'DAN YÜZ ÇEVİRMEKTİR :Halife, komutana neden savaşı kaybettiklerini sorar.Komutan, bunun yüz tane nedeninin olduğunu söyleyince, halife, saymasını emreder."Bir! der, barutumuz bitmişti"Komutan "barutumuz bitmişti" deyince, halife "Gerisini saymana gerek kalmadı" demiş.Kıyamet koptuktan, hesap ve kitaptan sonra cennet ve cehennemde yerlerini aldıktan sonra hakimler hakimi olan yüce Allah, cehenneme girecek olanlara ilk soracağı soru şu olacaktır."Size ayetlerim okunurdu da, siz onları yalanlardınız değil mi?(Müminün- 101, 102, 103, 104, 105 )Bütün kötülüklerin anası nedir?Diye bana soracak olursanız.Bütün kötülüklerin anasının Allah'ın rahmet ve hidayet mesajından yüz çevirmek olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.Çünkü yüce Allah tarafından indirilen apaçık delillerin ve hidayetin üstünü örtmenin Kur'an'a göre cezası "ebediyen lanet üstüne lanet" olduğunu görüyoruz. (Bakara- 159, 160 ,161, 162, 174, 175, 176) Kuran'a ihanet ve Kur'an'dan yüz çevirme bize yolumuzu aklımızı, ruhumuzu, inancımızı, ahlakımızı, kaybettirdi.Kur'an'ın ilim ve ahlakından sapma olunca adalet, eşitlik ve özgürlük gibi değerlerin yerine anlamsız zikirler ve merasimler oturtuldu.Kur'an'ın hikmeti olmayınca merhametsiz ve tembel bir ümmet olduk.Halbuki Allah'ın âyetleriyle her türlü kirlilikten temizlenme imkanımız vardı.Kur'an'dan uzaklaşma ve ona sırt çevirmenin en kahredici cezası, Allah'ı hakkıyla takdir edememe ve onu hakkıyla tanımama belasını beraberinde getirmiştir.Kur'an kaybedilince ümmetin yanında karanlık doğru, aydınlık tehlike, batıl hak, hak batıl oldu.Kur'an'a karşı kör olunca eşkıya evliya, Allah'ın gerçek dostları eşkiya sayıldı.Kitaba ihanet edilince hak ve vahyin yerini batıl, safsata, hezeyan ve zan işgal etti. Allah'ın yüzlerce âyetinde kendisini bize tanıttırdığı kitap olmayınca Allah'ı hakkıyla takdir edemedik.Kur'an'ı inkar ve onu yalanlama hastalığı, Allah elçilerinin ne kadar değerli olduğunun bilincini ve şuurunu kaybettirdi. Halbuki Kur'an'ın dörtte biri Allah elçilerinin inanç, ahlak, edep ve hayat mücadelelerine ayrılmıştı.Yüce Allah tarafından indirilen son vahiy bilinmeyince, Nuh (a.s), İbrahim (a.s), Musa(a.s), İsa (a.s) ve Muhammed (a.s) ı gerçek anlamda tanımayıdık.Bizim hayatımızda tevhid dininin büyük babası olan İbrahim(a.s) var mı?Bizim inancımızda Nuh (a.s) nerede duruyor?Allah'ın çilekeş elçileri Musa ve İsa (a. s) bizim ahlak ve aklımızda yer alıyor mu?Hani bizde Yusuf'un haya ve edebi?Yakub ve Eyyüb'ün sabrının yüz binde biri bizde mevcut mu?Allah'ın dostu, muvahhidlerin önderi İbrahim'in tevhid hassasiyeti nerde kaldı?İndirilen kitap olmayınca bize enjekte edilen bütün bölücülük ve mezhepçilik hastalıklarına maruz kaldık.Allah'ın âyetleri, bizi karanlıklardan aydınlığa çıkaran hidayet ve rahmet, sırat-ı müstakim ve apaçık deliller değil miydi?Din ve hüküm, ahlak ve ibadet olarak Kur'an'dan başka bir kaynağa ihtiyaç var mıydı? Allah'ın hidayet mesajı olmayınca bölündük, parçalandık, birbirimizi vahşice katlettik, İslam düşmanlarına karşı çok kolay yutulur bir lokma olduk.(Hac-31)Allah'ın kitabı önümüzü aydınlatan basiret nurları değil miydi?(Yusuf-108; Casiye- 20)Allah'ın ayetleri dünya ve ahiret için bize yeterli olan her şeyi açıklamıyor muydu?(Nahl-89;Yusuf-111)Ey Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri!Allah'ın himayesi olan son vahiy bizi bir arada tutan, karanlıklı uçurumlardan ve cehennemden koruyan bir sığınak değil miydi?(Âli İmran- 103)Hani Allah'ın kitabından başka hiçbir kaynağa uyulmayacaktı?(Âraf-3; En'am-153-155)Din daha Allah Resulü hayatta iken Allah tarafından tamamlanmamış mıydı?(Mâide- 3; En'am-115)Allah'ın sözünden ve âyetlerinden başka bir şeye iman küfür değil miydi?(Casiye- 6)Allah'ın elçileri vahiy'den başka bir şeye ne zaman tâbi oldular?(En'am- 106; Yunus-109; Ahkaf- 9)Allah Resulü vahiy'den başka bir şeyle uyarı ve ikaz yaptığını gösterebilir misiniz?(Enbiya-45; Kaf- 45; En'am-51)Hani Allah'ın indirdiği kitab rant ve menfaat aracı yapılmayacaktı.(Âli İmran- 187; Bakara- 41)Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul eden muvahhidlere, ictihatlarınızda kullanmış olduğunuz tek bir âyet gösterebilir misiniz?Allah'ın indirdiği kitaba sımsıkı sarılması, (Zuhruf, 43) onun üzerinde tedebbür edilmesiyle ilgili Allah'ın ne kadar emirleri vardı?(Nisa-82; Sâd- 29) Allah kitabı bizim için hayat ve şifa kaynağı olduğu, (Enfal-24; Yunus-57) Nebi ile Resul arasındaki olan farkları bize Kur'an öğretmedi mi? Fakat sizler, Allah yerine yalancıları rabler edindiniz.Bu ümmeti Allah'tan başka herkese kul ve köle ettiniz. Kur'an'ı terkederek, Nebi adına iftira edilen yalan sözleri tek rehber edindiniz.Siz var ya, siz! Allah ve Resulü'ne iftira üzerine iftira ettiniz. Siz Allah ve Resulü adına yalan söylediniz.Siz batılı hakka bulaştırdınız, bile bile hakkı gizlediniz. (Bakara- 42) Allah adına insanları aldattınız, ümmetin inancını, ahlakını, ruhunu, irfanını, vicdanını kirlettiniz. Kısaca ümmete her türlü güzelliğini kaybettirdiniz. Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri! Ben iddia ediyorum, insanlık tarihinde Allah'ın indirdiği vahye hiçbir toplum sizin kadar düşman olmadı.Hiçbir millet sizin gibi vahye böyle acı darbeler indirmedi.Hiçbir zaman vahiy böyle yoğun bir ihanetle karşılaşmadı."De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"( Enbiya-45)"Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar"( Furkan-44)
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(45.YAZI)Değerli hocam, elinize sağlık.Konu tarihsel, geleneksel ve Kur'âni altyapısı ile gayet net ve açık bir şekilde ortaya konmuştur.Gelenek ile dinin içiçe geçtiği konularda her zaman olduğu gibi son söz Kur'an'ındır.Âyet aslında o toplumda geleneksel olarak kullanılan bir giysinin (başörtüsünün), yaka bölgesi olarak ifade edilen göğüs bölgesini de kapsayacak şekilde örtülmesini istiyor veya emrediyor. Yani adının başörtüsü olması Allah'ın âyetteki emri gereği değil de zaten İslâm'dan önce de baş kısmını örtecek şekilde kullanılması nedeniyledir.Adı İslam'dan önce de başörtüsünün açıkta kalan göğüs bölgesini içerecek şekilde örtülmesini emrediyor, başın değil.İnsanın erkek cinsinin seksüel fizyolojisi ve cinsel psişik fıtratını inceledigimizde; yaratılış gereği bir erkeğin cinsel dürtülerini harekete geçiren, beyinde cinsel çağrışımı indükleyen, karşı cinste cazibe merkezi olarak algılanan kadındaki fiziksel bölgeler arasında saçlı deri bölgesi yani baş bölgesi ve saçlar yer almaz. Dolayısıyla zaten erkekte cinsel dürtü oluşturmayan ve onu karşı cinsle ilgili harama itmeyecek bir bölgesi neden bu amaçla kapatılacak bölgeler arasında olsun ki?Aslında dinde önemli olan her kadın ve erkeğin kendilerini zinaya götürecek yollara sevketmeyecek takvaya, imana ve ahlaka sahip olmalarıdır. Çünkü Allah Kur'an'da zina etmeyin değil, zinaya yaklaştıracak eylem ve ortamlardan bile uzak durun buyurmaktadır. Burda vurgulanmak istenen, kadının cinsel çağrışıma sebebiyet verecek, cinsel dürtüleri harekete geçirebilecek giyim tarzından uzak durması ve hassas bölgelerin açığa çıkmasını engelleyecek giyim tarzına sahip olmasıdır.Ama bu dürtüleri harekete geçirebilecek vücut bölgeleri arasında saçlar yer almaz.Başörtüsü dileyenin kendi zevk ve seçimine kalmış bir giyinme tarzı bir tercih bir insan hakkıdır.Kimse bunu tercih edeni engelleyemez veya bunu kullanmaya zorlanamaz. Başörtüsü tamamen geleneksel ve örfle ilgilidir. Başörtüsünün farz olduğu fikri, rivayetleri kendine din kabul edip bunlardan içtihadlar üreterek İslam dinine eklemeler yapan Şia ve Ehl-i Sünnet müctehidlerinin yani âlimlerinin bir eseridir.Selam ve saygılar sunarım"(Faruk Fidan- "Kadınlarda Baş Örtüsü Farz Mıdır" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Selamün Aleyküm Ali hocam!Uzun zamandır sizi takip ediyorum.Bugün okuduğum paylaşımınız beni çok şaşırttı. Yaklaşık 8 yıldır başörtü takıyorum ama son iki yıldır yaşamış olduğum psikolojik baskı ve içimden gelerek yani severek yapmama beni çok bunalttı. Âyetleri okuduğum zamanlarda aynen yazdığınız şeyleri düşündüm, araştırdım, geçmiş tarihlere gittim ve sizinle hemfikir olduğum bir konuyu yazmışsınız.Bu ramazanda çok dua ettim, yanlış birşey yapmamak adına, Rabbim! Yol göster dedim ve sizin paylaşımınızla yüz yüze geldim.Bu illa başımı açacağım anlamında değil, ama şu an Almanya'da başörtüsü yasağı onaylandığı için iş konusunda sıkıntı yaşarsam gerçeği bilerek hareket etmem açısından bana bir ilaç gibi geldi.Allah razı olsun.Son bir soru eğer başımı açarsam günaha girmem gibi birşey söz konusu olmaz degil mi ?(Çiğdem?????)"Kadınlarda Baş Örtüsü Farz Mıdır" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Hocam! Allah sizden razı olsun. Yazınızdan şöyle bir sonuç çıkardım. Doğrumu?Ne dersiniz?Yanlış var ise lütfen düzeltiniz. Başın kapanmasını Allah mı emretmiş? Allah emrettiyse daha önce başlar açık olmalı ki, Allah kapatılmasını emretsin. Allah başın kapatılmasını emretmediyse konu değişir. Şöyle ki, başörtüsü daha önce geleneksel olarak kullanılan Arap örfü bir kıyafet. O dönemde kadınlar da erkekler de aşırı sıcaktan dolayı mıdır, yoksa örften dolayı mıdır bilmem başlarını örtüyorlardı.Günümüzde de hâlâ öyle erkekler dahi örtüyor. Kadınlar o dönemde başlarını örtüyordu bununla beraber göğüs ve omuz kısımları dekolteydi.Allah geleneksel baş örtmeye müdahale etmedi, onayladı ama istediği bir şey vardı. Oda iman eden kadınlardan başörtüleri ile açıkta kalan dekolteli yerlerini kapatmasını istiyordu.Ta ki müşrik kadınlardan bir farkları olsun.Ve onlardan ayrışsın istiyordu.Kısaca emir ziynetin örtünmesidir. Baş ziynet değildir. Kendiliğinden görülen yerdir.Kısaca Allah o dönem başını örten kadınların başlarını örtmesini onaylamıştır.İslam'da başını örten kadına kimse müdahale edemez. Ama baş kapanacak diye açık bir hüküm olmadığı için de açmak günah değildir.Örtünmek takvaya uygun olandır. Güzel olandır.Şayet âyette yüce Allah, "başörtülerinizi iyice örtün, saçlarınızı açıkta bırakmayın, gözükmesin" demiş olsaydı, tartışılacak bir şey kalmaz.Başı açmak haram olurdu.Oysaki âyetin istediği ve dikkat çektiği şey, saçların iyice örtünmesi değil, ziynet yani dekoltenin örtünmesidir"(Hamza Yılmaz- "Kadınlarda Baş Örtüsü Farz Mıdır? adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------" Ali hocam saygılarımla!İnsanlar gelenek ile vahyi hâlâ karıştırıyor.."Tilke hududullâh..." bu tamlama Kur'an'da 14 yerde geçer.Erkekler için 9 yerde geçerek, kadınların haklarını ihlal etmemelerini, sınırı aşmamalarını ya da sınırlardan uzaklaşmamalarını ister. Âyetlerde geçen avret ve ziynet kelimelerinin yanlış kullanıldığı âşikardır.Avret kelimesini sadece kadınlara yakıştıranlar Nur 58 ve Âraf 26. âyetin içeriğinden habersizdirler.Çünkü bu kelime erkekler için de kadınlar için de kullanılır. Cinsel ve mahrem bölgeler için kadın ve erkek için genel olarak kullanılmıştır. Bu nedenle cinsel bölgelerin örtülmesine "setrül avret" denilmiştir. Kur'an'da elbette örtünme erkekler ve kadınlar için de vardır. Nur 30 da erkeklere, Nur 31 de kadınlara seslenilir..Nur 30 da erkeler için "yahfezu furucehum" "ferclerini korusunlar" buyurmaktadır.Ferc: Arapça da omuz, kol ile bacak arasında kalan bölgeye denir. Nur 31.âyette de kadınlar için de ferc fiili kullanılmıştır. "ve yehfezne furucehunne" "ferclerini korusunlar" denmektedir.Ferc kelimesinin Arapça manası çok açık olmasına rağmen gelenek iffet veya ırzlarını korumak olarak üstü kapalı mana vermiştir.Ve ziynetlerini görünen dışındakileri açmasınlar. "Ziynetihinne, ziynetühünne ve"mé zehera" (görünenler dışında) derken çoğul şeklinde kullanılmıştır. Arapçada çoğul 3 ve yukarısıdır. Görünen yerlerin sadece el yüz olmadığı gramere göre de açıktır. O dönem erkek ve kadınların tamamının 40 derece üstündeki sıcaklıklardan çöl fırtınalarından korunmak için başlarını saçından itibaren tüm bedenlerini örtecek koruyacak şekilde kullandıkları örtüleri vardı.Erkekler başları için günümüzde de kullanılan çember sarığa "hımar denilirdi. Hımar, humr kökünden gelir ve örtmek, bilinci örtmek anlamlarındadır.Zaten o dönemde o coğrafyada tüm kadınlar ve erkelerin örfi olarak başı örtülü idi. Günümüzde entari şeklindeki erkeklerin kullandıklarına" kandura" veya "suriyah" adı verilir.Nur 31. âyette geçen "bihumuruhinne ala cuyubihinne" "kadınlar hımarlarını yakaları üzerine göğüslerine vursunlar/koysunlar /örtsünler"demektir.Âyetin devamında; "ayaklarını yere vurarak ziynetlerini belli etmesinler, açığa çıkarmasınlar" derken, ziynetin saç baş olmadığı çok net anlaşılmaktadır.Saçını belletmek için ayak yere vurulmaz, başını sallamak ya da eliyle saçları savurmak yeterlidir.Ahzab 33.âyette Nebi eşlerine seslenerek "cahiliye döneminde olduğu" gibi açılıp saçılmayın buyuruyor."teberracne" yani "buruc" fiili kullanılır. "Buruc fiili, Buruc süresi 1 ve Nur süresi 60.âyettede aynı anlamlarda geçer.Oysa cahiliye kadınları da başörtülü idi.Burada anlatılmak istenen ziynetlerini teşhir etme tavizkar olma vb durumlardır.Âli İmran 14.âyette; kadınlara olan eğilimin süslü ve cazip gösterildiği," zuyyine" (ziynet) fiili ile anlatılmaktadır.Bu âyete göre de cazip gösterilen meyl edilecek yerlerin ziynet yerleri olduğu açıktır. Gözler ve yüz ziynet olarak değil de, saçı ve başı ziynet kabul etmek bu âyetlere göre doğru değildir.Âyetlerin yanlış anlaşılmasının en büyük nedeni Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde okunmamasından kaynaklanıyor.Geleneği, mezhepleri, örfü, rivayetleri merkeze alarak, onlara sihhat kazandırmak için Kur'an'dan hüccet arama garebetidir. Allah'ın emrettikleri ve men ettikleri, İsra- 23,30; Mümtehine- 11,12; En'am- 151,152,153 âyetlerinde detaylı olarak anlatılır..Allah'ın emirleri arasında saçların örtülmesi diye bir şart yoktur.Ve Allah'ın emrettikleri şeyleri yapanlara âyetlere göre mümin denilir..Mümtehine 12. âyette Mekke'den Medine'ye toplu hicret eden mümin kadınlar anlatılır ve Allah, Nebi (a.s) dan bu kadınların biatı için şirk, hırsızlık ve dinin diğer önemli ilkeleri konusunda Nebi'ye isyan, çocuklarını öldürmemeleri, zina yapmamaları konusunda onlardan biatlarını al" buyuruyor. Yani âyete göre bu şartlarda onlar artık mümin kadınlardır.Bunları ihlal büyük günahları oluşturur.Nisa 31.âyette "yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız Allah küçük günahlarınızı örteriz..." buyuruyor. Vesselam...
27 Haziran 2021 Pazar
ALLAH'U-EKBER" DEYİMİNİN İSLAMDA YERİ VAR MI?Aynen "Muhammed'e salavat getirme, Muhammed'e salavat çekme" gibi, Şia ve Ehl-i Sünnet'te "Tekbir" olarak şöhret bulmuş olan "Allah-u Ekber" deyimi "Allah en büyüktür, ilâhların en büyüğü" anlamına gelmektedir. Aziz ve Mübin kitabımızda yüce Allah şöyle buyuruyor."En güzel isimler (el- esmâu'l- hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'nu güzel isimlerle çağırın. (O'na güzel isimlerle dua edin, yalvarın) O'nun isimleri hakkında ilhada sapanları (bana) bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır"(Araf- 180)Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Kur'an'da manasını tahrif etmedikleri bir âyet, içini boşaltmadıkları bir kavram bırakmadıkları için Kur'an'ı tek kaynak kabul eden akıllı ve mantıklı insanlar onların her uygulamasından şüphe etmeye hak kazanıyorlar.Gerçekten de Kur'an'da Allah'ın onlarca ismi ve sıfatı varken Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri neden Kur'an'ın hiçbir âyetinde yer almayan "Ekber" sıfatını kullanmışlardır?Mesela: Kerim, Rahım, Alim, Hakim, Azim, Aliyyu'l Kebir gibi isimleri onlarca âyette tekrar edilirken, neden bir âyette bile yer almayan "Ekber" kavramı seçilmiştir.Acaba bu "Ekber" sıfatı evliya ve ilâhların gücüne iman eden Mekke müşriklerinin kullanımından gelmiş olmasın.Çünkü Mekke müşrikleri evliya ve İlâhlara iman etmekle birlikte "ilâhların en büyüğünün Allah olduğuna" inanıyorlardı.Onlar tek ilâh inancına yani "hanif İslam'a" ve "hâlis dine" karşı geliyorlardı."Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar ve kafirler: Bu pek yalancı bir sihirbazdır! İlahları tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu çok acayip bir şeydir! dediler"(Sâd-4,5)Müşrikler, evliya ve İlâhlarını Allah ile aracı ve şefaat edici olarak kabul etmelerine rağmen, "Allah'ın en büyük ilâh" olduğunu, zor durumlarda istek ve niyazların sadece onda son bulacağını biliyorlardı."Hani (o müşrikler) bir zaman da: Ey Allah'ım! Eğer bu kitap senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir! demişlerdi"(Enfal-32)"Nebi"ye yardım ve destek olmayı..." emreden bir âyeti (Ahzab-56) "Muhammed'e salâvât getirme, Muhammed'e salavat çekme olarak değiştiren, Nebi'ye yardım ve destek olan salavatı, Muhammed'e salavat çekmeğe çeviren ve ibadet olarak namaza koyan ve hutbeye farz olarak ekleyen..." bir zihniyetten her cehâlet beklenir.Medine'de yaşayan müminlere "Nebi'ye yardım etmelerini ve destek olmalarını" ifade eden yöresel ve tarihsel bir emri, evrensel bir ibadete dönüştüren bir cehaletten her ahmaklık beklenir.Aslında Kur'an'ın hiçbir âyetinde Resul misyonundan bağımsız olarak Muhammed (a.s) ın şahsiyeti övülmez.Kur'an, hiçbir âyette Muhammed (a.s) ın kimliği üzerinde olumlu bir şey söylemez.Hatta yolunu şaşırmış bir durumda ne yapacağını bilmez bir halde iken vahiy ile yol gösterdiğini ve hidayete ulaştırdığını söyler.(Duha-7)Kur'an'ın konusu Muhammed'in kimliği ve şahsiyeti değildir.Kur'an'ın esas konusu Nübüvvet ve Risalettir.Çünkü vahye göre önemli olan Muhammed (a.s) değil, Nübüvvet makam ve mertebesi, vahiy ve Risâlet misyonudur.Muhammed ( aleyhisselâm) ı değerli kılan şey Nübüvvet makamı ve Risalet görevidir.Dolayısıyla son vahiy olan Kur'an'da Muhammed yoktur, Nebi ve Resul vardır.Şia ve Ehli Sünnet âlimleri çok basit olan bu gerçeği bile anlamaktan âcizdirler. Yine aynı şekilde kabir hayatının olmadığını anlatan yüzlerce âyete rağmen kabir azabını kabul etmeyen vahiy ehli muvahhidleri sapık olarak gören bir anlayışın hiçbir ictihadına güven duyulamaz. En önemlisi din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet bulunmasına rağmen Allah Resulü adına iftira edilen rivayetleri kabul etmeyen muvahhidleri kafir olarak gören bir akıl ve mantıktan şüphe etmek önemli bir basiret ve büyük bir şuurdur. Mesela: Âyetlere rağmen, Allah Resulü (a.s) diğer elçilerden kendisini ayırıp üstün gösterir mi? Yani Allah Resulü Muhammed ( a.s) ezanda kendi adını sürekli tekrar ettirerek diğer Resüllerden üstün olduğunu ilan ettirmesinin mümkün olmadığını söylüyorum.Kur'an'ın emirleri karşısında kılı kırk yaran ve tek bağlantısı Allah'ın mesajı olan, indirilen vahye tâbi olmakla emrolunan Nebi(a.s) diğer Resüllerden üstün olduğunun imajını yaratır mı?Çünkü Allah Resulü (a.s ) kitabın hikmetini en iyi bilen ve onu en güzel bir şekilde yaşayıp örnekliğiyle ortaya koyan kişidir. Dolayısıyla Allah Resulü'nün şu Rabbani vahye muhalefet edeceğini hiçbir kimse iddia edemez. "...onlardan (Resullerden) hiçbiri arasında fark gözetmeksizin iman ettik ve biz sadece Allah'a teslim olduk, deyin"(Bakara-135 )"Resul, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de ( iman ettiler) Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resullerine iman ettiler. Allah'ın Resullerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız..."(Bakara-285)"Allahu Ekber" deyimi, "Allah en büyüktür" anlamına geldiği için başka ilahların varlığını kabul etme gibi bir şirkin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.Tamda Mekke müşriklerinin kabul ettikleri bir imandır. Halbuki yüce Allah "...ve ennellâhe huvel aliyyul Kebir" "gerçekten Allah çok yüce ve büyüktür" ( Lokman-30) buyurmaktadır. Dolayısıyla "tekbir" "Allahu Ekber" değil, "Allâh'ul Aliyyul Kebir" olması gerekir. Benim bu görüşlerimi garip olarak gören arkadaşların Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehiderinin rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'a tamamen aykırı düştüklerinin bilincine sahip olmadıklarından dolayıdır.Evet Şia ve Ehli Sünnet âlimleri yüzlerce âyete zıt rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'ın zerresini anlamaktan ebediyen uzak tutulmuşlardır.(Kehf-57)
NASIL BİR MİRAS BIRAKMALI?(4.YAZI)Yüce Allah Kerim ve Mübin kitabında şöyle buyuruyor."Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin " diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu din Allah'a ortak koşanlara ağır gelir.Allah dilediğini kendisine elçi seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir"(Şura-13)Yani, Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed ( Aleyhimusselam) ve bütün Allah Elçileri bu dini temsil ediyorlar.Bütün Allah Elçileri bu tevhid akidesinin yeryüzüne hakim olması için mücadele etmişlerdir.Yüce Rabbimiz, bütün Elçilerine en büyük vasiyeti ve en önemi emri işte bu tevhid sisteminin yaşanması ve yaşatılması ile alakalıdır.Bu tüm Nebilerin ve Allah Elçilerinin dinidir, hayatıdır, ahlakıdır, hayat damarıdır.Rahman ve Rahim olan Allah şöyle buyuruyor."İbrahim'in dininden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirir?Andolsun ki, biz onu dünyada elçi seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.Çünkü Rabbi ona "eslim" Müslüman (muvahhid) ol, demiş, o da:Âlemlerin Rabbine teslim oldum demişti. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da, "Oğullarım! Allah sizin için bu dini ( tevhidi) seçti. O halde sadece Müslümanlar (muvahhidler) olarak ölünüz "(dediler).(Bakara- 130, 131, 132)Bu din o kadar değerli ki :Yakub (a.s) ölüm döşeğinde tek derdi ve kaygısı tevhid akidesinin korunması olmuştur."Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kub) oğullarına:Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti.Onlar:Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz, biz ancak ona teslim olmuşuzdur, dediler"(Bakara, 133)Bu inanç öyle bir önemli bir inanç ki: Nebiler, bu inanç sisteminin hayat bulması için canlarını feda etmişlerdir."Muhammed, ancak bir Elçidir.Ondan önce de nice Elçiler gelip geçti.Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisini geriye (eski şirk dininize) mi döneceksiniz?..."(Âli İmran, 144)"Nice Nebiler vardı ki, beraberinde bir çok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda (tevhid için) başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler.Allah sabredenleri sever."Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti:Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla,ayaklarımızı (tevhid yolunda) sabit kıl, kafirler topluluğuna karşı bizi muzaffer eyle"Allah da onlara dünya hayatının nimetini ve (daha önemlisi, )ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, muhsinleri (muvahhidleri) sever"(Âli İmran-146, 147)Bu dinin, tevhid akidesinin, Kur'an hikmetinin ve sisteminin hayata hakim olması, bu merhamet ve güzel ahlakın insanlığın vicdanlarında kök salması ve gönüllere yerleşmesi için her türlü eziyet, hakaret, küfür hatta ölüm bile katlanmaya değerdir.Öyle Allah Elçileri gelmiş ki, kendisine sadece bir aile iman etmiştir."...Zaten orada (ona iman eden) Müslümanlardan (muvahhidlerden) bir ev halkından başka kimse bulmadık "(Zâriyat-36)Bu yola gelmez müşrikler bize sövsunler, hakaret etsinler, bu bizim için Allah yolunda aydınlık, tevhid dâvâsında bir izzet, dünya hayatında kurtuluş ve inşallah âhirette cennet olacaktır.İslam toplumunun içinde bulunduğu şirk, cehalet, kaos, anarşi, zulüm ve katliamlar Kur'an ahlakının ve tevhid sisteminin hayat bulmasının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
26 Haziran 2021 Cumartesi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(44.YAZI)Dünyada bir kaç ülke gezdim.. Müslüman olmayan ülkelerde de başlarını örten yaşlı hanımlar gördüm. Benim gözlemlerime göre başın herhangi bir şeyle örtülmesi coğrafi şartlardan korunmakla ilgili bir durumdur. Bilindiği gibi, Suudi Arabistan aşırı sıcak ve çöl fırtınalarının olduğu bir bölgedir. Korunmak için kadın-erkek herkes örtünüyor. Hatta bu örtünenler arasında müslüman olmayan insanlar da mevcuttur.Demek ki doğal çevrenin etkilerinden korunma iç güdüsü insanı örtünmeye zorluyor. Sonuç olarak:Baş örtüsü - kadın ve erkek için korunma amacıyla kullanılan bir eşya ve aksesuardır.KUR'AN bizden, göz zinasına, oradan da fiili zinaya götürecek vücut bölgelerinin kapatılmasını emretmektedir. Tabii insanları zinaya götürecek nedenler "bakılması görülmesi haram" olan yerler değildir. Vücut hareketleriylede zina tetiklenmemelidir. Elbette Allah daha iyi bilir."Ayaklarını yere vurmasinlar" emri de bu konuya ışık tutmaktadır. Günümüzde kadın ve erkek kaliteli çok şık ve moda giysiler içinde, sözde kapalı olarak çarşıda pazarda dolaşıyorlar. Bunları burada yazmak istemiyorum ama hani söz açılmışken. Bayanlar veya baylar görünüşte kapalılar ama öylesine dikkat çekici giysileri varki, çıplak olsalar belki o kadar olumsuz ve gayri meşru etki yaratamazlar. Şimdi böyle bir durumda biz insanları dinin emrettiği şekilde kapanmış mı sayacağız ? Önemli olan, kadının da erkeğin de, kötü niyetle, birbirini azdıracak, yoldan çıkartacak hàl ve hareketlerden kaçınarak zinaya götürecek etkenlerden uzak durmaktır.Tabii sadece giyim ve uygun hareketler yetmiyecek. Kamu mallarını kötüye kullanmak, kul hakkı, şehitlerin kanı pahasına kazanılan değerlerin kişisel çıkarlar uğruna kullanılması en önemli güncel sorunlardir.Allah'a emanet olun.Sevgilerimle"(Ali Kurtar- "Kadınlarda Baş Örtüsü Farz Mıdır?" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Farz olmasını kimse ispat edemez de, asıl acı tarafı, namazın ve baş örtüsünün şirk belasından daha önemli ve önde tutulmasıdır.Oysa ki şirkin bataklığında olan birisi namaz kılsa ne olur, başını örtse ne olur?Sanki rahibeler başını örtünce kurtulacaklar.Allah'ın Resulü İsa(a.s) ı yüce Allah'a şirk koşan bir kişi nasıl kurtuluşa erecektir?Efendisi Mahmud karşısında bir an durmanın 150 yıl ibadetten daha faziletli olduğuna inanan bir çarşaflı nasıl kurtulacak?(Uğur Uzun- Kadınlarda Baş Örtüsü Farz Mıdır" adlı yazıya yaptığı yorum?-----------------------------------------------------------"Yıllardır namaz, başörtüsü gibi, hep tartışılan ve bir türlü sonuca bağlanmayan bu tür ihtilaflı konularda, sizin gibi değerli hocaların cesurca, kimsenin kınamasına kulak asmadan bu tür yazılar yazmaması beni düşündürüyordu hocam!Çok teşekkür ederim!Allah razı olsun"(Burhan Çalişkan- "Kadınlarda Baş Örtüsü Farz Mıdır" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------Başörtüsü, günümüz siyasal islamının siyasi parametrelerinden birisidir ve islam adına hiçbir önemi yoktur..."Bunu gayet güzel açıkladığınız için bir kez daha teşekür ediyorum...Rabbim ilminizi artırsın ve siyasal islamcıları da ıslah etsin..."(Murat Karadağ- "Kadınlarda Baş Örtüsü Farz Mıdır?" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Allah razı olsun Ali hocam!Altına imza atılacak çok güzel bir çalışma olmuş.Şahidim ki, sen Allah yolunda ilminle cihad edenlerdensin,(Salim Baykara- Kadınlarda Baş Örtüsü Farz Mıdır?" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------Yine, dosdoğru ve yerinde bir tespit ve bir aşırılığı vurgulamışsınız. Kıyafet, ibadet değildir..Kur'an'da bulunan önermeleri, akıl süzgeciyle okuyup anlamalıyız. Giyinme amacımız "saklanmak değil sakınmak" olmalı..Kadın veya erkek farketmez. Bir insan bir başkasının evlilik (sosyal) hayatını olumsuz anlamda etkilememeli, karşı cinsi tahrik edici kıyafet ve davranışlardan kaçınması gerekir.Velhasılı (cinsiyet ayrımı yapılmaksızın) kimse kimseyi ayartmamalı..Dahası, insan bedeninin karşı cinsi (cinsel açıdan) tahrik edici uzuvları, ırklara göre farklılık gösterir.Örneğin, Afrika kökenli siyahi bir kadının saçı ince ve yumak gibi olduğundan/ bırakın, cinsel açıdan tahrik etmeyi iticidir.. Halbuki aynı kadının dudakları tahrik edicidir..Bir İngiliz kadının dudağından ziyade saçı tahrik eder..Keza bir Arap kadınının ise gözü cazibe merkezidir. Halbuki sarı ırka mensup bir Çinlinin gözü için böyle bir şey söyleyemeyiz..Ez cümle: (Hocam) Allah razı olsun!(Arif Kılıç- "Kadınlarda Baş Örtüsü Farz Mıdır?" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Yunus Topcu Hocam!"Vardı dediğiniz başörtüsü rivayetlere göre sadece soylu kadınların tanınıp rahatsız edilmemeleri için kullanılan bir şeydi.Aynı toplumda köleler ve cariyeler de vardı.Onlara yasak olduğu için onlar kullanmıyorlardı, yani burada amaç o toplumda sadece ayrım için kullanılıyordu, başın örtülmesi için değildi.Adem (a.s) ve eşi yapraklarla başlarınımı örtüyorlardı?(Sefa Ülker-"Kadınlarda Baş Örtüsü Farz Mıdır" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Allah ilminizi arttırsın inşallah hocam. Aklını kullanmayan ve düşünmeyenlerin dinini taşladın Allah yardımcın olsun.Kendi uyduruk dinleri ile başbaşa olsunlar. Kur'an'a tâbi olanlara selâm olsun. Allah Kur'an ile amel edenlerin yardımcısı olsun inşallah"(İlhan Demir- Kadınlarda Baş Örtüsü Farz Mıdır?" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------------"Ali hocam!Öncelikle Allah'ın sıfatlarınj ögrenmek gerekiyor.Onları anlatırsanız çok memnun olurum.Çevremde gördügüm insanlar dinini birbirinden ögreniyor.Çok da önemsemeyerek Kur'an'ı okumuyor, araştırmıyor balık baştan kokuyor.Yüce Allah'ı tanımayan bir toplum dini nasıl anlayacak.İnsanlar çocukluk çağından itibaren ögrendikleri yanlışı maalesef terkedemiyor.Hakka karşı çıkılıyor.Kur'an'ı bir tefekkür ederek okusalar, araştırsalar!Ah hocam bir gün değil, ömrünü anlamaya vereceksin ki, Allah isteyene hidayeti veriyor.Olumsuz yorumlara sakın üzülmeyin, selam, saygı ve duayla inşallah"(Nilüfer Kurt- "Kadınlarda Baş Örtüsü Farz Mıdır?" adlı yazıya yaptığı yorum)
KUR'AN'A DOKUNMAK İÇİN ABDEST VE GUSÜL GEREKLİ MİDİR? Kur'an'ı Mübin'e dokunmanın ve onu okumanın abdest ve gusül, hayız ve nifas ile hiçbir alakası yoktur.Daha doğrusu insanlarla bir ilgisi bulunmamaktadır. Mekke müşriklerinin "bu Kur'an'ı Muhammed'e şeytanlar indiriyor" iftiralarına karşılık olarak hepsi Mekke'de nazil olan birçok âyette şeytanların Kur'an'da tasarrufa güçlerinin yetmeyeceğine cevap verilir.Mekke'de nazil olan bu âyetlerde "Kur'an'ı meleklerin indirdiği, (Abese- 11-16) "Meleklerden başkasının ona dokunamayacağı, (Şura- 210-- 211) "Allah'ın koruması altında olduğu, (Vakıa,77--79) bildirilmektedir. Bu konuyu biraz açacak olursak"Şüphesiz bu korunmuş bir kitapta bulunan değerli bir Kuran'dır. Ona temiz olmayanlardan başkası dokunamaz"( Vakıa- 77,78,79 Bu âyetlerde kastedilen şeytanların Kur'an'a dokunmalarının mümkün olmadığıdır.Melekler tarafından indirildiğini açıklama vardır.Neden mi?Eğer Yüce Allah, insanların Kur'an'a abdestsiz ve cünüp olarak dokunmamalarını isteseydi "lé yemessühü" "ona dokunamaz" değil, "lé temüssühü" "ona dokunmayın" buyururdu."Zinaya yaklaşmayın..." (İsra-32) içki ve kumar hakkında ""...bunlardan uzak durun..." (Maide- 90) âyetleri buna örnektir. Helal ve haramlar konularında Kur'an açık ve net bir dil kullanır. Söz konusu âyette geçen "dokunamaz" ibaresi "nehiy" "yasaklama" anlamında değil, "nefiy" anlamında kullanılmıştır.Yani "Ey Mekke müşrikleri ! şeytanların Kur'an'a dokunmaları mümkün değildir, yalan söylemeyin, ve iftira atmayın"Dolayısıyla Vakıa 79. âyette geçen "lé yemessuhu" "ona dokunamaz" kelimesi, "onunla oynayamazlar" "ondan bir şey çıkaramazlar, ona bir şey ekleyemezler, onda tasarruf sahibi olamazlar" demektir.Bundan başka bir mana çıkarmak katmerli bir cehalettir.Yani "Ey Mekke Müşrikleri! İddia ettiğiniz gibi şeytanların Kur'an'a müdahale etmeleri mümkün değildir, iftira atmayın, yalan konuşmayın, dürüst olun" demek istenmiştir.Haliyle Kur'an'a dokunma olmayınca onunla oynama, ondan bir şey çıkarma, ona bir şey ekleme de olmayacaktır.İşte Vakıa süresinde bulunan "ona temiz olmayanlar dokunamaz" âyetinin bağlam ve bütünlüğünden örnekler. "Onu (Kur'an'ı) şeytanlar indirmedi. Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez. Şüphesiz onlar vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır" (Şuara- 210- 211- 212 )"O (Kur'an) şüphesiz değerli, güçlü ve arşın sahibi (Allah'ın) katında itibarlı bir elçinin sözdür. O lânetlenmiş şeytanın sözü değildir" (Tekvi- 19- 28) Kur'an, sadece Müslümanlara hitap eden, onlara özel kılınmış bir hitap değildir.Kur'an tüm insanlığın ortak değeridir.Kur'an bütün insanları muhatap almıştır. Bu değerli tek hidayet ve rahmet kaynağına ulaşmak, bilgilerinden faydalanmak için hiçbir engelin olmaması gerekir. Dolayısıyla, Kur'an'a, abdestsiz ve cünüp olan, hayız ve nifas halinde bulunan kadınlar başta olmak üzere, aya ve güneşe tapan, Hristiyan, Yahudi, kısaca herkes, her durumda, her zaman dokunabilir. Bunun aksini savunma hurafedir, ahmaklıktır, yalandır, Allah ve Resulü'ne iftiradır.Herkes Kur'an'a dokunabilir.Kur'an'a dokunmada zerre kadar bir günah ve sorumluluk yoktur. Aksine cünüp ve abdestsiz olarak Kur'an'a dokunma bütün bu yalan ve iftiralara karşı gelmek olacağından dolayı sevap ve fazilet olarak kabul edilebilir.Açık ve net olarak söylüyoruz.Abdestsiz ve cünüp, hayız ve nifas halinde olan kadınların Kur'an'a dokunmaları büyük bir hayır ve önemli bir sevaptır. Çünkü bir şey sakıncalı ve haram olmayınca, onu yapmak mubah ve sevaptır. Abdestsiz ve cünüp, hayız ve nifas halinde Kur'an'a dokunulmaz demek Kur'an'ı Mübin'e iftiradır. Helal olan bir şeyi haram kılma olduğundan Allah'a iftiradır. Böyle bir şey söylemek Allah'a din öğretmek olduğundan büyük bir ahlaksızlıktır.Abdest almak ve cünüblükten temizlenmek maddi değil, manevi ve hükmi bir temizliktir. Yani sadece ve sadece salat-ı ikâme etmek için meşru kılınmış bir ibedettir.Salat-ı ikâme etme haricinde hiçbir şey için abdest alma ve cünüblükten temizlenme yoktur. Dolayısıyla salat-ı ikame etme haricinde abdest almanın ve cünüblükten temizlenmenin hiçbir fazileti ve sevabı yoktur. Aslında abdestsizlik ile cenabet arasında hiç bir fark bulunmamaktadır.Kur'an'ı kendi bütünlüğü içinde anlayan, aklını kullanan hiç kimse böyle bir şey söylemez.Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin cehaletini anlamak mümkün değildir.Mekke müşriklerine "cevap" olan bir âyeti müminlere "emir" olarak almışlardır. Aslında "ona temiz olmayanlar dokunamaz" ayeti indiğinde Kur'an kitap haline getirilmemişti. Yani Kur'an, Allah Resulü'nün ve iman edenlerin gönüllerinde idi. Kur'an'ın mushaf olması yani Kur'an'ın elle dokunulacak, gözle görülecek hale gelmesi Allah Resulü'nden sonra ashabın müdahalesi sonucunda gerçekleşmiştir. Yani Allah tarafından indirilen vahye insanların dokunması ve onu gözle görmeleri mümkün değildir. Allah tarafından indirilen vahiy, gözle görülecek, elle dokunulacak bir şey değildir. "Ona temiz olmayanlar dokunamaz" ayeti nazil olduğunda henüz abdest alma meşru kılınmamıştı. Çünkü abdest âyeti hicretten sonra nazil olmuştur. Kur'an'a dokunma ile ilgili bütün âyetlerin konusu şeytanlardır. Yani Mekke müşriklerinin iftiralarına cevaptır. Aslında Kur'an denildiğinde nesnelere yazılmış olanı değil, levh-i mahfuzda bulunan Kur'an'ı anlamak gerekiyor. Esas Kur'an, levh-i mahfuzda olandır."Hakikatte o yalanladıkları, aslı levh-i mahfuzda bulunan şerefli Kuran'dır"( Buruc- 21-22)Elimizde bulunan Kur'an değil, mushaftır. Yani bir deri parçasına, tahtaya, plastik maddesine veya bir mermere yazılan âyetler bu maddeleri Kur'an'ı yapmaz. Bilgisayar ve cep telefonu hiçbir zaman Kur'an sayılmazlar.Bir kağıt parçası hiçbir zaman Kur'an sayılmaz. Dolayısıyla insanların abdestsiz ve cünüp olarak Kuran'a dokunmamalarını söylemek bir saygı değil, büyük bir sorumsuzluk ve ağır bir iftiradır. Kur'an bir kitap değil, bir söz, bir kelam ve bir hitaptır. Yani onun karakteri ve yapısı sözün gücüne dayanır.Kur'an'ın indiği zemin insanların yazıdan ve yazılı metinlerden uzak oldukları bir coğrafyadır. Ondaki tekrarlar bu yüzdendir.Söz ve hitap yani sözün gücü tekrarı kaldırır, fakat yazılı metinlerde tekrar olmaz. Kur'an'ın bazı âyetlerde kendisini "kitap" olarak tanıtması Allah'ın koruması altında olması, belli bir sistemenin bulunması, bağlam ve bütünlüğe sahip bulunmasından dolayıdır. "Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır. Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar"( Müminün-62 )Halbuki Allah'ın indinde maddi nesnelere yazılı kitap bulunmamaktadır.Kur'an'da geçen "kitap" sözcüğü "vahiy" anlamında kullanılmıştır. Yoksa Kur'an kitap değil, söz ve hitaptır.
25 Haziran 2021 Cuma
KABİR AZABI VAR MI? Kur'an'ın yüzlerce âyetine göre değil kabir azabı, kabir hayatı diye bir şey söz konusu değildir. Kur'an'a göre dünya hayatındaki cezalandırma ve kıyametten sonra sadece ve sadece cehennem azabı vardır. Bu konuda o kadar çok âyet var ki hangisini ele alacağımız şaşırıyoruz. "Dünya hayatında onlara azap vardır. Ahiret azabı ise daha şiddetlidir"(Râd- 34)"Bundan dolayı biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o uğursuz günlerde soğuk bir rüzgar gönderdik. Ahiret azabı elbette daha çok rüsvay edicidir. Onlara yardım da edilmez"( Fussilet- 16)"İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür"(Kalem- 33)"Cehenneme girecek olanlara melekler şöyle derler. "Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden Resuller gelmedi mi..."( Zümer- 71)"Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa! onun bekçileri onlara: Size (bu azap ile) korkutucu (bir Resul) gelmedi mi? diye sorarlar"(Mülk- 8)Yukarıdaki âyetlere göre eğer cehennem azabından başka bir azab olsaydı, Allah'ın elçileri ona karşı da kavimlerini uyarmaları gerekirdi. Âyetlerde sadece cehennem azabından söz edilmektedir."Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır. O gün her ümmeti diz üstü çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağırılır.( onlara şöyle denir) Bugün yaptıklarınızla cezalandırılacaksanız"( Casiye- 27, 28) Bu âyetler batıla sapan müşriklerin daha önce değil, "kıyametin kopacağı gün" hüsrana uğrayacaklarını açık bir şekilde ifade etmektedir. Aynı şekilde Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor. "Onlar düşünmezlermi ki, büyük bir günde (hesap vermek için) diriltilecekler! Öyle bir gün ki, insanlar o gün de âlemlerin Rabbinin huzurunda divan duracaklardır"( Mutaffifin-4-5-6) Demek oluyor ki kiyamet saatinin öncesinde yani kiyamet kopmadan önce bir korku, panik, cezalandırma, sorgu, hesap, kitap ve azap diye bir şey mevcut değildir. Bu konuda en dikkat çekici âyetler şunlardır. "İnkar edenler, kesinlikle (öldükten sonra) diriltilmeyeceklerini iddia ettiler. Deki: Hayır! Rabbime andolsun ki mutlaka diriltileceksiniz. Sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. (Teğabun- 7)Yukarıdaki âyette "mutlaka diriltileceksiniz. Sonra yaptıklarınız size haber verilecektir" cümlesi çok önemlidir. Yani dirilişten önce hiçbir şey yoktur."Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka odur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka odur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah herşeyi bilendir"( Mücadele-7)Yukarıdaki âyette hesap ve azabın dirilişten sonra olacağını hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya konmuştur. Çünkü âyette "...Sonra kiyamet günü yaptıkları onlara haber verilecektir..." buyrulmaktadır. Kur'an'ın yüzlerce âyetinde Yüce Allah insanları sadece âhiretteki cehennem azabından sakındırmaktadır.Bu konuda âyetlerin gösterdiği önemli bir gerçek de "kıyamet koptuğu gün günahkarlar, ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler"(Rum- 55)Eğer kabir azabı olsaydı, zaman geçmez bir gün bir asır olurdu.Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin "Dünyada pek kısa kaldıklarına yemin ederler" görüşü Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne aykırıdır. Çünkü Rum süresi 55. âyetinde sonra gelen "Kendilerine ilim ve iman verilenler şöyle derler: Andolsun ki siz, Allah'ın yazgısında hükmedildiği gibi yeniden dirilme gününe kadar kaldınız..." 56. âyeti bunu ortaya koymaktadırHiçbir insan dünyada yeniden dirilme gününe kadar kalmaz.Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını en iyi gösteren şey kabir azabı yalanıdır. Çünkü kabir azabının olmadığı ile ilgili bine yakın âyet vardır. Hatta ben şunu iddia ediyorum. Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'a iman etmemişlerdir. Konu ile ilgili şu âyetlere bir göz atalım. "Sonra, mutlaka siz, bunun ardından elbette öleceksiniz. Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz"( Müminün- 15,16 )Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi "ölmek ve dirilmek var" bunun ortasında olacak hiçbir şeyden söz edilmez. "...Sonunda Allah' da onların binalarını temellerinden söktü üstlerindeki tavanda tepelerine çöktü. Bu Azap onlara fark edemedikleri bir yerden gelmişti. Sonra kıyamet gününde Allah onları rezil eder ve der ki..."(Nahl, 26-27)Yukarıdaki ayette kafirlerin dünya hayatındaki azaplarından hemen sonra kiyamet gününe geçiş yapılmıştır. "Allah'ın onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vaziyette yeniden diriltip toplayacağı gün aralarında birbirleri ile tanışırlar"( Yunus- 45)Yukarıdaki âyeti şu şekilde anlamak mümkündür. "Allah onları, sanki günün ancak bir saati, aralarında tanışacak kadar kaldıktan sonra diriltip toplayacağı gün...""İşte onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şey olmayan kimselerdir"(Hud- 16)Yukarıdaki âyetlerde açık olarak görünüyor ki Kur'an'ı Mübin kabir hayatı ile ilgili hiçbir şey görmez. Dünya hayatından yani ölümün hemen ardından kıyameti, ahiretin hesap ve azabını başlatır.Şu soru çok önemlidir. Neden âhiretteki cehennem azabını anlatan yüzlerce ayete mukabil bir tane kabir azabını anlatan ve açıklayan âyet yoktur. Cehennem azabının Kur'an'da bu derece geniş anlatılmasının sebebi azabın ciddi ve sakınılması gereken bir iş olduğunu ortaya koymak içindir. "... Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar, (ateşe nasıl sabredecekler"( Bakara -175) Azap ciddi bir iştir, kendinizi koruyun demek istenmiştir.Yani kabir azabı olsaydı onu anlatan onlarca âyet olması gerekirdi. (Ey Müşrikler!) Sizde ondan başka dilediğinize kulluk edin! De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini hüsrana sokanlardır. Bilesiniz ki, bu apaçık husrandır. Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da öyle tabakalar vardır. İşte Allah kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarım! Kendinizi koruyun"( Zümer, 15- 16)Allah'ın kitabında bir çok konu hakkında ayrıntıya varacak açıklamalar yer alırken kabir azabı hakkında en ufak bir işaretin bulunmaması kabir azabının olmadığını gösterir. Ashab-ı Kehf'in mağarada üç yüz dokuz yıl kaldıktan sonra uyandırılmalarının hikmet ve sebebi de öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğunu ve kabirde pek kısa bir zaman kalınacağını ortaya koymak içindir. Yine Bakara süresi 259. âyetindeki kıssada kabir hayatının "bir yiyeceğin ve içeceğin bozulmama müddeti" kadar olduğu veciz bir şekilde ortaya konmaktadır.Dolayısıyla berzah aleminde Adem (a.s) döneminde ölen ile kıyametin son anında ölen arasında zaman açısından fark bulunmamaktadır. Zaman dünya hayatında yaşayanlar için vardır, kabirde zaman diye bir şey söz konusu değildir. Karakolda hesap, kitap, mahkeme ve cezalandırma olmaz. Aslında bizim bir gecelik uykumuz kabir hayatı ve uykusundan çok uzundur. Ölen her insan hangi zamanda ölmüş olursa olsun kabirde çok kısa bir zaman dilimi kaldıktan sonra kıyamet kopacaktır.( Naziat- 46; Ahkaf- 35; Yasin, 51- 52- 53- Rum- 55- 56 ; İsra-52) Kur'an'ın kabir uykusu için kullandığı "bir saat" kavramı, Araplar arasında "bir an" anlamına gelmekteydi. Yasin süresi 52. âyetinde geçen "...Eyvah eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı?" cümlesi dikkat çekicidir. Kabir azabı olmuş olsaydı bizi kabrimizden kim kaldırdı? demezlerdi.Azap gördüklerinin bilincinde olurlardı.Kabir azabının var olduğunu iddia eden mezhepçilerin dayandıkları tek âyeti kerime şudur. "Onlar sabah akşamı ateşe arz olunurlar. Kıyametin kopacağı gün de Firavun ailesini azabın en çetinine sokun denilecek"(Mümin-46) Firavun'un ailesi hakkında olan bu âyet Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü esas alınarak şu âyetlerle birlikte değerlendirilmesi gerekir. "Andolsun ki Musa'yı da âyetlerimizle ve apaçık delille Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri doğru değildi. Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları çekip ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir! Onlar burada da (dünyada) kıyamet gününde de lânete uğratıldılar. Onlara verilen bu armağan ne kötü armağandır"(Hud, 96- 97- 98- 99) İkinci âyet şöyledir. "Biz de onu ve ordusunu yakalayıp denize atıverdik. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu. Onları ateşe çağıran öncüler kıldık, kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir. Bu dünyada arkalarına lânet taktık. Onlar, kıyamet gününde de kötülenmişler arasındadır"( Kasas- 40- 41- 42)"(Ey Nebi!) Sana Musa'nın haberi geldi mi? Mukaddes vadi Tuva'da Rabbi ona şöyle seslenmişti: Firavun'a git! Çünkü o çok taşkınlık etti.Deki: Arınmayı ve seni Rabbin'in yoluna iletmemi ister misin? Böylece ondan haşyet duyarsın. Ve ona en büyük mucizeyi gösterdi. O ise hemen yalanladı ve isyan etti. Sonra olanca çabasını göstermek üzere sırtını döndü. Derhal adamlarını topladı ve onlara nida etti. Ben, sizin en yüce rabbinizim! dedi. Allah onu, herkese ibret olarak dünya ve ahiret azabı ile cezalandırdı"(Naziat-15/25) Dolayısıyla Mümin süresi 46. âyetinde zikredilen "sabah akşam ateşe arzolunmak" kabir azabı değil, peşlerine takılan lanet, beddua, kötü anılma, Musa (a.s) ın onları sabah akşam uyarması, kalplerindeki ızdırap ve işkence olmalıdır. Tek gerçek budur. Kiyamet saatinden önce yani cehennem azabından başka hiçbir azabın olmadığı ile alakalı süre ve âyetler. (Mürselat süresi- Kiyame süresi, Zilzal süresi, Tekvir süresi, İnfitar süresi, Mutaffifin süresi, inşikak süresi, Karia süresi- Naziat-34-46; Abese-33-42; Kaf, 20-30)Özellikle Zümer suresinin 68-75 âyetleri bu konuda çok önemlidir. Çünkü kiyamet saatini sura üflemenin başlangıcından, cennet ve cehenneme varıncaya kadar olayların özetini veriyor. Yasin süresi 51-65 ile Kaf süresi 20-30 âyetleri de böyledir. Önemli bir gerçek daha vardır ki bu çok önemlidir. Kabir azabının varlığında ısrar edenlerin İslam'dan, Kur'an'ın hikmetinden hiçbir şey anlamamış olmalarıdır. Önyargı ile yaklaşan birine, Kur'an kendisinden hiçbir şey nasip etmez. Çünkü Kur'an kendisiyle birlikte bir ortak ve rakip kabul etmez.Şia ve Ehli Sünnet anlayışı cehaletin eyleme geçmiş hali gibidir. Onlar Kur'an'a kulak asmaz rivayetlerin bataklığında debelenip dururlar. Ehli sünnet ve Şia'nın kaynakları olan Buhari, Müslim, Kâfi, Meclisi, Kur'an'ın dengi olamazlar, onlar tahrif edilmiş Tevrat ve İncil'in dengi bile olamazlar.
ÂYETLERİ GİZLEYENLERE LÂNET VARDIR. Aslında düşünen, aklı başında ve sağlıklı bir zihin yapısına sahip olan insanlar Allah'ın hidayet ve rahmet yolu olan vahye rahatlıkla ulaşabilirler.Fakat ümmi insanları Allah'ın tevhit yolundan engelleyen aşağılık din!!adamları büyük bir sorun oluşturmaktadır.Eğer müşrik din adamları yani uydurma dinin menfaat devşiren Kur'an düşmanı dincileri olmazsa ümmi halkın hidayete kavuşması çok kolay olacaktır.İnsanların vahye ulaşmasının önünde en önemli engel vahiy düşmanı din adamlarıdır. İşte bu yüzden, aynen Kur'an gibi, indirilen bütün vahiy'ler, tarih boyunca insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen ve Allah'ın dosdoğru yolunu yamuk gösteren din adamlarını sürekli şikayet eder ve en sert tepkiyi bunlara gösterir.Kur'an'da bir çok âyet bu ahlaksız dincileri lânetler.Şia ve Ehli Sünnet din adamları da son vahye aynı ihaneti yaptıklarından dolayı lanetlenmişlerdir.Hatta Şia ve Ehli Sünnet din adamları Yahudi ve Hristiyan din adamlarını aşarak insanları Allah'ın dosdoğru yolu olan Kur'an'dan o derece engellemişler ki, bu ümmet Kur'an'ın en önemli meselesini bilmezken, rivayetlerin en yalan olanını bilmeyen yoktur.Mesela:Bu ümmet şirk'in en önemli günah ve en büyük zulüm olduğunu bilmezken tuvalete sol ayakla girip sağ ayakla çıkmanın gerektiğini bilmeyen yok gibidir.Ben dünya hayatında Şii ve Sünni din adamları kadar Kur'an'a karşı cahil ve onu umursamaz bir millet olacağına ihtimal vermiyorum.Bir millet kutsal kitabına karşı nasıl bu kadar lakayd ve vurdumduymaz olabilir?Daha doğrusu bir milletin din adamları, Allah'ın kitabına ve o kitaba sahip çıkan muvahhidlere nasıl bu kadar düşmanlık besleyebilir? Kur'an'a baktığımızda Allah Elçilerinin vahyi tebliğ esnasında bir menfaat beklentisi içinde olmadıklarını tekrar tekrar vurgulamaları dinin nasıl büyük bir rant kapısı olduğunu ortaya koyuyor.Din adamları her zaman dini, dünyalık elde etmek için hiç çekinmeden kullandılar. Konu ile ilgili bir kaç âyet"Elinizdekini (Tevrat'ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğime(Kur'an'a) iman edin. Sakın onu inkar edenlerin ilki olmayın! ÂYETLERİMİ az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun. Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin" (Bakara- 41,42) "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler. Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır.Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çok kabul eden ve çokça merhamet edenim" (Bakara-159,160) "Âyetlerimizi inkar etmiş ve kafir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onların üzerindedir.Onlar ebediyen lanet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır. "İlahınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. O Rahmandır, Rahimdir" (Bakara-161, 162,163) "Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir.Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.Onlar doğru yok karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar.O azabın sebebi Allah'ın kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen onlar mezheplerine göre yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir çukurun (anlaşmazlığın) içine düşmüşlerdir"(Bakara- 174, 175, 176) "Ey ehli kitap! (din adamları) Neden doğruyu eğriye karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?(Âli İmran-71)Allah tarafından indirilen vahyi gizleme ve onu yamuk ve eksik gösterme din adamları ile ilgili bir durumdur.Ümmi halkın böyle bir şey yapması mümkün değildir. "Ehli kitaptan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar. (Âli İmran- 78)Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri Nebi (a.s) adına iftira olan hadisleri âyet okur gibi telaffuz ederler.Okudukları hurafe ve yalanları öyle süsleyerek okurlar ki, Kur'an'ı iyi bilmeyen ümmi halk onların Allah'ın kitabını okuduklarını zanneder. "Allah kendilerine kitap verilenlerden, onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bu emri kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü oldu"(Âli İmran- 187)"Eğer ehli kitap,(din adamları) iman edip kötülüklerden sakınsalardı, herhalde geçmiş kötülüklerini örter ve onları nimeti bol cennetlere sokardık. Eğer onlarTevrat'ı İncil'i ve Rablerinden onlara indirilen Kur'an'ı doğru dürüst uygulasalardı, şüphesiz hem üstlerinden,hem de ayaklarının altından ( yeraltı ve yer üstü servetlerinden) istifade ederek refah içinde yaşarlardı. oOnlarda aşırılığa kaçmayan (Muvahhit) bir zümre vardır, fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür!" (Mâide- 66) "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafirler topluluğuna rehberlik etmez'"(Mâide, 67)Allah Resulü'ne hitap eden yani tamamen onunla ilgili olan bir âyetin sonunun "Allah kafirler topluluğunu (Kur'an'dan bağımsız) hidayete erdirmez" ile son bulması çok önemli bir olaydır.Yani Allah'ın âyetlerini gizleyen Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin ne kadar büyük bir vebal ve lanet altında oldukları çok açık olarak ortaya çıkıyor. "Ey kitap ehli! Siz, Tevrat'ı İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça, doğru bir yol üzerinde değilsiniz" de.Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette arttıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme"(Maide- 68) "Onların ardından da âyetleri tahrif karşılığında şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanalacağız, diyerek kitab'a varis olan bir takım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar.(Yani din satma karşılığında hiçbir menfaati reddetmiyorlar) "Peki, kitapta Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar kitaptakini okumamışlar mıydı?Ahiret yurdu muttakiler için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınız ermiyor mu?Kitaba sımsıkı sarılıp salat'ı ikame edenler var ya, İşte biz böyle islah edicilerin mükafatlarını zayi etmeyiz"(Âraf-169) "Onlara, kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sarılıp çıkan o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku" "Dileseydik elbette onu bu ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssası anlat belki düşünürler. Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmiş olan kavmin durumu ne kötüdür" (Âraf- 175, 176) "Yahudiler Allah'a bırakıp bilginlerini (hamamlarını) (Hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rab edindiler. Halbuki onları ancak tek ilâh'a kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka ilah yoktur. O bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır"(Tevbe-31) "Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah yolunda engellerler. Altın ve gümüş'ü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azap müjdele!Yukarıdaki âyetin,"Ey iman edenler! diyerek başlaması çok ilginçtir. Yani Yahudi ve Hristiyan din adamları nasıl din, iman diyerek milleti soymuşlarsa,"Ey son vahyin muhatapları!Sizde kendinize dikkat edin, din adamları sizi Allah ile aldatmasın" demek istenmiştir."De ki: Ey ehli kitap! Gerçeği görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. (Âli İmran- 99) "İnkâr edip de insanları Allah yolundan alıkoyanlar var ya, işte onlara yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle, azaplarını kat kat arttıracağız" (Nahl-58)"İnkar edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların bütün amellerini Allah boşa çıkarmıştır"(Muhammed, 1)"İnkâr edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğru yol belli olduktan sonra Elçiye karşı gelenler,Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır"(Muhammed, 32) "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Elçiye itaat edin. işlerinizi boşa çıkarmayın. İnkâr edip Allah yolundan alıkoyanlar ve sonra da kafir olarak ölenleri Allah asla bağışlamaz"(Muhammed-33, 34)"Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez"(Cuma- 5)Aslında hiçbir Yahudi âlimi Tevrat'ı yalanlamaz, Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimlerinin yaptığı gibi onu bir kenara atarak zerre kadar değeri olmayan yalan ve uydurma rivayetlerin peşine düşer.
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(43.YAZI)"Hocam elinize sağlık.Allah razı olsun.Tıpkı namaz konusunda olduğu gibi hac-umre konusunda da bu uydurulmuş-mezhepçi din anlayışı insanları sapkın bir din anlayışına sürüklemiştir. Ehl-i Sünnet ve Şia'nın ''din atalarının'' uydurma rivayetlere dayalı içtihatları, fakihlerin görüşleri, icma ve kıyas zırvaları sonucunda din, Kur'an dışı zan ve yorumlara göre dizayn edilmiş, toplum şirke batmış, hanif İslam anlayışından kopuk bir din ortaya çıkarılmıştır.Bu uyduruk din anlayışında Kur'an'ın mesajları değil, uydurma rivayetler esas alındığı için insanları uyutmak, etkisizleştirmek, kolayca manipüle etmek ve sömürerek maddi kazanç elde etmek için dinin temel değerleri bir kenara bırakılmış, namaz, hac, oruç gibi, şekilsellik üzerine kurulan, özellikle dinin olmazsa olmazı namaz ibadeti olarak sunulması büyük bir cehaleti meydana çıkarmıştır.Hac ve umre ibadeti için yüklü paralar harcayıp da oraya gidenlerin büyük çoğunluğunun İslam'ın temel esası olan ve ibadetlerden önce iman edilmesi ve içselleştirilmesi şart olan Allah'ı birleme, ilahi nitelikleri Allah'tan başka varlığa isnat etmeme, dini yalnız Allah'a özel kılma, yanız Allah'tan isteme ve sadece O'na kulluk etme, Resülü vahyin tebliğcisi ve müminler için örneklik konumunda olduğunu bilme, Nebi'ye ait olmayan ve birilerinin uydurup O'na isnat ettiği sözlerin yazılı olduğu rivayet kitaplarını asla dinde kaynak kabul etmeme gibi, tevhid esaslı hanif İslam ile uzaktan yakından ilgilerinin olmadığına şahitlik ettim. Bu din anlayışı şekilsellik ve mezheplerin dizayn ettiği kural ve ritüelleri yapmaya çalışmaktan, ibadetin ruhunu ve Allah'a karşı sorumluluk bilinci olan takvayı ıskalıyor ve sadece belli hareketleri yapmaktan öteye gitmeyen, içi boş, anlamsız, amacını dahi bilmedikleri şekilsellik içinde boğulup neticede uydurma din tüccarlarına kanarak "günahsız" ve "masum'' olarak ülkelerine döndüklerine inanıyorlar maalesef.Selam ve saygılar sunarım"( Faruk Fidan "Hac ve Umre" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Ağzına, yüreğine ve kalemine sağlık. Bir din insanlığın sosyal içtimai, derde dermanlık noktasında dayanışmayı, bütünselliği, tüm sosyal katmanlarda kapsayıcılığı yoksa ve sadece tapınak dini olmuşsa ondan insanlığın kurtuluşu için hayır gelmeyecektir. Bu anlayışla beslenen damar şekilselcidir. Kaynağın içeriğinden habersizdirler. Kitap yüklü eşekler misâli (Cuma-5) sadece kabının ve kabuğununu hamallığını yaparlar"(Şahabettin Arslan-"Allah'ın Âyetlerini Yalanlama "tekzib" Ne Demektir" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"Allah razı olsun. Yüreğine sağlık hocam. Rabbim ihsan eylesin diyelim. Bu durum kıyamete kadar böyle devam eder. Rabbim aklını kullanan kullarına hidayet buyursun. Aklını kiraya verenler gassalın elinde olan ölüler gibidirler.Dolayısıyla mezhep gafletinden uyanmayan cahil güruh, ölüleri hezeyan vitaminleriyle beslemeye çalışıyorlar. Kur'an'ı saygıyla ve en yükseğe koyarak sadece öperler.Nameli okunduğunda da bayılır derecedede dinlerler. Ama manasından, ahlakından ve hükmünden zerre kadar haberleri yoktur. Nasıl olsa "rab" ve "ilahları" onları Allah'a göstermeden, hesap-kitap görmeden cennete götürüp koyacaklar.Öyle bir afyon ki bu kahrolası din, İbrahim (a.s) babasını, Lut (a.s) karısını, Nuh (a.s) oğlunu, Muhammed (a.s) amcasını ikna edemedi. Bizler de evimizde bulunan anne- baba ve en yakın akrabalarımıza Kur'an'ın dinde tek kaynak olduğunu kabul ettiremiyoruz. Yani şirk ve hurafeler daha ağır basıyor. Çünkü kurumsal (cemaat, mezhep, tarikat, şeyhülislam, diyanet) dini, akletmeyi, tefekkürü, eleştirel bakışı yok eder, Sadece taklit ve tapınak belasını yaşatır..(Şahabettin Arslan- Yalnız Yaşayanlardan Değil Ölülerden de Çekeceğimiz Var" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Selamun aleyküm hocam!Kur'an ilk âyetlerinde Allah Resülüne "yaratan Rabbinin ismiyle oku" derken, ümmî vurgusu yani her insan ön yargısız Kur'an'a yaklaşmalı ve dediginiz gibi atalarını yani ölülerin esaretinden kendini özgürleştirmesini ortaya koyuyor.Mekke dönemiyle günümüz arasında ne farkı var?Ölülerin dirilerin üzerindeki hakimiyeti görülmüyor mu?(Gurbuz Aksozek- Yalnız Yaşayanlardan Değil Ölülerden De Çekeceğimiz Var" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Yıllarca yağmur görmemiş kurak topraklara, sağanak yağmur misali..." Yüreğinize sağlık...."(Yasin Tokat- Yalnız Yaşayanlardan Değil Ölülerden De Çekeceğimiz Var" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------!"Allah'ın dosdoğru, hidayet yolu karşılıksız teklif edilirken, sapkınlığı parayla satın alanların akıllarında noksanlık olmasa da, çoğunun kalplerinde eğrilik ve kaypaklık olduğu kesindir. Yüzlerce kez bizzat müşahade ettim. Bin kişide ancak bir kişi hakkı kabul etmeye ikna oldu. Bana sorarsanız bu bile büyük bir başarıdır. (Zihni Dönmez-" Yalnız Yaşayanlardan Değil Ölülerden Fe Çekeceğimiz Var" adlı yazıya yaptığı)---------------------------------------------------------"Rivayetçiler, ilk Müslüman ve maddi- manevi Resulün en büyük destekçisi Hatice annemizi, sözde cennetle müjdelenen 10 kişi arasına bile sokmamışlar. Üstelik bu 10 kişinin hepsi erkek ve hepsi Kureyşli""Ahmet Çelik-"Kadınlarda Baş Örtüsü Farz Mıdır?" adlı yazıya yaptığı yorum)
23 Haziran 2021 Çarşamba
MEZHEPLER NEDEN KÖTÜDÜR?Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor."Şüphesiz bu Kur'an, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"( En'am- 153) Allah tarafından indirilen tevhid sisteminin evrensel bir ahlakı, standart ve üstün kalitede bir yapısı mevcuttur. Tevhid sistemi ve İslam ahlakı ibret olma haricinde hiçbir zaman geriye doğru işlemez, ataların uydurma dinini taklit etmeyi reddeder.(Bakara-170; Mâide-104; Lokman-21; Zuhruf-23,24)Kur'an'ın dini olan İslam, insanların önünü aydınlatan, bilimsel ve teknolojik gelişmeler gibi, sürekli olarak ileriye doğru bir hedefe yönlendirmektedir. Yani Kur'an'ın öyle bir ilmi, öyle bir sistemi, öyle bir ahlakı, bağlam ve bütünlüğü, akıl ve mantığı var ki, insanların akıl ve fikirlerini aşacak bir mükemmelliğe sahiptir. İnsanlık tarihinde yapılan bütün icat ve keşifler Kur'an'da var olan ilmi ve fikri kurallara hiçbir zaman aykırı düşmemiştir. Fakat fırka ve cemaatlere, mezhep ve tarikatlara, kurum ve kuruluşlara baktığımızda dini, ahlaki, fikri, ilmi ve ameli standart bir kalite yakalamak mümkün değildir.Bundan dolayı Kur'an, hangi din ve kültür, hangi ilim ve geleneğe, hangi millet ve inanca bağlı olursa olsun insanların bir araya gelip ilmi ve fikri bir mücadelenin içine girmelerine engel koymaz. İndirilen vahiy dini insanların iradeleri üzerinde dini ve ameli hiçbir baskı kurmaz.(Yunus-99; Gaşiye-21, 22) İnsanlar birbirlerinin haklarına tecavüz etmedikleri sürece din bakımından tam bir özgürlük içinde hayat sürebilirler. Fakat mezheplerde ve fırkalarda böyle özgür bir anlayış ve evrensel bir ahlak mevcut değildir. Mezheplerde ve fırkalarda koyu bir taassup, kapkaranlık bir cehalet, statik bir düşünce ve akılsız bir taklit hakimdir.Aynı şeyleri düşünen ve aynı şeylere iman eden mezhep, fırka, şia,cemaat ve tarikatlar, dinlerine aykırı bir inancın neşvü nema bulmasına fırsat vermezler. Bu din mensupları, inanç ve fikirlerine karşı aykırı bir sesin çıkmasına asla tahammül etmezler. İçeriden ve dışardan birinin seslenerek havanın oksijensiz olduğunu ve ortamın kötü koktuğunu söyleyemez. İşte indirilen vahiy ile insanları uyaran (Enbiya-45; Kaf-45) Allah elçilerinin ve Kur'an ehli muvahhidlerin (Hac-72; Mümin-35) önemi burada kendini gösteriyor.Yani mezhep ve fırkalarda batıl din ve şirk pisliğiyle kirlenen zihin ve beyinleri dışarıdan birinin uyarması son derece önemlidir.Çünkü fırka, mezhep ve cemaatlerin içinde bu uyarı ve ikaz vazifesini yapacak özgür düşünceye sahip, aklı başında olan birisini bulmak mümkün değildir.Mezhep taassubuna ve fırka karanlığına mahkum olanlar kiyamet gününe kadar hatta cehennemi görünceye kadar bu kahrolası kör inançtan ve karanlık hayattan kurtulamazlar.(Bakara-165,166,167; Şuara-91/103)Mezhep ve fırka mensupları yanlış ve kötü yolda olduklarının farkında olmazlar.İnanç ve fikirlerinin sapıkça olduğunu asla kabul etmezler. "...Çünkü onlar Allah ile beraber şeytanları evliya edinmişler. Gerçek böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar"(Âraf- 30) "Kim rahmanın zikri olan Kur'an'dan gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar(din adamları) onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar"( Zuhruf-- 36, 37)Dolayısıyla mezhep ve fırkalara bağlı olmayanlar şirk ve benzeri günahlardan daha kolay ve çabuk kurtulurlar. Ehl-i Sünnet ve Şia'da mezhep imamının ve fırka liderinin otoritesinin ve iradesinin aşılmasına müsaade edilmez. Yani mezhep imamları ve fırka liderleri sorgulanamaz birer "İlâh" ve "Rab" konumuna yükseltilmişlerdeir.(Tevbe-31) Böyle olunca toplumda ilim ve fikir, aklı kullanma ve tezekkür, sorgulama ve özgürlük, merhamet ve yenilenme meydana gelmeyecektir.Toplumda, tefekkür ve aklı kullanma, ilmi ve fikri özgürlük olmayınca, sosyal hayatta gelişme, büyüme, refah ve huzur olmayacaktır.İlimde ve fikirde, icatta ve keşifte ilerleme ve gelişme olmayınca, toplum içine kapanacak, düzen bozulacak, toplum durağan ve statik bir hayata mahkum olacaktır.Kendini yenilemeyen mezhep ve fırka mensupları koyu karanlık bir inanç ve taklitçi bir düşünce ile kendi içine kapanacak, bozulmaya, kokuşmaya, çürümeye, nihayetinde psikolojik bunalımlarla boğuşmak zorunda kalacaklardır. İşte bu yüzden Kur'an sürekli olarak "Ey insanlar! Ey iman edenler ! Ey Ademoğulları! diyerek mesajının evrensel olduğunu, ilâhi ve evrensel mesajın dar kalıpların içine hapsedilmesinin doğru olmadığını öğütlemektedir. Tevhid, İslam, hanif, ihlas ve güzel ahlak olarak din, Kur'an'da en ince detaylara kadar yer almış en mükemmel bir şekilde tamamlanmıştır. Şirk açısından da Kur'an, bir nokta, bir zerre kadar karanlıkta bir şey bırakmamıştır. Yine hangi dine mensup olursa olsun insanların birbirlerine karşı nasıl hareket edeceklerini, nasıl bir tutum içerisinde olacaklarına kadar sosyal ve bireysel hayat için Kur'an birçok detay vermektedir. İşte burada önümüze çıkan en büyük tehlike ve aşılmaz engel, mezhep taassubu, ataların uydurma dini ve toplumu etkisi altına alan baskın geleneklerdir. Çünkü mezhep taassubunu ve fırkacılık karanlığını aşamadığımız zaman Kur'an'a ve evrensel ahlaka ulaşma imkanını baştan kaybediyoruz.Din Allah'ındır, tevhid Allah'ın fıtrat dinidir.Vahiy evrensel, ilâhi bir kalite ve sağlam bir karaktere sahiptir.Allah'ın dini hak, ilâhların dini batıldır.(İsra- 81) Allah'ın dini mutlak hidayet, mezheplerin dini baştansona kadar sapkınlıktır.(Yunus-32) Allah'ın dini vahdet, mezheplerin dini tefrika ve bölücülüktür" (En'am-159; Rum-30,31,32) Allah'ın dini bütüncül, fırkaların dini paramparçadır.(Âli İmran-103,106; Hac-31)Allah'ın dini orijinal, mezheplerin dini sanal, Allah'ın dini organik, uydurma din hormonlu, Allah'ın dini şifa, uydurma rivayet dini zehirli ve hastalıklıdır. Vahiy dini insanı tüm dünya karşısında özgür bir birey yaparken, uydurma hadis dini bin sene önce çürümüşlere mahkum eder. Uydurulmuş mezhep dini insanı sayısız ilâh ve Rablere kul köle yaparken, tevhid dini insana özgür bir zeka, mükemmel bir saygınlık ve evrensel bir beyin bahşeder. Şeytanların ve tağutların şirk dininde ilmi, akli ve teknolojik bir gelişme olmaz.Uydurma mezhep dinlerinde her mezhep ve fırka diğerini istemez, hiçbir zaman bir araya gelemez, bir birlik kuramazlar. Çünkü birbirlerinden ölümüne nefret ederler. Fakat Kur'an'a iman edenler, yalnızca kendi aralarında değil, fanatik İslam düşmanı haricinde kalan bütün insanlara iyilik yaparlar, onlara kucak açarlar.(Mümtehine--8,9 )Mezhep ve fırka şirkine bulaşanlar dinde olmayan en ufak bir ayrıntıda boğulurken, kendi dinlerine karşı gelen herkesi sapkın ve kafir ilan ederler. Muvahhidler ise Allah'ın indirdiği âyetleri inkar ve alay edenlerle bile ebedi bir ötekileştirme anlayışına sahip olamazlar.(Nisa-140) Vahiy insana kötülüklere karşı koyma ahlakını ve adaletsizliklere isyan etme faziletini kazandırır.Fırka ve mezheplere bağlılık toplumda eşitlik ve adaletin yerleşmesine mani olur.(Fetö'de olduğu gibi)SONUÇ OLARAK: Mezhebi İslam'a, uydurma rivayetleri Kur'an'a, mezhep imamını Allah'a, imanı küfre, sapıklığı hidayete, şirki ihlasa, fırkasını takvaya, körlüğü basiret ve ferasete, cehaleti ilme, yalanı dürüstlüğe, cehennemi cennete karşı tercih eden ahmağın ta kendisidir.Mezhepler ve fırkalar, cemaat ve tarikatlar insanların Kur'an'a ulaşmaları önünde en büyük engel, en aşılmaz bir barikat, en tehlikeli bir bataklıktır. "Hep birlikte Allah'ın himayesi olan Kuran'a sığının, dağılıp parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın:Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerimizi birleştirmişti ve O'nun(tevhid-islam) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"(ÂLİ İmran-103)"(Ey Nebi!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat (din-inanç) üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında (indirdiği dinde) değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.Hepiniz Allah'a yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin; müşriklerden olmayın. Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka (mezhep-cemaat-tarikat) kendilerinde olan inanç ile sevinip kibirlenmektedir"(Rum-30, 31, 32)Yani yüce Allah, dininin tek hak, yolunun tek doğru yol olduğunu söylemektedir.
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(42.YAZI)"Geleneksel din algısından sıyrılıp Kur'an'a yöneldiğim sıralarda arkadaşım sayesinde tanıştım Ali Aydın hocamla.Tevhidi çizgisini, âyetleri saf ve berrak haliyle rivayet pisliklerinden arınmış bir şekilde öne çıkarışını okuduğum her yazısında işte bu...! dediğim bir insan Ali hocam.Rabbim her daim ilmini bereketlendirsin ve kendisinden razı olsun inşallah.İlk olarak kitap basımı için İstanbul'a geldiğinde kendisiyle tanışmak nasip oldu. Sizinle de bu vesileyle orada tanışmıştık Uğur Uzun kardeşim.Vahye olan duyarlılığınız ve bu konudaki heyecan ve mücadele azminizle sizi tanımaktan da çok memnun olmuştum.Allah sizlerden de razı olsun inşallah.Diyanetin içinde ya da dışında müslüman olarak her daim bir sorumluluk taşıyoruz.Her birimize sorumluluğumuzun şuurunda ve gereğini yaparak Rabbimize kavuşmak nasip olsun inşallah.Rabbimiz kusurlarımızı ve eksikliklerimizi bağışlasın... (Seher Çetin Saraç-" Mekke'de Yaşamak Kur'an Ehli Muvahhidlere Haramdır" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------------"Allah'ın bir mucizesi aslında!Nerede, hangi şehirde, yada hangi ülkede olursak olalım, bizleri bir şekilde bir araya getirip kalplerimizin güçlenmesini, Kur'an'ın o şanlı ve şerefli yolunda mucadele etme azmi vermesi, muvahhid ve vahiy ehli bir kardeşimizi gördükçe tanıdıkça, insan biraz daha gelecek için daha umutlu oluyor. Yüce ALLAH, hepimizin ayaklarını sabit kılsın ve bu kutsal yolda hiç bir kınayıcının kınamasından, gerçeklerin üzerini örten, bilinçli olarak Kur'an'a karşı öfke duyanların eziyetlerinden, iftiralarından bezmeden yürüyüp ulaşabildiğimiz kadar Kur'an'ı tebliğ etmeyi yüce Rabbim nasip etsin inşallah. Ülkemizde ne kadar çok insan Kur'an'ın arı duru, halis dinine kavuşur ise, inancım, bir gün dini Allah'a has kılanlar bu şirk üzerinde olan geleneksel mezhep yapısını daha iyi tanıyacak, çagımızda Kur'an yolunda mucadele edenler içinde öncülerden olmak bize yeter.Aslında değer bilene bu çok büyük bir ödüldür.(Uğur Uzun-"Mekke'de Yaşamak Kur'an Ehli Muvahhidlere Haramdır" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"İnancı ve itikadı istismar aracı olarak kullananlar, fetönün izinde olanlar, Kur'an deyince yaban eşeği gibi ürkenler, ezoterik ve mistik bir din anlayışıyla kitleleri narkozlayıp sömürenler, hedef olarak aynı idealleri beslediklerinden şüphem yok, yoksa niye durmadan güç ve para peşinde olsunlar.Dertleri din değil ki...(Ibrahim Dane-" Tarihin Şahit Olduğu En Büyük İhanet" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Haccın üzerinde bu kadar durulmasının sebebi organizasyondan gelen rant olabilir mi? Yazınız ile önemli konulara dikkat çekmişsiniz. Allah razı olsun.Çevresinde o kadar yoksul, perişan, maddi imkansızlardan ötürü evlenemeyen erkekler kızlar varken onlara aldırmadan nafile umrelere gittiniz.(Mustafa Kargı-"Hac ve Umre" adlı yazıya yaptığı yoyorum)------------------------------------------------------------"Eyvallah, yüreğine sağlık.Ehli Sünnet dininden çıkıp halis dine girmek biraz yürek istiyor.Zor iş, halis dinde; faiz yasak, kul hakkı yemek yasak, adam öldürmek yasak, kim girmek ister ki.Rabbim ayağımızı kaydırmasın" (Rıdvan Ergün- "Hac ve Umre" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------"Ali Aydın hocam! Malum geçen sefer de yazmıştım. İlahiyatçı olarak ezber bozan uyarıcı yazılarınızı ilgiyle okuyorum.Hatta paylaşıp okutuyorum. Yazılarınıza Kur'ansız hurafeciler, özde müşrikler karşı çıkarlar. 29 yıldır Hollanda’da oturuyorum. Haziranda Türkiye’de olcağım. Mümkün olsaydı sizinle tanışmayı isterdim. Kur'an müminlerine selam olsun"(Recep Can- Namazı Milletin Başına Bela Ettiler Sözünün Anlamı" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------Değerli hocam elinize sağlık. Aslında insanı bir hücreye benzetirsek, bu hücrenin içine girmek, dış zarı ne kadar ince ise o kadar kolaydır. Ateist ve deist insanların hücre zarı ince olduğu için doğru dini yani tevhid esaslı hanif İslam'ın vahye dayalı bilgilerini bu ince zardan içeri sokmak daha kolaydır. Şirk temelli Ehl-i Sünnet ve Şia'nın hücre zarının dışında ayrıca kompakt, sert, katı, dayanıklı, kolay kolay delinip geçilemeyecek bir hücre kabuğu bulunur. Bu kabuk, hücrenin dış zarının üzerinde ve temel yapısı uydurma rivayetler ve bunlar üzerinden yapılmış içtihatlar olan, hurafe, bid'at, İsrailiyat ile bezeli yapıtaşlarından oluşan ve ŞİRK ile kuvvetlendirilmiş sağlam bir duvardır. Bu duvarı hiçbir inanç anlayışı, tevhid esaslı ve hanif İslam değerleri bile kolay kolay aşamaz ve o hücrenin içine giremez. Kalın bir hücre duvarına sahip olan ve içine nüfuz etmenin şirk temelli bu duvar yüzünden çok zor olduğu gelenekçi/mezhepçi din anlayışına sahip olanların aksine, hücre zarı ince ve geçirgenliği kolay olan bu ateist ve deistlerin kalbine daha kolay nüfuz edebiliriz. İşte bu yüzden aklını kullanan, dini kaynağından yani sadece KUR'AN'DAN okuyup, öğrenip hayatına uygulayan, dini sadece Allah'a has kılarak hanif İslamı õzümsemiş müvahhidler, dinden safsata ve hurafeler nedeniyle uzak duran ama onlara hanif İslam anlatılırsa ''Kalpleri İslam'a ısındırılacak'' bu kesimlere hakkı TEBLİĞ etmek zorundadırlar. Selam ve saygılar sunarım"(Faruk Fidan- Gençler Neden Ateizm'e ve Deizme Kayıyorlar" adlı yazıya yaptığı yorum)
KABİR AZABI VAR MI? Kur'an'ın yüzlerce âyetine göre değil kabir azabı, kabir hayatı diye bir şey söz konusu değildir. Kur'an'a göre dünya hayatındaki cezalandırma ve kıyametten sonra sadece ve sadece cehennem azabı vardır. Bu konuda o kadar çok âyet var ki hangisini ele alacağımız şaşırıyoruz. "Dünya hayatında onlara azap vardır. Ahiret azabı ise daha şiddetlidir"(Râd- 34)"Bundan dolayı biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o uğursuz günlerde soğuk bir rüzgar gönderdik. Ahiret azabı elbette daha çok rüsvay edicidir. Onlara yardım da edilmez"( Fussilet- 16)"İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür"(Kalem- 33)"Cehenneme girecek olanlara melekler şöyle derler. "Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden Resuller gelmedi mi..."( Zümer- 71)"Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa! onun bekçileri onlara: Size (bu azap ile) korkutucu (bir Resul) gelmedi mi? diye sorarlar"(Mülk- 8)Yukarıdaki âyetlere göre eğer cehennem azabından başka bir azab olsaydı, Allah'ın elçileri ona karşı da kavimlerini uyarmaları gerekirdi. Âyetlerde sadece cehennem azabından söz edilmektedir."Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır. O gün her ümmeti diz üstü çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağırılır.( onlara şöyle denir) Bugün yaptıklarınızla cezalandırılacaksanız"( Casiye- 27, 28) Bu âyetler batıla sapan müşriklerin daha önce değil, "kıyametin kopacağı gün" hüsrana uğrayacaklarını açık bir şekilde ifade etmektedir. Aynı şekilde Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor. "Onlar düşünmezlermi ki, büyük bir günde (hesap vermek için) diriltilecekler! Öyle bir gün ki, insanlar o gün de âlemlerin Rabbinin huzurunda divan duracaklardır"( Mutaffifin-4-5-6) Demek oluyor ki kiyamet saatinin öncesinde yani kiyamet kopmadan önce bir korku, panik, cezalandırma, sorgu, hesap, kitap ve azap diye bir şey mevcut değildir. Bu konuda en dikkat çekici âyetler şunlardır. "İnkar edenler, kesinlikle (öldükten sonra) diriltilmeyeceklerini iddia ettiler. Deki: Hayır! Rabbime andolsun ki mutlaka diriltileceksiniz. Sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. (Teğabun- 7)Yukarıdaki âyette "mutlaka diriltileceksiniz. Sonra yaptıklarınız size haber verilecektir" cümlesi çok önemlidir. Yani dirilişten önce hiçbir şey yoktur."Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka odur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka odur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah herşeyi bilendir"( Mücadele-7)Yukarıdaki âyette hesap ve azabın dirilişten sonra olacağını hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya konmuştur. Çünkü âyette "...Sonra kiyamet günü yaptıkları onlara haber verilecektir..." buyrulmaktadır. Kur'an'ın yüzlerce âyetinde Yüce Allah insanları sadece âhiretteki cehennem azabından sakındırmaktadır.Bu konuda âyetlerin gösterdiği önemli bir gerçek de "kıyamet koptuğu gün günahkarlar, ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler"(Rum- 55)Eğer kabir azabı olsaydı, zaman geçmez bir gün bir asır olurdu.Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin "Dünyada pek kısa kaldıklarına yemin ederler" görüşü Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne aykırıdır. Çünkü Rum süresi 55. âyetinde sonra gelen "Kendilerine ilim ve iman verilenler şöyle derler: Andolsun ki siz, Allah'ın yazgısında hükmedildiği gibi yeniden dirilme gününe kadar kaldınız..." 56. âyeti bunu ortaya koymaktadırHiçbir insan dünyada yeniden dirilme gününe kadar kalmaz.Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını en iyi gösteren şey kabir azabı yalanıdır. Çünkü kabir azabının olmadığı ile ilgili bine yakın âyet vardır. Hatta ben şunu iddia ediyorum. Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'a iman etmemişlerdir. Konu ile ilgili şu âyetlere bir göz atalım. "Sonra, mutlaka siz, bunun ardından elbette öleceksiniz. Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz"( Müminün- 15,16 )Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi "ölmek ve dirilmek var" bunun ortasında olacak hiçbir şeyden söz edilmez. "...Sonunda Allah' da onların binalarını temellerinden söktü üstlerindeki tavanda tepelerine çöktü. Bu Azap onlara fark edemedikleri bir yerden gelmişti. Sonra kıyamet gününde Allah onları rezil eder ve der ki..."(Nahl, 26-27)Yukarıdaki ayette kafirlerin dünya hayatındaki azaplarından hemen sonra kiyamet gününe geçiş yapılmıştır. "Allah'ın onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vaziyette yeniden diriltip toplayacağı gün aralarında birbirleri ile tanışırlar"( Yunus- 45)Yukarıdaki âyeti şu şekilde anlamak mümkündür. "Allah onları, sanki günün ancak bir saati, aralarında tanışacak kadar kaldıktan sonra diriltip toplayacağı gün...""İşte onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şey olmayan kimselerdir"(Hud- 16)Yukarıdaki âyetlerde açık olarak görünüyor ki Kur'an'ı Mübin kabir hayatı ile ilgili hiçbir şey görmez. Dünya hayatından yani ölümün hemen ardından kıyameti, ahiretin hesap ve azabını başlatır.Şu soru çok önemlidir. Neden âhiretteki cehennem azabını anlatan yüzlerce ayete mukabil bir tane kabir azabını anlatan ve açıklayan âyet yoktur. Cehennem azabının Kur'an'da bu derece geniş anlatılmasının sebebi azabın ciddi ve sakınılması gereken bir iş olduğunu ortaya koymak içindir. "... Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar, (ateşe nasıl sabredecekler"( Bakara -175) Azap ciddi bir iştir, kendinizi koruyun demek istenmiştir.Yani kabir azabı olsaydı onu anlatan onlarca âyet olması gerekirdi. (Ey Müşrikler!) Sizde ondan başka dilediğinize kulluk edin! De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini hüsrana sokanlardır. Bilesiniz ki, bu apaçık husrandır. Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da öyle tabakalar vardır. İşte Allah kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarım! Kendinizi koruyun"( Zümer, 15- 16)Allah'ın kitabında bir çok konu hakkında ayrıntıya varacak açıklamalar yer alırken kabir azabı hakkında en ufak bir işaretin bulunmaması kabir azabının olmadığını gösterir. Ashab-ı Kehf'in mağarada üç yüz dokuz yıl kaldıktan sonra uyandırılmalarının hikmet ve sebebi de öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğunu ve kabirde pek kısa bir zaman kalınacağını ortaya koymak içindir. Yine Bakara süresi 259. âyetindeki kıssada kabir hayatının "bir yiyeceğin ve içeceğin bozulmama müddeti" kadar olduğu veciz bir şekilde ortaya konmaktadır.Dolayısıyla berzah aleminde Adem (a.s) döneminde ölen ile kıyametin son anında ölen arasında zaman açısından fark bulunmamaktadır. Zaman dünya hayatında yaşayanlar için vardır, kabirde zaman diye bir şey söz konusu değildir. Karakolda hesap, kitap, mahkeme ve cezalandırma olmaz. Aslında bizim bir gecelik uykumuz kabir hayatı ve uykusundan çok uzundur. Ölen her insan hangi zamanda ölmüş olursa olsun kabirde çok kısa bir zaman dilimi kaldıktan sonra kıyamet kopacaktır.( Naziat- 46; Ahkaf- 35; Yasin, 51- 52- 53- Rum- 55- 56 ; İsra-52) Kur'an'ın kabir uykusu için kullandığı "bir saat" kavramı, Araplar arasında "bir an" anlamına gelmekteydi. Yasin süresi 52. âyetinde geçen "...Eyvah eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı?" cümlesi dikkat çekicidir. Kabir azabı olmuş olsaydı bizi kabrimizden kim kaldırdı? demezlerdi.Azap gördüklerinin bilincinde olurlardı.Kabir azabının var olduğunu iddia eden mezhepçilerin dayandıkları tek âyeti kerime şudur. "Onlar sabah akşamı ateşe arz olunurlar. Kıyametin kopacağı gün de Firavun ailesini azabın en çetinine sokun denilecek"(Mümin-46) Firavun'un ailesi hakkında olan bu âyet Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü esas alınarak şu âyetlerle birlikte değerlendirilmesi gerekir. "Andolsun ki Musa'yı da âyetlerimizle ve apaçık delille Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri doğru değildi. Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları çekip ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir! Onlar burada da (dünyada) kıyamet gününde de lânete uğratıldılar. Onlara verilen bu armağan ne kötü armağandır"(Hud, 96- 97- 98- 99) İkinci âyet şöyledir. "Biz de onu ve ordusunu yakalayıp denize atıverdik. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu. Onları ateşe çağıran öncüler kıldık, kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir. Bu dünyada arkalarına lânet taktık. Onlar, kıyamet gününde de kötülenmişler arasındadır"( Kasas- 40- 41- 42) Dolayısıyla Mümin süresi 46. âyetinde zikredilen "sabah akşam ateşe arzolunmak" kabir azabı değil, peşlerine takılan lanet, beddua, kötü anılma, Musa (a.s) ın onları sabah akşam uyarması, kalplerindeki ızdırap ve işkence olmalıdır. Tek gerçek budur. Kiyamet saatinden önce yani cehennem azabından başka hiçbir azabın olmadığı ile alakalı süre ve âyetler. (Mürselat süresi- Kiyame süresi, Zilzal süresi, Tekvir süresi, İnfitar süresi, Mutaffifin süresi, inşikak süresi, Karia süresi- Naziat-34-46; Abese-33-42; Kaf, 20-30)Özellikle Zümer suresinin 68-75 âyetleri bu konuda çok önemlidir. Çünkü kiyamet saatini sura üflemenin başlangıcından, cennet ve cehenneme varıncaya kadar olayların özetini veriyor. Yasin süresi 51-65 ile Kaf süresi 20-30 âyetleri de böyledir. Önemli bir gerçek daha vardır ki bu çok önemlidir. Kabir azabının varlığında ısrar edenlerin İslam'dan, Kur'an'ın hikmetinden hiçbir şey anlamamış olmalarıdır. Önyargı ile yaklaşan birine, Kur'an kendisinden hiçbir şey nasip etmez. Çünkü Kur'an kendisiyle birlikte bir ortak ve rakip kabul etmez.Şia ve Ehli Sünnet anlayışı cehaletin eyleme geçmiş hali gibidir. Onlar Kur'an'a kulak asmaz rivayetlerin bataklığında debelenip dururlar. Ehli sünnet ve Şia'nın kaynakları olan Buhari, Müslim, Kâfi, Meclisi, Kur'an'ın dengi olamazlar, onlar tahrif edilmiş Tevrat ve İncil'in dengi bile olamazlar.
22 Haziran 2021 Salı
ŞİA VE EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİ KUR'AN'IN MANASINI TAHRİF ETMİŞLERDİR. Aslında Kur'an'ı Mübin'e baktığımızda "sünnet" kavramı "sünnetullah" "Allah'ın sünneti" olarak geçer. Konu ile ilgili âyetlere göz attığımızda "Allah'ın elçi gönderdiği milletlere uyguladığı, şeriat, yol, yöntem, kanun ve yaptırımlar" olduğu açık olarak görülür."İnkar edenlere(şirkten) vazgeçerlerse geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle.Yok geri dönerlerse kendilerinden öncekilerin durumu(sünnetül-evvelin) gözlerinin önündedir"(Enfal-38)"Öncekilerin başına gelenlerden(sünnetül-evvelin) ders almaları gerekirken onlar hala buna (Kur'an'a) iman etmiyorlar"(Hicr-13)"Kendilerine hidayet geldiğinde insanları iman etmekten ve Rablerinden mağfiret istemekten alıkoyan şey, sadece öncekilerin başına(sünnetül-evvelin) gelenlerin kendi başlarına da gelmesini, yahut azabın göz göre göre kendilerine gelmesini beklemeleridir" (Kehf- 55)Buna bağlı olarak Emevi-Abbasi Ehl-i Sünnet dininin âlimleri Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kitabın sistemi,vahyin çözümü olan "Hikmet" kavramına Nebi (a.s)ın adına uydurulan hadisler ve bu yalan hadislerin uygulamasının da "sünnet" yalan ve iftirasını din haline getirmişlerdir. "Hikmet" kavramının içi boşaltılarak "hadislerin" pratik hayatta karşılığı anlamı yüklenmiştir. Halbuki Kur'an'a baktığımızda yüzlerce âyette itaat edilmesi gereken tek şeyin "Resul" (Elçi) olan Muhammed (a.s)ın "okuduğu, tebliğ ettiği ve duyurduğu vahiy" olduğu çok kolay anlaşılır.Her şey bu kadar açık olarak ortadayken, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları görmeyerek, Nebi adına iftira edilen binlerce rivayeti ve uygulamaları "Resul" sıfatıyla tebliğ ettiği vahiy seviyesine çıkarıp Kur'an'ı tamamen devre dışı bırakmışlardır.Şia ve Ehli Sünnet âlimleri hadis ve ictihadlarıyla toplumun maddi-manevi hayatını bozarak herşeyi alt üst etmişlerdir. Ehli Sünnet dininin en önemli âlimlerinden olan Ebu Amr Abdurrahman bin Amr bin Yuhmid el-Evzai (ö. H. 157/774)"Essünnetü kâdiyetün alel kitéb" "sünnet Kur'an'a egemendir, dinde sünnet (hadisler) son sözü söyler" demiştir. Bu Kur'an cahiline göre "Sünnet(hadisler) Kur'an'ın genel olarak bıraktığı şeyi sınırlar ya da onda olmayan hükümler koyar"Nitekim Allah şöyle buyurmuştur. "Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını elçi olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir (Kur'an)ehline sorun" (Nahl- 43) "Apaçık deliller ve kitaplarla(gönderildiler) insanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik" (Nahl- 44) Evzai Nahl 44. âyette bulunan "litubeyyine" "açıklayasın" kelimesinin hangi anlama geldiğini bilmeyen bir Kur'an cahilidir.Tamam bu Kur'an cahili, âyette geçen "tebyin'in- açıklamanın" "vahyi duyurmak, onu anlatmak, içine bir şey ekleyip bir şey çıkarmadan onu tebliğ etmek, onu gizlememek" olduğunu anlayamadı.Onun arkasından gelen binlerce âlim onlarca âyette geçen Kur'an'ın Allah tarafından "Tefsir (Furkan-33), tebyin,(Nahl-89; Yusuf-111) tafsil (Hud- 1,2) ve tasrif (Tâhâ-113) edildiğini nasıl anlayamadılar. Yine bu âlimler onlarca âyette Kur'an'ın çok kolay ve Allah tarafından detaylandırıldığını hiç duymadılar mı?Evzai'den sonra gelen Muhammed bin İdris(Şafii) de "Hikmet" kavramına "sünnet" (Hadisler) anlamını vermekle Evzai'nin Kur'an'sız yolunda hareket etmiş ve dinde büyük bir tahribat yapmıştır.
21 Haziran 2021 Pazartesi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLARI(41.YAZI)"Değerli Ali Aydın hocam!Bu cübbeli şarlatanın söylemediği saçmalık kaldı mı?Bütün bunlarla beraber yüce Rabbimizi şeyhi Mahmud'a benzetmedi mi? Yani yüce Allah hakkında "Ete kemiğe büründüm, Mahmut diye göründüm" demedi mi?Yüce Allah'ı bilmem kaç defa felanın rüyasına genc delikanlı olarak geldiğini amlatmadı mı? Allah'ı tuvalet taşı ile (hâşa) konuşturtmadı mı? Ve daha neler neler, ama hâlen bunun peşine takılıp ucuruma giden milyonlarca mürit, bu cahil adam için, ilim sahibi diyorlar ya, artık sözün bittiği yerdeyiz. Allah bunu zaten rahmet dergahından atmıştır.İşallah yanlışını görüp tevbe eder ve Kur'an'a döner.Ama asıl büyük sorun, peşine takılan insanlar, umarım ölmeden gerceği görürler. Allah bize acısın"(Meral Ince Celik- "Dünyada Hiçbir Dinde Böyle Bir Alçaklık Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Bizim vergilerimizle maaş alan Dinayet İşleri Başkanlığının yetkili ve etkili Prof'ları bu söylenenlere bir ses verin!İnananlara sağdan gelen iblisi onaylıyor musunuz?Yoksa kınıyor musunuz?Artık bir ses verin, haksızlığa, küfre susan dilsiz şeytandır.Yoksa siz ahirete inanmıyor musunuz? Eğer inanıyorsanız, sizin göreviniz Allah'ın emir ve yasaklarını bildirmek, marufu emredip, münkeri nehyetmek değil midir?Siz bunun için ücret de alıyorsunuz.Şunu iyi bilin ki, orda hepimiz sizden davacı olacağız.Haberiniz olsun"(Şükrü Burç- "Dünyada Hiçbir Dinde Böyle Bir Alçaklık Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah, onların yerine öyle bir toplum getirir ki; Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu davranırlar, Allah yolunda tüm gayretlerini sarf ederler ve HİÇBİR KINAYICININ KINAMASINDAN KORKMAZLAR. İşte bu, Allah’ın hak edene verdiği lütfudur. Allah ikramı geniş olandır ve her şeyi bilendir.(Mâide-54)Allah Resûlü'ne atılan iftiralara sapkın inançları gereği yani rivayetlere olan koşulsuz imanları yüzünden ses çıkarmayanlara lânet olsun.Allah Resûlü'nün gerçek değerini bilenler, onu her türlü iftiradan koruyacak olanlar, onun canlı, konuşan, yürüyen Kur'an olduğunu idrak etmiş tevhid esaslı hanif İslâm dinine bağlı müvahhidlerdir.Selamlar değerli hocam"(Faruk Fidan- Dünyada Hiçbir Dinde Böyle Bir Alçaklık Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"Cübbeli bu hocam!Sizin dediklerinizi külliyen inkar etti.Bir TV programında(Fatih Altaylı- Murat Bardakçı) pervane gibi döndü. Adamda ilke, kişilik, onur diye bir erdem yok ki.Aynen kalem suresinde anlatılan vasıfların tümü mevcut.Fetö içinde önce övgüler sonra sövgüler.Tek kelimeyle şeytanın yeryüzü temsilcisi"(Ibrahim Dane- Dünyada Hiçbir Dinde Böyle Bir Alçaklık Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Değerli hocam!Balık baştan kokmuş! Maalesef bizleri de o kokuya alıştırmışlar.Çokları da övünür." Anadolunun İslâmlaşmasında tasavvufun rolü büyüktür" diye. 120 küsür ilahıyat fakültesi var Yanılmıyorsam hepsinde tasavvuf dersi var.Bu alandaki Prof'lar ne yapıyorlar, nasıl araştırma yapıyorlar, hâla merakediyorum. Mesela: Tasavvuf kitabından bir cümle, "Veliler öldükten sonra ruhlarının müritlerine etkisi daha fazladır"İlahiyat Prof.larının büyük bir sorumluluğun altında olduklarına inanıyorum. TV, de bir siyasetci "İslâm akıl dinideğil" dedi, kimseden tepki yok......(Sebahattin Ocakdan- Dünyada Hiçbir Dinde Böyle Bir Alçaklık Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Ama şunu da bir not olarak düşmek gerekir.Ülkemizde diyanet kurumunun içinde Kur'an'ı tebliğ edenlere karşı büyük bir baskı var.Şirk ve hurafelerle mucadele etseler işten atılacaklar ki, birçoğu zaten atılıyorlar.Hatta diyanet, kendi bünyesinde özgür düşünen tek bir kişiye bile tahammül etmiyor. Diyanet, çok bağnaz bir anlayışa sahiptir.Din ve hüküm olarak Ehl-i Sünnet ictihadlarından başka hiçbir görüşü onaylamaz.Yani sorunu çok uzakta aramaya gerek yoktur.Aslında esas mesele hak ile batıl savaşıdır. Bu savaşta her ne kadar Türkiye'de fikir özğürlügü biraz daha gelişmiş olsa da, zulüm gene var, baskı ve tehdit gene var.İşimiz zor olmakla beraber, Allah var gam yok.Allah bize yeter"(Uğur Uzun-" Mekke'de Yaşamak Kur'an Ehli Muvahhidlere Haramdır" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"Aslında diyanette çalışmış, yada ayrılmak zorunda bırakılmış Kur'an ve tevhid ehli muvahhid insanlar birleşip seslerini duyurmaları ve bir kamuoyu desteği almaları gerekir. Bu mesele yenilir yutulur ve basit bi mesele değildir.Ülkenin sözde dini kurumu, aslen İslam ve tevhid hatta Kur'an düşmanı ama bundan habersiz bir halk kesimi var.İnanın bunun sayısı hiç azımsanmayacak kadar fazla, bu işin aslını bilseler, büyük bir mücadele başlar"(Uğur Uzun- "Kur'an'sız Din" adlı yazıya yaptığı yorum)
SON PİŞMANLIK FAYDA VERMEZ. İnsanlığın Kur'andan uzaklaştırıldığı, dinin vahiy'den, rivayet ve beşeri ictihadlara evrildiği, akıl ve mantığın cemaat ve tarikatların baskısı altında ezildiği, uydurma dinin esareti altında kalan yığınların tüm dünyada kaotik mecralara sürüklendiği, bilgi kirliliğinin, dezenformasyonun zirve yaptığı, hurafe ve yalanların insanın kurdu olduğu, terminatörler misali din adamlarının açtığı iftira ve küfür bataklığı her geçen gün daha büyüyor. Kur'an'ın, mezheplerin gölgesinde susturulduğu ve unutturulduğu, ırk ve mezheplerle taassuplaşan insanlık, ideolojik fikirler, ilahlaştırılan liderler, nefsani arzu ve istekler, fanatizm, konforizm, akla gelen her türlü izm eliyle şirk maalesef bütün kıtalara hakim olmuştur. Kur'an artık hayatın hiç bir karesine konulmaz oldu. Evet Kur'an, akıl yerine çaput bezlere hapsedildi, ölülere hasredildi, kulak ardı edildi, ihanete uğradı, yalanlandı, yok sayıldı, görmezden gelindi. İnsanlar, çukurlaşan, alçalan, azgınlaşan, hikmet ve mantık tanımayan, akletmeyen, tefekkür ve tedebbür, tefakküh ve tezekkürün hangi anlama geldiğini bilmeyen, vicdan ve onurunu kaybeden, şeytanlarla transa geçip ihlassız kalan, salavat ve zikir çektikçe nirvanaya ulaştığı yalanını, gerçekmiş gibi hava atan, okumayan, araştırmayan, sadece şirk üzerinden seyreden, körleşen, özüne ve fıtratına yabancılaşan, duygusuz, acımasız, sevgisiz, adeletsiz, sorumsuz, ahlaksız, ilimsiz, hiç bir organı doğruluk ve istikamete çalışmayan, paslı mekanik robotlar hurdalığına dönüştürüldüler. Ahirette annenin evladından, evladın annesinden, müşrikler, Allah gibi sevdikleri evliya! ve ilahlarından dehşetle kaçtıkları gün şöyle yalvaracaklar. "...Ey Rabbimiz! Yakın bir müddete kadar bize süre ver de, Senin davetine icâbet edelim ve Resullere tâbi olalım" diyecekleri gün hakkında insanları uyar.(Onlara denilir ki) Daha önce sizin için bir zeval olmadığını yemin etmemiş miydiniz?"(Sizden önce) kendi nefislerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara neler yaptığımız size apaçık belli oldu. Ve size misaller de verdik" İbrahim- 44 45)İlk sorgu Kur'an'dan olacaktır"Sûra üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar.Artık kimlerin tartıları ağır basarsa işte bunlar kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir, ebedi ehennemdediler. Ateş yüzlerini kavurur; orada suratları çirkin ve gülüş bir halde bulunurlar. (Onlara şöyle denir) Size ayetlerim okunurdu da, siz onları yalanlardınız değil mi? Derler ki: Rabbimiz! Azgınlığımız bizi mağlup etti; çünkü biz bir sapkınlar topluluğu idik. Rabb'imiz bizi buradan çıkar. Eğer bir daha ettiklerimize dönersek. Artık biz zalimleriz.Buyurur ki: Alçaldıkça alçalın orada! Bana karşı konuşmayın artık! Zira kullarımdan bir zümre" Rabb'imiz! Biz iman ettik; öyleyse bizi affet, bize merhamet et. Sen merhametlilerin en hayırlısısın, demişlerdi.İşte siz onları alaya aldınız; sonunda onlar ile alay etmeniz size zikrimi (Kur'an'ı) unutturdu"(Müminun-101/110)"Kafirlere gelince onlara da cehennem ateşi vardır. Öldürmezler ki ölsünler, cehennem azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez. İşte biz, küfür de ileri giden her nankörü böyle cezalandırırız. Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, önce yaptığımızın yerine salih amel yapalım! diye feryat ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? Şimdi tadın azabı zalimlerin yardımcısı yoktur"(Fatır-36,37)Peki her şeye rağmen kafirler dünyaya geri gönderilseler bir şey değişecek mi?"Onların ateşin karşısında durdurulup" Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamazsak ve iman edenlerden olsak! " dediklerini bir görsen!.. Hayır! Daha önce gizlemekte oldukları şeyler kendilerine göründü. Eğer geri gönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerdir. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar"(En'am-27,28)Artık herkes susacak, nankörlük yaptıkları yüce Allah, susturdukları kitap, iftira ettikleri Resul ve organları konuşacak.O hesap günü mahkeme kurulduğunda, ellerin ve ayakların, gözlerin ve kulakların, dillerin ve derilerin yaptıklarının en büyük şahitleri olacaktır.Yüce Allah'a karşı eşit tuttukları evliya ve ilahları da onları değil, kendilerini bile savunamayacaklardır.Yani anlayacağınız Allah'ın huzuruna çıkmaktan ve hesap vermekten kaçış yok.
20 Haziran 2021 Pazar
DOĞUMUNDAN GÜNÜMÜZE KADAR EVLİYA VE İLÂHLAR İNANCI:"İnsanların çoğunun Allah'a imanları şirkle beraberdir"(Yusuf- 106)"Allah'ı bırakıp (Allah'ın yanında, ötesinde) ahbarlarını ve ruhbanlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek bir ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır"(Tevbe-31)(Ey Nebi! )"Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır. O'nunla beraber bir takım dostlar (Evliya) edinenler: Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler.Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez"(Züme- 3)"Allah ile beraber (ondan başka) dost edinenleri Allah daima gözetlemektedir. Sen onlara vekil değilsin"(Şura-6)"Yoksa onlar Allah'tan başka dostlar mı edindiler? Halbuki dost yalnız Allah'tır. O ölüleri diriltir, her şeye kâdirdir.Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. Sadece O'na dayandım ve O'na yönelirim"(Şura-9, 10)Kur'an'a baktığımızda insanlık tarihindeki bütün kavim ve milletlerin ortak özellikleri ilâhlara ve evliyaya kulluk etmeleridir.Ancak evliya ve ilahlara kulluğu iyice anlayabilmek için "hulul" inancının bilinmesi gerekir. "Hulul" inancı bilinmeden evliya ve ilâhlara kulluğun ne demek olduğunu anlamak zordur. HULUL NE DEMEKTİR?Hulul, ilâhi zâtın (Allah'ın) veya sıfatlarının yaratıklardan birine intikal edip onunla birleşmesi anlamına gelmektedir. Sözlükte bir şeyi çözmek, bir yere intikal etmek, konup yerleşmek anlamlarında mastar olan "hulul"kelimesi isim şeklinde de kullanılmaktadır. Terim olarak "gül suyunun güle sirayet etmesi, iki cismin birleşmesi,varlıkla onun mahalli veya arazla cevheri arasındaki münasebet, bir şeyin mevcudiyetiyle aynı olması, onda birleşmesi, ona geçmesi gibi değişik biçimlerde tanımlanmıştır.Son vahyin tarihinde itikadi tartışmalara konu teşkil eden hulul inancı,"Allah'ın insan veya başka bir maddi varlık görünümünde ortaya çıkması" diye tanımlanabilir.Tarikatlarda şeyhe verilen önem "hulul" inancından ileri gelmektedir.Yani bu müşriklerin inancına göre "şeyh, Allah'ın hulul ettiği (geçip konduğu) kişidir. Yunus Emre'nin, "Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm"Cübbeli Ahmed'in, "Ete kemiğe büründüm Mahmut diye göründüm" bataklığı, hulul inancı ile ilgili bir durumdur.Muhyiddin-i Arabi, Celaleddin-i Rumi, Şemsi Tebrizi, Hâlidi Bağdadi ve Beyazit'i Bestami gibi tasavvufçuların hepsi bu inanca sahipti. Hulul inancı ve kavramı Kur'an'ı Mübin'de "şirk" anlamında yer almaktadır."Hulul" kelimesi, İbrahim süresi 28.âyette şu şekil de geçiyor."Allah'ın nimetlerine (İslaml-İhlas- Tevhid- Vahiy) nankörlük ile karşılık veren ve sonunda kavimlerini helak yurduna konduranları (sürükleyenleri) görmedin mi?"Âyette bulunan Arapça cümle şöyledir."beddelu ni'metallâhi küfran ve ehellû kavmehum déralbeveri""...Allah'ın nimetlerini küfürle değiştirdiler ve kavimlerini helak yurduna kondurdular"Genellikle Kur'an'da anlatılan şirk'ten kasıt "hulul" inancıdır.Hulul, ilâhların ve evliyanın, şeytanların ve tağutların karanlık şirk dinidir.Kadim ilahları ve evliyayı günümüzün şeyh ve gavsları temsil ediyor.Bugünkü türbeler de eskilerin putlarını temsil ediyor. Geleneksel dinlerden tek ilâhlı tevhid dininin dejenere edilmesiyle geniş bir inanç kuşağında ortaya çıkan hulul inancı, ilâhi kudretin belli bir amaç doğrultusunda çoğunlukla insan suretinde tamamen veya kısmen yeryüzünde görünmesini (bedenlenmeyi) ifade etmektedir. Bu tanımıyla hulul basit bir şekil değiştirmenin ötesinde ilâhi iradenin bilinçli olarak kendini göstermek üzere (şeyh, veli, kutup, gavs, insanı kamil) bir varlığın bedenini seçmesiyle ilgilidir.Kadim Mısır, Mekke, İran, Yunan, Asur, Hitit, Luvi ve Sümerlere kadar bütün kavim ve topluluklar çok ilâhlı inanca yani evliya ve ilâhlara ibadet ediyorlardı. Bu batıl inanca hulul, batinilik, çok ilâhlı din ve genel anlamı ile şirk diyoruz. Zaten bu gerçeği iki bin âyete yakın insanların inanç tarihini gözler önüne seren Kur'an'dan öğreniyoruz. Nuh (aleyhisselam)ın kavmi İLÂHLARA kulluk ediyorlardı.Konu ile ilgili âyetler. "Ve dediler ki:Sakın "İLÂHLARINIZI" bırakmayın hele Ved'den, Suva'dan, Yeğüs'ten, Ye'uk'ten ve Nesr'den asla vazgeçmeyin. Böylece onlar gerçekten birçoklarını sapdırdılar. Rabb'im! sen de bu zalimlerin ancak şaşkınlıklarını arttır" (Nuh-23, 24)İbrahim (aleyhisselam)ın kavmi de ilahlara tapıyorlardı"İbrahim (a.s)ilahlarının putlarını parçaladığı zaman şu şekilde tepki gösterdiler"Bunu İLÂHLARIMIZA kim yaptı?Muhakkak o, zalimlerden biridir, deliler. Bir kısmı:"İLÂHLARIMIZI diline dolayan bir genç duyduk, kendisine İbrahim denilirmi,ş dediler. O halde, dediler, onu hemen insanların gözü önüne getirin.Belki şahitlik ederler. Bunu İLAHLARIMIZA sen mi yaptın Ey İbrahim?dediler. Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Haydi Onlara sorun, Eğer konuşuyorlarsa! dedi"(Enbiya- 59,60,61,62,63)Hud( a.s)ın gönderildiği Âd kavmi de ilahlara tapıyordu.Hud (a.s) onları tevhid dini olan İslam'a davet ettiği zaman şöyle karşılık verdiler. "Dediler ki:Ey Hud! Sen bize açık bir mucize getirmedin. Bizde senin sözünle İLAHLARIMIZI bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz"(Hud- 53)Allah Resulü'nün gönderildiği Mekke halkı da İLAHLARA ve evliyaya kulluk ediyorlardı.Mekke müşrikleri hiçbir zaman ibadetlere karşı gelmediler.Karşı geldikleri ve şiddetle tepki gösterdikleri tek şey İLAHLARININ ve EVLİYANIN reddedilmesi ve kabul edilmemesi idi.Mekke müşrikleri tek Allah inancına hayret ediyorlardı.İLAHLARININ ve EVLİYANIN kendilerini Allah'a yaklaştıracaklarına inanıyorlardı. (Zümer-3)"Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve kafirler: Bu pek yalancı bir sihirbazdır! İLAHLARI tek ilah mı yaptı?Doğrusu bu çok acayip bir şeydir! dediler. Onlardan ileri gelenler: Yürüyün, ilahlarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz budur"( Sad- 4, 5, 6)"Şayet ilahlarımıza inanmakta sebat göstermeseydik, gerçekten (Muhammed) neredeyse bizi ilahlarımızdan saptıracaktı" diyorlar. Azabı gördükleri zaman, asıl kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler"(Furkan-42)Kısaca bütün Allah elçilerinin kavimleri istisnasız İLAHLARA ve EVLİYAYA kulluk ediyorlardı. "Onlara bir zulmetmedik, fakat, onlar kendilerine zulmettiler.Rabbimin azap emri geldiğinde, Allah ile beraber taptıkları İLAHLARI, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramadı"(Hud- 101) "Onlar, yardım göreceklerini umarak Allah'tan başka İLAHLAR edindiler.Halbuki İLAHLARIN onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri bunlar için yardıma hazır kıta bekleyen askerlerdir"(Yasin- 74, 75)Son vahyin tarihinde ilahlara ve evliyaya tapan bazı fırka ve cemaatler şunlardır. Sebeiyye, Talimiyye, İbahiyye, Mazdek, Babek, Karamita, Nusayriyye, Şabaniyye, Muhammira, Hürramiyye, Beyyaniyye, Harbiyye, Mansuriyye, Muğiriyye, Cenahiyye, Hattabiyye, Gurabiyye, Habitiyye, Himariyye, Mukannaiyye, Ruzamiyye, Yezidiye, Hallaciyye. Allah Resulü'nden sonra Emevi ve Abbasiler ile başlayan süreçte Kur'an'dan kopma ve vahyi terk etme ile ortaya çıkan parçalanma ve dağılma ile beraber meydana gelen Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri kadar evliya ve ilâhlara sahip hiçbir kavim ve ümmet gelmemiştir. İşte Ehli Sünnet ve Şia'nın, Cemaat ve tarikatların şefaatçi edindikleri Evliyadan bazıları: Veysel Karani, Alkame bin Kays, Mesruk bin Ecda, Ahmet bin Hanbel, Malik Bin Enes, Muhammed bin İdris, Numan bin Sabit, İmam-ı Muhammed, Ebu Yusuf, İmam-ı Nevevi,Kadı Şureyh bin el-Hâris, Muhammed ibnul Hanefiye, Ka'b el Ahbar, Hasan'ı Basri, Selim bin Abdullah, Haccac bin Yusuf, Yezid bin Muaviye, Said Bin Müseyyeb, İbni İshak,Urve bin Zübeyr, İmam Zühri, Abdulkadir Geylani, imam-ı Maturidi, Ebu Hasan Eş'ari, İmam'ul Harameyn el Cüveyni, İmam-ı Gazali, İmam Züfer, Cüneyt Bağdadi, Nesai, Beydavi, Seyyid Ahmet Rufai, Nesai, Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Ali Cürcani, İmam-ı Begavi, Beyhaki, İbni İshak, Şirazî,Fahrettin Razi, Maverdi, Tahavi, Taberi, Müzeni, Şa'rani, Zeylai, Suyuti,İmam-ı Rabbani, Şa'bi, Ebu Nuaym, Kurtubi, Ebubekir Şibli, İbrahim Desuki, İbni Sarrac, İmam Mücahit, İbni Abdilberr, İbni Merzuk, Ebu Muhammed Ceriri Taberi, Ebul leys Semerkandi, Seyyid Şerif, İmam-ı Serahsi, İbni Esir, Hammad İbni Seleme, Kuduri, Ebu Nuaym,Cürcani, Seyit Ahmet Tahtavi, Seyyid Şemsettin Hanefi, İbrahim Halebi, Aziz Mahmut Hüdai, İbni Abidin, Ahmet Zerruk, Ebu Hasan Şazeli, Ebu Talib'i Mekki, İbni Battal, Karafi, Zerkani, Züvayi İsa, Alleme Ahmet Savi Maliki, Neblusi, Kastalani, Ahmet Yesevi, Hallacı Mansur, Zehebi, Zerkani, el Leknevi, es-Sülemi, Ebu Ya'la, Darimi, Yusuf El karmi, Abdülhamid eş- Şirvani, Şemsettin ez Zerkeşi, Abdullah'ı Ensari, Abdurrahman Cevzi, Muhammed Ali Bin İbrahim, Osman Bin Merzuk, Zeyneddin Ali Bin Ahmed Ermevi, Hafız Ebu Davud Süleyman İbni Eşas Sicistani, Abdurrahman İbni Recep,Kadı İyaz, Molla Gürani, İmam-ı Mücahit, Molla Fenari, İsmail Hakkı Bursevi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Celaleddin Rumi,Şemsi Tebrizi, Hâlidi Bağdadi, Ahmet Haznevi, İbni Kuteybe, Said Nursi, Esad Coşan, Şatibi, Ahmet Bedevi,Muhammet Bahattin Nakşibendi, Hacı Bayram, Mahmut Ustaosmanoğlu, Abdulbaki Erol, Ali Haydar, Süleyman Hilmi Tunahan, Abdülhakim Arvasi, Zahid Kotku ve daha nice sahte Evliya ve uydurma rabler.Fakat bu evliya'nın çokluğu Müslüman olduklarını iddia edenlere kaos, anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, terör, cehalet, akılsızlık ve fakirliğin pençesinden kurtarmaya güçlüleri yetmemektedir. Şimdi bakın Rahmân ve Rahim olan Allah bu sahte ilâhlar ve uydurma rabler ile alakalı ne buyuruyor."Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun. Onunla beraber başka dostların( EVLİYA) peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"( Araf-3) İlahlara ve evliyaya karşı uyarılmayan hiçbir Allah elçisi yoktur.(Ey Nebi! ) De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?(Ey Nebi!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun Allah'a ortak koşarsan işlerin mutlaka boşa gider ve husranda kalanlardan olursun" (Zümer- 64, 65)( Ey Nebi !) İşte bunlar, Rabb'inin sana vahyettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka İLAH edinme, sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın! (İsra- 39)Yusuf (a.s) sahte ilahlara ve rab'lere karşı zindan arkadaşlarını şöyle uyarıyordu. "Ey zindan arkadaşlarım!Çeşitli rab'ler mi iyi, yoksa gücüne karşı koyulamaz olan bir tek Allah mı?Allah ile beraber taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka birşey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. İşte dosdoğru Din budur! Fakat insanların çoğu bilmezler.(Yusuf- 39 - 40)Evliyayı şefaatci olarak kabul eden bazı cemaat ve fırkalar şöyle özetlenebilir;Süleymancılar, Menzil tarikatı, Nakşibendi tarikatı, İsmail Ağa tarikatı, Aziz Mahmut Hüdai tekkesi, Yahyalı, Alvarlı Efe, İskender paşa, Kırkıncı hoca cemaati, Işıkcılar, Crrrahi, Selam, Tebliğ, Hayrat Cemaatları, Haydar Baş Cemaati, Kıbrısi tarikatı, Yavuz Selim cemaatı, Yani Asyacılar, Hakikatcılar, Erenköy cemaati, Nurcular, F. Gülen cemaati, İhlascılar Enver ören grubu, Hazneviler Muhammed Muta Haznevi, Uşşakiler Fatih Nurullah, Cerrahiler Ahmet Misbah Erenkul, Kadiri Muhammediye önderleri Muhammed Ustaoglu, Galibiler Hacı Galip Hasan kuşçuoglu, Halveti tarikatı şabaniye kolu, Hizbuttahrir.Bütün bu cemaat ve tarikatlar hep aynı kaynaktan beslenirler. Tıpkı Işid, El kaide, En Nusra, Boko Haram gibi.Şiddet, şiddet, terör, ihtilaf, taklit, tekfir ve kaos kaynaklarında varolduğu için, merhametsizlik ruhlarına işlemiştir.Aslinda bunların içinde rablere, ilahlara ve evliyaya kulluk etmeyenler mevcuttur. Fakat onlarda hadisleri ve Kur'an'a şirk koştukları için bu listeye girmeyi haketmişlerdir. Çünkü Allah'tan indirilen vahye karşı kaynak edinmek, Kur'an'da açık olarak şirk kabul edilmiştir. Dinde hüküm koyanlar yani farz, vacip, helal ve haram kılanlar kendilerini Allahın yerine koymuş olurlar.(Ey Nebi!) Allahın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu ayetlerden alıkoymasınlar. Rabbine davet et! Asla müşriklerden olma! Allah ile beraber başka bir ilaha tapıp yalvarma! Ondan başka İlah yoktur. Onun zatından başka herşey yok olacaktır. Hüküm sadece O'nundur, ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz!(Kasas- 87,88)
18 Haziran 2021 Cuma
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(40.YAZI)"Kur'an'ın anlamını yaşadığımız hayatta (benzetmem yerindeyse) gözümüzün içine sokan o kadar çok bilimsel gelişmeler var ki, bunları algılamamak için ayak direyenleri anlamak mümkün değildir. Kur'an'da yüce Allah, cehennemi kimlerle dolduracağını buyurduğu âyetleri okuduğum zaman kendi kendime :"Yüce Allah kullarını sever, onun merhameti de sonsuzdur peki neden ins ve cinle cehennemi dolduracak?" diye düşünürdüm. Böyle düşünmemin nedeni ise, "müslümanım" diyenlerin Kur'an'ın hükümlerini gerçekten kabul ettiklerine inanmamdı. Merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz neden cehennemi "onlarla" dolduracağını bildiriyordu?Tabii bu ve benzeri sorularımın nedeni, toplumların inançlarının nasıl olduğunu bilmememden kaynaklanıyordu. Yani Kur'an'da bulunan din ve imandan haberim yoktu.Görevim gereği iki yıl Amerika'da kaldım, kısa bir süre İngiltere'de kaldım. Bazı gözlemlerim oldu.Özetleyecek olursam, Kur'an'ı hakkıyla okuyup, anlayıp yaşantısına uygulamayanın durumu tehlikelidir diye değerlendiriyorum. İngiltere'de Kurban bayramı namazı için kraliyet sarayı yakınında arapların yoğunlukta olduğu bir camiye gitmiştim. O kadar çok insan vardı ki, mecburen namaz dışarda bekleyenler için tekrar edildi.Yani her bir grup için yeniden namaz kılındı. Dışarıda bekleyen ingiliz bayanlar vardı.Üst- başları tertemiz, elleri beyaz eldivenli, başları eşarpla kapalı (türbanlı değillerdi) tertemiz hatunlardı. Evvelki gün ilahiyat mezunu bir hanımın İstanbul'da bir camiye girişinin, sen "havvasın" denilerek (ne demekse) engellendiğini medyadan duymuştum. İngiliz bayanlar orada camiye gidip ayrı bir bölümde ibadetlerini yaparken bizde yobazlık tavan yapmış durumda. Halbuki Kur'an'da namaz ibadetininin yapılmasına mani olanlar da uyarılıyordu.(Alak-9,10)ABD'de (Sacramento) cami yine arapların yönetimindeydi.Cowboy şapkalı amerikalılarda camiye geliyorlardı.Her cuma onlarla birlikteydik, tabii cami dışındaki hayatları beni ilgilendirmez.Neyse, esas konumuz Mekke'deki sapkınlardı, hayret ettim.Allah ıslah etsin. Hocam verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.Sağolun, varolun"-----------------------------------------------------"Mustafa Tulu! Öyle bir şey diyen yok. Konu ibadetlerin şekline, ayrıntısına, teferruatına takılıp, dinin esasının sadece bu şekilsel ibadetlerle sınırlı olduğunu zannederek, ibadetleri yaparken istenen huşu içinde değil de, içi boş, sadece ezberden, şuursuzca tekrarlanan hareketler olarak yapmak. Eğer ibadetler, dinin temel esasları olan şirkten uzak tutmuyor, tevhide bağlamıyor, Kur'an'ı anlayarak okumaya yönlendirmiyor ve onu hayatınıza hakim kılmıyor, infak etmeye teşvik etmiyor, ahireti unutturmuyor, yardımlaşma, iyilik, takva, infak, adalet, haklının yanında olmayı sağlamıyorsa anlamsız ve karşılığı olmayan ritüelden öteye gidemez. Maalesef gelenekçi din adamlarının eliyle yüzyıllardır İslam'ın neredeyse tek önemli konusunun namaz kılmak olduğuna inandırılıp, namazın şekli, öncesi, sonrası, hareketlerin nasıl yapılacağı, rekat sayısı, ellerin bağlanışı, ayakların duruşu, okunacak dualar, abdestin farzları, taharet v.b. konuların ayrıntısına boğarak adeta müslümanlara uyuşturucu verip uyutanlar, dinin yukarıda saydığım temel değerlerinden ve en önemlisi Kur'an'da anlatılan İslamdan uzak tutmuşlardır. Yani bu gelenekçi/mezhepçi din anlayışı namaz ibadetini müslümanların başına bela ederek ''her ayrıntısıyla yapılmazsa dindar olamazsın'' yalanıyla, saydığım tevhid esaslı hanif İslam'ın gerçek esaslarından, takva ve ihlas'a giden temel değerlerinden koparmışlardır.Böylece içeriğini idrak etmeden, huşu içinde kılınmadan, sadece içi boş hareketlerin tekrarı şeklinde yapılan ama bütün dikkatin, yapılan şekilsel ayrıntılara odaklandırıldığı, adeta obsessif/takıntılı denecek boyutta ayrıntıya boğulan bir namaz ibadetinden kimseye bir fayda olmayacaktır. Yoksa sadece Allah'a özgülenerek, amacın Allah'ı hatırlamak olduğu, Kur'an ın anlamı ile buluşmaya vesile olan ve huşu içinde kılınan bir namazdan kim insanları alıkoymak isteyebilir ki?(Faruk Fidan- "Mekke'de Yaşamak Kur'an Ehli Muvahhidlere Haramdır, adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------Mustafa Tulu kardeşim!Neyi sorguluyoruz? Namaz tabiki var ama bugün kılınan namaz Kur'an'da bulunan değildir.Sen şu anki kılınan şekliyle “huşu” ile kılınan bir namaz olduğunu söyleyebilir misin? Yüce Allah, Kur'an'da verdiklerini ve yaptıklarını ve bizim de aklımızı kullanmamızı yüzlerce âyette anlatıyor.Bizim ahlaki kurallarla insan gibi yaşamamızı istiyor ve bunlara karşılk bazı görevler vermiştir. Bu görevler onu verene teşekkür mahiyetindedir.Ama önce onları, ahlaklı bir insan olacaksın ondan sonra salat-ı ikame edeceksin ve orucu tutacaksın. Köyün zalimi de, ağası da, salat-ı yapıyor ve oruç tutuyordu.Ama insanlara zulüm ediyor, caminin arazisini de, hocanın parasını da yemeğini de veriyordu.Ve köyde kim kiminle evleneceğine karar veriyor ve bazılarını köyden zorla çıkararak yerlerini de ucuza alıyordu.Ama kardeşim! bu adam namaz kılıyordu! Benim demeye çalıştığım, tüm islam alemine baktığın zaman bu ahlakı görürsün.Allah’ın düzeni insanları aç, sefil ve mutsuz yapar mı? Sevgiler"(Hüseyin Bostan "Mekke'de Yaşamak Kur'an Ehl-i muvahhidlere Haramdır" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Mustafa Tulu!Şu kadarını söyleyeyim.Tüm farz namazları iki rekattır.Bunun isbatı cuma günü kılınan vakit namazıdır.Benden tavsiye Nebi (a.s) zamanında kılınan namaza bir baksan, Emevilerin cuma günü kılınan namazı aslından kopardıklarını görürsün.Hutbeleri Ali ailesine beddua aracı haline getiren zihniyet de işte bu zihniyettir.Bugün dahi yaşanan din bir emevi dinidir.Bu yüzden tüm ibadetlerin yeniden gözden geçirilmesi ve aslına uygun hale getirilmesi gerekiyor. (Gurbuz Akozek-" Namazı Milletin Başına Bela Ettiler Sözünün Anlamı" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Ali Aydın Hocam!Bu yazınızı okuyunca yaklaşık 30 yıl önce bir Tv programında Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk sizin yazınızda belirttiğiniz konulara yakın bir konuda söyleşi yaparken sunucunun sorusu üzerine şu cevabı vermisti: " Bu gördüklerimiz, duyduklarımız henüz daha küpten sızanlar demişti. Aradan geçen bunca zaman sonra belliki küp kırılmaya başladı. Hocam Allah'tan diliyorum ki sizler gibi değerli din bilginleri hep var olsun. Yüreğine diline sağlık Hocam selametle kalın"(Hayri Sipahi- "Dünyada Hiçbir Dinde Böyle Bir Alçaklık Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)
FRANSIZLARIN İSTEKLERİ GERÇEKÇİ DEĞİLDİR300 Fransız yazar ve siyasetçinin şiddet ve Yahudi düşmanlığıyaydığı iddiası ile Kur'an'ı Mübin'den bazı âyetlerin Kur'an'dan çıkarılması talebine karşı birçok kınamalar yapılmaktadır.Gayri müslimlerin, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, kendi içinde bulunan çözümünü yani hikmete bağlı olarak indirildiğini ve bir sisteminin olduğunu nereden bilsinler? Aslında Kur'an'ın hiçbir şiddet içermediğini, saf hidayet ve insanlar için bir rahmet olduğunu Kur'an'ı araştıran insaf ve vicdan sahibi herkes görecektir.Böyle absürt bir şey istemekle yani Kur'an'dan âyetler çıkarmanın mümkün olmadığını Fransızlar da biliyorlar.Sadece psikolojik bir savaş başlatmak için böyle ahmakça bir şey ortaya atmışlardır.Fakat biz müslüman olduğunu iddia edenler, Kur'an'ın güzel ahlakını ve ilmini ortaya koyacak bir örneklik gösterebildik mi?Bu konuda esas mesele şudur.Kur'an, Allah tarafından indirildiği, din Allah tarafından tamamlandığı,yüzlerce âyette din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak olamayacağı, Allah Resulü Muhammed (a.s) ın görevinin yalnız indirilen vahyi tebliğ etmek olduğu ve yalnız vahye tâbi olduğu, Allah'ın hükmünde hiç kimseyi ortak yapmayacağı,Kur'an'ın, insanların din, ahlak, ve hidayetleri için yeterli olduğu, Kur'an'ın,Allah tarafından hem tefsir, hem tafsil, hem tasrif, hem de tebyin edilip detaylandırıldığı, hiçbir kaynağı referans olarak göstermediği halde, sizin ve atalarınız ve din adamlarınız Kur'an'ın tamamını reddedip Emevi ve Abbasilerin uydurma rivayetlerini dinde ortak kaynak kabul edip üzerilerine bir din inşa etmelerine niye hiç bir ses çıkarmıyorsunuz?Bu her şeyden daha önemli bir konudur ve esas mesele budur. Fransız siyasetçi ve yazarlarının bizden istedikleri şey Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin Kur'an'a yaptıkları hakaret ve ihanetlerin yanında çok basit kalır. Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve âlimlerinin Allah'ın kitabına yaptıkları kötülüklerin yanında Fransızların istekleri şey, çok hafif bir istek olarak görülebilir. Şia ve Ehli Sünnet müçtehid ve âlimlerinin Kur'an'a yaptıkları hakaretler gayri müslimlere bir şey deme hakkımızı yok etmiştir.Yoksa Kur'an'ın inmiş olduğu coğrafya ve indiği toplum yapısı yüzünden Kur'an'da şiddet içeren âyetlerin var olması kaçınılmaz bir olaydır.Bu âyetlerin kandırılmış ve vahyin yolundan engellenmiş saf ve ümmi halkla hiçbir alakası yoktur.Kur'an'ın saldırısı gerçeği gizleyen, din satan, Allah ile aldatan aşağılık ilim adamları ve kibirli bürokrasinin elit tabakasıdır. On üç sene Allah Resulü'ne ve vahye karşı yalan ve iftira üreten Mekkeli müşriklerine Kur'an ne desin?Kur'an sanal ve hayali bir hayata değil, gerçek ve dinamik bir hayata indirilmiştir.Şirkle İslam arasında gece gündüz hiç durmayan bir kavga, tartışma ve mucadele alanı vardır.Sürekli zulüm üreten evliya ve ilâhlara hakaret olarak telakki edilen âyetleri müşriklerin yüzüne okumak onlara çok ağır geliyordu.Dünyaya tapan, dini rant ederek ümmi halkın malını yiyen Yahudi din adamlarının âleyhine inen yüzlerce âyeti, gerçek hayatta onlara karşı okumak ve onlarla mücadele etmek kolay bir iş değildi.İncil'de de Yahudi ilim adamlarına dini rant ettiklerinden dolayı kötüleyen birçok âyet vardır.Özellikle İsa (a.s)ın dünyaya tapan Ferisiler için kullandığı ifadeler çok ağırdır. Aslında Kur'an'ı Mübin'in, "Yahudi, Ehli kitab ve Nasara" kelimelerini kullanması, ümmi halkla alakalı bir şey değildir.Kur'an'ın bu kavramları sık sık kullanması ilim adamlarına yönelik bir kınamadır.Allah yolundan engellenmiş, aldatılmış, hak ve hidayet yerine şirk ve batıla yönlendirilmiş ümmi halk ne yapsın.Dolayısıyla ümmi olan bireylerin yani Müslüman, Yahudi, Hristiyan ve Alevilerin sorumluluk açısından aralarında bir fark yoktur.Güzel ahlak sahibi, yardımsever, merhametli, insanlar arasında ayırım yapmadan artı bir değer üreten kim olursa olsun üstündür, saygı ve hürmete layıktır.İnsanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen ve Allah'ın dosdoğru yolunu yamuk gösteren din adamları kitap yüklü eşeklerdir. (Cuma-5)
17 Haziran 2021 Perşembe
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(39.YAZI)"Değerli hocam elinize sağlık. İslam şekilsellik, ritüeller dini değil, salih amel dinidir.İbadetlerin esas amacı insanları hayırlı ve salih ameller yapmaya yönlendirmeleridir. Yoksa amaçsız ritüeller olmaktan öteye geçemezler.En önemli ibadet Kur'an'ı kendi dilinden anlayarak okumaktır.''Kitap'tan sana vahyedileni oku...'' (Ankebût-45)bunu vurgular.Kur'an'ı bağlam ve bütünlüğü içinde anlayarak okuduğunuzda, işte dinimizin ritüele dayalı, şekillere indirgenemeyecek bir ibadet-amel bütünlüğü içinde Allah'a kulluk anlayışına sahip olmamızı istediğini görebiliriz.O yüzden Kur'an ibadetlerin tüm ayrıntılarını vermez.Ana hatlarıyla ne olduğu anlatılır, ana amacın ibadetin ruhu olduğuna vurgu yapar.İslam, ibadetleri sadece namaz, oruç, hac v.b. ile sınırlamaz.Hayatın tamamını ibadet olarak yaşamamızı emreder.Kur'an hayat kitabıdır.Hayata dair hertürlü iyilik ve sâlih amel yani yardımlaşmak, dürüstlük, sözünde durmak, adaletli olmak, yapmayacağı şeyleri söylememek, kalp kırmamak, alay etmemek, kötü söz söylememek, haram yememek, ölçüde tartıda doğru olmak, hak yememek, liyâkata göre görevlendirmek v.b. fiileri hayatımızda uygulayamıyorsak, ibadet ritüllerini ayrıntılı yapmamızın bir anlamı olamaz.Her tartışmada "bana namazın kılınışını Kur'an'dan anlat ta görelim" diyen zihniyet. İşte sizler sanki bir görevi yerine getiriyormuşcasına namaz kılar, eller nasıl bağlanır, iki ayak arası mesafe kaç cm olmalıdır, otururken sağ ayağın konumu nasıldır v.b şekilsellik takıntısı içinde ibadet ederseniz, dini Kur'an'daki dinden değil de, uydurma hadislerden öğrenip yaşadığınız ortaya çıkar.Namazın şekli, rek'at sayısı, kolların ve ayakların durumu kadar, Kur'an'da anlatılan ve dinimizin en önemli konusu ve yüce Allah'ın asla affetmeyeceği ŞİRK konusunu biraz anlayıp öğrenseydiniz, dinin tek kaynağı Kur'an için "yetersiz, anlaşılmaz, eksiktir, o yüzden (uydurma, hurafe, safsata, baştansona bid'at olan) hadislerin açıklamasına muhtaçtır, hadisler olmadan din yaşanmaz, namaz bile kılamayız" demezdiniz."Taharetin nasıl alınacağı, abdest almadan önce 40 adım atmanın gerektiği, gusletmek (basitçe yıkanıp duş almak) için bir sürü şart gerektiği" gibi safsataları dinin en önemli hadiseleri gibi görüp "obsessif kompülsif kişilik bozukluğu" örnekleri sunacağınıza, "iyilik nasıl yapılır, nasıl yardımlaşılır, infak etmenin Kur'an daki önemi, şeytani dürtüyle mal biriktirmenin Allah tarafından nasıl kınandığını, ihtiyaçtan fazlasını infak etmenin'' gerçek manasını Kur'an'dan okuyarak öğrenirdiniz.Uydurma hadis ve ictihadlarda ''vermemek üzerine kurgulanmış'' zekat oranları ile sadece kendinizi kandırabilirsiniz. "Şunu yaparsam abdestim gider, şöyle durursam namazım kabul olmaz, bunu yapmazsam orucum bozulur" vb. takıntılı/obsessif ibadet etme üzerine kurulu bir din anlayışı, Allah'ın bizden beklediği ibadetin salih amel dediğimiz hayata dair uygulamalara dönüşmemesi sonucuna bizi götürür.Bunun da Allah indinde hiç bir kıymeti olamaz.Asıl olan, ibadetin şekilciliği değil, ihlas( dini Allah'a özel kılma) takva ve samimiyetle uygulanmasıdır. Amaç, salih amellere dönüşmeyi sağlayacak ibadetlerin kalitesi olmalıdır.Allah'a yönelmede birer araç olan ibadetleri nasıl ve ne şekilde yapacağımız Kur'an'da bizlere yeterli açıklamayla verilmiştir."Müslümanı yanlıştan alıkoymayan, haramdan ve günahtan uzak tutmayan, iyiliğe ve doğruya yönlendirmeyen, kısacası salih amellere dönüşmeyen her türlü ibadet boşa yapılmış eylemden öteye geçemez.Selam ve saygılar sunarım"(Faruk Fidan- Namazı Milletin Başına Bela Ettiler Sözünün Anlamı" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------"Kuran'ı anlamak zor değil.İmam hatip, ilahiyat okumadım ve arapçanında â'sını bile bilmem ama Allahıma şükür, Kuran'ı anlayan bir müslümanım.Çünkü ben Kur'an'ı,daima anlamak niyetiyle okurum, anlamak içinde zeki olmaya gerek yok, ben Kur'an'ı anlamıyorum diyenin asla mazereti olamaz.Sözü şuraya getirmek istiyorum: Önemli olan, bir an önce ön yargı ve ezberleri bir keenara bırakıp, anlayarak ve tefekkür ederek iyi niyetle Kur'an okumaktır.Ali hocam! Sizin dediğiniz bu prof.larda, müctehidlerde, iyi niyet ve tefekkür yoktur.(Fazıl Uğur-"Mekke'de Yaşamak Kur'an Ehl-i Muvahhidlere Haramdır" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------!"Ali Aydın abi!Selamlar, kalemine yüreğine sağlık! Mekke halkını bilmem ama biz kur'an ehli muvahhidler, kendi ülkemizde bulunan müşrik kafa yapısı ile büyük mücadele vermezsek gidişat hiç iyi değil abi!Daha yeni bir bayanı camiye geldiği için azarlayan müşrik.Allah ve Resulü adına Buhari ve Tirmizi'den refarans veriyor oradan da bir kişi çıkıp o bayan kardeşi savunmuyor.O müşriğin ağzının payını vermiyor.Allah'a yemin olsun, aklıma Afganistan'da mollalar tarafından iftira atılıp katledilen şehid kız aklıma geldi.Kız Kur'an'dan bi kaç âyetle cevap verse, o kafa yapısında linç edecek potansiyel bir cehalet var.Ellerine bir fırsat geçse hiç çekinmezler" (Uğur Uzun- "Mekke'de Yaşamak Kur'an Ehli Muvahhidlere Haramdır" adlı yazıya yaptığı yorum)
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN TEK KAYNAKTIR(9-YAZI) Kur'an'ı Mübin, Allah tarafından indirilmiştir.Bütün elçilerin dini olan tevhid akidesiAllah tarafından tamamlanmıştır. "Bugün size dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum"( Maide-3)"Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir"( Enam-115) Yüce Allah, din ve hüküm olarak başkasının tamamlayabileceği veya bir şey ekleyeceği bir boşluk bırakmamıştır.Muvahhidlerin yaptığı şey ise, Kur'an'ın sistemi, bağlam ve bütünlüğü, Kur'an hikmeti üzerinde çalışarak bu zikrin üzerinde tezekkür ve tefekkür etmelerinden başka bir şey değildir.Yani Rabbimiz olan Allah ve Elçisi olan Kur'an'dan başka övülecek ve yüceltilecek hiç kimse yoktur.Bizim bu derece kolay ve apaçık bir şekilde detaylandırılmış olan Kur'an üzerinde konuşmamızın sebebine gelince.1-) Rivayetler ve içtihatlarla Kur'an'ın manasının bozulması, tevhid akidesinin dejenere edilmesi, Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin insanları Allah'ın dosdoğru yolunda saptırmaları.2-) Kur'an'ın çok yönlü bir hikmetinin bulunması, konularının dağınık olması, vahyin sistemli oluşu. 3-) Zor olan konuların Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, Kur'an ehli muvahhidlere götürülmesinin Allah tarafından emredilmesinden kaynaklanmaktadır. Mesela:"Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğiniz kişilerden başkasını elçi olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir (vahiy) elinden sorunuz"( Enbiya-7)"Onlara güven ve korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar, halbuki onu, Resül'e (Kur'an'a) ve aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi,onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz"( Nisa-83)"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Resul'e itaat edin ve sizden olan ülül emre de.Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz- Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resul'e ( Kur'an'a) götürün (onların Kur'an'dan anladlarına göre çözün) bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir"( Nisa- 59) Yüce Allah Kur'an'ı indirirken beraberinde hikmetini ve ilmini de indirmiştir. "Andolsun onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim (sistem) üzere açıkladığımız bir kitap getirdik"( Araf-52)"...Allah'ın âyetlerini eğlenceyi almayın, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek üzere indirdiği kitabı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan korkun..."(Bakara- 231) AKADAŞLAR ! Kur'an hiçbir kaynağa ihtiyaç bırakmaz. Ancak vahiy ehli muvahhidler Kur'an'ın hikmeti, bağlam ve bütünlüğü üzerinde eşit bir anlayışa sahip olmayabilirler. Kur'an'ın hikmeti üzerinde birbirlerinden yaralanmalarının hiçbir sakıncası yoktur.Yalnız bütün övgülerin Allah'a ait olduğunu ve Allah elçilerinden başka hiç kimsenin ahirette cennet garantisinin olmadığı kesin olarak bilinmesi gerekir. Allah'ın rahmet ve mağfireti, bağış ve fazileti olmazsa mahvolmuşuz demektir.Allah cümlemizi her türlü kibir ve gururdan muhafaza buyursun. Dolayısıyla Allah günahlarımızı bağışlasın, ahirette rezil rüsvay etmesin diye dua etmek son derece önemlidir Ancak muvahhidler konuştukları zaman sadece Kur'an'dan konuşacaklar.Ümmi halka din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın olmadığını anlatacak, dinin Allah tarafından indirildiğini ve Allah tarafından tamamlandığını ısrarla vurgulayacaklar
YAŞAR NURİ HOCADAN İLGİNÇ BİR HURAFEBir tv de Mehmed Akifin Atatürk'e olan bağlılığını anlattıktan sonra Yaşar Nuri Öztürk Hoca şöyle devam ediyor."...Başka bir isim var. Esas ihanete uğrayan odur.Sadece küstürme değil. Kimdir o biliyor musunuz?Libya'dan, kendi ülkesinden kalkıp,kurtuluş savaşı'nda Atatürk'ün yanında yer almak üzere buraya gelen şeyh Sünusi, tarihi ismiyle Ahmed eş-Şerif es-Sünusi, Türk değil, Müslüman.Sahabi gibi bir Müslüman.Ve biz burada kurtuluş savaşına başlarken, Libya'da İtalyanlara karşı kurtuluş savaşını veriyor, bağımsızlık savaşını. Ve Libya'da bağımsızlık savaşını veren Ömer Muhtar'ın yakın dostu, manevi olarak da, Sünusi ona bağlı.Buna rağmen orayı bırakıyor, buraya geliyor.Şimdi bunu iyi dinleyin.Kurtuluş savaşının Kur'an'i boyutları üç ciltlik kitabım oda yayınlanmadı. Orada bir Sünusi yazmışım.Onun içinde ben bu milletten teşekkür beklemiyorum.(Sünusi'ye) diyorlar ki," nereye gidiyorsun" Biz burada kurtuluş savaşını veriyoruz. Evet Anadolu'daki bağımsızlık savaşını takdir ediyoruz, tebrik ediyoruz, dua ediyoruz.Ama bizim kendi ülkemiz burada söz konusu.Şimdi dinleyin, bu manevi mertebesi olan, herkesin elini ayağını öptüğü bu irfan, bu maneviyat, bu ilim önderi şahıs ne cevap veriyor?Diyor ki : Onu bende düşündüm, tabii ki burada kalacaktım, kendi ülkemde.Ama diyor, "Hz.Peygamber" bana tecelli etti.Bunu diyen sıradan bir adam değil, Bana tecelli etti. (Tecelli: Canlı olarak gelmek) Her tecelli ettiğinde elini öperdim ve sağ elini bana uzatırdı.Bu son tecelli edişinde sol elini uzattı. Garibime gitti diyor. Sordum. Ey Allah'ın elçisi! Mutadınız (her zaman- alışıla gelmiş) bana sağ elinizi lütfetmekti, neden bu sefer bana sol elinizi uzattınız?Cevap: "Hz Peygamber" cevap veriyor. Sağ elimi ( Yaşar Nuri Öztürk burada ağlıyor ve diyor ki:)Hey yarabbim ya!Elimi Anadolu'da Mustafa Kemal'e verdim.Sol elim boş, onu da sana veriyorum diyor.Bunun üzerine ben diyor, Anadolu'ya gidiyorum, Mustafa Kemal'in yanında yer alacağım.Geliyor ve kurtuluş savaşının bana göre manevi lideri olarak rol alıyor. Büyük Atatürk'ün verdiği her görevi yapıyor, Irak'a koşuyor, oraya koşuyor, buraya koşuyor, çalışıyor, kongreler tertip ediyor.Sonunda ne olmuştu biliyor musunuz?Sonunda bir kenara konmuş ve Türkiye'den çıkıp önce Suriye'ye gidiyor.Orada Fransızlar rahat bırakmıyorlar, "Mustafa Kemal'in casususun sen, çekil git buradan" diyorlar, oradan gidiyor.Barınacak yer yok.Suudi Arabistan topraklarına gidiyor. İngilizler bitiyor tepesine, "buralarda duramazsın, sen Mustafa Kemal'in casususun" diyorlar.Çölün derinliklerinde Asir denen ıssız bir bölgeye gidiyor. Ebuzer misali bir kader.Orada bir süre daha yaşıyor ve 1933'te ölüyor, Medine'de defnediliyor. Şimdi bu insana yapılan vefasızlığı tarih görmemiş midir zannediyorsunuz siz?Görmeyecek midir?İşte böyle öderiz, böyle ödersiniz. Bakın Türkiye bunları ödüyor, onları ödüyor.Biz Cumhuriyetçiyiz, Atatürkçüyüz, bilmem neciyiz falan filan lakırdılarıyla ortalıkta afra tafra satanlar 60-70 seneden beri işte onları ödüyorlar.Onlar ödesinler de bizim suçumuz ne?Yok Allah'ın kanunu öyle değil, Toplumun tümünü ödetir, sonra iyileri ayırır onları ödüllendirir.Şimdi bu bitti mi, bitmemiştir, daha ödeyecekler.Sünusi'ye yaptılar, bugün de başkalarına yapıyorlar.Bize yaptıkları az mıdır?Biz şimdi yaşadığımız için mesele yok, oh ne güzel, kravatımız, mendilimiz, bob stil, gayet güzel, sinek kaydı traş, millet zannediyor ki asayiş berkemal!Bizim çektiğimiz acıları bu millet biliyor mu?Bize yapılan zulümleri biliyor mu?Ben bu dinci ve dinsiz namussuzlardan 30 senedir neler çektiğimi bu millet biliyor mu? Sünusi gibi ben de öbür aleme gittikten sonra benim arkamdan yazılanları okuyunca, aah aah diyecekler, aah aah diye o zamanı beklemeyin.Ben size söylüyorum.Bize yapılan zulümler onlara yapılanlardan bir kaç kat daha fazladır. Ben bir Karadeniz çocuğuyum. Boğuşmayı bilirim değil, severim de. Öyle, çünkü Karadeniz'in hırçın dalgaları içinde büyüdüm. O denizde büyüdüm ben!Kar yağarken bile gidip denize giriyordum.Tabii sonra da büyüklerimiz gelip bizi çıkarırdı.Bir ton dayak yiyorduk, zatürre olacaksın..."Hayat bizi böyle eğitti.Yoksa bize yapılan zulümlerin hesabı var mı?Yani bir adam pes etmemişse, o el bebek, gül bebek işi götürmüş, yok böyle bir şey.Allah ailemizden razı olsun.Biz kimseye ekmek için aş için eğilmedik.Şimdi bu ülke bir zulümler ülkesidir. "Türkiye'yi kemiren zulümler" diye benim uzun bir yazım vardır.26 27 tane zulüm, onlara ilaveler geldi.15-20 sene önceki yazıdır.Türkiye bir zulümler ülkesidir.Ve İslam'ın temel ilkelerinden biri şudur.Bir ülke, küfür üzerine yaşar yani Allah'a dine inanmama üzerine yaşar, payidar olur, mutlu da olur, ama zulüm üzerine payidar olmaz. Bunu İslam fıkhının anıt isimlerinden biri olan Maverdi "el Ahkâmus- Sultaniyesinde" de veriyor.
16 Haziran 2021 Çarşamba
İKİ DİN ARASINDAKİ FARK "İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için herçekten güzel bir yer örnek vardır.Onlar kavimlerine demişlerdi ki:" Biz sizden ve Allah'ı bırakıp (yanında, yöresinde, berisinde) kulluk ettiklerinizden uzağız. Sizi tanımıyoruz. Sizi inkar ediyoruz. Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke ortaya çıkmıştır..."(Mümtehine-4)Hocam!Kendi doğrularını anlatırken, diğer tarafların yanlışlarını anlatmayan din, Kur'an'ın dini olamaz.Çünkü Kur'an'ın ahlak ve karakteri böyledir.Hocam! Bana tavsiye ettiğiniz ve "ondan çok yaralandım" dediğiniz şahsiyetin birkaç konuşmasını dinledim.Hocam! Üzülerek söylüyorum, uzun zamandan beri sizinle yaptığımız sohbetlerde inanç, fikir ve itikadımın hangi minvalde olduğunu anlatamamışım.Hocam! Hak ve batıl arasında ayrışma ve çatışma getirmeyen hiç bir söylemde hayır yoktur.Allah Resülü Muhammed(a.s)gibi bir ahlak ve edep abidesini Mekke'den çıkarmayan bir dinde fazilet bulunmaz.Hocam! Överek göklere çıkardığınız adam, Kur'an'ın dinini falan anlatmıyor, kuru pastanın tarifini, kelle paça çorbasının nasıl yapıldığını anlatıyor.Bu adam, Allah'ın âyetlerini âlet ederek, mezhepler dininin ne kadar üstün olduğunu anlatıyor.Söz konusu şahsiyet, Mekke müşriklerine dinini anlatsaydı, çok güzel bir dost, Firavun'a dinini anlatsaydı en yakınlarından biri olurdu.Hocam! Evliya ve ilahları dile dolamadan anlatılan din, Allah'ın hanif dini değildir.(Enbiya-60)"Siz ve kulluk etekleriniz cehennem odunusunuz..." demeyen bir dinin vahiy'le hiçbir ilgisi yoktur.Kendinize örnek aldığınız şahsiyet, anlattığı hurafe dinle her ortama kendisini kabul ettirebilecek bir ahlak ve karaktere sahiptir.Bu adamdan diyanet, şikayetçi olmaz, Süleymancılar bu adamı itiraz etmeden dinler.Nurcular, bütün şirk ve hurafelerine karşılık bu adamı kendilerinden ayrı olarak görmezler.Hatta tarikat ve tasavvuf ehli bile bu adamın anlattığı dinden, kendi inançlarının doğru olduğuna delil çıkarabilirler.Ancak bu arkadaşın anlattığı uyuşuk ve pısırık din sayesinde hiçbir kurum ve kuruluş nasıl bir bataklığın içinde debelendiğini anlayamaz.Hocam! Artık sizinle din ve imandan konuşmanın, özellikle Kur'an'dan söz etmenin bir anlamının olmadığını anladım.Bu kadar uzun metrajlı sohbetlerimizde, size dinin tek kaynağının Kur'an olduğunu anlatamamışsam, artık sizinle Kur'an hakkında konuşmanın zaman israfından başka hiçbir şeye yaramayacağı açıktır.Din bir hareket, bir aksiyon, inanç ve fikirde bir çatışma, bir isyan, meydan okuma, karşı gelme, ataların şirk dinlerini kesin bir dille reddetmeden ibarettir.Adam âyetlerin metinlerini çok güzel, bir Arap şivesi ile okuyarak edebiyat yapıyor.Yani zehiri güzel bir ambalaj ile sunuyor.Hocam! Adam manası en basit olan İhlas'ın hangi anlama geldiğini bile bilmiyor. Adam, Kur'an'ın hanif dininden ve tevhid akidesinin öneminden hiçbir şey anlamamış birisidir.Fakat âyetlerin metinlerini tam bir Arap ağzıyla okuyarak, Kur'an bilmez cahillerin dikkatini çekiyor, onları etkiliyor.Yoksa Kur'an'ın kavramlarından, vahyin bağlam ve bütünlüğünden anladığı bir şey yoktur."Bunu hangi konuşmasından anladın" diyecek olursan, "ihlas ve samimiyet" konulu konuşmasından anladım.Adam din değil, çocuklara masal anlatıyor.Söz konusu şahsiyet bir saat ihlastan konuştuğu halde, "ihlas'ın" "dini Allah'a özel kılmak" olduğunu söyleyemedi.Uslup, anlatım tarzı, inanç, ahlak ve karekteriyle fetö bu adamı nasıl keşfetmemiş, ben ona hayret ediyorum.Bu adamın anlattığı din, Allah elçilerinin anlattığı yani inanç ne fikirde kesin bir çizgi ortaya koyan, zihinlerde çatışma yaratan din değil, müşrik hiçbir düşüncenin karşı gelmeyeceği ve şikayet etmeyeceği bir din anlatıyor.(Yunus- 15 ; İsra- 73, 74, 75)Bu adam atalarının batıl dinini çok güzel satıyor.Fakat Kur'an ve yenilik adana, akıl ve mantık adına, hareket ve aksiyon adına, dinde yeni bir şey söyleme adına onda zerre kadar bir irfan görmedim. Hocam! Benim açımdan bu adam, söz edilmeye, hakkında yazı yazılmaya hatta adı anılmaya değer biri değildir.Benim bunları yazmamın sebebi sizinle ilgili bir durumdur.Yoksa arada sizin ona karşı bir teveccühünüz olmasaydı, benim Kur'an'a karşı olan imanım ve tevhide olan bağlılığım karşısında bu adamın, bir sivrisinek kanadı, bir toz zerresi kadar değeri yoktur.Burada şunu anladım.Yüce Allah, çok önemsediğinden dolayı müşrik ve kafirleri anlatmıyor Yüce Allah'ın kafir ve müşrikleri yani zalimleri anlatması, mümin ve salih kullarına verdiği değerden ve onlara karşı olan merhametinden ileri gelmektedir.Hocam! Bir din ve inanç, kendisini Yahudilikten, Hristiyanlıktan, Şiilikten, Sünnilikten, Diyanetten, cemaat dinlerinden, piyasa dinlerinden, yeraltı ve merdiven altı inançlardan ayırmıyorsa, o dinde hidayet ve kurtuluş yoktur.Kur'an cahili adam tam bir saat "ihlas ve samimiyet" le ilgili konuşma yapıyor.Sadece bir cümle karşılığı olan İhlas'ın hangi anlama geldiğini ortaya koyamıyor.Hocam! En azından inanç ve fikir bakımından artık sizinle bir araya gelmenin bir anlamının kalmadığını gördüm.Ben fakir ve miskin, boşuboşuna harcadığım emek ve kaybettiğim zamanlara acıyorum. Adam rivayetleri Kur'an okur gibi dile getiriyor, güzel konuşuyor, edebiyat yapıyor, diksiyon ve telaffuz kabiliyetiyle sihirbazlık mesleğini icra ediyor.Adam "ihlas" kavramından "samimi olmayı" "şirk" kavramından "putlara tapmayı" anlıyor.Adam din falan anlatmıyor sadece sihirbazlık yapıyor.Fetö gibi atalarının dinini anlatarak insanları zehirliyor.Hocam! Héze firaku beyni ve beyneke"(Kehf-78)Bu arkadaş Kur'an'ı değil, aynen cübbeli gibi bazı âyetleri şirk dininin formatında yani uydurma dinin bağlam ve bütünlüğüne göre anlatıyor.Bu arkadaş! Hayatı boyunca uydurma dinin kaynağı olan rivayetlerin hiçbir tanesine karşı gelemez, mezhebi hiçbir ictihadı eleştiremez.Hocam! Bu adamın anlattığı din, benim fıtratıma baştan sona kadar aykırı, son derece rahatsız edici, nefret ettirici hatta tiksindirici bir dindir. Bu din, sizin fıtrat ve mizacınıza uyan, inancınıza paralel, ahlakınıza uygun bir din olabilir. İnanç ve fıtratımın sırat-ı müstakim üzerinde olduğunu gösterdiği için Rahim olan Rabbime sonsuz hamd ediyorum. Anlatılan din akılda fırtınalar koparmıyor, zihinler arasında çatışma meydana getirmiyorsa o din Allah elçilerinin dini değildir.Vahiy dini yani İslam, yani takva, yani İhlas dini akıl ve zihinler için mücadele alanıdır.Herkesin ve her kesimin razı olduğu, herkesi memnun eden din şeytanların şirk dinidir.Bana göre iddia ettiğinizin tam aksine adamınız değil, Edip Yüksel adamı madara etmiştir.(19 sistemi tartışmasına kadar olan bölüm)Edip Yükse ile yaptıkları tartışmada dikkatimi çeken şey ise, daha iktidar ile cemaat arasında kavga başlamadan yani cemaatin bir terör örgütü olduğu bilinmeden önce Edip Yüksel'in F Gülen ile ilgili söylediği sözler olmuştur.Tartışmanın bir yerinde Edip Yüksel aynen şöyle diyor."Fethullah adındaki adam, Türkiye'de herkes Allah'tan korkar gibi ondan korkuyor."Bu adam din tüccarı, rolcu, bu adam ağlayarak kendini çok mütevazi gösteriyor.Alabildiğine edebi ifadeler kullanır, ama çevresindeki insanlar buna efendi hazretleri olarak bilir ve öyle inanırlar.Bir kişi bile bunu sorgulamaz.Bir TV'de, herhangi bir yerde bu adamın muhatabı ile, karşıt fikirle tartıştığını hiç kimse tanık olmadı.Bütün" peygamberler" tanışmışlardır, hem de sokakta tartışmışlardır, sarayda tsrtışmışlardır.Bir tane müridinin onu sorguladığına şimdiye kadar tanık olmadım, tam tersine efendi hazretleri olarak ona kulluk edilir.Bu adam iki yüzlü bir mesaj veriyor. Millete kendini böyle gösterirken, kendi kontrolünde olan insanlara "rablık" taslıyor."Onların (dine) yaptıkları, benim yaptıklarımın yanında yani benim hakaretim, onların yaptıkları yanında bir hiç kalır, kıyas kabul etmez.Sen benim sözlerime değil, onların yaptıklarına kafayı tak.Yüce Allah bir çok âyette"femen azlamu mimmeniftera alallâhi keziben" "yalan yere Allah'a iftira edenden daha zalım kim vardır" buyuruyor.Ateistler Allah iftara etmiyorlar.Bu adamlar hem Allah'a, hem elçisine ciltler dolusu kitaplarla iftara ediyorlar.En zalimler bunlardır.Ateistler en zalimleri değildir.Bu insanlar öyle bir fikre sahipleri ki ellerine güç ve iktidar geçerse, Taliban gibi insanları kesecekler, zulmedecekler. Ben hem laik sistemin zulmünden hem de bu dincilerin zulmünden çektim. Benim yaptığım en büyük hakaret, onların yaptıkları yanında hiçbir şeydir.Bu gibilerin robotlaştırdığı insanların getirdiği sistemde, oluşturacakları cehennem hayatı seni de rahatsız edecektir, bütün insanları rahatsız edecektir. Yani ne malın ne mülkün hiçbir güveni kalmayacaktır.Bu adamlar toplumu aptallaştırıyor, aptallaştırma projesi var.Bu din tüccarlarına karşı başka ne yapabilirim.Beni rahat bırak, git Buhari ile uğraş, "peygambere" en büyük hakareti yapan Buhari'dir.Kendi usulune göre git onu eleştir"(13 Şubat 2013)Hocam! Edip Yüksel, fetö'nün 17/ 25 darbesinden önce bunları söylerken, F Gülen için senin adamın"Fethullah Gülen Hocaefendi" deyip duruyordu.İşte aramızda bu kadar fark vardır.
15 Haziran 2021 Salı
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN TEK KAYNAKTIR(8. YAZI)Sonuç olarak:"Biz elçileri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyecekler" (En'am-48)"Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir"(En'am-49) Yukarıdaki iki âyet, "Resul" ile "vahyin" aynı şeyler olduğunu açıklamaktadır.Yani vahiy dışında elçiyi, elçin'in görevini, ahlakını ve inancını ortaya koyacak hiçbir kaynak yoktur.Ehli Sünnet ve Şia âlimlerinin uydurmaları Allah Resulü'nü asla temsil edemez. Emevi- Abbasi Ehli Sünnet'in uydurma hadisleri ve Şia'nın absürt yalanları, Kur'an ahlakından ve tevhid akidesinden son derece uzak, baştan sona kadar şirk ve küfür olan batıl dinin kaynaklarıdır.Şia ve Ehli Sünnet'in karanlık kaynaklarıyla değil İslam ile ortak bir bağ kurmak, tam aksine dünyanın en tehlikeli bataklığına saplanmak demektir. Elçilerin en önemli görevi, kavimlerini vahiy ile uyarmak ve sadece Allah'a davet etmektir."Rablerinin huzurunda toplanacak olanları (o güne iman edenleri) Kur'an ile uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir veli, ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"(En'am- 51) "Böylece suçluların yolu belli olsun diye âyetleri iyice açıklıyoruz" (En'am-55)"De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delille dayanıyorum.Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz azap benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır.O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır"( En'am- 57) "İşte o bütün elçiler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sende onların yoluna uy. De ki: Ben buna (elçilik görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu Kur'an âlemler (insanlar) için ancak bir öğüttür"( En'am- 90) Yukarıdaki âyet elçilerin yoluna uymak isteyenlerin Kur'an'a gitmekten başka yollarının olmadığını öğretiyor.Allah'ın tek bir dini, yolu ve hidayeti mevcuttur. O da Kur'an'dır.Dolayısıyla Allah Resulünden sonra üretilen bütün hadisler ve ictihadlar sapıklık, şirk, isyan, cehalet, tuğyan ve küfürdür.Onlardan meydana getirilen din ve mezheplerin hepsi batıldır.Allah tarafından indirilmeyen bir kaynakta hidayet arayanlar hem cahil hemde ahmaktırlar."Böylece biz âyetleri geniş geniş açıklıyoruz ki, "Sen iyi ders almışsın desinler de bizde anlayan bir toplum için Kur'an'ı iyice açıklayalım"( En'am-105)"Rabbinden sana vahyedilene uy. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir" (En'am-106)(Ey Elçi! ) De ki: İşte bu(Kur'an), benim yolumdur. Ben Allah'a davet ediyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı şirkten tenzih ederim ve ben müşriklerden değilim"(Yusuf-108)
14 Haziran 2021 Pazartesi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLARI(38.YAZI)"Bu şahane açıkladığınızuydurulmuş dincilerin içindengeldim Ali Aydın hocam.Allah sizden razı olsun, okudukça sanki benim hayatımı anlatıyorsunuz. 35 seneye maal oldu bana!Manevi olarak nasıl yıkıldımsa, maddi olarak da bir okadar yıkıldım.İyi niyetli olmak yetmedi, bilgili olmak çok önemli imiş.Ölmeden önce Kur'an'ın hidayet yolunu nasip ettiği için Rabbime hamd ediyorum.Mustafa İhsan Gülen kardeşime teşekkür ediyorum bir vesile iletanıştık, iyiki varsınız. Allah yar ve yardımcımız olsunİnşaallah""Ibrahim Serin-" Uydurma Din ve Mezhebler Belası" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"Allah razı olsun hocam..."Bazen düşünürüm, zengin bir insan değilim.. Allaha şükür namerde muhtaç olmadan geçinip giderim.Ama Rabbim bizlere en büyük nimetini verdiği için, ne kadar şükretsek az derim.Şirk belasına bulaşmadan bir iman nasip ettiği için.İnşallah yanılmıyorumdur.Bu dünyada bundan büyük bir rızk ve nimet olabilir mi?(Sefa Sahin- "Uydurma Din ve Mezhebler Belası" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------ Elinize sağlık hocam! Yüce Allah'ın yüzlerce âyette bildirdiği gibi, din, hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak Kur'an'ın yeterli olduğuna inanan, Kur'an dışında beşeri hiçbir kaynağı (hadis kitapları dahil) kaynak olarak kabul etmeyen, sadece Kur'an'dan konuşan, hanif olmanın gereğini yapan, akla değer veren, sorgulayan, bilime ve gelişmeye açık muvahhidler dünyanın birçok yerinde Ehl-i Sünnet ve Şia'nın din anlayışının engeline takılıp, şirk duvarına çarparak ve tekfir edilerek dışlanmaya devam ediliyor. Ama hanif İslam'ı özümsemiş muvahhidler asla bu mücadeleden vazgeçmeyecek, dinde Allah'ı birleyen ve dini sadece O'na özel kılan, vahye dayalı hanif İslam'ı gönüllere hakim kılmak için mücadeleye devam edeceklerdir. Selam ve saygılar"(Faruk Fidan--"Ehli Sünnet-Suudi Arabistan-Amerika" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Malesef Ali bey!Yazıklar olsun!Bu kitab-ı Allah neden indirdi?Bu kitapta ne yazıyor? diye düşünseler işler düzelecek, ama insanlar karşılaştıkları din adamlarının konuşmalarından etkilenerek yaşıyorlar.Onların iradelerine maalesef teslim oluyorlar.(Kasım Işık-"Size ve Kulluk Ettiklerinize Yuh Olsun" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------Değerli hocam elinize sağlık!Geçenlerde bir başka yazınızda yine aynı konuya vurgu yapmıştınız.Ben de şöyle demiştim!Bu kadar uydurma rivayet, içtihatlarla oluşmuş mezhepler, siyasi çıkarlar, gelenekler, devlet politikaları, dini kurum ve şahıslar eliyle toplumun Allah Resulü ve Kur'an dan uzaklaştırılıp koparıldığı ve bunlardan bihaber bırakıldığı ümmeti kendisine KUR'AN ve ELÇİ gelmemiş, Kur'an ve Elçi ile muhatap olmamış kabul edebilir miyiz? Evet bu ümmet din olarak sorumlu bir ümmet sayılabilir mi? Evet şimdi cevap vermiş oldunuz.Bende sizinle aynı bakış açısıyla bu realiteye bakıyorum ve diyorum ki,1400 yıldır din tüccarları dünyalık çıkar, makam ve mevki için uydurdukları gelenekçi/mezhepçi bu dini, ümmi (Kur'an'dan habersiz bırakılmış) halka İslâm dini diye tanıtıp yaşatmışlar ve şirke batarak ebedi azabı haketmişlerdir.Ama bu ümmi halk kendilerine "Resûl göndermedikçe azap etmeyiz" ilahi vaadi gereği Kitap Resûl olan Kur'an ile tanıştırılmadığı ve rivayetlerin din olduğu yalanıyla kandırıldıkları için, şirki savunmadıkça sorumlu tutulamaz ve sadece yaptıkları iyi amellere göre degerlendileceklerdir diye düşünüyorum. Selam ve saygılar sunarım."Faruk Fidan-" Tekfir Meselesi" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------------Ali Aydın Hocam!Yine ezberleri bozan yiğitce ve korkusuzca bir bilgiyi bizlere sundunuz. Biliyorum bazıları yine linç girişiminde bulunacaklar ama inanıyorum ki, siz temiz yüreklerde ve vicdanlarda hak ettiğiniz köşktesiniz Allah yardımcınız olsun, iyi ki varsınız. (Hayri Sipahi- "Namazı Milletin Başına Bela Ettiler Sözünün Anlamı" adlıyazıyayaptığıyorum)-------------------------------------------------------"İmam hatip kökenli değilim.50 yıldır dini kendi emek ve gayretimle öğrenmeye ve yaşamağa çalışıyorum.Mevcut birçok cemaat ve grubu dinledim, eserlerini okudum, onlardan dinleyip duyduklarımı Kur'an ile karşılaştırdım. Arada çok tezatların var olduğunu gördüm.Ali Aydın hocamızın mertçe, açık yüreklilikle Kur'an'dan ortaya koyduğu tespitlerini düşünüyorum.İlim sahibi olmadığım için, hata yaparım korkusuyla bu makalede açık yüreklilikle ifade edilen benzer düşüncelerimi yüksek sesle dile getirmekten çekindim.Burası dünya ve biz sınavdayız, büyük bir oyunun içindeyiz, atalar dinini terk edip, Allahın dinine hicret etmeliyiz, hocamızdan Allah razı olsun, sağlık diliyorum" (Arif Turak- "Tekfir Meselesi" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------"Ali Aydın hocam!Eşek arısı kovanlarına çomak sokmaya devam. Kalemine, ilmine bereket. Bir ilmihal denen kaporta bakım kitabında abdesti on sekiz sayfada anlatmıştı allamenin biri.Allah'ın tarifi bir ayete sığıyor.Allah'ın dini kolay, bunların dini zor"(Tevfik Yaşar Tekeli- "Namazı Milletin Başına Bela Ettiler Sözünün Anlamı" adlı yazıya yaptığıyorumTevfik Yaşar Tekeli
13 Haziran 2021 Pazar
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN TEK KAYNAKTIR (6. YAZI )Nebi'ye nisbet edilen yalan hadislerle sadece Kuran'ın anlattığı dine ilaveler yapılmakla kalınmamış, Kur'an'ın kimi hükümleri iptal edilmeye de (nesh edilmeye de ) çalışılmıştır. Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse çok açık olarak Kur'an'da zinanın cezası yüz celde (cilde vurulan sopa) olarak ifade edilmişken ve bunun uygulanması içinde zina eden kişileri en az dört kişinin görmesi gibi bir şart konulmuşken (yani bu günah ancak alanen işlenirse bu ceza uygulanabilir iken), uydurma hadislerle, zina eden evlilerin ve dulların recmedilmeleri (taşlanarak öldürülmeler) gerektiği iddia edilmiştir. Hatta bu iftira hükmü doğru çıkarmak amacıyla, recm ile ilgili âyetin bir keçi tarafından yenildiği için Kur'an'da bulunmadığını, hükmünün ise devam ettiğini savunmuşlardır.Sizinle dalga geçmiyorum, recm âyetini keçinin yemesi ile alakalı hadisler Kur'an'la eşdeğer olarak görülen hadis kaynaklarında onlarca kaynakta yer almaktadır. Sonuçta uydurma hadislerle hem Kur'an'la çelişkili, hem Kur'an'a hakaret içeren, hem mantıksız, hem de bu sebeplerden dolayı Allah Resulüne karşı iftira olan birçok ifade din haline gelmiştir.Allah Resülü sosyal yaşam içinde veya devlet başkanlığı kişiliğiyle mutlaka dünyevi bir takım kararlar almış ve sözler söylemiştir.Ancak bunlar içinde bulundukları dönem ile sınırlı kararlardır ve dini açıdan bir bağlayıcılığının olması söz konusu değildir.Dini konularda Yahudi ve Hristiyanlar âlimleri de aynı hatayı yapmış ve kutsal kitapların yanına çeşitli hadis ve fıkıh kitaplarını da ilave etmişlerdir.Bu yolla uydurmacılık yayılarak meşru kılınmıştır.Ancak Allah'ın yardımı sayesinde Kur'an'ın metni bozulmadan, değiştirilmeden günümüze kadar ulaşmıştır.Bu yüzden Yahudi ve Hristiyan din adamlarının düştükleri hatalardan ders almak ve aynı hatalara düşmemek için Kur'an'ın yanına din adına başka bir kaynak ilave etmemek gerekir.Dinin emir ve yasakları sadece Kur'an âyetlerindedir.Allah Resülü bunları tebliğ etmiş ve Nebi(a.s) bunlara uymuştur.Yazımızın başında da dikkat çektiğimiz gibi bu konuda pek çok âyet bulunmaktadır.Mesela,şu âyete bakın yüce Allah ne buyuruyor?"De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, sizin de onların da rızkını biz veririz, kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız "(En'am- 151 )Bu âyetteki "Deki : Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım" cümlesi önemlidir.Demek ki başka hiç kimse bir şeyi haram veya helal kılamaz.Dolayısıyla âyetlerin arka planda kalan manaları önemlidir.
12 Haziran 2021 Cumartesi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (37.YAZI)"Öncelikle saygılarımı dile getireyim hocam!Varolun, amacım sizi övmek değil, takdir ve teşekkür etmektir...Bu yazınızdan şunu anladım kavramların Kur'an'ı anlamadaki önemi!Kavramlar yeterince bizlere öğretilseydi bu gün islam alemi bu pozisyonda olmazdı.Kendine âlim, hoca dedirten zevatlara ihtiyaç duymazdık ve üzerimize pislik yağmazdı....Teşekkür ve takdirlerimi sunuyorum vesselam"(Murat Özdemir- "Allah Dilediğine mi Hidâyet Eder, Dileyene mi? adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Kur’an’da yer alan “beşer” ve “insan” kavramları her ne kadar eş anlamlı gibi görünseler de ilgili âyetler incelendiğinde farklı bağlamlarda kullanıldıkları göze çarpar. Kavramlar arasındaki ortak nokta ise ikisinin de aynı varlığı ifade etmeleridir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:“Biz insanı kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan yarattık” (Hicr-15/26)“Rabbin meleklere demişti ki “Ben kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan bir beşer yaratacağım” (Hicr- 15/28)Rabbimiz, “kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan” yarattığını ifade ettiği Adem için, birbirini takip eden âyetlerde hem “insan” hem de “beşer” kavramlarını kullanıyor. Bu da Adem’in ve onun türünün yaratılış itibariyle bu iki vasfı taşıdığını gösterir. Bu vasıflar arasındaki farkın ne olduğunu da ilgili diğer âyetlerden öğreniyoruz.a) BeşerKur’an, insan türüyle ilgili fizyolojik yapısı bağlamında bir şey söyleyeceği zaman “beşer” kavramını kullanmaktadır. Örneğin Yusuf’un (a.s) güzelliği karşısında ellerini kesen kadınlar onun bir “beşer” olamayacağını söylüyorlardı:“Dedikoduları kadının kulağına gelince davetçiler gönderdi. Onlara (meyve) hazırladı; her birine bir bıçak verdi. Sonra Yusuf’a: “Haydi yanlarına çık” dedi. Kadınlar Yusuf’u görünce büyülendiler ve ellerini kestiler. Dediler ki “Olmaz böyle şey! Allah için bu bir beşer değil, olsa olsa kerim bir melektir” (Yusuf-12/31)Allah’ın elçileri de gönderildikleri toplumlarda “yeme-içme” gibi fizyolojik bazı özelliklerinden dolayı dışlanmışlardır. Zira toplumlar kendileri gibi etten kemikten bir beşer değil, bir melek talep ediyorlardı. İlgili bazı ayetler şöyledir:“Halkı içinden (yapılan uyarıları) görmezlik eden, dünya hayatında kendilerine geniş imkânlar verdiğimiz halde âhiret buluşmasını yalan sayan önderler şöyle dediler: Bu adam sizin gibi bir beşerden başka ne ki? O da sizin yediğinizden yiyor; içtiğinizden içiyor. Eğer sizin gibi bir beşere boyun eğecek olursanız, gerçekten kaybedersiniz” (Mu’minûn- 23/33-34)"Kendilerine doğru yolu gösteren bir Resül gelince insanları inanmaktan alıkoyan şu sözleridir: “Allah elçi olarak bir beşer mi gönderdi?” De ki “Yeryüzüne yerleşip dolaşanlar melekler olsaydı, onlara elçi olarak elbette gökten bir melek gönderirdik” (İsrâ-17/95-96)Ölümlü bir varlık olarak yaratılmış olmamız da biyolojik yapımızla ilişkilidir. Rabbimiz bu gerçeği ifade ederken “beşer” kavramını kullanmaktadır:“Senden öncekilerden hiçbir beşeri ölümsüz yapmadık. Sen ölsen onlar ölümsüzleşecekler mi?” (Enbiyâ- 21/34)b) İnsan“İnsan” kavramının geçtiği âyetlerde insan türünün sosyal bir varlık olması özelliğinden bahsedilmektedir. Mesela: Rabbimiz insana öğrettiği şeylerden bahsederken bu kavramı kullanmaktadır:“O, insana bilmediği şeyleri öğretmiştir” (Alak- 96/5)“İnsanı yarattı. Ona kendini ifade etmeyi öğretti” (Rahmân- 55/3-4)İnsanın özgür iradesiyle ortaya koyduğu davranışlarla ilgili de bu kavram kullanılır:“İnsan kesinlikle zarardadır. Zararda olmayanlar; inanmış olan, iyi işler yapan, birbirine doğruları tavsiye eden ve sabırlı olmayı tavsiye eden kimselerdir” (Asr- 103/2-3)“Yok, yok… İnsan kesinlikle taşkınlık eder; kimseye ihtiyacı kalmadığını anlarsa eğer!” (Alak- 96/6-7)Ayetlerde “sorumluluk ve imtihan” söz konusu olduğunda yine “insan” kavramı devreye girmektedir:“Biz emaneti; göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkup titrediler. Onu insan yüklendi. O da çok zalimleşti ve kendine hakim olamadı.” (Ahzâb- 33/72)“Biz insanı, çok bileşenli döllenmiş yumurtadan yarattık. Yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz; o nedenle onu işiten ve gören bir varlık haline getirdik” (İnsan- 76/2)İnsanın ahiretteki durumuyla ilgili âyetlerde de bu kavram kullanılır:“O en büyük toplantı başladığında, insan yapıp ettiklerini bir bir hatırlar.” (Nâizât-79/34-35)“İnsan o gün: ‘Kaçıp sığınılacak yer nerede?’ der.” (Kıyâmet- 75/10)“O gün Cehennem de oraya getirilmiş olur. O gün insanın aklı başına gelir ama ne fayda!” (Fecr- 89/23)Sonuç olarak, âyetlerde “beşer” kavramı, insanın etten kemikten bir varlık olması bağlamında kullanılırken “insan” kavramı irade ve sorumluluk sahibi, düşünen, icat ve yeteneği olan sosyal bir varlık bağlamında karşımıza çıkmaktadır. Fakat başta ifade ettiğimiz gibi beşer de insan da farklı iki varlığın değil; aynı varlığın iki ayrı vasfıdır.(Nun Kalem-'Beşer ve İnsan" adlı yazıya yaptığı yorum) ------------------------------------------------------------"Ali hocam!Emeğine, yüreğine sağlık olsun!İşin zor tarafı ŞİRK işlediklerine inanmıyorlar. Şirkle ilgili âyetlerin muhatapları sadece Mekke'deki Kureyş kabilesiymiş gibi hiç üzerlerine almıyorlar. Muhammed (a.s) ı dinin ortağı sayıyorlar. Bunları anlatınca da bizi Allah Resülünün (Resul ile Nebi'nin hangi anlama geldiğini bilmiyorlar) düşmanı zındık, İngiliz ajanı, yahudi vb. sıfatlarını layık görüyorlar" (Salim Baykara- "Uydurma Din ve Mezhebler Belası" adlı yazıya yaptığı yorum)
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN TEK KAYNAKTIR (5.YAZI )Kuran'ın hiçbir âyetinde "Nebi'ye veya Muhammed'e itaat edin "diye bir emir bulunmaz.İtaat sadece Allah ve Resülü ilgili bir emirdir.Çünkü Resül, Allah'ın mesajlarını bize ulaştıran resmi görevli kişidir.Görevi sadece vahyi tebliğ ve beyan etmek, âyetleri okumak, ve ilan etmektir."Allah'a itaat edin, Resül'e itaat edin, sorumluluk bilincine sahip olun. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin: Bizim Resülümüze düşen sadece apaçık bir tebliğdir" (Maide- 92) "Resül'e düşen, tebliğden başka bir şey değildir. Allah sizin açığa vurduklarınızı da gizlediklerinizi de bilir"(Maide- 99) "Ya onlara vaad ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz yahut da seni vefat ettiririz.O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer"( Ra'd- 40)"... Resüllere düşen, apaçık tebliğden başkası değildir" (Nahl- 35) ""Yine de yüz çevirirlerse artık sana düşen açık bir tebliğden başka bir şey değildir"(Ankebut- 82) "Eğer yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki ümmetlerde yalanlamıştı. Resule de düşen, açık bir tebliğden başka bir şey değildir"(Ankebut- 18)"Yüz çevirirlerse, biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. sana düşen tebliğden başkası değildir"( Şura- 48) Âyetleri incelediğimizde, Kur'an'ın din ve hüküm olarak yeterli olduğu, Kur'an'da geçen konuların ise detaylı ve anlaşılır bir biçimde ifade edildiğini görüyoruz.Allah resulü hayattayken de vefatından sonraki ilk yıllarda da din adına sadece Kur'an tek kaynak olarak kabul edilmiştir.Resulullah (a.s ) ve etrafındaki Müslümanlar din adına anlatıp yaşadıkları Kur'an âyetlerinden başka bir şey değildi.Mevcut hadis kitaplarını inceleyen ilim ve insaf sahibi her kişi, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, vahyin akıl ve mantığına, Resulullah (a.s )ın mükemmel ahlakına muhalif binlerce hadis bulacaktır.Dolayısıyla bu kitapları dinin kaynağı olarak kabul etmenin Kur'an'a ve Allah Resulü'ne iftira olduğunu anlayacaktır.Hadisler yüce İslam dinini yaşanmaz, Allah Resulü'nü tanınmaz hale getirmişlerdir.Resülüllah (a.s ) hadislerde (Haşa ) sanki bir Yezid, Haccac, Mervan, F Gülen gibi dengesiz ve gaddar, Said Nursi gibi şizofren biri olarak gösterilir.Hadislerin dinin kaynağı olamayacağını, sadece içlerinde saçma sapan ya da tutarsız olanlar var oldukları için değil, en temel olarak Kur'an'a göre, Kur'an'ın dinin tek kaynağı olduğu için reddediyoruz.Yukarıda ele aldığımız âyetlerle bunu gösterdik.
11 Haziran 2021 Cuma
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(36.YAZI)"Yusuf Yorulmaz bey!Bir tarafta din adına binlerce insanı aldatarak doğru yoldan alıkoyan birine toz kondurmayıp, öbür yanda ise, bu yanlışları Kur'an ışığnda, Allah'ın âyetlerini delil göstererek insanlara açıklayan Ali Aydın hoca'yı eleştirme gereği duyuyorsunuz.Bu mu sizin İslam ahlakınız ve Kur'an anlayışınız?Yani simdi Resul (a.s) bu Kur'an'ı tebliğ ederken müşriklere hiçbir şey demedi, onların yanlışlarını, yaşam tarzlarını, Yahudi ve Hristiyan din adamlarına ve âlimlerine hiç bir şekilde eleştiri ve kınama getirmedi öyle mi? Sizce gerçekten böyle mi yaptı?(Orhan Memisoglu-" Nurculuk" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------"Eyvallah değerli hocam!Eline, diline vede çok güçlü kalemine sağlık!Tanıdığım arkadaşlar içinde Kur'an'ı ön plana koymuş hocalar bile bu hadis bataklığından bir türlü kurtulamıyor"(Davut Yazici- Önemli Bir Mesele" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Hocam, elinize sağlık!Konuyu, âyetler ışığında gayet anlaşılır ve net bir şekilde ortaya koymuşsunuz Allah'ın sadece vahiy ile ölçüyü koyduğu, ardından insana iradesi doğrultusunda yalnız vahye uyup iyiye ya da vahiy'den kopup kötüye sapma özgürlüğü verdiği net olarak verilmiştir.Allah'ın sonsuz ilim ve hikmetiyle olabilecek herşeyi önceden bilmesi ayrı bir şeydir. Bunu bildiği halde sürece müdahale etmeden insanın iradesine bırakması ayrı bir şeydir. Burda sizin de vurguladığınız gibi doğruya, hidayete ulaşma ya da ulaşmama sonucuna giderken elimizdeki tek ölçü vahiy yani Allah'ın kitabı Kur'an'dır.Yani Kur'an'ın rehberliği olmadan hiç kimse hidayete ulaşamaz, bunun başka bir yolu yoktur. Ya da bir kişi sapkınlığa doğru yol almışsa, buda onun Kur'an'a uymadığından, vahyi yok saymasındandır. Selam ve saygılar"(Faruk Fidan- "Allah Dilediğini mi Hidâyete Ulaştırır, Dileyeni mi? adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Sevgili hocam!Elinize, dilinize sağlık.. Merak ettiğim konu şu!Ben kendi evinde, sürekli namazında, orucunda olan ve hiç kimseyle kavga etmeyen son derece mütevazi ve fakir bir evde büyüdüm. Doğruyu söylemek gerek..." Kur'an duvarda bir bez torbada asılı dururdu. Beni ve üç kardeşimi klasik mahalle arası Kur'an kursu eğitimine gönderdiler...Yıllarca hiç anlamadan -tâbirimi mazur görün- papağan gibi Kur'an okudum. Ninem ve dedemle birlikte benden büyük olan bütün akrabalarım Kur'an okumam konusunda çok ısrar ediyorlardı. Ortamı tarif etmeye gerek yok, bugün artık elimizde mealler var.Geçmişime, gençliğime bakıp da Kur'anla kıyasladığım zaman, hayatımda vicdanımı rahatsız eden hareketlerimin olduğunu muşahede ettim.Şimdi geceleri uykularım kaçıyor. İnsanlara bilerek ve isteyerek zulmetmedim. Ama vahiy'den habersiz yaşamam beni çok üzüyor. Çocukluk ve gençlik yıllarımızda günümüzdeki gibi, yaygın mealler olmadığı gibi, bizi hakka ve doğruya yönlendiren yani Kur'an'ı anlatan olmadı..."Yaş 75 oldu.Ne zaman gerçek dünyaya gideceğimi tabii ki bilmiyorum. İçimi sürekli kemiren pişmanlıklarım var..."Çoktaan tevbe ettim. Bize çocukluk ve gençlikte verilmeyen bilgiden -vahyi kasdediyorum- biz mi sorumluyuz. Hayırlı günler dilerim"(Ali Kurtar- Allah Dilediğine mi Hidâyet Eder Dileyene mi? adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Eyvallah hocam!Emeğine sağlık.Saygı ve selamlar Yüce Rabbimiz insan iradesine sürekli olarak vurgu yaparken, âlim kılıklı cahiller insan iradesini ve aklı devre dışı bırakmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.Aslında insanın iradesini yok saymalarındaki esas amaç iradesiz ve akılsız kalan insanı kendilerine bağlayıp onu köle gibi sömürmek içindir. (Menderes Ates-"Allah Dilediğine mi Hidâyet Eder Dileyene mi?" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Halbuki bize iman duası olarak öğretilen" hayrihi ve şerrihi min Allahi teala"-hayır ve şer Allah'tan'dır- yani kişinin yaptığı bütün kötülükler için, kaderimde varmış deyip Allaha fatura etmeler. "Biz size birçok feresetler indirdik artık kimi gözünü açarda hakkı görürse kendisi için görür kimde körlük ederse ( ene le hafizun) ben üzerinize bekçi değilim(En'am-104)Yüce Allah, iradenizi, anlama yeteneğini, basiret ve feraset olan vahyi ve azim Kur'an'ı verdim buyuruyor.Bunları yerinde kullanmayanları da cehennem ateşiyle cezalandıracağını vâdediyor. Saygıdeğer hocam, en doğrusunu Allah bilir.Yüreğinize sağlık""Şükrü Burç-" Allah Dilediğine mi Hidâyet Eder Dileyene mi? "adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------"Kardeşim!Yazılarınızı içtenlikle okuyor ve düşünerek takip ediyorum. Allah razı olsun! Bilgilerinizden faydalanıyorum. Hepsine bütünüyle katılıyorum.Tabiki Kur'an, din, Nübüvvet ve Risâlet konularına ve diğer İslami konulara ekleme yapan hadisçiler yada mezhepler hakkında yani veli ve ulema denilen şahısların inanç ve fikirleriyle fazla ilgilenmiyor ve onları okumayı gerek görmüyorum. Kardeşim!İnşallah giderek çoğalacağımızı umut eder bu uğurda emek harcayan samimi Kur'an müslümanlarına başarılar diliyorum! Herkesin anladığı dilde Kur'an'ı hayatına geçirmeye davet ediyor, saygılarsunuyorum" (Hüseyin Bostan-"Namazı Milletin Başına Bela Ettiler Sözünün Anlamı" adlı yazıya yaptığı yorum)
ÜMMETİ ALDATMAYA HAKKINIZ YOKTUR.Hak, hidayet, hanif din yani ihlas ( dini Allah'a özel kılma) yani islam Allah'tan indirilen ve Resulün tebliğ ettiği vahiy'den başka hiçbir şey değildir.Atalarınızın dedikoduları hâk din değil, karanlık, ilkel, batıl, katmerli şirk ve küfür dinidir.Nebi ve Resülün arasında bulunan farkları bilmeden, bağlam ve bütünlüğü içinde Kur'an'ın üzerinde düşünmeden, son vahiy'de var olan kavramları doğru olarak çözmeden, din ve hüküm olarak Allah'ın mesajını tek kaynak kabul etmeden, dinden ve imandan konuşup ümmeti aldatmayın.Allah'ın dininde tek meşru alan Kur'an'dır.(En'am- 153, 155)Kur'an'ın dışında kalan bütün kurum ve kuruluşlarınız karanlık mafya yapılanmalarından başka hiçbir şey değildir.(İbrahim- 1; En'am-122; Yusuf- 39,40- Necm- 23)Sizin âlim olarak algıladığınız, masum bir bebek gibi gördüğünüz ve göklere çıkardığınız muhaddis ve müctehidlerinizin, Allah'ın indinde mafya babaları kadar değerleri bulunmamaktadır.
10 Haziran 2021 Perşembe
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLARI(35.YAZI)"Hocam!Sizi takip ediyorum, Rabbim ilminizi arttırsın.İlim kitaptan değil, Allah’tan alınır, bunu kesin olarak görüyoruz. Rabbim de bu konuda size gerçekten çok cömert davranmış,(Dacak Kadir-"Kuransız Din" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Değerli hocam!Elinize sağlık, konuya gayet güzel bir giriş yapmışsınız.Beşer aslında canlıların içinde yer alan insan türünün dıştan görünebilen, anatomik yapısını ve bedensel işleyişine ait fizyolojik özelliklerini ifade eden, ancak henüz insana özgü bilişsel ve duygusal kaabiliyetlerle (akıl, düşünme, idrak, icat, sorumluluk, vicdan, irade, sevgi, merhamet, kin, nefret v.b.) donatılmadığı fiziksel ve yapısal görünümünün tanımıdır. "Beşer" kelime anlamı olarak ta dıştan görünebilen, dış örtü ve deriyi ifade eder. Buna bir örnek vermek gerekirse, "beşer" kelimesinden türetilen ''mübaşere'' dir. İki cinsin birbiriyle cinsel amaçlı tensel teması yani bir araya gelmeleri demektir.Selam ve saygılar dilerim. Yazınızın devamını sabırsızlıkla bekliyorum" (Faruk Fidan- "Kur'an'da Beşer ve İnsan Kavramları" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Hocam!Adıyaman Menzil tarikatına ait olanSemerkant tv.de izledim.Şemsettin Bektaşoğlu adlı şarlatan aynen şunu anlatıyordu."Zamanın birinde İzmir'de zelzele oldu, halk korktu, kahta gavsına!! sığındılar.Gavs hemen ayağa kalkarak depreme dedi ki: Ey zelzele!" Sen bir mahluksun, sakinleş"Ve o da sakinleşti ve zelzele gavs'a dedi ki:"Ben sana itaat etmekle emrolumdum"Bir karış beyaz sakalla ekranlara çıkmış utanmadan, sıkılmadan yalan söylüyor.Onun için diyorum ki, keramet anlatanların ve onlara iman edenlerin alayı sahtekardır, yalancıdır, hokkabazdır, düzenbazdır. Milletin kanını emen kenelerdir, sülüklerdir.İyi iftarlar"(Bedrettin Köprücü-"Depremler Cezalandırma Değildir" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------------"%95 i, belki daha fazlası inançsız yaşayan Japonlar, yaşam tarzlarını, gerek sosyal hayatlarını, gerek devlet yönetmede liyakat meselesini, islamın öngördüğü ahlak kurallarını hayatlarının olmazsa olmazı yapsınlar. Biz de Nasa'dan fırlatılan uzay mekiğinin bazı şeyhler tarafından vidaları gevşetilerek nasıl düşürüldüğü masalını dinleyelim inananlar olarak.Hocam! Yolunuz çok uzun ve çetrefilli, bunu sayfa takipçileriniz olarak çok iyi anlıyoruz.Tuttuğunuz yolda, yaradan yar ve yardımcınız olsun..." Selamlar saygılar"(Dost İnan- "Depremler Cezalandırma Değildir" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Yusuf Yorulmaz kardeşim! İman ettiğiniz kitablar, hangi nedenlerden dolayı eleştiriliyor, hiç akletme zahmetinde bulundunuz mu ? Ali Aydın hocam, o inandığınız kitabların aslında inananları nasıl şirke sürüklediğini açıklıyor, bunu anlayamayacak kadar kalpleriniz katılaşmış, gözleriniz kör olmuştur sizin işiniz Allah'a kalmıştır. Ali Aydın hoca, gerçekleri gözünüze soksada sizin bunları görmeniz mümkün değildir.(Eyup Acıktepe-" Nurculuk" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------ "Değerli hocam, elinize sağlık. İslam tarihi maalesef Rasulullah'tan sonra başlayan çözülme, bozulma, çekişme ve kanlı mücadelelerle, vahyin, toplumu hedeflediği düzeye ulaştımayı bırakın, İslam toplumu daha da geriye giden bir sürece girmiştir. Tabi bu durumun temel sebebi gayet açıktır; Rasulullah döneminde yaşanan arı, duru, halis, orijinal, sadece Kur'an'ı temel alan hanif İslam yerine, vefatından sonra dindeki temel değerleri içeren Kur'an'dan uzaklaşıp, din olarak uydurma rivayetler ve ictihadlar, gelenek ve kabile âdetleri, iktidar hırsının vahşi kuralları hayata hakim olmuştur. Bence yazınızın can alıcı noktası ve verilmek istenen mesaj şu soruda yatıyor. "Bu kadar uydurma rivayet ve içtihatlarla oluşmuş mezhepler, siyasi çıkarlar, gelenekler, devlet politikaları, dini kurum ve şahıslar eliyle toplumun Allah Resulü ve Kur'an'dan uzaklaştırılıp koparıldığı ve bu değerlerden habersiz bırakıldığı için, bu ümmeti kendisine KUR'AN ve ELÇİ gelmemiş, Kur'an ve Elçi ile muhatap olmamış kabul edebilir miyiz? . Evet bu ümmet din olarak sorumlu bir ümmet sayılabilir mi? . Selam ve saygılar"(Faruk Fidan- "Önemli Bir Mesele" adlı yazıya yaptığı yorum)
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN TEK KAYNAKTIR (4. YAZI ) Kur'an din adına gerekli olan her detayı içerir :"Allah size kitabı detaylandırılmış bir halde indirmişken, Allah'ın dışında bir hakem mi arayayım? (Enam-114)"Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kur'an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetti. Allah bağışlayandır, merhamet edendir"(Maide- 101) Bir konu Kur'an'da yer almıyorsa bu, Allah unuttuğu için değildir :"Rabbin asla unutkan değildir"( Meryem- 64) Kur'an dini konularda eksiksiz bir kitaptır :"Kitap'ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık"(Enam- 38) "O yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır" (Yasin- 69) Kur'an din adına hüküm koymaya kalkanlardan delil ister :"Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? Hiç mi öğüt almıyorsunuz? Yoksa sizin apaçık olan bir kitabınız mı var? Şayet doğru söylüyorsanız kitabınızı getirin"( Saffat- 154,156,157 )"Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa okuyup, ders almakta olduğunuz bir kitabınız mı var? içinde keyfinize uyanın sizin olduğu"(Kalem- 36, 37)Yüce Allah, tüm Resüllere indirdiği ile hükmetmelerini emretmiştir :"Sen de (Ey Resul!) aralarında, Allah'ın indirdiğiyle hükmet..."(Maide- 49 ) Kur'an'a uyan, Allah Resülün'e uymuş olur.(Ey Nebi!) "De ki: Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum... " (Enbiya- 45)"Böylece biz seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmete, sana vahyettiklerimizi okuman için gönderdik" (Ra'd- 30)"Bu Kuran, bana, sizi ve kime ulaşırsa ulaşsın onunla uyarmam için vahyolundu" (Enam- 19)"Onlara âyetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda bizimle karşılaşmayı ummayanlar derler ki: "Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir"De ki: "Benim onu kendiliğimden değiştirmem asla mümkün değildir. Ben sadece bana vahyedilene uyarım, Eğer Rabbime isyan edersem büyük günün azabından korkarım" (Yunus-15)Kur'an detaylandırılmış ve Allah tarafından açıklanmıştır :"Andolsun ki size açıklayıcı âyetler, sizden önce gelip geçenlerden örnekler ve korunup, sakınanlar için de bir öğüt indirdik"(Nur- 34 )"Bunları Kur'an'da türlü türlü şekillerde açıkladık ki öğüt alıp hatırlasınlar. Fakat bu sadece kaçışlarını arttırıyor" (İsra-41)"Andolsun bu Kur'an'da her örnekten insanlar için türlü türlü açıklamalarda bulunduk insanların çoğu ise bunu tanımamakta ayak diretmektedirler" (İsra- 89 )"Bak iyice kavramaları için âyetleri nasıl türlü türlü şekillerde detaylandırıyoruz " (En'am- 65 )"Bilgiyle uzun uzadıya, etraflıca açıkladığımız, inanan bir toplum için doğruya iletici ve rahmet kaynağı olan bir kitabı onlara getirdik"(Araf- 52 )"Bu Hakim ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri hüküm ifade edici kılınmış ve sonra detaylandırılıp açıklanmış bir kitaptır.Allah'tan başka kimseye kuluk yapmayasınız diye"(Hud-1,2 )Allah Resülünün görevi :Allah Resulü'nün ve bütün Elçilerin görevi Allah'ın kitabını insanlara ulaştırmaktır.Resülün görevi vahyi tebliğ etmek, vahyi duyurmak ve olduğu gibi ilan etmektir.Bu mesaja müdahalede bulunmak, ilaveler ya da değişiklikler yapmak Resüllerin vazifeleri olmadığı gibi, böyle bir eylemi gerçekleştirdikleri de düşünülemez.Nebi ise, elçi olan şahsiyetin özel hayatını temsil ettiği için onur ve şerefi, aile hayatı koruma altına alınmıştır. Dokunulmazlığı vardır.Fakat sözleri bağlayıcı değildir. Çünkü Nebi makam ve mertebesinde olan şahsiyet bazı söylem ve eylemleriyle Kur'an tarafından bir çok yerde uyarı almıştır.Bizi bağlayan ve sorumlu olduğumuz tek şey Allah Resulü'nün dilinde hayat bulan vahidir.Bu küçümsenecek ve basite alınacak bir görev değildir.
9 Haziran 2021 Çarşamba
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN TEK KAYNAKTIR (3. YAZI )Dini konularda yapılan tartışmaları takip ettiğimizde çoğu zaman dikkate alınmayan önemli bir hususun göz ardı edildiğini görmekteyiz.Bu husus yöntem sorunudur. Din adına farklı doğruların olabileceğini iddia eden anlayışa göre, din adına hüküm çıkartırken Kur'an'ın yanında başka kaynaklardan yararlanmak mümkündür.Peki gerçekte dinin kaynağı nedir? Bu soruya verilecek cevap, hem yüzlerce temel sorunun cevabı olacak hem de dini anlamadaki yöntemimizi belirleyecektir. Kur'an âyetleri incelendiğinde dinin tek geçerli kaynağının Kur'an olduğunun her fırsatta vurgulandığını görmekteyiz. Din adına tek hüküm sahibinin yalnız Allah olduğu, Allah'ın dininin Kur'an'ın indirilmesiyle tamamlandığı, Allah'ın sözünden başkası söz arayanların şiddetle kınandığı, Allah Resulü'nün görevinin Allah'ın âyetlerini tebliğ etmek olduğu, Kur'an'ın detaylandırılmış ve apaçık bir kitap olduğu, hesap günü herkesin kitaptan sorumlu tutulacağı gibi ifadeler birçok âyette yer alır. Şiilik ve Sünnilik: Kur'an'ın ortaya koymuş olduğu dinin dışında, din adına Kur'an'ı yetersiz kabul eden, dinin tam anlamıyla anlaşılıp açıklanması için Kur'an'ın yanında Resülüllah'a ait olduğu iddia edilen ve sayısı milyonları bulan kirli, şaibeli, sabıkalı, karanlık rivayetleri, kendi keyfi kabul ve anlayışları ile seçen mezhep imamlarının inanç ve yorumlarının Allah'ın vahyinin üzerine çıkarırcasına dinin kendisi haline getirilmesidir.Şimdi Allah'ın kitabından hareketle neden dinin yegane kaynağının Kur'an olması gerektiğini görmeye çalışalım. Din adına Kur'an'ın yeterliliği:"Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik"(Nahl- 89 )"Rabbinden ona mucizeler indirilmeli değil miydi? derler. De ki mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? elbette iman eden bir millet için onda rahmet ve ibret vardır"(Ankebut- 50, 51 )Hüküm yalnız Allah'ındır :".. Hüküm yalnız Allah'ındır. O kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dost doğru olan din İşte budur. Ama insanların çoğu bilmiyorlar"(Yusuf- 40)"Allah Kendi hükmünde hiç kimseye ortak kılmaz. Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek hiçbir Kudret yoktur"( Kehf- 26,27)Kur'an'ın indirilişinin tamamlanmasıyla din de tamamlanmıştır."...Bugün dininizi ikmal ettim. Üzerinize (tevhid) nimetimi tamamladım ve siziniçin İslam'a razı oldum..."(Mâide-3)"Rabbimin sözü hem doğruluk, hemde adalet bakımından tamamlanmıştır. Onun sözlerini değiştirebilecek hiçbir kuvvet yoktur"(En'am- 115 )Kur'an'ın indiriliş sebebi :"Bu bir kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, övgüye layık, Aziz olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdik" (İbrahim- 1 )"Bu Kur'an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar de insanlara gönderilmiş bir belağ'dır"(tebliğdir--bildiridir)(İbrahim- 52)"Bu Kuran, insanlar için bir bayan (açıklama), Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için (sorumluluk bilincini veren) bir hidayet ve bir öğüttür"(Âli İmran- 138)"Ey Resül! Deki: İman edenlerin (kalplerini imanda) sağlamlaştırmak, müslümanlara hidayeti göstermek göstermek ve onlara müjde olmak üzere onu Rabbinden hak (bir amaca yönelik) olarak indirdi"(Nahl-102)
8 Haziran 2021 Salı
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN TEK KAYNAKTIR (2. YAZI )Kur'an'a müracaat eden, onun nuruyla nurlanan, gerçekleri hemen anlayacaktır. Allah sizleri Kur'an'dan hesaba çekeceğim buyurduysa (Zuhruf-44) ve Allah Resülü (a.s) bu âyeti ve buna benzer yüzlerce âyeti topluma tebliğ ettiyse, Allah Resulü'nün Kur'an dışında bir yolu ve rehberi vardır denilmesi, büyük bir cürüm, affedilmez bir günah, korkunç bir vebal, ağır bir sorumluluk, lanetlik bir zulüm, altından kalkılamaz bir yük olmaz mı? Yüce Allah, Zuhruf 36. âyetinde, "Kim Rahman'ın zikrini(Kur'an'ı) görmezden gelirse, ona bir şeytanı musallat ederiz" buyuruyor. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri batıl itikadlarına kanıt olsun diye, Allah Resulü'ne öyle yetki ve sorumluluklar yüklüyorlar ki, bu hataları onları Kur'an'dan dolayısıyla hanif İslam dininden saptırdığının farkına varamıyorlar. Yüce Allah, Resüllere verdiği yetki ve sorumluluklardan birkaç âyeti hatırlatmak istiyorum."Eğer siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önce geçen bütün ümmetler de yalanlamışlardı. Resüllere düşen apaçık tebliğden başka bir şey değildir"(Ankebut-18)"Biz Resüllerimizi sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndeririz. Kafir olanlar ise hakkı yerinden kaydırıp ortadan kaldırmak için batıl uğruna mücadele verirler.Âyetlerimizi ve kendilerine yapılan tehditleri de alay konusu edinirler"(Kehf- 56 )(Ey Resül!) "Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin"( Gaşiye- 21)"Dediler ki: Ona rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? De ki: Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir millet için onda rahmet ve ibret vardır"(Ankebut- 50, 51)"Ve (Allah tarafından ) Kur'an okumam emredildi. Artık Kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur, kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım"(Neml- 92 )Demek oluyor ki, hidayet sadece Kur'an ile sağlanıyormuş.Tek hidayet kaynağı Allah'ın kitabı Kur'an mış.Son vahiy sayesinde Allah'ın elçisine verdiği yetki ve sorumlulukları biliyoruz.Son vahyin muhatabı olan Muhammed (a.s) Kur'an dışında dine ilave tek bir söz söylemiş ya da yazdırmış olabilir mi? Hepimiz bu dünyada imtihandan geçiriliyoruz. Yüce Rabbimizin yegane emri, O'nun himayesi olan Kur'an'a sığınmak ise,(Âli İmran-103) bizlere düşen en önemli görev, beşer'in himayesine değil, sorumlu olduğumuz Allah'ın güç ve himayesine sığınmak olmalıdır. Dilerim hesabın görüleceği o çetin gün, yaptıklarından pişman olup da,, "KEŞKE FALANI DOST EDİNMESEYDİM" (Furkan-27,28) diye feryat etmeyen, yalnız Allah'ın himayesi olan Kur'an'a sığınan, Rahman ve Rahim'in has kullarından oluruz.
7 Haziran 2021 Pazartesi
ZAN (ALGI) HAKKIN YERİNİ ALDI"Bütün bu (kulluk ettiğiniz, evliya ve ilah olarak gördüğünüz- muhaddis-müctehid- müfessirler) sizin ve atalarınızın taktığı (boş-batıl) isimlerden başka bir şey değildir. Allah onların (dinde söz sahibi oldukları) hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici hidayet (Kur'an) gelmiştir.(Necm-23)Algı:"Kur'an yeterli değildir, hadisler olmazsa Kur'an anlaşılmaz" "Sünnet'in Kur'an'a ihtiyacından daha çok Kur'an sünnete(hadislere) ihtiyaç duyar."Mezhepler olmazsa din olmaz, mezhepler bir kolaylıktır""Hadisler Kur'an'ı, içtihatlar ise hadislerin tefsiridir" "Kur'an çok zor ve anlaşılmaz bir kitaptır" "Allah Resulü'nün Kur'an'ı açıklama görevi vardır""Allah Resulü'nün örnekliği hadislerin hayata geçirilmesidir"Yani "hadisler Kur'an'ın pratik olarak yaşanmasıdır""Din için sadece Kur'an yeterlidir" diyenler Allah Resulü'nü devre dışı bırakan İslam ve "peygamber" düşmanlarıdır" "Din ve hüküm olarak Kur'an yeterlidir" diyenler dinde usul bilmeyen kimselerdir""Sahabeler gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz""Sahabelerden sonra en faziletli nesil tabiindir" "Allah Resulü'nün yaşadığı zaman" "Asrı Saadet" devridir. "Ehli Sünnet mezheplerinin hepsi haktır, mezhepler dini kolaylaştırıyorlar""Mezhep imamları çok büyük ve değerli âlimlerdir. "Dinin kaynağı dörttür"1-) Kitab (Kur'an) 2-) Sünnet (hadisler)3-) İcma (Ehli Sünnet âlimlerinin sorgulanamaz inanç ve fikir birliği) 4-) Kıyas'ı Fükaha( âyet ve hadiste yoksa bilinen bir şeyle kıyas yaparak ictihad yapmak)"Ahirette affedilmeyecek tek günah insan hakkıdır""Dinin direği namaz kılmaktır""Hac ve Umre yapanların bütün günahları bağışlanır""Cünup olarak dolaşmak, cünüp olarak bir şey yemek ve içmek, sohbet etmek günahtır"Dört mezhepten başka hak mezhep yoktur" "Buhari hadis kitabı Allah'tan gelmiş gibi çok doğru bir kitaptır""Kütüb-ü Sitte (altı hadis kitabı )Allah Resulü'nün sözleridir""Hadisler Allah Resulü'nü temsil ederler" vs,HAK:"Din Allah tarafından indirilen Kur'an ile tamamlamıştır"(Maide- 3) Allah Resulü hayatı boyunca sadece Kur'an ile uyarı görevini yerine getirmiştir"( Enam-51- Kaf-45- Enbiya-45) Nebi (a.s) sadece Kur'an'a uymuştur, zaten Allah'ın kendisine emri de bu istikamettedir.(Enam-106; Yunus-15,109 - Ahkaf-9)"Hak sadece Allah'tan gelendir" "Bakara-147 - Yunus- 84)"Din ve hüküm olarak Allah tarafından gelmeyen her şey sapkınlıktır "(Yunus- 32)Kur'an'a tâbi olan hidayet, yüz çeviren sapkınlığı hak eder.(Yunus-108; Neml-92) "Kur'an'dan başka hiçbir kitapta hidayet aranamaz"(Bakara-121; Yunus-35; Ra'd-37)"Allah'ın âyetlerini gizlemek büyük bir vebal ve lanetlik bir fiildir"(Bakara- 159- 160- 161- 162- 163- 174 -175- 176)"Allah sadece şirki bağışlamaz" (Nisa- 48-116)"Din ve hüküm olarak Kur'an yeterli bir kitaptır" (Ankebut, 50- 51)"İnsanlar sadece Kur'an'dan hesaba çekileceklerdir"( Zuhruf-43,44)"Din ve hüküm olarak Allah'ın sözünden ve âyetlerinden başka bir söze iman edilmez "(Casiye- 6) Abdest almak ve gusül yapmak sadece salat'ı ikame etmek için farz kılınmıştır.(Mâide-6) Bunun dışında kalan hiçbir ibadet için normal abdest ve gusül aranmaz. Cünup olarak gezmenin, sohbet etmenin, Kur'an'a dokunmanın, camiye girmenin, kabeyi tavaf etmenin, yemek yemenin ve her türlü sosyal ilişkide bulunmanın hiçbir sakıncası yoktur.Allah Resulü'nün arkadaşları arasında Allah'ın razı olduğu, iyi, fedakar dosdoğru ve kahraman insanlar olduğu gibi,(Tevbe-100; Ahzab-22, 23; Fetih-18) "Savaştan kaçan..."(Âli İmran-152,153) "Allah ve Resülüne ihanet eden..." ( Enfal-27) "Allah'ın düşmanlarını dost edinen..." (Mümtehine-1,2,3,4) "Nebi(a.s) ın hanımına zina iftirasında bulunan (Nur-11,12,13,14,15,16,17,18,19,20)" Resul (a.s) konuşma yaparken, onu ayakta bırakarak eğlence ve ticarete koşan...""Allah Resülünü üzen (Ahzab-1,69) Nebi (a.s) a karşı edepsizlik yapan..."(Hucurat- 2; 53)"Savaşa çıkmaktan korkan..."(Tevbe-25- 39,40) kimselerde mevcuttu. Tevbe, Hucurat, Tahrim ve Ahzab sürelerinin büyük bir bölümü Allah Resulü'nün arkadaşlarının ve hanımlarının olumsuz hareketlerini anlatır.Bu gerçeklere bakarak şunu söylemek mümkündür.Rivayetlere dayalı mezheplerin dini baştan sonra kadar yalandır, Allah ile aldatma ve Resülullaha iftiradan ibarettir.Aslında kelimenin tamamını söylemek gerekirse, Kur'an'ı anlama yolunda kilo metre taşı olarak, onların "Allah bir" sözlerine bile itibar etmemek çok önemlidir.Çünkü yüce Allah, Resül (a.s) a "Munafıkların, kendisinin "Allah'ın Resülü" olduğuna şehadet etmelerine" inanmamasını haber vermiştir"(Münafıkun- 1)Din tevhid ve güzel ahlakın üzerine inşa edilmiştir.Din takvadır yani sorumluluk bilincine sahip olmaktır.Din ihlastır yani dini Allah'a özel kılmaktır.Din, İslamdır yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kaynağa iman etmemektir.Din, orijinal yani içine hiçbir şey karışmadan indiği gibi organik olarak yaşanmalıdır.
5 Haziran 2021 Cumartesi
KU'RAN AÇIKSA NİYE O KADAR KONUŞUYOR, KİTAP YAZIYORSUNUZ.? Biz vahiy ehli muvahhidlere en çok yapılan itirazlardan bir tanesi de şudur."Siz din ve hüküm olarak Kur'an tek kaynaktır, Kur'an açıktır ve anlaşılır bir kitaptır" diyorsunuz."Peki o halde neden Kur'an üzerinde bu kadar söz söylüyorsunuz."Nebi (Aleyhisselam) Kur'an ile ilgili onu açıklayacak bir şey söylemiş olamaz mı?" Cevap: Aslında bütün Resüller sadece ve sadece kendilerine indirilmiş olan vahyi tebliğ etmişlerdir.Resüllerin vahyi tebliğ etmekten başka bir görevlerinin olmadığı ile ilgili onlarca âyet vardır.Yüce Allah, Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) Kur'an ile uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi vardır. Belki (şirk'ten) sakınırlar"(En'am- 51)"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"(Kaf-45)"De ki: Ben sadece vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"(Enbiya- 45)"Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan gelen vahiy ile biliyorum"(Â'raf- 62)"Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm" (Â'raf- 68)Fakat Resüllerin ardından gelen kuşaklar vahyin manasını bozduklarından dolayı Kur'an ehli muvahhidler Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, Kur'an'ın kendi içindeki çözümünü, kavramlarının gerçek anlamını, ilim ve hikmetinin üzerinde uzun uzun konuşmak zorunda kalıyorlar.Yoksa vahiy ehli muvahhidler Allah'ın mesajına bir şey ekleyip bir şey çıkarıyor değiller.Sadece dağılan konuları bir araya getirmeye çalışıyor, tahrif edilen kavramları ait oldukları yere koyuyorlar.Yani Şuayb (a.s) ın deyimiyle dinde ifsad edilen yerleri ıslah etme mucadelesi yapıyorlar.Muvahhidler indirilen vahyin dışında insanları bağlayan bir şeyin olmadığını söylüyorlar.Kur'an ehli hiçbir muvahhidin dine bir şey eklediğini, din ve hüküm olarak bir şey ortaya koyduğunu hiç kimse iddia edemez.Fakat bizler, mezhep âlimlerinin ve muhaddislerin Kur'an'ın hanif dinini bozduklarını ve orijinal din diye birşey bırakmadıklarını yüzlerce örnekte açık olarak ortaya koyuyoruz.Dolayısıyla Ehli Sünnet ve Şia âlimlerinin dinlerini Kur'an'la kıyas ederek batıl yolda olduklarını ispat ediyoruz.Fakat Kur'an'ın Allah tarafından apaçık ortaya konması, türlü örneklerle detaylandırılmış olması, kendi içinde çözüme kavuşturulması, Kur'an ın basit bir okumayla içindeki hazinelere ulaşılabileceği anlamına gelmemektedir.Üzerinde tedebbür, tefekkür, tezekkür, taakkul, tefekküh ve tasadduk etmek gerekirMadem, Kur'an açıktır, açıklanmaya ihtiyacı yoktur" diyorsunuz, o zaman Kur'an'ı açıklama adına ne diye kitap yazıyor, durmadan konuşup duruyorsunuz?Cevap: Evet, Kur'an bizzat yüce Allah tarafından "tebyin" edildi yani açıklandı.(Nahl-89 ; Bakara-118 ; Âl-i İmran-118; Hadîd-17 )Yüce Allah tarafından "tasrif" edildi "Çeşitli şekillerde sindire sindire ortaya kondu" ( Kehf-54; İsrâ-89 ) Yüce Allah tarafından "tafsil" edildi. "İnsanın akıl ve zihin kapasitesine göre kolaylaştırıldı"(Hûd-1; Yunus-5-24,37; Arâf-32,52, 174; En'âm-55,97,98,114,126 ) Yüce Allah tarafından "tefsir" edildi. "İnsanın emek ve merakına göre anlaşılır kılındı" (Furkân-33 )Ama Allah tarafından açıklanmış olan bu hazineye ulaşmak için Kur'an'ı, temiz bir zihin, ön yargısız bir iman, tam bir ihlas yani dini Allah'a özel kılma yani vahyi indirene koşulsuz teslimiyet için, araştıran, sorgulayan, aklını kullanan, özgür bir irade ve çabayla, ağır ağır, üzerinde düşünerek okumak gerekir. Yani Kur'an'da Allah tarafından yapılmış açıklamaları bulup, tespit etmek, bunları açığa çıkarmak sadece Allah Resulü'nün şahsına munhasır kılınmış bir şey değildir. Kaldı ki uydurma hadis kitaplarında bile beş âyetin bir tefsiri ve açıklaması yoktur.Bizimde sorularımız var.Nebi(a.s) hadislerle Kur'an'ı açıkladıysa bu kadar tefsir kitabına ne gerek vardı?Rasulullah'ın Kur'an'ı açıklama görevi var idiyse, bu açıklamaları ezberletip yazdırarak koruma altına alması gerekmez miydi? Bu açıklamalar dinin kaynağı ve olmazsa olmazı ise neden bizzat Nebi(a.s) tarafından kayıt altına alınmadı da, kendisinden asırlar sonra gelenlerin inisiyatifine ve hafızasına bırakıldı?Hadisler doğru olarak aktarıldıysa neden Şii muhaddislerin hadisleri ile Sünni muhaddislerin hadisleri birbirinden tamamen farklı hatta tam zıttı oluyor.Bu kadar önemli ve hayati bir konuda, Nebi(a.s) ın ileride bitip tükenmek bilmeyen hadis eksenli tartışmaları, hadislerden kaynaklanan ayrışmaları, kavgaları ve savaşları öngörerek bu açıklamaları yazdırıp koruma altına alması gerekmez miydi?Bunu yapmayarak Allah Resulü tebliğ ve beyan görevini eksik mi yerine getirdi?Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri, bu soruların hiç birisinin cevabını veremez.Çünkü Resulullah (a.s) ın, Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ etmekten başka hiç bir görevi bulunmamaktadır.Yüzlerce âyete göre, Kur'an'ı açıklayan, ayrıntılı, eksiksiz, teferruatlı, detaylandırılmış, kendi içinde çözümlenmiş olarak gönderen Allah'tır.Dolayısıyla kendini Kur'an'a adamış, Kur'an'da yer alan, bizzat Allah tarafından yapılmış açıklamaları ortaya koymak adına araştırma yapan, emek veren, hayatını bu uğurda adayan muvahhidlerin, emek ve araştırma mahsulu olan çalışmalarının sonucu olarak kitap yazıp, bu bilgileri insanlarla paylaşmalarının neresini eleştiriyorsunuz.Bu Rahmani açıklamaları, Rabbani bilgi hazinelerini bulup ortaya çıkarmak ve bunları insanlarla paylaşmak için kitap yazmak, "Kur'an'ı tefsir etmek" değil, Kur'an'da varolan hikmeti, yüce Allah tarafından yapılmış açıklama ve detayları tespit etmek anlamına gelmektedir.İlkel düşünceniz, taklitçi zihniniz, ilimsiz aklınız ve örümcek ağı bağlamış beyinlerinizin böyle eserler ortaya koymaya musait olmadığını biliyoruz. Hiç olmazsa bu çabayı gösteren takva sahibi, hasbi ve muhlis kullara, bu saçma sapan argümanlarla saldırmayın..
3 Haziran 2021 Perşembe
İBLİS - ŞEYTAN - ŞEYÉTİN (ŞEYTANLAR)İblis: Kur'an'da Adem (a.s) bağlamında geçer.Adem kıssası dışında iblis kelimesi sadece bir âyette geçmektedir.(Şuara- 95)Yani iblis kelimesi, bir âyet dışında Adem (a.s) a secde etme bağlamında geçmektedir.Secde emrine olumsuz yanıt verdikten sonra iblis, "şeytan" sicil ve damgasını alıyor.Artık bundan sonra o iblis değil, şeytandır.Ve kiyamet gününe kadar insanın duygu ve düşüncesinde var olacak olan iblis değil, şeytandır.İblis, sadece Adem ile eşine düşman iken, şeytan bütün insanlara düşmandır.Şeytan sapkınlığı, beşer masumiyeti, insan ise günah ve sorumluluğu temsil ediyor. Adem ve eşinin çıkarıldıkları özel bahçe ise, cenneti sembolize etmektedir. "Şu ağaca yaklaşmayın" emri, "vahyi" temsil ederken, iblisin "vesvese etmesi" ise, uydurma din adamlarının "rivayet" ve "ictihadlarını" temsil ediyor. Kur'anda bulunan "sihirbaz" kelimeleri uydurma din adamlarını sembolize ederken, "sihir" kelimesi ise, insanları Allah yolundan engelleyip onunla aldattıkları uydurma dinin "hadis, ictihad ve mezhepleri"ni temsil etmektedir. "Küfür" ve "şirk" şeytan vesvesesinin din adamlarında ete kemiğe bürünmüş şeklidir. Yani gerçek dünyada manevi ve zihinsel şeytanlar değil, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen şeytanlaşmış din adamları ve mezhep âlimleri hayata hakimdir. Kur'anda geçen "şeceretel-mel'ûnete" "mel'un şecere" (ağaç), "şirk ve küfrü, Allah adına iftira ve yalanları, din adına aldatma ve ihanetleri, Allah'ın âyetlerini gizleme ve her türlü kötü amelleri" sembolize ediyor. Kur'ana baktığımızda iki tür şeytanın var olduğunu görüyoruz.1-) Adem (a.s) bağlamında anlatılan simgesel, zihinsel yani sanal şeytan (iblis)2-) Kiyamet gününe kadar insanların inanç ve fikirleri üzerinde güç ve iktidarları sürecek olan, uydurma din adamlarında ete kemiğe bürünmüş gerçek şeytanlar.Simgesel olan şeytanın yani cin şeytanının insanlar üzerindeki etkisi çok zayıftır.(Nisa-76) Sanal şeytanın iman edenler üzerinde hiç bir hakimiyeti yoktur.Onun güç ve hakimiyeti kendisini veli edinen ve onu Allah'a şirk koşanlar üzerindedir.(Nahl-100) Esas güçlü ve saptırıcı bilgileriyle etkili olanlar, insan şeytanları yani din adamlarıdır.Cin ve insan şeytanlarına örnek bir âyet."De ki: İnsanlarin Rabbine sığınırım; insanların melikine, insanların ilâhına. Hannasın (şeytanın) vesvesesinin şerrinden O (şeytan) ki insanların göğüslerine vesvese verir.Cinlerden ve insanlardan olanına"Nas-1/6)İnsan, sapkınlıktan yani şirk ve küfürden hidayete dönüş fırsat ve kabiliyetini tamamen kaybedince adı ister Ali, ister veli, ister iblis olsun, artık o "şeytan" sicil ve damgasını almış sayılır.Esas etkili olanlar, şeytanı temsil eden ete- kemiğe bürünmüş, insan şeytanlarının inanç ve fikirde yaptıkları tahribattır. Genellikle şeytan kelimelerinin tekil olarak geçtiği âyetler zihinsel, simgesel ve sembolik şeytanla ilgili iken, çoğul geçtiği yerlerde ise, gerçek hayatta var olan insan şeytanlarını yani uydurma dinin âlimlerini anlatmaktadır."Şeytan" kelimesinin geçtiği âyetlerde inanç ve fikirde şeytani bir zeka ve akıl varken, "şeyétin" (şeytanlar) yani çoğul olarak geçtiği âyetlede ise, gerçek anlamda şeytani inanç ve fiillere sahip din adamlarının etkinliği vardır.Şimdi şu âyetlere dikkatli bir şekilde bakalım. "Ve onlar (din adamları) Süleyman'ın mülkü konusunda şeytanların tilavet ettikleri şeylere tabi oldular. Oysa Süleyman (hakka aykırı hareket ederek) kafir olmadı. Ancak insanlara sihir öğreten şeytanlar kafir oldular..." (Bakara- 102) Âyetin güncellenmesi:"Muhammed'in hayatı konusunda şeytanların (muhaddis- müctehidlerin) tilavet ettikleri şeylere tabi oldular. Oysa Muhammed (Kur'an haricinde hadis- sünnet bırakarak) kafir olmadı. Ancak insanlara sihir( hadis- sünnet- İctihad- mezhep) öğreten şeytanlar (din adamları) kafir oldular" Yukarıdaki âyette "şeytanlar" kelimesinin "din adamları" bağlamında kullanılmasının sebebi şudur.Bilinen anlamıyla, cin şeytanlarının insanlara sihir öğretmeleri mümkün değildir. Yani sünnetullah gereği cin şeytanlarının insanlarla biyolojik ve fiziksel temasa geçmeleri mümkün değildir.O halde âyette bulunan "şeytanlar" dan maksat "din adamları" iken, öğrettikleri "sihirden" maksat ise, "hadis, sünnet, mezhep, ictihad" gibi insanların akıllarını başlarından alan, onları sihirleyen, kendilerine mahkum eden zanni ve uydurma dinin bilgileridir.Şimdi şu âyeti tedebbür edelim.(Ey Nebi!) De ki: Allah'ı bırakıp da (yanında, birisinde, bize faydası da zararı da dokunmayan şeylere mi dua edelim! Allah, bizi (vahiy'le) hidayete ilettikten sonra ökçelerimiz üzerinde gerisin geri (küfre- şirke) mi dönelim. Arkadaşlarının "bize gel" diye (vahyin) hidayetine davet ettikleri; şeytanların (batıl din öncülerinin) aldatıp şaşırttığı kimseler gibi mi olalım?Deki: Hidayet ancak (vahiy'le) Allah'ın gösterdiği yoldur.Ve biz âlemlerin(insanların) Rabbine teslim olmakla emrolunduk"(En'am- 71) Bu âyette bulunan "şeytanlar"dan maksat yine "din adamları"dır. Çünkü gerçek anlamda din adamlarından başka hiçbir güç insanları hidayetten uzaklaştırıp saptıramaz.Mesela şu âyete bir göz gezdirelim. "Böylece her Nebi'ye ins ve cin şeşeytanlarını düşman yaptık. Onların bazıları bazılarına aldatıcı yaldızlı sözler vahyederler. Eğer Rabbin dileseydi (iradelerine ipotek koysaydı) bunu yapamazlardı. Onları iftiraları ile baş başa bırak"(En'am- 11Âyette geçen "... yaldızlı sözler..." ve "... onları iftiraları ile baş başa bırak..." cümleleri, bu şeytanların insan cinsinden olduklarını açık olarak gösteriyor. Kur'an'ın "şeyétin" "şeytanlar" olarak tabir ettiği kimseler Adem (a.s) ın aldanmasına sebep olan cinni şeytanın izcileri, evliyaları, önderleri yani onun öğretilerinin din adamlarıdır.Şu âyet bu gerçeği ifade etmektedir. "... şeytanlar kendi evliyasına sizinle mücadele etmeleri için vahyeder, eğer onlara uyarsanız kuşkusuz sizde müşriklerden olursunuz" Yukarıdaki âyeti cinni şeytanın insanlardan yani uydurma dinin öncülerine ve imamlarına vahyettiğini, şeytan evliyası olan din adamlarına uyulmasının şirk olduğunu açıkça göstermektedir. Âyette geçen "leyuhune" "vahyederler" "yalan ve iftiraları vahiy gibi anlatırlar, veya inanç, fikir, amel, anlayış ve zihin bakımından her an birbirleriyle bağlantı içerisindedirler" anlamına geliyor.
2 Haziran 2021 Çarşamba
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(34.YAZI)"Mehmet Aksoy! Allah sizi sevdiğinizle(Said Nursi) haşr etsin. 6000 sayfalık cürmü, doğrumu, yanlış mı diye muhasebe yapmadan, düşünmeden, herkese okumayı nasıl tavsiye edersiniz? Ayrıca Allah'tan utanmadan hangi saikle "bedii" sıfatını bir kula yakıştırırsınız. Bir müslüman kendisine Allah tarafından verilen isminin gereği, Kur'an'ı dinin tek kaynağı edinmesi gerekmez mi?Yüce Allah bu dini eksik mi göndermiştir?Rabbimiz, Kur'an'ı ben indirdim, ben tamamladım, yüzlerce âyette sadece ben açıklarım diye açık seçik belirtmişken, hangi kul daha iyi açıkladığını iddia edebilir?Haydi bunları görmüyor olacak kadar vahye uzaksınız, bazı meşhur zevatın eserleri için "bu bana yazdırıldı" demesinin sapkınlığını da mı akledemiyorsunuz?Hadi canım başka kapıya. Burada sizlerin heva ve heveslerine uyacak kimse bulamazsınız"(Hasan Ayhan Karakuş- "Nurculuk" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Uçanlar, suda yürüyenler, hergün Allah Resülü ile görüşenler," Allah tarafından bana yazdırıldı, diye üfürenler, tarih böyle yalancılarla dolu. Ama hepsi "büyük âlim" olarak kabul ediliyor malesef"(Bünyamin Özduran- "Nurculuk" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Mehmet Aksoy! Abi siz anladığım kadarıyla okumuş bir birisiniz.Şöyle bir gerçek var.!İslâm âlemi....Yani müslüman olduğunu,"iddia eden" demek durumundayım maalesef.Bunların kanaat önderlerine bir bakalım..!Nerede müslüman?Allah'a teslimiyet gösteren kim?Nerede...?Kur'an hayatınızın neresinde?Müslüman dediğiniz zaman, bütün dünyada, kaba, bencil, adaletsiz, hak ihlal eden, kendi var başkası yok.. Kolay bir şekilde insan katleden..vs.vs.Bu görüntü sizin ekranda yok sanırım...Allah'a savaş açmış bir toplumdan bahsediyorum...Allah'ın adıyla kendi bencilliği için çaba harcayan bir toplum..!Buradan baktığımızda bu toplumun en zararlı kesimi, sizin bahsettiğiniz "âlimler"..Ortada, Allah'ın kitabı varken ve buna iman ettik derken bu kadar ayrılık neden?Cevap şu olmasın lütfen.."Farklı anlamak, farklı yorumlamak..Olmasın!Aslında cevap çok basit.Referans Kur'an değil çünkü..Ya bir âlim, ya bir hadis, yada kendi nefsi.!Bunu anlamak bu kadar zor mu?Kur'an ortada yok"(Atilla Mendeş- "Nurculuk" adlı yazıya yaptığı yorum?------------------------------------------------------------"Kuran dışı hadislerin hepsini çöpe atmak gerekir. Allah Resülünün sözü Kur'an'ı Kerim'dir.Kur'an'a uy, Kur'an bize yeter.(Ankebut- 51 "Sünnet" kelimesi, Kur'an'da yüce Allah'ın kiyamet gününe kadar değişmez hüküm ve kuralları demektir.Allah Resülünün hadisi, sünneti aşağı yukarı kendisinden iki asır sonra uyduruldu. Hadis-sünnet hikayeleri Allah Resülün'e ifdiradan başka bir şey değildir. Allah Resülünün söz, hal ve hareketleri yani örnekliği sadece Kur'an'da geçer. Hadis, siyer, usulü hadis, tefsir gibi ilimler İslamda yoktur. Bu ilimler! Tağutların ve şeytanların sisteminde vardır.Hadis diye anlatılan her şey şeytanidir. Bid'at ve tuğyandır, sadece şirke yol açar ve Kuran eksiktir anlamına götürür. Bu inanç yani sünnet dini tamamen hanif İslam dininden bambaşka bir çok tağuti düzen ve şirkin dirilmesi dahil sadece şeytani mezhepleri icat etmeye yol açmıştır.1300 yıldır yaşanan din Allah Resülünün ile arkadaşlarının dini degil, hadis imamlarının çakma mezhep dinidir.Hak din, sadece Kur'an'daki dindir.(Afyonlu Halil- "Kur'an'ın Mübin Olma Özelliği" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Ali Hocam! Allah sizden razı olsun.Yüce Rabbim sizden merhamet ve mağfiretini esirgemesin.Gerçekten çok büyük hizmetler veriyorsunuz.Tefekkür edenlere, Kur'an'ı doğru anlama ve yaşama çabasında içinde olanlara yol gösteriyorsunuz.Kendi adıma şükranlarımı sunuyorum, sağolun"(Hayri Sipahi- "Kur'an Nasıl Okunmalı" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Cübbeli Ahmed'in hitabeti konuşurken yaptığı espiriler dinleyeni etkiliyor.Hele birde Kur'an'dan habersiz bir mantıkla dinleniyorsa hem alkış, hem kahkaha, hem şamata, hemde muhabbete atan kalpler Cübbeli'ye yol buluyor.Kur'an cahili toplumu yolma tekniği süper.Aklı, dinden nasıl çıkar saglarım işine acaip güzel çalışıyor .Bazen Cübbeli'nin mantığı ile köşeyi dönmeyi düşünüyorum.Fakat dönülecek köşenin arkası ahiret azabın denk geliyor, vazgeçiyorum"(Nüsret Barut- "Cübbeli Ahmed" adlı yazıya yaptığı yorum)
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN TEK KAYNAKTIR : (1.YAZI ) Allah Resulü (a.s) Kur'an dışında herhangi bir şey yazdırmayacağı, yazdırmasının de mümkün olmadığı, zaten âyetle sabittir."Eğer o (Nebi) bize karşı bazı sözleri uydurup söylemiş olsaydı. Muhakkak onun sağ elini (bütün güç ve kudretini) çekip alıverirdik. Sonra onun can damarını elbette keserdik"(Hakka- 44, 45, 46 ) Âyetler çok açık"Eğer elçimiz, kendi sözlerini, Allah'a isnat edip, bunlar da Allah katındandır, dininizi yaşamak için gereken hükümlerdir" demiş olsaydı, açıkça onun canını alırdık diyor.Sizce böyle bir uyarıdan sonra, Kur'an'da var olan konuların dışında "bunlar da Allah katındandır" diye,Resul (Aleyhisselam ) bir şey söylemiş ya da yazdırmış olabilme ihtimali var mı?Hala var diyenlere, sözüm meclisten dışarı!!! Bizler için Kur'an'da örnek gösterilen (Ahzab-21) Allah Resulü, Ahkaf süresi 9.âyetinde, "onlara de ki" diye başlayan, "bana vahyedilenden başkasına uymam" diyorsa, Kehf 26. ncı âyetinde, "Allah kendi hükmüne kimseye ortak etmez" diye hükme bağlamışa, Casiye 6. âyetinde "Allah'tan ve onun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar" diye emreden âyetleri alıp, ümmetine tebliğ eden Allah elçisi, Kur'an'ın dışında dine ilaveler yapmış olabileceğini nasıl düşünebiliriz? Yüce Allah Elçisine hitaben bakın ne buyuruyor. (Ey Nebi!)" Sana vahyolunana tâbi ol ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret.O hüküm verenlerin en hayırlısıdır"(Yunus- 109) Yüce Rabbimizin âyetlerini, batıl inançlarını yaşamaya devam etme adına, görmezden gelenlere, yalan ve iftira dinlerini doğrulama adına, kelimelere farklı anlamlar yükleyenlere, Furkan 30. âyetin öncesinde, "hesap günü yaptıklarına pişman olanların feryat ve figanlarını hatırlatıyoruz. "Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim! Andolsun, Kur'an bana geldikten sonra beni ondan saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımcısız perişan bırakır"(Furkan- 28-29) Birileri bizlere" Namazın nasıl kılınacağı, orucun nasıl tutulacağı, zekatın nasıl verileceği Kur'an'da açıklanmamıştır" diyorsa, lütfen kulaklarına atılan bu iftiralara inanmayalım.Şunu sakın unutmayalım, yüce Allah Kur'anda açıklamadığı, detay vermediği hiçbir şeyden bizleri sorumlu tutmaz. Yüce Allah bir hüküm verdiyse, onu mutlaka gerektiği kadar anlatmış, izah etmiş ve açıklamıştır. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri öyle büyük hatalar yapıyor ve öyle uydurulmuş bir dini yaşatıyorlar ki, gerçekten Allah Resulü'nün Mekkeli müşrikler için söylediği, "Benim kavmim bu Kur'an'ı mehcur bıraktı" (Furkan-30) sözü, ne yazık ki, onların hakkında da gerçek oldu.Çünkü Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri Kur'an'ın özet bilgiler verdiğini ve herkesin onu anlayamayacağını söyleyerek, Allah'ın âyetlerini devre dışı bıraktılar.Allah yerine veli edindikleri muhaddis ve müctehidlerin hadis ve ictihadları ile bir din yaşar oldular.Yüce Allah bu iftira ve uydurma din ile onları affeder mi? Onlara bir âyet daha hatırlatmak istiyorum. Allah Resülü(a.s) bu âyeti ümmetine tebliğ ettikten sonra, "bunlar da Kur'an dışından, Kur'an'da olmayan bilgilerdir, bunlardan da sorumlusunuz" diye Kur'an'ın bahsetmediği bilgileri yazdırmış ve nakline izin vermiş olabilir mi? "Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz"(Zuhruf- 44 )
KUR'AN'DA BİR KONUYU ANLAMADA PRENSİPLERŞia ve Ehl-i Sünnet âlimleri uydurma hadis ve yalan ictihatlarla Kur'an'ın anlamını tahrif ettiklerinden ötürü aslında apaçık olan bir çok konu anlaşılmaz hale gelmiştir.İşte bu yüzden Kur'an ehli muvahhidlerin bazı gerçekleri açıklamaları bir zaruret halini almıştır.Dinin tek kaynağının Kur'an olduğu yani "Din= Kur'an" olduğu hiç bir zaman unutulmamalıdır.Kur'an'ın Allah kelamı olduğu ve bizim tevhid dinini anlamamız için indirildiğini de devamlı aklımızda tutmak zorundayız.Konular, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde düşünülmeli ve çözümlenmelidir.Bir kere Kur'an'ın anlaşılması için Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların bilinmesi hayati bir öneme sahiptir.Bir konuyla ilgili Kur'an'da geçen ne kadar âyet mevcut ise, o âyetler siyak ve sibaklarıyla ele alınmalıdır. Kur'an'ın her türlü ihtilaftan koruma altında bulunduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak Kur'an kesinlikle yeterli bir kaynaktır.Kur'an'ın bir yerinde geçen bir konunun, bir fikrin Kur'an'ın başka bir yerinde geçen bir konuyla çelişmeyeceğini kesin olarak bilmeliyiz.Çünkü Kur'an âyetleri aynen galaksilerin, yıldızların ve gezegenlerin konumları gibi Allah tarafından bir sistem (hikmet) üzerine indirilmiş ve birbirlerine bağlanmıştır."Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim (sistem) üzere açıkladığımız bir kitap getirdik"(Âraf- 52)Kur'an'da yer almayan bir konunun, dinde de yer almayacağı kesin olarak anlaşılmalıdır. Mesela:Kur'an'da "zihar keffareti, yemin keffareti, hata olarak adam öldürme keffareti" bulunduğu halde, "oruç kefaretinin" bulunmaması bunun dinde yerinin olmamasını gerekli kılar. Bu prensibi uygulayınca dine ilave edilenlerin %90 dan fazlasından kurtuluruz.Zor ve karışık bir konu ile karşılaştığımızda, samimi olarak Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul eden, aklını kullanan ve üzerinde tefekkür edenlerle çözmeliyiz.Bu kişilerin samimiyetine en önemli gösterge, önyargılardan uzak, dinin Kur'an ile tamamlandığını kabul etmeleri olacaktır.
31 Mayıs 2021 Pazartesi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(33.YAZIHocam!Yazınızdaki bir cümleye takıldım. "...böyle bir gerçek dünyadaki bütün çıkar dengelerini sarsacaktır..." Bu cümle, bana göre ayrı bir yazı konusu olması gerekir.Somutlaştırmak adına, dünyadaki tüm çıkar dengelerinden örnekler vermeye başlarsak sayfalar dolusu yazmak lazım.Kur'an'dan benim anladığım şudur.Şirkin kapsamı o kadar geniş ki, ticari ve ekonomik, finansal ve emek, adalet ve eşitlik, ırk ve sınıflaşma yani hem maddi hemde manevi boyutları olan ortaklıktır.Kendimden bir örnek vermek istiyorum.Yedi-sekiz sene öncesine kadar düşünürdüm, daha doğrusu hayal kurduğum olurdu. Şöyle bir milyarder olsam. Fabrikalarım, işletmelerim, yatırımlarım, çek defterlerim, emrimde hazır olan hizmetçiler, korumalar, politik ağırlık...vs, bu arada hayır işleri de yapardım, kimsesizler için bir vakıf veya aşevi, açılış yaparken kurdelayı ben keserim, mütevazi bir konuşma yapıp hayırsever işadamı imajı kazanırdım, manşetlerde ismim, hatta ekranlarda, röportajlar da verirdim.Bizim milletin çoğunluğu gibi, böyle şeylere özenirdim.Şimdi bunun şirk ile bağlantısı nedir? İşte bu noktada şöyle düşünüyorum: NİMET ve RIZIK vermek sadece Allah'a aittir.Mülk Allah'ındır.Bizim elimizde olan, hatta miras olarak varislerimize de bıraktığımız mülk, para veya para değerindeki her şey EMANET'tir.Biz bu "emaneti"yani Allah'ın bize verdiği rızkı ve mülkü tapulayarak ilahlığa soyunuyoruz." İlahlığa soyunuyoruz" diyorum, çünkü emrimizde elpençe korumalar, hizmetçiler, hepsinin yazgısı benim iki dudağımın arasında, korkuyla ve sadakatla gözlerime bakıyorlar, denizden birkaç kova alır gibi birkaç hayır, kurdela, ekranlarda kibrini saklayarak sevimli pozlar.. vs.Burada ben Allah'ın mülkünü, rızkını gasbederek ilahlığa soyunmuş oluyorum, ne demek insanlar karşımda el pençe duracak ve benden korkacaklar, bundan daha büyük şirk mi olur?Aslında bir çok insanda ilâh ve rab olmak için dayanılmaz bir arzu ve istek vardır."Şirk en büyük zulümdür" derken bundan başka ne olabilir, şirkin olduğu yerde adalet ve eşitlik mümkün olabilirmi.Bizim ekranlarda şirkten bahseden değerli hocalarımız bile şirkin böyle geniş kapsamlı ele almadıklarını da farkediyorum.(Fazıl Uğur- "Hulul İnancı" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Çok güzel, öğretici bir yazı olmuş. Kalemine sağlık Ali bey.Kur'andan uzaklaşmış cennete gitmeyi başkasına kullukta bulan bir müslüman toplum nasıl şirkten kurtulacak ki?(Ender Ansan-"Hulul İnancı" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------"Yedi-sekiz yaşlarındaydım. O zaman yasaklı olduğu için bizlere taşıttırılan kırmızı kaplı kitaplarla tanışmam.Ve bu hurafeleri gerçek din sanmam, elli yaşıma kadar sürdü.Gavur icadı internet ve mütemmimlerinden olan YouTube bir sürü bilgiye ulaşmamızı kolaylaştırıyordu.Bir iftar davetinde imam hatip mezunu bir arkadaşım, çok bilinen Hucurat süresi 10. âyete hadis deyince, Kur'an'dan ne kadar uzak bir durumda olduğumuzu bir anda anlayıverdim.Yaklaşık on yıl oldu uyanışımın başlaması.Geçmişte her TV ye çıktığında küfrettiğim Ercüment Özkan'ı, ve Kur'an, Kur'an diye çırpınanları farketmem.Sonra vahye davet eden, vahyi tek kaynak kabul edenleri arayıp sormaya başladım.İmam Hatip'de verilen eğitimin hurafelerden başka bir şey olmadığını kavradım.Çocukluğumda tanıştığım kırmızı kaplı kitapları banyo kazanında yakınca kendimi İbrahim Nebi (bütün nebilere ve salih kullara selâm olsun) gibi hissettim.O gün, bu gün vahiy'le arınmaya, aydınlanmaya ve yolumu bulmaya çalışıyorum.(Not: Nurcuların ağabey dedikleri hemen hemen hepsiyle tanışmış ve aynı odalarda uyumuşluğum bile vardır. (Sungur, Birinci, Fırıncı, Kutlular, Teyp Tahir, Yavuz Bahadıroğlu, Çalışkan, Yüksel vs.vs.)Olurda bu yazılanları okuyan araştıran olursa Allah rızası için Risâleleri bıraksın ve sadece Kur'an'a müracaat etsin.Selam Hüda olan Kitab'a uyanlara ve Hadi olana kul olanlara olsun.....(Bekir Akça- "Nurculuk" adlı yazıya yaptığı yorum)
HANGİSİ DAHA BÜYÜK GÜNAH?Din ve hüküm olarak hadislere iman etmek mi?Namaz! kılmamak mı?Aslında "dinin Allah tarafından Kur'an ile tamamlandığını..." (Maide-3)"Din ve hüküm olarak Kur'an'ın yeterli bir kitap olduğunu..."(Ankebut- 51)"Her şeyi detayına varıncaya kadar açıkladığını..." (Nah- 89;Yusuf-111)"Hidayet ve sapıklığın sadece Kur'an tarafından ortaya konacağını..." ( Yunus-109 ;Ahkaf-9)"Allah Resulü'nün sadece indirilen vahiy'le insanları uyardığını..." (Enam-51- 70; Kaf-45; Enbiya-45-) anlatan yüzlerce âyet bulunmasına karşılık, İbrahim (aleyhisselam)dan beri var olan "salatı ikame etme" ibadetini "namaz" olarak çevirip ona kilitlendiklerinden dolayı Ehl-i Sünnet dininin âlimleri Kur'an'a karşı şirk olan rivayetlerden bir türlü kendilerini kurtaramıyorlar. Halbuki Kur'an'a gittiğimizde Ehl-i Sünnet rivayetlerinin tam aksine din, "salat'ı ikame etme" üzerine değil, tevhid akidesi üzerine bina edildiğini görüyoruz.Ayrıca Kur'an'da bulunan "salat-ı ikâme" etmenin "namaz" la hiçbir ilgisi yokturKur'an'da tevhid yani iman, yani İslam, yani din ve karşıtı şirk, küfür, zulüm yapmama ve insan hakları ile ilgili iki bine (2000) yakın ayet vardır.Ehli Sünnet dininin âlimleri bu âyetlerin hiçbirini görmeyerek, dini namaz diye uydurdukları bir ritüelin üzerine bina ettiler. Haliyle namaz üzerine bina edilen din, sadece "namazın" nasıl kılınacağı ile ilgili kurallarla şekillenmiştir.Adamlar "namazın" nasıl kılınacağının hatırına Kur'an'a karşı tam bir şirk ve küfür olan binlerce rivayeti bir türlü terk etmiyorlar.Aslında Mekke müşrikleriyle fanatik mezhepçilerin ibadetleri arasında bir fark yokturMesela:Maun süresinde bulunan "Yazıklar olsun musallinlere ki, onlar salatlarında sehundurler " (Maun-4,5) En cahil adam bilir ki, Maun süresi Müslümanlar hakkında değil, müşriklerle alakalı nazil olmuştur.Çünkü 1.âyet şöyledir."Dini yalanlayanı gördün mü?"Mekke gibi tevhid ve güzel ahlak mücadelesinin yapıldığı bir zeminde yüce Allah, Müslümanlar için "yazıklar olsun o musallinlere ..." buyurmaz. Çünkü Mekke'nin zor ortamında Müslüman olmak bile hayatın feda edilmesi anlamına geliyordu.Namaz kılmak nerede kalır?O halde bu âyetteki salat'ın başka bir anlamı olmalı veya salat'ı ikame etme İbrahim (aleyhisselam)dan beri geldiği için müşrikler salat'ın nasıl ikame edileceğini biliyorlardı, fakat salat'ı ikame etme ile beraber her türlü ahlaksızlığı yaptıklarından dolayı onlara böyle bir kınama geldi. Aynı şekilde Kur'an'ın ilk inen sürelerinden olan Müddessir süresi'nin 43.ayetinde "musallin olmayanların" cehenneme gireceklerini" ortaya koymakla beraber 46. ayette "ahiret gününü yalan saydıklarını" anlatıyor. Ey Allah Resulü'nden asırlar sonra uydurulan ve tam bir şirk olan hadisleri Kur'an'ın bir açıklaması ve tefsiri olarak gören taklitçi gelenekçiler!Kaos, katliam, tefrika ve anarşi kaynağı olan hadisleri din ve hüküm olarak Kur'an'a eşit yani şirk koşmaktansa namaz kılmamak daha ehven bir günahtır. Din ve hüküm olarak hadisleri kabul etmektense Ehl-i Sünnet dininin kurallarına göre hac yapmamak daha basit bir vebaldir. Allah kendisine ve kitabına şirk koşanları asla affetmeyecektir. Müctehidlerinizin ve muhaddislerinizin sizi aldattığından şüpheniz olmasın.Din: Tevhid, ihlas (dinî Allah'a özel kılma) infak etmek, adalet ve merhamet demektir.İnsan hakları, vahye tabi olma ve Kur'an'a hiçbir şeyi şirk koşmamak demektir.Dinleri birbirinden ayıran tek şey tevhid, onları birbirine eşitleyen tek şey şirktir.Adı ne olursa olsun, bir din yüzde yüz Resul'ün dilinde hayat bulan vahye dayanmıyorsa o din şirktir.
HANGİSİ BÜYÜK DÜŞMAN? Gayri müslim olan Yahudi ve Hristiyanlar mı bu ümmete daha büyük düşman, yoksa içeriden olan, sizden görünen, aynen şeytan gibi(Araf- 16)doğru yol üzerinde oturup da halkı Allah yolundan saptıranlar mı daha büyük düşman? Yani Kur'an'ı devre dışı bırakan, "sakın Kur'an'ı dinlemeyin" diyen,muvahhidlere düşman kesilen içerideki müşrikler mi daha büyük düşman, yoksa Avrupa ve Amerika mı daha büyük düşman?Allah'ın tevhid dini yerine tamamen uydurma şirk dinini millete dayatan, Allah ile aldatan mı daha büyük düşman, yoksa Yahudi İsrail Devleti mi daha büyük düşman?Allah tarafından indirilmiş saf, hanif, berrak dini binlerce rivayet ile kirleten, hakka batılı karıştıran, İslam'a şirk mikrobunu aşılayan muhaddisler mi daha büyük düşman, yoksa hahamlar ve azizler mi daha büyük düşman?Kur'an'ın yolundan rivayet ve içtihadlarla ümmeti saptıran mezhep imamları mı İslam'a daha büyük düşman, yoksa papa ve kardinaller mi daha büyük düşman? Kur'an'ın manasını bozarak Allah'ın yolundan uzaklaştıran sözde din adamları mı İslam için en büyük düşman?Yoksa gayri müslimlerin din adamları mı daha büyük düşman?Kur'an yetersizdir, hadisler, içtihatlar ve mezhepler gereklidir diyen müfteriler mi daha büyük düşman, yoksa ateistler ve deistler mi daha büyük düşman? Allah Resulü adına binlerce iftira uyduran, batıl dini sorgulatmayan, Kur'an'sızlar mı daha büyük düşman, yoksa emperyalist batı mı daha büyük düşman?SON SORU:Hangisi daha vahşi, tehlikeli ve ölümcüldür?Şia ve Ehli Sünnet dininin rivayetleri, hurafeleri, yalanları ve içtihadları mı, yoksa emperyalist katillerin silahları mı?
29 Mayıs 2021 Cumartesi
FETÖ BİZE İYİ BİR DERS VERDİ.Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor."Andolsun onların (geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.(Bu Kuran) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendisinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır. İman eden toplum için bir rahmet ve hidayettir"(Yusuf-111)Kur'an'sızlığın ne kadar büyük bir bela ve karanlık bir yol olduğunu, ilim, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden mahrum olan bir toplumun nasıl aşağılık bir dereceye sahip olduğunu fetö gösterdi.Uydurma dinin şimdiye kadar icat edilen bütün ölümcül silahlardan daha büyük bir tehlikeye sahip bulunduğunu, Emevi Ehl-i Sünnet dininde bir fazilet olmadığını bize fetö gösterdi.Hurafelerin ve batıl dinin nasıl bir yıkım gücüne sebep olduğunu yine bize fetö gösterdi.Kur'an ehli muvahhidlerin sırat'ı müstakim üzerinde olduklarını ülkemin cahil insanına maalesef fetö gösterdi.Şirk ve kula kulluğun hangi boyutlarda seyrettiğini fetö'den daha iyi kimse gösteremezdi.Biz Kur'an ehli muvahhidler ne kadar çaba ve emek sarf edelim, ne kadar dil dökelim de fetö Ehl-i Sünnet dininin ve Nurculuk belasının yaptığı tahribatın korkunçluğunu anlatabilelim.Toplumun tevhid akidesine ne kadar yabancı ve güzel ahlaktan ne kadar uzak olduğunu acı bir şekilde yine fetö gösterdi. 90.000 Camii 150.000 kadrosu, dört bakanlık kadar bütçesi olan Diyanet'in hiçbir işe yaramadığını, hurafelerin ve cehaletin bataklığında boğazına kadar gömüldüğünü bizim yerimize fetö gösterdi.İlahiyat fakültelerinin, İmam Hatiplerin Kur'an kurslarının birer hurafe yuvaları ve israf merkezleri olduklarını fetö açık olarak gösterdi.İlahiyat Prof'larının bir çoğunun cehalet içinde debelendiğini feci bir şekilde fetö gösterdi.Ümmetin yüzyıllardan beri Kur'an ve hikmet gibi değerlerden ne kadar yoksun bırakıldığını fetö ibret verici bir ihanetle gösterdi.Şia'da var olan Mehdiyet inancının ve takiyenin İslam dinine ve tevhid ahlakına hiç yakışmadığını FETÖ'den öğrendik.Casusluk, insanların mahremiyetlerini araştırma, fırkalaşma ve bölünme ile Allah Resulünün ahlakından ne kadar uzak savrulduğumuzu FETÖ gösterdi. Siyasi ve ekonomik çıkar elde etmek için zulüm ve haksızlığa nasıl göz yumulduğunu FETÖ'den daha iyi kimse gösteremezdi. Kur'an aklına ve tevhid sistemine ne kadar muhtaç olduğumuz fetö gösterdi. Din ve imandan konuşan muhafazakar aydınların ileriyi görmede ne kadar basiretsiz ve kör olduklarını fetö gösterdi.Halkın kendi çocuklarıyla ilgilenme ve onları eğitmede ne kadar kifayetsiz ve kabiliyetsiz olduğunu bize fetö gösterdi.Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devletinin oturduğu mezhepsel zeminin ne kadar çürük ve kaygan olduğunu yine fetö gösterdi.Toplumun birbirine nasıl düşman olduğunu ve her kesimin diğerini ötekileştirdiğini yini fetö ortaya çıkardı. Topluma hakim olan güvensizliğin hangi boyutlarda olduğunu fetö tam olarak gösterdi. Sonuç olarak: Ümmetin Kur'an'dan ibret almak istemediği, kavimlerin kıssalarını günümüz insanına fetö acı bir şekilde gösterdi. Diyanet'e bağlı camilerin minber ve kürsülerinde anlatılan dinin fetö'nün dininden ayrı bir din olmadığını, Kur'an Müslümanlığının da ne kadar önemli olduğunu fetö sayesinde anlamış olduk.Ekran vaizlerinin, şeytanların dininin mübelliği olduklarını da cümle âleme fetö gösterdi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(32.YAZI)"Hocam!Selam, dua ve hürmet ederim.Lütfen söylermisiniz size nasıl dua edebilirim?Abartmıyorum, 30 yıl süreyle betimlediğiniz, daha doğrusu çerçevesini çok güzel çizip ortaya koyduğunuz nesnel Kur'an'a inanıp yaşadı fakir.Ve siz benim öyle bir karanlık dünyadan çıkmama yardımcı oldunuz ki, başka meslek gruplarında olanlanlar pek tâbi ki anlayamazlar bu fakiri.Selâm ve dua ile.(Ismail Kilic-"Kur'an'ın özellikleri" adlı yazıya yaptığı yorum--------------------------------------------------------"Ali bey!Kalemine sağlık, çok güzel ve öğretici bir yazı olmuş. Fakat kanaatime göre gerek Yahudiler ve gerekse Hristiyanlar ve diğerleri hakkında toptancı bir düşünceye kapılmamak gerekir."Onların (Kitap ehlinin) hepsi bir değildir.Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta duran, secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okuyan bir topluluk da vardır" (Âl-i İmran- 113)"De ki: "Ona ister inanın, ister inanmayın. Şüphesiz, daha önce kendilerine ilim verilenler, Kur'an kendilerine okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar" (İsra- 107)Allah’ın bu âyetleri sebebiyle hepsi böyledir dememek lazımdır. Sizin dediğiniz gibilerin kimler olduğunu bizler bilemeyiz ancak'Allah sinelerin özünde saklı olanı bilendir"(Zümer- 7)Âyeti ve buna benzer bir çok âyet bu hakka işaret ediyor.Selam ve sevgiler"(Ender Ansan- "Kur'an'da iman, İslam, ihlas ve şirk" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Hayırlı sabahlar dilerim hocam!Gerek takipcilerden gelen yorumlar, gerekse sizin anlatımlarınızdan bir daha anlıyoruz ki, dini hep örf ve ananelere göre yorumlamış ve öyle anlamışız.Yaşım altmış beşin üzerinde, şimdi Kur'an-i Kerim'i yeni anlamaya başladım.Allah sizlerden razı olsun.(Taşkın Yilmaz-" Arkadaşlardan Gelen Yorumlar" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Hocam!Kur'an ile yaşama tohumunu gönüllerimize ektiniz.Bildiklerinizi bizlere bilgi infakını yapıyorsunuz.Sizin gibi Kur'an dostlarına selam olsun"(Fahriye Cihan insanlar neyle cennete girer adlı yazıya yaptığı yorum"Hocam!Hdislere "vahiy" diyorlar.Yani kendisinden asırlar sonra onun adına uydurulan sözlerin vahiy olduğunu söylüyorlar.Yani Kur'an harici bir din var diyorlar. Halbuki Kur’an'da "sırat-ı müstakim" (dosdoğru yol) neden tekil geliyor?Yada Fatiha'dan sonra Kur'an yerine hadis okuyalım! diyorum."Süphaneke ve tahiyyatı okuyoruz" diyor. Hocam benim anladığım şudur. Nebi(a.s) a hem kitap hem hikmet verildi.Nebi, bu hikmet yani kitabın içinden te’vil bağlantıları ile anladığı hükümlerdir.Hikmet, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüdür.İmam-ı Şâfi buna sünnet demiş herşey birbirinin içine karışmış.Arkasından gelenler, zamanla bu sünneti!! Kur’andan bağımsız bir din haline getirdiler.(Saygılar sunarım, Mustafa Emir)------------------------------------------------------------"Muhafazakar, geçmişi, atalar dinini muhafaza eder, zira bu ahlak onun dindarlığın olmazsa, olmazıdır, birde ben bakıyım demez, diyemez"(Mehmet Bedir)----------------------------------------------------------"İnsan ayağına giydiği ayakkabıyı bile başkasının seçmesine müsaade etmez.Ama mesele din olunca, herkesin karışmasına müsaade eder.Çok manidar değil mi?(Mehmet Bedi)----------------------------------------------------!"Değerli hocam!Diyanet bu işi tam manasıyla biliyor. Fakat içindeki ve dışardaki tarıkatçı din baronlarından çekindiği için söyleyemiyor.İçinde onlarca Emevi-Abbasi dininden olan Proflar ve Döçentler mevcut.(Davut Yazici-" İmsak Vakti" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------!!"Ben, bir ilahiyatçıya bu meseleyi sordum. Niye böyle yapiyorsunuz?Arada en az bir saat fark var dedim, siyah ve beyaz ipliğin ayrıştırılması şafağın sökmeye basladigi zamandır diye açıkladım.O da bana" insanlarin kafası karışmasın, onlara kolaylık yapıyoruz" dedi.Yani biz akledemez mişiz!Onlar garanti olsun diye bizim yerimize düşünmüşler.Bu olaydan sonra hiç bir ilahiyatçıya güvenmiyorum..(Selma Akdaş "İmsak Vakti" adlı yazıya yaptığı yorum-------------------------------------------------------"İnat ve kibir var ya hocam. Tıpkı orta çağ katolikleri gibi katı ve inatçılar. Yaklaşık on yıldır ezanlar okunurken kalkarım sahura. İyi oluyor"(Tevfik Yaşar Tekeli "İmsak Vakti" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Sayın hocam!Bu imsak konusunda astronomik çerçevede bir açıklama yazmayı düşünüyordum.Fakat yazınızı okuyunca bundan vaz geçtim. Aslında konu son derece açık ve basit. Güneşin doğmadan otuz beş dakika öncesine kadar yenilip içilmesinin bir sakıncası yoktur.Diyanet'i de takmayın. Kibirleriyle düştükleri batakta oynayadursunlar.Selam ve sevgilerimle"(Mustafa Akdağ- "İmsak Vakti" adlı yazıya yaptığı yorum)
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK ALLAH'A İFTİRADIR. Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."...Uydurdukları şeyler dinleri hakkında kendilerini aldatmıştır"(Âli İmran-2"Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır. Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa eremezler" (En'am- 21)"Allah'a karşı yalan yere iftira edenden yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken "Bana da vahyedildi" diyenden..." daha zalim kim vardır" (En'am-93)"Allah'a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır. Onlar kıyamet gününde Rablerine arz edilecekler, şahitler de:İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerindedir" (Hud-18)"Onlar, insanları Allah yolundan alıkoyan ve onu yamuk göstermek isteyenlerdir. (Gerçekte) ahireti de bunlar inkar ediyorlar"( Hud-19)Biz mezheplere karşı geldiğimiz zaman bizim gibi beşer olanların ictihatlarını reddetmiş oluyoruz, fakat mezhepçi mukallitler uydurma rivayet ve içtihadlarıyla Allah'ın kitabına şirk koşmuş oluyorlar. "Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır! Biz onların kalplerine, bunu (Kur'an'ı) anlamalarına engel bir ağırlık, kulaklarına sağırlık verdik. Sen onları hidayete (tevhid yoluna) davet etsen de artık ebediyyen hidayete eremeyeceklerdir"(Kehf- 57)"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıkdan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim vardır! Muhakkak ki biz, günahkar (müşriklere) layık oldukları cezayı veririz" (Secde- 22)"İslam'a (Kur'an'a-tevhid'e) davet edildiği halde Allah'a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır! Allah zalimler güruhunu doğru yola iletmez"(Saf-7) "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu (Kur'an'ı) söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemesede Allah nurunu(bütün yönleriyle ortaya koyup) tamamlayacaktır" (Saf- 8)"Müşrikler istemeseler de dinini (son inen vahiyle her yönüyle iyice) açığa çıkarmak için elçisini hidayet ve hak ile gönderen O'dur"(Saf, 9)"Allah'a iftira eden ya da onun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır! Onların kitaptaki payları kendilerine erişecektir. Sonunda elçilerimiz gelip canlarını alırken "Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz ilanlarınız nerede?" derler. (onlar da) "Bizden uzaklaşıp gittiler" derler. Ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler"(Araf-37)"Öyleyse Allah'a karşı yalan yere iftira edenden veya onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır! Bilesiniz ki mücrimler asla iflah olmazlar" (Yunus-17)"Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan iftira edenler kurtuluşa eremezler" ( Nahl-116) "Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka ilahlar edindiler. Bari bu ilahlar konusunda açık bir delil getirseler.(ne mümkün!) Öyleyse Allah hakkında yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır"(Kehf-15 )
27 Mayıs 2021 Perşembe
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(31.YAZI)"Musa Ayruk! Böylesi bir hakaret yerine keşke ayağına toz olduğunuz insanın (Said Nursi) hezeyanlarına bir cevap bulabilseydiniz!. Ali kardeşten Allah razı olsun. Emek vermiş, neyin Kur'an'a uygun olup olmadığını ortaya koymuş. Ya siz!!!...!(Hüseyin Koç- "Nurculuk" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Musa Ayruk! Çok abarttınız. Bu tavır bile onu (Said Nursi) ne kadar kutsallaştırdığınızın işaretidir.Nihayetinde o da bir insandır. Biraz öz eleştiri yapsanız iyi olur. Said Nursi'nin sözlerine önem verdiğiniz kadar, Kur’an ı Kerime önem vermiş olsaydınız, şimdi Kur’an hayata hakim olmuştu. Allah'ın âyetleri yerine, onun sözlerini bayraklaştırdınız. Onun sünnetini, Allah'ın sünnetinin önüne geçirdiniz. Allah'ın Resüllerinden daha mı sıkıntılı bir hayat yaşadı. Selam hidayete tabi olanlara olsun"(Süleyman Faydalı- "Nurculuk" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------Hocaaam!Sizi Kur'an yolcusu ve sevdalısı (siz isteyip dilediğiniz için) yapan Rabbimebeden razı olsun inşallah.Size çok teşekkür ediyorum.İsteyip yola revan olmayı bize de nasip etsin inşallah. Aslında konuyu o kadar sade basit ve net özetlemişsiniz ki, ne üzerine, ne altına yazılacak bir sözn ve yazıya ihtiyaç var.Ama bir şartla. O şart, Kur'an penceresinden bakmaktır. Zaten bizde de olmayanda budur.Gerisi tarikat, politika, siyaset, cemaat, yurt, ihvan, vs.adı altındaki şirktir.Saygı, selam, hürmet ve dua ederim"(Ismail Kilic- "Kur'an'a ve Akla Dâvet" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Mezheplerin, tarikatların İslam'a vurduğu darbe malumdur. Şia'nın vurduğu darbe ve yaptığı zarar ölcüye gelmez.Şia'da olan aracılık, yalan, ihanet, takiyye, Kur'an âyetlerinin yarısını imamlara, Ali'ye hitap ettiği, uydurma muharrem ayında kendine zincirle vurmak ve adını da Ehl-i Beyt adına matem koymak, o ayda erkeklerin de kadınlar gibi ağlamaları, ne bileyim, hurafe ve iftaraları saymakla bitecek değildir.Bunlar Şia'nın inanç ve karekterleri, Kur'an'da olmayan her şey onlarda mevcuttur.(Məsim Haydari Qalagahlı- "Şia'nin İtikadi Durumu) adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Ali Aydın Hocam!İslam dünyasının onulmaz yarasına parmak bastınız. Bu gelenek ve hurafelerden kurtulmanın zorluğunu veciz sözlerle ifade etmişsiniz. Allah razı olsun. Ali Hocam! Peki islam dünyasının sonu ne olacak? Bizler ve yeni nesiller bu cehaletten nasıl kurtulacağız? Kısaca sonumuz ne olacak?(Hayri Sipahi- "Geleneklerin Zararları" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------(Hocam!Selamlar, saygılar sunarım!Ben şöyle anlıyorum: Müşrikler Resül (a.s)a "ya Muhammed biz bu Kur'an'dan birşey anlamıyoruz bize detaylı bir şekilde âyetleri açıkla da anlayalım" demiyorlardı.Çünkü âyetleri tam manasıyla anlıyorlar, fakat atalarının dininden bir türlü vazgeçemiyorlardı.Müşriklerin bütün inanç ve çabaları atalarının dinini savunmaktı.Yanlıyorsam lütfen yardımcı olun.Hürmetler"(Mehmet- "Geleneklerin Zararları" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Ali bey!Müslümanım diyenlerin galiba tamamına yakını Kur’an’ı tek hidâyet kaynağı edinmedikleri için maalesef sizin bu yazınızda bahsettiğiniz durumdalar. Kur’an’ı rehber edinselerdi aşağıdaki âyetlerden haberleri olur ve ona göre davranırlardı."Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa sevkederler/kafir yaparlar" (Âli İmran- 100)"Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler" (En'am- 116)Selam ve sevgiler"(Ender Ansan- "Geleneklerin Zararları" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Başkalarına giybet, dedikodu, hatta iftra edenler, ben Müslümanım diyorlar.Bence Kur'an'ı okuyup içselleştirmiyen, Ebu Lehep, Ebu Cehil ve As bin Vail'den hiç bir farkı yoktur. Sevgili Mehmet abicim! Israrla Ali hocam'a "tefsir etmişsin" diyerek manipülasyon yapıyorsun. Hakka karşı takındığınız inadı hala anlayabilmiş değilim.Hatırliyormusunuz beni bir sayfaya davet etmiştiniz, Nur'cuların sayfasına.Daha ilk gün beni engelleyip sayfadan attılar.Sayfada sadece Risâle-i Nur okunması yönünde bir baskı ve hiyerarşi vardı.Nedenini sorup, sorgulayınca attılar.Farkında mısın, aylardır Ali hoca'nın yazdığı âyetlere muhalefet ediyorsun, seni öteleyen yada engelleyen kimse yok.Neden hâlâ arkadaşlığa devam ediyorsun?Kurân'ı Kerim gerçekten sana yetmiyor mu?Yoksa Allâh'ın âyetleri ve vâdi yetmiyor, bir kaç alternatifin daha olsun mu istiyorsun?(Unal Akman- "Nurculuk" adlı yazıya yaptığı yorum)
MEZHEP VE FIRKALAR KUR'AN'A İHANETTİR."Ya açar nazm'i celil'in bakarız yaprağına, Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına. İnmemiştir hele Kur'an bunu hakkıyla bilin,Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için" (Mehmet Akif)"Eğer onlar Tevrat'ı İncil'i ve Rablerinden onlara indirileni (Kur'an'ı) doğru dürüst uygulasarardı, şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi (yeraltı ve yerüstü servetlerinden istifade ederek refah içinde yaşarlardı)Onlardan aşırılığa kaçmayan (vahiy ehli muvahhid) bir grup vardır, fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür"(Maide-66)Yukarıdaki âyetten sonra gelen şu âyet hem Allah Resulü'ne hem de onun şahsında son vahyin ümmetine önemli bir uyarı yapmaktadır. Yani sakın kadim vahiy'lerin sahipleri gibi yapmayın. Siz, size indirilen vahye sahip çıkın, ona sımsıkı sarılın, batıl şeylerin peşinde gitmeyin."Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah,(vahiy'den bağımsızolarak) kâfirler topluluğuna hidayet etmez"( Maide- 67 )Âyette Allah Resulü'ndan sonra vahyi terk ederek başka kaynaklar peşinde gidenlerin kafir olduklarını açık olarak görüyoruz. Ondan sonra gelen âyet konuya açıklık getirmektedir."Ey Ehli Kitap! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça (doğru bir din) üzerinde değilsiniz" de.Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette arttıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme"( Maide- 68) Dolayısıyla Kur'an'dan bağımsız, uydurma rivayetler peşinde koşan Şiilik, Hanefilik, Şafilik, Malikilik, Hanbelilik gibi mezhepler, Nurculuk, Süleymancılık, Diyanet, Menzil, İsmail Ağa, İskenderpaşa İhlas grubu gibi kurum ve kuruluşların yolları şirk, dinleri batıldır. Şii âlimleri, Maide süresi 67.âyetini bağlam ve bütünlüğünden kopardıkları için, âyetin veda haccı dönüşünde Gadir Hum'da Ali'nin imanetini tayin etmek için indiğini iddia etmişlerdir.Şia'nın muhaddisleri tarafından Gadir Hum ile ilgili binlerce hadis uydurulmuştur."Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azap etsin! Allah şükre karşılığını veren ve her şeyi bilendir" (Nisa- 147)Dolayısıyla vahye sahip olmanın getirisi bolluk ve bereket, huzur ve mutluluk iken, onu terk etmenin bedeli yokluk ve fakirlik, dağılma ve parçalanma, sürgün, katliam ve perişanlık olmuştur.(Âli İmran-103,105; Hac-31)
26 Mayıs 2021 Çarşamba
TAĞUTSözlükte "haddi aşmak, azgınlık göstermek, suyun taşması (Hakka-11) zulüm, şirk ve küfür de ileri gitmek" anlamlarına gelir.Bu kavram türevleri ile birlikte kırk âyette geçmektedir."Tağa" olarak geçtiği âyetler (Tâhâ-24,43,45; Necm-17,52; Naziat-17,37; Alak-6)"Tuğyan" olarak geçtiği yerler.(Bakara-15; Mâide-64,68; En'am-110; Âraf-186; Yunus-11; İsra-60; Kehf-80; Müminun-75)"Tağut" şeklinde geçtiği âyetler.(Bakara-256, 257; Nisa-51,60,76; Mâide-60; Nahl-36; Zümer-17)İnsan bulunduğu komuma göre belli nimetlere kavuşup, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek vehmettiği an gurur, kibir ve gaflete kapılarak "tuğyan" kapısını aralar.Bir adım daha öteye geçince, bilgi ve fikirleriyle Allah'a şirk koşmaya, inanç ve fikirlerini vahyin yerine geçirip heva ve hevesinin peşinden gitmeye başlar. İşte Kur'an, bu kötü ahlaka "tuğyan" bu ahlakın sahiplerine de "tağut" demiştir.Nitekim kadim toplumların karakteri ve onları helak götüren sebepler anlatılırken "tuğyan" felaketine dikkat çekilmiştir. Mesala:Firavun'un tuğyan etmesi:"Ey Nebi! Sana Musa'nın haberi geldi mi? Kutsal vadi Tuva'da Rabbi ona şöyle seslenmişti: Firavun'a git! Çünkü o tâği oldu. De ki: Arınmayı ve seni Rabbin'in yoluna iletmemi istermisin? Böylece sorumluluk bilincine sahip olursun"(Naziat-15,16,17,18,19)"Azana ve dünya hayatını âhirete tercih edene, şüphesiz cehennem tek barınaktır"(Naziat- 37, 39) âyetleri buna işaret etmektedir Fakat son vahyin indirilmesiyle Kur'an, en çok tuğyan eden yani vahye kulak asmayan bundan dolayı tâği olan din adamlarına dikkat çekmektedir.Yüce Allah'ın, bir çok âyette müminleri tağut'a karşı uyarması bundan ileri gelmektedir.Hatta gerçek mümin olabilmek için, tağutla mücadele edilmesinin gerekli olduğunu ortaya koyar.İmanın tam olarak gerçekleşmesi için ilk önce tağutu reddetmek gerekmektedir. "lâ ikrâhe fiddini kad tebeyyenerüşdü minal ğayyi""Dinde zorlama (zorlaştırma) yoktur. Artık rüşd (doğruluk- olgunluk) ğayy (eğrilik-yanlış-kötülük) birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tağut'u inkar eder ve Allah'a iman ederse, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir ve bilendir"(Bakara-256)Âyette dikkat çeken en önemli konu, dinde zorlama ve zorlaştırmanın olmadığıdır.Sebebi de şudur:İtikad yani iman, güzel ahlak ve öğüt olarak din, indirilen vahiy'le Allah tarafından tamamlanmıştır.Yani Kur'an'ı aşarak, yüce Allah'ın üzerinde ululuk taslayarak, dinde helal ve haram, farz, vacib, sünnet, zikir, salavat gibi ibadetler ve kurallar koyarak insanları dinden nefret ettirmeyin, insanlara bir ikrah, zorluk, yük, ağırlık, esaret ve bıkkınlık meydana gelmesin. "... Doğru yanlıştan ayrılmıştır..." Bu emirle yüce Rabbimiz şunu demek istiyor.Size indirilen vahiy haricinde hiçbir hidayet rehberiniz olmasın.Yani sizlere gönderilen Allah'ın mesajı, doğru ile yanlışı sizlere apaçık bildirmiştir. Demek ki, Allah'ın sınırlarını aşan, Allah emretmediği halde "bunlarda Allah katındandır" diyerek dine helal ve haram, farz ve sünnet ekleyenler tağut" oluyorlar.Âyetin devamında ise, "her kim tağut'u inkâr edip, yani insanları Allah'ın yolundan uzaklaştıran din adamlarını ve mezhepleri inkar edip, din ve hüküm olarak yalnız Allah'ın âyetlerine iman ederse, Allah'ın hidayeti olan sırat-ı müstakime girmiş olur" buyuruyor.Gerçek bir mümin, din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa iman etmeyendir.Kur'an'da "tağut" kavramı, siyasal anlamda değil din anlamında kullanılmıştır.Yani kelime devlet adamları ve hukukçulardan daha çok din adamları ile ilgilidir.Kur'an'da Tağut kavramı, "vahiy dininden yüz çeviren, dini parçalayan ve fırkalara ayıran, Allah'ın âyetlerini gizleyen, dini hükümler koyarak Allah'a iftira eden, insanları Allah'ın yolundan engelleyen, Allah ile aldatan, dini menfaat ve rant kapısı yapanlar" hakkındadır.Bu gerçek bir çok âyette apaçık bir şekilde ortaya konmaktadır. Mesala:"Allah, iman edenlerin velisidir, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, kâfirleri gelince onların velileri de tağut'tur, onların nurdan alıp karanlıklara götürürler..."(Bakara-257)Âyette geçen "Allah, veli, nur, iman ve zulumât" (karanlıklar) kelimeleri, dinin tamamen Kur'an'dan yaşanması ile ilgilidir.Yani şirk ve tevhidle ilgili olan kelimelerdir.Mesela:"Kendilerine kitaptan (Tevrat- İncil- Kur'an) bir nasip (pay) verilenleri görmedin mi? Cibt'e ve tağut'a iman ediyorlar..."(Nisa-51)"İman" kavramı din ve hüküm içeren yani vahiy bağlamında kullanılan bir kavramdır.Mezhep bağlıları insanların dikkatlerini din adamlarının üzerinden uzaklaştırmak için, tağut kavramını devlet adamları bağlamında kullanırlar.Fakat gerçekte tağut kelimesi, din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmeyen mezhep âlimleri ve din adamları hakkındadır.Yani Nebi (a.s) dan asırlar sonra onun adını kullanılarak uydurulan hadislere ve onların üzerine inşa edilen ictihadlara din ve hüküm olarak iman eden ve onları din diye anlatan ilim sahipleri tağuttur.Tağut kelimesinin, devlet adamlarından dah açok din adamları bağlamında kullanıldığını anlamayan Kur'an cahilidir.Mesele:"Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenler görmedin mi? Tağut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki Şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.Onlara (tek hüküm olarak) Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Resul'e gelin (onlara başvuralım) denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün"( Nisa- 60, 61) Aslında Bakara 257.âyeti meseleyi çok açık anlatıyor. "Allah'ı veli edinenleri" yani din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul edenleri yüce Allah, karanlıklardan aydınlığa çıkaracağını" bildiriyor. "Allah'ın yanında veli edindikleri muhaddis, müfessir!!, mezhep imamı, cemaat lideri, şeyh, efendi ve benzerleri, din adına yol gösterici, güvenilecek dini kaynak ve dayanak edinenler onları aydınlıktan karanlıklara doğru götürecekleri" uyarısı yapılıyor. Kur'an'ın yüzlerce âyette "kafir, müşrik, zalim, fâsık, gafil, cahil " dediği kimseler, Allah'a iman etmeyenler değil, Kur'an'ı dinde yegane kaynak kabul etmeyenlerdir. Yüzlerce âyette kendilerinden söz edilenler, "din ve hüküm olarak Kur'an yeterlidir, gelin sadace Allah'a iman edelim, Kur’an'ın güç ve himayesine sığınalım, güvenilecek ve dayanılacak tek güç, kudret, yardımcı, veli Allah'tır" denildiğinde, kalbi daralan, Allah'ın kitabının yanına ek kitaplar koyan, beşer olanları Allah seviyesine çıkaran müşriklerdir.(Bakara170; Mâide-104)İşte bu gibi din adamlarına Kur'an tağut diyor.İnsanları Kur'an'dan uzaklaştıran, sesinin yani manasının, anlaşılmasını engelleyen, Allah'ın hidayetine değilde, kendine, kendi eserine veya beşeri kaynaklara davet eden herkes tağuttur.Tağut kelimesi, son vahiyle birlikte neden devlet adamlarından daha çok ilim adamlarına hitap eden bir kelime olmuştur? Çünkü son vahyin tarihine baktığımızda devlet adamlarının her zaman din adamlarına tâbi olduğunu görüyoruz.Yani devlet adamları din adamlarının koyduğu kurallara göre hareket ederler.Bugün yeryüzünde bütün islam ülkelerinde güncel hayatta, devlet adamlarından, sade vatandaşa kadar inanç ve amel olarak yaşanılan din, âlimlerin uydurdukları hadis ve bu hadislerin üzerine inşa ettikleri ictihadlardan yani mezheplerden ibarettir. Bu iftira dinin en basit bir kuralına, en saçmasapan bir uygulamasına en muktedir devlet adamı bile karşı gelemez.Daha geniş anlamda tağut, "Allah'ın koyduğu ölçü ve kurallar dışında kurallar koyan, toplumu Allah'ın yolundan saptıran, Allah'ın hükümlerine sırt çeviren din adamı" olarak tarif edebiliriz. Bir kişi, insanları Allah'ın hükümlerinin dışına çıkarmaya çalışıyor ve Allah'ın emri diye beşer mahsulu, din ve hüküm, helal ve haram, farz ve vacib koyuyorsa, işte o kişi tağuttur.
25 Mayıs 2021 Salı
İNSANLIK TARİHİNDE DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY: Kur'an bize şunu gösterdi.Bir gün ateşli silahlar icat edilse, insanların ayaklarını yerden kesecek araçlar icat edilse, insanları havada uçuracak vasıtalar yapılsa, dünyanın bütün bilgileri bir tablete sığdırılacak olsa, atom enerjisi özgür kalsa, gezegenler arası yolculuklar yapılsa, denizler bir asa ile yarılacak olsa, Kur'an gibi tehvid kitabı nazil olsa, son vahiy'le birlikte Muhammed (a.s) gibi bir Resül gelse, kanser ile beraber her türlü hastalığa ilaç bulunsa dahi, tek bir şeyin çaresi hiç bir zaman bulunmayacaktır.İnancı, ahlakı, fikri, duygusu, irfanı ve vicdanı bulunmayan akılsız adamlara tapınmama çaresi ve yolu bulunmayacaktır.Yani kula kulluk, iki ayaklı buzağıya tapınma, dünya menfaatine, heva ve hevese, altın ve gümüşe, kadın ve şehvete, para ve pula, dünya ve toprağa makam ve mertebeye, koltuk ve kariyere, ırka ve devlete kulluk etme devam edecektir.İnsanlık tarihinde her zaman ve zeminde icat ve yetenekte, bilim ve teknolojide bir değişim ve dönüşüm olacaktır.Fakat din adına soygun yapmada, Allah ile aldatmada müspet yönde hiçbir değişim meydana gelmeyecektir.İnsanlık tarihinde her konuda çok mesafeler kat edildi, yaşam standartları değişti, hayat şartları kolaylaştı fakat kula kulluk etmeme konusunda bir arpa boyu yol alınmadı.Hatta bu konuda geriye doğru gidildi bile denilebilir.Çok ilginç, hayat standartları ileriye doğru geliştikçe, medeniyette hayat şartları geliştikçe, kula kulluk ve şırk'te geriye doğru bir gelişme gerçekleşti.Hayret, insan idrak ve şuuru nasıl bu kadar kapalı olabilir.Özgürlük savaşçıları ve hakikat avcıları nasıl sapık ve tehlikeli görülebilir.Akılsızlık ve düşüncesizlik nasıl bu kadar dibe vurabilir?Milyonlarca insan aynı inanç ve fikirle nasıl esfeli sâfilin olur.Yani maddi olarak her sorun çözülebilir, dünya gül gülistan olabilir, ama şirk, hululiyyet inancı, tasavvuf ve tarikatların egemenliği, kula kulluk, mahluka ibadet, batınilik, kiyamet gününe kadar egemenliğini devam edecektir.Çünkü "Çoğunluğu şirk koşmadan Allah'a iman etmemektedir" (Yusuf-106)Kuran bize şunu açık olarak ders vermiştir."En tehlikeli insan, az anlayan, hiç düşünmeyen, asla sorgulamayan, aklını kullanmayan, fanatik iman eden insandır. Tevhid: Allah'tan başka hiç kimsenin iradesine teslim olmadan, hiçbir güce boyun eğmeden, hiç bir makamın el ve eteğini öpmeden hürriyet içinde yaşamaktır.
24 Mayıs 2021 Pazartesi
RESÜL'E İTAAT EMRİ HANGİ ANLAMA GELİYOR ? Kur'an'da anlatılan vahiy İslam'ına karşı delil getirme çabasında olan Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri, "Allah'a ve Resulüne itaat edin" şeklindeki âyetleri gösterip, "Kur'an'da Allah'a ve Resulüne itaat etmemiz emrediliyor, "Kur'an'a uymak Allah'a itaattir, hadislere uymak da "Resul'e itaattir" demektedirler. Nebi ve Resül'ün arasında bulunan farkları bilmemek böyle karanlık bir cehaleti ortaya çıkarıyor.Halbuki Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Muhammed'e ve "Nebi'ye itaat etmekle" ilgili bir emir bulunmamaktadır.Söz konusu olan" itaat" fiili bütün âyetlerde "Resul" bağlamında geçmektedir. Kur'an'da kendisine itaat edilmesi emredilen "Resül'ün" Türkçe tam karşılığı "Elçi" dir. "Peygamber" Farsça kökenli bir kelimedir ve Kur'an'da geçmemektedir. Kur'an meallerinde "Elçi" manasına gelen Arapça" Resul" kelimesi "peygamber" olarak çevriliyor. Bu kelime hem "Allah'ın Elçisi" hem de "herhangi bir Elçi" manasında kullanılır.Kur'an'da "Resul" "diye geçen kelimeyi "Elçi" diye çevirmek doğru bir çeviri olacaktır. Nitekim bazı meallerde bu şekilde çevrilmiştir."Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse ve Allah'tan korkup sakınırsa işte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır" (Nur- 52 )"Allah'a ve elçisine itaat edin ki Merhamet olunasınız"(Âli İmran- 132 )Belli bir yaşın üzerindeki kişilerin çoğu "Resül" kelimesinin hangi anlama geldiğini ve kullanış tarzını bilirler, fakat genç neslin Resül kelimesinin manasını bilememesi ihtimaline karşı geniş bir açıklama yapmayı uygun görüyoruz.Yukarıdaki âyetlerde "Resül" kelimesinin" Elçi" manasında olduğunu iyice anlamak, âyetin manasını da tam olarak anlamayı sağlayacaktır.Müminler, Muhammed (a.s) a niye itaat ve ittiba ederler? Çünkü o, Allah'ın elçisidir. Yani Allah'ın mesajını alıp insanlara ulaştıran bir Resüldür. Resül'ün okuduğu ve tebliğ ettiği şey, Allah'ın gönderdiği mesajdır. Bunun için "Elçiye zeval yoktur" denilmiştir. O mesaja itaat edilince, hem Allah'a, hem de o mesaja getiren Resül'e itaat edilmiş olur. Aynı zamanda mesajın kendisine (Kur'an'a) itaat edildiğini ve uyulduğunu söylersek bu da doğru olur.Muhammed'e "Resül" denmesinin sebebi, kendisine ait olmayan mesajı taşımasıdır. Bu görev son derece önemlidir. Yani Allah "Resul"( Elçi) kelimesi ile, Muhammed (as) ın kendisinin olmayan mesajı taşıyan, (emin- güvenilir) bir emanetçi bir mubelliğ olduğunu vurgulamaktadır. İnsanlara, "Elçi'yi devreden çıkartıp vahiy'den bağımsız olarak Allah'a ulaşmanız mümkün değildir" dersini vermektedir. Aynı zamanda bu vahyin hedef kitleye ulaştırılması için en ideal yol ve yöntem, elçileri onurlandırmak anlamına da gelmektedir. Yüce Allah, Elçiye de kendisine verilen elçilik görevini hakkıyla yapmasını ısrarla emretmektedir. "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun"( Maide- 67)"İşte bütün bunlar (emirler) Rabb'inin sana vahyettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilah edinmeyesin. Sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın" (İsra- 39) İtaat edilmesi emredilen kişi olan Resül, kendi namına değil, göndericisi (Allah) namına konuşmaktadır. Onun mesajını ulaştırmaktadır. Bu yüzden "ona (Elçiye) itaat, gönderene (Allah'a) itaattir mantığı, yani elçiye zeval yoktur, anlayışı Kur'an'ın bu âyetleriyle ortaya konmaktadır. Allah'ın mesajı elçin'in dilinde neşvu nema buluyor. Mesaj elçi'nin dilinden hayata aktarılır. Resül olmazsa, din, iman, islam, vahiy diye bir şey olmaz.Resül, mesajı insanlara ulaştıracağı, Allah'a davet edeceği için elçiye itaat, onu gönderene itaat etme anlamına gelmektedir."Kim Resül'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik"( Nisa- 80) Bu âyette görüldüğü gibi elçi sadece kendisine vahyedileni insanlara ulaştırmakla mükelleftir. "De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben sadece Allah'a davet ediyorum "(Yusuf- 108) Diğer bir ilginç nokta da, Allah Resulü'nün ismi olan "Muhammed'in" geçtiği dört âyetten üçünde "Muhammed'in Elçi olduğu"nun vurgulanmasıdır. "Muhammed yalnız bir elçidir... "(Âli İmran- 144) "... Muhammed Allah'ın elçisi ve Nebilerin sonuncusudur... " (Ahzab- 40)"Muhammed Allah'ın elçisidir..." (Fetih- 29) Kur'an'da "(Muhammed) isminin geçip, Resüllüğünün vurgulanmadığı tek ayette ise "Muhammed'e indirilene inanılması" (Muhammed-2)Yani Kur'an'a inanılması gerektiği söylenir. Kur'an'ı Mübin'de Muhammed'in sözünden asla bahsedilmez.Musa (a.s) ve İsa (a.s) örneğinde olduğu gibi, Kur'an'da Muhammed (a.s) ın çocukluk ve gençlik çağının üzerinde olumlu veya olumsuz olarak durulmaz.Muhammed'in veya Nebi'nin sözlerine inanılmasindan söz edilmez.Sadece ve sadece indirilen Kur'an'a inanılması veya inanılmamasından doğacak sorumluluklardan uzun uzun açıklamalar getirilir."Kendilerine Rablarının ayetleri hatırlatıldığında ise onlara karşı sağır ve kör davranmazlar" (Furkan- 73)"O muttakiler sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler"( Bakara- 5) Daha evvel gördüğümüz gibi Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Allah'a ve Muhammed'e itaat edin" diyen bir âyet bulunmaz. Kur'an'da sürekli olarak "Allah'a ve elçisine itaat edin" şeklinde bir ifadenin geçmesi Muhammed (aleyhisselâm) a ancak elçilik vazifesinden dolayı itaat edilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Allah'ın elçileri sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler. Kur'an'da "küfür, savaş açılma, istihza, şikak, isyan, hak, nur, tebliğ etme, tebyin, (açıklama) helal ve haram kılma, tekzip, itaat etme, ittiba, kitab'ı tilavet etme, kerim, aziz, üsve-i hasene (en güzel örnek), iman, gibi birçok kavram "Allah, vahiy ve Resul" bağlamında kullanılmıştır. Elçiler değerlerini vahiy'den alırlar. Allah'ın elçileri vahiy kadar değerlidirler. Dolayısıyla hiçbir zaman "peygamber" kelimesini kullanmamak gerekmektedir. Çünkü "peygamber" kelimesi Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları yok eden, Kur'an'ı anlaşılmaz bir metin kılan, zehirli ve ölümcül bir kelimedir. "Peygamber" kelimesi, Kur'an'ı tahrif eden, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bozan, Kur'an'ın orijinal sistemini dağıtan çok tehlikeli bir kelimedir.
23 Mayıs 2021 Pazar
RAHMAN VE RAHİM İSİMLERİRahman ismi Mekke'de inen sürelerde daha yoğun olarak geçmektedir.Medine'de indirilen sürelerin sadece ikisinde "Rahman" ismi geçmektedir.(Bakara-163; Haşr-22)Bunun en önemli sebebi yüce Allah'ın Rahman isminin müminlerden daha çok, müşrik ve kâfirlere yönelik bir isim olduğu içindir.Rahman ismi sadece dünyaya yönelik bir isim iken, Rahîm ismi müminler için, hem dünya hem de âhirete yönelik bir isimdir."Rahman" Allah ismi gibi özel bir isimdir. Yani Rahman ismi Allah'a özel bir isim olduğu için O'ndan başkasına izafe edilemez.Mesela:Kur'an'da "Rahmanın Kulları,(Furkan-63) eğer Rahmanın çocuğu olsaydı,(Zuhruf-81) Rahmanın yanında kulluk edilecek ilahlar kılmış mıyız?"(Zuhruf-43) gibi cümleler, Rahman isminin Allah ismi gibi özel bir isim olduğunu gösteriyor.Allah ismi gibi, müşriklerin Rahman ismini bildikleri ve onu kabul ettikleri görülüyor.(Meryem-88; Enbiya-26; Yasin-15; Zuhruf-33)Esmaü-l Hüsna (Allah'ın güzel isimleri) arasında Allah ismi gibi Rahman ismi de sadece Allah için kullanılmaktadır.Fakat Rahim ismi Allah'a özel olmadığı için Resul bağlamında da kullanılmıştır. (Tevbe-128)Yani Resul (a.s) müminlere karşı merhametli olduğu gibi, müminler de birbirlerine karşı merhametlidirler.(Fetih-29)Rahim sıfatının türevleri, Kur'an'da müminler için de kullanılmıştır.(İsra- 24; Hadid- 27; Beled- 17)Kök itibâriyle Rahman ismi ile Rahim ismi birbirlerinden farklıdır.Aynı cümlede yan yana gelmiş olmaları da ayrı manalara geldiklerini göstermektedir.(Bakara-163)Yani Allah'ın Rahman ismi, Rahim ismi gibi "rahmet" kökünden türetilmiş değildir. Rahman ismi, aynen Allah ismi gibi, zatına yönelik bir isim iken, Rahim sıfatı Allah'ın fiillerine yönelik bir sıfattır.Rahman ismi, daha çok haşyet (korku) ve cezalandırmaya yönelik bir isim iken, Rahim sıfatı tamamen rahmet, merhamet ve acıma ile ilgilidir.Çünkü Rahman ismi, aynen Allah ismi gibi, "korku, azap, zarar verme" bağlamında geçmektedir. "Rahmet" ismi, bir çok âyette lefzatullah yani Allah lafzı ile birlikte kullanılırken, hiç bir âyette Rahman ismi ile beraber kullanılmaması dikkat çekicidir.Yani Rahmet isminin, Rahman ismi ile ses benzerliğinden başka hiçbir yakınlığı yokturRahman ismi, müşriklere ve zalimlere yönelik kullanılır iken, "Rahim" ismi ise, istiğfar, hidayet ve tevbe yolunda olan müminlere yöneliktir.Rahman ismi, iman ve itikada bakan bir isim iken, (Râd- 30; Tâhâ- 90; Meryem- 87, 88, 93; Enbiya-36; Furkan 60; Zuhruf- 20, 33, 36, 45)"Rahim" ismi, tevbe, istiğfar ve tevekkül gibi amel ve fiillere dönük bir isimdir.(Bakara- 37, 54, 128, 160; Tevbe-104, 118; Yusuf- 98, Hicr-49; Şura-5; Zümer-53) "Esmâ ul-Hüsnâ' (Allah'ın güzel isimleri) arasında bulunan Rahman ismi, sadece Allah ve Rahim sıfatı ile beraber geçerken (Fatiha- 3; Bakara- 163; Haşr-22; Fussilet-2; Neml-30)Rahim ismi, "Tevvab" (tevbeleri kabul eden) Bakara-37, 54, 128, 160; Tevbe-104, 118)"Ğafur" (Yunus-107; Yusuf- 98; Hicr- 49; Kasas-16; Sebe-2; Zümer-53; Şura-5; Ahkaf-8)"Aziz" (Şuara-9, 68, 104, 128, 140, 159, 175, 191, 217; Rum-5; Secde-6; Yasin-5; Duhan-42)"Berr"(Tur-28) isimleriyle birlikte geçmektedir.Kur'an'da öyle muhteşem bir sistem kurulmuş ki, "Rahim" ve "Tevvab" isimlerinin birlikte geçtiği âyetlerde, tevbe ederek durumlarını düzeltenler hakkında geçerken, "Ğafur" ve "Rahim" isimlerinin birlikte geçtikleri âyetlerde, yalnız müminlerin inanç ve amelleri anlatılmaktadır.Yani "bağışlanma" ve "merhamet olunma" sadece müminlerle ilgili bir durumdur."Aziz" ve "Rahim" isimlerinin birlikte geçtiği âyetlerde, genellikle Resüllerin kavimleri yani onlara iman eden ve inkar edenler anlatılıyor.Bunun anlamı, "Aziz" olan Allah müşriklerden intikam aldı, "Ğafur" sıfatıyla müminleri bağışladı ve merhamet etti" demektir.Aynı şekilde "Rahman" ismi de Kur'an'da aynen "Aziz" ismi gibi kafirleri cezalandırma ve zalimlerden intikam alma anlamında kullanılmaktadır.Dolayısıyla kök olarak Rahman isminin rahmet fiili ile bir bağlantısı yoktur.Kur'an'da Rahman ismi, Rahim ismiyle bağlantılı olarak geçmez. Rahman ismi, Rahmet tecellisinden daha çok Allah'ın zatı ile ilgili bağımsız bir kullanım alanı mevcuttur. "Rahmet" fiili, Allah kavramı ve Rab sıfatıyla bağlantılı olarak geçerken, hiçbir âyette Rahman ismine bağlanmamıştır. Mesela: "Rahmetallâhi" (Allah'ın rahmeti),(Âli İmran-107)"Rahmetin minallâhi" (Allah'tan bir rahmet olarak),(Âli İmran-159 "Min rahmeti rabbihi" (Rabbinin rahmetinden),(Hicr-56)"Rahmetin min rabbike"(Rabbinden bir rahmet olarak) (İsra-28) "Rahmete Rabbi" (Rabbimin rahmeti),(İsra-100)"Rahmetun min Rabbi"(Rabbimden bir rahmet olarak),(Kehf-98)Rahman ismi gökler, yer, canlı-cansız yani dünyadaki bütün varlıkları kapsarken, Rahim ismi, dünyada ve âhirette sadece müminlere yönelik bir isimdir.(Ahzab-43) Rahman ismi, Allah ismi gibi daha çok varlıkları yaratma ve idare etmeye yönelik iken, Rahim ismi, onları besleme, büyütme, esirgeme, acıma, nimet verme, merhamet etme, tehlikelerden koruma ile ilgili bir isim ve fiildir. Kur'an'a baktığımızda, "Rahman" ismine, rahmet değil, azap ve cezalandırmanın izafe edildiğini görüyoruz. "Babacığım!Rahman tarafından sana azap dokunup da şeytanın velisi olmandan korkuyorum" (Meryem-45)Bu arada Kur'an'da "Rahman" ve "Rahim" isimlerini araştırırken, ilginç bir şey daha dikkatimizi çekti.Âhirette bulunan cehennem azabı Allah'a izafe edilmemektedir.Yani insanlar inanç ve fiilleriyle, cehennem azabını dünyada kendileri satın alırlar.Âyetler: "Bu azap, kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Allah kullarına asla zulmetmez"(Âli İmran-182)(Rablerinin huzuruna) kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar. (Onlara) ancak yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz!" denir"(Neml- 90)"O günde azap, onları hem üstlerinden hem ayaklarının altından saracak ve Allah onlara yaptıklarınızın cezasını tadın diyecektir" (Ankebüt-55)(O gün onlara şöyle diyeceğiz) "Bu güne kavuşmayı unutmanızın cezasını şimdi tadın bakalım! Doğrusu bizde sizi unuttuk; yaptığınız amellerden ötürü ebedi azabı tadın!"(Secde-14)Sonuç olarak:Allah'ın rahmeti her şeyi kuşatmışken, (Âraf-156) yüce Allah yaratıklara merhamet etmeyi kendine gerekli kılmışken, (En'am-12) mahlukata azap etmeyi kendine gerekli kılmamıştır. Azap etme adalet gereğidir
22 Mayıs 2021 Cumartesi
YENİLİKÇİLER VE GELENEKÇİLER İnsanlık tarihinde her zaman ve her yerde iki tip insan var olmuştur.1) Yenilikçiler2) GelenekçilerYenilikçiler, yeni fikirlerin peşinde koşarlar, yeni olan şeylerden rahatsız olmazlar, yeni icatlardan heyecan duyarlar. Gelenekçiler, geçmişe çakılıp kalmışlardır, yeni olan her şeyden rahatsız olurar.Yüz yıl, beşyüz yıl, bin yıl, bin dört yıl önceki çağın özlem ve hasretini çekerler. Atalarından kalanlar dışında hiçbir şey onları alakadar etmez.Varsa yoksa ataları, atalarının dini, atalarının gelenekleri ve atalarının tarihidir.Onların ataları yanlış ve hatalı bir şey yapmamışlardır!!Onlar için her zaman geçmiş gelecekten daha hayırlı ve daha üstündür, gelecek kötüdür, bozuktur, berbattır, kiyamet yakındır, yaşamak haramdır.Yenilikçiler, değişirler, tarihi değiştirirler, yeni fikir ve icatların peşinde koşar geçmişe takılıp kalmazlar. Yenilikçiler, sürekli ileriyi düşünürler, geçmişten ibret alarak daima ileriye doğru hedeflerini koyarlar. Yenilikçilere göre ataların dini mutlak doğru değildir, hataları olabilir, geçmiş daima sorgulanmalıdır.Yenilikçi düşünceye göre, ataların dinine kulluk etmenin hiçbir anlamı yoktur.Gelenekçiler statükodan yana oldukları için durağan bir fikir yapısına sahiptirler.Onlarda değişim olmadığı için toplumlarının başını sürekli belaya sokarlar. Çalışmalarında ileriye dönük bir beklentileri olmadığı için gelişme gösteremezler. Onlar gelecek ile değil, daha çok geçmiş ile ilgilenirler.Gelecek onları fazla alakadar etmez. Toplumlarını atalarının ne kadar üstün ve seçkin olduklarının propagandasını yaparak aldatmaya çalışırlar. Fakat yenilikçiler böyle değildir. Medeniyet ve refah, mutluluk ve huzur, gelişme ve ilerleme, icat ve özgürlük hep yenilikçiler sayesinde meydana gelir.Yenilikçiler sürekli araştırma ve geliştirme uygulama ve deney peşinde koşarlar.Yenilikçiler hakkınavcıları iken, gelenekçiler hakkın amansız düşmanıdırlar. Genenekçilerin en büyük düşmanı yeni şeyler peşinde koşan, kendini halkına, halkın refahına adayan yenilikçilerdir.Gelenekçilerin zihin yapısı hep boş, hep soğuk, ölümcül ve karanlık, nesiller nesillerin peşinde hep aynı şeyleri tekrar eden, hep ataların uydurmalarını taklit, hayat, düşünce, fikir, inanç ve idealler hep gelenekseldir. İnanç ve kültür sadece ölülerden kalma çürümüş ve kokuşmuş bir mirastır. Bu geleneksel hayattan, ölülerin dininden topluma intikal eden sadece kaos, yobazlık, acı, kula kulluk, fakirlik, isyan ve yıkım olmuştur.Yenilikçilerin toplumlarını ileriye taşımaları önünde en büyük sorun ve engel her zaman inancı ve fikri, beyni ve inancı bozuk gelenekçiler olmuştur. Vahiy ile Allah'ın elçileri ve Nebiler, yenilikten yana olanları temsil etmektedirler.Gelenekçiler ise Allah'ın elçilerinden ve onlara indirilen vahiy'den tam olarak yüz çevirmişlerdir. Çünkü gelenekçiler aydınlık ve gelişmeden son derece rahatsız olurlar. Gelenekçilere "Uydurma din mensupları, ilahların ve evliyanın şirk dini yandaşları, şeytanın evliyası, ataların dininin savunucuları" gibi unvanlarda verilebilir. Bugün bilim ve teknolojide hayat belli bir seviyede seyrediyorsa bu yenilikçi zihniyet sahipleri yüzündendir. Yenilikçiler hiçbir zaman önyargılara teslim olmadan hareket ederler. Gelenekçiler ön yargılardan kendilerini kurtaramazlar. Yenilikçiler sadece Kur'an'a, onun ilkelerine ve tevhid akidesine teslim olmuşlardır. Gelenekçiler ise Kur'an'ın halktan koparılması, susturulması, Kur'an düşüncesinin arka plana itilmesi ve tümden terk edilmesi için, yazısını, resmini, güftesini, sesini, şeklini, cildini ön plana çıkarıp resme kulluk ederler.Gelenekçiler sanal bir dünyada yaşıyorlar, onların hayatları gerçek değildir, çünkü kendi dönemlerinde değiller inanç ve zihinleri bir yerde cesetleri başka bir yerdedir.Yani Gelenekçilerin hayatları Kur'anın deyimiyle batıldır. Yenilikçiler gerçek bir hayatı yaşarlar, Kur'an'ı hakkıyla okur, ondan ilham alır, inanç ayrılıklarını, düşünce karmaşasını, fırkalaşma belasını bir kenara iterek sadece Allah'ın güç ve himayesine sığınırlar. Yenilikçiler, enerjilerini Kur'an, akıl, ilim ve tefekkürden alarak tekrar dirilişe geçip, ölümcül hastalıklara yakalanmış, şirk ve ayrılığa düşmüş, geri kalmış halklarını yeniden tevhid ve vahdete, huzur ve mutluluğa kavuşturur, ona hayat ve hareket, bilinç ve sorumluluk yön ve derin düşünce kazandırırlar. Yenilikçiler Kur'an'ın abı hayat, kurtuluş, diriliş ve yaratıcılık bahşeden bir kitap olduğunu bütün insanlığa inandırmaya çalışıyorlar
KUR'AN CANLI HAYATA OKUNMALI (3.YAZI ) Dünya ve ahiret kurtuluşumuz, hayat kitabı olan bu kutsal vahyi ölüler kitabı olmaktan kurtarıp, onu yaşayanların kılavuzu kılmaktan geçer.Kur'an'ı hakkıyla okuyan her mümin, bugünkü hayatını, yarınındünyasını kendi kimliğini, kitabın satırları arasında bulur.Yaşadığı çağa uygun çözümlerle karşılaşır.Kur'an için hertürlü ilacın bulunduğu bir eczane ve Allah'ın rahmet hazinesidir.Kur'an'ı hakkıyla okumak gerçekten çok önemlidir."Dinlerine (şirk ) uymadıkça Yahudilerde Hıristiyanlarda (Şia'da, Ehli Sünnet'de ) asla senden razı olmayacaklardır.De ki : Doğru yol (İslam-tevhid-hidayet )Ancak Allah'ın yoludur.Sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır""Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu hakkıyla okurlar. Onlar ona iman ederler. Ama her kim onun gerçeklerini örterse, işte gerçekten zarara uğrayanlar bunlardır"(Bakara-120, 121 )"Allah'a ancak güzel sözler yükselir. Onlarıda Allah'a salih ameller ulaştırır" (Fatır- 10 )Kur'an'a gücüne ve himayesine sığınmak, sabır yani dayanma, ciddiyet, kesin inanç ve devamlılık gerektirir. Kur'an'ı Mübin'in bugünkü insanlığa yönelik amacı, indiği günkü amacın aynısıdır. İslam çağrısının ilk hareket noktasında bulunduğumuzu hissedersek, Kur'an'ı ilk kez bize iniyormuş gibi okursak, Kur'an atmosferini algılar, canlılar aleminin onurlandırılmış, şerefli bir varlığı oluruz. Çünkü Kur'an'ın mesajı gerçek bir dava, maddi-manevi büyük bir zenginliktir. Samimi ve değerli bir okuyucu Kur'an'ın kendine özgü kişiliğini ve anlatım tarzını rahatlıkla fark edecektir.İşte o zaman Kur'an'ın yöntemini, mesajlarını, tasvirlerini, bağlam ve bütünlüğünü kuşatan atmosferini, süreklilik sağlayan işlevini anlar, tekrarlanmış ifadelerden istifadesini attırır. Kur'an'ın çarpıcı orijinalliği o zaman okuyucunun vicdanın ihya eder, duygularını kendi kontrolüne alır, nefesini keser, okuyucu çarpılmışa döner. Dalgaları üst üste gelen coşkun bir nehir gibi insanı tevhid gerçeği, inanç sistemi vurguları altında donatır ve eğitir. İnsanın vicdanını çepeçevre kuşatır ve abluka altına alır.
20 Mayıs 2021 Perşembe
YUH OLSUN BİZE,,Bir kaç gün önce Elazığ'da kızının eve bir genci almasından ötürü, cinnet geçiren babanın, kızının boğazını keserek evlat katili olduğunu öğrendik.Allah ve elçisine iman ettiğini iddia eden bizler, değil bir kız ile bir erkeğin aynı evde bulunmaları, beraber gezmeleri, zina etseler dâhi, Kur'an'a göre "dört şahit bulunmak şartıyla" (Nur-4,13) cezalarının ise ancak Kur'an hükümlerinin uygulandığı bir ülkede İslam mahkemesi tarafından yüz celde(iç uzuvlara zarar gelmeyecek şekilde deriye yüzer sopa vurmak olduğunu) bunun haricinde bir cezanın olmadığını anlatamamış isek bize yazıklar olsun.(Kur'an'ın hükumleri hiç bir zaman egemen olmamıştır. Hadis ve mezhepler dini toplumsal olarak Kur'an ahlakının ve hükumlerinin önünde bir engeldir. Dolayısıyla Nebi(a.s) Medine hayatının kısa bir dönemi hariç, vahiy hükümlerinin yüzde yüz uygulandığı bir zaman olmamıştır)Aslında zina olayında Kur'an tarafından dört şahit (Nur-4,13) istenmesi, zina fiilinin açık olarak yapılmadığı takdirde örtbas edilmesi içindir."Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz celde vurun..."(Nur-2) Eğer 90.000 Câmii, 150 bin kadrolu imam-ı bulunan bir ülkede Kur'an'a rağmen cinsel olaylardan dolayı süreklı kadınlar öldürülüyorsa bize yüz kere yazıklar olsun.Yüzlerce ilahiyat Prof'u, onlarca İlahiyat Fakültesine rağmen, bir ülkede cinsellik ile alakalı fillerden dolayı hergün cinayet işleniyorsa bize bin defa yazıklar olsun.Bir ümmetin vicdanı, bir milletin zihin yapısı, din anlatanlar, toplu olarak, çoğunluğu sağlayarak nasıl olur da bu derece Kur'an ilminden ve Kur'an ahlakından en uzak bir noktaya savrulabilir?Din satmak, dini rant yapmak, din üzerinden dünyalık elde etmek, din ve iman adına insanları sömürmek, ümmi insanları Allah'a ile aldatmak, dini her türlü maddi menfaate âlet etmek, yolsuzluk, hırsızlık, israf, rüşvet, şirk, kula kulluk, her türlü yağcılık, ahlaksızlık, adaletsizlik olabilir!!! ama bir genç kızın nefsine ve fıtri olan şehevi arzularına hakim olamayıp günaha girmesi olacak şey değil! öyle mi? Eğer böyle bir şey hayatın olağan hadiselerinden olmasaydı, Allah onların cezalarını Kur'an'a koyar mıydı?Siz Allah'tan ve elçisinden daha mı namuslusunuz?Terör cinayetlerinden sonra en alçak bir günah ve cinayet cinsellik ile alakalı işlenen cinayetlerdir.Zina etmenin, yani bir erkek ile bir kadının beraber olma cezalarının Kur'an'a göre yüz celde olduğunu bu ümmete nasıl anlatamadık?Hadis ve mezhep yoluyla her türlü yalan ve hurafeyi, iftira ve safsatayı anlattık, fakat Kur'an'da bulunan bir hakkı anlatamadık. Diyanet İşleri Başkanlığına ve İlahiyat Fakültelerine ayrılan bütçe haramdır, zehir zıkkımdır.Peki ilahiyat Fakültesinde okuyan masum kızını bir genç ile birlikte gördüğü için öldüren adama şu soruyu sorsak bize ne cevap verecektir. "Eğer bir erkekle beraber olan kızın değil de, bir kız ile beraber olan oğlun olsaydı onu da öldürür müydün?Ne yani, kız yaptığı zaman kötü, erkek yaptığı zaman aferin evladım mı diyeceğiz?Böyle Kur'an'sız ve karanlık bir cehalete sahip olan bir milletin başına ne gelirse haketmiştir.Halbuki namusun ilk önce erkekler tarafından korunacağını Kur'an ortaya koyuyor."Mü'min erkeklere, gözlerini harama dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle..."(Nur-30)Aynı emir kadınlara bu âyetten sonraki âyette geliyor.Aynı şekilde Ahzab süresi 35. âyette namusun ilk önce erkekler tarafından korunması gerektiği vurgulanıyor.Sevdiği bir genci eve alırken bir kadın tarafından görüldüğü için baba korkusundan dolayı ihtiyar kadını öldüren kıza bu korkuyu ve endişeyi veren geleneğe ve inanca yüz bin defa lanet olsun.(Elazığ'da bir kaç yıl önce meydana geldi) Bir genç ile konuştuğundan dolayı babası ve dedesi tarafından diri diri toprağa gömülen Adıyamanlı Medine'ye Allah rahmet eylesin.Onu diri diri toprağa gömdüren inanca da lânet olsun.Sözüm ona namus cinayeti olduğu için muhafazakar toplumda hiç kimse Medine'nin çığlıklarını duymadı bile.Adıyamanlı Mazlum Medine..."(Medine'nin diri diri toprağa gömüldüğü otopsi raporu ile ortaya çıktı)Namus! cinayeti işleten inanca yazıklar olsun. Sizde her türlü kötülük mevcuttur ama yine de muteşem bir namusa sahipsiniz, öldürdüğüz masumlara kurban olasınız.
TASAVVUF VE MEZHEP ŞİRKİKur'an'a ve hikmetine baktığımızda son derece kolay bir din ve sade bir hayat ile karşılaşırız.Çünkü yüce Allah, herkesin Kur'an'ı anlaması ve dini saf olarak yaşaması, hiç kimsenin Kur'an'dan ve onun vahiy dininden mahrum olmaması için anlaşılmasını kolaylaştırmış, en açık bir şekilde ortaya koymuştur.Kur'an, yüzlerce âyette kendisinin "mübin" "apaçık" olduğunu söylemektedir.Tasavvuf dinine baktığımızda ise, son derece karmaşık bir din ve söylemle karşılaşırız. Çünkü tasavvufçular hiçbir zaman inançlarını açık olarak söyleme cesaretini gösteremezler. Bir sürü zor, karmaşık, halkın anlamadığı kelime ve cümleler kullanırlar. Hallacı Mansur'dan, Beyazıd-i Bestami'ye, Muhyiddini Arabi'den Celaleddin-i Rumi'ye kadar tasavvufçular, gerçek inançlarını gizlemışlerdir. Fakat çömezleri, halifeleri ve talebeleri tarafından inançları bazen bilinçli veya bilinçsiz olarak dışarıya sızdırılır. Resüllerin gönderildiği kavimler, tasavvufçuların içini yakan, kavuran, bir türlü açık bir şekilde ortaya koyamadıkları hulul inancına bağlı idiler.Yani Tuğrul İnançerin söylediği, "Muhammed'e kul" olunmadan "Allah'a kul olunmaz" Cübbeli Ahmed'in dediği "ete kemiğe büründüm, Mahmut(şeyhi) göründüm" inancıdır. Eski kavim ve ümmetler bu inançlarını çekinmeden, açık bir şekilde, mertçe ortaya koyarlardı. Bununla alakalı Kur'an'da yüzlerce âyet mevcuttur. Nuh (a.s) ın kavminden Ibrahim (a.s) ın kavmine, Hud(a.s) ın kavminden Ashab-ı Kehf'e kadar bütün toplumlar, din adamları için, "élihetiné" "İlahlarımız" kelimesini kullanmışlardır. Nuh (a.s ) kavmi şöyle diyordu:"Sakın ilahlarınızı bırakmayın, hele Ved'den, Suva'dan,Yeğus'tan, Ye'uk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin" (Nuh-23 ) Hud (a.s) kavmi farklı bir şey söylemiyordu: "Ey Hud! Sen bize açık bir mücize getirmedin, biz de senin sözünle ilahlarımızı bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz"(Hud- 53 )İsterseniz İbrahim (a.s) ile beraber kavmini dinleyelim, ne diyorlar? "Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim?" (Enbiya- 62 ) Müşrik Mekke halkı şöyle diyordu. "(Muhammed) İlahları, tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu acaib bir şeydir! (Sâd- 5) Yine kadim mekke milleti, "Şayet ilahlarımıza inanmakta sebat göstermeseydik, (Muhammed) bizi neredeyse ilahlarımızdan saptıracaktı" (Furkan- 42)diyorlardı. Resüllerin kavimleri, tasavvufçular gibi ilahlara ve evliyaya kulluk ediyorlardı. Yüce Allah Şöyle buyuruyor. "Onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri geldiğinde, Allah ile beraber taptıkları ilahları, onlara hiç bir fayda sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramadı"(Hud- 101 ) "Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır. Onunla beraber kendilerine bir takım evliya edinenler: Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz"(Zümer-3)derler. Bu âyetlere benzer onlarca âyet mevcuttur. Yani dinsizlik ile mücadele eden hiçbir Resül yoktur. Vahiy, şirk dini ile, dinci ile, dindar ile, ilahlarına ve evliyaya ölümüne bağlı olan müşriklere karşı mücadele etmeyi emreder. Peki neden tasavvufçular ladim kavimler ve Hıristiyanlar gibi Allah Resulü veya şeyhleri için direk olarak "ilah" veya "Allah" demiyorlar. Kur'an'da şirk çok sert kınandığı, en açık bir küfür ve büyük bir zulüm görüldüğü için tasavvufçu müşrikler buna cesaret edemiyorlar.Dolambaçlı ifadeler, karmaşık cümleler, zor kavramlar kolay kolay anlaşılmayan kelimeler kullanıyorlar. Bu ibare ve kelimelerden çok zengin bir kavram hazinesi bile meydana getirmişlerdir. Bu kavramlardan "Gavs, Gavs-ı sâni, kutub, kutb-ul aktab, insan'ı kâmil, mürşid, mürşid-i kâmil, jakikat-ı Muhammed'iye, yediler, kırklar" bazılarıdır.Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri de benzer bir şirkin içinde oldukları için, tasavvuf şirkini makul ve meşrü görüyorlar. Aralarında bir şirk kardeşliği meydana getirerek "sekara" ve "gayyaya" doğru yüzüstü gidiyorlar.
19 Mayıs 2021 Çarşamba
ŞİRK BÜYÜK BİR ZULÜMDÜR. Dinin himayesine sığınarak kutsala hürmet adı altında açık şirke gidilmesi Kur'an'ın dikkat çektiği en büyük ve en önemli tehlikedir. Kur'an, yüzlerce âyette gösteriyor ki, şirkin failleri daima din temsilcileri olmuştur. Zaten din ile bağlantısı olmayan müşrik olamaz.Kuran'ı Mübin doğrudan ve açık olarak bu din temsilcilerine lânet okumaktadır.(Bakara-159/174)Kur'an haber vermektedir ki, Resüller mirası, fosiller hakimiyetiyle içinden çürütülmüş ve faturası Allah'a kesilen din, her zaman ve zeminde şeytana ve zulme hizmet eden bir yıkım aracına dönüşmüştür. İşte İslam dünyasının asırlardan beri hüsrandan hüsrana ve akıl almaz katliamlara sürüklenmesinin gerçek sebebi burada yatıyor. Şirk, hulul inancı ve batınilik, İslâm dininin yozlaştırıldığı anda ortaya çıkan dinin adıdır. Tevhid dininde yani ilahi yani vahye dayalı hanif dinin herhangi bir ilkesinde vücut bulan bir yozlaşma o dini tartışmasız biçimde şirke bulaştırır. Yozlaşan hâlis dinin yeni kimliği kesinlikle şirk olacaktır. Musa (a.s) a, İsa (a.s)a ve tüm Resüllere indirilen vahyin akibeti bu bulmuştur. Olmasaydı ardarda elçiler gönderilmezdi. Bundan dolayı insanlığın din adına Kur'an'dan başka gidilecek bir yeri başvuracak sağlam bir kaynağı bulunmamaktadır. Kur'an'dan nasip yoksa, varılacak sonuç ya şirk veya tümden Allah'ın inkar edilmesi olacaktır. Şu mesele gerçekten çok önemlidir. Şirk Kur'an'ın gösterdiği şekliyle bilinmedikçe, İslam'ı ve tevhid'i Kur'an'ın gösterdiği şekliyle anlamak mümkün değildir. Şia ve Ehl-i Sünnet dünyası, Kur'an'ın ortaya koyduğu şekliyle şirki tanımıyor. Tanıma yönündeki tüm gayretleri bilinçli ve şuurlu bir iradeyle sonuçsuz bırakılıyor. Çünkü şirk ve hulul inancının mahiyeti halk tarafından anlaşıldıkça onlara İslam adı altında yaşatılan dinin esasında şeytanların dinî olduğu ortaya çıkacaktır. Böyle bir şuur ve iman dünyada bulunan bütün çıkar dengelerini sarsacaktır. Şirki tanıma seferberliği, Kur'an'ın mü'minlerden istediği en büyük ve en zorlu seferberliği olduğunu asla unutmayalım.Şirk, tasavvuf, zühd, zikir maskesi adı altında tarikatlar eliyle en kolay yayılan bir cehalettir.Kur'an'a göre yayılmayı kolaylaştıran şirk ve hulul çevrelerinin dünyalık nimetlere bol bol sahip bulunmaları ve dinleri olan batıl inancı yaymada bu maddi servet ve nimetlerden yararlanmalarıdır. Sahte ilahların dünyalık dağıtarak inançlarını yaymada başarılı olduklarını bizzat Kur'an tarafından şu şekilde ortaya konmaktadır."O gün Rabbin onları ve Allah'ın yanında, altında, berisinde taptıklarını toplar da, der ki, şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan çıktılar? Onlar seni tesbih ederiz senin yanında, seninle beraber başka evliya edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda seni anmayı unuttular ve helakı hak eden bir toplum oldular" (Furkan- 17-18 )Kur'an'ın düşmanı zulüm, en büyüğü düşmanı ise zulmün en karanlık olanı şirktir. "Doğrusu şirk büyük bir zulümdür" (Lokman- 13) Şirk ve hulul inancı bütün zulümlerin anasıdır. Özellikle hulul inancı ve batınilik sürekli zulüm ve kaos üreten lanetli bir doğurgandır
BELA- FİTNE- İMTİHAN KAVRAMLARIBELA : Sözlükte "denemek, sınamak, eskimek, musibet, darlık ve sıkıntı" anlamına gelmektedir. Kur'an'da da bütün bu anlamlarda kullanıldığını görmekteyiz.İnsanların korku ve kıtlık, can, mal ve rızıklarının eksilmesi de birer bela(sınamadır)(Bakara-155,156,157)Dünya hayatı, kimin daha güzel amel yaptığının anlaşılacağı bir bela (deneme) yeridir.Ölümde hayat da bunun için yaratılmıştır(Mülk-2)Allah'ın elçileri başta olmak herkes kendi durumuna göre bir beladan (sınamadan) geçirilmektedir.(Ankebüt-2,3) Bela'nın en şiddetlisine uğrayanlar önce Resüller, sonra inanç ve yaşantı bakımından onlara en çok benzeyen muvahhidlerdir.Bir kimsenin gerçek şahsiyeti, denenmesi ve sınanması halinde belli olur. Büyük belalara, büyük düşünen insanlar dayanabilir. Elde edilecek olan sevabın büyüklüğü, katlanılan belanın büyüklüğüne göredir.Belaya uğrama, günahlardan arınma ve manen yükselmeye vesile olur. Bela, kişiyi imanındaki kararlılığı ve erdemli yaşayışı kanıtlamaya fırsat vermesi bakımından ferdin veya toplumun dini ve ahlaki gelişmesine katkısı olan bir sınama ve deneme yoludur.FİTNE:Fitne kelimesi, sözlükte "altın ve gümüş gibi değerli madenlerin saflığını ortaya çıkarmak için ateşte eritmek" mânâsına gelen "fetn" kökünden türemiştir.Kur'an'da "ateşe atma, ateşle azap etme" anlamında geçmektedir.(Zariyat- 13)Fitne kelimesinin en eski kullanımlarında "derisini daha kolay yüzebilmek için kurbanı sıcak kuma gömmek" anlamı da vardır.Kuyumcu için aynı kökten gelen "fettan" kullanılır.Kur'an'da 34 âyette "fitne" kelimesi, 26 âyette de türevleri geçmektedir. Fitne: "Şer ile hayır...(Enbiya-35) "iman ile küfür..." (Ankebut--2) "Sadıklar ile yalancıları..."(Ankebut-3) birbirinden ayırıp salih olanları kötü olanlardan ayırıp, ortaya çıkarma anlamına gelmektedir.Mesela: Altını saflaştırma ve onu değersiz maddelerden temizlemek için ateşe sokulması gibi. İmtihan ise, insanların iman ve takvalarının derecesini ölçmek amacıyla sınama anlamına gelmektedir.Yani Kur'an'da bulunan imtihan kelimesi, günümüzdeki eğitim ve öğretim sisteminde kullanılan "imtihan" kelimesi ile aynı manaya gelmektedir. Aradaki fark, bilgi sınavı değil, iman ve takva sınavıdır."Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiği zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını bilirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helal değildir onlar da bunlara helal olmazlar..."(Mümtehine-20)"Allah'ın elçisinin yanında seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır"(Hucurat-3)
18 Mayıs 2021 Salı
MİSYONER (3. YAZI )Cami dersini tamamlayarak icazet (diploma )aldım, yani Sünni bir müderris oldum. Yaşım da otuzu buldu. İstanbul'a gelip icazet alıncaya kadar her ay bir kere geceleyin elçiliğe giderdim. İngilizce, Fransızca, Türkçe, Arapça konuşan ve yazan biri olduğumdan Bab-ı Âli'ye devama başladım. Dişleri Bakanlığı tercüme kalemine memur olarak atandım. Maaşım 500 kuruş oldu. Bir gün İngiltere elçisi sadrazam Reşit Paşa'yı ziyarete gelir, söz arasında sefaret kavası Ali Ağan'ın oğlu İbrahim Zeki Efendi'nin 500 kuruş maaş ile Bab-ı Âli'ye görevlendirildiğini müjdelerler, "memnun oldum, teşekkürlerimi arz ederim " der. Sadrazam paşa da "tercüme odasına birkaç katip almışlar, hangisi olduğunu bilmiyorum, çağıralım da bir kere görelim "buyurur. Beni huzurlarına çıkardılar.Reşit paşa iltifat etti ve o günden itibaren hep önde yer aldım. Siyasi ve harici işlerde beni kullanır oldu. İngiltere sefareti ile ilgili genel ve özel işlerde daima sefarethaneye ben gönderiliyordum.Az zaman içinde maaşım 2000 kuruş oldu ve hariciyede tercüme odası baş kalfası oldum.Misyonerlik cemiyetinden gelen bir emirle Londra'ya dönmem gerektiğinden sakal ve bıyıklarımı traş ettirdikten ve ilmi hocalık kıyafetimi çıkararak bir Avrupa'lı kıyafetine girip başıma bir silindir şapka geçirdikten ve değerli arkadaşlarıma veda ettikten sonra, İngiltere'ye döndüm. Yeni şeklim beni tanıyanları doğal olarak şaşkınlığa düşürdü. Misyonerlik cemiyetinden Herbert'e verilen görev Bektaşilik tarikatını öğrenmek olduğundan, o da benim gibi yetiştirildikten, yani sünniliğe, dört mezhebin künhüne (özüne) vakıf olduktan sonra Konya şehrine gönderildi. Adı geçen İngilizliğe taban tabana zıt olarak neşeli, şen şakrak biriydi. Rind, meşrepliği sever, akşamcılığa bayılır, dünyalığa önem vermez, kimse aleyhinde ağzını açmaz, her şeyi "Eyvallah" diyerek hoş gören bir adam olduğundan zaten yaratılışça Bektaşi idi.Şiire merakı gerektiğinden fazla olan Herbert, Türkçe, Arapça ve Farsça birçok kasideler, mersiyeler, methiyeler ezberlemişti.Sırası düştükçe onlardan birini okurdu. Mr. Herbert'in müslümanca adı Mehmet Ali idi. Mehmet Ali her akşam kahvehane ve bozahanelere devam etti.Orada rastladığı insanlarla dostluk kurdu. Çünkü Türkiye'deki meyhanelerde bir- iki kadeh rakı yuvarladıktan sonra insan önüne gelenle dost olur.Herbert hemen her gece dostlarına ikramda bulunur ve bu yolda pek çok para harcardı.Özellikle kafalar bir miktar döndükten sonra Herbert bütün ustalığını ve yeteneğini ortaya koyarak, oranın müdavimlerine (corde de vibrante) onların can alıcı noktalarına temas eden sözler söylemeye başlar ve ardından bir -iki mersiye okurdu. Herbert'ın her hali dostlarının sevgisini kazanmasına ve kalplerinde muhabbet duymalarına sebep olurdu.Erenlerden biri, "adına kurban olayım Mehmet Ali, imanım, sen doğuştan canlardansın, hem ervahlar (ruhen olgunlaşmamışlar) arasında yerin yoktur. Noksanın nasip almamandır. Haydi, pir evine gidelim, o merasimi de yapalim olsun bitsin, dedi. Orada bulunanlar bu teklifi alkışladı. Herbert, yani Mehmet Ali'de 'Hay hay' gidelim, canıma minnettir, ehli beyt'e, Âli abâya canım feda' dedi.İki üç gün içerisinde âdetten olan yiyecekler hazırlandı ve hediyeler alındı.
DÜNYA DÖNSEYDİ NE OLURDU? İbrahim hakkının marifetnamesi gibi saçma sapan kitaplar, Kur'an'ı dinin kaynağı olarak yeterli görmeyenlerin, Kur'an, akıl ve ilim dışı izahlarla dolu olan eserlerdir. Bu eserler hadisçi "din" anlayışının sonucudur. Mezhepleri din edinmenin vebal ve sorumluluğu ise aklını kullanmadan bu hurafelere teslim olan, mezhep imamlarının insiyatifine bırakılıp terkedilen, hurafeleri din zanneden kalabalıklardır. Bu acınacak durumda bulunanlardan birisi de uzun süre Suudi Arabistan'ın Diyanet reisliğini yapmış olan Fanatik Ehl-i Sünnet taraftarı olan Abdülaziz bin Baz'ın fikir dünyasıdır."Dünyanın sakin, güneşin hareketli olduğunu, gezegenlere ve Ay'a çıkmanın imkansızlığına dair "akli ve hissi deliller" isimli risalesinde şunları söylemektedir." Kim bunu iddia ederse küfür ve sapkınlığa düşmüş olur. Çünkü bu iddaa hem Allah'ın, hem Kur'an'ın hem de Allah Resulü'nun reddi anlamına gelir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Tövbe ederse ne âlâ! Aksi takdirde kafir olur ve dinden dönmüş gibi hüküm uygulanarak öldürülür ve malı da devlet hazinesine devredilir. Abdullah bin Baz'a göre "dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, evler, ağaçlar dağılır, nehirler, denizler taşar hiç bir şey yerinde durmaz, hepsi savrulup giderdi. İnsanlar, batı'daki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi. Kıblenin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi. Velhasıl bunların hiçbiri görülmediğine göre dünyanın hareketli olduğu iddiası birçok sebepten dolayı batıldır. Bu risaleye göre dünyanın hareket ettiğini söyleyenlerin öldürülmeleri gerekir. Kısacası İbrahim Hakkı'nın Marifetnamesi, Said Nursi'nin Risale-i Nur'u, Celaleddin-i Rumi'nin Mesnevisi, Taberi, Buhari, Müslim, Kâfi ve diğerleri, bilim sanat ve akıl dışı izahlarının dinin bir parçası yapılması, bunlarda yer alan kimi fikirleri reddedenlerin sapık ilan edilmesi, akıl tutulması ilkel bir anlayıştır.Suudi Arabistan'ın en büyük fetva makamı olan bin Baz'ın risalesinin yazım tarihini size sorsalar tahmininiz ne olurdu? Bu eser bundan 1000 yıl önce değil, 1975 te yazılmıştır. Hem de Suudi Arabistan'ın devlet matbaalarında ve resmi makamarca basılmıştır. Ne yazık ki, siyasal İslamcıların, selefilerin, haricilerin, vahhabilerin "şeriat" diye insanlara yutturmaya çalıştıkları din budur! Bilim ve akıldışı, vicdan ve merhamet dışı, sanat ve estetik düşmanı, hadis ve mezhep merkezli yalanların yol açtığı rezillik, maskaralık ve ahmaklık budur. Kur'an yeterli görülmeyince olacak şey budur.
17 Mayıs 2021 Pazartesi
YUNUS EMREBir şiirinde Yunus Emre aynen şöyle diyor: "Peygamberimiz" gökyüzüne çıkıp da Mirac'ı gerçekleştirdiği zaman onunla beraber bulunan benim. "Peygamber'in" yanında bulunan ve sofrasında oturan yakınlarıyla çıplak ve samimi sohbet eden gene benim. Sabretmeyi ve kanaati hoşgören kırklarla olan ve 40 kişiyle tek bir gömleğe kanaat eden gene benim. Hem halife Ömer'e adalet işlerinde yardım ettim, hem de oğlu ile günah işleyip cezaya çarpıldım. Hiristiyan bir dilber uğruna dinini değiştiren Abdurrezzak beni kendine yoldaş etti. "Allah benim "diyen Hallacı Mansur ile birlikte asılan benim. Musa "Peygamber" ile çok görüştüm, Çok konuştum. İsa "peygamber" ile göklere çıkan benim. Adımı Yunus diye taktım, sırrımı âleme açıkladım, bundan sonra da dilde söylenen benim. Ben öyle bir sultanım ki kadim den (Ezel'den) başlayıp sonsuza kadar hükmüm sürecektir. Benim zevalim (yok oluşum-batışım) yoktur. Gene yedi iklime hükmeden, insanlara hükmedip onları diri tutan sultan gene benim. Yeryüzünü yaratan, üzerine gök kubbeyi oturtan, büyük denizleri ve dalgaları meydana getiren ben olduğum gibi, tufanı meydana getiren, Nuh "Peygamber" ile ailesini tufan felâketinden kurtaran da benim. Dur emrini verince göklere, gökler hemen durdu ve benim istediğim gibi karar kıldı. Dünyaya yüz bin çeşit insanı getiren gönderen de gene benim. Yusuf "Peygamber" ile kuyuya inen, erzak almak için Mısır'a gelen, kardeşlerinin terazilerine altın dolduran, hepsini zengin eden Mısır'ın sultanı de benim. Dervişlerle derviş olan, onlarla aynı safta duran ben olduğum gibi, sofularla el bağlayıp ibadet eden o keramet sahibi, o Rahman olan merhametli varlık da benim. Ben kaf dağından kaf dağına kadar her tarafa hükmederim. Devler ancak benim emrimde olup benim emrin dışına çıkamazlar. Rüzgarlara binerek seyran eden bu mülkün sultanı de benim. Bunları diyen Yunus değildir. Bunları söyleyen sadece kudret dilidir. Benim ilk( ezel) ve son (ebed )olduğuma inanmayan kafir olsun"(Yunus Emre Divanı sağlam Yayınevi Murat Sertoğlu- sayfa. 193 /194) Bunları söyleyen Yunus Emre, başka bir şiirinde, her birimizin endişesine tercüman olarak diyor ki:"Ey ahbaplarım, ey kardeşlerim, çok güç bir durumdayım ne yapacağımı bilmiyorum. Ne yapayım ne edeyim. Ya Yüce tanrı beni kulluğundan çıkaracak olur. Sen benim kulum değilsin derse ben neylerim. Başım hakaret ve zillete uğramış olarak önüme düşer. Göz yaşlarım hiç durmadan akmaya başlar. Mahşer günü yerim ebediyyen yanacağım cehennem olsa ben neylerim. Suçlarımı andıkça içim yanar. Gözlerim kanlı yaşlarla dolar. Hakkın huzuruna çıkacağım vakit ona karşı yüzüm kara olursa ben ne ederim. Gerçek şu ki, içim fesat ile doludur. Ey Allah'ım! Ne olur. Suçumu bağışla, yarın yerim cehennem olacak olursa ben neylerim sonra. Evet fesat içinde kaldım. Suçlarını biliyorum. Yunus bundan dolayı derdim arttı der. Mezara girince kabrim dar gelir, orada sıkıntıya ve azaba uğrayacak olursam ben ne yaparım" (a,g,e s. 236) Yunus Emre, hulul inancı ve tevhid arasında kalmış, içinden çıktığı milletin inancından dolayı doğuştan hulul inancı ile birlikte büyümüş, belli bir zaman sonra Kur'an ve İslam dini ile karşılaşmış, iki din arasında gel gitler yaşamış birisine benzemektedir. Hulul inancından kurtulmak çok zor olmakla birlikte Allah'a olan sevgisinden dolayı bu inançtan tevbe ederek, Allah'ın huzuruna hak din ile gitmiş de olabilir. En doğrusunu Allah bilir.(Not: Divanında "peygamber" kelimesi kullanıldığından dolayı, olduğu gibi aktarmak zorunda kaldık)
15 Mayıs 2021 Cumartesi
FETÖ -EHL-İ SÜNNET- DİNLER ARASI DİYALOG"Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın" (Nisa-145)Uzun bir zaman hiçbir devlet yetkilisi "Fetö'nün Amerika Birleşik Devletleri'nde ne işi var?demedi. Evet çok basit bir soru.Fakat her şey bu çok basit sorunun içinde düğümlenip kalıyor. Burada bizi alakadar eden nokta şudur.Kur'an'ı tek hidâyet kaynağı kabul eden muvahhidler, ülkelerinin aleyhinde yabancı bir ülkenin uşaklığını yapmazlar.Yani vahyi dinde tek kaynak kabul edenler hain olmazlar.Fakat F Gülen, Daiş, el Kaide, Boko-haram gibi selefiler, fanatik mezhepçiler ve tarikatçılar iktidarlarının, şirk dinlerinin, batıl inançlarının ve hurafe mezheplerinin devam etmesi pahasına emperyalist güçlerin uşaklığını yaparlar.Yani din ve ahlak bakımından böyle alçak zihin yapısına ve düşük bir karaktere sahiptirler. İşte bu yüzden fetö tipi terör örgütleri emperyalistlerden daha kalitesiz bir ahlaka sahiptir. Dolayısıyla Fetö, PKK, YPG gibi terör örgütleri ile mücadele ederken bu önemli noktayı gözden kaçırmamak gerekir. Ümmetin 15 Temmuz'daki kahraman direnişi Amerika için çok ağır bir darbe oldu. Amerika, Vietnam mağlubiyetinden sonra böyle büyük bir darbe yememişti.Amerika için bu acı mağlubiyet gerçekten sineye çekilecek gibi değildir. Bu milletin vurduğu alçaltıcı darbenin intikamını şu veya bu şekilde almak isteyecektir.Önemine binaen sık sık hatırlatmak zorunda kalıyoruz. Bir Mü'min için en önemli değerin, Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve hürriyet olduğuna inanıyoruz. Hurafe, yalan, vahşi ve ırkçı Emevi-Abbasi Ehli Sünnet dinine fanatik bir şekilde bağlı olan Kur'an cahili F Gülen, Ülkeyi ele geçirseydi yani iktidara yaptığı darbe başarılı olsaydı, muvahhidlerin hayat hakları ellerinden alınacaktı. Ülkede, sadece paralel yapı ilahlarının bağlı olduğu, Ehl-i Sünnet dininin iman esasları tek hüküm kaynağı olacaktı. Gülenizm, Ehli Sünnet dinine dayandığından Kemalizm, Komünizm, Faşizm veya Sosyalizm rejimlerinden çok daha tehlikeli olduğu için sadece karanlık ve felaket getirecekti. DİNLER ARASI DİYALOG Kur'an'a iman olmayınca, kendisini bilgili zanneden kişi ahmak, hatta bilgisiz bir ahmaktan daha sapkın olabiliyor. Halbuki hidâyete ve sırat-ı müstakim'e ulaşmanın tek yolu, doğru kaynak, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulamadan geçer. Mesela: Ehli Sünnet dininin fanatiklerinden biri olan Fetö'nün başlattığı "Dinler arası diyalog" sapkınlığına bir bakalım. Din denildiği zaman ilk akla gelmesi gereken Allah tarafından indirilen metinlerdir. Yani Allah'tan elçilere indirilen vahiy'dir.Vahiy'de Allah tarafından gelenin hak ve hidâyet diğerlerinin batıl ve sapkınlık olduğu kayıt altına alınmıştır. Hiç bir zaman hak ile batıl, İslam ile şirk, iman ile küfür arasında diyalog olmaz. Bu iki din kıyamet gününe kadar birbirine düşmandır.(Mümtehine-4) Bu iki inanç birbirine son derece aykırıdır. "Biri basiret, diğeri körlük..." (Fatır-19)"Biri nur, diğeri karanlık..." (Fatır-20)"Biri gölge, diğeri hararet..."(Fatır-21) "Biri hayat, diğeri ölüm..."( Fatır-22)"Biri yüz üstü sürünme, diğeri düzgün ve dosdoğru yol alma..." (Mülk-22) olarak hükme bağlanmıştır.Bu iki din asla bir araya gelemezler. Biri Allah'a kulluğu ve hürriyeti, diğeri kula kulluğu ve köleliği sembolize eder.Bu vahiy'lerin içinde en son nazil olan ve yüzlerce âyette apaçık bir şekilde ortaya konan Kur'an'a çok basit bir şekilde göz gezdirelim. Yüce Allah tarafından elçilere tek bir "Din" mi yoksa "dinler" mi gönderilmiş? görelim. "Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu din müşriklere ağır gelir..."(Şura-13) "Allah indinde hak din (tevhid dinî olan) İslam'dır..."(Âli İmran-19) "Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir inanç) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır"(Âli İmran- 85) (Ey Nebi! ) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler"(Rum- 30) "Hepiniz ona yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, salatı ikame edin, müşriklerden olmayın"(Rum-31) "Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka, kendilerinde olan (mezhep, firka) ile (böbürlenip) sevinmektedir"(Rum-32) (De ki) : Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitabı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüphecilerden olmayasın"(En'am-114) "Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir bilendir"(En'am- 115) Bu ayette geçen "Rabbinin sözü"nden maksat tevhid akidesi olan İslam dinidir."...Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum...."( Mâide-3) Peki bu apaçık gerçeklere rağmen Fetö neden böyle bir çalışma içine girdi? Devletin resmi kurumu olan ve doksan bin cami, yüz elli bin imam, yüzlerce vaiz ve müftüsü ile Diyanet İşleri Başkanlığı neden Fetö'nun bu sapkınlıklarına karşı çıkmadı?Diyanet İşleri Başkanlığının "dinler arası diyalog" ahmaklığına karşı gelmemesinin bir çok sebebi sayılabilir. Bence en önemlisi "din" konusunda Diyanet İşleri Başkanlığının inancı ile Fetö'nun inancı arasında bir fark olmamasından dolayıdır. Her iki kurum Ehl-i Sünnet dininin rivayetlerini ve onların üzerine inşa edilen ictihadları yani mezhebleri tek kaynak olarak kabul etmişlerdir. Mesela: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları tarafından 2010 tarihinde çıkan iki ciltlik ilmihalde "1.Cilt, iman ve ibadetler" kitabında dinin tarifi şu şekilde yapılmaktadır. "İslam'la din adeta eş anlamlı iki kelime telakki edilmiş ve bütün "peygamberlerin" getirdiği dinin İslam olduğu ifade edilmiştir"(s, 5) denildiği halde, İlerleyen sayfalarda din için şu tarifler yapılmıştır. "...bütün gerçek "dinler" Allah'tan gelmiş ve safiyetlerini korudukları sürece yürürlükte kalmıştır"(Sayfa, 5)Şimdi şu iki cümleye dikkat edin! "İlk insan aynı zamanda ilk "peygamberdir" ve kendisine bildirilen din de tevhid dinidir"Şimdi dikkat! "Allah'ın varlığı ve birliği ile Nübüvvet ve ahiret inancı bütün "ilâhi dinlerde" değişmez ilkeler olarak yer alır. Bundan dolayı Hz.Adem'den Hz. Muhammed'e kadar bütün peygamberlerin getirdiği "hak dinlerin" ortak adı İslam'dır" Halbuki Kur'an'ın hiçbir âyetinde yüce Allah "dinler"den söz etmez, Allah'tan sadece İslam dini gelmiştir. İşte size başka bir iftira: "Âyet ve hadislerde "hak dinlerin" ilâhi kaynaklı olduğu ısrarla vurgulandığından İslam âlimlerinin din tariflerinde de bu kayıt yer alır"(Sayfa, 5) Yine kitapta yer alan dinlerin tasnifi maddesinde şu ifadeler yer alıyor. "Tanrı kavramı ele alınarak yapılan tasnif şu şekildedir"1- Tek tanrılı dinler (ilâhi dinler) (Sayfa, 8) "İslami kaynaklarda vahye dayanan dinler için genellikle "milel" batıl dinler için "Nihal" kelimeleri kullanılmıştır" (Diyanet Vakfı Yayınları iman ve ibadetler kitabı) Diyanet İşleri Başkanlığı, daha Allah tarafından elçilere indirilen İslam dininin hangi anlama geldiğini ve mahiyetini anlamış değildir. Fetö'ye ne diyebiliriz?FETÖ NEDİR? Fetö şirktir, hurafedir, uydurma dindir, dini maddi çıkarlara alet etmektir, cehalettir, ihanettir. Fetö "Haçlılar sizin kızınıza karınıza ilişmezler" diyecek kadar zivanadan çıkmıştır. Fetö uydurma dinin ve Risale-i Nur'un bir aynasıdır.Fetö, Kur'an'da ne kadar yasaklanan bir şey varsa onu işleyen bir haramidir. Fetö, Kur'an'sız dinin en fanatik bir taraftarıdır.Fetö, Şia ve Ehli Sünnetin bütün hurafelerini eserinde toplayan uydurmacı Said Nursi'nin nursuz bir talebesidir.Fetö, tarihin bütün karanlıklarını kendisinde toplayan kapkaranlık bir taklittir. Fetö'nun Kur'an'daki tarifi: "İman ile küfür arasında zikzakçı, mütereddit= kararsız, mütehayyir= şaşkın bir haldedir, ne onlara ne de bunlara yani ne müminlere yarayışlı olur nede kâfirlere, ikisi arasında bocalar durur. Çünkü ( Kur'an'dan yüz çevirdikleri için) Allah onları şaşırtmıştır. Kim Allah'tan sapkınlığının devamını isterse artık onun için bir yol bulamazsın"( Nisa-143) Fetö, yukarıdaki âyette anlatılan münafıklardan daha dönek çıkmıştır. Çünkü münafıklar müminlere yaramadıkları gibi kafirlere de yaramazlar. Fetö'de Kur'an ahlakı olmadığı için, daha doğrusu Fetö Kur'an, ilim, akıl, tefekkür ve sorgulama düşmanı bir mukallid olduğu için Allah'ın hidayet, rahmet ve mağfiretinden uzak kalmıştır.Feto Kur'an'sızlığın nasıl dehşetli bir hastalık olduğunu gösteren apaçık bir delildir.Fetö'de iman, güven, merhamet, kanaat, ahde vefa, eman ve emniyet, sevgi ve adalet, kardeşlik ve istikamet yoktur.Fetö, 1400 yıllık bir sorundur. Fetö, Resülüllahın hapiste olan teröristlerle beraber yemek yediğini anlatan ilginç bir inançtır. Fetö, hoşgörü, dostluk ve muhabbeti İslam düşmanlarına karşı gösterirken, ümmete kalleşlik, casusluk ve ihanet göstermiştir. Fetö musibeti, Diyanet'in ve ilahiyatçıların cehaletini gösteren olağanüstü bir tablodur. Fetö'de hiçbir ahlaki ilke mevcut değildir. Nedeni ne olursa olsun, Fetö'nün başarılı olmasını isteyen Allah ve Resulüne ihanet etmiştir.Üzerine basa basa Fetö'ye terör örgütü diyemeyen kimseye Allah iktidar yüzü göstermesin. Fetö'nün kitabında mertlik ve cömertlik yoktur. Eğer Fetö'de zerre kadar Kur'an bilgisi, az tefekkür, biraz aklı kullanma, asgari bir sorgulama ve minimum bir özgürlük sevgisi olsaydı, bu kadar lanete uğramazdı. BÜYÜK TEHLİKE Kur'an'ı bilmeyen ve tevhid medeniyetinin farkında olmayan Fetö'nün ne kadar tehlikeli olduğunu anlayamaz.F Gülen terör örgütü ülkeyi ele geçirseydi vahiy ehli muvahhidler için binlerce sene sürecek bir esaret başlayacaktı. Milli ve yerli olduktan sonra sosyalistinden komünistine, deistinden ateistine kadar seçim ile iktidara gelen, Fetö'ye tercih edilmesi gerekir. Hatta demokratından laik olanına kadar seçimle kim iktiara gelirse gelsin bir Ehl-i Sünnet Cemaat liderinin veya bir Tarikat şeyhinin ülkeyi ele geçirmesinden çok daha daha iyidir.Suudi Arabistan'da yaşamaktansa Hristiyan veya Yahudi bir ülkede özgürlük içinde yaşamak İslam şeriatına ve tevhid akidesine daha uygundur.Onurlu bir hayat için önemli olan insan hakları, merhamet, adalet ve özgürlüktür.15 Temmuz darbesinin ne kadar alçak bir işgal hareketi olduğunu anlamayan ve bu darbenin emperyalistlerin destek ve yardımlarıyla olduğuna inanmayan haindir.Fetö'nün ne kadar tehlikeli olduğunu anlamayan bir siyasetçi ülkenin geleceği için tehlikelidir. F Gülen, Ehl-i Sünnet dininin fanatik bir talebesi olduğu için Kur'an düşmanıdır.Fetö'nün en büyük ihaneti vatan ve millete olan ihaneti değildir. Kur'an ve tevhid, akıl ve mantık, tefekkür ve sorgulama, özgürlük ve adalet, din ve güzel ahlaka yaptığı ihanettir.Onun için, hareket halindeki tankın altına yatmayı sıradan bir olay olarak görmemek çok önemlidir. Hareket halinde olan tankın altına yatmanın nasıl bir şey olduğunu çok düşünmek gerekir.Hareket halinde olan tankın altına yatmanın ne demek olduğunu düşünmeyen bir siyasetçi iktidar yüzü görmesin.15 Temmuz işgal darbesinde Fetö başarılı olsaydı Şeytan'ın kesin bir devrimi gerçekleşecekti.Aslında vahiy ehli muvahhidlerin Fetö'ye olan kin ve düşmanlıkları vatana yaptığı darbeler ve içtima-i hayatta açmış olduğu derin yaralardan daha çok Allah ve Resülünü maddi-manevi çıkarlarına alet etmesi, Ehl-i Sünnet dininin fanatik bir taraftarı, özgürlük ve Kur'an düşmanı olmasından kaynaklanıyor.Ya Kur'an başa ya kuzgun leşe.
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(30.YAZI)"Nemrud’un ateşine odun taşıyanların bol olduğu bir dünyada, İbrahimî bir teslimiyete, İbrahimî bir dirence, İbrahimî bir adanışa, İbrahimî bir imana, ne kadar da ihtiyacımız sayın hocam!Rabbim hocamızın yüreğine güç versin!Kalemi dosdoğru yoldan şaşmasın inşallah!!!(Arif Turak- "Buharinin Dinî ile Allah Resulünun Dinî Arasında Bir Kıyaslama" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Ali Hocam!Buharı ve benzeri hurafe önderlerinin uydurduğu dinin mensuplarını ters yüz edecek belgeler sunmuşsunuz. Allah razı olsun. Diliyorum ve umuyorum zerre de olsa nasiplenirler.(Hayri Sipahi- "Buhari'nin Dinî ile Allah Resulünun Dinî Arasında Bir Kıyaslama" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"En büyük zulüm ve küfür Allah'ın Resül'ünü vahiy'den ayırmak olmuştur.Çünkü Resülü vahiy'den ayırınca iftira ve karalamalara karşı serbest hedef haline geliyor.Yoksa vahiy'de inanç ve ahlakı koruma altında olan Resül'ün aleyhinde kimse yanlış bir şey söyleyemez.Resüller, tarih boyu hep bu sapkınlıkla mücadele etmişler ve insanları hürriyetin zirvesine, yalnızca Allah’a kul olmaya çağırmışlardır. İnsan Allah’ın kuludur ve her şeyini ona borçludur. Tüm mesele bu hakkı insanın da kabul etmesi ve buna göre yaşamasıdır. Ali Aydın hocamıza yazı için teşekkür ediyor, sağlık diliyorum!"(Arif Turak- "Şia ve Ehl-i Sünnet Âlimleri Kur'an'dan Hiç Bir Şey Anlamamışlardır" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Saygıdeğer arkadaşlar!Son vahyin öncesi ve sonrası bir yaşamı baz alacak olursak. Îslam öncesi köle kadın kız çocuğu gibi birçok grup, insan olarak görülmüyordu Günümüzde İsrail ve İngiltere'nin insanlara baktığı gibi (burda İsrail ve İngiliz halkına karşı degilim. Orada bulunan egemen anlayışı kast ediyorum) Îslam bunlarında insan olduğunu köle, kıral aynı hakka sahip olduğunu kadının kutsal olan analık vasfına sahip olduğunu anlatmış ve savunmuştur Allah Resulü'nden sonra hayat tekrar eski raylara oturtulmaya başlanmıştır ve bir çok alanda bayağı başarıya ulaşılmıştır Halen İslam dünyasının büyük bölümünde bu çağ dışı yönetimler mevcut ve varlıklarını resmi olarak devam ettirmektedirler. Bundan dolayı islamın başlangıcı ölçü alınıyorsa o gün İslam davasına omuz verenlerin hiç birinin mezhebi yoktu. Nebi (a.s) ve arkadaşları sadece Allah'tan gelen emirlere icabet etmeye çalışıyorlardı.Ama sonraki dönemlerde özellikle Emevi saltanat devleti kurulunca vahiy bir tarafa bırakılıp fitne, taraf, saltanat, kral, köle gibi ilkel yaşama sarılıp kendi tahtını sağlamlaştırmaya çalıştılar.Aslında Osman'ın dönemi ölçü olarak alınması gerekir.Çünkü birçok olay Osman'ın dönemiyle başlıyor.Ve bu olaylar Mekke ve Medine katliamlarına kadar gidiyor.Başta Ali olmak üzere, Ebuzer, Bilal, Ammar gibi davaya inanan bir çok kişi bu zorba yönetimlere karşı çıkıyor, itiraz ediyor, hatta baş veriyor, kendisini feda ediyor. Bu şerefli başkaldırı bizde mezhep olarak kabul görse de, büyük coğunluğu Kerbela'da toprağa gömülüyor. Dolayısıyla bu haksızlıklara karşı direnen herkese bir damga vurulup imha ediliyor yani Kerbela çölüne gömülüyor Îslamin mezhep, grup, parti, sınıf, fırka, öbek öbek olan tayfalarla bir alakası yoktur.Îslamın tek rotası tevhid, adalet, güzel ahlak, insan hakları, salih ameller ve infaktır"(Abdullah Polat- "Bektaşilik 4.Yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Ali Aydın hocayı tanıdığım ve kendisi ile telefonla da olsa görüştüğüm için kendimi gerçekten şanslı görüyorum. Fakat özellikle Alevilik konularında maalesef ki genellikle iç okşayıcı finaller yapıyor ve bu durum, Kur'an bilgisi neredeyse yok denecek kadar az olan bizim topluma ne yazık ki iyilik olmuyor.Oysa ki, olayları ve sebepleri dile getirdikten sonra, "tarihte bunlar olmuş ama işin Kur'an'ın gerçeği şudur.Alevi kardeşlerimiz Ali'yi Ehli-Beyt'i gerçekten seviyor ise tıpkı onlar gibi Kur'an'a uymalılar çünkü bugün Alevilik adına yapılanlar Ali'nin inancı değildir" diyerek, dostça sözler söyleyip bizim tarafa, nerede olduklarını ve aslında nerede olmaları gerektiğini belirtmesi gerekir diye düşünüyorum.Aksi halde "size zamanında şunlar olmuş şöyle yapılmış, dolayısıyla siz bu şekilde inanç(!) yaşayarak doğrusunu yapıyorsunuz" gibi bir algı!!! oluşturuyor.Bu maalesef ki çok ciddi bir tehlikedir..Kaldı ki, biz Aleviler madem ki Ali'ye bağlıyız ve onun yolundan gidiyoruz, o halde Ali, Bektaşi mi idi ki, Kur'an dışı sapkın bir felsefe olan Bektaşilik, Alevilik ile bir gösterilir??(Şunu da kesinlikle belirtmek isterim ki, belki kimse farkında bile değil ama Almanya'da, Alevilik görünümlü Alev'ilik dini tanındı (işte belgesi)👇https://youtu.be/ml9bgTK3UhwVe de;Ali, Ehli-Beyt'e (aslında İslam'a) düşman olan sahtekarlar, inanç hanesine Alevi yazılması için mücadele ediyor.(işte belgesi)👇https://youtu.be/7xwPUkqC7XMBunun bir adım sonrası "inanç özgürlüğü naraları ile ülkenin kaosa sürüklenmesi...!!Ali hocam'a ricam, bu hain gidişatı görmesi, kardeşinin bu dostça sitemini dikkate alması Alev'ilik!!! dinine katkı vermemesidir... Dostlukla...(Hasan Gültekin- "Bektaşilik" 4.Yazı'ya yaptığı yorum)
MİSYONER (2. YAZI ) Kavas Ali Ağa, kolumdan tutarak beni evine götürdü ve eşi Gülsüm Hanım'a teslim ederek: "İşte sana evlat getirdim, bunu büyüteceksin" dedi. Don, gömlek ve entari yaptılar ve giydirdiler.Güzelce yapılmış iki takunya alarak ayağıma geçirdiler.Ve bir gün elime on paralık kağıt helva sıkıştırarak mahalle çocuklarının arasına salıverdiler.Bir kaç ay kadar sıkıntı çektim. Türkçe bilmediğim için kimse bana önem vermiyor ve dilsiz diyorlardı. Beni mezeliyorlardı. (dışlıyorlardı)Evde de daima Türkçe görüşüldüğü (konuşulduğu) gibi, devam ettiğim mahalle mektebinde de Türkçe'den başka bir dille konuşan olmadığından yavaş yavaş Türkçe'yi öğrenmeye başladım. Akşam üzeri evimizin önüne toplanan çocuklarla birlikte top oynamaya başladım. Bir sene sonra çocukların elebaşısı olmuştum. Okulda da Hocaefendi ilgi göstermeye başladı.Sesim iyi ve gür olduğundan "amme" (Kur'an'ın kısa sürelerini içeren ve "amme süresi " ile başlayan) cüzünü güzelce okuyordum, hatta ezberlemiştim bile.Velhasıl bu şekilde ilk mektebi ve Rüştiye derslerini gördükten sonra Beyazid Camii şerifinde müderris Palabıyık Ali Efendi'nin halka-i tedrisine (ders halkasına) dahil oldum.Cübbem, papuçlarım, sarığım pek hoş, düzgün ve temizdi.Tesbihim elimde, kitabım koltuğumda evimden okula, camii şerife ve dershaneden evime gider- gelir geceleri derslerime çalışır idim.Küçücük ve sarı sakalımı taramak için şimşir tarağım, temiz dişlerim için küçük misvakım cebimden, divitim belimden eksik olmazdı. Annem Gülsüm hanım, beni yatırıncaya kadar uyumaz ve daima zihin açıklığı için dua ederdi. Ali Ağan'ın çocuğu olmadığından, ben Gülsüm Hanımın öz evladı, daha doğrusu gözünün nuru idim. Sarf, nahiv, avamil, kâfiye, mantık, tasavvurat, tasdikât, kelam, fıkıh, hadis, tefsir vb, birçok kitapları sırasıyla okudum ve öğrendim.Arkadaşlarımdan okuyanlar pek çoktu. Fakat öğrenenler birkaç kişiden ibaretti. Fransızca öğrenmek hevesine düştüm, Dellal oğlu Dikran Efendi adında bir Ermeni buldum. Bu zat iyi Türkçe ve Fransızca biliyordu. Adı geçen bu şahsın evine devam etmeye ve ders almaya başladım. Metodu o kadar güzel ve mükemmel idi ki, az bir zaman zarfında Fransızca konuşmaya başladım. Arapça dersinde arkadaşlarım içinde birinci idim. Hocama öyle sorular yöneltiyordum ki, bazen onu bile düşündürürdüm. Nihayet adıma bir zekilik ilavesiyle çalışmam takdir edildi.Ve bu nâm ile taltif olundum. (iltifat gördüm)
14 Mayıs 2021 Cuma
NEBİ VE RESULÜ'N ÖZELLİKLERİNEBİ KİMDİR?Nebi: Allah'ın kendisine, kendisi ile alakalı vahiy indirdiği kişidir.Yüce Allah Resullük (elçilik) misyonu ile görevlendiriceği kişiyi ilk önce onun iç dünyasını düzenleme ve imarı, mükemmel bir ahlak ve sağlam bir inanç kazandırması açısından elçiliğe hazırlık olarak, Resul olacak kişiyi her türlü iyilik ve faziletlerle donatması demektir.Yani Nebi'yi herkes tarafından örnek alınacak bir kıvama getirmesi ve en ileri bir olgunluğa eriştirmesi olarak görülebilir.Nasıl ki devlet, atayacağı memurlardan görev başlangıcında söz alıyor ve yemin ettiriyorsa, aynen onun gibi Allah Nebi'lerden de elçilik vazifesini hakkıyla yerine getirmeleri için bir söz ve misak almıştır. "Hani biz Nebi'lerden söz almıştık; senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan: Evet biz onlardan pek sağlam bir söz almıştık"(Ahzab- 7)Nebiler'den alınan sözün ne olduğunu şu âyetten öğreniyoruz."Hani Allah Nebi'lerden: "Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra yanınızdakileri tasdik eden bir "Resul" geldiğinde ona mutlaka iman edip yardım edeceksiniz" diye söz almış, kabul ettiniz ve bu sözümü yüklediniz mi?" dediğinde "Kabul ettik" cevabını vermişler, bunun üzerine Allah! O halde şahit olun, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu"(Âli İmran-81)(En doğrusunu Allah bilir) Yukarıdaki âyette geçen "Resul" kavramı kitap Resul anlamında kullanılmıştır.Çünkü eğer "beşer Resul" olsaydı, zaten Nebi'lerin kendileri Resul olmaları gerekirdi. Çünkü Resuller Nebi'lerden seçilirler.Yani Allah Nebilere "Bir "Resul" geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz" buyurmazdı. Bu âyette bulunan "Resul'"den maksat kendisine risalet (elçilik) yüklenen Nebi'nin evrensel mesajla insanlara gönderilmesidir.Yani artık Nebi Allah'ın mesajını insanlara duyurmak görevini yüklenmiştir. Dolayısıyla "Nübüvvet" elçilik görevi için bir nevi olgunluk ve yeterlilik derecesinin verilmesi anlamına gelmektedir. "Andolsun biz İbrahim'e daha önce rüştünü (olgunluk derecesini, belgesini) vermiştik. Biz onu iyi tanırdık"(Enbiya- 51) Nübüvvet makam ve mertebesi ile alakalı bu anlattıklarım son "Nebi" ve "Resul" olan Muhammed (a.s)dan önceki "Nebiler"le alakalı bir durumdur. Son Nebi ve Nübüvvet'e bağlı son Resul olan Muhammed (a.s) ın gelmesi yani son vahyin indirilmesiyle Nebi ile Resul arasında bulunan farklar çok bariz olarak ortaya çıkmıştı. Yani Allah Resulü'nden önce gelen Nebiler ile Resuller arasında bulunan farkları anlamak gerçekten zor bir olaydır.Fakat Kur'an'da Nebi ile Resul arasında bulunan farklar mükemmel bir sistem dahilinde çok net olarak ortaya koymuştur. NEBİ: Kendisine vahiy indirildiği andan itibaren 23 sene, 24 saat, gece gündüz, her zaman Nübüvvet makam ve mertebesi ile beraber hayat sürmektedir. Nübüvvet makam ve mertebesi ondan hiçbir zaman ayrılmaz. Hatta âhirette bile Nübüvvet makam ve mertebesiyle birlikte anılır. "Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Nebiler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır"(Nisa-69) Son vahiy olan Kur'an'a göre Nebi'nin haysiyet ve şerefi, aile mahremiyeti koruma altındadır, dokunulmaz bir değere sahiptir.Kendisine çağdaş olan yani aynı zaman ve zeminde yaşayan müminler Nebi'ye saygısızlık yapamazlar, hanımları müminlerin anneleridi oldukları için onlarla nikah kıyıp evlenemezler.Nübüvvet tarihsel bir makam ve mertebe iken, Risâlet ise, evrensel bir misyondur.Nebi'nin söz ve fiilleri özel hayat ile ilgili olduğu için müminler için bağlayıcı nitelikte değildir.Nebi'nin söz ve davranışlarının Resül gibi bağlayıcı olmamasının sebebi, özel hayatında söz ve fiilleri ile Allah'a karşı hata yaptığından ileri gelmektedir. Mesela:"Nebi (a.s) müşrik akrabalarına dua ediyor! "Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, müşrikler için af dilemek ne "Nebi"ye yakışır ne de iman edenlere"(Tevbe- 113) Mesela: Nebi, Allah'ın helal kıldığını kendisine haram kılıyor.(Tahrim-1) Zaten Kur'an, Nebi'nin söz ve fiillerinin Resul gibi bağlayıcı olmadığını apaçık olarak gösteriyor. "Ey Nebi! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek ma'ruf olan işte sana isyan etmemek hususunda sana biad etmeye geldikleri zaman, biatlarını al ve onlar için Allah'tan mağfiret dile..."(Mümtehine-12) Âyette geçen "ma'ruf olan işte sana isyan etmemek" cümlesi çok önemlidir. Çünkü yüce Allah, Kur'an'da Resül'e itaat etme konusunda hiçbir kayıt koymamıştır. Yani Resu'le kayıtsız şartsız iman etmek Allah'ın kesin emirleri arasında yer alır. Dolayısıyla Resül'e isyan eden cehenneme girer. "Kim Allah'a ve Resulüne isyan eder ve haddini aşarsa Allah onu, devamlı olarak kalacağı bir ateşe sokar ve onu için alçaltıcı bir azap vardır"(Nisa-14) Fakat Nebi'ye karşı gelenler günahkar olmazlar. Ahzab süresi 36 ile 37. âyetleri bu hakikatı en güzel bir şekilde gösteriyor. "Allah ve Resulu bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûl'üne isyan ederse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur"(Ahzab- 36)(Ey Nebi!)"Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, (onu boşama) Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana layık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki evlatlıkları, hanımlarıyla ilişkilerini kesiklerinde o kadınlarla evlenmek isterlerse müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir"(Ahzab-37)Ahzab 36. âyette "Allah Ve Resulu bir işe hüküm verdiği zaman inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur" buyrulduğu halde, 37. âyette Zeyd, Nebi'nin sözünü dinlemiyor, Nebi "Eşini yanında tut, Allah'tan kork" dediği halde, eşini boşuyor. Mesela:Bir kadın Nebi (a.s) ın yanına gelerek onunla mücadeleye varacak boyutta bir tartışma içine giriyor ve bu tartışmada Yüce Allah kadını haklı çıkarıyor.(Mucadele-1) Fakat Resul ile tartışmak kesinlikle küfürdür. Çünkü Resuller Allah'tan gelen vahyi insanlara bildiren kişilerdir."Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Resule karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola girerse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız, o ne kötü bir yerdir"(Nisa- 115)Yüce Allah tarafından bir sisteme bağlı olarak yüzlerce âyette yer alan Nebi ve Resul ibareleri yerine hiçbir zaman "peygamber" kelimesini kullanmamak gerekir. Çünkü "peygamber" kelimesi Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları yok eden, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bozan, vahyin sistemini tahrif eden, onlarca kavramı anlamsız kılan çok tehlikeli bir kelimedir.Hangi âyette Nebi geçiyorsa Nebi, Resul geçiyorsa Resul kavramını kullanmak Kur'an'ın anlaşılmasında hayati bir öneme sahiptir. RESUL KİMDİR?Nebi 23 sene, 24 saat, gece gündüz, bütün özel hallerinde Nebi'lik makam ve mertebesine sahip iken, Resul Allah tarafından indirilen vahyi insanlara ulaştırdığı andaki konumudur. Yani "vahiy" ile "Resul" arasında hiçbir fark yoktur. Resul'lerin görevlerinin sadece Allah tarafından indirilen vahyi insanlara tebliğ etmek olduğu ile alakalı yüzlerce ayet vardır."(Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur; fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin vahiyettiklerini duyuruyorum,,,"(Âraf-61, 62)"Hud da: Bilgi ancak Allah'ın katındadır. Ben size, bana gönderilen şeyi duyuruyorum..."(Ahkaf-23 )"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"( Enbiya- 45)"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"( Kaf- 45) Resuller değerlerini tamamen vahiy'den alırlar. Resulleri Allah'tan yani Kur'an'dan ayırmak küfür olarak görülmüştür.(Nisa-150) "Beşer Resul" hayatta olduğu sürece konuşan Kur'an'dır.Resul olmadan İslam, din, iman, hidayet, rahmet, kitap ve hikmet olmazdı. Resul o derece büyük bir değere sahiptir.Yüce Allah'ın, mesajını insanlara ulaştırmada elçilik misyonundan daha ideal bir yol ve yöntem bulunmamaktadır. İman edenler ona müracaat etmek zorundadırlar.Aslında Resul ile vahiy aynı hakikatı temsil ediyorlar.Kur'an'ı tek kaynak kabul edenler ile Nebi (a.s) ın arkadaşları arasında hiçbir fark yoktur.Bugün Kur'an'dan yüz çevirenler, o gün Allah Resulü'nden yüz çevirenlerle aynı inanç ve ahlaka sahiptir. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra onu sadece yüce Allah tarafından indirilen vahiy temsil eder.Resuller vahiy'den başka hiçbir miras bırakmazlar.Resullerin bütün bağlantıları Allah tarafından kendilerine indirilen vahiy'dir.Vahiy sisteminde bazen "Beşer Resul" bazen de "kitap Resul" ön plana çıkmaktadır. "Beşer Resul" ahlakı, edebi, örnekliği, mimik hareketleri ve tavırlarıyla insanları vahiy'den daha fazla etkileme gücüne sahiptir.Vahiy, beşer Resul kadar insanları etki altına alamaz.Yani beşer Resul olan Muhammed (a.s), kendi döneminde yaşayan insanların müslüman olmalarında vahiy'den daha fazla bir etkiye sahip olmuştur. Vahyi tebliğ etmede bu özellikler beşer Resul'ün üstünlüklerini ortaya koyar. Ancak "Beşer Resul'" hayatı, yaşadığı coğrafya ile sınırlı olup, bir fâni olarak ölüme mahkumdur. Fakat "kitap Resul'e" hiç kimse bir sınırlama koyamaz, o bütün sınırları ve coğrafyaları aşarak her yere ve bütün zamanlara gidebilir. Kur'an'da onlarca kavram sadece "Allah vahiy ve Resul" bağlamında kullanılmıştır. Resul'e itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir.( Nisa-80 )Çünkü Resul sadece Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ eder. Mesela:Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Nebi"ye itaat etmekle" ilgili bir emir bulunmaz.İlgili âyetlerin hepsinde Allah ile beraber itaat edilmesi gereken kişi Resul'dür. Aynen bunun gibi "ittiba, kitab'ı tilavet etme, tebyin, helal ve haram kılma,istihza, küfür, ona karşı gelindiğinde savaş açılma, tekzib, tasdik,hak, nur, inzar, tebliğ, kerim, mübin, emanet, sıdk, dâvet gibi bir çok kavram Resul bağlamında kullanılmıştır. Resul'ün dilinde hayat bulan vahiy'den başka hiçbir söz din ve hüküm olarak insanları bağlamaz.Yani din hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yoktur. İşte bundan dolayı "Allah ve Resulüne itaat edin" "Allah'ın ve Resul'ünün davetine icabet edin" "Elçilere tâbi olun, ayetlerimi ve Resullerimi yalanladılar. Rabbimiz! iman ettik ve Resul'e tabi olduk" Allah'ın indirdiğine ve Resul'e gelin, Ah keşke Allah'a ve Resul'e itaat etseydik, Allah'a ve Resule davet edildikleri zaman, Keşke Resul ile birlikte bir yol edinseydim, Kim Allah ve Resûl'ü uğrunda hicret ederek evinden çıkarsa, Allah'ın elçilerini inkar ettiler, müjdeleyici ve uyarıcı elçiler gönderdik,elçi göndermeden azap etmeyiz, Andolsun Resul size rabbinizden hakkı getirdi, Kim Allah ve Resûl'üne karşı gelirse,Allah Resulü'ne eziyet edenlere acı bir azap vardır" gibi yüzlerce âyette hep Resül kavramı kullanılmıştır.Kur'an'da geçen bütün "Nebiyyin, Enbiya" "Nebi'ler" kavramı Resulleri de kapsamaktadır.Çünkü Nübüvvet kişi ile elçilik arasında ikinci bir aşamadır. Kişi Nebi olduktan sonra elçilik makamına ulaşır. Nebi olunmadan elçi olunmaz. Dolayısıyla her Resul aynı zamanda Nübüvvet aşamasından geçmiş sayılır. Fakat her nebi Resullük makam ve mertebesine ulaşma imkânına kavuşmadan vefat edebilir. Nübüvvet ve Risalet makamının birbirinden ayrı bir misyona sahip olduğunu Hac süre 52. âyetinde görüyoruz.Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Nebiyallah" "Allah'ın Nebisi" geçmez.Fakat onlarca yerde "Resulüllah" geçer.Sadece bir yerde "Enbiya Allah'i" kelimesi geçmektedir.(istisnalar kaideyi bozmaz)Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları araştırırken ilginç bir ayrıntıya daha rastladık.Kur'an'ın yüzlerce âyetinde "Resûlihi" (Allah'ın) Rasulü" "Rüsülihi" (Allah'ın) Rasulleri, elçileri" "Rüsüli" "Resullerim, elçilerim" "Resüli" "Resulüm, Elçim" geçtiği halde, bir âyette bile "Nebiyyihi" (Allah'ın Nebisi, Onun Nebisi) geçmez.Tekil olarak bütün Nebi kelimeleri Kur'an'da Allah lafzı ile bağlantısız yalın bir şekilde ve zamirsiz olarak geçer.Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmeyenlerin Kur'an'dan, Allah Resulü'nden ve İslam'dan konuşmaları doğru değildir.Bütün bu farklardan sonra Nebi veya Resül kavramı yerine "peygamber" kelimesini kitabında veya konuşmalarında kullanacak olursa bu kişinin kitab'ı okunmaya, konuşmaları dinlenilmeye değer bulunmaması gerekir.Çünkü"peygamber" kelimesini kullanan Kur'an'da dolayısıyla İslam'da hata yapmaya mahkum olacaktır. Kim olursa olsun "Peygamber" kelimesini kullanarak konuşan bir kimse emin olun dinlenilmeye değer bir inanç ve fikir ortaya koymayacaktır.Rivayet ve içtihadlardan sonra dinde en önemli tahrif hareketi "peygamber" kelimesidir.Bu konuda şu âyetler gerçekten çok önemlidir."Şimdi (ey müminler!) onların size iman edeceklerini mi umuyorsunuz? Oysaki onlardan bir zümre, Allah'ın kelamını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onun kelimelerini "tahrif ederler" (Bakara- 75)"Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden tahrif ederler, (değiştirirler) dillerini eğerek bükerek..." (Nisa- 46)"Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini karşılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler) Kendilerine öğretilen hükümlerin önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever"( Maide -13)"Ey Resul! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla "iman ettik" diyen kimselerden ve Yahudilerden küfür içinde koşuşanların hali seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler ve sana gelmeyen bazı kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler..." (Maide -41)
12 Mayıs 2021 Çarşamba
MİSYONER (1. YAZI )Yemekten sonra Mr John şu şekilde söze başladı. "Azizim Mustafa Efendi Protestan mezhebi dünyanın en doğru ve sahih mezhebidir" diyemem. Çünkü herkes dinini doğru sayar ve öyle iman eder. Fakat mevcut dinlerin en kayıtsızı (insanı zora sokmayanı) serbest ve sâde olanı ve en ziyade medeniyete yönelteni Protestan dinidir. Protestan dini her türlü eksiği ile birlikte dâhil olduğu kıtalarda düzen, mükemmellik ve güzel idare görülmüştür. Bu mezhebin mensupları çok azimli ve fedakardırlar. Hıristiyanlığı sadeleştiren ve birtakım zayıf inançları ortadan kaldıran Protestanlığın yayılması için akla ne gelirse hepsini yapmada zerre kadar gecikme ve gevşeklik göstermezler. Geniş bir teşkilatlanmaya (örgütlenme) gidilmiştir. İngiltere'de gayet kuvvetli, zengin ve son derece faal misyonerlik Cemiyeti (Derneği) vardır. Bu dernek tasavvurunuzun üstünde işler görmektedir. Buna emin olunuz ki, İngiltere millet ve hükümeti bu derneğe şükran borçludur. Çünkü 400 milyon halkı İngiltere'ye bağlayan ve onlara tanıttıran misyonerlik derneğidir. Bununla beraber ticaret ve servet birikiminde İngiltere'yi hakim kılan bu güçtür. Misyonerler Halit Bin Bermekinin oğlu Fadla ait olan ve gerçekten güzel bir söz olarak kabul edilen, "Kararlı kişi elindekini koruyan ve bugünün işini yarına bırakmayan kimsedir" öğüdüne uygun hareket etmeye mecburdurlar. Misyonerler çocuk iken hizmete alınırlar. Yerine getirecekleri göreve göre bir çok ilim, ahlak ve fikir bakımından yetiştirilirler.Şöyle ki: İngiliz misyonerlik cemiyeti her yıl bütün Rüştiye Mektebi öğrencilerinin zekilerinden tabii (doğal) olarak babalarının rızasını almak suretiyle --ihtiyaca göre, otuz-kırk öğrenci seçerek himayesine alır. Onları yeteneklerine göre üçer beşer ayırarak kendilerince gerekli görülen dünyanın çeşitli bölgelerine dağıtılırlar. Mesela: ikisini Türkiye'ye, üçünü Nijerya'ya ve Sudan'a, dördünü Hindistan'a, üçünü Tibet'e, beşini Rusya'ya vb serpiştiriverirler.Bu çocuklar o memleketlerdeki büyükelçilik veya konsolosluklara emanet edilirler. Bütün İngiliz sefaret ve konsolosluklarında misyonerlik cemiyeti'nin olağanüstü bir talimatı vardır. İşte bu talimata göre çocuklar büyütülür, okutulur, öğretilir ve yetiştirilir. Ben ve arkadaşım Herbert on daha yaşındayken misyoner cemiyeti tarafından İstanbul'a gönderilmiş idik. Doğruca sefarethanemize gittik. Elçi beni sefaret kavası Cihangir'de oturan Ali Ağa'ya teslim etti ve şöylece tenbihatta bulundu:"Ali ağa, bu çocuğun adı İbrahim'dir ve senin oğlundur.Herkese öyle söyleyeceksin. Aylık olarak sana 10 lira vereceğiz. Bu para ile bu çocuğu mahallenizin mektebinde okutacaksın ve tıpkı kendi sulbünden meydana gelmiş çocuğun gibi yedirecek, içirecek ve giydireceksin.Âdetiniz nasılsa öyle terbiye edeceksin. Ayda bir kere geceleyin sefarethaneye getirip bana göstereceksin, dedi. Kavas Ali Ağa'da kolumdan tutarak beni evine götürdü ve eşi Gülsüm Hanım'a teslim ederek: "İşte sana evlat getirdim, bunu büyüteceksin" dedi.
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(29.YAZI)Hocam çok teşekkür ederim."ledün" kelimesinin onların tahrifine çalıştıkları bir manaya gelmediğini ilmen izahınız onların iddialarını çürütmeye yeter de artar bile.Yüreğinize sağlık.Umarım ilim insanlarımızda o sapıkların savlarını çürütmek için sizlerin gayretine katkılar sunarlar.İlminize, yüreğinize sağlık.Selamlar"(Hüseyin Gölgeli- "Ledünni İlim" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Hocam! Allah razı olsun. En az bin sene iman edenleri nasıl da uyutmuşlar! Gerçi mü'min salaklık derecesinde saf olmaz ya..."Son on yıldır şu internet var ya, kullanmasını bilene öyle güzel kapılar açtı ki! Bunlardan biri de sizsiniz. Emeğiniz bereketli olsun inşallah"(Tevfik Yaşar Tekeli- "Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar gibi miydi? adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Sünnî bir babadan, Şii bir anneden dünyaya gelen birisi olarak, bu anlattığınız cehaletin yansımalarını, bir cenderenin içinde, iki arada bir derede nasıl yaşanıyor, çok iyi biliyorum.O inanç içerisinde az kalsın ucu ateizme dayanacak noktaya nasıl geliniyor bire bir yaşayanlardanım hocam! En azından bizim nesilden sonrakilere doğruları anlatabilmek ümidiyle, emeğinize sağlık"(Dost inan- "Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi? adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Sünni ulema, bize Sahabeyi melekleşmiş masum insanlar gibi anlattı. Oysa onlar da bizim gibi insanlardı. Artıları da vardı, eksileri de. Rabbimiz onların güzel davranışlarını övmüş, yanlışlarını eleştirmiş ve ifşa etmiştir.(Mümtehine-1,2,3,4; Cuma-11; Hucurat-1,2,3,4; Tevbe-28,29,30; Nur-11-20) Allah razı olsun hocam. Sıhhat ve afiyetler diliyorum"(Veysel Kaynar- "Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi?" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Değerli hocam!Bu güzel paylaşım için Allah sizden razı olsun. Bu kadar kötü, şirke batmış, tahrifata uğramış ve tamamen farklı bir din haline getirilmiş Ehl-i Sünnet ve Şia dinlerinin yüzyıllardır yaşandığı bir ortamda; umuyor ve dua ediyorum ki, Allah'ın indirmiş olduğu orijinal, tevhide dayalı, arı, duru, saf hanif İslam dinini, sadece Kur'an'dan anlayarak okuyan, araştıran, sorgulayan ve hayatına yansıtan ve buna göre yaşayan mü'minlerden oluruz. Selam ve hürmetler sunarım"Faruk Fidan Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi? adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Hocam! Allah razı olsun.İman edenlerin akletmeleri, düşünmeleri, vahiy üzerinde biraz emek harcamaları için çok çabalıyorsunuz. Bu emeğinizin karsiligini Rabbim verir inşallah.Selam ve dua ile"(Mahmut Lekesiz- "Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi? adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Kalemine sağlık Ali bey! Sahabileri kutsallaştıranların okuması lazım gelen enfes bir yazı. Eline sağlık(Ender İnsan- "Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi? adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Allah razı olsun. Rabbim sizinde bizlerin de fıkhını artırsın, basiretli kılsın inşallah.Dünyanın en kötü davranışlarından biri tassubtur.Taassubun en kötüsü de ırk ve mezhep tahassubudur.Aklını doğru kullananlara selam olsun.Hayırlı ömürler dilerim"(Mustafa Demir- "Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi? adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Ali Hocam!Terör örgütleri, kendi egemen alanını genişletmek, kendi dışındaki halkları ve ülkeleri fitneye sokarak tahakküm kurmak, bununla kendilerine konforlu ve güvenli bir yaşam sağlayacağını inanan emperyalist güçlerin evlatlarıdır. Tâbi ki Ehl-iSünnet ve Şia’nın uydurulmuş dini buna tuz ve biber olmuştur"(Zülküf Kılıç- Terör Örgütleri Kimin Çocuklarıdır" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------Bu yazı Kur'an cahilleri için bir nasihat.Ben müslümanım deyip!! Kur'an'ı evin duvarına asıp, yıllarca yüzüne bakmayan, anlayarak okumayanlara ders olsun. Yemin olsunki, bu Kur'an ı anlayarak okuyana ve sabredip ona göre yaşayana, bu dünyada huzur, âhirette cennet vardır.Selam ve dua ile"(Hüsamettin Aktas- "Terör Örgütleri Kimin Çocuklarıdır" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------------"Kervanın zillerini duyunca Nebi (a.s) hutbede iken, bir kaçı hariç hepsi kervana koşmuşlar. (Cuma-11)Biz şirk dolu camilerin, diyanet imamlarının uydurma rivayetlerle dolu hutbelerini bile ses çıkarmadan dinliyoruz.(İsmail Küçük-Nebi (a.s) ın Arkadaşları Gökteki Yıldızlar Gibi Miydi?" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Allah'ın salamı üzerine olsun gardaş.Doğrudur, insanlarin çoğu paylaştığınız bilgilerden habersizdirler.İblise kulluk eden satanist, mason, İlluminati kimi örgütler, her zaman insanları hak yoldan uzaklaştırmak için bütün hilelere el atmışlar ve maalesef başarmışlardır. Yüce Allah Kur'an'da bildiriyor.Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahminini doğruya çıkardı. iman eden bir fırkanın dışında hepsi ona uydular"(Sebe-20)İnsanlar sadece haktan uzaklaşmadılar.Kendilerini iftira ve yalanlara kul yaptılar.İnsanları iki şey üzerinden saptırıyorlar.Uydurma din, birde pul, para, şohret, dünya hayatı.Sonuçta hepsi şeytana hizmet etmiş oluyorlar.Dünyanın üzerinde hakim bir güç olmak için insanları bölüp parçaladılar. Zaten masonların taktikleri böl, parçala, sonra da istediğin gibi yönet olarak şekil alır.İnançlı insanları hak olan yoldan kaydırmak için uydurma kitablar, rivayetler mezhebler, fırkalar uydurdular.Allah adına, din adına ve Nebi adına aldatılmak ve yalanların kurbanı olmamak için tek yol vardır. O da Kur'an'a sarılmak, sadece Allah'a güvenmek yalnız O'na teslim olmak ve hayatı Allah'a kul olarak geçirmektir.(Ramin Yusifov- "Terör Örgütleri Kimin Çocuklarıdır" adlı yazıya yaptığı yorum)
CELALEDDİN- İ RUMİ : Celaleddin Rumi, eserini Kur'an'a eşdeğer tutarak kitab'ı Mesnevi hakkında diyor ki:"Bu Mesnevi kitabıdır. O, ulaşma ve kesin bilme sırlarını açıklamada dinin asıllarının asıllarının asıllarının asıllarıdır. O, Allah'ın en büyük fıkhıdır (din bilgisidir) Allah'ın en aydınlık yoludur ve Allah'ın en açık delilidir. Işığının hali içinde kandil bulunan kandillik gibidir. Sabahın ilk anlarında daha parlak ışık verir. O, pınarları ve dalları bulunan gönül cennetleridir. Onda, bu yolun oğullarınca" selsebil" diye adlandırılan bir pınar vardır, makam ve keramet sahiplerince en hayırlı makam ve en güzel dinlenme yeridir. Ulu kişiler orada yerler ve içerler. Özgür kişiler orada huzur bulur ve neşelenirler. O, Mısır'daki Nil gibi sabredenler için içecektir.Firavun'un soyuna ve kâfirlere hasrettir. Allah'ın dediği gibi "onunla çoğunu saptırır, onunla çoğunu doğruya götürür."Gerçekten o gönüllere şifadır, hüzünlere ciladır ve Kur'an-ı açıklayıcıdır. Rızıkları genişletir ve ahlakı güzelleştirir. Kerem sahibi ve salih yazıcıların elleriyle yazılmıştır. Temiz kişilerden başkasının ona dokunmasını menederler. Alemlerin rabbinden indirilmedir. Batıl ona önünden ve arkasından gelmez. Allah gözetir ve korur. En iyi koruyucudur ve merhametlilerin en merhametlisidir. Mesnevi'nin başka lakapları vardır. Allah ona lakap verdi..." (Mevlana Celaleddin-i Rumi Mesnevi Yeni Şafak kültür hizmeti C.1 sayfa- 36, hazırlayan Profesör Doktor Adnan Karaismailoğlu Ulus Ankara) Celaleddin-i Rumi, Mesnevisi için sarfettiği bu cümleleri, yüce Allah bir çok âyette Kur'an için kullanmıştır.Yani bütün bu özellikler sadece Kur'an'ın hakkıdır. "İşığının hali içinde kandil bulunan kandilik gibidir"(Nur- 35) "Kâfirlere hasrettir"(Hakka- 50 )"Onunla çoğunu saptırır onunla çoğunu doğruya götürür" (Bakara- 26)"O, gönüllere şifadır" (Yunus-57 )"Kerem sahibi ve salih yazıcıların elleriyle yazılmıştır" (Abese- 11,12)"Temiz olanlardan başkasının ona dokunmasını menederler"(Vakıa- 79)" Alemlerin Rabbinden indirilmedir"( Hakka- 43: Vakıa- 80 )"Batıl ona önünden Ve arkasından gelmez"(Fussilet-42) Celaleddin-i Rumi'nin Divan'ı Kebir'inde hulul inancına bağlı olduğunu gösteren yüzlerce şiirinden bir tanesi şöyledir.Üçüncü halife olan Ali için "O sefa ehlin'in vücut güneşidir. O açıklayıcı imam, hakkın yüksek sıfatları Ali'nin vasfıdır. Ail'den ayrı değildir. Çünkü haktan hakla görülmüştür. Onun toprağı birlik âlemidir. Allah'ın ilminden maksat Ali'dir. Her şey fanidir. Fakat can yaşar. Hakkın hikmetini Ali'den başkası bilemez. Yaratıkları yaratan zatı gibi o bakidir.İbtidasız evvel o idi. Sonsuz ahirde odur.Nebilere yardım eden o idi.Velilerin gören gözü de hakikaten odur. O yüzünün gizli parıltısından bir güneş yarattı. O hak iledir. Hak onda görülür. O hak ile ebedidir. Allahın isimleri onda belirdi..."(Dıvan'ı Kebir. M.E.B c.1- sayfa- 35) Dolayısıyla Celaleddin Rumi, Muhiddin-i Arabi, Beyazıd-i Bestami, Yunus Emre, Hacı Bektaş gibi Hulul inancına bağlı idi.
KUR'AN CANLI HAYATA OKUNMALI (2.YAZI )Kur'an ile irtibatlı olan kişi ana çizginin dışına çıkamaz.Nerede, nasıl davranacağını Kur'an'a göre düzenler.Bunu yapınca Kur'an muhatabını nefsiyle hesaplaşmaya sokar, terbiye eder, talebesini eğitip yetiştirir.Kur'an'ın esas gayesi olan tevhid ve iman ile ilgili eğitimi sonuçta mükemmel terbiyeye ve evrensel ahlaka dönüşür.Kur'an'ın ilk talebesinin Allah Resulü Muhammed (a.s)olduğunu unutmayalım.(Sebe-50; Şûra-52)Ancak Kur'an'ı yeterli bir hidayet ve eşsiz bir kaynak olarak görmeyenler ondan yararlanamazlar.Buda Kur'an'ın en önemli bir kanunu ve kuralıdır.Kur'an zariftir, naziktir, duygusaldır, kıskançtır, kendisiyle beraber aynı seviyede bir sevgili ve eğitici kabul etmez. Buna da hakkı vardır.Çünkü gerçekte de Kur'an ayarında bir sevgili, kapsamlı bir rehber, usta bir öğretmen ve mutlak hidayet edici yoktur.Kur'an din ve hüküm olarak tek kaynak kabul edilmediği takdirde pratik hayatta itici güç haline gelmeyecektir.Nasıl ki Allah, kendisiyle beraber bir İlah ve Rab kabul etmiyorsa, Kur'an'da, kendisine denk, hüküm koyucu bir kaynak asla kabul etmeyecektir.Dolayısıyla zamanla Kur'an'ın ortaya koyduğu tevhid akidesi ve inanç sistemi, sadece bir fikirden ibaret kalmayacak, evrensel bir ahlâk hayat ve sistemine dönüşecektir. Yüce Allah şöyle buyuruyor. "De ki : Bu Kur'an büyük bir haberdir. Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz"(Sâd- 67, 68 )Maalesef Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri Kur'an'ı terkedince, Kur'anda onları yalnız bırakarak, korkunç bir âkıbete mahkum etmiştir."Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın . İşte bunlar için büyük bir azap vardır" (Âl'i İmran-105 )Mesaj, hayat için okunmalı, vahiy anlaşılmak ve hayata geçirmek esas amaç olmalıdır. Manasını merak etmeden Kur'an'ı okumak ve hatim yapmak utanılacak bir durumdur.Rahman ve Rahim olan Allah şöyle buyuruyor."Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? yoksa kalpleri kilitli mi?"(Muhammed- 24 ) Günlük yaşantısında karşılaştığı güçlükleri ve sorunları aşmada sadece Kur'an'dan çare bulmaya çabalayanlarda büyük bir huzur bağışlayacaktır.Bugün kendini İslam'a nisbet edenlerin içine düştükleri sorunların temel sebebi Kur'an'ın tevhid ruhundan ve evrensel ahlakından uzak kalmalarıdır.Âli İmran-103; Hac-31)Bu maddi ve manevi sefaletten kurtulmanın tek yolu Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde onu tefekkür ederek, anlayarak okumaktan ve sadece Kur'an etrafında birleşmekten geçer.Yüce Allah söyle buyuruyor. "Size azap gelmeden önce Rabbinize (Kur'an'a) dönün.Ona teslim olun, sonra size yardım edilmez""Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'an'a ) tâbi olun"(Zümer-54, 55 )Kur'an sisteminde sadece vahiy ve Resül Allah'ı temsil ederler.Yani "Allah'ın yolu, Resül'e itaat, Allah'ın himayesi, Rabbinin yolu, Resül'e tâbi olmak gibi, bütün çağrı ve uyarılar vahye, Kur'an'ın tek kaynak ve hidâyet olduğu ile ilgilidir.(Yusuf-108; Nahl-125; En'am-153; Ankebut-50, 51; Enfal-20,24)Bundan dolayı iki şey çok önemlidir.Allah'a ve Resulüne itaat, sadece Allah tarafından indirilen vahye tâbi olmak.Bu inzal kavramı o kadar önemli ki, Allah bizi kendi tarafından inzal edilmeyen hiç bir şeyden sorumlu tutmayacaktır.Bu yüzden Kur'an sisteminde(inzal edilen ) indirilen emir, yasak, helal haram, vahiy, ayetler ve Kur'an ile ilgili yüzlerce âyette dikkat çekilir.Dolayısıyla Kur'an'ı itina ile okuyanlar Allah'ın kendilerini Kur'an'dan başka hiçbir kaynakla sorumlu tutmayacağını çok açık bir şekilde görürler."De ki : "...Ben Allah'ın indirdiği kitaba iman ederim..." (Şura- 15)Yani Allah'tan gelmeyen bir şeye iman etmem.Bir de bu çerçevede Kur'an'ı okuyalım.
11 Mayıs 2021 Salı
UYDURMA DİNDE KADININ DURUMU : Pavlus? Elbette duyanlarınız olmuştur. Önceleri İsa (a.s) ın düşmanı iken, ama Allah'ın Resulü İsa (a.s) vefat ettikten sonra İncil'in bir numaralı savunucusu olan. İsa'yı Allah'ın oğlu, (Tevbe-30) kendisini de vahiy alan bir elçi yapan, Yahudi dönmesi. Allah'ın birliğine inanan muvahhidler son vahiy olan Kuran'ı derinlemesine incelemeyi kendilerine görev bilirler.Çünķü Kur'an daha önce gelmiş kitapların doğrularını tasdik eden muheymin özelliğine sahip gerçekten yüce bir kitaptır. Allah tarafından gönderilen Tevrat, Zebur ve İncil üçlüsünün yer aldığı kitaplar fazlasıyla bilgiyi içerisinde barındırmakla beraber, bu toplumların tahrif hastalıklarını da en güzel şekilde ortaya koymaktadır. Yüce Allah'ın en önemli emri neydi? "Yaratan Rabb'inin adıyla oku"( Alak- 1) Durmadan sürekli olarak okuyoruz. Aynı zamanda Nebi (a.s) adına iftira edilen hadis yığınlarını ve içtihadları da okuyoruz.Cok ilginçtir, imam!!! diye başa geçirilen Kur'an cahili adamlar, aynen hahamlar ve azizler gibi, Yahudilerde ve Hıristiyanlarda ne varsa, bu dine yaftalamışlardır, on katını, yüz katını, hatta bin katını.Onların başında kadın düşmanlığı gelir ki, bunu hadis okuyanların fark etmemesi imkansızdır.Mesela:"Namaz kılan kişinin önünden eşek, domuz ve kadın geçerse namazın bozulacağı" gibi.Allah Resulü (a.s ) hayatta olduğu sürece kadın ile erkek arasında bir fark bulunmuyordu.Özellikle Medine hayatında neredeyse erkek ile kadın eşit sayılıyordu.Mesela: Bir kadın bir sorunla karşılaştığınnda hiç çekinmeden doğrudan Resulullah (a.s ) a aktarabiliyordu. (Mücadele- 1,2)Allah'ın Elçisi vefat eder etmez özellikle ilim ve fikirde yavaş yavaş kadın sosyal hayattan dışlanmaya başladı.Uydurulan hadislerle ve onların üzerine inşa edilen şeytanların ictihatlarıyla artık kadın Allah'a karşı sorumlu özgür bir birey değil, erkeğe karşı sorumlu kabul edilen, çok tehlikeli, güvenilmez, her an günah işlemeye meyilli bir nesne olarak görülmeye başlandı.Yani, uydurma hadis ve mezhep ictihatlarıyla Medine halkı olan Ensarın değil, Mekkeli muhacirlerin kadına bakış tarzı baskın oldu, gelişti, beslendi.Bunun en önemli sebeplerinden biri de dört halifenin, Abbasilerin ve Emevilerin Mekkeli olmasından kaynaklanıyordu.Mekkelilerin kadına bakış tarzları acımasız ve ilkeldi.Malesef bu ilkellik, hadis ve mezhebler eliyle günümüze kadar geldi.Mesela: Cumhuriyet tarihinde bile daha yeni yeni camilerde kadınlara yer açılmaya başlandı.Ehl-i Sünnet dininin egemen olduğu bir toplumda kıyamet gününe kadar Kur'an'ın ve Allah Resulü'nün kadına bakış tarzı yakalanmayacaktır.Bizim Pavluslarımız ve uydurma eserleri hiç bir zaman buna fırsat vermeyecektir
KUR'AN CANLI HAYAT İÇİN OKUNMALI (1. YAZI )Kur'anı, ancak uygulamaya dönük bir bilgi edinme şuuruyla kendine yönelenlere hazinelerinin kapılarını açar. Okuyucu, mesajın emir ve yasaklarını pratiğe aktarmadıkça Kur'an'ın ruhunu kavrayamaz. Çünkü Kur'an yaşandıkça anlaşılacak bir kitaptır. Onu kavrayabilmek ancak hayatın onunla tanzim edilmesiyle, hak ile batılın çatışmasında etkin bir rol alması ile mümkün olabilir. Kur'anı hayata taşımak, sahibini şerefli kılar, temiz mizaçlı kimseleri kendine çeker ve onlara sahip olduğu ruhu ve canlılığı aktarır. İşte o zaman yanık bağırlara bir nefes, ilahi esintilere yol açar. Kur'an statik bir düşünceyi hedeflemez, dinamik bir zihin yapısı, aktif bir düşünce, aksiyon ve salih amel ister.Amacı, düşünceyi ve hayatı tanzim eden kurallarının hayata geçirilmesidir. Kur'an'ın mesajını alan kimsenin, hayatını Allah'ın koyduğu ilkelere dayandırma gibi manevi, ahlaki bir yükümlülüğü vardır. Dil kalbin tercümanı, ameli salih de imanın delilidir. Söz cesettir, ruhu ve ışığı samimiyettir. Yüce Allah, gereği yerine getirilen söze tesirini halkeder. "Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'an'a) tabi olun"( Zümer- 55)"Biz Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir" (İsra -82) "Ey insanlar! Size rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, müminler için yol gösterici ve rahmet gelmiştir"( Yunus- 57)Kur'an kadar aktif, aklı ve fikri harekete geçiren, hayata anlam kazandıran, canlı bir eser yer yüzüne gelmemiştir.Kur'an dinamik bir yapıya sahip olduğu için yenilenmenin yollarını sonuna kadar açar.Kur'an canlı bir organizmadır.İman edenler, Kur'an'ı mutlaka anlamak ve uygulamak amacıyla okumalıdır.Uygulama esas alınmalı, hayat tarzı kazanılmalıdır.Kur'an günlük hayatı, inancı, düşünceyi, fikir yapısını tanzim edince asıl fonksiyonunu icra etmiş olur.Kur'an inanca hakim olunca, hayat Kur'an'a göre biçimlendirilince okuyucusunu müslüman ve gerçek mümin yapar.Kur'an günlük hayata hakim olmak için inmiştir.Kur'an incelenirken, okunurken bir yandan da tavsiyelerine, emir ve yasaklarına uyulmaması anlamayı imkansız kılar.Kur'an nazari yani teorik bir kitap değildir.Yaşanılarak, olaylar üzerine, hayatın tam merkezine, güzel ahlak için inmiştir.Dolayısıyla Kur'an Yaşanılarak öğrenilir.Kur'an teori ile pratiği birbirinden ayrı görmez, bir takım itikadi, akidevi iman esaslarına inanılmasını emrederken, sadece inanç noktasında kalmayıp, infak gibi salih amellerle de tezahurunu ister.Çünkü her iddianın ispat zemini vardır, mümin olmak iddiası da ispat gerektirir.İnancın hayata aksetmesini ister.Kısaca Kur'an bir hayat tarzı takdim eder.Kur'an insan hayatına Allah'ın müdahalesini tanzim eder."Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele"(Zümer 17 )
10 Mayıs 2021 Pazartesi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(28.YAZI)"Kendisini; mezhebine, meşrebine, cemaatine göre tanımlayanların dini "İslam" olmaz ki,biri "ehli sünnet'im" diğeri "nurcuyum hem de falanca kolundan" diyorsa, aşırılık yapmış olmaz mı?Cübbeli'nin "Nakşibendi'nin Halid'i kolundan olanları" cennetle müjdelemesi de, bu ayrıştırmanın sonucu değil mi?Ali beyin (asıl) "takdire şayan yönü" suni ayırımları yok hükmünde görmesi ve din bezirgânlarıyla didişmesi..Müminin tanımı bu olsa gerek!"(Arif Kılıç- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"İslam coğrafyasının acı bir gerçeği, bunu bir sahtekarlık olarak algılıyorum. Adam bir çeşme yaptırmış, bir su gözesi bulmuş, başına şifalı su levhasını dikiyor, memleketin her yanı bunun gibi şifalı su, bu ucuzluk değil mi?(Sami Üyel- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------- "Değerli hocam! Elinize emeğinize sağlık! Benim anlamadığım olay, Şia inancında bu kadar üstünlük ve kutsiyet verdikleri Ali, halife olduktan sonra iktidarını elinde tutamayıp kendisini tanımayan Muaviye'ye, ne siyasi ne de askeri üstünlük kuramadığıdır. Oğlu Hasan da, elinde olan halifeliği kendi eliyle Muaviye'ye teslim etmiş, Yezid'in eliyle de kardeşi Hüseyin katledilmiştir. Tüm bunlara baktığımızda bu kadar gürültü koparıp hilafet Ali'nin ve soyunun hakkıydı dedikleri Ali ve çocukları bu imkana sahip oldukları halde, ellerinde tutamayıp, Muaviye ve oğlu Yezid'e bırakmışken, hala neden mağdur edebiyatı yapıyorlar?Yada bu kadar kutsiyet verdikleri, Nebi ile eş tuttukları imamet soyu neden başarılı olamadı?Bunları düşündüğümüzde olayların tamamen siyasi, askeri ve politik olduğunu görüyoruz. Bütün olay tevhid esaslı hanif İslam dininin dışına sapmak için Ali, Ehl-i Beyt ve imamet inancını kendilerine araç edinerek, şirke dayalı kadim İran dinini yaşama isteğinden kaynaklanıyor. Selam ve saygılar!" (Faruk Fidan- "Şianın İtikadi Durumu" 11.yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Değerli hocam!Atalar yolu, bir süre sonra din haline getirilmiş, gelenekler üzerine inşa edilmiş, tevhidden ve Kur'an'dan kopuk, şirk temelli, sapık bir din anlayışıdır. Biz sadece Allah Resul'üne indirilen ve dinin tek kaynağı olan Kur'an'ı okuyup anlayarak, hikmete dayalı, bağlam ve bütünlüğüne bağlı, içinden çıkarılması gereken çözüm ve sonuçları bulup, bunlara göre dini öğrenip, hayatımızı buna göre dizayn ederiz. Bunun dışında Kur'ana uymayan hiçbir uygulama ve gelenekleri kabul etmeyiz. Selam ve saygılar sunarım!"(Faruk Fidan- "Geleneklerin Zararları" adlı yazıya yaptığı yorum------------------------------------------------------"Kaç kişi bu yazıyı okumuştur? Okuyanların hepsinin bunlara bir itirazı yoktur zaten, ama hurafe ve bid'atlarla aldatılan insanlar "ölülerimize yasin okursak ne olur, ne zararı var? derler.Bunların önüne geçmek dediğiniz gibi çok zordur.Kaleminize sağlık"(Zekeriya Tepe- Geleneklerin Zararları" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"İnatlarına bu doğru yolu tebliğ edeceğiz.Evelallah o ne der, bu ne der, kimin umrunda?Halkın bize ne dediği degil, Hakk'ın buyruğu önemli hocam!Halk elinden geleni ardına koymasın. Rivayetlere sarılanlar Buhari ve Müslim'in uydurduklarını hüküm olarak el üstünde tutanlar çok da önemli degildir.(Hac- 38) Bu yola bizler Hakk rızası için çıkmışız.Sefer bizim, zafer âlemlerin Rabbinindir evelallah. Lé gâlibe illallah.Sevgilerimle kalbi selamlar!Elinize, yüreğinize sağlık, varolun hocam!(Bünyamin Üstün- "Geleneklerin Zararları" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Allah'tan başka ilah olmadığına inanan, dinin kaynağı ve doğru yol rehberi olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağı kabul etmeyen, tevhid'e dayalı bir din anlayışına sahip, amacı yalnız Allah'ın rızasını kazanmak olan müvahhidler, tüm dünya karşılarına çıksada, herkes tarafından dışlansalar bile Allah'tan başka dayanılacak ve güvenilecek bir varlık olmadığını bilirler"(Faruk Fidan- Geleneklerin Zararları" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Güzel kardeşim!Bu konu bundan daha iyi anlatılamazdı.Müminler İnşaAllah müstefit olurlar.Siz yazmaya devam edin. Saygıylar...(Mevlüt Akçay- "Ledünni İlim" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Değerli hocam!İlim ve emeğinize sağlık. Saygılar sunuyorum. Gelenek dininin güdümündeki Diyanet İşleri Başkanlığının resmi Kur'an tefsirinde Musa (a.s) ın yoldaşlık ettiği kişi ve ona verilen ilim ile ilgili bakın nasıl bir açıklma yapılmış: “Ona nezdimizden bir ilim öğretmiştik” meâlindeki cümle, Hızır’a öğretilmiş olan ilmin özel bir ilim olduğunu ifade eder. Tefsirciler, kıssadaki âyetlerden hareketle bunun “gayb ve sır ilmi” olduğunu söylemişlerdir. Allah Teâlâ tarafından olağanüstü yollarla öğretildiği için İslâmî literatürde bu ilme söz konusu âyetin lafzından hareketle ledünnî ilim denilmiştir. Bu mânada "peygamberlere" vahyedilen ilimlerin tamamı ledünnî ilim olmakla birlikte, âyetteki anlatım tarzı ve hadislerdeki açıklamalar, Hızır’a öğretilmiş olan ilmin "peygamberlere" verilenden farklı ve bu mânada özel bir ilim olduğunu gösterir. Nitekim yukarıda özet olarak zikredilen hadiste Hızır (aleyhisselâm) “Ey Mûsâ! Ben Allah’ın ilminden bir ilme sahibim ki sen onu bilmezsin; onu bana Allah öğretti” diyerek buna işaret etmiştir. (Buhârî- “Tefsîr”, 18/2; Müslim, “Fezâil”, 170-172)Tefsircilere göre Mûsâ’nın ilminden maksat, onun hükümleri bilmesi ve zâhir ile fetva vermede yetkin olmasıdır. Hızır’ın ilmi ise eşyanın bâtınını (iç yüzünü) bilmektir, dolayısıyla buna, “bâtın ilmi” veya “hakikat ilmi” de denilmiştir. Elmalılı şöyle der: “... Ledünnî ilim, fikrî gayretle elde edilmeyip Allah tarafından, sırf Allah vergisi olan kutsî bir kuvvenin tecellisidir. Eserden müessire, vicdandan vücuda doğru giden bir ilim değil, müessirden esere, vücuttan vicdana gelen vasıtasız bir ilimdir. Nefsin gerçeğe ulaşması değil gerçeğin nefiste meydana çıkmasıdır. Doğrudan doğruya bir keşiftir” (Hak Dinî, Kur'an Dili- V, 3262).(Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 572)(Faruk Fidan- "Ledünni İlim" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Kur'an'da "Hızır" isminde biri geçmez. Musa (a.s) yoldaşlık eden kişiden gelenek dini bu isimde bahseder. Bu kişinin kim olduğuyla ilgili olarak ben de Ali Hocam gibi Allah'tan vahiy alarak hareket edip konuştuğu için Nebi/Resul olduğunu düşünüyorum. Sorduğunuz Hızır karakteri ve ona ait olduğu varsayılan bilgilerin hepsi hurafedir"(Faruk Fidan- Ledünni İlim" adlı yazıya yapılan bir yoruma verdiği cevap)
LİYUZHİRAHÛ ALED-DİNİ KÜLLİHİ" HANGİ ANLAMA GELİYOR? Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve alimleri rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'da manasını değiştirmedikleri ve manasını bozmadıkları âyet bırakmadılar.Özellikle Osmanlı'dan itibaren hem Nebi hemde Resul yerine kullanılan "peygamber" kelimesi Kur'an'ı korkunç bir şekilde tahrif etmiş Nebi ile Resul'ün arasında bulunan sistemi darmadağın etmiştir.Onlarca âyette gördüğümüz üzere, daha önceki vahiy sahipleri olan Yahudi ve Hristiyan din adamları gibi, Şia ve Ehli Sünnet âlimleri de son vahyi inkar etmiş, inanç ve ahlakları ile onu yalanlamış, arkalarına atmış ve onu bir rant ve menfaat aracı yapmışlardır. Fakat Kur'an'ın metninin tahrif edilmeden korunması sebebiyle manası buharlaştırılan âyetlerin gerçek manasını Allah'ın yardım ve desteği sayesinde ortaya koymaya çalışıyoruz.Altı Prof'un kaleme aldığı Diyanet Vakfı mealinde söz konusu âyetlere şöyle bir mana verilmiştir. "Allah'ın nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlayacaktır"(Tevbe- 32) O Allah, Müşrikler hoşlanmasalar da kendi dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resulü'nü hidayet ve hak din ile gönderendir" (Tevbe- 33) "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır" (Saf-8) "Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için "peygamberini" hidayet ve hak ile gönderen odur"(Saf-9 )"Bütün dinlerden üstün kurmak üzere "peygamberini" hidayet ve hak din ile gönderen odur. Şahit olarak Allah yeter"( Fetih- 28)Âyetlerde belirleyici olan ve âyetlere hatalı bir yön veren "liyuzhirahu" yani "zahara" fiilidir. "Zahara" fiili hangi anlama gelmektedir ? "Zaharaş-Şey'ü" sözü aslında bir nesnenin görünürdeki, dış tarafında olup gizli olmadığını" ifade etmektedir. Yani "göz ve basiret, gözlem ve araştırma isteyenler için çok açık, âşikâr hale gelen, açığa çıkan her türlü şeyle" ile ilgili kullanılan bir kelimedir.(Rağıb, müfredat, zahara kelimesi)"De ki: Rabbim ancak açık (zahara) ve gizli kötülükleri haram kılmıştır,,,"(Araf-33)"Karada ve denizde fesat arttı, yayıldı, açık hale (zahara) geldi..." (Rum- 41) "Allah'ın, göklerde ve yerdeki nice varlık ve imkanları sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık (zâhireten) ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi..."( Lokman-20) Allah tarafından vahiy vasıtasıyla tüm elçilere indirilen tevhid dini olan İslam diğer bütün şirk dinlerine karşı zaten üstündür.İslam dininin şirk dinlerinden üstünlüğü tartışılmaz bir gerçektir. Fakat insanlık tarihinde inanç, ahlak, yaşantı, hayat tarzı ve amel olarak hiçbir zaman tevhid dini olan İslam şirk dinlerine karşı hakimiyette bir üstünlük sağlamamıştır. Tam aksine Kur'an'ın yüzlerce âyetine baktığımızda tevhid ehlinin her zaman ve zeminde azınlıkta oldukları ve özellikle tevhid ehlinin öncüleri olan Allah elçileri eziyet ve işkencelere maruz kaldıklarını görüyoruz. Yani şirk dinine mensup olan zalimler son vahiy'den öncede sonrada yaşantı ve fikir bakımından her zaman ve zeminde hüküm ve hakimiyeti ellerinde bulundurmuşlardır. O halde Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda söz konusu âyetlerde geçen "liyuzhirahu aled dinî küllihi" "dinin tamamından, hepsinden açığa çıkarmak" hangi anlama geliyor. Âyetlerde geçen "liyuzhirahu" fiiline "açık olarak ortaya koymak" mealinin verilmesi, Kur'an'ın sistemine son derece uygun düşmektedir. Çünkü Kur'an, İslam dininin yani tevhid inancının üzerinde o derece durmuş, o kadar açık misaller ve detaylı anlatımlar ortaya koymuş ki,artık dinin Allah'a özel kılınması (İhlas) konusunda hiç kimsenin söyleyecek bir sözü ve Allah'a karşı ileri sürebileceği bir mazereti kalmamıştır. Hatta Kur'an için "tevhid ve güzel ahlak kitabıdır" denilmiş olsa, doğru söylenmiş olur. Cinler Kur'an'ı ilk duydukları zaman tevhid inancının mükemmelliğini ve şirk'in ne kadar çirkin olduğunu anında anlamışlardır. Dolayısıyla âyetlerde geçen "liyuzhirahu" "üstün kılmak için" değil, "açık olarak ortaya koymak için" meali verilmelidir.Zaten Tevbe süresi 32. âyet ile Saf süresi 8.âyet, bu anlama destek vermektedir.Söz konusu âyetlerde geçen "liyuzhirahu" "üstün kılmak" anlamında değil, "açık olarak bütün yönleriyle ortaya koymak" anlamında kullanılmıştır.Bu açıklamadan sonra âyetlerin ortak meali şu şekilde ortaya çıkıyor."O Allah ki, Resülünü hidâyet ve hâk din ile gönderendir. (daha önceki Resüllere indirdiği İslam) dinini daha açık ortaya koymak için, kâfirlerin-müşriklerin hoşuma gitmese de"(Tevbe-32,33; Saf- 8,9; Fetih-28)Tekrar ederek söylüyoruz.Tevhid dini insanlık tarihinde yaşayış ve amelde, inanç ve ahlakta, fikir ve erdemde diğer şirk dinlere karşı hiçbir zaman bir üstünlük sağlamamıştır.Âyetlerde anlatılmak istenen şey, dinin açık olarak ortaya konması ve tamamlanmasıdır.Muvahhidler her zaman ve zeminde yok denecek bir azınlığa ve etkisiz bir konuma sahip olmuşlardır.Hatta Allah elçilerinin yaşadıkları zamanda da böyledir.
9 Mayıs 2021 Pazar
KADINLARDA BAŞÖRTÜSÜ FARZ MIDIR?(2.YAZI)Kur'an, namus mefhumunu anlatırken ilk önce erkeğin namuslu olmasını tavsiye etmektedir. "(Ey Nebi!) Mümin erkeklere, gözlerini harama dikmemelerini, ırzlarını korumalarını söyle..."(Nur- 30 )"... ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya: İşte Allah bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükafat hazırlamıştır" (Ahzab- 35) Bu âyetlere rağmen, son vahyin tarihinde iman ettiklerini iddia edenlerin nazarında ırzlarını koruması gerekenlerin sadece kadınlar olacakları inanç ve algısı yerleşmiştir.Halbuki erkeklerin ırzlarını korumaları daha kolaydır.Erkek ırzını koruduğunda, kadının ırzı otomatikman korunmuş olacaktır. Son vahyin tarihinde Ehl-i Sünnet âlimleri açık bir şekilde olmazsa bile zihin altında kadının rabbinin erkek olduğunu, kadının Allah'a karşı değil, erkeğe karşı sorumlu olduğunu benimsemişlerdir. Kur'an'da, kadınların başlarını örtmelerinin farz olduğunu gösteren açık bir emir yoktur. Nedense hüküm ve tavsiyelerin yoğun olarak bulunduğu altmış dört âyetlik Nur süresinde insanlar sadece 31.âyetten haberleri vardır.Diğer âyetlerden hiç kimsenin haberi yoktur.Şimdi ilgili âyete bakalım."Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini harama bakmaktan korusunlar; iffetlerini esirgesinler.Görünen kısımları müstesna olmak üzere zinetlerini teşhir etmesinler, örtülerini yakalarının üzerine örtsünler..."( Nur- 31)Âyette "görünen kısımları müstesna..." cümlesinden, genel görüş olarak örtme mecburiyeti bulunmayan yerler yüz ve eller olarak kabul edilmiştir. Bu konuda tefsir ve fıkıh kitaplarında yoğun bilgi bulunmaktadır.Muhaddis ve müctehidler genellikle kadınları baskı altına alabilmek için bunları uydurmuşlardır.Kadının vücudu dikkat çekici bir cazibeye sahip olduğu için yabancı erkeklerin rahatsız edici bakışlarından korunmalıdır.İslam dini kadına "dikkatleri üzerine çekme" ve "sorumluluk bilincine sahip ol" der. "...takva elbisesi işte o daha hayırlıdır..."(Araf- 26)Yani takva ve ihlas ile hareket etmelerini, başkalarının nazarlarını üstlerine çekecek dar ve renkli elbise giymemelerini, niyet ve hareketleriyle yabancılara ümit verecek davranışlardan sakınmallarını tavsiye eder.Yoksa kadınların saçlarını yüzlerinden daha mahrem görmek akıl ve mantığın kabul edeceği bir şey değildir.Bir kadının vücudunda zinet açısından insanı etkileyecek en son şey saçlarıdır. Saçların insanı tahrik edecek cazibesi yoktur. Evlenecek kızların saçlarına değil de, yüz ve vücutlarına bakılması bundan dolayıdır.Kızların saçlarına bakmak kimsenin aklına bile gelmez.Aslında kadın olsun erkek olsun bir insanda en önemli güzellik ihlas (dinî Allah'a özel kılmak) güzel ahlak ve infaktır.Diğer zahirî güzellikler abartıldığı kadar önemli değildir.Giyim kuşamla ilgili tavsiyeler bölgesel ve tarihsel özellikler taşımaktadır.Yani bu gibi şeyler zaman ve iklimlerin değişkenliği karşısında mağlup olmaya mahkumdur.Dolayısıyla başörtüsü bir kültür, bir gelenek, bir tercih ve bir insan hakkıdır.Hiç bir güç ve kuvvet kadınların haklarına ve özgürlüklerine müdahale ederek, onları tercihlerinden alıkoyamaz. Bir genç kız okumak istiyorsa, istediği gibi giyinme hakkına sahip olmakla birlikte, başörtüsü takmadan da tahsil hayatına devam eder.Kadınların başörtüsü takıp takmamaları konusunda erkeklerin müdahale etme hak ve yetkileri yoktur. Daha doğrusu kadınların başörtüsü takıp takmamaları ne devleti, ne hukuku, ne de erkekleri ilgilendiren bir konudur. Kadınların giyimleri, tahrik amacı taşımıyorsa, zaman ve zemin, iklim ve coğrafya şartlarına, halkın gelenek ve göreneklerine göre bir şekil alacaktır. Kur'an, giyim kuşam gibi konuları esnek bırakmıştır.Medine'de kadınlar geleneksel olarak başlarının üzerine bir şey atar fakat vücutlarının büyük bir kısmı dışarıda kalırdı. Nur süresinin 31.âyet başın örtülmesi ile ilgili bir emir değil, vücudun örtülmesi ile ilgili bir tavsiyedir.Başını örten bir kadına insan hakları açısından, başını açması için nasıl müdahale edilmezse, başını açan kadına da başını ört diye müdahale edilemez.İslam açısından ikisi de aynı şeydir. Aslında başörtüsünü farz kılan Kur'an değildir.Başörtüsünü farz kılan, alimlerin zihinlerinde bulunan fesat anlayış, siyasal egemenlik, uydurma rivayetler, ilkel inançlar ve Kur'an'a karşı cehalettir.İklim ve coğrafya, zaman ve zemine göre değişkenlik arzeden bir şey farz olmaz. Yakasından ayaklarına kadar uzun ve geniş elbise giyen bir kadın tesettürlü sayılır.Baş örtüsü olmadan bu elbiseyle dışarı çıkabileceği gibi, salât'ı da ikame edebilir.İslam dininde esas olan, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın kabul edilmemesi, ihlas yani dinî Allah'a özel kılınması, infak, güzel ahlak, ana-baba hakkı, komşu ve akrabalara iyilik, adalet ve insan hakları, israftan kaçınmak, ve yolsuzluk yapmamaktır. Bunlar olmadan yaşanılan dinin Allah katında hiç bir değeri yoktur.Bu değerli ilkeler yanında kadınların saçlarının görülüp görülmemesinin hiç bir önemi yoktur. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri, kadınların saçlarına, giyim kuşamlarına değil de, kendi şirklerine, vahşi dinleriyle ülkelerini nasıl cehenneme çevirdiklerine baksalardı, daha mantıklı olurdu.
8 Mayıs 2021 Cumartesi
KADINLARDA BAŞÖRTÜSÜ FARZ MIDIR?(1.YAZI)Bu konuyu iyice anlayabilmek için son vahyin ilk yıllarına gitmek gerekir.Bilindiği gibi kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi Mekke ile ilgili bir durumdur.Tekvir?; Nahl-?)Mekkelilerin kadına bakış tarzı Medineli ensardan ayrı bir özellik arz ediyordu.Mekke'lilerin kadına bakış tarzları son derece ilkeldi. Fakat Medine böyle değildi.Medine'de kadının söz söyleme ve birçok sosyal faaliyetlere katılma hakkı vardıNebi (a.s) Mekke'li olduğu halde merhamet, güzel ahlak ve karakter bakımından Medine'li ensara benziyordu. Kadınlar, hiçbir aracı olmadan, her zaman direkt olarak Allah Resulü (a.s) dan Kur'an'ı öğreniyorlardı. Bu imkan kendilerine sonuna kadar açıktı.Hatta Nebi ( aleyhisselam) ile tartışılabilecek bir hürriyete sahip idiler.(Mücadele-1) Fakat Nebi ( aleyhisselam) dan sonra dört halifenin, Emevi ve Abbasilerin Mekkeli olmaları, rivayet ve içtihadlara etki ederek, İslam tarihinde özellikle Ehl-i Sünnet âlimlerinin kadına bakış tarzı, Mekkelilerin bakış tarzı olarak gelişmiştir.Ehl-i Sünnet âlimleri ve müctehidleri ilim ve fikirde kadına gerektiği değeri vermemişlerdir.Uydurulan hadislerle sosyal faaliyetlerde kadına dar bir alan çizilip bu alanın dışına çıkmasına fırsat verilmemiştir. Kur'an'a ihanet tarihinde diğer toplumlardan gelen kültürlerle kadın her zaman tehlikeli bir varlık, günah işlemeye meyilli, güvenilmez, göz altında olması gereken, namusu lekeleyen şeytani bir birey" olarak görülmüştür.Dolayısıyla Nebi (a.s) dan sonra "kadınların evlere hapsedilmeleri, eğitim ve sosyal hayattan çekilmeleri, yönetici yapılmamaları, seyahat özgürlüklerinin kısıtlanması, cami ve mescitlerden uzak tutulmaları, fitnenin esas kaynağının kadınlar olduğu" ile ilgili yüzlerce hadis uydurulmuştur.Şimdi bu hadislerden bir kaç tanesine bakalım.Bakalım da, Allah'tan korkmadan Nübüvvet makam ve mertebesini, Risâlet misyonunu nasıl bir çirkinliğe alet ettiklerini görelim."İşlerini kadına havale eden bir topluluk iflah olmaz"(Buhari-Megazi, 84, Fiten, 17; Tirmizi-Fiten,75; Nesai- Âdabu'l-Kudat-8)"İşleriniz kadınlara kalırsa sizin için yerin altı (kabir-ölüm) üstünden daha hayırlıdır"(Tirmizi-Fiten, 78) "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının beraberinde babası veya oğlu yahut kocası veya kardeşi yahut nikahı haram olan biri olmaksızın üç gün veya daha fazla süren bir yolculuğa çıkması helal değildir"(Müslim-Hac, 108)"Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının yanında kendisine nikahı haram olan biri bulunmadıkça, bir gün veya bir gecelik yola gitmesi helal değildir" (Müslim-Hac, 421; Tirmizi- Rada, 15)"Bir kadın, yanında mahrem birisi bulunmadıkça bir erkekle yalnız kalmasın ve yola çıkmasın" buyurunca, bir adam ayağa kalktı ve "Ey Allah'ın Resulü! Eşim Hac için çıktı, ben ise falanca gazvede (savaşta) idim" deyince, Nebi (a.s) git ve eşinle birlikte hac yap" buyurmuştur.(Buhari-Nikah, 110; Müslim- Hac, 424) "Kadının evinin avlusunda kıldığı namaz, mescidde kıldığı namazdan daha faziletlidir. Evinde kıldığı namaz, avluda kıldığı namazdan daha faziletlidir. Evin iç kısmında kıldığı namaz, evinin açık yerinde kıldığı namazdan daha faziletlidir"(Ebu Davud- Salât, 54)"Kadın, insanın ar ve namusudur. Evinden dışarı çıktığında şeytan ona yaklaşır. Kadının Allah'a en yakın olduğu yer evidir"(İbn Huzeyme- Sahih, 3.c- 93; Taberani-el-Mu'cemu'l-evsat, 3.c-189, 8.c, 101) "Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım" (Buhari- Nikâh, 18; Müslim- Zikir, 97; Tirmizi- Edep, 31)"Sayet kocasının ayağından, başından, saçlarının ayrıldığı yerine kadar irin ve iltihapla kirlenmiş olsa sonra kadın ona yönelse ve kocasını dili ile yalarsa onun hakkını ödeyemez"(Ahmed bin Hanbel, Müsned, 20- 64,65) "Cüzzam hastalığının onun etini deldiğini, iki burun deliğini yırttığını, bu iki burun deliğinden kan ve irin aktığını görsen, sonra onun hakkını ödemek için ağzınla onunla o iki burun deliğinden akınları yalayıp yesen, ebediyen onun hakkını ödeyemezsin"(Taberani- el- Mu'cemu'l-kebir, 8, 259) "Kendisinden kocası razı olduğu halde ölen her müslüman kadın cennete gider"(Tirmizi-Rada, 10; İbn-i Mâce-Nikah,4) "İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim"(Tirmiz- Rada,10; Ebu Davud-Nikah, 41; İbn-i Mâce- Nihah, 4)"Uğursuzluk üç şeydedir: Kadında, evde ve atta"(Buhari- Cihad,47, Nikâh,18; Müslim- selâm, 115; Tirmizi- Edep, 58; İbn-i Mâce- Nikah, 55) "Resulullah bir bayram namazında kadınlar tarafına geçerek şöyle dedi: "Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz çünkü sizler cehennem halkının çoğunluğunu oluşturmaktasınız" Bunun üzerine kadınlardan biri, "Ey Allah'ın Resulü! Niçin böyle oluyor? dedi.Resulüllah"Çok lanet etmeniz ve kocalarınızın yaptığı iyiliklere nankörlük etmenizden dolayı" dedi.Allah Resulü (a.s) şöyle devam etti: Aklı başında ve görüşü sağlam bir erkeğe galip gelebilen, aklı ve dinî eksik sizden başka varlık görmedim" Orada bulunanlardan biri bir kadın: "Kadının aklının ve dininin noksanlı nedir?" diye sordu.Nebi (aleyhisselam) da "Sizden iki kadının şahitliği bir erkeğinkine denktir. Dininizin noksanlığına gelince o da hayızlı olmaktır. Sizden biriniz hayızlı iken 3-4 gün oturur, namaz kılamaz" dedi."Sizden biriniz namaza durduğu vakit, önünden deve semerinin arka kaşı kadar bir şey bulunursa, o kendisine sütreler (önünden geçenlere karşı korur) Önünde semerin arka kaşı kadar bir şey bulunursa bunun namazını eşek, kadın ve siyah köpek bozar"(Buhari-Salat, 103,106; Müslim- Salât, 265; Ebu Davud, Salât, 110; Tirmizi- Salât 253; Nesai- Kıble, 7)Halbuki Kur'an'a baktığımızda kadınların da da erkekler gibi özgür bir iradeye sahip olduklarını, erkekler gibi imtihan edildiklerini, fiziki ve psikolojik yapılarından başka diğer bütün özelliklerinde erkeklere ortak olduklarını görüyoruz.Son vahyin tarihinde İslam dinini kabul eden milletlerin gelenek ve kültürleri hakim olunca iman edenler içinden çıkılmaz bir çok problemlerle karşı karşıya kaldılar. Bunlardan birisi de kadınların başlarını örtmelerinin Allah'ın emri olduğu inancıdır.
7 Mayıs 2021 Cuma
YALNIZ YAŞAYANLARDAN DEĞİL ÖLÜLERDEN DE ÇEKECEĞİMİZ VAR! İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Allah'ın gönderdiği Elçilerin önünde engel oldukları gibi,Kur'an ehli muvahhidlerin önünde de en büyük engel ölülerdir.Kur'an'ın anlaşılması önünde en büyük bataklık ve aşılmaz akabe ölü olan sözde âlimler ve müçtehitlerdir.Tevhid akidesinin insanlara ulaştırılmasına mâni olan yine bu sözde âlim ve büyük müçtehit olarak görülen ölülerdir.Hakkın avcılarına karşı cesetleri toz olmuş hurafecilerden daha çetin bir mücadele hiç kimse ortaya koyamaz.Ölüp gittiler, toprak olup toz oldular ama kör olası hurafelerini başımıza musallat ederek, inanç, fikir ve hürriyetimizi geçmişin karanlıklarına mahkum ettiler.Kendileri ölüp gittiler ama bıraktıkları dini paramparça etme mirasları sayesinde onlara kayıtsız şartsız tâbi olanlar birbirlerini durmadan katletti, millet perişan oldu. Kur'an'ın ilmine ve hikmetine ölülerden daha yaman bir muhalif asla bulunamaz.Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür dostları ölü âlimlerden çektiklerinin binde birini yaşayan cahillerden çekmediler.Muvahhidler hayatta olan cahil hurafecileri aşsa da ölüleri asla aşamazlar.Ölüler asla aşılamaz.Çünkü ölüleri aşmaya çalışmak, onların çürümüş fikirlerine karşı gelmek en tehlikeli bir ihanet olarak kabul edilmektedir.Şimdiye kadar ölülerin nasıl açılacağı ile alakalı hiç kimse bir fikir ortaya koyamamıştır.Ölüleri aşıp Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, Kur'an'ın sistemine,Allah'ın kitabının hikmetine, vahyin aydınlığına, âyetlerin cennetine nasıl kavuşacağız? Yaşayanları aşmak o kadar zor değil, asıl zor ve müşkül olan kemikleri çürümüş olanları aşmanın yolunu bulmaktır.Aslında en büyük icatlardan ve buluşlardan bir tanesi, belki de en önemlisi ölülerin uydurma rivayet ve dinlerini aşarak Kur'an'a ulaşmak olacaktır.Kur'an ehli muvahhidler ne zaman ölüleri aşmayı başarırlarsa Kur'an ikliminin aydınlığına çıkmış olacaklar.Ölüleri aşmadan Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden tam olarak faydanamayız.Aslında ölüleri aşmanın yolu Allah'ın kitabı Kur'andır, çünkü o her türlü hastalığa karşı mükemmel bir kalkandır.Dolayısıyla ölülerin uydurma dinlerini Allah'ın izin ve inayetiyle Kur'an ile aşarız. Zorla yaşatılmaya çalışılan ölüler olmasaydı bu ümmet böyle izdırapların, karanlıkların, zulüm ve vahşetin,cehalet ve yobazlığın, ahmaklık ve kaos girdapının tam merkezinde olur muydu?HURAFELERİN GÜCÜ ADINA, SÖZ VE HÜKÜM ÖLÜLERİNDİR ARTIK!!(Ey Resul! ) Senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi"(Zuhruf- 23 )(Elçileri) Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( yine mi bana uymazsınız)? deyince , dedilerki:Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi (tevhid'i) inkar ediyoruz"(Zuhruf- 24)Kur'an, ilim, hikmet, aklı kullanma, tefekkür etme, sorgulama ve eleştiri yapma gibi ne kadar önemli bir şey varsa atalara tapanlar onu öldürdü.Allah'ın kitabına karşı ölmüş ataların fikirlerini ve içtihadlarını yaşatmaya çalışmak muvahhidlerin vicdanını yaralıyor. Dinlerini Kur'an ehli muvahhidlerden ve hayat veren Kur'an'dan öğreneceklerine, toz ve toprak olanlardan öğrenmeye çaba göstermek ümmi insanların zihnini bulandırıyor. Rahmân ve Rahim, Hay ve Kayyum olan Allah şöyle buyuruyor. "Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter"(Furkan-58)Özgür düşünen beyinlere özellikle vahiy ehl-i muvahhidlere ölülerden daha yaman bir düşman yoktur. Dolayısıyla en büyük savaş önemli düşmanla yapılan savaştır. Görünmeyen düşman ise en tehlikeli olandır. Evliya ve İlâhların şirk dininde hayat tamamen ölülerin inanç ve fikirleri doğrultusunda şekillenmiştir. Yani mezheplerin dininde diriler değil, ölüler hayata hakimdir.Rivayetlerin ve ictihadların dünyasında önemli olan ölülerdir. Kan ve ölüm kokan, ihtilaf ve tefrika kaynağı olan bu inançta dirilere itibar edilmez, özellikle Kur'an ehli muvahhidler ölümcül bir mikroptan daha tehlikeli görülür. Evliya ve ilahların dininde dirilerin hayat hakkı değil, ölülerin hayat hakkı kutsaldır. Şeytan evliyasının dininde ölüler koruma altına alınmıştır.Uydurma dinin tâbiileri ölülerin emirlerine hazır bir asker konumundadırlar. Bu Kur'an'ın önümüze koyduğu tarihi bir gerçektir."Onlar (müşrikler) yardım göreceklerine inanarak Allah'tan başka ilahlar edindiler. Halbuki ilahların onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri bunlar için yardıma hazır askerler gibidir"( Yasin- 74-75)Rivayetlerin uydurma dininde müracaat yalnız ölülere yapılır, ictihad ve fetvayı sadece ölüler verir. Çünkü din onların tekellerine alınmıştır.Aslında vahiy ehl-i muvahhidlere engel diriler değil, yaşayanların akıl ve zihinlerine hakim olan ölülerdir.Geri kalmış toplumların handikapı ve en büyük baş belası kendileri çürümüş zorla yaşatılmak istenen ölülerdir. Ölüler gerçek olarak gömülmeden yaşayanlara hayat hakkı ve huzur haramdır. Dolayısıyla özgür bir hayat için ölülerle yaşayanlar arasında bulunan duygusal ve inanç bağı mutlaka koparılmalıdır.İndirilen vahiy ile ölülerin karizması çizilmelidir. Ölüler tarafından inşa edilen dini, Kur'an'dan başka hiçbir kanun ve kuvvetle yok etmek mümkün değildir.Ölülerin bırakmış oldukları ölümcül mirasa karşı en büyük savaş aracı Allah'ın kitabı Kuran'dır. Ölülerde bir kerametin olmadığını yaşayanlarımıza anlatmak zorundayız. Geçmişte olduğu gibi geleceğimiz içinde en büyük tehlikenin ölüler olduğunu gençliğimize kabul ettirmek çok önemlidir. İşte bu yüzden Yüce Allah, ölülerle ilişkilerin koparılmasını emretmektedir. Çünkü Rahmân ve Rahim olan Allah ezeli ve ebedi ilmi ile biliyor ki, ölülerden yani din uyduran atalardan kopmadan hakka ulaşılamaz."Onlara (müşriklere) : Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğru yolu bulamamış idiyseler? (Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple akıllarını kullanmazlar"(Bakara-170,171)"Onlara (müşriklere) "Allah'ın indirdiğine ve Resul'e gelin" denildiği vakit, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler. Ya ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?"(Mâide-104)"Onlara (müşriklere) "Allah'ın indirdiğine tâbi olun" denildiğinde: Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler. Ya şeytan, onlara alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!"(Lokman-21)"O halde, yaratan (Allah), yaratmayan (Evliya- ilahlar) gibi olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz? Allah'ın nimetini saymaya kalksanız sayamazsınız. Hakikaten Allah çok bağışlayan, pek merhamet edendir. Allah gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilir. Allah'ı bırakıp da (O'nun kitabını) taptıkları (muhaddis-müctehid-evliya-ilahlar) hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır. Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. İlahınız bir tek ilahtır. Fakat ahirete inanmayanlar var ya, onların kalpleri inkârcı, kendileri de kibirli kimselerdir. Hiç şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları sevmez. Onlara Rabbiniz ne indirdi? denildiği zaman, "Öncekilerin masallarını" derler. Kiyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımaları ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenmeleri için öyle derler. Bak ki yüklenecekleri şey ne kötüdür! (Nahl-17,18,19,20,21,22,23,24,25)"Ey Resul! Onlara İbrahim'in haberini de oku. Hani o, babasına ve kavmine: Neye tapıyorsunuz? demişti. "Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz" diye cevap verdiler. İbrahim: Peki dedi, yalvardığınızda onlar sizi istiyorlar mı? Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı? Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk. İbrahim dedi ki: İyi ama, ister sizin, İster önceki atalarınızın; neye taptığınızı biraz olsun düşündünüz mü? İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır, sadece alemlerin Rabbi benim dostumdur. Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur. Beni yediren içiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur. Ve hesap günü hatalarımı başlayacağını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmek ver ve beni salihler arasına kat. Bana sonra gelecekler içinde iyilikle anılmak nasip eyle! Beni, Naim cennetinin varislerinden kıl. insanların dirilecekleri gün, beni mahcup etme. O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a kalbi selim (her türlü şirkten arınmış saf ve hanif bir kalple) gelenler o günde fayda bulur. O gün cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır. Cehennemde azgınlara apaçık gösterilir. Onlara Allah'tan gayrı taptıklarınız hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu? denilir. Artık onlar, o azgınlar ve İblis orduları, toptan oraya tepetaklak atılırlar. Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: Tallâhi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk"(Şuara- 69-98) Bu ayetler gibi yüzlerce ayette Yüce Allah, ölülerin inanç ve ictihadlarının bir zulüm ve yıkım olduğunu bildirmektedir. Dolayısıyla akıllarını ölülere satan bir milletin gerçek hürriyeti yaşaması ve evrensel medeniyeti yakalaması imkânsızdır.Kur'an'a göre ölülerin çoğu, atalarını hepsi müşriktir.Uydurma dinde İnfak ve hayırlar bile ölüler adına yapılır. İslam toplumlarında daha doğrusu Şia ve Ehli Sünnet dininde ölüler birer sömürü aracı ve rant kapısıdır.Aynı zamanda müntesipleri tarafından ölüler özgür insanlara karşı bir korkuluk gibi kullanılır. İslam dünyasının en büyük sorunu ölülerin nasıl aşılacağıdır.Evet çürümüş beyinlerin inançlarından nesillerimizi nasıl kurtaracağız? Çünkü bu çürümüş dinde en önemli tabu ve dokunulmaz kutsal ölülerdir
6 Mayıs 2021 Perşembe
ALLAH'IN ÂYETLERİNİ "TEKZİB" (YALANLAMA) NE DEMEKTİR? "Allah'ın kitabını ve âyetlerini yalanlamanın" "tekzib" bildiğimiz anlamda dille kabul etmeme, dille inkâr etme, dille reddetme, dille "ben âyetlere inanmıyorum" anlamında değildir. Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan, "tekzib" (âyetleri yalanlama ) inanç, ahlak, amel ve tavırla yani onlardan yüz çevirme, vahyi hedefinden saptırma, Allah'ın âyetlerini hakkıyla takdir etmeme, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak edinme" anlamında kullanılmıştır. Cuma süresinin 5.âyeti bu gerçeği açık olarak göstermektedir. "Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu (vahiy'den bağımsız direkt olarak) hidayete erdirmez"Âyette bulunan "Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenler..." "Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin..." ile "Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez" cümleleri önemlidir.Tevrat ile yükümlü olanlar, dille hiçbir zaman Tevrat'ı yalanlamaz ve ona dille karşı gelmezler. Fakat onların inanç ve ahlaklarında yani dini hayatlarında kaynak olarak Tevrat'ın yeri yoktur. Onlar din ve hüküm olarak rivayetlere dayandıkları için Tevrat'ı yalanlamış oldular.Ayrıca âyetin güncellenmesi açısından "Tevrat" ibaresinin yerine "Kur'an" kelimesini koymamız gerekmektedir. Yoksa Kur'an'ı okumanın bir anlamı kalmayacaktır. Dolayısıyla Ehli Sünnet ve Şia âlimleri dille Allah'ın kitabını kabul ettiklerini söylemelerine rağmen, en basit meselelerde bile Allah'ın âyetlerine karşı muvahhidlerle mücadele ederler."Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenlerin (bu kötü ahlakları)gerek Allah indinde, gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler"(Mümin-35)Mesela: Dille inandığını söylemelerine rağmen imanın kalbe inmemesi, kalbin âyetleri tasdik etmemesi, yani Kur'an'ı hakkını vererek okumamaları, "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı)onu, hakkını gözeterek okurlar.Çünkü onlar ona iman ederler.Ama her kim onu inkâr ederse (görmezden gelirse) İşte hüsranda kalanlar bunlardır "(Bakara- 121)Mesela:Kur'an'ın her âyetine kayıtsız şartsız teslim olmamaları, bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr etmeleri, onu parçalamaları, manasını parçalayıp dağıtmaları, içinde var olan bağlam ve bütünlüğü görmemeleri, üzerinde tefekkür etmemeleri, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamamaları, Kur'an'ın anlam sistemine sahip olmamaları, kavramlarının üzerinde durmamaları,"...Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak alçaklık, kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir..."(Bakara-85)"Kur'an'ı bütünsüz parçalar olarak görenlere gelince, Rabb'inin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı hesaba çekeceğiz "(Hicr- 91, 92, 93)Mesela:Âyetleri gizleme, "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu, kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah, hem de bütün lanet ediciler lanet ederler. Ancak Tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim.Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim.( Âyetlerimizi) inkar etmiş ve kafir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerine tüm insanların laneti onların üzerindedir. Onlar ebediyyen lanet içinde kalırlar.Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır""İlahınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. O, Rahman'dır Rahim'dir"(Bakara- 159, 160, 161, 162, 163) "Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlar hidayet karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar. O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak(ve hidayet olarak apaçık) indirmiş olmasıdır.( Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"(Bakara-174, 175, 176)Mesela:Kur'an'ın yanında din ve hüküm olarak başka kaynaklar edinip tevhid akidesini bozmaları,"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(En'am-159)Mesela: Kur'an'ın gerçeklerini bâtıla bulaştırmaları, batıl ile gizlemeleri, saflığını ve temizliğini tahrip etmeleri, onu tanınmaz hale sokmaları, "Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, (bile bile) hakkı gizlemeyin"(Bakara- 42) Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet mezheplerinin muhaddis ve müctehidleri her türlü inkâr, yalanlama ve gizleme günahlarını işlemişlerdir.Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki hurafe, yalan, uydurma, sapkınlık, iftira olan rivayetlerin hepsi Kur'an'ı inkâr ve onu dolaylı yoldan yalan saymak anlamına geliyor.Bir Suriyeli vatandaş ile sohbet ediyoruz, kabir azabının olmadığı ile ilgili Kur'an'da en az bin âyet vardır, dediğimde hayretler içerisinde kalarak dedi ki: "Ben, hayatımda şimdiye kadar hiç böyle bir şey duymadım"İşte İslam toplumunun Kur'an'la olan ilişkisi budur.
4 Mayıs 2021 Salı
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(27.YAZI)"Allah sizden razı olsun hocam!İslam dünyası ilk önce bu müşriklerden kurtulması gerekiyor. Ondan sonra belki akıllarını kullanıp doğruyu bulabilirler. Benim bir arkadaşım İsmailağa cemaatinden olduğu için kızını okutmadı.Onunla konuştum, yanlış yapıyorsun dedim, fakat ona sözümü dinletemedim. Sebebi "efendi hazretlerinin buna karşı çıkması, kızların okumasına fetva vermemesiymiş"O kendi inancına göre kızını ahiret hayatına yani cennete hazırlıyormuş. Ona dua et dedim, kızın o büyük hesap gününde, yakana yapışıp "senin yüzünden cahil kaldım" demesin. İşte aklını kiraya veren bu insanlar, Allahın emaneti olan çocuklar hakkında bile bir bunağın izinden gidebiliyor ve başka bir fikri asla dinlemiyorlar" (Filiz Uzun Karakaya-- "Şirkten Daha Büyük Bela Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------Katılıyorum!Tarikatlardaki şirkten daha çirkin bir şirk yoktur.Tarikatlar vahdeti vucudu (vucud birliğini) tevhit inancı olarak kabul ederler. Dolayısıyla göklerde ve yerde olan her şeyi de (hâşâ) Allah'tan bir parça olarak görürler. Uydurma zikirlerle ve riyazetle ilahi gücü üzerlerinde toplayacaklarına inanirlar.(Kenet Selami-- "Şirkten Daha Büyük Bela Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Değerli hocam!Elinize, emeğinize sağlık. Paylaşımınızdaki bence esas vurgu olan cümle; ''Bir insan vahiy, ilim, akıl, göklerde ve yerde bulunan Allah'ın âyetlerine karşı imanı ne kadar güçlü olursa, Allah ve Resulü adına iftira olan hurafelere ve hurafelerin sahiplerine karşı o derece kalbindeki kin ve düşmanlık artacaktır.'' Bu müşrik zihniyete kinimiz, Allah'a ve Kur'an'a olan imanımız derinleştikçe, vahyi hayatımıza daha fazla yaşadıkça, tevhid dinini daha iyi anladıkça, din ve hüküm olarak Allah'ın vahyini tek ve yeterli kaynak olarak görüp başka kaynakları din adına kendimizden uzak tuttukça, her geçen gün şirke karşı nefretimiz daha da artacaktır. Çünkü dediğiniz gibi, bu müşrik zihniyete duyulan nefret ve kin Allah'ın bizde varolan ahlakından kaynaklanmaktadır. (Mümin-35) Selam ve hürmetle"(Faruk Fidan Şirkten Daha Büyük Bela Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Yüreğine sağlık hocam! Allah razı olsun. O halde bu vesileyle "Arapça Allah'ın ve cennete girecek olanların lisanıdır" diyenler ve bunu ısrarla dayatan, hâşâ Allah'a lisan iftirasında bulunanları da Allah'a havale ediyoruz...(Gürkan Kaçaran-- "Hiç Bir Irkın Diğer Irka Bir Üstünlüğü Yoktur adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Kemal Tarhan!Kim olursa olsun, statüsü ne olursa olsun, her hangi bir insan, bir inanç veya düşünce sisteminin üstünde değil, ancak içinde olabilir..Bahsettiğiniz kişiyle de herhangi bir bağım ve alakam da yoktur ve olamaz da!Ancak din adamlarının bir çoğu yaşadıkları toplumun efsanelerini ve kültürünü "din kuralıymış" gibi lanse ederler.Ve yine din adamlarının bir çoğu "zan" olan bir çok bilgiyi, kesin ve tartışılmaz göstermeye, farklı yaklaşımları ise saçma ilan edip dışlamaya meyillidirler.Velhasılı kelam, savunduğumuz kırmızı çizgilerimizi "hepimiz" gözden geçirmeliyiz Kemal Bey!Selam ve muhabbetle"(Arif Kılıç)-------------------------------------------------------"Diller, renkler ve ırklar, Allahın âyetlerindendir.Hepsi Allah indinde eşittir, bizim içinde öyle olmalıdır(Bilen Bektaş-- Hiçbir Irkın Diğer Irka bir Üstünlüğü Yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Kemal Bey!Ali Aydın'ın (bir kaç gün önce) Şia ile ilgili de "eleştirel" paylaşımı vardı.O gün de caferi arkadaşlar "Ali Hocaya" veryansın ediyorlardı.Bana sıra gelince..Ben müslümanım.Ehl-i Sünnet bir kültürün içinde doğdum..Mezhep veya cemaat gibi oluşumlardan tamamen uzağım.Çünkü, psikolojik açıdan herhangi bir sorunum yok, çok şükür!(Arif Kılıç-- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------"Bu yazıyı anlamak için, en azından biraz Kur'an, biraz da evren yani sünnetüllâh bilgisi gereklidir.Aslında bu konuyu anlamak çokda zor değil, ama insanlar âkılllarını kullanmıyorlar. Bunu görmekde zor değil, fakat Kur'an'ın deyimiyle "toplum Kur'an'a karşı kör olmuş" bir vaziyettedir. Saygılar"(Ugur Gursen-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Sayın arkadaşım!Bu söylediklerinizden daha önemlisi, kabrin başında yazan yazıdır. O da şu: "Başınız sıkışınca kabir ehlinden yardım isteyin" Güya bu hadismiş. Resmen Nebi (a.s) iftira ediyorlar.(Cengiz Uzunyol-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Hocam!Sizden ve sizin gibi parmakla sayılacak kadar az olan hocalarımızdan Allah razı olsun. Bizleri Kur'an ile aydınlattınız. Evet kendi adıma söylüyorum sizleri tanımadan önce bizlerde böyleydik. Allah beni affetsin inşallah. Bir daha asla arkama bakıp atalarımızın dinine inanmayacağım. Allah şahidim olsun hocam, size kötü söz söylediklerinde canım yanıyor. Çünkû sizin ne kadar mütevazı biri olduğunuzu biliyorum. Ve kendinizden konuşmadığınızı da biliyorum. Siz Allah'ın vahyini anlatıyorsunuz. Gönlüm çok rahat. Sayenizde hocam. Bilmiyorlar ki onlar Kur'an'a karşı gelmekle Allah'a düşman oluyorlar. Sizi çok seviyorum. Allaha emanet olun"(Figen Hoşgör--Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)
GENÇLER NEDEN DEİZM'E VE ATEİZM'E KAYIYORLAR. Aslında gençlerin deizme' ve ateizm'e kaymaları iyiye yorumlanması gereken hayırlı bir arayıştır.Çünkü deizm ve ateizm, mezhep ve tarikat şirkinden daha akılcı bir yoldur.Ateistler ve deistler, fosillere tâbi olan mezhepçilerden daha kolay vahyin yolunu bulabilirler. Çünkü Kur'an'da insanı tefekkür etmeye sevkeden, aklı kullanmaya davet eden yedi yüzden fazla ayet vardır.Fakat mezheplere uyanlar yani ölülere tapanların vahye ulaşmaları mümkün değildir. İnsanlık tarihinde bunu başarmış bir kavim bulunmamıştır. Deistlerin ve ateistlerin Kur'an'a yönelmeleri ve evrensel ahlak olan tevhid'i benimsemeleri, Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin Kur'an'ı kabul edip ona teslim olmalarından çok daha kolaydır. Müşriklerin Allah'a imanları vardır.İşte bu yüzden Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri şirk dinlerinden hedef saptırmak amacıyla şirkin üzerinde değil de, dinsizliğin ve imansızlığın üzerinde durmuş ve kaynaklarında ona ağırlık vermişlerdir.Halbuki bütün elçiler, istisnasız Allah'ın varlığını kabul eden fakat vahye karşı gelen müşriklerle mücadele etmişlerdir. Kuran, bağlam ve bütünlüğü yani hikmeti gözetilerek, kendi çözümü ve sistemi içinde ele alındığı zaman çözüme kavuşturmayacağı hiçbir konu yoktur.Kur'an, bir ilim ve sisteme bağlı olarak indirildiği için hiçbir konuyu havada bırakmaz. Mesela:"Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı"(Nisa- 82) Demek oluyor ki, insanlar din ve hüküm olarak vahye gitmiş olsalardı, Kur'an'ı ve hanif İslam açısından ortada bir sorun ve çözülmeyecek bir konu kalmayacaktı. Fakat bilim ve teknoloji çağında akıllarını kullanan ve sorgulama yeteneğine sahip olan gençlerin sorularına cevap veremeyen Emevi- Abbasi Devletinin diyaneti, mezhepçi cemaatler, hurafeci ve müşriktarikat şeyhleri gençlerin ileri sürdükleri sorunlara ve zahiren çelişkili âyetlere karşı bir cevapları olmadığından, boşlukta kalan gençler absürt rivayetlerden ve uydurma hadislerden uzaklaşarak, fakat maalesef Kur'an'ı bağlam ve bütünlüğü içinde bilmediklerinden veya bunu kendilerine anlatacak ehil,aklı başında kimse olmadığından dolayı en çıkar yol olarak deizim'e ve ateizm'e kayıyorlar. Aslında mantıklı olan şey, tarikat ve cemaatlerin yalanlarından ve absürt hurafelerinden uzaklaşan gençler zorlanmadan, kolay bir şekilde doğru yolu bulmalarıdır. Fakat burada bulunan en büyük sorun, gençlerin, "bağlam ve bütünlüğü içinde Kur'an'ı bilen, tamamen hadis ve mezheb belasından uzak duran, dinî sadece Allah'a özgü kılan, Nebi ve Resul'ün arasındaki bulunan farklardan haberi olan, maddi çıkar peşinde koşmayan, onurlu ve takva sahibi ilim adamlarına ulaşmalarıdır" Gençler, derinlemesine, bağlam ve bütünlüğü içinde Kur'an'ı incelemeyi nasıl başaracaklar?İşte burada sorunlar devasa bir şekilde büyüyor. Teknoloji ve bilim çağında, bilgi karmaşası içinde, sürekli manevi arayışta bulunan gençlere en hızlı, en akılcı en sağlıklı ve sahih bilgiyi nasıl ulaştıracağız?En büyük sorunlardan biri de şudur: On üç asırdan beri uydurma rivayetler ve saçma sapan içtihatlarla Kur'an'ın manası bozulmuş, bağlam ve bütünlüğü dağıtılmış, sistemi hiçbir zaman göz önünde bulundurulmamış, mezheb imamları ve müctehidler birer "rab" ve "ilâh" olarak gösterilmiş, ümmi halka hurafe ve yalanlar zorla dayatılmış ve sorgulanamaz bir din meydana gelmiştir. Dolayısıyla tek çare şudur.Kur'an'da yüzlerce âyette ortaya konulduğu gibi, Allah tarafından indirilen vahiy, din ve hüküm olarak tek kaynak kabul edilecek, sadece vahyin ortaya koyduğu din Allah'a özel kılınacaktır. Allah Resulü'nün sadece Kur'an'a uyduğu ( Yunus- 15, 109; Ahkaf, 9) ve sadece Kuranı tebliğ ettiği(Enbiya- 45; Kaf- 45; En'am- 51) dinin Allah tarafından daha Resul hayatta iken tamamlandığı(Mâide- 3, En'am-114 ) kesin olarak bilinmesi gerekir. Bu konuda yüzlerce âyet var.Yani bu konu şüphe edilecek bir konu değildir. Sonuç olarak:Gençlerin sırat-ı müstakime ulaşmaları, Kur'an'ın çok iyi bilinmesine bağlıdır.Kur'an ne kadar iyi bilinirse, hurafe, taklit ve yalanlardan o derece hızlı bir şekilde gençlerimizi uzaklaştırmış olacağız.Ateizm ve deizm, Yahudilik, Hıristiyanlık, Sünnilik ve Şiilikten daha akılcı bir seçimdir.Ateistler ve deistler mezhebçi müşriklerden daha kolay hidayeti kabul ederler.Kur'an'ın yüzlerce âyette gösterdiği en büyük günah ve ölümcül tehlike, şirk'in zulüm ve zorbalığıdır.
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(26.YAZI)"Yüce Allah, gönderdiği dinde bizden ne istiyor, bizler nelere inanıyoruz! Hurafelere boğulmuşuz maslesef. Paslı çivinin sökülmesi ne kadar zor ise, hurafelerden kurtulmak da o kadar zor maalesef.(Osman Kurt-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Mezarlardaki ölülerin insanlara bir faydası olsaydı, Nebi (a.s) ın mezarının bulunduğu Medine'ye gökten bereket yağardı, açlıktan, susuzluktan ve ilaçsızlıktan kırılmazlardı.Topraklarına her gün yağmur yağar, refah, bolluk ve bereket içinde yaşarlardı. Kur'an'a göre rehmet ve huzur, bolluk ve bereket tamamen Allah'ın âyetlerine sığınma ve salih amellerle ilgili bir durumdur.(Fuat Demirel-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Herkes aklına göre bir şey yazmış-söylemiş, Kur’an'ı kenara atarak, iterek, öteleyerek görmezden gelindi.Hattâ Kur'an diye bir kitap var mı, demeye bile gerek duymadılar."Kur’an" diyenleri de sapıklıkla itham ettiler.(Mustafa Önal-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Ali Aydın hocam! Allah razı olsun, güzel açıklamalarınız bizi aydınlatıyor. Ölmüş beyinlere etki etmesede! Selam ve sevgiler"(Eyup Acıktepe)----------------------------------------------------------"Kabir perestlik toplumun gelenek ve batıl inançlarından kaynaklanıyor. İslam'da bizim yaptığımız manada kabir ziyareti olmadığı gibi, gösterişli mezar yapmak da yoktur.(Murat Ersoy-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Kardeşim!Emeğine ve bilgine teşek ediyorum. İnsanlara neleri yanlış yaptıklarını, hangi inançların ve bilgilerin yanlış olduğunu ve dinle alakası olmadığını ancak böyle yaşanılan örneklerden anlatabiliriz ve bunları da deşifre edebilmek için Kur'an’ın bütününe ve özüne inebilmek gerekir! Bu bağlamda size cani gönülden teşekkür ediyorum. Şahsım olarak yazılarınızdan çok faydalanıyorum! Sevgiler"(Hüseyin Bostan)--------------------------------------------------------"Tarih 1516 Yavuz Sultan Selim Çaldıran savaşında İran'ın yanında yer alan Mısır-Memluklarla savaşmak üzere yola çıkan ordu, Sina çölünde bitkin ve harap bir durumdadır. İsyan ve şikayetler peş peşe geliyor. Kızgın çölde, ordu dökülüyor. Yol uzun ve yorucu, Hasan paşa padişaha sohbet olsun diye,"Sultanım! Ordu perişan askerler çok yoruldu" der demez. Yavuz, atından iner ayakkabısını çıkararak yürümeye devam ediyor."Sultanım! Niye atınızdan indiniz? diye sorunca,Yavuz yüksek sesle şöyle cevap veriyor:"Önümde Allah Resulü yürüyor.At sırtında onun mübarek ayak izlerine basarak yürümeye haya ederim"Bu haber ordunun içinde yayılınca askerler moral bulmuş ve her biri birer aslan kesilmiş büyük bir zafer kazanılmıştır.Bunu Akşemsettin ve Fatih'te kullanmıştır. Bu gibi söylemler oltanın ucundaki yem gibidir.(Mehmet Kemal--Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Teşekkür ederim Ali bey!ALLAH sizden razı olsun. Ben beş buçuk yaşındayken "merdiven altı" diyebileceğimiz bir evde KUR'AN okuma eğitimine başladım. O tarihlerde Kahraman Maraş 27 bin nüfuslu, harpte yanmış, yıkılmış, kalıntı bir kasaba görünümündeydi. Şimdi o günler ile günümüzü kıyasladığım zaman her yönüyle halkı cahil bırakılmış bir yerdi.Rahmetli nenem-dedem, anam-babam namazlarındaydı.Sürekli çalışırlardı. Yakın akrabalarımızdan bir müftü vardı.Onun sohbetlerini dinlerlerdi ama ondan hiçbir zaman şirk sözünü duymadım.Alfabeyi, halkın diliyle ( elif bâ) yı öğrettikten sonra kısa süreleri öğretiyordu. Allah rahmet etsin. Hoca hanım, çiçekten 11 yaşında gözlerini kaybetmiş bir hafize idi.(Kur'an'ı ezberlemişti)Her birimizi karşısına alır, kelimelerin telaffuzuna yani mahreçlerine çok dikkat eder ve ettirirdi.Çocukluk işte, bazen bu duruma gülerdik.Perşembe günü öğle vakti olunca bütün çocuklar "halka" şeklinde otururdu.Hocamız bir kenarda oturur, o gün bize "müslümanlık sorgusu" yaptırırdı. Euzu besmele, şehadet kelimesi, sonra hoca başlardı."Elestü birabikum (ben sizin Rabbiniz değil miyim?) (bu cümlenin Kur'an'ın Âraf süresinde olduğunu yıllar sonra öğrendim) O yaşlarda bunların analizini yapabilecek düzeyde değildik. Neticede bir yıl sonra sadece papağan olarak eğitimi bitirdik. 14 yaşıma gelince bir gazetenin verdiği "TÜRKÇE AÇIKLAMALI" (!) Kur'an'ı biraz okudum.Ama bir yandan da lise'de olmama rağmen Kur'an'ın anlam ve içeriğini düşünemedim.Sonra askeri okul vs. derken yine anlam-kavram bütünlüğü üzerinde ayrıntılı olarak duramadım.Sadece günlük ezberden alışılmış ibadetler ve Ramazan orucu ile emekli oluncaya kadar bu şekilde devam ettim. 2000 yılından sonra Kur'an'ın anlamına karşı ilgim artmaya başladı. Her şafakta geçmişi düşündükçe ben kendime yazık etmişim diye çok üzülüyorum.. KUR'AN'I gerçekleriyle anlattığınız için size teşekkür ederim. Allah razı olsun.Selàm ve sevgilerimle"(Ali Kurtar)
HAC VE UMRE İnsanlık tarihinde Yahudilik ve Hıristiyanlık, Şii'lik ve Sünni'lik kadar Kur'an, ilim, akıl, tefekkür, merhamet, özgürlük, eşitlik ve adaletten uzak bir din ve inanca rastlamak mümkün değildir. Her dört din de hanif İslâm dininin tahrif yani elçilerin getirdiği İslam'ın bozulması neticesinde ortaya çıkmışlardır.Bilindiği üzere bir nesne ne kadar yüksek bir yerden düşerse, parçalanması o derece korkunç olacaktır.Saf ve temiz olan bir madde bozulduğu andan itibaren daha çok zehirli ve ölümcül bir özelliğe sahip olacaktır.Aynen bunun gibi her dört din de İslam dininin tahrif olmasından sonra oluştukları için insan hakları ve özgürlük düşmanıdırlar.Şimdi esas konumuza dönecek olursak.Allah'ın kitabında insanlara ve özellikle müminlere yönelik yüzlerce emir ve yasak mevcuttur.Şii ve Sünni ilim ve devlet adamları, hakkında yüzlerce âyet bulunan bu yasak ve emirlerin istisnasız hepsini çiğnerler. Fakat sadece "hac" ve "umre" emrini hassasiyetle yerine getirmeye çalışırlar.Halbuki en büyük zulüm olan şirk hakkında yüzlerce âyet bulunmasına rağmen, Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Allah'a ve indirdiği kitabına karşı her türlü şirki işlemişlerdir. Yolsuzluk, hırsızlık, ahlaksızlık, riba israf, ğurur ve kibir, Allah ile aldatma, batılı hakka giydirme, mezhep âlimlerini rab ve ilâh konumuna sokma, dinî dünyalık elde etmek için kullanma, batıl mezhebler ve şirk din için gözünü kırpmadan adam öldürme,yetim malı ile mideyi ateşle doldurma, adaletsizlik, hakimlere rüşvet verme, Allah'ın âyetlerini gizleme, Allah elçileri arasında ayırım yapma, Allah'ın yolundan insanları engelleme, Allah'ın toprağında sınırlar koyma, fakirlere karşı kibirli ve gururlu olma, İnfak yapmama, alabildiğine cimri kesilme, dini Allah'a özel kılmama, kadınların hakkını çiğneme gibi yüzlerce emrin hiçbiri Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin ve ümmilerinin umurlarında olmazken,milyarlarca dolar harcayarak, binbir meşakkat içinde hacca gitmek için yıllarca sıra beklemektedirler.BUNUN EN BÜYÜK SEBEBİ :Muhaddis ve müctehidlerinin Resulullah (a.s) a iftira ederek onun tertemiz dilinden uydurdukları"Hac ve Umre yapanlar, analarından doğdukları gibi masum olurlar, hac ve umre yapanların geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır" yollu iftira rivayetlerdir. Halbuki Kur'an'a baktığımızda yüzlerce emir içinde en son yapılması gereken görevin hac ve umre olduğunu görüyoruz. Çünkü hacca ve umreye gitmenin bir çok şartı vardır. Evvela: İbrahim'i bir inanca ve düşünceye sahip olmaktır.İkincisi: Allah'ın kitabını hakkıyla okumak, onu anlamak ve ona gereken önemi göstermektir.Üçüncüsü: Hanif İslam dininin şuur ve bilincine sahip olmaktır. Dördüncüsü: İhlâs ve takva sahibi olmaktır.Yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmemektir. Dolayısıyla dini Allah'a özel kılmaktır.İslam'dan ve ihlas'tan yani İbrahim (a.s) ın tevhid mücadelesinden habersiz olanlar hac yapmaya değil, Suudi Arabistan'a çile çekmeye gitmiş olurlar. Haccın yapılması tamamen dini Allah'a özel kılma yani hanif İslam inancı ile alakalı bir durumdur. Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni inanç ve itikad sistemi ile ne ibadet ne de hac yapılır. Hac ve umreye gitmenin en önemli şartı her türlü şirkten arınmış saf ve hanif müslüman olmaktır. Şii ve Sünni ilim adamlarına soruyorum Niye hacca gidiyorsunuz?Allah'ın emri olduğu için! Ben de diyorum ki,Yüce Allah, Müslüman, yani dini Allah'a özel kılarak kulluk etmeyi emretmedi mi ki, Kur'an'a karşı bu kadar uydurma ve iftira olan kaynağınız var."Halbuki ( insanlık tarihinde) onlara ancak, dini O'na özel kılarak ve hanifler (saf Müslümanlar) olarak Allah'a kulluk etmeleri, salat-ı ikame etmeleri ve arınmaya gelmeleri emrolunmuştu. İşte sağlam din ancak budur"(Beyyine- 5) Yüce Allah'ın en önemli emri ve vasiyeti her türlü şirkten arınmış saf ve hanif müslüman olmak değil midir?"Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır bir şekilde saygılı olun ve ancak MÜSLÜMANLAR (Muvahhidler) olarak can verin"(Âli İmran-102)"O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a kalbi selim (her türlü şirkten arınmış temiz bir kalp) ile gelenler o gün de fayda bulur"(Şuara-88,89)"De ki: Rabbim adaleti (tevhid-islam) "emretti" Her mescidin yanında tüm benliğinizle O'na yönelerek ve dini yalnız Allah'a özel kılarak O'na yalvarın..."(Âraf- 29) Allah emaneti ehline vermeyi emretmedi mi?(Nisa- 58)Allah size adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emretmedi mi?(Nahl- 90)Allah size haksız yere cana kıymayın diye emretmedi mi?(Mâide-32)Bir devlet misafir olarak evine gireni paramparça ederek, asit kuyusunda eritir mi ?Evet, Emevi-Abbasi-Osmanlı ehli sünnet dinine bağlı ise kardeşini, babasını, annesini hatta evine misafir olarak gireni bile öldürür.Çünkü onun için devlet ve kudretten daha değerli bir şey yoktur.Yüzlerce âyette yüce Allah infak yapmayı emretmedi mi?(Bakara, 254, 261, 262, 263, 264, 265, 266, 267, 268, 269, 270, 271, 272, 273, 274)Kur'an, size riba'nın Allah ve Resulü ile savaş olduğunu söylemedi mi?(Bakara- 279)Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri! Allah size cimriliğin şeytandan, mertliğin ve cömertliğin kendinden olduğunu buyurmadı mı?(Bakara- 268)Allah'ın âyetlerinin gizlenmesinin lânetlik bir vebal olduğu ile ilgili âyetleri neden görmek istemiyorsunuz. (Bakara-159, 160, 161, 162, 174, 175, 176, Âli İmran, 187)Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri !Dinin rant ve menfaat aracı yapılmaması ile alakalı niçin sessiz şeytan kesilmiş bir haldesiniz?(Bakara, 41 ;Tevbe, 34 ; Âraf, 169)Daha önceki vahiy'lerde ve bu kitapta sadece Allah'ın hükmüne teslim olma anlamında size "Müslümanlar" adını vermedi mi?(Hac- 78)Bu Şiilik ve Sünnilik denen batıl dinler nereden çıktı?Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri!"Allah'ın himayesine sığının, fırka fırka olmayın..." diye Allah'ın bir emri yok muydu?(Âli İmran-103; Âraf, 170)Allah size "dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum" buyurmadı mı?(Mâide- 3)Allah size "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılınlar var ya (Ey Nebi! ) senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur" buyurmadı mı?(En'am, 159)Ey Şia ve Ehli Sünnet âlimleri!Sizin Allah'ın kitabından ve Allah Resulü'nün güzel ahlakından zerre kadar bir nasibiniz var mı? Dünya hayatında sizi sefil ve perişan eden bir inanç sizi niye cennete götürsün? Dininizde bir hayır ve fazilet olsaydı, size dünya hayatında bir genişlik, özgürlük, refah ve mutluluk bağışlardı. Ey Ehl-i Sünnet ve Şia'nın âlimleri! Bu ümmeti cehennemin mutfağına mahkum ettiğinizin farkında değil misiniz?Hacca ve umreye gideceğinize oturun Allah'ın kitabını öğrenin, Nebi ve Resülün arasında bulunan farkları araştırın, daha Allah Resulü hayatta iken indirilen vahiy'le dinin Allah tarafından tamamlandığını bilin (Mâide-3) ihlas ve takvanın ne demek olduğunu çözün, baştan sona kadar şirk ve küfür olan rivayet ve içtihadlardan uzaklaşın.Bunlar olmadan Allah katında iman ve amellerinizin hiç bir değeri bulunmamaktadır
2 Mayıs 2021 Pazar
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(26.YAZI)"Yüce Allah, gönderdiği dinde bizden ne istiyor, bizler nelere inanıyoruz! Hurafelere boğulmuşuz maslesef. Paslı çivinin sökülmesi ne kadar zor ise, hurafelerden kurtulmak da o kadar zor maalesef.(Osman Kurt-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Mezarlardaki ölülerin insanlara bir faydası olsaydı, Nebi (a.s) ın mezarının bulunduğu Medine'ye gökten bereket yağardı, açlıktan, susuzluktan ve ilaçsızlıktan kırılmazlardı.Topraklarına her gün yağmur yağar, refah, bolluk ve bereket içinde yaşarlardı. Kur'an'a göre rehmet ve huzur, bolluk ve bereket tamamen Allah'ın âyetlerine sığınma ve salih amellerle ilgili bir durumdur.(Fuat Demirel-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Herkes aklına göre bir şey yazmış-söylemiş, Kur’an'ı kenara atarak, iterek, öteleyerek görmezden gelindi.Hattâ Kur'an diye bir kitap var mı, demeye bile gerek duymadılar."Kur’an" diyenleri de sapıklıkla itham ettiler.(Mustafa Önal-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Ali Aydın hocam! Allah razı olsun, güzel açıklamalarınız bizi aydınlatıyor. Ölmüş beyinlere etki etmesede! Selam ve sevgiler"(Eyup Acıktepe)----------------------------------------------------------"Kabir perestlik toplumun gelenek ve batıl inançlardan kaynaklanıyor. İslam'da bizim yaptığımız manada kabir ziyareti olmadığı gibi, gösterişli mezar yapmak da yoktur.(Murat Ersoy-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Kardeşim!Emeğine ve bilgine teşek ediyorum. İnsanlara neleri yanlış yaptıklarını, hangi inançların ve bilgilerin yanlış olduğunu ve dinle alakası olmadığını ancak böyle yaşanılan örneklerden anlatabiliriz ve bunları da deşifre edebilmek için Kur'an’ın bütününe ve özüne inebilmek gerekir! Bu bağlamda sizlere cani gönülden teşekkür ediyorum. Şahsıma ben çok faydalanıyorum! Sevgiler"(Hüseyin Bostan)--------------------------------------------------------"Tarih 1516 Yavuz Sultan Selim Çaldıran savaşında İran'ın yanında yer alan Mısır-Memluklarla savaşmak üzere yola çıkan ordu, Sina çölünde bitkin harap ve durumdadır. İsyan ve şikayetler peş peşe geliyor. Kızgın çölde, ordu dökülüyor. Yol uzun ve yorucu, Hasan paşa padişaha sohbet olsun diye,"Sultanım! Ordu perişan askerler çok yoruldu" der demez. Yavuz, atından inerek ayakkabısını çıkararak yürümeye devam ediyor."Sultanım! Niye atınızdan indiniz? diye sorunca,Yavuz yüksek sesle şöyle cevap veriyor:"Önünde Allah Resulü yürüyor.At sırtında onun mübarek ayak izlerine basarak yürümeye haya ederim"Bu haber ordunun içinde yayılınca askerler moral bulmuş ve her biri birer aslan kesilmiş büyük bir zafer kazanılmıştır.Bunu Akşemsettin ve Fatih'te kullanmıştır. Bu gibi söylemler oltanın ucundaki yem gibidir.(Mehmet Kemal--Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Teşekkür ederim Ali bey!ALLAH sizden razı olsun. Ben beş buçuk yaşındayken "merdiven altı" diyebileceğimiz bir evde KUR'AN okuma eğitimine başladım. O tarihlerde KahramanMaraş 27 bin nüfuslu, harpte yanmış, yıkılmış, kalıntı bir kasaba görünümündeydi. Şimdi o günler ile günümüzü kıyasladığım zaman her yönüyle halkı cahil bırakılmış bir yerdi.Rahmetli nenem-dedem, anam-babam namazlarındaydı.Sürekli çalışırlardı. Yakın akrabalarımızdan bir müftü vardı.Onun sohbetlerini dinlerlerdi ama ondan hiçbir zaman şirk sözünü duymadım.Alfabeyi, halkın diliyle ( elif bâ) yı öğrendikten sonra kısa süreleri öğretiyordu. Allah rahmet etsin. Hoca hanım, çiçekten 11 yaşında gözlerini kaybetmiş bir hafize idi.(Kur'an'ı ezberlemişti)Her birimizi karşısına alır, kelimelerin telaffuzuna yani mahreçlerine çok dikkat eder ve ettirirdi.Çocukluk işte, bazen bu duruma gülerdik.Perşembe günü öğle vakti olunca bütün çocuklar "halka" şeklinde otururdu.Hocamız bir kenarda oturur, o gün bize "müslümanlık sorgusu" yaptırırdı. Euzu besmele, şehadet kelimesi, sonra hoca başlardı."Elestü birabikum (ben sizin Rabbiniz değil miyim?) (bu cümlenin Kur'an'ın Âraf süresinde olduğunu yıllar sonra öğrendim) O yaşlarda bunların analizini yapabilecek düzeyde değildik. Neticede bir yıl sonra sadece papağan olarak eğitimi bitirdik. 14 yaşıma gelince bir gazetenin verdiği "TÜRKÇE AÇIKLAMALI" (!) Kur'an'ı biraz okudum.Ama bir yandan da lise'de olmama rağmen Kur'an'ın anlam ve içeriğini düşünemedim.Sonra askeri okul vs. derken yine anlam-kavram bütünlüğü üzerinde ayrıntılı olarak duramadım.Sadece günlük ezberden alışılmış ibadetler ve ramazan orucu ile emekli oluncaya kadar bu şekilde devam ettim. 2000 yılından sonra Kur'an'a karşı ilgim artmaya başladı. Her şafakta geçmişi düşündükçe ben kendime yazık etmişim diye çok üzülüyorum.. KUR'AN'I gerçekleriyle anlattığınız için size teşekkür ederim. Allah razı olsun.Selàm ve sevgilerimle"(Ali Kurtar)
TARİHİN ŞAHİT OLDUĞU EN BÜYÜK İHANETFetö gibi tehlikeli ve karanlık bir örgüt çok az görülmüştür.En doğrusunu Allah bilir.Belki de,"hadisler" şirkinden ve mezhebler belasından sonra İslam'a karşı böyle kalleş ve hain bir terör örgütü gelmemiştir. Kur'an'ın ortaya koymuş olduğu bütün itikadi ve ahlaki ilkelere aykırı hareket eden müşrik ve münafık bir örgüt ile karşı karşıya bulunuyoruz. Kur'an'da kıssaları anlatılan elçilerin davet metodlarına tamamen aykırı hareket eden bu vahiy düşmanı, mezheb fanatiği, Kur'an cahili, fosile tapan bir örgütle mücadele etmek Allah'a ve Resul'üne iman eden her özgür insan için bir görevdir Son derece tehlikeli olan bu teşeron örgütün başarıya ulaşmaması için din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul eden her müminin mücadele etmesi gerekir. Dolayısıyla Fetö ile mücadele edeceğini açık olarak söylemeyenlere, Fetö'nün terör örgütü olduğunu deklare etmeyenlere ve 15 Temmuza "planlı darbe" diyenlere destek olmaktan kaçınmak gerekir.Siyasiler, kendi çıkar ve kariyerlerini din ve millet menfaatinin üstünde tutabilir veya fetö'nün ne kadar tehlikeli ve karanlık bir örgüt olduğunun farkında olmayabilirler. Hiçbir siyasi parti ve siyasi kişilik Fetö'nün milyonda biri kadar tehlikeli ve zararlı olamaz. İşte bundan dolayı Fetö'yü siyasi bir partiye ve siyasi bir kişiliğe tercih edenler haindir.Veya Fetö tarafından bir komplo ve kumpasla baskı altında tutulmuş durumdadırlar. Eğer Fetö 15 Temmuz askeri darbe girişiminde başarılı olsaydı, bu vatanın binlerce yıl örgütün elinden kurtulması ve insanın özgürlüğüne kavuşması artık mümkün olmayacaktı.Tüm kötülükleri bünyesinde barındırdığı ve mehdiyetçi bir yapıya sahip olduğu için hiçbir terör örgütü fetö kadar gözü kapalı katliam yapamaz.Fetö'nün, PKK, el-Kaide, Boko Haram ve Daiş'ten inanç bakımından hiçbir farkı yoktur.Hatta Fetö, Allah, Resul, din ve iman ile aldattığı için bütün terör örgütlerinin hepsinden daha tehlikeli ve daha sinsi bir düşmandır.Çünkü dünya tarihinde uydurma dinden daha vahşi, daha tehlikeli, katliamcı, ve ölümcül bir silah icat edilmemiştir. Uydurma din silahı, medeniyetleri etkiler, insanların ruhlarını esir alır, genç ve dinamik nesillerı yıkıma uğratarak toplumda bir çürümeye ve yozlaşmaya sebep olur. Asırlarca kan dökmeye devam eder, acı ve ızdıraplar hiç bir zaman son bulmaz. İşte bu son derece tehlikeli uydurma din silahını şimdiye kadar fetö gibi hiç kimse planlı, programlı ve kapsamlı bir şekilde kullanmamıştır. Fetö ile mücadele edeceğini açıkça söylemeyen siyasi liderler, ister istemez fetö'nün şantaj ve baskısı altında kalmış olabilirler. Fetö, Allah ve din düşmanı olan bir örgüttür. Fetö'ye karşı savaşanları siyasi bir partinin veya siyasetçi kişiliğin yandaşı olmakla suçlamak vicdansızlıktır.Feto ile yürekten mücadele etmek, Allah ve Resul, din ve millet, özgürlük ve adalet için bir ölüm kalım meselesidir.Fetö'yü diline almaktan kaçınan veya 15 Temmuz askeri darbe girişimine "planlı" diyenler, fetö ile mutlaka bir bağlantı içerisindedirler.
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(25.YAZI)"Ali Hocam!Bu gerçekleri sayenizde yetmiş yaşını aştıktan sonra öğrenen biri olarak kendime çok kızıyorum.Size minnet dolu duygularımı ifade etmek istiyorum. Ne yazıkki bu gerçekleri bir şekilde yakın akrabalarımla bile tartışamıyorum. Ehli Sünnet âlimleri bu gerçeklerle ne zaman yüzleşecek? Hocam!Size iyilik ve sağlık diliyorum.Allah razı olsun"(Hayri Sipahi- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Hacer'ül Esved, Hacca giden, gitmeyen tüm Kur'an dışı anlayış sahiplerince resmen putlaştırılmış bir taştır.Doğrusu Suudi Arabistan âlimlerinin bu denli kopkoyu bir hadisci kafaya sahip olduklarını bimiyordum.Sağolun, varolun"(Hüseyin Gölgeli- "Hacerul Esved" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Bu katliamları, bu insanlık dışı vahşetleri yapanlar, yaptıranlar, ayrıca Nebi (a.s) ın ciğerparelerine kıyanlar, müslüman kadın ve kızlarının iffet ve namusunu kirletenler, Bizans'la bir olup Mekkeyi-Medineyi harabeye çevirenler, hırsızlığı, gaspı, talanı mübah sayanlar, nasıl olurda İslam dinine önderlik ve rehberlik yapabilirler?Bu zalim, zorba, hırsız, namussuz, katillerin hadisleri, rivayetleri kendileri gibi her türlü pislik barındırıyor.İşte bundan dolayı onlara itibar edilmemelidir.Bütün lânetler Yezid ve yandaşlarının üzerine olsun"(Mehmet- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Kur'an'ı mehcur bırakmayanlardan olduğunuz için Allah ilminize bereket versin."Harre Olayı" yazısında olduğu gibi, Allah'ın düşmanlarını deşifre etmeniz bizi size karşı yürekten gelen kardeşlik muhabbetiyle ilişkilendiriyor inşaallah.Temiz akıl sahiplerinden olmayı dileyerek, sözlerin hepsini dinliyor Allah'ın izniyle en doğrusuna tâbi oluyoruz. Rabbim vahiy sebebiyle şaşırmamıza ve aldanmamıza müsaade etmez inşaallah.(Hasan Ayhan Karakuş- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Cesur bir anlatım!Dolayısıyla "muhteşem" ifadesini hakediyor..İçerik açısından konuyu ele alırsak, sanki, "tilavet" yarışmalarının mimarı da zalım Haccac gibi,(Arif Kılıç-- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Hocam!Tuleka’ların (Mekke'nin fethinden sonra Müslüman olanlar) çoğu zaten iman etmemiş, o gün Nebi'nin şahsında İslam'ın gücüne teslim olmuşlardı.Ne zamanki Nebi (a.s) vefat ettiyse kinlerini akıtmaya başladılar, ve her şeyi ters yüz ettiler.Dolayısıyla vahiy'le oynayamayınca Nebi (a.s) ı âlet ederek dine rivayerleri sokuşturdular.Ve kolay kolay kapanmayacak bir yara açtılar"(Ceyhun Can- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------"Kemal Tarhan!Anlatıyorsun da, boş anlatıyorsun!Sekiz sene medrese düzeyinde din eğitimi aldım.On iki yaşımda İhya-u Ulumud-din-i bitirdim!On sekiz yaşına kadar İrşad, Envar-ül Kulub, Saadeti Edebiyye ve Risâle-i Nur Külliyatı ve daha nice kitapları okudum.Ama bir Allahın kulu çıkıp bana Aişe ile Ali arasında olan Cemel savaşından, ne Ali ile Muaviye arasında cereyan eden Sıffin savaşından, ne Yezid'in Harre katliamından, ne Ebu Bekir döneminde meydana gelen dinden dönme savaşlarından, ne imam'ı Azam'ın şehit edilmesinden, ne Mekke baskınından bahsetti. İşte sizin imanınız ve itikadınız her zaman zulümleri ortmek uzerine kurulu oldu.Kırk yaşımdan sonra islam tarihine merak sarınca öğrendim, çıkmışsın birde bu konuların hepsi Ehli Sünnet'in kaynaklarında anlatılıyor diyorsun. Boş konuşuyorsun boş!(Mustafa Karakaş-- "Said Nursi Hedef Saptırarak Milleti Aldattı" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Hocam!Muaviye bin Ebi Süfyan vahiy katibi falan değildir.Hicretin onuncu yılında Mekke fethedildigi güne kadar da ne Ebu Süfyan nede Hamza'nın kalbini çıkarıp yiyen Hind korkudan müslüman oldular.Onlar Mekke'de Resûlullah Medine'de ikamet ediyordu.Yani Muaviye'nin vahiy katibi olması mümkün değildir.Bu rivayetler Ehl-i Sünnet'in uydurmasıdır.Saygılar sevgili hocam!(Şükrü Burç--"Harre Olayı" adlı makale için yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Kemal Tarhan!Senin anlattığın hak din olmuyor.Sen Ebu Leheb'in, Ebu Cehil'in, Velid bin Muğire'nin şirk anlayışını satmaya çalışıyorsun.Allah'a hamdolsun, bizler sizlerden farklı olarak hakkı anlamaya ve bulmaya çalışıyoruz.Ali aydın gibiler, gerçek İslam'ı anlatmaya çalışıyorlar.Hurafelerden arınmış tertemiz, berrak dini anlatıyorlar.Sizlerin din dediği öğretiler, cahiliye doneminin örf ve âdetlerinden öteye gitmez.Şirk içine bulanmış inanç sisteminiz sizin olsun.Yü Allah hakkı görmeyi nasip etsin size"(Mustafa Karakaş--"Harre Olayı" adlı yazıya yapmış olduğu yorum)-----------------------------------------------------"Bu gibi kabirler yada türbelerin üzerinde cidi bir araştırma yapılsa, görülecektir ki, tamamına yakınının boş yada farklı dinlerin bir mensubu oldukları çıkacaktır.Eyüp Sultan türbesinin üstündeki yazıya bakın."Bir sıkıntı ile karşılaştığınızda kabir ehlinden yani ölülerden yardım isteyin" yazıyor.Bunun İslâm dini ile bir ilgisi var mı?(Gurbuz Aksozek-- "Eyüp Sultan Hurafesi" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Bu yazıyı anlamak için, en azından biraz Kur'an, biraz da sünnetullâh'ı bilmek gerekir.Aslında bunu anlamak çokda zor değil ama insanlar âkıllarını işletmiyorlar.Saygılar"(Ugur Gursen-- "Eyüp Sultan Hurafesi"adlı yazıya yapmış olduğu yorum)
DÜNYANIN HİÇBİR DİNİNDE BÖYLE BİR ALÇAKLIK YOKTUR.Bu yazıyı yazıp yazmama üzerine çok düşündüm.Çünkü işin içinde Allah Resulü'nün haysiyet ve şerefine, Nebi (a.s) ın makam ve mertebesine, risalet misyonuna yani dinin kudsiyetine leke sürülmesi vardı. Dolayısıyla Allah'a kadar gidebilecek bir hakaret söz konusuydu. Hatta bu yazıyı yazmama sebep olan Cübbeli'nin çirkin konuşmasını internet ortamında sesli olarak gördüğüm halde bütün bu olumsuzluklardan dolayı paylaşmayı uygun görmedim. Fakat Nevzat Çiçek, İhsan Şenocak, Nurettin Yıldız, Ebubekir Sifil, Muhammed Emin Yıldırım gibi Kur'an'sız ve imansızları Cübbeli ile birlikte çekilmiş fotoğraflarını görünce acı ve ızdırap içinde bu yazıyı yazmaya mecbur kaldım.İlk önce Allah'tan, Allah'ın elçilerinden ve Allah Resulü'nden sonra siz Kur'an ehli Muvahhidlerden af dileyerek şu satırları kaleme alıyorum. Allah beni affetsin, Allah günahlarımızı bağışlasın, ahirette bizi rezil etmesin diye dua ediyorum. MESELE ŞU:Bundan iki gün önce Lalegül TV'de Cubbeli Ahmed'i seyrediyorum, 2009 tarihinde yapmış olduğu bu çirkin konuşmayı demek ki, sessiz şeytanlar tarafından tepki görmemiş olacak ki yeniden ekrana getiriliyor.Cübbeli bu konuşmasında "Allah Resulü'nün arkadaşlarının Resulullah'ın sidiğini nasıl içtiklerini, Allah Resulü'nün bu işe onları nasıl teşvik ettiğini, bunu yapanlara cehennem ateşinin haram olduğunu" hiç utanmadan, sıkılmadan, haya etmeden, Allah'ın azabından çekinmeden Allah Resulü'nün dilinden aktarıyordu.Yine "Allah Resulü'nün arkadaşlarının onun sümüğünü nasıl elbiselerine surdüklerini, Resülüllah'ın cinsel gücünü, her gece bütün eşleriyle cinsel ilişkiye girdiğini" anlatıp duruyordu. Özellikle yazar çizerlerin, Diyanet'in ve ilahiyatçıların bu rezilliğe ses çıkarmamasını hayretler içerisinde seyrediyoruz. Allah Resulü'nün hakarete uğradığı bir yerde ses çıkarmayanın kanına, ruhuna, hayatına ve ölümüne yuh olsun.Allah Resulü'ne böyle alçakça hakaretler edilecek ama herkes buna karşı sessiz şeytan kesilecek yüz bin defa Allah belanızı versin.Beyler!Allah Resulü sizin makam ve kariyerinizden, malınızdan ve mülkünüzden, sizin devletinizden , sizin siyaset ve iktidarınızdan daha değerlidir. "De ki:Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız,kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler (saraylar) size Allah'tan,Resulü'nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini(cezasını) getirince kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez"(Tevbe- 24)Efendiler! Size bir şey söyleyeyim. Allah Resulü'ne böyle hakaretlerin olduğu memleketlere Allah lanet eder, oraları tarumar eder, böyle ülkeleri yıkar geçer, akbabalara yem yapar. Allah böyle sessiz şeytanların yaşadığı ülkelere merhamet nazarıyla bakmaz. Bir parti liderinin yürüyen merdivene hata olarak nasıl ters bindiğini elli kere-yüz kere televizyonda gösteren reziller!Allah Resulü'ne hakaret edildiğinde nereye kayboluyorsunuz?Cübbeli'nin oyu ve adamı çoktur değil mi?O halde size Kur'an ile cevap vereyim. (Ey Nebi! )Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan laf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecaviz, günaha dadanmış, kaba ve medeniyetsiz, bütün bunlardan sonra bir de köyü ahlakla damgalanmış kimselerden hiçbirine, mal ve oğulları vardır diye sakın boyun eğme"(Kalem- 10, 11, 12, 13, 14 )Cübbeli, Fetö gibi siyaset ve iktidarınıza ilişmedi değil mi? Allah'tan korkun,Allah Resulü'nden utanın!Allah Resulü Muhammed (a.s) İbrahim (a.s) demek, Musa(a.s) demek, İsa (a.s) demek, Nuh ve İlyas (a.s) Davut ve Süleyman, İshak, Ya'kub ve İsmail (aleyhimusselâm) demektir.Allah Resulü Kur'an ve Tevrat, İncil ve Zebur, din ve iman, tevhid ve İslam, namus ve şeref demektir.Yüce Allah şöyle buyuruyor."Allah ve Resulü'nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır" (Ahzab- 57)"Hâlâ bilmediler mi ki, kim Allah ve Resul'üne karşı koyarsa elbette onun için, içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte bu büyük alçaklıktır"(Tevbe- 63)"Eğer onlara, (niçin Allah Resulü ile alay ettiklerini) sorarsan elbette, biz sadece lafa dalmış, şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun Resulü ile mi alay ediyorsunuz" (Tevbe-65)"Boşuna özür dilemeyin, çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kafir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir grubu bağışlasak bile, bir grubu da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz"(Tevbe-66) "Rabbim! İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin?",,,"(Araf, 155)
1 Mayıs 2021 Cumartesi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(24-YAZI)"Salim Baykara hocam!Rabbım hizmetlerinizden ötürü ebediyen razı olsun inşallah.Size çok teşekkür ediyorum. Bu sayfalar varya bu sayfalar, bence her biri Kur'an okulu.Bu fakir Kur'an'ı ezberlemeyi, Kur'an'ı notalı ve namelerle terennüm etmeyi okumak zannediyordu.Üstelik otuz yıl imam hatiplik yaptığı halde!Yapmış ama farkında olmadan ayağına sıkmış. Tevbeler ve pişmanlıklarla şuan bu sayfalardaki paylaşımları içselleştirip bir kişiye dahi olsa ulaştırma gayretinde olan günahkar biri olarak suçumu itiraf ediyorum.Oysa Kur'an'ın mesajını bir insana ulaştırmak bile bence Kur'an okumak sayılır.Selam ve dua ile.Siz yazın biz yayalım ve paylaşalım inşallah hocam"(Ismail Kilic)--------------------------------------------------------"Kaleminize sağlık hocam!.Vahyin sahibi sizden ebediyen razı olsun inşallah.Bataklıkta debelenip dururken sizinle beni tanıştıran Allah'a sonsuz hamd ediyorum. Kur'an'ın canlı örneği benim.Allah dilediğini değil, dileyeni hidayete kavuşturuyor.Şekil bendeki gibi.Çok ama çok istiyordum.Fakat ne yapacağımı bilmiyordum.Rabbim sizinle yollarımızı kesiştirdi.Vesselamü aleyküm"(Ismail Kilic)----------------------------------------------------------"Recep Gölükcü abi! Resûl Kur'an'ın haricinde bir din buyurmadı ve duyurmadı. Yüzyıllardan beri onun izinden gittiğini, sünnete uyduğunu iddia edenler, kaç guruba ayrıldılar görmez misin? "Kur'an'ı okuyalım, anlayalım, üzerinde düşünelim, bu konuda emek verenlere saygı duyalım, dediğimizde tüyleri diken diken olan sen değil misin? "Allah Resulünü postacı mı sanıyorsun" diyen, kendi içinde bulunduğu gurubu Allah katında cennetlik zanneden, Kur'an'ı okumadığı gibi, savunduğu hadis ve sünneti de okumamışların ithamlarına alıştık artık. Kur'an'da Nebi ve Resûl kavramları ayrı iki kelime olduğu halde, bu iki kavramı Farsça'dan dilimize geçen "peygamber" kelimesi ile ifade etmişiz.Hiç çeviri yapmadan Nebi geçen yerde Nebi, Resûl geçen yerde de Resûl deseydik belki de Resule itaatın Allah'a itaat olduğunu, Resûle isyanın da Allah'a isyan olduğunu anlamamız daha kolay olacaktı. Bu konuda Zeki Bayraktar hocamın "Kur'an ve Sünnet Ama Hangi Sünnet" adlı kitabı ile Ali Aydın hocamın "Kur'an Işığında Nebi ve Resûl Arasındaki Farklar" adlı kitabı yeterince aydınlatıcıdır. Yine okumayı sevmeyenler aynı hocalarımızın yılların birikimi/emeği ile bu konuyu anlattıkları YouTube videolarını izleyebilirler.Ama ben yine de okuyacaklarını ve izleyeceklerini pek zannetmiyorum. O zaman devam, "eee namazı nasıl kılacaksınız, söyleyin bakalım" demeye"(Mehmet Yurdadur)--------------------------------------------------------"Değerli hocam!Elinize sağlık!İslam dininin Rasulullah tarafından tebliğ edilip saf, arı- duru, katışıksız ve tamamen Kur'an'a dayalı orijinal bir şekilde yaşandıktan sonra özellikle Emevi iktidarı ile başlayan süreçte uydurma rivayetlerin etkin hale gelmesiyle uydurulmuş bir dine dönüştü. Eski cahiliye alışkanlıklarından kurtulamamış toplum ve yöneticiler rivayetleri din edinerek, İslam ambalajı içinde yani "İslam dini" kisvesi altında tamamen farklı, şirk esaslı bir din yapısı, yani Ehl-i Sünnet ve Şia dinleri ortaya çıktı. İşte Kur'an'ın nazil olduğu coğrafya olan Suudi Arabistan, Emevi döneminde temelleri atılmış sonraki yüzyıllarda uydurma rivayetler üzerinden yapılan içtihadlar ile İslam dinine baştan sona kadar aykırı, temel insani değerlerin mezhep âlimleri tarafından ayaklar altına alındığı bir ülke maalesef. Bu İslam dışı din tarafından bu kutsal coğrafyanın yönetilmesi de hazin bir durum. Saygı ve selamlar"(Faruk Fidan-- "Hacerul Esved" adlı makaleye yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Kardeşim!Emeğine sağlık!Bir zihniyet sadece yalan, iftira, ötekileştirme, iki yüzlülükten besleniyorsa ondan her türlü kötülük beklenebilir!Tıpkı hiç bir zaman olmayan “dilimizi değiştirdiler" ve "köklerimizle bağımızı kopardılar" masalı gibi! Kardeşim!İnsanlara bıkmadan bu yalanları anlatmalıyız ve gerçekler sonunda galip gelecektir.Sevgiler! (Hüseyin Bostan-- "Her Sözleri Yalan Ve Aldatmaca" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------"Değerli hocam! Arap harflerinin kaldırılmasını İslam'a yapılmış saldırı gibi gösterenler, yüzlerce yıl insanların kendi anladığı dilden Kur'an'ı okuyup anlamalarına engel olanlarla aynı zihniyette olanlardır. Uydurma rivayetler ve bunlardan oluşturulan içtihadlar ile meydana getirilmiş mezhepçi din anlayışı olan Şiilik ve Sünnilik, Kur'an'dan kopuk, Arapçayı kutsal bir dil olarak sunup, sadece metninden okumayı sevap ve şart haline getirdiler. Günümüzde bu zihniyetin temsilcileri de aynı argümanı kullanıyor ve topluma Kur'an'ı kendi dilinden anlayarak okumaları gerektiğini söyleyen ve böylece ilahi mesajın anlamına ulaşıp hanif dini yaşamalarını isteyen müvahhidlere "Kur'an'cı, mealist, Kur'an müslümanı, oryantalist, yahudi ajanı'' gibi yakıştırmaları yapıyorlar. Ama artık ne yapsalar boş, çünkü giderek artan sayıda insan kendi dilinden anlayarak Kur'an'ı okuyup bu uyduruk dinin defolarını görüp bunlardan uzaklaşıyor. Selam ve saygılar sunuyorum"(Faruk Fidan- "Her Sözleri Yalan ve Aldatmaca" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Hocam! 1928 de tedavülden kaldırılan Osmanlıca'nın elbette İslam'ın dili olmadığını biliyoruz.Fakat bunun esas amacının bir toplumun hafızasını, belleğini, kültürünü, edebiyatını hasılı geçmişi ile olan ilişkisini koparmak vardır. Hani nerdeyse iyiki yapmışlar diyesin var. Elbette hiçbir dilin kutsallığı yoktur, olamazda. Fakat diller bir toplumun hafızasıdır. Dünya tarihinde binlerce devrim ve darbeler olmuştur fakat hiçbirinde bizim ülkemizde yaşananlar olmamıştır. Bütün bunlar sadece bir iletişim kopukluğu olarak izah edilemez diye düşünüyorum. Ayrıca ufkunuza ve ilminize saygı duyuyorum. Nice sağlıklı uzun ömürler dilerim.(Şükrü Göktaş- Her Sözleri Yalan ve Aldatmaca" adlı yazıya yaptığı yorum)
MEKKE'DE YAŞAMAK KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLERE HARAMDIR. Allah Resulü (a.s) ın vefatından sonra, özellikle Emevilerle başlayan süreçte Kur'an cahili muhaddislerin topladıkları rivayetler ve mezhep âlimlerinin bu rivayetlerden yaptıkları içtihadlarla Kur'an'ın manası tahrif edilmiştir.Öyle zor, çelişkili, absürt ve anlaşılmaz bir din ortaya çıkarıldı ki, bu uydurma dinin Kur'an'da bulunan tevhid ve rahmet dini ile hiç bir bağlantısı bulunmamaktadır. Mesela:Bu dinin âlimleri, Kur'an düşmanı ve batıl bir inanca bağlı oldukları halde kendi inanç ve fikirleri dışında kalan diğer bütün din mensuplarını kafir ve cehennemlik olarak görürler. Ehli Sünnet ve Şia âlimleri, Allah'ın kitabını mehcur bırakarak, "İslam" adı altında tevhid akidesine taban tabana zıt olan Şiilik ve Sünnilik dinine ümmi halkı mahkum ettiler. Halbuki dinlerine baktığımızda Kur'an'ın akıl ve hikmetine düşman, baştan sona kadar şirk ve fıtrat dinine aykırı olan din ile karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Görev icabı Suudi Arabistan'a bir kaç kez gittim.Mescidi Haram ile Mescidi Nebevi'nin fetva makamları ve ilim sahipleriyle günlerce tartıştık. Suudi Arabistan'da bulunan din, tamamen Emevi- Abbasi- Ehli Sünnet'in rivayetlerinden oluşan fıkıh dinidir. Yani Suudi Arabistan'ın Ehli Sünnet-- Vahhabi-Selefi dinî ile İhsan Şenocak, Ebubekir Sifil,Ebu Hanzala, Haydar Baş, Ramazan Ayvalı, Tuğrul İnançer, Alparslan Kuytul, Vehbi Güler, Osman Ünlü, İskender Evrenosoğlu, Ömer Döngeloğlu, Mustafa Karataş, Fatih Çıtlak, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Ubeydullah Aslan, Yusuf Kavaklı, Cübbeli Ahmet, Adıyaman şeyhi ve Nihat Hatipoğlu vb. dini arasında hiçbir fark yoktur.Yalnız onlarda tasavvuf şirki, tarikat geleneği ile evliya inancı bulunmamaktadır.Birde ölülere Kur'an okunmaz ve türbe yapılmaz. Bunların haricinde Suudi Arabistan'da bulunan din, Diyanette bulunan rivayet ve fıkıh dininin aynısıdır.İlim adamları ile yaptığımız tartışmalarda din ve hüküm olarak sadece âyetleri referans olarak gösterdiğimizden dolayı son derece rahatsız oluyorlardı.Okuduğumuz bir- iki âyete karşılık dört beş uydurma hadis ile cevap veriyorlardı.Hadis kültürü ve geleneği o kadar gelişmiş, o kadar hayata hakim olmuş ki, okuduğunuz hiçbir âyeti anlayacak ve kabul edecek akıl ve iradeleri kalmamıştı.Onların hurafe rivayetlerine karşı okuduğumuz âyetlere düşmanca bir tavır takınarak bizim sapık olduğumuzu hiç çekinmeden söylüyorlardı.Sapkınlığımızı ortaya koymak için şu soruları soruyorlardı. "Kabir azabına inanıyor musun? "Ahirette Nebi ve Resüllerin şefaatini kabul ediyor musun?"Dinde kaynak sadece Kur'an ise namazı nasıl kılacağız, orucu nasıl tutacağız, zekâtı nasıl vereceğiz, hac nasıl yapılacaktır? Bu sorulara olumsuz cevap verdiğinizde hemen sizden uzaklaşıyorlardı. Bugünkü Mekke Allah Resulü'nün döneminden daha karanlık bir cehalet ve şirk içinde kıvranıyor. Allah Resulü döneminde Mekke müşriklerinin yazılı bir kutsalları yoktu.Atalarından kendilerine geleneksel olarak dilden dile intikal eden ilahların ve evliyanın şirk dini hakimdi. Bundan dolayı Kur'an onlara şöyle seslenir. "Yoksa size ait bir kitap var da,( bu batıl ve şirk inançları) ondan mı ders ediniyorsunuz. Onda, beğendiğiniz herşey sizin için mutlaka vardır (diye mi yazılı)?(Kalem- 37,38) Yani Mekke müşriklerinin bağlı oldukları, içinden ders yaptıkları ve Kur'an'ın karşına delil olarak çıkarabilecekleri paralel bir kutsalları yoktu. Fakat Allah Resulü'nden iki yüz üç yüz sene sonra Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehidleri Kur'an'a karşı yüzlerce kitap meydana getirdiler.Artık Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin bu uydurma kutsalları aşarak Kur'an'a ulaşmaları mümkün görünmüyor. Mescid-i Haram'ın fetva makamı olan şeyh Yusuf'la yaptığım tartışmadan sonra tevhid inancının merkezinde İbrahim, İsmail ve Muhammed (a.s) ın şehri olan Mekke'de içim hüzünle doldu. Nasıl oldu da ümmet, Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı olan kitab-a bu kadar büyük bir ihaneti yaptı. Nasıl oldu da hayat veren vahye karşı bu derece yabancı kaldı ve düşman kesildi. Allah'ın âyetlerini okuduğunuzda size mikrop saçan bir hastalık gibi bakıyorlar. Mescid-i Haram'ın yanında uydurma makamları kolluyor, taşları öpmek için yarışıyor, neredeyse birbirlerini öldürüyorlar. Şeyh Yusuf'a, Hacerul- Esved'i kaldırıp atın, dediğimde, hayretler içerisinde kalarak hiddetli bir şekilde "Allah Resulü'nün öptüğü, ondan bize hatıra ve Miras kalan bir taşın kaldırılmasını nasıl söylersin?" dedi.İşte bütün bunlardan dolayı Kur'an'ın indiği Mekke'de, Kur'an ve fikir hürriyeti olmadığı için bir muvahhidin yaşamasının haram olduğunu yüce Allah söylüyor."Kendilerine zulmeden kimselere melekler, canlarını alırken: Hayat (özgürlük) bakımından durumunuz nasıldı? derler. Bunlar: Biz yeryüzünde çaresiz eziliyorduk" diye cevap verirler. Melekler de: "Allah'ın yeri geniş değil miydi?Hicret etseydiniz ya! derler. İşte onların barınağı cehennemdir, orası ne kötü bir gidiş yeridir.Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) aciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır. işte bunları, umulur ki Allah affeder, Allah çok affedicidir, bağışlayıcıdır"(Nisa-97, 98, 99)
30 Nisan 2021 Cuma
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(23.YAZI)"Bursa da Ehlibeyt!Kur'ân yetmez demenin.Allâh yolundan saptırmanın yolunu iyi bulmuşsunuz!!!"Hariciler böyle diyordu"Sizin dediğinizi de F Gülen diyor, nasıl olacak?Şimdi siz Fetöcü müsünüz?"(Unal Akman-- "Şianın İtikadi Durumu" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------Selâmün aleyküm! Nebi ve Resul kavramları bilinmeden Kur'an-ı anlamayı bırakın, bu kavramların önemini bilmediklerinden dolayı şirke giren bir sürü din adamı var. Rabb'im inanan, anlayan, idrak eden ve yaşayanlardan eylesin inşallah"(Berkay Aydoğdu-- "Nebi ile Resulün arasında bulunan farkların bilinmesinin önemi" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Öğrensinler hocam!"Ayrıntılarıyla açıklanmış, hakkında şüphe olmayan" Allâh kelamı var.Rivayetleri Türkçe okuyup, Kur'an'ı anlamadan seslendirmesinler.Vitrindeki maldan, kasadaki paradan hayır gelmeyeceğine kafaları iyi basıyor İki kapak arasındaki arapça yazıdan medet umacak kadar da kolaycıdırlar"(Ünal Akman)----------------------------------------------------------Bu yazınız, koca bir islam âleminin nasıl bir şirke bulaşmış olduğunu âyetlerin ışığında net olarak ortaya koyuyor..Allah cümle islam âlemini ıslah etsin ve halis kullarına selam olsun"(Sefa Sahin-- "ihlas" adlı makaleye yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Eşref Hasan Danışmaz!Önce nezaket.Sonra zerafet.Sonra letafet.Etik, ahlak ve samimiyet. En başta İNSANLIK.Haaaa bilgi mi?O ibliste de var, hemde dik alasından.Fakat bilgisi onu kibre uçurdu, bilesiniz.Sizler kadar bilmeyebiliriz, elhamdülillâh. Bilmediklerimizin kölesi, bildiklerimizin de kölesiyiz elhamdülillâh. Bilgiyle olmuyor iman ve salih amel vede teslimiyetle oluyor bilesiniz.Allah'ın dinini savunanlarında kölesiyim.Lâkin Allah'ın davasının şerefli savunucusu Muhammede (a.s) insanlara sizin gibi cevap vermezdi onuda bilesiniz.Kaldı ki, Allah'ın davası ISLAMDIR.(Âl-i İmran-19)Kalanı ise uydurmadır.Allah'ın Resulü ne Ehl-i Sünnet nede başka bir mezhebe bağlıydı.İbrahim (a.s) gibi, hanif bir Müslüman idi.Böyle tanımlamalara sizin ihtiyacınız olabilir ama bizim böyle tanımlamalara ve isimlere ihtiyacımız yoktur.Madem Alalh'ın davasınınsavunuculuğunu yaptığınızı iddia ediyorsunuz, sizi kutlarım.O vakit Allah 'ın davasının kitab-ı Hac süresi son âyette (78) Rabbimiz bizi adlandırıp isimlendirmiş.Siz ve sizden öncekiler Müslümandır.Polemik değil derdim, fikrimi arz etmek istedim"Vesselâmü aleyküm"(Ismail Kilic)------------------------------------------------------------"Eşref Hasan Danışmaz kardeşim!Her âyet herkesi ilgilendirmez mi?O devrin putları helvaydı.Şimdiki putlar dolar, euro,yastık altı ve dirseklere kadar süslü altınlar.Lüks arabalar, yatlar ve katlar.Bu putlar ile o putlar arasında isim dışında içerik olarak fark var mı?Malumunuz kafir örten kapatan demektir.Neyi?-HerşeyiO devirdeki kafirlerle bu devirdeki kafirler arasında inanç ve ahlak olarak ne fark var?Canım hocam özür dilerim şahsım ile alakalı olmayan lakin dâvam kabul ettiğim sırat ile ilgili topa girdiğim için.Ricamdır.Birde meseleye bu zaviyeden baksak acaba. Ben bunun neresindeyim diye.Aksi takdirde Kur'an, puta tapanlara kâfirlere ve müşriklere gereken cevabı zaten vermiş.Dolayısıyla ben bu âyetlerin muhatabı değilim demek, ataların dinine tapmak değilse nedir?Ayrıca Kur'an o devirdeki insanlara indiyse sözünü de söylediyse işlevini yitirmiş olmuyormu haşa.Öyleye nasılsa beni ilgilendirmeyen âyetler var.Konu kapanmıştır diye.Ah hocam ah.Kur'an'ın her âyeti Muhammed (a.s) ile ilgili değildir zannımca.Muhammed (a.s) aracılığı ile bana, sana hepimize inmiştir.Kanımca Kur'an'daki isimler sıfattır.Kur'an'daki isimlerin üstünü çizip yerine kendi isminizi yazınca konu dahada iyi anlaşılır diye düşünüyorum. En iyisini en iyi ve mükemmel olan Rabbim bilir.Selâm ve dua ile"(Sefa Sahin)---------------------------------------------------------Değerli hocam elinize ve yüreğinize sağlık. . Bu hadisleri dikkatle incelediğimizde, genelde uyduruldukları dönem İslam toplumunda yaygın bir gelenek olan "kussas" yani hikaye anlatanların tarzına benzediğini görebiliriz. Bu hikayeciler o dönemde halkı cami, meydan ve mescitlerde toplayıp gerçek üstü, masalsı, esrarengiz, ütopik bir anlatımla uydurma, menkıbe ve efsanelerle halkın dini duygularını istismar ederek, hüzünlü bir sunumla ağlatmaları ile meşhurlardı. İşte aynı anlatım tarzı birçok hadiste birebir mevcuttur. Bu bile hadislerin kimler tarafından ve hangi amaçlarla uydurulduğunu, hadislerin kişisel menfaat ve şöhret uğruna nasıl hayal mahsülü menkıbe, hayal ve hikayelere dönüştürülerek halkın adeta eğlencesi haline getirildiğini ve bunların bu sayede sayılarının milyonlara ulaştığını göstermektedir" . Selam ve hürmetler...(Faruk Fidan-- "Ehli Sünnet dininde mecüsi manzaraları" (Miraç) adlı yazıya yaptığı yorum)
"NAMAZI MİLLETİN BAŞINA BELA ETTİLER" SÖZÜNÜN ANLAMI: Kur'an'a baktığımızda Allah Elçilerine indirilen vahiy'lerde ve İslam dininde en önemli emirlerin tevhid, güzel ahlak, adalet, emri bil'maruf- nehyi anil' münker,infak, merhamet, Kur'an'ın tek kaynak olarak kabul edilmesi, elçilerin hayatlarının ve mücadelelerinin önemi, komşulara, akrabaya ana-baba'ya ihsan, insan hakları koruma,Allah yolunda cihad, vahyin başka sözlerle bozulmaması, helal ve haramların Allah tarafından belirlendiği, Kur'an'ın himayesine sığınma ve sadece ona tabi olmakla ilgili yüzlerce âyet bulunmasına rağmen, Allah Resulü'nün vefatından asırlar sonra uydurulan rivayetlerle, rivayetlerden yapılan içtihatlarla, ictihadların kurumsallaşması neticesindedin anlamı olmayan ibadetlere indirgendi. Tâbi "namaz dinin direği" ve "namaz eşittir din" yapılınca, bu sefer İslam ümmetinin fakirlik ve sefaletinin gizlenmesi ve perdelenmesi gayesiyle büyük ve gösterişli mabetler inşa edildi. Yani ümmet, mâbetlere ve namaza esir edilerek vahyin değer verdiği diğer önemli emirler ve hayati ilkeler zamanla unutularak ortadan yok oldular. Mesela: Ehli Sünnet mezheplerinin hadis kaynaklarında tevhid, güzel ahlak, adalet, insan hakları ile alakalı fazla bir şey yer almazken, namaz kılmak, hacca gitmek, tahâret, oruç tutmak, zekat vermek gibi konularla alakalı yüzlerce kaynak meydana getirilmiştir. Sadece "namaza hazırlık, namazdan önceki temizlik" ile ilgili on dört ciltlik eser yazanlar bile olmuştur.Özellikle dinin tevhid ve güzel ahlak üzerine değil de, kavram olarak Kur'an'da geçmeyen "namaz"ın üzerine oturtulması, namaz kılmak, abdest almak, suların temizliği, kuyuların suyu, durgun ve akan su, suların hükmü, suyun tadı, kokusu, rengi, miktarı, cemaatle namaz, sarık ve misvakla namazın fazileti, safların düzenli olması ile ilgili binlerce kavram ile korkunç derecede zor, karmaşık ve yaşanmaz bir din ortaya çıktı.Dinin tek kaynağı Kur'an ile hiç bir ilgisi olmayan, fındık kabuğunu doldurmayacak zırvalarla yüzlerce "kutsal kaynaklar" telif edildi.Namaz kılmak için temizlik, sular meselesi ve namazın üzerinde o derece durdular ki, artık "namaz kılanın diğer günahları kendine zarar vermez" inancı zihinlere hâkim olmaya başladı. Temizlik, suların hükmü, namazın farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, mekruhları abdestin farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, mekruhları, cemaatle namaz kılmanın fazileti, safları sık tutmanın sevabı ve diğer namazın yüzlerce teferruatından, İslam'ın ana konularına sıra gelmedi. Mesela: Ehli Sünnet'in "kutsal kaynakları" olan "kütüb-ü sitte" de Allah Resulü adına İftira edilmiş öyle hadisler vardır ki, güya Allah Resulü (a.s) "men terakes sâlete fekad kefera--Namazı terk eden kafirdir" "men lem yusalli fehuve kéfirun-- kim namaz kılmazsa kafir olmuştur" "cemaate gitmeyenin evini yakmak içimden geliyor" "..men bené mesciden lilléhi benallâhu lehu beyten fil cenneti-- kim Alla rızası için bir mescid bina ederse, Allah'da ona cennete bir ev- köşk bina eder' buyurmuştur. Tâbi uydurulan rivayetler üzerine oturtulan batıl din, sanki Allah Resulü'nün sözleri imiş gibi, hüküm olarak kabul edildi. İşte bütün bu hurafelerin yoğunluğundan dolayı Hüseyin Atay haklı olarak "Namazı milletin başına bela ettiler" cümlesini, söylemek zorunda kalmıştır. Aslında Mekke müşriklerinin namazı ile Şia ve Ehli Sünnet mezheplerinin namazı arasında bir fark yoktur. Mekke müşrikleri Allah'a şirk koşarlar, kibirden cimriliğe kadar her türlü kötü ahlaka sahip olmalarına rağmen, ibadet eder, Hac ve Umre yapar, tavaf eder, kurban keser ve Kâbe'ye çok değer verirlerdi. İşte Allah böyle bir ahlâk ile ibadet eden, Hac ve Umre yapan kötü ahlak sahibi mekke müşriklerine "sizin gibi kötü ahlak ile ibadet eden müşriklere yuh olsun" buyurmuştur.İslam'da esas olan, vahyi bağlam ve bütünlüğü içinde bilmek, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmemek, dinî Allah'a özel kılarak sadece O'na teslim olmak (ihlas), tevhid, güzel ahlak, Allah'ı hakkıyla takdir etmek, insan hakları, infak, adalet ve doğal dengeyi koruyarak yaratılmışlara merhamet etmek, Kur'an'da anlatılan Resüllerin inanç ve mücadelelerini örnek almaktır.Yani Allah'ın elçilerini hakkıyla tanımak, onları anlamak ve değerlerini bilmektir.Sonuç olarak: Uydurma mezhebler dininin Allah ve Resulünün dinîyle hiçbir ilgisi yoktur.Bu batıl din evliya ve ilahların şirk dinidir.Namazının da, abdestinin de, haccının da, mâbedlerinin de Allah katında hiç bir değeri bulunmamaktadır.
29 Nisan 2021 Perşembe
TEKFİR MESELESİ: Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, kendi içinde bulunan çözümüne baktığımızda anlaşılmayacak bir konu kalmayacaktır. Fakat bunu yaparken sağduyu sahibi, ortak bir akıl, sadece Kur'an'ın sistemine ve kainatta bulunan Allah'ın âyetlerinden yaralanmak en akılcı bir yol olacaktır. Kur'an'da, kimin kafir, zalim, fasık, müşrik, mümin, hanif müslüman, muhlis olduğu açık olarak ortaya konmuştur. Âyetlere dikkatlice baktığımızda Kur'an'ın, saf, aldatılmış ümmi insanları, din adamlarından ayırdığını görüyoruz. Yani uydurma ve iftira din anlatan, Allah ile aldatan, dini rant ve menfaat aracı yapan dinciler ile Allah yolundan şu veya bu şekilde engellenenler bir olmazlar. Çünkü tarihin bütün zamanlarında Allah'ın muhlis elçilerinden sonra insanları uydurma din ile aldatan din adamlarının var olduğu Kur'ani bir gerçektir. Özellikle "uydurma ve iftira din" dememin sebebi şudur.Hanif İslam dinini anlatan gerçek ilim sahiplerini yüce Allah, böyle ağır bir günaha mahkum etmez. Yani Allah tarafından indirilen hak dini anlatan muvahhidler, dünyevi çıkar ve menfaatlere tenezzül etmezler. Çünkü din o kadar yüce bir değer ki, dünyada bulunan hiçbir maddi menfaat ve yaşantı onun manevi ve ulvi değerine ulaşamaz. Fakat uydurma din anlatanların suç dosyaları çok kabarıktır, onursuz bir ahlaka sahiptirler. Mesela:Allah'ın mesajından saparak rivayet dini anlatanlar için Kur'an, "kitap yüklü eşekler" ifadesini kullanmıştır.(Cuma- 5)Mesela: "Dini değerleri dünya menfaati için satan, dinin sırtından dünyalık devşiren dolayısıyla âyetlerden sıyrılıp çıkanlar için, "köpek" kelimesini kullanmıştır.( Araf- 175, 176) Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.Mesela: Kur'an, "Uydurma din adamlarının, Allah yerine âlimlerini ilah ve Rab" edindiklerini" haber verir.(Tevbe-31) "Allah'ın indirdiğini gizlediler..."( Bakara-- 159, 160, 161, 162, 174, 175, 176; Ali İmran- 187) "Allah'ın âyetlerini etkisiz ve hükümsüz bırakmak için birbirleriyle yarış ettiler, büyük bir çaba içine girdiler" (Sebe- 5, 38)"Rivayet ve içtihatlarıyla ilâhi vahyin manasını tahrif ettiler" (Bakara- 42)"Boş sözleri satın alarak, insanları Allah'ın hidayet yolundan engellediler. Allah'a karşı yalan uydurup Kur'an'ı yalanladılar"( Lokman- 6; Zümer,-32) Dolayısıyla uydurma din anlatanlar Allah tarafından indirilen İlahi vahye yapmadıkları kötülük ve ihanet bırakmadılar.İnsanları "Allah'ın dininden uzaklaştırdıkları, Allah'ın dinini yamuk gösterdikleri, hakkın üstünü örttükleri" için din anlatanlarının "kafir" olduklarından asla şüphe yoktur. Fakat Allah yolundan uzaklaştırılan ümmi halkı "kafir" ve "müşrik" olarak görmek doğru değildir. Çünkü "Allah Elçi göndermeden azap etmez"(Şuara- 208, 209; İsra- 15; Nisa- 165; Kasas-59)Ümmi saf insanları kendilerine Resul gelmemiş kabul etmek gerekir.Ümmi insanlar "güzel ahlak, adalet, merhamet, infak ve insanlık adına ortaya koydukları salih amellerle" hesaba çekileceklerdir.Dolayısıyla taklidi imana sahip olanlar hangi dinden ve milletten olurlarsa olsunlar amel bakımından aralarında bir fark yoktur.Yeter ki, körü körüne "bir şeyh'e, bir cemaat liderine, bir tarikata fanatik bir şekilde bağlı" olmasınlar. Çünkü Kur'an'daki âyetlere baktığımızda "küfür, şirk, yalanlama, fısk, zulüm, Allah yolundan engelleme,Allah'a iftira, helal olan bir şeyi haram kılma, Allah'ın yolundan alıkoyma, doğru yolu yamuk gösterme" gibi fiiller, "şuur, uydurma da olsa ilim, bilinç ve din adına önderlik yapma" ile ilgili şeylerdir.Kitap ve ilimden haberi olmayanlar bu gibi şeyleri yapamazlar. Yani insanları Allah ile aldatanlar uydurma de olsa "din, iman, kitap ve inanç" anlatma kabiliyetine sahip olanlardır.Bütün bu gerçeklerden sonra şunu demek mümkündür.Yüce Allah tarafından indirilen vahyi anlatmaları gerekirken, uydurma rivayetlere dayanarak, içtihadları ile ümmi halkı Allah'ın yolundan engelleyen mezhep âlimleri, muhaddis ve müctehidler, ilahiyatçılar, din adamları, cemaat liderleri, tarikat şeyhleri ve onlara fanatik bir şekilde bağlı olanlar hakkı örtme ve âyetleri gizleme anlamında kafirdirler. Kur'an'dan başka kaynakları din ve hüküm olarak kabul ettikleri, Kur'an yerine bu yalan ve iftiraları anlattıkları için müşriktirler, dolayısıyla zulüm işlemiş ve fasık olmuşlardır. DELİL :"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır.Keşke zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi. İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır. (Kötülere) uyanlar şöyle derler. Ah keşke bir daha dünyaya geri dönmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları ki bizde onlardan uzaklaşsaydık. Böylece Allah onlara işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"(Bakara- 165,166, 167)"Cehennem de azgınlara gösterilir. Onlara Allah'tan başka taptıklarınız hani nerede?Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine olsun yardımları dokunuyor mu?denilir.Artık onlar, o azgınlar ve iblis orduları toptan oraya tepetaklak atılırlar.Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler. Vallahi biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi Alemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk. Bizi ancak o günahkarlar saptırdı. Çimdi artık bizim ne şefaatçimiz var, ne de yakın bir dostumuz"(Şuara- 91, 101)Yukarıda geçen "İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler..." (Bakara, 165) ile "Çünkü biz sizi Alemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk" (Şuara, 98) âyetleri çok önemlidir.Uydurma dine, herhangi bir cemaate ve tarikata fanatik bir şekilde bağlı olmayan ümmi insanlar için "kafirdir, müşriktir, veya cehenneme gireceklerdir" sözü, doğru değildir.Çünkü 1400 yıldan beri büyük bir kavram kargaşası ve bilgi kirliliği ile insanların akıl, fikir ve inanç dünyaları alt üst edilmiştir.Bu kargaşa ve bilgi kirliliği içinde Allah'ın yolundan engellenen halkın büyük çoğunluğunun doğru yolu bulması ve doğruya ulaşması son derece zordur.Olayı somut bir şekilde ortaya koyalım."Azap melekleri birini alıp cehenneme götürürken benNakşibendi tarikatının Hâlid-i kolundanım derse onu derhal serbest bırakırlar..." "... biz müritlerimizi Allah'a göstermeden, hesap kitap görmeden cennete götürüp bırakacağız..." "...bir konuda bize 500 âyet getirilse bile selefin içtihadlarından onay almaması hâlinde ona bid'at hükmü vermekte tereddüt etmeyiz..." "...Buhari çökerse İslam çöker, Müslim çökerse İslam çöker..." "...Kur'an sapıklığı diye bir sapıklık çıktı, hadisler olmazsa Kur'an anlaşılmaz...""...Kur'an sünnete ihtiyacı, sünnetin Kur'an'a olan ihtiyacından daha fazladır..." "... essünnetü kâdiyetün alel kitéb" yani "sünnet Kur'an'a egemendir"diyenlerin ve onlara iman edenlerin hepsi kafirdir, müşriktir, zalimdir.
28 Nisan 2021 Çarşamba
"SİZE VE KULLUK ETTİKLERİNİZE YUH OLSUN, AKLINIZI KULLANMAZ MISINIZ?(Enbiya-67)Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor. (Ey Nebi!) "De ki: Bu Kur'an büyük bir haberdir. Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz"(Sâd-67,68)"Resul dedi ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı mehcur bıraktı"(Furkan-30)"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu- kitapta onu insanlara apaçık olarak göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"(Bakara- 159)"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir.Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır.Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlar hidayete bedel olarak sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar"(Bakara- 174, 175)"Allah kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemiyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bu emri kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü olmuştur"(Âli İmran- 187)Fetö'nün 17/25 Aralık emniyet darbesi, 7 Şubat MİT krizi, 15 Temmuz 2016 hain askeri darbesi ve en son Adnan Oktar'a yapılan operasyon ile birlikte TV kanallarında her gün sürekli olarak tarikat ve cemaatlerin yapılanması konuşuluyor.Bir çok ilahiyatçı, akademisyen, araştırmacı yazar bu meseleleri konuşuyor. Bir çok yorum yapılıyor, tarikat ve cemaatlerle ilgili her şey dile getiriliyor.Dış istihbarat örgütleriyle olan bağlantıları, mali ve ekonomik olarak onları denetim altına alma gerekliliği gibi, onlarca madde konuşuluyor ve tartışılıyor. Konunun uzmanları fikir ileri sürüyor, kafa yoruyorlar. Hatta daha önceki Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez Habertürk TV'de bu konu ile ilgili sorulan sorulara üç saatten fazla cevap veriyor. Onlarca kanalda tarikat ve cemaatlerin insanların dini duygularını nasıl istismar ettikleri, dini nasıl kullandıkları, Allah ile nasıl aldattıkları ile ilgili aylardan beri her şey konuşuluyor. Sadece bir tek şeyden söz edilmiyor, tek bir şey dile getirilmiyor.O da Allah'ın indirdiği hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur'an'ın akıl ve mantığı, kitab'ın ilim ve hikmeti, âyetlerin mesajı. Ben bazen bu programlara denk geldiğimde hayretler içinde kalıyorum. Bir millet kutsal kitabından ve hidayet kaynağından nasıl bu kadar uzak bir mesafeye savrulabilir? Bir millet nasıl bu kadar istismar edilir, kitapsız olur? Bir ümmet nasıl bu kadar kitabına karşı kör ve sağır olur? Bir nesil nasıl bu kadar kitabına karşı ihanet edebilir?Bir toplum nasıl kitabını bu kadar açık olarak inkar eder? Tarikat ve cemaatlerin kirliliğine, pisliklerine, akılsızlıklarına, ahlaksızlıklarına ve istismarlarına engel olacak tek bir gerçekten neden hiç kimse söz etmiyor. Böyle Allah'sızlık, böyle kitap'sızlık, böyle imansızlık, böyle vicdansızlık olacak bir şey midir?Akılsız ahmaklar her şeyi konuşuyorlar, akıllarına tek Kur'an gelmiyor.İnsan bu mürekkep yalamış ahmakları dinlediği zaman Kur'an adında bir kitabın inmediğini, böyle bir kitabın olmadığını zanneder. Bu ahlaksızlıkların yanında Kur'an'ın hiçbir öneminin olmadığı ortaya çıkıyor. Yani insanları Allah ile aldatan Fetö tipi yapılanmalara karşı Kur'an'ın söyleyecek bir sözü, yapacak hiçbir şeyi yok mu? Her türlü şirk, tefrika, bölünme, ahlaksızlık, adaletsizlik, akılsızlık ve tefekkürsüzlüğün tek ilacı, yegane kurtuluş yolunun Kur'an olduğunu hiç duymadınız mı? İnsanları ahmaklıktan, akılsızlıktan, din istismarından kurtaracak tek şeyin Kur'an olduğuna inanmayanlar kahrolsun! Ahmaklığın, merhametsizliğin, medeniyetsizliğin, ahlaksızlığın ve din istismarının Kur'an'sızlıktan kaynaklandığını idrak edemeyenlere yuh olsun!Ey Kur'an'ın hidayet ve rahmetini görmek istemeyen din ve iman istismarcıları! Sizin vicdanınıza, irfanınıza, ilminize, ahlakınıza, kanınıza, ruhunuza, hayatınıza yuh olsun!"Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir"(Enfal-22)Bu kadar Kur'an kursu, imam hatip okulları, bu kadar câmi, Diyanet'in bu kadar personeli, bu kadar ilâhiyat Fakültesi, Prof'u, öğretim üyeleri ve Kur'an'ın anlaşılmayan metni için yapılan bunca menfaat ve savurganlık, sadece ölülere okunmak, sadece uydurma kutsal gecelerde milleti aldatmak ve Allah'ın hidayet yolundan uzaklaştırmak için yapılan bunca merasim, Kuran'ı güzel okuma yarışmaları, bunca masraf ve israf haram olsun, zehir-zakkum ve cehennem ateşi olsun. Efendilerinizin mezar ve türbeleri, düğün merasimleriniz, eğlence törenleriniz olduğu zaman aklınıza Kur'an geliyor. Dünya, şirk, hurafe, yalan, istismar, hayat, hidayet, kurtuluş dendiği zaman neden sessiz şeytan kesiliyorsunuz?"Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O'na teslim olun, sonra size yardım edilmez.Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'an'a) tabi olun"(Zümer- 54, 55) "Hep birlikte Allah'ın güç ve himayesine (Kur'an'a) sığının, fırka fırka olmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerimizi birleştirilmişti ve onun (tevhid-islam) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarındayken oradan da sizi O (Allah- Kur'an) kurtarmıştı. işte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"(Âli İmran-103)"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah ve Resulü'ne tâbi olun.Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız"(Enfal-24)
26 Nisan 2021 Pazartesi
SUUDİ ARABİSTAN--EHL-İ SÜNNET-- AMERİKA.Allah tarafından indirilen vahiy dinî, insanlara merhametli bir vicdan, özgür bir irade ve onurlu bir karakter kazandırır.Kur'an, tevhid ve güzel ahlaka, adalet ve eşitliğe ağırlık verdiği için insana üstün bir fazilet ve sarsılmaz bir şuur bağışlar. Fakat bu kadar yüksek ahlaki meziyetlere ve hidayete sahip olan Kur'an, terk edilip ihanete uğradığı andan itibaren üstün bir ahlaka sahip tevhid dinine paralel olarak bir çürüme, yozlaşma, dağılma, parçalanma ve alçalma meydana gelecektir. Lütfen şu âyete dikkat edin! Dikkat edin ki, Emevi Abbasi Ehl-i Sünnet ve Şia âlimlerinin tâbi olduğu dinin ne kadar tehlikeli ve ölümcül bir din olduğunu görün. "Kendisine şirk koşmaksizin Allah'ın hanifleri (saf kulları olun) her kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar kapışmış, yahut rüzgar onu uzak bir yere sürüklemiş bir nesne gibidir"(Hac- 31) Yani düşüş ne kadar yüksek bir yerden (Kur'an-İslam) olursa parçalanma ve dağılma o derece korkunç bir vaziyet alır. İşte Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin içinde bulunduğu durum bundan pek farklı değildir. Mesela: Bir madde ne kadar saf ve temiz olursa, bozulduğu andan itibaren en tehlikeli ve ölümcül bir özelliğe sahip olur. Bundan yüce Allah, tevhid dininin indiği gibi orijinal kalması ve saf olarak yaşanması üzerinde ısrarla durmuştur. "Sakın hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"(Bakara- 42) Kur'an'da bulunan tevhid dini son derece açık, kolay, saf ve berrak bir yapıya sahiptir. Hanif İslam dini, ananın göğsünden yavrunun ağzına akan halis bir süt gibi "lebenen hâlisen" (Nahl-66) insanlara ulaştırılması gerekir. Din Allah'tan indirildiği gibi saf yani katışıksız beşer eli değmeden yaşanması gerekir.İşte o zaman toplum, aklını ve ahlakını maddi ve manevi tüm sorunlardan muhafaza ve müdafaa edebilecektir.Bundan dolayı dinin sadece ve sadece Allah'a özgü kılanması çok önemlidir. "O daima diridir, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde dinde ihlaslı(dinî Allah'a özel kılarak sadece) O'na kulluk edin. Her türlü hamd alemlerin (insanların) Rabbi olan Allah'a mahsustur"(Mümin- 65) "Halbuki onlara (insanlık tarihindeki bütün insanlara) ancak, dini yalnız O'na özel kılarak ve hanifler (saf Müslümanlar) olarak Allah'a kulluk etmeleri emrolundu"( Beyyine- 5) (Ey Elçi!) Şüphesiz kitab-ı sana bir amaca yönelik olarak indirdik. O halde sende dini Allah'a özel kılarak İhlas ile kulluk et"( Zümer- 2) Fakat maalesef Allah Resulü'nden sonra uydurulan Şiilik ve Sünnilik Kur'an'ı Mübin'in dininde büyük bir tahrif ve yozlaşmaya neden olmuştur. Yani tamamen şirk ve hurafe olan Şiilik ve Sünniliğin Kur'an'ın saf ve tertemiz dini ile hiçbir alakaları bulunmamaktadır. Hatta Şiilik ve Sünnilik Kur'an'dan en uzak bir mesafeye savrulmuş dünyanın en batıl olan İslam düşmanı iki dindir. Dünyada Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimlerinden Kur'an'a karşı inatçı bir düşman bulamazsınız.Şia ve Ehli Sünnet âlimleri tamamen şirk olan kaynakları yüzünden her dine uyum sağlasalarda, hiçbir zaman İslam dinine ısınamaz hanif dine ayak uyduramazlar.Şia ve Ehli Sünnet dininin yoğun olarak yaşandığı ülkelerde zulüm, katliam, kargaşa, terör, vahşet, anarşi ve tefrika eksik olmayacaktır. Şia ve Ehli Sünnet anlayışın hakim olduğu ülkelerde özgürlük, güven, adalet, ilim, aklı kullanma, özgür irade, insan hakları ve eşitlik, merhamet ve icad, insan hakları ve güzel ahlak barınamaz. Bu konuda en güzel örnek Suudi Arabistan'dır. Vahyin nazil olduğu, Allah Resulü'nün doğduğu ve yirmi üç yıl insanlara Kur'an ve tevhid ahlakını anlattığı bu coğrafya, bugün dünyanın en ilkel ve şirk dininin pençesinde kıvranmaktadır. Türkiye'deki Sünni âlimlerin! Suudi Arabistan'da bulunan inancı kötülemelerine sakın aldanmayın.Suudi Arabistan'da Emevi- Abbasi Ehli Sünnet dininin Hanbeli-Selefi versiyonu hakimdir. Yani Türkiye'de bulunan mürekkep yalamış Sünni cahillerle Suudi Arabistan âlimleri ve fetva makamları arasında inanç bakımından hiçbir farkı yoktur.Suudi Arabistan'ın selefi-sünni anlayışında sadece türbe yapılmaz ve ölülere Kur'an okunmaz. Yoksa kaynak bakımından Diyanet İşleri Başkanlığı, fetö ve cemaatlerin dini ile Suudi Arabistan'ın dinî arasında hiçbir fark yoktur.Emevi- Abbasi Ehli Sünnet dininin kaynaklarındaki rivayetlerin fıkhına göre bir din yaşayan Suudi Arabistan'da fikir hürriyeti, özgür irade, adalet ve Kur'an ahlakının zerresini bulamazsınız. Suudi Arabistan Kralı iktidarda iki gün fazla kalabilmek için Allah'ı, Allah Resulü'nü, dini, imanı, Kur'an'ı, Kabe'yi ve bütün müslümanları satmaya dünden hazırdır. Emevi- Abbasi Ehli Sünnet dininin hakim olduğu bütün İslam ülkelerinde maddi manevi büyük bir perişanlık ve umutsuzluk hakimdir.Ben "İslam ülkelerinde" kavramını ümmi halk için kullanıyorum. Yoksa âlimleri Müslüman değildir, öncülerinden bugüne kadar bu Kur'an'sız dinin müctehidlerinin küllisi müşriktir. Elli küsür Emevi- Abbasi ülkesinde yüzlerce cemaat ve tarikat, inanç ve ahlakta tam bir kaos ve kargaşa içindedir.Bu ülkelerde din tamamen bir rant, menfaat ve ümmi halkı aldatma aracıdır. Hiçbir cemaat diğer bir cemaati hiçbir tarikat diğer bir tarikatı sevmez, hatta birbirinden nefret ederler, coğrafyada tam bir güvensizlik hakimdir, anarşi ve terör kol gezmektedir. Hiçbir "İslam ülkesi" özgürlük içinde yaşanacak bir inanç ve ahlak yapısına sahip değildir. En güvendiğiniz ülke iki dakika içinde sizi Amerika ve İsrail'e satmaya hazır bir vaziyette beklemektedir.Çünkü bu ülkelerde Kur'an ahlakının ve tevhid medeniyetinin özgür iradesi hakim değildir.Suudi Arabistan'ın en büyük müttefiki İslam ve Müslüman düşmanı Amerika ve İngiltere'dir. Yani anlayacağınız Kur'an düşmanı bu uydurma dinden ve imandan Müslümanlara asla bir hayır gelmeyecektir.Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayıp Suudi Arabistan'ın Ehli Sünnet şeriatına hayran duymanın sebebi Kur'an'a karşı olan cehaletten kaynaklanmaktadır. Bundan dolayı Allah'ın tüm elçileri gibi, Kur'an ehli muvahhidlerinde en büyük mücadele alanları dinsizlik değil, uydurma birer şirk dini olan Yahudilik, Hristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik olacaktır.Bizim mücadele alanımız, Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davut, Küleyni, İbni Mace, Nesai, Malik bin Enes,Muhammed bin İdris ve Ahmed bin Hanbel'in eserlerinden oluşturulmuş Şiilik ve Sünniliğe karşı Kur'an, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama silahı ile mücadele etmektir. Allah Resulü'nden sonra Müslüman kanının akmasına en çok sebep olan bu uydurma şirk dinidir.Bu din bizi cehennemin mutfağında yaşamaya mahkum etmiştir.
UYDURMA DİN VE MEZHEPLER BELASIRahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanif (O'nun birliğini tanıyan saf ve ihlaslı kullar olun) Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar kapışmış, yahut rüzgar onu ıssız bir mesafeye sürüklemiş bir nesne gibidir"(Hac- 31) Uydurma dinlerin ve şirk mezheplerin insanlığa yaptığı kötülüğü düşünerek Allah tarafından indirilen rahmet ve hidayet dini olan İslam'la büyük bir onur duyuyoruz.Günümüze kadar şirk dinler insanlığa ne yaptı, ve ne yapmaktadır? Bir din öbür dinle, bir mezhep diğer mezheple, bir cemaat öteki cemaatle, bir tarikat başka bir tarikatla hiçbir zaman anlaşamaz ve bir araya gelemezler. Hatta aynı kaynaktan beslenen, aynı kitabı okuyan, aynı inanç ve felsefeye bağlı olanlar bile birçok kola ayrılmışlardır. İnsanlık tarihinde de, bugün de "şirk dinler" hep kan, gözyaşı, katliam, dağılma, kargaşa, şiddet, esaret, terör, taklit, sömürü, cehalet ve karanlık üretmişlerdir. Kur'an'da birçok âyette gördüğümüz gibi, belli bir inanç ve görüşe sahip olanlar başka inançta olanların eliyle ölümlerin en beterine mahkum edilmişlerdir.(Bürüc-1- 10 ) Diri diri yakılanlar, işkencenin en acısına çarptırılanlar, ezilenler, vahşice katledilenler arasında kadınlar, masum çocuklar ve ihtiyarlar da vardı. Yahudilerin ilk Hristiyanlara, güçlü hale gelen Hristiyanların Yahudilere, kendini ilâh olarak ilan eden Firavun'un İsrailoğullarına, Emevilerin Abbasilere, Abbasilerin Emevilere, Ehl-i Sünnet'in Şia'ya, Şia'nın Ehli Sünnet'e, Yezid'in Hüseyin'e, İsrail Devleti'nin Filistin halkına,Budistlerin Arakanlılara ve doğu Türkistan'lılara, ya da biraz özgür düşünceden yana olanlara, dahası kendi dindaşlarına yaptıklarını, gösterdikleri acımasızlıkları, şirk din adına olan türlü işkenceleri, yüzyıllar boyunca süren engizisyon mahkemelerini ve kilise katliamlarını bir düşünün. İşte Emeviler, bir değil binlerce cinayet.... Nice özgür düşünen bilge insanlar, ilim adamları, muvahhidler her türlü işkenceyle öldürmüşlerdir. Bu gerçekler ışığında mezhep ve tarikat şirkinden arınmışlığı önemli bir insanlık değeri ve büyük bir onur sayıyorum. Onun için Allah'tan başka tüm ilahları ve evliyayı reddediyor, vahye dayanan tevhid inancını açık olarak ilan etmeyi en önemli bir görev olarak kabul ediyoruz. Ve onun için diyoruz ki, "Vahye dayanan tevhid inancını müşriklerin iddia ettikleri gibi bir sapıklık değil, İnsanlığın en gelişmiş, medeniyetin en gelişmiş, merhametin en ileri boyutudur.Vahiy, Allah tarafından indirilen hidayetle, hiçbir gücün ve inancın zihinleri, akılları, duyguları ve fikirleri prangalamayacağı bir dünya inşa ediyor. Şirk karanlığında her çeşit sapkınlık, tefrika, cehalet, akılsızlık ve ahmaklık, taklit ve bağnazlık, sanat düşmanlığı ve yobazlık hakimdir.Bu karanlık ve şirk bataklığında yüzlerce yıllık ahmaklıkları ve ilkellikleri Kur'an cahili ümmi halka "asrı saadet devri" diye yutturmalar vardır. Bu öyle belalı ve kahredici bir din ki, aklın, mantığın, bilimin, sanatın, estetiğin, "hak mezheplerin emri" adı altında ezilmesi ve sindirilmesi mevcuttur. Bu din öyle kalitesiz ve ilkesiz bir din ki, dünya egemenlerinin önünde köpek gibi kuyruk sallarken, onların en aşağılık liderleriyle telefonla konuşmayı büyük bir lütuf sayarken, kendi halkına karşı çalım sattırır, kibir yaptırır. Vahiy, geçmişten bize, bu günden yarına İbrahim'in muhteşem inanç ve iradesini miras bırakabilirdi. Bunun olmamasında mezheplerden kaynaklı şirk karanlığının çok ama çok büyük bir payı vardır. Bu mezhep karanlığı olmasaydı, insanlık bugün başka türlü bir noktada olacaktı. Yüzyıllarca türlü iftira ve entrikalarla örülen şirk karanlığı yüzünden tevhid'in medeniyeti ve vahiy ahlakı maalesef yaşayacak uygun zemin bulamadı. Mezhepler, Şialar, fırkalar, insanların geçmişi boyunca ayrılıklar, ihtilaflar, bölünmeler, parçalanmalar, acılar ve ölümlerin kaynağı olmuştur. Çıkar ve menfaatleri şirk karanlığı üzerine kurulu olanlar, bu karanlıklardan türlü biçimde yaralananlar, tüm karanlık böceklerin korktuğu tek bir şey vardır. KUR'AN'IN AYDINLIK VE HİDAYET YOLU Dolayısıyla mezhepler insanlığa çok şey kaybettirmişlerdir. Mezhepler, insanlara sadece esaret, taklit, bağnazlık, düşmanlık, yobazlık, tefrika, gözyaşı ve cehalet getirmişlerdir.Mezhepler, akıl ve bilimin, sanat ve estetiğin yolunda olmaya çalışan birçok bilim adamının öldürülmesine sebep olmuşlardır. Mezhepler, sürekli ölüm ve kula kulluk getirdikleri için birçok değerimizi yitirtmiştir. Mezhepler, insanların akıllarını ve duygularını prangaladığı ve hapsettiği için uydurma dinin kendisi baştan terör ve şiddet mekanizmasıdır. "Allah" ile "insanlar" arasında aracılık yaptığını ileri sürerek ortaya çıkan cahil ahmaklar, ilkel karanlık zamanların inançlarını pazarlayagelmişlerdir.Yalanlarla örülü karanlıklar nedeniyle de milyarlarca insanı bugün dâhi çevrelerinde toplamayı başarmışlardır.Çıkarları aynı karanlık ve cehalete bağlı olan egemen güçler de bu geleneğin sürmesinde etkili olmuşlardır. İnsanların özgürlükleri, insanca yaşamaları, büyük oranda mezhep ve fırkaların dininden arınmalarına bağlıdır. "Şirk'"in inanç dünyasının alanı başkadır. "Vahy"in ve "tevhid'in alanı başkadır.Şirk hep karanlık kesimdedir. Vahiy, tevhid, adalet, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama ise aydınlık kesimde yerini almıştır.
25 Nisan 2021 Pazar
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(22.YAZI)"İşte 1400 yıldan beri ne güzel birlik beraberlik içinde gidiyordu yalanı ile uyutulduğumuz mazinin en kısa geçmişi!..Nebi (a.s) sonrası islam dünyasında birbirine düşman, kemikleşmiş iki ana cephe oluşmuştur!. Bunlar zeminlerini sağlamlaştırmak için dini tahrip etmekten asla çekinmeden Allah'ı ve Nebi'yi her türlü yalanlarına bulaştırmaktan çekinmemişlerdir!. Onuncu ve onbirinci asırda coğrafyanın belli yerlerinde açılan medreselerde eğitim dünyevi ve uhrevi olarak ikiye ayrılmış! İlim ve tabiatla ilgili kevni âyetler dinin dışına itilmiştir.Gerçek ilim adamları tekfir edilmiş, düşünme ve akletmeye dayalı eserleri yok edilmiştir! İslam'ın sosyal bağı nerdeyse yok sayılmış, ibadet ağırlıklı bir din oluşturulmuştur. Din eşittir namaz ile gelen uydurma rivayetlerin dinin aslından sayılması eğitimin temel direği olmuştur!.Din önderleri kendilerinden öncekilerin şartlarına, ve o günkü anlayışlara göre yaptıkları içtihadları insani yorum olmaktan çıkartarak, "onlar Nebiye daha yakın zamanda yaşamışlar! Görüşlerinde mutlak bizim anlamadığımız hikmetler vardır! yanlışlığı eksikliği düşünülemez" inancı ile nerdeyse geleneği test etmeden Allah'ın hükmü seviyesine taşımışlardır!. *Şii cenahta ise, kurdukları medreseleri batıniliği dini amaç edinen eğitim yuvalarına dönüştürenlerle, geçmiş âlimlerin içtihadlarına sadık kalma olduğu gibi büyük çoğunlukta sonraki alimlerin öncekilerin içtihadlarına uyma zorunluluğu reddedilmiş kendi içlerinde içtihadları sürekli yenileyebilmişlerdir!. Bununla birlikte İslam'da tevhid'i, birlikteliği değil, mezhepçiliği, tefrikayı ve ayrılıkçılığı ayakta tutmuşlardır!.(Hüseyin Koç)-----------------------------------------------------------"Eyvallah saygı değer hocam!Bunlar Allah'ın kitabını anlamakla değil, batıl bir din uydurmakla Allah ve Resulüne iftira atmakla meşgul olmuşlar. Hâlâ aklını işletmeyenler Allah'ın kitabına dönemiyorlar.(Koç Mehmet Demir)----------------------------------------------------------"Allah Resulü vahyi tebliğ ederken, Mekke'nin müşrik ve kâfirleri, vahyin tebliğini engellemeleri, üstünü örtmeleri, gürültüleriyle sesini boğmaya çalışmaları ile günümüzdekilerin yaptıkları arasında ne farkı vardır?Hiçbir bilgiye dayanmayan bu malumat yığınlarının. Çocuklarımızı bu sapkınlıklardan korumak gerekir. Bu görev, ebeveynlerin ve ilim sahiplerinin boyunlarının borcudur. Çocuklara Kur'an'ı öğretmek, onları doyurmak ve barındırmaktan sonra gelen en önemli görevdir.Gerçeği bildiği halde susandan daha zalim kim olabilir"(Zihni Dönmez)---------------------------------------------------------"Bursada Ehli Beyt! Sünnilikten Şiiliğe geçen Kur'an cahili bir arkadaşım vardı.Şiilikle ilgili bana bir sürü kitap vermişti.Onları biraz okudum, baktım saçmalıklarla doludur. Sonra fırıncıya verdim gittiler. Yani uydurulmuş Şiilik dini neyse, uydurulmuş Emevi'nin Sünnî dini de odur. Al birini vur ötekine. İkiside Kur'an'a ters. Allah bu iki din mensuplarını ıslah etsin"(Mert Cömert-- "Şiilik ve Sünnilik" adlı yazıya yaptığı yorum)----------------------------------------------------------Allah sizlerden razı olsun! Doğruları öğrendikçe sizlere daha çok ihtiyaç duyuyorum.Bize, sizin biat dediginiz bütün şirkleri ve hurafeleri yaptırdılar.Birde ben bunları diyanetin bastığı kitaplardan okuyarak öğrendim. Allah beni af etsin. Ne diyeyim, kendime göre en doğrusunu öğrenmiştim!(Taşkın Yilmaz-- "Kur'an'sız Din" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Çok düşündürücü!Bu bombardıman edilen kavramların hemen hiç birini bilmiyorum.Birkaç tanesi hariç.Şükür Allahıma!Biraz olsun Kur'an bilincim var.Yoksa "Alimlerimiz daha iyi bilir, ben alimlere uyarım" gibi düşünebilirdim.Düşünebilirdim ve bu şirk bataklığında yaşadığımdan habersiz "kıyamet günü" geldiğinde dizlerimi dövecektim"(Fazıl Uğur-- "Kur'an'sız Din" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Biz hurafelerin denizinde yüzen bir toplum olmuşuz, hikayeleri seviyor ve din ediniyoruz.Keşke şirk ve hurafelerin bedelinin ne kadar ağır olduğunu önceden bilseydik. Bizleri aydınlattığınız için Allah sizden razı olsun Ali hocam!(Sadet Çapraz-- Hurafelerin Zararları) adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Hocam saygılar!Dediklerinize tamamen katılıyorum. Şunu belirtmek isterim ki, bir ateist bir Hristiyan alkol almak için bile sırasını beklerken, bizim din kardeşlerimizin Hacer-ul Esved'i öpmek sünnettir diye birbirlerini ezmesi, izdiham oluşturması, orada güçlü olanın güçsüzün hakkına girmesi, Kur'an'la ne kadar alakası var" (Mehmet Onay-- "Hacerul Esved" yazısına yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Bu yazıyı bugün "Kur'an ve dirilişte" öğleden önce okudum.Aklımda çok soru işaretleri oldu.Biz sakatlanma pahasına Hacer-ul Esved'i öpmeye çalıştık. Tam elimizi değdirmeye bir karış kaldı ki, İranlı bir gurup bizi önlerine katıp ileriye doğru sürdü.(Hayati Öcal-- "Hacerul Esved" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Değerli hocam! Tevhide dayalı, hanif İslâm dinini ve indirilmiş vahyin insanlara aklı, bilimi, ilerlemeyi, sorgulamayı, araştırıp doğruya ulaşmayı ilke edinmeyi yaşam biçimi haline getiren, Kur'an dışında hiçbir kaynağı din olarak kabul etmediği gerçek İslam yerine,akılsızlığı, sorgu ve sualsiz kabulü, sapkınlığı, cehaleti, kula kulluk etmeyi, gericiliği, statükoyu, şirki, ayrımcılığı, kendinde olanla böbürlenmeyi yani mezhepçiliği seçenleri kimse doğru yola iletemez.Şimdi sen, sağıra işittirebilir misin? Veya köre, yani büsbütün yoldan sapmış bir kimseyi doğru yolu gösterebilir misin? (Zuhruf-40)Selam ve saygılar"(Faruk Fidan)-------------------------------------------------------"Teşekkür ederim kardeşim!İşte Resulün ölümünden sonra şeytanlar insanları Kur'an'dan uzaklaştırmak için ne tuzaklar kurmuşlar.Hadisler uydurarak, işte böyle icma, içtihad, kıyas, nesih, mensuh, mezhep ve tarikatlar kurup yetiştirdikleri talebeler vasıtasıyla birbirleriyle savaşmışlar ve birbirlerini vahşice katletmişler. İşte bugüne kadar insanları Kuran'dan uzaklaştırarak, Yahudilerin ve Hıristiyanların kulu kölesi haline getirip, hem dünyalarını cehennem, hemde ahiretlerini cehenneme çevirdiler. (Nurettin Özkul-- "Harre Olayı" adlı yazıya yaptığı yorum)
MÜ'MİNİN KUR'AN TASAVVURU:(3.YAZI)Muvahhid, Kur'an'ın evrensel hikmetinin ahlaki anlamda insanlığa yol göstericilik yaptığına kesin olarak iman ve ilan eder.Nitekim muvahhid, Kur'an'ın metafizik bir kitap olmadığını aksine hem bu dünya hayatından hemde ana vatan olan âhiretten haber veren bir kitap olduğuna inanır.Bu manada Kuran'ın amacı insanlığın sosyal hayatını tedrici ama kökten bir ıslah hareketiyle değiştirmek, ulusal ve ırki teamüller yerine insan hak ve bilincini tamamlamak ve geliştirmeyi hedef almaktadır.Dünyadaki mevcut anlayışları inceleyen birisinin Kur'an'a yöneldiğinde O'nun bütün hususlardaki ilkelerinin ve görüşlerinin emsalsiz olduğunu görecektir. O halde yapılacak tek şey akıl ve tefekkür ehline, Kur'an'ın hikmetiyle beraber mükemmel bir kitap olduğunu göstermektir. Bunun için de müminlerin Kur'an ile her daim hemhal olmaları çok önemlidir. Bu hal olmaksızın Kur'an'ın hayat bahşeden ruhunun kavranamayacağı açıktır. Muvahhid Mü'mine göre Kur'an müminler için sadece bir uyarıcı ve dinamizm mesajı değil, aynı zamanda adalet ve insan haklarının da kaynağıdır. Gerçekten islahatçı karakteri ışığında Kur'anın muhtevası varoluşun ya da insan hayatının tüm yönlerinin kapsayacak şekilde ezeli geçerliliğe sahip ilkeler ve yol göstericilikle doludur.Bu husus, Kur'anda kendisini sık sık tavsif ettiği üzere, rahmet ve yol göstericilik (Hidayet) niteliğine işaret eder. Zaman içerisinde imkan alanları değiştikçe ve geliştikçe Kur'an'ın gerçekleri de değişikliğe uğramakta ve yaşanılan yeni varoluş tarzı olmaktadır.İşte Kur'an'ın insan önünde açtığı bu canlı, dinamik, diyalektik varlık imkanları, sabit değil, Kur'an'ın oluşturduğu sembolik yapıya uygun zaman, zemin ve fertlerin durumuna göre değişiklik arz edebilecek farklı varlık tarzları, yeni imkanlar sunmaktadır. Bu durum, yaratılışın sürekli oluşuna, hayatın dinamik akışının Kur'an'ın tekrar tekrar yorumlanacağına işaret eder. Bu süreçte cihad ve tefekkür Kur'an'ın dinamik ve uyarıcı görünümlerini ortaya çıkartır. Kur'an, hikmetini bulma güç ve kuvvetini aklını kullanan mümine bahsetmiştir. Mümin, Kur'an'ın maddi- manevi hayatın gerçek sorunlarını çözmek için geldiğini sürekli olarak ortaya koymaya çalışır. Kur'an'ın ilahi bir gönül sedası, dini bir kalp terbiyesi olarak kabul eden muvahhid'in tüm hedefi, statik Kur'an anlayışını benimseyen mezhepçilere ve Kur'an'ı sadece yüzünden okuyanları, Kur'an'ı yürekten okumaya davet etmektedir.Mü'min hayatı boyunca tüm hedefi İslam dünyasının yeniden uyanışına katkıda bulunmak olmuştur. Muvahhid bu yolda pek çok orijinal fikir ortaya koymuştur. Çünkü orijinallik yeniden doğuşun şartlarından birisidir. Muvahhidlere göre orijinal olan Kur'an'ın gösterdiği, onun çizdiği ve ortaya koyduğu hidâyet ve hayat şeklidir.Zaten o her fırsatta başkalarını taklit etmek yerine yeniden Kur'an'a, İslam'ın temel ilkelerine dönmenin, tevhid akidesini anlamanın ve yaşamanın gerekliliğini vurgular. Mü'mine göre insanlar, Kur'an'ın güzel ahlak ve tevhid akidesinden uzaklaştıklarından dolayı sorunlar çoğalmıştır. Din adamlarının akıl ve kalbinde Kur'an ve tevhid ateşi yanmıyor, hayatlarında Resülün örnekligi yaşanmıyordur. Nitekim İslam aleminde görülen durgunluk, tembellik, anarşi ve kaos kendi suçlarıdır. Onlar Kuran'ın gerçek manasını, yani nimetlerinin önemini anlamaktan uzak kalmışlardır. Eğer Müslümanlar dünyanın nizamını yeniden kurmak istiyorlarsa, ruhu her daim yeni olan kitapların anasına yönelmelidirler. SONUÇ: Bu ümmetin ve bütün insanlığın kurtuluşu ancak Kur'an'ın anlaşılması ile mümkündür.Bununla beraber Muvahhid, Kur'an'ın ve İslam'ın temel ilkelerinin anlaşılması için modern düşünceden yararlanmanın, bilimi bu esasların hizmetinde kullanmanın gereğini idrak eder. Muvahhidlere göre Kuran tasavvurunun ana noktasında yazılı bir metin yoktur. Muvahhid, hayattan fışkıran, kalplerde ve hafızalarda taşınan (mahmul fil kulub) ve insanın hayatında ve fiillerinde tezahür eden bir Kur'an anlayışının sahibidir. Buna göre Kuran varlığın özünden gelen bir sesleniş, vicdan ve merhameti harekete geçiren bir hitap, mükemmel bir ahlak, bağlam ve bütünlüğü ile tek bir söz gibidir.Casiye-6; Mürselât-50)
24 Nisan 2021 Cumartesi
MÜ'MİNİN KUR'AN TASAVVURU:(2.YAZI)Hayatın şekil kazanması muvahhid müminin, yerine getirmek ve uğrunda çaba sarf etmekle görevlendirildiği ulvi gayeler, iman ve seciyelere bağlıdır.Bu unsurlara sahip olan muvahhid mümin ışık saçan güneş ve ölümsüz bir gaye için yaşamaktadır. Muvahhid mümin, hayatı boyunca Kur'an ikliminden dışarı çıkmamış, hep onun aydınlığında kalmış ve onun ufuklarında gezinmiştir. Araştırmaları geliştikçe, düşünce ufku derinleştikçe Kur'an'ın ölümsüz bir kitap, ebedi bir irfan kaynağı, mutlulukların temeli, açılmaz kilitlerin anahtarı, çözülmez meselelerin cevabı, hayatın kanunu, karanlıkları aydınlatan meşale olduğuna imanı artmıştır. O, müminleri ve diğer bütün insanları Kur'an üzerine düşünmeye, onu gerçekten anlamaya, araştırmaya, asrın problemlerini onunla halletmeye, medeniyetin buhranlarını onunla çözmeye bu hayatın hikmetleriyle düzenlemeye davet eder. Merhamet ve adalet bahşetmek üzere indirilmiş bu kitab-a gereken ilgiyi göstermeyenleri yüce Rabbimiz bir çok âyette kınar. Hayatı doğrudan doğruya Kur'an'ın hikmetiyle düzenlemeyen milletlerin hep zelil olduğunu haber verir.Muvahhid Mü'mine göre Kur'an, hakkı arayanların ve hak peşinde koşanların en büyük sermayesidir.Muvahhid'in her şeye can ve kemal veren hayat kitabını okuyuşu mukallid insanların okuyuşundan farklı olmuştur.Muvahhid müminin Kur'an okuyuşunun ilâhi sözün işitilmesi ya da vahyin kalbe inişi şeklinde kalbî ve tecrübi bir anlayışa dayandığı gayet açıktır.Muvahhid, lafızlarıyla yetinen insanların Kur'an'ın ahenk ve musikisiyle meşgul olacağını, halbuki Allah'ın kelamının âdeta Rahman ve Rahim olan Yüce yaratandan işitiliyormuş gibi bizatihi tecrübe edilmesini arzu eder.Muvahhid, Kur'an'a hikmet, akıl ve tefekkür ile yoğunlaşmadıkça ne Râzi ne de Keşşaf yazarının hatta hiç kimsenin Kur'anın kilidini açamayacağını bilir.Muvahhid mü'min, Kur'an'ın sadece Müslümanların değil, insanlığın tek rehberi olduğuna iman eder.Kur'an ilâhi kelamdan ibaret olduğu için, potansiyel olarak bütün evrensel hikmetleri ihtiva eder.Muvahhid Müslüman, Kur'an'ın Allah'ın ilmiyle nazil olduğunu bildiği için muhteşem bir örgü ve şaşmaz bir sisteme sahip bulunduğunu yakinen kavramıştır.
HAMD" İLE "ŞÜKÜR" KAVRAMLARIİnsanın etrafında olan ve onu çevreleyen maddi nimetler için Yüce Allah kullarından şükretmelerini istemektedir. "Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, siz gerçekten Allah'a kulluk ediyorsanız O'na şükredin" (Bakara- 172 )"Doğrusu biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim vasıtaları verdik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz"(Âraf- 10 )"İçinden taze et (balık) yemeniz ve takacağınız bir süs eşyası çıkarmanız için denizi emrinize veren O'dur. Gemilerin denizde suları yara yara gittiklerinide görüyorsun. Bütün bunlar onun lütfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir"(Nahl- 14)"Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredeseniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi" (Nahl-78 )İnsanın elinin ulaşmadığı yani gücünün dışında kalan nimetler için hamd kavramı kullanılmaktadır."Hamd gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. (Bunca âyet ve delillerden) sonra kâfir olanlar hala (ilahları) Rableri (olan Allah) ile denk tutuyorlar"(En'am-1)"Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan her şey O'nu hamd ile tesbih eder. O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, halimdir bağışlayandır"(İsra-44)Aynı zamanda Kur'an, cennete giriş, cehennem azabından kurtuluş ve birer manevi nimet olan İslâm, tevhid, iman, hidâyet gibi kavramlar içinde şükür değil, hamd kavramını kullanmıştır."İman edip salih ameller yapanlara gelince, imanları sebebiyle Rableri onları nimet dolu cennetlerde, alt tarafından ırmaklar akan saraylara erdirir. Onların oradaki duaları"Allah'ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!" (sözleridir) Orada birbirleri ile karşılaştıkça söyledikleri ise "selam"dır.Onların dualarının sonu da şudur. Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur"(Yunus-9,10)"Onların mükâfatı, içine girecekleri adn cennetleridir. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Orada giyecekleri elbiseleri de ipektir. (Cennette şöyle) derler: Bizden her türlü tasayı gideren Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayan şükrün karşılığını verendir" (Fatır-33,34)"Cennette onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Ve onlar şöyle derler: "Hidayetiyle bizi bu cennet nimetlerine kavuşturan Allah'a hamd olsun! Allah bizi (vahiy'le) hidayete iletmeseydi kendiliğimizden hidayeti bulacak değildik. Gerçekten Rabbimizin Resülleri hakkı getirmişler" Onlara: İşte size cennet; yapmış olduğunuz amellere karşılık ona varis kılındınız diye seslenilir"(Âraf-43) Kur'an'da göklerin ve yerin yaratılmasında "hamd" kavramı kullanılırken,(Fatır-1; Sebe-1; Rum-17,18; Lokman-25)İnsana verilen kalp, göz, kulak gibi nimetler için "şükür" kavramı kullanılmaktadır.(Nahl-78; Müminün-78; Secde-9; Mülk-23)"Hamd" kavramı, yüce Allah'ın sonsuz güç ve kudretini temsil ederken, "şükür" ise, Allah'ın nihayetsiz rahmet ve merhametini temsil ediyor."Hamd" dil ile ve sadece Allah'a yapılması gereken bir emir iken, (Neml- 59, 93; Ankebut- 63) "şükür" ise fiil ve amellerle hem Allah'a hemde ana- babaya yani insanlara da yapılan bir görevdir.(Lokman-14)Kur'an da şükür tevhid anlamında da kullanılır."De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) sizi kim kurtarır ki? (o zaman) O'na gizli gizli yalvararak "Eğer bizi bundan kurtarırsan andolsun şükredenlerden olacağız" diye dua edersiniz. De ki: Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra yine ona şirk koşarsınız"(En'am-63,64)Yukarıdaki âyette tehlikeden kurtarıldıktan sonra şükredileceğine şirk koşuluyor."Sizi bir tek candan yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini yaratan O'dur. Eşi ile birleşince eşi hafif bir yük yüklendi. Onu bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, Rableri Allah'a: Andolsun bize kusursuz bir çocuk verirsen muhakkak şükredenlerden olacağız, diye dua ettiler.Fakat Allah onlara kusursuz bir verince, kendilerine verdiği bu çocuk hakkında Allah'a şirk koştular. Allah ise onların şirk koştuğu şeyden yücedir"(Âraf-189,190) Âyetlerde genellikle inanç ve fiilden yani salih amellerden sonra şükür kavramı geçmektedir.Yani şükür dil ile yapılan bir şey değil, inanç ve fiille ilgili bir durumdur.Mesala: "... Ey Davut ailesi salih amellerle şükredin. Çünkü kullarımdan şükreden azdır"(Sebe-13)Mesala: Zengin olan kimselerin infak yapmaları şükür sayılır.Şükür, her insanın yüklendiği görev ve sorumluluk bilinciyle ilgili bir durumdur.Babanın şükrü, evlatları arasında adaletsizlik yapmamak, çocuklarına hanif İslam'ı ve güzel ahlâkı kazandırmak olacaktır.Çocukların şükrü, ana-babaya saygılı olmaları, onları üzecek söz ve davranışlardan kaçınmaları, onlara karşı tevazu ve merhamet kanatlarını germeleridir.İş insanlarının şükrü, işçilerin ücretlerini eksiksiz vermeleri, çalışanların sosyal ve güvenlik haklarını tam olarak yerine getirmeleridir.İşçi ve memurların şükrü, görev ve sorumluluklarını yerine getirmeleri ve işlerinde ihanet etmemeleridir. Mesala: Hakimler adil oldukları zaman hakkıyla şükretmiş sayılırlar. Mesala: Devlet adamları emin oldukları zaman Allah'a şükretmiş olacaklar.Mesala:. Rivayet ve mezhebleri reddedip sadece Allah'a yani vahye dâvet edenler ilimlerinin şükrünü yerine getirmiş olurlar.Nebi ve Resüllerin şükrü, Allah tarafından indirilen vahyi içine bir şey eklemeden ve bir şey çıkarmadan tebliğ etmeleridir.Mesela: "De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?( Ey Nebi!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun ( bilfarz) Allah'a şirk koşarsan amellerin mutlaka boşa gider ve husranda kalanlardan olursun! Hayır yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol"(Zümer-64,65,66)Mesela:"Ey Musa! Ben mesajlarımla ve sözlerimle seni insanlara seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol"(Âraf-144)"Lut'un kavmi de uyarıcıları yalanladı. Bizde üstlerine taş yağdıran bir fırtına gönderdik. Ancak Lut ailesi müstesna, katımızdan bir nimet olarak onları seher vaktinde kurtardık. Biz şükredenleri işte böyle mükafatlandırırız"(Kamer--33,34,35)Kur'an'da yüce Allah'ın "hamid" sıfatı "ğani" yani zengin sıfatıyla birlikte geçerken, "şekür' sıfatı "gafur" yani "bağışlayan, mağfiret eden" ile birlikte geçmektedir.Dolayısıyla hamd, dış dünya ile ilgili bir kuvvet ve kudret olurken, şükür, insanın iç dünyasıyla yani yaşadığı hayat ve çevre şartlarıyla ilgili bir durumdur. Hamd canlı nansız bütün varlıklar ile ilgili bir tesbih iken, (İsra-44) şükür, sadece insanlarla ilgili bir amel ve önemli bir ibadettir.
23 Nisan 2021 Cuma
NASIL BİR MİRAS BIRAKMALI: (3.YAZI)Tevhid'i miras olarak bırakmak o kadar önemli ve hayati bir mesele ki, tevhid akidesi olmayınca bütün dinler eşit olur.Yani dinleri birbirinden ayıran tek şey tevhid, dinleri birbirine eşit hâle getiren şey ise şirktir. Adı ne olursa olsun bir dinde tevhid yoksa yani yüzde yüz Kur'an'a dayanmıyorsa o din kesinlikle şirk olacaktır.Dolayısıyla, Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Kâfi, Şafi, Mâliki, Hanbeli ve Ebu Hanife ve diğerlerinden bize miras olarak intikal eden din Allah'ın hâlis dinî olan İslam olamaz.Dinin İslâm olabilmesi için tümünün Kur'an'a dayanması yani Allah'a özel kılınması gerekir.Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarında bulunan din, baştan sona kadar yalan ve iftira olan uydurma evliya ve ilahların şirk dinidir.Eğer Ehli Sünnet ve Şia âlimleri sadece Kur'an'dan beslenmiş olsalardı, ümmeti dünya hayatında cehennemin mutfağında yaşamaya mahkum etmeyeceklerdi.Ehli Sünnet ve Şia âlimleri, Allah'ın çağlar üstü, evrensel mesajını ve Elçilerin tebliğ görevini anlayamadılar.Şia ve Ehli Sünnet âlimleri, Resüllerin bıraktığı mirasa bedel olarak dünyevi ve beşeri, Allah indinde hiç bir önemi olmayan, boş ve batıl bir dâvâyı kendilerine rehber edindiler.Halbuki Allah'ın sonsuz ilminden, bir sistem ve hidayete bağlı olarak inen Kur'an kavramlarını kıyamete kadar tüketecek değillerdi.Yüce Allah, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın yerine Kur'an idealini kalbinde ve benliğinde yaşatacak nesilleri yaratmaya kâdirdir.İbrahim dedi ki:"Ben hanif olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim""Kavmi onunla tartışmaya girişti" Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam" "Ancak, Rabb'imin bir şey dilemesi hariç" "Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hala ibret almıyor musunuz?"Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım!"Şimdi biliyorsanız söyleyin, iki gruptan hangisi güvende olmaya daha layıktır?(İki gruptan maksat Allah'ı bir kabul eden muvahhidler ile ona ortak koşan Müşriklerdir. Ahirette Allah'ın azabından Emin olmaya hangisi daha layıktır?) Bir sonraki âyet buna cevap vermektedir."İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlara doğru yolu bulanlardır."İşte bu, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz dillerimizdir""Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz""Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir""Biz O'na İshak ve (İshak'ın oğlu) Yakub'u'da armağan ettik: Hepsini de doğru yola ilettik. Daha öncede Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik. Biz İyi davrananları işte böyle mükafatlandırırız. Zekeriya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da doğru yola iletmiştik. Hepsi de iyilerdendi. İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut'u da hidayete erdirdik. Hepsini alemlere(insanlara) üstün kıldık. Onların babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarına da (Üstün meziyetler verdik)Onları seçkin kıldık ve doğru yola ilettik. İşte bu, Allah'ın hidayetidir. Kullarından dileyeni ona ona iletir Eğer onlar da Allah'a şirk koşsalardı yapmakta oldukları amelleri elbette boşa giderdi."İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet ve Nübüvvet verdiğimiz kimselerdir. Eğer onlar bunları(Allah'ın ayetlerini) inkâr ederse şüphesiz yerlerine bunları inkâr etmeyecek bir toplum getiririz. İşte o Nebiler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. Deki: Ben buna (elçilik görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu Kur'an'ın âlemler(İnsanlar) için ancak bir öğüttür"(En'am- 79/90)Tevhid'i miras olarak bırakmak neden çok önemlidir?Çünkü günahlar içinde ahirette Allah'ın affetmeyeceği tek günah şirktir. Rahman ve Rahim olan Allah şöyle buyuruyor."Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah ile Allah'a iftira etmiş olur"(Nisa- 48,116)"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ona yaraşır bir şekilde sorumluluk bilincine sahip olun ve ancak Müslümanlar(Muvahhidler) olarak can verin"(Âli İmran-102)Şimdi yukarıda bulunan iki âyeti bağlam ve bütünlüğü içinde anlamaya çalışalım. Yüce Allah'ın "benim huzuruma şirk ile gelmeyin" (Âli İmran-102) sözünün ne kadar doğru ve yerinde olduğunu göreceğiz.Yusuf (a.s) ı dinleyelim."...Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim dostumsun. Beni müslüman (muvahhid) olarak vefat ettir ve beni sâlih kullar arasına kat" (Yusuf-101)Kur'an'ı Mübin'de geçen "İslam "kelimesi ve türevlerinin hepsi "tevhid" yani sadece Allah'a teslim olma yani sadece Kur'an'a iman etme anlamında kullanılmıştır.Kur'an'a tevhid eksenli yaklaşmayan ondan bir şey anlamaz.Dolayısıyla Kur'an'da geçen "İslam, ihlas, ihsan, ibadet, ilim, hidayet, sırat-ı müstakim gibi kavramlara "tevhid "anlamı yüklemeyenler, Kur'an'ı gerçek olarak anlayamazlar.
MÜ'MİNİN KUR'AN TASAVVURU:(1.YAZI)Kuran'ı Mübin, muvahhid mü'minin hayatına hiç bir kitabın ve şahsiyetin yapamadığı tesiri yapmıştır. Muvahhid, İlâhi hitaba yeni Müslüman olmuş birinin yönelişi ile yönelmiş, Kur'an'ı atalarından mal mülk şeklinde devralan bir mirasyedi tavrında hiç olmamış, dünyada pek çok kimsede bulunmayan bir araştırıcılık ve sevgiyle Kur'an'ı okumuş ve anlamıştır.(Râd-36)Muvahhit mü'min, Kur'an âleminde yaşayıp yeni şeyler göremeyen ve keşfedemeyen Müslümanlara hayret ediyor, Kur'an'ın manalarının her an keşfedileceğini hatırlatıyordu.Muvahhid mü'minin Kur'an âlemindeki keşif ve buluşu, kaybolmuş insanlığın keşfedilişi ve zâyi olmuş insani değerlerin buluşudur. Zira ister dün olsun isterse bugün olsun insanlığı kaybolmuş ve insanlığın değeri yok olmuş dünyada hayır oktur. Oysa dünyanın Kur'an insanına olan ihtiyacı yeni kıtalar ve meçhul topraklara olan ihtiyacından çok daha elzemdir. Muvahhidlere göre aranan ve özlenen nesil Kur'an müslümanlarıdır. Akif'in deyimiyle"Doğrudan Kur'an'dan alarak ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı" idealini özlüyor ve bunu kendisine tam olarak dert ediniyordu. Zira Kur'an gerçeği, Müslüman aleminin değişmeyen sabit hidayet, rahmet ve gerçeğidir. Onun imanı hak dairenin sabit noktasıdır. Onun dışındaki her şey, kaybolan, solan, köpük, hayal, aldatan, serap gibidir. Başka bir ifadeyle maddi âlemde onun dışında her şey bir vehim, bir tılsım bir mecazdır.Doğrusu Kur'an âleminde Müslüman, hakkın sırlarından bir sır, dünyanın direklerinden bir direk ve insanlığın muhtaç olduğu hayati bir ihtiyaçtır.Muvahhid mümin yaşamaya, zafere ve yücelmeye müstahaktır, hatta onun yaşaması ve büyümesi bu alem durdukça en önemli şarttır, farzdır.Bu yüzden muvahhid müminin dünyadan kopması ve helak olması Allah'ın izniyle asla mümkün olmayacaktır. "... Allah kâfirler için müminler aleyhine yol vermez"Nisa-141)"Hiç şüphesiz Resullerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında, hem de şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz"(Mümin- 51)
22 Nisan 2021 Perşembe
ALLAH DİLEDİĞİNE Mİ HİDÂYET EDER DİLEYENE Mİ? Yüce Allah, vahiy indirmekle insanların iradelerini zor ve baskı ile etkilemenin önüne geçmiştir. Yani vahiy'den bağımsız olarak, yani indirmiş olduğu âyetlerden ayrı olarak insanın iradesine doğrudan müdahale ederek onu hidayete ulaştırmaz.Dolayısıyla yüce Allah, hidayet ve dalaletle yani sıratı müstakim veya sapkınlık için insanların iradelerini Kur'an haricinde etkilemekten münezzehtir. Kitap ve Resul göndermesinin sebebi budur "Yerine göre müjdeleyici ve uyarıcı olarak Resüller gönderdik ki insanların Resüllerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah izzet ve hikmet sahibidir"(Nisa-165)"Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah'a göre kolaydır"(Hadid- 22)Yukarıdaki âyette bulunan "kitapta yazılı olma" vahiy'le insanların iradelerine sunma yani imtihana tâbi tutma anlamına gelmektedir."Size isabet eden her hangi bir musibet, kendi yaptığınız şeyler yüzündendir. O, bir çoğunu da affediyor"(Şura- 30)Onlar, başlarına bir musibet gelince şöyle derler: “Biz, Allah’a aitiz, biz O’nun huzuruna çıkacağız”(Bakara- 156)Yukarıdaki âyet, "insanın dayanma gücünü sınama ve kalitesini artırma" anlamına geliyor."Bize, bu dünyada da iyilik yaz âhirette de. Şüphesiz biz sana yöneldik” (Allah) Dedi ki: “(Azap edilmesi) gerektiğine karar verdiğim kişiyi azabıma çarptırırım, rahmetim ise her şeyi kaplamıştır. Onu sorumluluk bilincine sahip olanlara, arınanlara ve âyetlerime güvenenlere yazacağım"(Âraf-156)Şâe = شاء= fiilinin kökü, “bir şeyi var etme” anlamında olan şey =شيء’dir. (Rağıb el-İsfahani- Müfredât)Yüce Allah her şeyi, bir ölçüye göre yaratır. "Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık"(Kamer-49)"...O'nun indinde her şey bir ölçü iledir"(Ra’d-8) Kur'an, sınama ilgili konuları hayır ve şer diye ikiye ayırmıştır. "Her nefis ölümü tadıcıdır.Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de sınarız ve siz ancak bize döndürüleceksiniz"(Enbiyâ-35)Yüce Allah "insanların küfrüne razı olmaz...(Zümer- 7) Mutlak rahmet ve mağfirete sahip olan Allah, "insanların hidayet üzerinde olmalarını ister..." (Nisa-26,27,28) Fakat adalet ve imtihan gereği, sadece gerekeni yapıp vahye iman eden yani emirlerine uyan kişiyi hidâyete ulaştırır. Kur'an'ın şu evrensel ilkesi çok önemlidir.Allah vahiy'den bağımsız olarak yani indirmiş olduğu âyetlerden ayrı olarak, direkt insanların iradesine müdahale ederek hidayete ulaştırmaz.Hidayete ulaşmanın tek çaresi ve yegane yolu Allah tarafından indirilen ve Resulün dilinde hayat bulan Kur'an'dır."İşte böylece biz o Kur'an'ı açık seçik âyetler halinde indirdik. Gerçek şu ki Allah dileyen kimseyi hidayete ulaştırır"(Hac-16)"Allah bir toplumu hidayete ilettikten sonra sakınacakları şeyleri (vahiy'le) kendilerine açıklayınca kadar onları (vahiy'den bağımsız olarak) saptıracak değildir. Allah her şey çok iyi bilendir)Tevbe- 115)"... Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi. Rızasına tâbi olanı Allah onunla hidayet yollarına iletir ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir-(Mâide-14)Yüce Allah'ın bir şeyi bilmesi, kulunun fiilleri üzerinde bir etkiye sahip olduğunu göstermez.Çünkü kul tamamen inanç ve amellerinden sorumludur."... Onlara: İşte size cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona varis kılındınız diye seslenilir"(Âraf-43)"Öyle ya, mümin olan yoldan çıkmış fasık kimse gibi olur mu? Bunlar elbette bir olamazlar. İman edip de, salih ameller işleyenlere gelince, onlar için yaptıklarına karşılık olarak varıp kalacakları cennet konakları vardır. Yoldan çıkan fasıklar ise, onların varacakları yer ateştir. Orada her çıkmak istediklerinde geri çevirirler ve kendilerine: Yalandır deyip durduğunuz cehennem azabını tadın denir"(Secde-18,19,20) Yüce Allah kulunun her kararını takip eder ve onu kayda geçirir. Uygulayabilmesi için gereken şartları yaratır" (Hadid-22)Yüce ve büyük olan Allah kulların yaptıkları amellerin iyi mi yoksa kötü mü olduğunu, vahiy'le ilham eder yani Resül vasıtasıyla bildirir. (Şems-7-10) Hidayette olmak isteyenin gönlünü İslam’a açar. Yoldan çıkmak isteyen inatçı zorbaların gönlüne de öyle bir daralma gelir ki, semâya tırmanıyormuş gibi olur"(En’âm-125)Bu konuda şu iki âyet önemlidir."De ki: Rabb'im adaleti (tevhid'i) emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi sadece ona çevirin ve dini Allah'a özel kılarak yalnız ona yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi yine ona döneceksiniz. O bir grubu (vahiy'le) doğru yola iletti. Bir grub da (vahiy'den yüz çevirmekle) sapıklığa müstahak oldular. Çünkü onlar Allah'ı bırakıp (yanında, ötesinde, berisinde) şeytanları kendilerine evliya edindiler. Böyleyken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar"(Âraf-29,30) Demek oluyor ki, bütün bu âyetlere göre şâe = شاء fiilinin öznesi Allah olursa “koyduğu ölçüye göre yarattı, gerekli kılsaydı, iradelerine ipotek koysaydı, zorla yaptırsaydı” insan olursa “Allah’ın koyduğu iki ölçüden birinin gereğini yaptı” anlamlarına gelir.Mesala: "velev şee rabbüke leémene men filardi küllühüm cemian..."Meali: "Rabbin (iradelerine ipotek koyarak- zorla yapsaydı) yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederdi..." Fakat böyle bir şey istemedi.Böyle bir manaya geldiğini âyetin ikinci cümlesinden anlıyoruz."Efeente tükrihunnése hatté yekünü mü'minine""O halde sen, (Ey Nebi!) iman etmeleri için insanları zorlayacak mısın"(Yunus-99)Yani Allah, insanların iradeleri üzerinde bir zorlama yapmaz iken, onları zorla imana yönlendirmezken, Ey Nebi! senin böyle bir şeye tevessül etmen asla olacak bir şey değildir. Böyle bir şey yapmaya hakkın da yok, yetkin de yoktur.Senin görevin sadece vahyi tebliğ etmektir.Bu durumda şâe = شاء= fiili için en uygun anlam, “ bir şeyi var etmek, gerekeni yapmak-zorla irade etmek-etmemek, dilemek” gibi, anlamlara gelmektedir.Mesala: "Allah gerekli kılsaydı, zorla irade etseydi hepinizi tek bir tek ümmet yapardı. Ama Allah, (vahiy sayesinde) dileyeni sapkınlıkta dileyeni de hidayete ulaştırır. Yaptıklarınızdan elbette sorumlu tutulacaksınız.” (Nahl-93)Âyette geçen "vele tüselünne ammé küntüm te'melune" "amellerinizden mutlaka sorumlu tutulacaksınız" cümlesi çok önemlidir.Dolayısıyla Ehli Sünnet âlimleri İslam dinine yanlış kader inancını yerleştirmek maksadıyla şée = شاء= fiiline yanlış bir anlam yükleyerek insanın iradesini tamamen devre dışı bırakmışlardır.Bu mana ile onlarca âyetin mealini tahrif ederek Kur'an'ın sistemini bozmuşlardır. Bu yanlış sistemde yukarıdaki âyetin meali şöyle olmuştur:“Allah dileseydi hepinizi tek bir ümmet yapardı. Ama O, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola eriştirir. Bütün yaptıklarınızdan elbette sorumlu tutulacaksınız.Anahtar cümleyi tekrar etmekte fayda görüyorum."Allah vahiy'den bağımsız olarak yani Kur'an haricinde direkt olarak hiç kimseyi hidâyete ve sapıklığa zorlamaz.Hidâyete ulaşmanın veya sapıklığı hak etmenin tek ölçüsü Allah tarafından indirilen vahiy'dir.İşte âyetler."De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden hak (Kur'an gelmiştir. Artık kim doğru ile gelirse ancak kendisi için gelecektir. Kimde saparsa o da ancak kendi aleyhine satacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim.(sadece vahyi tebliğ etmekle memurum) ( Ey Nebi!) Sen sana vahyedilene tabi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"(Yunus-108,109)"Kim bir iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün her türlü korkudan emin olurlar.(Rablerinin huzuruna) kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar. (Onlara) "Ancak yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz!" denir. De ki: Ben ancak, bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine- ki o burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum. Her şey zaten O'na aittir. Bana Müslümanlardan olmam ve Kur'an okumam emredildi. Artık kim hidâyete gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kimde saparsa ona de ki ben sadece uyarıcılardanım""Neml-89,90,91,92)(Ey Nebi!) De ki: Eğer (haktan) saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer hidayeti bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği Kur'an sayesindedir. Şüphesiz o işitendir yakın olandır"(Sebe-50)
21 Nisan 2021 Çarşamba
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(21.YAZI)"Sevgili arkadaşlar!Ali aydın gayet güzel açıklama yapmış. Yorumlarda hala şöyle dendiğini okuyorum."Nikahıma müslüman gibi Allah'ın şahit olmasını istiyorum"Bu trajikomik bir düşünce yapısı, inanın çok üzülüyorum. Yazıda açıklanmış zaten, misal olarak Firavun nikah kıyarken Allah adına mı nikah kıydı? Firavun Allah mı dedi? Ebu Leheb Allah mi dedi?Yoksa nikahını o inanmadığı Nebi (a.s) a mı kıydırdı? Lütfen kendinize güldürmeyin biraz mantıklı, biraz tutarlı olun ve Kur'an-ı okuyun.Bilip bilmeden her yazının peşine düşüp karşı gelmeyin"(Tevfik Güler-"Dinî nikah diye bir şey yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Yüksel Dikgöz! Kur'an'ın sahibi olan yüce Allah bir çok âyette ''Kur'an size yeter'' buyuruyor.Mürşit edindiğin müşrik profların da, ehli sünnetin de, tasavvufun da, muhaddislerin de, ravilerin de senin olsunlar, hayırlarını gör.Deve sidiğinin şifa olduğunu söyleyen de ehli sünnetci bir akademisyen!.(Ali Gülşen- "dinî nikah diye bir şey yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Kardeşim!Emeğine sağlık.Problem, diyanetin, din adamlarının ve vatandaşın bire bir muhatabı olan bazı cahil cami imamlarının “dini nikah olmadan yapılan evlilik zinadır“ şeklindeki söylemleri ve hatta doğacak çocuğun “piç” olur yaygarası yüzünden dinî nikah saf insanların olmazsa olmazı haline gelmiş ve dini menfaatleri doğrultusunda kullanmışlardır! Sevgiler" (Hüseyin Bostan- Dini nikah diye bir şey yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Yüksel Dikgöz!Tüccar Cübbeli'nin adamısın.Sizinle muhatap olunmaz.Sizin dininiz size, bizim dinimizde bize.Bakalım mahkeme'i kübra'da hangimiz yanılmışızdır. Yüce Allah, Ali Aydın hocamızdan razı olsun"(Antoine Dogan Akansu- "Cübbeli Ahmed" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Yüreğinize sağlık hocam! Kimi uyarmaya kalksam hurafelere daha sıkı sarılıyor.Yüz yıllarca yıkanan beyinleri birden açmak mümkün mü?Selamlar"(Cüneyt Vural- "Yalnız yaşayanlardan değil ölülerden de çekeceğimiz var" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Erdogan Hancı kardesim!Varsa bu fikirleri çürütecek bir yazın paylaşın.İnsanlar ona uysun.Bu yazıları okuyan her kesin düşünme kabiliyeti vardir elbet.Ama biz ne yapiyoruz bir yanda Allah'ın kelamını tebliğ eden biri.Öbür yanda camur atan mı desen, küfür eden mi desen."Arkadaslar! Bu insanlar hoca degil, uymayın" sloganı atan mı desen.Bu nasil bir insanlıktır ki, Allah'ın kelamını bizlere takdim eden zatlara böyle hakaretlerde bulunuyoruz.Bu insanlığın en dip noktasi olması gerek.Selametle"(Orhan Memisoglu- "Kur'an'sız din" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------------"Neşet Yüksel kardeşim! Bizim çevrede dini nikahı olmayana zina yapıyor ve helali değil derler ve bunu da din adamlarından başkası dememiştir.İnsanlar sana-bana inanmaz, hocalara inanır! Size daha çok örnek verebilirim ki, Kur'an'da geçen "defteri sağdan verilecekleri" sağcılar zannediyor ve solcuların kitabı soldan verileceğini" inanmak gibi bir şey! Kardeşim! Ümmette uygulanan ve sadece namaz ve oruca indirgenen din, Allah’ın dinî, düzeni, kuralı olabilir mi? Allah aklını kullan diyor.Sevgiler"(Hüseyin Bostan- "dinî nikah diye bir şey yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------------"Dinin, Allah Resulü'nden hemen sonra başlayan uydurma rivayetlere dayalı tahrifatı sonucu ortaya çıkan iki sapkın fırka olan Ehl-i Sünnet ve Şia'nın aslında İslam dini ile hiçbir alakası yoktur. Bunlar, tevhid esaslı ve sadece Kur'an'a dayalı hak dinden temel ilkeleri ve inanç sistemleri bakımından tamamen ayrı, şirk esaslı müstakil birer batıl din haline gelmişlerdir. Şiilikteki imamet inancı neyse, Ehl-i Sünnette de Nebi dışında, Nebi'nin varisi sayılan alim, imam, şeyh, gavs, hoca gibi ifadeler de aynı konumdadır. Her iki din de temelde Kur'an'dan kopuk, tevhid esasından uzaklaşmış, uydurma rivayetler üzerinden kurgulanmış, şirke dayalı sapkın inançlar üzerinden temellendirilmişlerdir..Çok değerli bu bilgileri paylaşmanız, hak din adına çok önemlidir.Hocam! Elinize, emeğinize sağlık, Allah razı olsun. Selam ve saygılar sunarım"(Faruk Fidan- "Şiilik ve Sünnilik" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Rivayet ve rüya aynı manada iki varsayim. Kişininse gerçekçiliği veya yabancılığı aynı şeye dayanır. Tamamen hayal ürünü olan iki konu. Yorumlar iki manadada aynı kapıya çıkar. Falanca böyle dedi, filanca böyle yorumladı. Suyu gidip, asıl kaynağından içmiyoruz veya çok uzaklarda görüyoruz. Hazıra konuyoruz.Tabiatıyla bu da bizi yanlışa ve şirke götürüyor. Asil kaynak, Allah'ın kitab'ı dururken, uydurulmuş hadislere ve aslı astarı olmayan rivayetlere baş vurmak ve ona dayalı bir din yaşamak büyük bir yanlış. Rivayet deyip konuyu taca atıp işin içinden çıkıyor. Sende körü körüne buna inanıp amel ediyorsun.Rivayet, yalancılıktır, işgüzarlıktır. Rüyanın bir kısmıdır. Dini saptırmaktır. Rivayet: Söylenti demektir. Her söylentide yalandır. Al sana rivayet. Yalan yamalak bir konu"(Osman Bulut)------------------------------------------------------------Şia, mitolojiyle beslenen ağıt kültürünün, islam kisvesine büründürülmüş halidir.. Diğer yandan, Ehl-i Sünnet de cehalet ve korkuyla yoğrulmuştur.İstismar ve şirkin birçok türevini içinde barındırır..Aralarındaki en büyük fark ise, "dünya hayatını" -Şia'nın ağıt (ağlama-azap)-Sünni'nin ise mal ve makam yarışı olarak görmesidir"(Arif Kılıç- "Şiilik ve Sünnilik" adlı yazıya yaptığı yorum)
MEHDİ ZUHUR ETMEYECEK, İSA ( A.S) İNMEYECEKTİR. İslam dininden başka neredeyse bütün dinlerde ve inançlarda bir kurtarıcı (mehdi) beklentisi mevcuttur. Fakat Kur'an dini olan İslam, aklın ve ilmin kabul etmediği bu gibi hurafe ve efsaneleri kabul etmez. Bu konuyu âyetlerin ışığı altında aydınlığa çıkarmak mümkündür. Allah Resulü'nden sonra hangi şartla olursa olsun asla Nebi ve Nübüvvet'e bağlı Resul gelmeyecektir. Bu aynı zamanda itikadi bir konudur. Yani İsa (a.s) ın ineceğini söylemek ve buna inanmak Kur'an'ın hidayetine olan imansızlığı ortaya çıkarır. Kur'an'ın yüzlerce âyetine göre ümmetin kurtuluşu, tevhid, infak, güzel ahlak ve salih amellere bağlanmıştır. Nebi ve Resul dahi olsa kurtuluş şahsiyetlere bağlanmamıştır. (Âli İmran-144)İslam dininin bu konudaki yasası şudur. "...Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onların durumunu değiştirmez"(Ra'd-11)"Oysa bir toplum kendi özündekini değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti değiştirmeyecektir..."(Enfal-53)Kur'an'a göre İsa (a.s) vefat etmiştir. (Âli İmran-55; Mâide-116,117)Mehdi inancı ise Mecüsi'likten Şia'ya, Şia'dan Ehl-i Sünnet'e intikal eden dünyanın en garip uydurmalardan biridir. İsa (a.s) ın ineceğine, Mehdi'nin!!! zuhur edeceğine inanan biri Kur'an'ın ilminden, aklından ve hikmetinden hiçbir şey anlamamıştır. Bir insan bu derece Kur'an'ın ahlakından uzak olamaz. Müslüman, ilim, akıl, tefekkür, feraset ve basiret sahibidir. İsa (a.s) ın nüzülüne yani âhiretin sonunda geleceğine delil olarak gösterilen iki âyetin çözümü şu şekildedir. Birinci âyet "Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce ona (İsa'ya) muhakkak iman edecektir. Kiyamet günü de, onlara şahit olacaktır"(Nisa-159)İkinci âyet "Şüphe yok ki o (İsa) kıyametin kopacağının bilgisidir. Veya diğer bir kıraate göre "alametidir" Ondan (kıyametin kopacağından - öldükten sonra dirilmeden) şüphe etmeyin ve bana uyun. Çünkü bu dosdoğru yoldur"(Zuhruf-61)Birinci âyet yanlış anlaşılmaya müsait olan bir âyettir. Bu âyet Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde alınmadığı zaman büyük bir sorun teşkil edecektir. Fakat diğer halkalarla birleştirildiği zaman problem çözüme kavuşacaktır. Âyeti anlaşılmaz hale getiren ve son derece zorlarsan en büyük sebep, hadis kaynaklarında bulunan Kur'an aklından ve hikmetinden uzak uydurma rivayetlerdir. Allah'ın kelâmı olan Kur'an, rivayetlere iman edenlere ilminden ve ahlakından hiçbir şey nasip etmez. Ön yargılı olanlar Kur'an'ı asla anlayamazlar. Din ve hüküm olarak başka kaynağa iman edenlere Kur'an, hikmet hazinesinden hiçbir bağışta bulunmaz. Çünkü rivayetler, Kur'an'a karşı gönülleri ve basiretleri köreltir, hadis batağına saplanan Kur'an'a ulaşamaz. Birinci âyette söylenmek istenen şey şudur. İsa (a.s) a "Allah" diyen( Maide- 17, 72) "Allah üçtür" (Baba, oğul ve ruhu'l-kudüstür ) diyen ve onu "rab edinen" ( Tevbe- 31) her Hristiyan din adamı ile İsa'yı Allah'ın bir Resulü olarak kabul etmeyen her Yahudi din adamı ölmeden önce İsa (a.s) ın gerçek kimliğini görecektir. Yahudi ve Hristiyan din adamları İsa (a.s) ın gerçek kimliğini yani Allah'ın Resulü olduğunu gördükten sonra ölecekler. Yani Hristiyan din adamları, İsa(a.s) ın ilâh ve rab olmadığını, Yahudi din adamları da (Hâşâ) onun zina eseri olmadığını, Allah'ın kulu ve Resulü olduğunu gördükten sonra ölecekler fakat iş işten geçmiş olacaktır. Yoksa Yüce Allah insanların imanları üzerinde asla zorlayıcı değildir. Çünkü Rahmân ve Rahim olan Allah hiçbir Resul için "insanlar muhakkak ona iman edecektir" dememiştir. Kur'an'da buna aykırı çok âyet vardır.İnsanlar elçileri daima yalanlamışlardır. "İşte böylece, onlardan öncekilere her ne zaman bir Resul geldiğinde hemen; o, bir sihirbazdır veya delidir, dediler"(Tur- 55)"Biz hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kişileri: Biz size gönderilmiş olan şeyi (dini) inkar ediyoruz, demişlerdir"(Sebe-34 )Allah tarafından gönderilen bütün elçiler yalanlanmışlardır. İnsanlar canlarını teslim etmeden bazı gerçekleri göreckleri ile alakalı âyetler mevcuttur. Mesela: Firavun, İsrailoğulları'nı yakalamak için onları takip ederken denizde boğulma ile karşı karşıya kalınca iman etmişti. (Yunus- 90) Fakat öleceğini anladığı için imanı kendisine fayda vermemişti. İşte âyette "Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce (İsa'ya ) muhakkak iman edecektir" pasajı, Firavun'un imanına benzemektedir.Yani âyette geçen "mevtihi" kelimesindeki "hi" zamiri, İsa'ya değil, her Yahudi ve Hristiyan din adamına gitmektedir. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü bu manayı şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde göstermektedir. Firavun ölüm anında bütün gerçekleri müşahede etti ve sonunun nereye varacağını gördü. Halbuki daha önce Mısır'da iken "Ben sizin en yüce rabbinizim"(Nazihat- 24) diyordu.Bu konuda diğer bir âyet şöyledir. "Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: "Rabbim! der, beni geri gönder tâ ki boşa geçirdim dünyada iyi iş yapayım" Hayır! bu onun ağzından çıkan boş (bir laftan) ibarettir..."( Müminun- 99, 100)Gelelim İsa (a.s) ın nüzülüne delil olarak gösterilen ikinci âyete. "Şüphe yok ki o (İsa) kıyametin (kopacağının) bilgisidir"( Zuhruf- 61) Bu âyet manası en açık ve kolay olan âyetlerindendir. Fakat hakkın ta kendisi olan bir mesajın manası buharlaştırılıp, manasına uydurma rivayetler bulaşınca anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Kur'an'ın meali kadar tahrif olmuş bir kitab yoktur.İkinci âyetin anlamı ve vermek istediği mesaj şudur. "Ey İsrailoğulları ve insanlık âlemi! Şunu kesin olarak bilin ki, Allah gibi sonsuz kudrete ve ilme sahip bir zatın İsa'yı babasız olarak dünyaya getirmesi, kıyametin hak ve öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğuna bir işaret, bir delil, bir ilim ve bir alamettir, sakın bundan şüphe etmeyin" demek istenmiştir. İsa ( a.s) babasız doğması, ahiretin var olacağını yani öldükten sonra dirilmeyi gösteren bir nevruz çiçeği gibidir. İsa Mesih'in babasız olarak dünyayı şereflendirmesi ilkbaharı gösteren bir nevruz çiçeği gibi, öldükten sonra dirilmeyi gösteren bir kudret, bir işaret, bir alamet, bir delil ve bir çiçektir. Bu âyeti başka türlü anlamak birçok soruna yol açacaktır. Kadim tarihlerde elçilerin kavimlerine öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğuna inandırmak için Allah tarafından bu çeşit mucizeler gösterilirdi.Ashab-ı Kehf bunlara güzel bir örnektir. Allah Resulü (a.s) geldikten sonra kıyametin kopması ve diriliş ile alakalı örnekler artık aklı ve ilmi delillerle ortaya konmaktadır. Bununla alakalı onlarca âyet vardır. "Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak: Yeryüzünü, ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye kadirdir"(Rum-50)"İnsan der ki "Öldüğüm zaman gerçekten diri olarak çıkarılacak mıyım? İnsan düşünmezmi ki, daha önce o hiçbir şey değilken biz kendisini yarattık"( Meryem- 66, 67) Mehdilik inancı ve hurafesi İslam tarihinde birçok fitnelere ve kanlı çatışmalara sebep olmuş daha çok siyasi mahiyet taşıyan büyük bir yalan ve Allah Resulü adına yapılmış ahmakça bir iftiradır. Mehdi inancı ile alakalı hadis kaynaklarında geçen rivayetlerin istisnasız hepsi yalan ve uydurmadır. Bu rivayetler Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, İslam'ın evrensel özgürlük anlayışına, dinin ruhuna, Allah Resulü'nün hikmet, ahlak ve aklına aykırı bir inanç ve ilimsiz bir mahiyet taşımaktadır. Mehdi'nin insanların hidayetini sağlayacak olması, olağanüstü bir güce sahip olması, elçilerin bile tâbi olduğu ilahi yasaları ortadan kaldıran bir inançtır. İşte o yasayı açık olarak ortaya koyan bir ayeti kerime"Andolsun ki senden önce elçiler yalanlanmıştı. Onlar yalanlanmallarına ve eziyet edilmelerine karşılık sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah'ın kanunlarını değiştirebilecek hiç kimse yoktur. Muhakkak ki elçilerin haberlerinden bazısı sana da geldi"( Enam- 34) Mutlak olarak Allah'tan başka hidayete erdirici kimse yoktur.Resulleri bile hidayete erdiren onlara gelen vahiy'dir.(Sebe-50; Şuara-78; Zuhruf-27)
20 Nisan 2021 Salı
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(20.YAZI)''İbn Abbas şöyle demiştir: Allah Resulü Medine’deki (veya Mekke’deki) bahçelerden birine uğradı. Kabirlerinde azap gören iki insanın sesini duydu. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “ikisi azap görüyorlar. (kendilerince) büyük bir günah sebebiyle azap görmüyorlar. Oysa ki bu büyük bir günahtır. Birisi idrarından sakınmazdı. Diğeri ise insanlar arasında laf getirip götürürdü (koğuculuk yapardı)” Sonra bir dal istedi. Dalı ikiye ayırarak her birinin kabrinin başına bir parçasını koydu. Ona: “Ey Allah’ın Resulü! Bunu niçin yaptınız? ” diye soruldu. Şöyle buyurdu: “Umulur ki bu dallar kurumadıkça onların azabı hafifletilir” (Buhârî-Vudû:55; İbnü Mâce- Tahâret:26 ) . Halbuki Kur’an, en büyük günah olarak şirki tanımlar. O zaman niçin kabir azabını en çok çekecek olanlar şirk işleyenler olmuyor? Kabir azabı rivayetlerinin tamamı uydurmadır. Yukarıdaki idrar sıçratana kabir azabı vâdetmek din ve akılla asla uyuşmayacak bir hurafe ve cahil zihniyetin ürünüdür.Böyle bir şeyi Nebi (a.s) söylemiş olabilir mi? Bu durum ancak kendi sapkın düşüncelerine dinde yer açmak isteyenlerin Nebi'mizi alet edip iftira atmalarından başka bir şey olamaz. Bunu ancak idrar ile ilgili obsessif düşüncelere sahip takıntılı ve hastalıklı yani ''Arızalı'' bir zihniyete sahip birileri uydurmuş olabilir. . Kur’anın pek çok konuyu, ilk muhataplarının anlam dünyası çerçevesinde ele alıp simgesel ve mecazi anlatımlarla açıklamasını çoğu ulema ve müfessir hakiki anlatım tarzı sanmış, bu yanlış yaklaşım da dinin evrensel ve çağlar üstü anlam iklimine darbeler vurmuştur. Bir rasyonalite dini olan İslam, akıl ve bilim dışı bir yığın hurafeyle doldurulmuştur. Bu da hayatın kendisi olan dini, hayatın karşısına dikmiştir. Böylece din neredeyse tabii olanla yani doğal olanla mücadele ve onu engellemeye çalışma sistemi haline düşürülmüştür.İşte bu vaziyetin bir parçası olarak kabir hayatı ve kabir azabı indirilmiş dinin yani Kur'an'a dayalı dinin dışına taşınmış, uydurma ve hurafeye dayalı bir sürü rivayetler din adına doğru kabul edilip bunun üzerinden, Kur'an a rağmen, olmayan bir olgu din adına bir realite gibi kabul edilmiştir"(Faruk Fidan, "kabir azabı yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Süleyman Altıner! Sabah ve akşam ezaba ducar olmaq kabir ezabı ile elaqası yox.Firavun Musa'yı öldürmek imkanı tapmadığına göre sabah axşam daxilen ezab cekirdi ve bu ezabı Allah ona vermişdi.İkinci ezab, qiyametden sonra olacaq cehenemle.Onun tövbesi kurana göre qabul olunmadı cünki tövbe ölüm anında olmuşdu. Ayetden evelki ve sonrakı ayeti oxudukda malum olur ki Firavun'a Musa'yı öldürmek isteyib"(Məsim Haydari Qalagahlı-"Kabir azabı yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Aysel Yeten! İyiki günümüzde recm uygulanmıyor.Çakıl taşı bulamazlardı, nüfusunuzun yarısı giderdi. Keçinin heykelini dikmek lazım, bu günleri nasılda tahmin etmiş mübarek hayvan" (Mehmet- "Recm cezası" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------------"Asla bir kesinti olmuyacak, ölüm ile başlayan ve şuur kaybı olmadan süreç hemen başlıyacak, sanki uykudan uyanmış gibi, aradan geçen zaman belki milyarlarca yıl olacak ama, nasıl ki biz dünyaya gelmeden once milyarlarca sene once varoluş başladıysa buna benzer bir durum. Her insan bir enerjidir, ölümle başlayan süreç enerjinin boyut değiştirmesidir ve arada kabir hayatı denilen hayat Kur'an'a uymadığı gibi fiziksel bedenden enerji bedene geçişede uymamaktadır.Bunlar benim nacizene düşüncelerim"(Mustafa Karakaş, "kabir azabı yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum"---------------------------------------------------------"Uydurulmuş din tüccarları ile cihad etmek tevhid ehlinin en büyük görevidir. Özellikle hemen her paylaşıma dalan cemaat trollerine göz açtırmamak, cevaplarını yanıtlamaktan geri durmamak gerekiyor"(Cahit Gören)-----------------------------------------------------------"Ali Aydın! Değerli hocam! O olağanüstü mesajı olağanüstü bir şekilde bizlere sunan, siz değerli hocamızdan da Rabbim razı ve memnun olsun. Konuşana değil konuşturana bak!Selam ve saygılarımı sunarım"(Davut Yazici)"Hocam! Allah senden razı olsun.Ama cahillere bu kadar açık ve net delil olasına rağmen, yine de inatla kabir azabı var diyorlar.(Süleyman Yaşar Erol- "kabir azabı yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Ali Hocam!Yine yürekli ve bir okadar da bilgi yüklü bir paylaşım olmuş. Bu ve benzeri paylaşımları yapabilen az sayıda din bilgini güzel insanlardan en mütevazi ve en alçak gönüllüsü olarak sizi saygıyla selamlıyorum. Allah razı olsun"(Hayri Sipahi- "Kur'an'sız din" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------------"Hocam!Diyecek söz yok, bu yazdıklarınızın çok azını bile akledemeyenler, maalesef ülkede dini otorite olmuş ve halkın kazancından, vergisinden nemalanip, bizlere din anlatıyorlar! (Selamlar Ali Aydın hocam👋Eyüp Acıktepe "Kur'an'siz din" adlı yazıya yaptığı yorum)
NASIL BİR MİRAS BIRAKMALI? (2.YAZI) Tevhid'i miras olarak bırakmak neden çok önemlidir?Çünkü yüce Allah'ın insanlara en önemli vasiyeti ve en büyük emri tevhid akidesine bağlı olarak yaşamaları ve tevhid akidesini miras olarak bırakmalarıdır."De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola dosdoğru dine,( tevhide) Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti""O müşriklerden değildi""De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin rabbi Allah içindir"(O'na feda olsun)"O'nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim"(En'am- 161, 162, 163)(Ey Nebi!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah'ın insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir""Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur""Fakat insanların çoğu bilmezler. Hepiniz O'na yönelerek ona karşı gelmekten sakının, namazı kılın, müşriklerden olmayın" Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayan""Bunlardan her fırka kendilerinde olan (inanç) ile böbürlenmektedir"(Rum- 30, 31, 32)"De ki: Bana dini Allah'a özel kılarak sadece O'na kulluk etmekle emrolundum""Bana Müslümanların ilki olmam emrolundu" "Deki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım""De ki: Ben dinimde ihlas ile (dinî Allah'a özel kılarak) ancak Allah'a ibadet ederim" (Ey Müşrikler! ) Siz de ondan başka dilediğinize tapın! "Deki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini ziyana sokanlardır""Bilesiniz ki, bu apaçık hüsrandır" (Zümer- 11, 12, 13, 14,15)Daha önceki yazımızda tevhidi miras olarak bırakmanın Rahman ve Rahim olan Allah'ın ve Elçilerinin en önemli vasiyeti olduğunu âyetlerle ortaya koymuştuk.Gerçekten tevhid o kadar önemli ve hayati bir öneme sahiptir ki, Nebi ve Resüllerin en çok uyarıldığı konu tevhidin zıddı şirktir(Ey Nebi!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: "Andolsun( bilfarz) Allah'a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun! Bilakis! Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol"(Zümer- 65, 66)"İşte bunlar, Rabb'inin sana vahyettiği hikmetlerdir"(Ey Nebi! ) Allah ile birlikte başka ilah edinme: sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın"(İsra- 39)(Ey Nebi!) Sen, bu kitabın sana vahyolunacağını ummuyordun" Bu ancak Rabbinden bir rahmet olarak gelmiştir""O halde sakın kafirlere arka çıkma""Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu âyetlerden alıkoymasınlar""Sadece Rabbine davet et. asla müşriklerden olma" Allah ile birlikte başka bir ilaha tapıp yalvarma! Ondan başka ilah yoktur" Onun zatından başka her şey yok olacaktır. hüküm o'nundur de siz ancak O'na döndürüleceksiniz"(Kasas- 86, 87, 88)
19 Nisan 2021 Pazartesi
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(19.YAZI)"Yüksel Dikgöz! Fetö ehli sünnetçi, hadisçi ve rivayetçiydi, tıpkı senin gibi, ve "Kur'an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı" diyordu. Adına ne derseniz deyin, Kur'an dışı dinler şeytanın dinleridir. Muhammed (a.s) nebi olarak sadece Kur'an'a tâbi olmuş ve resul olarak da insanlara sadece Kur'an'ı tebliğ etmiştir.Şeytanın uydurulmuş dinini Allah Resulü'ne mal etmeye çalışmayın. Kur'an'dan bihaber bazı cahillere yuttursanız da, herkese yutturamazsınız. Muhammed (a.s) bütün inanlara gönderilmiş bir Resuldür, sadece Araplara gönderilmemiştir"(Ali Gülşen)------------------------------------------------------------"Sorgulamayan, akletmeyen, itaatkar insan tipi üretmek için az uğraşılmadı. Halifeler, sultanlar, padişahlar, nice sözde âlimleri besleyip ürettiler. Önyargı duvarları içinde, sahte dine mahkum edilen bu ümmeti uyandırmak çok zor. Asıl cihad bu. Tevhid ehline selam olsun"(Cahit Gören)---------------------------------------------------------"Refik Baysal bey!Fikriniz olmadan önce yazılanları okuyun, araştırın bilginiz olsun. Kertenkeleyi bir vuruşta öldürene yüz sevap, ikinci vuruşta öldürüne elli sevap verileceği, namaz kılmayanı tekfir eden rivayetleri ve öldürme ictihadlarının hepsi ve daha yüzlercesi hadis ve mezhep kitaplarında var. Kuran ise bunların hepsini reddeder"(Tayfun Çavdar)-------------------------------------------------------"Yüksel Dikgöz!Tüccar Cübbeli'nin adamısın.Sizinle muhatap olunmaz, sizin dininiz size, bizim dinimizde bize. Bakalım mahkemeyi kübra'da hangimiz yanılmışızdır. Yüce Allah, Ali Aydın hocamızdan razı olsun"Antoine Dogan Akansu---------------------------------------------------------"Yüksel Dikgöz! Kur'an'ın sahibi olan yüce Allah, bir çok âyette ''Kur'an size yeter'' buyuruyor. Mürşit edindiğin müşrik profların da, ehli sünnetin de, tasavvufun da, muhaddislerin de, ravilerin de senin olsunlar, hayırlarını gör. Deve sidiğinin şifa olduğunu söyleyen de ehli sünnetci akademisyendi. (Ali Gülşen)--------------------------------------------------------"Yüksel Dikgöz! Allah Resulünün tek sahih hadisleri, Allah'ın ona vahyettikleri ve onun da hiç bir harfini değiştirmeden insanlara tebliğ ettikleridir. Kendinden bir kelime dahi ekleme yapmamıştır. Zira yüce Allah apaçık âyetle onu uyarıyor: ''Eğer vahye kendinden bir şeyler eklersen, seni yakalar, şah damarını keseriz....'' diyor! (Hakka-44) Siz ne hikaye anlatıyorsunuz?Veda hutbesi Kur'an âyeti mi? Hem veda hutbesinin değişik versiyonları var; birinde "ben size Allah'ın kitabını ve ehli beytimi bırakıyorum" birinde "size Allah'ın kitabını ve sünnetimi bırakıyorum" diyor. Şimdi biz hangisine inanalım? Din gününün tek sahibi Allah'tır. Yargılamayı da Allah yapacak, cezayı da Allah verecek. Zikir ehli de, Kur'an'la haşır-neşir olan, yani Kur'an'ı anlayarak okuyan herkestir. Allah'a, kitaplarına ve Resullerine, dolayısıyla da Muhammed nebi&resule iman edenler Kur'an'da Müslüman olarak adlandırılıyor. Hiç kimseden ehli sünnet diye bahsedilmiyor. Örnek verdiğin âyetlerde ne söylendiğini bilsen, ne kendini yorarsın boş yere, nede bizi"(Ali Gülşen)--------------------------------------------------------Ali Hocam!İşte onlar inandıkları safsata ve yalanlar yüzünden bugün yasarken azap çekiyorlar ve diğer tarafta da şıhları, şahları, gavsları başlarında azabın katmerlisini çekecekler.En önemli suçları da akıllarını kullanmayıp, Allah'ın âyetlerini okuyup, dinleyip anlamamaları olacaktır"(Engin Teke)--------------------------------------------------------"Sevgili hocam!Yorumunuzu canı gönülden okuyorum.Yüreğinize sağlık.Dün Kocatepe camiinde kabir azabı yetmiyormuş gibi, vaiz birde sırat köprüsü kurdu.Diğer hesabı verdik ya, köprüden düşersek halimiz ne olur?Saygı ve selamlarımla Allaha emanet olunuz"(Sadık Ayar)
NASIL BİR MİRAS BIRAKMALI? ( 1.YAZI)Bir Mü'minin en büyük dâvâsı, şu fâni dünya hayatından ana vatan olan âhirete geçiş yapmadan önce miras olarak tevhid akidesini bırakması gerekirBizim için tevhid akidesini miras bırakmak "...Nefsani arzulardan, kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten,salma atlardan (konforlu araçlardan) sağmal hayvanlardan ve her türlü dünyevi zevklerden..."( Nisa- 41) daha üstün ve daha güvenilir bir olacaktır.Tevhid'i miras bırakmak "...Atalarımızdan, oğullarimizdan, kardeşlerimizden, eşlerimizden, akrabalarımızdan, kazandığımız mallardan, kesada uğramasından korktuğumuz ticaretten,hoşlandığımız evlerden"( Tevbe- 24) daha şerefli bir karşılıktır.Bu miras o kadar değerli ve şerefli bir mirastır ki, bu miras Allah Elçilerinin bıraktığı mirastır. Tevhid akidesi evrensel ahlakı ortaya çıkarır.Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."İbrahim'in (tevhid) dininden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada elçi seçtik. Şüphesiz o ahirette de iyilerdendir. Çünkü Rabbi ona Müslüman(Muvahhid)ol, demiş, o da:Âlemlerin Rabbine teslim oldum demişti. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da, " Oğullarım! Allah sizin için bu dini (tevhid'i) seçti. O halde sadece Müslümanlar(sadece Allah'a teslim olmuş muvahhidler) olarak ölünüz " dedi. Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kup) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve Ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz, biz ancak ona teslim olmuşuz, dediler. Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.(Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanlara) Yahudi ya da Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, Hanif olan İbrahim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi." Biz, Allah'a ve bize indirilene: İbrahim, İsmail, İshak,Ya'kub ve esbata (Torunlarına) indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer elçilere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin İnandık ve biz sadece Allah'a teslim oluk" deyin. Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar,(Şirke ve İnkara) dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir. Allah'ın verdiği (Tevhid) rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel rengi(İnancı) kim verebilir?Biz ancak ona kulluk ederiz. ( deyin) De ki: Allah bizim de Rabbimiz, sizin de rabbiniz olduğu halde, onun hakkında bizimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, de sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz ona gönülden bağlananlarız. Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve esbatın Yahudi,yahut Hristiyan olduklarını mi söylüyorsunuz? Deki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şâhitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir"(Bakara, 130, 131, 132,133,134,135, 136,137,138,139,140)Şuurlu bir mümin olarak bizlerde arkamızdan Şiiliği, Sunniliği, Tarikat şirkini ve batıl mezhebleri değil, sadece tevhid akidesini yani yalnız Kur'an'a iman etmeyi miras bırakmak boynumuzun borcu olsun.Tevhid'i miras olarak bırakmak neden çok önemlidir?Çünkü Allah katında bizim yüz akımız tevhid olacaktır da onun için.Bize karşı son derece merhametli olan Yüce Rabbimiz Kur'an'da şöyle buyuruyor."O gün, ne mal fayda verir nede evlat. Ancak Allah'a kalbi selim (her türlü şirkten arınmış olan tertemiz bir kalp) ile gelenler o gün de fayda bulur "(Şuara- 88, 89)Kur'an'a bağlam ve bütünlüğü içerisinde bakıldığında "kalbî selim" iradesinin "her türlü şirkten arınmış tertemiz kalp" anlamında kullanıldığı rahatlıkla görülecektir.Şu ayet de görüşümüzü desteklemektedir."Şüphesiz İbrahim de onun (Nuh'un) milletinden(dininden)idi"(Saffat- 83)Aralarında uzun zaman geçmesine rağmen, tevhid akidesinde İbrahim (a.s) ın Nuh (Aleyhisselam) a bağlı olarak yaşadı . Aslında bütün Allah Elçilerinin dini, yolu, dâvâsı birdir."Çünkü o Rabbine kalbi selim ile geldi""Hani o, babasına ve kavmine: Siz kime kulluk ediyorsunuz? demişti" (Saffat-84, 85)Diğer bir âyette yüce Allah şöyle buyuruyor." Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler. Çünkü Allah aranızı ayırır. Allah, yaptıklarınızı görendir""İbrahim'de ve onunla beraber olanlar da sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır""Onlar kavimlerine demişlerdir ki:"Biz sizden Ve "Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz" "Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir" "Şu kadar var ki, İbrahim babasına "Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim" "Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez" demişti. (O Müminler şöyle dediler:) "Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik" Dönüş de ancak sanadır. "Rabbimiz!"Bizi, inkâr edenler için deneme konusu kılma, bizi bağışla! Ey Rabb'imiz! Yegane galip ve hikmet sahibi ancak sensin"(Mumtehine- 3, 4, 5)Dolayısıyla akıllı ve şuurlu bir mümin çocuklarına mal ve mülkten önce tevhid akidesini ve güzel ahlakı miras olarak bırakan kişidir.
18 Nisan 2021 Pazar
KUR'AN'DA "BEŞER" VE "İNSAN" KAVRAMLARI (2.YAZI ) KUR'AN'DA İNSAN KELİMESİ NASIL KULLANILIR? "Gerçek şu ki, İnsan kendini kendine yeterli görerek azar. Kuşkusuz dönüş rabbinedir" (Alak- 6,8)"...Muhakkak ki insanların çoğu fasıktır"( Maide- 49)"...İnsanların çoğu inkarcılıktan vazgeçmedi"( İsra- 89)"İşte insanların birçoğu, hakkaten âyetlerimizden gâfildirler "( Yunus- 92)"...İnsanların çoğu ile nankörlük edip diretmiştir"( Furkan- 50)"...Fakat insanların çoğu şükretmezler"(Bakara- 243) "...Fakat insanların çoğu bilmiyor" (Sebe- 36) Bu örnek âyetlerde de görüldüğü gibi Kur'an'da insan kelimesi olumsuz bağlamlarda kullanılır. Burada dikkat çekici bir nokta da şudur. İnsan kelimesi ile anlatılan insanın azması, inkârcılığı, gafilliği, nankörlüğü, şükretmeyişi gibi hareketler aslında insanın fıtratına aykırıdır. Yani insan bunları iradesiyle yapıyordur.Buna kanıt olarak aşağıdaki ayetler çok dikkat çekicidir."Allah sizin yükünüzü hafifletmek istiyor. Çünkü insan çok zayıf yaratılmıştır"( Nisa- 28) "insan aceleci yaratılmıştır"( Enbiya- 37)Ayrıca Kur'an insanın bazı özelliklerini tanımlarken yaratmışızdır yerine yaratılmıştır şeklinde edilgen ifadeler kullanır. Burada "yaratılmıştır" şeklinde kullanmasının nedeni insanın kendi temiz fıtratını günahlarla değiştirmesidir. Yani aslında öyle yaratmadık ama insan öyle yapabilecek özgür bir iradeye sahip yarattık şeklinde anlaşılabilir.Yani beşer'in fıtratında acelecilik, zayıflık ve sabırsız yokken beşer'in gelişmiş hali olan insanda bu özellikler vardır.İşte Kur'an boyunca araştırdığimızda insan kelimesi fıtrata uymayan davranışlar sergileyen yaratık olarak geçmektedir.Yani olumsuz bağlamlarda kullanılır. Kuran'ı Mübin'de yüce Allah şöyle buyuruyor. "Andolsun ki sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem'e secde edin! Diye emrettik. İblis'in dışındakiler secde ettiler, O secde edenlerden olmadı"(Âraf- 11 )En doğrusunu Allah bilir, daha insan makam ve mertebesine yükseltilmeden yani kendisine akıl, anlayış, fikir, kabiliyet, icat yeteneği, duygu ve araştırma verilmeden yeryüzünde beşer olarak uzun zaman geçirdi.İnsan yaratılış ve kabiliyetine geçirilmeden uzun bir zaman bu fiziki yapısı ile aynen hayvanlar gibi avlanıyor, cinsel arzu ve istekleri mevcut, günahı olmayan ve sorumluluğu bulunmayan, kendisini koruyabilen fakat duygu ve düşünceden mahrum "beşer" olarak uzun bir zaman yaşadı.Sonra yüce Allah, ona akıl, fikir, icat yapma kabiliyeti, olumlu her türlü duygu ile insan formatını yükleyerek beşer makamından insan mertebesine yükseltilenlerin içinden Nebi sıfatıyla Âdem (a.s) gönderdi. İnsan olmadan önce beşer, avcılık yapıp kan döktüğünden dolayı Melekler onun kan dökücü özelliğini biliyorlardı.Şimdi şu âyete bir bakalım. "İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir zaman geçmedi mi? "İnsan süresi- 1)Yani akıl, iz'an, vicdan, ilim, vahiy, sorgulama, duygu ve düşünce, yetenek ve kabiliyeti yoktu, sonra Allah bütün bu yetenek ve kabiliyetleri ona bahşederek onu insan yaptı.Bu insana özgür bir irade vererek fucur ve fusuk yani hayır ve şerrin ne olduğunu vahiy'le bildirdi.Yani onu kendi yaptıklarından sorumlu bir varlık yaparak onun içinden Nebi ve Reseller gönderdi.Aslında Allah insanın fıtratına fucur yani kötülük yapma isteğini yerleştirmedi.Neyin takva ve fucur olduğunu vahiy'le bildirdi.KUR'AN'DA ELÇİLER NEDEN İNSAN DEĞİL DE BEŞER OLARAK NİTELENDİRİLİR?"...Onlar dediler ki: Sizde bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz..."(İbrahim-10)"Resulleri onlara dediler ki: "Evet biz sizin gibi bir beşerden başka değiliz..."(İbrahim-11)"Resullere dediler ki: Sizde anca bizim gibi birer beşersiniz..."(Yasin-15)"...Allah, Resul olarak bir beşer mi gönderdi?..."(İsra-94) Onlarca ayette Resuller "insan" kavramı ile değil "beşer" kavramı bağlamında ele alınmışlardır. Çünkü Kur'an insanın zulüm, küfür, şirk ve nifak hareketlerini anlatıyor.İşte Kur'an Resuller için "insan" kelimesini kullansa bu özelliklerin Resuller için de geçerli olduğu iddia edilebilecekti. Halbuki Kur'an kullandığı muhteşem dille buna izin vermemektedir Allah'ın elçileri beşerdir. Beşer kelimesinden türeyen beşir-müjdeci demektir. Kur'an " Elçiniz bir insandır" deyip de bu nankör hareketleri ona bağdaştırmamış,"Elçiniz bir beşerdir"demiştir. Buraya kadar anlattıklarımızdan yola çıkarak diyebiliriz ki: "Beşer kelimesi insanın fizyolojik özelliklerini temiz ve masum fıtratını temsil eder. İnsan kelimesi ise, beşer'in iyi veya kötü, sorumlu, günah işleyebilen, gelişmiş halini temsil eder."Allah'ın Elçileri beşerdi ve iyi gelişmiş insanlardı. Yani Kur'an'da kınanan birçok insan gibi değillerdi. Anadan doğmuş gibi tertemiz yani fıtratlarını beşeriyetlerini korumuş insanlardı. Bu yüzden hepsi bize güzel bir örnektir. Kur'an'ın bu konudaki muhteşem kelime kombinasyonu bitmiyor. Allah Resulü (a.s) tebliğ görevini yerine getirirken inkârcılar ona nasıl karşı çıkmıştı?"Sen de bizim gibi bir beşersin" demişlerdi. Bizim gibi insansın değil, bizim gibi beşersin. Peki, burada insan yerine neden beşer kullanılmış olabilir. "Hiçbir beşere yakışmaz ki, Allah ona kitap, Hikmet ve Nebilik versin de, sonra o, insanlara "Allah'ın yanı sıra bana da kul olun" desin! Bilakis insanlara öğrettiğiniz ve okuyup okuttuğunuz kitaba uyun da yalnız Allah'a içtenlikle kulluk eden kimseler olun" der.(Âli İmran-79)Âyette de görüldüğü üzere Kur'an'da beşer kelimesi şirk koşmayan, temiz, saf bağlamı içerisinde bu âyette kullanılmıştır.Yani beşeriyetini, temiz fıtratını korumuş olarak kullanılmıştır.Fıtrata uygun bağlamında kullanılmıştır. Bildiğimiz gibi "kalu bela" olayında olduğu gibi insanın fıtratında Allah'a inanmak vardır.Sonuç olarak : Kur'an'da beşer kelimesi fıtrata uygun davranışlar ve fizyolojik özellikler için, İnsan kelimesi ise olumsuz bağlamlarda iyi veya kötü gelişmiş beşer profili için kullanmaktadır.Bu kelimelerin kökeni bile bu görüşümüzü destekler niteliktedir.Konu uzayacağından dolayı kısa kesiyoruz.Anasından doğduktan sonra akıl ve buluğ çağına kadar çocuklar beşerdir. Akıl ve buluğ çağından sonra sorumlu bir birey olarak insan kimliğini kazanırlar. Deliler insan değil, beşerdir.
ÖNEMLİ BİR MESELE:Allah Resulü (a.s) vefat eder etmez arkadaşları arasında taht savaşları baş göstermiş, meydana gelen bu savaşlarda şehirler harap olmuş, binlerce müslüman hayatını kaybetmiştir.Mesela: Ebubekir'in hilafeti döneminde ridde (dinden dönenler) olarak adlandırılan savaşlardabinlerce insan, Ali ile Muaviye arasında Siffinde yapılan savaşta yetmiş bin müslüman,Ali ile Aişe arasında Basra'da (Cemel Vakası) yapılan savaşta on beş bin müslüman,Ali ile Hariciler arasında Nehrevan'da yapılan savaşta yine binlerce insan ölmüştür.Yani Allah Resulü'nün vefatından hemen sonra savaşlar, katliamlar, kaos, anarşi, zulüm ortalığı kaplamıştır.Emevi ve Abbasiler döneminde o derece zulüm ve katliamlar yapıldı ki, Firavun'un zulümlerini kat kat geride bırakmıştır.Mesela: Bir Kerbela faciası meydana gelmiş ki, çok az bir millet Allah Resulü'nün ailesine böyle bir zulmü reva görmüştür.İşte bu facia ve zulmü saklayan, görmezlikten gelen, hatta bir ictihad olarak gören ehli sünnet dini bu vahşi zeminde doğmuştur.Mesela:Yezid'in hilafetini kabul etmeyen Medine halkı üzerine sürülen Emevi ve Rum ordusu ile Allah Resulü'nün şehri talan edilmiş, üç gün her türlü yağma serbest kılınmış,Allah Resulü'nün arkadaşlarının hanımları, kızları ve gelinlerine tecavüz edilmiştir. (HARRE OLAYI)Mesela:Hicri ikinci asırda Karmatiler Mekke'yi basarak bütün hacıları katletmiş,Zemzem kuyusunu cesetlerle doldurmuşlardır. Mesela: Yezid'in hilafetini kabul etmeyen Abdullah bin Zübeyrin üzerine gönderilen ünlü zalim Haccac bin Yusuf Mekke'de taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmamıştır. Kadim İran'ın inançlarının etkisinden kurtulamayan ve eski İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şiilik de aşağı yukarı aynı zaman ve zeminde kök salmaya başlamıştır.Bu öyle bir karanlık zaman ve zemin ki, Kur'an hikmetinin, tefekkür ve aklı kullanma gibi erdemlerin bulunmadığı bir zamandır.ŞUNU DEMEK İSTİYORUM.Böyle vahşi ve gaddar bir zeminde doğan, Allah Resulü adına uydurulan rivayetlerle beslenen, beşeri ictihadlarla sağlamlaştırılan ve mezheplerle kurumsallaştırılan hurafe bir dinden bu ümmet nasıl yakasını kurtarıp Kur'an'a ulaşacak.Bu ümmet: Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, Muvatta, İbni Mace,Kâfi (Şiilerin hadis kaynağı) gibi hadis kaynaklarının bataklığından kurtulup Kur'an ile nasıl özgürlüğünü kazanacak.Hanefi, Hanbeli, Caferi, Maliki, Şafii gibi uydurulmuş zehirli iklimden nasıl kurtulup İslam ve Kur'an cennetiyle buluşacak.BU MİLLET:Yüzlerce cemaat ve tarikatın cehaletini aşarak nasıl Kur'ana ulaşacak? BU MİLLET:Diyanet işleri başkanlığının binlerce mescit ve ve vaizini aşarak nasıl Kur'an'a kavuşacak?SORU ŞU: Bu ümmeti kendisine KUR'AN ve ELÇİ gelmemiş, Kur'an ve Elçi ile muhatap olmamış kabul edebilir miyiz?Çünkü önünde onu Kur'an'dan uzak tutacak, Kur'andan uzaklaştıracak yüzlerce hatta binlerce engel çıkarılmıştır.Ve bu şeytâni engeller dokunulmaz, kutsal ve mübarek olarak dikta ettirilmiştir.
17 Nisan 2021 Cumartesi
DEPREMLER CEZALANDIRMA MIDIR? Yüce Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı denge açısından depremlerin olmasında sayısız yararlar, nimetler, hikmetler yani insanoğlunun bilemeyeceği nice hayır ve zenginlikler saklanmıştır. Kadim kavimler, şirk, küfür zulüm ve isyanlarına karşılık, açıklanması mümkün olmayan olağanüstü felaketlerle yok edilmişlerdir. Bu konudaki âyetler çoktur."Nitekim, onlardan her birini günahları sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zumetmiyor, asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı"( Ankebut- 40) Fakat son vahiy olan Kur'an indikten sonra cezalandırma toplu ve olağanüstü olmaktan çıkarak, ferdi, ictima'i ve sosyal değişikliğe uğramıştır. "Ey ümmetler! Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik..." âyet pasajı bu gerçeği ortaya koyar.(Mâide-48) Yani bizim şeriatımızda cezalandırma, olağanüstü ve toplu olarak değil, katliamlar, anarşi, terör, yolsuzluğun ve hırsızlığın çoğalması, hastalıklar ve düşman istilaları gibi ferdi ve sosyal olarak gerçekleşecektir. (Bakara-155)Depremlerde meydana gelen can ve mal kaybı bizi gerçekleri düşünmekten alıkoymaması çok önemlidir. Dolayısıyla canlılar için yağmur ne kadar hayati bir öneme sahipse, depremler de hem dünyanın sağlığı hem de canlıların yaşaması için son derece yararlı Allah'ın ona yüklediği bir kanunudur. Akıl ve mantık dairesinde düşündüğümüz zaman depremlerde hiçbir zararın olmadığını anlarız.Depremlerin ağır zayiat yapması, bilgisizliğimizin, ahlaksızlığımızın, cehaletimizin, medeniyetsizliğimizin bir sonucudur. Depremlerin insanların inanç ve amelleriyle hiç bir alakası yoktur.Depremler yeryüzünde sürekli var olacak Allah'ın bir kanunudur. Depremler yer kabuğu hareketliliğin doğal bir sonucudur. Ve kabuğundaki fay adı verilen kırıklarda meydana gelir. Dünya, dış kısmında büyük ve küçük plakalara ayrılmış vaziyettedir. Bu plakalar sürekli hareket halindeler, bunlar içteki magma tabakası tarafından tetiklenerek birbirlerinden ayrılırlar.Magma sürekli stres üretiyor. Çünkü magma ters istikamette dönüyor ve balansa girmiyor.Üretilen stresin arzın içinde mutlaka atılması gerekir.Şiiddetli depremler tektonik plakaların birbirlerine çarpıştığı yerlerde oluyor.Gerilim geriye doğru olursa tsunami oluşuyor, Japonya'daki büyük tsunami felaketi bundan dolayı olmuştur. Deprem dile gelse der ki: Ey Ademoğlu! Sen ne tuhaf bir yaratıksın? Ben tabii bir vakıayım ve devamlı varım. Benim var olduğumu ve geleceğimi de aşağı yukarı biliyorsun. Ben olmazsam şu dünya patlardı. Ben tencerenin düdüğüyüm. Sen yaratılmadan önce de böyleydi.Dolayısıyla dünyanın canlılar için yaşanır bir yer olmasında depremlerin faydaları yadsınamaz bir gerçektir. Denizlerin, kıtaların, nehir ve göllerin, sıcak suların, akarsuların, kimyasal özelliklere sahip birçok maddenin ve madenlerin oluşması volkan ve depremler sayesindedir. Depremlerde büyük rahmetler ve nimetler gizlidir.Aslında konunun uzmanları depremlerde olan faydaları kitap, dergi ve sosyal medya üzerinden geniş bir yelpazede anlatmaları gerekiyor. Çünkü depremlerin özelliklerini konunun uzmanları daha iyi bilir. Balıkların beslenmelerinin ana kaynaklarından birisi yeryüzü sarsıntılarıdır. Tabiatın canlanması ve yararlı bir çok gaz ve enerjinin meydana çıkması hep depremler sayesindedir. Depremler adam öldürmez, yanlış yapılanma adam öldürür sözü yerinde söylenmiş bir sözdür. Bilimsel ve mimari kurallara bağlı olduktan sonra depremlerden korkmanın hiçbir mantığı yoktur. Kendi ahlaksızlığımızı, vurdumduymazlığımızı, ilimde ve teknolojide geri kalmışlığımızı Allah'a fatura etmek büyük bir ahlaksızlık ve edepsizliktir. Depremlere geleneksel Müslüman gözüyle değil, güneşe tapan Japonların gözüyle bakmak zorundayız. Çünkü biz Kur'an ve ilimde geri kalmış bir ümmetiz."Çin'de Mançurya da din bir görenek, başka değil, Müslüman unsuru gayet geri gayet cahil. (Mehmet Akif Ersoy) Yıkıp şeriati, bambaşka bir bina kurduk. Nebi'ye atf ile binlerce herze (hadis) uydurduk. O hali buldu ki cür'et "yecüzü fitterğib"( insanları günahtan alıkoymak için hadis uydurmak sevaptır) Düşünmedin mi girerken şeriatın kanına? Cinayetin kalacak zanneder misin yanına?Kolay mı ümmeti idlal edip sefil etmek? Kolay mı dini hurufat (hurafeler) içinde inletmek? Niçin kitabı ilahi'yi payimal ettin?Niçin şeriatı murdar elinle kirlettin? Herif! şu milleti masumeden ne isterdin? Ki doğru yol diye tuttun, dalalı ( sapıklığı) gösterdin.( Mehmet Akif Ersoy) İnsanlar daha yeryüzünde yokken, şiddetli depremler ve volkanlarla yaşayabilecekleri bir mekan haline getirildi. Eğer fay hattı olmayan bir yerde deprem olsaydı, işte o zaman cezalandırma olurdu. Bulut olmadan yağmur yağmaz, fay hattı olmadan da deprem olmaz. Allah istediğini yapar ama keyfi iş yapmaz.
KUR'AN'DA "BEŞER" VE "İNSAN" KAVRAMLARI (1.YAZI )Allah'ın Elçileri beşeriyetlerini korumuş insanlardır. Beşer ve insan kelimeleri eş anlamlı kelimeler gibi bilinseler de Kur'an'da kullanıldıkları bağlam çok farklılık gösterir. Kur'an'da, "beşer" kavramı, "masum, günahsız, saf, temiz, sorumsuz" olarak geçerken, "insan" kavramı ise, zalim, günahkar, asi, sorumlu, akıllı ve icat etme potansiyeli var olan bir varlık" olarak anılır.Kur'an, mümin, müslim, muttaki, zalim, cahil, fasık, mühsin, şeytan, tağut gibi kavramları insan için kullanır. Bu kavramların hiç biri beşer için kullanılmaz. Daha doğrusu beşer kavramı Kur'an'da tek başına bir kavram olarak geçer. Yani beşer her yerde olumlu bağlamlarda kullanılırken, insan hem olumlu hemde olumsuz bağlamlarda kullanılır. Kur'an'da tüm elçilerin "insan" ile değil de "beşer" ile kıyaslanmaları çok önemlidir. Konuyu Kur'an boyunca araştırdığimızda şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor. Kur'an'da insan ve beşer kelimeleri yaklaşık üç yüz kere zikredilmektedir. Piyasada bulunan meallerde beşer kelimesine hiç yer verilmemiş, bazılarında ise insan kelimesi beşer olarak çevrilmiştir. Buda Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne zarar vermekte ve bir çok konunun anlaşılmasını zorlaştırmıştır. Bu yazıda kullandığımız âyet meallerindeki beşer ve insan kelimeleri Arapça metnin orijinalinde kullandığı gibidir.( yani beşeri beşer, insanı da insan olarak çevirdik) MELEKLERLE İNSANLAR KARŞILAŞTIRILDIĞINDA KUR'AN İNSANLAR İÇİN "BEŞER "KELİMESİ KULLANIR: Bildiğimiz gibi müşriklerin Elçi anlayışı "Elçilerin Melek olması gerektiği" şeklindedir. Kur'an bu müşriklere karşı tüm elçilerin kendileri gibi beşer olduklarını ifade eder. Yusuf (a.s) kıssasında: Kadın onların oyunlarını işitince, onlara haber gönderdi. Kendilerine, yaslanarak yiyebilecekleri bir sofra hazırladı ve her birine bir bıçak verdi. Yusuf'a: "karşılarına çık " dedi. Nihayet Yusuf'u görünce onu öylesine yücelttiler ki, kendilerinin ellerini kestiler.Ve şöyle dediler "Allah'ı tenzih ederiz! Bu bir beşer değil, şerefli bir melektir ! ( Yusuf- 31)Kur'an'ı Mübin'de beşer üstü özelliklerde Melek benzetmesi yapılıyor. Aşağıdaki ayetlerde Meleklerle benzetme yapıldığında neden beşer kelimesinin kullanıldığı net bir şekilde açığa çıkıyor. "Sizi topraktan yaratması da onun ayetlerindendir. Sonra siz birer beşer olarak yeryüzüne yayılırsınız"(Rum- 20)"Hani Rabbin meleklere demişti ki: Ben biçimlenmiş kupkuru balçıktan bir beşer yaratacağım"( Hicr- 28) "Sudan bir beşer yaratıp ona nesep ve akrabalık veren O'dur. Zira Rabbinin kudreti herşeye yeter"( Furkan -54) "Hani Rabbin meleklere demişti ki: Ben çamurdan bir beşer yaratacağım" (Sâd -71) Beşer topraktan yaratılmıştır ama melekler topraktan yaratılmamıştır."Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedilik vermedik. Şimdi sen ölürsen, Sanki onlar ebedi mi kalacaklar"( Enbiya- 34) Beşer'in bir özelliği bu âyette de görüldüğü üzere "ölümlü" olmasıdır. "Meryem, Ey Rabbim! bana beşer eli değmemişken benim Nasıl çocuğum olabilir? dedi. Melek öyledir, ( zira )Rabbin buyurdu ki :Bu bana kolaydır. Çünkü biz, onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız..."(Meryem- 20, 21)Görüldüğü üzere âyette Meryem (aleyhesselâm) e insan eli değil, "beşer eli" diyor. Burada cinsellik kasdedildiğini anlıyoruz.,Cinsellik için de cinsiyetin olması gerekir.Demek ki beşerin bir cinsiyeti varken meleklerin cinsiyeti yoktur.Gördüğümüz üzere beşer kelimesinin kullanıldığı âyetlerde anlaşılan beşerin özellikleri meleklere ait olmayan özelliklerdir.Dolayısıyla yüce Allah melekle insan değil, melekle -beşer kombinasyonu kullanmıştır.Yani beşer kelimesinin kullanıldığı âyetlerde insanın fizyolojik yapısından bahsediliyor.Bunun hangi anlama geldiğini Allah'ın izniyle öğreneceğiz.
16 Nisan 2021 Cuma
KUR'AN'SIZ DİN Diyanet'in binlerce Kur'an kursundan, Kur'an'ı bağlam ve bütünlüğü içinde bilen ve sadece Kur'an'dan konuşan bir tane âlim yetişmemiştir.Diyanet'in "Kur'an'daki İslam" adlı bir eseri yoktur.Zaten böyle bir şeye de inanmaz.Buna karşılık çok lüks basılmış, her cildi 660 sayfadan oluşan tam yedi ciltlik bir "Hadislerle İslam" eseri mevcuttur.Bu eserin birinci cildinde "En sevgiliye iltica" bölümünde şu ibareler yer verilmiştir."Ümmetin âlimleri mübarek siretini, sünnetini ve hadislerini sonraki nesillere aktarmak için hayatlarını vakfetti, müsnedler, sünenler, câmiler, mücemler ve musannefler senin hadislerini bir araya getirdi""Siyerler ve megaziler, senin örnek hayatını bize tarif etti""Delail, şemail ve hilyeler, senin vasıflarını bize anlattı""Naatlar, kasideler, mevlitler sana olan aşkımızı ve sevgimizi dile getirdi""Nice telif ve tasnifler hep seni anlatmak için imla edildi""Sana gül terennümünde besteler yapıldı" ilahiler söylendi, divanlar dolduruldu" "Mesnevilere senin adınla başlandı, hattatlar en güzel tablolarına senin adını nakşetti" Ne yana baksak senden bir iz bulduk Ey Nebi! Ne yana dönersek seni gördük Ey Nebi!"(Sayfa- 24)Bunun gibi daha birçok hurafe ve uydurma, iftira ve cehalet sıralanmış gidiyor.Bu eserin bilim kurulu başta Prof. Mehmet Görmez olmak üzere 5 Prof, Editörler 6 Prof, 8 Prof son okuma heyeti, Din İşleri Yüksek Kurulu'ndan onay almış, 5. Baskı. Ankara, 2013 Yani anlayacağınız Kur'an adına Diyanetten hayırlı bir oluşum ve çalışma beklemeyin. Peki bütün Bu Prof'lar, Kur'an'ın Allah Resulü'nü en güzel şekilde anlattığını bilmiyorlar mı ki, Kur'an'ı bir kenara iterek bütün uydurma eserleri kaynak olarak kabul etmiş, sadece Kur'an akıllarına gelmemiştir. Bu Prof'lar Allah Resulü'nün diğer Elçilerden üstün olduğuna dair Kur'an'dan bir delil getirebilirler mi? Bu Kuran cahilliğinin bir özrü bulunabilir mi?
ŞİA VE EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİ KUR'AN'IN MANASINI TAHRİF ETMİŞLERDİR. Kur'ân'da "sünnet" kavramı "sünnetullah" "Allah'ın sünneti" olarak geçer. Konu ile ilgili âyetlere baktığımızda "sünnet" kavramının, "Allah'ın elçi gönderdiği milletlere uyguladığı, şeriat, yol, yöntem, kanun ve yaptırımlar" olduğu açıkça görülür. "İnkar edenlere (şirkten) vazgeçerlerse geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle.Yok geri dönerlerse kendilerinden öncekilerin durumu(sünnetül-evvelin) gözlerinin önündedir"(Enfal- 38)"Öncekilerin başına gelenlerden(sünnetül-evvelin) ders almaları gerekirken onlar hala buna (Kur'an'a) iman etmiyorlar"(Hicr-13) "Kendilerine hidayet geldiğinde insanları iman etmekten ve Rablerinden mağfiret istemekten alıkoyan şey, sadece öncekilerin başına(sünnetül-evvelin) gelenlerin kendi başlarına da gelmesini, yahut azabın göz göre göre kendilerine gelmesini beklemeleridir" (Kehf- 55)Buna bağlı olarak Emevi-Abbasi ehli sünnet dininin âlimleri Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kitabın sistemi,vahyin çözümü olan "Hikmet" kavramına, Nebi(a.s)ın adına uydurulan hadisler ve bu hadislerin pratik yaşantısının (sünnet) olduğunu iddia etmişlerdir. Halbuki Kur'an'a baktığımızda yüzlerce âyette itaat edilmesi ve uyulması gereken tek şeyin "Resul" olan Muhammed (a.s)ın "okuduğu, tebliğ ettiği ve duyurduğu vahiy" olduğu çok kolay anlaşılır. Her şey bu kadar açık olarak ortadayken, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan onlarca farkı görmeyerek, Nebi adına iftira edilen binlerce rivayeti ve uygulamayı "sünnet" adı altında, "Resul" sıfatıyla tebliğ ettiği vahiy seviyesine çıkarıp Kur'an'ı tamamen devre dışı bırakmışlardır.Şia ve Ehli sünnet âlimleri hadis ve ictihadlarıyla toplumun dini hayatını bozarak hayatlarını alt üst etmişlerdir. Ehli sünnet dininin en önemli âlimlerinden olan Ebu Amr Abdurrahman bin Amr bin Yuhmid el-Evzai (ö. H. 157/774)"Essünnetü kâdiyetün alel kitab" "sünnet Kur'an'a egemendir, sünnet (hadisler) son sözü söyler" demiştir. Bu Kur'an cahiline göre "Sünnet(hadisler) Kur'an'ın genel olarak bıraktığı şeyi sınırlar ya da onda olmayan hükümler koyar"Nitekim Allah şöyle buyurmuştur. "Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını elçi olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir (Kur'an)ehline sorun" (Nahl-43) "Apaçık deliller ve kitaplarla(gönderildiler) insanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik" (Nahl-44) Evzai Nahl 44. âyette bulunan "litubeyyine" "açıklayasın" kelimesinin hangi anlama geldiğini bilmeyen bir Kur'an cahilidir.Bu Kur'an cahili, âyette geçen "tebyin'in" "vahyi duyurmak, onu anlatmak, içine bir şey ekleyip bir şey çıkarmadan onu tebliğ etmek" olduğunu anlayamadı. Onun arkasından gelen binlerce âlim onlarca âyette geçen Kur'an'ın Allah tarafından "Tefsir, tebyin, tafsil, tasrif" edildiğini nasıl anlayamadılar? (Nahl,89-- Yusuf, 111--Furkan, 33-- Tâhâ,113) Yine bu âlimler onlarca âyette Kur'an'ın çok kolay ve Allah tarafından detaylandırıldığını hiç duymadılar mı?(Hud-1,2)Daha Allah Resulü hayatta iken, dinin Allah tarafından indirilen vahiy'le tamamlandığını nasıl anlamazlar?(Mâide-3)Evzai'den sonra gelen Muhammed bin İdris(Şafii) de "Hikmet" kavramına "sünnet" (hadisler) anlamını vermekle Evzai'nin Kur'an'sız yolunda hareket etmiş ve dinde büyük bir tahribat yapmıştır.
15 Nisan 2021 Perşembe
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(18.YAZI) 1-) Hicri üçüncü yüzyılda "Rahmetullâhi Aleyh" terimini kullanan ilk kişi, Şemseddin Selvidir.2-) Hicri dokuzuncu yüzyılda Hindistan'ın gavliye köyünden olan Muhammed Şettari "gavs" olarak ün yapmıştır.3-) Miladi on ikinci yüzyılda "hazret, hazarât, şeyh" terimlerini tasavvuf kitaplarına yazmaya başlayan ilk kişi Muhiddin İbn-ul Arabidir.4-) Milâdî dokuzuncu yüzyılda yani Abbasiler döneminde tarikat ve mezhep kurucuları insanları "avam" ve "havas" tabakası olarak iki bölüme ayırmışlar."Aavam tabakası" "Kur'an, fıkıh, kelam gibi zahirî ilimlerle uğraşan kişiler olarak tanımlanmıştır. "Havas tabakası" "âlimler, görünmeyen varlıklar, yüce Allah'ın seçkin kulları, yeryüzünün halifeleri, kainatın idaresini ellerinden bulunduran, seçkin, görünmeyen kullar, vahiy alan Nebi ve Resüller, yüce Allah'ın tecelli ettigi kullar, olağanüstü keramet verilenler" olarak tanımlanmıştır.Tarikata giren kişinin tek bildigi tarikatın şeceresidir. Hurafe dolu menkibe kitabını okuyan murit asimile olmuş oluyor. 1-) Resulullah'a (a.s) a uzanan şecere yazmışlar. Nakşi tarikatı sessiz zikir yapar.2-) Resulullah'a uzanan ikinci bir şecere yazıp onu da Ali'ye nisbet ederek Kadiri tarikatı kurmuşlar. Buna sesli zikir denilmiştir.3-) Resulullah'ın yanında üç yıla yakın kalan Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği hadisi delil olarak gösterirler.Tarikata giren müritlere sadece zikir tarikatin şeceresi ve uydurulmuş menkibe kitapları verilir.(Önce Edep)--------------------------------------------------------"Yüce Allah sonsuz kere sizden razı olsun hocam!Sizi tam olarak takip edemiyorum. Arada da olsa bizleri mutmain eden yazılarınızla eksik bilgilerimizi tamamlıyoruz.İnancımız daha da güçleniyor. Selam ve saygılar. Hakkınızı helal ediniz"(Hamdi Bal)------------------------------------------------------"Muhterem hocam!Bu ne irfan maşallah?Siz nasıl yorumlarsanız yorumlayınız.Ama yatıp kalkıp size dua ediyorum. Rabbım size hayırlı ömürler versin. Amin.Sizde hizmete devam ediniz.Vesselamü aleyküm. Dualarımız sizinle"(Ismail Kilic)--------------------------------------------------------"Eline, ilmine ve yüreğine sağlık üstadım!Allah razı olsun.Allah hiç bir şeyi boşuna söylemiyor.Allah’ın himayesine (Kur’an'a)sımsıkı sarılın, bölünüp parçalanmayın diye (Âli İmran-103)Biliyor, çünkü böyle münafık ve kafirlerin olduğunu.Selamlar, hürmetler"(Mustafa Emir)------------------------------------------------------------"Kur'an birbirinizle itişmeyin, çatışmayın, bölünüp parcalanmayın, sonra gücünüz gider" (Enfal-46) derken, cemaat ve tarikat ehli "bölünmede, ayrışmada rahmet vardır" diyor. Bu açıkça Kur'an'a mualif bir sözdür"(Orhan Kose)------------------------------------------------------ "Hocam! Allah razı olsun.Emeğine ve yüreğine sağlık.Bu akıllarını kiraya verenlere fazla takılmadan Kur'an'ın talebesi olmaya devam edelim.İnşaAllah Kur'an talebelerine selam olsun!"(Mustafa Şeker)------------------------------------------------------"Allah razı olsun! Şu Facebook'ta duruyorsam sizin gibi birkaç kişinin sayesinde duruyorum"(İsmail Küçük)-------------------------------------------------------"Sevgili Ali Aydın hocam!Elinize, zihninize ve emeklerinize sağlık. Rabbimin size verdiği bu güzel hasleti bilgilenmeyi ve araştırmayı en güzel şekilde hakka uygun yazmanız ve bizleri bilgilendirmenize çok teşekkür ediyoruz. Yüce Rabbim bu salihatınızı katında kabul etsin ve sizi salihler arasına katsın. Selâmlar.Sevgiyle ve dostça tevhit ile kalınız"(Dogan Avşaroğlu)-------------------------------------------------------"Necdet Kivanç!Allah ve Resulü ne demek olduğunu öğrenin. Gerçekten bu konu çok önemli ama sizde haklısınız. Her Nebi ve Resul kavramına "peygamber" dedikleri için öyle sanılıyor.Lütfen bu farkı görmek için Ahzab süresi 36 ve 37 âyetlerini okuyup görmenizi tavsiye ederim......"Kim Allah ve Resulune karşı isyan ederse apaçık bir şekilde sapıtmıştır"diyor 36 ayet. 37. âyette ise, eşi Zeyneb'i boşamak isteyen Zeyd'e, Nebi (a.s) "Eşini boşama, yanında tut, Allah'tan kork..." dediği halde, Zeyd, Nebi'yi dinlemeyerek eşini boşuyor. Ve Zeyd, Nebi'ye karşı geldiğinden yani ona itaat etmediğinden dolayı günaha bile girmiyor.Sadece bu iki âyet yeterli."Peygamber" kelimesi Kur'an'ın anlamını bozmak için özel olarak seçilmiş bir kelimedir ve buna devam edenler bu görevi yapmaya devam ediyorlar"(Abdurrahman Dalyan)------------------------------------------------------"Ali AydınSayın üstadım. Bu tip cevapları lutfen muhatapalmayıniz.Hak ifade edilince birileri elbette işlerine gelmediği için nefret söylemlerinde bulunacak.Savundugu müctehidlerin! dini ne hale getirdiği ayan beyan ortada.Biz Kur'an'a aykırı bir söylem ve tutum içinde olmadığımız sürece, bırakın kınasınlar, iftira atsınlar,sadece sevap kazanırız"(Sefa Sahin)--------------------------------------------------------"Ne güzel bir paylaşım! Allah razı olsun sizden hocam. Vicdanı temiz olan bir insan hidayete giden yolu bir şekilde mutlaka bulacaktır. Din ile geçimini sağlayan biri bunları asla kabul etmeyecektir.Bu onların sonu demektir.Selamlar, saygılar hocam"(Cüneyt Vural)
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de Allah şöyle buyuruyor. "(İnsanları) Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve "ben sadece Allah'a teslim olanlardanım" diyenden daha doğru sözlü kim vardır?"(Fussilet-33)"...0 (Allah), gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size "Müslümanlar" adını verdi..."(Hac-78)"Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanif (saf kulları olun) Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar kapışmış, yahut rüzgar onu ıssız bir yere sürüklemiş bir nesne gibidir"(Hac-31)"Hep birlikte Allah'ın himayesine (Kur'an'a) sığının, parçalanmayın. Allah'ın size olan (İslam) nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun (vahiy) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi, O kurtarmıştı. işte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"(Âli İmran-103)Şiilik ve Sünnilik "Kur'an anlaşılmaz, din Allah tarafından tamamlanmamış, Allah yetersiz bir din göndermiştir" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'ı dinlememek, duyulmasını engellemek için propaganda" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Kur'an Müslümanlığını sapıklık ve büyük bir fitne olarak" görmektir. Şiilik ve Sünnilik "Dini Allah'a özel kılan muvahhid ve muhlisleri çeşitli iftiralarla karalama" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Aklı kullanmaya, sanat ve estetiğe, tefekkür ve sorgulamaya düşmanlık" demektir.Sünnilik "Muaviye, Yezid, Haccac bin Yusuf ve Mervan demektir. Şiilik "Eski İran inançlarının taşeronluğunu yapmak" demektir. Sünnilik "Kerbela ve Harre katliamının üzerini örtmek" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Asırlardan beri karanlık ve zulüm, katliam ve kaos, anarşi ve terör, cehalet ve taklit, yalan ve iftira, şirk ve kula kulluk" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Uydurma dinle insanları uyutmak, onları maddi- manevi sömürmek, Allah'ın âyetlerini oyun ve eğlence yapmak, indirilen apaçık mesajı gizlemek" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Hakkı batıla karıştırıp, bile bile hakkı gizlemek" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Dinde ihtilaf ve kargaşa, tefrika ve dağılma" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Dini dünya menfaatine satmak" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bozmak, vahyin sistemini tahrip etmek, anlamını buharlaştırmak, hidayete bedel sapıklığı satın almak" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Yahudilik ve Hıristiyanlık" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Dini siyasallaştırmak, koltuk ve devlet, şan ve şöhret yüzünden Kur'an'a kör olmak" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Hangi gayri meşru yolla olursa olsun iktidarı ele geçirmek benim hakkım" demektir. Şiilik ve Sünnilik "fetö" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Allah'a din öğretmek" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Benim yolumun dışında kalanların hepsi cehennemlik kafirdir" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Allah ile aldatma ve din istismarı" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'ı dirilerden esirgemek onu ölülerin ruhlarına armağan etmek" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Para ve pul, iktidar ve dünya hayatı" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Allah'ın indirdiği vahiy yerine Buhari ve Müslim'i, Tirmiz'i ve Nesai'yi, Malik bin Enes ve Ahmet Bin Hanbel'i, Muhammed bin İdris ile Küleyni'nin el-Kâfisini din yapmak" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Emperyalist işgale önayak, oyun ve eğlence olmak" demektir. Şiilik ve Sünnilik "İnsanı yaşatma, adalet ve merhamet yerine, devlete tapma ve ırkçılığı yaşatmak" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Devlet insan için değil, insan devlet için vardır" demektir. Şiilik ve Sünnilik "İslamsız ve Kur'an'sız umre ve hac, halı ve mermer, gösterişli mâbetlerle insanların gözlerini boyama" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Mevlit ve türbe, insanları ölülerin çürümüş fikir ve ictihadlarına mahkum etmek" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Hanif İslam dinine paralel din" dinlemektir. Şiilik ve Sünnilik "Allah'ın kitabını arkaya atma, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleme ve onu yamuk gösterme" demektir.Şiilik ve Sünnilik "Daiş, Boko Haram, el Kaide, Haşdi Şabi, eş Şebab ve canlı bomba" demektir. Şiilik ve Sünnilik "İlimde ve fikirde kadını yok saymak, cemaat ve tarikatlarla insan kaynaklarını israf" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Kavram kargaşası, zihin bulanıklığı ve inanç karmaşası, esaret zinciri" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Sünnete ittiba yalanıyla şirkin her çeşidine insanları mahkum etme" demektir. Sünnilik, "Resmi bir iş için evine gelen misafiri akıl almaz yöntemlerle parçalama ve kimyasal maddelerle onu eriten vahşi inanç ve çirkin ahlak" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Kur'an'a karşı ebedi düşmanlık" demektir. Şiilik ve Sünnilik "Dünya ve ahirette hüsran" demektir."Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, (Ey Resul! ) senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(En'am-159)(Ey Resul! ) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. Hepiniz sadece Allah'a yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, salat-ı ikame edin; müşriklerden olmayın. Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka kendilerinde olan (inanç) ile böbürlenip kibirlenmektedir"(Rum-30,31,32)Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Allah'ı kullanırlar.Giordano Bruno
14 Nisan 2021 Çarşamba
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(17.YAZI)"Sayım hocam!Önce Rabbime şükürler olsun, elhamdülillah . Övgüye hakkıyla layık, şanı yüce olan Allah'tır.Sizler de âcizane olarak görüşlerinizi bizlere aktarıyorsunuz. Allah razı olsun. Her yazınızı okuduktan sonra ufkumuz açıldı. Yorumlarınıza kadar sizi takip ediyorum . Ama Kur'an'a da baş vuruyorum. Gördüğüm kadarıyla tamamen Kur'an'ı referans alıyorsunuz.Buda isabetli oluyor. Ama sonuçta beşersiniz. İnşallah sizi takip edenlerin yapmış oldukları beğeni ve övgüler sizi farklı bir haleti ruhiyeye sokmaz. İnsan oğlunun fıtratında var.Siz kabul etmezseniz veya beşerim desenizde, zamanla sizi çeşitli kerametleri olan ve sizi hayatının merkezine alarak, tamamen size bağlı olan ve siz rahmete gittikten sonra sizin bu yazılarınızı alıp bunlarla birlikte kendince ilaveler yaparak "bu da Ali hocadandı" deyip inşallah yeni bir mezhep kurmazlar. Gelelim bu yazınıza ilaveten şunu demek istiyorum. Ben çok kez abdestsiz Kur'an'a dokundum. Ama "Allah temiz olmayanlar dokunamaz" diyor. Ama ben dokundum. Demek ki Allah'ın kasdettigi temizlik veya anlam bu değil. Peki temizlikten kasıt ne ?Örnek: Ben çevremdeki bir çok arkadaşımı Kur'an'a davet ettim. İçlerinde (yine kalplerde olanı Allah bilir) çoğunluğu bana hiç kulak asmadılar. Kendim söyledim kendim dinledim. Fakat bir kaçı beni dinledi ve meal okumaya başladı.Dikkatimi çeken, beni muhatap alan ve almayan arasında yaşantı, davranış, vicdan, ahlak ve edep yönünden farklılık olması idi. Kararmış, paslanmış, temiz olmayan bir kalp ile Kur'an'ın yolu kesişmez, böyle birinin ne gücü, ne sabrı, ne aklı, ne ahlakı, ne fikri, ne zamanı.Hiç bir şeyi Kur'an'a dokunmaya yetmez . Kurana temiz kalpliler dokunur. Selametle kalın"(Muammer Aydın)--------------------------------------------------------"Ömrünuzü, zamanınızı, Kur'an'ı tebliğ çalışmasına harcayarak bütün insanların tevhid dini ve sırat-ı müstekim yoluna girmesi için çalışan Ali hocam! Rabbim sizi ödüllerin en güzeliyle odüllendirsin inşallah.Çokok güzel emek verilmış.Allah sizden razı olsun"(Sadet Çapraz)--------------------------------------------------------"Adamın kişiliğine değil de söylediklerine yani parmağa değil de, parmağın gösterdiği yere bakabilsek keşke. Doğu toplumu olarak şu en basit mantık hatasına düşmesek artık. Ha adamın yanlış yanlarını da söyleriz varsa, ama önce şu konuşmasını alkışlasak.Belki o zaman kaçıp gitmek istediğimiz batı medeniyetine bir nebze yaklaşırız"(Tayfun Çavdar, Mehmet Çelik Hoca'nın, "Siz İslam'ın yüz karasısınız" ile ilgili konuşmasına yaptığı yorum)----------------------------------------------------------"Cübbeli ulusal bir TV kanalında resmen "sümükü şerif diye bir şey çıkarttı" diye Mustafa İslamoğlu'nun ismini vererek iftira attı.Halbuki takip eden etmeyen herkes biliyor ki, Mustafa İslamoğlu böyle bir şey asla söylemez, söylemedi de zaten.Düşünün bu Cübbeli sahtekarını milyonlarca insan çok ciddi olarak takip ediyor.Yalakası çok, avukatı çok, çomarları çok, millet dini böyle pisliklerden öğreniyor"(Yalçın Özkara)
CÜBBELİ AHMETRahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah'ın yolundan engellerler.Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azap vardır.( Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp da bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün onlara denilir ki:"İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yapmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın"(Tevbe-34,35)"Allah, kendilerine kitap verilenlerden, " Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bu emri kulak ardı ettiler, onu az bir değer ile değiştirdiler. Yaptıkları alış veriş ne kadar kötü olmuştur"(Âli İmran-187) Cübbeli Ahmet merdiven altında gayri resmi çalışan kurnaz bir pazarcı. Piyasanın ihtiyacına göre anında cevap veren bir din tüccarı.Ancak onun elinde diğer tüccarlarda bulunmayan önemli bir malzeme var : "Din! Onu ve benzerlerini köşeye sıkıştırmak, mahcup etmek, özür diletmek zorunda bırakmak mümkün değil.Uydurma din her sıkıştırmadan kurtulmanın yolu ve ilkesizliğin en sağlam kılıfı.Rivayet dini, istisnasız her rezilliğin izahını yapabilecekleri, islam dışı eylemlerini bir anda sevaba dönüştürecek sihirli bir değnek.Yani her ahlaksızlığı yapabilmek için beşer üretimi olan ve patent hakkını ellerinde tuttukları bir dine ihtiyaç vardı. Öyle de oldu.Emevilerle başlayan süreçte mezhep ruhbanlığının ortaya çıkmasıyla dinin ticarileşmesi arasında bir birini doğuran bir ilişki bulunuyor. Kur'an'ın metnini değiştiremiyorlar ama onda olmayan ticari metaya dönüştürdükleri bir çok malzeme ortaya çıkardılar. Cübbeli'nin akademik versiyonları Nihat Hatipoğlu, Mustafa Karataş, Ramazan Ayvalı, Cevat Akşit bunu Ehli Sünnet için yapıyor.Amaç farklı araç aynı.Tüccar ve Cübbeli kelimeleri yan yana durduğunda herkesin aklına onun pazarladığı din geliyor.Cübbeli Ahmet kelimenin tam anlamıyla din alıp satan bir dinci, kurduğu şirket Cübbeli Ahmet ürünleri (CAH) satıyor. Kabir azabından koruyan kefen, yangında yanmama başta olmak üzere her türlü hastalığı, kaza- belayı uzaklaştıran "peygamber" nalını, "peygamber" sakalı yıkanmış içme suyu gibi liste uzayıp gidiyor. Su için paketleme tesisi bile açtığını kayıtlara geçirip kefen ve nalını pazarlama taktiklerinden bahsedelim.Kefene Allah'ın isimlerini yazıyor ama pahalı hammadde kullanıyor, anlayacağınız malzemeden çalmıyor.Pazarlama esnasında diyor ki:"Diğer kefenler imamların elinde kalıyor yani dayanma gücü çok zayıf, kumaş çürük"Ama Cübbeli'nin kefen dokuması çok sağlam, ceylan derisi ya da Kâbe örtüsüne yazılması lazım. Benim var ama herkese Kâbe örtüsü bulmak mümkün değil. Ceylan derisine yazdık, hakiki misk ve safranla yazılması gerekiyor. Onlar da ne kadar pahalı biliyor musunuz? Cübbeli Ahmet, stok maliyetine satılmayan ürüne de katlanmak istemiyor."Peygamber" nalınları için ön ödeme ve sipariş şartı koşuyor.Eee gemin batmasın, evin yanmasın! istiyorsan maliyetine katlanacaksın. Din ve iman tüccarı Cübbeli, en büyük vurgununu Fadıl Akgündüz (Jet Fadıl) la ortaklığından vuracaktı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı.Beklendiği gibi Fadıl yine battı.Kendisini savunurken söylediklerinden anladığımıza göre iki daire karşılığında Jet Fadıl'ın vurgununa eyvallah demiş.Diyor ki : "Fadıl Bey'in otelinden yer alın demedim. Sadece fetva soranlara caizdir dedim. Sen enayilik ettiysen bende enayilik ettim, benim de birkaç dairem gitti" demesi sizi yanıltmasın, temel atma töreninin şeref konuğu ve kutsayıcısı olarak başrolde bulunuyordu.Bu arada Fadıl Akgündüz'ün tutuksuz yargılandığı dolandırıcılık davasında mağdur avukatları başka bir iddiayı ortaya attı. Avukat, Jet Fadıl'ın Marmaris'teki oteli'nde tatil yaptırdığı Cübbeliyi gizlice kaydettiği ve görüntülerle şantaj yaptığını öne sürdü.Mahkeme yargılamanın konusu olmadığı için CD yi işleme koymadı. Fuhuş iddiaları Cübbeli Ahmet'in başını sıklıkla ağrıtıyor. Bu yüzden tutuklandı ve yargılandı. Bir zamanlar internete düşen görüntülerin komplo olduğunu öne sürse de mahkemede Özbek bir kadınla nikahlandığını ve kamera görüntülerinin internete düşürüdüğünü itiraf etti. Görüntülerin kendisine ait olduğunu ve bunu inkar etmediğini belirten Cübbeli, cemaatine madde madde ben değilim diye açıkladı. Ancak mahkemede "ben ilk günden beri inkar etmedim" dedi. Görüntülerdeki kadını nikahlayıp sonra boşadığını yazan Emine Şenlikoğlu da doğruluyor ve ekliyordu: Savcıya dedim ki, ne olur, Allah aşkına serbest bırakın o alışkındır böyle sık sık nikah yapmaya ama kesinlikle kadın satışına bulaşmaz"Acarkent'teki yüzme havuzlu villasını savunurken "yüzmem lazım ama harama bakmamak için denize umumi havuzlara gidemiyorum. Erkek havuzları bile haram" diyor. Malta'da bikinili kadınlarla birlikte yüzerken yakalanınca "Avret yerleri açık olarak denize girmek yasaktır. Ben haşemalıyım. Bunda ne mahzur var" diyerek çark ediyor.Konfor yaşantısını "Allah nimetini kulunun üzerinde görmek ister" uydurma hadisiyle savunuyor.Aslında Cübbeli Ahmet isterse lüks ve konfor içinde yaşayabilir.Ameli günahları onunla Allah arasında, karışma hakkımız yoktur.Esas sorun, din ticareti yapmasında, Allah ile insanları aldatmasında, Allah Resulü'ne uydurma rivayetler yoluyla hakaret etmesinde, Allah'ın dinini, her türlü günahı, suçu örtbas edebileceği bir örtü olarak kullanmasında
KUR'AN NASIL OKUNMALI? (2. YAZI ) Hatim indirmenin, cenaze merasimlerinde Yasin ve Fatiha okumanın Allah Resulü ile hiçbir alakası yoktur. Allah Resulü (a.s) hayatı boyunca hiçbir zaman ölülere Kur'an okumamıştır. Bu konuyla ilgili rivayetlerin hepsi iftiradır, uydurma ve hurafeden ibarettir.İslam milleti eğer Kur'an'ı makamla okuma yerine, mesajına ve mânâsına göre okumuş olsaydı, Müslümanlar olarak daha onurlu ve mantıklı bir konumda olurduk . Manasını bilmeden ve üzerinde düşünmeden okuduğumuz Kur'an ile Hristiyanların okumuş olduğu incil arasında hiçbir fark yoktur. Manası bilinmeden Kâbe'nin yanında okunan Kur'an ile ağlama duvarının yanında okunan Tevrat arasında hiçbir fark yoktur.Bugün Türkiye, Mısır, İran, Fas başta olmak üzere Şia ve Ehl-i Sünnet ülkelerinde icra edilen Kur'an okumaları müzik konserlerini aratmamaktadır. Kur'an, tamamen güzel okunmaya, ihlas ve takva'dan uzak bağırıp çağırma ve gösteriş yapma aracına indirgenmiştir. Şia ve Ehl-i Sünnet ülkelerinde okunan Kur'an değil, ses sanatkarlığıdır. Bugün artık tecvidli, makam üzere Kur'an'ı okumak tek amaç haline gelmiştir. Üzülerek söylemek gerekirse, herkesin bilmesi gereken kısa sürelerin manası bile, bir çok din görevlisi tarafından bilinmezken, Kur'an okuyan birinin yapacağı bir tecvit hatası çok büyük bir ayıpla karşılanmaktadır.Aslında cahil birisi tarafından manası önemsenmeden, gösterişli bir şekilde okunan Kur'an'ı dinlemektense müzik dinlemek daha iyidir.Çünkü müzik dinlemenin bir sorumluluğu yoktur. Bir ilaç küpürünün üzerindeki yazıları okumak ne kadar sevap ise, Kur'an'ı anlama dışında okumak da o kadar sevaptır. Kur'an sanki yeni iniyormuş gibi okumak, Resulullah (a.s) onu mekkelilere okuyormuş gibi, onun Allah kelamı olduğuna odaklanarak okumak gerekmektedir. Maalesef tecvidli okuma, Kur'an'ın anlaşılmasını imkansız kılmaktadır. Manasından habersiz olan ümmi insanlar Kur'an'ın bu şekilde okunması gerektiğini zannediyorlar. Tecvid kaidelerini öğrenmeyi farz olarak aktaranlar yüzünden birçok insan zamanın yokluğu ve tecvidin zorluğu yüzünden Kur'an'ı öğrenememektedir. Tecvid ilmi Kur'an'ın anlaşılması önünde gerçekten büyük bir engel teşkil etmektedir. Sonuç olarak: Kur'an'ı, Allah'a şirk koşmamak, ana babaya isyandan sakınmak. Ğulul (yolsuzluk )yapmamak, hırsızlıktan uzak durmak, içki içmemek, sadece Kur'an'ın dediklerini hüküm olarak kabul etmek, kumar oynamamak, Allah'a ve Resulüne itaat etmek, Yahudileşmemek ve Hiristiyanlaşmamak, fakir, miskin, kimsesizlerin kimsesi olmak, cömert olmak, infak ve sadaka ehli olmak, akraba, dost ve yakın arkadaşa iyilik yapmak, sadece Allah'a teslim olmak, her zaman ve her yerde Allah Resüllerinin şeref ve onurunu korumak, onları birbirinden ayırmamak, onları üzecek hareketlerden kaçınmak, onların elçilik makam ve mertebesini muhafaza etmek, müşrik ve münafıklara karşı yumuşak olmamak, Müslüman ve Kur'an ehli olanlara karşı sevgi göstermek için Kur'an okumak.Dedikodu, fitne, gıybet, iftira etmemek, Allah'a din öğretme edepsizligini göstermemek, Allah ile kendisi arasında aracı edinmemek, Allah'ın kendisine şah damarından daha yakın olduğunu bilmek, geçmiş ümmetlerden ders almak, Allah'ın yarattığı her şeyden ibret almak, göklerde ve yerde bulunan ince ayar ve hassas dengeyi tefekkür etmek, akıl ve ilme değer vermek, insan ve cin şeytanlarından Allah'a sığınmak, her türlü gurur ve kibir belasından Allah'a iltica etmek, kafir ve münafıklardan yüz çevirmek, dünyaya ve içindeki hiç bir maddi menfaate takılı kalmamak. Öfkeyi kontrol altına almak, insanları affetmek, adam öldürmekten kaçınmak, her türlü şiddet ve teröre bulaşmadan, fitne ve fesattan kaçınarak Kur'an okumak. Doğal dengeyi bozmadan, insan, hayvan ve tabiatın hakkını koruyarak Kur'an okumak. Hasıl-ı kelam :Kur'an'ın ve Allah Resulü'nün güzel ahlakına sahip olmak için Kur'an'ı okumak gerekir.
13 Nisan 2021 Salı
ŞİA VE EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİNİN EN BÜYÜK GÜNAHLARI: Yüce Allah'a sonsuz şükür olsun ki, "Nebi" ile "Resul'ün" arasında bulunan farkları anlamaya başladığımızdan beri önümüze çok ilginç manalar çıkıyor. Mesala: "Allah'ı ve elçilerini (ve rusulihi) inkâr edenler Allah ile elçilerini (ve rusulihi) birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına iman etmeyiz" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu: İşte gerçek kafirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır" "Allah'a ve Elçilerine "ve Rüsülihi " iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince işte Allah onlara bir gün mükafatını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir"( Nisa- 150,151,152) Evet "şirk en büyük zulümdür"(Lokman- 13 ) "Şirk, ahirette affedilmeyecek tek günah ve büyük bir iftiradır..."( Nisa-48, 116)Mel'un bir günah da "Allah'ın âyetlerini ve hidayet yolunu gizlemeye çalışmak ve onu insanlara ulaştırmamaktır..."(Bakara- 159,160,161,162,174,175, 176; Âli İmran-187 ) İşte bu iki kahredici ve lanetlik günahtan sonra Kur'an, üçüncü büyük günah ve gerçek kafirliğin "Allah (vahiy) ve Resülleri birbirinden ayırmak" olarak ortaya koymuştur. Bu günah öyle alçak bir küfürdür ki, siz eğer Allah ile Resüllerini birbirinden ayırırsanız artık onlarla alakalı her türlü yalan ve iftirayı yapabilirsiniz. Tabii burada Allah'ı, indirilen vahyin temsil ettiğini hiçbir zaman unutmayalım. Yani Allah'ın Resüllerini vahiy'den ayrı bir yerde değerlendirme altına alamazsınız. Allah'ın elçilerini Kur'an'dan koparıp, başka bir kaynak ile onların hayatlarını ve özelliklerini ortaya koyamazsınız.Resülleri vahiy'den ayırarak inanç ve ahlaklarıyla keyfinize göre oynayamazsınız. Çünkü yüce Allah onların bütün özelliklerini, ahlaklarını, inançlarını, hayatlarını ve mücadelelerini indirilen vahiy'le kayıt ve koruma altına almıştır.Allah'ın Resüllerini sadece Kur'an'dan öğrenmek ve Kur'an'dan anlatmak zorundasınız.Yüce Allah onların inanç ve hayatlarını, söz ve hareketlerini kayıt ve koruma altına almış ki, başka bir inanç, din, hayat ve yön ortaya çıkmasın.Elçiler Allah'ın vahiy ile tayin ettiği kimselerdir. Siz kendi keyfinize göre, kendi gelenek ve inançlarınızı Allah'ın elçilerine uyarlayamazsınız. Allah'ın elçilerine Allah'ın indirdiği vahiy ile gitmek zorundasınız. Dolayısıyla Allah'ın elçilerine Emevi-Abbasi rivayetleriyle ulaşmak, onları hadislerle anlatmak cehaletin ve küfrün katmerli olanlarındandır. Siz eğer Allah elçilerini vahiy'den, yani Allah'tan ayırırsanız, Yahudiler gibi Süleyman (a.s ) ı sihirbaz, muhterem ve tertemiz annemiz Meryem (Aleyhesselam)'ı zina eden bir fahişe, İsa (a.s ) ı hem Allah hem de gayri meşru bir çocuk bile yaparsınız.Siz eğer son vahyin sahibi olan Muhammed (a.s)ı Kur'an'dan ayırırsanız uydurma bir din bile icad eder, bu dinde namaz kılmayanı, zina edeni, uydurma dininizden döneni bile öldürebilirsiniz.Eğer Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparırsanız keyfinize göre oyun ve eğlence edinilecek bir din hatta bir kaç din ve mezhep bile yaratabilirsiniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Allah'tan ayırın, o zaman sağ elle yemek yiyemeyen bir çocuğa bile Resülüllah'ın beddua ettiğini ve onu kötürüm haline getirdiğini söylerseniz.Siz yeter ki Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırın, kargayı fasık yapar, kertenkeleyi öldürmeyi sevap sayarsınız.Uydurmanın en alçağıyla zina eden maymunu Allah'ın Resulüne recmettiirsiniz.İşte sizin atalarınız Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Malik bin Enes, Muhammed bin İdris, Ahmet bin Hanbel, Evza-i, Nevev-i, Ebu Yusuf tamda bu operasyonu yaptılar.Bütün bu kaos, anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, ihtilaf ve ayrımcılık Allah Resulü'nü Kur'an'dan kopardıkları için olmuştur.Çünkü inanç ve ahlakı Kur'an'da kayıt ve koruma altına alınan bir Resulden keyfinize göre bir din ve hüküm uyduramazdınız.Siz var ya, şirkin en lânetli olanını işlediniz.
KUR'AN NASIL OKUNMALI? ( 1. YAZI ) Her muvahhid bilir ki, Kur'an'ın esas hedefi insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmaktır. Yüce Allah şöyle buyuruyor."Bu Kuran Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa her şeye galip ve övgüye layık olan Allah'ın Yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır" (İbrahim- 1) Bir aşka bir âyette, "Şüphesiz ki bu Kuran tek olan doğru yola iletir. Ve salih amellerde bulunan müminlere kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler" (İsra- 9) Diğer bir âyette "O Elçin'in söyledikleri ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır. Diri olanları uyarsın ve kafirler cezayı hak etsinler diye"( Yasin- 69, 70" buyrulmaktadır. Başka bir âyet" İşte bu Allah'ın size buyruğudur. Kim Allah'tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükafatını arttırır"( Talak- 5 )Başka bir âyet "(Ey Nebi! Sen sana vahyedilene sımsıkı sarıl, Şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an sana ve ümmetine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız" (Zuhruf- 43 44) Başka bir âyette yüce Allah şöyle buyuruyor. "Biz onların söylediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver"(Kaf- 45 )"Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bir tarafa bırak. Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felakete düçar olmaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne dost vardır, ne de şefaatçi..."(En'am-70) "Ey iman eden akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı kitap indirmiştir. İman edip salih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Resül göndermiştir" (Talak- 10, 11) Dolayısıyla Kur'an, insanların hem dünya hem de ahiret hayatlarını imar etmek üzere diri olan insanlara gönderilmiştir. Adalet: Eşyayı yerli yerinde kullanmaktır.Amacının haricinde eşyayı kullanmak zulümdür.Kur'an'ın konusu tamamen diri olan, aklı başında ve tefekkür eden insanlardır. Kur'an, ancak aklını kullananların kendisinden istifade edebileceklerini haber verir. "İşte bu Kuran kendisiyle uyarılsınlar. Allah'ın ancak bir tek ilah olduğunu bilsinler.Ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir bildiridir"( İbrahim- 52)Kur'an'ın ölmüş kimselerle hiçbir ilişkisi yoktur. "Cebrail Allah Resulü ile Kur'an'ı mukabele etmiştir" türündeki rivayetler Kur'an'a aykırıdır. Çünkü Kur'an, Allah tarafından Resulullah'ın kalbine onu unutmayacağı bir şekilde yerleştirilmiştir.Allah Resulü'nün Kur'an'ı unutmamak için tekrarlaması üzerine şu ayetler nazil olmuştur. "Ey Nebi! Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma, Şüphesiz onu toplamak. (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et, sonra şüphen olmasın ki onu açıklamak da bize aittir"(Kıyamet- 16/ 19) Rahmân ve rahîm olan Allah, Kur'an-ı çok okuyup okumadığımızdan veya güzel okuyup okumadığımızdan dolayı değil, onu yaşayıp hayata aktararak dinamik hale getirmediğimizdan ötürü hesaba çekecektir. Kur'an'da bulunan kıraat, tilâvet ve tertil ile ilgili bütün âyetler onu anlamak ve üzerinde tefekkür etmek ile ilgilidir. "Düşünesiniz diye gerçekten size âyetleri açıkladık" (Hadid- 17)"Deki: Bana Müslümanlardan olmam ve Kur'an okumam emredildi. Artık kim doğru yola gelirse yalnız kendisi için gelmiş olur. Kimde saparsa ona de ki, ben sadece uyarıcılardanım" (Neml- 91, 92) Âyette görüldüğü üzere okunan Kur'an'ı muhatap anlayabilmeli ki hidayetine vesile olabilsin."Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün, bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz"(Haşr- 21) Kur'an'ı, manasını bilmeden, onun üzerinde tefekkür etmeden, ona yoğunlaşmadan sadece düz bir okumadan dolayı kişi sevaba değil, azaba nail olur. Yani Kur'an'ı düşünmeden, manasını merak etmeden okumak ibadet değil, tam bir cehalettir.Kendisini zorlayarak, boğazı patlatırcasına bağırarak, kan-ter içinde kalarak kişinin Kur'an okumaya çalışması okuyana ve dinleyene haramdır.Kur'an, Allah'ın bize verdiği en büyük bir emanet, en önemli bir sorumluluk ve ağır bir sözdür. "Doğrusu biz sana taşıması ağır bir söz vahyedeceğiz"(Müzzemmil- 5) Takdir edersiniz ki, Kur'an'ın üzerinde düşünüp, hayata aktarmak yani onun sorumluluğu ile hareket etmek, onun emir ve yasaklarına riayet etmek çok önemli bir görevdir Çıplak ses haline getirip onu bir müzik eseri gibi okumak ve güfteye malzeme yapmak azapların en büyüğüdür. Kur'an huşu içinde, manası düşünülerek, zorlanmadan, sakin yani konuşma uslubuyla, ihlas ve takva ile okunması gerekir. Kur'an'ın manası, sese, makama, gösterişe boğularak, kurban edilmemesi çok önemlidir. Kur'an okunduğu zaman, onu dinleyen hemen manasını merak edip acaba benim Rabbim burada ne buyuruyor? demeli, bu düşünce ve merak kendisinde uyanmalıdır. Kur'an, bu şekilde sade bir dille tilavet edilmesi Allah'ın rızasına daha uygundur. Allah'ın kitabını okumak ayrı şey, ses sanatçılığı ve gösteriş yapmak ayrı şeylerdir. Bundan dolayı Kur'an'ı güzel okuma ve hafızlık yarışmaları düzenlemek son derece mahzurlu ve sorumluluk gerektiren bir uygulamadır. Yüce Allah, her işimizde takva ve ihlas nasip eylesin. Bizlere şuur versin. Kur'anı riyasız, hakkıyla okuyup manasını bilen ve yaşayan kullarından eylesin.Her mümin, Kur'an'ın tümünü kendi bütünlüğü içinde âyet âyet tertil üzerine okumalı ve doğru anlaması gerekmektedir. Göklerde ve yerde bulunan hassas dengeler gibi Kur'an'ın ayetleri arasında da hassas bir denge mevcuttur. Mesela: Her canlının varlığı başka bir canlıya bağımlı olduğu gibi, her âyetin doğru olarak anlaşılması başka bir âyete bağlıdır. Bu Allah'ın bir yasası, değişmeyen bir kanunudur. Sadece böcek çeşitlerinin bir cinsi yok olacak olursa ekolojik denge bozulur. Her canlı komşusunun sayesinde hayatta kalır. Kur'an'ın bir âyeti bile yanlış yerde kullanılırsa, hassas denge bozulacak, zincirleme olarak, Kur'an'ın hepsi zamanla dinamik hayatın dışına itilmiş olacaktır. Bundan dolayı Kur'an'ı ölülere okumak, Kur'an âyetleri arasında bulunan hassas denge açısından bir zulümdür. Bunları şunun için söylüyorum. Maalesef bugün, Kur'an'ın mesajına inanmaktan daha çok onu güzel okumaya iman etmişiz. Halbuki Kur'anı güzel okumanın Allah katında zerre kadar bir değeri yoktur. "Resulüm! Sana bu mübarek kitabı ayetlerini düşünsünler ve aklını kullananlar öğüt alsınlar diye indirdik" (Sâd 29)
12 Nisan 2021 Pazartesi
KUR'AN'IN MÜBİN OLMA ÖZELLİĞİ Kur'an'ın açıklanması ile ilgili dört tane kavram vardır. "Tasrif, tafsil, tefsir ve tebyin" kavramları. "Tasrif, tafsil ve tefsir" kavramları detaylandırma, "tebyin" kavramı ise, beyan etme, onu duyurma, tebliğ etme yani gizlemeden aktarma, bildirme ve okuma" anlamına gelmektedir. Tebyin kavramının gizlemeden beyan etme anlamına geldiğini en güzel gösteren âyet Âli İmran 187. âyetidir. "Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı.Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyada değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü olmuştur!"Yukarıdaki âyette bulunan "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" cümlesi, vahyi tebyin etmenin , onu detaylandırma değil, gizlemeden açıklama anlamına geldiğini şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde ortaya koyuyor. İşte bu yüzden "Tasrif, tafsil ve tefsir" kavramları sadece Allah bağlamında geçerken, Kur'an'ı tilavet etme, tebliğ etme ve duyurma anlamına gelen "tebyin" (beyan etme) ise hem Allah hemde Resül bağlamında kullanılmıştır. Allah Resulü'nün görevlerinden birisi de Kur'an'ın tebyin yani tebliğ edilmesidir. Kur'an'ın âyetleri Resulullah'ın kalbine (Şuara-195) ve hafızasına kaybolmayacak ve unutulmayacak bir şekilde yerleştirilmiştir (Âla- 6,8)Resulullah(a.s)yüce Allah tarafından Kur'an'ın hafızıdır. Kendisine gelen konuları, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yani hikmetini en iyi bilen biri olarak (Nisa-113) yalnız Kur'an'dan açıklamış ve sadece Kur'an'a tâbi olmuş (Yunus-15, 109; Ahzab-1,2) toplumu sadece vahiy'le uyarıp (Enbiya-45; Kaf-45) sadece Allah'a (Kur'an'a) dâvet etmiştir. (Yusuf-108; Nahl-125)Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri, Allah Resulünün "tebyin" görevini, "âyetleri detaylandırmak" şeklinde kabul ederler. Bu anlayış hem âyetlerdeki sözcüklerin anlamına aykırıdır hem de Allah'a acziyet izâfe etmek anlamına gelmektedir. Yani Allah'ın açıklayamadığı, açıklamakta aciz kaldığı âyetler, Nebi (a.s) tarafından daha iyi ve daha güzel açıklandığını kabul etme anlamına gelecektir. Nebi (a.s) din, iman, hukuk, felsefe, edebiyat konularında hiçbir uzmanlığı yoktu. Kur'an ise Mübin'dir; Allah tarafından en güzel biçimde "tebyin" açıklanmış, "tefsir" (Furkan-33) "tafsil" (En'am-97,98,126; Âraf-52; İsra-12; Yusuf 111) "tasrif" (İsra-41,89; Kehf-54; Tâhâ-113; Furkan-50; Ahkaf-27) edilmiş, kimsenin açıklamasına yani detaylandırmasına bırakılmamış bir kitaptır.Kur'an'ın Allah tarafından "tebyin" (açıklandığını) gösteren âyetler.(Bakara- 99, 118, 109,185, 187, 209, 219,221,242,266, Âli İmran-86, 103, 118, 138 Yunus-15; Nisa-26, 174, 176; Mâide-15,19,89; Tevbe-115; İbrahim-4; Nahl-89; Meryem-73; Nur- 1,34, 46,18,58,59,61; Hac-16,72; Ankebut-49; Sebe-43; Mümin-66; Casiye-25; Ahkaf-7; Hadid-9,17; Mücadele-5; Talak-11; Kiyame-19) Yüce Allah'ın eşyayı hak ile (bi'l-hak) yaratmasının bir anlamı ve önemli bir amacı vardır. "Hak"kın zıttı "batıl"dır. Nasıl ki hak, ilâhi bir amaç ve anlama yönelikse, batıl da heva ve hevese yani anlamsızlığa ve hiçliğe delalet eder. "O, öyle bir ilahtır ki, gökleri ve yeri bir amaca yönelik olarak hak ile yaratmıştır..."(En'am-73) "Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri anlamsız ve amaçsız olarak "bâtilen" yaratmadık..."(Sâd- 27)Yüce Allah, Kur'an'da göklerin, yerin ve aralarında bulunan her şeyin anlamlı ve amaçlı yaratılışından daha fazla vurguyu, vahyin bir anlama ve önemli bir amaca yönelik olarak "bi'l-hak" indirilişine yapmaktadır. "İşte bunlar Allah'ın âyetleridir. Biz bunları sana bir anlam ve amaca yönelik olarak hak ile okuyoruz..."(Bakara-252)"İşte bütün bunlar, Allah'ın, sana bir anlam ve amaca yönelik olarak okuduğumuz âyetleridir..."(Âli İmran-108)"İşte bütün bu âyetler, bir amaca yönelik hak olarak, sana okuduğumuz Allah'ın âyetleridir. Artık Allah'ın hadisinden ve O'nun âyetlerinden başka hangi söze iman edecekler"(Casiye-6)Dolayısıyla yüce Allah, gökleri, yeri ve aralarında olan her şeyi bir anlam ve amaca yönelik, hak ile yaratmışsa, vahyi indirmesi de bir anlam ve amaca yönelik hak ile göndermiştir. Fakat göklerde ve yerde olan âyetler ile vahyin âyetleri arasında önemli bir fark vardır. Göklerde ve yerde olan âyetlerin "mübin" olma özellikleri bulunmamaktadır. Çünkü göklerde ve yerde var olan âyetleri inceden inceye okuyacak araştırmacılara, ancak çeşitli ve dolaylı yollardan ulaşma imkanı verilmiştir. Fakat Kur'an bir çok âyette, sadece belli bir zümre, cemaat ve şahıslar için değil, bütün insanlar için kendisinin "mübin" olduğunu haber vermektedir. Yani Kur'an, ön yargılardan uzak, samimi bir şekilde kendine müracaat edenleri başka hiçbir kaynağa muhtaç etmeyeceğini garantilemiştir. "Mübin" Kur'an'ın en önemli sıfatlarından biridir. "Mübin" kelimesi, hem "açık ve anlaşılır" hemde "açıklayan ve anlaşılır kılan" anlamına gelmektedir. "Ey ehli kitap! Resülümüz (Kur'an) size kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok (kusurunuzı) da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, mübin bir kitap geldi"(Mâide-15)"Elif. Lam. Ra. Bunlar, mübin kitabın âyetleridir"(Yusuf-1)"Elif. Lam. Ra. Bunlar kitabın ve mübin Kur'an'ın âyetleridir"(Hicr-1)Kur'an'ın "mübin" bir kitap olduğu ile ilgili yüzlerce âyet vardır. Kur'an'da bu kadar sık vurgulanan "mübin" sıfatı, indirildiği coğrafyadaki insanlardan daha çok ileriye dönük mucizevi bir haber niteliğindedir. Sanki gelecekte, "Biz Kur'an'ı anlayamayız, Kur'an'ı anlamak zordur, Kur'an açık bir kitap değildir, onu ancak Nebi (a.s) ın sözleri ve âlimlerimizin ictihadları açıklar" diyerek mezhep ve fırkaların çıkacağını haber vermektedir.Çünkü kesin olarak biliyoruz ki, Kur'an'ın indiği coğrafyanın insanlarının onu anlamama sorunları olmamıştır. Müşrik ve kafirler tarafından bile böyle bir iddianın var olduğunu Kur'an haber vermiyor. Aslında Allah'ın hidayet yolundan engelleyen din adamları olmasaydı, hiç kimse Kur'an'ı anlama sorumluluğundan muaf olmayacaktı. Fakat Kur'an, din adamlarının Allah'ın hidayet yolu olan vahiy'den insanları engellediklerini haber vermektedir. Yoksa Kur'an'ın hitap bağlamı tüm insanlık âlemidir. "Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu eğip bükerek yamuk göstermek isteyen zalimlerdir. (Dolayısıyla) Onlar âhireti de inkar edenlerdir"(Âraf-45)"Ey iman edenler! (Biliniz ki) haramlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını batıl yollardan yerler ve insanları Allah yolundan engellerler..."( Tevbe- 34)Yukarıdaki âyetin "Ey iman edenler! diye başlaması manidardır. Yani insanları sırat-ı müstakim olan hidayet yolundan engelleme ve onu yamuk gösterme din adamlarının en eski mesleğidir. Onlara güvenmemek gerekiyor. "Allah'a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır? Onlar kıyamet gününde Rablerine arz edilecekler, şahitler de işte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.Onlar insanları Allah'ın yolundan alıkoyan ve onu yamuk göstermek isteyenlerdir. (İşte gerçek olarak) ahireti de inkâr edenler de bunlardır" (Hud- 18, 19)Birde din adamlarında, batıl olanı hakka karıştırma ve Allah'ın âyetlerini tamamen gizleme gibi lanetlik bir ahlakları da mevcuttur. "Sakın hakkı batıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"(Bakara-42)"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yoluna kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"(Bakara-159)"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına durdukları ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Onlara onlar için can yakıcı bir azap vardır.Onlar hidayet karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar. O azabın sebebi, Allah'ın kitabı bir amaca yönelik olarak hak olarak indirmiş olmasıdır.(Buna rağmen bağlam ve bütünlüğüne aldırmayarak farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"(Bakara-174,175,176)Kur'an bütün insanlara gönderilmiş bir mesajdır. Ve muhatap aldığı kitleden kendisini anlamasını ister.Bu hem mesajı gönderen yüce Allah'ın hakkı hem de gönderilen mesajın hakkıdır.Ancak beşeri yani yedek kaynaklarla Kur'an'ı anlayabileceklerini iddia eden Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri yüce Allah'ın ve Mübin Kur'an'ın hakkına tecavüz ettiklerinin farkına varamıyorlar. Halbuki hakkıyla yapılacak bir okuma Kur'an'ın anlaşılmasını sağlayacaktır."Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onun hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, (sadece) ona iman ederler. Ama her kim onu inkâr ederse işte gerçekten ziyana uğrayanlar bunlardır"(Bakara-121)Yani Kur'an'ı hakkıyla okumama, onun örtülmesine, gizlenmesine ve dolayısıyla inkar edilmesine kadar gidecektir. Demek oluyor ki, Kur'an'ı anlamak için okuyanlar yüce Allah'ın ve Mübin Kur'an'ın hakkına sahip çıkmış oluyorlar. Kur'an, hem Resül (a.s) a hemde iman edenlere kendisini anlamayı ve tebliğ etmeyi yani onu duyurmayı bir farz olarak yüklemektedir. (Ey Resül! ) Kur'an'ı (okumayı, tebliğ etmeyi sana farz kılan Allah elbette seni yine dönülecek yere döndürecektir. De ki: Rabbim, kimin hidayeti getirdiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir"(Kasas-85)(Ey Resul!) Sana bu mübarek (bereketli) kitab'ı, âyetlerini düşünsünler ve aklını kullananlar öğüt alsınlar diye indirdik"(Sâd-29)"Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) tabi olun. Onu bırakıp da (yöresinde, berisinde) başka evliyanın peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"(Âraf-3)"Şüphesiz bu (Kur'an) benim dosdoğru yolumdur. Buna tabi olun, onun ( yöresinde, berisinde) başka yollara uymayan. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. işte sakınmanız için Allah size bunları emretti"(En'am-153) "İşte bu (Kur'an) bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna ıyun ve sorumluluk bilinciyle Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin" (En'am-155) Yüce Allah, insanlara ısrarla şu gerçeği hatırlatır. "Kur'an açık ve anlaşılır bir mesajdır"Yani Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin,"Kur'an, geçmiş müctehidlerin ve mezhep imamlarımızın yani âlimlerimiz tarafında anlaşılmış, çözülmüş ve din onların eliyle tamamlanmıştır, onların dini ve yolları bize yeter" Diyen biri, Kur'an'ı anlamanın sadece müminler içinden seçkin kişi ve özel cemaatlerle ilgili bir durum olduğunu iddia etmiş olur ki, bu Kur'an'a karşı yapılmış açık bir küfür ve büyük zulümdür. Çünkü vahyin dini olan İslam'da Yahudilikteki, (ahbar), Hristiyanlıktaki (-papa-aziz-kardinal ), Sünnilikteki, (muhaddis-müctehid-müfessir), Şiilikteki, (masum imamlar-âyetullahlar) gibi "din adamları sınıfı" yoktur. İnsanları önce avam (cahil), sonra havas (âlim) daha sonra hâssü'l has (daha âlim) müctehid, fıkıhta müctehid, mezhepte müctehid, genel müctehid, ulema efendilerimiz, din atalarımız, büyüklerimiz, masum imamlarımız" diye sınıflar uydurup, ümmete tepeden bakıcı bir sınıflandırma üzerinden kendisini seçkinleştirme ve kendini ayrıcalıklı bir konuma sokma kibri Allah'ın gazap ettiği lânetlik bir ahlaktır. "Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadan Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenler (onları kabul etmede zorlananlar) hem Allah indinde hem de müminlerin indinde (bu durumları) büyük bir nefretle karşılanır. Allah, büyüklük taslayan her zorba'nın kalbini işte böyle mühürler"(Mümin-35) "Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli rabler edinmek mi daha hayırlı, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı? Allah'ı bırakıp da (yöresinde, yanında, ötesinde) kulluk ettikleriniz, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım batıl isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında (hidayet üzerinde olduklarına dair) herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler" (Yusuf- 39, 40)"Bunlar (kulluk yaptığınız ilahlar) sizin ve atalarınızın taktığı batıl isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında (onlara kulluk yapılacağına dair) hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol göstereceği ( Kur'an) gelmiştir"( Necim- 23)
11 Nisan 2021 Pazar
NURCULUK Bu yazımızda amacımız Said Nursi ve Risâlelerinin iç yüzünü en açık bir şekilde ortaya koymak olacaktır. Said Nursi ve Risâle-i Nur Külliyatı talebelerince kutsal olarak kabul edilmiş, Kur'an cahili ümmi halka da bu şekilde anlatılmıştır.Kur'an cahili Nurcular için Said Nursi'nin kutsallaştırılması pek de zor olmamıştır. Çünkü insanların çoğu okumayı ve araştırmayı sevmez. İşte bu nedenle Said Nursi ne diyor? Bu dedikleri Allah'ın kitabına uygun mu ? Ya da sünnetullahla uyumlu mu? diye bir araştırma yapmadan Said Nursi "Bediuzzaman" "zamanın eşsiz âlimi" ilan edilmiştir.Ümmi insanlar tarafından âlim olarak bilinen bir kişinin reklamı yapıldığında, artık o kişiye taraftarlarınca bir tür dokunulmazlık zırhı giydirilir ve o kişiyi eleştirenler cehaletle, sapıklıkla ve iftiracılıkla suçlanır. Kur'an buna "ahbarlarını ve ruhbanlarını Allah'ın yanında, berisinde rabler edindiler" der. (Tevbe-31)Yani din atalarının kendilerine yalan söylediğine ve kendilerini aldattıklarını hiçbir zaman kabul etmezler. Hatta Said Nursi ve benzerlerine söz söyletmeyenler arasında kendini tevhid'e nispet eden kişiler de mevcuttur. Aslında bu açık bir cehalet ve büyük bir hastalıktır.Sadece çok reklamı yapıldığından dolayı Said Nursi ve benzerleri insanların bilinçaltlarında dokunulmaz bir mâsum olarak yer etmiştir. Halbuki İslam dışı inanç ve fikirler kimden gelirse gelsin onlara karşı İbrahim (a.s) gibi şiddetle karşı konulmalıdır. Bunlara bile bile karşı koymayanlar hanif dinin darbe almasına sebep olurlar. Sonuçta İslam dininin kutsalları bellidir. Bir adam düşünün ki, son Nebi'den ve Nübüvvet'e bağlı son Resul'den yani İslam dininin tamamlanmasından sonra (Mâide-3; En'am-115 ) ortaya çıksın ve aşağıdaki âyete rağmen bana Allah tarafından bir kitap yazdırıldı deyip hem kendini hem de kitabını kutsallaştırmaya kalksın."Elleriyle bir kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü onlara veyl olsun! Ve kazandıklarından ötürü onlara yuh olsun! (Bakara- 79)Şimdi böyle bir adam hakkında düşünceniz ne olurdu ? İşte Said Nursi eliyle yazdığı kitab-ı Allah'a nisbet edip bunu kendi iradesiyle değil de, Allah tarafından kendisine yazdırıldığını, Risâlelerinden ve kendisinden Kur'an'da övgüyle söz edildiğini, Allah Resulü'nün amcasının oğlu Ali başta olmak üzere asırlar önce yaşayıp geçmiş olan Abdulkadir Geylani gibi şahsiyetlerin Risâle-i Nur'u övdüğünü ve ondan haber verdiğinin iddiasındadır. Bu Kur'an'a aykırı ve akıldışı iddialar Said Nursi'nin Risâlelerinin bir çok yerinde mevcuttur.Allah'ın izniyle bu yazımızda bunları işleyeceğiz.Aslında her şey gelip Kur'an'ın bilinmesine dayanıyor.Kur'an bilinirse şirk ve iftira, yalan ve uydurmalar bilinir. Fakat Kur'an'ın ilim ve hikmetinden uzak kalınırsa Kur'an'ın ifadesiyle kişi kitap yüklü eşek olur. (Cuma-5) İşte Nurcular Kur'an cahili oldukları için ilme ve bilimsel verilere yani sünnetullaha aykırı olan ayrıca itikadi bakımdan insanın inancını zedeleyen ve onu cehenneme atan bir kitab'ı sorgulamadan kayıtsız şartsız kabul ederler. Evet her şeyi Kur'an'ın bilmesine dayanıyor. Kur'an bilinirse her şey kolaylaşır, Kur'an bilinmezse her türlü akılsızlık ve ahmaklığın yolu açılmış olur. Said Nursi ve şakirtlerinin iman ve fikirleri şöyle şekillenmiştir.Nurcular Said Nursi ile ilgili diyorlar ki:"...yirmi senede öğrenilmesi gereken ilim ve fenlerin özünü üç ayda kavrayarak öğrenimini tamamlamıştır. "Hangi ilimden olursa olsun, sorulan her soruya, tereddütsüz ve derhal cevap vermiştir"(Bediuzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Sözler Yayınevi, İst. 1991, s. 34) (Takdim yazısında bu kitabın 1958' de hazırlandığı, Bediuzzaman Said Nursi'nin onu kontrol ettiği ifade edilmektedir. Buna gerekçe olarak deniliyor ki, "rüyasında Allah Resulün'den ilim istemiş, o da ümmetine soru sormamak şartıyla Kur'an ilminin öğretileceğini müjdelemiş, bu sebeple daha çocukken asrın en büyük âlimi olarak tanınmış ve kimseye soru sormamış, ama sorulan bütün sorulara mutlaka cevap vermiştir"(Bediuzzaman Said Nursi, Haşiye, Tarihçe-i Hayat, s. 33)Aslında "bir kimsenin Allah'ın elçisi tarafından bilgi sahibi kılınması inancı" Şiilere ait bir inançtır. Şii uleması bunu Ali'nin soyundan gelen imamlar için söylerler. Onlara göre "...imamlardan herbiri hiçbir öğretmene gitmemiş, bir eğitimden geçmemiş ve bir şey öğrenmemiştir" "Hiçbiri bir hocadan ders almamış, hiçbiri bir mektebe, bir medreseye gitmemiştir""Böyle olduğu halde kendilerine bir şey sorulunca derhal en doğru cevabı verirler""Dillerine bilmiyorum sözü gelmediği gibi, cevap vermek için düşünmeleri yahut cevabı bir müddet geciktirmeleri de vaki değildir..."(Muhammed Rıza'l-Muzaffer, Akâid'ül-İmamiyye, Şia inançları (Türkçeye çeviren Abdulbaki Gölpınarlı) İstanbul 1978, s. 52-53)Şiilere göre, "imamın ilahi hükümlere, ilahi maarife, bütün bilgilere sahip olması, Resul yahut kendisinden önceki imamın vasıtasıyladır"Halbuki Allah Resulü'nün böyle bir yetki ve görevi yoktur.Resulün görevi sadece indirilen vahyi insanlara duyurmak yani tebliğ etmektir.Said Nursi diyor ki: "Kur'an'ın gizli gerçekleri Risâle-i Nur ile birlikte bize iniyor!"Bu sözün açık anlamı; Allah Resulü'ne Kur'an'ın vahiy suretiyle inmesi gibi, her asırda o Kur'an'ın arştaki yerinden ve manevi mü'cizesi'nden feyz ve ilham yoluyla onun gizli gerçekleri ve gerçeklerinin kesin delilleri iniyor"Yani "Risâle-i Nur Külliyatı, Kur'an'ın indiği yerden vahiy suretiyle inmesi gibi inerek onun gizli kalmış gerçeklerini ve o gerçeklerin kesin delillerini getiriyor" Said Nursi bu sözü ile kendini Nebi seviyesine çıkarıyor. Nebi olduğunu söylemese de yukarıdaki sözlerin o manaya geldiği açıktır. Ayrıca Kur'an'da açıklanmamış gerçeklerin kendine indirildiği iddiası, kendi kitabının Allah'ın kitabından daha önemli olduğu iddiasından başka bir anlam taşımaz. Farkında olmasalar da nurcular Said Nursi'yi son Nebi, Risâle-i Nur'u da Allah'ın son kitabı saymış oluyorlar. Said Nursi diyor ki: "Risâle-i Nur denilen otuz üç adet Söz, otuz üç adet Mektup, otuz bir adet Lem'alar, bu zamanda, Kur'an'daki âyetlerin âyetlerdir" "Yani onun gerçeklerinin göstergeleridir""Onun hak ve hakikat olduğunun kesin delilleridir" "Kur'an âyetlerinde yer alan inançla ilgili gerçeklerin gayet kuvvetli belgeleridir" Yani Said Nursi'ye göre "Kur'an delil olmaktan çıkmış, delile muhtaç hale gelmiş ve Risâle-i Nur'un âyetleri, Kur'an âyetlerinin delili" olmuştur. Böyle bir kitabın hatasız olması gerekir.Said Nursi bu iddiayı da yapmaktan kaçınmıyor. Diyor ki: "Sözler" şüphesiz Kur'an'ın nurlu parıltılarıdır. Açıklanmaya muhtaç yerleri eksik olmamakla birlikte tümüyle kusursuz ve eksiksizdir" Nurcuların Kur'an okumayıp gece gündüz sadece Risâle-i Nur Külliyâtını okumalarının gerçek sebebi işte bu batıl ve şirk dolu imandan kaynaklanmaktadır.Said Nursi, insanları kendi kitaplarına çekmek için hiçbir şeyi eksik bırakmamış.Aynen şöyle diyor. "Risâle-i Nur, bu asırda, bu tarihte bir "urvetül- vuska"dır."Yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve "hablullah" yani Allah'ın ipidir. Ona elini atan, yapışan kurtulur"Halbuki "Urvetül-vüska" (sağlam bağ) (Bakara- 256) ve "hablullah" (Allah'ın himayesi- Allah'ın koruması ) (Âli İmran-103) Kur'an'a ait özelliklerdir. Said Nursi, "Risale Nur Külliyatının, Kur'an'ın alındığı yerden alındığını iddia ediyor.Diyor ki:"Risâle-i Nurlar, ne doğunun kültüründen ve ilimlerinden, ne de batının felsefe ve bilimlerinden alınmış ve iktibas edilmiş bir nurdur""O, gökten inmiş Kur'an'ın, doğunun ve batının da üstünde olan Arştaki yerinden iktibas edilmiştir" Risâlelerinden, "Âyetü'l Kübra"yı örnek verip oradaki iddialara bir göz atalım. 1-) Said Nursi'ye yazdırıldığı iddiası: "Bu Risâlenin mukaddimesinin bu derece uzun olması istemeden olmuştur. Demek ihtiyaç var ki, öyle yazdırıldı"2-) Adını İmam Ali'nin verdiği iddiası:"Bu Risâlenin öyle bir ehemmiyeti var ki; İmam Ali (radıyallahu an) gaipten gösterdiği kerametlerde (kerameti gaybiyesinde) bu risâleye "Âyet-i Kübra" ve "Asâ-yı Musa" adlarını vermiştir" 3-) İmam Ali'nin şefaat dilediği iddası:"İmam Ali (r.a), Nur'un eczalarından haber verdiği sırada "Âyet-ül Kübra" hakkı için beni ani ölümden koru" deyip o Âyet-ül Kübra'yı şefaatçi yaparak..." 4-) Risâle'nin lâ ilahe illallah sözünün olağanüstü delili olduğu iddiası:"Lâ ilâhe illallâh'ın hücceti ise metbu' Âyet-ül Kübra Risalesidir. O emsalsiz hüccetin hârikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (radıyallahu anh), onu şefaatçi yapmıştır" 5-) Risâle'nin kurtarıcılık yaptığı iddiası:"...o risâlenin hem Ankara hem Denizli mahkemelerinde galebesi ile ve perde altında tesirli intişarı ile talebelerine beraat kazandırmağa sebep olduğu gibi..." 6-) Bir mağazayı yangından koruduğu iddiası:"... hükümet dairelerinden birisi..." gecenin en soğuk bir vaktinde üç saat cehennem gibi yandığı halde; tam bitişiğinde, Risâle'i Nur'un bir talebesi yanıma geldi, dedi: "Biz yanıyoruz, mahvolduk" Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Ayet-ül Kübra'nın bir kısım basılı nüshalarını yanıma getirmesini söylemiştim, fakat getirmemişti. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de Risle-i Nur'u Ayet-ül Kübra'yı şefaatçi yapıp: "Ya Rabbi kurtar" dedim."Üç saat o dehşetli yangın, bütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkanları bütün yaktı, yıktırdı" "Risâle-i Nur'un ve Âyet-ül Kübra'nın korumasında olan mağazaya kat'iyyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkanı da sağlam kaldı"Nurcular, Said Nursi'ye olağanüstü değer verdikleri için söylediği hiçbir şeye karşı gelmiyorlar.Nurcuların kim oldukları ile ilgili Arif Kılıç hocamın enfes değerlendirmesini dikkatinize sunuyorum. NURCULAR KİMDİR? 20. Asırda ortaya çıkan, Kur'an-ı Kerim'i okumayıp,kendi liderlerine vahyedileni okumayı ibadet sayan ve Avesta'da geçen Zerdüşti bilgileriislam ismini kullanarak topluma şırınga etmeye çalışan, ezik ve sinsi cemaat! Liderlerine "Bediüzzaman" dualarına "Cevşen" kurtarıcılarına "Mehdi" otlattıkları davarlara "Nurcu" adını veren, batını ve ilkel bir akım!Bu akımın, İslam'la tek bağı mürit edindiği insanların müslüman çocuğu olmasıdır.. Bunlar, devşirdikleri çocukları ailelerinden ve köklerinden koparmayı ilke edinmişlerdir.1-) Said Nursi, Risâle-i Nur'un Kur'an'ın tefsiri yani açıklaması olduğunu iddia ediyor.Halbuki insanlar Kur'an'ı tefsir edemezler. Çünkü Kur'an'ın tefsiri yoktur. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü ve hikmeti yani sistemi olur. Âyetlerin açıklanması ile ilgili Kur'an'da beş kavram bulunmaktadır. "Tefsir, te'vil, tasrif, tafsil ve tebyin" kavramları. Bu kavramların içinde bulunan "tebyin" kavramı hariç diğer kavramların hepsinin bağlamı Allah'tır. Çünkü diğer kavramlar yani "tafsil, tasrif, tefsir ve te'vil" âyetleri Kur'an'ı detaylandırma anlamına geliyor. Dolayısıyla sadece Allah Kur'an'ı tefsir edip detaylandırdığı için bu kavramlar Resül bağlamında bile kullanılmamıştır. "Tebyin" kavramı "okuma, duyurma, gizleme yapmadan açığa çıkarma, ilan ve tebliğ etme" anlamına geldiği için hem Allah (Nahl-89 ; Nisa-176) hemde Resul(Nahl-44) bağlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla Said Nursi'nin şakirtlerine yazdırdığı Risaleler Kur'an'ın tefsiri olamazlar. Çünkü Kur'an'ın tefsirini bizzat Allah yapmıştır (Furkan-33)Said Nursi heva ve hevesine göre sadece 250 küsür âyetin yorumunu yapmıştır. 2-) Said Nursi, sık sık kendini ve eserini övmüş ve "bunlar kalbime ihtar edildi, gıyaben bize yazdırıldı" demiştir.3-) Said Nursi, Kur'an'a, sünnetullâha ve islam aklına aykırı olan "ebced" hesapları ile "otuz üç Kur'an âyetinin" kendisinden ve eserinden haber verdiğini iddia etmiştir.Hatta, bu uydurma "ebced!" hesabına uyması için, kendi ismini Said-i Nursî , Said-ün-Nursî, Molla Said, Said- Kürdi gibi, Külliyâtını da Risâle-i Nur, Resâil-in-Nur, Risâlet-ün-Nur, Risâle-in-Nur,Risâlet-ün-Nuriyye gibi farklı şekillerde kullanmıştır.Ebced hesabına uyması için, âyette geçen şedde ve tenvinleri; "küçük sırlı bir fark" gerekçesiyle bazen saymış, bazen de saymamıştır.Üstelik ebced hesabına uyması için yılları; bazen hicrî, bazen rumî , bazen de miladî takvime göre belirlemiştir.Yani anlayacağınız uydurma bir hesapta bile dürüst hareket etmemiştir. Halbuki Kur'an'ın ilim ve ahlakına sahip olanlar böyle adi ve basit şeylere tenezzül etmezler. 4-)Dinde kaynak olması mümkün olmayan uydurma Ebced hesabıyla âyetlerin mealini değiştirerek hoşuna giden anlamı âyetlere onaylatmaya uğraşmıştır. Mesela: Âyette geçen ve (yeryüzünün temiz bir parçası ) anlamına gelen saîd (صعيد ) kelimesindeki (sad) harfini ebced hesabına uymadığı için kendi ismi olan (mutlu- sevinçli-mesud ) anlamına gelen Saîd (سعيد ) kelimesindeki (sin) harfi ile değiştirerek kendine işaret edildiğini iddia etmiştir.İbrahim süresi "Elif. Lam. Ra.( Bu Kur'an) Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa yani Aziz ve Hamid olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır" Birinci âyetinde geçen "sirâtil Azizi'l-Hamid" cümlesi ile ilgili olarak, Osmanlı padişahları olan Abdulaziz ve Abdulhamid'in sırat-ı mustakim üzerinde olduklarını iddia etmiştir. 5-) Allah Resulü'nün yanında otururken Ali'nin kucağına Cebrail'in "sekine" adında bir sayfayı düşürdüğünü, bu esnada Ali'nin Cebrail'i gökkuşağı (alâimu's-sema) şeklinde gördüğünü ve bu düşürülen "sekine" sayfasında gelmiş geçmiş önemli sır ve ilimlerin olduğunu iddia etmiştir.(Lemalar-18. Lem'a) Halbuki vahyin son muhatabı olan Muhammed (a.s) a metin olarak yazılı bir şey asla indirilmemiştir.Allah Resulü'nün huzurunda Cebraili'n yazılı bir sayfayı Alinin kucağına bıraktığını iddia etmek bozuk bir aklın ürünüdür. Said Nursi, bu "sekine" meselesinde "Gulat-ı Şia" ya mensub olan Gurabiyye fırkasının tuzağına düşmüştür. Onlar "Karganın kargaya, sineğin sineğe benzediği gibi, Muhammed ve Ali birbirine benzediğinden dolayı, Cebrail, vahyi Ali'ye getireceğine, yanlışlıkla Muhammed'e getirdi" diyorlardı. 6-) Said Nursi yazdırdıği eserlerde hiçbir yanlışlık olmadığını iddia ederek diyor ki : "Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun. Onun için bir harfine dokunmayı azim (büyük) bir günah işliyor telakki ediyorum..."(Barla Lahikası-62)Halbuki Allah'ın elçileri bile Nübüvvet makam ve mertebesinde Allah'a karşı hata yapmış ve yanlış sözler söylemişlerdir. (Tevbe-113; Tahrim-1; Hud-45,46)Said Nursi o kadar büyük bir egoya sahip idi ki: Tek amacı, insanların kendi eserine kayıtsız şartsız boyun eğmeleri ve sadece onun eserine itaat etmeleri ve sorgulama yapmadan ona teslim olmaları idi. Kur'an'a göre din ve hüküm olarak Allah'tan yani O'nun kitabından başka bir kaynağa teslim olmak şirktir.İşte bu yüzden Said Nursi'nin inanç ve öğretisine göre ihlas, "dini Allah'a özel kılmak" değil, tefekkür ve sorgulama yapmadan Said Nursi'nin eserlerine kayıtsız şartsız iman etmektir. Said Nursi'ye itiraz edenler "ihlası" kaybederler. "Diyor ki: Ey göklerin ve yerlerin yaratıcısı..." Kur'an'a ve imana hizmet için, insanların kalplerini Risâle-i Nur'a itaat ettir, boyun eğdir! Hz.Musa (a.s) a denizi ve Hz. İbrahim (a.s) a ateşi ve Hz. Davut (a.s) a dağı-- demiri ve Hz. Süleyman (a.s) a cinni ve insi ve Hz. Muhammed (a.s) a Güneş'i ve Ay'ı boyun eğdirdiğin gibi, Risâle-i Nur'a kalpleri ve akılları boyun eğdir!.."(Asa-yı Musa- 211)Halbuki Kur'an'a baktığımızda Allah ve Resulün'den başka hiç kimseye mutlak anlamda itaat emredilmemiştir. Yani itaat kavramı kayıtsız şartsız olarak Nebi (a.s) hakkında bile kullanılmamıştır.Dinde itaat sadece Allah'a ve vahyi ilan eden yani tebliğ eden Resüle özel kılınmıştır. Yine Said Nursi diyor ki : "Madem hakikat budur; ya diyeceksiniz ki: Pek harika ve mağlup olmaz bir deha bu işi çeviriyor veya diyeceksiniz: "Gayet inayetkerane bir hıfz-ı ilâhidir (Risâleler Allah'ın yardımı ve koruması altındadır) Elbette böyle bir deha ile mübareze (karşı gelme - itiraz- mücadele -tartışma-atışma) etmek hatadır, millete ve vatana büyük zarardır""Ve böyle bir hıfz-ı ilâhi ve inayet-i rabbaniyye (Allah'ın koruması altında ve Allahın yardımına mazhar olmuş) bir esere karşı gelmek, Firavunâne (Firavun'un ahlakına benzer) bir temerrüttür (kafa tutma-inatla direnme-karşı gelmedir)"(Emirdağ Lahikası-1 11)7-) Said Nursi ve şakirtlerine göre Risâle-i Nur, Allah Resûlünün vâdettiği, Ali'nin müjdelediği, Abdulkadir Geylani'nin yardımı, İmam-ı Gazali'nin tavsiyesi ve İmam-ı Rabbani'nin gaybdan haber vermesidir"(Emirdağ Lahikası- 1,98) Sonuç olarak: Şia versiyonu Bahailiğin lideri olan Mirza Hüseyin Ali Bahaullah da (ö. Hicri- 1309; Miladi-1892) böyle harf numaralarıyla "cifr" ve "ebcet" hesapları ile başlamış, sonra da Kur'an cahili ve akılsız müritlerine kendisini Allah'ın yeryüzündeki nuru diye inandırmıştı.Saîd Nursi, kendisine "Bediüzzaman" dedirterek yirminci asırda Anadolu'yu hurafe ve yalanlara boğmuş bir bahaidir. Nerde sapkın bir inanç ve fikir görürseniz Saîd Nursi mutlaka ondan bir şey çalmıştır.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ (12. YAZI) "RESÜLUHU"Daha önce ele aldığımız zamirli "Resul" kavramları "lam"ın esreli olarak okunuşuydu. Şimdi "Resul" kavramında "lam"'ın ötreli olarak okunuşunu göreceğiz.Yani yüzlerce âyette "Resul" zamirle Allah'a bağlanırken, bir âyette bile "Nebi" tekil olarak Allah ile beraber yer almaz. "Size Allah'ın âyetleri okunurken, üstelik Allah Resulü de (Resulühu) aranızda iken nasıl inkara saparsınız"(Âli İmran- 101)"Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Resulü'dür (ve Resüluhu)..."( Maide- 55)"... Allah ve Resulü (Resulühu) müşriklerden uzaktır..."( Tevbe-3)" Allah ve Resul'ünün (Resüluhu) haram kıldığını haram saymayan..."(Tevbe- 29) "Eğer onlar Allah ve Resul'ünün (Resulühu) kendilerine verdiğine razı olup da..."(Tevbe- 59)"... ve sırf Allah ve Resulü (Resüluhu) kendi lütfundan onları zenginleştirdiği için intikam almaya kalkıştılar..."(Tevbe-74)"Amelinizi Allah da görecektir Resulü de (Resulühu)..."(Tevbe- 94)"Deki (yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da görecektir Resulü de (Resulühu) müminler de görecektir..."(Tevbe- 105)"... Yoksa Allah ve Resul'ünün (Resulühu) kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar?..."(Nur- 50 )"Ve o zaman, münafıklar ile kalplerinde hastalık bulunanlar: Meğer Allah ve Resulü (Resulühu) bize sadece boş vaatlerde bulunmuşlar! diyorlardı"(Ahzab- 12)"Müminler ise, düşman birliklerini gördüklerinde! İşte Allah ve Resul'ünün (Resulühu) bize vâdettiği! Allah ve Resulü (Resulühu) doğru söylemişler, dediler..." (Ahzab-22)"Allah ve Resulü (Resüluhu) bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur..." (Ahzab- 36)"...Allah bilir ki sen elbette O'nun Resulüsun (Resüluhu)..."( Münafikun-1)Şimdi "lam''ın fethası yani üstünlü olarak "Resul" kavramının zamirle Allah ile bağlantısına bir göz atalım. "RESULEHU""... kim Allah'a ve Resulüne (Rasulehu) itaat ederse..."( Nisa- 13)"... kim Allah'a ve Resûl'üne (Resulehu) karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa..."( Nisa-14)"Allah ve Resulü'ne (Resulehu) savaşanların..." (Mâide-33)"Kim Allah'ı, Resulünü (Resulehu) ve iman edenleri dost edinirse bilsin ki üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafında olanlardır" (Mâide- 56)"... Allah ve Resulüne (Resulehu) itaat edin..." (Enfal- 1) "Bu söylenenler, onların Allah'a ve Resulüne (Resulehu) karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah ve Resûl'üne (Resulehu) karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır"( Enfal- 13)"Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne (Resulehu) itaat edin..."( Enfal- 20)"Allah ve Resulü'ne (Resulehu) itaat edin..." (Enfal- 46)"... Resul'ünü (Resulehu) hidayet ve hak din ile gönderendir..."( Tevbe-33)"Kim Allah'a ve Resulüne (Resulehu) karşı gelirse elbette onun için, içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır"(Tevbe- 63)"... Allah ve Resulü'ne (Resulehu)itaat ederler..." (Tevbe- 71)"... Allah ve Resulü'ne (Resulehu) yalan söyleyenler..."( Tevbe-90)"... Allah ve Resulü'ne(Resulehu) karşı savaşmış olan kişiyi beklemek için bir mescit kuranlar..."(Tevbe-107) "Her kim Allah'a ve Resulüne (Resulehu) itaat eder..."( Nur- 52)"Eğer Allah'ı, Resulünü ( Resulehu) ve ahiret yurdunu diliyorsanız..."(Ahzab- 29 )"Allah'a ve Resulüne (Resulehu) itaat edin..."(Ahzab-33)"Allah ve Resul'ünü (Resulehu) incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır"( Ahzab- 57)"... Kim Allah'a ve Resulüne (Resulehu) itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur"( Ahzab-71)"...Kim Allah'a ve Resulüne (Resulehu) itaat ederse..."( Fetih-17)"And olsun ki Allah, Resulü'nün (Resulehu) rüyasını doğru çıkardı..."( Fetih- 27)"Resulünü hidayet ve hak din ile gönderendir..." (Fetih-28) "...Eğer Allah'a ve Resulü'ne (Resulehu) itaat ederseniz..."(Hücurat- 14)"... Allah'a ve Resulü'ne (Resulehu) itaat edin..." (Mücadele- 13) "Allah'a ve Resûl'üne (Resulehu) düşman olanlar aşağıların en aşağısındadırlar" (Mücadele- 20)"Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allah ve Resulü'ne ( Resulehu) düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin ..."(Mücadele- 22)"Bu onların Allah'a ve Resulüne ( Resulehu) karşı gelmelerinden dolayıdır. Kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezalandırması çetindir" (Haşr- 4)"... Allah'a ve Resulüne ( Resulehu) yardım eden fakir Muhacirlerindir..."(Haşr-8 Kur'an'ın Resul misyonuna ne kadar geniş bir yer verdiğini ne kadar değerli kıldığını gördünüz mü? Dolayısıyla Kur'an ehli muvahhidler Allah'ın Resul'üne derin bir sevgi ve saygı duyarlar.Bundan dolayı uydurma dinin âlimleri yalan konuşuyorlar, Allah Resulü'ne utanmadan iftira ediyorlar. Allah ve Resulü ile ümmi insanları aldatıp sömürüyorlar.
10 Nisan 2021 Cumartesi
HULUL İNANCI : (3. YAZI ) Dinin şemsiyesine sığınarak bir "evliya ve ilâhlar dinî" kurup kutsala hürmet adı altında açık şirke giddilmesi, Kur'an'ın dikkat çektiği en büyük ve en önemli tehlikedir. Kur'an bize gösterdi ki, şirkin failleri her zaman din adamları olmuştur. Kur'an, yüzlerce âyetinde doğrudan ve açık olarak bu din adamlarından yakınmaktadır. Kuran bilmektedir ki, elçiler mirası evliya ve ilâhlar hegemonyasıyla içinden çürütülmüş ve faturası Allah'a kesilen din, her zaman ve zeminde şeytan ve zulme hizmet eden bir yıkım kurumuna inkılap etmiştir. İşte, İslam dünyasının asırlardan beri husrandan husrana ve akıl almaz katliamlara sürüklenmesinin gerçek sebebi burada yatıyor. Şirk, hulul inancı ve batınilik tevhid dininin yozlaştırıldığı anda ortaya çıkan dinin adıdır. Tevhid dininde, yani ilahi dinin herhangi bir ilkesinde vücut bulan bir yozlaşma o dini tartışmasız biçimde şirke bulaştırır. Yozlaşan tevhid dininin yeni kimliği kesinlikle şirk olacaktır. Elçilerden sonra her zaman dinin akibeti bu olmuştur. Olmasaydı ardarda elçiler gönderilmezdi. Bundan dolayı insanların din adına Kur'an'dan başka gidecek bir yeri, başvuracak sağlam bir kaynağı yoktur. Kur'an'dan nasip yoksa varılacak sonuç ya şirk veya tümden Allah'ın inkar edilmesi olacaktır. Şu mesele gerçekten çok önemlidir. Şirk Kur'an'ın gösterdiği şekliyle tanınmadıkça İslam'ı ve tevhidi Kur'anın gösterdigi şekliyle anlamak mümkün olmaz. Müslüman dünya gerçekten Kur'an'ın ortaya koyduğu şekliyle şirki tanımıyor. Tanıma yönündeki tüm gayretleri bilinçli ve şuurlu fasit bir iradeyle sonuçsuz bırakılıyor. Çünkü şirk ve hulul inancının mahiyeti halk tarafından anlaşıldıkça Müslüman dünyaya İslam adı altında yaşatılan dinin gerçek İslam olmadığı ortaya çıkacaktır. Böyle bir hakikat dünyadaki bütün çıkar dengelerini sarsacaktır. Kelime-i tevhid formülü, hiçbir ilah yok sadece Allah var, şeklinde tezahür eder. Dikkat edilirse formülde öncelikle sahte ilahlar yok ediliyor, onun ardından hak ilah olan alemlerin rabbi öne çıkarılıyor. Yani "olması gereken" gösterilmeden önce" olmaması gereken" tanıtılıyor. Bu o kadar önemli ki, şirk olmadığı zaman tevhid'in hâkimiyetinden söz edilebilir. Yani hem İman hem de şirkin bir insanda bulunma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Bundan ötürü yüce Allah Şöyle buyurur."İmana ulaşan ve imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya. İşte onlar emniyette ve hidayette olanlardır"( Enam- 82)Kur'anda bir çok ayette zulüm şirk anlamında kullanılmıştır. Yoksa insan bilerek veya bilmeyerek cahillikle, ailesine, akrabasına, çevresine, tabiata haksızlık ve zulüm edebilir. Kelime-i tevhidle formüllendirilen zıtlıkla kutuplardan herhangi birini gereğince tanımadığımızda ötekini gereğince tanımamız mümkün değildir. Bu da insanı, o kutupla ilgili tüm tespit, inanç ve eylemlerinde yanlış yapmaya mahkum eder. İslam dünyasının tevhid akidesine gerektiği gibi değer vermemesinin sebebi şirkin gerçek mahiyetini, tahrip gücünü ve yıkım özelliğini bilmediğindendir. Tevhide değer verilmeyince İslam dininin güzellikleri insanın hayatına yansımıyor.Dolayısıyla İslam'dan beklenen bereket, barış, nimet, huzur, mutluluk, merhamet uzaklarda kalır. Dünyayı şirke ve hululiyyet inancına yani kula kulluğa karşı uyaran, akli ve ilmi verilerle donatan tek kaynak Allah'ın kelâmı Kur'an'dır. Fakat maalesef Kur'an'ın iman eden çocuklarının sirki anlayamaz hale getirilmeleri insanlığın maruz kaldığı en büyük talihsizlik olmuştur. İslam dünyası şirkin ve huliliyyet inancının pençesinde can çekişmektedir. Yüzyıllardan beri belini doğrultamamasının sebebi budur. Yoksa yüce Allah hiçbir toplumu ufak tefek eksiklikleri yüzünden perişan etmez.Perişanlık ve hüsran sadece şirkin sonucudur. Sirk insanın emek ve üretimini yok eden en büyük beladır. İslamı anlamak için Kur'an'ı dikkatli okumak ve elçiler tarihini iyi incelemek gerekir. Kur'an hakkıyla okunursa( Bakara- 121) görülür ki, elçilerin mücadelesi dinsizliğe karşı değil, sahte din ve ilahlara karşı olmuştur.Bir kere elçilerin ve Kur'an'ın en büyük düşmanı şirktir ve şirk, dinsizlik değil, tarihin en yaman zorlu ve inatçı dinidir.
İMSAK VAKTİ Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah, kitabında imsak vaktine öyle bir açıklama ve tanımlama getirmesi gerekirdi ki, bu açıklamayı ihtiyar olan, çocuk, genç, dul, ümmi olan, tek başına yaşayan, çölde, dağda, bayırda, yaylada olan, takvim ve saati bulunmayan, yaz-kış değişmeyen, yağmurlu, karlı, kapalı, bulutlu havada bulunan, sadece gözle görülür bir kolaylıkla anlaşılabilen bir açıklama getirmesi gerekirdi ki herkes, bütün insanlar, hiç kimsenin kimseye sorma ihtiyacında olmayacağı bir beyanda bulunması gerekirdi ki, işte yüce Allah, Kur'anda Bakara 187. âyetinde aynen bunu yapmıştır. Hiçbir bilimsel açıklamaya ihtiyaç duyulmayan bu ayet "gecenin karanlığı gidip, gündüzün aydınlığı gelmesi olarak" sadece pencerenin açılıp bakılması ile görülebilen bir gerçeği hâlâ Diyanet anlamıyorsa, bu açık âyeti kabul etmiyorsa, bu İlâhi vahyi inkâr ediyorsa, bile bile hakkı red ediyorsa, insanlara yetmiş dakika erken imsak ettirip vaktinden önce salât-ı ikâme ettiriyorsa, Kur'an âyetine aykırı hareket ettiğinden dolayı büyük bir sorumluluk ve vebal altına girer.
9 Nisan 2021 Cuma
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(16.YAZI) "Selam hanif müminlere olsunüstadım!Yazılarınızın tamamı direk yada dolaylı olarak beni anlatıyor.Çünkü emekli bir imam olarak tekraren itiraf ediyorum, ben bunları bi şekilde yaptım ve yandım.Lütfen olayın vahameti açısından diyorum ki, kurbansa evet ben bir kurbanım.Ama başkaları bu güzel bilgilerle tanışsın da benim gibi yanmasınlar.Hocam! Bu ne güzel bir tespittir ki beşer olan ve aklını kullanan kimse yazılarınıza söz edemez.Peki ama neden?Çünkü sadece vahiy kaynaklı da ondan.Hep dedim ya vahyin sahibi, risalet makamına, Resul'e(Kur'an'a)Nübüvvet makamına, Nebi'ye yaptığınız vizyon yüklü, ufuk açıcı tespitlerinizden dolayı sizden Allah razı olsun inşallah.Çok ama çok teşekkür ediyorum.Vesselamü aleyküm"(Ismail Kilic, "Kur'an'da Muhammed (a.s) a salavat çekmek yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------------"Allah sizden razı olsun Ali hocam! Bir yanlışımız daha ortadan kalktı.Yıllardir meal okurum, hatta uzun dönem yattığım cezaevinde tek uğraşım bu olduğu halde.Bunu hep öyle anlayıp devamlı salavat getirirdim.sağolun"(Sefa Şahin, Kur'an'da Muhammed (a.s) a salavat çekmek yoktur" adlı yazıya yaptığı yorum)-----------------------------------------------------"Allah senden razı olsun değerli kardeşim!Diline, yüreğine sağlık.Duvara asılacak bir yazı, ancak maalesef ülkemizde %95 "atalar dinini" yaşamaktadır.Sizin gibi değerli dostlar sayesinde çoğalırız inşallah.Allah yar ve yardımcımız olsun.Allah'a emanet olun.Saygılar...(Kasım ışık, yalnız yaşayanlardan değil ölülerden de çekeceğimiz var" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------------"Yüreğinize sağlık hocam! Kimi uyarmaya kalksam hurafelere daha sıkı sarılıyor.Yüz yıllarca yıkanan beyinleri birden açmak mümkün mü?Selamlar"(Cüneyt Vural, yalnız yaşayanlardan değil, ölülerden de çekeceğimiz var" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------ "Ali Aydın! Kitabınız gerçekten çok faydalı.Bence sözcü kitabevinde satılması çok yerinde olmuş.Akleden bir insanın Rabbimin izniyle hidayetine vesile olur inşallah.Şu an müslümanların en büyük sorunu "Peygamber" sözcüğünü kullanmalarıdır. Kur'an'ın ilmine ve hikmetine darbe olan bu farsça kökenli "peygamber" kelimesini kullanmak gerçekten çok sakıncalıdır.Akleden birisi sadece buradan bile "Acaba Rabbim Kur'anda neden ve nerelerde Resul ve Nebi tanımlarını kullanıyor" diyerek doğruyu bulabilir. Ancak gözleri, kulakları ve kalplerinde sanki bir örtü var"(Aydın Kismet)------------------------------------------"Hocam! Allah sizlerden razı olsun.Bu mekale benim ruhumun ve kalbimin derinliklerine kadar işledi. muhteşem"(Aydın Güleç, yalnız yaşayanlardan değil, ölülerden de çekeceğimiz var" adlı yazıya yaptığı yorum)--------------------------------------------------"Ali Aydın. Yüce Allah Kur'an'ı koruduğunu söylüyor. Evet doğru (Hicr-9) ama bunlara sorsan, recm (taşlayarak öldürme) âyetini keçi yedi der."Allah’tan başka ilah yok der" Öbür tarafta şeyhi’min kapısında köpek 🐕🐶 olurum der."Kur’an'a inanırım" der, Buhari’ye Müslim'e iman eder."Kur'an'dan delilin varmı? derim.Bana ataların uydurduğu dinden örnek verir."Sen kalben ölmüşlere duyuramazsın.Arkalarını dönüp kaçanlara işittiremessin"(Neml-80)Hürmetler değerli hocam! Daha ağır yazılarınızı bekliyorum Uydurulmuş atalar dinini kur’an ile yıkacağız"(Mustafa Emir)
KUR'AN'DA İMAN, İSLAM, İHLAS VE ŞİRK(7.YAZI)Doğumundan günümüze intikal eden, doğru ve hak olarak bilinen Şia ve Ehli Sünnet'in bütün hadisleri, içtihatları ve mezhepleri yalan ve iftiradır.Kaynaklarının insanlığa vahşet ve zulümden başka verebileceği hiçbir şey olmadığı âşikar olarak ortaya çıkmıştır.Halbuki Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı Kur'an bütün mazlum milletlerin gözündeki yaşları silecek, ahuvahları yok edip yeryüzünü cennete çevirecek bütün güzellikleri içinde barındırmaktadır. "Allah, sizlerden iman edip salih amellerde bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kalacağını, onlar için razı olduğu (İslam) dini onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve geçirdikleri korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vâdetti. Çünkü onlar yalnız bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana şirk tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr edip gerçekleri örterse, işte bunlar yoldan çıkmışların kendileridir"(Nur- 55)Bütün bu gerçeklere rağmen, maalesef şuda bir gerçektir. İslam toplumunda en çok okunan ve en az anlaşılan kitap hidayet ve rahmet kaynağı olarak gönderilen Kur'an'dır.Ne zaman Şia ve Ehli Sünnet'in rivayet ve içtihatları Allah'ın âyetlerinin önünden kaldırılırsa, kör olmuş gözler açılacak, duygusuz gönüller şenlenecek, pas tutan kulaklar öğütleri dinleyecek ve gerçek İslam medeniyetinin önü açılmış olacaktır. Yüce Allah insanı kendine muhatap olarak aldığı için, insan da buna karşılık dini yalnız ona özel kılmakla yükümlüdür. Dolayısıyla en kısa zamanda Allah tarafından fıtratımıza vurulan tevhid'e yani saf, hanif, orijinal, organik İslam dinine yani vahye dönüş yapmak zorundayız.Allah'ın güç ve himayesine sığınmalı, İslam boyasıyla boyanmalı, asırlardan beri Allah'a din öğretme edepsizliğini terkedip, dini sadece Allah'ın kitabından öğrenmeliyiz. Aksi takdirde güç ve kuvvetimiz zayıflamaya devam edecek, emperyalistlerin oyuncağı olmaya devam edeceğiz."Allah ve Resulüne (Kur'an'a) itaat edin (Allah ile) çekişmeye kalkışmayın. Sonra korkuya mahkum olur da kuvvetiniz gider. Bir de (vahiy) üzerinde sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir"( Enfal- 46)(Son)
HULUL İNANCI : ( 2.YAZI ) Kur'an, hulul dinini ve itikadını reddetmektedir. Allah'ın en üstün kulları olan elçilerin bedenlerinde bile Hululiyyetin gerçekleşemeyeceğini haber vermektedir."Hiçbir insanın Allah'ın Kendisine kitap, hikmet ve nebilik vermesinden sonra kalkıp insanlara Allah'ın emri altında bana kul olun demesi mümkün değildir, bilakis ancak şunu söyler: Bildiğiniz ve okutmakta olduğunuz kitap uyarınca Rabbinize halis kullar olunuz. Ve size Melekleri ve Nebileri ilahlar edinin diye de emretmez. Siz Müslüman ( Muvahhid) olduktan sonra hiç size kâfirliği (şirki )emreder mi?(Âli İmran- 79 80 )Hulul inancının, müntesiplerine hiçbir menfaat sağlamadığı, onlara sadece yıkım ve yok oluş getirdiği Kur'an'i bir gerçektir. "Onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri geldiğinde Allah'ın ötesinde berisinde taptıkları ilahları onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramadı"( Hud- 101) Hulul inancı o kadar etkileyici, yoğun, kapsamlı ve hayata hakimdir ki, onun batıl bir inanç olduğundan asla şüphe edilmemesi gerekir."O halde onların yapmakta oldukları şeylerden( bu şeylerin batıl olduğundan) asla şüphen olmasın. Çünkü onlar ancak daha önce babalarının taptığı gibi körü körüne akıl etmeden tapıyorlar. Biz onların azaptan nasiplerini mutlaka eksiksiz olarak vereceğiz"(Hud -109) Hulul çok ilahlı bir inanç sistemine sahiptir. Elçilerin getirmiş olduğu Tevhid dini onlara çok garip gelmektedir. "Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve kafirler : Bu pek yalancı bir sihirbazdır! İlahları, tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir! dediler. Onlardan ileri gelenler: yürüyün ilahlarınıza bağlıkta direnin, sizden istenen Şüphesiz budur"( Sad-4, 5 6)"...Allah ile beraber başka bir ilah mı var doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir guruhtur. "...Allah ile beraber bir ilah mı var doğrusu onların çoğu bilmiyorlar. "...Allah ile beraber bir ilah mı var. ne kadar da az düşünüyorsunuz" Neml- 60, 61, 62, 63 )"Her kim Allah ile birlikte diğer bir ilaha taparsa ki, bu hususla ilgili hiçbir delil yoktur. O kimsenin hesabı ancak Rabb'inin nezdindedir. Şurası muhakkak ki kafir (müşrikler ) iflah olmazlar"( Muminun -118)Hulul inancına sahip olan milletler İslam egemenliğine girmek zorunda kalınca İslam dininin tevhid akidesine vermiş olduğu önemden dolayı inançlarını kamufle etme geregi duydular. Hiç şüphesiz ki hulul inancıyla Müslümanların içinde rahat ve huzur içerisinde yaşama imkan ve hürriyetini bulamazlardı. Bundan ötürü hulul inancına en uygun kavramları bulmada zorlanmadılar.Hulul inancı, yapısı gereği her türlü inancın içinde yaşama ve hayatiyetini devam ettirme özelliğine sahiptir.Hululiyyeciler, "Evliya, Kutup, Gavs, insanı Kamil, hakikatı Muhammediyye, Mevlana gibi onlarca kavram uydurarak ümmi halkın nazarında "dindar" ve "takva sahibi" olarak geçinmeye çalışmışlardır.Hululiyyecilerin ilahlarına izafe ettikleri Rab sıfatı da mevcuttur. Kur'an bunu şiddetle reddetmektedir. "Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu mesih'i Rabler edindiler. Halbuki onlara ancak bir tek Allah'a kulluk etmeleri emrolundu. Ondan başka ilah yoktur.O, Bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır."( Tevbe 31)"Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli rapler mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?( Yusuf- 39 )Dolayısıyla insanın ruhsal bağımsızlık sürecinin önündeki en büyük engel şirktir, şirk tüm insani vasıfları ve manevi yücelme gayretlerini boşa çıkarır. Zira şirk, müşrik insanı şirk koştuğu varlık karşısında nesneleştirir. Bu da insanın kendisine yapacağı en büyük bu zulümdür. İnsan için imandan sonra en büyük lütuf ve nimet hürriyettir. Öte yandan şirk Allah'ın sevgisine, Merhametine ve güvenliğine ihanet demektir. Allah'tan başkasına ilahlık yakıştıran sadece şirk nesnesine kötülük etmekle kalmaz, eşyayı kendi yerinden etmek suretiyle haddini aşarak kendisine de kötülük etmiş olur. (Mustafa İslamoğlu, gerekçeli meal-tefsir Nisa- 48 Dipnot) İşte bu ve diğer birçok nedenden dolayı yüce Allah, Kur'an'da şirki En büyük zulüm olarak ortaya koymaktadır. (Lokman- 13 )yine bundan ötürü yüce Allah Kur'an'ı Mübin de özel anlamda evliya inancını yasak kapsamına almıştır. Yani İslam dini özel anlamda şahısları veli edinerek onlara mutlak şekilde itaat etmeyi haram kılmıştır. "Rabbinizden size indirilene( Kur'an'a) uyun onu bırakıp da başka dostların( evliyaların) peşinde gitmeyin ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"(Araf 3) "Yoksa onlar Allah'tan başka Dostlar mı (evliyalar )edindiler. Halbuki dost yalnız Allah'tır"( Şura- 9 )Kur'an'da evliya genel anlamda meşru kabul edilmiştir. Yani her kim tevhid akidesine bağlı yaşar, infak yapar, güzel ahlak sahibi olur ve salih amellerde bulunursa hiç şüphesiz bu kişi Allah'ın veli bir kuludur.Yüce Allah şöyle buyuruyor. "Onun dostları takva sahiplerinden başkası değildir"( Enfal- 34)"Bu din Rabb'inin dosdoğru yoludur. Biz öğüt alacak bir kavim için ayetleri ayrıntılı olarak açıkladık. Rableri katında onlara esenlik yurdu vardır ve yapmakta oldukları güzel ameller sebebiyle Allah onların dostudur"( En'am- 126, 127) Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur onlar üzülmeyecekler de, onlar iman edip de takvaya ermiş olanlardır."(Yunus- 62, 63 )
8 Nisan 2021 Perşembe
HULUL İNANCI (1.YAZI ) insanlık tarihinde hulul inancından etkilenmeyen hiç bir topluluk ve millet mevcut değildir. Doğudan batıya kadar her kavim mutlaka hulul inancına bulaşmış durumdadır. Belki bu yüzden şirk dini ve hulul inancıyla ilgili yaklaşık olarak iki bin âyet vardır. İnsanlık tarihi boyunca ümmetlerin hayatına egemen olan inancın hulul olduğunu açıklayan iki âyet."Onların çoğu ancak şirk koşarak Allah'a iman edenler"( Yusuf- 106)"Ey Resul! De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, daha öncekilerin akıbetleri nice oldu görün. Onların çoğu müşrik idi"(Rum- 42) Kur'an'ın evliya ve ilahlarla ilgili yüzlerce âyetine bakarak bu inanca "Evliya ve ilahların şirk dini" adını vermek mümkündür. Hulul inancı ve hulul dini anlaşılmadan Kur'an'ın yüzlerce âyette üzerinde önemle durduğu şirk tam olarak anlaşılamaz. Hulul ne demektir? İlahi zatın (Allah'ın) veya sıfatlarının yaratıklardan birine, (genellikle insana) intikal edip onlarla birleşmesi anlamına gelir. Sözlükte bir şeyi çözmek, bir yere intikal etmek, konup yerleşmek anlamına geliyor.Terim olarak" gül suyunun güle sirayet etmesi gibi iki cismin birleşmesi, varlıkla onun mahalli veya arazla cevheri arasındaki münasebet, bir şeyin mevcudiyetiyle aynı olması, onda birleşmesi, ona geçmesi" gibi değişik biçimlerde tanımlanmıştır.( et Tarifat "hll" madd. Tahanevi 1 706 709 )İslam düşünce tarihinde itikadi tartışmalara konu teşkil eden hulul, "Allah'ın insan veya başka bir maddi varlık görünümünde ortaya çıkması diye tanımlanabilir."Geleneksel dinlerden Hristiyanlığa kadar geniş bir inanç kuşağında ortaya çıkan hulul ( internation) kavramı, insan üstü ilahi bir kudretin belli bir amaç doğrultusunda çoğunlukla insan suretinde tamamen veya kısmen yeryüzünde görünmesini ( bedenlenmeyi) ifade eder. Bu tanımıyla hulul, basit bir şekil değiştirmenin ötesinde ilahi iradenin (Allah'ın) bilinçli olarak kendini göstermek üzere (şeyh, veli, efendi, kutup, gavs, insanı kamil, mürşidi kamil, hakikatı Muhammediye )bir varlığın bedenini seçip ona geçmesiyle ilgilidir. (TDV- İslam Ans, c.18- s.340) İlk şekli animistik dinlerde ortaya çıkmış olmakla birlikte, Hulul inancı gerçek önemine özellikle, Hinduizm, Budizm ve Hıristiyanlıkla kavuşmuştur. Bununla birlikte eski Mısır'dan Greklere kadar pek çok dinde görünmektedir. Kur'anın yüzlerce âyetinde bu inancın şirk adı altında anlatılması bu tarihi gerçeği en güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Kur'an'ın üzerinde durduğu ve insanların bu inançtan uzak durmalarının istendiği en büyük günah hulul, insanın merkezde olduğu yani kula kulluk olan şirk inancıdır.(Bakara-165,166,167)Onlarca süre, yüzlerce âyet, tevhidin önemini anlatmakta, hulul inancını ve müntesiplerini çok şiddetli bir üslupla kınamakta, cehennem azabı ile tehdit etmektedir. Son vahiy olan Kur'an, bütün elçilere gönderilen vahyin en önemli maddesi olarak tevhidi emretmekte ve şöyle buyurmaktadır."Ey Nebi! Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize sor Rahman( olan Allah'tan) başka tapılacak ilahlar edinin diye emretmiş miyiz"(Zuhruf- 45)"Senden önce hiçbir Resul göndermedik ki, ona "benden başka ilah yoktur. Şu halde sadece bana kulluk edin diye emretmiş olmayalım"( Enbiya- 25)"De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emerediyorsunuz? (Ey Nebi!) Şüphesiz sana da senden öncekileri de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun Allah'a şirk koşarsan amellerin mutlaka boşa gider ve husranda kalanlardan olursun"( Zümer- 65 66)
KUR'AN'DA İMAN, İSLAM, İHLAS VE ŞİRK(6.YAZI)İnsanlık tarihi boyunca bütün din ve inanç sahibi gruplar, mezhepler, cemaatler sadece kendilerinin doğru yolda olduklarını, kendileri gibi inanmayanları dinsizlik ve sapıklıkla suçlamışlardır. Halbuki Kur'an'a baktığımızda karşımıza çıkan en açık gerçek bütün Nebi ve Resullerin sadece Allah tarafından indirilen vahye uymak zorunda olduklarıdır. Aslında insanların yaratılış ve elçilerin gönderiliş sebebi ihlastır.Yani dini sadece ve sadece Allah'a özel kılmaktır. "Ben cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım"(Zariyat- 56)Bu âyette geçen "li ya'buduni" "sadece bana kulluk etsinler" "beni birlesinler, iman ve ibadeti bana özel kılsınlar" demektir."Halbuki onlara(tarihin bütün milletlerine) ancak, dini yalnız O'na özel kılarak ve hanifler (saf Müslümanlar) olarak Allah'a kulluk etmeleri emrolundu. (İnsanları ayağa kaldıracak) sağlam din işte budur"( Beyyine-5)Yaratılan her canlının yaratılış amacının dışına çıkması onun felaketine sebep olacağı gibi, insanın da yaratılış gayesinin dışına çıkıp Allah'tan başkasına kulluk yapması yani şirk evlıyasının hükmüne göre hareket etmesi tam bir yıkım olacaktır."De ki: Bana, dini Allah'a özel kılarak kulluk etmem emrolundu.Bana Müslümanların(Muvahhidlerin) ilki olmam emrolundu. De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım. De ki: Ben dini sadece Allah'a özel kılarak kulluk ederim. (Ey müşrikler! ): Siz de O'ndan başka dilediğinize kulluk edin. De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kiyamet günü hem kendilerini, hemde ailelerini husrana sokanlardır. Bilesiniz ki bu apaçık hüsrandır"(Zümer-11,12,13,14 15)Bu konuda yüce Allah kullarını bir çok âyette uyarmaktadır.Mesela:"Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanif (saf Müslüman) kulları olun. Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini vahşi kuşlar kapışmış, yahut rüzgar onu uzak bir mesafeye sürüklemiş bir nesne gibi olur"(Hac- 31)Dolayısıyla hiç kimse atalarından intikal eden yani taklidi imana, cemaatine, liderine, mezhep imamına, muhaddis ve müctehidine güvenmemelidir. Herkes kendi yaptıklarından, kendi inancından ve söyleminden, hal ve hareketinden sorguya çekilecektir.Doğruları yapmak ve sırat-ı müstakim üzerinde bulunmak ancak Allah'ın indirdiği, Resülün tebliğ ettiği ve Nebinin tabi olduğu âyetler ile mümkündür. Allah'tan indirilen hakkın üzerini örterek şeytan evliyasını dost edinenler kıyamet günü yaşayacakları kötü akıbetin manzaraları yüzlerce âyette haber verilmektedir."O gün zalim kimse pişmanlıktan ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Resul ( Kur'an-vahiy) ile beraber bir yol tutsaydım! Yazıklar olsun bana keşke falancayı (evliya-şeyh-gavs) dost edinmeseydim.Çünkü zikir (Kur'an) bana gelmişken o, beni ondan saptırdı. Şeytan insanı insanı (şirk uçurumuna sürükleyip) sonra yüzüstü bırakıp perişan eder" (Furkan- 27, 28, 29)
7 Nisan 2021 Çarşamba
KUR'AN'DA İMAN, İSLAM, İHLAS VE ŞİRK(5.YAZI)Benim bu konuyu ele almamın en büyük sebebi şudur. Aslında tüm uydurma dinlerin çıkış noktası, var olmayan sünnet anlayışıdır.Bu, Allah'a ve Resulü'ne iftira olan dinlerin temelleri de Allah tarafından indirilen vahyin devre dışı bırakılması ile başlar.Çünkü vahyi devre dışı bırakmadan yeni bir din inşa etmek mümkün değildir.Fakat batıl ehli vahye bu ihaneti yaparken elbette ki vahyi açıktan hedef alarak yapmaz. Çünkü ümmi halkı ikna edemezler. O halde bunu yapmanın çeşitli yollarını aramak gerekir. Bunun en ideal ve kestirme yolu Allah Resulü'nü kendisine indirilen vahiy'den ayırmak suretiyle âyetlerden bağımsız bir "sanal bir Resul" ortaya çıkarmaktır. Bu sanal din için aslında var olmayan sahte "Resul'ün" karizmasını kullanarak onun otoritesini devreye sokmak şarttır.MESELA:"Bir de Kur'an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı, sünnet (hadisler) Kur'an'a egemendir, "essünnetü kâdiyetün alel kitéb" "hadisler olmadan Kur'an anlaşılmaz, usul-ü din uleması hadisin Kur'an'a olan ihtiyacından daha fazla Kur'an'ın hadislere ihtiyacı vardır" iddiasını her ne kadar fetö gibi dinciler dillendiriyor olsa da, bu görüş ve inanç Ehli Sünnet âlimlerine aittir. Yani bu konuda icma etmişlerdir.İşte Allah'a ve Resul'e iman ettiğini iddia edenlerin pratikte İslam inancı ve anlayışı bu merkezdedir. Bu "sünnet!" ihaneti "hadisler de vahiy ürünüdür" iddiasıyla savunulur.Bu iddaa sahiplerine göre hadisler Kur'an'a eşittir, Kur'an vahyi metlüv, hadisler vahyi gayri metlüvdür.Yani her ne kadar hadisler vahiy de olsalar Kur'an ile aralarında bulunan tek fark sadece namazda okunmazlar.İşte "vahyi gayrı metlüv" dedikleri katmerli küfür budur.Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri içinde hadislerin de vahiy ürünü olduğunu hiç kimse reddetmez.Dolayısıyla onlara göre hadisler olmadan Kur'an anlaşılmaz.Bu durumda hadisler Kur'an'ı tahsis hatta nesh bile edebilir.Yani Kur'an'ı pratikte devre dışı ettikleri yetmezmiş gibi, uydurma hadislerle onu yok saydılar.İşte bu şeytani yollarla Allah'ın âyetlerinin hükümlerini iptal ederek, mezhep ve fırkalarına uygun ama Allah'ın kitabına tamamen aykırı hükümler çıkardılar.Ve bunu da ümmi insanlara din diye takdim ettiler.Bu ihanete karşı gelen vahiy ehli muvahhidlere de "Kur'an sapığı, mezhepsiz, peygamber düşmanı" demeyi de ihmal etmediler.İşte Şia, Ehl-i Sünnet (diyanet- cemaat- tarikat) tüm paralel dinlerin sünnet anlayışı temel olarak bu uydurma kaynaklara ve bu paradigmaya dayanır.Bu uydurma din dünyanın en vahşi ve katliamcı dinidir.Bu sahte dinden dürüst insan yetişmez.Kur'an'a düşman olan bu iman bütün silahlardan daha ölümcül ve daha tehlikeli bir silahtır.Bu öyle bir iman ki, "müntesiplerine gözünü kırpmadan adam öldürtüp, daha sonra sünnettir diye oturtarak üç yudumda suyu içtiği için şehit olacağına inandıran" bir imandır.İşte bu iman "müslüman" olduğunu zanneden tüm cemaat ve tarikatlarda olan vahşi bir imandır. Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bilerek veya bilmeyerek Allah Resulü'nün şahsiyetini ve manevi kişiliğini istismar ederek önce onu Kur'an'dan kopartıp sonra da Kur'an'ı devre dışı bırakmış, ardından da Kur'an'dan tamamen uzaklaştırıp, fıtrat ve evrensel ahlaka uygun olmayan, son derece yabancı ve ilkel bir din sunmuşlardır."Onlar, hem insanları (Kur'an'a- Allah'ın yoluna) yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışırlar, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Oysa onlar farkında olmadan ancak kendilerini mahvederler"( Enam- 26) "Böylece suçluların yolu belli olsun diye âyetleri iyice açıklıyoruz.( Ey Resul!) De ki: Allah'ın dışında kulluk ettiklerinize tapmak bana yasak edildi.(Ey Resul!) De ki: Ben sizin arzularınıza uyumam, aksi halde sapıtırım da hidayete erenlerden olmam.De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz azap benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O sadece hakkı söyler ve O doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır"( Enam- 55, 56, 57)
6 Nisan 2021 Salı
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(15.YAZI) "Doğduğum günden bu güne kadar diyanet işleri başkanlığı ve ve ona uyanlar Kur'an'ı papağan gibi okudular ve okuttular. Kur'an'ı güzel okuma yarışmaları düzenlediler.Emekli olduktan sonra sosyal medyada bu konulara kısaca değindiğim zamanlar oldu.Tâbi bu konuda sizin kadar ilim ve irfanım yok. Kur'an'ın meallerini okuyarak yaşantımı sürdürmeye çalışıyorum. Anlamadığım bir başka konu, Kur'an'ı müzikli okumak. Bir cami imamına sordum.- Kur'an Allah'ın sözüdür. Neden Allah'ın sözünü makamlı, müzikli okuyorsunuz? dedim.- GÜZELLİK KATMAK için dedi. Beyinsiz ! Sanki Allah'ın kitabı güzel değil! Cahiller ona güzellik katıyor.!!Yaşadığım semtte yakın cami yoktu. YÖK'ün alt katında bir yeri düzenlemişler.Cuma namazına oraya gidiyordum. Kış günlerinde salonun girişine ayakkabılar yığılıyor, herkes o çamurlu ayakkabıların üzerine basıp içeriye giriyordu.Vaizin kürsüsünün yanına gidip bağırarak bu pisliği kınadığımı söyleyip orayı terkettim. Aynı hareketi Ayvalık'ta da yaptım. Vatandaş çıplak ayakla yere basıp içeriye giriyordu.Namaz bittikten sonra imam'a bu durum çok çirkin asla sağlıklı değil dedim. Cevap :- Efendi sen ne diyorsun biz bu cemaatı zaten zor topluyoruz onlara söylesek bir daha gelmezler...- Haklısın imam efendi. Namaz bittikten sonra CAMIYE YARDIM için para miktarı azalır değil mi dedim. Bir daha CUMA'ya gitmedim.Yıllarca dinlediğim kafa ütülemeleri aynı.Çağın çok gerisindeler.Selam ve sevgilerimle"(Ali Kurtar, diyanetin hutbesi ve Kuranın gerçekleri" adlı yazıya yaptığı yorum)---------------------------------------------------"Değerli hocam!İlim ve emeğinize sağlık. Allah sizden razı olsun. Allah bizleri affedip bağışlasın.''Sadece kim olduklarını Allah'ın bildiği ve kıyamette ortaya konacak amellere göre kim oldukları belli olacak, gizli kalmak zorunda olan, vahyin bağlam ve bütünlüğünü ve kendi içinde bulunan sistemini yani hikmetini bilen, güzel bir ahlak ve sağlam karektere sahip olan, insanlara hoşlanmadığı şeyleri söylediği yani sadece vahye (Kur'an'a) uyun dediği için tekfir, hakaret ve küfre maruz kalan, yalnız Kur'an'dan konuşan, bu yolda hiçbir maddi beklenti içinde olmayan ve amacı yalnız Allah'ın rızasını kazanmak olan gizli kahramanlara; Kitab'ın Resullerine selam olsun'(Faruk Fidan)-----------------------------------------------------"Ali Aydın Hocam! Bu hikayeyi yıllar önce defalarca izlemiştim.Ancak sizin gibi bilgi hazinesi, dürüst birinden okumak şahsen beni çok mutlu etti. Yüreğinize sağlık Allah razı olsun"(Hayri Sipahi, "Cübbeli Ahmet" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------"Ellerinize saglik hocam!Nefes almadan okudum.Her paragrafı değişik öğüt veriyor.Ve yaşadığımız topluma bakınca ne kadar gerilerde olduğumuzu farkediyorum.Tekrardan ellerinize sağlık ve ömrünüze bereketler diliyorum" (Elvan Ceylan)--------------------------------------------------- "Eyvallah kardaş!İlmine ve yüreğine sağlık.İnsanları bir nebze olsun düşünmeye ve araştırmaya sevk ediyorsunuz.Hic olmazsa aklımızı kullanıp da üzerimize boşaltılan pisliklerden kurtulalım. Allah ilmini artırsın aklına yüreğine saglik"(Kadir Kalay)------------------------------------------------------Bu kadar güzel bir yazıyı ilk defa okudum diyebilirim. Uydurma dinin çerçevesi çizilmiş.Bu yazıyı okuyup da kedini dönüştüremeyen insan gercekte kendisini ölüye mahkum eden köle bir insandır. Rabbim ömrünü sağlık ve sıhhatle bereketlendirsin.Daha böyle güzel yazılarla uyandırmayı nasip etsin İnşallah(Sadet Çapraz, "yalnız yaşayanlardan değil, ölülerden de çekeceğimiz var" adlı yazıya yaptığı yorum)
KUR'AN'DA İMAN, İSLAM, İHLAS VE ŞİRK(4.YAZI)"De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın Resul'üyum(Araf- 158) Aslında Firavun ile ilgili inen âyetler sadece onunla ilgili olarak değil, gelecek Firavun'larla ilgilidir."Andolsun ki Musa'yı da mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a ve onun ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri doğru değildi"97. âyette bulunan "...ve mé emru Firavun'e biraşid" "...Oysa Firavun'un emri doğru değildi"cümlesini Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde şu şekilde anlamak mümkündür."Firavun'ların emri doğru değildir"Kadim tarihteki Resullerin kavimlerini anlatan âyetler onlarla ilgili olmadığı gibi, Mekke müşrikleriyle ilgili nazil olan ayetler de sadece onlarla ilgili değildir.Yahudi ve Hristiyan din adamlarıyla alakalı inen âyetlerin büyük çoğunluğu Şia ve Ehl-i Sünnet dininin âlimleriyle alakalıdır."Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" örneğinde olduğu gibi.Tevrat ve İncil ile ilgili indirilen âyetlerin ekseriyeti kayıtsız şartsız Kur'an ile ilgili nâzil olmuşlardır. İşte bundan dolayı âyetlerde geçen "nasârâ" "Hristiyanlar" "yehûde" "Yahudiler" kelimeleri yerine"Ehli Sünnet" ve "Şia" "İncil" ve "Tevrat" kelimeleri yerine de "Kur'an" kelimesi konulmaması halinde Kur'an güncellenmemiş dolayısıyla âyetler anlaşılmamış olacaktır.Kur'an'da İslam, ihlas ve ibadet tevhid anlamında kullanılmıştır. MESELA:"Yoksa Yakub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Yakub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak ona teslim olmuşuzdur, dediler" (Bakara- 133) Yukarıdaki âyetin sonunda "ve nehnu lehu müslimün" "biz sadece ona teslim olmuşuzdur" yine Bakara 136. âyetin sonunda "ve nehnu lehu müslimün" "biz sadece ona teslim olmuşuzdur" Bakara 138. âyetin sonunda "ve nehnu lehu âbidun" "biz sadece ona kulluk ederiz" Bakara 139.âyetin sonunda "ve nehnu lehu muhlisun" "biz dini sadece ona özel kılarız" Âli İmran 84. âyetin sonunda "ve nehnu lehu müslimün" "biz sadece ona teslim olmuşuzdur" denildikten sonra, "Kim tevhid dini olan" İslam'dan başka bir din ararsa bilsin ki bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve ahirette ziyan edenlerden olacaktır"( Âli İmran- 85 )buyuruluyor. Yani "İslam" denildiği zaman sadece ve sadece vahyin ortaya koyduğu "hanif din" akla gelmesi gerekir. "İslam" denildiği zaman kayıtsız şartsız yani tam bir "ihlas" ile kesin bir "teslimiyet" anlaşılmalıdır.Fakat iman böyle değildir. işte bundan dolayı "Müslüman olanlar ve ameli salih işleyenler..." cümlesi Kur'an'ın hiçbir âyetinde yer almaz.İlgili bütün âyetlerde şöyle buyrulmuştur."İman edip ve ameli salih işleyenler..." Çünkü iman bir iddiadır. İmanın ispatlanması halinde insanı Allah katında "gerçek mümin" yapıyor.Onun için âyetlerde Müslüman olmanın şartları aranmamış iman etmenin şartları aranmıştır.Kur'an'da "gerçek müminler" ifadesi geçerken, (Enfal-4) "gerçek Müslümanlar" ifadesi geçmemektedir. MESELA:Şu ayetlerde Allah'ın bazı emir ve tavsiyelerinden sonra şöyle buyrulmuştur. "...İn küntüm mü'minin" "...Eğer gerçekten iman etmişseniz" (Bakara- 91, 93, 248, 278; Âli İmran- 49, 139, 175; Maide- 23, 57, 112; En'am-118; Araf- 85; Enfal- 1, 41; Tevbe-13; Hud-86; Nur- 2, 17; Hadid- 8 Bütün bu âyetlerde geçen cümle "in küntüm mü'minin" "Eğer gerçekten iman ediyorsanız" iken, sadece Yunus süresi 84. âyette Musa (aleyhisselam ) ın İsrailoğullarına söylediği bir cümle yer alır. "Musa dedi ki:Ey kavmim! Eğer Allah'a iman etmişseniz O'na dayanıp tevekkül edin. Eğer teslim olmuşsanız" "in küntüm müslimin"
5 Nisan 2021 Pazartesi
İNSANLAR NEYLE CENNETE GİRERLER? Şu dünya hayatında itikadına ve imanına şirk bulaştırmayanlar, ahiret hayatında emniyette olurlar."İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlardır"(En'am- 82)Yukarıdaki âyette bulunan "zulmün" "şirk" anlamında kullanıldığını Lokman süresi 13. âyetinde görüyoruz."Lokman, oğluna öğüt vererek: Evladım! Allah'a şirk koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti"Yoksa herkes kendine, ailesine, çocuklarına ve çevresinde bulunan canlı cansız varlıklara bazen zulmeder.Tevhid akidesinden sonra âhirette infak yapmaktan daha büyük bir ŞEFAATÇİ ve yardımcı yoktur."Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve ŞEFAAT bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan (ALLAH'IN YOLUNDA) İNFAK EDİN. Gerçekleri inkar edenler elbette zalimlerin ta kendileridir"(Bakara- 254) İnsanı âhirette kendi amelinden başka hiçbir şey kurtaramaz."...Her kişi kazandığına karşılık bir rehinedir"(Tur- 21)"Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir"(Müddessir-38)Yani âhirette insanı sadece amelleri kurtaracaktır"O gün (âhirette) hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"(Yasin-54) "...Onlara: İşte size cennet, yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona varis kılındınız diye seslenilir"(Âraf- 43)"Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka hiçbir şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir"(Necm-- 39, 40, 41Fakat bazı âyetler âhirette kurtuluş ve saadetin Allah'ın merhamet ve mağfiretine bağlı olduğunu söylüyor."O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, kendilerine yardım da edilmez.Ancak Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Şüphesiz O, üstündür, merhametlidir"(Duhan--40, 41, 42)Ben uzun zaman önce bu konuda çok düşündüm.İnsanlar kendi amelleriyle mi, yoksa Allah'ın rahmet ve mağfiretiyle mi cennete girerler? En doğrusunu Allah bilir. "Hava ne kadar güzel olursa olsun, yağmur ne kadar bereketli yağarsa yağsın, güneş ne kadar güzel açarsa açsın, rüzgar ne kadar olumlu olursa olsun, toprakta tohum olmayınca orada bir şey bitmeyecek, o topraktan asla ürün alınmayacaktır. Yani ameller tohum ve çekirdek gibidirler.İnsanların amelleri ve emekleri Allah'ın rahmet ve mağfiretini celbeder.Âmel ve emek olmayınca rahmet ve mağfiret tecelli etmez.Allah'ın rahmet ve mağfireti amellere bağlı bir durumdur.Amel çekirdekleri içinde en bereketli olanı da infak çekirdeğidir. Bire yedi yüz, durumuna göre sonsuz bir sevabı vardır.(Bakara-261)Bu örneği şu âyet açık olarak ortaya koyar."...rahmetim her şeyi kuşatmıştır. Onu, takva sahiplerine, arınanlara ve âyetlerimize iman edenlere yazacağım"(Âraf, 156)Tohum ve çekirdekler ameli,yağmur, güneş, hava ve rüzgar Allah'ın rahmet ve mağfiretini temsil ederler.Dolayısıyla hiç çalışma ve emek olmadan sadece dua ederek Allah'ın yardımını beklemek cehalettir.İnsan ilk önce üzerine düşen görevi yapmalı sonra Allah'ın rahmet ve mağfiretine güvenmelidir.Yüce Allah'da üzerine düşen görevi mutlaka yerine getirecektir."...Müminlere yardım etmek bize düşen bir görevdir"(Rum- 47)"...Allah kâfirlere müminler aleyhine yol vermez"(Nisa- 141)Vahiy'den bağımsız olarak asla hidayet olmaz. Yani Allah hiç kimseye vahiy'den bağımsız olarak hidayet vermez.Hidayet bulmanın ve hidayete ulaşmanın tek yolu Kuran'dır. (Sebe, 50; Bakara, 159; Fussilet, 44)Tevhid ve infak olmayınca da rahmet ve mağfiret olmaz."Allah müminlerden, mallarını ve canlarını kendilerine verilecek cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler.Bu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak olarak verilmiş bir sözdür. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır. O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu gerçekten bir kurtuluştur"(Tevbe- 111)
KUR'AN'DA İMAN, İSLAM, İHLAS VE ŞİRK(3.YAZI)Peki, "Allah'a iman ettik" demelerine rağmen, insanları müşrik yapan şey nedir?Bu soruya Kur'an'ın cevabı şöyledir."Allah'ı bırakıp (yöresinde- berisinde bilginlerini) hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek bir Allah'a kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştuklarından uzaktır"(Tevbe-31)"Onlar Allah'ı bırakıp (yöresinde- berisinde) kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere kulluk ediyorlar ve: Bunlar, Allah'ın indinde bizim şefaatçilerimizdir, diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? (Hâşâ) O, onların şirk koştuklarından uzak ve yücedir"(Yunus-18)"...O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar(evliya) edinenlere: Onlara bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve alabildiğine hakkın üzerini örten kimseyi hidayete erdirmez"(Zümer- 3)Zaten batıl ve şirk dine, yani beşerî ictihad ve hükümlere, yani mezheplerin uydurma dinine fanatik bir şekilde bağlı olmayan müşrik olamaz.Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet'in sözde âlimleri gibi, tarihin bütün müşriklerinin yaptığı tek şey, dinde ve hükümde Allah ile aralarına din büyüklerini ve müctehidlerini aracılar koymak suretiyle, Allah'ın hükümleri yerine onların hüküm ve içtihatlarına bağlı olarak yaşamaları idi. Ehl-i Sünnet ve Şia'nın âlimlerine dinle ilgili bir şey sorulduğunda, hiç bir zaman Allah'ın kitabına bakma ihtiyacı hissetmezler.Dinî konularda Kur'an'a müracaat etmeyi gerekli görmezler.Allah'ın kitabı sadece cenaze merasimlerinde ve Kur'an'ı güzel okuma yarışmalarında akıllarına geliyor. Kur'an bunların yanında bilinecek ve yaşanacak bir hayat sistemi değil, kağıt ve cildine tapılacak bir nesne gibidir. Dinî bir sorun olduğunda din adamlarının o konudaki inanç, fikir ve ictihadlarına bakarlar.Halbuki Resullere indirilen tüm vahiy'lerde en çok dikkat çekilen şey "dinde ihlas sahibi olmalarıydı" yani "dini sadece ve sadece Allah özel kılmaları" idi. "Ey Resul! Şüphesiz ki, kitab-ı sana hak olarak indirdik. O halde sende dini Allah'a özel kılarak (İhlas ile) kulluk et. Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır"( Zümer- 2,3)Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'ın bütün kavramlarının manalarını tahrif etmişlerdir.Bozdukları ve anlamını yamulttukları en önemli kavramlardan birisi de "ihlas" kavramıdır. Onlara göre "ihlas" "samimi olmak" ve "ibadetleri yalnız Allah için yapmaktır" Halbuki Kur'an'ı Mübin'de "İhlas" kavramı "dini yalnız Allah'a özel kılmak, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak etmemek" anlamında kullanılmıştır. Yani "İhlas" kavramı "ameli" bir kavram değil, "imâni" ve "itikadi" bir kavramdır. Eğer din yalnız Allah'a özel kılınmış olsaydı, ibadetler otomatikman Allah için yapılmış olacaktı. Onun için "ihlas" kavramı Kur'an'da her zaman din ile beraber anılarak dinin Allah'a özel kılınması ile ilgili bir kavram olduğu açıkça ortaya konmuştur."Halbuki onlara (tarihin bütün ümmetlerine) ancak, dini yalnız O'na özel kılarak hanifler (her türlü şirkten arınmış) olarak Allah'a kulluk etmeleri, salat-ı ikame etmeleri ve zekat vermeleri emrolunmuştu. İşte (toplumu) ayağa kaldıracak sağlam din budur"( Beyyine-5)"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin, diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı..."( Şura- 13)Dinde İhlas sahibi olmanın yani dini Allah'a özel kılmanın tek yolu sadece Allah tarafından indirilen âyetlere uymaktır."Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) tabi olun. O'nu bırakıp da (yöresinde- berisinde) başka dostların (evliya) peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz" ( Araf-3) "Ey Resul! Sen, sana vahyedilene tâbi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"( Yunus- 109) "Ey Resul! Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"( En'am-106)"Ey Resul! Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz ki sen ( Kur'an) sayesinde dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"(Zuhruf-43,44)Dolayısıyla bize şah damarımızdan daha yakın olan Rahmân ve Rahim olan Rabbimizle aramıza hiç kimseyi aracı olarak koymaya hakkımız yoktur. Kur'an eski zamanların müşriklerini anlatırken, Allah Resulü'nün dönemindeki Mekke müşriklerine "Gördüğünüz gibi şimdi sizin yaptıklarınızla kadim müşriklerin yaptıkları arasında herhangi bir fark yoktur" demiş ve şirkin sadece geçmiş milletler'de kalmış bir fiil olmadığını ortaya koymuştur. Benzer şekilde Kur'an, Musa (aleyhisselam)a iman ettiklerini iddia ettikleri halde ona yapmadıkları eziyeti bırakmayan Yahudileri anlatırken, Muhammed (aleyhisselam)a iman edenlere "Ey iman edenler! Sizde Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın..."(Ahzab-69) uyarısında bulunmuş oluyor. Dolayısıyla ilk anda Mekke müşriklerini muhatap alan yukarıdaki âyetler, onlardan sonraki bütün zamanlarda hatta kıyamet gününe kadar dünyanın herhangi bir yerinde aynı fiil yapacak herkesi doğrudan muhatap almaktadır. O gün müşrikleri uyaran yüce Allah, bugün aynı şirki işlemeye meyilli iman edenleri uyarmaktadır.Öyleyse bu durumda olanlar "O günkü müşrikler için indirilmiştir, bu âyetler Yahudiler için nâzil olmuş, şu süre israiloğulları ile alakalı gelmiş, Hristiyanlar için indirilmiş âyetleri bize okuma" deme hakkına sahip değillerdir.Aslında böyle diyenler Kur'an cahilidirler.Çünkü yüce Allah bu âyetleri kiyamet gününe kadar geçerli olarak indirmiştir."De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür? De ki: ( Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu..."(En'am-19)"Ey Resul! Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçi gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler"(Sebe-28)
2 Nisan 2021 Cuma
ŞİA'DA "ALİ'NİN İMAMETİ" MESELESİ:10.09. 2017 pazar günü saat 16 00 da, cem tv'de istanbul Halkalı'da büyük bir spor salonunda düzenlenen, "İmamet ve kardeşlik Bayramı Gadir'i Hum Kutlama Töreni" ni seyrediyorum.Âyetuullah Gazvâni adında İran vatandaşı bir mollanın söylediklerini dinliyorum. Dedi ki: "Maide süresi 67.âyet, Ali'nin velayet ve imameti hakkında nazil olmuştur""Allah Resulü'nün en önemli görevi Ali Bin Ebi Talib'i yerine İmam ve Vâsi tayin etmesidir""Ali Bin Ebi Talib'in imameti bütün farzlardan daha önemlidir" Bu konuda Ehli Sünnet ve Şia'dan bir çok rivayet aktaran Ayetullah Gazvâni, "Ali Bin Ebi Talib'in imameti secdenin namazdaki mesabesinde olduğunu, Ali'nin imametine iman olmadan hiçbir ibadetin makbul olmayacağını" iddia etti. Tabii bütün bunları söylerken Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarından birçok hadis aktardı. Yani Âyetullah Gazvâni kendi görüşünü değil mezheplerin bu konudaki yaklaşımlarını dile getirdi. Gazvâni "Ali'nin imameti olmadan Allah Resulü'nün elçilik görevininde tam olarak tahakkuk etmeyeceğini" de söyledi. Yani Allah Resulü'nün elçiliğinin sahih ve geçerli olması için Allah'ın emri olarak Ali'yi mutlaka yerine imam olarak tayin etmesi gerekiyordu. (Maide, 67) Gazvâni konuşmasına"İslam'ın şartı beştir en önemlisi Ali'nin velayeti'dir" diye de ekledi. Bazen Irak'tan yayın yapan Şia'nın televizyonlarını seyrediyorum.Âyetullah'lar tarafından yapılan konuşmaların büyük çoğunluğu "Ğadir Hum" ve "Ali'nin imameti" hakkında oluyor. Yani bu inanç imamiyye Şia'asının genel görüşüdür.İsna Aşeriyye Şia'sında en önemli esas "Ali'nin imameti" olduğu için bundan feragat etmeleri mümkün değildir. Daha birçok şey söyleyen Gazvâni, "Allah Resulü'nden sonra Ali Bin Ebi Talib'in İmametini kabul etmeyenin kafir olacağını" söylemeyi de ihmal etmedi. "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.Doğrusu Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez"Mâide 67.âyetinin tamamen Ali'nin velayeti hakkında" geldiğini de söyledi. Şia'ya göre Ali'nin imameti Allah'ın varlığı ve birliği ile elçilik misyonunun mesabesinde olan imani ve itikadi bir meseledir. Yani Ali'nin imameti namaz, umre, oruç, hac gibi ameli bir konu değildir. Onlara göre veda haccı dönüşünde Maide 67. âyeti nazil olduğu zaman Allah Resulü bir hutbe irad ederek,Ali'yi yerine İmam ve vâsi tayin etmiş, yüz yirmi dört bin sahabi üç gün boyunca gelerek Ali'ye biat etmişlerdir.Yine onlara göre Allah Resulünün vefatından sonra Sakife'de Ebu Bekir'in halife seçilmesi en büyük fitne, en acı bir darbe ve korkunç bir ihtilaldir.Onlara göre Ebu Bekir'in halife seçildiği gün kadar Şeytan hiç bir zaman sevinmemiştir.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ (20. YAZI) Sonuç olarak: Bütün bu gerçeklerden sonra biz Allah'ın kelâmı Kur'an için sözün gücünün merkezde olduğunu düşünmekteyiz.Fakat sözün gücüne sahip olmayanlarında Kur'an'ı anlayamacaklarını da asla iddia etmiyoruz. Aslında Kur'an'ı anlama, Arapça dil kurallarını bilme ile ilgili değil, aklı kullanma ve tefekkür, araştırma ve inceleme, merak ve sorgulama ile ilgili bir durumdur. Zaten günümüz insanı için söz, gücünü, sihrini ve etkisini yitirmiş durumdadır. Dolayısıyla sözün gücünü günümüz insanına kabul ettirmek, kaybolmuş bir hayatın öyküsünü anlatmak gibi bir şeydir. Ancak şunu da anlıyoruz ki söz, gücünü yeniden kazandığında biz de yeniden yaşama kavuşmuş olacağız. Öyleyse önce söz'e can verilmeli. Sonrasında, bizde Allah'ın kelâmı sayesinde ilâhi bir ruh ve can bulacağız. Goethe'nin dediği gibi "İlk başta eylem vardı. Çünkü başlangıçta söz vardı"Kur'an'ı gerçek olarak yaşamanın ve korumanın aslı onu yürekte, hafızada, akılda, hayatta, mucadelede ve zihinde taşımaktır.Yeri gelmişken burada Sokrates'in meşhur Phaidros diyaloğunda o küçük, ama oldukça önemli pasajına atıfta bulunmanın yararlı olacağını düşünmekteyiz.Sözlü gelenek içinde yetişmiş olan Mısırlılara, mitolojide yazı tanrısı olarak anılan Theuth, insanların geçmişlerini daha iyi hatırlamalarını sağlayacak ve aynı zamanda "belleğin devası(Pharmakon)" olacak olan yazıyı önerir. Bu öneriye Mısır kralının cevabı oldukça meşhurdur. Kral cevap verdi: Ey Theuth, sanatların eşi benzeri bulunmaz efendisi!"Bir sanatın kuruluşuna gün yüzünü göstermeye muktedir adam başkadır, bu sanatın onu kullanacaklara fayda mı, yoksa zarar mı getireceğini takdir edilecek olan başka" "Şu saatte, işte harflerin babası olan sen, kendilerine duyduğun sevgi dolayısıyla, onlardan yapacakları gerçek etkinin tam aksini bekliyorsun! "İşte bu bilgiyi elde etmenin sonucu: Harfleri öğrenenler artık belleklerini işletmeyecekleri için, ruhları unutkan olacaktır. Yazıya güvendikleri için etrafındaki şeyleri dışarıdan, yabancı izler sayesinde hatırlamaya çalışacaklar, içeriden kendi kendilerine hatırlayacakları yerde, o halde sen bellek için değil, hatırlama için bir deva buldun.Öğrenime gelince, sen öğrencilerine ancak hakikatte benzer şeyleri öğretirsin, hakikatın kendisini değil, bunlar senin harflerin sayesinde, öğretimsiz kalmalarına rağmen gırtlaklarına kadar bilgiye gömülüdürler mi, çoğu zaman hiçbir şeyi doğru düşünmedikleri halde kendilerini binlerce şey hakkında hüküm vermeye yetkin sanacaklardır"(Jacgues Derrida'nın "Plato'nun Eczanesi" adlı makalesinden alınmıştır) Yukarıdaki paragrafta Kral, şifa gibi görünen yazının gerçekte bir zehir olduğunu ifade etmektedir.(Son)
İNFAK, SADAKA VE ZEKAT Allah'ın izniyle bu yazımızda, "infak, sadaka ve zekâtın" hangi anlama geldiği ile ilgili bir fikir verme, manası buharlaştırılan bu üç kavram ile ilgili hiç olmazsa ileriki zamanlar için bir kapı aralama olarak açıklamaya çalışacağız.Yüce Allah'ın rahmet ve inâyetiyle vahiy ehli muvahhidler, bu fikir ve araştırmamızı daha ileri bir safhaya taşıyacaklardır. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "infak" ve "sadaka"nın maldan verilen bir hayır, "zekât" ise, (arınma-temizlenme) anlamına geldiğini görüyoruz."Onların mallarından sadaka al; bu sadaka ile onları nifaktan temizlersin, onları aratıp yüceltirsin. Ve onlar için salât et çünkü senin salât'ın onlar için sünnettir. Allah işitendir, bilendir)(Tevbe-103) Konu ile ilgili diğer bir âyet şöyledir."Kad efleha men zekkéhé" "nefsini arındıran kurtulmuştur"(Şems- 9)Aşağıdaki âyetler vahyin arındırma özelliğine dikkat çekiyor.(Ey Nebi!) "Sana Musa'nın haberi geldi mi? Mukaddes tuva vâdisinde Rabbi (olan Allah) ona şöyle seslenmişti. Firavun'a git! Çünkü o çok azdı."Fekul hel leke ilé en tezekké"Deki: "Arınmayı ve seni Rabbinin yoluna iletmemi istermisin? Böylece sorumluluk bilincine sahip olursun"(Naziat-15,16,17,18) Tevbe, güzel ahlak ve istiğfardan sonra sadaka ve infak olarak her ne verilirse maddi ve manevi zekata ulaşılmış, yani kişi arınmış ve temizlenmiş olur.İnfak ve sadaka, maddi güç, akıl ve ilmi birikimi olan bir kişinin, bu maddi güç ve ilmiyle Kur'an'ın ortaya koyduğu ilkeler doğrultusunda dinde sadakatini ve imanda samimiyetini gösterme açısından bir arınma bedeli ve kötülüklerden temizlenme karşılığı olarak yerine getirilmesi gereken önemli bir farziyettir."Veseyücen-nebuhel etkâ ellezi yü' tî mélehû YETEZEKKÉ" "Arınmak için malını hayra veren takva sahibi 🔥 ateşten uzak tutulur) (Leyl-17,18) Şimdi sadaka ve zekâtın, Kur'an'da hangi anlama geldiğini çok açık olarak gösteren,Tevbe süresinin 103. âyetin bağlam ve bütünlüğüne bir bakalım.Bu âyetlerde, nifak ile iman arası bir çizgide gelgit yaşayanlar için yüce Allah şöyle buyuruyor. "Çevrenizdeki bedevi Araplardan Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz.Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir"(Tevbe-101)"Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler, salih bir ameli diğer kötü bir amelle karıştırdılar. Allah onların tevbelini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayan pek merhamet edendir"(Tevbe-102)"Onların mallarından sadaka (arınma bedeli) al; bununla onları (nifak günahlarından) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve olanlara yardım et, destek ol. Çünkü (bir Nebi ve Resul olarak) senin desteğin onlar için bir sükunettir. (onlara imanda güç verir, yatıştırırsın ) Allah işitendir bilendir"(Tevbe-103)Yani ey Nebi! Nifak belasından tam olarak temizlemek için, tevbe ile pişman olduktan sonra, kalplerinin rahat etmesi ve huzur bulmaları açısından, samimi olduklarını ortaya koymak adına onlardan sadaka alarak arındırırsın" İşte Kur'an, "zekat, tezkiye, tezekké, yetezekké" yani arınmak olarak adlandırmıştır. Kur'an'da geçen bütün"zekat" kavramları, "arınma" anlamına gelmektedir.Zekât kelimelerinden önce bulunan "ve étü" fiili'nin "é" si, uzatılmayacak olursa, yani, "ve etû" veya "ve'tû" olmuş olsaydı, mana " zekâta gelin, arının" anlamına gelecektir.Ama yine de" ve étü" fiili, "verin" anlamına gelebildiği gibi, "zekâta gelin, arının" anlamına da geldiğini söyleyebilirim. Mesala, bu konuda örnek bir âyete bakalım."insanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir riba, Allah katında atmaz. Allah'ın rızasını isteyerek arınmak üzere verdiğiniz (hayra) gelince işte (hayır yapan) o kimseler, evet onlar sevaplarını ve mallarını kat kat arttıranlardır"(Rum-39)Kur'an'a baktığımızda Nübüvvet makamına sahip olan Nebiler'den bütün insanlara kadar herkesin arınma ve temizlenme ihtiyacının var olduğunu görüyoruz. Nebi ve Resüller için, şirk, küfür, nifak ve cimrilik söz konusu olmadığı için, onların zekata (arınmaya) ulaşmaları vahyi tebliğ, dua ve istiğfar ile olmaktadır. Zekat, Nebi ve Resüller için arınma, mukemmel bir ahlaka ve olgunluğa ulaşma olurken, müminler için şirk, kötü ahlak, hurafe ve ve her türlü batıl inançlardan kurtulma olmaktadır. Nebi ve Resüller, infak etmede zorlanmazlar, çünkü Allah'a olan bağlılıkları çok güçlüdür. Nebi ve Resüller, Allah indinde temizlenmiş bir ahlaka ve inanca sahiptirler. (Meryem-12)Nebi ve Resüller, her zaman Allah'a verdikleri sözü yerine getirerek infak etmede güçlük çekmez, gönül hoşnutluğu içinde büyük bir sadakatle Allah yolunda infak eder, sorumluluk bilincine sahiptirler" (Enbiya-90)Vahiy, Nebi ve Resülleri, başta küfür, şirk, nifak olmak üzere, kibir, cimrilik, haset gibi hastalıklardan korumuş ve onları zekata ulaştırmıştır. Yani onların imanlarını ve kalplerini şek ve şüphelerden arındırıp temizlemiş ve sadece Allah'a teslim olanlardan etmiştir. (Bakara-131, 132, 133)Kur'an'a göre, dünya hayatında sağlık ve âfiyete "birr" ancak infak ile ulaşılabilir. "Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infak etmedikçe "birre" eremezsiniz. Her ne infak ederseniz Allah onu hakkıyla bilir"(Âli İmran-92)Yani manevi temizlik ve arınma, tevbe ve pişmanlıktan sonra maddi fedakarlık olan infak ve sadaka ile elde edilecektir. Kur'an'a baktığımızda manevi olarak yani şirk ve küfür gibi günahlardan kurtulma yolları, 1-) "İhlas, (dini Allah'a özel kılma) (Hicr-40; Sâd-83) 2-) "Takva, (sorumluluk bilincine sahip olma yani sadece Kur'an'da var olan emir ve yasaklarla yetinme) (Kasas-83; Bakara-197; Âraf-26; 156; Muddessir-56; Â) 3-) İslam, (Allah'ın emirlerine kayıtsız şartsız teslim olma, dinde onun kitabına ortak koşmama) (Âli İmran-19, 85, 102)4-) "İhsan, (İslam ahlakına sahip olma)(Bakara-195; Âli İmran-134; Mâide-85; Âraf-56; Tevbe-120) 5-) "Sabır, (Kur'an düşmanı kafir ve müşriklerin sözlerine ve eziyetlerine karşı dayanma) din ve hüküm olarak Kur'an'ın tek kaynak olduğundan taviz vermeme.(Bakara-153, 249; Enfal-46) 6- "İnfak, salih amellerin içinde ise, en büyük kurtuluş aracı infak olarak karşımıza çıkmaktadır. "Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve şefaat bulunmayan gün kiyamet gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infak edin. Gerçekleri inkar edenler zalimlerin ta kendileridir"(Bakara-254)İNFAK İLE SADAKANIN ARASINDAKİ FARKİnfak, "gece gündüz, yani "her zaman" (Bakara-274) "küçük büyük" (Tevbe-121) her türlü hayrı kapsarken, sadaka ise, özel durumlarda (Tevbe-103; Mücadele-12) verilmesi gereken bir bedeldir. Dolayısıyla infak etmenin yeri ve zamanı yok iken, sadakaların yeri ve zamanı geldiğinde yapılan mâli bir hayırdır. İnfak, hem mü'minlerin Allah rızası için yaptıkları bir hayır, hem kafirlerin kendi din ve davaları için yaptıkları bir harcama iken, (Enfal-36) sadaka sadece müminlerin yaptığı bir hayırdır. İnfak ibadetinde bire karşı, yedi yüz kat ile karşılık sevap varken, (Bakara-261) sadakalarda ise kat kat (Bakara-276) sevap vardır. İnfak gizli yapılması gereken bir hayır iken, (Bakara-270) sadakalar durum ve ortama uygun gizli olarak da, açık bir şekilde de verilebilir.(Bakara-271)Dolayısıyla infak, az veye çok herkesin kendi gücüne göre yapması gereken bir hayır iken, (Tevbe-121) sadaka ise, yeri ve zamanı belli olan hayır anlamına gelmektedir. İnfak, beş sınıf insana verilmesi gerekirken, (Bakara-215) sadakalar ise, sekiz sınıfa verilmesi emredilmiştir.(Tevbe-60)Dolayısıyla anne, baba, kardeş ve akrabalara zekat verilmez diye bir şey yoktur.PEKİ İNFAK VE SADAKA KİMLERE VERİLECEKTİR? Kur'an, zekâtı anlatırken, "ne kadar verileceği, neyden verileceği ve kimlere verileceği ile ilgili hiç bir detaydan söz etmemesi ve hiç bir ayrıntı vermemesi gerçekten çok önemlidir. Kur'an'da neden zekat kavramlarının önünde bulunan "ve étü" fiili "verin" anlamında değil de, "gelin" anlamına gelmektedir? Mesala: "ve étuz zekéte" ifadesine "zekatı verin" değil de, "arının, arınmaya gelin" gibi bir mana verilmesi gerekir. Çünkü âyetlerin büyük çoğunluğunda "ve étü" denildiği hâlde, hiç bir âyette ne verileceği? Neyden verileceği? Kimlere verileceği? ile ilgili hiçbir hüküm bulunmamaktadır.Fakat "infak" ve"sadakalar" için, ne verileceği, ne kadar verileceği ve kimlere verileceği ile ilgili her şey mevcuttur.Kur'an'da "ve'tü" fiiline, "gelin, getirin, girin" anlamı verilen âyetler de mevcuttur.(Bakara-189; Yusuf-93; )Zekât, "...Müşrikler için şirk ve küfürden arınmak ve âhirete iman etmektir..."(Fussilet- 6,7 )Zekat "...İslam'a ve Müslümanlara karşı kin ve nefretten, dine karşı savaş ve mücadeleden uzaklaşmak tevbe etmektir..."(Tevbe-5)"Zekat, bütün toplum ve bireyler için din ve hüküm olarak sadece Allah'ın âyetlerine iman etme, takva ve rahmete ulaşmaktır" Zekat, iman edenlere karşı düşmanlıktan vazgeçerek, kin ve saldırılardan arınmaktır"(Bakara- 10-11) Zekat, "dünya malından ve zinetinden, cahiliye âdetlerinden kurtulmak suretiyle Allah ve Resulü'ne itaat ederek, Kur'an'ın hikmeti üzerinde tefekkürle arınmaktır"(Ahzab-33)Bazı insanları cömertlik ve sadaka arındırır.Bazılarını güzel ahlak ve edep arındırır. Bazı insanları tevhid ve ihlas arındırır.Fakat insanları batıl dinlerden, şirk ve hurafelerden arındıran en önemli şey Kur'an'dır.Bakara-151; Âli İmran- 164; Cuma-2) İnsanları şirk ve küfür pisliğinden Allah'ın âyetleri gibi, hiç bir şey temizleyip arındıramaz.Sünniler ve Şiiler, hadis kaynaklarından ve batıl mezheplerden arınacak.Cemaat mensupları, liderlerinden ve öğretilerinden arınarak Allah'ın kitabına dönecekler.Tarikat ve tasavvuf ehli, evliya ve ilanlara kulluk etmekten İslam'la arınacaklar.Nurcular, Said Nursi ve Risale-i Nur Külliyatından arınacak.Dolayısıyla Kur'an ilim ve hikmetinin, ahlak ve edebinin hâkim olmadığı toplum gerçek anlamda hiçbir zaman temiz olamaz, maddi ve manevi kirlerden arınamaz.İNFAK "Sana (Allah yolunda) ne (kime) infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Maldan infak ettiğiniz şey, ana- baba, yakınlar, yetimler, fakirler ve yol çocukları için olmalıdır. Şüphesiz Allah yaptığınız her şeyi bilir"(Bakara-215)SADAKALAR "Sdakalar, Allah'tan bir farz olarak ancak, fakirlere, miskinlere, üzerinde çalışanlara, gönülleri İslam'a ısındırılacak olanlara, özgürlükleri için mücadele edenlere, borçlulara, Allah yolunda olanlara, yol çocuklarına mahsustur. Allah herşeyi bilen, hikmet sahibi olandır"(Tevbe-60)Sonuç olarak: İnfak : "...Gece gündüz..." (Bakara-274) "... küçük büyük..." (Tevbe-121) "..kazanılan mallardan..." (Bakara-267 ) "...topraktan çıkartılan rızıklardan ..." (Bakara-267) bir hayır olduğu için mal, ilim, güzel ahlak, akıl, zeka, güç gibi, maddi ve manevi her şeyden yapılan bir yükümlülüktür.Sadaka: Belirli zamanlarda ve özel durumlarda, insanın samimiyet ve sadakatini ortaya koyan mâli bir ibadettir. (Tevbe-103; Mücadele-12)Zekat; Başta tevbe ve pişmanlık olmak üzere, güzel ahlak ve sağlam bir iman ve Allah'a teslimiyetle her türlü şirk, küfür, nifak, cimrilik, kibir gibi, maddi ve manevi kirlerden arınmak demektir. Zekat: Mal, inanç, ahlak ve düşünce yani insanın nefsiyle ilgili bir temizlenme ve arınmadır.(Tevbe-103; Tâhâ-76; Fâtır-18; Necm-32; Âlâ-14; Leyl-18; Naziat-18)Zekâtın verilen bir şey değil, arındıran bir şey olduğunu şu iki âyet ortaya koyuyor."Ve seyücennebuhel etkâ- ellezi yü'ti méléhû yetezekké" "Arınmak için malını hayra veren takva sahipleri ondan (ateşten 🔥) kurtulur"En doğrusunu Allah bilir
1 Nisan 2021 Perşembe
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ (11.YAZI) Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Nebi" kavramı tekil olarak Allah lafzı (lefzatullâh) ile beraber yer almamıştır. Sadece bir yerde İsrailoğullarına özel gönderilen Nebiler için çoğul olarak "enbiyé Allâh'i" "Allah'ın Nebileri- veya başka bir kıraate göre "enbié Allâh'i" "Allah'ın habercileri- Allah'tan haber verenler" şeklinde kullanılmaktadır. (Bakara- 91)Ancak bir çok âyette "Resul" (Elçi) kavramı lefzatullâh ile beraber kullanılmıştır. Bir kaç örnek şöyledir. "... Meryem oğlu Mesih, ancak "Allah'ın Resulü"dür (Resülullâhi)..." (Nisa- 171)"De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin, hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan "Allah'ın Resul'ü"yum(Resülullâhi)..." (Araf- 158)"Muhammed "Allah'ın Resulü"dür (Resülullahi)..." (Fetih-29)"Bir zaman Musa kavmine: Ey kavmim! Size gönderilen "Allah'ın Resul"ü (Resülullâhi) olduğumu bildiğiniz halde neden bana eziyet ediyorsunuz?..."(Saf- 5) "Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: Ey İsrailoğulları! Ben size "Allah'ın Resulü"yum (Resülullâhi) demişti..." (Saf-6)"Münafıklar sana geldiklerinde: Şahitlik ederiz ki sen "Allah'ın Resulü"sun, (Resülullâhi) derler. Allah da bilir ki sen elbette O'nun Resulüsun. Fakat Allah şahittir ki münafıklar yalan söylüyorlar"(Münafikun-1)"Onlara: Gelin, "Allah'ın Resul"ü (Resülullâhi) sizin için bağışlanma dilesin, denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların, büyüklük taşlayarak senden (vahiy'den) uzaklaştıklarını görürsün" (Münafıkın- 5) "...Allah'ın Resulü'ne (Resülallâhi) eziyet edenler için elem verici bir azap vardır"( Tevbe-61)"Muhammed sizin erkeklerinizden hiç birinizin babası değildir. Fakat o "Allah'ın Resul"ü (Resülallâhi) ve Nebilerin sonuncusudur. Allah herşeyi hakkıyla bilendir"(Ahzab-40)"... Sizin "Allah'ın Resul"ünü (Resülallâhi) üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını almanız olacak bir şey değildir..." (Ahzab- 53)"Bilin ki İçinizde Allah'ın Resul'ü (Resülallâhi) vardır..."( Hücurat- 7)Nebi ile Resul'ün arasında bulunan en önemli farklardan biri de "Nebi" kavramının "hu" zamiri ile Allah'a bağlı bulunmamasıdır.Bu ilginç ilâhi sistem gerçekten çok önemlidir. Yani Kur'an'ın hiçbir âyetinde "Nebiyallâhi" "Allah'ın Nebisi" bulunmadığı gibi "Nebiyyihi" "O'nun Nebisi" de bulunmamaktadır. Fakat "Resülihi, Resüluhu" "O'nun Resulü" "Rüsülihi, Rüsülehu" "O'nun Resulleri" ifadeleri yüzlerce âyette yer almaktadır. RESÜLİHİ:"...Allah ve Resulü (Resülihi) tarafından (faizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun..."( Bakara- 279)"...Kim Allah ve Resulü (Resülihi) uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm gelirse artık onun mükâfatı Allah'a kalmıştır..."( Nisa-100)"Ey iman edenler! Allah'a, Resulü'ne (Resülihi) Resul'üne (Resülihi) indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin..."( Nisa- 136)"Allah ve Resulü'nden (Resulihi) kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar (bir ültimatomdur)(Tevbe- 1)"Hacc-ı ekber gününde Allah ve Resulü'nden (Resülihi) bir bildiridir. Allah ve Resulü (Resulihi) müşriklerden uzaktır..."(Tevbe-3)"Mescidi Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah ve Resulü (Resulihi) yanında nasıl muteber bir ahdi olur"(Tevbe- 7) "Yoksa Allah, sizden cihad edip Allah, Resul (Resulihi) ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız. Allah yaptıklarınızdan haberdardır"(Tevbe-16)"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığımız evler size Allah'tan Resul'ünden (Resulihi) ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgilisi ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar toplumunu hidayete erdirmez"(Tevbe- 24 )"...Sonra Allah, Resulü (Resülihi) ile müminler üzerine sükünetini indirdi..."(Tevbe- 26) "Onların infaklarının kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve Resulünü (Resülihi) inkar etmeleri..."( Tevbe-54)"... De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun Resulü (Resülihi) ile alay mı ediyorsunuz?"(Tevbe-65)(Ey Nebi! ) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu onların Allah ve Resulü'nü (Resülihi) inkâr etmelerinden ötürüdür..."(Tevbe- 80) "...Allah ve Resulü'nü (Resulihi) inkar ettiler..." (Tevbe-84 )"Allah ve Resulü (Resülihi) için insanlara öğüt verdikleri takdirde..."( Tevbe-91)"... hem de Allah'ın Resulüne (Resülihi) indirdiği kanunları..."( Tevbe- 97) "Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne(Resülihi) davet edildiklerinde..."(Nur-48)"Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne (Resulihi) davet edildiklerinde..."(Nur- 51 )"Müminler ancak Allah'a ve Resulüne (Resülihi) inanmış kimselerdir..."( Nur-62)"Sizden kim Allah'a ve Resulüne (Resülihi) itaat eder..."(Ahzab- 31)"Ta ki Allah Allah'a ve Resulüne (Resülihi) iman edeceksiniz..."(Fetih-9 )"...Allah ve Resulü'ne (Resulihi) ve müminlere sükünetini indirdi..."( Fetih-26)"Ey iman edenler! Allah ve Resul'ünün (Resulihi) önüne geçmeyin..."(Hucurat-1)"Müminler ancak Allah'a ve Resulüne (Resulihi) iman eden..."(Hucurat- 15)"Allah'a ve Resul'üne (Resülihi) iman eden..." (Hadid- 7)"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve Resulüne (Resulihi) iman edin..."( Hadid- 28)"Allah'a ve Resulüne (Resülihi) karşı gelenler..." (Mücadele- 4) "Allah'ın (fethedilen) yerlerden Resulüne (Resulihi) verdiği ganimetler..."(Haşr-7)"... Allah'ın dinine ve Resul'üne (Resulihi) yardım eden fakir muhacirlerindir..."(Haşr- 8 "Allah'ın onlardan Resulü'ne ( Resülihi) verdiği ganimetler..."( Haşr- 6)" Allah'a ve Resul'üne (Resülihi) inanır..."(Saf- 11)"Allah'ın, Resul'ünün (Resulihi) ve müminlerindir..." (Münafikun- 8 "Onun için Allah'a, Resulüne (Resülihi) ve indirdiğimiz o nur'a iman edin...(Teğabun- 8)
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(14.YAZI) "Tıpkı bir cihazın kullanım kılavuzunu her okuyan bununla cihazı çalıştırmaya muvaffak olamayacağı gibi, hayat ve hidayet rehberi olan Kur'an'ı da her okuyan, âyetlerinin arasındaki bağlam ve bütünlüğü içinden çıkarılması gereken sonuçları ve çözümleri bulamayabilir.Bunun için ancak Kur'an'ı anlayarak okumak, üzerinde emek ve araştırma, sorgulama ve tefekkür aşamalardan sonra, insan Allah'ın rahmet ve inâyetiyle hikmete ulaşır.(Bakara-269) Yani ancak kendini bu aydınlık yola adamış, dinde sadece vahyi tek kaynak kabul eden, din, hüküm, ibadet, güzel ahlâk olarak Kur'an'ın yeterli bir kaynak olduğuna iman eden akıl sahipleri hikmete ulaşabilir.Kendini bu yola adamış o isimsiz kahramanlar, yani kitab'ın Resûlleri, kıyamete kadar her toplumda ve her zaman diliminde varolacak, "Ul'ûl Emr" olarak toplumlarına Kur'an ın ışığıyla yol göstereceklerdir."Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Resûle de itaat edin ve sizden olan Ul'ül Emr'e de. Eğer (dinî) bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzel ve kesin olandır"(Nisa- 59 )Kaleminize ve yüreğinize sağlık değerli hocam.İsimsiz kahramanlara, kitab'ın Resûllerine selam olsun"(Faruk Fidan, "Nübüvvete bağlı risalet ile kitaba bağlı risalet" yazısına yaptığı yorum)-------------------------------------------------------Diyanet'e göre, "Kur'an ve Sünnet arasına mesafe koymak, "Kur'an bize yeter" diyerek sünnetin dindeki yerini hafife almak, Peygamberimizden bize ulaşan sahih bilgi hakkında şüphe uyandırmak iyi niyetten uzak büyük bir vebaldir"Diyanet aynen fetö gibi, "Kuran bize yeter" diyenleri sapık yapmış.Allah'a şükürler olsun ki sapmışız. Yoksa bu âyetin muhatabı olanlardan olacaktık."Hepsi birbiri ardından orada toplanınca sonrakiler, öncekiler için dediler ki: "Rabbimiz, bunlar bizi saptırdılar. Bunlara ateşten bir kat daha azab ver!" (Allah): "Hepsi için bir kat fazla (azab) vardır, ama siz bilmezsiniz. dedi"Âraf-38)(Abdurrahman Dalyan "Diyanetin hutbesi ve Kur'an'ın gerçekleri" adlı yazıya yaptığı yorum)-------------------------------------------------- Hocam! Çoğunluk cahil olunca , malasef semer vuran çok olur.Hamdolsun din günün sahibine ki, artık sizin gibi mü’min müslümanlar sayesinde işin özü anlaşılmaya başlandı"(Ceyhun Can)----------------------------------------------------Rabbim sizlere sağlık, sıhhat ve uzun ömür versin sayın hocam!Bizleri, müşrik zihniyete karşı Kur'anla aydınlatıyor ve İslam'ı sevdiriyorsun.Allah zihin açıklığı versin. Size ve Kur'an dostlarınızdan Allah razı olsun"(Ali Aşar)-----------------------------------------------Dine en büyük zararı veren yine âlimler!! olmuş.Ya yanlış anlamişlar, yada işlerine gelmemiş, ama bizleri hep yanliş yönlendirmişler. Ama artik Kur'an okuyoruz. Rabbimize şükürler olsun. Emeğinize sağlik, bizlerin yüzünü Kur'ân'a çeviren alimlere selâm olsun. Allah sizden razı olsun. Yazılarınızdan cok istifade ediyorum Ali hocam"(Sadet Çapraz)
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ (19.YAZI) Sözlü vahiy, hedefi ve muhatabı belli olan bir çağrıdır.Islah etmeyi hedef aldığı bir toplum için indirilmiştir. Oysa kitap kendi başına âdeta ölü bir metin gibidir. Bir kitabın nasıl rehberlik edeceği her zaman tartışmaya açık bir konudur. Onu nasıl kim tatbik edecek, belli değildir. Buna karşın vahiy, bir rehber(Resul) eşliğinde bir olay bağlamı içinde nazil olmuştur. (Ricoeur'un teknik terimiyle söylersek) "Söz aslında olaydır" Bunun da anlatmaya çalıştığımız yönlerden önemi çok büyüktür.İkinci olarak bir sonraki kuşaklara, vahiy ancak bir olay bağlamı içinde anlaşılması gerektiğine ilişkin bir uyarıdır.Şu ana kadar görmüş olduk ki, metnin okuyucuya ulaştırılma biçimi onu anlama açısından son derece önemlidir.Günümüzdeki birçok kuramcının da ifade ettiği üzere bu yön, anlama hadisesini âdete belirleyen bir yöndür. Buradan özeldeki konumuza gelirsek şunu söylemek mümkündür. Kur'an, sözlü kültür içinden indirilmiş bir metindir.Bu, aynı zamanda "Kur'an hangi okuma topluluğuna aittir? sorusunun da bir cevabıdır. Eğer bir metni anlama hadisesinin önemli ölçüde onun muhataplarına ulaşma ve muhataplarının okuma biçimiyle ilintili olduğu görüşü haklıysa, Kur'an'la sağlıklı bir iletişime geçmek isteyen günümüz okurunun, onun bu özelliğini mutlaka dikkate alması gerekmektedir. Bunu söylerken günümüz insanından, okuma alışkanlıklarından bir gerilemeyi istiyor değiliz. Ancak bir okur, metnin mesajını hakkıyla okumak ve anlamak istiyorsa, çaba göstermek zorunda olduğunu söylüyoruz. Bu Kur'an'ı Mübin'in kolayca anlaşılır bir metin olduğuyla tezat teşkil eden bir ifade değildir. Şayet Kur'an'dan bir çizgi roman kolaylığı beklenmiyorsa..."Kaldı ki, günümüz okuru açısından, zahmetsizce kendini ele veren hangi metinden söz edilebilir. Diğer taraftan, Kur'an'ı ait olduğu okuma topluluğunun, günümüz okurunca dikkate alınması gereken hayatı bir özelliği bulunmaktadır.Eylem için okunmak.Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, her metin sadece okunmak için değildir. Mesala F. Dupont, okunamayan metinlerden söz eder.Ona göre Yunan'ın şölen şiiri, anlam değil, eylemdir.Eğer günümüz okuru, bu şiiri yapaylığa kaçmadan estetik bir biçimde algılamak istiyorsa onun bu yönünü dikkate almalıdır" Bu duruma benzer bir biçimde, Allah'ın sözü olan Kur'an metninin de aynı önemli özelliği anlaşılmadan, yani onun sevap kazanma amaçlı değil, eyleme dökülmek için okunması gerektiğidir. Dolayısıyla Kur'an aslında okunmak için gelmiş bir kitap değil, yaşanmak ve eylem için indirilen bir hitaptır. Eğer günümüz Müslümanı, onu gerçekten anlamak istiyorsa, onu mutlaka eylem için okumalıdır.Bu yönüyle Kur'an, daha çok teatral bir metin özelliği taşımaktadır. Mesela, bir tiyatro eseri, gerçek anlamını sahneye konulduğunda, yani icra edildiğinide tam olarak anlam kazanır.Aynı şekilde Kur'an'da öncelikli amacı icra edilmektir. Yani canlı hayatta yaşama geçirilmesidir, kendisiyle bir arkadaş, bir dost gibi yaşanılmalıdır. Buradan halen şu soruyu yanıtlamadığımız düşünebilir."Eğer Kur'an günümüz okurunun okuma alışkanlıklarıyla uyum içinde değilse, Kur'an'ın bizler için önemi nedir? Niçin arkaik bir metni okumak durumunda olalım?" Bu son soru bütünüyle, Kur'an'ı ait olduğu okuma topluluğu içinde anlayamamaktan kaynaklanan bir sorudur. "Kur'an bugünkü anlamıyla aslında okunmak için indirilen bir metin değildir" demiştikEğer onun yazıya dökülmüş hali mutlaka okuncaksa, bu okuma eylemi harfler içinde potansiyel halde duran anlamı fiiliyata çıkarmak, yazıda olan sözü, yeniden canlı enerjiye dönüştürmek için okunmalıdır.
ARKADAŞLAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(13.YAZI) "Hocam!İlkokul çocuğuna anlatır gibi anlatmışsınız maşallah. Lâkin öyle arızalı imanımız var ki malesef! Görevdeyken hastası için gelip yardım isteyen kardeşlerimize Felak ve Nas sürelerini okumalarını tavsiye ediyordum."Hocam! Biz onları zaten biliyoruz. Daha etkili, daha gizemli, daha tesirlisi yokmu acaba! diyen onlarca insanla karşılaştım ben.O yüzden Allah'ın hadisi Kur'an maalesef ümmeti kesmiyor.Alışmışız karma inanca. Rabbimize müstekim olan yoldan gidemiyoruz malesef"(Ismail Kilic)---------------------------------------------------------"Ali Hocam!Emeğinize sağlık.Allah ve din düşmanları, güzel dinimizi sadece namaza, oruca, hacca indirgemişler maalesef.Oysa dinimizin en önemli mesajları toplumsal barışın, huzurun, adaletin, hakça paylaşımın kısaca insanca bir yaşamın tüm dünya da sağlanmasına yöneliktir.İşte bu yüzden "namaza ve duaya" çevirdikleri ama asıl anlamını sizin de açıkladığınız "salat-ı ikâme"dinin direğidir.Sadece fetva vererek ya da "mülk Allah'ındır" deyip malını, parasını, mülkünü, ihtiyaç sahiplerine "destek"olmak için Allah yolunda harcamamak insanı müslüman da yapmaz, hele cennetin kapısının önünden bile geçirmez.Sizin yukarıda infak ile ilgili belirttiğiniz âyetlerin anlamını bilmeden okumak, ölünün arkasından okumak yani yüce Allah, bize bunları "okuyup, anlayıp, hayata geçirmemiz" için göndermiş olmasına rağmen, elimizi açıp dua ediyormuş gibi, yine Allah'a geri göndermek birşey ifade etmez, İnşallah müslümanlar ve tüm insanlar vakit geçmeden bunu anlarda doğru yola döner, tabi bu sizler gibi Kur'an'ı doğru olarak Allah'ın dediği gibi anlatan insanlar sayesinde olacak"(Engin Teke)--------------------------------------------------------"Hocam!İlminizle varolun sağolun.Bunları anlaşılır bir dille yazıp bizim gönüllerimizi yeşertiyorsunuz. Biz razıyız Rabbim de razı olsun"(Fahriye Cihan)-------------------------------------------------"Hocam!Yazılarınızı kaçırmadan okumaya çalışıyorum.Bende Kur'an'ı okuyup da anlamayanlardanim.Bu bana çok ağır geliyor.Sizin yazılarınızla karşılaşınca Kur'an'ın sadece okumakla değil anlayıp hayata geçirmekle Allah'a kulluk vazifesini ifa etmiş olacağımı daha iyi anladım. Hocam!Ben şehit babasıyım.Oğlum asker iken terhisine dört gün kala bir pusuda şehit düştü.Beşeri sistemde yüce Allah'ın şehitler hakkındaki hükmü nedir?Yani beşeri sistemin şehit dediklerine Kur'an ne diyor? Anlamak istiyorum.Allah razı olsun, selam ve dua ile"(Şevket Volkan)-------------------------------------------------------"Allah sonsuza dek sizden razı olsun sayın hocam!Üzerinde her zaman durduğum ve uyguladığım bir konuyu yazdığınız için candan teşekkür ediyorum. Allah razı olsun hocam. Allah’a emanet olun.Saygılar, esenlikler .!!!(Saim Tohumoglu, "İnfakın önemi" adlı yazıya yaptığı yorum)
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ (18 . YAZI) Peki, Kur'an'ın formatı ve ifade biçimi yeterince dikkate alınmazsa ne türden sorunlar ortaya çıkar? Şimdi bu soruyu ve bununla ilgili olan bazı noktaları ele alabiliriz. Aslında sözlü kültüre ait olan vahiy, durağan yani hareketsiz bir metin olarak yazıya mahkum edilince etrafında onu anlamaya engel faktörler zamanla her tarafını sarmış, insanın aktif olan akıl ve zihin dünyasından uzaklaştırılmış, aynen Tevrat ve İncil gibi ölülere okunan, maddi menfaat ve çıkar amaçlı ölü bir metin hüviyetine sokulmuştur. Şimdi bir vaizle bir yazarın güçlerini, etkilerini ve amaçlarını dile getiriş tarzlarını karşılaştıralım.Vaizin en önemli avantajı bir bağlam ve referans sistemi içinde canlı olarak konuşuyor oluşudur. Dahası o, amacının gerçekleşip gerçekleşmediğini görme olanağına sahiptir. Dolayısıyla konuşmayı bu açıdan farklı biçimlerde dinamik olarak yönlendirir.Bütün bunlara karşı yazar, imla işaretleri veya geniş tasvirlerle yetinmek zorundadır.Bu her iki iletişim biçimi arasındaki farkı anlamanın bir başka yolu da yazılı bir metni dinleyicilere okumak ya da konuşma metnini deşifre edip, yazıya aktarmaktır. Her iki durumda başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Kur'an'a baktığımızda onun her bir pasajının bir soruya ya da bir konuya cevap niteliğinde olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu sebeple Kur'an metninin anlamına, ancak metnin yanıtladığı soru ufkunu kavradığımız zaman ulaşabiliriz.Soru-cevap diyalektiği aynı zamanda iletişim hadisesinin bir sohbet, etki etme ve etkilenme ortamı içinde gerçekleşmesi demektir. Sohbet ortamı konuşmada, âdete söz dışı metin (soru) demektir. Anlam denilen hadise bu söz dışı metin içinde gelişir. Diğer bir taraftan bir kişi, demek istediği bir şeyi, sohbet ortamında dil dışı bazı faktörlerle güçlendirebilir. Bu dil dışında kalan faktörlerin başında kişinin jest ve mimik hareketleri gelir.Sergilediği ahlak ve salih amellerde artı bir avantaj olarak dinleyici kitlesini etkisi altına almaya yetecektir.Batıl din ve inanç anlatsalar bile sözün gücünü elinde bulunduranlar toplumu istedikleri yönde sürükleme kabiliyetine sahip olurlar. Başka bir değişle anlam, el- kol hareketleri, ses tonunun değişmesi, yüz ifadeleri gibi gerçek sözün söylendiği anı saran bütün insani varoluşsal ortamla belirlenir.Bu yazı ve metne nazaran müthiş bir avantaj sağlar.Son Nebi'ye indirilen vahiy, tarihte gerçekleşmiş birçok olay ve kıssayı aksiyon bir sinema filmi ve canlı bir tiyatro sahnesinde oynanmış gibi aktarması bundan ileri gelmektedir.İnsan Kur'an'daki olayları okuduğu zaman canlı bir sahneyi izliyor gibi olur. Şunu da bilmekteyiz ki, bir sözün anlamı, o sözün hangi durumlarda ne türden bir davranışlar bağlamında kullanıldığıyla ilgilidir.Sözlü iletişimde vazgeçilmez olan yukarıdaki bu unsurlar; yazılı iletişimde ortadan kaybolurlar. Ancak buradaki asıl sorun şudur: Bu unsurları kullanarak var olmuş olan bir metnin yazıya dökülmesi ne anlama gelir? Açıkçası bu sözün bağımsızlaşmasıdır. Bir anda ait oldukları ortamda anlam yüklü olan sözcüklerin içi boş, ölü kapsüllere dönüşmesidir. Eğer söz konusu olan kutsal bir metin (Tevrat-incil-Kur'an) ise durum daha da vahim demektir. Zira yazıya dökülen sözler, özel iletişim durumlarında (bağlamlarından) koptukları, canlı ve dinamik konuşmada söz konusu olan açık düzeltme imkanı da ortadan kalktığı için, yanlış kullanıma ve yanlış anlama riskine açık hale gelirler. Özetle sözün muhatapları için avantaj olan birçok şey sonraki muhataplar için bir dezavantaja dönüşür. Şu gerçek iyi bilinmelidir.Son vahyin sözlü kültür içinden indirilmesi bir tesadüf sonucu değildir. Bu bilinçli bir seçimdir. Çünkü her işinde hikmet sahibi olan Allah'ın sıradan bir seçim yaptığını söylemek abesle iştigal olur. Kaldı ki bunun aksi bir örneği de yoktur. Yani vahiy tarihinde, Allah tarafından elçisiz olarak, bugünkü anlamıyla nazil olmuş bir kitap yoktur. Aslında bu durum Allah'ın kudreti açısından muhal değildir."İnkâr edenler: Kur'an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi? dediler. Biz onu senin kalbini iyice yerleştirmek için böyle yaptık( parça parça) indirdik ve onu tane tane ayırarak okuduk"( Furkan- 32)Şimdi bir düşünelim, Mekke müşriklerinin kutsal bir kitapları olmadığı halde, onları atalar dinine mahkum eden ne idi?Beden batıl olan atalarının inancından taviz vermiyorlardı?Kürsülerde anlatılan ve sözün gücüne sahip olan hurafe beşeri bir din, kitapta duran ilâhi bir metinden daha etkilidir.İnsanlar neden sohbet etme ihtiyacı duyarlarİşte Resul'ün önemli burada ortaya çıkıyor.Vahyi dile getiren ve onu anlatan mükemmel ahlaka sahip olan Resul olmazsa kitap ölü bir metinden başka bir şey değildirKitapta yani metinde olan gerçeklerden daha çok kürsulerde anlatılan yalan ve hurafeler daha etkili ve daha kalıcı oluyor.Alevileler inançlarını sözün gücü ile devam ettirdikleri için hem daha duygusal, hem daha kalıcı hem de daha etkilidir.Tarikatlar da inançlarını sözün gücü ile yaşar ve devam ettirirler.Kur'an'ın yüzlerce âyetine aykırı olmasına rağmen, nurcular, inançlarında neden son derece bağlıdırlar.Çünkü inançlarını sözün gücü ile her gün sürekli olarak tekrar ederler.Bu inanç hücrelerine ve iliklerine kadar işlemiştir.Bütün bu gerçeklere rağmen vahyi tek kaynak kabul ettiklerini iddia eden bazı aklı evveller, "kitabın Allah Resulü döneminde iki kapak arasına getirildiğini" bazı cahiller de "Kur'an'ın vahiy değil de, gerçekten bir kitap olarak indirildiğini" iddia etmektedirler. Halbuki Kur'an'da geçen "kitap" kelimesi, vahiy anlamında kullanılmıştır.Vahye"kitap" denmesinin sebebi, koruma altında olması, bir hikmete sahip bulunması, baglam ve bütünlüğe sahip olmasından dolayıdır.Bütün Nebilere vahiy anlamında kitap nazil olmuştur.Bakara-Ama kitaplarının adı yoktur.Sözü yerinde ve ölçülü kullananlar ve sözün gücüne sahip olanlar her zaman yazının gücüne sahip olanlara egemen konumdadır.
KUR'AN'DA İMAN, İSLAM, İHLAS VE ŞİRK(2.YAZI)Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni ilim adamlarının imanlarının Kur'an'a uygun olmadığını şu âyetler ortaya koyar."(Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanlara:) "Yahudi ya da Hristiyan olun ki doğru yolu bulasınız. dediler.De ki: Hayır! Biz, hanif olan İbrahim'in dinine uyarız. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı.Biz, Allah'a bize indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer nebilere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin iman ettik ve biz sadece Allah'a teslim olduk (ve nehnu lehu müslimün) deyin. Eğer onlar da, sizin inandığınız gibi iman ederlerse hidayeti bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, her şeyi bilendir"( Bakara- 135, 136, 137) Yukarıdaki âyetlerde vahiy'den bağımsız imanın Allah katında bir değerinin olmadığı ve hidayete asla vesile olmayacağı açık olarak görülüyor.İman, ancak Allah'ın indirdiği kitab-a özel kılındığı zaman "teslim" yani İslam mertebesine ulaşıyor.Yani vahyin öngördüğü iman tahakkuk etmeyince Allah'a tam teslim anlamında olan İslam gerçekleşmiyor."Kim de iyi amellerde bulunmuş bir mümin olarak O'na varırsa, üstün dereceler bunlar içindir"( Tâhâ-75)"İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.( Enam- 82)İman ettim demenin hiçbir zaman yeterli olmadığını gösteren en büyük delillerden biri de, "Ey iman edenler!...." diye başlayan onlarca âyettir.Bu âyetlerde "Ey iman edenler!..." denildikten sonra iman iddiasına sahip olan Allah Resulünün arkadaşlarına yani ehl-i sünnet âlimlerinin "gökteki yıldızlar gibidir" dedikleri sahabilere çok sert eleştiriler getirilmektedir. Hatta âyetlerin "Ey iman edenler! diye başlamasının sebebi, Nebi (a.s) in arkadaşlarının imanlarında bir sorun olduğundandır. İmanda bir sorun olmadığı yani saf iman anlamında İslam'ınolduğu Mekke'da inen sürelerde "Ey iman edenler! diye başlayan âyet bulunmaz. MESELA "Ey iman edenler! Allah'ın ve Resul'ünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir"( Hücurat- 1)"Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi'nin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Nebi'ye yüksek sesle bağırmayın; Yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider" (Hucurat-2) "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin ayıplarını araştırmayın. Biriniz diğerinizin gıybetini yapmasın. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, engin merhamet sahibidir"(Hucurat-12)"Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e ihanet etmeyin; sonra bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz"(Enfal-27) Dolayısıyla Allah tarafından indirilen vahiy ahlakına göre aracısız, şirkten uzak iman olmadan hiçbir zaman İslam gerçekleşmiş olmayacaktır.Yani Şii ve Sünni ilim adamlarının "Biz Müslümanız, Allah'a teslim olduk, dinimiz islamdır" demelerinin Allah katında hiç bir değeri bulunmamaktadır.Çünkü elçiler tarihinde yani Allah Resullerinin muhatap kılındığı tüm zamanların müşriklerinin zihin dünyalarında yaratıcı olarak daima Allah vardır. Onların Allah'ın varlığı ve büyüklüğü konusunda hiçbir sıkıntıları olmamıştır.Zaten Kur'an tarafından "müşrikin" yani "şirk koşanlar, müşrikler" olarak tanımlanmaları da bu yüzdendir.Onlar din büyüklerini, âlimlerini, iman önderlerini, evliya ve İlâhlarını Allah'a şirk koştukları için müşrik sayılmışlardı.Yoksa Allah'a inanmadıkları veya O'nu inkar ettikleri için değildir. Şu dua Mekke müşriklerinindir."Ey Allah'ım! Eğer bu hak (Kur'an- Resul) senin kadından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir"(Enfal- 32) Başka bir âyette şöyle buyrulmuştur."De ki: Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik ve hakim bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor? Diriden ölüyü kim çıkarıyor?Her türlü işi kim idare ediyor? "Allah" diyecekler. De ki: Öyleyse (O'na şirk koşmaktan) sakınmıyor musunuz? İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan ayrıldıktan sonra sapıklıtan başka ne kalır? O halde nasıl şirke dönderiliyorsunuz"(Yunus- 31,32) Dolayısıyla mezhep, cemaat ve tarikat müşrikleri gibi kadim müşrikler de gökleri ve yeri yaratanın, Güneş'i ve Ay'ı hareket ettirenin, yağmur yağdıranın, rızkı verenin, hayatı ve ölümü takdir eden gücün Yüce Allah olduğunun farkında oldukları ve Allah'a kendilerince iman ettikleri onlarca âyette çeşitli şekillerde dile getirilmiştir.
31 Mart 2021 Çarşamba
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (12.YAZI) "Selam! "Bize Kur'an yolunu ve bu yolun altından değerli taşlarını gösterip sevdiren, böylece Kur'an'ın has temiz duru ve saf dünyasına sokan Ali hocam ve gibilerine olsun inşallah.Âmin. Hocam! Bugün yine beni tasvir etmişsiniz. Rabbım sonsuz razı olsun sizden inşallah.Amiiin.Saygı ve hürmetle; vesselâmü aleyküm"(Ismail Kilic)_________________________________"Hocam!Dayanamadım daha 13.satırda teşekkür etmek istedim.Rabbim sizden ebeden razı olsun inşallah.Bizi lafızla efsunladılar.Buda işimize geldi.Sizde bizi ayağa kaldırıyorsunuz gaflet uykusundan.Nasıl dua etmem size.Vesselamü aleyküm"(Ismail Kilic)______________________________"Selam beni Kur 'an ile tanıştıran Hocama, abime, inançta ve hilkatte kardeşim Ali'ye olsun.30 yıl çalışıp görevi dolar dolmaz hemen emekli olan bir imam olarak tekraren itiraf ediyorum!Meğer 30 sene gırtlağıma kadar bataklıkta debelenmişim de kendimi abid zannederek avutmuşum.Dün Cuma namazını eda ederken imamın 6 saf arkasında tam hizadayım ve mihrapta sağda Allah solda Muhammed yazısı.Oysa yıllarca kıldırırken ben fark etmemiştim hocam!Hocaaaaaam! Sahi Muhammed(a.s) Allah'ın şeriki ve din ortağımı ki, ismi Allah ile yanyana olsun.Bize ne olduda bu hale geldik ? Allah aşkına!Yetmezmiş gibi kilise ikonları sanki, Ebu Bekir, Ömer, Osman Ali vs. isimleri.Hocam! Camilerden yıkıldık. Camilerden kalkarız ayağa.Parayı kaybettiğimiz yerde aramalıyız çünkü. Ama mutlaka bi yerden başlamalıyız.(Allah sizden razı olsun inşallah, siz başladınız, buna biz şahidiz)Hocam! Haddim olmayarak diyorum ki, Resul ve Nebi farkını anlamak ve anlatmak eyvallah."LEBENEN HALİSEN" (Nahl-44) üzerinde de çok durmalıyız.("Lebenen hâlisen" ananın göğsünden yavrunun ağzına akan katışıksız süt gibi, dinin Allah tarafından indirildiği saf şekliyle yaşanması anlamına gelmektedir)Çünkü inanç sağlam, temiz ve duru olmadan bu dediklerinizin hiçbiri olmaz, olmuyor da zaten.O yüzden sizden "LEBENEN HALİSEN" mevzusuna temas etmenizi arz ediyorum.Rabbım bizi yalnız kendini Rab ve İlah edinip, sadece zatına teslim olan muvahhitlerden eylesin.Özellikle de beni.Çünkü sicilim çok kötü.Rabbım tövbemi kabul, günahlarımızı affetsin.Amiiin"Kur'an'ın söz sahibi olması için gece gündüz demeden mücadele ettiğiniz içinde, sizden ebeden razı olsun inşallah.Vesselâmü aleyküm"(Ismail Kilic) _______________________________"Selam ve esenlik Kur'an'a inanıp vahyi duyuranlara ve onu işitip uyanların üzerine olsun.Hocam bu hak ve hidayeti diyanet'e ve milli eğitime nasıl ulaştırabiliriz?Lütfen bir çözüm öneriniz varsa söyler misiniz?Vahyin sahibi sizden ebeden razı olsun inşallah.Yine sade net ve derin analiz yapmışsınız.Şahsım adına ziyadesiyle faydalanacak ve duymayan bilmeyenlere duyuracağım inşallah. Vesselamü aleyküm"(Ismail Kilic)_________________________________"Yüce Allah sizden razı olsun!Çok güzel izah etmişsiniz, hem kalben, hemde aklen tatmin oluyoruz.Yüce Allah ilminize, dünya ve âhiretinize hayırlı bereketler ihsan etsin inşallah"(Mehmet)__________________________________"Eyvallah hocam! Ağzına sağlık, bizlere değerli bilgiler veriyorsunuz. Allah ve Resulü'nü seviyorduk, daha çok sevmemize vesile oluyorsunuz. Açıklamalarınız basta Mustafa İslamoğlu ve Mehmet Okuyan ve diger Kur'an ehli hocalarımizla bire bir örtüşüyor. Selam ve dua ile"(Sami Büyükada)
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (11.YAZI) "İnsanın var ediliş nedeni olan "Ahsenu Amela" (Mülk-2) her durumu, daha iyi, daha doğru, daha güzel hale getiren, geliştiren her türlü tavırdır.Fedakarlık, en sevdiklerini, her ne ise, sevdiklerinden insanı sarsacak şekilde Allah yolunda ikram etmektir. Hayırdan farkı da budur."Âmenu ve amilus salihati" "iman edip salih ameller işlemek" sadece iyilik, güzellik değildir, kendini, başkalarını, insanlığı, Rabbil- âlemine yani (âlemlerin Rabbine) evrensel ilkelere yönlendiren, islah eden, fedakarlık gerektiren, sabırla başarılan, muttaki olmakla farklılaşan, her âlemi de cennetleştiren amellerdir (Tevbe-24,111; Âli İmran-92;)Haseneden farkı da budur.Hayır ile fedakarlık; aç birine balık vermekle, balık tutmayı öğretmek kadar farklıdır"(Ahmet Aldemir)------------------------------------------------"Hocam! Mükemmel ki, ne mükemmel.Vahyin sahibi sizden razı olsun inşallah. Bizi de Kur'an vesilesiyle rahmetine dahil eylesin. Yapmayıp yapamadıklarımızıengin rahmetiyle affetsin.Kalan ömrümüzü vahye hizmet edip, onunla izzet bulanlardan eylesin. Amin.Kur'an sayesinde bugün sadece inkar etmeyi değil, hakkın yani vahyin, âyetlerini üstünü örtmenin küfür olduğunu ve yıllarca bu gerçeği görevim boyunca bilmeden ve istemeden örttüğüm için yüreğimin yandığını belirtmek isterim.Onun için sâlihatı da öğrettiniz ya bize. Hamdolsun fakirde farkındalık oluştu. Yazamazsam da yazanın yazısını yaymak kitlelere ulaştırmak için gayret ediyorum.Rabbım sizden sonsuz razı olsun inşallah Selâm ve dua ile"(Ismail Kilic) -----------------------------------------------------Allah Razı olsun Ali Hocam! Bir birinden muhteşem yazılarınızı açık seçik her insanın anlayacağı cümlelerle ruhumuza gıda, kalbimize ilaç oluyorsun.İyiki sizinle buluşturmuş yüce Rabbim.Allah'ıma! Hamd olsun.Rabbim sizlere hayırlı ve sağlıklı uzun ömürler versin inşaAllah. Amin.Esselamü aleyküm muhterem hocam" (Mücahit Güleç)----------------------------------------------------Ali hocam! Yazılarınızı önce paylaşır sonra okurum hep.Yine döktürmüşsünüz maşallah.Emekli imam olarak tekraren itiraf ediyorum.Diyordum ki, yahu bu âyeti ben anlayamadım.Lakin filanca çözümlemiş maşallah.Demek ki: İnancın temiz (geleneğin etkisinde, baskısında, ataletin (tembelliğin) gölgesinde, ataların zehirinde ve etkisinde ancak bu kadar oluyormuş.Onun için imanın "LEBENEN HALİSEN" (hâlis saf süt gibi) (Nahl-66) olması şart ve saf olması Kur'an'ın anlaşılmasında anahtar kavramlar.O yüzden tekraren dua ederim ve dua beklerim.Kur'an'ın sahibi sizden razı olsun inşallah Vesselamü aleyküm"(Ismail Kilic)-------------------------------------------------"Ali hocam! Vahyi öncelleyen ve vahyin hikmetini karartanların karşısında dimdik durmaktan biran olsun vazgeçmeyen tavrınıza tanıdığım, gördüğüm, okuduğum ilk yazınızdan son yazınıza kadar şahidim. Diliniz dimağınız ve ruhunuz hikmetli, hayırlı, bereketli işleri, sürekli cesur yüreklilikle vurgulamaya devam ettikçe, dini Allah'a has kılma çabanıza, kuduranların karşısında siz kardeşlerimin yanında olacağım. Allah razı olsun"(Hasan Ayhan Karakuş)
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ (17 . YAZI) Kur'an, duygu yüklü bulunan insan hafızasındaki durumu ile bir bilgisayardaki veya mushaftaki durumu arasında büyük bir fark bulunmaktadır."Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana, onun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'an'ı okumada acele etme ve "Rabbim benim ilmimi artır" de.( Tâhâ-114 )"Şüphesiz onu (Kur'an'ı) toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et"( Kıyamet- 17,18)"Kur'an kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde yer eden apaçık âyetlerdir..."(Ankebut- 49 )Buna paralel olarak son vahiy olan Kur'an'da dengeli tekrarların varlığı dikkat çekmektedir.Harf tekrarlarının yanında, bir de konu ve muhteva tekrarlarını görebilmekteyiz.Örnek olarak kıssa anlatımları, aynı kıssanın farklı kelimelerle, yeniden anlatımına bir çok yerde rastlanmaktadır.Bu tekrarlar kitabın özelliğine ve formatına aykırıdır. Çünkü kitapta tekrar olmaz, kitap tekrar kaldırmaz. Mesela, kitabın başında kullanılan bir cümle artık sonuna kadar başka bir yerinde kullanılamaz, bu metnin tabiatına aykırı bir durumdur.Fakat sözde ve hitabette bir saat içinde bir kelime on defa tekrar edilebilir.Televizyonlarda canlı olarak verildiği halde bir siyaset adamının aynı konuşması bir çok yerde tekrar dinlenebilir.Ve orada hazır olanlar kendilerinde bir usanç meydana gelmeden çok dikkatli bir şekilde bu konuşmayı dinlerler. Yine bir düşüncenin genellikle antitezlerle ifade edilmesi Kur'an'ın en belirgin özelliğidir. Bu durum elbette bütünüyle sözlü kültürden kaynaklanan salt bir ifade biçimi olduğunu iddia etmiyoruz.Temelde sorun tevhid ve şirk ayrımından kaynaklanır; ancak, denilebilir ki bu ayrımın anlatılmasında sözlü kültürdeki bu ifade tekniğinden ziyadesiyle yararlanılmıştır.Kur'an'ın kendisi zaten en güzel söz ve çağrı, bir mesaj ve mücadeledir."O halde kafirlere boyun eğme ve Kur'an'la onlara karşı olanca gücünle büyük bir mucadele ver"(Furkan- 52) Bu anlamda "Ey kafirler! Eğer sözünüzde doğru iseniz delilinizi getirin" gibi ifade biçimleri Kur'an'ın mücadeleci uslubuna güzel bir örnektir. Dünyada kutsal kitaplardan başka hiçbir metin mücadele yöntemine sahip değildir. Bu da onların sözlü kültüre sahip olmalarından ileri gelmektedir. Çünkü kutsal kitaplar hafızalarda taşınabilir bir mahiyette vahyedilmişlerdir.Bu konuda Kur'an hepsinden daha ileri söz ve hitabet tekniğine sahiptir.Kur'an'da bulunan kelime kullanımı ve hitabet biçimi olağanüstü bir güzellik ve büyük bir heyecana sahiptir. Kur'an, kendisinde bulunan hitabet tarzına ve söz gücüne karşı gelen Mekke müşriklerine hayret eder. Çünkü onda karşı konulamaz ve hayret edici bir sözün gücü mevcuttur. Aslında vahiy ehl-i muvahhidler, Kur'an'da bulunan sözün gücüne vakıf olsalardı bir çok şeyin değişmesine neden olabilirlerdi. Yüce Allah şöyle buyuruyor.(Ey Resul! ) Biz Kur'an'ı, sadece, sorumluluk bilincine sahip olanları müjdeleyesin ve şiddetle karşı çıkan bir topluluğu uyarasın diye senin dilinle okutarak kolaylaştırdık"( Meryem- 97)"Biz Kur'an'ı, öğüt alsınlar diye senin dilinle indirerek kolayca anlaşılmasına sağladık"(Duhan- 58)"Andolsun biz Kuran'ı düşünenler için kolaylaştırdık. Ondan öğüt alan yok mu?( Kamer- 17, 22, 32, 40)Tekrar ederek ısrarla vurgulamak gerekir ki Kur'an, kendisinin yazıya geçirilmemesi ve hafızalarda muhafaza edilmesi yani bir metin değil, sözün gücüne sahip edebî bir söz olduğunu ortaya koymak için elinden gelen her türlü imkanı seferber etmiştir. Fakat Kur'an'ın ilk nesli bu mesajı hakkıyla anlayıp gereğini yerine getirememişlerdir. Yukarıdaki örnekler bağlamında sözlü ve yazılı kültür ayrımını yeniden düşünürsek, bu ayrımın Kur'an'ı anlamada ne derece hayati bir öneme sahip olduğunu görebiliriz. Kur'an'ın bu özelliğinin dikkate alınmaması demek yani Kur'an'daki âyetleri sözlü kültür (-davet-hadis-kelam-zikir) bağlamında değil de yazılı kültür (kitap- metin- yazı) bağlamında ele almak bize birçok şeyi kaybettirecektir. Zira, yazılı kültüre mensup olan bizler yazılı kültüre ait iletişim alışkanlıklarıyla Kur'an'a yöneldiğimizde onun geniş anlam dünyasını, ifade formlarını, hitabet özelliklerini deforme edebileceğimizin farkında olmalıyız. Şayet yukarıda anlatmaya çalıştığımız ifade özelliklerini yazılı metine aitmiş gibi değerlendirirsek, bu birçok yanlış anlamaya neden olabileceği gibi, aynı zamanda sözlü kültür içinde yerli yerinde olan birçok vurgu da kaybolacaktır. Mesela çağrıya dayalı anlatım biçimi sözlü kültürde, bir fikri anlatımda başvurulan en önemli ifade biçimidir. Buna karşın, yazılı metinde bu biçim pek fazla istenmediği gibi şık da durmayacaktır.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ (10. YAZI) 27-) HAKEM-HÜKÜM Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin istismar edip yanlış meal verdikleri âyetlerden biri de Nisa süresi 65. âyettir.Âyetin meali şöyledir."Hayır, Rabbine andolsun ki (Ey Resul! ) aralarında çıkan (dinî anlaşmazlıklar hususunda seni hakem kılıp sonra da (indirilen vahiy'le) verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tam manasıyla kabulenmedikçe iman etmiş olmazlar"Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri Kur'an'a tam manasıyla iman etmedikleri için onu hakkıyla anlamaya çalışmamışlardır. Gelenekçi mezhepçilere göre Kur'an, hadisler olmadan anlaşılamayacağı için inançlarını tamamen rivayetler üzerine bina ederek bu gibi âyetlerden uydurma dinlerine bir dayanak edinmeye çalışmışlardır. İşte dinin doğru olarak anlaşılmasında Nebi ile Resul arasında bulunan farkları anlamak bunun için çok önemlidir. Kur'an, vahiy'den bağımsız olan Mekke vatandaşı Muhammed (a.s,) ı görmez ve onun üzerinde olumlu veya olumsuz durmaz. Din ve hüküm için için Nebi ve Allah Resulü olan Muhammed(a.s) önemlidir. İşte bundan dolayı son Nebi ve Nübüvvet'e bağlı yani vahiy alan son Resul olan Muhammed (a.s) Allah'ın âyetlerine eşdeğer bir konuma sahip kılınmıştır. Dolayısıyla Nisa süresi 65 .âyetinde bulunan "hakem" kavramının muhatabı vahiy'den bağımsız olan Muhammed değil, Resul olduğu açıktır. Bunu anlamayan tam bir Kur'an cahilidir. İsterse bu kişi mezhep imamı, muhaddis ve müctehid olsun hiç fark etmez. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda din ve hüküm olarak Allah'tan başka bir hakemin olamayacağını, din ve hüküm olarak ihtilafları çözecek tek merci ve yetki sahibinin Allah olduğunu açık olarak görebiliriz. (Ey Resul! ) De ki: Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitab'ı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olmayasın"(En'am-114)"Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbim'dir. Sadece ona dayanırım ve yalnız ona yönelirim"( Şura- 10) Kur'an'ın dininde ve dilinde Muhammed'in ayrı, Nebi'nin ayrı Resul'ün ise apayrı bir kimliği ve misyonu mevcuttur. Kur'an'ın dininde ve dilinde Resul (a.s) , Allah'ı temsil makamında bulunuyor. Dolayısıyla Nisa Suresi 65. âyette bulunan "hakem" kavramı vahyi tebliğ ve risâlet misyonunu ifade etmektedir.Yani "hakem" Muhammed veya Nebi değil, kendisine Allah'ın hükümleri indirilen Resul (a.s)dır. Çünkü hükmün tek kaynağı Allah'tır ve âlemlerin Rabbi olan Allah hükmünde hiç kimseyi ortak yapmaz."... O, kendi hükmünde hiç kimseyi ortak etmez"( Kehf- 26)"Allah'ı bırakıp taptıklarınız sizin ve (din) atalarınızın taktığı bir takım isimlerden (muhaddis- müctehid- mezhep imamı) başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında ( doğru yolda olduklarına dair) bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"- Yusuf-40) Kur'an'ın bağlam bütünlüğünden sonra söz konusu olan Nisa 65. âyetinde önceki âyetlere de bir göz atalım. "Hakem"in Muhammed yani Nebi adına uydurulan binlerce yalan ve iftira hadisler değil, Resul (a.s) ın insanlara tebliğ ettiği Kur'an olduğunu anlamış olacağız."Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenler görmedin mi? Tağut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tağut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor"(Nisa, 60) "Onlara Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a ) ve Resul'e gelin (onlara baş vuralım), denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün"(Nisa, 61) "Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felaket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye yemin ederim sana nasıl gelirler"(Nisa-62) "Onlar Allah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onları aldırma, kendilerine öğüt ver onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle"(Nisa-63)"Biz her Resulü Allah'ın izniyle ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman (Ey Resul!) sana gelseler de Allah'tan bağışlanma dileseler, Resul de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı"(Nisa-64)(Hayır, Rabbine andolsun ki (Ey Resul! ) aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra (indirilen vahiy'le) verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tam manasıyla kabulenmedikçe iman etmiş olmazlar"(Nisa-65)Allah Resulü'nün İnsanlar arasında sadece indirilen vahiy'le hüküm verdiğine dair çok âyet vardır. "Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab-ı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma..."(Mâide-48) (Ey Resul! Sana şu talimatı verdik) : Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onlarıın arzularına uyma..."(Mâide, 49) "Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı hak olarak indirdik; hainlerdentaraf olma"(Nisa-105)Hayat Allah'a bağlılıktan ibarettir, yalnız Allah'a bağlı olan mutlu yaşar.
30 Mart 2021 Salı
GELENEKLERİN ZARARLARI (3.YAZI) Yüce Allah'ın yanında nefret ile karşılanan amelleri insanlar neden çok kolay bir şekilde inanç ve ahlak haline getirmişlerdir?Kur'an ehli muvahhidlerin şiddetle karşı geldikleri gelenekler nasıl insanların dini olmuş?Çünkü her şey alışkanlıkla şekillenir. Kötü alışkanlıklar yok edilmezse zamanla toplum nezdinde bir tabiat olarak kök salar, milletin dini hayatını sarmalar, ümmet bu hurafelere alışınca artık onları kolay kolay terkedemez. Bundan sonra nereye giderse gitsin bu hurafeleri ve uydurmaları yanında taşımaya mahkum olacaktır.Maalesef insan, beşikte öğrendiğini mezara kadar götürmeye azmedecektir.İşte Allah tarafından gönderilen tüm Elçilerin görevi insanların üzerinde bulunan bu esaret zincirlerini atmaktır. "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi Nebi'ye uyanlar var ya, işte o elçi onlara iyiliği emreder,onları kötülüklerden meneder, onlara temiz şeyleri helal,habis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O elçiye inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nur 'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler bunlardır"(Âraf- 157)Dolayısıyla gelenekleri ve alışkanlıkları söküp atmak kolay bir iş değildir.Yani gelenekleri terketmek inanılmayacak kadar zor bir iştir.Bir kaç kuşaktan beri itibar görüyorlar diye geleneklerin doğru olduğuna sakın inanmayın.İnsan ilk önce doğruyu öğrenmesi gerekir. Doğruyu bilirse gelecek olan yanlışı bilir. Fakat sürekli olarak yanlış olan şeylerle büyümüşse doğruya zor ulaşır.Çünkü gelenek ve alışkanlıklar, hurafe ve uydurmalar zamanla demirden bir gömlek gibi olurlar. Elçilerin dâvetinin kavimler tarafından sürekli olarak reddedilmesinin Kur'an'daki gerekçesi şu şekilde haber verilmiştir. "...Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey işitmedik"(Mü'minün-24) Güzel bir söz vardır."Gelenekler ve hurafeler aklını kullananların baş belası, cahil ahmakların putudur"Dolayısıyla gelenekler ve hurafeler önce örümcek teli gibidir, zamanla kopmaz bir halat haline gelirler.Kur'an ayetlerinden sonra en çok sevdiğim söz şudur."Yalnız yaşayanlardan değil, ölülerden de çekeceğimiz var"Yani Kur'an ehli muvahhidler yaşayan cahillerden daha çok, yüzyıllar önce ölüp giden Kur'an bilmez cahil din atalarınin kötü miraslarından çekiyorlar.Bizi yoran hayatta olan ümmi insanlar değil, cahil ölülerin bıraktıkları batıl ve karanlık mirastır.Eğer sözde müçtehidler, âlimler, müfessirler, muhaddisler olmasaydı insanların Kur'an'a karşı ikna edilmesi bu kadar zor olmayacaktı.SONUÇ :Şia ve Ehli sünnet mezheplerinde bulunan Kur'an ve akıl dışı inanç ve ameller, hurafe ve cehalet, uydurma ve iftiralarla geçen bir ömür sanki cehennemin mutfağında geçmiş gibi oldu.Yani anlayacağınız, Emevi Abbasi Ehli Sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki hurafe ve uydurma rivayetler kitapta durduğu gibi durmuyor.Büyük bir vahşet, zulüm, cehalet, tefrika, taklit, çürüme, parçalanma, ırkçılık ve yozlaşma meydana getiriyor.
29 Mart 2021 Pazartesi
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU (14.YAZI)CAFERİLERDE MASUMİYET İNANCI (3)Caferilerin, İmamların masumiyeti ile alakalı delil olarak kullandıkları rivayetler hayli fazladır.Bu rivayetlerden birine göre, "İmamların (12 imam) bilgisi sınırsızdır."Onlar bilmek istediklerini her zaman bilebilirler"Bir başka deyişle "Onların bilmek istedikleri şeyler Allah tarafından kendilerine bildirilmiştir"( Küleyni Usulul Kâfi s, 13)Bir diğer rivayete göre "İmamlar sadece Allah'ın emrini yerine getiren ve bu konuda haddi aşmayan kimselerdir"( a.g.e, 2. 28)Bu rivayetlerde "İmamın Allah'ın nuru, hidayet rehberi, Nübüvvet ağacı, Allah Resulü'nün ve bütün Nebilerin ilmine vâris yüce şahsiyetlerdir"Şia' ya göre on iki imam Kur'an'da onlarca âyette tarif edilmektedir. ( Küleyni Usulul Kâfi 1-320)Geniş bilgi için Marife yıl, 8. sayı, 3 2008)ALİ ŞERİATİ'NİN İMAMET HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ "Yönsüz (imam) Kur'an'ın da Sünnet'in de, tevhidin de anlamsız olduğunu görüyoruz. Bu söz, İmam-ı Sadık'a aittir ve Kâfi'de bulunmaktadır. Ne kadar yüce bir söz"Ali Şeriati, Caferi Sadık'tan çölde kaybolan koyunu kurdun kaptığını anlatan bir hikayeyi aktardıktan sonra şöyle devam ediyor."...Aynı şekilde bu sürü'den o sürüye, birinden öbürüne."Çölde son bir yere kadar öyle avare avare dolaşıp duruyor. Sonunda gerçek sürüsünden başka bir yer buluyor."Orası neresi? Kurdun karnı..."İmamı Sadık, Kurdun karnı ile ne kadar yüce bir şekilde yön meselesini göstermek istiyor, yön!"İmamet yön demektir."Aslında İmamet kelimesi yön demektir.İmametin yorumu ve deneyimi değil,"Gerçekte onun sözlük anlamı yön demektir."Bu yöne git."Eğer başını çevirirsen, bütün kitap ve Sünnet seni saptırır ve yolunu kaybettirir."Seni yanlış bir yola sürükler."Tevhid bile böyledir "(Ali Şeriati, Kendini devrimci yetiştirmek, fecr yayınları, 2. Baskı Ocak 2009) CEVAP: Kur'an'ı Mübin'in tek hidayet kaynağı olduğuna dair yüzlerce ayet mevcuttur."Şüphesiz ki bu Kur'an tek doğru yola iletir"(İsra, 9)"Sen sana vahyedilene sımsıkı sarıl, şüphesiz sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an, sana ve ümmetine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"(Zuhruf- 43, 44)Dolayısıyla, Müslümanın yönü Kur'an olmalıdır.Ali Şeriati devamla şunları söylüyor.""...özetle, grupsal ve mezhebi taassup olmazsa şöyle deriz, bizim tanıdığımız Ali, bu üç boyutun tam bir örneği ve tezahürüdür.Hem de aşk olarak, yani insanı maddi yaşamda kaygı, endişe, ateş ve doyumsuzluğa götüren o metafizik enerji olarak, o, aşkın fışkırdığı kaynaktır. Başka hiçbir kimse de, o kadar alev ve ateş yoktur. Onun ateşi o kadar şiddetli ki bazen kendinden geçer ve çölde feryat eder. Tabi biz bilinçsizler bunun, Medine'de ona verdikleri sıkıntılardan ve Fedekten( Şia'ya göre Allah Resulü'nden kalan mirasın Ebubekir tarafından gasbedilmesi olayı) olduğunu zannederiz.Halbuki o ızdıraplı biriydi ve yanardağ gibi feryat ediyodu.Olmak ve yaşamak, onun için tahammül edilmesi imkansız bir şeydir. (Kendini devrimci yetiştirmek- s, 75)"...Ali, Mazdek'ten de Marks'tan da daha duyarlı yaşadı" (a.g.e s- 121)Yine Şeriati, akıl ve mantığın sınırlarını zorlayan mübalağalı bir şekilde Ali'yi şöyle anlatıyor"Yine unutmayalım ki Ali, tevhidin sembolü ve bütün Resüllerin tarihi misyon ve elçiliğinin kendisinde canlandığı bir insandır.Onun varlığı, bütün tevhidi devrimlerin cevheridir.O, öyle bir girdaptır ki adalet, özgürlük ve eşitlik tarihi boyunca, beşerin devrim ve hareketlerinden doğan ve zulüm, zorbalık, şirk ve tüm haksızlıklarla mücadele eden nehirlerin tamamı ona (Ali'ye) dökülür.Evet dinin özü ve İslam'ın ruhu olan Ali, tamamen savaşla gelen yönetim dönemi boyunca sadece "Müslümanlar"la savaştı.CEVAP: Yukarıdaki son cümle hariç bütün bu iddialar ancak Kur'an ve Allah'ın Elçileri için söylenecek sözlerdir.Şia'nın kendisinden kabul etmediği ve Ehli Sünnet'e daha yakın gördüğü Şeriati bunları söylüyorsa, gerçek Şia'nın İmamet konusundaki inanç ve fikir yapısını artık siz düşünün.
BEKTAŞİLİK(5.YAZI)Sonuç olarak:Bilinmeli ki Alevi ve Bektaşilerin ibadeti cem'dir, namaz değil! Alevilerin orucu Muharrem'dir, Ramazan değil! Alevilerin ibadet yeri cem evleridir, camiler değil! Bektaşilerin inanç önderleri dedeler ve babalardır, imamlar ve mollalar değil! Alevi-Bektaşilere göre okunacak en büyük kitap insandır! Bektaşilere göre insan konuşan Kur'an'dır. Bektaşilere göre bağlama, telli Kur'an'dır. Bektaşilere göre devriye ve tanasuh haktır. Bektaş illere göre semah, Muhammed'in müminlere (Alevilere) armağan ettiği bir ibadettir ve bu ibadet ezelden gelmektedir. Bektaşilere göre Ali tanrısal bir kimliğe sahiptir. (hulul)Bektaşiler taştan bir binaya (Kabe) değil insana secde ederler.Bu yüzden Müslümanlar ibadetlerini Alevilere dayatmaktan vaz geçmeleri gerekmektedir.Allah'ın emri de bu şekilde hükme bağlanmıştır."Eğer Rabbin dileseydi, (iradelerine ipotek koyarak- zorla yapsaydı) yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederdi. (Allah insanların iradelerini özgür bırakmışken) O halde sen, (Ey Nebi!) inanmaları için insanları zorlayacak mısın?" (Yunus- 99)"Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: "Ey Şuayb! Seni ve seninle beraber iman edenleri ya yurdumuzdan çıkaracağız veya dinimize döneceksiniz" (Şuayb) istemesek de mi? dedi"(Âraf- 88)Gerçekten her topluluk diğerinin inanç sistemine saygı duyması şartıyla hiç kimseye benimsemediği bir inancı ve ameli de yatamaz.Yüce Allah, inanç konusunda, ele aldığımız yukarıdaki âyetlerle birlikte bu konuyu geniş bir açı ile Kur'an'da hükme bağlamıştır.Yani herkes inancında hürriyet sahibi olmalıdır.Diğer inanç sahipleriyle mücadele Kur'an, ilim ve akıl ile olmalı, her türden din mensuplarına karşı merhamet, güzel ahlak ve ikna yöntemi kullanılmalıdır.Yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur. (Ey Resul!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et..."(Nahl- 125)Dolayısıyla Alevi vatandaşları zorla İslam dairesi içinde göstermek, hem Kur'an açısından, hem kendi açımızdan, hem de Aleviler açısından doğru ve verimli bir iyi ol olmasa gerektir.
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ (9. YAZI) 27-) SEBİL (yol) Sebil kavramı da diğer kavramlar gibi Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmaktadır. O gün, zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der. Keşke o Resul ile birlikte bir yol (sebilen) tutsaydım"( Furkan- 27)Eğer muvahhidlerin Kur'an gibi bir dayanakları olmasaydı uydurma dinin fanatik müşriklerine karşı koyamazlardı. "Beşer Resul" vefat ettikten sonra onu sadece "kitap Resul" temsil eder. "Şayet ilahlarımıza iman etmekte sabır göstermeseydik, gerçekten bu Resul bizi neredeyse ilâhlarımızdan saptıracaktı" diyorlar. Azabı gördükleri zaman, asıl kimin yolunun (sebilen) sapık olduğunu bilecekler"( Furkan- 42) "Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır. Onlar kıyamet gününde Rablerine arz edilecekler, şahitler de: İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir! Onlar, insanları Allah'ın yolundan alıkoyan (yesuddune an sebililléhi) ve onu yamuk göstermek isteyenlerdir. Ahireti inkar edenler de onlardır"(Hud-18,19)(Ey Resul! ) De ki: "İşte bu, benim dosdoğru yolumdur. (hézihi sebili-bu benim yolumdur ) Ben Allah'a dâvet ediyorum..."(Yusuf-108) "Dünya hayatını âhirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar (yesuddune an sebililléhi) ve onun yamukluğunu isteyenler var ya, işte onlar haktan uzak bir sapıklık içindedirler"( İbrahim- 3)(Ey Resul! ) Bir bak; senin için ne benzetmeler yaptılar! Bu yüzden, öyle bir saptılar ki, artık doğru yolu bulamayacaklardır" (fedellu felé yestetiune sebilen) (İsra- 48) "...Allah sadece gerçeği söyler ve yalnız O doğru yola ulaştırır" (vallâhu yekulul hakku ve huve yehdissebile) (Ahzab-4)"Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. (Onlar) orada ebedi olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır. Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Yazıklar olsun bize! Keşke Allah'a itaat etseydik Resul'e de itaat etseydik! derler. Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan sapdırdılar, (fe edallunes sebile) derler" (Ahzab- 64,65,66,67) Yine Kur'an'ı Mübin'de "İkrah" ve "inkar" kavramları da vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır. "Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? Yoksa Resullerini (Resülehum) henüz tanımadılar da bu yüzden mi onu inkar (münkirun) ediyorlar. Yoksa onda bir cinnet olduğunu mu söylüyorlar? Hayır; o, kendilerine hakkı getirmiştir. Onların çoğu ise haktan hoşlanmamaktadırlar. (kérihun)"(Müminün- 68, 69, 70) 28-) HAK DİN Şimdi "hak din" tamlamasında nasıl bir sistemin kurulduğunu görmeye çalışalım. "O (Allah) Müşriklerin hoşuna gitmese de kendi dinini (daha önceki Resuller vasıtasıyla gönderdiği tevhid dininden daha açık ve detaylı bir şekilde ortaya koymak) için Resulü'nü hidayet ve hak din ile gönderendir"(Tevbe-33) (Daha önceki Resuller vasıtasıyla gönderdiği tevhid dininden daha açık ve detaylı bir şekilde ortaya koymak) üzere Resulü'neü hidayet ve hak din ile gönderen odur. Şahit olarak Allah Yeter"(Fetih-28) "Müşrikler istemeseler de dinini (daha önceki Resuller vasıtasıyla gönderdiği tevhid dininden daha açık ve detaylı bir şekilde ortaya koymak) için Resulü'nü hidayet ve hak din ile gönderen odur"(Saf-9)Âyetlere dikkatli bir şekilde bakıldığında "Allah, vahiy ve Resul" sistemi açık olarak görülecektir.
KUR'AN'A VE AKLA DAVET: Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor."De ki: "işte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a dâvet ediyorum.Ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz.Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben müşriklerden değilim"(Yusuf-108)"Eğer biz, bundan (Kur'an'dan) önce onları bir azapla helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi:Ey Rabbimiz! Ne olurdu, bize bir Resül gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık"(Tâhâ-134)F Gülen terör örgütünün meydana getirdiği mehdiyetçi tehlike tam olarak atlatılmamışken, ülkenin başına yeni tehlikelerin sarmalanması mukadder görünüyor.Neden mi?Allah'ın ilmiyle Muhammed ( Aleyhisselam) a gönderilen, mutlak hidayet ve tam bir rahmet olan Kur'an bir kenarda terkedilmiş olarak, sadece ses ve güftesiyle gönüller eğlendirilip,Allah'ın apaçık âyetleri oyun, eğlence ve müzik ziyafeti olarak sergileniyorsa, Emevi Abbasi Ehli Sünnet dininin rivayet ve içtihatlarıyla oluşturulan mezhepler, kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetler dinde tek kaynak olarak kabul ediliyorsa, İngiliz destek ve aklıyla Hindistan'dan getirilen ilkel ve karanlık inançlar tarikat marifetiyle topluma hakim kılınmaya çalışılırsa,muhafazakar olarak bilinen tv kanallar sabahtan akşama kadar uydurma dinin rivayetlerini anlatan cahillere teslim edilirse,din tamamen bir aldatma ve rant aracı haline getirilmişse,memlekette ilim, hikmet, akıl, tefekkür, sorgulama rağbet görmüyorsa,insanlar Kur'an cahillerinin peşine revan olmuşsa,ilim ve aklı temsil etmesi gereken ilahiyatçılar Kur'an'dan beslenmiyorsa,devleti yönetenler Kur'an, tevhid, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulamaya gereken ilgiyi ve desteği göstermiyorlarsa,oy kaygısıyla hurafecilere itibar edilip, yurt ve medreselerine destek olunuyorsa,daha bu ümmetin başına çok belâlar gelecektir.Bir hareketin tehlikeli görülmesi için illa devleti ele geçirmeye çalışması mı gerekir?Kaybolan nesillerin, israf edilen insan kaynaklarının, bozulan beyinlerin, tarumar olan ailelerin, ifsad edilen akılların hiç bir değeri yok mu?Bence F Gülen terör örgütünün en büyük darbesi yeni yetişen nesile olmuştur. Binlerce gencin dünya ve ahiret hayatları sönmüştur.Yü Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor. "(Resulüm! )İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz.Şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir ( kitap) verdik. Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz ki kıyamet gününde o, ağır bir günah yükünü yüklenecektir.Bu kimseler, onda (o günah yükünün altında) ebedi kalırlar.Onlar için kıyamet gününde bu ne kötü bir yüktür"(Tâhâ- 99, 100, 101) Bundan dolayı İktidar sahipleri kendi ikballeri için değil, milletin geleceği için, acil olarak Kur'an'ın ilim ve hikmetine, bereket ve rahmetine sığınmak zorundadır.Hurafecilere karşı güç ve kuvvetle değil, Kur'an, ilim, delil, akıl ve tefekkürle mücadele edilecektir.
28 Mart 2021 Pazar
BEKTAŞİLİK (4.YAZI)Sünnilerin iddia ettikleri gibi Hacı Bektaş Müslüman Sünni inançta birisi idiyse, neden gözlerden uzak, Anadolu'nun ücra bir köyüne gidip yerleşsin. Sünni âlimlerinin kentlerde ve özellikle de merkezi yerlerde hatta devlet adamlarına yakın yerde yaşadıklarını biliyoruz. Baba-i ayaklanması sonrası Alevi Türkmenlerin dağlara ve ücra yerlere çekildikleri ve çoğunlukla Hacı Bektaş'a bağlandıkları bilinen bir gerçektir. Hacı Bektaş batıni bir önder değilde iddia edildiği gibi Sünni olsaydı batıni Baba-i isyancılar ona neden bağlansın? Hacı Bektaş Sünni Müslüman olsaydı ve eserlerinde Sünnilerin itikad ve ritüelleri anlatmış olsaydı, yüzlerce Bektaşi babalarının idam gerekçeleri arasında Sünni Müslüman ibadetleri yapmama suçlaması ile niye karşı karşıya kalmışlardır.Ne denilirse denilsin, ne yapılırsa yapılsın Bektaşilik hakkında gerçek şudur. İslam tarihindeki muhalif kanadı temsil eden ve genel anlamda Ali taraftarları olarak nitelenen hemen hemen tüm Batıni ekoller, İslami ibadetlere ve hükümlere her zaman muhalefet etmişlerdir. Bu gerçeği kimse inkar edemez. Bunu kimi zaman alenen, kimi zaman da "sırrı sır ederek" yapmışlardır. Bununla birlikte baskılar yüzünden bazen de "sırrın açığa çıkmaması" için yer yer hakim din anlayışının kimi, itikat ve ritüellerni benimser görünmüşlerdir. Bütün bunlara rağmen Batıniliğin yaşayan en güçlü devamı olan Alevi-Bektaşileri, Muhammed, Ali on iki imam ve Hacı Bektaş'ı veli üzerinden Sünni müslüman ibadet ve itikadlara çekme uğraşısının ne denli inançlara saygısızlık ve abes bir iş olduğunu zikretmeye gerek var mıdır. Aleviler ve Bektaşiler inançlarını sır etmeden kendi inanç önderlerinden bu yola dair ne gördülerse o şekilde yaşama ve yaşatma hakları yok mudur? Bu yolda Alevi-Bektaşi önderleri tarafından İslam'a aykırı sözler söylenmesi Aleviler açısından bakıldığında övünç duyulacak bir şeydir. Zira Alevilere göre şeriat denilen hukuk kuralları, çoğunluk itibariyle Emevi Abbasi döneminde ihdas edilen Arap geleneklerinden başka bir şey değildir. Mesela: Osmanlı resmi belgelerine göre Alevi önderi ve şairi Pir Sultan Abdal şu gerekçelerle idam edilmiştir."Dinsiz, namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor. Müslümanlara "Yezid" diyor ve şarap içiyor, İslamiyetin ilk halifesine hakaret ediyor. Cem ayini gibi gizli toplantılar yapıyor, safavi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden bir devlet düşmanı, Râfizi kitaplar bulunduruyor, onları okuyor ve okutuyor, saz ve çalgı çalıyor, törenlerde semah dönerek oyun oynuyor, haremlik-selamlık kuralına riayet etmiyor, Mehd-i zaman gelecek propagandası yapıyor.Bu gerekçeler aslında Alevi-Bektaşiliğin pek çok temel yaklaşımın Osmanlı tarafından nasıl algılandığını bir göstergesidir. Bu gerekçelere bakarak özgün Alevi kimliğinin pek çok unsurunu görmek mümkündür.
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ (16. YAZI) Aslında sözlü kültür içinde yetişmiş kimseler için yazıya, yazılı kültüre geçiş hiç de kolay olmayan bir durumdur. Bundan dolayıdır ki yazıya geçirilen Kur'an'ın, o günkü insanlar üzerinde etkisi günden güne zayıflamaya ve tamamen yok olmaya doğru gitmiştir. Hatta mezhep âlimlerinin içtihadları ve sözlü kültür olan rivayetler, insanların inanç ve fikirlerine vahiy'den daha fazla egemen olmuştur. Çünkü rivayet ve ictihadlar sözlü kültür olarak hafızalarda taşınmışlardır.Öte yandan belki de en temeldeki sorun kimin otorite olacağına ilişkin bir sorundur. Zira yazı, hakikatı tam ve gereği gibi yeniden canlandırmaya ehil tek kişi olan öğretmenin meşru otoritesini tehlikeye sokar. Yazı, hakikatın öğretimini, otoritenin ( öğretmen) kontrolünden çıkardığı için, yanlış anlama ve tahrifata sebebiyet verir. Bu açıdan yazı bilgi aktarımında daha az güvenilir bir yoldur. İşte bu yüzden Kur'an'ın yazılması esnasında gösterilen haklı ve yerinde tepkileri bu bağlamda düşünmek gerekir. Bu konuda şu âyet çok önemlidir. "Hiçbir beşerin, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve Nübüvvet vermesinden sonra kalkıp insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir) (okumakta ( bilmekte) ve öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz"(Âli İmran-79) Allah Resulü (a.s) ın ardından vahyin yazıya dökülmesi noktasında çok ciddi tereddüt oldu.Çünkü Kur'an'ın yazıya dökülmesi, yukarıda anlatılanlar dışında daha birçok olumsuz sonuçlar vereceği belliydi. Mesela konuşmanın kaydedilmesi, bir yere dökülmesi, insanoğluna sözcükleri açık bir biçimde ayırma, sözcük sistemleri oluşturma ve kıyasa bağlı akıl yürütme olanağı sağlar.Yani yazı, insanın eleştiri olanağını arttırır. Bu ise metnin, cevaplamayı amaç edinmediği sorularla karşı karşıya kalması, belki de çarpıtılması demektir. Bu açıdan, İbni Hazm'ın "Kitaplar ve tasnifler sonradan ortaya çıkmıştır. Zira kitap ve tasnif sahabe zamanında ve tabiun döneminin başlarında mevcut değildi"Zehebi'nin "Kitaplar, ortaya çıkmadan evvel sahabe ve tâbiunun iilmi, göğüslerinde idi. Çünkü onların yanında göğüsler, ilmin muhafaza edildiği yerlerdi" İbni Haldun'un "Sahabe ve tâbiun döneminde toplum, tâlim, telif ve tedvin nedir bilmez Araplardan müteşekkildi. Onları buna zorlayan herhangi bir sebep olmadığı gibi, kendileri de böyle bir şeye ihtiyaç duymamışlardı" şeklindeki sözleri sözlü kültür bağlamında ele alınmalıdır. Kur'an, mesajını sözlü kültür formuyla iletmiştir. Yani sözlü geleneğe ait ifade kalıplarını kullanmıştır. Mesela borçların yazılmasını en ince detayına kadar anlatan Kur'an (Bakara- 282) kendisinin kayda ve yazıya geçirilmesi ile ilgili hiçbir işaret ortaya koymaz. Kur'an'ın Resulü son Nebi olan Muhammed (Aleyhisselam) bu konuda hiçbir çalışma ve çaba içine girmez. Konunun başında dile getirilen sözlü kültürle ilgili iletişim alışkanlıklarını Kur'an'ın metninde çok net bir biçimde görmekteyiz. Mesela: Kur'an'ı Mübin'de çok belirgin bir ritmik ve ahenk yapı mevcuttur.Özellikle âyet sonlarının türdeş harflerle tamamlandığı görülür. Bu durumun i'caz, belağat ve edebi yönü olmakla birlikte, asıl amaç hafızadaki kalıcılığı sağlamaktır. Yüce Allah tarafından Kur'an'ın ezberlenmesinin kolaylaştırılması, hafıza, zihin ve yüreklerde taşınması, dilden dile sözlü olarak devam etmesi içindir. Kur'an, sözlü kültür ile alakalı bütün yardımcı unsurları bünyesinde barındıran ilâhi bir kelam ve Rabbani bir hitaptır. Yüce Allah, vahyin yüreklerde, zihinlerde yani canlı organizmalarda taşınmasını murat etmiş, cansız ve ölü nesnelerde taşınmasını istememiştir.Çünkü bu durumda Kur'an'ın anlam ve hikmeti değil, yazısı ve kabı tapınma aracı yapılacaktı.Resüllullâhın hayatında hayata hâkim ve mübarek olan Allah'ın emirleri yani mesaj iken, daha sonraki dönemlerde yazılı metin kutsallaştırılarak dokunulmaz bir fetiş hâline getirilmiştir. Allah Resulünun kalbine indirilen Kur'an'ın (Şuara-194) kitap hâline getirilmesi, öyle bir cehalet ortaya çıkardı ki, Allah'tan nesnelere yazılı indirilmiş gibi onu dokunulmaz kabul etmişlerdir.Hepsi Mekke'de indirilen ve muhatapları tamamen müşrikler olan âyetleri genelleştirerek insanların ona yaklaşmalarına engel olmuşlardır. Gerçekte Kur'an, kağıt, kalem, defter ve kitapla ilgili bir nesne degil, akıl, zihin, tefekkür, yürek ve dil ile ilgili bir mesajdır.
27 Mart 2021 Cumartesi
ŞİA VE EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİ KUR'AN'DAN HİÇBİR ŞEY ANLAMAMIŞLARDIR Yüce Allah, yüzlerce âyette "Cehennem azabından başka bir azap olmadığını" anlattığı halde, Ehl-i sünnet ve Şia âlimleri, kabir azabının var olduğuna iman ederler.Bir çok ayette "...siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız" (Yasin-54) buyrulduğu halde,Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri,"vekalet yoluyla haccın yapılabileceğini" ileri sürerler. Yüce Allah, yüzlerce âyette, kainattaki mucizelerini gösterip dikkat çektiği, elçisinin mücize göstermesinin mümkün olmadığını, Kur'an'ın ve kainattaki mucizelerin düşünen akıl sahipleri için kâfi olduğunu bildirdiği halde,Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri, Allah Resulü'nün binlerce mucizesinin olduğunu iddia ederler.Kur'an'ı Mübin, Ahzab süresi 56. âyette Nebi (a.s) a, Allah'ın ve meleklerinin yardım ettiklerini ve destek olduklarını, Mü'minlerin de Nebi'ye destek ve yardımda kusur etmemelerini öğütlerken,Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri, büyük ve inanılmaz bir cehaletle "Nebi'ye destek ve yardım "anlamına gelen âyeti," Muhammed'e salavat çekme" olarak değiştirip âyeti tahrif etmişlerdir.Ehl-i Sünnet ve Şia mezhepleri, cehalette daha da ileri giderek "Cuma günü hutbede Muhammed(a.s) a salavat getirmenin farz, vacip ve sünnet olduğunu" ictihadlarına eklemişlerdir.Yüce Allah'ın, "...Sizden kim, dininden döner ve kafir olarak ölürse, onların yaptıkları ameller dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar" haberine rağmen, Ehl-i Sünnet âlimleri, insanları "dinden döndüler" gerekçesiyle öldürmüşlerdir.(Bakara- 217) Kur'an dinden dönenlerin durumunu kesin bir delille, açık bir şekilde hükme bağlamıştır.Yani dinden dönenlere Allah, ölünceye kadar hayat hakkı tanındığı halde, Ehl-i Sünnet âlimleri, "dinden döneni öldürün" iftirasına iman ederek, kendi batıl inançlarını reddedenlere karşı savaş açmışlardır.Kaza namazı hurafesinden, oruç keffareti hurafesine kadar, Kur'an'a aykırı birçok ictihada imza atan Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri, maalesef Kur'an'ın hiç bir âyetini doğru olarak anlamamışlardır. Kur'an Nebi (a.s) ın günah ve hatalarından söz ederken,Şia, on iki imamın masum ve hata etmekten bile münezzeh olduklarını,Kur'an, yüzlerce âyette Allah Resulü'nün arkadaşlarının olumsuz hareketlerini anlatırken, Mesela: "...Savaştan kaçtıklarını..." (Âli İmran-152, 153)"...Allah Resulü'nü ayakta bırakarak eğlence ve ticarete koştuklarını..." (Cuma- 11)"...Allah'ın düşmanlarını dost edindiklerini..." (Mumtehine- 1) "... Nebi (a.s) ın hanımına zina iftirasında bulunduklarını..." (Nur- 11, 17)"...Nebi (a.s) a saygısızlık yaptıklarını ..." (Hucurat- 1,2,3,4,5,6,) ortaya koymaktadır.Bütün bu gerçeklere rağmen Emevi Abbasi Ehli Sünnet âlimleri, Nebi (a.s) ın arkadaşlarının gökteki yıldızlar gibi günahlardan masum, Şia âlimleri de on iki imamın her türlü hata ve günahtan masum olduklarını iddia ederler.Halbuki Nübüvvet makam ve mertebesi özel hayatı temsil ettiğinden, Nebi (a.s) bile müşrik akrabalarına dua ederek Allah'a karşı hata etmiştir.(Tevbe-113)Evet gerçekten de Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'dan hiçbir şey anlamamışlardır.Kadına el ile temas etmekten ve kan akmaktan dolayı abdestin bozulacağını söyleyenler, Allah'ın kitabından hiçbir şey anlamamışlardır.Daha da ileri giderek diyorum ki: Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri Kur'an'a iman etmemişlerdir.
26 Mart 2021 Cuma
BUHARİ'NİN DİNİ İLE ALLAH RESULÜ'NÜN DİNİ ARASINDA BİR KIYAS:Ehl-i Sünnet âlimleri yanında Buhari'nin hadis kitabı Kur'an kadar itibar görür.Hatta Buhari'nin sahihi Ehl-i Sünnet dininin âlimleri yanında Kur'an'dan daha fazla rağbet ve itibar görür dersem abartmış olmam. İşte bu Buhari, Allah Resulü'nden şöyle bir hadis rivayet etmiştir."İbni Ömer'den rivayet edilmiş ki, Allah'tan başka ilah olmadığına,Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik edinceye, (kabul edinceye) salat-ı ikame ve zekat verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Eğer bunları yaparlarsa benim elimden mallarını ve canlarını korumuş olurlar.İslam'ın koyduğu haklar bunun dışındadır.Diğer (görülmeyen) konularda hesapları ise Allah'a kalmıştır"(Sahihi Buhari, muhtasarı Tecrid'i Sarih, hüner yayınları çeviri, tahric ve notlar Abdullah feyzi kocaer, hadis no, 24-- 1. Cilt, sayfa, 32, 5.baskı )Birbirine tam olarak muhalif olan Ehl-i Sünnet ve Şia, Kur'an'ın değil, Nebi (a.s) a iftira edilen rivayetlerin üzerine bina edilmişlerdir.Allah Resulü'ne karşı iftira olan bu hadis "umirtu" yani "Allah tarafından bana emredilen" "emrolundum""Allah'ın bana emri" diye başlamaktadır.Peki Kur'an'da Allah Resulü'ne emredilen nedir?Bir de ona bakalım en ufak bir benzerlik var mı?"(De ki:) Ben ancak, bu şehrin ( Mekke'nin) Rabb'ine ki O burayı dokunulmaz kılmıştır 'kulluk etmekle emrolundum.Her şey de zaten O'na aittir.Bana Müslümanlardan olmam ve Kur'an okumam emredildi. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur, kim de doğruluktan saparsa ona de ki:Ben sadece uyarıcılardanım"(Neml-91,92)Şimdi yüce Allah'ın, tam bir rahmet ve mutlak hidayet olan Allah'ın kitabında bir zorlama olduğunu görebilir misiniz?"...Resüllerin görevi apaçık vahyi tebliğ etmekten ibaret değil mi?(Nahl-35)Allah Resulünün tebliğten yani vahyi okuyup duyurmaktan başka bir görevi var mı?(Âli İmran-20; Mâide-92,99; Râd-40) "Savaştan kaçanlara bile af ve Allah'tan bir rahmet ile muamele eden (Âli İmran-159) "insanlara rahmet olan..." (Enbiya-107) Allah Resulü (a.s) insanların evlerini üzerlerinde yakar mı?Fakat yalan ve hurafelerle dinî bir çöplüğe çeviren müfteri Buhari bunu nereden bilsin? Allah Resulü'ne karşı uydurulan bu yalan ve iftiraların hesabı nasıl verilecek?Ümmeti hurafelerin pençesinde kıvrandıranlar ve onların peşinde kör olmuşcasına gidenler bu ağır vebalin altından nasıl kalkacak?Ümmet bu vahşi ve karanlık dinin cehaletinden nasıl kurtulacak?Dinde tam bir özgürlük vardır.
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR (10.YAZI) "Nebi ve Resül kavramlarını bir farsca olan "peygamber" kelimesinde birleştirince sapı samana kattılar.O günün örf ve geleneklerini "sünnet" ve dindenmiş gibi dayattılar.Onun için islam toplumu sürünüyor. Aynı zamanda bol bol din tüccarı, dinden beslenen virüsler peydah oldu.Uydurma rivayetlerle, hurafelerle paralel bir din ürettiler.İnsanların aklını ipoteğe aldılar ve dinle insanları soyarak saltanat sürüyorlar. Mahmut bey aynen föte'de böyle yaptı Allah ve din ile insanları aldattılar.Uydurma dinin karakteri budur. Saygılar(Menderes Ates)------------------------------------------------------Alışılmış bir söz, bunu onların elinden almak öyle kolay bir iş değildir.Çin Seddi gibi birde"Peygamber" elden gidiyor" yaygarasını yapsalar, bilenlerin dışında hiç kimseye hiçbir gerçeği anlatamazsınız !Kur'an çevirilerinde Nebi-Resül konusu mutlaka ele alınmalıdır ve onu yaygın hale getirmek için çok yönlü bir eğitim, örgütlü bir anlatım olmalıdır. Diyanet bu işe engel olur !Diğerleri zaten fetö'nun izinden gidiyor.Bu kavramların toplumda yer bulması çok zor gibi görünüyor sevgili Ali hocam"(Recep Ekinci "Kur'an meallerinin kanser hücresi peygamber kelimesi" adlı yazıya yaptığı yorum)------------------------------------------------------Ali Aydın hocam!Hiç itirazım yok, sizin nezaketiniz ve alçak gönullülüğünüz kabul.Lakin muhteşem olan Kur'an'ımızla bizi vurucu kelimelerle siz tanıştırdınız elhamdülillah.Bende sanıyordum ki, Kur'an talebesiyim kendim.Terennüm etmeyi, nota ve musiki ile okumayı bir marifet sanırdım.Bir kaç âyet ile avunup savunup beylik âyetlerle zamanı geçirip ömrümü boşuna tüketmişim.Sayfadaki kardeşlerim rahatlıkla beni herkese örnek verebilirler.Çünkü üç aylık emekli bir imam olarak mâzimi itiraf ediyorum.O yüzden maksatı aşan kelime kullanmış olsam da niyetim hastır.Bizi hep böyle virüslü kelimlerle vurdular.Salat olmuş namaz, savm olmuş oruç vs.Hocam yine size dua ediyorum ve saygılarımı, hürmetlerimi sunuyorum.Siz yapın tesbitlerinizi,biz yayalım bir kişiye daha ulaştıralım İNŞALLAH. Selâm ve dua ile.(Ismail Kilic "Kuran meallerinin kanser hücresi peygamber kelimesi" adlı yazıma yaptığı yorum)------------------------------------------Hocam!Selam olsun size.Ne güzel izah etmişsiniz maşallah. Hocam, eksen kayınca, maalesef hedef de sapıyor.Kur'an atlanınca, tabiat boşluk kaldırmıyor malumunuz.Kur'an'ın inşa etmesi gereken zihin dünyamızı maalesef hadislerle işgal edip doldurduk.Hemde uydurma ve yalan olanından.Selâm ve dua ile saygılar sunarım. Can hocam.(Ismail Kilic)------------------------------------------------------“Salihat” kavramı ile ortaya çıkan böyle bir dine kim değer verip inanmaz ki! Biz bunu “toplumculuk” olarak ilkeleştirmiş, ancak bunu Kur'an’a dayandırmayı bilememişiz! Şahsen daha çok kabul görmüş anlamıyla ibadet ve salih amel kavramları arasındaki ilişki ve bağlantıyı, “İBADET EDEN KİŞİ UMULUR Kİ SALİH AMEL İŞLER” anlamımda kafamda şekillendirmiştim. Yazdıklarınıza baktığımda doğru düşündüğümü farkettim. Yani sonunda bizi salih amele götürmeyen hiçbir şey İBADET olarak değerlendirilemez. Aydınlatma gayretlerinizin karşılığını Allah size versin. Çok teşekkür ederim.(Nizamettin Arslan)
TERÖR ÖRGÜTLERİ KİMİN ÇOCUKLARIDIR?Yüce Allah şöyle buyuruyor."Onlara göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. "Allah'ındır" de. O merhamet etmeyi kendi zatına gerekli kıldı. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendilerini hüsrana sokanlar inanmazlar"(En'am-12)"Âyetlerimize iman edenler sana geldiğinde onlara de ki: Sizlere selam olsun! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine gerekli kıldı. Gerçek şu ki: Sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir"(En'am-54) Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda, Allah'ın, hidayet, rahmet, aydınlık, öğüt, gönüllere şifa ve bir sisteme bağlı olarak inen, insanların içinden en güzel ahlak sahibi olan Musa, İsa ve Muhammed (aleyhimusselâm) a indirilen vahiy'den şiddet, anarşi, zulüm, katliam, kaos, ihtilaf, zorlama çıkarmanın mümkün olmadığını görürüz.Çünkü Allah Elçilerinin görevi sadece ve sadece Allah'tan indirilen vahyi tebliğ etmekten başka bir şey değil, değildir.(Nahl-35) Kur'an'a göre dinde zorlama ve zorlaştırma yoktur. (Bakara-256)Çünkü indirilen dinde İslam ile şirk, doğru ile yanlış, hak ile batılın ne olduğu açıklanmıştır.Yani Allah'ın koyduğu helal ve haramlara dikkat ediniz, Allah'ın sınırlarını aşmayınız, dine ekleme yapmak süretiyle insanları dinden nefret ettirmeyiniz.Allah ve Resullerine iftira ederek din kisvesi altında hayatı insanlara zindan etmeyiniz.Dolayısıyla genel vahiy'den son vahiy olan Kur'an'dan kaos, anarşi, zulüm, katliam ve ihtilaf çıkarmak olanaksız ise, ümmeti gırtlağına kadar kaplayan bu cehalet, terör ve vahşet nereden üremiştir?Allah'ın kitabı olan Kur'an'a göre bunun sebebi vahiy'den kopuş,Kur'an'a ihanet, bölünmüşlük, itikadi bakımından parçalanma, din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmeme yani şirk olarak karşımıza çıkıyor."Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanifleri (saf kulları olun) Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini vahşi kuşlar kapışmış yahut rüzgar onu uzak bir yere sürüklemiş bir nesne gibi olur"(Hac-31)"Eğer biz, bundan ( Kur'an'dan) önce onları bir azapla helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: Ey Rabb'imiz! Ne olurdu, bize bir Resul gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık"(Tâhâ-134)"Hep birlikte Allah'ın ipine(Kur'an'a) sımsıkı yapışın, ondan ayrılmayın, Allah'ın size olan nimetini hatırlayın:Hani siz birbirinize düşmandınız da, O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti (olan Kur'an)sayesinde kardeş olmuştunuz.Yine siz bir ateş uçurumunun tam kenarında iken oradan da sizi O (Kur'an) kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"(Âli İmran- 103)"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır"(Âli İmran- 105)"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya,(Ey Nebi! ) senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur.Onların işi ancak Allah'a kalmıştır.Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(En'am-159)Kim ne derse desin.Daiş, Boka Haram, el Kaide, Fetö, PKK, Taliban gibi terör örgütleri Kur'an'ın baglam ve bütünlüğünden asla şiddet çıkaramazlar.Fakat Emevi-Abbasi Ehli Sünnet dininden her türlü terör ve vahşet çıkarmak mümkündür.Çünkü Ehli Sünnet'in kaynaklarında öyle rivayetler var ki, tamamen Allah ve Resulü'ne hakaret ve iftira teşkil etmektedir.Mesela: Ehli Sünnet dininin en muteber hadis kaynağı olan Müslim'de Allah Resulü'ne nisbet edilen mutevatir (onlara göre tartışılmaz) şöyle bir hadis mevcuttur. Güya Allah Resulü demiş ki: "İçimden öyle geçiyor ki, namaz için kamet getirilmesini emredeyim de kamet getirilsin, sonra bir adama emredeyim de cemaate namazı kıldırsın.Sonra yanlarında odun demetleri bulunan bazı adamları yanıma alarak namaza gelmeyen o gruba gideyim ve evlerini onların üzerine ateşle yakayım!(Müslim, Mesacid, 252 (651) yedi hadis imamının (Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni mace, Ahmed bin Hanbel) ittifak ettikleri Hadisler, sayfa, 190 cemaatle kılınan namazın faziletli olması )Adı geçen eserin 191. sayfasında Ehl-i Sünnet'in en sahih, Kur'an'a eşit hatta Kur'an'dan daha değerli olarak gördükleri Buhari'de bazı ufak tefek farklarla aynı rivayet mevcuttur.Halbuki bırakın Allah Resulü'nün namaza gelmeyenlerin evlerini yakması, Kur'an'a göre "yanında kendisine karşı yapılan menfi hareketleri bile bastırmaktan utanan"(Hucurat-1,2,3) "Gece geç vakitlere kadar evinde saatlerce konuşup sohbet edenlere, yeter artık evinize gidin"(Ahzab, 53) , diyemeyecek kadar üstün bir ahlak ve büyük bir edebe sahiptir.Emevi- Abbasi Ehli Sünnet dininde yukarıdaki rivayetler gibi şiddet içeren bir çok hadis vardır.İşte bu uydurma ve vahşi kaynaklardan beslenen psikopatları, insanlık düşmanı Emperyalist ABD, İsrail, AB, Rusya, Çin, İngiltere gibi ülkeler rahatlıkla kullanır.İngiliz aklının herkes tarafından bilinen çok meşhur bir uygulaması vardır. Terör örgütünü veya tarikatı kurar kendi haline bırakır.Durumuna göre fikir ve silah verilip kendi haline terkedilen terör örgütü zamanla mutlaka gelişip, kök salacak ve korkunç bir taraftar kitlesine sahip olacaktır.İşte daiş, boko-haram, el-kâide, pkk, fetö, taliban, gibi terör örgütleri rivayet dininin manevi çocuklarıdır.
MEHMED AKİF'TEN HURAFECİLERE REDDİYE "Havas'ı maskara yaptık avam'ı (halkı) aldattık. Yıkıp şeriatı bambaşka bir bina kurduk. Nebiye atf ile binlerce herze (hadis) uydurduk. O hâli buldu ki cür'et "yecüzü fitterğib..." Kararı erzeli fetva kesildi! Hem ne garip. Hadis uydururken sevap uman bile var. Sevabı var mı imiş, bir zaman gelir anlar. Lisanı pâk-i Nebi'den yalanlar uyduruyor. (Nebi (a.s) ın dilinden yalanlar uyduruyor)Sıkılmadan da sevap işledim deyip duruyor. Düşünmedin mi girerken şeriatın kanına? Cinayetin kalacak zanneder misin yanına? Sevap ümit ediyor ha! Deyin ki namerde: "Sevabı sen göreceksin huzuru mahşerde! Tepende gezdirecek ra'dı intikamını Hak. Ki yıldırımları beyninde kaynayıp duracak. Yakandan inmeyecek desti kahrı husranın. Bugün fesadına kurban olan zavallıların. Vebali boynuna yüklenmesinin mi yoksa, yarın? Kolay mı ümmeti idlal edip sefil etmek? Kolay mı dîni hurufat(hurafeler) içinde inletmek? Niçin kitab-ı ilahi'yi (Allah'ın kitabını) payimal ettin? Niçin şeriatı murdar elinle kirlettin? Çıkıp tepinmeye yok muydu başka bir saha? Nedir bu salladığın çifte kâ'betullah-a? Herif! Şu millet-i ma'sumeden ne isterdin. Ki doğru yol diye tuttun dalâli gösterdin!Hadislerin uydurulduğu tarihlerde muhaddislerin içinde"insanları kötülüklerden sakındırıp iyiliklere yönlendirmek için hadis uydurmak sevaptır" diyenlere Mehmet Akif dikkat çekiyor.
25 Mart 2021 Perşembe
NEBİ (a.s) IN ARKADAŞLARI (ASHAB) GÖKTEKİ YILDIZLAR GİBİ MİYDİ ?Said İbnu'l- Müseyyeb, Ömer (r.a)tan naklediyor. Demiş ki: Ben Resulullah (a.s) ı dinledim, buyurmuştu ki:"Ben Rabbim'den, ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum.Bunun üzerine Rabbim bana şöyle vahyetti: "Ey Muhammed! Senin ashabın benim indimde, gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları diğerlerinden üstündür.Her biri için bir nur vardır. Öyleyse kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidayet üzerindedir" Ömer der ki: Resulullah (a.s) devamla ilave etti. "Ashabi kennucumi bieyyihim'uktedeytüm ihdeteytüm""Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet buluyorsunuz" (Rezin tahric etmiştir. Hadisin birinci kısmını cemi'us-Sağir'de Suyuti Suyuti kaydeder (Feyzu'l Kadir 4,76)İlinci kısmı da İbn-u Abdilberr, Cami'ul ilm'de kaydetmiştir 2,99 )Hiç şüphesiz ki, sahabelerin içinde güzel ahlak ve takva sahibi, kahraman (Ahzab-23) Allah'ın razı olduğu (Tevbe-100; Fetih-18) ihtiyaç halinde olsa bile kardeşini kendi nefsine tercih eden (Haşr-9) kimseler olduğu gibi, ashabın olumsuz ahlak ve hareketlerini anlatan yüzlerce âyetin de var olduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları şu şekilde özetlenebilir.1-) Allaha ve Resulüne ihanet etmeleri..." ( Enfal- 27)2-) "Savaştan kaçmaları..., (Al-i İmran-152, 153, Tevbe- 24, 25 )3-) "Allahın düşmanı olan müşrikleri dost edinmeleri..." (Mumtehine- 1,2)4-) "Nebi (a.s) ın eşine zina iftirasında bulunmaları..." (Nur- 11/ 21 Tam 10 âyet )5-) "Nebi (a.s) a saygısızlık yapmaları..." ( Hucurat- 1,2; Ahzab- 53,69; Tevbe- 58,61 )6-) "Allah yolunda savaşa çıkın denildiğinde yere çakılıp kalmaları..."( Tevbe-39,39,40; 7-) "Allah'a din öğretmeye kalkmaları..."(Hucurat-16)8-) Zorla, boyun bükerek, güç karşısında gelip teslim oldukları halde Allah Resulüne minnet etmeleri..."(Hucurat-17)Bütün bunlardan başka Kur'an'da münafıklarla alakalı müstakil bir sürenin bulunması, yüzlerce âyette münafıkların anlatılması, İsrail oğullarının Nebilerine karşı saygısızca tavırlarının Resulullah'ın arkadaşlarına örnek olarak aktarılması ve "Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın (Allah'ın Resulü'ne eziyet etmeyin) (Ahzab-69) âyeti gösteriyor ki, sahabelerin büyük çoğunluğunun Kur'an'ın ahlakını temsil etmekten uzak kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır.Ayrıca "Ey iman edenler! İle başlayan âyetlerin hepsinin Medine'de nazil olmaları ve bir sorunla yüklü bulunmaları da, "gökteki yıldızlar" iftira ve cehaletini ortaya koymaktadır. Yani Kur'an'a göre, Nebi (a.s) ın arkadaşları ile günümüz müslümanları arasında güzel ahlak, takva ve ihlas haricinde bir farkın bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela, şu âyetin ilk muhatapları onlardır. "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah'tan korkun (sorumluluk bilincine sahip olan) Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir"(Hucurat-12)Mesela : Allah Resulü vefat eder etmez birbirleriyle savaşmaları, bu savaşlarda binlerce müslümanın hayatını kaybetmesi bu hakikatı gözler önüne seriyor. Ali ile Muaviye arasında Siffin'de yapılan savaşta 70 bin, Ali ile Nebi (a.s) ın hanımı Aişe arasında Basra'da Cemel olayında 15 bin, yine Ali ile Hariciler arasında Nehravanda yapılan savaşta binlerce müslüman hayatını kaybetmiştir. Peki bütün bu gerçeklere rağmen neden Ehli Sünnet dininin âlimleri, Allah Resulü'nün arkadaşlarının (Ashabın) hepsini gökteki yıldızlar gibi gösterip ümmi insanları aldatıyor? Bunun nedeni şudur : Ehli Sünnet ve Şia arasındaki siyasi çatışmalarda, Şia muhaddis ve müctehidleri, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ehli Beyt ve 12 İmam hakkında onları yücelten, Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Aişe, Hafsa ve sahabelerin dördü dışında ( Mikdat bin Esved, Ammar bin Yasir, Selmanı Farisi, Ebu Zer el Gıfari )Allah Resulü'nün arkadaşlarının dinden çıkıp kafir olduklarını konu edinen binlerce hadis uydurmaya başlayınca, buna mukabil Emevi beslemesi Ehli Sünnet'in muhaddisleri de, Şia'dan aşağı kalmamak için sahabeleri yücelten ve onları cennetlik yapan hadis kulliyatları meydana getirmişlerdir.Çok özür diliyorum, affedersiniz ama Şia ve Ehli Sünnet muhaddislerine güzel bir örnek olduğu için onu söylemek zorundayım. Şia ve Ehli Sünnet muhaddislerinin rivayet yarışı, çocukların sidik yarışına benziyor. Fakat çocukların sidik yarışı daha masumdur. Ehli Sünnet rivayetlerinde Muaviye, Yezid, Haccac ve Emevilerin zulüm dolu saltanatlarının vahşetini örtbas etmek de vardır.İşte Ehli Sünnet ve Şia'ya bağlı mukallitlerin Kur'an'dan habersiz bulunmalarının en büyük sebebi bu uydurma rivayetler ve uydurma din olmuştur. Uydurma dinin evliya ve ilahlarına yani muhaddis ve müctehidlere kulluk eden ilim adamları, Kur'an'a itibar edip onu anlatmadıkları için, ümmi toplum ashabın olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberleri olmamıştır. Bir düşünün, insanların büyük çoğunluğu, yüzlerce âyetten haberleri olmazken, yalan ve iftira olduğu belli olan bir rivayeti duymayan kalmamıştır. Eğer insanlar sahabelerin olumsuz yönlerini anlatan yüzlerce âyetten haberler olsaydı, belki de din adamlarını yüceltmeyecek, mezhep liderlerini ve din adamlarını birer rab ve ilah yapmayacaklardı. Halbuki Kur'an Mekke müşriklerine seslenirken Allah Resulü (a.s) için "sahibüküm" "arkadaşınız" (Sebe-46; Necm-2; Tekvir-22) kelimesini kullanmaktadır.Emevi saltanatı döneminde doğan, Abbasi idaresi döneminde kayda geçirilen ve Osmanlı döneminde en katı bir sadakatle yaşanan ırkçı Emevi Ehli Sünnet rivayetlerinin Allah'a, Resulüne, dine, ilme, akla ve güzel ahlaka hakaret içerdiğinden ümmetin haberi yoktur. Dolayısıyla Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan, aynen Şiilik gibi rivayetler üzerine kurulu olan Ehl-i Sünnet dini ümmeti aldatmayı temel prensip edinmiştir.Ehli Sünnet dini yalanları ve iftiraları kendisine kaynak kabul eden bir sistem olarak şekillenmiştir.Bu yüzden ne Ehli Sünnet ne de Şia âlimleri, hiçbir zaman Kur'an'ın rahmet iklimine ayak basamayacak İslam'ın evrensel ahlakına sahip olamayacaklardır. Sonuç olarak: Ehli Sünnet ve Şia âlimleri, inançta, fikir ve hürriyette bize öyle kötü bir miras bıraktılar ki, sadece yaşayan cahillerinden değil, cesetleri toz olmuş alimlerinden de çekeceğimiz var.Ehli Sünnet ve Şia'nın rivayet bataklığından kendini kurtaramayan Kur'an'ın hikmetinden hiçbir şey anlamaz.Çünkü Kur'an kendisine karşı yüz çevirmelerinden ötürü Ehli Sünnet ve Şia âlimlerine kapılarını kapatmıştır.İşte bütün bu gerçeklerden sonra Ehl-i Sünnet dininin Kur'an cahilleri her ne kadar öfkelenseler de, Mehmet Akif'in Çanakkale şehitleri için söylediği "Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" cümlesi, kafadan sallama ve rastgele söylenecek bir cümle değildir. Özellikle Fetö'nün 15 Temmuz işgal hareketini ve ümmetin kahramanlığını gördükten sonra Mehmet Akif'i daha iyi anladım.
24 Mart 2021 Çarşamba
LEDÜNNİ İLİM Kur'an'da geçen "vesile, (Mâide-35) evliya,(Yunus-62,63) zikir, (Râd-28) rabıta" (Âli İmran-200) kavramları gibi, tasavvuf ve tarikat ehlinin istismar ettiği kavramlardan bir tanesi de "ledünni ilim" kavramıdır. Vesile : İnsanın sâlih amellerini Yüce Allah'ın af ve mağfiretini elde etmek için vesile edinmesi anlamına gelmektedir. Örnek: (Bu cennet nimetleri) "Ey Rabb'imiz! İman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi cehennem azabından koru!" diyen; sabreden dürüst olan, huzur'da boyun büken, infak eden ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler içindir"(Âli İmran-16,17)EVLİYA: GENEL ANLAMDA EVLİYA Genel anlamda evliya vardır ve çoktur. Yani her kim tevhid inancına sahip olur yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmez, güzel ahlak sahibi olur ve Allah'ın emirlerini yerine getirirse Allah o kişinin velisidir. (Yunus-62,63; Bakara-257)ÖZEL ANLAMDA EVLİYA: Özel anlamda evliya hem yoktur hemde şirktir. Yani birinin adını anarak onu Allah'ın veli bir kulu olarak tayin etmek şirktir. (Şura- 6,9)Çünkü kimin ne olduğunu Allah'tan başka hiç kimse bilemez ZİKİR: Kur'an'da geçen "zikir" kavramlarının büyük çoğunluğu vahiy anlamına gelmektedir. (Nahl-44; Hicr-9; Tâhâ-99)RABITA: İlgili âyetin (Ali İmran-200) bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "Rabıta" kavramının, şeytan evliyasının adlarını anmak, zikir yapmak ve onlara kulluk etmek değil, Kur'an'ın ve bağlı olan hanif İslam dininin etrafında kenetlenme ve onlardan kopmama anlamına geldiğini görüyoruz. "LEDÜN" VEYA "LEDÜNNİ İLİM"Tasavvuf ehli ve tarikatçılar Kehf süresi 65. âyetinden bulunan "ledunne ilmen" ifadesini istismar ederek "ledünni ilim- ilmi ledün- ledün ilmi" nin şeytan evliyasına Allah tarafından vahiy'den bağımsız olarak verildiğini iddia ederler. Hatta daha da ileri giderek bu "ledünni ilim" sayesinde şeytan evliyasının Nebi ve Resüllerden üstün olduğunu söylerler. Gerekçeleri şudur. "Nebi ve Resüller belli bir yoldan yani bir aracı vasıtasıyla vahiy alırken, bizim evliyamız Allah'tan aracısız yani direkt olarak vahiy alıyorlar"Halbuki "ledünni ilim" yüce Allah'ın Nebi ve Reüllere vahiy vasıtasıyla indirmiş olduğu ilimden başka hiçbir şey değildir. Vahyin bir çok ismi mevcuttur. Bunlar bazıları "zikir, furkan, şeriat, resül, heblilléh, ilim, apaçık âyetler, kitap, sırat-ı müstakim, hadis, kelâmullâh, hidayet, rahmet, müjde, nezir" gibi kavramlardır. Ledün ilmininin vahiy anlamına geldiğini gösteren âyet.(Ey Rasul!) İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir verdik" (ve ked éteynéke min "LEDÜNNE" zikran) (Tâhâ- 99) Dolayısıyla "ledünni ilim" Nebi ve Resüllere Allah tarafından indirilen vahiy'dirKehf süresinde Musa (a.s) ile yol arkadaşlığı yapan kişi Nebi veya Allah Resulüdür.Çünkü söz konusu âyette "eteynehu rahmeten min indiné ve allemnéhu min ledunné ilmen" "ona katımızdan bir rahmet ve bir ilimiz öğrettik" buyruluyor. Kur'an'ın dilinde "rahmet" ve "ilim" "vahiy" ve "Nübuvvet" anlamına gelmektedir. Gemiyi parçaladığı halde, hem geminin sahipleri tarafından, hem de yolculardan hiç kimsenin kendisine müdahale etmemesi, onun Allah tarafından manevi bir misyona sahip olduğunu göstermektedir. Anne- babasına bile "tuğyan" ve "küfür" yanı şiddet uygulayabilecek bir psikopatlığa sahip olan genci öldürmesi de çevreyi çok iyi bilen, insanları tanıyan, ve gencin yapmış olduğu bütün kötülükleri bildiğini gösteriyor. Ayrıca öldürülen "ğulam" çocuk değil, kısasta öldürülebicek yaşta olgun bir genç olduğunu şu cümleden anlaşılıyor. "...Musa dedi ki: Temiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın (kimseyi öldürmediği halde) öldürdün öyle mi!..."(Kehf-74)Demek ki, öldürülen kişi, cinayet işleyebilecek bir yaşta idi. Duvarın içinde bulunan gizli hazineyi bilmesi ise Allah tarafından aldığı vahiy sayesinde olmuştur. Çünkü yüce Allah'tan sonra, aldıkları vahiyle sadece Nubuvvet'e bağlı Resüller gaybı bilir. (Cin-26,27; Hud-49; Kasas-44,45,46) Kıssa şöyle bitiyor. "Bütün bunları ben kendiliğimden yapmadım. İşte hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur"(Kehf-82) Yüce Allah vahiy haricinde yani direkt olarak hiç kimseye ilim vermez.İlmin tek kaynağı vahiy'dir.(Bakara-120; Râd-37)Bilimsel icad ve keşiflerin kaynağı da aklı kullanma, tefekkür etme, plan ve program dahilinde araştırma ve analiz yapmadır.
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU (13. YAZI)ŞİA'NIN ÖZELLİKLERİ (3)Numan, gaybetin iki şeklini, ikinci gaybetin başlamasından sonra 342- 953' lerde yazdığı Kitabul Gaybesinde ayrıntılarıyla ele almış ve ikinci gaybetin daha uzun olacağını söylemiştir.Şeyh Saduk ise, gaybeti tam anlamıyla itikadi bir çerçevede ele alarak, Mehdi'yi ve onun gaybette olduğunu bilmeyenin imanının eksik kalacağını iddia etmiştir.Çünkü ona göre, imamlar on birinci imamın gaybetini önceden haber vermişlerdir.( İbni Babeveyh Kemalu-d Din 1,19)İbni Babeveyh, bu düşüncesinin Allah Resulü'nden geldiğini iddia ettiği bir hadisle de desteklemeye çalışmıştır.Aktardığı söz konusu rivayetle, Resülüllah'ın "Kim gaybeti zamanında çocuklarımdan olan kaim'i (Mehdi'yi) inkar ederse öldüğünde cahiliyye üzere ölür " dediğini ileri sürmüştür.(İbni Babeveyh Kemalud Din ll 412)İmamiyye, gaybet inancının önemi İbni Babeveyh tarafından bu şekilde ortaya konmasının ardından Şeyh Mufid (413-1022)Şerif el Murtaza (436-1044) ve Tusi (460-1067)gibi kelamcılar , tüm zamanlarda bir imamın bulunması ve bunun masum olmasının zorunluluğundan hareketle, o ana kadar ki iddiaları rasyonel argumanlarla izah etmeye çalışmışlardır.CAFERİLERDE MASUMİYET İNANCI (1)Caferi mezhebi Allah'ın Resulü ile birlikte on iki imamın da söz ve fiillerinde büyük küçük tüm günahlardan korundukları fikrini benimsemişlerdir.Onlara göre imamların ismetine (masum olduklarına) inanmamak küfrü gerektirir.( Kummi Risale s, 100, 113)"Cemil Hakyemez imamiyye Şia'sında ismet inancı ilk tezahurleri Teşekkülü ve itikadileşmesi"Marife-s, 169 ( 167-192 ss) Mehmet Akif Aydın-İmame " DİA 22 c, 205, Mustafa öz- imamiyye " DİA 22, 208)Caferiler, haklarındaki naslardan ötürü imamların masum olmasını zorunlu görürler.Onlar, İmamın günahtan ve hatadan korunduğu şeklindeki görüşlerini desteklemek için genellikle Ahzab süresi 33. âyeti delil gösterirler.Onlara göre, ayette yer alan ( innemé) te'kidi ve (lam) Ehli Beyt'i vurgulamış( ve yutahhirukum tathira) kısmı ise " Masumiye"tin delili olarak algılanmıştır.( Hilli, Minhacul Kerame s, 151, 152)Şii alim ve müfessirler yukarıda sözü edilen âyete ilaveten bir takım rivayetleri de kullanarak, İmamları Allah Resulü'nün "Vâsisi " olup günahtan korunduklarını, fakat Elçiler gibi vahiy almadıklarını ve nass ( âyet) ile tayin edildiklerini ileri sürmüşlerdir.( Kummi Risale-s,111)
23 Mart 2021 Salı
KUR'AN'DA İMAN, İSLAM, İHLAS VE ŞİRK (1.YAZI) Aslında "Müslim" kavramı Kur'an'ı Mübin'de "sadece Allah'a dolayısıyla onun hükümlerine indirdiği kitab-a teslim olan kişi" anlamında kullanılmıştır."İbrahim, ne Yahudi ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan saf, dosdoğru bir Müslim idi; hiçbir zaman müşriklerden olmadı"(Âli İmran- 67) "Müslim, selim, silm, Müslüman, selam, İslam kavramlarının bütün türevleri "saf inanç, şirksiz iman, temiz ve katışıksız, hanif yani orijinal din" anlamlarında kullanılmıştır. Kur'an'ın neresinde böyle bir kavram ile karşılaşırsak "şirksiz iman, temiz inanç, hanif İslam, saf ve halis din" aklımıza gelmesi gerekiyor.Kur'an'a göre, Allah'a iman ile şirk bir arada olabildiği halde, İslam ile şirk hiçbir zaman bir arada anılmamıştır. Kur'an'a göre "insanların çoğunun Allah'a imanları şirkle beraberdir" (Yusuf- 106)Tarihin bütün müşrikleri Allah'a iman ederlerdi, hem de dinlerinde samimi bir imana sahip bulunuyorlardı.Yani dinlerinin muhafazası için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor, mallarını infak ediyor (Enfal-36) her türlü fedakarlığı gösteriyorlardı.Fakat şirk ile İslam birbirine düşman, birbirine son derece aykırı iki zıt inanç ve ayrı din konumundadırlar.İşte bundan dolayı yüce Allah, mezheplerin söyledikleri gibi "iman" üzerine değil, kullarının İslam üzerine yani "Müslüman" olarak can vermelerini istemektedir."Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluğunuzun gereğini hakkıyla yerine getirin ve ancak Müslümanlar olarak can verin"(Âli İmran- 102)Allah'ın Resulleri de "iman" üzerine değil, İslam ve Müslüman olarak vefat etmeyi temenni etmişlerdir. Yusuf (a.s) ın Allah'a yakarışı şöyledir."... Ey göklerin ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim dostumsun. Beni Müslim olarak vefat ettir ve beni sâlih kullarına ulaştır"(Yusuf- 101) "Çünkü Rabbi ona Müslim ol, (eslim) demiş o da: Âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da, : Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam-Tevhid) seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak can verin, dediler"( Bakara- 132, 133) İslam kavramı "saf inanç, hanif din, pak sistem" anlamına geldiği için Kur'an'da mü'minlerin özellikleri sayılırken, Müslümanların özelliklerine yer verilmez. Mesela: "Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanları arttıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar salat'ı ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden Allah yolunda infak eden kimselerdir. İşte onlar gerçek mü'minlerdir"(Enfal- 2, 3, 4)"Müminler ancak Allah ve Resulü'ne iman eden, sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte (imanlarında) sadık olanlar bunlardır"( Hücurat- 15) Kur'an'ı Mübin'e göre bir insanın gerçek mü'min olması için "iman ettim" demesi yeterli olmamaktadır.Gerçek olarak iman etmenin birçok şartı mevcuttur. İşte bundan dolayı bir çok âyette genellikle "iman edip ameli salih işleyenler..." buyrulmaktadır.İman ile beraber şirk illetinin olabileceği veya sırf iman etmenin yeterli olmadığını Kur'an bizlere haber vermektedir."İnsanlar sınanmadan, sadece "iman ettik" demekle bırakılıvereceklerini mi sandılar?"( Ankebut- 2) Bu konuda yanlış anlaşılmaya müsait bir âyet bulunmaktadır. "Araplar "iman ettik" dediler. De ki: Siz gerçek olarak iman etmediniz, ama (dürüst olun ve doğru konuşun, İslam'ın ve Müslümanların gücü karşısında ister istemez) "gelip teslim olduk, boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir" (Hücurat- 14) Yukarıdaki âyette bulunan "eslemné- "Müslüman olduk, Allah'a teslim olduk" anlamlarında değil, güç karşısında Müslümanlara ve menfaate boyun eğmek" anlamında kullanılmıştır.Çünkü iman kalbe iyice yerleşmeyince iman ve İslam yani Allah'a teslim olma tahakkuk etmiyor.İslam her türlü endişe, korku, şirk, şüpheden uzak tam bir emniyet içerisinde olma anlamına gelmektedir. Bu âyette Yüce Allah "iman ettik" diyen bedevilerin kalplerini bildiği için onların gerçekten iman etmediklerini İslam'ın ve Müslümanların zaferi karşısında mahalle ve akraba baskısı veya devletin maddi imkanlarından faydalanma amacıyla ister istemez boyun eğdiklerini bildiriyor.
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR(9. YAZI)
22 Mart 2021 Pazartesi
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU
(12. YAZI)
İMAMİYYE ŞİA'SININ ÖZELLİKLERİ:
Onlara göre İmamlar ( 12 imam) büyük ve küçük günahlardan korunmuşlardır.
(Ahzab-33)
Onlara hata ve nisyandan bir şey atfetmek asla caiz değildir.
Âhir zamanda Mehdi'nin zuhur etmesi haktır.
Mehdi-i muntazır (beklenen-yolu gözlenen) zalimlerden gizlenmiş olup Şia İmamları'nın sonuncusudur.
Her salavat ve duanın ardından onun âcilen gönderilmesi için "Allhumme accil feracehu" "Allah'ım zamanını acil eyle- yolunu kolaylaştır" denilerek, niyazda bulunulur.
Bütün Şii kaynak ve eserlerinde görüleceği gibi, İmamet ve hilafet Ali ve evladına ( Ehli Beyt) e mahsustur.
Fakat ashabtan pek çoğu onların haklarının gasbedilmesine ön ayak olmuş veya haklarının çignenmesine ses çıkarmamış, bu sebepten dolayı onlar kafir ve münafık olmuşlardır.
İmamlar kutsaldır.
İmamların velayetine iman etmeden, dinin diğer esaslarının hiçbir önemi yoktur.
Her devirde bir imam vardır.
Allah Resulü vefat ederken din ilimlerinin hepsini ve şeriat hükümlerini, Ali'ye tevdi etmiş, o da imam Hasan'a o da Hüseyin'e bırakmış, böylece on iki imama gelinceye kadar devam etmiştir.
( El-aklu infeş- Şia - s, 55, 56)
İmamiyye indinde, imam diğer müçtehitler gibi değildir.
Onlar ilimlerini ve Şer'i hükümleri, Allah'ın Elçileri veya kendinden önceki imamlardan ilham yoluyla alırlar. ( a.g.e s 57)
Dolayısıyla, imamların Allah ile manevi ve ruhsal bir bağlantıları vardır.
Delil olma bakımından, Nebi (a.s) ın sözü ile imamın sözü arasında bir fark yoktur.
Şia'ya göre imam-ı reddetmek Allah'ı reddetmek gibidir.
İsmet sıfatı imam'dan ( 12 imam) ayrılmaz bir sıfattır.
Gaybet fikrinin imamiyye tarafından benimsenmesi ve ardından bir inanç esası haline getirilmesine sebep olan başlıca olay,
On birinci imam olan Hasan el- Askeri ardında bir halef ( evlad) bırakmadan vefat etmesidir.
İmamiyye Şia'sının on birinci imam olarak kabul ettiği Hasan el Askeri (Hicri 237-Miladi 846) senesi Rabiul Ahir ayında Medine'de doğdu.
H 238- M 847 yılına doğru, Abbasi halifesi Mütevekkil tarafından babası el-Hâdi ( H- 254- M- 868) ile birlikte Samarraya getirilmesi emredildi.
Ömrünün sonuna kadar orada göz hapsinde tutuldu.
8 Rabiul Âhir 260--2 Ocak 873 te Samarra'da vefat etti.
( Nevbahti Firak uş Şia- s. 79)
( Kummi kitabul makalat vel Firak s. 102)
Hasan el Askeri'nin kendine halef olarak birinin var olduğunu ilan etmeden vefat etmesi, imametin zorunlu olduğuna inanan Şiiler arasında büyük bir panik ve karışıklığa neden oldu.
Hicri dördüncü asrın ortalarında imamet inancına önemli bir ilave yapıldığı görülmektedir.
Buna göre imamların sayısı on iki olup, bunların sonuncusu gaybete gitmiştir.
Kâim Mehdi olarak dönünceye kadar da gaybette kalacaktır.
( Etan kohl berg. From İmamiyye to ltna Arhariyya--c.1 sayı, 521--534. 1976)
Bilinen çalışmalar arasında, on ikinci imamın gaybete gittiği şeklindeki rivayetleri ilk gündeme getirenler ise, Küleyni ( 329--941) ve Ali b. Hūseyin el Kummi ( 329--941) olmuştur.
İbni Babeveyh'ten ( Şeyh Saduk) önce Ahbari müellif en Numan ( 360--971)
Küleyni'nin kayda geçirmiş olduğu bir takım rivayetlere daha sonra başkalarını da eklemiş ve böylece yeni bir inanç ve yorumlamaya gitmiştir.
21 Mart 2021 Pazar
GELENEKLERİN ZARARLARI
(2.YAZI )
Özel hatlardan benimle iletişime geçen Kur'an ehli muvahhid arkadaşlarla yaptığımız sohbet ve yazışmalarda her zaman şu temel gerçeği söylemişimdir.
Kur'an ve tevhid davasında tek başımıza da kalsak, bundan başka doğru yol asla yoktur.
(Ey Nebi! Hak, Rabbinden gelendir. O halde kuşkulananlardan olmayasın"
(Bakara-147)
Tarihin bütün zamanlarında Allah Elçileri ve vahiy yolcuları azınlıkta kalmışlardır.
Dolayısıyla eğer Kur'an'ın ve aklın düşmanı olan Şia ve Ehl-i Sünnet dininin mollaları ve mütrefleri tarafından sapık, mezhepsiz, dinsiz, modernist, mason, imansız ve deli olarak görülmüyorsak, Allah Elçilerinin hidayet yolu üzerinde değiliz.
Çünkü yüce Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor.
"İşte böylece, onlardan öncekilere her hangi bir Elçi geldiğinde hemen: O, bir sihirbazdır veya delidir, demişlerdir.
(Ataların dinine bağlı gelenekçiler)
Böyle söylemeyi (nesilden nesile) birbirlerine vasiyet mi ettiler?
Doğrusu onlar haddi aşan azgın bir topluluk oldular. Artık onlara aldırma.
(Davete uymamalarından dolayı) sen kınanacak değilsin. Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt iman edenlere fayda verecektir"
(Zâriyat-52, 53, 54 55)
Vahiy ve tevhid yolunda işimizin çok zor ve yorucu fakat büyük bir şeref ve onura sahip bulunduğunun farkında olmalıyız.
(Ey Resul! ) Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilah yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O, yüce arşın sahibidir"
(Tevbe- 129)
Ataların dinine mahkum olarak yaşayan dinci mukallitlerin, sanki anahtarı kaybolmuş bir zindanda yaşadıklarını bilmeliyiz.
Kur'an aydınlığından mahrum olan bu kitlenin dünyalarını aydınlatmak ve ahiretlerini kurtarmanın ne kadar ehemmiyetli bir hadise olduğunu idrak etmek zorundayız.
Bizim kin ve nefret duyduğumuz bu karmaşık şirk dini, bu ümmi halk asırlardan beri en merhametsiz bir şekilde yaşamak zorunda bırakılmıştır.
Doğru bir yol olarak dayatılan bu iftira ve yalan dinden, son derece bağnaz ve cahil din adamlarına rağmen, iğfal edilmiş toplumu kurtarmak için başta Kur'an bilgisi, sabır, metanet, şefkat, fedakarlık, büyük bir güven, yumuşaklık, engin merhamet duygusu ile yüklü olmak gerekir.
Allah katında insanların ebedi saadetlerine vesile olmak en önemli ameldir.
"Sizden önceki asırlarda yeryüzünde insanları bozgunculuktan alıkoyacak erdemli kimseler bulunmalı değil miydi?
Fakat onlardan kurtuluşa erdirdiğimiz az bir kısmı hariç kimse bu görevi yapmadı.
Zulmedenler ise, kendilerine verilen refahın peşine düşüp doğru yoldan çıktılar"
(Hud-116)
GELENEKLERİN ZARARLARI:
(1.YAZI)
Kur'an'ın en çok şikayet ettiği şeylerden birinin uydurma din ve zararlı geleneklerin olduğunu görüyoruz.
Bu batıl din ve gelenekleri söküp atmak çok zor ve zahmetli bir meseledir.
Bu işin ne kadar zor olduğunu Kur'an'ın penceresinde baktığımızda daha açık görüyoruz.
Mesela:
(Ey Resül ! )
"Senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları:
Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi"
(Elçileri onlara) "Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem (yine mi bana uymazsınız)? deyince, dediler ki:
"Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi (tevhid'i) inkar ediyoruz, dediler"
"Biz de onlardan intikam aldık.
Bak, yalanlayanların sonu nasıl oldu"
(Zuhruf- 23, 24, 25)
Dolayısıyla toplumu hurafe inanç ve zararlı geleneklerden kurtarmak Allah Elçilerinin en önemli mesleği olmakla beraber en kutsal bir görevdir.
Uydurma din ve gelenekler insanlara en saçma sapan ibadet ve âdetleri yaptırırlar.
Üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra insanlar bu ibadet ve uygulamalardan asla vazgeçemezler.
Mesela:
Uzun bir zaman önce Allah Resulü (a.s) adına iftira edilerek uydurulan "ölülerinize Yasin ve Fatiha okuyun" bid'at ve yalanını bugün kim kaldırabilir?
Bırakın kaldırmayı artık bu yalana karşı gelmenin bile imkanı kalmamıştır.
Mesela:
Yukarıdaki uygulamadan daha yalan ve iftira bir gelenek olan ölünün başında yapılan "telkin komedisine" kim ses çıkarabilir?
Mesela:
Manasını hiç önemsemeden ve üzerinde zerre kadar tefekkür etmeden Allah'ın kitabını teğanni ile okuma rezaletine kim karşı gelebilir?
Yüce Allah'ın kitabını oyun ve eğlence edinmenin hesabını nasıl vereceğiz.
Allah için söyleyin, Kur'an'ın üzerine kurgulanan bu tuzaktan kurtulmanın imkanı var mı?
Allah'ın rahmet ve hidayet kaynağını adam gibi ne zaman anlamaya çalışacağız.
Allah'ın kutsal kelamı gönül eğlencesi yapılacak bir müzik eseri ve güfte midir?
Ama dediğim gibi, bugün artık bu hurafelere karşı gelmek bile mümkün değildir.
Bundan dolayı ne yapıp edip, nesillerimize hayat boyunca doğru yolu gösterecek tek kaynak, kayıtsız şartsız tâbi olunacak engin rahmet ve yegane kurtuluş reçetesi olan Allah'ın kitabının anlaşılmasını miras olarak bırakacağız.
Her hurafenin Kur'an'da bulunan bir gerçeği yok ettiğini asla göz ardı etmemeliyiz.
Mademki gelenekler ve hurafeler, hayatımızın en önemli hakimleri konumundadır.
Öyleyse Allah'ın kitabına aykırı olmayanları arkadaş edinmeye çalışmalıyız.
İnsanlık tarihi gösterdi ki,
gelenekler ve hurafeler ipe benzer, her gün birer lifini örmek suretiyle sonunda hayatımızı etkileyen, kopması mümkün olmayan bir halat haline getiririz.
Mesela:
Ehli Sünnet ve Şia mezheplerinde kutlanan uydurma geceler,
Hacerul-Esved'in ( İbrahim (a.s) tarafından Kabe'nin inşası esnasında tavafin başlangıç noktasını belirlemek
amacıyla yerleştirilen taşın adı) ölüm pahasına öpülmeye çalışılması, onu öpmenin sevap sayılması, onun hakkında olan rivayetlerin yalan olduğunu artık kabul ettiremeyiz.
Kaza namazının büyük bir yalan ve hurafe olduğunu insanlara anlatamayız.
Mesela:
Mescid-i Nebevi'de Ravza'i Mutahhara olarak bilinen bir bölgenin cennet bahçelerinden bir bahçe olarak kabul edilmesi, Muhammed ( a.s) a salavat getirme hurafesini, kabir azabı hurafesini, türbe yapma hurafesini kaldırmanın imkanı var mı?
Mesela:
Kur'an'da bulunan en güzel dualar bir satırı geçmezken, Said Nursi'nin Şia'dan getirdiği, bir saatte bitirilemeyen "cevşen" ve "tesbihat" hurafelerine karşı gelmenin ve onları terketmenin bir yolu var mı?
Binlerce hatta on binlerce hurafe ve geleneğin, milletin hayatını olumsuz yönde etkilemesi, insanlar tarafından birer farz, gerekli bir vecibe ve ibadet olarak görülmesi, geleneklerin kötü şöhretinin açık bir göstergesidir.
Kur'an'ın büyük bir bölümünün hurafe ve gelenekleri söküp atma ile ilgili olduğunu hiç bir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız.
Bu sebeple gerek çocuklarımızda, gerekse kendimizde gelişen ve bizi etkisi altına alan alışkanlıkların Allah Resulü'nün ahlakına ve Kur'an ilmine uygun olup olmadığını sürekli kontrol etmeliyiz.
Gelenekler ve uydurmalar önce hissedilmeyecek kadar zayıf, sonra kopmayacak kadar sağlam olurlar.
Bu yüzden din adına Kur'an'da olmayan her şeyin yalan ve iftira olduğunu bilmeliyiz.
Bir düşünürün dediği gibi,
"İnsanın bütün rahatlığı gelenek ve alışkanlıkta gizlidir, alıştığımız hoş olmayan bir şeyi bile kaybetmekten korkarız"
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR
(8. YAZI)
"Ali Aydın hocam!
Söylenecek her şeyi yazmışsınız, Allah razı olsun.
Bu millete yani akıllarını bir takım adamlara verenlere müstehaktır.
Allahın kitabından konuşana sapık diyecek kadar cehalet içinde olanlara hiçte acımıyorum.
Ancak öyle bir fitneden korkun ki, bu fitne ateşi yalnız hak edene isabet etmez.
(Enfal-25)
İşte bu üzücü, Buhari'yi Allahın kelamının önüne geçiren zihniyete hiç bir uyarı fayda vermez.
Ülkelerin hali ortada, bugün binlercesi sınırlarda donma bahasına gavur dedikleri ülkelere sığınmak için?
Bu gidişle onlara yenileri eklenir.
Devleti yöneten adamlar taraf kaybetmemek için kör ve sağır davranıyor.
Başımızdaki cumhurun reisi beyefendi bilmiyor mu?
Elbeteki biliyor.
Allahın hak yolunun dışındaki tüm mevcut sistemler yok olacaktır.
Olmayada mahkumdur.
Ne zaman hakkı konuşacak ve sadece Allahtan korkacak bu adamlar"
(Meral İnce Çelik)
----------------------------------------------------
"148 beğeni 24 paylaşım.
Neden paylaşım düşük veya beğenenler neden bu yazıyı paylaşmıyorlar.?
Belki birilerini bu durumdan haberdar edersinizde bu gibi cemaat ve tarikatların ağından kurtarırsınız.
Neden paylaşmadığınızı tahmin edebiliyorum, çünkü; etrafımızda uydurulmuş dinin taraftarları kaynıyor.
Hangi tarafa baksan, dönsen, kuşatılmışız, kınanmaktan çekiniyoruz.
Çekinmeyin, korkmayın, paylaşın.
Hiç kimse size zarar veremez. Rabbimiz dilemedikçe.
Sadece ve sadece Allah'tan korkun, ondan çekinin"
(Muammer Aydın, "Tehlike Büyük" adlı yazıya yaptığı yorum)
--------------------------------------------------------
"Sayın hocam!
Bu tespitlerinize katkı sağlamak adına başımdan geçen bir hadiseyi siz ve takipcilerinizle paylaşmak istiyorum.
Anlatacağım mevzu belki din tüccarlığı ile alakalı değil, ama bu cemaate mensup kişilerin bizim gibi sıradan vatandaşlara bakış açısını anlamamız açısında gerçekten çok önemlidir.
Günlerden cuma günü işim icabı Fatih'te bulunuyordum.
Yakınında olmam hasebiyle cuma namazını İsmail Ağa camiinde kılıyım dedim.
Bilenler bilir.
Avludan içeri girdikten sonra merdivenlerden üst kata çıkınca caminin ortasına denk gelecek şekilde üst kata giriş yaptım.
Tam caminin ortasındayım, haliyle ileriye doğru baktım boş yer varsa oturayım diye, o esnada biri beni perdeleme yaparak engelledi ve arka tarafı işaret etti.
Neyse geriye döndüm.
Boş yer buldum tam oturacağım.
Yine cemaat mensupları tarafından en arka saf işaret edildi.
En arkaya geçtim.
Şok üstüne şok yemiştim.
Rencide oldum.
İncindim.
Baktım herkes sarıklı cübbeli, bir ben normal kıyafetliyim.
Onlar açısından benim müslüman oluşumun hiç bir anlamı ve kıymeti yoktu.
Onlar için cübbeli sarıklı olmak yeterli gibi görünüyor.
Cubbeyi giyen "takvalı, imanı kuvvetli, giymeyen ise takvasiz ve imanı zayıf ..."
Sanki göğsümü yarıp içine içine baktılar.
Yıllarca Rabbimin rızası nerde varsa, elimden geldiğince yapmaya çalıştım.
Ondan dolayı cemaat, cübbe, sarık önceleri hep gıbta ile baktığım bir konuydu.
Ama bunların gerçek yüzü çok farklı .
Buna benzer birçok hadise başımdan geçti.
Hele bir menfaat ve çıkarlarına ters gelecek bir iş yap o mülayim görünümlü sofi, zincirini parçalayan aslan gibi seni paralar.
Yinede bir kısmını tenzih ediyorum. Görevim icabı bu tür vakalarla karşılaştım.
Rabbime beni doğru yola iletmesi için hep duacı oldum.
Allah'ıma hamd olsun ben onlardan değilim .
"Kalplerde olup biteni sadece Allah bilir" diyerek sözlerimi bitiriyorum. Allah'a emanet olun.
(Muammer Aydın-"Cübbeli Ahmet" adlı makaleye yaptığı yorum)
NEBİ İLE RESUL'ÜN ARASINDA BULUNAN FARKLARIN BİLİNMESİNİN ÖNEMİ
(9. YAZI)
27-) SEBİL
Sebil kavramı da diğer kavramlar gibi Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmaktadır.
"O gün, zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der. Keşke o "Resul" ile birlikte bir yol tutsaydım"
( Furkan- 27)
Bu âyette geçen Resul kavramı "kitap Resul" yani "Kur'an" ile ilgili bir durumdur.
Çünkü beşer Resul olan Muhammed (a.s) hem fâni, hemde insanlık tarihi açısından yaşadığı hayat bir saat hatta bir an kadar kısadır.
Ama kitap Resul muvahhidlerin lisanıyla kıyamet gününe kadar uyarı ve ikaz görevini yapmaya devam edecektir.
Muvahhidler direk olarak sadece Kur'an'dan etkilenir ve Kur'an'dan konuşurlar.
İşte bu yüzden gelenekçi mezhepçilerin bilmedikleri ve duymadıkları gerçekleri dile getirirler.
Eğer muvahhidlerin Kur'an gibi dayandıkları sonsuz bir güç ve bitmez bir enerji kaynağı olmasaydı uydurma dinin fanatik müşriklerine karşı koyamazlardı.
Dolayısıyla Beşer Resul vefat ettikten sonra onu sadece kitap Resul temsil eder.
"Şayet ilahlarımıza iman etmekte sabır göstermeseydik, gerçekten bu Resul bizi neredeyse ilâhlarımızdan saptıracaktı" diyorlar. Azabı gördükleri zaman, asıl kimin yolunun (sebilen) sapık olduğunu bilecekler"
( Furkan- 42)
"Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır.
Onlar kıyamet gününde Rablerine arz edilecekler, şahitler de:
İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir!
Onlar, insanları Allah'ın yolundan alıkoyan (yesuddune an sebililléhi) ve onu yamuk göstermek isteyenlerdir. Ahireti inkar edenler de onlardır"
(Hud-18,19)
(Ey Resul! ) De ki: "İşte bu, benim dosdoğru yolumdur. (Sebili) Ben Allah'a dâvet ediyorum..."
(Yusuf-108)
"Dünya hayatını âhirete tercih edenler, "yesuddune an sebililléhi" "Allah yolundan alıkoyanlar" ve onun yamukluğunu isteyenler var ya, işte onlar haktan uzak bir sapıklık içindedirler"
( İbrahim- 3)
(Ey Resul! ) Bir bak; senin için ne benzetmeler yaptılar! Bu yüzden, öyle bir saptılar ki, artık doğru yolu bulamayacaklardır" "fe dallu felé yestediune sebilen"
(İsra- 48)
"...Allah sadece gerçeği söyler ve yalnız O doğru yola ulaştırır"
(Ahzab-4)
"Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırmış ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. (Onlar) orada ebedi olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır.
Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Yazıklar olsun bize!
Keşke Allah'a itaat etseydik Resul'e de itaat etseydik! derler.
Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan sapdırdılar, derler"
(Ahzab- 64,65,66,67)
Yine Kur'an'ı Mübin'de "İkrah" ve "inkar" kavramları da vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
"Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
Yoksa Resullerini (Resülehum) henüz tanımadılar da bu yüzden mi onu inkar (münkirun) ediyorlar.
Yoksa onda bir cinnet olduğunu mu söylüyorlar? Hayır; o, kendilerine hakkı getirmiştir. Onların çoğu ise haktan hoşlanmamaktadırlar. (kérihun)"
(Müminün- 68, 69, 70)
28-) HAK DİN
Şimdi "hak din" tamlamasında nasıl bir sistemin kurulduğunu görelim.
"O (Allah) Müşriklerin hoşuna gitmese de kendi dinini (daha önceki Resuller vasıtasıyla gönderdiği tevhid dininden daha açık ve detaylı bir şekilde ortaya koymak) için Resulü'nü hidayet ve hak din ile gönderendir"
(Tevbe-33)
(Daha önceki Resuller vasıtasıyla gönderdiği tevhid dininden daha açık ve detaylı bir şekilde ortaya koymak) üzere Resulü'neü hidayet ve hak din ile gönderen odur. Şahit olarak Allah Yeter"
(Fetih-28)
"Müşrikler istemeseler de dinini (daha önceki Resuller vasıtasıyla gönderdiği tevhid dininden daha açık ve detaylı bir şekilde ortaya koymak) için Resulü'nü hidayet ve hak din ile gönderen odur"
(Saf-9)
Âyetlere dikkatli bir şekilde bakıldığında "Allah, vahiy ve Resul" sistemi açık olarak görülecektir
19 Mart 2021 Cuma
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU
(11.YAZI)
KIRTAS OLAYI (4)
Yine Şii müelliflerden el-Hacui, kırtas hadisesinden dolayı Ömer'in yaptığını içtihad olarak görenlere karşı "Resulullah'ın sözünü reddetmek ve hilafına amel etmenin tam bir küfür olduğunu bilmiyorlar mı? demekte ve bu olaydan dolayı Ömer'i, "lain oğlu lain" diyerek lanetlemektedir.
(Hacui - mize, 413)
Şii kaynaklarına göre Ömer, Ebubekir ile daha önce yapmış oldukları gizli anlaşmadan dolayı onu halife olarak tayin etmiştir.
Sakife toplantısında Ömer'in, Ebubekir'e biata razı olmasının sebebi ise ancak, Ali'nin biatına engel olmasından dolayıdır.
Şayet serbest bırakılsaydı kendi nefsini tercih eder ve orada kendini halife seçtirirdi.
(Şerif el Murtaza eş -Şafi fil imame 4, 126)
Mustafavi'ye göre Ömer, Sakifede Ebu Bekir'in halife seçilmesini sağlamış, onun bu zorlaması meyve vermiş, yaptığının karşılığını almıştır.
Ebubekir de Resulullah'ın bir emri olmaksızın yaptığı hizmet ve arkadaşlık hakkını yerine getirmek için onu halife olarak yerine bırakmıştır.
Osman ise Ömer'in Ebubekir tarafından vasiyet edilmesi konusunda tam sevgisini açığa vurmuş, onun halife olmasını desteklemiş, Ömer'in hizmetinde mümkün mertebe var gücüyle çalışmıştır.
Ömer'de Osmanı mukafatlandırmış ve çok çirkin bir şekilde onu halife tayin etmiştir.
Şii âlimlere göre bütün bunlar, ilk üç halifenin kendi aralarında Ehli Beyt'e karşı anlaştıklarını, komplo kurduklarını, ihtilal yaptıklarını, İslam'da ilk darbeyi gerçekleştirdiklerini ortaya koymakta, böylece Ali'yi makam ve haklarından menettiklerini göstermektedir.
Aynı şekilde Ebubekirin, Allah Resulünden sonra zekat vermeyenlere veya dinden dönenlere karşı savaş açması külliyen yalandır.
Şii âlimlerine göre, Ebubekir'in savaş açtığı kabileler Ali'nin hilafetini arzulayan ve hakkının gaspına karşı gelenlerdir. (Mustafavi- 217)
Çok sert ve kaba biri olarak gösterdikleri Ömer'i halife tayin etmesinden dolayı Ebubekir Şii müellifler tarafından kıyasıya eleştirilmektedir.
(Mustafavi- 215)
Sonuç olarak:
Temel inanç sistemini imamet nazariyesi üzerine inşa eden imamiye Şia'sına göre Ali kesin bir biçimde nas (âyetle) imam tayin edilmiştir.
Diğer üç halife onun bu hakkını batıl yollarla, inkılap ve zorbalıkla gasp etmişlerdir.
Bundan dolayı ilk üç halife gasıp ve yalancıdırlar.
Her üç halife de Allah Resulü'nün ortaya çıkışından önce kafir ve risaletten sonra zalim olduklarını gösteren kimseler olduklarından, onlara halife denilse bile imam denilemez.
Çünkü zalim olduklarından, "Allah'ın imamet ahdi onlara erişmez"
( Bakara- 124)
Şii müellifler Ali ile ilk üç halifeyi mukayese ederken, zaman zaman çok aşırı ithamlarda bulunarak ilk üç halifenin şahsiyetlerine yakışmayacak suçlamalar, hatta iftiralarda bulunmuşlardır.
Bazı rivayetlerde çok daha aşırıya gidilerek, "Ali beşerin en hayırlısıdır" demeyenin kafir olduğuna hükmedilmiştir.
Şia'nın 'ın bir kısmı da bu konuda daha da aşırıya giderek hululiyet inancına saplanmıştır.
Esasen Şia'nın Ali ve Ehli Beyt'e aşırı sevgi beslenmelerinin altında eski İran'ın Hululiyet inancı yatmaktadır.
Özellikle 12 imam inanç ve anlayışını Hulul inancından bağımsız olarak düşünmek olanaksızdır.
HİÇ BİR IRKIN DİĞER BİR IRKA ÜSTÜNLÜĞÜ YOKTUR.
Kur'an'ı din ve hüküm bakımından tek kaynak olarak kabul eden muvahhidler bir ırkı diğer bir Irak'tan bir lisanı ötekinden üstün görmezler.
Her ırk ve dil tarihi süreç içerisinde gelişir, güçlenir, zayıflar ve zaman içinde hayatı son bulur.
İnsanlar, kültürler, toplumlar ve medeniyetler de böyledir.
İnsanlık tarihi boyunca Allah bilir kaç toplum, millet ve medeniyet gelip geçmiştir.
Irklar ve insanlar Allah'ın yarattığı birer renk, kültür, zenginlik ve çeşitliliktir.
Bunların arasında var olan ayrılıklar, başkalıklar yalnızca bir tanışma, gelişme, sevgi, merhamet ve yardımlaşma duygusunun konusu olabilirler.
Yüce Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyurur.
"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi şubelere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah'ın yanında en değerli olanınız, sorumluluk bilincine sahip olanlarınızdır.
Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberi olandır"
(Hücurat- 13)
Aslında kişi başkasını tanımakla gerçekte kendini tanımış olur.
Bütün varlıklar aynı olsalardı, aralarında ihtilaflar veya çeşitlilikler bulunmasaydı, ortada birbirinden ayırt edilecek bir şey olmayacağından insanoğlunun ayırt etme kabiliyeti olmayacak ve kendisi için monoton, renksiz ve heyecansız bir hayat yaşanmış olacaktı.
Dolayısıyla araştırma, fikir üretme, icat etme ilim ve yeteneği de gelişmeyecekti
"O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler İçin alınacak dersler vardır"
(Rum-22)
Kur'an'a göre bir muvahhid Arap, Türklerin millet olarak varlığını, dilini, yazısını ancak bir inceleme, araştırma, öğrenme ve yararlanma konusu edinebilir.
Bir milletin Ulus olarak varlığını ortadan kaldırmaya ya da eritmeye girişmesi durumunda Allah katında sorumlu olacaktır.
Hiç kimsenin "Kürtçe'yi, Türkçe'yi boşver Arapça dilini kullan" demeye hakkı yoktur.
Diğer ulusları Araplaştırmaya yönelik bir propaganda ve çalışma içine giremez.
Kur'an'a göre Allah tüm yaratıklara onların anlayabilecekleri biri yolla iletişim kurar.
Arılara da arıların anlayacağı bir yöntemle emirlerini iletmiştir.
(Nahl-68, 69)
Yüce Allah bal arısına Arapça olarak konuşmadı.
Arıların anlayacakları bir dille onlara vahyetti.
Çünkü, bal arıları bal yaparken daha yeryüzünde beşer diye bir yaratık yaşamıyordu.
Dolayısıyla Arapça ile diğer diller arasında fazilet açısından hiçbir üstünlük yoktur.
Her dilin kendine özgü bir farkı ve özelliği vardır o kadar.
Kur'an'ın verdiği ders uyarınca, evrendeki yaratıkların tür olarak çeşitliliği, renk, ses, dil, yazı başkalıkları, yeryüzünde tek bir Allah'a inanan toplumların ibadet biçimleri birbirinden başka, gelenekleri, görenekleri, dilleri, yazıları değişik birçok toplumların bulunması, Allah'ın ilim, hikmet, kudret ve sanatından kaynaklanmaktadır.
İlk vahiy'den son vahiy olan Kur'an'a kadar değişmeyen tek şey tevhid akidesidir.
Yazı türleri "kutsal olanlar" "kutsal olmayanlar" diye ikiye ayrılmaz.
Hiç kimse "Arap yazısı kutsaldır, Latin yazısı kutsal değildir" diyemez.
Çünkü böyle bir ayrımın dilbilimsel bir dayanağı olmadığı gibi, din bakımından da bir dayanağı yoktur.
Kur'an'da böyle bir ayrım yapılmamıştır.
Kutsal öğretiler, yeryüzündeki bütün dillerle, bütün yazı türleri ile ortaya konulabilir.
Yolda yürürken yerde Arap yazısıyla yazılmış bir kağıt görünce bunu saygıyla yerden kaldırıp yüksekçe bir yere kaldıran kişi, aynı saygılı davranışı diğer diller ve yazılar için de göstermiyorsa cahillik etmiş olur.
"Arap yazısıdır" diye yerden kaldırıp yüksekçe bir yere koyarak korumaya çalıştığı o kağıtta şirk ve küfür kelimeler yazılı olabileceği gibi, Çin'ce yazı diye çöpe attığı kağıtta güzel ahlak ve öğüt verici bilgiler de olabilir.
Müslüman olup hiç bir ırkı ve dili ötekine üstün saymayan gerçek ilim sahiplerine selam olsun.
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU
(10. YAZI )
KIRTAS OLAYI -2 -
Bu konuda gelen rivayetleri Şia, ikinci halife Ömeri eleştirmek için adeta bir silah gibi kullanmaya çalışmıştır.
Zira onlara göre, Allah'ın Resulü Ali'yi halife olarak vasiyet edeceği sırada Ömer ve arkadaşları buna engel olmuşlardır.
Resülüllah (a.s ) "Benden sonra ebediyyen sapıtmayacağınız bir vasiyet yazdıracağım "dediğinde, onlar bu vasiyet ile terk edilmesi durumunda, ümmetin ebedi bir sapıklık ve inhirafını gerekli kılarak mühim bir iş kast edildiğini anladılar.
Bu iş halifenin belirlenmesinden, yöneticinin görevlendirilmesinden başka bir şey değildi.
Geçmişteki ve o sıradaki mevcut karinelerle Resülüllâh'ın vasiyetinin pâk olan Ehl-i Beyt'e ve Ali'ye yönelik olacağını hemen kavramışlardı.
Bu ise plan ve bakış acılarına aykırı idi.
Bu yüzden en sert bir şekilde karşı çıktılar.
Risâlet misyonuna yaraşmayan sözler sarf edip Allah Resulü'ne karşı gelmiş oldular.
Dolayısıyla bu hareketle kıyamete kadar ümmeti apaçık bir sapıklık içinde bıraktılar.
(Mustafavi-129 )
Şia'nın naklettiği bir rivayete göre Ömerin şöyle dediği iddia edilmektedir.
"Resulullah hastalığında Ali'nin adını açıklamak istedi, İslam için titizlik ve ihtiyattan dolayı ben engel oldum.
"Bu yapının ( Kabe'nin) Rabbine and olsun ki, Kureyş onun etrafında asla bir araya gelmezdi.
Şayet Resülüllah onu iş başına getirseydi bütün Araplar onun aleyhine hükmederdi.
Resülüllah bu işten haberdar olduğumu bildiğinden bundan vazgeçti"
( el-meclisi, 38 -157)
İran ve Irak'ın Şii televizyon kanallarında ve bütün hüseyniye derslerinde de bu olay sık sık dile getirilmektedir.
Âyetullahların Şia kaynaklarından anlattıklarına göre olay şöyle cereyan etti.
"Resulullah'ın yorgunluk ve üzüntüden dolayı bayıldı.
Biraz baygın kalınca Müslümanlar ağlamaya başladı.
Hanımlarının, çocuklarının, Müslüman kadınların ve orada hazır bulunan tüm Müslümanların haykırışları yükselmeye başladı.
Ayıldığında onlara baktı sonra
"Bana kalem ve kürek kemiği getirin ki benden sonra asla sapıklığa düşmeyeceğiniz bir yazı yazdırayım" dedi.
Sonra bayıldı.
Orada hazır bulunanlar kalem ve kemik aramaya başladılar.
Ömer, "İnnerracule leyehcur"
"Dönün bu adam sayıklıyor, ne dediğini bilmiyor" dedi.
Resülüllah ayıldığında oradakiler kalem ve kemik getirmediklerinden birbirlerini kınadılar.
Resülüllah'a kalem ve omuz kemiği getirelim mi? dediler.
Resülüllah "Bu söylediklerinizden sonra mı?
Hayır getirmeyin, fakat Ehl-i Beyt'im için hayır tavsiye ediyorum" dedi.
Sonra yüzünü topluluktan çevirdi.
( Şeyh Mufid, el-İrşad, 98;
et -Tabersi İ'lamul vera, 167;
el -Meclisi 12, 468)
17 Mart 2021 Çarşamba
ŞİRKTEN DAHA BÜYÜK BELA YOKTUR
Bir insan Kur'an'a ne kadar yoğunlaşırsa, Kur'an'ın gerçekleri ona karşı o derece açılacaktır.
"Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza hidayet edeceğiz.
Hiç şüphe yok ki Allah muhsinlerle (güzel ahlak sahibi muvahhidlerle) beraberdir"
(Ankebut-69)
Vahiy, hikmet, ilim, tefekkür ve sorgulama bir kişinin hayatına ve şuuruna hakim olursa yalan ve hurafelere, iftira ve hezeyanlara karşı kin ve nefreti daha da artacaktır.
İşin gerçeği şudur.
Bir insan vahiy, ilim akıl ve kainatta bulunan Allah'ın âyetlerine karşı imanı ne kadar güçlü olursa Allah Ve Resulu adına iftira olan hurafelere ve hurafelerin sahiplerine karşı o derece kalbinde kin ve düşmanlık artacaktır.
Yani Kur'an'ı bir türlü kabul etmeyen, sürekli mezhebini ve atalar dinini ileri sürerek Kur'an’a itiraz eden bu ahlaksız imansızlara karşı duyduğumuz kin ve nefret vahiy ile alakalı bir durumdur.
"Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah'ın yanında gerekse iman edenlerin yanında bu ahlakları büyük bir nefretle karşılanır.
Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler"
( Mümin- 35)
Yukarıdaki âyette bulunan "...gerekse iman edenlerin yanında bu ahlakları büyük bir nefretle karşılanır..." bölümü, iman edenler için dünyalık olan her şeyden daha değerlidir.
Bizim bu hurafecilere olan kin ve düşmanlığımız, Allah'ı ve elçisini dünyalık menfaatlerine âlet etmelerinden ileri geliyor yani Allah'ın bizde var olan ahlakından kaynaklanıyor.
Yoksa Allah Ve Resul'ü adına yani İslam hesabına konuşmasalardı, Müslüman olarak geçinmeselerdi, din ve iman adına cahil halkı aldatmasalardı, biz Kur'an ehli muvahhidlerin onlara karşı bu kadar kin ve düşmanlığımız gerçekten mantıksız olurdu.
Mesela: Biz vahiy ehli muvahhidler, hurafeci mezhepçilere, cemaatlere ve tarikatlara duyduğumuz kin ve nefreti Yahudi ve Hristiyanlara karşı duymuyoruz.
Çünkü bunlar iman ettiğimiz dinin milletini aldatıyorlar.
Bizim ülkenin, yaşadığımız vatanın insanını istismar ediyorlar.
Bile bile dine, imana, Kur'an'a ihanet ediyorlar, yalan söylüyorlar, toplumu aldatıyorlar.
Mesela:
Din ve hüküm olarak Kur'an’ı tek kaynak kabul eden biz muvahhidler, Yahudi ve Hristiyan din adamlarına karşı duyduğumuz kin ve düşmanlığı ateist ve komünistlere karşı duymuyoruz.
Çünkü Yahudi ve Hristiyan din adamları, yine yüce Allah ve elçisi adına insanları aldatıp sömürüyorlar.
Peki siyasal islamcılar din satan ve Allah ile aldatan bu istismarcılara karşı niye bir şey yapmıyorlar?
Bu dini dünyaya satan ahlaksızlara karşı siyasal islamcıların sesi niye hiç çıkmıyor?
Onlar için devletin imkanları, maddi itibar, makam, mevki, saltanat, dünya zevki ve hayatı Allah ve Resul'ünden, din ve imandan, Kur'an ve ahiretten daha değerli olduğu içindir.
Evet siyasal islamcılar
1) Kur'an ve tevhid konusunda korkunç derecede cahildirler.
Kur'an'sız ve müşrik bir toplumun ne kadar tehlikeli olduğunun farkında değillerdir.
(Fetö örneğinde görüldüğü gibi)
2) Siyasal islamcıların yanında Kur'an dininin önemi yani hanif İalam'ın değeri dünya saltanatı ve itibarı kadar bir değeri bulunmamaktadır.
Siyasal islamcılar siyaseti konuştuklarının binde biri kadar Kur'an’ı konuşmazlar.
Çünkü baştan sona kadar tam bir Kur'an cahilidirler.
Siyasal islamcılar Kur'an'ın ilminden ve ahlakından zerre kadar haberleri yoktur.
Vahiy dininde şirk konusu çok hassas bir konudur.
Son inen vahiy olan Kur'an en az iki bin ( 2000) ayetle şirk'in üzerinde hassasiyetle durur.
Yüce Allah'ın ahirette affetmeyeceği tek günah ve en büyük zulüm şirk'tir.
Bu yüzden şanı yüce olan Allah müşriklerle evlenmeyi kesin olarak yasaklamıştır.
Özellikle şirk kavramının üzerinde önemle durarak şöyle buyurmuştur.
"İman etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin. Hoşunuza gitse bile müşrike bir kadından, imanlı bir cariye kesinlikle daha hayırlıdır.
İman etmedikçe müşrik erkekleri de kızlarınızla evlendirmeyin.
Hoşunuza gitse bile, müşrik bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha hayırlıdır.
Müşrikler cehenneme davet ederler. Allah ise rahmet ve yardımı ile cennete ve mağfirete davet eder.
Allah, öğüt alsınlar diye ayetleri insanlara böyle açıklar"
( Bakara- 221)
Başka bir âyette yüce Allah şöyle buyuruyor.
"...Mümin kadınlardan İffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden İffetli kadınlar da mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helaldir..."
( Maide- 5)
Peki müşriklerle evlenmeyi yasak eden Allah neden Yahudi ve Hiristiyanlarla evlenmeyi mubah kılıyor.
Halbuki Yahudiler ve Hristiyanlar'da müşriktirler.
Yahudi ve Hristiynlar'ın müşrik oldukları ile alakalı Kur'an'da birçok âyet vardır.
Burada belirleyici olan "şirk" ve "müşrik" kavramlarıdır.
Yani şirk dininde kişi bir bilinç, şuur, ilim ve inatla batıl inancı için mücadele ediyorsa, dinini savunma kabiliyetine sahipse bu kişi ile evlenilmez.
Hangi dine kendisini izafe ederse etsin din ve hüküm olarak Kur'an’dan başka kaynak kabul eden fanatik müşriklerle evlenmek haramdır.
Yani Allah'ın açık âyetlerine göre şirk olduğu belli olan bir inanca sahip olan bir müşrik ile bir araya gelip nikah kıyılması Allah tarafından kesin olarak yasaklanmıştır.
Çünkü müşrik kula kulluk ettiğinden dolayı necistir, pistir, mikroptur, haindir, alçaktır.
"Ey iman edenler!
Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid'i Haram'a yaklaşmasınlar..."
(Tevbe- 28)
Aslında müslüman olmayanların Mekke ve Medine'ye girmeleri, Mescid'i Haram'ı ziyaret etmeleri ve oralarda gezi yapmaları asla haram değildir.
Bu konunun bağlam ve bütünlüğünden şöyle bir mana çıkıyor.
"Ey iman edenler!
İlahlarına bağlı olan ve onlardan vazgeçmeyen, tevhid dini olan İslamı kabul etmeyen Mekke müşriklerini İbrahim'in kurmuş olduğu, tevhid dininin vatanı olan Mescid'i Haram'a sokmayın, orada oturmasınlar arazi ve mesken edinmesinler, ibadet kastıyla oraya yaklaşmasınlar.
Yoksa Yahudi ve Hristiyanların sadece gezme ve görme amaçlı olarak Mescid'i Haram'a girmelerini hiç kimse engelleyemez.
Yukarıdaki âyette belirleyici olan şuurlu ve bilinçli şirk'tir.
Anadan- Babadan kalma taklidi iman şirk de olsa sahibini müşrik yapmaz.
Müşrik olabilmek için din kisvesine bürünüp insanları Allah ile aldatmak gerekiyor.
Şuurlu ve bilinçli bir imanla işlenen şirk ile taklidi şirk arasında çok büyük bir fark vardır.
İşte bu yüzden Allah "Şirk" ve "Müşrik" kavramlarını özellikle kullanıyor.
MESELA
"...Fakat kendilerini çağırdığın bu (din-tevhid) müşriklere ağır gelir..."
( Şura-13)
Âyette özellikle "müşrikler" kelimesinin kullanılması, bir bilinç ve inatla şirk'e bağlı olan inancı kast ettiği açıktır.
MESELA
"Zâni olan erkek, zâniye olan olan veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez, zâniye olan kadınla da ancak zâni olan veya müşrik olan erkek evlenir. Bu muminlere (muvvahidlere) haram kılınmıştır"
( Nur- 3 )
Aslında zina eden bir kadın ve erkekle evlenmenin bir sakıncası yoktur.
Yani şu veya bu şekilde günaha girerek zina eden bir erkekle zina eden bir kadınla evlenmek asla haram değildir.
Âyette kastedilen zina fiilini alışkanlık haline getiren, onu ahlak edinen, ondan vazgeçmeyen ahlaksız kişilerle alakalıdır.
Fahişe ile evlenilmez, ancak tevbe ederse o başka.
Şirk de böyledir, kişi şirk fiilini bir ahlak ve bir inat haline getirirse, ondan vazgeçme yolu aramıyorsa, hangi dinden kendisini gösterirse göstersin onunla evlenilmez.
Otuz yıldan beri Kur'an'ı inceliyorum, son yıllarda tamamen Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü ile alakalı çalışıyorum.
Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak olmadığına inanıyorum.
Kur'an'ın bir tevhid ve ahlak kitabı olduğunu görüyor ve şunu iddia ediyorum.
Tarikat ve cemaatlerde bulunan şirk insanlık tarihinde işlenen bütün şirklerden daha açık ve daha yoğundur.
Eğer tarikatlarda olan inanç ve bu inanca bağlı olarak dile getirilen sözler , şirk ve küfür değilse, bu sözleri söyleyenleri ve itiraz etmeden dinleyenleri müşrik yapmıyorsa, artık dünyada hiç kimseye müşrik deme hakkına sahip olmayız.
Şirk küfründe hiç kimse tarikat ve cemaatleri aşamaz.
Firavun, Nemrut, Ebu Cehil, Ebu Lehep, Velid İbni Muğire, As bin Vail tarikat şeyhleri ve onlara ölümüne bağlı olan müritlerin yanında çok saf ve temiz kalırlar.
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU
(9. YAZI )
ĞADİR-İ HUM HADİSLERİ -4 -
Şii müellif ve muhaddislere göre, öğle vakti idi Allah Resulü iki rekat namaz kıldı.
Güneş zeval vaktine girince onun müezzini öğle ezanını okudu.
İnsanlara öğle namazını kıldırdı.
Sonra kendi çadırında oturdu.
Karşısında bulunan çadırda da Ali'nin oturmasını emretti.
Sonra müslümanlara, bölük bölük Ali'nin huzuruna girmelerini, imametini tebrik etmelerini ve ona "Emiril Mü'minin" diye selam vermelerini emretti.
O gün bütün insanlar bu işi yaptılar.
Sonra hanımlarına ve tüm Müslümanların hanımlarına da Ali'nin huzuruna girip onu "Emiril-Mü'minin:"mü'minlerin emiri" olarak selamlamalarını emretti.
Hepsi emri yerine getirdiler.
Çadırına gelip Ali'yi tebrik edenler arasında Ömer Bin el-Hattab ve Hassan bin Sabit de vardı.
Ömer Aliye "Ne mutlu sana! Benim ve tum müminlerin emiri oldun! dedi.
Ğadir olayı 18 Zilhicce Hicri 10 (16 Mart 632) tarihinde gerçekleştiği için Şia 18 Zilhicce gününü Ğadir günü, (el - Meclisi, 37. 108 )
Ğadir Bayramı demekte ve bu güne çok büyük önem göstermekte ve en büyük bayram olarak kutlamaktadır.
Ğadir günü için oruç, namaz ve dua gibi birtakım ibadetler ifa etmekte ve bir çok yerde merasim düzenlemektedir.
KIRTAS OLAYI :
Vefatından dört gece önce perşembe günü sahabilerden bir grup Resülüllah'ın yanında toplanmışlardı.
İbni Abbastan rivayet edildiğine göre Resülüllah (Aleyhisselam ) onlara
"Bana kırtas (yazı malzemesi ) getirin, size benden sonra ebediyyen sapıtmayacağınız bir vasiyet yazdıracağım "dedi.
Ömer, "Resulullah'a hastalığı baskın gelmiştir(Hastalığı artmıştır )
(İnnerracüle leyehcur, hasbuna kiteballâhi ) "Resülüllah'ın aklı başında değildir, ne dediğini bilmiyor, sayıklıyor, yanımızda Allah'ın kitabı var, bize Allah'ın kitabı yeter"dedi.
Bazıları da onu destekledi.
Bu konuda kargaşa ve ihtilaf çıktı.
Diğer bir kesim "Resülüllah'a yazı malzemesi getirin, size, bir yazsın da hiç bir zaman yolunuzu şaşırmayasınız! "dediler.
Onların bu şekilde tartışmaları Allah Resulü'nün hoşuna gitmedi.
Onları yanından çıkmalarını emretti.
Bunun üzerine İbni Abbas "Allah'ın Resulü ile yazacağı yazı arasına girilmiş olması ne kadar büyük bir felakettir " diyordu.
(Ahmed bin Hanbel -1,324 -325, 336, Buhari, Merda -17 (vııı -9) Müslim "Vasiyye - 5, 22 (11, 1259 )
16 Mart 2021 Salı
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR
(7.YAZI)
"Ali Hocam!
Bu yazınız, not ettiğim bir çok bilgi yüklü paylaşımlardan biri.
Zaman zaman okumaktan haz aldığım baş ucu notlarımın arasında.
Sağolun eksik olmayın"
(Hayri Sipahi,"Allah'a giden yol mabedlerden geçmez" yazısı için yaptığı yorum)
----------------------------------------------------
Sayın hocam!
"Hz. Ali'ye bazı sahabeler, ya Ali! Allaha daha çok nasıl yakın olabiliriz? diye sordular.
Cevaben dedi ki: "Allah'ın Kur'an'da size gösterdiğini kendinize rehber edinin.
Yani sünnetullaha yönelin.
Allah Rahim'dir.
Sizde merhamet edin, acıyan olun.
Allah Rahman'dır.
Sizde, size karşı bir hata işleyeni, özür dileyeni bağışlayın.
Allah hâlıktır.
Sizde yaratılmış eşyadan yaşamınızı kolaylaştıracak bir şeyler yaratın.
Allah kebirdir.
Sizde kebire (büyüklük taslayana) karşı kibirli olabilirsiniz.
Allah kahhardır.
Sizde zalime karşı kahhar (kahredici) olabilirsiniz.
Bunun gibi, siz daha iyi bilirsiniz bunları emreden âyetlerde var hocam.
Allah sizden razı olsun"
(Şükrü Burç)
-------------------------------------------------
Hocam!
Yuvarlanırken büyüyen kar yumağı gibi, içimizdeki bildiklerimiz ve bilmediklerimizi engin ufkunuz ve ilminizle beraber belağatınızla harekete geçirip bizi "enziruna" (insanları Kur'an ile uyarmaya) davet ediyorsunuz.
Bizde başım, gözüm üstüne diyerek
karınca misali duyurmaya çağırıyoruz.
Yaptığınız güzelliğin misliyle ecrini Rabbim dünya ve ahirette lütfetsin inşallah, tüm müminlerle beraber Allah'a emanet olunuz hocam!
(Ismail Kilic)
-----------------------------------------------------
Kardeşim !
Problemlerimizi çok güzel analiz ediyor ve ortaya koyuyorsunuz! Benim kafama çok şey takılıyor insanlar hakkında !
Gördüğüm kadarıyla Kur'an'ı çok güzel açıklayan ve anlatan bir kişi bile (ve bunlar bana göre çok fazla) Kur'an’ın özünü, insanlara ve topluma ne vermek istediğini tam kavrayamıyorlar!
Allah hep adaletlidir, merhametlidir, affeder, herkese eşit davranır vs yani hep iyilik ve güzellik olduğu yerde Allah vardır.
Bu gün böyle, yarın başka olmaz, sevgiler
(Hüseyin Bostan)
----------------------------------------------------
Ağzını eğmeden, bükmeden, esnemeden, örtmeden, dosdoğru bir şekilde, hiç kimsenin kınamasından korkmadan bu dini neşretmeye çalışmak herkesin işi değil, zor bir iş.
Eminim Rabbim bu gayretinin karşılığını size verir inşallah hocam .
(Muammer Aydın)
---------------------------------------------------
Yüreğinize sağlık hocam!
Ancak benim anlayamadığım, bu adamın bu kadar rezillikleri var.
Hurefeleri hatta yüce Allah'ı, şeyhi Mahmud'a benzetmesi ve daha nice akıllara zarar konuşmaları.
Bu peşinde giden binlerce insan hiç mi sorgulamaz, hiç mi düşünmezler?
Bu adamı Fatih Altaylı sırf birşeyleri itiraf ettirmek ve eğlenmek için çağırıyor.
Bu adamı binlerce kişi takip ediyor ve onun reklamını yapıyor.
Ama hocam ben kesinlikle anladım, bir insan inanmak ve bilmek istemiyorsa ne söylense boştur.
Kur'an'ı Mübin'de bildirildiği üzere ancak gerçek akıl sahipleri düşünüp anlar ve bulur.
(Bakara-269)
Yani binlerce takipçisinin olması onun doğru olduğu anlamına gelmediği gibi, sadece cehalletleri çoğalıyor.
İslam ülkelerinin durumu ortada, cübbeli gibileri birer proje sadece,
Bir ülkenin insanlarını cehalete sürüklemek için varlar.
Olumlu hiçbir getirileri yok.
Allah onu takip edenlere feraset versin inşaAllah.
Umarım geç olmadan birileri tevhid dinini yüce kitabımızdan öğrenir"
(Meral İnce Çelik"Cübbeli Ahmet" adlı yazıya yaptığı yorum)
EYYÜB SULTAN HURAFESİ
"Emevilerin Miladi 669 yılındaki Kostantinopolis kuşatmasına
katılan ve bu sırada hastalanarak ölen Ebu Eyyüb el_Ensari'nin vasiyeti uyarınca İslam ordusunun ulaşabildiği en ileri noktada defnedildiği ve sahabilerden bir kaçının mezarınında yine o civarda olduğu kabul edilir.
Emevi ordusu çekildikten sonra Bizanslıların kabrin korunmasına özen gösterdikleri, üzerine dört sutunla taşınan bir kubbe yaptıkları ve geceleri burada kandil yaktıkları rivayetler arasındadır.
Ancak İstanbul'un gelecekteki fethinde Ebu Eyyüb el Ensari'nin yol gösterici bir rol oynayacağına dair rivayetler hep yaşayagelmişti.
İşte bu zeminde 1453'te kuşatma sürerken 2. Mehmed'in hocası Akşemseddin'in keramet göstererek
Ebu Eyyüb El Ensari'nin mezarını keşfettiği ilan edilmiş, bunu fethin gerçekleşeceği yolunda önemli bir işaret sayan askerlerinde morali yükselmişti.
Kabrin yeri olarak Akşemseddin'in gösterdiği noktada hemen bir türbe yapılmış, fetih'ten kısa süre sonra da Eyyüb Sultan diye bilinecek olan cami ile medrese inşa edilerek bu yörenin manevi yapısının temelleri atılmıştı"
(TDV. İslam Ans-C.12, Sayfa- 2)
Hikaye bu:
Her halde bu saçma sapan hikayeden daha mantıklı bir şey akıllarına gelmedi.
Yani ümmi halk bu derece Kur'an’ın ilminden ve İslam ahlakından uzaklaştırıldı.
İnsanların akıllarıyla alay etmekten utanmadılar.
Allah'tan korkmadan yüzyıllardan beri topluma aralıksız yalan söylüyorlar.
Ümmeti bu derece aldatmanın sorumluluğundan hiç endişe etmiyorlar.
Eyyüb Sultan!! yalanı ve hurafesi Yahudilik'te, Hıristiyanlık'ta, Budizm'de, Şamanizm'de, Mecusilik'te olabilir.
Fakat Kur'an gibi, Allah'ın ilmiyle nazil olan, bu derece akla değer veren, ilmi kutsayan, tedebbür, tezekkür, tefekkür ve tefekkuh diyen, aklı kullanmaya davet eden bir dinde bunları nasıl söylersiniz?
Demek ki, sizin de kitabınız Kur'an değildir.
Kitabı Kur'an olanını böyle bir saçmalığa inanması ve böyle bir şey söylemesi olacak bir şey degildir.
Kur'an gibi bir kitaba dayanan yüce ve muazzez İslam dini böyle saçma sapan yalanları kabul edip sineye çekemez.
"Eyyüb el_Ensari'nin vefatından 780 sene sonra keramet yoluyla bulunarak İstanbul'un fethine yol gösterici bir rol oynayacak, fethin gerçekleşeceği yolunda önemli bir işaret teşkil edecek ve böylece askerin morali yükselmiş olarak" gibi rivayetlerin zerresini tevhid dini olan İslam kabul etmez.
Bu hikayede tek doğru mevcut değildir.
Eyyüb Sultan hurafesi, İstanbul'un alınması için şehre kutsallık yükleyerek, orduyu savaşa teşvik etmek gayesiyle uydurulmuş yalan ve hurafeden başka hiçbir şey değildir.
Eyyüb Sultan olarak bilinen yerde hiçbir şey yoktur.
Veya Bizanstan kalma bir din ya da Devlet büyüğünün mezarı bulunmaktadır.
Hıristiyan Bizanstan kalma bir mezarı Allah Resulü'nün sahabisi diye insanlara yutturmaya çalışmak en hafif bir deyimle sahtekarlıktır, putperestliktir.
Gerçi orada medfün bulunan Ebu Eyyüb el_Ensari'de olsa İslam açısından zerre kadar bir değeri yoktur.
Hatta orada medfün bulunan bir Nebi ve Resul dahi olsa, manevi açıdan insanlara ne faydası vardır.
Sadece insanların dini duygularını sömürerek, onları günaha sokan bir çok hurafelere ve şirk işlemelerine yol açılmış olur.
Bu çeşit yalanlarla insanların dini duygularını sömürüp aldatırsanız onlardan dürüstlük, erdem, fazilet, güzel ahlak namına bir şey üretmelerini ve akıllarını kullanarak bir icad yapmalarını bekleyemezsiniz.
15 Mart 2021 Pazartesi
BEKTAŞİLİK
(2.YAZI)
Böylece Bektaşilik ikinci Mahmud tarafından 1826'da yeniçeri ocağıyla birlikte ilga edilinceye kadar varlığını kesintisiz sürdürmüştür.
İmparatorluktaki bütün Bektaşi tekkelerini Nakşibendi tarikatının emrine veren ikinci Mahmud bununla hiç şüphe yok ki Bektaşilik gibi gayri Sünni bir tarikatı bu koyu Sünni tarikat bünyesinde zamanla eritmeyi amaçlamıştır.
Kalenderilikten doğmuş olması sebebiyle Bektaşiliğin daha başından beri Sünni din anlayışının itikat ve ibadet esasları karşısında genellikle kayıtsız ve duyarsız bir tutum içerisinde olduğu tarihi bir gerçektir.
Bu konuyla ilgili ipuçları muhtelif Bektaşi menkibelerinde ve nefeslerinde rahatça rastlanabildiği gibi meşhur Bektaşi fıkraları da ayrı bir delildir.
Bektaşilik, dinin mükelleflerini mecbur tuttuğu salat-ı ikame, savm gibi ibadetleri açıkça olmasa da çeşitler te'vilerle rad yolunu tercih etmiştir.
Buna karşılık İslam öncesi eski Türk dinleriyle Şamanizm, Budizm, Hinduizm ve eski İran dinlerinin bakiyelerine dayanan bir takım ayin ve erkan geliştirmiştir"
( TDV. İsl.Ans.C. 5- S 373)
HACI BEKTAŞ SÜNNİ MİYDİ?
Batıni- Alevi bir derviş olduğu kesin olan Hacı Bektaş Alevilere yapılan haksız baskılardan dolayı eserlerine Sünni unsurları kattığı anlaşılmaktadır.
Büyük bir katliam yaşanan Baba-i ayaklanmasının cereyan ettiği bir dönemde egemen olan Sünni şer'i dinsel anlayışın baskısıyla, batıni bir önderin kimi saldırılara karşı savunma ve takiyye amaçlı, Sünni anlayış doğrultusunda bazı görüşleri eserine dahil etmesi kaçınılmaz bir durumdur"
Abdülkadir Gölpınarlı "Mevlana Celaleddin" adlı eserinde Hacı Bektaş için şöyle demektedir.
,Halbuki Horosani'lerden olmakla birlikte ne kadar bilgin olduğunu bilemediğimiz, ancak Makalatına ve gene elimizde bulunan bir şathiyesine (Sünni inanç esaslarına aykırı söz) nazaran derin ve geniş bir bilgiye sahip olmaktan ziyade münteşir ( yaygın) terbiye ile yetiştiğini sandığımız Hacı Bektaş, bir halk isyanının arda kalanları tarafından ulu tanındı.
Bilgisi, meşrebi ve mezhebi bakımından yalnız medrese mensupları tarafından değil, tarikatçılar tarafından da kınanan bu zümre, ilk zamanlardan itibaren gizlenmeye lüzum görmüş tekkelerini ve şehirlerini dağ başlarında, ıssız yerlerde kurmuşlardır.
Onları İslam'dan dışarı gören saltanat ve medrese, bu zümreyi vakıf kurmaktan bile mahrum etmiştir"
(S. 239- 240)
Bu ifadeler Batıni- Alevi zümre üzerindeki baskının ne denli şiddetli olduğunu göstermesi bakımından kayda değerdir.
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU
(8.YAZI )
el -Alleme el-Hilli lakabıyla tanınan ünlü Şii âlim ve müellif ibnul -Mutahhar, Ali'nin imamatini nakli deliller ile ispat edebilmek için el-Elfeyn fi imameti Emiril-Mü'minin Ali b. Ebi Talib adlı eseri kaleme almış(Beyrut 1982 )
Ve bu eserinde iki bin (2000)âdet nakil ( âyet ve hadisi) delil saymıştır.
İleride görüleceği üzere, Şia'nın bir çok müellifi de Ali'nin Allah Resulün'den sonra onun halifesi, Mü'minlerin Emiri ve vâsisi olduğunu ispat edebilmek için çok sayıda âyet ve hadis zikretmektedirler.
Şii müfessirler de bir çok ayeti İmamet eksenli olarak yorumlamaktadırlar.
Bütün bu delillerin sıralanması kuşkusuz bu çalışmanın sınırlarını aşar.
Burada Şia'nın bugün dâhi bu konuda mutlak delil olarak kabul ettiği bir kaç hususa değinmek, İmamiyye Şia'sının anlayışı üzerinde durmakla yetineceğiz.
- MENZİLE HADİSİ -
Şia'ya göre Allah Resulü ( Aleyhisselam ) hicretin 9.yılında Tebuk gazvesine giderken Ali için söylediği
"Senin benim yanımdaki konumun (Menzile )Harun'un Musa'nın yanındaki konumu gibidir.
Ancak benden sonra Nebi gelmeyecektir"
(İbni Sâd- 3, 23, Buhari- Megazi -78 (V. 129)
Müslim -Fedailus -Sahabe -4 (2 1870 )
Müfid -el -İrşad, 11)
Ebi Mansur Ahmed bin Ali b. Ebi Talib et -Taberi, el ihticac, Beyrut, 1983 -1,36)
Şeyh Saduk, bu hadisin imamete delalet ettiğini teyid ederek diyor ki, "Cabir b. Abdullah'tan Allah Resulü'nün Ali için söylediği
"Senin benim yanımdaki konumun, Harun'un Musa'nın yanındaki konumu gibidir..."sözünün anlamı soruldu.
O, vallahi bununla hayatında ve vefatından sonra onu ümmeti için kendi yerine halife tayin etmiştir.
Ona itaat etmeyi farz kılmıştır.
Bu sözden sonra kim onun halifeliğine tanıklık etmezse o zalimlerdendir "dedi.
(Şeyh Saduk, Me'ani -Ahbar, Beyrut 1990, 74, Nebile -116, krş, Müfid, el-ifsah -6)
Buna göre hadiste istisna edilen Elçilik hariç, bütün durumlarda Resülüllah'a göre Ali'nin konumu, Musa'ya göre Harun'un konumu gibi kabul edilmekle daha sonra da Harun(a.s) da var olan hasletler sıralanarak aynı hasletlerin Ali'de de var olduğu vurgulanmaktadır.
Hatta daha fazlası..."
Şii âlimlere göre resüllük misyonu hariç Harun için var olan her makam ve mansıb Ali içinde mevcuttur.
Bu bağlamda Musa (a.s) ın duasını içeren aşağıdaki âyet zikredilerek Harun (a.s) ile Ali (r.a) arasındaki benzerlikler sıralanmaktadır.
"Bana âilemden bir vezir ver. Kardeşim Harun'u, onunla beni kuvvetlendir. Ona (elçilik) işimde ortak et"
(Tâhâ 29-30)
Harun ile Ali'nin sema'daki iki parlak yıldız ve yüzdeki iki göz mesabesinde oldukları, her ikisinin de ümmetlerine aynı görevi üstlendikleri birinin diğerinden farklı bir ayrıcalığı olmadığı sıklıkla dile getirilmektedir.
Bazı rivayetlere bakıldığında Şii ravilerin, Ali'yi neredeyse Risalet görevinde de Allah Resulü (Aleyhisselam)a ortak kılma çabası içerisinde oldukları düşüncesine kapılmaktan insan kendisini alamamaktadır.
Birçok rivayette bu düşünce açıkça ortaya konmaktadır.
Nitekim İbni ebil Hadid, İmamı Cafer es- Sadık'ın şöyle dediğini nakletmektedir "Ali (Aleyhisselam) nübüvetten önce Rasulullah(Aleyhisselam ) ile birlikte ışık görüyor, ses işitiyordu.
Nebi (a.s) ona şöyle dedi.
"Ben Nebilerin sonuncusu olmasaydım sen Nübüvvette bana ortak olurdun"
"Sen Nebi değilsen de Nebi'nin vâsisi ve vârisisin.
"Dahası vâsilerin efendisi ve muttaki Kulların imamısın "( İbni ebil Hadid,10 - 13-20)
13 Mart 2021 Cumartesi
SAİD NURSİ HEDEF SAPTIRARAK MİLLETİ ALDATTI.
Kur'anın bağlam ve bütünlüğüne, özellikle Kur'an'ın kavramları olan küfür-kâfir, şirk-müşrik, zulüm-zalim, fısk-fusuk, kizb-tekzib gibi bir çok kavramın Allah'ın varlığını kabul etmeyen dinsizlerle ilgili değil, Allah'a iman eden, kulluk yapan hatta dindar olarak kabul edeceğimiz kimseler hakkında kullanılmışlardır.
Ama Said Nursi tam aksine bir yol izleyerek, sanki bütün dünya şirk ve küfür pençesinde değil de, dinsizlik pençesinde kıvranıyor gibi, ömrünü Allah'ın varlığını ispat etme üzerine yoğunlaştırmıştır.
Böyle olunca Kur'anın yüzlerce âyette kınadığı şirk ve müşriklerin, dolayısıyla Yahudi ve Hristiyanların, Şia ve Ehl-i Sünnet'in bütün şirk, küfür, zulüm ve vahşetlerinin görülmesini engelleyerek hedef saptırmıştır.
Eserlerinde müşrikleri ,Yahudi ve Hristiyanları, mezhep ve fırkaları eleştirdiği bir cümlesi bile mevcut değildir.
Halbuki yeryüzünde olan vahşet ve katliamların en büyük sebebi dinsizlik değil, şirk ve ırkçılık belasıdır.
Ateistler hiçbir zaman Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünniler kadar etkili ve tehlikeli olamazlar.
Hatta ateistler değil bir hükümet ve bir devlet kurmak, bir dernek ve vakıf bile kurabilecek bir güce sahip değillerdir.
Yani anlayacağınız fetö'nün inanç atası ve fikir babası Said Nursi çok kötü bir şekilde milleti aldattı.
Allah'a ve O'nun dini olan İslam'a en büyük düşman ateistler değil, müşriklerdir
(Tevbe-114; Şura-13)
HARRE OLAYI
Ehl-i Sünnet dini tam olarak Emevi ve Abbasiler döneminde uydurulan hadisler ve bu hadislerden çıkarılan ictihadlar üzerine bina edildiği için mezhep âlimleri Emevi ve Abbasiler tarafından yapılan zulüm ve katliamların bir çoğunu örtbas etmişlerdir.
Ehl-i Sünnet dini vahşi ve karanlık bir zeminde doğmuş olmasına rağmen, âlimler o devri sanki saadet ve selamet devri olarak görür ve gösteriler.
Özellikle Emeviler dönemi tam olarak bir istibdat, zulüm ve vahşet devridir.
İnanmıyorsanız buyurun "Harre Olayına" tarihten bir göz atalım.
Yalnız"Harre Olayını"okuduğunuzda Ehl-i Sünnet dininin nasıl karanlık bir zeminde doğduğunu ve kimin kuruluşu olduğunu aklınızdan çıkarırsanız bu olaydan hiçbir ders çıkarmamış olursunuz.
Dolayısıyla Ehl-i Sünnet dininin ne kadar vahşi olduğunu anlamaktan uzak kalırsınız.
Hicri 10 Muharrem 61, 680 Miladi yılında meydana gelen Kerbela faciasından sonra Emevilerin ikinci Halifesi Yezid bin Muaviye bin Ebi Süfyan bütün müslümanları kendine biat etmeye davet etmiştir.
Medine'de Allah Resulü'nün arkadaşları ile tabiin, Yezid'in hüküm sürdüğü Şam'da Kur'an'ın inanç ve ahlakına aykırı yaşayışı ve halka yaptığı zulümden dolayı hilafetini kabul etmeyeceklerini ilan ettiler.
Bu gelişme karşısında Müslim bin Ukbe komutasında (12 000) "on iki bin kişilik" bir orduyu Medine'nin üzerine gönderir.
Emevi ordusunun içinde kendileriyle ittifak halinde bulunan Bizans askerleri de vardır.
Allah Resulünün arkadaşları ve Medine halkı şehri savunmak için hendekler kazarlar.
Fakat çok güçlü olan Emevi ve Bizans ordusu karşısında fazla dayanamazlar.
Haliyle mağlup olurlar.
Emevi ordu komutanı Müslim bin Ukbe, Yezid'in emriyle işgal edilen Medine'yi üç gün boyunca yağmalaması için "mubah" kılar.
"Mubah" kelimesi, her türlü mal ve can yağmacıların saldırılarına serbest bırakılması anlamına gelmektedir.
Allah Resulü'nün 80 civarında arkadaşı öldürülür.
Başları kesilir ve başkent Şam'da bulunan Yezid'e gönderilir.
Vahiy kâtibi!!! Muaviye'nin oğlu Yezid'in ordusu tarafından bütün genç kızlara ve kadınlara tecavüz edilir.
Yaşlı, genç, çocuk demeden binlerce müslüman acımasızca katledilir.
Genç kızlar cariye, erkekler köle olarak kabul edilir.
Ev ve işyerleri yağmalanır.
Allah Resulünün mescidinin bulunduğu topraklar kirletilmiş Medine harap olmuştur.
Yıl Hicri 63 (27 zilhicce) Miladi 683, 27 Ağustos
Ehli Sünnet dininin yanında vahiy katibi ve ender sahabi olarak kabul edilen Muaviye bin Ebi Süfyan,
Müslümanların meşru halifesi olan Ali'ye karşı gelerek sıffin'de yapılan savaşta binlerce insan hayatını kaybetmiştir.
Pek tâbi dir ki oğluna da Mekke ve Medine'yi tahrip ederek yerle bir etmek düşecektir.
Yezid bin Muaviye, Emevi Arap ırkçılığına karşı çıktıkları için Allah Resulü'nün hicret yeri olan Medine'de 80 küsür sahabi olmak üzere on bin (10 000) Müslümanı katlettikten sonra orduyu Mekke üzerine sevkeder.
Medine'de katliam gerçekleştiren ordunun komutanı Müslim bin Ukbe yolda hastalanır ve ölür.
Yerine Emevilerin en sadık köpeği olan Haccac bin Yusuf komutanlığa getirilir.
Haccac bin Yusuf, daha sonra yaptığı zulüm ve katliamlardan dolayı "Zalim" olarak şöhret olacaktır.
Fakat Emevi Abbasi Ehli Sünnet dini Haccac'ı da temize çıkaracaktır.
Çünkü Ehli Sünnet kaynaklarına göre Haccac çok Kur'an okuyan muttaki birisi idi.
Dahası onlara göre Kur'an'ı notalayan, yani Kur'an'a hareke koyduran da Haccac idi.
Daha da, aslında halk bu zulümleri hak edecek bir karakter ve ahlaka sahip idi.
Daha da ilerisi Emevi dini Ehl-i Sünnet mezhebine göre bu vahşet ve katliamlar ümmetin bir kaderi ve Allah'ın bir takdiri idi.
Sözü fazla uzatmadan olayımıza gelelim.
Mekke'yi kuşatan Emevi ordusu, aylarca mancınıkla şehri taş yağmuruna tutar.
Atılan taşlarla Kabe yıkılır.
Mekke halkı açlıkla kıvranır.
Zalim Haccac, Müslümanları aşağılamak için Mekke'ye mancınıkla hayvan leşleri attırır.
Halk açlıktan köpek leşlerini bile yemek zorunda kalır.
Bulaşıcı hastalıklar yayılır.
Yezide karşı çıkan sahabi Zübeyr bin Avvam'ın oğlu Mekke'nin Emiri Abdullah bin Zübeyr, bu şekilde yaşamaktansa vuruşarak ölmeyi tercih eder ve çıkan çatışmada şehit olur.
Kafası kesilir Şam'a gönderilir.
Cenazesi üç gün Mekke'de asılı kalır.
Annesinin çok yalvarması üzerine indirilip kendisine verilir.
Zalim Haccac, Mekke'de katliamlara devam eder, yıkılan kabeyi yaktırır.
(Zalim Haccac, valilik ve komutanlık dönemlerinde 200 000 kişinin ölümünden sorumlu olduğu söylenmektedir)
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU
(7. YAZI )
ĞADİR-İ HUM HADİSLERİ : 3
Şii müelliflere göre böylece son farz olan velayet emri de geldikten sonra Resülüllah daha orada iken şu mealdeki âyeti kerime nazil olmuştur.
"İşte bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslama razı oldum..."( Maide- 3)
Şii müelliflerin rivayetlerini özetleyecek olursak olay şöyle aktarılmaktadır.
Resülüllah ( Aleyhisselam ) hac ile ilgili (Veda Haccı ) ibadetlerini yerine getirdikten sonra Medine'ye dönmek üzere yola çıktı.
Ğadir-i Hum denilen yere geldiğinde Cebrail (a.s)indi.
Resülüllah'a Ali'yi kaldırıp imam tayin etmesini emretti.
Resülüllah (a.s ) da
"Benim ümmetim cahiliyyeden yeni çıkmıştır" dedi.
Cebrail (a.s) tarafından
"Bu işin ruhsatı olmayan bir azimet ve gereklilik olduğu" bildirildi.
Ardından şu âyeti kerime nazil oldu.
"Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun Risalet görevini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. doğrusu Allah kafirler topluluğunu doğru yola iletmez"
(Maide- 67 )
Bunun üzerine Resulullah (a.s) çok sıcak bir gün olmasına ve merası ile suyu bulunmamasından dolayı dinlenmeye elverişli bir yer olmamasına rağmen Ğadir-i Hum denilen yerde konakladı.
Orada bulunan sığ ağaçların altlarını temizletip onların gölgeleri altında oturmalarını ve orada göç yükünün bir araya getirilerek birbirinin üzerine konulmasını emretti.
Resülüllah(a.s ) münadisine insanları cemaat namazına çağırmalarını emretti.
Böylece bütün insanlar Resülüllah'ın yanında toplandılar.
Resülüllah (a.s ) birbiri üzerine konan yükün üzerine çıktı. Ali'yi yanına çağırdı.
Ali çıkıp Resülüllah'ın sağına oturdu.
Sonra Resulü Ekrem (a.s) insanlara hitap etti.
Allah'a hamd ve sena edip kendi durumunu ümmetine bildirdikten sonra şöyle dedi.
"Ben (Allah'a-âhirete) davet edildim, icabet etmem yakındır"
Sarıldığınız takdirde asla sapıtmayacağınız Allah'ın kitabını ve Ehli Beyt'imi geride bırakıyorum.
Bu ikisi havuz başına varıncaya kadar birbirinden ayrılmayacaklardır.
Sonra en yüksek ses tonu ile sözlerine şöyle devam etti.
"Bilmez misiniz, şehadet etmez misiniz ki, ben hepinizin, her mü'minin üzerinde kendisinden daha çok hak ve yetkiye sahibim? diye sorunca, onlar "Evet biliyoruz "dediler.
Bunun üzerine o, Ali'nin sağ elini tutup kaldırdı.
O kadar ki, her ikisinin de koltuk altlarının beyazlığı göründü.
Sonra şöyle dedi " men küntü mevléhu fe Aliyyun mevléhu : "ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım! Onu seveni sev, Ona düşman olana düşman ol! Ona yardım edene sen de yardım et!" deyip aşağı indi.
HER SÖZLERİ YALAN VE ALDATMACA
Arap olmayanların Müslüman olabilmeleri için veya Kur'an'ı öğrenmeleri için öncelikle Arap yazısını kullanmaları gerektiği aldatmacasının bin yıl önce olduğu gibi, maalesef bugünde fanatik ve cahil savunucuları vardır.
Koskocaman tarihçiler bile şunu söyleme cehaletini sergilemektedirler.
"1928 yazı devrimi ile kullanılmakta olan Kur'an alfabesi bir gece içinde değiştirilerek bu toplum cehaletin karanlığına itildi"
"Müslümanları alfabesi değiştirildi, böylece Müslümanlar İslam'dan şiddetle uzaklaştırıldı, İslam alfabesi yasak olduğu halde, Müslüman Türk halkı İslam'dan ayrılmadı"
Halbuki 1928 yazı devrimi'yle toplumsal iletişim aracı olmaktan çıkartılan yazı, bu cahillerin iddia ettiği gibi "Kur'an alfabesi, Müslüman alfabesi, İslam yazısı" değil, "Osmanlı yazısıdır"
Dolayısıyla 1928 yazı devrimi ile kullanımdan kaldırılan "Osmanlı yazısı"nı ümmi halka "Kur'an yazısı, Müslüman yazısı, İslam yazısı" gibi yaldızlı nitemelerle sunmak yalan ve aldatmacadan başka bir şey değildir.
"Kur'an Arapça olarak indirilmiştir"
( Yusuf- 2)
Kur'an, Mekke, Medine ve çevresinde konuşulan Arapların dili ile indirilmiştir.
Yani kur'an Müşrik Arapların Allah'ın elçisi Muhammed (aleyhisselam) ın risaletinden önce kullandıkları bir yazıyla nazil olmuştur.
Bu yazıyla Allah'ın hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur'an yazılabildiği gibi, Kur'an'ın anlamını yok eden, onu kaybeden, delillerini karartan uydurma ve iftira rivayetlerde Arapça olarak yazılmıştır.
Kur'an'a, Allah Resulü'ne ve tevhid dinine en büyük hakaret olan hadisler de Arapça olarak yazılmışlardır.
Kur'an'ın ortaya koyduğu din ile hadislerin uydurma dini arasında doğu ile batı kadar fark vardır.
Yani biri hanif din İslam olurken, diğeri şirk ve küfür oluyor.
Dolayısıyla Arapça ile Kur'an yazılabildiği gibi nice yüz kızartıcı sövgüler de yazılabilir.
Biraz akıllı ve mantıklı olun.
Yazının dini yoktur, yazı bir gelenek, bir kültür, bir medeniyet ve bir mirastır.
MESELA,
Arapça olarak "Allah'tan başka ilah yoktur" tevhid cümlesi yazılabileceği gibi, "Allah üçtür, Meryem oğlu Mesih Allah'tır" cümlesi de yazılabilir.
Allah Resulü döneminde şirk koşan Mekke'liler ve Necran Hristiyanları Araptı.
Ve bunlar Arapça olarak Kur'an'a ve Allah Resulüne reddiyeler yazarak, Kur'an'ın indiği Arapça'yla ona karşı gelerek her türlü hakareti yaptılar.
Öyleyse sanki Arapça yazısı Kur'an'a ve Müslümanlara özgü bir dilmiş gibi, "Kur'an, İslam, Müslüman alfabesi" adlarını takmak, çok cahilce bir harekettir.
Arapça dilinin üzerinde bu kadar durmak, onu kullanmak, Arapça yazısının kutsallığı meselesi Emevi ırkçılığından başka bir değer taşımaz.
Bugün yeryüzünde Kur'an'dan en uzak olan toplum, Arapça yazan ve Arapça okuyan Arap toplumu ve Arapçayı çok iyi bilen medrese mollalarıdır.
Dünyada bulunan tüm halklardan sonra ancak Arap milleti Kur'an'ı anlamaya başlayacaklardır.
Kur'an'ı anlama dil ile alakalı bir şey değil, aklı kullanma ve tefekkür ile alakalı bir olaydır.
MESELA,
Diyanet İşleri Başkanlığı, cemaat ve tarikatların kutsal kitabı Kur'an değil, Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Nesai, Malik Bin Enes'in Muvatta'sı, Ahmet Bin Hanbel'in sünen'i gibi uydurma ve iftira hadis kitapları hayata hakimdir.
Mekke'de Mescid-i Haram'ın beş yüz metre yakınında gençler arasında meydana gelen bir kavgaya şahit oldum birbirlerine öyle küfür ediyorlardı ki, yaptıkları sövgüler kullandıkları ağır cümleler dünyada başka hiçbir dilde bulunmaz.
Dolayısıyla Emevi ırkçılığını ev Ehl-i Sünnet dinini bırakın da Kur'an'a, evrensel ahlaka ve tevhid akidesine gelin, işte o zaman doğru yolu bulursunuz.
Emevi ırkçılığında ve uydurma Ehli Sünnet dininde hiç bir hayır ve keramet yoktur.
Madem Osmanlı "Kur'an alfabesini, İslam yazısını" kullanıyor idiyse neden Kur'an'dan hiçbir şey anlamamış, hiçbir ders çıkarmamış, hiçbir ibret almamıştır.
Neden Arapça eğitim veren medrese mollaları ve tarikat şeyhleri Kur'an'dan hiçbir şey anlamıyorlar.
Kur'an Arapça inmiş olmasına rağmen ona en sert tepkiyi Arapça konuşan Mekke müşrikleri vermiştir.
Allah Resulü'nün vefatından kısa süre sonra Kur'an'ı en iyi anlaması gereken Araplar neden binlerce hadis uydurarak Kur'an'dan yüz çevirmişlerdir?
Edebiyat ve belağat olarak bazı diller diğerlerinden daha geniş ve evrensel olabilir.
Fakat dini açıdan hiç bir dilin başka bir dile üstünlüğü yoktur.
Hiçbir ırkın diğer bir ırka üstünlüğü olmadığı gibi.
"O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler İçin alınacak dersler vardır"
(Rum-22)
12 Mart 2021 Cuma
ŞİA'NIN İTİKADİ DURUMU
(6 . YAZI )
Şia'nın Ali'nin İmamet ya da hilafeti için delil olarak gördüğü ve dayandığı en önemli hadis, Resulullah'ın veda Haccı dönüşü
"Gadir Hum" (Kâmil Miras, Tecrid -i Sarih Tecümesi 9, 363 :Sofuoğlu -Şia'nın hadis anlayışı -19 ) denilen mevkide konakladığı anda söylediği rivayet olunan hadistir.
Ğadir-i Hum hadis-i olarak bilinen bu hadis'e Şia kaynakları çok büyük önem atfetmişlerdir.
İmamiyye kaynakları onun rivayeti konusunda tam bir görüş birliği içerisindedir.
Ğadir-i Hum'un önemi Şia'nın İmamet konusundaki görüşlerine en büyük dayanak teşkil etmesinden kaynaklanmaktadır.
( Gadir Hum, Mekke ile Medine arasında, Cuhfe'den iki mil uzaklıktaki Hum vadisinden doğan bir su kaynağının birikintileri ile oluşmuş bataklık bir gölcüğün bulunduğu yerdir)
(Fığlalı, Şiiliğin doğuşu ve gelişmesi mat- 6, şs-36)
Ğadir-i Hum meselesini ilk zikreden kişi müellif Süleym b. Kays'tır.
Süleym der ki: "Ben Said El Hudri'nin şöyle dediğini işittim:
Resulullah (Aleyhisselam) Ğadir-i Hum'da perşembe günü insanları yanına topladı.
Ağaçların altındaki dikenlerin toplanması için emir verdi.
Ali Bin Ebi Talib'in koltuk altlarının beyazlığı görününceye kadar onun pazısından tutup kaldırdı.
"Sonra şöyle dedi: Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır."
"Allah'ım! onu seveni sev, Ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene sen de yardım et! Onu yardımsız bırakanı sende yardımsız bırak! dedi.
Ebu Said der ki : Rasulullah (Aleyhisselam) daha oradan inmeden şu ayet nazil oldu.
"İşte bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'a razı oldum"
( Maide- 3 )
Din'in kemale ermesi, nimetin tamamlanması, risalet vazifesini yerine getirmesinden dolayı Yüce Allah'ın ondan razı olması ve kendinden sonra Ali'nin velayetinin bildirilmesi üzerine Resulullah (Aleyhisselam ) sevinçten tekbir getirdi. Süleym b. Kays 355, Nebile- 121, 122)
ĞADİR-İ HUM HADİSLERİ -2
İlk Şii müfessirlerden Furat el-Küfi'nin naklettiği rivayete göre,
Resûlullah insanlara tebliğ etmesi için "Men küntu mevléhu fe Aliyyun mevléhu" "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" sözü vahyedilmiş fakat Allah'ın Resulü insanlardan utanıp bu sözü tebliğ etmemiş, bunun üzerine şu ayeti kerime nazil olmuştur.
"Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan onun Risalet görevini yapmamış olursun.
"Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah kafirler topluluğunu doğru yola iletmez"( Maide- 67)
( Furat el Küfi -130)
Yüce Allah'ın Resulullah'a namaz, zekat, oruç, haccı açıkladığı gibi Ali'nin velayetini de Mü'minlere açıklaması için emrettiği fakat Resulullah'ın bu konuda sıkıldığı, utandığı ve bu konuyu açıklamak konusunda zorlandığı, kavminin dinden dönmelerinden ve onu yalanlamalarından korktuğu ve bunun üzerine yukarıdaki meali yazılı Maide süresi- 67 nci ayeti kerimesi nazil olduğu ve velayetin son farz olduğu hakkında ayrıca bakınız,( el Küleyni 1, 389:
Mesudi, İsbatul Vasiyye -132 133 :
Numan, De'aim- 14-15 )
Bazı Şii alimlere göre bu ayette tebliğ edilmesi gereken şey, Ali Bin Ebi Talib'in hilafetidir.
Allah Resulü, takiyye için eşi Aişe'den bazı şeyleri gizlemiş, bu yüzden de yüce Allah onu ikaz etmiştir.
(et- Tabersi Mecmaul - Bayan 3, 344)
10 Mart 2021 Çarşamba
ARKADAŞLARDAN GELEN YORUMLAR
(6.YAZI)
"Siyonistlerin, imanlı insanları maddi- manevi sömürü aracı olarak ortaya attıkları "ILIMLI İSLAM" tezine tokat gibi bir cevap olmuş. inanç bir bütündür.
Teşekkür ederim.
Esenlikler dilerim"
Ali Kurtar ("Kafirun süresi" adlı yazıya yaptığı yorum)
---------------------------------------------
Ali Aydın hocam, Kur'an basiretiyle yazdıklarınızı ilgiyle severek okuyorum.
"Okuyanlara çok uyarıcı, faydalı olduğuna kesin inanıyorum.
Allah sa'yinizi mübarek eylesin, hayırlı ve sağlıklı ömürler dileğiyle mahsus selamlar"
(Recep Can)
-----------------------------------------------
"Çok emek verilmiş içeriği takdire şayan hakikatlar bütününü dile getirmişsiniz.
Sağolun varolun hocam"
(İsmail Şen)
-------------------------------------------------
"Böylesine değerli aydınlatıcı bilgileri paylaştığınız, bizleri aydınlattığınız için teşekkür ederiz.
Siz yazmaya devam ettiğiniz sürece biz okumaktan usanmayacağız"
(Sait Avcı)
-----------------------------------------------
"Ağzını eğmeden, bükmeden, esnemeden, örtmeden, dosdoğru bir şekilde, hiç kimsenin kınamasından korkmadan bu dini neşretmeye çalışmak herkesin işi değil, zor bir iş.
Eminim Rabbim bu gayretinin karşılığını size verir inşallah hocam"
(Muammer Aydın)
------------------------------------------------
"Teşekkür ederim.
Bir çok defa Kur'an'daki bu âyetleri okuyoruz ama nebi ve resul farklarını tam olarak bilmiyorduk.
Tâ ki siz bu ayrımı ve farkı böyle açıklayıncaya kadar.
Allah sizden razı olsun"
Esenliker dilerim"
(Ali Kurtar)
--------------------------------------------------
"Allah razi olsun hocam!
insanlar okumuyor, daha kolay olan Cübbeliyi dinliyor.
Adamın (Hâşâ)Allah'a yakıştırmadığı hiçbir sıfat kalmadı ama hala kör ve sağırlar görmüyorlar, duymuyorlar.
Adam âyeti kerimeyi örnek veriyor. Allaha ulaşmak için vesile arayın âyetini (Mâide-35 ) hevasına göre anlatıyor.
Ve Allah'a ulaşmak aracısız olmaz diyor.
Ve kendince Resul'e olan itaati Buhari'ye endeksliyor.
Ve hiç Allah'tan korkmadan âyeti kerimeyi ketmediyor, üstünü örtüyor.
Âyetin gereği olarak "azık edinin, Allaha ulaşmak için size neler emredildi, nelerden kaçınmanız gerektiğini gösterdiğimiz üzere, gereği gibi müslümanlar olun!
Yani âyet (Mâide-35) sanki "Yaşantınızda doğru olanı yapın ve salih amelleri uygulayın demiyor!
"Allah ile aranıza aracı koyun" diyor.
Şimdi bu adamın Mekkeli müşriklerden ne farkı kaldı ? "Peyganber" kelimesi ayrıca başka bir yara.
Birileri sürekli bu adamın reklamını yapıyor.
Allah'tan dilerim birlikte haşrolurlar.
Zaten âhitette kesin birbirlerinden mümkün olduğunca uzak kaçarlar (Bakara-165,166,167) "bekleyin bizde beklemekteyiz"
(Hud-12
Bu insanlara evela tevhid'i anlatmak gerek, Kur'an'ı Mübin'i para karşılığı okuyanlar zaten bunu anlayamazlar.
Meral İnce Çelik
--------------------------------------------------
Ali hocam!
İlmi ve samimi yaklaşımınız fakiri harekete geçirdi elhamdülillah.
Seksen yaşında anam bile bir buçuk aydır moda tabirle meal, ana tabirle Kur'an okumaya başladı, hamdolsun.
Bu ektiğiniz tohumların tomurcuklandığını,
ve meyvenin uzak olmadığını
gösteriyor.
Karamsarlık yok, durmak yok, yazmak sizden, yaymak bizden.
Hocam Kur'an'ın sahibi sizden razı
olsun inşallah.
Selâm ve dua ile.
(Ismail Kilic)
HACERUL ESVED
(2. YAZI)
Hacerul Esved, Mü'minlerin mallarından, kanlarından ve canlarından daha değerli değildir.
Mü'minin boynunu, Allah katında hiçbir değeri olmayan Hacerul Esved'e kaptırması İslam ahlakı, Kur'an ilmi ve aklı açısından acınacak bir durumdur.
Kur'an ilminin, İslam ahlakının ve tevhid aklının hakim olduğu bir toplumda böyle akıl almaz, iman kabul etmez manzaraların meydana gelmesi mümkün değildir.
Suudi Arabistan Devleti 1300 yıl önceki Emevi- Abbasi Ehli Sünnet mezhebinin rivayet dinini yaşamaktadır.
Hacerul Esved İslam aleminin bir aynası gibidir.
Hacerul Esved, bu milletin Kur'an ahlakından, ilim, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden ne kadar uzak savrulduğunun en güzel göstergesidir,
Hacerul Esved'i Kur'an'ın ve Allah Resulü'nün ahlakına kıyasladığımızda karşımıza son derece dramatik bir manzara çıkmaktadır.
Hacerul Esved'in yerinde bırakılması İslam ahlak ve ciddiyetine büyük bir hakarettir.
Tavafa işaret olması için Hacerul Esved'in yerine
başka bir işaret konulabilir.
Fakat orta çağ karanlığını yaşayan Suud ailesine ve alimlerine bu hakikatı kabul ettirmek mümkün değildir.
Yeri gelmişken Suudi Arabistan ilim adamlarının fikir ve zihin yapısını ortaya koymadan geçmek olmayacaktır.
Suudi Arabistan'da bir çok ilim adamı ve fetva makamı ile sohbet ve tartışmalarımız olmuştur.
Suudi Arabistan'da dini hayat baştan sona kadar rivayet dinine bağlı bulunmaktadır.
Suudi Arabistan'da bir ilim ehline iki âyet okuduğunuzda buna mukabil Ehli Sünnet dininin on rivayetiyle karşılık alırsınız.
İnsanlar, Ehli sünnet dininin hadislerine tamamen mahkum bırakılmışlardır.
Suudi Arabistan'da en tehlikeli şey Allah'ın kitabı Kur'an ve aklın kullanılmasıdır.
Suudi Arabistan ilim erbabınca Kur'an'dan konuşmak ve sadece Kur'an'ı kaynak göstermek Resul ve Sünnet düşmanlığıyla eş değer bir kafirliktir, sapıklıktır.
Suudi Arabistan dini ile Osmanlı Devletinin dini aynıdır.
Eğer F Gülen darbesi başarılı olsaydı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti
aynen Suudi Arabistan gibi, Ehli Sünnet dininin karanlığına mahkum olacak,
bu uydurma dinin bataklığında boğulacaktı.
Mescidi Haram ve Mescid-i Nebevide görevli, fetva veren ilim adamlarıyla yaptığımız tartışmalarda ahiret hayatında
Allah'ın şefaatinden başka şefaatin olmadığı, kabir azabının bulunmadığı,
Muhammed ( Aleyhisselam)a salavat getirmenin Kur'an'a aykırı olduğu,
salavatın Muhammed'e değil,
Nebiye yardım ve destek anlamında kullanıldığını kabul ettiremedik.
Orta çağ karanlığını yaşayan Suud ailesinin ve alimlerinin yanında
Buhari ve Müslim'in uydurma rivayetleri Allah Resulü'nün dilinden çıkmış gibi itibar görüyor.
Suudi Arabistan ilim adamlarının yanında hadis kitaplarında bulunan her hangi bir rivayete karşı gelmek küfür ve en büyük sapıklık olarak algılanır.
Maalesef bugünkü Mekke'de karanlık bir cehalet hüküm sürmektedir.
Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür, sorgulama ve özgürlük aşığı olan birisi Mekke ve Medine'de yaşayamaz.
Şia ve Ehli Sünnet, İslam milletini Kur'an, akıl, tefekkür, sorgulama, hikmet ve aklı kullanmaktan yoksun bıraktılar.
Ben inanıyorum, Hacerul Esved'in yerine, Hacerul ebyad, yani beyaz bir taş konulsa millet onu öpmek için izdiham çıkararak birbirini ezmeye çalışacaklardır.
Ümmet, Kur'an'ın ahlakından ve tevhid onurundan uzak olduğu için tapacak bir şey aramakla meşguldür.
Halbuki Rahman ve Rahim olan Allah bu kainatın merkezine vahiy, insan hakları ve hürriyetini, insan özgürlüğünü, adalet, ilim ve tefekkürü yerleştirmiştir.
Allah Resulü ( Aleyhisselam) bugün Hacerul Esved'in başında yaşanan rezil manzarayı, veya salavatlar eşliğinde bir kılı, bir hırkayı öpmek için insanların sıraya girdiklerini, birbirleriyle yarıştıklarını görmüş olsaydı utanç duyardı.
Bize gerçekten Allah Resulü'nün güzel ahlakı ve mükemmel aklı çok gerekli olmuştur.
Kur'an'a inanan bir Müslüman, mutlaka ilim ve akıl taraftarı olmalı.
Tefekkür ve sorgulamaya değer vermeli.
Özgür bir birey olarak kendini kabul ettirmelidir
İzdihamdan dolayı farz olan Hac ibadetine kota uygulanırken tam bir edepsizlik, ahlaksızlık ve şirk olan
Hacerul Esved'i ve İbrahim ( Aleyhisselam) a nisbet edilen makam putunu imha etmemek büyük bir cehalettir.
(Not: Kur'an'da söz edilen "MAKAMI İBRAHİM)
İbrahim (Aleyhisselam'ın) Tevhid mücadelesi, ahlakı ve örnek hayatıdır.
Müslümanın aklı, kendisini böyle hurafelerden korumalıdır.
Suudi Arabistan'da sadece ölülere Kur'an okunmaz, ölülerin üzerine türbe yapılmaz.
Suud mescitlerinde cuma günü sala okuma hurafesi yoktur.
Bu iki hurafe dışında Suudi Arabistan'da hurafe ve uydurmanın her türlüsü mevcuttur.
Ağlama duvarının yanında Yahudilerin Tevrat'ı okudukları gibi, Suudlular Kabe'nin yanında Kur'an okurlar.
Fakat onu anlamaya çalışmak, ona yoğunlaşmak, ona iman etmek, üzerinde düşünmek, Kur'an'ı hakkıyla idrak etmek, diye bir olaydan söz edilemez.
Onlara göre Kur'an hadislerle çözülmüş, hadislerde alimler tarafından fıkıh olarak ortaya konmuştur.
Mescid-i Haram'ın minberinde "Deccal'ın eşeğinin kuyruğunun uzunluğu, ve bacaklarının özellikleri" anlatılır
İhlas Holding zihniyeti ile Suudi Arabistan zihniyeti arasında hiçbir fark yoktur.
İkisi de fanatik Emevi Abbasi Ehli Sünnet dininin kullarıdır.
Bu gerçeklere rağmen ihlas holding Suudi Arabistan'ı vahhabi olmakla suçlamaktadır.
Bugün Suudi Arabistan'da KUR'AN'SIZ ve ahlaksız, fıkıh ağırlıklı
Emevi Abbasi Ehli Sünnet dininin egemenliği hakimdir.
Fakat güncellenmiş bir fıkıh değil, 1300 sene önceki fıkıh egemenliği,
Yani Suudi Arabistan'da yeni bir ictihatta bulunmak sapıklıktır.
İşte Suudi Arabistan'ın vahhabiliği budur.
Mescid-i Haram'ın imamlarının namazda
Kur'an okurken ağlamaları sakın sizi aldatmasın.
Onlara Hacerul Esved'i üç metre yukarı kaldırın dediğimde,
Mescidi Haram'ın fetva makamı olan Şeyh Yusuf beni Sünnete karşı gelmekle itham etmiştir.
Suudi Arabistan'ın Ehli Sünnet dininde merhamet, adalet, güzel ahlak, yetimi koruma, kimsesizleri kollamayı esas alma ve insan hakları yoktur.
Bunların uydurma dinlerinde Namaz kılma insan haklarından ve adaletten daha değerli bir ibadettir.
EHL-İ SÜNNET DİNİNDE MECUSİ MANZARALARI
(MİRAÇ)
Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri kutsal ve dokunulmaz kabul ettikleri kaynaklarında bulunan bütün rivayetler yalan olmakla birlikte, Şia âlimleri tarafından inanç haline getirilen "Ğadir Hum" rivayetleri ile "imamet" meselesi, Ehl-i Sünnet kaynaklarında bulunan "İsra" ve "miraç" olayı yalan ve iftiraların boyutlarının sonsuzluğunu gösteriyor.
Uydurma kaynaklarına göre "İsra" ve "miraç" olayı şöyle cereyan ediyor.
"Enes İbni Malik'ten (kutsal kaynaklarına göre Hicretten sonra on yaşında müslüman olmuştur) Resulullah(s.a.v) in şöyle dediği rivayet edilmektedir.
"Bana burak (katırdan küçük ve merkepten büyük, gözlerinin gördüğü en son yere adımlarını atan uzun ve beyaz bir hayvandır) getirildi.
Ben ona bindim ve Küdüs'e vardım. Onu bütün peygamberlerin bineklerini bağladıkları mescit kapısının arkasına bağladım.
Sonra mescide girdim ve iki rekat namaz kıldım.
Mescitten çıktığımda Cibril(a.s) bir bardak içki bir bardak da süt getirdi.
Ben sütü içtim. Bunun üzerine Cibril bana, "Sen fıtratı seçtin" dedi..."
Malik İbni Sasaa'nın hadisinde Peygamber (s.a.v) İsra gecesi hakkında ona söyle söylemiştir.
"Ben Harim'de ( Rükun ile Makam arasında, Râvi diyor ki: "Hicr de demiş olabilir) uzanmış olduğum bir sırada, bana Cibril geldi.
Göğsümü yardı ve kalbimi çıkardı. Sonra içi imanla dolu olan altından bir kap getirildi. Kalbim yıkandıktan sonra içine iman ve hikmet dolduruldu.
Daha sonra eski haline getirildi. Sonra katırdan küçük ve merkepten büyük beyaz bir binek (Burak) getirildi. Ben onun üzerine bindirildim. Cebrail'in refakatinde dünya semasına yükseldim. Cibril gök kapısının açılmasını istedi.
(Bekçi melek tarafından)
"Kim o ? denildi.
O da:
"Cebrail'im" dedi.
"Yanındaki kimdir?"
"Muhammed'dir"
"Ona vahiy gönderilmiş mi?"
"Evet gönderilmiştir"
"Merhaba gelen zata... Bu gelen kişi ne güzel yolcudur!" dedi ve gök kapısını açtı.
Ben birinci semaya varınca orada Adem ile karşılaştım.
Cibril bana: "Bu senin baban Âdem'dir, ona selam ver" dedi.
Ben de ona selam verdim. Âdem selamımı aldı ve: Merhaba salih oğluma ve salih peygambere" dedi.
Sonra Cibril benimle beraber yukarı semaya geldi. Onun kapısını da çaldı.
"Kim o?" denildi. "Cebrail'im" dedi.
"Yanındaki kimdir?"
Muhammed'dir"
"Ona vahiy gönderilmiş mi?"
"Evet, gönderilmiştir"
"Merhaba gelen zata... Bu gelen kişi ne güzel yolcudur" denildi ve hemen gök kapısı açıldı.
Ben ikinci semaya varınca, orada Yahya ve İsa peygamber ile karşılaştım.
Cibril bana: "Bu gördüklerin Yahya ve İsa'dır. Bunlara selam ver" dedi.
Ben de onlara selam verdim. Onlar da selamımı aldılar ve: "Merhaba hayırlı kardeşe, salih peygambere" dediler. Sonra Cebrail benimle üçüncü semaya yükseldi. Onun da kapısını çaldı.
"Kim o?" denildi.
"Ben Cebrail'im"
"Yanındaki kimdir?"
"Muhammed'dir"
"Ona vahiy gönderilmiş mi?"
"Evet gönderilmiştir"
"Merhaba gelen zata... Bu gelen kişi ne güzel yolcudur" denildi ve hemen hök kapısı açıldı.
Ben üçüncü semaya varınca Yusuf Peygamber ile karşılaştım.
Cibril bana:
"Bu gördüğün Yusuf'tur ona selam ver" dedi. Nen de selam verdim. O da selamımı aldı ve "Merhaba salih kardeşe ve salih peygambere" dedi. Sonra Cibril benimle yükseldi ve dördüncü göğe vardı. Onun da kapısını çaldı.
"Kim o?" denildi.
"Ben Cebrail'im"
"Yanındaki kimdir?
"Muhammed'dir"
"Ona vahiy gönderilmiş mi?"
"Evet gönderilmiştir"
"Merhaba gelen zata... Bu gelen kişi ne güzel yolcudur" denildi ve hemen gök kapısı açıldı. Ben dördüncü semaya varınca İdris Peygamber ile karşılaştım.
Cibril bana: Bu gördüğü İdris'tir, ona selam ver" dedi. Ben de ona selam verdim. O da selamımı aldı ve "Merhaba salih kardeşe ve salih peygambere" dedi.
Sonra Cibril benimle yükseldi ve beşinci semaya vardı. Onun da kapısını çaldı.
"Kim o?" denildi.
"Ben Cebrail'im"
"Yanındaki kimdir"
"Muhammed'dir"
" Ona vahiy gönderilmiş mi?"
"Evet gönderilmiştir"
"Merhaba gelir zata... Bu gelen kişi ne güzel yolcudur" denildi ve gök kapısı açıldı.
Ben beşinci semaya varınca Harun Peygamber ile karşılaştım.
Cibril bana: Bu Harun'dur, ona selam ver" dedi. Ben de ona selam verdim. O da selamımı aldı ve merhaba salih kardeşe ve salih peygambere" dedi.
"Sonra Cibril benimle yükseldi ve altıncı semaya vardık. Gök kapısını çaldı.
"Kim o?" denildi.
"Cibril'im" dedi.
"Yanındaki kimdir?"
"Muhammed'dir"
"Ona vahiy gönderilmiş mi?"
"Evet gönderilmiştir"
"Bu gelen kişiye Merhaba... Bu gelen kişi ne güzel yolcudur" dedi.
Ben altıncı semaya varınca Musa peygamberle karşılaştık.
Cibril bana: Bu Musa'dır, ona selam ver" dedi. Ben de selam verdim. O da selamımı aldı ve sonra: "Salih kardeşe ve salih peygambere merhaba" dedi.
Ben Musa'yı geçince o ağlamaya başladı.
"Niçin ağlıyorsun" denildi.
O da: Benden sonra bir genç peygamber gönderildi ki, onun ümmetinden cennete girenler benim ümmetimden cennete girenlerden daha fazladır. Ona ağlarım" dedi. Sonra Cibril, benimle yedinci semaya yükseldi.
Gök kapısını çaldı.
" Kim o?"
"Cibril'im" dedi.
"Yanındaki kimdir?"
"Muhammed'dir"
"Ona vahiy gönderilmiş mi?"
"Evet gönderilmiştir"
"Merhaba bu gelen zata... Bu gelen misafirdir" dedi.
Ben kata varınca, orada İbrahim bulunuyordu. Onunla karşılaştım.
Cibril bana: "Bu gördüğün zat baban İbrahim'dir, ona selam ver" dedi.
Ben de ona selam verdim. O da selamımı cevapladı ve: "Merhaba salih oğluma, salih peygambere" dedi.
Bütün bunlardan sonra Sidre-i Münteha bana yaklaştırıldı. Bir de gördüm ki, yemişleri Bahreyn'in Hacer kasabasının testileri büyüklüğündedir.
Yaprakları da fillerin kulakları gibidir.
Cibril bana:
"İşte bu Sidre-i Münteha'dır" dedi.
Orada dört nehir vardı. İkisi gizli, ikisi de açık idi.
Ben: Ey Cibril! Bu dört nehir nedir?" diye sordum.
Cibril: "Batın(gizli) olanlar cennette iki nehirdir. Zahir olanlar ise, Nil ve Fırat nehirleridir" dedi. Sonra Beyti Ma'mur bana yaklaştırıldı. Sonra bana şarap, süt ve bal dolu üç bardak sunuldu. Ben süt bardağını aldım.
Cibril bana:
"O senin ve ümmetinin üzerinde olduğu fıtrattır.
dedi.
Sonra benim ve ümmetimin üzerine günde elli (50) vakit namaz farz kılındı.
Ben de döndüm. Yolda Musa'ya uğradım.
O bana:
"Ne ile emrolundun?" diye sordu.
Ben de:
"Günde elli (50) vakit namazla emrolundum" dedim.
Günde elli vakit namaza ümmetinin gücü yetmez. Vallahi ben senden önce denedim ve İsrailoğullarını sıkı bir denemeye tâbi tuttum. Sen Rabbine dön ve ümmetin için hafifletilmesini iste" dedi.
Ben de dönüp geldim. Yine bana önceki tavsiyede bulundu. Ben de dönüp aynı niyazda bulundum. On vakit namaz daha indirildi. Ben yine Musa'ya döndüm. O da bana yine evvelki gibi tavsiyede bulundu. Ben de dönüp Rabbime niyaz ettim.
On vakit namaz daha indirildi. Ben yine Musa'ya dönüp geldim; o da bana evvelki gibi tavsiyede bulundu. Ben de dönüp Rabbime arz eyledim ve her gün on vakit namazla emrolundum.
Ben yine Musa'ya geldim ve o da yine daha önceki bir tavsiyede bulundu. Ben de dönüp Rabbime niyazda bulundum. Bu defa beş vakit namazla emrolundum. Yine Musa'ya geldim. Bana:
"Ne ile emrolundun?" diye sordu.
Ben de:
"Her gün beş vakit namaz ile emrolundum" dedim.
O da:
"Ümmetinin her gün beş vakit namaza gücü yetmez. Ben senden önce insanları çok denedim.
İsrailoğullarını sıkı bir şekilde sınadım. Şimdi sen tekrar Rabbine dön ve ümmetin için biraz daha hafifletilmesini dile" dedi.
Ben de:
"Rabb'ime çok niyaz ettim. Artık dönüp arz ve niyaz etmeye utanırım. Buna razı ve teslim olacağım" dedim.
Oradan ayrılınca bir nida geldi.
"Ben beş vakit namazı farz olarak hükmettim ve fazlasını kullarımdan hafifletttim"
( Buhari, 3207; Müslim,164)
Bu Buhari ve Müslim rivayeti Allah'a ve Allah elçilerine bir iftira ve hakaret olduğu gibi dini ve Allah'ın âyetlerini eğlenceye almak anlamına gelmektedir.
Dinlerini oyun ve eğlence edinen Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri ile ilgili Kur'an'ın hükmü şöyledir.
"Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri (bana) bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felakete uğramaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi.
O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günahlar) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Hakikatın üzerini öttüklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır"
( Enam- 70)