10 Aralık 2021 Cuma
ALLAH ve MELEKLERİ NEBİ ve MÜMİNLERİN ÜZERİNE NASIL SALAT EDERLER? Uzun zamandır Ahzab süresi 56. âyette bulunan "alé" (üzerine) fiiline takılıyordum.Ancak bu "alé" (üzerine) fiilinin tam olarak hangi anlama geldiğini bilmiyordum.Yani Allah ve melekleri Nebi (Ahzab-56) ve müminlerin üzerine (Ahzab-43) nasıl "salât" ederler?"Nebi'ye değil, "yusallûne alen nibyyi" Nebi'nin üzerine salât ederler, "yusalliy aleyküm ve meléiketühü" "Allah ve melekleri üzerinize salât ederler" Bugün konu ile ilgili yani Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının "namaz" olarak gördükleri ve bu şekilde meal verdikleri "salât'ın" gerçekten hangi anlama geldiğini geniş bir açıdan düşünmeye başladım. Sonra Kur'an'da "salât" kavramının namaz değil, "vahiy" anlamına geldiğini gördüm.Şöyle ki: Allah ve meleklerinin Nebi'ye ve müminlere "salâtları" nasıl ve neyle oluyor?Ahzab-43. ve 57. âyetlerin mealini verdikten sonra konuyu daha geniş bir açıdan görmeye çalışalım."Sizi karanlıklardan Nur'a (aydınlığa) çıkarmak için üzerinize salât eden O'dur. Allah müminlere karşı Rahim olandır" (Ahzab-43)"Allah ve melekleri Nebi'nin üzerine "salât" ederler. Ey müminler! Siz de onun üzerine "salat" edin ve (Allah'a) teslimiyet gösterin"(Ahzab-56) Peki yüce Allah Nebi ve müminlere nasıl salat edip onları karanlıklardan Nur'a yani aydınlığa çıkarıyor?Yani Ahzab 43 ve 56. âyetlerde geçen "salât" nedir?Buna Kur'an şöyle cevap veriyor. "Sizi karanlıklardan Nur'a (aydınlığa) çıkarmak için kulunun üzerine apaçık âyetler indiren O'dur. Şüphesiz ki Allah size karşı çok Rauf ve Rahim'dir.(Hadid- 9)"Elif.Lam.Râ.(Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan Nur'a (aydınlığa) yani Aziz ve Hamid olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır" (İbrahim-1)"Ey iman eden akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı (kitap) indirmiştir. İman edip salih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Resul indirmiştir..." (Talak-10,11)Demek oluyor ki, Ahzab 43. ve 56. âyetlerde bulunan, Nebi ve müminlerin üzerine inen "salât" vahiy'miş.Yine "salatın" "vahiy" anlamına geldiğini şu âyet apaçık olarak ortaya koyar. "Dediler ki: Ey Şuayb! (Din) atalarımızın ibadet ettiklerini (evliya ve ilâhları- muhaddis ve müctehidleri) yahut mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana" salâtın" mı emrediyor?..."(Hud- 87) Yukarıdaki âyette "salat'ın" "vahiy" yani Allah'tan gelen emirler olduğunu kimse inkar edebilir mi? Salât, yüce Allah tarafından indirilen vahiy'dir. Alın size bir âyet daha."Sabır ve salat'la Allah'tan yardım isteyin..."(Bakara- 45)Yukarıdaki âyette bulunan salât ve sabrın kaynağının Allah yani Kur'an olduğunu şu âyet gayet açık olarak ortaya koyar. "Rabbimiz ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz" (Fatiha-5)Bakara 45. âyetteki fiil, "vesteinu" "yardım dileyin" iken, Fatiha 5. âyetteki fiil "nestein" "yardım dileriz" idi. Dolayısıyla Kur'an'da bulunan bütün "salât" (destek) kavramları, "vahiy" yani Allah'ın himayesi olan Kur'an anlamına gelmektedir.Yani "salât-ı ikâme" vahyi baş tacı edip onu ayağa kaldırma, din ve hüküm olarak ondan başka hiçbir kitabı kaynak kabul etmeme, sadece onu yaşama, onun ahlak ve ilmine sahip olmaktır.Allah için söyleyin.İnsanları Kur'an'dan uzaklaştıran, anlaşılmasını zorlaştıran bir ritüel ibadet olur mu? İbadet bütün hayatı için alan Allah'tan başkasına kulluk yapmama yani sadece Kur'an'ı kabul etme anlamına gelmektedir.Yüce Allah'ın Nebi ve müminlerin üzerine en büyük salât-ı vahiy indirmesidir. Salât tamamen vahiy ile ilgili bir durumdur. Tek cümle ile salatın ne olduğunu söylersek, "Topluma ve bireye, vahyin ilim ve ahlakıyla destek sağlanması, insanlara Kur'an'ın öğretilmesi" demektir.Allah için biraz düşünmek gerekir. Kur'an gibi bereketli, yüzlerce konuya temas eden bir kitap olsun da “zihinsel öğrenim ve eğitim”den söz etmesin.Bu mümkün müdür ? İşte insanların vahyin ilim ve hikmetiyle desteklenmeleri, Kur'an'ın ahlak ve erdemine sahip olmalarını ifade eden öğrenim ve öğretim, “salât” kavramının içnde yer almaktadır. Yüce Allah'ın onlarca âyette açık olarak ortaya koyduğu "salât-ı, aynen "peygamber" kelimesi gibi, Hindistan ve İran'nın dilinden devşirerek "namaza" çeviren Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları dinde büyük bir cinayete sebep oldular.Bunun üzerine Allah'ın bir ilim yani mükemmel bir sistem üzerine indirdiği vahiy'de, öğrenim ve eğitimle ilgili âyet aramaya başladılar. Aradılar, taradılar, araştırdılar bir tane âyet bulamadılar. Kur'an’ın onlarca âyette “öğrenim görme” anlamındaki "ekimus salât'e" sesine kulak tıkadılar.Salât-ı her manaya çevirdiler. Sadece bir “öğrenim ve öğretime" çevirmeyi başaramadılar.Sonunda bu kompleksten kurtulmak için, ilk nazil olan “ikra' bismi rabbikellezi halaka” "Rabbinin adıyla oku" âyetine sarıldılar.Fakat bu âyette bulunan hitap umuma değil, sadece Nebi (a.s) a olduğu ve bir anlamı da göklerde ve yerde olan Allah'ın âyetlerini oku olunca, yine boşa düştüler.Kur'an’da salâtın birinci anlamı olan “zihinsel destek” ifadesini, İsra süresi 78.âyette “fecrin Kur'an-ı” (kur'an-el fecri) ifadesinden anlamak mümkündür.Bu âyette çok açık bir şekilde Kur'an’ın okunması ve öğrenilmesi emredilmektedir. Aynı zamanda emredilen fecir zamanı, insan zihninin en canlı olduğu bir zamandır. İşte bundan dolayı âyet; "zihne nakşedilen" anlamında "meşhûdâ" “şahit olunan” buyurur. Bu âyet Mekki olduğu ve sadece Nebi (a.s) a hitap olduğu için "Kur'an öğrenim ve öğretiminin" bireysel olarak yapılabileceğinin de bir göstergesi oluyor. Çünkü Mekke de müslümanlar toplu olarak değil, bireysel hareket etmek zorunda idiler. Salât nedir bilir misiniz?Cuma'ya gittiğinizde dinlediğiniz hutbedir. Fakat din adamlarınız salât-ı değiştirip adını "hutbe" koymuşlar. Halbuki Kur'an'da hutbe diye bir şey yoktur. Yani Maun süresinde var olan "sehun" damgasını yemişler.Âyetler şöyledir. "Veyl veyl olsun o musallinlere ki, onlar salatlarının ne olduğundan gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar hayra da mani olanlar. (Mâun-4,5,6,7)Dolayısıyla cuma salâtına nida yani çağrı ile birlikte toplanan insanlar, (salatta) Allah’ın zikri olan Kur'an'ın üzerinde eğitim ve öğretim yapacaklardır.Cüma süresi 9.âyette bulunan cümlenin metin ve manası aynen şöyledir. LÜTFEN DİKKAT! "Yé eyyühellezine émenû izé nûdiye lissalâti min yevmil cumuati fesav ilé zikrilléhi vezerul bey'a..." "Ey iman edenler! Cuma salatına nida (çağrı) yapıldığı zaman Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın..." Demek ki, salât, Allah'ın zikri olan Kur'an'mış. Şu halde salâtın öğrenim kısmı da iki ayrı talim ve terbiyeye işaret etmektedir.1-) Bireysel olarak Allahın zikrini yani vahyi öğrenmek. 2-) Cemaat olarak Allah’ın zikrini dinlemeye koşmak. Gerçekten de bir çok âyete baktığımızda salâtın “zihinsel destek alma” olduğunu görebiliyoruz.Mesela: “Sana vahyedilen bu kitab-ı tilâvet et yani salat-ı ikâme et. Salât, kesinlikle her türlü ahlaksızlıktan ve münkerden alıkoyar yani Allahın zikri (onunla uyarı yapmak) en büyük (öğüttür) Allah bütün yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebüt-45) buyuruyor. Şimdi sözlü eğitim olmazsa yani Kur'an ile diyalog ve iletişim olmadan insanların ahlaksızlıktan ve münkerden kurtulmaları nasıl mümkün olacaktır? Halbuki yüce Allah "salâtın kesinlikle her türlü ahlaksızlıktan ve münkerden alıkoyacağını" söylemişti. Fakat bu âyette bulunan salât-ı “zihinsel destek alma” yani Kur'an ile öğüt ve vahiy'le uyarı olarak değil de, Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının yorumları olan "namaz kılmak" olarak kabul edersek Allah'ın âyetini saptırmış olmaz mıyız?Böylece hayatını namaz kılmakla geçirmiş fakat her türlü kötülüğü yapan kimseleri gördüğümüzde, “onlar namazı dosdoğru kılamadılar” mı diyeceğiz? Halbuki yüce Allah ne buyuruyordu? "salat, kesinlikle her türlü ahlaksızlıktan ve münkerden alı koyar" Hâşâ bu durumda yüce Allah'ı da yalancı çıkarmış olmuyor muyuz?İşte Kur'an'da var olan "salât" âyetlerini doğru anlamak bu kadar önemlidir. SALÂT'IN BİR TEK ANLAMI VARDIR. Uydurma dinin ileri gelenleri, salât'ın insanlar üzerindeki müspet etkilerini yok etmek için kavramın açık ve anlaşılır anlamına karartma yapıp onun bir çok anlama geldiğini iddia etmektedirler.Fakat bu iddia Kur'an'ın kavramlar sistemine aykırıdır.Çünkü kaç çeşit korku veya kaç yardım ve destek türü varsa yüce Allah Kur'an'da hepsine ayrı ayrı kelime kullanmıştır. Yani yüce Allah'ın “salât” kavramını birden fazla anlamda kullandığını iddia etmek, diğer durumlar için (hâşâ) kelime sıkıntısı çektiği anlamına gelir ki, bu noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'a iftira olur.Dolayısıyla “salâtın bir çok anlamı vardır ” diyenlere itibâr edilmemesi gerekir. Salât'ın bir tek anlamı vardır.“vahiy ağırlıklı sözel ve zihinsel destek, Kur'an ile öğüt verme” Bu da eğitim ve öğrenimle Kur'an ilim ve ahlakının topluma ulaştırılması, insanlara destek olma ve onları Kur'an'ın hikmet ve marifetiyle donatma demektir.Yani salât, aynen cemaat ve tarikatların kendi batıl dinleri için yaptıkları çalışma gibidir. Nurcuların ve süleymancıların kendi şirk dinlerinin eğitim ve öğretimi için açtıkları yurt ve okullar, medrese ve tekkeler gibi. İşte cemaat ve tarikatların kendi dinleri için yaptıkları şey "salât" oluyor. Fakat kendi liderlerine ve kitaplarına dâvet ettikleri yani din ve dâvâları batıl olduğu için Kur'an, onların salâtlarına "sehun" damgasını vuruyor. Cuma günleri diyanetin vaaz ve hutbesi de Ehl-i Sünnet öğretileri için bir salât oluyor. Salât olmasaydı cemaat ve tarikatlar (batıl da olsa) inanç ve zihin açısından bu kadar güçlü bir yapıya sahip olamazlardı. Fethullah terör örgütünü bu kadar güçlü yapan şey salat'tan başka bir şey değildir. Araplar atın ve devenin üzengisine "salât" anlamına gelen “salli” kelimesini kullanırlardı. Çünkü devenin veya atın üstüne bundan destek alarak binerlerdi. Vahiy de kelimeyi bu anlamda kullanmıştır. Aynı zamanda ateşe odun atıp yanmasına destek olmaya da "sallâ" denilmiştir. Şuna emin olun ki, Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları Kur'an'da var olan hiç bir kavrama doğru bir anlam vermemişlerdir. Mesela: Salat kavramına, namaz anlamı veremeyecekleri yerlerde "dua" ve "rahmet" anlamı vermişler.Halbuki hem “dua” hemde "rahmet" kavramları Kur'ani kavramlardır.Yani bir çok yerde Kur'an bunları kullanmıştır. Mesela: Yüce Allah, Bakara süresi 157.âyette, hem salât hemde rahmet kavramlarını kullanarak ayrı anlamlara geldiklerini göstermiştir. İslam düşmanları, sistemli ve sürekli olarak Şii ve Sünni halkların cehaletini beslemektedir. Şii ve Sünniliğin bulunduğu her yerde taklitçi ve cehalet yobazlığı; muhafazakar dini duyarlılığı yani uydurma karanlık ayakta tutmak için büyük çabalar harcamaktadır. Buna karşın Kur'ani ve akli gerçekleri seslendirme ve yaşatma mucadelesi veren muvahhidler, küçük düşürücü yaftalarla karalanmak istenmektedirler. Bu sebeple Kur'an'dan haberi olmayan ümmi halkın aldatılması kolay olmaktadır. Çünkü salât konusunda kabul edilebilir ilmi delillerden yoksun vaziyettedirler.Mehmed Akif'in onlara karşı cevabı muhteşemdir. "Acaba şu şayiayı(iftira ve yalanı) çıkaranlar bir adamın alnına "Vahhabi" damgasını yapıştırmak ne demek olduğunu biliyorlar mı? Vahhabilik bir mezhebi mahsusun ismi olmakla beraber Arabistan'ın birçok yerlerinde dinsiz tanıtılmak istenilen adamlara verilen bir payedir.Lehte söylenen sözlere inanmamak lakin aleyhte söylenenlere derhal iman etmek insanlarda cibilli bir hasısa(özellik,hastalık ) olduğu için, Mesela: Ben bugün çıkar da Allah'tan korkmadan en akidesi pak (inancı temiz-ihlas sahibi) bir adam hakkında "iyidir ama dinsiz olmasa!..." dersem az zaman sonra o masum zavallıyı bütün insanlar baştan başa mülhid (sapık ) tanırlar, acaba bu adam ilhadı mucib (sapıklığı hak edecek ) ne yapmış, ne söylemiş demeyi hatırlarına bile getirmezler. Müslümanlıkta en güç bir şey varsa oda bir adama dinsiz payesini (damgasını) vurmaktan ibaret olduğu halde fazlını, (faziletlerini) irfanını, (erdemini) ikbalini, şöhretini çekemediğimiz yahut tarzı tefekkürünü kendi meşrebimize muvafık görmediğimiz kimseleri bu hasbi rütbeyle nazardan (gözden) düşürmek nedense bize pek kolay geliyor..." En garibi şurasıdır ki, bütün aktarı İslamiyede "vahhabilik" ünvanı ile teşhir edilen adamların kısmı azamı (büyük çoğunluğu) Müslümanları müdafaaya vakfı hayat etmiş( hayatlarını vakfetmiş) olan ekabiri ümmettir( ümmetim büyük alimleridir), fedakarânı Millettir( milletin en fedakar şahsiyetleridir) Bir yabancı aramıza girse dese ki : Ey cemaat-i Müslimin! filan filan zatlar sizin en âkiliniz, en âliminiz, en fâzılınız olduktan başka ebna-yı milletin saadetine çalışmış olmak itibariyle en hayırhahınız, en hamiyetlinizdir. (Ülkeyi en çok seven, Milli ve yerli olanlardır) siz bunları vahhabilik ile itham ediyorsunuz yani Müslümanlıktan çıkarıyorsunuz, demek sizin dininiz akıl ile,ilim ile, hamiyet (milli olmak) ile kabil-i telif olamayacak! Bu söze karşı ne diyebileceğiz. Cihan-ıslam (İslam toplumu) hakikaten bikes( çaresiz) cidden garip. Bu ekabiri ümmeti (ümmeti büyük âlimlerini) rahmet ve hürmetle anmalıyız ki, geriden gelenler aramızda bir yad-ı cemil (güzel anılmak) bırakabilmek ümidinden mahrum kalarak mucahededen vazgeçmesinler.Üç beş sene evvel İnsaf ehli bir Frenk bana demişti ki : Erbab-ı fen ve sanatın kıymetini takdir edemiyorsunuz, mazursunuz, lakin erbab-ı sa'yu hizmeti takdir etmiyorsunuz! işte bu kabahatiniz afvolunmaz..." (Mehmet Akif külliyat hzl İsmail Hakkı Şengüler- Hikmet Neşriyat 5 ,51,55)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder