8 Aralık 2021 Çarşamba

SALAT VE ZEKAT Şii ve Sünni din adamları uydurdukları rivayetlerle istisnasız Kur'anın bütün kavramlarını tahrif etmişlerdir. Bunlardan ikisi de salât ve zekât kavramlarıdır. Meal ve tefsirlerinde zekât’ın orjinalini alıyorlar. İş salât’a gelince hemen farsça uydurma olan ve ne anlama geldiği belli olmayan namaz'a çeviriyorlar.Kur'an’da salât'ın hangi anlamda kullanıldığını anlamak için zerre kadar aklını kullanmayanlar, kendilerine din ataları tarafından ezberlettirilen mantıksız ritüeli tekrar etmekten başka hiçbir alternatif üzerinde düşünmüyorlar.İşte bundan dolayı mükemmel olan salât-ı, hardal tanesi kadar kendilerine faydası dokunmmayan, bir ritüele dönüştürdüler. Böylece zekât'ın yani arınmanın zihinsel eğitim ve dayanışmayla bağını yok ettiler. Salâtın kanatları namaz değil, zihinsel dayanışma, Kur'an öğrenimi ve eğitimidir. (Tâhâ-14)Zekâ kökünden gelen zekât, hem zihinsel arınma (Meryem-13) hem de maddi olarak arınma’yı (Leyl-18) hedef almakla salâtın kurumlaşmasına vesile olur. Eğer salât'ın da öğrenim ve dayanışma özelliklerinden biri olmazsa, salât-ikâme bir kanadı olmayan kuşa benzer. Çünkü onu uçuracak kanatlar ondan kopartılmış başka yere konmuştur. Ne zekâtsız salât, ne de salâtsız zekat mümkün değildir. İşte bundan dolayı yirmi altı yerde kalıp şeklinde geçen "ve ekimus salâte ve'tuz zekéte" "salat-ı ikâme edin ve zekât'a gelin" de bulunan "ve" yani anlamına gelmektedir. Âyetler şöyledir. "salat-ı ikâme edin yani arınmaya gelin" Çünkü zekât-ı hem zihinsel hemde maddi arınma olarak anlarsak, salât-ı ikâme etme de, zihinsel öğrenim desteği ve psikolojik dayanışma olarak alırsak mükemmel bir uyum ve dengenin meydana geldiğini görebiliriz. Kur'an'da yardım ve destek anlamına gelen "nasr, teavun, istiğase, istiâne" kavramlarının hepsi maddi bir yardımlaşma ve dayanışma anlamına gelirken, salat kavramı zihinsel destek ve psikolojik yardım anlamına gelmektedir. “Öğrenimi ve dayanışmayı” (salât-ı ikame edin) "salât-ı ayağa kaldırın" (ve'tüz zekéte) "yani arınmaya gelin" oluyor. “Salât-ı ikame edebilmek için her türlü şirk ve hurafelerden "Kur'an ile arının" demektir.Şirk ve hurafe, yalan ve iftira bakımından Şiilik ve Sünnilik kadar kirli ve sicili bozuk bir din yeryüzüne gelmemiştir. Yani namaz kılmanın ahlak ve karakterleri üzerinde olumlu hiçbir tesir yapmamıştır. Dolayısıyla iletişim ve diyalog olmadan hiç bir eğitim ve öğretim olmaz.Din dediğimiz şey bir hayattır, aksiyoner bir yaşantıdır, dinamik bir harekettir, sürekli akan bir nehir gibidir. Din ritüelleri kabul etmez. Resüllerin hayatlarına baktığımızda bu dinamik hayatı ve aksiyonu en canlı bir şekilde görürüz. Kur'an'a baktığımızda baştan sona kadar büyük bir mucadele ve öğüt dolu olduğunu görüyoruz. Eğer bir toplumda sadaka ve infak müesseseleri kurulacaksa İlk önce zihinsel bir destek ve her türlü kirden arınma yani salât ve zekatın olması şarttır. Bir çok konuda Kur'an, geniş teferruatlar verirken, salat ve zekatta hiç bir teferruat vermemesi, yüzlerce teferruatı bulunan karmakarışık namaz ritülinin dinde yeri olmadığını ıspat eder. Yeterli bilgi olmadan Kur'an'a susamış gönülleri diriltmenin imkanı bulunmamaktadır. İşte bunun için yüce Allah zekattan önce salât-ı ikâmeyi yani tolumu Kur'an ilim ve ahlakıyla ayağa kaldırmayı emretmiştir. Halbuki namaz denilen ritülin insanlara öğrettiği hiçbir erdem yoktur. Salât âyetlerini namaz ritüline çevirenler hanif İslam dinini aynen şirk dinlerdeki mistik ruhbani bir din konumuna çevirmişlerdir. Yani tüm insanları ilgilendiren Allah'ın evrensel mesajını, yerel ve bölgesel bir kabilenin din anlayışına mahkum ettiler. Bu din akla ve mantığa sahip olan insanları değil, ancak kendi içine kapanan duygusal inançlara sahip mistik ve ruhban sınıfılarını ilgilendirir. Dolayısıyla tüm insanların akıl ve mantığına hitap etmeyen bir mesaj ve öğreti, bir ritüel ve ibadet Allah'ın dini ve emri olamaz. İşte bundan dolayı Şia ve Ehl-i dini, zor durumda kalma yani mahalle baskısı haricinde hiçbir zaman diğer dinlere mensub olanları cezbetmemiştir. Müslüman olan bir kaç kişi varsa, onlarda okudukları Kur'an sayesinde bunu başarmışlardır. Kur'an'da geçen bütün "ibadet" kelimelerine açın bakın, istisnasız hepsinin yüce Allah'a kayıtsız şartsız itaat anlamında kullanıldıklarını göreceksiniz. Yani sadece Allah'a kulluk, yani şirk koşmama yani Resüllere indirilen vahiy'den başka hiçbir kitab-a iman etmemekle ilgilidir. Yüce Allah insanlara hiçbir faydası olmayan ibadeti emretmekten münezzehtir.Dolayısıyla Kur'an'da geçen ibadet kavramları anlamsız, ezberlenmiş, sürekli tekrar edilen kuru bir tapınma değil, hayatın tümünü içine alan inanç ve güzel ahlaktan tutun dürüst ve adaletli olmaya kadar bütün bir yaşamı kapsamaktadır.İbadet, tevhid demektir, ihlas demektir, takva demektir, güzel ahlak demektir, her türlü erdem ve hayır demektir. Fakat Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları bütün kavramlar gibi “İbadet” kavramını da namazın bataklığında boğup yok ettiler. Bu yüzden doğudan batıya, şimalden cenuba kadar bütün Şia ve Ehl-i Sünnet topumları, cemaat ve tarikatları ile beraber namaz kılanların hepsi Allah’ın âyetlerinden habersizdir.Öyle bir ibadet düşünün ki, sizi Allah'ı takdir etmekten, Resüllerini tanımaktan, mesajını anlamaktan uzaklaştırsın.Bu da bize gösteriyor ki, namaz kılmak, gerçekte ibadet değil, insanları Allah'ın mesajından yani hidayet ve sırat-ı müstakimden yani salattan en büyük saptırma aracı olmuş haldedir. Bir şeyin ibadet olabilmesi için Allah'ın kitabında karşılığı olması lâzımdır. Mezheb imamlarının ve müctehidlerin fetvaları ibadet olur mu? Dolayısıyla namazın bütün ritüelleri din adamları tarafından dizayn edilmiş ve yüce Allah’a iftira edilmiştir. Halbuki Allah’a yalan yere iftira edenler bir çok âyette en büyük zalim olarak damgalanmışlardır."NAMAZI MİLLETİN BAŞINA BELA ETTİLER" Kur'an'a baktığımızda Allah Elçilerine indirilen vahiy'lerde ve İslam dininde en önemli emirlerin tevhid, güzel ahlak, adalet, emri bil'maruf- nehyi anil' münker,infak, merhamet, Kur'an'ın tek kaynak olarak kabul edilmesi, elçilerin hayatlarının ve mücadelelerinin önemi, komşulara, akrabaya ana-baba'ya ihsan, insan hakları koruma,Allah yolunda cihad, vahyin başka sözlerle bozulmaması, helal ve haramların Allah tarafından belirlendiği, Kur'an'ın himayesine sığınma ve sadece ona tabi olmakla ilgili yüzlerce âyet bulunmasına rağmen, Allah Resulü'nün vefatından asırlar sonra uydurulan rivayetlerle, rivayetlerden yapılan içtihatlarla, ictihadların kurumsallaşması neticesindedin anlamı olmayan ibadetlere indirgendi. Tâbi "namaz dinin direği" ve "namaz eşittir din" yapılınca, bu sefer İslam ümmetinin fakirlik ve sefaletinin gizlenmesi ve perdelenmesi gayesiyle büyük ve gösterişli mabetler inşa edildi. Yani ümmet, mâbetlere ve namaza esir edilerek vahyin değer verdiği diğer önemli emirler ve hayati ilkeler zamanla unutularak ortadan yok oldular. Mesela: Ehli Sünnet mezheplerinin hadis kaynaklarında tevhid, güzel ahlak, adalet, insan hakları ile alakalı fazla bir şey yer almazken, namaz kılmak, hacca gitmek, tahâret, oruç tutmak, zekat vermek gibi konularla alakalı yüzlerce kaynak meydana getirilmiştir. Sadece "namaza hazırlık, namazdan önceki temizlik" ile ilgili on dört ciltlik eser yazanlar bile olmuştur.Özellikle dinin tevhid ve güzel ahlak üzerine değil de, kavram olarak Kur'an'da geçmeyen "namaz"ın üzerine oturtulması, namaz kılmak, abdest almak, suların temizliği, kuyuların suyu, durgun ve akan su, suların hükmü, suyun tadı, kokusu, rengi, miktarı, cemaatle namaz, sarık ve misvakla namazın fazileti, safların düzenli olması ile ilgili binlerce kavram ile korkunç derecede zor, karmaşık ve yaşanmaz bir din ortaya çıktı.Dinin tek kaynağı Kur'an ile hiç bir ilgisi olmayan, fındık kabuğunu doldurmayacak zırvalarla yüzlerce "kutsal kaynaklar" telif edildi.Namaz kılmak için temizlik, sular meselesi ve namazın üzerinde o derece durdular ki, artık "namaz kılanın diğer günahları kendine zarar vermez" inancı zihinlere hâkim olmaya başladı. Temizlik, suların hükmü, namazın farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, mekruhları abdestin farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, mekruhları, cemaatle namaz kılmanın fazileti, safları sık tutmanın sevabı ve diğer namazın yüzlerce teferruatından, İslam'ın ana konularına sıra gelmedi. Mesela: Ehli Sünnet'in "kutsal kaynakları" olan "kütüb-ü sitte" de Allah Resulü adına İftira edilmiş öyle hadisler vardır ki, güya Allah Resulü (a.s) "men terakes sâlete fekad kefera--Namazı terk eden kafirdir" "men lem yusalli fehuve kéfirun-- kim namaz kılmazsa kafir olmuştur" "cemaate gitmeyenin evini yakmak içimden geliyor" "..men bené mesciden lilléhi benallâhu lehu beyten fil cenneti-- kim Alla rızası için bir mescid bina ederse, Allah'da ona cennete bir ev- köşk bina eder' buyurmuştur. Tâbi uydurulan rivayetler üzerine oturtulan batıl din, sanki Allah Resulü'nün sözleri imiş gibi, hüküm olarak kabul edildi. İşte bütün bu hurafelerin yoğunluğundan dolayı Hüseyin Atay haklı olarak "Namazı milletin başına bela ettiler" cümlesini, söylemek zorunda kalmıştır. Aslında Mekke müşriklerinin namazı ile Şia ve Ehli Sünnet mezheplerinin namazı arasında bir fark yoktur. Mekke müşrikleri Allah'a şirk koşarlar, kibirden cimriliğe kadar her türlü kötü ahlaka sahip olmalarına rağmen, ibadet eder, Hac ve Umre yapar, tavaf eder, kurban keser ve Kâbe'ye çok değer verirlerdi.Ve namazları, şirk dahil, onları hiçbir kötülükten alıkoymuyordu. Namaz insanları hiçbir kötülükten alıkoyamaz. İşte Allah böyle bir ahlâk ile ibadet eden, Hac ve Umre yapan kötü ahlak sahibi mekke müşriklerine "sizin gibi kötü ahlak ile ibadet eden müşriklere yuh olsun" buyurmuştur.İslam'da esas olan, vahyi bağlam ve bütünlüğü içinde bilmek, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmemek, dinî Allah'a özel kılarak sadece O'na teslim olmak (ihlas), tevhid, güzel ahlak, Allah'ı hakkıyla takdir etmek, insan hakları, infak, adalet ve doğal dengeyi koruyarak yaratılmışlara merhamet etmek, Kur'an'da anlatılan Resüllerin inanç ve mücadelelerini örnek almaktır.Yani Allah'ın elçilerini hakkıyla tanımak, onları anlamak ve değerlerini bilmektir.Sonuç olarak: Uydurma mezhebler dininin Allah ve Resulünün dinîyle hiçbir ilgisi yoktur.Bu batıl din evliya ve ilahların şirk dinidir.Namazının da, abdestinin de, haccının da, mâbedlerinin de Allah katında hiç bir değeri bulunmamaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder