BEKTAŞİLİK
(2.YAZI)
Böylece Bektaşilik ikinci Mahmud tarafından 1826'da yeniçeri ocağıyla birlikte ilga edilinceye kadar varlığını kesintisiz sürdürmüştür.
İmparatorluktaki bütün Bektaşi tekkelerini Nakşibendi tarikatının emrine veren ikinci Mahmud bununla hiç şüphe yok ki Bektaşilik gibi gayri Sünni bir tarikatı bu koyu Sünni tarikat bünyesinde zamanla eritmeyi amaçlamıştır.
Kalenderilikten doğmuş olması sebebiyle Bektaşiliğin daha başından beri Sünni din anlayışının itikat ve ibadet esasları karşısında genellikle kayıtsız ve duyarsız bir tutum içerisinde olduğu tarihi bir gerçektir.
Bu konuyla ilgili ipuçları muhtelif Bektaşi menkibelerinde ve nefeslerinde rahatça rastlanabildiği gibi meşhur Bektaşi fıkraları da ayrı bir delildir.
Bektaşilik, dinin mükelleflerini mecbur tuttuğu salat-ı ikame, savm gibi ibadetleri açıkça olmasa da çeşitler te'vilerle rad yolunu tercih etmiştir.
Buna karşılık İslam öncesi eski Türk dinleriyle Şamanizm, Budizm, Hinduizm ve eski İran dinlerinin bakiyelerine dayanan bir takım ayin ve erkan geliştirmiştir"
( TDV. İsl.Ans.C. 5- S 373)
HACI BEKTAŞ SÜNNİ MİYDİ?
Batıni- Alevi bir derviş olduğu kesin olan Hacı Bektaş Alevilere yapılan haksız baskılardan dolayı eserlerine Sünni unsurları kattığı anlaşılmaktadır.
Büyük bir katliam yaşanan Baba-i ayaklanmasının cereyan ettiği bir dönemde egemen olan Sünni şer'i dinsel anlayışın baskısıyla, batıni bir önderin kimi saldırılara karşı savunma ve takiyye amaçlı, Sünni anlayış doğrultusunda bazı görüşleri eserine dahil etmesi kaçınılmaz bir durumdur"
Abdülkadir Gölpınarlı "Mevlana Celaleddin" adlı eserinde Hacı Bektaş için şöyle demektedir.
,Halbuki Horosani'lerden olmakla birlikte ne kadar bilgin olduğunu bilemediğimiz, ancak Makalatına ve gene elimizde bulunan bir şathiyesine (Sünni inanç esaslarına aykırı söz) nazaran derin ve geniş bir bilgiye sahip olmaktan ziyade münteşir ( yaygın) terbiye ile yetiştiğini sandığımız Hacı Bektaş, bir halk isyanının arda kalanları tarafından ulu tanındı.
Bilgisi, meşrebi ve mezhebi bakımından yalnız medrese mensupları tarafından değil, tarikatçılar tarafından da kınanan bu zümre, ilk zamanlardan itibaren gizlenmeye lüzum görmüş tekkelerini ve şehirlerini dağ başlarında, ıssız yerlerde kurmuşlardır.
Onları İslam'dan dışarı gören saltanat ve medrese, bu zümreyi vakıf kurmaktan bile mahrum etmiştir"
(S. 239- 240)
Bu ifadeler Batıni- Alevi zümre üzerindeki baskının ne denli şiddetli olduğunu göstermesi bakımından kayda değerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder