24 Ağustos 2021 Salı
KUR'AN'A İHANET TARİHİ (Dinin Siyasallaştırılması) (2.YAZI)Şiilik ve Sünniliğin oluşmasında referans çerçevesi olan "tedvin devri" yani hadislerin toplanıp kitaplaştırılması siyasi, dini ve ilmi sahalarda kırılmaların gerçekleştiği bir dönemdir.Bu dönemde Allah'ın indirdiği vahiy, akıl ve ilim, iftira ve hurafelerin enkazı altında kalmıştır. Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların bilinmemesi, Kur'an'da var olan kavramlarıın değiştirilmesi, islam dininin kaynağı konusunda büyük bir çelişkiye düşülmüş ve dinin kaynakları çoğaltılarak kavram kargaşası ile iman edenlerin zihni inanç krizine sürüklenerek allak bullak edilmiştir.Yani hadislerin her alanda hayata hakim kılınması neticesinde hanif İslam dini Emevi ırkçılığının kurbanı olmuştur. Allah'ın kitabı Arapların şirk dinine büyük bir darbe vurmuş, fakat Emevi ırkçılığını değiştirememiştir. Çünkü medeniyetin oluşması ve zihin değişikliği için uzun bir zamanın geçmesi gerekmektedir. Dolayısıyla sadece Kur'an'dan hareket ederek yeniden hanif bir inanç ve sağlam bir zihin inşa edilmesi bir zorunluluk halini almıştır.Aslında iman edenleri, din düşmanlarının İslam'a verdiği zarar değil, Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin kendi dinlerine verdikleri zarar ilgilendirmektedir. Her din ve inanç, düşmanlarının acımasız saldırılarından değil, en çok bağlılarının cehalet ve bağnazlığından zarar görmektedir. İman edenlerin huzur ve mutluluk ekseninde gelişmesi, ancak dini anlayışın Kur'an'a ve akla göre dizayn edilmesi, hayatlarını yaşadıkları çağın gereklerine göre ayarlanması ile mümkün olabilir.Tarihsel süreçte geleneksel mezhebi inanç ve anlayışlar hanif İslam'a dönüşmedikçe, gelişmeye değil, çürümeye ve yok oluşa şahit olacağız. Kur'an'ın herhangi bir âyetinden çıkardığımız doğru bilgi, o âyetin uygulanmasından çok daha önemlidir. Çünkü inanç ve ameller sağlam bilgi yani Kur'an'a göre inşa edilmeleri şarttır.Sağlam ve sahih bilgi üzerine inşa edilmeyen inanç ve fiiller insanlara ızdırap ve acıdan başka bir şey kazandırmazlar. Ayrıca doğru ve erdemli bilgi, asırları ve coğrafyaları aşar, uygulama ve yaşama ise tarihsel ve bölgesel kalmaya mahkum olan sınırlı bir hayattır. Dolayısıyla insanların sahip oldukları kaynaklar sağlam ve sahih bilgiye dayanmak zorundadır.Bilgi, çağları aşarak her zaman kendisine geniş bir manevra alanı bulur.On dört asırdan beri insanların başına musallat olan cehalet ve taklit, yalan ve iftiralar, kaos ve kargaşa, terör ve anarşi üreten bilgi bunun en büyük kanıtıdır. Evet Kur'an bilgisinin insanlara doğru olarak ulaştırılması onu yaşamaktan daha önemli bir görevdir. Allah Resulü İslam dininin ortağı değil, Kur'an'ın sözcüsü ve mübelliğidir. Yüce Allah'ın en önemli emri, Rahmân tarafından indirilen ve Resul'ün dilinde hayat bulan vahye tabi olmaktır. Nebi'nin hadislerinin! ve uygulamalarının! Kur'an'ın bazı âyetlerini "nesh ettiği" yolundaki inançları, İslam dininin temeline çirkin bir saldırı olarak değerlendirmek gerekir.Kur'an'ın yorumlanmasını Ehl-i Sünnet ve Şia'nın oluşturduğu zihin yapısının hakimiyetinden kurtarmak ve onu zaman ve zemine göre güncellemek gerekir. Bu görev, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen muvahhidlerin sorumluluğundadır.Muvahhid, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmeyen, aklını kullanabilme cesaretine sahip olan özgür bireye denir.Muvahhid, "rüşde" ermiş, yüce Allah'a karşı sorumluluk ve yükümlülüklerini, kendi aklı ve Kur'an bilgisi doğrultusunda bizzat kendisinin belirlediği kimsedir. Bu nedenle muvahhid, Allah'tan başka hiç kimsenin hakimiyetini kabul etmeyen kişidir."Hakimiyet" kelimesi, inanç ve zihniyetini hiçbir engele veya denetlemeye bağlı olmaksızın devam ettiren, hiç kimseye bağımlı olmayan" anlamına gelmektedir. Son vahyin indirilmesinden sonra hüküm ve hakimiyet tartışmasını ilk başlatanlar hariciler olmuştur.Muaviye'ye karşı Ali'nin tarafında savaşırken "hakem" olayı sebebiyle meşru halifenin yanından ayrılarak farklı bir grup oluşturan hariciler "Hüküm Allah'ındır, insanlar hakem tayin edemez" iddiasında bulunmuştur.Hariciler bu görüşlerini yanlış yorumladıkları âyetlere bağlamışlardır. Halbuki Kur'an'a baktığımızda "hüküm" ve "hakimiyet" denildiği zaman hanif İslam dininden başka din edinmemek anlamında kullanılmıştır.Yani "din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın olmadığını" ortaya koymak istenmiştir. Kur'an'ın "hakimiyet" kavramını kullanması siyasal anlamda yani devleti yönetme ve insanların üzerinde hüküm kurma anlamında değildir.Yüce Allah'ın indirmiş olduğu vahiden başka bir kaynağın rehber olmaması, indirilen vahye beşeri inanç ve fikirlerin ortak yapılmaması, hak olana batılın karışmaması, din ile insanların aldatılmaması,vahyin eksik muhataplarına ulaştırılmaması, Allah kelâmının gizlenmeden beyan edilmesi, Kur'an'a karşı sınır ve engel konulmaması, Kur'an dışında beşerin helal-haram, farz, vacip, sünnet, mekruh, mubah gibi kavramların dayatılmaması ile ilgilidir. Kur'an'ın indiği coğrafyada özellikle Mekke'de nasıl bir evliya ve ilâhlar hegemonyasının olduğunu unutmayalım.Dolayısıyla Kur'an'da geçen bütün "hüküm" kavramları siyasal anlamda değil, vahyin din olarak tek kaynak kabul edilmesi ile alakalı kullanılmıştır.Bunun en büyük delili "hüküm" kavramının geçtiği âyetlerde devlet adamlarının değil, insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen din adamlarının muhatap alınmasıdır.Haricilerin, halifeye karşı isyanlarını meşru göstermek için ileri sürdükleri ve Kur'an'daki hüküm âyetlerine dayandırdıkları "Hakimiyet Allah'ındır" ya da "hüküm vermek Allah'a mahsustur" görüşü iman edenlerin siyasi düşüncesini derinden etkilemiş ve harici mezhebine karşı olan Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bile bu yanlış inancı benimsemişlerdir.Halbuki Kur'an'da var olan "hüküm ancak Allah'a aittir" ifadesi atalardan intikal eden inanç ve kaidelere iman eden din adamları hedef alınarak söylenmiştir.( Yusuf- 40; Maide- 44, 45,47, 48, 49, 50)Mekke ve Medine'de kurulmuş bir hukuk ve adalet sistemi ve mahkeme binası bulunmuyordu.Mekke ve Medine'de evliya ve ilahların dini yani şirk'in inanç ve hakimiyeti ile Yahudi ve Hristiyanların hurafe ve uydurmaları hayata hakimdi.Yani "Hüküm Allah'ındır" sözü, "Allah tarafından indirilen vahiy dışında hiçbir dini kaynak hüküm ortaya koyamaz, vahiy haricinde hiçbir kaynaktan hüküm çıkarılamaz" demektir. Dolayısıyla "hüküm Ancak Allah'a aittir" sözünü işittiğimiz zaman aklımıza devlet ve siyaset değil, hadisler, mezhepler, fırkalar, cemaatler, tarikatlar, içtihatlar gelecektir.Yoksa belli başlı ilkeler ve emirler dışında Allah, idarecilere ve hukukçulara siyasal anlamda çok geniş bir yer ayırmıştır.Yüce Allah siyasal anlamda değil, tevhid ve güzel ahlakta hakimiyet istiyor. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda, Yüce Allah'ın siyasal anlamda değil, ahlaki ve tevhidi anlamda bir hakimiyet istediğini görüyoruz.Yani Kur'an'da var olan "inil hükmü illé lilléh" "hüküm sadece Allah'ındır" (Yusuf-40) ile "ve kâtiluhum hatté lé tekûne fitnetun ve yuküneddinu küllühü lilléhi" "din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın" (Enfal-39) gibi âyetler, Allah'a karşı gelen ona iman etmeyen dinsizler bağlamında değil, Kur'an'ı dinde tek kaynak kabul etmeyen müşrikler hakkında inmişlerdir. Mekke ve Medine'de Allah'a karşı gelen dinsizler yoktu.Tam aksine Allah'a iman eden ve uydurma dinlerine son derece bağlı olan Yahudi, Hristiyan ve Mekke müşrikleri vardı. Dolayısıyla Kur'an'ın 23 yıllık hayatında hedef alınanlar, dinsizler ve imansızlar değil, dinlerinden taviz vermeyen müşriklerdi. Yüce Allah siyasal (yönetim- idareyi ele geçirme) anlamında değil, ahlaki ve tevhidi anlamda bir hakimiyet istiyor.Yani din ve hüküm (sosyal hayat -ahlak -ibadet) olarak indirdiği vahiy'den başka kaynak olmayacaktır. Dolayısıyla Kur'an'ın hedefinde Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik vardır. Kur'an'a göre esas kafir, zalim, müşrik ve fâsık bunlardır.Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünnilerin Allah'ın hakimiyeti!!! adına savaşmaları cehalet ve yalandan ibarettir.Esasında Kur'an'ın savaşı bunların din ve imanlarına karşıdır. (En'am-153, 155, 159; Âraf; 3, Rum-30,31,32)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder