UYDURMA DİN AFYONDUR
(1.YAZI)
Bütün ülkeler haklı olarak ölümcül olan Korona virüsünden korunmanın çarelerini bulmaya çalışıyorlar.
İslam'ın korunmasını istediği değerlerden biri de candır.
Yani sağlık ve barış içinde yaşamak her insanın yaratılıştan gelen bir hakkıdır.
Fakat gerçekte dünya hayatında dinden daha tehlikeli ve daha ölümcül bir silah icat edilmemiştir.
İlimsiz iman ve akılsız din silahı bütün silahlardan daha tehlikeli ve daha ölümcül bir yapıya sahiptir.
Korona virüsü, aşının bulunmasıyla yakında tarih olacaktır.
Fakat baştan sona, aşağıdan yukarıya her tarafı karanlık ve kaos, anarşi ve terör olan dinin ölümcül virüslerinden nesillerimizi nasıl koruyacağız?
Esas tehlikeli mikrop ve ölümcül virüs dindir. Korona virüsünden korunmanın çareleri vardır. Esas maharet din virüsünden korunmanın çarelerini bulmak olacaktır.
Bence İnsanlığın mutluluk ve huzuru için bundan daha önemli bir görev bulunmamaktadır.
Genellikle insanlar Allah elçilerinin sürekli "küfrün" ve "dinsizliğin" karşısında mücadele ettiklerini ve insanlık tarihinde savaşın "İslam dini" ile "dinsizlik" arasında olduğunu zannediyorlar.
Halbuki bu inancın tam aksine insanlık tarihi boyunca, her zaman Allah'ın elçileri dine karşı savaşmış ve tarihin hiçbir döneminde zannedildiği gibi, Nebi ve Resuller dinsizlikle savaş yapmış değillerdir.
Yani bütün zamanlarda ve mekanlarda din, dine karşı ayaklanmış ve istisnasız her zaman ve zeminde dine karşı direnen hep din mensupları olmuştur.
Tarihin derinliklerinde var olmuş dinin temsilcileri olarak bugün daha doğrusu son vahyin tarihinde dine karşı Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidlerini yani âlimlerini görüyoruz.
Peki bunun sebebi nedir?
İnsanlık tarihi şahittir ki, dinin etkin olmadığı bir toplum ya da dönem hiç bir zaman var olmamıştır.
Dünya tarihinde dinsiz bir toplum yaşamış değildir.
Hiçbir coğrafyada, tarihi değişim sürecinin hiçbir döneminde ve yeryüzünün hiçbir bölgesinde dinsiz insan yaşamamıştır.
Gerçi medeniyetin ve özgürlükçü düşüncenin geliştiği, aklın ve sorgulamanın yapıldığı son asırlarda âhiret gününü veya Allah'ı inkar eden bazı kimseler olmuştur.
Fakat bunlar insanlık tarihinde hiçbir zaman bir araya gelip, bir cemaat, etkin bir kuruluş, bir kuvvet ve bir devlet kuramamışlardır.
Bu da şu gerçeği gösteriyor ki esasında bütün kadim milletler,
ister sınıf, ister kabile, ister imparatorluk, ister şehirlerde yaşasın, ister gelişmiş bir medeniyete sahip olsun veya isterse geri kalmış ve yıkılmış bir durumda olsun; dünya tarihinde insan toplulukları "dini bir inanca" dayalı ortak bir iman ve ideale sahip olmuşlardır.
Dolayısıyla insanlık tarihinin bütün dönemlerinde insanlar "dindar" olarak karşımıza çıkarlar.
"Küfür" veya "kâfirlik" kavramlarına verilen "dinsizlik" ya da "dine karşı gelmek" Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin ürettikleri ve dinlerine yüklemiş oldukları yeni anlamlardır.
Yani bu, son iki üç asırlık bir konudur.
Bu gelenek, Yahudi ve Hristiyan din adamlarından Ehl-i Sünnet ve Şia'nın kaynaklarına ithal edilmiş ve "küfür" kavramına "Allah'a inanmama, gaybı ve âhireti reddetme" anlamı yüklenmiştir.
Halbuki ne Tevrat'ta ne İncil'de ve ne de Kur'an'da yani dini metinlerin hiç birinde "küfre" "dinsizlik" anlamı verilmemiştir.
Çünkü dinsizlik diye bir şey hiçbir zaman var olmamıştır.
İnsanlık tarihinde her zaman var olan evliya ve ilahlar inancıdır, yani dindir.
Bu nedenle küfrün kendisi de bir din idi.
Kendini ilâh ve rab olarak gören Firavun Mısır'ın konseyi'ne şöyle sesleniyordu.
"Beni bırakın, Musa'yı öldüreceğim (kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın! Çünkü ben onun DİNİNİZİ değiştireceğinden, yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum"
Başka bir kıraatte,
"DİNİNİZİ değiştireceğinden ve yeryüzünü fesada vereceğinden korkuyorum"
(Mümin-26)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder