4 Ekim 2021 Pazartesi
KURAN'I MÜBİN'İN MEÂLİ(19.YAZI) 83-) Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca Allah'a ibadet edeceksiniz, ana babaya, yakın akrabaya, yetimlere ve miskinlere güzellik yapacaksınız diye misak almış ve insanlara güzel siz söyleyin, salat'ı ikame edin, arınmaya gelin. Sonunda azınız müstesna yüz çevirerek karşı geldiniz. 84-)(Ey İsrailoğulları!) Kanınızı dökmeyeceğinize nefislerinizi (kendinizi) yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair misak almıştık, sonra bunu böylece ikrar (kabul) etmiştiniz; buna siz şahitsiniz.(Aslında âyette "birbirlerinin kanlarını ve birbirlerini yurtlarından çıkarmayacaklarına" dair misak alınmıştı."Kanınızı dökmeyeceğinize, nefislerinizi (kendinizi) yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza" denilmesinin sebebi, toplum içerisinde yer alan her ferdin kanının diğerinden farksız olduğu, kardeşinin kanını akıtanın aslında kendi eliyle kendisini yok ettiğini edebi bir şekilde ifade edilmiştir.) 85-) Bu misakı kabul eden sizler, nefislerinizi öldürüyor, aranızdan bir fırkayı yurtlarından çıkarıyor, zarar vermede ve düşmanlıkta onlara karşı sırt sırta veriyordunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram kılındığı halde (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz kitab'ın bir bölümüne iman edip, bir bölümüne küfür mü ediyorsunuz? Sizden kim böyle bir fiil işlerse, cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kiyamet gününde ise en şiddetli azaba döndürülmektir. Yapmakta olduklarınızdan Allah gafil değildir. (Allah'ın Resülleri vefat ettikten sonra onlara varis olanlar, genellikle kitab'ın belli bir bölümünü uygulamış bir bölümünü terk etmişlerdir. Son vahyin tarihinde Allah Resulünden sonra özellikle Emevi ve Abbasiler döneminde din adamları, rivayet ve ictihadlarla Kur'an'ı tamamen devre dışı bırakmışlardır) 86-) İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir.87-) Andolsun biz Musa'ya kitab-ı verdik. Ondan sonra arka arkaya Resüller bulundurduk. Meryem oğlu İsa'ya beyyinét (apaçık deliller) verdik. Ve onu Ruhu'l Kudüs (vahiy) le güçlendirdik. Ama ne zaman size bir Resul nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse kibirlik taslayarak bir kısmını yalanladınız bir kısmını öldürdüğünüz.( doğru değil mi?) (Öldürülen Resüller vayhe bağlı Resüller yani vahiy alan Resüller değil, kitaba bağlı Resüller idi. Çünkü vahye bağlı Resüller koruma altındadır) VAHYE BAĞLI RİSÂLET VE KİTABA BAĞLI RİSÂLET:Kur'an'da yüzlerce âyette geçen Nebi ve Resül kavramları Osmanlı döneminde döneminde Farsça'dan dilimize geçmiş olan "peygamber" kelimesi ile ifade edilmektedir. Bu kavram ister istemez Kur'an'ın en önemli kavramları olan "Nebi" ile "Resul'ün" arasında bulunan farkların yok olmasına neden olmuştur.Resul: Bazen yüklenen söze, bazen o sözü yüklenen şahsiyete denir.Bu kökten türüyerek Türkçe'ye girmiş olan bazı kelimeler şunlardır.Resül, irsaliye, mürsel, risale.Resül: Elçi İrsaliye: Gönderilen şeyle ilgili evrak.Mürsel: AktarmaRisale: Yazılı mektup, dergi ve kitap demektir. Resul: Belirli bir amaç için kendisini seçip gönderen tarafından tevdi edilen emanete herhangi bir katkı yapmaksızın muhataplara bilgi ve haber götüren kişiye denir.Resülü'n çoğulu Rüsül'dür.Risalet, Resül kelimesinin mastarıdır, Resülün görev icra ettiği işin adıdır.Nebi, nun, be, elif; ne-be-e kökünden veya ne-be-ve kökünden türemiştir."Nebee" kökünden türetildiğinde manası:Çok önemli haber alan, haberin kaynağı anlamına gelir."Nebeve" kökünden türetildiğinde ise manası: Mertebesi ve değeri çok yüksek anlamına geliyor.Yani bulunduğu toplumda derecesi yükseltilmiş anlamına gelmektedir. Kur'an'da kıraat imamları Nebi kavramını iki şekilde de okumuşlardır.Nebi: Haber veren mertebesi yüksek olan anlamına gelir. Nübüvvet, Nebi kelimesinin mastarıdır yani Nebi'nin yaptığı işin adıdır.Kur'an'da Nebi ile Resül'ün birbirinden farklı olduklarını gösteren bir çok âyet vardır."Biz, senden önce hiçbir Resül ve Nebi göndermedik ki..."( Hac- 52)"Hani Allah, Nebilerden: "Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra yanınızda olanları tasdik eden bir Resul geldiğinde ona mutlaka iman edip yardım edeceksiniz diye söz almış..."(Âli İmran- 81)Kur'an'da itaat, isyan, aziz, kerim, mübin, icabet, davet, ittiba, kitab'ı tilavet, istihza, tekzip, emânet, hiyanet, hak, nur, inzar , tebliğ, küfür, savaş açılma, helal ve haram kılmak gibi birçok kavram Nebi değil, Resul bağlamında kullanılmıştır. Nübüvvet: MakamRisalet: Bu makama ait görevlendirmedir.Resül: Kendisinden hiçbir şey katmadan birinin emirlerini diğerine ulaştıran görevli kişidir. Nübüvvet unvan, Risalet ise bu ünvanın gereğinin icra edilmesi demektir.Tıpkı bir şehrin valisi olarak atanmış bir kişi görev esnasında kanunlar ve bu kanunlarca kendisine verilen yazılı yetkilerle makamında görev yapar. Fakat bu makama uygun olmayan hareket sergileyemez.Her zaman söz ve tavırlarında bu resmi makamın ağırlığına göre hareket eder.Özel hayatında bile bu resmi makamın şerefine herhangi bir lekenin sürülmesine fırsat vermez.Bu kişi görevde bulunduğu her anında validir, ama toplumu yönetirken vereceği emirlerde hiçbir zaman kendi kafasına göre hareket etmez, kanunlara göre hükmeder, görevini yapar.Özel hayatı ile ilgili konuları asla işine karıştırmaz, çünkü bu kanunlarla yasaklanmıştır.Görevde olduğu ve görevinde gereğince hareket ettiği müddetçe onun söyledikleriyle hareket etme zorunluluğu vardır.Fakat görevinin dışında yani kendi özel hayatında kimsenin onu dinleme ve ona itaat etme zorunluluğu yoktur.Aynen bunun gibi Nebi olarak kendisine vahyedilen kişi hayatı boyunca, gece gündüz, aralıksız Nebi kimliğine sahiptir.Nübüvvet kimliği ondan asla ayrılmaz, vefat edinceye kadar hatta ahirette bile Nübüvvet kimliğine sahip bulunur.(Nisa-69) Fakat Resullük her daim devam etmez.Resul kendisine Allah tarafından vahiy indirilip insanlara ulaştırdığı andaki konumudur. Resullük dünya hayatı ile sınırlı bir görevlendirmedir.Mesela:Muhammed (a.s), doğumundan kırk yaşına kadar Mekke vatandaşı olarak herkes gibi beşer kimliğine sahiptir.(Kehf-110; Füssilet-6)Nebi (a.s), kırk yaşından vefat edinceye kadar aralıksız Nübüvvet kimliğine sahiptir.Resul ( a.s), kırk yaşından vefat edinceye kadar kendisine vahiy indirilip onu tebliğ ettiği andaki görevidir.Onun için Resule itaat, Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir."Kim Resul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur..."(Nisa-80)Fakat Nebiler söz ve hareketlerinde Allah'a karşı hata ettiklerinden dolayı (Tevbe-113; Tahrim-1 Enfal-67,68) onlara itaat etmek, Resule itaat etmek gibi kabul edilmemiştir. Hatta Nebi'nin dediğini yapmamak yani tavsiyesine uymamak günah bile sayılmamıştır. (Ahzab-37)Dolayısıyla Allah'ın Resulü, Nebi sıfatıyla özel hayatında yaptığı davranışların, onun kişisel davranışı olduğu, bu sıfatla onun Allah adına bir hüküm ortaya koyup bir şeyi haram kılamayacağı anlaşılmış oluyor.Yani Şia ve Ehli Sünnet muhaddislerinin Nebi adına uydurup çıkarttıkları bütün rivayetler iftira ve yalandır.Bütün bu hadislerin çıkış sebebi Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların bilinmemesinden yani koyu karanlık bir cehaletten kaynaklanmıştır.Allah Resulü'nün vefatından sonra uydurulan hadisler ve onlara bağlı olarak gelişen Sünnet anlayışı ve mezhepler tamamen Kur'an'ın bilinmemesi yani vahiy'den yüz çevirme, Nebi ile Resul arasındaki farkların bilinmemesinden doğmuştur. Eğer bu ayırım sağlıklı bir şekilde çözülebilseydi en son Nebi ile beraber bütün Nebi'lerin her söz ve davranışları her yapıp ettikleri insanlar tarafından din olarak algılanmaz ve sadece Allah tarafından indirilen vahiy ile ilgili söyledikleri şeylerin din ve hüküm olduğu anlaşılırdı.(Âraf-62,63, 67,68,69; Kaf-45; Enbiya-45)Resüllerin insanlara vahiy haricinde bir din anlatmaya hakları yoktur."Musa dedi ki: Ey Firavun! Allah ile alakalı haktan başka bir şey söylememek benim üzerime düşen bir görevdir. Size Rabbinizden açık bir delil getirdim; artık İsrailoğullarını ( kendilerine vâdedilen topraklara) benimle bırak!"(Âraf-105)Eğer vahyin dışında yani Şia ve Ehli Sünnet'in hadis kaynakları din olarak kabul edilirse Allah'ın hükmüne karşı ortak koşulmuş dolayısıyla şirke düşülmüş olur. Çünkü Allah hükmüne hiç kimseyi ortak etmeyeceğini haber vermektedir.( Kehf- 26; Yusuf-40; Şura-10) Öyleyse Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin algıladığı gibi itaat Muhammed'e veya Nebiye değil, Allah'ın Resulü sıfatıyla vahyi anlatan, onu okuyan, tebliğ eden kişiye dolayısıyla beyan ettiği Allah'ın âyetlerinedir.Âyetlerde Allah'ın sözleri olduğu için aslında itaat, Allah'a yapılmış olur.Bu gerçek Nebi'ye iman etmenin gerekli olmadığı anlamına gelmez.Müminler hem Nebi'ye hem de Resule ve hem de Nebi Resule iman ederler.Çünkü Nebi'ler Allah'tan vahiy alırlar.Esasen Nebilere kitap verilmesinden kasıt olan vahiydir.Yoksa hiçbir Nebi ve Resul'e kitap indirilmemiştir.İndirilen vahye kitap denilmesinin sebebi onun koruma altında olması, bağlam ve bütünlüğünün bulunması ve bir sisteme sahip olmasından dolayıdır.Yüce Allah, emir ve yasaklarını yani indirdiği hükümlerini sadece Resuller aracılığıyla bildirdiği için onlara itaat ve ittiba etmemizi emretmektedir.Vahiy Resul'ün dilinde hayat bulduğu için Resule itaat, Allah'a itaat olmuş oluyor.Resul'ün helal kıldığı, Allah'ın helal kıldığı, haram kıldığı da Allah'ın haram kıldıklarıdır.Nebi ile Resul'ün arasındaki farklar anlaşıldıktan sonra şimdi Nebi'likten bağımsız bir Resul'ün olup olmadığına bakmamız gerekiyor.Yukarıda yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere her Nebi; kendisine kitap (vahiy) ilim ve hikmet verildikten sonra Resul sıfatıyla görevini yapmıştır.Allah tarafından indirilen vahyi insanlara ulaştırdıkarında Resul, geri kalan zamanlarda ise Nebi'dirler.Yani yüce Allah, seçtiği kimselere vahiy ile önce Nübüvvet, sonra hikmet ve ilim yani vahyin bağlam ve bütünlüğünü vererek bu kimseleri risaletle görevlendirmektedir.Yusuf, İsa, Yahya ve diğer bazı Nebiler daha küçük yaşta kendilerine Nübuvvet makamı verildiği âyetlerde yer almaktadır."Bunun üzerine Meryem çocuğu işaret etti."Biz, dediler, beşikteki bir sabi ile nasıl konuşuruz? Çocuk şöyle dedi: "Ben, Allah'ın kuluyum. O, bana kitab-ı (vahiy) verdi ve beni Nebi yaptı" (Meryem- 29, 30)"Onu (Yusuf'u) götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusuf'a: Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar işin farkına varmadan kendilerine haber vereceksin, diye vahyettik"(Yusuf- 15)"Ey Yahya! Kitab-a var gücünle sarıl!" dedik ve henüz sabi iken ona ilim ve hikmet verdik" (Meryem- 12)Bu Nebi'lere verilmiş bir onur ve makamdır. Nübüvvet, Allah ile Nebi arasında güzel ahlak, olgunlaşma, mukemmel bir şekilde yetiştirilme, elçilik makamına hazırlama ve Nebi'nin risalet kurumu için uygun hale getirilmesi ile ilgili bir tâlim ve terbiye kurumudur.Peki Nebi'lik yani Nübüvvet bittiğine göre risalet de sona ermiş midir?"Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin, babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resul'ü ve Nebi'lerin sonuncusudur"(Ahzab- 40)Yani Muhammed(a.s) ile birlikte Nübüvvet'e son verilmiş Nübüvvet kurumu'na mühür vurulmuştur.Artık Muhammed (a.s) dan sonra Nübüvvet diye bir kurumdan ve Nebi diye başka bir kişiden söz etmek mümkün değildir. Bu âyet bize açık olarak Nübüvvet kurumunun ebediyen kapandığını kapısına kilit vurulduğunu haber vermektedir.Bunun sebebi dinin Allah tarafından tamamlanmış olmasındandır.Din tamamlandığından dolayı artık Nübüvvet kurumuna ve vahye dayalı yani vahiy alan Resül'e gerek kalmamıştır. ( Maide- 3; En'am-115) Dolayısıyla son vahyin koruma altına alınması, dinin en mükemmel bir şekilde tamamlanması, Muhammed (a.s) ın bütün insanlara Resul olarak gönderilmesi (Araf -158; Sebe- 28) son vahyin indirilmesi, artık Allah'tan haber alma makamının yani Nübüvvet'in olmayacağını göstermektedir. Peki Nübüvvet yani Nebi'lik kurumunun kapanması ile birlikte risâlet (Resül'lük)misyonu da bitmiş midir?Şurası açıktır ki Muhammed (a.s)dan sonra Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı Nübüvvet ve Risalet'in olması artık mümkün değildir.Yani son Nebi ve Resül olan Muhammed (a.s)dan sonra, Allah tarafından görev alma, Allah'tan herhangi bir yolla vahiy ve haber alma asla olmayacaktır.Çünkü iman, itikat, güzel ahlak, ibadet ve öğüt olarak Kur'an'ın indirilmesiyle din tamamlanmıştır. Dolayısıyla son Nebi ve Resul olan Muhammed (a.s) dan sonra hiçbir Nebi (Allah'tan vahiy alan) gelmeyecektir.Bu apaçık âyetten (Ahzab-40) sonra her kim bende Nübüvvet'e bağlı (Allah'tan vahiy alan) bir Resulüm derse kafir olur.Yani Muhammed (a.s) dan sonra Nübüvvet ve Risâlet davası güden herkes kafirdir. O halde, Nübüvvet'e bağlı risâlet sona ermiş ise, kitabın Resul oluşu veya kitabın Resul'ü olmak hükmen ne ifade eder.Yani din ve hüküm olarak kitab-ı tek kaynak kabul eden ve insanlara yalnız onu tebliğ edenlere Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı olmaksızın Resul denilebilir mi?Şimdi bu soruların cevaplarını Kur'an'ın sisteminde bulmaya çalışalım. Kur'an, Mısır kralının Yusuf (a.s) a gönderdiği elçiye "resul" (Yusuf- 50)Sebe kralliçesinin Süleyman (a.s) a gönderdiği elçilere "mürselun" (Neml-35)kavramlarını kullanmaktadır.Fakat bu âyetlerde kullanılan resul kavramı, Nübüvvet'e bağlı yani Allah'tan vahiy alan bir Resullük değildir.Bu manada değerlendirilirse yani vahiy almayan, Nübüvvet'e bağlı olmaksızın kitab'ın resülü olmak ne anlam ifade ediyor? Eğer bu kelimeyi Nübüvvet'e bağlı yani Allah'tan vahiy alan Resul makamında kendini görmeyip sadece vahyi insanlara ulaştıran, yalnız onu rehber alan, sadece onu anlatan ve tebliğ eden elçi manasında kullanılırsa bir sorun teşkil etmez.Tabi ki, Kur'an'ın sistemi buna bir açıklık getiriyor. Yani bu konuyu kendi kafamızdan uyduruyor değiliz. Fakat bu görevi yapanlar hiçbir zaman kendilerini kitab'ın resulü olarak göremezler. Çünkü örneklik, güzel ahlak, vahyin bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü yani ilim olarak bu göreve layık olup olmadıklarını bilemezler. Muhammed (a.s) dan sonra her kim mehdi, nebi ve resül olduğunu iddia ederse, hem kafir, hem fasık, hem zalim hemde müşriktir. Bu yalancılara iman edenlerin hepsi munafık, kafir, fasık, zalim ve müşrik olurlar. Bunlar ahlaksız, onursuz, adi karakterli, basit, son derece cahil kimselerdir. Çünkü kitaba elçilik görevinin hakkıyla yapılıp yapılmadığı ancak âhirette Allah'ın huzurunda belli olacaktır.İnsanlık tarihinde binlerce Resul geldiği halde sadece yirmi sekiz tanesinin ismi Kur'an'da geçmektedir. Yani Allah'ın nazarında önemli olan resul'ün ahlak ve edebine sahip olmaktır.Bu konuda insanların teveccühüne değer vermemek gerekir. Bu görevi ifa edenlerin kendilerini Allah'ın resulü veya kitabın resülü olarak görmeleri birçok fitne, kargaşa, terör, anarşi, taklit, cehalet, zulüm, katliam, parçalanma, bölünme ve kula kulluğu yani şirki beraberinde getirecektir.İnsanların kendilerini "resül" olarak göstermeleri yobazlık ve bağnazlığa sebep olacak, ilim ve hikmet, tefekkür ve sorgulama açısından kapkaranlık bir darboğaza girilecektir.Herkes kendi elçisinin üstün olduğunun kavgasını verecek, bir nevi yeni bir tarikatçılık ve mehdiyet inancı hortlamış olacaktır.Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı değil de, sadece kitab'a bağlı resul'den söz edilir mi?Yani kimliği belirsiz, vahye değil de, kitaba bağlı resüllüğün devam edip etmediğine bir bakalım. Kitabın kendisi (vahiy); Resul yani risâlet görevini yerine getirdiğinden şüphe yok.O halde, "ben Allah'ın resulüyüm" demeden, yani resullük iddiasında bulunmadan, güzel bir ahlak ile kitab'ı insanlara aktaranların resül olduklarına dair Kur'an'da bir delil var mı? Şimdi bu soruların cevaplarını soğukkanlı bir şekilde âyetlerden bulmaya çalışalım.1.Âyet: "Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tağut'tan sakının" diye (uyarmaları için) her ümmete bir elçi gönderdik..."(Nahl- 36) 2.Âyet: "...Biz, bir elçi göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz"( İsra- 15)3.Âyet: "O küfredenler bölük bölük halinde cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara: Size, içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı İhtar eden elçiler gelmedi mi? derler...."( Zümer- 71)4.Âyet: "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugüne kavuşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi? derler..."(Enam- 130)5.Âyet: "Ey Adem oğulları! Size kendi içinizden âyetlerimi anlatacak elçiler gelir de kim (onlara karşı gelmekten) sakınır ve kendini ıslah ederse onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir"(Âraf-35)Bu âyetlere baktığımızda muvahhidlerin Kur'an'ın ilim ve hikmetinden beslenip insanlara onların diliyle vahyi ulaştırmalarının çok önemli bir görev olduğu görülüyor.İşte bu görevi ifa etme kitabın ifadesiyle resul (elçi) olma görevidir.İlgili âyetlere dikkatli bir şekilde bakıldığında Nebi- Resul yani Nübüvvet ( Allah'tan vahiy almaya) bağlı Resullerin dışında da resullerin olduğu açık olarak görülüyor. Çünkü âyetlerde kullanılan Resul kavramlarının tamamı nekre yani bilinmeyen ve belli olmayan resüllerden söz edilmiştir. Hiç bir âyette Nübüvvet makam ve mertebesinden söz edilmiyor. Çünkü Nübüvvet tarihsel bir makam ve mertebe iken, Resül'lük evrensel bir görevdir. Nebi-Resul (Nübüvvet'e bağlı Resullük) anlatılırken genelde Resul kavramı elif lam'lı yani mârife ( belirlilik) takısı kullanılmıştır.Nekre (belirsizlik) takısıyla kullanılan yerlerde ise kitap-resul veya beşer- resul'e atıf yapmaktadır.Eğer Resul (elçi) kavramı sadece Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı elçilik olmuş olsaydı, her millete uyarıcı, hidayet edici elçilerin gönderildiği ile ilgili âyetleri nasıl anlamak gerekirdi.Yukarıdaki âyetlerde geçen, "...içinizden size âyetlerimi anlatan ve sizi bu gününüzle uyaran elçiler gelmedi mi?..." (En'am-130) ifadesini nasıl anlamak gerekir?Hemde Resul lafzı hem çoğul hem de cins olarak kullanılmışken.Yine "Ey ademoğulları! Aranızdan size âyetlerimizi okuyan Resuller geldiği zaman, kim korunur ve davranışlarını düzeltirse, artık onlara bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir"(Araf- 35)Yine yukarıdaki âyette geçen "Ey ademoğulları..! Hitabı kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlarla ilgili olmadığını kim iddia edebilir? Eğer bu ilâhi hitaplar kıyamet gününe kadar gelecek insanları ilgilendiriyorsa ki, bundan asla şüphe yoktur. Evet Allah Resulü'nden sonra hidayet, rahmet, din ve itikat olarak onu sadece vahiy yani kitab temsil etmektedir.Fakat kitabın dili yoktur, kitap konuşamaz, vahiy derdini anlatamaz.Halbuki vahiy kesinlikle satırların ve yazının gücüne değil, sözün gücüne sahiptir.Dünyanın bütün bilgisayarlarında, cep telefonlarında, kütüphanelerinde bulunan mushaflar Kur'an'dan konuşan bir kişi kadar etkili olamazlar.Mimik hareketleri, etkin hitabetleri, güzel ahlak ve örnek kişilikleriyle elçiler her zaman insanların üzerinde kitaptan daha çok tesir bırakırlar.Kur'an'ın Resüllere bu kadar yer ayırması ve üstün bir değer vermesi Resülün misyonunun çok önemli olduğundan kaynaklanıyor. Resül dinde olmazsa olmaz esaslardan biridir. Hiç bir zaman kitabın gücü sözün gücüne ulaşamaz.Yazı ve kitap sözün gücü karşısında etkili değillerdir.İşte burada vahiy onu anlatacak onu dillendirecek, onu okuyup beyan edecek ve tebliğ edecek muvahhid sözcülere gerçekten büyük bir ihtiyaç duyar.Ancak burada önemli olan bazı konular ortaya çıkıyor.1-) Vahyi tebliğ edenler onu bağlam ve bütünlüğü içinde bilecekler.Yani onun ilmine ve sistemine vakıf olacaklar. 2-) Kur'an'ı hayata aktarmada güzel ahlak sahibi olacaklar.Yani onu en güzel bir şekilde yaşayarak temsil edecekler.3-) Kendilerinin resul olduklarını asla söylemeyecek etrafında olanlarda böyle bir inanca ve fikre sahip olmayacaklardır. Çünkü vahyin elçiliğini hakkıyla yapıp yapmadıklarını bilen sadece Allah'tır. Dolayısıyla kimin ne olduğunu Allah'tan başka hiç kimse bilemez.4-) Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmeyecek ve sadece Kur'an ile uyarı ve ikaz yapacaklar.Bu elçilik Nübüvvet'e ( Allah'tan vahiy almaya) bağlı bir elçilik olmayıp, sadece Allah'ın âyetlerini insanlara aktarma ve vahyin mücadelesinin yapıldığı bir elçiliktir.Dolayısıyla bu hak ışığında anlaşılan gerçek şudur.Nübüvvet'e ( Allah'tan vahiy almaya) bağlı bir elçilik olmaz, fakat vahye yani kitaba bağlı bir elçilik devam etmektedir.Bir çok âyet bu gerçeği açık olarak ortaya koymaktadır."Kafirler diyorlar ki: Ona Rabbinden bir âyet indirilseydi ya! Ey Resul! Sen ancak bir uyarıcısın ve her kavmin bir hidayet edicisi bir rehberi vardır"(Ra'd-7)"Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Her ümmet için mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur"(Fâtır-24)Yukarıdaki âyette "ümmet" kavramının geçmesi çok önemlidir. Çünkü Kur'an'ı Mübin'e göre "ümmet" aynı zamanda ve aynı coğrafyada yaşayan insanların ulusal birliğini yani "vatandaşlık" anlamına geliyor. Millet ise: İnsanlık tarihinde ister şirk, ister islam (tevhid) olsun, aynı inanca sahip olan insanları ifade eder. Yeri gelmişken şu Kur'an'i gerçeği de geçmeyelim. Her Resül kendi döneminde yaşayan insanlar için şahittir. Kendisinden sonra gelen insanlara şahit olamaz. Bu gerçeği Kur'an, İsa (a.s) ın lisanıyla ortaya koyar. "...İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şahit idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun..."(Mâide-117)İşte bu yüzden Resül "millet" için değil, ümmet için şahittir. Şimdi Kitab-a bağlı resüllüğe delil olan âyetleri görmeye devam edelim. "Yerine göre müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçiler gönderdik ki insanların Resullerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri kalmasın..."(Nisa-165)"Âd kavmi Resulleri yalanladı"(Şuara-123)"Nuh kavmi Resulleri yalanladı"(Şuara-105)Nuh (a.s) ın kavmine Nebi- Resul olarak sadece Nuh (a.s), Âd kavmine de sadece Hud (a.s) gönderilmişti.Fakat âyetlerde "Nuh kavmi de Âd kavmi de Resulleri yalanladı" denilerek Resul kavramları cemi (çoğul) olarak kullanılmıştır.Yalanlanan Resuller, o iki Nebiye inen âyetleri tebliğ edenlerden başkası değildir."Şüphesiz elçilerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem de şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz"(Mümin-51)"Allah: Elbette ben ve Resullerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir"(Mücadele-21)Yukarıdaki iki âyet risalet misyonunun dünya hayatı boyunca devam edeceğini ortaya koymaktadırlar.NEBİ ve RESUL İLE İLGİLİ ÂYETLERİN GÜNCELLENMESİ:Şimdi gelelim konunun en önemli yerlerinden biri olan Nebi ve Resul bağlamındaki âyetlerin güncellenmesi meselesine:Nübüvvet'e bağlı risâlet son bulmuş olduğuna göre kitaba bağlı yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen muvahhidlere atfen kitaba bağlı vahyin Resulu olarak âyetler nasıl güncellenmelidir.Bu âyetler incelenirken elçilerin hem Nebi, hem Resul, hem de Nebi- Resul, bir mümin, bir devlet başkanı olduğu göz önünde bulundurularak ilgili ayetler bu eksende güncellenmelidir.Bazı âyetler Resul"ün veya Nebi'nin şahsına hitap eder fakat bu hitaptan tüm müminler sorumludur.Çünkü aynı zamanda o bir mümindir. Bazı âyetlerde Resul'e veya Nebi'ye hitaben gelir, fakat bu hitaptan sadece önder ve öncü olan kimseler sorumludur.Bazı âyetler de vardır ki, sadece Nebi'ye hitaben iner ve bu hüküm müminlerin dışında sadece ona özel bir hüküm olur. Dolayısıyla bu güncelleme konusu ile ilgili olarak âyetlerin geçtiği bağlam ve bütünlüğe bakmak gerekir.Son nebi Resul'dür ve Allah'tan vahiy alan bir Resul'dür.Kitab-a resullük yapacak olanın âyetleri güncellemesi gerekliliğinden dolayı ben de resülüm diyemez. Yani siz genelin anladığı tarzda bir vahiy alma meselesine güncelleme adı altında kendinizi resul olarak göremezsiniz.Son Nebi olan Muhammed ( a.s) dan sonra kendisini Nebi veya Resul olarak ilan eden yalancı ve şarlatandır.İnsanların kendilerini resul ilan etmelerinin tarikat küfür ve şirkinden öte hiç bir anlamı ve değeri yoktur.Hatta "Kur'an!, Kur'an!" deyip, Kur'an'ı tek kaynak kabul ettiklerini söyleyenlerin böyle bir inanca sahip olmaları tarikat şirkinden daha alçakça bir ahlaktır. İnsanların Kur'an ahlakına sahip olup olmadıklarını yani Kur'an'ı hakkıyla temsil edip etmediklerini sadece Allah bilir. İnsanların gözünde çok faziletli, pek mübarek ve "evliya!" olarak bilinen biri, Allah'ın indinde hayvanlardan daha aşağı dereceye sahip olmadığını kim bilebilir. Aşağıdaki âyetler Nebi- Resul haricinde yani Allah'tan vahiy almaya bağlı olmaksızın, kitaba bağlı resüllerin insanlar tarafından bilinmesinin mümkün olmadığını gösterir."Sizden öncekilerin, Nuh, Âd ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonrakilerinin haberleri size gelmedi mi? "ONLARI ALLAH'TAN BAŞKASI BİLMEZ. Resulleri kendilerine âyetler getirdi de onlar ellerini resullerin ağızlarına bastılar ve dediler ki:Biz, size gönderileni (hikmet- Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü) inkâr ettik ve bizi kendisine çağırdığınız (vahiy-tevhid) şeye karşı derin bir kuşku içerisindeyiz""(vahiy) elçileri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var?Halbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi ( atalarınızın yolundan hak dine) çağırıyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz.Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin""Elçileri onlara dediler ki: Evet biz sizin gibi beşerden başkası değiliz.FAKAT ALLAH (vahyin bağlam ve bütünlük) NİMETİNİ KULLARINDAN DİLEYEN (ahlâken hakkeden) KİMSEYE LÜTFEDER.Allah'ın izni olmadan bizim size bir delil getirmemize imkan yoktur. Müminler ancak Allah'a dayansınlar""Hem, bize (vahiy ve tevhid) yollarımızı göstermiş olduğu halde ne diye biz, Allah'a dayanıp güvenmeyelim?Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkül ve sebat etsinler""Kafirler elçilerine dediler ki: "Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!" Rableri de onlara: Zalimleri mutlaka helak edeceğiz diye vahyetti"(İbrahim-9,10,11,12,13)Yukarıdaki âyetlerde geçen "Nuh, Âd ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberleri" ve "Onları Allah'tan başka hiç kimse bilmez" ile "Fakat Allah nimetini kullarından dileyen (ahlâken hakkeden) kimseye lütfeder"cümleleri önemlidir.1-) Nebi- olan Resullerden sonra sadece vahyi aktaran ve sadece vahyi rehber edinen resuller olmuştur.2-) Onları Allah'tan başka hiç kimse bilmez. Âhirette mükafatlarını Allah'tan alacaklardır. Önemli olan da budur.3-) Vahyi tebliğ edenler, kendilerini reddedenlere ve karşı gelenlere söyleyecekleri tek şey âyette geçtiği gibi"Fakat Allah (vahyin bağlam bütünlük, vahyin ilim) nimetini kullarından dileyen (ahlâken hakkeden) kimseye lütfeder" Âyetlerde bulunan"Müminler ancak Allah'a tevekkül etsinler" (İbrahim-11) ile "Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkülde sebat etsinler"(İbrahim-12)cümleleri de, vahyi anlatanların her türlü kibir ve gururdan uzak kalmalarının yolunu göstermektedir.Yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmeyenler için sadece Allah'a dayanıp O'na güvenmek mertebelerin en büyüğüdür.Nübüvvet kurumu ile ilgili özel âyetler ve hükümler nazil olmuştur."Nebi, müminlere kendi canlarından daha evlâdır. Eşleri onların analarıdır..."(Ahzab-6)"Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağrılmadıkça, zamanını gözetmeksizin Nebi'nin evlerine girmeyin.Ancak davet edilğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Nebi'yi üzmekte fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez.Nebi'nin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasında isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır.Sizin Allah'ın Resulünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarına nikahlamanız olcak bir şey değildir. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır"( Ahzap- 53)Yukarıdaki âyetler dikkatlice incelendiğinde görülecektir ki âyetlerde Resul değil Nebi lafzı kullanılmıştır.Sadece eziyet ibaresinde Resul kavramı kullanılarak Resulü üzmenin ciddiyetine gönderme yapılmıştır.Nübüvvet kurumu kapandığı için bu kuruma ait hükümler de kapanmıştır.Âyetleri güncelleme adına Allah'ın kitabına işkence etmenin bir anlamı yoktur.Nebi'nin hanımlarıyla evlenmeme emrinin güncellenmesi, kendisinden sonra Nebi'nin haysiyet ve şerefinin korunması Nübüvvet makam ve mertebesinin korunması, vahye bağlı Risalet'in namusuna bir iftira ve lekenin sürülmemesi içindir. Dolayısıyla dinin sahibi olan Allah, Nübüvvet müessesesini kapattım diyorsa (Ahzab-40) artık hiç kimse hakiki manada ne vahiy alabilir ne de bu kuruma özel âyetleri kendisi için güncelleyebilir.Buna bağlı olarak da kendisini Allah'ın resulü olarak ilan edemez.Şunu belirtmek gerekir ki, hem Nübüvvet'in ve hem de kitabın resulü kendi hevasından bir aktarım gerçekleştirmez. Aksi halde Allah'ın cezalandırması ile karşılaşır (Hakka-43, 44)Eğer birileri; Allah adına O'nun sözünden başka şeyleri insanlara söylüyorlarsa Allah'a karşı korkunç bir iftira etmiş ve büyük bir yalan uydurmuş olurlar.Yukarıdaki kitabın resullüğüne delil olarak aktardığımız âyetlerde de resullerin sadece Allah'ın ayetlerini insanlara okudukları anlatılmaktadır.( Kasas- 47; Tâhâ-134 )Özellikle Kasas- 47 de ifade edildiği gibi tüm resuller sadece Allah'ın âyetlerini okuyarak tebliğ etmekle mükelleftirler. İnsanlarda resullerin anlattıkları âyetlere tâbi olarak hakiki anlamda Müslüman olurlar.Çünkü insanlar sadece Allah tarafından indirilen vahiyden sorumludurlar.(Zuhruf-43,44)Şimdi bu bağlamda "Resul'e itaat etme" ayetlerini nasıl anlamak gerekir."Kim Resul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur...."( Nisa- 80)"De ki: Allah'a ve Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinlerki Allah kâfirleri sevmez"( Âli İmran- 32)İkinci âyette "Allah'a ve Resul'e itaat ediniz" denilmiş ve "Eğer yüz çevirirseniz Allah kafirleri sevmez" denilerek vahyin kaynağına atıf yapılmıştırBu âyette "Allah'a itaat" "kitab-a itaat" ise, Resul'e itaat neye itaat olacaktır? CEVAPResul'e itaat etmek de Allah'a itaattir.Allah kendi sözlerini bizzat kitap yok iken, veya insanların büyük çoğunluğunun kitaba ulaşmaları mümkün değilken, vahyi yani Allah'ın emir ve yasaklarının ancak Resullerin kalplerine yani onların aracılığıyla haber aldıkları için yüce Allah, Resul'e itaat etmemizin kendisine itaat olduğunu bildirerek Resul'ün sözünü Allah'ın sözü olduğunu belirtmiştir. "Allah'a ve Resülüne itaat edin" de bulunan "ve" yani anlamına gelmektedir. "Onu Ruhu'l-Emin uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine inmiştir"(Şuara-193,194,195)"O (Kur'an), şüphesiz değerli bir Resulün sözüdür"(Tekvir-19) Bundan dolayı "Resul'e itaat" kesinlikle "Allah'a itaattir"Aslında Allah tarafından indirilen vahiy sözün gücüne dayanan bir özelliğe sahiptir yani vahiy kitap değil, hitaptır. Vahyin kendisine "kitap" demesi (Bakara-2) bağlam ve bütünlüğü, koruma altında bulunması, kendi içinde bulunan bir çözümü ve sistemi olduğundan dolayıdır.Yoksa Kur'an asla iki kapak arasında bulunan bir kitap değildir.İşte Kur'an'ın bildiğimiz anlamda bir kitap olmadığını gösteren âyetler."Bu Kur'an, kendilerine ilim (hikmet- tevhid) verilenlerin göğüslerinde yer alan apaçık âyetlerdir..."(Ankebut-49)"...İndimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar"(Müminün-62)Halbuki yüce Allah'ın indinde iki kapak arasında maddi şeylere yazılmış bir kitap bulunmamaktadır."Hakikatte o (yalanladıkları) levh-i mahfuzda bulunan şerefli bir Kur'an'dır"(Buruc-21,22)Şimdi elimizde Allah'tan olduğuna inandığımız bir kitap var iken, artık "Resul'e itaat etme" ile ilgili âyetleri nasıl anlamak gerekir?Zaten elimizde kitap var, ayrıca Resul'e ne gerek var? gibi sorulara nasıl bir cevap vermek gerekir?Bir insanın Allah'a itaati, tabii ki Allah'ın kitabına yani sözlerine itaat demektir.O'nun sözleri; ya yazılı bir kitapta ya da Resullerin ( O'nun elçilerinin) dilinden ilahi sözler (âyetler)dir.Kitab-ı bilmeyenler kitab-ın resüllerinin vahiy'den aktardıklarına iman ederler.Çünkü bugün bile yani içinde bulunduğumuz teknoloji ve dijital çağda bile insanların büyük çoğunluğu Kur'an'ı kitaptan değil, kitab'ın elçilerinden dinleyerek ikna olur ve bu şekilde dinlerini öğrenirler. Dolayısıyla ister beşer resül'e itaat, ister kitab-a itaat olsun ikisi de sonuç olarak Allah'a itaat etmek sayılır. İnsanlar dini bir meselede kendi aralarında çelişkiye düştükleri zaman onun çözümünü mutlaka Allah'a ve onun Resul'üne götürmek zorundadır.Bu ilâhi bir emirdir.Eğer Allah'a gitmek kitab-a gitmek ise, resuller de kitabın âyetlerini okuyorsa ikisi de aynı şey değil mi?Burada çok önemli bir fark devreye giriyor. Ahlak ve karakteri, edep ve tavırları, konuşma ve mimik hareketleri bulunan canlı ve heyecanlı insan faktörü:Yani Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, kendi içinde bulunan çözümünü, ilim ve hikmetini hayata aktaracak bir dile ve mücadeleye ihtiyaç vardır. Çünkü herkes vahyin bağlam ve bütünlüğünü vahyin sistemini, kendi içinde bulunan çözümünü kavrayamaz.Sadece son vahiy olan Kur'an değil, yüce Allah'ın elçilere göndermiş olduğu bütün vahiy'lerde sözün gücü geçerlidir.Kur'an dolusu binlerce kütüphane, bilgisayar, sadece Kur'an'dan konuşan, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilen biri kadar etkili değillerdir.Satır ve yazı ölü, kitap yani metin cansız ve hareketsiz bir özelliğe sahiptir.Hiçbir zaman ölü olan yani yazı, yani kitap, onu dile getiren canlı, heyecanlı, dinamik, mucadele yüklü bir ruh, bir elçi, bir sözcü kadar etkili olmazlar. İşte bu yüzden Allah'ın Resulleri ile kitabın resulleri değerlidir.Sadece Kur'an'dan konuşan, sadece Kur'an'a dayanan ve sadece Kur'an'ı anlatan bir kişi güzel ahlak ve hitabetiyle dünya dolusu kitaptan daha etkilidir.Vahiy, onu dile getiren, onu açıklayan ve tebliğ edenlere ihtiyaç duyar kendi elçilerini de ortaya çıkarmaya çalışır. Yani vahyi anlatan, onun sözcülüğünü yapan, onun için mucadele eden elçiler olmadığı zaman, hakkın batıla karışması son derece kolaylaşır.İşte o zaman Kur'an'da bulunan kavramların içi boşaltılır, vahyin bağlam ve bütünlüğü bozulur, Kur'an'ın manası tahrif edilir. Bütün bunların önünde tek engel Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilen, onun mücadelesini yapan ve sadece vahye tabi olan muvahhidler ile kitab-ın resülleridir.Kitab'a resüllük yapanlar sadece vahye tabi olurlar.Eğer sadece vahye tabi olmazlarsa uydurmacılar tarafından kitabın mealinde yapılacak ihanetleri keşfetme imkânına sahip olamazlar.Yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul ederlerse, yüce Allah onları böyle değerli bir misyondan ve faziletli bir muvaffakiyetten mahrum edecektir.Daha önce ifade ettiğimiz gibi Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı Resullük görevi verilmeden Allah Nebi'lere muhakkak ilim ve hikmet vermiş yani onları Risâlete hazırlamıştır.Bu da bize şunu öğretir.İlimsiz ve hikmetsiz resul olmaz.İlim vahiy; hikmet ise vahyin bağlam ve bütünlüğü vahyin kendi içinde bulunan çözümü yani vahyin maksadı olmuş oluyor.İnsanlar neden Nebi ve Resul olan Muhammed (Aleyhisselam) a sorular sorarlardı da, sorularının cevaplarını indirilen vahiy'de aramazlardı.Veya neden hazır vahiy var iken, sorma ihtiyacı duyuyorlardı?Bir çok yerde geçen "sana soruyorlar" âyetlerini bir düşünelim.Peki, Allah'ın Resul'ü Muhammed (Aleyhisselam) onlara kendi akıl ve ictihadından cevap vermiş midir?Yoksa her seferinde indirilen vahiy'den mi cevap vermiştir. Onların sordukları bütün sorulara karşı, De ki: buyrularak Allah kendi emir ve yasaklarını insanlara Resul'ün dili ile aktarmıştır.İnsanlar tarafından gelen soruların hiçbir tanesine Resul kendi heva ve hevesinden cevap vermemiştir.İşte Resulullâh (a.s) ın indirilen vahiy ile verdiği cevaba itaat farzdır.Çünkü Resul olmadan vahiy, din, iman, İslam olmaz. Resul Allah tarafından indirilen vahiy dışında hiçbir şey söylemez."O (Resülün bildirdikleri kendine ) vahyedilenden başka bir şey değildir"(Necm-4)"...Resül size ne veriyorsa onu alın, size neyi yasaklıyorsa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah'ın azabı çetindir"(Haşr-7)"Kim Resul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur..."(Nisa-80)Dolayısıyla yüce Allah iki kapak arasında bir kitap indirmemiştir.Vahiy Resulullah'ın kalbine inmiştir. Kur'an'da bulunan bütün "kitap" kavramları "vahiy" anlamında kullanılmıştır.İnsanlar sadece Allah tarafından indirilen vahiy ile sorumlu tutulmuşlardır. (Zuhruf-43,44)Fakat herkes her konuda ilgili âyetleri bilmeyebilir.Bundan daha doğal ve daha tabii bir şey yoktur.İnsanların farkına varmadıkları âyetlerle ilgili onların sorunlarını kim çözecek?Sorusunun cevabı kitapta var, fakat onlar bunu görmekten aciz ise, sorun kimin tarafından çözülmelidir?İşte tam bu noktada insan faktörü yani insan ile kitap arasında bulunan muhteşem fark ortaya çıkmaktadır. Kitap ile insanlar arasında aracılık yapıp hikmetten nasiplenmiş, kitabın elçileri sorunu çözecek merci olarak gösterilmiştir.Yani insanlar aralarındaki dini meselelerde öncelikle Allah'a dolayısıyla onun kitabına gitmek zorundadırlar.Eğer ihtilaf ettikleri meseleleri direk olarak kitap çözmez ise o zaman kitabın resüllerine giderek meselelerini çözerler.Çünkü kitap sözün gücüne sahip olduğu için içinde bulunan konular derli toplu değillerdir. O konuların bağlantıları kitabın içinde ufaklı çoklu olarak bir çok yere dağılmışlardır.Âyetlerin üzerinde tefekkür etmek, araştırmak, bulundukları yerden çıkarmak herkesin yapabileceği bir şey değildir.İşte bundan dolayı kitaba resul olanlar sadece vahye tâbi olacak, âyetlerin ince bağlantılarını bulacak, insanlara okuyacak ve indirilen mesajlarla onların sorunlarını çözeceklerdir."Onlar hala Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda bir çok tutarsızlık bulurlardı""Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; halbuki onu resül'e veya aralarında bulunan emir sahibi kimselere götürmeleri, onların arasından (Kur'an'da )istinbat eden, onun içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz"( Nisa-82, 83)Bu âyette güven ve korkuya dair haber gelince meseleyi, kitab-a değil, resule ve emir sahiplerine götürmeleri istenmiştir.Şayet Nebi- Resül yoksa yani vahiy alan Resul yoksa, bu âyetteki resül'e götürmekten maksat ne olabilir?Çünkü Resül, kıyamet gününe kadar sürecek bir evrenselliğe sahip bulunuyor. Sorunlar kiyamet gününe kadar devam edecekse bu âyette sözü edilen sorunların çözümünü yapacak "resül" kimdir?Bu kitaba resüllük yapan ilim ve hikmetle donanmış isimsiz vahiy kahramanları ve işten anlayan söz sahibi kişiler (ulul emir) dir.Nübüvvet'e yani vahye bağlı Resul ile kitab-a bağlı Resul arasında bazı farklar bulunmaktadır.1-) Nübüvvet'e bağlı yani vahiy alan Resül "uyarıcı ve emin bir elçi" olduğunu ilan eder. Âyetler: "Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: Sorumluluk bilincine sahip olmaz mısınız? (Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?) Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir Resulüm" (Resul'ün emin)(Şuara-106,107)"Kardeşleri Hud onlara şöyle demişti: Sorumluluk bilincine sahip olmaz mısınız? (Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?) Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir Resulüm" (Resülün emin)( Şuara- 124-125)"Kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: Sorumluluk bilincine sahip olmaz mısınız? (Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?) Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir Resulüm" (Resülün emin) (Şuara- 142, 143)"Andolsun, biz Nuh'u kavmine Resül olarak gönderdik. Onlara: Ben (dedi) sizin için apaçık bir uyarıcıyım" (nezirun mübin) (Hud- 25)(Ey Resül! ) De ki: Ey insanlar! Ben ancak sizin için apaçık bir uyarıcıyım" (nezirun mübin) (Hac-49) Hac süresi 47. âyete baktığımızda yukarıdaki âyetin son vahyin temsilcisi olan Muhammed (Aleyhisselam'ın) bağlamında kullanıldığını açık olarak görüyoruz""Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında delilik yoktur. O, ancak apaçık bir uyarıcıdır" (nezirun mübin) Fakat Nübüvvet'e bağlı olmayan yeni vahiy almayan kitab-a bağlı resüller kendilerinin "Resul" ve "emin" bir uyarıcı olduklarını söyleyemezler. Kitab-a bağlı olan resüller sadece yüce Allah tarafından gönderilen vahyi insanlara ulaştırma görevi üstlenirler. Yani sadece ve sadece kitabın sözcülüğünü yaparlar. Kitab-a bağlı resullerin kendilerini "Allah'ın emin bir Resulü ilan etmeleri" hem riyakarlık, hem yalan, hem Allah'a iftira ve hem de küfür olacaktır. Çünkü vahyin bağlam ve bütünlüğünü, kendi içinde bulunan sistemini yani hikmetini, kendisine vahiy indirilen nebi resul gibi bilemezler.Kitab-a bağlı resüller, güzel ahlak ve örneklik bakımından Nübüvvet'e bağlı Resul gibi olamayacaklarından dolayı emin olduklarını da iddia edemezler. Kitab-a bağlı reseller, emin olduklarını iddia etmeden, güzel ahlak ve sağlam bir karaktere sahip olduklarını örnek yaşantılarıyla göstereceklerdir.Onların emin, güzel ahlak ve takva sahibi olup olmadıkları ahirette Allah tarafından ortaya çıkarılacaktır. 2-) Nübüvvet'e bağlı Reseller Allah tarafından koruma altına alınmışlardır:Nübüvvete bağlı Resuller yani Allah'tan vahiy alan Resuller ilahi koruma altındayken, kitab-a bağlı yani vahiy almadan sadece kitabı tebliğ eden resuller koruma altında değillerdir."Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. "Vallâhu ye'simuke minennési" Doğrusu Allah kafirleri topluluğunu (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete erdirmez"(Mâide-67) Mesela: İsa (Aleyhisselam) vahiy alan Nebi-Resul olduğu için onu öldüremediler. "Ve "Allah Resulü Meryem oğlu İsa'yı öldürdük demeleri yüzünden (onları lanetledik) Halbuki onu ne öldürdüler ne de astılar..."(Nisa-157)"Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamet gününe kadar kâfirlerden üstün kılacağım"(Âli İmran-55) Fakat kitab-a bağlı olan resüller koruma altında olmadıkları için zaman zaman muhatap kitle tarafından öldürmüşlerdir. "Andolsun biz Musa'ya kitab'ı verdik. Ondan sonra ardarda resuller gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da deliler verdik. Ve onu, Ruhu'l Kudüs ile destekledik. Ama ne zaman size bir resul nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey (vahyin tek kaynak olduğunu) getirdiyse büyüklük taslayarak kimini yalanladınız kiminizi de öldürdüğünüz doğru değil mi!" (Bakara- 87) Yukarıdaki âyette bulunan "Andolsun biz Musa'ya kitab-ı verdik. Ondan sonra ardarda resüller gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da deliller verdik..." bölümü önemlidir. Çünkü bizim Kur'an'dan bildiğimiz kadarıyla Musa ile İsa (aleyhimusselâm) arasında vahye bağlı Resul olmamıştır. Fakat gerçekte onlarca kitab-a bağlı resüller gelip geçmiştir. Bununla ilgili âyetler çoktur. Yani Nübüvvet'e bağlı Risaletten sonra kitab-a bağlı risaletin devam ettiğini gösteren birçok ayet mevcuttur."Kitab-a bağlı resüller koruma altında değilerdir" demiştik"Andolsun ki İsrailoğullarından sağlam söz aldık ve onlara resüller gönderdik. Ne zaman bir resül onlara nefislerinin arzu etmediğini (vahyin dinde tek kaynak olduğunu) getirdiyse bir kısmını yalanladılar bir kısmını da öldürdüler. Yukarıdaki âyetten İsrailoğullarının Kitab-a bağlı yani sadece vahyi tebliğ eden bir çok resulü öldürdükleri belli oluyor.3-) Nübüvvet'e bağlı olan Resuller haram kılar.Fakat kitab-a bağlı olan Resuller haram kılamazlar. Çünkü Allah'tan indirilen vahiy sayesinde din, Nübüvvet'e bağlı olan Resul döneminde tamamlanmıştır. Artık kim olursa olsun helal ve haram kılma yetkisine sahip değildir.Helal ve haram olan şeyler Allah tarafından, vahiy'le Nübüvvet'e bağlı olan Resul aracılığıyla insanlara bildirilir. Aslında Allah'tan başka hiç kimse haram ve helal kılamaz.(Âraf-32; Nahl-116)Fakat vahiy Nebi olan Resul'ün kalbine indiği ve görünürde bir kitap olmadığı için ona da haram ve helal kılma izafe edilmiştir. "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o Nebi'ye, o ümmi Resül'e tâbi olanlar var ya, işte o Resul (kendisine indirilene vahiy'le) onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder, onlara temiz şeyleri helal, habis olan şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Resül'e iman edip, ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nur'a (Kur'an'a) tâbi olanlar var ya, işte kurtuluşa erenler bunlardır"(Âraf-157) 4-) Nübüvvet'e bağlı Resüllerin hanımları ile evlenmek haramdır. "Ey iman edenler! Siz bir yemeğe çağrılmadıkça zamanını gözetmeksizin Nebi'nin evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Nebi'yi üzmekte, fakat o size bunu söylemekten utanmaktadır. Ama Allah hakkı söylemekten çekinmez. Nebi'nin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasında isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah'ın Resulü'nü üzmeniz ve (Nebi'den) sonra onun hanımlarını nikahlamanız asla caiz değildir. Çünkü bu Allah katında büyük bir günahtır"(Ahzab- 53)Fakat kitaba bağlı resüllerin hanımları ile evlenmenin bir sakıncası yoktur. Çünkü kitaba bağlı resüllerin kimler olduklarını sadece Allah bilir. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilme, hikmetini anlama, güzel ahlak ve örneklik bakımından kimin ne olduğu Allah'ın ilminde olduğu için, kitaba bağlı olan kişilerin kendilerini resül ilan ve yanlarında bulunan kişilerin onları resül olarak kabul etmeleri küfürdür.Gaybı sadece Allah bilir.5-) Nübüvvet'e bağlı Resüller masumdur. Faruk kitab-a bağlı resüller masum değildir.(Ey Resül! ) Biz, senden önce hiçbir Resül ve Nebi göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun deliğine illede (beşeri arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şey iptal eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini sağlam olarak yerleştirir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir"( Hac- 52)Nebi olan Resül Allah tarafından aldığı vahyi insanlara sağlam olarak ulaştırması gerektiğinden dolayı vahyi tebliğ etmede hata etmesi mümkün değildir. Çünkü vahiy onun dilinde hayat bulur. Nebi olan Resül yani Nübüvvet'e bağlı Resül olmadan vahiy, din, iman, İslam diye bir şey olmaz. Fakat kitab-a bağlı resüller zaten Allah tarafından tamamlanmış olan kitab-ı aktarmak, sadece onu tebliğ etmekle görevlidirler. Bu görevlendirme Nübüvvet'e bağlı resüller gibi direkt olarak değil, dolaylı yoldan, kişinin sağlam karakter ve güzel ahlakı ile ilgili bir durumdur.6-) Nübüvvet'e bağlı Resüllere karşı gelmenin yani onlara isyan etmenin karşılığı cehennemdir.Fakat kitab'a bağlı resullere karşı gelmek azap sebebi değildir. Çünkü kitab'a bağlı resüllerin Allah tarafından düzeltime imkanları bulunmamaktadır. Dolayısıyla yüzde yüz vahye uyup uymadıkları yani vahye sadık olup olmadıkları tam olarak bilinmediğinden onlara mutlak itaat olmaz. Nübüvvet'e bağlı Resül vahyin ikinci kaynağı iken, kitab'a bağlı resüller vahyin kaynağı değillerdir.Kitab'a bağlı elçiliğin mükafatı yüce Allah indinde büyük olmakla birlikte aslında basit bir görevdir. Kitab'a bağlı risâlet, din ve hüküm olarak vahiy'den başka hiçbir kaynak kabul etmeme, sadece kitab'ı okuma, yalnız onu duyurma, sadece vahyi tebliğ etme, Allah'tan indirileni koruma ve onun mücadelesini yapma anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla Nübüvvet'e bağlı Resüllere saygısızlık yapılamaz."Yine onlardan: O (Nebi, her söyleneni dinleyen) bir kulaktır, diyerek Nebi'yi incitenler de vardır. De ki: O, sizin için bir hayır kulaklıdır. Çünkü o Allah'a emanet eder, müminlere güvenir ve o, sizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah'ın Resulüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır"( Tevbe- 61) "Allah melekleri Nebi'ye salat ederler (yardım eder ve destek olurlar) Ey iman edenler! Siz de ona salat edin( yardım eden ve destek olun) (Fakat tam olarak sadece )Allah'a teslim olun. Allah ve Resulü'nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır"(Ahzab-56,57)Âyetler iyice incelendiğinde Nübüvvet'e bağlı olan Resul'ün Nebi'lik vasfına özellikle dikkat çekilir ki, Nübüvvet'e bağlı Resul ile âyetlere bağlı Resülün arasındaki fark belli olsun. 7-) Nübüvvet'e bağlı Resüller haricinde hiç kimseye mutlak itaat yoktur. Kur'an'a göre sadece vahyin iki kaynağına yani Allah'a ve Resulüne mutlak itaat vardır.Rahman ve Rahim olan Allah ve Nübüvvet'e bağlı Resül haricinde dinde hiç kimseye kayıtsız şartsız itaat edilemez. Dolayısıyla kitab'a bağlı olan resüllere itaat olmaz. Çünkü kitab'a bağlı resüller vahyin kaynağı değillerdir.Hatta kitab'a bağlı resellere yani görevi sadece âyetleri tebliğ etmek ve duyurmak olan resüllere ittiba da edilmez. Okudukları Kur'an dinlenir, tebliğ ettikleri vahye kulak verilir fakat ittiba ve itaat sadece Kur'an'a olacaktır. En doğrusunu Allah bilir. Şu âyetler buna delildir. Birinci âyet: "Eğer biz bundan (Kur'an'dan) önce onları bir azap ile helak etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: Ey Rabb'imiz! Ne olurdu bize bir Resül gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce ÂYETLERİNE UYSAYDIK"(Tâhâ- 134)İkinci âyet: "Rabbin, kendilerine AYETLERİMİZİ OKUYAN bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan ülkeleri helak etmişizdir"(Kasas-59)Üçüncü âyet: "Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde: Rabbimiz! Ne olurdu bize bir Resul gönderseydin de ÂYETLERİNE UYSAK ve müminlerden olsaydık! diyecek olmasalardı (Resul göndermezdik)"(Kasas-47)Birinci âyette bulunan "...Ey Rabbimiz! Ne olurdu, bize bir resul gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce ÂYETLERİNE UYSAYDIK"(Tâhâ-134)İkinci âyette bulunan, "...Rabbin, kendilerine AYETLERİMİZİ OKUYAN bir resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe o memleketleri helak edici değildir"(Kasas-59)Üçüncü âyette bulunan, "...Rabbimiz! Ne olurdu bize bir resül gönderseydin de, AYETLERİNE UYSAK..."(Kasas-47) Cümlelerinde bulunan "resül" kavramının marife değil de, nekre olarak gelmesi, söz konusu elçilerin vahye bağlı değil, kitab'a bağlı yani âyetleri tebliğ eden resüller olduklarını anlıyoruz. Kur'an'a göre sadece vahyin iki kaynağına yani Allah ve Resulüne itaat vardır. Allah ve Nübüvvet'e bağlı Resul haricinde hiç kimseye mutlak anlamda itaat olmaz. Vahyin ikinci kaynağı olan Resul vefat ettikten sonra sadece kitap Resul'e itaat edilir.İşte bundan dolayı Kur'an'a baktığımızda itaat kavramının "Resuller" bağlamında değil, sadece "Nübüvvet'e bağlı Resül" bağlamında kullandığını görüyoruz. Gerçekten çok ilginç, "ittiba,tilâvet, inzar (uyarma)" tebliğ" gibi kavramlar çoğul olarak "Resuller" bağlamında kullanıldığı halde, itaat kavramı tekil ve kimliği belli olan Nebi olan Resul bağlamında kullanılmıştır. "Nübüvvet'e bağlı Resul'e itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir" (Nisa- 80)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder