18 Mayıs 2021 Salı

MİSYONER (3. YAZI )Cami dersini tamamlayarak icazet (diploma )aldım, yani Sünni bir müderris oldum. Yaşım da otuzu buldu. İstanbul'a gelip icazet alıncaya kadar her ay bir kere geceleyin elçiliğe giderdim. İngilizce, Fransızca, Türkçe, Arapça konuşan ve yazan biri olduğumdan Bab-ı Âli'ye devama başladım. Dişleri Bakanlığı tercüme kalemine memur olarak atandım. Maaşım 500 kuruş oldu. Bir gün İngiltere elçisi sadrazam Reşit Paşa'yı ziyarete gelir, söz arasında sefaret kavası Ali Ağan'ın oğlu İbrahim Zeki Efendi'nin 500 kuruş maaş ile Bab-ı Âli'ye görevlendirildiğini müjdelerler, "memnun oldum, teşekkürlerimi arz ederim " der. Sadrazam paşa da "tercüme odasına birkaç katip almışlar, hangisi olduğunu bilmiyorum, çağıralım da bir kere görelim "buyurur. Beni huzurlarına çıkardılar.Reşit paşa iltifat etti ve o günden itibaren hep önde yer aldım. Siyasi ve harici işlerde beni kullanır oldu. İngiltere sefareti ile ilgili genel ve özel işlerde daima sefarethaneye ben gönderiliyordum.Az zaman içinde maaşım 2000 kuruş oldu ve hariciyede tercüme odası baş kalfası oldum.Misyonerlik cemiyetinden gelen bir emirle Londra'ya dönmem gerektiğinden sakal ve bıyıklarımı traş ettirdikten ve ilmi hocalık kıyafetimi çıkararak bir Avrupa'lı kıyafetine girip başıma bir silindir şapka geçirdikten ve değerli arkadaşlarıma veda ettikten sonra, İngiltere'ye döndüm. Yeni şeklim beni tanıyanları doğal olarak şaşkınlığa düşürdü. Misyonerlik cemiyetinden Herbert'e verilen görev Bektaşilik tarikatını öğrenmek olduğundan, o da benim gibi yetiştirildikten, yani sünniliğe, dört mezhebin künhüne (özüne) vakıf olduktan sonra Konya şehrine gönderildi. Adı geçen İngilizliğe taban tabana zıt olarak neşeli, şen şakrak biriydi. Rind, meşrepliği sever, akşamcılığa bayılır, dünyalığa önem vermez, kimse aleyhinde ağzını açmaz, her şeyi "Eyvallah" diyerek hoş gören bir adam olduğundan zaten yaratılışça Bektaşi idi.Şiire merakı gerektiğinden fazla olan Herbert, Türkçe, Arapça ve Farsça birçok kasideler, mersiyeler, methiyeler ezberlemişti.Sırası düştükçe onlardan birini okurdu. Mr. Herbert'in müslümanca adı Mehmet Ali idi. Mehmet Ali her akşam kahvehane ve bozahanelere devam etti.Orada rastladığı insanlarla dostluk kurdu. Çünkü Türkiye'deki meyhanelerde bir- iki kadeh rakı yuvarladıktan sonra insan önüne gelenle dost olur.Herbert hemen her gece dostlarına ikramda bulunur ve bu yolda pek çok para harcardı.Özellikle kafalar bir miktar döndükten sonra Herbert bütün ustalığını ve yeteneğini ortaya koyarak, oranın müdavimlerine (corde de vibrante) onların can alıcı noktalarına temas eden sözler söylemeye başlar ve ardından bir -iki mersiye okurdu. Herbert'ın her hali dostlarının sevgisini kazanmasına ve kalplerinde muhabbet duymalarına sebep olurdu.Erenlerden biri, "adına kurban olayım Mehmet Ali, imanım, sen doğuştan canlardansın, hem ervahlar (ruhen olgunlaşmamışlar) arasında yerin yoktur. Noksanın nasip almamandır. Haydi, pir evine gidelim, o merasimi de yapalim olsun bitsin, dedi. Orada bulunanlar bu teklifi alkışladı. Herbert, yani Mehmet Ali'de 'Hay hay' gidelim, canıma minnettir, ehli beyt'e, Âli abâya canım feda' dedi.İki üç gün içerisinde âdetten olan yiyecekler hazırlandı ve hediyeler alındı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder