1 Ağustos 2020 Cumartesi

PARALEL DİN
 (9. YAZI)
Diyanetin din anlayışı: 
Emevi Abbasi Ehl'i Sünnet dininin Yılmaz savunucusu,
Kur'an cahili,  ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve  sorgulama düşmanı olan  Diyanet İşleri başkanlığı 12. 02. 2016 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devletin'in bütün camilerinde okuttuğu hutbenin bir bölümü aynen şöyleydi.
"...Kardeşlerim "bize Kur'an yeter" anlayışıyla "Peygamberimizi, onun siretini ve sünnetini dikkate almadan müslümanca yaşamaya çalışmak mümkün değildir.
 Bu duruş, Kuran'ın bizzat kendisine aykırıdır. Çünkü Yüce Rabbimiz Kerim kitabımızda bize, kendisiyle birlikte Resulüne inanmayı
 (Nisa- 136) ve tâbi olmayı (Araf- 158) emreder.
"Peygamberimizin" helal kıldığını helal, haram kıldığını haram saymamızı ister.( A'raf-157) (Ahzap- 33/36)
 Dolayısıyla "Peygamberimize" inanmayan, onun siretini ve sünnetini benimsemeyen bir anlayış, islam anlayışı olamaz.
"Peygambere" iman etmeden, Kur'an ile sünnet'in arasına mesafe koyarak ebedi kurtuluşa ulaşılamaz.
 Resulü Ekrem'in şerefli  sözleri olmadan Kur'an anlaşılamaz ve yaşanamaz.
 Bizi bu konuda ikaz eden yine bizzat Efendimizdir.
O şöyle buyurur "Sakın sizden birinizi, emrettiğim  veya yasakladığım  bir konu kendisine iletildiğinde, koltuğuna  yaslanmış olarak cahilce,
"Biz Allah'ın kitabında ne bulursak ona uyarız, hadis tanımayız! "
derken bulmayayım"
 (İbni Mace- Sünen-2; Tirmizi- ilim,10)
Şimdi biz, Diyanet İşleri başkanlığı Din Hizmetleri Genel müdürlüğü tarafından hazırlanan bu cehalet dolu hutbenin  neresini düzeltmeye çalışalım?
Diyanet İşleri başkanlığı daha Resul (Elçi) ile Nebi kavramlarının hangi anlama geldiğini bilmiyor.
İnsanlara din hususunda  doğru ve sahih  bilgiler vermesi gereken Diyanet'in bu kadar Kur'an bilmez, cahil bir kurum olduğunu nasıl içimize  sindirecegiz?
 12. 02. 2016 tarihli Diyanet  hutbesinde geçen "bize Kur'an yeter" cümlesini, "Peygamberimizi, onun siretini ve sünnetini dikkate almadan müslümanca yaşamaya çalışmak" cümlesinin altında,
Diyanet işleri başkanlığının ne kadar Kur'an'dan uzak bir anlayışa sahip olduğu,
Emevi Abbasi  Ehli Sünnet dininin rivayetlerini aynen Fetö,
Cübbeli Ahmet gibi  kendine  din edindiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bu konuda benim diyanete karşı  sert eleştiriler getirmemin  sebebi,
bir çok âyette apaçık olarak ortaya konduğu halde, yalnız  Kur'an'dan konuşanları, din ve hüküm olarak  sadece Kur'an'ı merkeze koyan muvahhidleri,
kitaptan haberi olmayan ümmilere,  Allah Resulü'nün düşmanları olarak tanıtmasıdır.
Bu ahlaksız hareket hastalıklı bir ruh halinin yapısını deşifre etmektedir.
Halbuki Kur'an ehli muvahhidler Allah Resulü'ne karşı değil, ona yapılan iftiralara karşı gelmektedirler.
Ama maalesef Diyanet İşleri başkanlığı  bu basit meseleyi bile anlamaktan  acizdir.
Diyanet İşleri başkanlığı Kur'an konusunda o kadar cahildir ki,
hutbenin metninde, "sünneti dikkate almadan müslümanca yaşamanın mümkün olmadığına" dair görüşün
temellendirilmesinde kendisine müracaat edilen âyetlerin konuyla uzaktan yakından ilgisinin olmadığının farkında bile değildir.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir. 
Artık Allah'tan ve onun ayetlerinden başka hangi söze iman edecekler"
( Casiye- 6)
"Onlar artık bundan (Kur'an'dan) sonra hangi söze iman edecekler"
(Murselat-50)
"Siz, haddi aşmış kimseler oldunuz diye, sizi Kur'an'la uyarmaktan vâz mı geçelim?
(Zuhruf- 5)
 Muhammed(Aleyhisselam')ı diğer insanlardan ayıran tek özellik ona risaletle  ilgili vahiy indirilmiş olmasıdır.
 Kur'an'ın  tüm emir ve yasaklarıyla o da muhatap idi.
"(Ey Nebi! ) Sen, sana vahyedilene uy ve ALLAH hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"
( Yunus-109)
 (Ey Nebi! ) Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"
( Zuhruf- 43, 44)
 Onun âlemlere rahmet olması Allah'ın Resulü olması sebebiyledir.
Yani Kur'an'ı tebliğ etmesiyle alakalı bir durumdur.
 Kur'an bir ayette Allah Resulü'nün insanlara  rahmet olduğunu söylerken
 (Enbiya- 107)
 Kur'an'ın insanlar için  hidayet,rahmet ve öğüt olmasıyla ilgili onlarca ayet mevcuttur.
 Bu yönüyle Risalet görevini yapmış tüm Resüller (Allah'ın Elçileri) Alemlere rahmet olarak gönderilmişlerdir.
 İnsanlığa rahmet olan, nebilerin şahsı değil, tebliğ ettikleri vahiy'le alakalı bir olaydır.
Elçilerin Kur'an'da güzel örnek olarak nitelenmesi, tebliğ ettikleri  şeylerle alakalıdır.  Onun şahsi ile ilgili olsaydı Kur'an'da aynı ifadenin (üsve-i hasene) İbrahim (Aleyhisselam) ve onun yanındakiler için  kullanılması(Mumtehine- 4)  nasıl açıklanabilirdi?
Nebi (Aleyhisselam) ın  Allah'ın ve meleklerinin salâtına (Ahzab- 56)  (yardım ve destek) mazhar olması, davasının ve dininin  Allah ve  melekler tarafından desteklendiği ve ona yardım  edildiği anlamındadır.
 Aksi takdirde aynı ifadenin müminler  için de kullanılmasının,  yani Allah'ın müminlere salatta bulunmasının nasıl bir anlam olacaktı.
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize yardımını gönderen O'dur.
Melekleri de size yardım eder ve destek olur. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir"
(Ahzab, 43)
 Demek oluyor ki, Allah ve meleklerinin  salatı sadece Nebi'ye değil, bütün müminlere yapılan fiili yardım ve destektir.
  Dolayısıyla, Nebiye yardım ve destek anlamında kullanılan salat kavramını Muhammed'e salavat
çekme olarak çeviren Ehli sünnet ve Şia'nın âlimleri Kur'an'a karşı  cehalette yakalanması mümkün olmayan bir rekora imza atmışlardır.
 Tüm bu yalan ve uydurmalar Şia ve Ehli sünnet dininin Kur'an'a ve
 Tevhid akidesine  bakış açılarının  nasıl keyfi olduğunun göstergesidir. Buraya kadar sıraladığımız örnekler bize, Feto'nun dışındaki yapıların dini anlayışının fetö'nünkinden farklı olmadığını gösterir.
 Ancak bazı tarikatlarda bulunan hurafe ve iftiralar  fetö'nün din anlayışına rahmet okutacak  derecede alçaklık içerdiğini de  söylememiz gerekir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder