7 Aralık 2021 Salı

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(75. YAZI)Nisa Süresi 101-) Yerde (sefere) çıktığınız zaman kâfirlerin sizi fitneye düşürmelerinden korkarsanız, salat'tan (savaşla ilgili teşvik ve bilgilendirmeden) kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler, her zaman sizin apaçık düşmanınızdır.102-) Sen de içlerinde bulunup onlara salat-ı ikâme edeceğin zaman, onlardan bir tâife seninle beraber (dimdik) ayakta dursunlar, silahlarını alsınlar, böylece secde ettiklerinde (kayıtsız şartsız itaat ettiklerinde) arkanızda olsunlar. Sonra henüz salat-ı anlamamış olan (bu) diğer tâife gelip seninle beraber salat-ı yerine getirsinler ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kâfirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. SALAT-RÜKU-SECDE KAVRAMLARIKur'an'da "salât" kavramı, dini ve sosyal hayatı ayakta tutmak için söz ve fiille yapılan destek anlamına gelmektedir.Şia ve Ehl-i Sünnetin geleneksel olarak yerine getirdikleri ve adına "namaz" adını verdikleri rituelin Kur'an'da karşılığı yoktur. Şimdi "salat, secde ve rüku'nun" gerçekten hangi manaya geldiklerini anlamaya çalışalım. Yani "salat" ile "namazı" kıyasladığımızda birbirinden farklı olduğunu göreceğiz.İlk olarak "salât" kelimesinin hangi anlama geldiğini görelim.Kur’an’ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda"salat" kavramının "sözle zihinsel ve psikolojik bir destek olma" anlamına geldiğini görüyoruz. “Ey iman edenler, sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar salâta yaklaşmayın…” (Nisa-43)Dikkat edilirse bu âyette" ne söylediğinizi bilinceye kadar" deniliyor. "Ne yaptığınızı bilinceye kadar" değil, yani "salât" fiili bir hareket değil, söz ve güzel ahlakla ilgili zihinsel ve ruhsal yardım ve destektir. “…Salâtında sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi arasında orta bir yol tut”(İsra-110)Âyet yine bir "salât" âyeti ve yine fiziki bir hareketten değil, söz ve söylemle ilgili bir durumu anlatıyor. Aslında "salat" kavramının fiziki bir hareketle ilgili değildir.Salât, dil ile yapılan bir fiil, zihinsel şuurlandırma yani bilinç kazandırma olayıdır. Şimdi "salat" ile ilgili tam olarak neyin yapılmasının emredildiğini görmeye çalışalım. “Sana kitaptan vahyedileni tilavet et ve salâtı ikame et. Muhakkak ki salât fuhşiyattan ve münkerden alı koyar…” (Ankebut-45)İletişim ve diyalog olmadan yani sözle eğitim ve öğretim olmadan kötü bir ahlaktan uzaklaşma ve uzaklaştırma imkanı yoktur. “…O (Kur’an)’dan kolayınıza geleni okuyun ve salâtı ikame edin. Arınmaya gelin ve Allaha güzel bir borç verin…” (Müzzemmil-20)Salât, vahyin insanlara aktarılması, Kur'an ilim ve ahlakının insanlara öğretilmesidir. Yani "salât" Kur’an ile insanın kendisini ve bütün toplumu uyarma ve donatma seferberliğidir. “Ey iman edenler! cuma günü (toplanma günü) "salât" için nida edildiği zaman, Allahın zikrine (Kur'an'a) koşun…” (Cuma-9)Âyette"salât" için çağrılan mü'minlerinAllah’ın zikrine, Kur’an’a koşmaları emrediliyor.Aslında toplanma günü yani cuma günü esas salât, ritüel olarak kılınan namaz değil, hutbe adını verdikleri eğitim ve öğrenim faaliyetidir. Yani esas olan namaz ritüeli değil, sözle insanları şuurlandırma ve onlara bilinç kazandırmadır.Maun süresinde bulunan "feveylun lil musallin" "musallin olanlara yuh olsun" (Mâun-4) cümlesinin gerçek anlamı da şöyledir. "Salat ile Kur'an-ı insanlara anlatıp, sadece Allah'a dâvet edeceklerine ve vahyin ahlakına sahip olacaklarına, salat ile ataların uydurma dinine insanları davet ediyorlar. Aşağıdaki âyet bu gerçeği anlatıyor. "ellezine hum an salâtihim sehun" "onlar salatlarının farkında değildirler" Yani onlar "yaptıklari salatın daha hangi anlama geldiğinden haberleri bulunmamaktadır. Buraya kadar anlaşıldığı üzere aslında "salât" kavramının fiziki hareketlerle yapılan bir ritüel değil, Kur’an ilim ve hikmetinin yani Kur'an ahlakının topluma ulaştırılması ile alakalı bir ibadettir. Secde ve Rüku: Kur’an’a baktığımızda "secde" kelimesi, "yere kapanmaktan" ziyade "büyüklüğünü kabul etmek, boyun eğmek, onaylamak" gibi anlamının olduğunu görürüz. Hatta "secde" kavramına "yere kapanma" manasının verilmesi, tevhid ve ihlas açısından büyük bir problem meydana getirecektir.Kur'an'da bulunan secde kelimeleri "yere kapanma" anlamına gelmemektedir.Mesala: Yüce Allah tarafından İsrailoğullarına verilen emir “…Kapılardan secde ederek girin…” (Bakara-58)“Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklenmeden Allah’a secde ederler.” (Nahl-49)"Secde" fiziki yani beden ile yapılan bir fiil değil, imani, zihni ve kalbi bir kabuldur.Yoksa her canlının yere kapanması diye bir şey olamaz. Göklerde ve yerde bulunanların hepsi yüce Allah’a ister istemez boyun eğip ona itaat etme fıtratına sahiptir.Mesala “Ve (ey Nebi!) secde edenler arasında dolaştığında”(Şu’ara-219)İnsanlar "secde ederken" Nebi (a.s) aralarında dolaşmıyordu.Âyette geçen "fis sécidin" "secde edenler arasında" Kur'an'da bulunan emir ve yasakları kayıtsız şartsız teslim olma anlamında kullanılmaktadır.Dolayısıyla "secde eden olmak" mü’minlerin en önemli sıfatlarındandır.Yüce Allah'ın âyetlerini duyduğunda kayıtsız şartsız onlara itaat etme anlamına gelmektedir.Âyetin manası "Nebi (a.s) mü’minler arasında dolaşıyor ve o mü’minler de Allah’a secde eden, boyun eğen kimselerdi" demek istenmiştir.“Sen de içlerinde bulunup onlara salâtı ikame ettirdiğin zaman onlardan bir taife seninle beraber ikame etsin. Silahlarını da alsınlar. ONLAR secde ettiklerinde arkanıza geçsinler…” (Nisa-102)Yukarıdaki âyette bulunan “...onlar secde ettiklerinde...” ifadesi de aynı anlama gelmektedir.Yani geleneğin anladığı gibi "imam önde namaz kıldırırken, arkasındaki cemaat yere kapanıyor, fakat imam yere kapanmıyor" değildir. Âyette secdenin bir defa yapıldığı manası da çıkar ki, nereden tutsanız günümüzde kılınan namazla hiçbir alakası yoktur. “Onların hepsi bir değildir. Ehl-i kitaptan, gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak Allah’ın âyetlerini tilavet eden bir ümmet vardır” (Âli imran-113)Gelenekselcilerin anladığı gibi, secdede Kur'an okumak mı? Ayakta durarak secde etmek mi?Yani Allah’a boyun eğerek, ayakta Allah’ın âyetlerini sindire sindire okumak mı? Hangisi?“Meleklere Âdem'e secde edin dediğimiz zaman secde ettiler. Ancak iblis diretti, büyüklendi ve kafirlerden oldu” (Bakara-34)Bu âyet secdenin tanımını en iyi yapan âyettir. "Salat" kelimesinde olduğu gibi burada da zıt anlamlardan yararlanacağız.Hepsi secde ediyor ancak iblis zıttını yapıyor. Büyükleniyor, diretiyor, kafirlerden oluyor. Yani "secde etmek" "emri önemsemek, büyüklüğünü kabul etmek, verilen emri kayıtsız şartsız onaylamak" anlamına geliyor.“Onlara Kur’an okunduğu zaman secde etmiyorlar. Bilakis o kafirler yalanlıyorlar” (İnşikak-21–22)Bu âyetler de aynı şekilde secdenin hangi anlama geldiğini açık olarak gösteriyorlar.Yani âyette "secde etmek" "yalanlamanın" zıttı olarak gelmiştir.. O halde "secde" kelimesine, tereddütsüz onaylamak, doğrulamak, tam itaat" anlamını vermek gerekmektedir.Dolayısıyla "secde etmenin" yere kapanmak değil, büyüklüğünü kabul etmek, emri onaylamak, manasına geliyor.Fakat Allah'ın yüceliği, rahmet ve mağfireti, verdiği sonsuz nimetler karşısında yere kapanmak da mevcuttur.Bazen öyle anlar olur ki, Allah'ın yüceliği karşısında, ayıplarınızı ve günahlarınızı örtmüştür, kudret ve kuvveti karşısında fakirliğinizi anladınız, Kur'an'ın kelime kombinasyonu ve kavramlar sistemi karşısında, hem bedenle fiziki olarak hemde zihnen duygusal olarak şiddetle yere kapanma ihtiyacı hissedersiniz.Şimdi yere kapanma fiilinin Kur'an'da nasıl geçtiğine bakalım.“De ki: O'na ister iman edin ister iman etmeyin. Daha önce kendilerine ilim verilmiş olanlara (Kur'an) tilavet edilince onlar çeneleri üstüne kapanarak secde ederler” (İsra-107)Âyette "yehirrune lil ezkâni sücceden" "çeneleri üstüne kapanarak secde ederler" buyruluyor. Mezhepçi müfessir ve müctehidlere yani din adamlarına göre, "secde etmek" zaten "yere kapanmak" manasında değil miydi? "Ve yehirrune lil ezkani yebküne ve yeziduhum huşuan"“Onlar ağlayarak çeneleri üstüne yere kapanırlar.(Kur'an okumak) onların derin saygısını artırır.” (İsra-109)Yukarıdaki âyette sadece "harra- yehirrune" fiili geçer. Yani "secde" kelimesi geçmemesine rağmen "yere kapanma" manasından hiç bir şey kaybetmiyor.Ayetlerden anladığımız üzere aslında yere kapanma yanlış bir eylem değil, övülen bir eylemdir. Fakat salâtın bir parçası olarak değil, kendine özel, bağımsız, çoğu zaman Kur'an okuma bağlamında geçmektedir. Secde salâtın bir parçasıdır, fakat o da yere kapanmak değildir. Yere kapanmak alışa gelmiş, sürekli tekrarlanan, alışkanlık olmuş, ezber yapılmış bir ritüelden daha çok, içten gelerek yere yığılmak şeklinde derin bir saygı içeren zihinsel bir duygunun eyleme geçmiş bir durumudur.Kur'an'da geçen "rüku" kelimesi de fiziksel bir hareket değildir. "Tevazu gösterme, boyun eğme, alçakgönüllülük" gibi manaları mevcuttur."...Festeğfera rabbehu ve harra râkian ve enébe"“…Rabbine istiğfar etti, yere kapanarak rüku etti ve yöneldi” (Sad-24)Burada yine "harra" fiili vardır. Âyet "yere kapanarak rüku etmekten" bahsediyor. Zaten âyetin bağlam ve bütünlüğüne bakıldığında "rüku"nun fiziksel olmadığı anlaşılacaktır."Harra" fiilinin manasını iyice anlamak için, Kur’an'da kullanıldığı yerlere bakabilirsiniz. "Secde" ve "rüku" fiilleri nasıl manevi anlamda kullanılmışsa, "harra" fiili de fiziki manada kullanılmıştır.“Sizin veliniz ancak Allah’tır, Resulü'dür ve o iman edenlerdir ki onlar salâtı ikame ederler ve rüku ederek arınmaya gelirler ” (Maide-55)Rüku ederek arınmak. Yani alçak gönüllülükle, tevazu ile arınırlar, itaat ederler. Dolayısıyla Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "secde" kelimesinin, yüce Allah'ın emirlerine mutlak itaat, yüceliğini ve büyüklüğünu kayıtsız şartsız kabul etmek anlamına geldiğini açıkca görürüz."Ruku" kelimesi ise, fiziki olmaktan öte "boyun eğmeyi ve kabullenmeyi" ifade eder."Secde" ve "ruku" kelimelerini peşpeşe kullandığımızda, yüce Allah'ın emir ve yasakları karşısında yani dinin tek hüküm kaynağının Kur'an olduğunu kişi önce boyun eğerek kabul edecek sonra kayıtsız şartsız itaat edecektir.Dolayısıyla bir inancı kabul etmek ve ona boyun eğmek şuursuzca yapılacak bir iş değildir. Üzerinde düşünülmüş, akıl kullanılmış ve onun hak olduğu kavranarak kabullenilmesi gerekir. "Kuşkusuz Rabbin katındakiler. O'na kulluk etmekten kibirlenmezler Sadece onu tesbih eder ve yalnız ona secde ederler (kayıtsız şartsız boyun eğerler)(Âraf-206)"Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a secde ederler.(kayıtsız şartsız boyun eğerler)(Râd-15)"Göklerde bulunanlar, yerdeki canlılar ve bütün melekler, büyüklük taslamadan Allah'a secde ederler.(kayıtsız şartsız ona boyun eğerler)(Nahl-49)"Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde ediyorlar. Bir çoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Her kim hor ve hakir olmayı isterse, Allah'tan (Kur'an'dan) başka artık onu değerli kılacak bir şey yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini yapandır"(Hac-18)Salat ise, insanın hayatı boyunca karşısına çıkan bütün zorluklara karşı Kur'an'ın hikmetinden çıkan iman, güzel ahlak, adalet, merhamet yani hem hasenât (iç dünyası) hemde sâlihât (dış dünyası) ile ilgili fiil ve Kur'ani bilgi istikametinde hakka boyun eğme, haktan yana olma, Allahın dinine yardım etme, ihlas ve takva ile hayatına yön vermesi anlamına geliyor. Kur'an'da bulunan kavramlar bilinçli veya şuurlu insanlar için bir anlam ifade eder.Ancak bilinçli ve şuurlu bir kişi Kur'an'da veya hayatta bulunan âyetleri gereği gibi anlar.Ancak o zaman âyetleri idrak eder, onlara boyun eğmesi ve kayıtsız şartsız Allah'a itaat etmesi gerektiğini kavrar. Kur'an'ı bilen, şuurlu ve özgür bir insana neye inanması gerektiğini kimse söyleyemez.Çünkü Kur'an'ın ilmi, edindiği bilinç ve yaratılışındaki fıtrat, ona hakkı anlatmaya yeter.Kur'an'ı dinde tek kaynak kabul eden bilinçli ve şuurlu insanlar bilerek hiç kimseye kötülük yapamazlar.Salat-ı ikame etme görevi tek başına yapılabildiği gibi iki veya çok kişiyle de yapılabilir. En uygun saatler bütün meşgalelerden uzak olan fecir ve gece vakitleridir.Salat-ı ikame etmeyi sadece bilinçlenme olarak düşünmemek gerekir.Salat, aynı zamanda başkalarını da bilinçlendirme anlamına gelmekte ve her şart altında yapılabilen önemli bir görevdir.Salat-ın hangi anlama geldiğini gösteren dört âyet.1-) "Felé saddeka velé sallé, velékin kezzebe ve tevellé" (Kiyame-31,32)"İşte o (vahyi) tasdik etmemiş salla da yapmamıştı, aksine yalanlamış ve yüz çevirmişti"Âyete dikkat edilirse, saddeka'nın (tasdik etme) zıttı, kezzebe (yalanladı) "salla'nın (destek olma) zıttı ise," tevellé" (yüz çevirdi) fiili olarak geliyor.Hanif din İslamda ve Allah Resülünden yani Kur'an'dan yana olanlar, onları tasdik edenler salatlarını hakkıyla yapmış olacaklardır.Zaten bu inanç ve akide olmadan hiçbir ibadetin anlamı olmayacaktır.2-)"Onların mallarından sadaka al; bununla onları (nifaktan) temizler ve arındırırsın.Ve onlar için salat eyle (ve salli aleyhim, inne salâteke sekenün lehum) çünkü senin salatın onlar için sükunettir. Allah işitendir bilendir"(Tevbe-103)Âyette Nebi (a.s) emredilen "salli aleyhim" "onlara salat eyle" nin anlamı şudur.Nifak ile iman arasında gidip gelen, net bir çizgiye sahip olmayanlara söz ve fiille destek olması, İslam dininin önem ve ehemmiyetinin sürekli olarak onlara hatırlatılmasıdır. Söz konusu olan Tevbe-103 âyet, 101.âyetten itibaren alındığı zaman mesele daha iyi anlaşılacaktır.3-) "Allah ve melekleri Nebi'ye salat ederler (destek olurlar). Ey iman edenler! Siz de ona (Nebi'ye) salat edin (destek olun) içten gelerek tam bir teslimiyetle (Allah'a) teslim olun"(Ahzab-56) Bu âyette geçen "sallu aleyhi" "ona salat edin" cümlesi, kendi döneminde yaşayan müminlerin "Nebi'ye destek" olmalarını öğütlemektedir.Âyetlerin bağlam ve bütünlüğüne bakıldığında bu gerçek apaçık görülecektir.Dolayısıyla Muhammed (a.s) a salavat çekme, salavat getirme diye birşey yoktur.4-)Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size salat eden odur. melekleri de size salat eder. Allah müminlere karşı çok merhametlidir"(Ahzab-43) Yüce Allah'ın müminlere en büyük desteği, vahiy göndermek suretiyle onları karanlıklardan aydınlığa çıkarmasıdır.Batıl yolda ve şeytani bir düzen yani şirk için salat-ı en sistemli olarak yerine getirenler cemaat ve tarikatlardır.Allah'ın hidayet yolundan gençliği engellemek için yaptıkları yurt, medrese ve okullar birer salat!!! kurumlarıdır.Yine sürekli bir araya gelerek dinlerinin kutsal kitaplarını ders yapmaları da kendi dinleri açısından salat etme çalışmaları olarak görülebilir.Onların bu salatları olmazsaydı toplumda bu derece etkili bir pozisyonda olmazlardı.Bir fetö'yü, birde şirk dini olan ehli sünnet ve nurculuk için icra ettiği salatı düşünün."Üst akıl, Dış güçler ve Amerika, Amerika..." söylemlerinin yüzde doksan dokuzu hikayedir.Esas gerçek dindir, imandır, şirk dini için yapmış oldukları salattır yani birbirlerine karşı olan yardım ve desteklerdir.Zaten tüm cemaat ve tarikatların esas kurucusu İngiliz misyoner teşkilatıdır.Fakat başarıya ulaşma, müritlerin çalışma ve çabaları sayesinde gerçekleşiyor.Gerçek olarak salatı ikame: Köy, kasaba, içe ve şehirlerin her mahallesine mescitler kurulacak, insanlar bir araya gelerek Kur'an'ı öğrenecek, böylelikle halk uydurma dinden kurtulacak, fakir, miskin, hasta, borçlu kim varsa araştırılacak, yardım havuzları kurularak infak ve sadaka müessesi yaşatılacak, , hem din, hem dünya, hemde âhiretleri için insanlar maddi manevi bir icad ve kâbiliyet, fikir ve donanıma sahip olacaklardır."Salatı ikame etmeyi" emreden âyetlerin büyük bir bölümü Mekke'de nazil olmuşlardır.Aslında Mekke'nin tebliğ ve mucadele alanını bilenler salatın hangi anlama geldiğini iyi bilirler.Yüzlerce âyete bakıldığında Mekke'de en büyük tartışma ve kavganın merkezinde Kur'an'ın var olduğu görülecektir.Müminlerle müşrikler arasındaki tartışma ve anlaşmazlık tamamen şirk, tevhid, din, iman, ihlas, İslam, güzel ahlak, Kur'an, Nübüvvet ve Risaletle ilgili idi."... Ve ekimissâléte lizikri" "Zikrim (vahiy) için salatı ikame et" (Tâhâ-14- Mekki)"Ve ekimissâléte tarafeyinnehéri ve zülefen minelleyl..." "Gündüzün iki tarafında yani gecenin zülüflerinde salatı ikame et..."(Hud-114- Mekki)"Gündüzün Güneş dönüp gecenin karanlığı bastırınca ya kadar salat-ı ikame et. Bir de fecir Kur'an'ı var ya, Fecir Kur'an'ı şahitlidir"(İsra-78- Mekki)Mekke hayatı, Allah Resülüne yani Kur'an'a destek olma veya tam zıttı olarak ona karşı gelme, sesini kısma ekseninde dönüyordü.Kur'an'a baktığımızda "ikame" fiili, salat, din, vucuh, (yüz-yön-benlik) denge, şehadet kavramları ile birlikte kullanılmıştır.(Âraf-29; Rum- 30, 31, 43; Rahman-9: Talak-2; Yunus-105)Yukarıdaki âyetlere bakıldığında "ikame' fiilinin, dini ve güzel ahlakı ayakta tutma, dine destek olma, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir şeye iman etmeme anlamında kullanıldığı görülecektir.Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları, salatın içini boşaltarak inanç ve güzel ahlak üzerinde olumlu hiçbir etki meydana getirmeyen "namaz kılma" ibadetine çevirdiler.Haliyle Hüseyin Atay hocanın dediği gibi, "namazı milletin başına bela ettiler"Çünkü Şii ve Sünni devlet adamları, ülkelerinde milyonlarca fakir, işsiz, miskin ve evsiz olmasına rağmen, onlar hiçbir işe yaramayan, tamamen gösteriş amaçlı ve israf olan dev mâbedler inşa etmektedirler.Halbuki Kur'an'ı hakkıyla okumuş ve onu anlamış olsalardı, Mescid-i Haram dahil olmak üzere, mâbedlerinin hepsinin, Allah indinde bir fakirin göz yaşının damlasına denk gelmeyeceğini bilirlerdi.Kısacası "salatı ikame etme her türlü kötülükten, cimrlikten ve ahlaksızlıktan koruyacağına..." (Ankebüt-45) tam aksine "namaz kılma" her türlü talanın, sahtekarlığın ve yalanın aracısı olmuştur.(En doğrusunu Allah bilir. Yüce Rabbim günahlarımızı bağışlasın, âhirette bizi mahcup etmesin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder