27 Haziran 2021 Pazar

ALLAH'U-EKBER" DEYİMİNİN İSLAMDA YERİ VAR MI?Aynen "Muhammed'e salavat getirme, Muhammed'e salavat çekme" gibi, Şia ve Ehl-i Sünnet'te "Tekbir" olarak şöhret bulmuş olan "Allah-u Ekber" deyimi "Allah en büyüktür, ilâhların en büyüğü" anlamına gelmektedir. Aziz ve Mübin kitabımızda yüce Allah şöyle buyuruyor."En güzel isimler (el- esmâu'l- hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'nu güzel isimlerle çağırın. (O'na güzel isimlerle dua edin, yalvarın) O'nun isimleri hakkında ilhada sapanları (bana) bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır"(Araf- 180)Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Kur'an'da manasını tahrif etmedikleri bir âyet, içini boşaltmadıkları bir kavram bırakmadıkları için Kur'an'ı tek kaynak kabul eden akıllı ve mantıklı insanlar onların her uygulamasından şüphe etmeye hak kazanıyorlar.Gerçekten de Kur'an'da Allah'ın onlarca ismi ve sıfatı varken Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri neden Kur'an'ın hiçbir âyetinde yer almayan "Ekber" sıfatını kullanmışlardır?Mesela: Kerim, Rahım, Alim, Hakim, Azim, Aliyyu'l Kebir gibi isimleri onlarca âyette tekrar edilirken, neden bir âyette bile yer almayan "Ekber" kavramı seçilmiştir.Acaba bu "Ekber" sıfatı evliya ve ilâhların gücüne iman eden Mekke müşriklerinin kullanımından gelmiş olmasın.Çünkü Mekke müşrikleri evliya ve İlâhlara iman etmekle birlikte "ilâhların en büyüğünün Allah olduğuna" inanıyorlardı.Onlar tek ilâh inancına yani "hanif İslam'a" ve "hâlis dine" karşı geliyorlardı."Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar ve kafirler: Bu pek yalancı bir sihirbazdır! İlahları tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu çok acayip bir şeydir! dediler"(Sâd-4,5)Müşrikler, evliya ve İlâhlarını Allah ile aracı ve şefaat edici olarak kabul etmelerine rağmen, "Allah'ın en büyük ilâh" olduğunu, zor durumlarda istek ve niyazların sadece onda son bulacağını biliyorlardı."Hani (o müşrikler) bir zaman da: Ey Allah'ım! Eğer bu kitap senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir! demişlerdi"(Enfal-32)"Nebi"ye yardım ve destek olmayı..." emreden bir âyeti (Ahzab-56) "Muhammed'e salâvât getirme, Muhammed'e salavat çekme olarak değiştiren, Nebi'ye yardım ve destek olan salavatı, Muhammed'e salavat çekmeğe çeviren ve ibadet olarak namaza koyan ve hutbeye farz olarak ekleyen..." bir zihniyetten her cehâlet beklenir.Medine'de yaşayan müminlere "Nebi'ye yardım etmelerini ve destek olmalarını" ifade eden yöresel ve tarihsel bir emri, evrensel bir ibadete dönüştüren bir cehaletten her ahmaklık beklenir.Aslında Kur'an'ın hiçbir âyetinde Resul misyonundan bağımsız olarak Muhammed (a.s) ın şahsiyeti övülmez.Kur'an, hiçbir âyette Muhammed (a.s) ın kimliği üzerinde olumlu bir şey söylemez.Hatta yolunu şaşırmış bir durumda ne yapacağını bilmez bir halde iken vahiy ile yol gösterdiğini ve hidayete ulaştırdığını söyler.(Duha-7)Kur'an'ın konusu Muhammed'in kimliği ve şahsiyeti değildir.Kur'an'ın esas konusu Nübüvvet ve Risalettir.Çünkü vahye göre önemli olan Muhammed (a.s) değil, Nübüvvet makam ve mertebesi, vahiy ve Risâlet misyonudur.Muhammed ( aleyhisselâm) ı değerli kılan şey Nübüvvet makamı ve Risalet görevidir.Dolayısıyla son vahiy olan Kur'an'da Muhammed yoktur, Nebi ve Resul vardır.Şia ve Ehli Sünnet âlimleri çok basit olan bu gerçeği bile anlamaktan âcizdirler. Yine aynı şekilde kabir hayatının olmadığını anlatan yüzlerce âyete rağmen kabir azabını kabul etmeyen vahiy ehli muvahhidleri sapık olarak gören bir anlayışın hiçbir ictihadına güven duyulamaz. En önemlisi din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet bulunmasına rağmen Allah Resulü adına iftira edilen rivayetleri kabul etmeyen muvahhidleri kafir olarak gören bir akıl ve mantıktan şüphe etmek önemli bir basiret ve büyük bir şuurdur. Mesela: Âyetlere rağmen, Allah Resulü (a.s) diğer elçilerden kendisini ayırıp üstün gösterir mi? Yani Allah Resulü Muhammed ( a.s) ezanda kendi adını sürekli tekrar ettirerek diğer Resüllerden üstün olduğunu ilan ettirmesinin mümkün olmadığını söylüyorum.Kur'an'ın emirleri karşısında kılı kırk yaran ve tek bağlantısı Allah'ın mesajı olan, indirilen vahye tâbi olmakla emrolunan Nebi(a.s) diğer Resüllerden üstün olduğunun imajını yaratır mı?Çünkü Allah Resulü (a.s ) kitabın hikmetini en iyi bilen ve onu en güzel bir şekilde yaşayıp örnekliğiyle ortaya koyan kişidir. Dolayısıyla Allah Resulü'nün şu Rabbani vahye muhalefet edeceğini hiçbir kimse iddia edemez. "...onlardan (Resullerden) hiçbiri arasında fark gözetmeksizin iman ettik ve biz sadece Allah'a teslim olduk, deyin"(Bakara-135 )"Resul, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de ( iman ettiler) Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resullerine iman ettiler. Allah'ın Resullerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız..."(Bakara-285)"Allahu Ekber" deyimi, "Allah en büyüktür" anlamına geldiği için başka ilahların varlığını kabul etme gibi bir şirkin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.Tamda Mekke müşriklerinin kabul ettikleri bir imandır. Halbuki yüce Allah "...ve ennellâhe huvel aliyyul Kebir" "gerçekten Allah çok yüce ve büyüktür" ( Lokman-30) buyurmaktadır. Dolayısıyla "tekbir" "Allahu Ekber" değil, "Allâh'ul Aliyyul Kebir" olması gerekir. Benim bu görüşlerimi garip olarak gören arkadaşların Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehiderinin rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'a tamamen aykırı düştüklerinin bilincine sahip olmadıklarından dolayıdır.Evet Şia ve Ehli Sünnet âlimleri yüzlerce âyete zıt rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'ın zerresini anlamaktan ebediyen uzak tutulmuşlardır.(Kehf-57)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder