15 Ağustos 2020 Cumartesi

 İNCE AYAR HASSAS DENGE 

Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor. 

"Onlar hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı"

(Nisa- 82)

 Allah'ın varlığını ve birliğini iki şey ispat eder.

1-) Göklerde ve yeryüzünde var olan ince ayar ve hassas denge.

 2-) Allah tarafından elçilere indirilen  vahiy.  

Göklerde ve yeryüzünde bulunan görsel âyetlere baktığımızda ince bir ayarın ve hassas bir dengenin  olduğunu görürüz. 

"Onlar göklerin ve yerin hükümranlığına,  Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze iman edecekler"

"Âraf-185)

 Mesela: Modern bilim gezegenlerin, yıldızların hacimlerini, kütlelerini, aralarındaki uzaklıkları ve karşılıklı çekim güçlerini belirlemiştir. 

 Bu sayede bilginler henüz görmedikleri yıldızların yerlerini  doğru olarak tespit edebilmişlerdir.  Çünkü evrene egemen olan uyum prensibi söz konusu yıldız'ın  bilginlerın hesabına göre saptanan  yerde olması gerekiyor. 

 Sonradan o yıldız'ın gerçekten hesap yolu ile  saptadıkları yerde olduğunu görmüşlerdir.

 Bu uyumluluk prensibi bilim adamlarının gözledikleri yıldızların  hareketlerine  ilişkin belli veriler açıklamakta ve sonra da onların varsayımlarının  doğru olduğu ortaya çıkmaktadır. 

 Bu varsayımların doğruluklarının  meydana çıkması gök cisimlerinin  uzay boşluğuna son derece ölçülü ve planlanmış oranlara dayalı  olarak üstün bir akıl ile dağılmış olduklarını gösterir.  

Bu oranların zaman içinde ne değişmeleri ve ne de bozulmaları söz konusudur. 

Çünkü Allah tarafından göklerde ve yerde sürekli hareket halinde, akan bir nehir gibi yepyeni bir yaşam döngüsü meydana  getiriliyor. 

"Göklerde ve yerde bulunan her şey O'ndan ister (sürekli bir ihtiyaç ve yenilenme peşindedir) O her an yaratma halindedir"

(Rahman-29)

"Biz, her şeyi belli bir ölçüye (kader)  göre yarattık"

(Kamer-49)

 Modern bilim, üzerinde yaşadığımız şu yer kürede  hâkim olan uyumu, yüce Allah'ın planı uyarınca bu gezegeni belirli bir "hayat" türüne elverişli kılan şartlar arasında ahengi de keşfetmiştir.  

Öyle ki, bu şartlar arasındaki  oranlardan herhangi birinin bozulduğunu farz edelim; o takdirde ya hayat tümü ile sona erer ya da daha baştan ortaya çıkması mümkün olmaz.

 Şu yer yüzünün hacmini, kütlesini, güneşten uzaklığını, güneşin ısı derecesini, dünya ekseni arasındaki açısal değerini, dünyanın kendi çevresindeki ve güneş etrafındaki dönüş hızını, ay'ın dünya'dan uzaklığını, hacmini, kütlesini, dünya üzerindeki denizlerin ve karaların dağılımını, yağmurun kimyasal özelliğini ve canlı varlıklarla olan uyumunu, göklerde ve yerde olan her şeyin insanın fizyolojik ve psikolojik durumu ile uyumunu  bir arada düşünelim.

 Bunlara burada sayılamayacak  binlerce olguyu da ekleyelim.

 Bütün bu olgular ve şartlar arasında ince bir duyarlılıkla planlanmış ölçüler ve oranlar vardır.

 Eğer bu oranlardan bir teki  bile bozulsa bütün dengeler alt- olur ve  bu dengesizlik, yeryüzünde süren "hayat" olayının  sona ermesini kaçınılmaz kılar. 

Yine modern bilim,  hayatı düzenleyen çok sayıdaki faktörler arasında, canlılarla onları kuşatan şartlar  arasında ve bu şartların kendileri arasında var olan uyumu  keşfetmiştir.

 Öyle ki, bu bilgiler, ademoğluna  yukarıdaki kısa âyetin(Kamer-49) vurguladığı büyük ve derin gerçeği bir ölçüde kavrama imkanı sağlamıştır.

Bu bulgulardan öğrendiğmize göre gerek doğal ortamda ve gerekse canlıların yapısında hayatı ve var olmayı sağlayan faktörler ile ölüme ve yok olmaya yol açan faktörler arasında sürekli korunan ince bir ayar ve hassas bir denge var edilmiştir. 

 Bu ince ayar ve hassas denge hayatın doğuşunu, varlığını ve devamını sağlayacak oranda korunur. 

 Fakat canlılık olayının  herhangi bir zaman dilimindeki canlıların çoğalma ve beslenme şartlarının  sınırlarını aşacak derecede yayılmasına da meydan verilmez,  yani canlılığın yayılması belli bir  sınırda durdurulur.

İşte aynen bunun gibi Kur'an'da var olan kavramlar arasında da  bir uyum ve denge yani belli bir ölçü mevcuttur. 

 Kur'an'da bulunan aşağı yukarı 1600 kavramın da mükemmel bir ayar ve muhteşem bir düzen neticesinde üstün bir akıl tarafından  yerleştirildiğini görüyoruz. 

 Mesela: Kur'an'da var olan Allah'ın  isim ve sıfatları başta olmak üzere Nebi, Resul, itaat, ittiba, küfür, tekzip, istihza  (alaya alma) şikak, tebyin, tasrif, tafsil, tefsir, mübin,İslam, din, ütü-l kiteb, ehli kitab,  ümmet, millet, aziz, kerim, hak, hakem, salihat, hasenat, cehalet  gibi yüzlerce kavram  muhteşem bir sistem dahilinde âyetlere yarleştirilmiştir.

Mesela: "tebyin" (açıklama-duyurma-ilan etme-gizlememe) kavramı Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılırken, tasrif, (sindire sindire etraflıca ortaya koyma)  tafsil, ( detaylandırma, insan anlayış ve kavrayışına  göre çözme)  tefsir, (iyice açığa çıkarma) kavramları sadece Allah bağlamında kullanmıştır.

 Mesela: "ümmet" kavramı, aynı zamanda ve coğrafyada yaşayan aynı kültür ve geleneğe  sahip olan insanlar(vatandaşlar) ve hayvanlar için kullanılırken,  "millet" kavramı insanlık tarihinde ister şirk, ister islam olsun aynı inancı paylaşan insanlar için kullanılmıştır. 

Ve bu gerçeği bugün kasıtlı olarak manası bozulan ama metni korunan Kur'an sayesinde öğreniyoruz. 

Kur'an'da bulunan yüzlerce kavram 1400 yıl önce  nasıl böyle mükemmel bir şekilde yerleştirilmiş, nasıl kusursuz bir  sistem uygulanmıştır.

 Bunun arkasında ilahi bir güç, üstün bir akıl, sonsuz bir ilim ve irade olmazsa, bu sistemin kurulması ve bu uyumun sağlanması mümkün olur muydu?

 Mesela: "Nebi" yani "nübüvvet" kavramı, vahiy alan kişinin tüm hayatını kapsarken, "Resul" kavramı, Allah tarafından indirilen vahyin  muhataplara ulaştırılmasını ifade ediyor.

 İşte bu yüzden "itaat, isyan, küfür,  şikak, tekzib, kitab-ı okuma, aziz, rahmet, hidayet,  kerim, davet, icabet, nur, tebliğ, helal ve haram kılma, resul gönderilmeden azap etmeme,  hakem  gibi birçok kavram tarihsel olan Nebi bağlamında değil,  evrensel olan Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.

 Eğer bu mana sisteminin arkasında sonsuz bir kudret ve sonsuz bir ilim olmasaydı böyle bir düzenin ve  dengenin kurulması asla mümkün olmayacaktı. 

Şia ve Ehl-i Sünnet Kur'an'da var olan kavramların manalarını bozdukları halde bugün gerçek manalarına ulaşıyorsak, 

1-) Kur'an metninin korunduğunu. 

2-) Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin Kur'an'ın manasını tahrif ettiklerini ve Kur'an'ı anlamadıklarını, ictihadlarının Kur'an'a dayanmadığını yani mezheplerinin batıl olduğunu. 

3-) Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyenlerin ve üzerinde araştırma yapanların onu anlayacağını gösteriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder