31 Mart 2022 Perşembe

RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK,  UYDURMA VE YALANLAR (28. YAZI ) Risâle-i Nur'un kendisine Allah tarafından yazdırıldığına iman eden Said Nursi,  eserinde sünnetullaha son derece aykırı bir hikayeye yer verir. ALLAH RESULÜNÜN KURT İLE KONUŞMASI, KURDUN KEÇİLERE ÇOBAN OLMASI :Said Nursi diyor ki:  "Ebu Saidi-l Hudri ve Selameti ibn-i Akva ve İbni Ebi Vakkas ve Ebu Hureyre ve bir vak'a sahibi Çoban (uhban)gibi müteaddit (sayısız) tariklerle (yollarla) haber veriyorlar ki, bir kurt keçilerden birini tutmuş çoban, keçiyi kurdun elinden kurtarmış.Zi'b (kurt) demiş, Allah'tan korkmadan, benim rızkımı elimden aldın.Çoban demiş "acayip" zi'b konuşur mu?Zi'b ona demiş "acayip senin halindedir ki, bu yerin arka tarafında bir zat var ki sizi cennete davet ediyor Nebidir.(Aslında Said Nursi" Peygamberdir" diye yazdırmış) Onu tanımıyorsun"Said Nursi burada diyor ki: Bütün tarikler (hadisin geldiği yollar, kaynaklar) kurdun konuşmasında müttefik olmakla beraber kuvvetli bir tarik olan Ebu Hureyre ihbarında diyor ki,Çoban kurda demiş,  ben gideceğim Fakat kim benim keçilerime bakacak Zi'b( kurt)demiş, ben bakacağım. Çoban ise, çobanlığı kurda devredip gelmiş.Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ı görmüş iman etmiş dönüp gitmiş Zi'bi (kurd'u)  çoban bulmuş zaiyat yok. Bir keçi ona kesmiş.Çünkü ona üstadlık etmiş.( Risâle-i i Nur Külliyatından Mektubat- On dokuzuncu mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Yeni Asya Yayınları, Sayfa-153)Cevap :Güler misin ağlar mısın ?Ben bu rivayete çok güldüm,  bir rivayet ancak bu kadar ahmakça  olur.Biz şimdi bu rivayetin hangi akılsızlığına cevap verelim, bütün dava Davut ve oğlu Süleyman (aleyhimesselâm) )kuşlarla konuşurlardı.Neden Resulullah (a.s) hayvanlar konuşmasın.Allah Resulü için hangi akıl bunları uydurmuştur? Said Nursi bunları eserlerine alırken hiç düşünmedi mi?Kurdun konuşamayacağı ile ilgili sünnetullaha ne oldu?Talebeleri bunları yazarken karşı çıkma cesaretini neden göstermediler?Önümüzde bir sürü akıl almaz ve anlaşılmaz sorular var ki, bunların altından kalkmak mümkün değildir.Risâle-i Nur Külliyatını Kur'anın en önemli tefsiri olarak görenlere ne demeli?İslam'ın aklında, Kur'an'ın hikmetinde, insanın mantığında hiçbir zaman kurt kuzulara çoban olur mu? Bir de "çoban kurda bir keçi kesmiş" diye eklemesinler mi? Yahu uydurmacı arkadaşlar! Keçiyi kesmesine gerek yok ki verirdi, o da onu götürür afiyetle yerdi. Yoksa keçiyi  kesmeseydi kurda haram mı olurdu? İyi ki çoban ile beraber oturup yediler diye eklememişler. Gerçekten bu rivayete çok güldüm.  Yüce Allah, aklımızı ve fikrimizi bizlere kaybettirmesin, akılsızlığın sınırı ancak bu kadar aşılır.Bu uydurmacılara göre, Kur'an'ın ne söylediği önemli değildir.Değil mi ki, Allah'ın Resulünü yüceltiyorsun, ne söylersen söyle, ne iftira edersen et, ne yalan uydurursan uydur.Bu hurafeleri uyduranların Kur'an'ın zerresinden haberleri olmadığına inanıyorum.Fakat günümüzde bu  hurafeleri hiç durmadan, sürekli olarak okuyan ve onlara Kur'an'dan daha fazla değer  veren Risâle-i Nur şakirtlerine ne demeli?

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(173. YAZI)Enbiya Süresi 26-) (Müşrikler) Rahmân evlât edindi, dediler. O, bundan münezzehtir. Bilakis onlar ikrama mazhar olmuş kullardır. 27-) O’nun sözünü (emrini) aşamazlar yani sadece O’nun emri ile amel ederler. 28-) Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir yani Allah'ın rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler yani O'nun haşyetinden çekinirler! "MELEK-MELEKLER" Melek, göklerde ve yerde yüce Allah'ın güç ve iradesini temsil eden yasalar ve doğal kanunlar anlamına gelmektedir. Mesela: Secde- 11. âyette "melekül mevt-ölüm meleğinden" (ölum yasasından) En'am 61.âyette "vefat ettiren Resüllerden, (yasalardan) Enfal-50; Muhammed-27; Yunus-104.âyetlerde de" ölüm meleklerinden (ölüm yasalarından) söz edilmektedir. Zümer-42; Nahl-70; Yunus-104; Mâide-117.âyetlerde de, aslında vefat ettirenin koyduğu yasalar gereği yüce Allah olduğu açık olarak haber verilmektedir. Yani Şii ve Sünni din adamlarının iddia ettikleri gibi azrail adında bir melek ve yüce Allah'tan bağımsız olarak melekler bulunmamaktadır. Kur'an'da Adem-melekler kıssasında simgesel bir anlatım tarzı bulunmaktadır. Yani kıssada anlatılanlar, olup gitmiş ve gitmiş şeyler değil, kiyamet gününe kadar devam edecek insanın hayat ve yaşam serüvenin manzarası veriliyor. Şu âyetler de meleklerin, müminlere huzur, güven, cesaret ve destek verme anlamında kullanıldığını görüyoruz. (Enfal-9, 10, 11, 12; Fussilet-30)Vefatları anında melekler huzur ve güven şeklinde müminlerin gönüllerine nazil olurlar. (Nahl-32; Fussilet-30) Adem kıssasında anlatıldığı gibi, yüce Allah, insan akıl ve iradesinin yani ilim ve icad etme yeteneğinin önünde melekleri secde ettirmiştir. Herşeyin öncesi ve sonrasını bilen ve programlayan yüce Allah, tüm gökleri ve yeri daha öncesinde yaratacağını sadece kendisinin bildiği "İnsan türü" için hazırlamıştır."Hani Rabbin bir zaman meleklere (göklerde ve yerde bulunan enerji ve doğa güçlerine; ''Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturacağım. Onu düzgünleştirip ruhumdan üfleyip (akıl, vicdan, irade, yetenek, icad, merhamet, cömertlik ve bilgi ile donattığım zaman) derhal ona secde edin (boyun eğip teslim olun) demişti. Bunun üzerine İblis hariç melekler (göklerde ve yerde olan doğal güçlerin) tümü hep birlikte secde ettiler (boyun eğip, teslim oldular). İblis büyüklük tasladı ve o kafirlerden oldu. (Sad-71, 74)Kur’anda; ''Meleklere yeryüzünde bir halife atayacağım diye haber verilmesi'', ''Meleklerin bu karara, kan döken birini mi halife yapacaksın itirazı'' ''Meleklerin ve İblisin Adem'e secde etmesinin istenmesi'' gibi daha pek çok anlatım ve olay simgesel olarak yani bir temsil ve mesel olarak anlatılır. Yani gerçek anlamda böyle bir şey olmamıştır. Atomlardan protonlara rüzgarlardan yağmura, uykudan güvene kadar her şey melektir. Meleklere iman demek, bütün bunların Allah'ın ilim ve iradesiyle olduğunun bilincine varmak damektir. Aslında rivayetlerde yani geleneksel zihinlerde var olan algı gibi, Allah ve Melekleri arasında hiçbir zaman "karşılıklı bir konuşma ve dialog" meydana gelmemiştir. Yüce Allah'a böyle bir şeyin izafe edilmesi doğru değildir. Yüce Allah bu gibi şeylerden uzaktır, münezzehtir.Yüce Allah yarattığı her şeyi bir kanun ve kaideye bağlamış, insanların bunu rahat algılamaları için ilim olarak onların akıl seviyelarine indirgiyerek bunlara "melek" ve "melekler" adını vermiştir. Dolayısıyla Adem, İblis ve Melekler kıssasından almaları gereken ibret ve dersleri bu tarz bir söyleşi ile simgesel anlatarak insanların akıllarına çok geniş bir manevra alanı sunmuştur. Yani yeryüzünde kurduğu ilahi yasalara göre rüzgar, güneş enerjisi, yağmur gibi tüm yönetim güçlerinin (meleklerin) artık halife olarak atayacağı insan türünün akıl ve iradesinin emrine gireceğini, ona secde edeceklerini bu anlatım tarzı ile son vahiy olan Kur'anda bizlere haber vermiştir. Yani Âdem, Melekler, İblis ve Şeytan olayının sergilendiği sahne olmuş bitmiş bir oyun değildir. Kiyamet gününe kadar varlığını devam ettirecek gerçek bir akıl, yetenek, imtihan ve icad sahnesidir. Melekler, yüce Allah'ın göklerde ve yerde var ettiği güçler anlamına geliyor. Zaten melek, kök itibariyle "güç" demektir. Mülk, güç ve hükümdarlık demektir. Melik, kral ve hükümdar anlamına gelmektedir. Mélik, sahip ve sözü geçen, kudret sahibi demektir. Melekler, "sabır, cömertlik, güzel ahlak, merhamet, güven, huzur, dürüstlük" gibi erdemli duyguları temsil ediyor. ''Allah’ın kodladığı bütün emirlerine harfiyen uyan, O’na hiç isyan etmeyen, insanın yararına olarak yaratılmış ve görevlendirilmiş yağmur, su, rüzgar, enerjisi olan bütün doğal güç- Meleklerinin" yani göklerde ve yerde bulunan kanunların, ince bir ayar ve hassas bir denge ile onları ayakta tutmak için yüce Allah'ın yaratmış olduğu çeşitli enerji türlerinin ve güçlerinin insanın emrine verilmesini ve ona destek olmalarını, onun emrine girmeyi kabul ettiklerini ''simgesel olarak'' dile getirilmektedir. Adem’e yani ''İnsanın akıl ve yeteneğine secde eden meleklerin''geleneksel dinde anlatıldığı gibi üç boyutlu nesnel yapılarıyla, uydurma dinin ümmileri gibi sürekli namaz kılan, niyazda bulunan Melekler olmadığı,aksine bu ''secde eden Meleklerin'' insanda bulunan (Allah’ın Adem’e Ruhumuzdan üfledik ifadesiyle verdiği) ''akıl, irade, yetenek, icad, vicdan, zihin, zekâ, hafıza, bilgiye sahip olma ve onu kullanabilme'' kabiliyeti gibi zihinsel fonksiyonlar ve Allah'ın bahşettiği ''el ve ayak becerileri'' gibi motor fonksiyonlar ile ''doğal dengede var olan su, madenlerdeki elementler, çekim kuvveti, itme gücü, kaldırma ve basınç kanunları, sıcaklık, ısı, enerji çeşitleri, yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ateş gibi, yani insanın dışında doğada mevcut diğer tüm canlılar ve güçlerden'' oluştuğu ve tüm bu sayılanlardan insanın istediği gibi teknoloji üreteceği ve her alanda hayatını kolaylaştırmak için onlardan yararlanabileceğini anlaşılır. Çünkü doğada insanın dışında bulunan bütün varlıklar ve güçler (enerji türleri) ''insana secde edip onun aklına boyun eğmişlerdir'', insanın aklını, gücünü, yeteneğini kabul etmişler, hizmetine amade kılınmışlardır. Bu secde kıyamet gününe kadar da kesintisiz olarak devam edecektir. Yani beşer olan ve henüz insana ait donanıma sahip olmayan Adem’e ''Ruh (akıl, irade, vicdan ve bilgi) üflendiğinde'' (akıl, ilim, icad, sanat, merhamet, adalet, cömertlik gibi Allah'a ait sıfatlar verildiği) zaman, beşer olan Ademinsan olan Adem'e dönüşmüş, bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir, onlardan yararlanabilir hale gelmiş, bilgisi geliştikçe de doğaya hükmetmeye başlamış hatta doğal dengeyi tahrip edebilecek bir güç ve kuvvete ulaşmıştır.Halife, yani insan, kendisine emanet edilen ''yeryüzü yönetimi'' gerçeğini, kavramak ve mevcut doğruları idame ettirmek zorundadır. Bunu yapabilmek için kendisine ''Meleklerin yönetimi ve gücü'' tahsis edilmiştir. Böylece hayvanları evcilleştirmiş, etinden, sütünden, kılından, postundan yararlanır hale gelmiş, rüzgâra hükmedip elektrik enerjisini elde eder, gemileri suda yüzdürür olmuş, ateşle madenleri işlemiş, ağaçları istediği amaçta kullanabilmiştir. Havanın kaldırma gücünden yararlanmış, uçaklar uçurmuştur. Bugün ise uzaya çıkmıştır. Bilgisayarla iletişim teknolojisini geliştirmiş, akıllı telefonlara sahip olmuştur. Bütün bunlar varlıkların, yani Meleklerin, yani doğa güçlerinin beşerden ''İnsana terfi eden Adem’e secde-boyun eğip itaat ettiğinin'' göstergesidir. Yani "Meleklerin Adem'e karşı yere kapanıp alınlarını yere koyması" olarak şekilsel bir anlam Şii ve Sünni din adamlarının inancına uygun olabilir.Fakat Kur'an'ın tevhid ilkesine aykırıdır. Secde ederek boyun eğen, yani insanın emrine giren Melekler; insanın hüküm süreceği dünya hayatındaki güzel ve olumlu gücü temsil eden ''Meleke'leri'' olmuşlardır. Melekler aslında insana ait özellikleri ve faaliyetleri, icad etme yetenekleri, kaabiliyetleri ortaya çıkaracak Meleke'lerdir. Yani insana ait olan bu zihinsel ve bilişsel kaabiliyet ve faaliyetleri ''bize (Adem'e) secde eden, boyun eğen Melekler eliyle'', Melekler üzerinden harekete geçirip meydana getirebiliriz. Meleklerin Adem'e-İnsana secde etmesiyle; ''iyi yönde tüm meleke, icad etme yetenek ve kaabiliyetler insanın emrine verilmiş ve bu iyi yönlü faaliyetleri kontrol edebilme gücü insana sunulmuştur. "Hamd-övgü, göklere ve yere yaradılış yasalarını koyan, Melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a özeldir. O, yaratmada dilediğini arttırır. Allah, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. (Fatır-1)Kur'anda iki, üç veya dört kanatlı olarak tarif edilen Meleklerin aslında bilinen anlamda kanatları yoktur. Bu ifade sadece ''Meleklerin farklı gücünü'' simgeler.Dumansız ateş, nur, yani ''saf enerji ve titreşimden'' oluşan Melekler ''Varlık Aleminde'' herşeyden sorumludur, ilk yaratılanlardır ve yüce Allah'ın güç, kuvvet, ilim, hikmet, rahmet ve iradesini temsil ederler.Evrendeki bütün doğa olayları, insanda bulunan bütün duygusal yeteneklerimiz, bütün hissiyatlarımızın hepsi birer Melektir. Fakat yüce Allah'tan ayrı ve bağımsız değillerdir. Yani koyduğu yasalardır ve emrinin dışına asla çıkamazlar.Yoksa kaos olur, denge bozulur, her şey alt üst olur. Çünkü gerçekte her şeyi yapan yüce Allah'tır. Bir yaprak O'nun iradesi ve ilmi yani yasası dışında yere düşmez, bütün işler O'na döner. Her Melek yaratılış amacına uygun olarak kendisine verilen görev alanından ve onu yerine getirmekten sorumlu birer güç ve enerji değişimidir.Doğal olarak bilgisi de kendisine verilen kadardır. Yani görevi neyse ona sadece o öğretilmiştir ve fazlasını bilmez. Melekler görevlerini, güçlerini Allah'ın iradesinin dışında asla kullanmaz, kullanamaz. Melek kavramını ''Allah'ın tek bir formda yarattığı bir güç, enerji'' olarak algılamak doğru olmaz;''insanları duygusal olarak motive ederek destekleyen ve böylece içindeki potansiyel gücü maksimum bir şekilde kullanmasını sağlayacak bir etken olarak da, duygusal destek formunda da hayat bulur, doğa olaylarını oluşturan tüm hareketleri sağlayan rüzgar, ısı, sıcaklık, itme, kaldırma, yerçekimi, enerji değişimleri, formunda da hayat bulabilir'Meleklerin insanın duygusal dünyasını etkileyen ve iç dünyasında meydana getirdiği değişimlerle insana özgü farklı duygulara yol açan birer ''duygusal enerji'' olduğunu aşağıdaki âyetler ortaya koymaktadır;"Eğer siz ona yardım etmezseniz, andolsun ki Allah ona yardım etmişti. Hani hakkı yalanlayan kafirler onu (Mekke'den) çıkardıklarında iki kişiden ikincisiydi. İkisi mağaradayken, o, arkadaşına: ''hüzünlenme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir.'' demişti. O anda Allah ''sekinetini'' üzerine indirmişti yani Onu, ''sizin görmediğiniz ordularla'' desteklemişti yani kafirlerin sözünü(davalarını) alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise en yüce olandır. Allah, Aziz'dir, Hakim'dir" (Tevbe-40)Sonra Allah, Resul'ünün ve müminlerin üzerine ''sekinetini'' (huzur-güven) indirdi yani ''görmediğiniz ordular indirdi'' yani hakkı yalanlayan kafirlere azap etti. İşte kafirlerin cezası budur. (Tevbe-26)Bu âyetlerde yüce Allah'ın lütuf ve inâyetiyle Resûl'e, müminlere ve zor durumda kalanlara görünmeyen güçlerle yani Melekler ile destek vermesi anlatılıyor. Aslında aynı zamanda zihinsel ve duygusal birer etkileşime yol açan, yani insanın iç dünyasında, ruhunda, kalbinde kişiyi olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyen tüm ''haleti ruhiye diye tabir edilen hissiyatlar'' birer Melek-Meleke'dir yani insanın içinde var olan potansiyeldir. Dolayısıyla insanın duygusal zihninde meydana gelen ''sevinç, güven, sevgi, öfke, üzüntü, inanç, direnme, yetinme, metanet, sabır gibi duyguların hepsi birer Melektir"Hani siz, Rabbinizden imdat diliyordunuz. O da ardı ardına bin Melekle yardım edeceğim diye, isteğinize karşılık vermişti. (Enfal-9)"Andolsun! Ezilmiş olduğunuz halde Bedir'de de Allah size yardım etmişti. O halde, Allah'a karşı takvalı olun ki şükretmiş olasınız.Hani! Sen mü'minlere: ''Rabb'inizin, indirmiş olduğu üç bin Melekle yardım etmesi size yetmez mi?'' diyordun.Evet! Sabreder ve takvalı davranırsanız, düşman size hemen saldırsa bile, Rabb'iniz, size, seçilmiş beş bin Melekle yardım eder.(Âli İmran-123-125)İşte bu âyetlerde Rabbimiz olan yüce Allah inananlara savaşta bin, 3 bin, 5 bin Melekle yardım ediyor. Buradaki 3 bin, 5 bin Melek kavramları şunları ifade eder;Orada savaşan müminlere, ''kural ve kaidelere göre akıllıca hareket etme yetisi, uykusuzluk, sabır ve metanet, açlık, susuzluk çekmemek, attığını vurma, kılıçlarının keskinliği, güneşin sıcaklığının onları rahatsız etmemesi, havanın serinlik vermesi'' gibi bir sürü duygusal destek sağlayan hissiyatlar aslında Allah'ın yardım için gönderdiği Melekleri'dir.Yüce Allah sadece hidayet ve sapkınlığı indirdiği vahye bağlamış, bu konuda insanın özgür iradesini meleklerin mudahalesi dışında tutmuştur. Ancak melekler iman edenlere yardım ve kafirlere korku verir azap ederler. Yani seçilmiş beş bin, üç bin Melekle destekledik demek; ''düşman kendilerinden daha güçlü olsa bile, inananları düşmanı yenebilecek bir ruh haline sokan sabır, metanet, güven, inanç, sıhhat, güç, cesaret, dirayet gibi binlerce zihinsel ve duygusal güçlerle-Meleklerle destekledik'' demektir.Yüce Allah'ın insanlara dünya hayatında doğru yolu bulmaları için verdiği en büyük destek; kuşkusuz insanlık tarihi boyunca Elçileri ile gönderdiği ilahi mesajlarını içeren ve Kur'anda ''Ruh'' diye adlandırılan ''Vahiy'dir'' İnsanları uyaran ve takvalı olmaya çağıran Elçilerini desteklemek için onlara ''vahiy'' ve emrine amade olan, boyun eğen, secde eden ''Melekler'' gönderir;Allah, ''Benden başka ilah yoktur, öyleyse bana karşı takvalı-vahyin korunma alanında olun'' uyarısında bulunmaları için kullarından dilediğine/Elçilerine emrinden ''Ruh/Vahiy'' ve ''Melekleri/göklerde enerji olan doğa güçlerini'' indirir. (Nahl-2)Bütün bu anlatılanlar çerçevesinde düşünüp, sorguladığımızda; acaba ''Kur'an'ın Melek kavramı ile bir bağlantısı olabilir mi? Bu konuyu, Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75) âyetinin bağlamında değerlendirip, Kur'an'ın özelliklerini inceleyerek,KUR'AN-MELEK-RESUL kavramları arasındaki bağı, yalnız âyetlere dayalı olarak analiz ettiğimizde nasıl bir ilişki olabileceğine bakabiliriz. MELEK KAVRAMI VE KUR'AN"Allah, Meleklerden de Resûller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir" (Hac-75)Peki melek neydi? Melek, yüce Allah'ın gücünü temsil eden tüm varlıkları kapsar. Bu bir doğa olayı, rüzgâr, ısı, basınç, yer çekimi, kaldırma gücü, sıcaklık ta olabilir, insanları doğru yola, iyiye, güzele, Allah'a imana, Allah'a sevgiye, Allah'a güvene, Allah'a tam bir teslimiyete yönlendiren, tüm bu "duyguları/Meleke'leri" kazandıran bir "Vahiy/Kitap" ta olabilir. Bu vahiy-kitap sıradan basit bir kitap değildir.Bu vahiy-mitap göklerde var olan en güçlü ilahi mesajdır, yani Melek'tir. Melek, sadece Allah'ın yarattığı ve kendisine verilen görevi yapan ilâhi yasalar değildir.Melek aynı zamanda enerji, belli bir amaca yönelik her türlü doğa olayı, bir açıdan da Meleke'lerimiz, yani insanın emrine verilmiş ve insanı yönlendiren her türlü duygusal, zihinsel manevi etkileşime yolaçan, duygusal tepkilerimize yön veren ruhani bir güçtür.İnsanı doğruya, eğriye, yanlışa, iyiye yönlendiren, sevgi, hırs, öfke, rekabet, merhamet, sabır, dirayet, sebat gibi tüm duygusal etkileşim ve zihinsel faaliyetlerimiz ''Melekler'' tarafından yönlendirilen manevi, ruhsal enerjimizin ortaya çıkardığı ''Meleke'lerimizdir''Allah'ın insanları Sırat-ı Müstakim'e yönlendirdiği ve hidayete ilettiği esas Melek; işte her topluma gönderilmiş olan, Allah'ın doğru dinine götüren ve ebedi mutluluğa erişebilmek için uymaları gereken ilahi kurallar ve hükümlerini içeren ''vahiy/İlahi mesajlar- kitap'tır''İşte bu açıdan bakıldığında insanı doğruya, Allah'ın yoluna yönlendiren tüm ilahi mesajlar, yani gönderdiği tüm vahiyler/kitap'lar da birer Melek'tir. Bu ilahi mesajların sonuncusu, Allah'ın insanlığa tebliğ etmesi için son beşer Elçisi Muhammed (a.s) a gönderdiği, insanlığa hidayet rehberi, bir nur olarak gelmiş, kıyamete kadar bütün insanlara içerdiği ilahi mesajlar ile uyarı ve ikaz görevini yapacak ve sırat-ı müstakime ulaştıracak son vahiy olan Kur'an'da işte bir Melektir.Kur'an Allah'ın gönderdiği bir Melek olarak ve Beşer Resûl Muhammed (a.s) ile aynı muhteviyatta olması hasebiyle, O'nunla aynı özelliklere sahip olması, yani müjdeleyici, uyarıcı, öğüt verici, rahmet, karanlıktan aydınlığa çıkarma, yani bir Resulde bulunabilecek tüm özelliklere sahip olması ile Kur'an'da bir Resül'dür. "Elif, Lâm, Râ! Bu Kuran, insanları Rab'lerinin izniyle ''karanlıklardan aydınlığa çıkarman'' Aziz, Hamid olan Allah’ın yoluna iletmen için, sana indirdiğimiz bir kitaptır. (İbrahim-1)"Sizi ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. (Hadid-9)"İman eden ve salih ameller işleyenleri ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için, Allah’ın apaçık âyetlerini size okuyan bir Resül göndermiştir. (Talak-11)"Allah, kendi rızasına tâbi olanları, bu kitap-Kuran vesilesiyle selâmetin yollarına ulaştıracak yani izniyle-yasasıyla onları ''karanlıklardan aydınlığa çıkaracak'' yan onları sırat'ı müstakime hidayet edecektir" (Maide-16)Yani yüce Allah açıkça tekrar aynı gerçeği buyuruyor;Peki Allah'ın insanlardan seçtiği Resulleri zaten biliyoruz, Melek olan Resül nedir? Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75)Tüm bu anlatılanlara, ilgili âyetlere, Melek kavramının gerçek anlamını ortaya koyan ayetler eşliğinde ve Hac-75 bağlamında baktığımızda açık ve net bir şekilde görüyoruz ki; her ikisi de aynı içeriğe sahip olan ve Allah'ın insanlardan seçtiği RESÛL; Muhammed (a.s) gibi Resüller iken, Meleklerden seçtiği RESÛL DE; vahiy'dir yani Kur'an'dır. Yani Kur'an, meleklerden bir resüldür. Mesela: "...O gecede, Rablerinin izniyle-yasasıyla melekler yani ruh her iş için iner dururlar" (Kadr-4)Mesela: "Ruh yani melekler saf saf olup kıyam ettiği gün,..." "Bütün kötü duygu ve dürtüler şeytandır..."(Âraf-200, 201)"İnsanı cimriliğe sevkeden duygu şeytandır..."(Bakara-268) "Haset şeytandır.."(Yusuf-5) "İnsanı kötülüklere yönlendiren vesvese şeytandır..."(Âraf-20) "Şeytan" kavramlarının büyük çoğunluğu insan şeytanlarını anlatırken, bir kısmı da insanın içinde var olan zihinsel şeytanlardan söz etmektedir.Mesela: İnsanlar için faydalı olan yani zararlı mıkroplardan koruyan mikroorganizmalar yüce Allah'ın birer askeri anlamında melek olurken, ona zararlı olan mikroorganizmalar da şeytan oluyor. Yani hem insanın iç dünyasında maddi ve zihinsel melek ve şeytan vardır. Hem de dış dünyada melekler ve şeytanlar vardır. İnsan içinde var olan zihinsel şeytanın tuzağı zayıftır (Nisa- 76)"İnsanda var olan gurur ve kibir şeytandır..." (Nisa- 120)Kötülüklere yönlendiren tüm kötü ameller şeytandır.Yani onu vahiy'den uzaklaştıran, insanların arasına kin ve düşmanlık duygu ve dürtülerini yerleştiren de şeytandır. Yani bunlar insanın içinde var olan zihinsel şeytanlar olabildiği gibi, dış dünyada olan insan şeytanları da olabilir.İnsanın maddi ve manevi olarak temizleyen her şey melektir.Kur'an'da var olan meleklerin tesbihleri, yüce Allah'ın kendilerine yüklemiş olduğu görevleri yerine getirmeleri anlamına geliyor. Yüce Allah'a din öğretmeye kalkan din adamları şeytandır. Saçıp savurma şeytandır. İnsanı Kur'an'dan uzaklaştıran her şey şeytandır. Yani şeytan insanın dışında olan, ondan bağımsız ve bağlantısız bir varlık değildir. İnsanı kötülüklere yönlendiren, helali haram kılan, vahiy'den uzaklaştıran, cimrilikle korkutan, ahlaksızlığı telkin eden yine şeytandır.Mesela: İnsanlar için faydalı olan mikroorganizmalar yüce Allah'ın askerleri anlamında birer melektirler. Zararlı mikroorganizmalar da birer şeytandır. 29-) Onlardan her kim: "O'nun dununda (yanında-berisinde-astında) bende ilâhım derse, biz onu cehennemle cezalandırırız yani biz, zalimlere böyle ceza veririz! 30-) Kafirler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden ayırdığımızı yani diri olan her şeyi sudan yarattığımızı görmüyorlar mi? Hâlâ iman etmeyecekler mi? 31-) Yani onlara (ürünler-erzak) sunsun diye yerde bir takım araziler kıldık ve orada geniş geniş yollar açtık; ta ki hidayete ulaşsınlar. 32-) Ve gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık yani onlar gökyüzünün âyetlerinden yüz çevirirler. 33-) Yani O, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı... yaratandır. Her biri bir felekte yüzüp gitmektedir. 34-) Yani senden önce de hiçbir beşere devamlılık vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar devamlı mı kalacaklar?35-) Her nefis, ölümü tadıcıdır yani bir sınama olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz yani bize döndürüleceksiniz. 36-)(Ey Resül!) Kâfirler seni gördükleri zaman: "Sizin ilâhlarınızı diline dolayan bu mu?" diyerek seninle alay ediyorlar yani onlar, Rahman'ın zikrine (Kur'an'a) kâfir oluyorlar. 37-) İnsan, aceleden yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim; benden acele istemeyin. 38-) "Yani sâdık iseniz, bu vaad ne zamandır" diyorlar. 39-) Kafirler, yüzlerinden ve sırtlarından (saran) ateşi savamayacakları yani kendilerine yardım dahi edilmeyeceği zamanı bir bilselerdi! 40-) Bilâkis kendilerine o (kıyamet) öyle âni gelir ki, onları şaşırtır. Artık, onu reddedemezler yani kendilerine (rahmet nazarı ile) bakılmaz.

30 Mart 2022 Çarşamba

SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (16.YAZI) Nebi (a.s) dan sonra Kur'an'a tevhid ve güzel ahlak yani öğüt kitab'ı değil, dokunulmaz kutsal kitap gözüyle bakılmış, dinin ciddiyeti bozulmuş, içine “din” adı altında birçok rivayetler konmuştur.Böylece dinin şekli tamamen değişmiştir. Bu ilk zaman olan tahrif ve değişim, güya cennet kazanmak amacıyla büyük bir iştahla, duygusallığı ön plana alarak heva ve hevesle yapılıyordu.O gün bugün iftira ve yalanlar devam etmektedir. Bir uyduranlar var, bir de uydurulmuşlara candan iman edenler vardır. Her iki kesim de “Kur'anla-hayat”ın bağından habersizdirler. Yani Kur'an'ın âyetlerini akıl süzgecinden değil, manevi bir atmosfere, sadece sevap almaya atıf yaparak esas amacı ıskalamaktadırlar. Yalan ve iftira üretiminin başladığı dönemlerde okuma-yazma oranları yok denecek kadar azdı.Sahih bilgiye ulaşma imkanı da yoktu. İşte bu karmaşık ortamda din; hissi yorumlarla ilerliyordu.Sözlü kültür her zaman yazılı kültüre egemen olmuştur.İşte bu zor şartlar altında Kur'an cahillerinin ürettikleri hadisler “din” diye kabul gördü. Nerede geleneksel din anlayışına ait bir insan görürseniz bilin ki, duygusal hali, akıl ve mantığından daha ileri bir konumdadır. Onda akıl değil, taklit daha baskındır. Bu anlayışa sahip olan insan, akla hükmeden dinin kurallarını bozmaya adaydır. Bu tiplerden o gün olduğu gibi bugün de çok sayıda vardır. Onların duygularına dayanarak muhaddislerin ürettiği hadis psikolojisi ile bugün var olan hadis inancı arasında fark vardır. Hadisleri uyduranlar, Kur'an'sız bir ortamda hiç çekinmeden yalan söyleyebiliyor, zorlanmadan iftira edebiliyorlardı.Bunu Ehl-i Sünnet'in kütüb-ü sitte’sinden ve Şia'nın kütüb-ü erbaasından bulunan hadislerde görebiliyoruz. Bugün inananlar ise bu hadislere Nebi'nin ağzından çıkmış gibi iman ediyorlarsa, bunun tek bir açıklaması vardır.Büyük bir Kur'an cehaleti mevcuttur. Bu hadisleri uyduran ve Nebi'ye iftara eden muhaddisler gibi, bugünün tabiileri de korkunç bir cehalet içindedirler. Fakat bugün korkunç cehalet karşısında Kur'an sayesinde büyük bir bilinçlenme ve uyanış da meydana geliyor. İster inanın ister inanmayın, bu hadisleri iftira efen şarlatanlar bu saçma sapan sözlerin yüzyıllar sonrasına taşınacağını kesinlikle bilmiyorlardı. Bir zaman gelecek bu ilkel hadisler üzerinden güçlü sermaye kurulacağını, büyük bir rant kazanılacağını, hattâ diğer dillere çevrilip kıtalar dolaşacaklarını hayal bile edemiyorlardı.Bilhassa hadisçi Buhari zamanında namaz kılmakla ilgili deliler gibi hadis üretiliyordu. Kıssa ve hadislere karşı olan teveccühten dolayı o devrin muhaddisleri uydurma ve yalanda adeta yarış halinde idiler.O devrin pop yıldızları bunlardı. Hadis uydurma ve şehrin en kalabalık merkezlerinde edebi bir dille okumak o devrin en popüler modasıydı. Daha bunlar gibi bir çok sebepten dolayı Kur'an'daki salât ile hadislerde bulunan salât anlayışı birbirlerine uymaz.Salât kavramına manâ verilirken hiçbir âyet dikkate alınmamış sadece rivayetler göz önünde bulundurulmuştur.Yani daha açık bir ifadeyle salât gibi Kur'an kavramlarının gerçek anlamlarından kaymalarının sebebi; âyetlerin bağlam ve bütünlüğü değil, rivayetlerin amaçladığı göz önüne getirilmiş ve o şekilde yorumlanmıştır. Üstelik bunu yapanların Kur'an'ı anlama ile bir ilgileri, merakları ve dertleri yoktu. Kuranda “din adamı sınıfı” olmamasına rağmen bir takım insanlar da “muhaddis-müctehid-fâkih-müfessir" gözüyle bakılarak onların söylediği sözler, sanki Allah Resülü söylemiş gibi “sünnet” statüsüne alınmış ve sorgulanamaz din olmuştur. Aslında bu konudaki kural çok basittir. İslamı beşeri söz ve ictihadlara indirgeyerek, herhangi bir zihnin imkanlarıyla dine yol aramak kural haline getirilmemelidir.Herhangi bir insan alim ve fazilet sahibi olabilir. Fakat beşer olması, kul olması hasebiyle yanılabilir, olayı bütün boyutlarıyla algılamaya güç getiremeyebilir. Bu bakımdan herhangi bir alanda uzmanlaşmış bir şahsı bu özelliği nedeniyle yüceltmek bizi son derece yanlış sonuçlara götürebilir.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(172. YAZI)Enbiya Süresi, 112 âyet olup Mekke"de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) İnsanların hesaba çekilecekleri saat (an) yaklaştı yani onlar, gaflet içinde yüz çeviriyorlar. 2,3-) Rablerinden kendilerine ne zaman öğütten bir söz gelse, onlar bunu, hep alaya alarak, kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak dinlemişlerdir. O zalimler şöyle fısıldaştılar: Bu (Muhammed), sizin gibi bir beşerden başka nedir ki! Siz şimdi göz göre göre sihire mi kapılıyorsunuz? 4-)(Nebi dedi ki:) Rabbim, yerde ve gökte (söylenmiş) her sözü bilir. O, hakkıyla işitendir, bilendir. 5-) "Hayır, dediler, (bunlar) saçma sapan düşlerdir; bilakis onu kendisi uydurmuştur; belki de o, şairdir. (Eğer öyle değilse) bize hemen, öncekilere gönderilenin benzeri bir âyet getirsin." 6-) Bunlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir belde iman etmemişti; şimdi bunlar mı iman edecekler? 7-) Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir (vahiy) ehline sorunuz. 8-) Biz onları (Nebileri), yemek yemez birer (cansız) ceset olarak kılmadık yani onlar(bu dünyada) devamlı da değillerdir.9-) Sonra onlara (verdiğimiz) vâde sâdık kaldık; böylece, hem onları hem de dilediğimiz (başka) kimseleri kurtardık ve (haddi aşan) müsrifleri de helâk ettik.10-) Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâla akıllanmaz mısınız? (Yukarıdaki âyette bulunan "fihi zikrüküm" ifadesi, "onda sizin için öğüt ve uyarı olan, siz anlatan, yol gösteren" şeklinde anlaşılmalıdır. Bu anlam Nahl süresinin 44.âyeti başta olmak üzere diğer bazı âyetlerle de örtüşmektedir. Mesela, Enbiya süresinin 24. âyetinde yüce Allah kendisine ortaklar edinenler için Rsülüllahtan "Haydi bürhanınızı getirin, işte benimle beraber olanların kitab'ı ve işte benden öncekilerin kitab'ı demesini istemekte, 25. âyette de tüm Resüllerin tevhid ilkesi üzerine gönderildikleri bildirmektedir. Yani bu kitap sizin ahlak ve karakterinizi, sizin inanç ve fıtratınızı anlatıyor. Anlattığı şeylerde söyledi yanlış bir şey var mıdır? Yoksa âyet'e" sizin şan ve şerefinizi anlatıyor" gibi bir mana vermek doğru değildir. Mekke müşriklerinde veya Yahudi ve Hristiyanlarda şan ve şeref diye bir şey yoktur. Âyetlerin Mekke ve Medine özelliklerini bilmeyenler, hemen kafalarına göre bir mana koyuyorlar.) 11-) Zalim olan nice beldeyi kırıp geçirdik yani ondan sonra başka topluluklar inşa ettik. 12-) Azabımızı hissettiklerinde bir de bakarsın ki oralardan (azap bölgesinden) kaçıyorlar! 13-) "Kaçmayın! İçinde şımarıklık ettiğiniz yere yani meskenlerinize dönün! Çünkü siz (yaptıklarınızdan) sorulacaksınız!" 14-) "Veyl olsun bize! dediler; gerçekten biz zalimmişiz." 15-) Biz kendilerini, kuruyup biçilmiş ekine, sönmüş ateşe çevirinceye kadar bu duaları sürüp gider. 16-) Yani biz, göğü, yeri ve bunlar arasındakileri, oyun olsun diye yaratmadık.(Allah istediğini yapar ama keyfi iş yapmaz.) 17-) Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi tarafımızdan edinirdik. Biz (bunu) yapanlardan değiliz. 18-) Bilakis biz, hakkı bâtılın tepesine bindiririz de o, bâtılın işini bitirir. Bir de bakarsınız ki, bâtıl yok olup gitmiştir yani (Allah’a) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı size veyl olsun! 19-) Göklerde ve yerde kimler varsa O’na aittir yani O’nun indinde bulunanlar, O’na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar. 20-) Onlar, bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah’ı) tesbih ederler. (Tesbih, göklerde ve yerde var olan tüm varlıkların yaratılış amacına uygun harekatleri anlamına gelmektedir. 21-) Yoksa (o müşrikler), yerden birtakım ilâhlar edindiler de, (ölüleri) onlar mı diriltecekler?22-) Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle fesada gitmişti. Demek ki Arş’ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir. 23-)(Allah,) yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir. 24-) Yoksa O’ndan başka birtakım ilâhlar mı edindiler? De ki: Haydi bürhanınızı getirin! İşte benimle beraber olanların zikri (Kur'an) ve benden öncekilerin zikri olan (Kur'an). Hayır, onların çoğu hakkı bilmediklerinden yüz çevirirler. 25-) Senden önce hiçbir resûl göndermedik ki ona: «Benden başka İlâh yoktur; şu halde sadece bana ibadet edin» diye vahyetmiş olmayalım.

29 Mart 2022 Salı

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(171. YAZI)Tâhâ Süresi 99-)(Ey Resül!) İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana kıssa ediyoruz yani andolsun sana tarafımızdan bir zikir verdik. 100-) Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz ki kıyamet gününde o, ağır bir günah yükünü yüklenecektir. (Şu dünya hayatında yüce Allah'ın kitabını ihmal etmek, ona ihanet etmek, onu hakkıyla takdir etmemek yani onun yerine beşeri rivayet ve ictihadlara iman etmek ve onları dinde kaynak kabul etmek kadar büyük bir ahlaksızlık, rezillik, soytarılık ve kepazelik yoktur.) 101-) Bu kimseler, onda (o günah yükünün altında) devamlı kalırlar yani onlar için kıyamet gününde çok kötü bir yük olmuştur! 102-) O günde Sûr’a üflenir yani o zaman mücrimleri, gözleri (korkudan) gömgök bir halde mahşerde toplarız. 103-) Aralarında birbirlerine gizli gizli şöyle derler: "Dünyada sadece on gün kaldınız." 104-) Aralarında konuştukları konuyu biz daha iyi biliriz. Onların en olgun olanı o zaman: "Sadece bir gün kaldınız" der. 105-) (Ey Nebi!) Sana dağlar hakkında sorarlar. De ki: Rabbim onları ufalayıp savuracak. 106-) Böylece yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır. 107-) Orada viraj ve tümsek göremezsin. 108-) O gün insanlar, dâvetçiye tâbi olacaklar. Ona karşı yan çizmek yoktur yani Rahman'a karşı sesler kısılmıştır. Bu yüzden, fısıltıdan başka bir ses işitemezsin. 109-) O gün, Rahmân’ın izin verdiği yani sözünden hoşlandığından başkasına şefaat fayda vermez. 110-) O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir yani onların ilmi onu ihâta edemez. 111-) Bütün yüzler diri ve kayyum (olan Allah için) eğilip boyun bükmüştür yani zulüm yüklenen gerçekten perişan olmuştur.112-) Ve her kim, mümin olarak yani salih olan amellerden işlerse, artık o, zulümden yani hakkının eksiltilmesinden korkmaz. 113-)(Ey Resül!) Biz onu böylece Arapça bir Kur’an olarak indirdik yani onda vâdedilen her şeyi tasrif ettik. Umulur ki onlar takvalı olur; yahut da o (Kur’an) kendileri için öğüt veren bir hadis olur. 114-) Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana O’nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur’an’ı (okumakta) acele etme yani "Rabbim, benim ilmimi artır" de. 115-) Andolsun biz, daha önce de Âdem’e ahit vermiştik. Ne var ki o, unuttu yani onda bir azim bulmadık. 116-) Yani bir zamanlar meleklere: Âdem’e secde edin! demiştik. Onlar secde ettiler; yalnız İblis hariç. O, kaçındı. 117-) Bunun üzerine:) Ey Âdem! dedik, bu, hem senin için hem de eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten (has bahçeden) çıkarmasın; sonra meşakket çekersin! 118-) Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak. 119-) Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın.120-) Derken şeytan ona vesvese verdi "Ey Âdem! dedi, sana devamlılık şeceresini ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?" 121-) Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kötülükleri kendilerine görünmeye başladı ve üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar yani Âdem Rabbine âsi olup yanıldı. 122-) Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tevbesini kabul etti yani (vahiy'le) hidayete ulaştırdı. 123-) Dedi ki: Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin! Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime tâbi olursa o sapmayacak yani meşakkat çekmeyecektir. (Yukarıdaki âyette bulunan "Artık benden size hidayet (vahiy) geldiğinde, kim benim hidayetime tâbi olursa sapmayacak yani meşakkat çekmeyecektir" cümlesi, beşeri rivayet, ictihad ve mezheplerin nasıl büyük bir yıkım gücüne sahip tehlikeli ve ölümcül silahlar oldukları anlaşılıyor.) 124-) Kim de benim zikrimden (Kur'an'dan) yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir maişeti olacak yani biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. 125-) O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin yani ben, görür idim!, der. 126-) Allah buyurur ki: İşte böyledir. Çünkü sana âyetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun yani bugün de aynı şekilde unutuluyorsun! 127-) Yani (hayatını batıl yolda) israf edeni ve Rabbinin âyetlerine iman etmeyeni işte böyle cezalandırırız yani âhiret azabı daha şiddetli ve bâkidir. 128-) Bizim, onlardan önce, meskenlerinde dolaştıkları medeniyetleri helak etmiş olmamız kendilerini hidayete ulaştırmaya yetmedi mi? Andolsun ki bunda (şirkten) alıkoyan akıl sahipleri için nice âyetler vardır. 129-) Eğer Rabbinden, daha önce verilmiş bir söz ve tayin edilmiş bir vâde olmasaydı, (ceza onlar için de dünyada) gerekli olurdu. 130-)(Ey Resül!) Sen, onların söylediklerine sabret yani güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini hamd ile tesbih et yani gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında (iki ucunda) da tesbih et ki, rızaya eresin.MEKKE ve MEDİNE'DE İNEN SÜRELERİN ÖZELLİKLERİ. Kur'an sürelerinin Mekke'de mi, yoksa Medine'de mi indiği ile ilgili bilgilendirmemizden sonra, bazı arkadaşlar bizim esbab-ı nüzul veya rivayetlere müracaat ettiğimizi zannediyorlar.Tâbi ki bu arkadaşların Mekke ve Medine'de inen süre ve âyetlerin özelliklerinden haberleri bulunmamaktadır.Fakat Mekke ve Medine'de inen âyet ve süreler birbirinden farklı özelliklere sahiptir.Yani Mekke ve Medine birbirinden çok farklıdır dünyalardır.Kur'an'ın İstanbul'a inmesi ile bir köye inmesi gibi aralarında büyük bir fark mevcuttur. Şimdi bu özelliklerden bir kaç tanesini görelim.1-) Mekke'de inen sürelerde "Ey iman edenler!.." cümlesi bulunmaz.Yani "Ey iman edenler!..." cümlesi ile başlayan bütün âyetler Medine'de inmişlerdir. Çünkü Mekke'de iman sorunu yoktu. Mekke'de çizgiler çok netti.Mekke'de İslam'ı kabul eden ölüme bile razı oluyordu. 2-) Mekke'de inen sürelerde münafıklardan söz edilmez.Çünkü Mekke'de munafık yoktu. Munafıklar Medine'nin yerlileri olan Evs ve Hazrec kabilelerinden idiler. 3-) Mekke'de inen sürelerde Yahudi ve Hristiyanlardan da söz edilmez. Çünkü Mekke'de Yahudi ve Hıristiyan bulunmuyordu.Ama Medine'de bulunan Beni Kaynuka, Beni Kurayza, Beni Nadir ve Hayber Yahudi idiler.Necran'dan Medine'ye Hristiyanlar gelip gidiyorlardı.4-) Mekke'de inen sürelerde "Allah'a ve Resul'üne itaat edin" cümlesi bulunmamaktadır.Çünkü Mekke'de iman edenler açısından Allah'a yani Resül'e iman sorunu yoktu.İman edenlerin itaat sorunu Medine ile ilgili bir durumdur.5-) Mekke'de inen sürelerde Nebi kavramı geçmez. Çünkü Mekke devri evrensel tebliğin yapıldığı bir merkezdir.Yani Mekke'de şirk ve ahlak sorunu vardı. Medine'de ise, iman, ahlak ve itaat sorunları mevcut idi.İşte bu yüzden Medine'de inen âyetlerin büyük çoğunluğu yerel ve bölgesel, Mekke'de inen sürelerin hepsi genel ve evrenseldir.6-) Mekke'de inen süreler tevhid, şirk, sabır, güzel ahlak, Nebi ve Resüllerin mucadeleleri ile ilgilidir.Medine'de inen süreler, savaş kuralları, evlilik, boşama, cihat, itaat, iman, insan hakları, ictimai hayat, hac, infak, sadaka, insani ilişkiler, adabı muaşeret, ırkçılığın kötülüğü gibi konularla ilgilidir.7-) Hamd (güç-kuvvet-övgü) ile başlayan sürelerin hepsi Mekki'dir. Hatta Teğabun süresi birinci âyet hariç içinde hamd kelimesinin geçtiği bütün süreler Mekke'de nazil olmuşlar dır. 8-) Mekke'de inen sürelerde şiir ve edebiyat, i'caz ve belâğat hakimdir. Kelimeler çok vurgulu ve etkileyici bir üsluba sahiptir.Medine inen sürelerde böyle bir şey yoktur. Buda Kureyşin şiir sanatına ve edebiyata olan merakından kaynaklanıyordu. Mekke müşrikleri Allah'ın gücünü temsil eden varlıkları yani melekleri Allah'ın kızları olarak vasıflandırıyorlardı. Aynı zamanda Mekke müşrikleri aynen Hristiyanlar gibi yüce Allah'a çocuk izafe ediyorlardı.(Enam-101; Yunus- 68; İsra-111; Kehf- 4; Meryem-35, 88, 91,92; Enbiya- 26; Müminun- 91; Furkan- 2; Saffat- 152; Zümer- 4; Zuhruf- 81; Cin- 3; İhlas- 3)Bütün bu âyetler Mekke müşrikleriyle ilgili inmişlerdir. 9-) İçinde "inil hükmü illâ lillâhi" "hüküm yalnız Allah'ın'dır" cümlesinin geçtiği süreler Mekke'de nazil olmuşlardır. (En'am-57; Yusuf-40, 67)10-) Mekke'de inen sürelerde "ehli kitab" (kitap ehli) ve "ütül kitébe" (kitab verilenler) ifadeleri geçmez. Yani Yahudi, Hristiyan ve din adamlarıyla ilgili bir hitap bulunmaz. 11-) Kur'an'da tekil olarak geçen "fasbir, vasbir" (sabret) fesebbih, vesebbih" (tesbih et), "ekimis sâlâte" (salâtı ikâme et) yani salât ve salat'ı ikâme ile ilgili bütün âyetler Mekke'de inmişlerdir ve kelime kelimesine hepsi Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgilidir.Yani Mekke'de inen ve yalnız Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgili olan teheccud, gece ve fecir salât'ından tüm müminleri sorumlu tutmak ve insanları namaza çağırmak doğru değildir.Yani Hud 114; İsra-78, 79; Tâhâ 130 ve benzeri bütün salât âyetlerinin hepsi Mekki'dir, hepsinde tekil formatı vardır ve hepsi sadece ve sadece Nebi (a.s) Nübüvvet makam ve mertebesi ile ilgilidir. Âyetler çok bariz bir şekilde ona hitap etmektedir. Söz konusu âyetlerin iniş sebep ve hikmeti de Müzzemmil süresinde çok açık bir şekilde açıklanmıştır. Salat'a çağrı da sadece cuma (toplantı) için meşru kılınmıştır.)Ancak günümüzde teknoloji imkanlarla geniş kitlelere ulaşma imkanı olduğu için salat'a çağrı da önemini kaybetmiştir. Yani artık böyle bir şeye gerek yoktur. Ancak müminler salât, şura, ihtiyaç veya herhangi bir iş için toplanacakları zaman bunun plan ve programını kendi aralarında kararlaştırırlar. "...Salât'ın vaktini belirlemek müminlerin üzerine düşen bir yazgıdır" (görevdir) (Nisa-103)131-) Sakın, kendilerini denemek için onlardan bazılarını yararlandırdığımız dünya hayatının zinetine gözlerini dikme! Rabbinin rızkı daha hayırlıdır yani bâkidir. 132-) Ehline salât'ı emret; kendin de onun üzerinde sabırlı ol. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz yani âkibet, takvâ iledir. 133-) Onlar: (Muhammed) bize Rabbinden bir âyet getirmeli değil miydi? dediler. Önce gelen kitaplardakinin beyyinâti (Kur’an) onlara gelmedi mi? 134-) Eğer biz, bundan (Kur’an’dan) önce onları bir azapla helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: Ey Rabbimiz! Bize bir Resül gönderseydin de, şu aşağılığa yani rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine tâbi olsaydık!(Yukarıdaki âyette bazı önemli konular var. 1-) Resüller sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler. "Bize bir Resül gönderseydin de, şu aşağılığa yani rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine tâbi olsaydık" cümlesi bunu gösteriyor. 2-) Din ve hüküm olarak Kur'an tek kaynak olmadığı sürece aşağılık yani rezalet ve kepazelik hakim güç olacaktır. 3-) Savaş ortamında nazil olan ve tarihsel olan Enfal 64.âyet hariç Kur'an'da geçen bütün ittibâ yani tâbi olma kavramları vahiy ve Resül bağlamında kullanılmıştır. İttibâ kavramı, itaat kavramı gibi Allah bağlamında geçmez. Çünkü yüce Allah Resül gibi somut bir varlık değildir. Yani Allah'a ittiba edilmez, itaat edilir. 4-) İtaat işitilen sözle ilgili zihinsel bir kabullenme iken, ittiba etmek fiziksel bir eylemdir. Yani itaati salih amellerle besleme anlamına gelmektedir. Mesela: İlk önce savaşa gitmekle ilgili iman ve itaat olacak, sonra savaş alanına fiziksel olarak hakaret edilecektir. İşte buna ittiba etmek denilir. 5-)Aynen itaat ve ittiba kavramları gibi, âyetleri tilâvet etmek de Resül bağlamında geçer. Kur'an'ın hiçbir yerinde "âyetleri tilâvet etmek" Nebi bağlamında geçmez. Yani Nebi ve Resül arasında çok önemli farklar mevcuttur. Nebi ve Resül sistemini bozan "peygamber" kelimesini sakın kullanmayın. Hangi mealde peygamber kelimesi kullanılmışsa sakın onu okumayın. "Peygamber" kelimesinin kullanıldığı mushafların en az dörtte biri hatalıdır.) 135-) De ki: Herkes beklemektedir: Öyle ise siz de bekleyin. Yakında düz yolun yani hidayetin ashabı kimmiş öğreneceksiniz.(Tâha Süresinin Sonu)

28 Mart 2022 Pazartesi

RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(27. YAZI ) SAİD NURSİ VE RİSALEİ NUR : Allah tarafından yazdırıldığına inanılan, müellifine "Bediuzzaman" lakabı takılan Risalei Nur Külliyatında bulunan hurafeleri aktarmaya devam ediyoruz.Said Nursi diyor ki:"Resul'ü Ekrem(a.s.m)küçüklüğünde Halime sadiye'nin (süt annesi) yanındayken Halime ve zevci'nin (eşi'nin) şehadetleriyle güneşten rahatsız olmamak içinçok defa (Allah Resulü'nün) üstünde bir bulut parçasının ona gölge ettiğini görmüşler ve halka söylemişler ve o vakıa sıhhatle şöhret bulmuş"Hem Şam tarafına 12 yaşında gittiği vakit, Bahire-i Rahibin (rahip Bahira'nın) şahadetiyle,bir parça bulut Resul'ü Ekrem (a.s.m) ın başına gölge ettiğini görmüş ve göstermiş"Hem yine bi'setten (Resul olmadan)  evvel Resul'ü Ekrem ( a.s.m) bir defa Hatice'i Kübra'nın (ilk eşi)  meysere ismindeki hizmetkarıyla ticaretten geldiği zaman, Hatice'yi kübra (büyük Hatice-lakabı)  Resul'ü Ekrem'in başında iki meleğin bulut tarzında gölge ettiklerini görmüş,kendi hizmetkarı olan Meysere'ye demiş, Meysere dahi Hatice Kübra'ya demiş"Bütün seferimizde ben öyle görüyordum"Naklı sahih ile sabittir ki Resul'ü Ekrem( a.s.m ) bi'setten (Resul olmadan) evvel  bir ağacın altında oturdu, o yer kuru idi, birden yeşillendi"Ağacın dalları, onun başı üzerine eğilip kıvrılarak gölge yapmışlar"(Sayfa- 177)Said Nursi,  yalan ve hurafelere  Allah Resulü'nün mucizesi diyerek  anlatmaya devam ediyor."Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ufak iken, Ebu Talib'in evinde kalıyordu. Ebu Talip çoluk ve çocuğu ile onunla beraber yerlerse karınları doyardı"Ne vakit o zat (Allah Resulü)  yemekte bulunmazsa, tok olmuyorlardı" "Şu hadise hem meşhurdur, hem de kati'dir"( Sayfa-178)Hem Resul'ü Ekrem( a.s.m ) küçüklüğünde ona bakan ve  hizmet eden Ümmü Eymen demiş: "Hiçbir vakit Resul'ü Ekrem ( a.s.m) açlık ve susuzluktan şikayet etmedi. Ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde"(Sayfa-178 )Hem sinek onu taciz etmezdi.Onun cesedi mübarekine ve libasına sinek konmazdı, nasıl ki evladından Seyit Abdulkadir Geylani(k.s)dahi,ceddinden (Resulüllahtan) o hali irsiyet almıştı, sinek ona da (Geylani'ye) konmazdı"(Sayfa- 178)Said Nursi'nin eseri olan Risâle-i Nur Külliyatında bulunan bütün bu rivayetlerin hepsi hem Kur'an'a hemde sünnetullaha aykırıdır.Çünkü Kur'an'a göre kendisine vahiy  indirilme haricinde o herkes gibi bir beşerdir.(Kehf-110; Fussilet-6)Aslında son vahyin sahibi olan Muhammed ( a.s) üç özelliğini yani üç kimliğini bilmek gerekir.1-) Muhammed - Doğumundan kendisine vahiy indirilinceye kadarki kimliğidir.Vahiy indirildikten sonra artık Muhammed diye birisi yoktur. Muhammed kimliği sona erer.Artık o duruma göre ya Nebi veye Resul'dür.2-) Nebi- Kendisine vahiy indirildikten sonra gece- gündüz, yirmi dört saat, her an, her zaman bütün özel hallerinde olan makam ve mertebesidir.Hata etme Nübüvvet makam ve mertebesi ile ilgili bir durumdur. Nebi söz ve hareketlerinde Allah'a karşı hata yapabilir.( Tevbe-113; Tahrim- 1)İşte bundan dolayı Nebi'nin haysiyet ve şerefi koruma altına alınmıştır. Fakat sözleri ümmet için bağlayıcı değildir.3-) Resul- Kendisine vahiy indirilip onu insanlara ulaştırdığı andaki konumudur.Resul'ün misyonu vahyi tebliğ etmek olduğu için hata yapması ve görevinde ihanet etmesi mümkün değildir.(Hakka-44; Yunus-15; İsra-73,74,75)İşte bundan dolayı Resul'e itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir.(Nisa-80)Dolayısıyla bütün rivayetler Allah Resulü'ne iftiradır. Kur'an'da bir çok yerde övülen Allah Resul'ü( a.s.m) bu yalan,  hurafe ve  uydurmalara hiçbir ihtiyacı bulunmamaktadır.Allah Resulü değerini Kur'an'dan almaktadır.Yani Allah Resulü'nü değerli kılan tek kaynak Allah'ın Kerim ve Mübin  kitabı Kur'an'dır. Dolayısıyla Said Nursi ve  eseri olan  Risalei Nur ile müşriklerin Resul  tasavvuru arasında bir fark bulunmamaktadır.Risâle'i Nur Külliyâtında bulunan yalanlar, dünyadaki bütün yalanlardan daha fazladır.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(170. YAZI)Tâhâ Süresi 64-) "Öyle ise hilenizi kurun; sonra saf saf halinde gelin! Muhakkak ki bugün, üstün gelen kurtulmuştur." 65-)(Dediler ki:) Ey Musa! Sen mi atasın yoksa ilk atan bizmi olalım. 66-) Hayır, siz atın, dedi. Sihirleri sayesinde ipleri ve sopaları, hayali olarak kendisine koşuyorlar gibi göründü. 67-) Musa, birden içinde bir korku hissetti.68-) "Korkma! dedik, üstün gelecek olan kesinlikle sensin." 69-) "Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir sihirci hilesidir yani sihirci nereye varsa (ne yapsa) iflah olmaz." 70-) Bunun üzerine sihirbazlar secde ettiler; "Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik" dediler. (Sihirbazların secdesi "Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik" demeleridir. Kur'an'da secdenin hangi anlama geldiğini görmek isteyen, secde kavramından sonraki kelimeye veya cümleye baksın. İşte o kelime ve cümle secdenin hangi anlama geldiğini gösteriyor.) 71-) (Firavun Şöyle dedi:) Ben size izin vermeden önce ona iman ettiniz öyle mi! Gerçek şu ki o, size sihir öğreten büyüğünüzdür. Şimdi elleriniz ile ayaklarınızı tereddüt etmeden çaprazlama keseceğim yani sizi hurma dallarına asacağım yani hangimizin azabının daha şiddetli ve baki olduğunu bileceksiniz. 72-) Dediler ki: "Seni, bize gelen apaçık beyyanâta yani bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle ise hükmün neyse onu uygula! Sen hükmünü ancak bu dünya hayatında geçirebilirsin" 73-) "Bize, hatalarımızı ve senin bize zorla yaptırdığın sihri bağışlaması için Rabbimize iman ettik yani Allah hayırlı ve bâkidir." 74-) Şurası muhakkak ki, kim Rabbine mücrim olarak gelirse, onun için cehennem vardır orada ne ölür ne de dirilir! 75-) Ve kim de salih amellerde bulunmuş bir mümin olarak O’na gelirse, işte üstün dereceler bunlar içindir. 76-) İçinde devamlı kalacakları, zemininden nehirler akan Adn cennetleri! İşte arınanların mükâfatı budur. 77-) Andolsun ki biz Musa’ya: Kullarımla birlikte gizlice yola çık da (size) yetişilmesinden korkmaksızın yani endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç, diye vahyetmiştik. 78-) Bunun üzerine Firavun, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Denizde onları kaplayan şey (felaket) kaplayıvermişti. 79-) Ve Firavun, kavmini saptırdı yani hiçbir zaman hidayete yöneltmedi. 80-) Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık yani Tûr’un sağ tarafına (gelmeniz için) size vâde verdik ve size menn ile selvâyı indirdik. 81-) Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyiniz, bu hususta taşkınlık etmeyiniz; yoksa gazabım size helal olur yani kime gazabım helal olursa gerçekten o, çöküp gitmiştir. 82-) Ve muhakkak ki ben, tevbe eden yani iman eden yani salih amel işleyen, sonra (vahiy'le) hidayet bulan kimseyi mağfiret ederim. 83-) Seni acele ile kavminden ayrılmaya sevkeden nedir, ey Musa! 84-)(Musa:) İşte, dedi, onlar da benim izimdeler yani Rabbim razı olasın diye sana acele ile geldim. 85-)(Allah buyurdu:) Senden sonra biz, kavmini (Harun ile kalan İsrailoğullarını) fitne (sınama) ettik yani Sâmirî onları saptırdı. 86-) Bunun üzerine Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü. Ey kavmim! dedi, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? Şu halde ahid size uzun mu geldi, yoksa üstünüze Rabbinizin gazabının helal olmasını mı istediniz ki, bana olan vâdinizden hilaf ettiniz? 87-) Dediler ki: Biz sana olan vâdimizden, kendi özgür irademizle dönmedik. Lakin biz, o kavmin (Mısır’lıların) zinet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı. 88-) Bu adam, onlar için, böğürebilen bir buzağı cesedi çıkarttı. Bunun üzerine: İşte, dediler, bu, sizin de, Musa’nın da ilâhıdır. Fakat o unuttu. 89-) O şeyin, kendilerine hiçbir sözle mukabele edemeyeceğini yani kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermeye mâlik olmadığını görmezler mi? 90-) Andolsun Harun, onlara daha önce: Ey kavmim! demişti, siz bunun yüzünden sadece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz şüphesiz Rahman (olan Allah’tır.) Şu halde bana tâbi olunuz yani emrime itaat ediniz. 91-) Onlar: Biz, dediler, Musa aramıza dönünceye kadar buna itikaf yapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz! 92,93-)(Musa, döndüğünde:) Ey Harun! Dalâlete düştüklerini gördüğün halde bana tâbi olman konusunda sana mâni olan neydi? Yoksa emrime âsi mi oldun? 94-) (Harun:) Ey anamın oğlu! dedi, saçımı ve sakalımı tutma! Ben, senin: "İsrailoğullarının arasına ayrılık düşürdün yani sözümü tutmadın!" demenden korktum. 95-) (Musa:) Ya senin amacın nedir, ey Sâmirî? dedi. 96-)(O da:) Ben, onların görmediklerini gördüm yani Resülün izinden bir kabza kaptım onu (erimiş mücevheratın içine) attım yani nefsim bana böyle yapmayı hoş gösterdi, dedi. 97-) (Musa:) Git! dedi, artık hayatın boyunca sen: «Dokunmak yok!» diyeceksin yani senin için, kurtulamayacağın bir vâde var. İtikaf yapmış olduğun ilâhına da bak! Andolsun, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız! 98-) Şüphesiz sizin ilâhınız, kendisinden başka ilâh olmayan Allah’tır yani O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.

27 Mart 2022 Pazar

RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR (26.YAZI )Allah rızası için şimdi şu uydurmaya bir dikkat edin.Said Nursi kitabında diyor ki:"Hem Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ın abda ismindeki devesi vefatı nebeviden (Nebi'nin vefatından) sonra kederinden ne yedi ne içti ta öldü""Hem o deve Resul'ü Ekrem (a.s.m) ile mühim bir kıssayı konuştuğunu Ebu İshak İsferani gibi bazı mühim İmamlar haber vermişler"(Mektubat- 19. Mektup Mücizât-ı Ahmediye,  Sayfa-154)Cevap : Herhalde Salih (a.s) ın devesinin başına gelen felaketi ve semud kavminin helak oluşunu konuştular!Başka ne konuşacaklar? Böyle bir ahmaklık ve cehalet olacak bir şey değildir.Said Nursi'ye göre, Allah Resul'ü (a.s) oturmuş deve ile sohbet etmiştir.Daha neler neler!!! Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, Kur'an'ın aklını ve ahlakını, Kur'an'ın  sistemini ve hikmetini bize İhsan eden Rabbimize sonsuz şükürler olsun.Said Nursi diyor ki:"Ulema-i zahir ve batının  tabiin zamanında en büyük reisi ve İmam-ı Ali (r.a) ın mühim ve sadık bir şakirdi olan Hasan Basri haber veriyor ki:Bir adam Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ın  yanına gelerek, ağlayıp sızladı.Dedi ki:  "Benim küçük bir kızım vardı.Şu yakın derede öldü oraya attım" Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ona acıdı, ona dedi."Gel oraya gideceğiz"Gittiler, Resul Ekrem ( a.s.m) o ölmüş kızı çağırdı. "Ya Fulane! " dedi.Birden o ölmüş kız, "Buyurun, emredin" dedi.Resul'ü Ekrem Ferman etti:"Tekrar peder ve validenin yanına gelmeyi arzu eder misin?O dedi: "Yok, ben onlardan daha hayırlısını buldum"(Sayfa-155)Buyurun size uydurmanın en şahanesi.Said Nursi diyor ki:"İmam-ı beyhakî ve imamı İbni adiy gibi bazı mühim İmamlar Hz.  Enes'ten haber veriyorlar ki, Enes Demiş :Bir İhtiyare kadının bir tek oğlu vardı, birden vefat etti, o saliha kadın çok müteessir oldu, dedi "Yarabbi senin rızan için Resul'ü Ekrem( a.s.m) ın biatı ve hizmeti için hicret edip buraya geldim.Benim hayatımda istirahatımı temin edecek tek bir evladımı, o Resul'ün hürmetine bağışla"Enes Der: o ölmüş adam kalktı, bizimle yemek yedi"(Sayfa-155)Risâle-i Nur Külliyatında  bulunan uydurma, hurafe ve yalanların sonu  yoktur. Said Nursi diyor ki: Başta İmam beyhaki gibi raviler, Abdullah ibni Ubeydullah El- Ensari'den haber  veriyorlar ki: Abdullah Demiş: "Sabit İbni kays İbni Şemması yemame harbinde şehit düştüğü  ve kabre koyduğumuz vakit, ben hazırdım, kabre konulurken, birden Ondan bir ses geldi. "Muhammed Allah'ın Resulü'dür Ebu Bekir Sıddık'tır. Ömer Şehittir. Osman ise iyilik sever ve merhametlidir" dedi.Sonra açtık baktık ölü, cansız"Mektubat- 19.Mektup,Mücizât-ı-Ahmediye- (Sayfa-156)Cevap:: Bu  uydurma bir Emevi yalanıdır. Çünkü Hz Ali'yi ortak etmemişler.  İşin şakası bir yana,  akıllı bir insan basit bir eşyayı satın alırken kontrol eder, bozukluğu, yırtığı var mıdır diye, Din ve ilim gibi önemli bir mirası almak isteyen onu kontrol etmez mi?Özellikle Kur'an gibi bir ölçü ve mihenk taşı varken, Keşke Said Nursi kaynağı Kuran'ı Mübin'de bulunmayan konulara bu kadar ciddiyetle girmeseydi.Çünkü kaynağı  Kur'an'da bulunmayan bütün konular diğer inançlardan islam alemine intikal etmiş hikaye ve efsanelerdir.Said Nursi bu hurafelere ve yalanlara nasıl inandı, onları eserine nasıl aldı, milyonlarca insan bunlara nasıl iman ediyor?Bunu anlamak mümkün değildir.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(169. YAZI)Tâhâ Süresi, 135 âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Tâ. Hâ. 2,3-) Biz, Kur’an’ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak (Allah’tan) korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik. 4-) Kur’an yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir. 5-) Rahmân, (ilim ve kudretiyle) Arş’a istivâ etmiştir. 6-) Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler ile toprağın altında olanlar hep O’nundur. 7-) Eğer sen, sözü açıktan söylersen, bilesin ki O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir. 8-) Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O’na özeldir. 9-)(Ey Nebi!) Musa hadisi (sözü) sana ulaştı mı? 10-) Hani o, bir ateş görmüş ve ehline: Bekleyin! Eminim ki bir ateş gördüm. Belki ondan size bir meş’ale getiririm veya ateşin yanında bir hidayet edici (yol gösterici) bulurum, demişti. 11-) Oraya geldiğinde kendisine : Ey Musa! diye nida edildi: 12-) Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Hemen pabuçlarını çıkar! Çünkü sen mukaddes Tuvâ vâdisindesin! 13-) Yani ben seni seçtim. Şimdi vahyedileni işit. 14-) Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana ibadet et yani zikrim (vahiy) için salât'ı ikâme et! (Bu âyette açık olarak salât'ın vahyi öğrenme ve öğretme, eğitim ve öğretim sistemi yani salât'ın insanlara vahiyle zihinsel destek sağlamak olduğunu görüyoruz.) 15-) Saat mutlaka gelecektir. Herkes peşine koştuğu şeyin karşılığını bulsun diye neredeyse onu gizleyeceğim. 16-) Ona iman etmeyen yani nefsinin hevasına tâbi olan kimseler sakın seni ondan (vahiy'den) alıkoymasın; sonra mahvolursun! 17-) Şu sağ elindeki nedir, ey Musa? 18-) O, benim asamdır, dedi, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim yani benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır. 19-)(Allah:) At onu, ey Musa! dedi. 20-) Onu hemen attı. Bir de ne görsün, hızla sürünen bir yılan değil mi! 21-)(Allah buyurdu:) Al onu! yani korkma! Biz onu ilk siretine iade edecğiz. 22-) Bir de elini koltuğunun altına sok ki, bir başka âyet olmak üzere o, kusursuz ve lekesiz beyazlıkta çıksın. 23-) Ta ki, sana, (böylece) en büyük âyetlerimizden bazılarını gösterelim.24-) Firavun’a git. Çünkü o haddi aştı. 25-) (Musa:) Rabbim! dedi, göğsüme genişlik ver. 26-) Yani işimi bana kolaylaştır. 27- 28) Yani dilimdeki bağı çöz ki, sözümü anlasınlar. 29-30) Ve birde ehlimden kardeşim Harun'u bana vezir kıl, 31-32) Onunla yükümü bağla yani onu işime ortak kıl. 33-34) Böylece seni çok tesbih edelim yani seni çok analım. 35-) Şüphesiz sen bizi görmektesin. 36-)(Allah:)Ey Musa! dedi, istediklerin sana verildi. 37-) Yani (ey Musa!) andolsun ki, biz sana bir defa daha minnette bulunmuştuk. 38-) Bir zaman, vahyedilecek şeyi annene (şöyle) vahyetmiştik: 39-) Musa’yı sandığa koy; sonra onu yemme (denize) bırak; deniz onu sahile atsın da, benim düşmanım yani onun düşmanı olan biri onu alsın yani (ey Musa!) sanin üzerine kendimden bir sevgi koydum. 40-) Hani, kız kardeşin gidip «Ona kefil olacak birini size bulayım mı?» diyordu. Böylece seni, gözü aydınlık olsun ve üzülmesin diye annene geri verdik yani sen, birini öldürdün de seni gamdan kederden kurtardık yani seni bir çok sınamadan geçirdik yani bunun için senelerce Medyen halkı arasında kaldın. Sonra takdire göre geldin ey Musa! 41-) Yani seni, nefsim için yetiştirdim. 42-) Sen ve kardeşin âyetlerimle git yani sakın benim zikrimi (vahyi) ihmal etmeyin. 43-) Firavun’a gidin. Çünkü o, haddi aştı. 44-) Onunla konuşurken yumuşak söz söyleyin. Umulur ki o, tezekkür eder veya huşu duyar. 45-) Dediler ki: Rabbimiz! Doğrusu biz, onun bize ifrat derecesinde kötü davranmasından yahut iyice haddi aşmasından korkarız. 46-)(Allah) buyurdu ki: Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm. 47-) Haydi, ona varın deyin ki: Biz, Rabbinin iki elçisiyiz. İsrailoğullarını hemen bizimle birlikte gönder yani sakın onlara eziyet etme! Andolsun ki sana Rabbinden bir âyetle geldik yani hidayete tâbi olanlara selam olsun (Selamın hidayete tâbi olanların üzerinde olduğu bize vahyedilmiştir) 48-) Andolsun ki bize vahyedilen, yalanlayan ve yüz çevirenlerin üzerine azap olsun.(Azabın yalanlayan ve (vahiy'den) yüz çevirenlerin üzerinde olduğu bize vahyedilmiştir) 49-) (Firavun:) Rabbiniz de kimmiş, ey Musa? dedi. 50-) (Musa:) Bizim Rabbimiz, her şeye hılkatini (fıtrat ve özelliğini) veren, sonra da (vahiy'le) hidayeti gösterendir, dedi. 51-) (Firavun:) Öyle ise, önceki medeniyetlerin durumu ne olacak? dedi. 52-) (Musa:) Onun ilmi, Rabbimin indinde bir kitaptadır. Rabbim, kaybetmez ve unutmaz, dedi. 53-) O, yeri size beşik yapan yani onda size yollar açan ve gökten de su indirendir. Onunla her çeşit bitkiden çiftler çıkardık. 54-) Yeyiniz; hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz bunda (kötülüklerden) engelleyen akıl sahipleri için (Allah’ın kudretini gösteren) âyetler vardır. 55-) Sizi ondan (topraktan) yarattık ve yine sizi oraya iade edeceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız. 56-) Andolsun biz ona (Firavun’a) âyetlerimizin hepsini gösterdik; yine de yalanladı yani (haktan) kaçındı. 57-) Dedi ki: Bizi, yaptığın sihirle yerimizden çıkarasın diye mi geldin, ey Musa? 58-) Öyle ise, muhakkak surette biz de sana, aynen onun gibi bir sihir getireceğiz. Şimdi sen, seninle bizim aramızda, ne senin, ne de bizim muhalefet etmeyeceğimiz uygun bir yerde buluşma zamanı ayarla. 59-) Musa: Buluşma zamanınız, bayram günü, kuşluk vaktinde insanların toplanma zamanı olsun, dedi. 60-) Bunun üzerine Firavun dönüp gitti. Tuzağını (sihirbazlarını) topladı; sonra geldi. 61-) Musa onlara: Yazıklar olsun size! dedi, Allah hakkında yalan yere iftira etmeyin! Sonra O, bir azap ile sizi mahveder! Andolsun İftira eden, perişan olur. 62-) Bunun üzerine onlar, durumlarını aralarında tartıştılar yani gizli gizli konuştular. 63-) Şöyle dediler: "Bu ikisi, muhakkak ki, sihirleriyle sizi yerinizden çıkarmak yani sizin örnek yolunuzu gidermek isteyen sadece iki sihirbazdır.

26 Mart 2022 Cumartesi

SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (15.YAZI) İnsanların büyük bir kesimi namaz kılarken ne söylediğinin ne yaptığının farkında değildi.Mesela: Günde beş vakit namaz kılan insanlara, "namazın faydaları ve fazileti" hakkında bir soru sorun, size anlamlı ve mantıklı bir cevap veremeyeceklerdir.Yani namaz kılanlar, tefekkür, tezekkür, taakkul ve tedebbür için kendilerine indirilen âyetleri gerisin geri yüce Allah'a iade ettiklerinin şuurunda değillerdir. Eğer gerçek müminler bu salât'ın namaz olmadığını idrak etmiş olsalardı, bugün bu toplumda ne ekonomik ne siyasal nede toplumsal sorunlar bu boyutta olurdu.Aslında insanların bu kadar namazda diretip, bizim gibi düşünenlere dinsiz imansız demelerinin nedeni, bilinç altlarına yerleşmiş ve kendilerinin dahi farkında olnadıkları, beleşçi ve kolaycı kurtuluş düşüncesinden başka bir şey değildir. Çünkü üç beş rüku anlamını bilmedikleri üç beş dua okuyup, cennete gitmek varken, gerçek salât'ı ikame etmeyi göze alamıyorlar. Veya gerçek salât'tan haberleri yoktur. Çünkü gerçek salât'ı ikame etmeye kalkarlarsa, çoğunluğunun iman dairesinde olmadıkları ve Kur'an'a göre uygun bir hayat içerisinde bulunmadıklarının farkına varacaklardır. Yani binbir çeşit gerçeği görmezden gelip, hem kendilerini kandırıyorlar hemde Allah'ı kandıracaklarını zannediyorlar.Halbuki ümmet, gerçek salât'ın ne oldugunu idrak etseydi, fakir ve miskini doyurur, darda kalmış bir mumin kardeşinin derdine merhem olurdu. İşte o zaman toplum gerçek olarak günahlardan temizlenir ve yüce Allah'ın salât'tan kastettiği manalardan birini yerine getirmiş olurdu.Şii ve Sünni dünyası namazın var olduğunu âyetlerden gösteremeyince, rivayetlere sarılıyorlar. Biz de Kur'an sayesinde hadislerin nasıl şirk ve küfür olduklarını gözler önüne seriyoruz. Nebi (a.s) ın yaşadığı çağda bir sayfalık yazı ve kendi sözü bulunmamaktadır.“Hadis” diye iftira edilen rivayetler, O’nun vefatından 200-300 yıl sonra kaleme alınmış sözlerdir. Yani kendi ağzından çıkar çıkmaz yazılan sözler değildir.Aslında hadis kaynaklarında bulunan bütün sözler Nebi'ye ait olsa bizim için hiç bir şey değişmeyecektir.Çünkü yüzlerce âyetten aldığımız kesin bir ilim ve kat'i bir ders vardır."Din ve hüküm olarak Kur'an yani yüce Allah'ın mesajı yeterlidir. Sakın başka hadislere iman etmeyin"(Casiye-6; Ankebüt-50, 51) Bütün Nebi ve Resüllerden sonra olduğu gibi, son vahyin tarihinde de tahrif, bozgunculuk Nebi (a.s) ın vefatı ile başlamıştır. Hadis uydurmanın bir çok sebebi olmakla birlikte en meşhur olanı sevap kazanma düşüncesidir. Mehmet Akif Ersoy bu konuyu şu şekilde anlatır. "Havas'ı maskara yaptık avam'ı (halkı) aldattık. Yıkıp şeriatı bambaşka bir bina kurduk. Nebiye atf ile binlerce herze (hadis) uydurduk. O hâli buldu ki cür'et "yecüzü fitterğib..." Kararı erzeli fetva kesildi! Hem ne garip. Hadis uydururken sevap uman bile var. Sevabı var mı imiş, bir zaman gelir anlar.Lisanı pâk-i Nebi'den yalanlar uyduruyor. (Nebi (a.s) ın dilinden yalanlar uyduruyor)Sıkılmadan da sevap işledim deyip duruyor. Düşünmedin mi girerken şeriatın kanına? Cinayetin kalacak zanneder misin yanına? Sevap ümit ediyor ha! Deyin ki namerde: "Sevabı sen göreceksin huzuru mahşerde! Tepende gezdirecek ra'dı intikamını Hak. Ki yıldırımları beyninde kaynayıp duracak. Yakandan inmeyecek desti kahrı husranın. Bugün fesadına kurban olan zavallıların. Vebali boynuna yüklenmesinin mi yoksa, yarın? Kolay mı ümmeti idlal edip sefil etmek? Kolay mı dîni hurufat(hurafeler) içinde inletmek? Niçin kitab-ı ilahi'yi (Allah'ın kitabını) payimal ettin? Niçin şeriatı murdar elinle kirlettin? Çıkıp tepinmeye yok muydu başka bir saha? Nedir bu salladığın çifte kâ'betullah-a? Herif! Şu millet-i ma'sumeden ne isterdin. Ki doğru yol diye tuttun dalâli (sapıklığı) gösterdin!Şiirde geçen "YECÜZÜ FİTTERĞİB" ne demektir. Hadislerin uydurulduğu tarihlerde muhaddislerin içinde "insanları kötülüklerden sakındırıp iyiliklere yönlendirmek için hadis uydurmak sevaptır" diyenler vardı. O gün Buhari-Müslim-Tirmizi-Ebu Davud-Nesai- İbni Mâce-Ahmet bin Hanbel- Mâlik bin Enes gibi muhaddisler bile bu inanca sahip olarak hadis uydurmuşlardır. Yoksa yüce Allah'ın kitabı ortada iken, beşerin uydurmaların din edinmek de nerden çıktı? Bu ahlak ve inanç beşeri Allah seviyesine çıkarmak yani beş kuruş etmez Kur'an cahillerini yüce Allah'a eşitlemek değil mi?

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(168. YAZI)Meryem Süresi 51-) Kitap’ta Musa’yı da zikret. Şüphesiz o muhlis idi yani resûl nebî idi. Kıraat Farklılığı Âyette geçen "muhlasen" "ihlasa erdirilmiş" demektir. "muhlas" ihlasa erdirilmiş, ve "muhlasin" ihlasa erdirilmiş kullar kelimelerini, "muhlis" ihlasa ermiş, "muhlisin" "ihlasa ermiş kullar" olarak da okuyan kiraat âlimleri vardır.Eğer muhlas olursa, ihlasa erdirilmiş olur ki, bunlar sadece Nebi ve Resüller için geçerlidir. Çünkü ihlas yani dini Allah'a özel kılma Nebi ve Resüller için bir zorunluluktur. Eğer kelime "muhlis" ihlasa ermiş ise, o zaman genel olur. Yani güzel ahlak ve ameliyle isteyen herkes ihlas sahibi olur. Yani Kur'an haricinde bulunan bütün kaynakları reddederek ihlasa erer.) 52-) Ona Tûr’un sağ tarafından nida ettik yani onu, fısıldaşan kimse kadar yaklaştırdık. 53-) Yani rahmetimizin bir sonucu olarak ona kardeşi Harun’u bir Nebi olarak armağan ettik. (Harun (a.s) İsrailoğulları için Nebi, Firavun'a giderken Musa (a.s) a yardım eden bir vezir olarak Resül'dür. Yani sadece Firavun'a giderken Resüldür. Yoksa gerçekte Nebi'dir. Fakat Masa (a.s) hem İsrailoğulları hemde Firavun için Nebi ve Resül'dür.) 54-) Ve kitap’ta İsmail’i de zikret. Şüphesiz ki o, vâdine sâdıktı yani resûl nebî idi. 55-) Ve ehline salât'ı yani zekât'ı (arınmayı) emrederdi yani Rabbinin indinde de kendinden râzı olunmuş bir kimse idi. 56-) Ve kitapta İdris’i de zikret. Şüphesiz ki o, tasdik edici Nebi idi. (İdris (a.s) Davud (a.s) oğlu Süleyman (a.s) İshak (a.s) oğlu Yakub (a.s) Zekeriyya (a.s) oğlu Yahya (a.s) Resül değil, Nebi idiler.) 57-) Onu yüksek bir mekâna kaldırdık. 58-) İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği Nebilerden, Âdem’in zürriyetinden yani Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan yani İbrahim ve İsrail (Ya’kub)’in soyundan, hidayete ulaştırdığımız yani seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, Rahmanın âyetleri tilavet edildiği zaman secdeye yığılır kalırlardı yani ağlarlardı. 59-) Nihayet onların arkalarından öyle bir nesil geldi ki, bunlar salât'ı kaybettiler yani şehvetlere tâbi oldular. Bu yüzden ğayya ya atılacaklardır. 60,61-) Ancak tevbe eden yani iman eden yani salih amellerde bulunan kimseler hariçtir. Yani bunlar, hiçbir zulme uğratılmaksızın cennete, Rahman'ın kullarına gıyaben vâdettiği Adn cennetlerine girecekler. Şüphesiz O’nun vâdi yerine gelecektir. 62-) Orada boş söz değil, selam işitirler yani orada, sabah akşam kendilerine ait rızıkları vardır. 63-) Kullarımızdan, takvâ sahibi kullarımıza vereceğimiz cennet işte budur. 64-) Yani biz ancak Rabbinin emri ile ineriz. Önümüzde, arkamızda yani bunlar arasında olan her şey O’na aittir yani Rabbin unutkan değildir.65-) O göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin Rabbidir. Şu halde O’na ibadet et yani O’na ibadet etmekte sabırlı ol. O’nun bir adaşı (benzeri) olduğunu biliyor musun? 66-) Ve insan der ki: "Öldüğüm zaman sahi diri olarak (kabrimden) çıkarılacak mıyım?" 67-) İnsan düşünmez mi ki, daha önce o hiçbir şey olmadığı halde biz kendisini yaratmışızdır? 68-) Öyle ise, Rabbine andolsun ki, muhakkak surette onları şeytanlarla birlikte mahşerde toplayacağız; sonra onları diz üstü çökmüş vaziyette cehennemin çevresinde hazır bulunduracağız. (Âyette geçen "şeyétine" "şeytanlar" kafirlerin ve müşriklerin tâbi oldukları din adamlarıdır. Kur'an'da tekil olarak geçen şeytan kelimesinin yüzde sekseni insan şeytanlarını diğerleri zihinsel şeytanı ifade etmektedir. Çoğul olarak geçen yani "şeytanların" hepsi "din adamları" anlamına gelmektedir.) 69-) Sonra her şia'dan,(grup-fırka-mezhep-hizip) rahmân olan Allah’a en çok âsi olanlar hangileri ise çekip ayıracağız. 70-) Sonra, orayı boylamaya daha çok müstahak olanları elbette biz daha iyi biliriz. 71-) İçinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür. 72-) Sonra biz, takva sahiplerini kurtarırız yani zalimleri diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız. 73-) Kendilerine apaçık âyetlerimiz tilâvet edildiği zaman kafirler, iman edenlere: İki fırkadan hangisinin (yani hangimizin) mevki ve makamı daha hayırlı, meclis ve topluluğu daha güzeldir? dediler. 74-) Yani onlardan önce, şatafat ve gösteriş bakımından daha güzel olan nice medeniyetleri helâk ettik. 75-) De ki: Kim dalalette ise, Rahman (olan Allah) ona bir müddet versin! Nihayet kendilerine vâdolunan şeyi -ya azabı (müminler karşısında yenilgiyi), veya saati- gördükleri zaman, mekan ve makamı daha şerli yani ordusu daha zayıf olanın kim olduğunu öğreneceklerdir. 76-) Yani Allah, hidayette olanların hidayetini artırır. Baki kalan salih ameller, Rabbinin indinde hem mükâfat bakımından daha hayırlı, hem de âkıbetçe daha iyidir. 77-)(Ey Nebi!) Âyetlerimize kâfir olan ve "Şüphesiz bana mal ve evlât verilecek" diyeni gördün mü? 78-) O, gayba muttali mi oldu, yoksa Allah’ın indinde bir ahid mi aldı?79-) Kesinlikle hayır! Biz onun söylediğini yazacağız yani azabını uzattıkça uzatacağız. (Kur'an'da bulunan "kellâ" (kesinlikle hayır) ibarelerinin hepsi Mekke'de inen sürelerde yer almaktadır. Buda bize şunu göstermektedir. Vahye muhatap olan kitlenin dilinde olmayan bir kelimeyi Kur'an kullanmıyor. Veya "kellâ" edebiyat ve konuya yaptığı vurgu açısından Mekkelilerin çok sık kullandıkları bir kelimedir) 80-) Ve onun dediğine biz vâris oluruz yani (malı ve evlâdı bize kalır); kendisi bize yapayalnız gelir. 81-) Ve onlar, kendilerine bir izzet (vesilesi) olsun diye Allah’tan başka ilâhlar edindiler. (Yukarıdaki âyetin ne demek istediğini canlı olarak gördüm. Bizim Mardin ve Midyat çevresinde şeyhlere bağlı olan zengin müritler insanların içinde itibâr sahibi olsunlar diye şeyhlerini dâvet ederek ziyafetler tertip ederler. Ve âhirette bunun kurtuluşlarına vesile olacağına iman ediyorlar) 82-) Hayır, hayır! (kulluk ettikleri), onların ibadetlerini tanımayacaklar yani onlara hasım olacaklar. 83-)(Ey Nebi!) Kâfirlerin üzerine, kendilerini iyice (isyankârlığa) sevkeden şeytanları gönderdiğimizi görmüyor musun? 84-) Öyle ise onlar hakkında acele etme. Biz onlar için (günlerini) teker teker sayıyoruz. 85,87-) Takvâ sahiplerini değerli misafirler halinde Rahman'ın huzurunda topladığımız ve mücrimleri de susuz olarak cehenneme sürdüğümüz gün, Rahmân'ın indinde ahid alandan başka hiçkimse şefâata mâlik olmayacaktır. "ŞEFAAT" Şefaat kavramı, dünyaya ait bir kavram olduğu için, âhirette hiç bir şefaat yoktur. Yani ne yüce Allah'ın ne de bir başkasının âhirette şafaati söz konusu değildir. Âhiret hayatında insanın kendi imanından ve amellerinden başka hiçbir şey yoktur. (Yasin-54; Necm-39; Müddessir-38)Yukarıdaki âyetler bunu gösteriyor. Dolayısıyla şefaat kelimesini duyduğumuzda aklımıza âhiret değil, dünya gelecektir. Mekke müşrikleri evliya ve ilâhlarının Allah'ın yanında olan kıymet ve itibarlarından dolayı dünya hayatında kendilerine yardım edececeklerine iman ediyor ve onlara kötü bir söz söylenmesini istemiyorlardı. Yoksa müşrikler öldükten sonra dirilmeye imanları yoktu.Bazı âyetlerde geçen şefaat kavramlarında bulunan "yevme" "o gün" ibaresi, âhiret gününü değil, iman edenlerle müşrikler arasında dünya hayatında gerçekleşecek olan mucadele, savaş ve hesaplaşma gününü kasdediyor. Yoksa Mekke müşrikleri âhirete iman etmiyorlardı. Âhirete iman etmeyenlere âhiretteki şefaati anlatmak hikmete aykırıdır yani abestir. Ölümün hemen ardından cennet veya cehenneme giriş olduğu için "yevme" "o gün" ifadesi kullanılmıştır. Yani bir insan kabirde yüz bin yıl kalsa da, kendisine bir an gibi gelecek. Çünkü kabirde zaman diye bir şey yoktur. Bakara- 48.123. 254.âyetleri âhirette hiç bir şefaatin olmayacağını ortaya koyuyor.) 88-) "Rahmân çocuk edindi" dediler.(Mekke müşriklerinin iddiası.) 89-) Hakikaten siz, pek çirkin bir iddia da bulundunuz. 90-) Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak yani dağlar yıkılıp düşecektir! 91-) Rahmân’a çocuk iddiasında bulunmaları yüzünden. 92-) Halbuki çocuk edinmek Rahmân’a yakışmaz.93-) Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahmân’a gelecektir. 94-) O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tesbit etmiştir. 95-) Yani hepsi kıyamet gününde O’nun huzuruna tek başına (yapayalnız) gelecektir. 96-) İman edip yani salih amellerde d bulunanlara gelince, onlar için Rahman (olan Allah, gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır. 97-) (Ey Resül!) Biz Kur’an’ı, sadece, onunla Allah’tan sakınanları müjdeleyesin ve şiddetle karşı çıkan bir topluluğu uyarasın diye senin dilinle (indirilip okutarak) kolaylaştırdık. 98-) Yani onlardan önce nice medeniyetleri helâk ettik. Sen, onlardan herhangi birinden (bir varlık emâresi) hissediyor veya onlara ait cılız bir ses işitiyor musun?(Meryem Süresinin Sonu)

25 Mart 2022 Cuma

SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR(14.YAZI) Evrensel mesajıyla insanlığın barış, huzur, refah, hidayet, rahmet, adalet ve barışını hedefleyen İslam, Şii ve Sünni kaynaklarıyla bir aşiretin, bir zümrenin, bir bölgenin, ilkel bir kabilenin dini haline geldi. Böylece hayata aydınlık olan Kur'ani kavramlar doğal olarak başka manâlara dönüştü. Kavramları Kur'an'dan çaldılar, fakat içine kendi inançlarının zehirini koyarak milleti felç ettiler.Ambalajın gerçekliğini gören ümmi halk, içinin ölümcül bir mikroplarla dolu olduğunu bilemezdi. Kur'an’ın en önemli kavramlarından olan “salât” bu konuda güzel bir örnektir.Çünkü bu kavram; dünyadaki bütün insanların maddi-manevi ihtiyaçlarını ve sorunlarını çözebilecek bir güce ve misyona sahipti. Eğer Allah’ın emrettiği “salât” kavramı Kur'an'da anlatılan orijinal ve organik anlamından kaydırılıp “namaz” şekli olarak değişmeseydi, bugün; namazın farzları, vacipleri, müstehapları, mendüpları, sünnetleri, mekrühları, müfsidleri, haramları, abdestin farzları, vacibleri, sünnetleri, müfsidleri, mekrühları, mendüplarını anlatan yüzlerce eser yazılmayacak, ümmetin beyni zehirlenmeyecek, kavram kargaşası yaşanmayacak, insanlar vahyin kitabını öğrenecek, dinlerini tek hidayet kaynağından öğrenmiş olacaklardı.Yani insanlar tevhidin önemini, şirkin ve tefrikanın yıkım gücünü, adalet ve merhameti, barış ve hoşgörüyü, topluma ve çevreye karşı ahlâklı davranmayı, icat ve bilimsel buluşlar yapmayı, eğitim ve öğretimi yaygınlaştırmayı, sanatta ve estetikte ileri gitmeyi esas gaye edinecek yani topluma faydalı bu gibi konular sürekli olarak ümmetin gündemini işgal edecekti. Nebi'ye salât'ı, Muhammed'a salavat, ihlası samimiyet, takvayı cemaat liderine ve şeyhe kulluk, Nebi ve Resül'ü peygambere, ibadet ve salât'ı namaz kılmaya çevirmek bozgunculuktur, fitnedir, vahyi tahriftir, kavramları tahriptir, yüce Allah'a iftira etmektir, büyük bir yalandır, hakkın üstünü örtmektir. Kur'an'da geçen hiçbir “salât” kavramı “namaz kılmak” anlamına gelmemektedir.Namaz ritüeli, insanları düşünmeye, sorgulamaya ve öğrenmeye değil, taklidi bir imana, gözü kapalı kabullenmeye ve sorgulamaktan kaçmaya teşvik eder. Ümmet namaz sayesinde cemaat ve tarikatların, fırka ve mezheplerin elinde oyuncak oldu.Namaz dinde en önemli istismar ve menfaat malzemesi haline geldi. Bir çok dernek ve vakıf namaz sayesinde ümmi halkın maddi-manevi varlığını semirdi, yedi bitirdi, emdi tüketti. İnsanlar neden namaz kıldıklarını bilmezler, ümmetin Kur'an'dan haberi yoktur. İman edenler bu yanlış algı yüzünden insanlığa bir çok icat gerçekleştirecek zeki, genç, yetenekli elemanların akıl ve üretimlerinden yoksun kaldı.Cemaat ve tarikatlarla felç edilen gençlik bilimde ve fende geri kalmakla birlikte güzel ahlakta ve özgürlükte de insanlığa iyi bir sınav veremedi. İnsanları hanif dinden uzaklaştırıp onlara ameli yönden işkence yapmak mı istiyorsunuz:"Salât, namazdır, Allahtan gelmiştir" diye bir kaç hadis uydurun, gerisi arkadan gelir.Söylediği her şey yalan ve iftira omalakla birlikte, Cübbeli'nin tarikatlar için söylediği anlamlı bir sözü vardır. Tarikatlar için diyor ki, "parayla beş on tane mürit bul, beş on bin kişi bedava gelir" Gerçekten de bu iş o kadar kolaydır. Batıl olsun, hak olsun insanlar kitaptan uzaktır ve sürekli olarak dini bir arayış içindedirler. İki üç mahalleye bir terör örgütü veya bir tarikat tekkesi kurun bir yıl içinde yüclerce olduğunu göreceksiniz.Amerika, İngiltere ve İsrail Şii ve Sünni coğrafyalardaki programı aynen böyle işliyor. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden uzak olan ümmi halk hemen tuzağa yakalanacaktır. Kur'an'da var olan yüzlerce emir ve yasaktan habersiz ümmi insanlara namaz, abdest ve haccın tek ibadet olduğunu öğretirsen onları belli bir disiplin içinde yapmasa da ölümüne iman etmeye ve hayatı pahasına sahip çıkmaya başlar. İşte bundan dolayı yüce Allah “kimse sizi Allah ile aldatmasın” (Fatır- 14)"sakın hakka batılı karştırmayın yani bile bile hakkı gizlemeyin" ( Bakara-42) buyuruyor. Yüce Allah'a ve Resülüne iftira edip “Namaz Allah’ın emri” diyen muhaddis ve müctehidlerin tabiilerine soruyoruz. 1-) Namaz kılınca ne oluyor?2-) Namazın size faydası nedir? 3-) Namaz neden kötülüklerden engellemiyor? Halbuki yüce Allah bir şeyi emredip veya yasakladığı zaman hemen arkasından gerekçesini de ortaya koyuyor. Salât kelimesine mescitte toplu olarak veya evlerde aile fertleriyle birlikte Kur'an'ın eğitim ve öğretim sistemi olarak algılasanız ne kaybedersiniz? O zaman toplumun ilim ve fikirde, güzel ahlak ve merhamette kaydettiği mesafeyi seyredin. Kur'an’ın orijinal ve organik kelimesini hurafe veya yalanlarla doldurmaya ne hakkınız var? Salât namaz anlamına çekilince “İlâhi dinin” insanı kurtarıcılığı, yol göstericiliği de kayboluyor.Kur'an'ın en önemli kavramı olan salât, eriyor ve bir hiç hükmüne geçerek felç ediliyor. Mesela: Dua kavramı, aslında dinamik ve aktif bir fiil iken pasif bir duruma düşürülmüştür.Yani hiç bir emek ve çaba harcamadan, insanı isteyen, dileyen, ne söylediğini bilmeyen bir nesne yapmıştır. Halbuki insan üzerine düşen bütün görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirdikten sonra yüce Rabbine iltica eder. Dolayısıyla kendi durum ve ihtiyacına göre anlık dua eder ve zihinsel olarak hiç bir zaman yüce Allah ile kendi arasında bulunan ibadet ve iletişim bağını koparmaz. Bu olmadığı zaman dua, taklide, alışılmış bir ezbere, miskinleşmeye, işi Allaha havale etmeye sebep olmakta, insan yapacağını yapmak yerine, dua edip (dileyip) geçiştirmektedir. Halbuki dua önemli bir ibadet ve aktif bir ameldir.Dolayısıyla insana kendi yaptığından başka hiçbir şey yoktur.(Necm- 39; İsra-13)Bazen öyle oluyor ki, cemaat liderleri, tarikat şeyhleri, müftü ve imamlar dakikalarca süren dua merasimleri yapıyorlar. Tâbi içinde bir sürü riya ve gösteriş mevcuttur. Oysa Kur'an'a baktığımızda Nebi, Resül ve müminlerin duaları bir cümleyi geçmemektedir. Kur'an'da Nebi ve Resüllerin onlarca duası vardır. Hangi Nebi ve Resülün duası beş on saniyeden fazla sürmüştür. Dolayısıyla insanlığın salât'a büyük bir ihtiyacı vardır.Yüce Allah abes bir şey söylemez. Yani boşuna mı, "Biz zayıf bırakılmışlara (ezilenlere) iyilikler yapmak ve onları yeryüzüne önderler yapmak istiyoruz..." (Kasas-5)"...Devlet zenginler arasında dolaşan bir güç olmasın..." (Haşr- 7) buyursun. İşte ümmet, salat sayesinde bu âyetler gibi onlarca âyetten zihinsel desteklerini alıp ona göre bir hayat yaşayacaklardı. Ama salât kavramı tahrif olduğu için Kur'an'ı ezberleyen binlerce hafız bile âyetlerin hangi anlama geldiğinden habersizdir. Diyanetin, tarikatların ve cemaatlerin binlerce kursunda yetişen on binlerce hafız içinde bir tane Kur'an âlimi yoktur. Salât farklı, namaz farklı şeylerdir. Salât vahiy ile gece gündüz, her an yani ömür boyu temas halinde olmayı, akletmeyi, araştırmayı, sorgulamayı, gelişmeyi ve Resulün davasına destek olmayı önceler.Yani bu ilâhi bir emirdir.Ümmetin kıldığı Namaz ritüelli geleneksel bir ibadettir, yani namazın salât gibi yönlendirici bir yönü yoktur. Kur'an'daki salât, insanı, dünyayı ve hayatı inşa eden en önemli ilkelerden bir tanesidir. Sosyal, siyasal, ekonomik ve hukuki anlamda yaşanabilir, eşitlikçi ve paylaşımcı bir dünyanın inşasına yönlendirir.Fakat maalesef Şii ve Sünni din adamları tarafından Kur'an kavramlarının içleri alabildiğince ve profesyonelce boşaltıldı. Kavramlar Kur'ani olmasına rağmen, içerikleri rivayet ve gelenek ile dolduruldu.Bu profesyonelce operasyonda en büyük zulüm salât kavramına yapılmiştır. Bunun sonucunda da ümmetin ve dünyanın en önemli varlığı yani geleceği çalındı. Ümmet ile beraber bütün dünya ümmetleri bugün bunun bedelini ödemektedir Salât ve diğer kavramlar anlaşılmadığı sürece de bu böyle devam edecektir. Neyle suçlanırsak suçlanalım, neyle itham edilirsek edilelim, bu kavramların gerçek anlamlarıyla hayatamıza girmesi için durmayacağız. Durmayacağız çünkü cennetliklerin cehennemliklere sordukları soruya Biz salât'ı ihmal edenlerdendik (Müddessir-43) demeyeceğiz. Bütün önyargılarımızı bır tarafa bırakıp, katledilen kavramlardan sadece salât'ı bir araştırınbunu kendiniz ve Allah Resulü'nün davası için yapın derim.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(167. YAZI)Meryem Süresi, 98 âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Kâf. Hâ. Yâ. Ayn. Sâd. 2-) Bu, Rabbinin, Zekeriyya kuluna rahmetinin zikredilmesidir. 3-) Hani o, gizli bir sesle Rabbine nida etmişti: 4-) Rabbim! dedi, kemiklerim zayıfladı ve başım ağardı.Yani Rabbim, sana (ettiğim) dua sayesinde hiç bir zaman şaki olmadım. 5-) Yani ben, arkamdan dâvâ başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum. Ve karım da kısırdır yani kendinden bana bir veli (oğul) bağışla.6-) Ki o bana ve Ya’kub ailesine vâris olsun yani Rabbim, onu rızana lâyık kıl!7-) (Allah şöyle buyurdu:) Ey Zekeriyya! Biz sana bir oğul müjdeleriz ki, onun adı Yahya’dır. Daha önce ona kimseyi adaş yapmadık. 8-) Zekeriyya: Rabbim! dedi, karım kısır olduğu yani ihtiyarlığın son sınırına vardığım halde, benim nasıl oğlum olabilir? 9-)(Allah:) Öyledir, dedi; Rabbin: O bana kolaydır yani daha önce, sen hiçbir şey değilken seni de ben yaratmıştım, buyurdu. 10-) O: Rabbim! dedi, (çocuğum olacağına dair) bana bir âyet ver. Allah: Senin âyetin, sapasağlam olduğun halde üç gece insanlarla konuşmamandır, buyurdu. 11-) Bunun üzerine Zekeriyya, mâbetten kavminin karşısına çıkarak: "Sabah akşam tesbih edin" diye onlara vahyetti.(Âyette "evha ileyhim" "onlara vahyetti" olarak geçmesi, Zekeriyya (a.s) ın kavmiyle doğal (sözlü) olmayan bir yolla iletişim kurması ve bu iletişim sırasında dil'e, dilsel göstergelere yani "dedi, söyledi, konuştu" gibi, sözlü diyaloğu ifade eden fiillere başvurmamasından kaynaklanmıştır. Beşerde beşere vahiy sadece bu âyette geçmektedir. Buda sözle değil işâretle gerçekleşmiştir.) 12-) "Ey Yahya! Kitab’ı (Tevrat’ı) bütün kuvvetinle al!" (dedik) yani henüz sabi iken ona (ilim ve) hikmet verdik. 13-) Yani tarafımızdan ona (ailesine karşı) düşkünlük ve (vahiy'le) arınmışlık (verdik) yani o, takvalı idi. (Âyette bulunan "hanenen" ifadesi, bir şeye karşı aşırı bağlılık, düşlünlük ve sevgi anlamına gelmektedir. Daha çok aileye karşı düşkün olanlar için kullanılır.) 14-) Yani ana-babasına karşı çok erdemli idi yani cabbar bir isyankar değildi. 15-) Yani doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kaldırılacağı gün ona selam olsun!(dedik) 16-) Ve kitap’ta Meryem’i de zikret. Hani o, ehlinden ayrılarak doğu tarafında bir mekâna çekilmişti. (Âyette "zikret" denilmesinin sebebi, Kur'an'la ilgili bir durumdur. Yani bir bak, zikir olan Kur'an'da Allah onun hakkında ne söylüyor?Dolayısıyla Nebi ve Resüller hakında haber sahibi olmak için Kur'an'dan başka kaynaklara gitmek caiz değildir.) 17-) Meryem, onlarla kendi arasına bir örtü edinmişti. Derken, biz ona ruhumuzu gönderdik de o, kendisine bir beşer olarak temessül etti. 18-)(Meryem) dedi ki: Senden, Rahman'a sığınırım! Eğer takvalı bir kimse isen (bana dokunma). 19-) Ben, yalnızca, sana arınmış bir çocuk bağışlamam için Rabbinin bir Resülüyüm, dedi.20-)(Meryem:) Bana bir beşer değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir? dedi. 21-) Öyledir, dedi; (zira) Rabbin buyurdu ki: Bu bana kolaydır. Yani biz, onu insanlara bir âyet ve kendimizden bir rahmet kılacağız. Yani bu iş karara bağlanmıştır. 22-) Meryem onu yüklendi. Bunun üzerine onunla ıssız bir mekâna çekildi.23-) Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevketti. "Keşke bundan önce ölseydim yani insanlar tarafından unutulup giden biri olsaydım!" dedi. 24-) Altından ona şöyle nida etti: "Hüzünlenme! Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirmiştir." Kıraat Farklılığı ("fenédéhé min tehtihe" altından ona nida etti" cümlesinde bulunan, "min tehtihe" yi "men tehtihe" "altında olan" olarak da okunmuştur. O zaman mana "alt tarafında olan ona nida etti" oluyor.) 25-) "Yani hurma dalını kendine doğru silkele ki, üzerine taze, olgun hurma dökülsün." 26-) "Ye, iç yani gözün aydın olsun! Eğer beşerden birini görürsen de ki: Ben, çok merhametli olan Allah’a savm adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım." (Birincisinde "beşer" ikincisinde "insan" denilmesinin sebebi, Meryem'in başına gelenlere karşı habersiz ve masum olduğundan ilki beşer, mesele anlaşılınca iş beşeri olmaktan çıkıp insanlar için büyük bir şok oldu.) 27. Nihayet onu taşıyarak kavmine gelince, dediler ki: Ey Meryem! Andolsun sen tuhaf bir şey getirdin! 28-) Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi ve annen de iffetsiz değildi. 29-) Bunun üzerine ona işâret etti "Biz, dediler, beşikte olan bir sabî ile nasıl konuşuruz?" 30-) Dedi ki: "Ben, Allah’ın kuluyum. O, bana kitab’ı verdi yani beni Nebi kıldı"31-) "Ve nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı Yani diri olduğum sürece bana salât'ı yani zekât'ı (arınmayı) emretti." 32-) "Ve beni anneme karşı erdemli kıldı yani beni şaki bir zorba yapmadı." 33-) "Ve doğduğum gün, öleceğim gün yani diri olarak kaldırılacağım gün selam üzerimdedir." 34-) İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa -hak söz olarak- budur. 35-) Allah’ın bir evlât edinmesi, olacak şey değildir! O, bundan münezzehtir. Bir işe karar verdiği zaman, ona sadece "Ol!" der ve oluş sürecine girer. 36-) (İsa şunu da söyledi:) Yani Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise (sadece) O’na ibadet ediniz. İşte müstakim yol budur.37-) Sonra hizipler kendi aralarında ihtilâfa düştüler. Azim güne şahit olunduğu zamanda o kâfirlerin vay haline! 38-) Bize gelecekleri gün (başlarına gelecek olanlarla) onları işittir ve göster. Çünkü o gün zalimler apaçık bir sapkınlık içinde olacaklar. 39-) Yani (ey Resül!) Sen pişmanlık ve üzüntü günü hakkında onları uyar. Yani onlar bu gafletin içine dalmış oldukları halde yani henüz iman etmemişken (bakarsın) iş karara bağlanmıştır. (Âyette geçen "hasret" kaçırılan fırsat yüzünden duyulan büyük bir pişmanlık ve üzüntü anlamına gelmektedir.) 40-) Yere ve onun üzerindekilere sadece biz vâris oluruz yani onlar yalnız bize döndürülürler. 41-) Ve kitap’ta İbrahim’i de zikret. Zira o, tasdik edici bir Nebi idi. 42-) Bir zamanlar babasına dedi ki: Ey babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niye ibadet edersin? 43-) Ey babacığım! Andolsun sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana tâbi ol ki, seni düz yola hidayet edeyim. 44-) Ey babacığım! Şeytana ibadet etme! Çünkü şeytan, merhametli olan Allah’a âsi olmuştur. (Âyette geçen şeytan, İbrahim (a.s) ın mucadele ettiği, şeytan süretine girmiş, şeytanın ete kemiğe bürünmüş hali olan o günün müşrik din adamıdır. Yani zihinsel şeytan değildir.) 45-) Ey babacığım! Rahman tarafından sana azap dokunup da şeytanın velisi olmandan korkuyorum. 46-) Babası: Ey İbrahim! dedi, sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni recmederim! Yani uzun bir zaman beni terket! 47-)(İbrahim:) Sana selam olsun! Rabbimden senin için istiğfar dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır. 48-) Sizden de, Allah’ın dununda (yanında-astında) ibadet ettiğiniz şeylerden de uzlete çekiliyor yani sadece Rabbime dua ediyorum. Umarım:(senin için) Rabbime dua etmemle şaki olmamış olurum. 49-) Nihayet İbrahim onlardan yani Allah’ın dununda ibadet ettikleri şeylerden uzlete çekildiği zaman biz ona İshak ve Yâ’kub’u bağışladık yani her birini Nebi kıldık. 50-) Onlara rahmetimizden bağışta bulunmuştuk yani kendilerine yüce bir sadakat lisanı kılmıştık.

24 Mart 2022 Perşembe

SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (13.YAZI) Ne olursa olsun atalar dininin sorgulanması gerekir. Çünkü ataların dinine karşı yüce Allah bizi uyarmıştır. “Onlara “Allah’ın indirdiğine tabi olun!” denildiği zaman: “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeylere tabi oluruz!” dediler. Ya ataları hiç bir şeye akıl erdirmeyen ve hidayeti bulmayan kimseler idiyseler!?” (Bakara- 170)Hadis uydurmacılığı daha Nebi (a.s) hayatta iken başladı (Lokman-6) Onun vefatıyla birlikte gelişti ve iki üç asır sonra önü alınamaz boyutlara kavuştu. Yani namaz gibi ritüeller uzun vadeli bir değişimin sonucudur. Yüzyıllar içinde oluşmuş ve gelişmiştir. Salâttan namaza değişimin hızı ilk dönemlerde yavaş yavaş olmuştur. Bunun biçimi oluşumu belirgin değildir. Muhaddis ve müctehidlerin Allah Resülünü istismar ederek koydukları batıl kurallar tâbiileri tarafından takva ve ihlasta bir gelişme ve ilerleme olarak kabul edilmiştir. Bu yalanlar ümmi insanların nazarında zühd ve takva olarak kabul edildikçe de, uydurma hadisler bu benimseme ve kabul etme paralelinde hız kazanmıştır. Bu değişimin yönü Milâdi 632den ortalama Milâdi 732 ye kadar sözlü kültürle (dedi-koduyla) ilerleme, Milâdi 830 yıllarında yazıya geçen gelişme ve tam tekâmül dönemi Milâdi 900 yılları olarak karşımıza çıkıyor.Sonraki yıllarda da bu yol üzerinden birçok katılımlar yani mekruh, müfsit, müstehap, vacib gibi uydurma kural ve kaideler konulmuştur.Salât'ın namaza evrilmesi için uygun bir ortam vardı. Sadece salât değil, bu devirde anlamı buharlaşmayan ve manası değişmeyen kavram kalmamış gibidir. Bugün bile Kur'an'da var olan kavramların hiçbiri gerçek yerinde değildir.Nebi, Resül, itaat, ittiba, küfür, şirk, İslam, iman, ihlas, ibadet, takva ve ihsan gibi kavramların yerinde yeller esmektedir. Bu yüzden Kur'an'ın en önemli kavramlarından olan salât, Nebi (a.s) dan sonra uygulama alanı bulamamıştır.Mesela: Kadınlar ilim ve fikir olarak dini hayatın dışına atılmışlardır. Allah Resülünden sonra kadınlar dinle ilgili en basit bilgilerden bile mahrum bırakılmışlardır. Rivayetler ve ictihadlar yoluyla ilim tahsil etme tamamen erkeklere özel kılınmıştır.Son vahyin tarihinde ilim ve fikir bakımından temayüz etmiş bir tane kadın müctehid yoktur. Yani ilim ve fikirde, düşünce ve araştırmada Kur'an'da kadına karşı herhangi bir engel var mı? Yirmi birinci asra kadar kadınlar neden medrese ve mâbedlerden uzak tutuldular? Namaza kulluk edenler bu sorulara cevap vermek zorundadır. Yani salât’ın bütün insanları aydınlatacak kadar geniş misyonunun yok edilmesiyle başta kadınlarımız olmak üzere iman edenler karanlık bir cehalete mahkum edildiler.Çünkü herşeyi ele alıp tüm sorunlara çare bulacak iken, tek bir konuya (namaz-abdest) odaklandılar. Ve Nebi (a.s) ın vefatından hemen sonra hilâfet çekişmeleri, dinden dönmeler, Sıffin, Nehrevan, Cemel vakası ve korkunç Harre vahşeti, Mekke baskını ve Mihne, İsyanlar ve Kerbelâ katliamı patlak veriyordu.

RİSÂLE-İ NURDA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR(25. YAZI)Ey aklını ve zihnini Risalei Nur Külliyatına kayıtsız şartsız teslim eden arkadaş! Kur'an, sadece öldükten sonra dirilmeyi ve Allah'ın göklerde ve yerde olan mucizelerini anlatmaz.Kur'an'da toprak ve çamur, karanlıkla aydınlık, gölge ile sıcak, ölüm ile hayat, göklerle yer,  kadınla erkek, yağmur ile bulutlar, insanlarla cinler, iman ile küfür, ihlas ile şirk, hak ile batıl, sevgi ve  merhamet, yüce Allah'ın her türlü nimeti, tevhid ve  güzel ahlak, adalet ve  dürüstlük, ehliyet ve  liyakat, bilim ve teknoloji, hidayet ve hürriyet, şifa ve psikoloji kısaca her türlü ders ve ibret mevcuttur.Kur'an'da evlere nasıl ve nereden girileceği ve kiminle oturup yemek yenileceği vardır.İnsanın dünya hayatında ve ahirette kurtuluşana vesile olacak her şey vardır.Kur'an'da Allah elçilerinin sabır ve güzel ahlakları, despot zalimlerin cinayet ve katliamları vardır.Yani Kur'an, hiç bir kaynağa ihtiyaç bırakmaz.Kur'an insanlar için bir yol haritası, bir hayat kitabıdır.Kur'an'ın dörtte biri başta son Nebi  olmak üzere İbrahim, Musa, İsa ve bir çok Nebi ile Resul'ün tevhid mucadelesini anlatır.Kur'an son derece bereketli bir kitaptır."İşte bu kur'an bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna tâbi olun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin"(En'am- 155)"Geniş kapsamlı, tek müracaat edilecek kaynaktır. "Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? derler.De ki : Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise apaçık bir uyarıcıyım.Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir toplum için onda rahmet ve ibret vardır"(Ankebut- 50,51)Kur'an, her türlü kötülükten kurtarıcı tek hidayet kaynağıdır. "Ey Resul ! İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir verdik. Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz ki kıyamet gününde o, ağır bir günah yükünü yüklenecektir.Bu kimseler o günah yükünün altında ebedi kalırlar. Onlar için kıyamet gününde bu, çok kötü bir yüktür"(Taha-99, 100,101)Tâbi olunacak tek kitaptır."Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna tâbi olun. Başka yollara sapmayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"(En'am- 153) Gönüller için bir şifa kaynağı, rahmet ve hidayet olarak olarak indirilmiştir. "Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir"(Yunus- 57)Allah'ın kesin delil olarak gönderdiği bir kitaptır.Allah'ın elçileri dahil vahiy ehl-i muvahhidler kıyamet gününe kadar sadece bu kur'an ile uyarı görevini yapmak zorundadırlar."De ki, hangi şey şehadetçe en büyüktür? De ki : Allah'tan başka ilah olmadığına dair, benimle sizin aranızda Allah şahittir . Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için bana vahyolundu....."(En'am. 19 )Dolayısıyla Nebi (a.s)bile yalnız Kur'ana tabi olmakla emrolunmuştur."Ey Nebi! Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır. Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır"(Ahzab-1,2)"Rabbinden sana vahyedilene uy. Ondan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir" (En'am- 106)"Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl, şüphesiz sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu bu kur'an sana ve ümmetine bir öğüttür. ileride ondan sorumlu tutulacaksınız"(Zuhruf- 43,44 )Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa iman edilmez"( Casiye-6)Daha Allah Resulü hayatta iken din Allah tarafından tamamlanmıştır.(Mâide-3; En'am-115)Allah Resulü sadece indirilen vahiy ile insanları uyarmıştır.(Enbiya-45; Kaf-45)Hakkı söyleyen ve hidayete ulaştıran Allah'tır.(Ahzab-4)Tüm insanlar için tâbi olunacak tek kaynak Kur'an'dır.(Âraf-3; Zümer-54,55)Yani din ve hüküm olarak  kur'an'dan başka bir rehberimiz bulunmamaktadır.Yüce Allah, yanlış yapmamız için  bu Kur'an'ı kendi bağlam ve bütünlüğü içinde çözüme kavuşturmuştur.(Hud-1,2; Nisa-176)Allah'ın kitabına güvenip dayanmaktan başka bir yolumuz yoktur.Fakat bütün bu âyetleri anlamak için Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamak gerekir.Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları kavramadan bu âyetlerin ne demek istediğini anlamanız mümkün değildir.

23 Mart 2022 Çarşamba

RİSÂLE-İ NURDA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR(24.YAZI )Said Nursi Mücizât-ı Ahmediyesinde diyor ki:"Aiz İbni Amr'ın Gazve-i Huneyn'de yüzü yaralanmış, Resul'ü Ekrem (a.s.m) eliyle yüzündeki kanı silmiş, Resul'ü Ekrem (a.s.m) ın elinin temas ettiği yer parlak bir nuraniyet vermiş ki, Muhaddisler: "doru atın alnındaki beyaz gibi "tabir etmişler, temas yeri öyle parlıyordu"(Sayfa-151 )Cevap :Said Nursi ve uydurmacı muhaddislere göre Allah'ın Resul'ü beşer değildi.İlahi kudret gücünü istediği zaman kullanabilen olağanüstü özelliklere sahip biri idi.Yani Hristiyanların İsa (a.s) ı yüceltip rab ve ilah yaptıkları gibi, Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri de Nebi (a.s) ı bu gibi rivayetlerle yeryüzünde tasarruf etmeye gücü yeten kudretli bir ilâh yapmışlardır.Allah Resulü'nün Kur'an tarafından kayıt altına alınan hayatı ve ahlaki güzellikleri önemlidir.Allah Resulü'nden asırlar sonra pak  dilinden uydurulan rivayetler insanların zihinlerine bu derece hakim olmamalıydı.   Şia ve Ehli Sünnet, Yüce Allah'ın göklerde ve yerde bulunan sonsuz mucizelerini görmezlikten gelerek, Allah'ın yarattığı muhteşem sisteme sırt çevirerek kör olurken, Allah Resulü'nün olmayan mucizelerinin peşine düşmüş, aralıksız olarak bu iftira ve yalanlarla ümmi insanların akıl ve tefekkür dünyalarını tahrip etmişlerdir.Özellikle Said Nursi'nin, Risâle-i Nur Külliyatında bulunan bu hurafe ve yalanlar hakkında "Allah tarafından yazdırıldı" iddiası hayatında yaptığı en büyük hata olmuştur.Veya uzmanların bildiği psikolojik bir sorunu vardı.Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediyesinde Said Nursi aynen şöyle diyor: "Ümmul mü'minin Ümmü Seleme'nin kızı ve Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ın üvey kızı Zeyneb'e küçükken, Resul'ü Ekrem (a.s.m) onun yüzüne abdest suyu atıp taltif etmiş, o suyun temasından sonra, Zeyneb'in hüsun ve cemali (güzellik ve boyu) acib süret almış, bediul -cemal (benzersiz) olmuş"(Sayfa- 151)Said Nursi uydurma ve yalanlara devam ediyor:"Katade bin Selman'ın  yüzüne elini sürmüş, dua etmiş, Katade'nin yüzü ayna gibi parlamaya başlamış"(Sayfa- 151, Yeni Asya Yayınları ) Cevap :Ey uydurukçu akılsızlar ! İşte şimdi ayıp ettiniz.Bari "güneş ve ay gibi parladı" deseydiniz de, Resulullah'ı daha çok yüceltmiş olurdunuz. Uydurmada "Zeyneb'in hüsün ve cemali acib süret almış bediul Cemal olmuş" yerine "ahlak ve huy bakımından çok terbiyeli ve güzel ahlak sahibi olmuş deseydiniz ya" Fakat yalancıların akılları ve zihniyetleri sadece ahlaksızlığa, cinsiyete ve bel altına  çalıştığı için, tatmin edilmemiş duyguları ve cibilliyetleri ortaya çıkıyor. Uydurmacı ahmaklar, güzelliği sadece vücut ve yüz güzelliği olarak algılamaktadır.Dini rant olarak kullanıp, Allah ile aldatan para tapıcılarının türban reklamında manken kızları kullandıkları gibi.Bütün bu uydurmalarla alakalı bakın Said Nursi ne diyor: "İşte şu cüz'iyatlar gibi daha bir çok misaller var, onların çoğunu eimme-i hadis (hadis alimleri, hadis İmamları ) nakletmişler.Bu cüz'iyatin her birini haberi vahid farzetsek dahi, yine mecmu-u, manevi bir tevatür hükmünde, mutlak bir mucize-i Ahmediye (a.s) ı gösterir"(Age sayfa- 151 )

KUR'AN-I MÜBİN'İN ANLAMI(166.YAZI) 66-) Musa ona: Sana öğretilen ruşt'ten ilim öğretmen için sana tâbi olayım mı? dedi.67-) Dedi ki: Doğrusu sen benimle sabretmeye güç getiremezsin.68-) Yani iç yüzünü ihâta edemediğin bir habere nasıl sabredersin?69-) Musa: İnşaallah, dedi, sen beni sabreder bulacaksın yani senin emrine isyan etmem.70-) O kul: Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma! dedi.71-) Bunun üzerine yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman o (Nebi-Resül) gemiyi deldi. Musa: Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen (ziyanı) büyük bir iş yaptın! dedi.(Kıraat Farklılığı Âyette geçen "lituğrika ehlehe" "halkını boğmak için mi" kelimesi, diğer bir kıraate göre, "liyuğraka ehlehe" "halkının boğulması için mi" olarak okunmuştur. 72-) İlim sahibi: Ben sana, benimle sabretmeye güç getiremezsin, demedim mi? dedi.73-) Musa: Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme yani işimde bana güçlük çıkarma, dedi.74-) Yine yürüdüler. Nihayet bir gence rastladıklarında hemen onu öldürdü. Musa dedi ki: Bir nefse karşılık olmaksızın, masum bir nefsi katlettin öyle mi! Gerçekten sen istenmeyen bir şey yaptın!75-)(İlim ve hikmet sahibi:) Ben sana, benimle beraber sabretmeye güç getiremezsin, demedim mi? dedi.76-) Musa: Eğer, dedi, bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme. Gerçekten benim tarafımdan (ileri sürebilecek) özrün sonuna ulaştın.77-) Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar.(İlim ve hikmet sahibi) hemen onu doğrulttu. Musa: Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın, dedi.78-)(İlim ve hikmet sahibi) şöyle dedi: "hézé firâku beyni ve beyneke" İşte bu, benimle senin aranda ayrılış zamanıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim."79-) "Gemi var ya, o, denizde çalışan miskinlerindi. Onu ayıplı hâle getirmek istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir melik vardı."80-) "Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları taşkınlığa ve küfre batırmasından korktuk."81-)(Devam etti:) "Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan hayırlı, arınmış yani daha merhametlisini versin."82-) "Ve duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı ve babaları ise salih bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar yani ben bunu kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabretmeye güç getiremediğin şeylerin te'vili budur."(Te'vil, Nebi ve Resüllerin vahiy yoluyla çözdükleri gayb haberleridir. Yani yorum anlamına gelmiyor. Kur'an'da nerde "te'vil" geçiyorsa, orada yüce Allah'ın iradesi ve ilmi yani vahiy mevcuttur. Yusuf (a.s) da te'vil yoluyla sorunları çözmüştü.) 83-) Resûlüm! Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.84-) Gerçekten biz onu yerde iktidar ve kudret sahibi kıldık yani ona (muhtaç olduğu) her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik.85-) O da bir yola tâbi oldu.86-) Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Ve onun yanında bir kavim buldu. Bunun üzerine biz: Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında güzellik etme yolunu seçeceksin, dedik.87-) O, şöyle dedi: "Zulmedeni cezalandıracağız; sonra o, Rabbine döndürülecek; sonra Allah da ona (hiç kimsenin) istemeyeceği bir azap ile cezalandıracak."88-) "Ve iman edip de salih amel işleyen kimseye gelince, onun için de en güzel bir karşılık vardır yani buyruğumuzdan, ona kolay olanını söyleyeceğiz."89-) Sonra yine yola tâbi oldu.90-) Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.91-) İşte böylece onunla ilgili her şeyden haberdardık.92-) Sonra yine yola tâni oldu.93-) Nihayet iki sed arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.94-) Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Bu yerde Ye'cûc ve Me'cûc bozgunculuk yapmaktadırlar. Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir harç kılalım mı?95-) Dedi ki: "Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da, sizinle onlar arasına aşılmaz bir sed kılayım"96-) "Bana, demir kütleleri getirin." Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca): "Üfleyin (körükleyin)!" dedi. Artık onu kor haline sokunca: "Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim" dedi.97-) Bu sebeple onu ne aşmaya muktedir oldular ne de onu delebildiler.98-)(Zülkarneyn:) Bu, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin vâdi gelince, O, bunu yerle bir eder yani Rabbimin vâdi haktır, dedi.99-) O gün (kıyamet gününde bakarsın ki) biz onları, birbirine çarparak çalkalanır bir halde bırakmışızdır; Sûr'a da üfürülmüş, böylece onları bütünüyle bir araya toplamışızdır.100-) Yani cehennemi o gün kafirlere arz etmişizdir.101-) Onlar, gözleri zikrimi (Kur'an'ı) görmeye kapalı tutan ve onu duymaya da tahammül edemeyenlerdi. 102-) Kâfirler, benim dunumda (yanımda-yöremde-astımda) kullarımı evliya edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi kâfirlere bir menzil olarak hazırladık.103-) De ki: Size, (yaptıkları) ameller bakımından en çok husrana uğrayanları bildirelim mi?104-) Bunlar; dünya hayatında bütün çabaları boşa gitmiş ama güzel işler başardıklarını sanıyorlardı. 105-) İşte bunlar, Rablerinin âyetlerine yani O'na kavuşmaya kâfir olan, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir ki, biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız.106-) İşte, kafir oldukları, âyetlerimi ve resûllerimi alaya aldıkları için onların cezası cehennemdir.107-) İman edip salih amellerde bulunanlara gelince, onlar için menzil olarak Firdevs cennetleri vardır.108-) Orada devamlı kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler.109-) De ki: Rabbimin sözleri için deniz mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir.110-) De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâh'ınızın, tek bir İlâh olduğu vahyediliyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amellerde bulunsun yani Rabbine ibadette hiç kimseyi şirk koşmasın. (Kehf Süresinin Sonu)

22 Mart 2022 Salı

ISLAH VE SALÂT'I İKÂME (3)(33.YAZI) Şimdi sıra geldi toplumsal ıslahın zirvesine: Barış ve adaleti temin etmek gerektiğine, “Kapıda secde” âyetleri ıslahatın sulh (barış) hedefinin en belirgin örnekleridir. "(Bir zamanlar) şöyle demiştik: Şu şehre girin ve orada, dilediğiniz yerde bol bol yiyin ve kapıdan secde ile girin yani “Affet bizi!” deyin ki, hatalarınızı bağışlayalım yani biz güzel ahlak sahiplerine ziyadesiyle daha fazlasını da veririz" (Bakara-58) “Kapıdan girmek” Kuran’da geçen en ilginç ve düşündürücü kavramlardandır. Hadi bir eve kapıdan girmeyi az çok anlıyoruz da “şehirlerin kapılarından secde ederek girmek” ve “kapılardan ayrı ayrı girmek” ne anlama geliyor? Acaba şehrin surlarından kemerlerinden geçerken yere seccade mi seriyorlardı? Bugün bir şehre girerken otobüsü durdurup ya da arabayı sağa çekip yere mi secde edeceğiz? Almanya’ya giden işçi kardeşlerimiz Münih havaalanına inip Alman gümrüğüne ayak basınca yerleri mi öpecekler? Peki şehirlere kapılarından (genel kullanıma ait meşru yollarından) değil de dağdan bayırdan, tepeden, gizlice suyun altından, yer altından sızarak girmeye kalkarsak ne olur? Bu durumda orada yaşayan halk bizim art niyetli olduğumuza hükmederek bizi hırsız, azgın, bozguncu çeteler olarak algılar. Elimizde silah varsa bu davranışımıza karşın bizi silahla karşılar. Gizlice ve sinsice şehre girmeye kalktığımız için bize karşı en sert tedbirleri alır. "Onlara şöyle denildi: Şu kentte iskan edin yani orada istediğiniz yerden yiyin ve hittatun (bizi affet, bağışla) deyin yani kapıdan secde ile girin hatalarınızı bağışlayalım yani güzel ahlak sahiplerine ziyadesiyle daha fazlasını da vereceğiz"(Âraf-161) Bu âyetlerin önüne arkasına baktığımızda görürüz ki “kapıdan secde ile girin” öğüdü İsrailoğullarına yapılmıştır. Musa ((a.a) isyankâr kavmine bir türlü söz anlatamaz. Kudret helvası ve bıldırcın eti ile doyuruldukları halde gözleri hâlâ açtır. Firavun’u hem sevmez hem de onun verdiği soğanı ve sarımsağı da kaybetmek istemezler. Bir türlü razı olmayıp, hallerine şükretmeyip, her şeyin ve her mülkün sahibi olmak isterler. Musa asasıyla yere vurur ve on iki kabile için on iki pınar fışkırır da onlar yine memnun olmaz ve daha fazlasını isterler. Yerlerinden yurtlarından kaçarak çıktıktan sonra Musa onları yeni bir yerleşim yerine getirdiğinde bile hâlâ Allah'ın Resülü Musa (a.s) ile pazarlık peşindedirler. Şükretmezler. Emredileni yapmamak için (sığır kesme bahsi gibi) bir sürü soru sorup mazeret üretirler. Kendileri bozgunculuk yapmakta olduklarının farkına varmaz, yeryüzünde yerleştikleri ülkelerde ekonomik ve ahlak olarak hep bozgunculuk çıkarmışlardır. Her şeye rağmen İsrailoğullarına nimetler verildi. Ama onlar her elde ettiklerinden sonra şükretmeyip, her seferinde verdikleri sözden döndüler, daha fazlasını, daha fazlasını, daha fazlasını isteyip durdular. Şehirlere bir türlü kapılardan secde ederek (düzene boyun eğerek) girmediler. "Kesin söz vermeleri için Tûr’u üzerlerine kaldırdık ve onlara: Kapıdan secde ile girin, dedik yani onlara şunu söyledik: Cumartesi gününde azgınlık yapmayın. Onlardan sapasağlam bir söz almıştık" (Nisa-154) Gördüğümüz kadarıyla sebt yasağı önemli bir yönü ile bir avlanma yasağı idi. Bu kapsamıyla da elbette çevreyi ve dolayısıyla toplumu koruyan yasalar içeriyordu. Bu da “kapıda secdeye” uyan bir durum. Ama İsrailoğulları için sadece kendileri önemliydi. Kendi hakları, kendi istekleri toplumun ortak yaşama kurallarının hep önündeydi. Kendilerini özel kabul edip, azıyorlar, isyankâr tavırlarıyla avlanma yasağını hülle ile deliyor, kuralları hiçe sayıyor, şehirlerde hırsızlık, talan, şiddet ve bozgunculuk yapmayı mubah görüyorlardı. "Deniz kıyısındaki kentin durumunu onlara sor. Sebt günü azıp sınır tanımazlık ediyorlardı. Sebt yaptıkları gün balıkları onlara akın akın gelirdi yani sebt yapmadıklarında ise onlara gelmezdi. Fasık olmalarından dolayı onları böyle sınamadan geçiriyorduk" (Âraf-163) Elbette hiçbir toplum tamamıyla iyi ya da kötü değildir. İyilerin içinde en kötüler, kötülerin içinde en iyiler her zaman vardır. Elmaslar her zaman değerlidir. Ama İsrailoğulları genel olarak azgınlığıyla ve isyankârlığıyla ün salmış bir kavimdir. Hevalarını tanrı edinmişlerdir. Kimseye kolay kolay saygı duymazlar ve onlara zulmedenlerle onlardan olmayanları ayırmaya bile yanaşmazlar. Kendilerinden olmayan herkes onlar için düşmandır, haindir! Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız “şehirlerin kapılarından secde ederek girin” öğüdünün izdüşümünün “oradaki düzene saygı duyun” demek olduğu konusunda tereddüt göstermememin asıl nedeni bu âyetlerle beraber Yusuf süresidir. Kur'an’dan bu hususta anladığımızı anlatmaya çalıştığım hemen her şeyi Yusuf (a.s) kıssasında derli toplu olarak görürsünüz. "Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde sorgulayanlar (soranlar) için âyetler (ibretler) vardır" (Yusuf-7) Yusuf, kuyuya atılmasının ardından gelişen süreçte bir başka toplumda ve bir sarayda bulur kendisini. Kapılarla ilgili âyetlerle ilk defa orada karşılaşıyoruz. Vezirin kadını, Yusuf’un üzerine kapıları kilitliyor. Ne alakası var diyeceksiniz ama çok alakası var. "Yusuf’un, evinde kaldığı kadın, onun nefsinden gönlünü tatmin etmek istedi. Kapıları kilitledi, “Hadi gel!” dedi. Yusuf: “Allah’a sığınırım, Rabbim beni güzel bir yere kavuşturmuştur. Zalimler iflah olmaz ” dedi"(Yusuf-23) Bakın Yusuf ne demek istiyor. “Rabbim beni güzel bir yere kavuşturdu. Zulmedemem. Bozgunculuk yapamam. Saygıda kusur edemem. Allah’a sığınırım.” Peki, sadece kadının isteğiyle mi ilgili bu durum? Devam edelim… Yine bir kapı... Ve kapıda olanlar… "İkisi birden yarışırcasına kapıya koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında kadının beyi ile yüz yüze geldiler. Kadın seslendi: “Senin ailene kötülük düşünenin cezası nedir; hapsedilmek mi, acıklı bir işkence mi?”(Yusuf-25) Kadının söylediğine dikkat! “Senin ailene kötülük edenin cezası ne? Hapis mi? İşkence mi?” Yani o ülkenin, o sarayın, o toplumun kuralları devreye giriyor. Ve Yusuf eğer itiraz edecekse kurulu düzenin kanunlarına itiraz etmiyor, suçlu olmadığını savunuyor ve hakem devreye giriyor. "Yusuf dedi ki: O, gönlünü eğlendirmek için beni kullanmak istedi. Kadının ailesinden bir şahid de: Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylüyor, bu durumda Yusuf yalancılardandır" (Yusuf-26) Kanunlar değil suçlar, davalar tartışılıyor. Kanunlar kötüyse ya kanun koyucu olursun ya da kanunları ıslah için yeri geldiğinde konuşur ve bozgunculuk yaparak değil ıslah işleri yaparak kanunları değiştirirsin. Yusuf düzeni ıslah edebilmek içinse sabrediyor ve çalışmaya zindanda bile olsa devam ediyor. "Yusuf dedi ki: Rabbim! Zindan benim için bunların beni çağırdığı şeyden daha sevimlidir. Eğer onların oyununu benden uzak tutmazsan onlara meyleder de cahillerden olurum" (Yusuf-33) Yusuf (a.s) topluma aykırı işler yapmadan, yakmadan, yıkmadan, başına gelen tüm zulümlere rağmen sabırla ve tırnaklarıyla kazıyarak sadece Allah’a güvendi. Bir ara kendi Rabbinin zikrini unutup da zindandaki arkadaşının efendisine anılmak istemesi bile ona birçok seneye mal oldu. Sonra… O şehirden, o toplumdan biri olmadığı halde sabreden Yusuf o toplumun düzeni içerisinde yavaş yavaş söz sahibi duruma geldi ve hem kanunları hem de toplumu güzellikle ıslah etmeye başladı. "Yusuf dedi: Alışılageldiği şekliyle yedi yıl ekin ekeceksiniz. Biçtiklerinizden yiyecek kadar az bir miktar alır, gerisini başağında bırakırsınız"(Yusuf-47)Sonunda hiçbir şekilde bozgunculuk çıkarmadığı, düşman kesilmediği ve ihanet etmediği toplumda vezir (ya da üst düzey bir yönetici) oldu. "Yusuf dedi ki: Beni ülkenin hazinelerine bakan yap. Ben iyi bir koruyucuyum, bilgiliyim"(Yusuf-55) Bu konuda liyakatli olduğunun ve ıslahat için liyakatin gerektiğinin de mesajını alıyoruz. Artık Yusuf Mısır'da düzene saygı duyacak değil bizzat hüküm verecek konuma geldi. Kıssanın devamında Yusuf’un kardeşleri Mısır'a gelmeye başlıyor ve hikâye boyut kazanıyor. Artık Yusuf kanun koyucu, kardeşleri boyun eğici durumdadır. Ancak dikkatinizi çekmek istediğimiz nokta yine “kapı”lardır. Çocuklarını o şehre gönderen Yakup bakın ne diyor? "Yakup şunu söyledi: Oğullarım, bir tek kapıdan girmeyin yani farklı kapılardan girin"(Yusuf-67) Neden acaba ayrı ayrı kapılar? Demek ki çocukları için, onların başına gelebilecek bir musibet ihtimali için endişeleniyor. Mısır'a topluca bir kervan ya da bir güç olarak girmeleri durumunda o şehre bozgunculuk, çatışma ve hırsızlık için giriyor zannedilerek o şehrin toplumsal düzenine aykırı algılanmalarını istemiyor. Ve Allah da bunu çok iyi biliyor. Yakub (a.s) ilim ve ileri görüş sahibi idi. Bir başka toplumla beraber bulunma durumunda o toplumun koyduğu düzene bozgunculuk etmenin doğru olmadığını iyi biliyordu. Ve bu yüzden çocuklarını uyarmıştı. Çocukları şehrin kapılarından ayrı ayrı girmeliydiler. Bu onun isteğiydi ama başlarına gelecek varsa onu engellemeye de gücünün yetmeyeceğini Nübüvvet ilmiyle biliyordu. Çocukları bozgunculukla ve hırsızlıkla suçlandılar. "Yusuf kardeşlerinin yüklerini hazırlatırken su kabını öz kardeşinin yükü içinde koydu. Sonra bir görevli şöyle haykırdı: Ey kafile, siz herhalde hırsızlık ettiniz!"(Yusuf-70) "Kardeşler dediler: Vallahi, siz de iyi biliyorsunuz ki, biz bu yere bozgunculuk yapmak için gelmedik, biz hırsız da değiliz " (Yusuf-73) Dikkat ediyorsanız. Bir başka toprağa, bir başka memlekete “bozgunculuk için gelmedik” diyorlar. İlke belli. “Düzene, beğenmesen de saygı duy.” Ama bu durumun sebebi elbette başkaydı. Yusuf az sonra aynı gerçeği (yani düzene saygı duyulması gerektiğini) bir kez daha ortaya koyacaktı. "Sordular: Eğer yalan söylüyorsanız, hırsızlığı yapanın cezası nedir? Kardeşler dedi: Cezası, çalınan mal kimin yükünde çıkarsa yükün sahibi çalınan mala karşılık olacaktır. Biz zalimleri böyle cezalandırıyoruz" (Yusuf-74,75) Aslında Yusuf kendi yaşadığı toplumunun kanununu uygulayabilirdi. Ama (kardeşini alıkoyma) planı dâhilinde onları kendi kanunlarına göre yargıladı. (Yeri gelmişken: Eğer hırsızın alıkonması Yakub’un dininin hükmüyse İbrahim’in de dini demektir. İbrahim’in dini Muhammed’in de dinidir. O halde hırsızlığın cezası el kesmek değil, mecazen elini kesmek, alıkonulmaktır.) İbret alınacak o kadar çok şey var ki! Hem Yusuf hem de kardeşleri birbirlerinin kanunlarına hükmün geçerli olduğu yer ve zamanda saygı duyuyor ve tekliflerini bile bu saygıyla yapıyorlar. Küçük kardeşleri yerine kendisinin alıkonulmasını isteyen abisine bakın Yusuf (a.s) ne diyor… “Maazallah-Allah'a sığınırım!” dedi Eşyamızı yükünde bulduğumuz adamdan başkasını tutamayız. Öyle bir şey yaparsak zalimlerden oluruz"(Yusuf-79) Yusuf ilgili toplumun kurallarına aykırı hareket etmeyi zulüm sayıyor. İşte Allah’ın insana ve toplumsal düzenine verdiği değer. Tabi ki görebilene… "Babanıza dönüp şöyle deyin: Ey babamız, oğlun hırsızlık etti. Biz sadece bildiğimize tanıklık ettik. Biz gaybı bilenler değiliz" (Yusuf-81) Bildiğimize tanıklık etmek.O kadar ibret verici ki, sırf içlerindeki kin ve nefret yüzünden önüne geleni karalayan, anlatılan her türlü rivayete inanan, görmediği bilmediği halde bir insanın, bir kurumun, bir toplumun tamamını tekfir edip katil, faşist, ırkçı, suçlu ve düşman gören anlayışa… Duyduklarınızın doğruluğunu test edin. Görmediğiniz, bilmediğiniz her ithamı giydirmeyin insanlara. Sizi kandırmak ve bir yere kanalize etmek için onlara atılan iftiraların doğruluğunu tasdik etmeden doğru olarak kabul etmeyin. Kin ve nefretinizden arının. Yani Allah’a ve O’nun doğrularına dönün. Yanlışlarımızdan dolayı sizi ve bizi affedecek olan Allah’tır. Kardeşleri pişman olup döndüğünde Yusuf’un istediği de buydu. "Yusuf: Bugün azarlanmayacaksınız. Allah sizi mağfiret etsin. O, rahmet edenlerin en merhametlisidir, dedi. (Yusuf-92) "Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun (Allah) için secde ettiler yani şöyle dedi: Ey Babam! Bu daha önceki rüyamın tevilidir. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı yani andolsun ki bana güzellik etti yani beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra O çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendir. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan O'dur" (Yusuf-100) Şehrin kapısından secde ederek girmeyenlerin, orada ıslah değil bozgunculuk çıkaranların sonunu hatırlatıyor surenin sonu. Yemin olsun ki bu Kur'an’da ders almak isteyenler için her türlü öğüt var. Yemin olsun. "Yemin olsun ki, elçilerin kıssalarında aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret vardır. Bu Kur’an, uydurulacak bir hadis/bir söz değildir; aksine o, önündekini tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir" (Yusuf-111)Çiçekler bile dikenlere saygı duyar, dikenlerin içinde rengârenk parlarlar. Evlere de şehirlere de kapılarından ve secde ederek girmek o ev halkına, o şehir halkına ve düzenine “salâtımız (bağlantımız) çerçevesinde” saygı duymaktır. Bu ahlak, ilah edinmişler varsa onların ilahlarına saygı duymak anlamına gelmiyor. Zulme değil kurulu düzene “kitabımız çerçevesinde” boyun eğmektir. Eğer ev ya da yurt edineceksek, orayı ıslah etmek için makbul ve güzel işler yapmaktır. Olmadı, beğenmediğimiz yere girmez ya da oradan hicret ederiz. Elçilerin de gelmiş geçmiş sünneti budur. Yoksa bozgunculuk ve kargaşa kaçınılmazdır. Ben bunu okudum… Kendimi ayırmadım. Kendi nasibimi, kendi öğüdümü aldım. Darısı düşünenlerin ve öğüt almak isteyenlerin başına. Allah’la salât dediğimiz bağlantıyı ikame eder ayakta tutarken insanların arasında da o salâtın emrettiği ıslahatları yapma gayretinde olmalı ve sulh bağlantısı için çaba sarf etmeliyiz. Kitapta ıslahat ve ıslah çabalarıyla ilgili (dokuzlu çeteler, bozguncular, zorbalık, Musa’nın kurtardığı adamın ertesi gün ona sen bozguncu musun demesi gibi) salâtı ikame etme çerçevesinde alınabilecek ve incelenebilecek birçok âyet daha vardır. Hepsini buraya almak hacmi iyice artıracak. Sıkça “Ellezine amenü ve amilus salihati” (iman edip salih ameller işleyenler) diye ezbere okunan cümlelerde ifade edilen şey, (emin biçimde) iman edip (ıslaha, düzeltmeye yönelik) salih ameller yapanlardır. Salih kişilerin yaptığı işlere “salihat”, salâta yönelik işlerin hepsine birden de “ıslahat” diyebiliriz. Kısacası “ıslahat” için didinilmeyen “salât” hayata ikame edilmeyen salâttır. Asr suresinde “Zamana andolsun ki insanlar hüsrandadır” dendikten sonra istisna olarak iman edenler anlatılır. O iman eden ve salih işler (ıslahata dair güzel işler) yapanlar, doğruyu yapan ve işte o doğruyu ikame etmek için sabırla (azimle) çalışanlardır. İstediğimiz kadar Kur'an dersi yapalım ya da istediğimiz kadar namaz kılalım, hayatın içine girip kötülükle mücadele edemiyorsak, iyileştirmeye yönelik bir şeyler yapamıyorsak salât'ı ikame ettiğimizi boşu boşuna iddia etmeyelim. Kur'an’da namazı aradığımız kadar toplumda salât'ı ikame etmeyi arasaydık bu coğrafya bu duruma gelir miydi ? Her gün âyetleri okuyan, anlamaya çalışan, tartışıp doğruyu öğrenen, namaz kılan, oruç tutan, şu doğruymuş bu yanlışmış diyen ama dünya hayatına kendi her türlü birikimiyle, canıyla malıyla olabilecek tüm gücüyle tatbik etmeyenler olarak, kıyam gününde buluştuğumuzu düşünün. İçimizden bazılarımız hâlâ kaybedenler olarak şok olursa eminim ki şöyle diyeceğiz: “Biz sizinle beraber değil miydik? Biz neden kaybettik?”Sanıyorum ki diğer bir kısmımız da şöyle cevap verecek: “Evet, siz bizimle beraberdiniz ama boş tartışmalara ve dünyaya dalanlarla dalıp gittiniz de salât edenlerden (Allah’la bağlantısını ayakta tutanlardan) olmadınız.” Sonra kaybedenlerimiz olarak şunu diyeceğiz: “Doğru. Biz salât edenlerden değildik. Dalanlarla dalıp giderdik. Vahyi hayata “bağlamadığımız” için bu ateşe “bağlandık” da ileri gidenlerden değil geri kalanlardan olduk.” Allah “birleştirin” diyor, ayrışın ayrıştırın demiyor, rükû edenlerle rükû edeceksek birleştirip edeceğiz. Her konuyu tartışalım, doğruyu bulmaya çalışalım ama ne olur ihtilaflarımız için Allah’ı hakem tayin edelim. Anlaşamıyorsak bırakalım kararı o versin. O bizim hakkımızda en doğru kararı verecek olandır. Biz makbul ve güzel işleri hayatımıza tatbik edelim. Birbirimizin bireysel tercihlerini aynılaştırmaya değil, toplumu sulha getirmeye çalışalım. Biz bir araya gelemezsek toplumdan bunu nasıl bekleriz! İster tatlı su olalım ister tuzlu, biz de taze et çıkaralım. İster gündüz ister gece, ister güneş ister ay olalım, biz işimizi yapalım. Farklılıklarımız bizi parçalamasın. Birbirimizi zedelemek yerine dayanışmaya girelim. Gerçeğin ve erdemin peşinde olanlar birbirlerini aforoz etmiş gibi davranmamalıdır. Kur'an’da birleştikleri halde birbirleriyle Kur'an hakkında kavga eden ve tekfirleşenlerin durumu; Allah’ın gökten indirmiş olduğu himayeye sığınmış olanların birbirini tekmeleyip düşürmeye çalışmalarına benziyor. Biz hep selam selam diyelim. Selam sulh’un en güzel şiarıdır.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(165. YAZI)Kehf Süresi 60-) Bir zamanlar Musa genç arkadaşına demişti ki: "Durup dinlenmeyeceğim; tâ iki denizin birleştiği yere kadar varacağım, yahut uzun bir süre yürüyeceğim."61-) Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular yani denizde kaybolup gitmişti.62-) Buluşma yerlerini geçip gittiklerinde Musa genç arkadaşına: Kuşluk yemeğimizi getir. Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza (epeyce) sıkıntı geldi, dedi.63-) Genç adam: Gördün mü! dedi, kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Yani onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. Ve acayip bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.64-) Musa: İşte aradığımız o idi, dedi. Hemen izlerinin üzerine geri döndüler.65-) Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona indimizden bir rahmet (vahiy ve risâlet) vermiş yani ona kendimizden bir ilim öğretmiştik."LEDÜNNİ İLİM" Kur'an'da geçen "vesile, (Mâide-35) evliya, (Yunus-62,63) zikir, (Râd-28) rabıta" (Âli İmran-200) kavramları gibi, tasavvuf ve tarikat ehlinin istismar ettiği kavramlardan bir tanesi de "ledünni ilim" kavramıdır. Vesile : İnsanın sâlih amellerini Yüce Allah'ın af ve mağfiretini elde etmek için vesile edinmesi anlamına gelmektedir. Mesela: (Bu cennet nimetleri) "Ey Rabb'imiz! İman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi cehennem azabından koru!" diyenler; sabredenler, sadık olanlar, huzur'da boyun bükenler, infak edenler ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler içindir"(Âli İmran-16,17)EVLİYA: GENEL ANLAMDA EVLİYA Genel anlamda evliya vardır ve çoktur. Yani her kim tevhid inancına sahip olur yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmez, güzel ahlak sahibi olur ve Allah'ın emirlerini yerine getirirse Allah o kişinin velisidir. (Yunus-62,63; Bakara-257)ÖZEL ANLAMDA EVLİYA: Özel anlamda evliya hem yoktur hemde şirktir. Yani birinin adını anarak onu Allah'ın veli bir kulu olarak tayin etmek şirktir. (Şura- 6,9)Çünkü kimin ne olduğunu Allah'tan başka hiç kimse bilemez ZİKİR: Kur'an'da geçen "zikir" kavramlarının büyük çoğunluğu vahiy anlamına gelmektedir. (Nahl-44; Hicr-9; Tâhâ-99)RABITA: İlgili âyetin (Ali İmran-200) bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "Rabıta" kavramının, şeytan evliyasının adlarını anmak, zikir yapmak ve onlara kulluk etmek değil, Kur'an'ın ve hanif İslam dininin etrafında kenetlenme ve onlardan kopmama anlamına geldiğini görüyoruz. "LEDÜN" veya "LEDÜNNİ İLİM"Tasavvuf ehli ve tarikatçılar Kehf süresi 65. âyetinden bulunan "ledunne ilmen" ifadesini istismar ederek "ledünni ilim- ilmi ledün- ledün ilmi" nin şeytan evliyasına Allah tarafından vahiy'den bağımsız olarak verildiğini iddia ederler. Hatta daha da ileri giderek bu "ledünni ilim" sayesinde şeytan evliyasının Nebi ve Resüllerden üstün olduğunu söylerler. Gerekçeleri şudur. "Nebi ve Resüller belli bir yoldan yani bir aracı vasıtasıyla vahiy alırken, bizim evliyamız Allah'tan aracısız yani direkt olarak vahiy alıyorlar"Halbuki "ledünni ilim" yüce Allah'ın Nebi ve Reüllere vahiy vasıtasıyla indirmiş olduğu ilimden başka hiçbir şey değildir. Vahyin bir çok ismi mevcuttur. Bunlar bazıları "zikir, furkan, şeriat, nur, resül, heblilléh, ilim, apaçık âyetler, hüküm, kitap, sırat-ı müstakim, hadis, kelâmullâh, hidayet, rahmet, müjde, nezir" gibi kavramlardır. Ledün ilmininin vahiy anlamına geldiğini gösteren âyet.(Ey Rasul!) İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir verdik" (ve ked éteynéke min "LEDÜNNE" zikran) (Tâhâ- 99) Dolayısıyla "ledünni ilim" Nebi ve Resüllere Allah tarafından indirilen vahiy'dirYukarıdaki âyette geçen ve Musa (a.s) ile yol arkadaşlığı yapan kişi Nebi veya Allah Resulüdür.Çünkü söz konusu âyette "eteynehu rahmeten min indiné ve allemnéhu min ledunné ilmen" "ona katımızdan bir rahmet ve bir ilimiz öğrettik" buyruluyor. Kur'an'ın dilinde "rahmet" ve "ilim" "vahiy" ve "Nübuvvet" anlamına gelmektedir. Gemiyi parçaladığı halde, hem geminin sahipleri tarafından, hem de yolculardan hiç kimsenin kendisine müdahale etmemesi, onun Allah tarafından manevi bir misyona sahip olduğunu göstermektedir. Anne- babasına bile "tuğyan" ve "küfür" yanı şiddet uygulayabilecek bir psikopatlığa sahip olan genci öldürmesi de çevreyi çok iyi bilen, insanları tanıyan, ve gencin yapmış olduğu bütün kötülükleri vahiy'le bildiğini gösteriyor. Çünkü "ledünni ilme" sahipti. Ledünni ilmin tek manası "vahiy'dir" Ayrıca öldürülen "ğulam" çocuk değil, kısasta öldürülebicek yaşta olgun bir genç olduğunu şu cümleden anlaşılıyor. "...Musa dedi ki: Temiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın (kimseyi öldürmediği halde) öldürdün öyle mi!..."(Kehf-74)Demek ki, öldürülen kişi, cinayet işleyebilecek bir yaşta idi. Duvarın içinde bulunan gizli hazineyi bilmesi ise Allah tarafından aldığı vahiy sayesinde olmuştur. Çünkü yüce Allah'tan sonra, aldıkları vahiyle sadece Nubuvvet'e bağlı Resüller gaybı bilir. (Cin-26,27; Hud-49; Kasas-44,45,46) Kıssa şöyle bitiyor. "Bütün bunları ben kendiliğimden yapmadım. İşte hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur"(Kehf-82) Yüce Allah vahiy haricinde yani direkt olarak hiç kimseye ilim vermez.İlmin tek kaynağı vahiy'dir.(Bakara-120; Râd-37)Bilimsel icad ve keşiflerin kaynağı da aklı kullanma, tefekkür etme, plan ve program dahilinde araştırma ve analiz yapmadır.

21 Mart 2022 Pazartesi

RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR (23.YAZI)RİSÂLEİ NUR KÜLLİYATI VE TALEBELERİ :Dünya değişim ve dönüşüm sürecinde hızla yol alırken değişmeyen tek şey insanların akıl ve ilimle bağlantılı evrensel, manevi ve ahlaki ihtiyaçları ile tek kesin delil olan Allah'ın yüce kitabı Kur'an-ı Mubin'dir. "Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. Onun sözlerini değiştirecek yoktur. O işitendir, her şeyi apaçık bilendir" (En'am- 115)Bundan dolayı, eğer Risâle-i Nur talebeleri, ilme ve  akla, tefekkür ve sorgulamaya, Kur'anın bağlam ve bütünlüğü olan hikmete kesin dönüş yapmayacak olurlarsa, inandıklarının aksine, Risâle'i Nur Külliyâtı üzerlerinde olumlu etkiden çok daha fazla tahribat ve yıkıma sebep olacaktır. Özellikle Risâle-i Nur'un içinde bulunan uydurma rivayetlerle birlikte, Risâle-i Nur Külliyatının Allah tarafından Said Nursi'ye ilham edildiği ve yazdırıldığı iftirasına inanmak bir zihin kaybı, psikolojik hastalık, bir cinnet ve akıl tutulmasından başka bir şey değildir.Şunu önemle açıklamak isteriz ki, eğer bu akıl almaz uydurmalar, son Nebi olan Muhammed (a.s) ın Nübüvvet makam ve mertebesine, Risâlet misyonuna bir hakaret ve leke olmasaydı, cemaatin tv'lerinde ve radyolarında milyonlarca insana ısrarla ulaştırılmamış olsaydı, günümüz insanlarını en çok etkileyen eser olmasaydı,muellifinin de neredeyse hata etmez bir şahsiyet haline getirilmeseydi, Kur'an'ın tam bir tefsiri olarak görülmeseydi,  bu uydurmalara cevap vermek abes ile iştigal etmek olurdu. Yani bizim Risâle-i Nur Külliyatında bulunan Ehli Sünnet ve Şia'nın hurafelerine cevap vermeye iten ana sebep, Kur'an'ın ve Resülullahın doğru anlaşılması, Kur'an ve Resul'ün aklını ve ahlakını her türlü lekeden temizleme gayretinden başka bir şey değildir.Dolayısıyla esas gayemiz, insanlar akıllarını kullansınlar, doğruları öğrensinler, hakka önem versinler,ilmin değerini bilsinler. Din ve hüküm olarak ümmet sadece Allah'ın kitabına iman ve itimat etsin. Başkalarının akıl ve mantık kabul etmez hurafe ve yalanlarına teslim olmasın.Said Nursi'nin Risâle-i Nur Külliyatına aldığı yalan rivayetleri ele almaya devam ediyoruz.Diyor ki: "Resul'ü Ekrem (a.s.m) Ömer İbni Sa'd'ın başına elini sürmüş, dua etmiş, o dua'nın bereketiyle, bütün başı beyaz, yalnız Resulü Ekrem (a.s.m) ın elini koyduğu yer simsiyah olarak kalmış"(Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 151)Cevap :Saçların beyazlaşıp ağarması Allah'ın değişmez bir yasası, hücre ve genetik kodlarla alakalı bir şeydir. Ey akılsız hurafeciler! Siyah saçların beyazından daha faziletli ve üstün olduğu nerede yazılmış, kim söylemiş. Halbuki beyaz saçlar insanı daha olgun gösterir, günahlardan sakındırır, insanın ibret almasını sağlar, ölüme, mezara, dolayısıyla Allah'a doğru yol aldığını hatırlatır. Yani uydurmanın da bir mantığı olmalı değil mi?Şu uydurmaya lütfen dikkat edin, Said Nursi diyor ki:  "Abdurrahman İbni Zeyd ibnil Hattab, hem küçük (bücür) hem çirkindi, Resul'ü Ekrem(a.s.m) eliyle başını meshedip dua etmiş, o duanın bereketiyle, kametçe (boyca ) en bala kamet ve süretçe en güzel bir sürete girmiş"(Mektubat-19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 151)Cevap :Allah size akıl fikir versin. Hiç dua ve başın meshedilmesiyle boy uzar süret güzelleşir mi?Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor. "ALLAH size şekil verip de şeklinizi güzel yapandır "(Mu'min- 64 )Başka bir âyette "yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir" ( Müminün-14 )Diğer bir ayette "Andolsun ki biz insanı en güzel bir şekilde yarattık" (Tin- 4)Bu rivayetleri uyduranlar ve eserine alanlar Allah'ın kudret eline şirk karıştırmış olmuyorlar mı?Yani (Haşa) Allah'ın çirkin bir işini Resulullah düzeltiyor öyle mi? Veya özürlü birine çirkin demek ne kadar İslami bir ahlak anlayışına uygun düşüyor?Hiç aklınızı başınıza almaz mısınız?

20 Mart 2022 Pazar

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(144. YAZI)Kehf Süresi 31-) İşte onlara, alt taraflarından nehirler akan Adn cennetleri vardır. Onlar Adn cennetlerinde tahtlar üzerine kurularak orada altın bileziklerle bezenecekler yani ince ve kalın dîbâdan yeşil elbiseler giyecekler. Ne güzel karşılık yani ne güzel ağırlanma yeri!32-) Onlara, şu iki adamı darbı misal olarak ver: Bunlardan birine her türlü üzümden iki bahçe kıldık ve her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış ve aralarında da ekinler bitirmiştik.33-) İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş yani hiçbirini eksik bırakmamıştı ve ikisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık.34-) Bu adamın başka ürünleri de vardı. (Bir gün) arkadaşıyla tartışırken ona: "Ben, mal ve nefer (çoluk çocuk-çevre) bakımından senden daha izzetliyim" dedi. 35-) Yani bu şekilde kendi nefsine zulmederek cennetine girereken, "Bunun, hiçbir zaman yok olacağını zennetmiyorum" dedi. 36-) "Yani saatin kopacağını zannetmiyorum ve Rabbimin huzuruna döndürülürsem, hiç şüphem yok ki, (orada) bundan daha hayırlısını bulurum" (dedi.) 37-) Arkadaşı ona: "Sen, dedi, seni topraktan, sonra nutfeden (spermadan) yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah'a karşı kâfir mi oldun?"38-) "Lâkin O Allah benim Rabbimdir yani ben Rabbime hiç kimseyi şirk koşmam."39-) "Yani cennetine girdiğinde: Mâşâallahu lâ kuvvete illâ billâhi- kuvvet yalnız Allah'ındır, deseydin ya! Eğer mal ve evlât bakımından beni kendinden daha az görüyorsan (şunu bil ki):"40-) "Umulur ki Rabbim bana, senin cennetinden daha hayırlısını verir yani senin cennetine gökten yıldırımlar gönderir de kupkuru bir yer haline gelir."41-) "Yahut, sabahleyin (cennetinin) suyu dibe çekilir de bir daha onu arayıp bulamazsın."42-) Ve derken onun ürünleri kuşatılıp yok edildi. Böylece sabahleyin bağı uğruna yaptığı infaktan ötürü ellerini oğuşturup kalmış yani cennetinin çardakları yere çökmüş, "Yazıklar olsun bana, keşke Rabbime hiç kimseyi şirk koşmamış olsaydım! diyordu. 43-) Yani kendisine Allah'ın dununda yardım edecek destekçileri olmadığı gibi kendi kendine yardım edecek güçte de değildi.44-) İşte burada velâyet, Hak olan Allah'a özeldir. Karşılığı en hayırlı veren O'dur yani en hayırlı âkıbeti ancak O verir. 45-) Yani onlara şunu da darbı misal olarak ver: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi (önce gelişip) birbirine karışmış; arkasından rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelmiştir yani Allah, her şeyin üzerinde muktedir olandır. 46-) Mal ve oğullar, dünya hayatının zinetidir yani bâki olan salih ameller Rabbinin indinde hem sevapça daha hayırlı yani emel bağlama bakımından da daha hayırlıdır.47-) Ve o gün, dağları yürütürüz yani yeryüzünün çırılçıplak olduğunu görürsün ve onlardan hiç birini bırakmaksızın tümünü haşrederiz.48-) Yani hepsi sıra sıra Rabbinin huzuruna arzedilmişlerdir: Andolsun ki sizi ilk defasında yarattığımız şekilde bize geldiniz. Oysa size vâdedilenlerin gerçekleşeceği bir zaman tayin etmediğimizi zannetmiştiniz, değil mi?49-) Ve kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. Yani "Yazıklar olsun bize! derler, bu nasıl bir kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini içine almış!" Ve yaptıklarını karşılarında hazır olarak bulmuşlardır yani senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.50-) Ve biz meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar secde ettiler. (İblis) Rabbinin emrine fasıklık yaparak cinlerden oldu. Onlar sizin düşmanınız iken, benim dunumda onu ve zürriyetini mi veli ediniyorsunuz? Zalimler için bu ne kötü bir bedeldir!(İblis cinlerden değildir. Secde emrine karşı geldikten sonra cinlerden oldu. Yani "kibirlendi ve kafirlerden oldu" (Bakara-34; Sâd-74) gibi anlamak gerekiyor.) 51-) Ben onları (İblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin yaratılışına ve ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahit tuttum yani ben saptıranları yardımcı edinmedim.52-) Ve o gün (Allah, müşriklere): Benim ortaklarım olduklarını iddia ettiklerinizi çağırın! buyurur. Onları çağırmışlardır; fakat kendilerine icabet etmemişlerdir yani onların arasına tehlikeli bir uçurum koymuşuzdur. 53-) Ve mücrimler ateşi gödüklerinde, orayı boylayacaklarını anladılar yani ondan kurtuluş yolu bulamazlar.54-) Andolsun ki biz, bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali tasrif etmişiz. Fakat (hakka karşı) her şeyden daha çok cedelleşen insan olmuştur. 55-) Yani kendilerine hidayet geldiğinde insanları iman etmekten ve Rablerinden mağfiret talep etmekten alıkoyan şey, sadece, öncekilerinin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesini, yahut azabın göz göre göre kendilerine gelmesini beklemeleridir!56-) Ve biz Resülleri, ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfir olanlar ise, hakkı bâtıl ile ortadan kaldırmak için mücadele ederler yani onlar âyetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri alaya almışlardır.57-) Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden yani kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır! Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik yani onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir.58-) Ve senin, bağışı bol olan Rabbin merhamet sahibidir; şayet yaptıkları yüzünden onları (hemen) muaheze edecek olsaydı, onlara azabı çarçabuk verirdi. Fakat kendilerine tanınmış belli bir süre vardır ki, artık bundan kaçıp kurtulacakları bir sığınak bulamayacaklardır.59-) Ve işte şu ülkeler; zulmettikleri için onları helâk ettik yani onları helâk etmek için de belli bir zaman tayin etmiştik.

19 Mart 2022 Cumartesi

MEKKE ve MEDİNE'DE İNEN SÜRELERİN ÖZELLİKLERİ. Sizden öğrendiklerini size öğretmeye kalkan arkadaşları ikna etmek gerçekten zor oluyor. Onlara cevap verme imkanınız kalmıyor.Kur'an sürelerinin Mekke'de mi, yoksa Medine'de mi indiği ile ilgili bilgilendirmemizden sonra, bazı arkadaşlar bizim esbab-ı nüzul veya rivayetlere müracaat ettiğimizi zannediyorlar.Tâbi ki bu arkadaşların Mekke ve Medine'de inen süre ve âyetlerin özelliklerinden haberleri bulunmamaktadır.Fakat Mekke ve Medine'de inen âyet ve süreler birbirinden farklı özelliklere sahiptir.Yani Mekke ve Medine birbirinden çok farklıdır dünyalardır.Kur'an'ın İstanbul'a inmesi ile bir köye inmesi gibi aralarında büyük bir fark mevcuttur. Şimdi bu özelliklerden bir kaç tanesini görelim.1-) Mekke'de inen sürelerde "Ey iman edenler!.." cümlesi bulunmaz.Yani "Ey iman edenler!..." cümlesi ile başlayan bütün âyetler Medine'de inmişlerdir. Çünkü Mekke'de iman sorunu yoktu. Mekke'de çizgiler çok netti.Mekke'de İslam'ı kabul eden ölüme bile razı oluyordu. 2-) Mekke'de inen sürelerde münafıklardan söz edilmez.Çünkü Mekke'de munafık yoktu. Munafıklar Medine'nin yerlileri olan Evs ve Hazrec kabilelerinden idiler. 3-) Mekke'de inen sürelerde Yahudi ve Hristiyanlardan da söz edilmez. Çünkü Mekke'de Yahudi ve Hıristiyan bulunmuyordu.Ama Medine'de bulunan Beni Kaynuka, Beni Kurayza, Beni Nadir ve Hayber Yahudi idiler.Necran'dan Medine'ye Hristiyanlar gelip gidiyorlardı.4-) Mekke'de inen sürelerde "Allah'a ve Resul'üne itaat edin" cümlesi bulunmamaktadır.Çünkü Mekke'de iman edenler açısından Allah'a yani Resül'e iman sorunu yoktu.İman edenlerin itaat sorunu Medine ile ilgili bir durumdur.5-) Mekke'de inen sürelerde Nebi kavramı geçmez. Çünkü Mekke devri evrensel tebliğin yapıldığı bir merkezdir.Yani Mekke'de şirk ve ahlak sorunu vardı. Medine'de ise, iman, ahlak ve itaat sorunları mevcut idi.İşte bu yüzden Mekke'de inen âyetlerin büyük çoğunluğu yerel ve bölgesel, Mekke'de inen sürelerin hepsi genel ve evrenseldir.6-) Mekke'de inen süreler tevhid, şirk, sabır, güzel ahlak, Nebi ve Resüllerin mucadeleleri ile ilgilidir.Medine'de inen süreler, savaş kuralları, evlilik, boşama, cihat, itaat, iman, insan hakları, ictimai hayat, hac, infak, sadaka, insani ilişkiler, adabı muaşeret, ırkçılığın kötülüğü gibi konularla ilgilidir.7-) Hamd (güç-kuvvet-övgü) ile başlayan sürelerini hepsi Mekki'dir. Hatta Teğabun süresi birinci âyet hariç içinde hamd kelimesinin geçtiği bütün süreler Mekke'de nazil olmuşlar dır. 8-) Mekke'de inen sürelerde şiir ve edebiyat, i'caz ve belâğat hakimdir. Kelimeler çok vurgulu ve etkileyici bir üsluba sahiptir.Medine inen sürelerde böyle bir şey yoktur. Buda Kureyşin şiir sanatına ve edebiyata olan merakından kaynaklanıyordu. Mekke müşrikleri Allah'ın gücünü temsil eden varlıkları yani melekleri Allah'ın kızları olarak vasıflandırıyorlardı. Aynı zamanda Mekke müşrikleri aynen Hristiyanlar gibi yüce Allah'a çocuk izafe ediyorlardı.(Enam-101; Yunus- 68; İsra-111; Kehf- 4; Meryem-35, 88, 91,92; Enbiya- 26; Müminun- 91; Furkan- 2; Saffat- 152; Zümer- 4; Zuhruf- 81; Cin- 3; İhlas- 3)Bütün bu âyetler Mekke müşrikleriyle ilgili inmişlerdir. 9-) İçinde "inil hükmü illâ lillâhi" "hüküm yalnız Allah'ın'dır" cümlesinin geçtiği süreler Mekke'de nazil olmuşlardır. (En'am-57; Yusuf-40, 67)10-) Kur'an'da tekil olarak geçen "fasbir, vasbir" (sabret) fesebbih, vesebbih" (tesbih et), "ekimis sâlâte" (salâtı ikâme et) yani salât ve salat'ı ikâme ile ilgili bütün âyetler Mekke'de inmişlerdir ve kelime kelimesine hepsi Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgilidir.Yani Mekke'de inen ve yalnız Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgili olan teheccud, gece ve fecir salât'ından tüm müminleri sorumlu tutmak ve insanları namaza çağırmak doğru değildir.Yani Hud 114; İsra-78, 79; Tâhâ 130 ve benzeri bütün salât âyetlerinin hepsi Mekki'dir, hepsinde tekil formatı vardır ve hepsi sadece ve sadece Nebi (a.s) Nübüvvet makam ve mertebesi ile ilgilidir. Âyetler çok bariz bir şekilde ona hitap etmektedir. Söz konusu âyetlerin iniş sebep ve hikmeti de Müzzemmil süresinde çok açık bir şekilde açıklanmıştır. Salat'a çağrı da sadece cuma (toplantı) için meşru kılınmıştır.)Ancak günümüzde teknoloji imkanlarla geniş kitlelere ulaşma imkanı olduğu için salat'a çağrı da önemini kaybetmiştir. Yani artık böyle bir şeye gerek yoktur. Ancak müminler salât, şura, ihtiyaç veya herhangi bir iş için toplanacakları zaman bunun plan ve programını kendi aralarında kararlaştırırlar. "...Salât'ın vaktini belirlemek müminlerin üzerine düşen bir yazgıdır" (görevdir) (Nisa-103)

ISLAH VE SALÂT'I İKÂME (2)(32.YAZI) Bireysel ıslah ve insanların arasını düzeltici işler derken şimdi geldik toplumsal ıslahı gösteren âyetlerden örneklere. Toplumsal ıslah nedir? Ne durumlar söz konusu olabilir? Islah için neler yapılabilir? İlk olarak ıslah işi “ben ıslahçıyım” diyen herkese bırakılacak kadar basit bir iş değildir. Çünkü insanların çoğu ıslah ediyorum derken çeşitli aidiyetlerin etkisiyle esasen bozguncu olabilirler. "Onlara: Yerde fesat çıkarmayın denildiğinde: Biz sadece ıslah edicileriz, derler" (Bakara-11) Islah; içinde bulunulan toplumun sorunlarına duyarsız kalmamak, gereken yerde elini taşın altına koyabilmektir.. "… Sana yetimleri sorarlar. De ki: Onları ıslah etmek (yararlı kılmak) hayırlıdır. Eğer onları aranıza katarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah müfsidi ıslah ediciden bilir (ayırt eder)"(Bakara-220)Sabahlara kadar âyet okuyup ertesi gün okuduklarımızdan hiçbirini hayata aktarmaya çalışmıyorsak salât kablosunu koparmışız demektir. Davamız yoksa değerimiz de yoktur. Ben öğrendim, bana yeter demektir ki, bu da hayata tutunmayan salâtla yüz yüzeyiz demektir. Sabahtan akşama kadar Kur'an’ı ve vahyi konuşmak “salât'ı ikame” sorumluluğum bu kadar demek değildir. Bakın Şuayb (a.s) nasıl kendi toplumunun sorunlarına eğilip salâttan ıslahata doğru olan tanımı netleştiriyor… "… Ey kavmim! Sadece Allah’a ibadet edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir beyyine gelmiştir. Ölçüyü ve tartıya vefa gösterin yani insanların eşyalarını değerinden düşürüp eksiltmeyin yani düzene (ıslaha) konulmasından sonra yerde ifsad çıkarmayın. (Hud-85) "Eğer mümin iseniz Allah'ın size bıraktığı bakiyye sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinizde muhafız değilim"(Hud-86) Dediler ki: Ey Şuayb! (Din) atalarımızın ibadet ettikleri şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi sana salâtın mı emrediyor? Çünkü sen, halim ve reşit birisisin"(Hud-87) Yukarıda geçen salât “Şuayb’ın dini referansını” anlamında kullanılmış gibi görünüyor. Şuayb’ın salâtını (bağlantısını) sorguluyorlar. Muhtemelen Şuayb hakkında bir zan içindeler ve onun kime bağlantılı ya da hangi anlayışa hizmet ederek bunları söylediğini soruyorlar. Çünkü Şuayb’ın eski halini düşünüp “Sen böyle biri değildin, değişmişsin” diyorlar. Anlamıyorlar. Çünkü ortak koşan o halkın dini anlayışı suya sabuna pek de dokunmayan bir ibadet icra ediyorlardı. İnandıkları din hayatın içinde bir şeye dokunmuyor. Şuayb’ın söylediklerini anlayamıyor ve dinle ilgisini çözemiyorlar. Aynen bugün Allah yokmuş gibi yaşanılan sosyal hayatlar ve vahşi bir ahtapota dönmüş piyasalar ve tuzaklarla dolu iş dünyası gibi. Orada Allah değil, evliya ve ilâhlar, para ve pul ilah olarak kabul edilmiş bir durumda. "Dedi ki: Ey kavmim! Görüşünüz nedir söyler misiniz? Ya ben Rabbimden gelen apaçık bir beyyine üzerinde isem yani O beni kendisinden güzel bir rızık (Nübüvvet-vahiy) ile rızıklandırmışsa? Benim size nehyettiğim (yapmayın, yanlıştır dediğim) şeylerin tersine (kendim için yapma) gibi bir isteğim yok. Benim istediğim gücüm yettiğince sadece ıslah etmek istiyorum. Benim muvaffakiyetim ancak Allah’ın (istemesi) iledir. Ben O'na tevekkül ettim ve O'na yöneldim"(Hud-88) Demek ki bizim de salâtımızın bizi götürdüğü hedefte ıslahat var. Islah için barışçı biçimde çalışıp didinmek var. Yeri gelmişken bir parantez açıp bir bahsi hatırlayalım: Sanıyorum infak bölümünde konuşurken “Rızık denince sadece yemek içmek aklımıza gelmesin, infak edin denilen rızkın içinde öğrendiklerimiz de vardır” demiştik. Yukarıdaki âyette Şuayb’ın bahsettiği rızık işte o rızıktır. Ve o rızık da kenara çekilip suya sabuna dokunmamak değil infak edilmek (paylaşılmak) içindir. İşte bu paylaşım da bağlantıdaki süreçte ıslahat içindir. Bakın Musa (a.s) yanından ayrılırken kardeşi Harun (a.s) a ne diyor? "Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun'a “Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma” dedi"(Âraf-142)Öğrendiklerini topluma yansıtmak istiyor.

18 Mart 2022 Cuma

İNFAK, SADAKA VE ZEKAT Allah'ın izniyle bu yazımızda, "infak, sadaka ve zekâtın" hangi anlama geldiği ile ilgili bir fikir verme, manası buharlaştırılan bu üç kavram ile ilgili hiç olmazsa ileriki zamanlar için bir kapı aralama olarak açıklamaya çalışacağız.Yüce Allah'ın rahmet ve inâyetiyle vahiy ehli muvahhidler, bu fikir ve araştırmamızı daha ileri bir safhaya taşıyacaklardır. Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "infak" ve "sadaka"nın maldan verilen bir hayır, "zekât" ise, arınma anlamına geldiğini görüyoruz."Onların mallarından sadaka al; bu sadaka ile onları nifaktan temizlersin, onları aratıp yüceltirsin. Ve onlar için salât et çünkü senin salât'ın onlar için sükünettir. Allah işitendir, bilendir)(Tevbe-103) Konu ile ilgili diğer bir âyet şöyledir."Kad efleha men zekkéhé" "nefsini arındıran kurtulmuştur"(Şems- 9)Aşağıdaki âyetler vahyin arındırma özelliğine dikkat çekiyor.(Ey Nebi!) "Sana Musa'nın haberi geldi mi? Mukaddes tuva vâdisinde Rabbi (olan Allah) ona şöyle seslenmişti. Firavun'a git! Çünkü o çok azdı."Fekul hel leke ilé en tezekké"Deki: "Arınmayı ve seni Rabbinin yoluna iletmemi istermisin? Böylece sorumluluk bilincine sahip olursun"(Naziat-15,16,17,18) Tevbe, güzel ahlak ve istiğfardan sonra sadaka ve infak olarak her ne verilirse maddi ve manevi zekata ulaşılmış, yani kişi arınmış ve temizlenmiş olur.İnfak ve sadaka, maddi güç, akıl ve ilmi birikimi olan bir kişinin, bu maddi güç ve ilmiyle Kur'an'ın ortaya koyduğu ilkeler doğrultusunda dinde sadakatini ve imanda samimiyetini gösterme açısından bir arınma bedeli ve kötülüklerden temizlenme karşılığı olarak yerine getirilmesi gereken önemli bir farziyettir."Veseyücen-nebuhel etkâ ellezi yü' tî mélehû YETEZEKKÉ" "Arınmak için malını hayra veren takva sahibi 🔥 ateşten uzak tutulur) (Leyl-17,18) Şimdi sadaka ve zekâtın, Kur'an'da hangi anlama geldiğini çok açık olarak gösteren,Tevbe süresinin 103. âyetin bağlam ve bütünlüğüne bir bakalım.Bu âyetlerde, nifak ile iman arası bir çizgide gelgit yaşayanlar için yüce Allah şöyle buyuruyor. "Çevrenizdeki bedevi Araplardan Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz.Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir"(Tevbe-101)"Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler, salih bir ameli diğer kötü bir amelle karıştırdılar. Allah onların tevbelini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayan pek merhamet edendir"(Tevbe-102)"Onların mallarından sadaka (arınma bedeli) al; bununla onları (nifak günahlarından) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve olanlara yardım et, destek ol. Çünkü (bir Nebi ve Resul olarak) senin desteğin onlar için bir sükunettir. (onlara imanda güç verir, yatıştırırsın ) Allah işitendir bilendir"(Tevbe-103)Yani ey Nebi! Nifak belasından tam olarak temizlemek için, tevbe ile pişman olduktan sonra, kalplerinin rahat etmesi ve huzur bulmaları açısından, samimi olduklarını ortaya koymak adına onlardan sadaka alarak arındırırsın" İşte Kur'an, "zekat, tezkiye, tezekké, yetezekké" yani arınmak olarak adlandırmıştır. Kur'an'da geçen bütün"zekat" kavramları, "arınma" anlamına gelmektedir.Zekât kelimelerinden önce bulunan "ve étü" fiili'nin "é" si, uzatılmayacak olursa, yani, "ve etû" veya "ve'tû" olmuş olsaydı, mana " zekâta gelin, arının" anlamına gelecektir.Ama yine de" ve étü" fiili, "verin" anlamına gelebildiği gibi, "zekâta gelin, arının" anlamına da geldiğini söyleyebilirim. Mesala, bu konuda örnek bir âyete bakalım."insanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir riba, Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını isteyerek arınmak üzere verdiğiniz (hayra) gelince işte (hayır yapan) o kimseler, evet onlar sevaplarını ve mallarını kat kat arttıranlardır"(Rum-39)Kur'an'a baktığımızda Nübüvvet makamına sahip olan Nebiler'den bütün insanlara kadar herkesin arınma ve temizlenme ihtiyacının var olduğunu görüyoruz. Nebi ve Resüller için, şirk, küfür, nifak ve cimrilik söz konusu olmadığı için, onların zekata (arınmaya) ulaşmaları vahyi tebliğ, dua ve istiğfar ile olmaktadır. Zekat, Nebi ve Resüller için arınma, mukemmel bir ahlaka ve olgunluğa ulaşma olurken, müminler için şirk, kötü ahlak, hurafe ve ve her türlü batıl inançlardan kurtulma olmaktadır. Nebi ve Resüller, infak etmede zorlanmazlar, çünkü Allah'a olan bağlılıkları çok güçlüdür. Nebi ve Resüller, Allah indinde temizlenmiş bir ahlaka ve inanca sahiptirler. (Meryem-12)Nebi ve Resüller, her zaman Allah'a verdikleri sözü yerine getirerek infak etmede güçlük çekmez, gönül hoşnutluğu içinde büyük bir sadakatle Allah yolunda infak eder, sorumluluk bilincine sahiptirler" (Enbiya-90)Vahiy, Nebi ve Resülleri, başta küfür, şirk, nifak olmak üzere, kibir, cimrilik, haset gibi hastalıklardan korumuş ve onları zekata ulaştırmıştır. Yani onların imanlarını ve kalplerini şek ve şüphelerden arındırıp temizlemiş ve sadece Allah'a teslim olanlardan etmiştir. (Bakara-131, 132, 133)Kur'an'a göre, dünya hayatında sağlık ve âfiyete "birr" ancak infak ile ulaşılabilir. "Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infak etmedikçe "birre" eremezsiniz. Her ne infak ederseniz Allah onu hakkıyla bilir"(Âli İmran-92)Demek ki, Allah indinde makbul olabilmesi için sevilen şeylerden infak edilmesi gerekmektedir.Yani manevi temizlik ve arınma, tevbe ve pişmanlıktan sonra maddi fedakarlık olan infak ve sadaka ile elde edilecektir. Kur'an'a baktığımızda manevi olarak yani şirk ve küfür gibi günahlardan kurtulma yolları, 1-) "İhlas, (dini Allah'a özel kılma) (Hicr-40; Sâd-83) 2-) "Takva, (sorumluluk bilincine sahip olma yani sadece Kur'an'da var olan emir ve yasaklarla yetinme) (Kasas-83; Bakara-197; Âraf-26; 156; Muddessir-56; Â) 3-) İslam, (Allah'ın emirlerine kayıtsız şartsız teslim olma, dinde onun kitabına ortak koşmama) (Âli İmran-19, 85, 102)4-) "İhsan, (İslam ahlakına sahip olma)(Bakara-195; Âli İmran-134; Mâide-85; Âraf-56; Tevbe-120) 5-) "Sabır, (Kur'an düşmanı kafir ve müşriklerin sözlerine ve eziyetlerine karşı dayanma) din ve hüküm olarak Kur'an'ın tek kaynak olduğundan taviz vermeme.(Bakara-153, 249; Enfal-46) 6- "İnfak, salih amellerin içinde ise, en büyük kurtuluş aracı infak olarak karşımıza çıkmaktadır. "Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve şefaat bulunmayan gün kiyamet gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infak edin. Gerçekleri inkar edenler zalimlerin ta kendileridir"(Bakara-254)İNFAK İLE SADAKANIN ARASINDAKİ FARK İnfak, "gece gündüz, yani "her zaman" (Bakara-274) "küçük büyük" (Tevbe-121) her türlü hayrı kapsarken, sadaka ise, özel durumlarda (Tevbe-103; Mücadele-12) verilmesi gereken bir bedeldir. Dolayısıyla infak etmenin yeri ve zamanı yok iken, sadakaların yeri ve zamanı geldiğinde yapılan mâli bir hayırdır. İnfak, hem mü'minlerin Allah rızası için yaptıkları bir hayır, hem kafirlerin kendi din ve davaları için yaptıkları bir harcama iken, (Enfal-36) sadaka sadece müminlerin yaptığı bir hayırdır. İnfak kavramı, yüce Allah bağlamında da kullanılmaktadır.Yani Allah da infak eder.(Mâide-64)İnfak ibadetinde bire karşı, yedi yüz kat ile karşılık sevap varken, (Bakara-261) sadakalarda ise kat kat (Bakara-276) sevap vardır. İnfak gizli yapılması gereken bir hayır iken, (Bakara-270) sadakalar durum ve ortama uygun gizli olarak da, açık bir şekilde de verilebilir.(Bakara-271)Dolayısıyla infak, az veye çok herkesin kendi gücüne göre yapması gereken bir hayır iken, (Tevbe-121) sadaka ise, yeri ve zamanı belli olan hayır anlamına gelmektedir. İnfak, beş sınıf insana verilmesi gerekirken, (Bakara-215) sadakalar ise, sekiz sınıfa verilmesi emredilmiştir.(Tevbe-60)Dolayısıyla anne, baba, kardeş ve akrabalara zekat verilmez diye bir şey yoktur.PEKİ İNFAK VE SADAKA KİMLERE VERİLECEKTİR? Kur'an, zekâtı anlatırken, "ne kadar verileceği, neyden verileceği ve kimlere verileceği ile ilgili hiç bir detaydan söz etmemesi ve hiç bir ayrıntı vermemesi gerçekten çok önemlidir. Kur'an'da neden zekat kavramlarının önünde bulunan "ve étü" fiili "verin" anlamında değil de, "gelin" anlamına gelmektedir? Mesala: "ve étuz zekéte" ifadesine "zekatı verin" değil de, "arının, arınmaya gelin" gibi bir mana verilmesi gerekir. Çünkü âyetlerin büyük çoğunluğunda "ve étü" denildiği hâlde, hiç bir âyette ne verileceği? Neyden verileceği? Kimlere verileceği? ile ilgili hiçbir hüküm bulunmamaktadır.Fakat "infak" ve"sadakalar" için, ne verileceği, ne kadar verileceği ve kimlere verileceği ile ilgili her şey mevcuttur.Kur'an'da "ve'tü" fiiline, "gelin, getirin, girin" anlamı verilen âyetler de mevcuttur.(Bakara-189; Yusuf-93; )Zekât, "...Müşrikler için şirk ve küfürden arınmak ve âhirete iman etmektir..."(Fussilet- 6,7 )Zekat "...İslam'a ve Müslümanlara karşı kin ve nefretten, dine karşı savaş ve mücadeleden uzaklaşmak tevbe etmektir..."(Tevbe-5)"Zekat, bütün toplum ve bireyler için din ve hüküm olarak sadece Allah'ın âyetlerine iman etme, takva ve rahmete ulaşmaktır" Zekat, iman edenlere karşı düşmanlıktan vazgeçerek, kin ve saldırılardan arınmaktır"(Bakara- 10-11) Zekat, "dünya malından ve zinetinden, cahiliye âdetlerinden kurtulmak suretiyle Allah ve Resulü'ne itaat ederek, Kur'an'ın hikmeti üzerinde tefekkürle arınmaktır"(Ahzab-33)Bazı insanları cömertlik ve sadaka arındırır.Bazılarını güzel ahlak ve edep arındırır. Bazı insanları tevhid ve ihlas arındırır.Fakat insanları batıl dinlerden, şirk ve hurafelerden arındıran en önemli şey Kur'an'dır.Bakara-151; Âli İmran- 164; Cuma-2) İnsanları şirk ve küfür pisliğinden Allah'ın âyetleri gibi, hiç bir şey temizleyip arındıramaz.Sünniler ve Şiiler, hadis kaynaklarından ve batıl mezheplerden arınacak.Cemaat mensupları, liderlerinden ve öğretilerinden arınarak Allah'ın kitabına dönecekler.Tarikat ve tasavvuf ehli, evliya ve ilahlara kulluk etmekten İslam'la arınacaklar.Nurcular Kur'an'a dönerek, Said Nursi ve Risale-i Nur Külliyatından arınacak.Dolayısıyla Kur'an ilim ve hikmetinin, ahlak ve edebinin hâkim olmadığı toplum gerçek anlamda hiçbir zaman temiz olamaz, maddi ve manevi kirlerden arınamaz.İNFAK "Sana (Allah yolunda) ne (kime) infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Maldan infak ettiğiniz şey, ana- baba, yakınlar, yetimler, fakirler ve yol çocukları için olmalıdır. Şüphesiz Allah yaptığınız her şeyi bilir"(Bakara-215)SADAKALAR "Sadakalar, Allah'tan bir farz olarak ancak, fakirlere, miskinlere, üzerinde çalışanlara, gönülleri İslam'a ısındırılacak olanlara, özgürlükleri için mücadele edenlere, borçlulara, Allah yolunda olanlara, yol çocuklarına mahsustur. Allah herşeyi bilen, hikmet sahibi olandır"(Tevbe-60)Sonuç olarak: İnfak : "Bollukta ve darlıkta..." (Âli İmran-134) "...Gece gündüz..." (Bakara-274) "... küçük büyük..." (Tevbe-121) "..kazanılan mallardan..." (Bakara-267 ) "...topraktan çıkartılan rızıklardan ..." (Bakara-267) bir hayır olduğu için mal, ilim, güzel ahlak, akıl, zeka, güç gibi, maddi ve manevi her şeyden yapılan bir yükümlülüktür.Sadaka: Belirli zamanlarda ve özel durumlarda, insanın samimiyet ve sadakatini ortaya koyan mâli bir ibadettir. (Tevbe-103; Mücadele-12)Zekat; Başta tevbe ve pişmanlık olmak üzere, güzel ahlak ve sağlam bir iman ve Allah'a teslimiyetle her türlü şirk, küfür, nifak, cimrilik, kibir gibi, maddi ve manevi kirlerden arınmak demektir. Zekat: Mal, inanç, ahlak ve düşünce yani insanın nefsiyle ilgili bir temizlenme ve arınmadır.(Tevbe-103; Tâhâ-76; Fâtır-18; Necm-32; Âlâ-14; Leyl-18; Naziat-18)Zekâtın verilen bir şey değil, arındıran bir şey olduğunu şu iki âyet ortaya koyuyor."Ve seyücennebuhel etkâ- ellezi yü'ti méléhû yetezekké" "Arınmak için malını hayra veren takva sahipleri ondan (ateşten 🔥) kurtulur"En doğrusunu Allah bilir

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(163. YAZI)Kehf Süresi: 110 âyettir, Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Hamd, kuluna kitab'ı indiren ve onda hiçbir eğrilik kılmayan Allah'a özeldir (Hamd ile başlayan tüm süreler Mekke'de inmişlerdir. Hatta Teğabun süresi birinci âyeti hariç, içinde hamd kavramı bulunan bütün süreler Mekke'de nazil oldukları için anlamının içinde övgüden daha çok güç, hükümranlık ve kuvveti barındırmaktadır.) 2-) Onu kayyim (toplumu ayağa kaldıran bir kitab) olarak katından gelecek şiddetli azaba karşı uyarmak ve salih ameller işleyen müminlere kendileri için güzel mükafat bulunduğunu müjdelemek için indirdi. (Bu âyette uyarı ve ikazın sadece yüce Allah'tan indirilen vahiy'le yapıldığını anlıyoruz.) 3-) Onlar orada ebedî kalacaklarlardır.4-) Ve "Allah evlât edindi" diyenleri de uyarmak için.(Mekke müşrikleri böyle iddia ediyorlardı yani "Allah çocuk edindi" diyorlardı.) 5-) Ne onların (Allah evlât edindi, diyenlerin), ne de (din) atalarının bu konuda hiçbir ilmi yoktur. Ağızlarından çıkan bu söz büyük (bir günah) oldu! Yalandan başka bir şey konuşmuyorlar. 6-) Bu kitab'a iman etmiyorlar diye arkalarından esefle neredeyse kendini harap edeceksin.7-) Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini sınayalım diye yerde bulunan her şeyi kendine mahsus bir zinet yaptık.8-) Yani bununla beraber biz mutlaka oradaki her şeyi kupkuru bir toprak yapacağız.9-) (Ey Resül!) Yoksa sen, bizim âyetlerimizden (sadece) Kehf ve Rakîm sahiplerinin ibrete şâyan olduklarını mı sandın?10-) O (yiğit) gençler mağaraya sığınmışlar ve: Rabbimiz! Bize tarafından rahmet bağışla yani bizi, (şu) işimizde rüşd bilinciyle donat! demişlerdi.11-) Bunun üzerine biz de o mağarada onların kulaklarına nice yıllar (perde) vurduk (uykuya daldırdık.)12-) Sonra da iki guruptan (Ashâb-ı Kehf ile hasımlarından) hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık.13-) Biz sana onların haberlerini hak olarak anlatıyoruz. Onlar, Rablerine iman etmiş gençlerdi yani biz de onların hidayetini arttırdık.14-) Yani onların kalplerini rabt eyledik. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına ilâh olarak dua etmeyiz. Yoksa asılsız konuşmuş oluruz.15-) Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka ilâhlar edindiler. Hiç olmazsa bunlar aleyhinde açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah hakkında yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır?16-) (İçlerinden biri şöyle demişti:) "Madem ki siz onlardan ve onların Allah'tan başka tapmakta olduklarından uzaklaştınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden yaysın yani işinizde sizin için bir kolaylık sağlasın."17-)(Ey Nebi! orada bulunsaydın) güneşi görürdün: Doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi yani onlar (güneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir köşesinde (uyurlardı). İşte bu, Allah'ın âyetlerindendir yani kimin hidayetçisi Allah olursa, işte o, hidayete ulaşmıştır ve kim de hidayeti kaybederse artık onu hidayete ulaştıracak bir mürşid veli bulamazsın.18-) Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın yani onları sağa sola çevirirdik.Ve köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi. Eğer onların durumlarına muttali olsaydın için korku ile dolar gördüklerin yüzünden dönüp onlardan firar ederdin. 19-) Yani biz, aralarında birbirlerine sormaları için onları uyandırdık: İçlerinden biri: "Ne kadar kaldınız?" dedi. (Kimi) "Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık" dediler; (kimi de) şöyle dediler: "Rabbiniz, kaldığınız müddeti daha iyi bilir. Şimdi siz, içinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de, baksın, (şehrin) hangi yiyeceği daha temiz ise size ondan erzak getirsin ve dikkatli davransın (gizli hareket etsin) yani sakın sizi kimseye sezdirmesin."20-) "Çünkü onlar eğer varlığınızı öğrenirlerse, ya sizi recmederler veya kendi milletlerine iâde ederler ki, o zaman ebediyyen iflah olmazsınız."21-) Böylece (insanları) onlardan haberdar ettik ki, Allah'ın vâdinin hak olduğunu yani kıyametin şüphe götürmez olduğunu bilsinler. Hani onlar aralarında Ashâb-ı Kehfin durumunu tartışıyorlardı. Dediler ki: "Üzerlerine bir bina yapın. Rableri onları daha iyi bilir." Onların durumuna vâkıf olanlar ise: "Bizler, kesinlikle onların üzerine bir mescit yapacağız" dediler.22-)(İnsanların kimi:) "Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir" diyecekler; yine: "Beş kişidir; altıncıları köpekleridir" diyecekler. (Bunlar) gaybı taşlamak gibidir. (Kimileri de:) "Onlar yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir" derler. De ki: Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır. Öyle ise Ashâb-ı Kehf hakkında, delillerin açık olması haricinde bir münakaşaya girişme yani onlar hakkında (ileri geri konuşan) kimselerin hiçbirinden fetva isteme.23-) Ve hiçbir şey için "Bunu yarın yapacağım" deme.24-) Ancak Allah dilerse (yapacağım de) yani unuttuğun zaman Allah'ı zikret ve "Umarım Rabbim beni, rüşde daha yakın olana ulaştırır."de.25-) Yani onlar, mağaralarında üçyüz sene kadar kaldılar ve dokuz daha ziyade ettiler.26-) De ki: Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O'nun görmesi de, işitmesi de şâyanı hayrettir. Onların (göklerde ve yerde olanların), O'ndan başka bir velileri yoktur yani O, kendi hükmüne kimseyi şerik etmez.27-) Yani Rabbinin kitabı'ndan sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur yani O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın.28-) Ve sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte nefsinle sende sabret yani dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme ve kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız yani kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.29-) Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun. Biz, zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır yani imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek yani ne kadar kötü bir kalma yeridir!30-) İman edip de salih amellerde bulunanlar (bilmelidirler ki) biz, güzel ameller yapanların ecrini zâyi etmeyiz.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(162. YAZI)İsra Süresi 80-) Yani şöyle de: Rabbim! Gireceğim yere sıdk ile girmemi sağla ve çıkacağım yerden de sıdk ile çıkmamı sağla yani bana tarafından, yardım edici bir sultan kıl.81-) Yani de ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur.82-) Yani biz, Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir ve zalimlerin yalnızca husranlarını artırır.83-) Yani insanın üzerine nimeti serdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirir yani yan çizer ve ona bir de zarar ziyan dokunacak olsa iyice ye'se düşer.84-) Yani de ki: Herkes, kendi mizaç ve karakterine göre amel yapar. Bu durumda, Rabbiniz kimin yolunun hidayette olduğunu en iyi bilendir.85-) Ve sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir yani size (ondan) ancak az bir ilim verilmiştir.(Âyette bulunan ruh, vahyin iniş şeklidir. İnsanlarda var zannedilen ruh değildir. Çünkü insanda ruh diye bir şey yoktur. İnsanlar beden yani kabirde çüreyecek olan vucüt elbisesi, ruh olarak bilinen elektrik enerjisi ve nefisten oluşurlar. Ölüm anında elektrik kesilir, kabirde vucüt elbisesi yok olur, geriye sadece nefis kalır. Azap ve ödül alacak olan nefistir.) 86-) Eğer biz dilersek sana vahyettiğimizi gideririz; sonra bu durumda sen de bize karşı hiçbir koruyucu bulamazsın.87-) Ancak Rabbinin rahmeti (sayesinde Kur'an bâki kalmıştır). Çünkü O'nun sana olan fazileti çok büyüktür olmuştur.88-) De ki: Andolsun, bu Kur'an'ın bir benzerini getirmek için üzere insü cin bir araya toplansalar yani birbirlerine arka da olsalar, onun bir benzerini getiremezler.89-) Yani şüphesiz ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde tasrif ettik. Yine de insanların çoğu küfürden başkasını kabullenmediler.90-) Yani onlar: "Sen, dediler, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla iman etmeyeceğiz."91-) "Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül nehirler akıtmalısın."92-) "Yahut, iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın veya Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin."93-) "Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın yani bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla iman etmeyiz."De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer Resül'den başka bir şey değilim" (Yani ey Mekke müşrikleri! Bu istediğiniz şeyleri siz gerçekleştirebilir misiniz? O halde bir beşer olarak bunları bende gerçekleştiremem. Böyle şeyleri benden istemeyin.) 94-) Yani kendilerine hidayet geldiğinde, insanların (buna) iman etmelerini sırf, "Allah, Resül olarak bir beşeri mi gönderdi?" demeleri menetmiştir.95-) Deki: Eğer yerde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, Resül olarak bir melek gönderirdik.96-) De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah kâfidir. Zira O, kullarından haberdardır onları görmektedir.97-) Yani Allah kime (vahiy'le) hidayet verirse, işte hidayeti bulan odur ve kim de (vahiy) hidayetini kaybederse artık onlara, Allah'ın dununda veliler bulamazsın yani kıyamet gününde onları kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzükoyun haşrederiz. Onların kalacağı yer cehennemdir ki, ateşi yavaşladıkça onun alevini artırırız.(Hidayet bulmanın ve hidayete ulaşmanın tek yolu vahiy'dir. İster Nebi olsun, ister Resül olsun kim olursa olsun hiç kimse yüce Allah tarafından indirilen vahiy'den bağımsız olarak hidayeti bulamaz. Hidayetin tek kaynağı son vahiy olan Kur'an'dır.) 98-) Cezaları işte budur! Çünkü onlar, âyetlerimize kafir oldular yani "Sahi bizler, bir kemik yığını ve kokuşmuş toprak olduktan sonra yeni bir yaratılışla diriltileceğiz öyle mi?" demişlerdir.99-) Görmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah, kendilerinin benzerini yaratmaya da kadirdir yani Allah, onlar için bir vâde takdir etti. Bunda şüphe yoktur. Ama zalimler, küfürden başkasını kabullenmediler.(Âyetlere "görmediler mi" denmesinin sebebi, müşriklerin buna iman etmelerinden kaynaklanıyor. Yani müşrikler göklerin ve yerin Allah tarafından yaratıldıklarına iman ediyorlardı.) 100-) De ki: Rabbimin rahmet hazinesini eğer siz temellük etseydiniz, harcanır korkusuyla kıstıkça kısardınız yani insanın eli sıkıdır!101-) Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik. Haydi İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, "Ey Musa!senin sihirlenmiş olduğunu zannediyorum!" dedi. 102-) Musa Firavun'a: "Pek âlâ biliyorsun ki, bunları, birer basiret olmak üzere, ancak, göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de senin gerçekten mahvolmuş olduğunu zannediyorum!" dedi. 103-) Derken, Firavun onları ülkeden çıkarmak istemedi. Bu yüzden biz onu ve beraberinde olanların hepsini (denizde) boğduk.104-) Ve arkasından da İsrailoğullarına: "O topraklarda iskan edin! Ahiret vâdi tahakkuk edince, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz" dedik.105-) Ve biz bu Kur'an'ı hak olarak indirdik yani o hakkı getirdi yani seni (bir Resül olarak) ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.106-) Yani biz onu, Kur'an olarak, insanlara dura dura okuyasın diye (âyet âyet, sûre sûre) ayırdık yani onu peyderpey indirdik.107-) De ki: Siz ona ister iman edin, ister iman etmeyin; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kur'an) okununca, derhal secde ederlerdi. 108-) Yani derlerdi ki: Rabbimizi tesbih ederiz. Rabbimizin vâdi mutlaka yerine getirilir.109-) Yani (Kur'an okumak) onların haşyetlerini arttırmış bir şekilde ağlayarak yığılıp düşerlerdi. 110-) De ki: "İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O'na özeldir." Salâtında yüksek sesle okuma; onda sesini fazla da kısma yani ikisinin arasında bir yol tut.111-) "Çocuk edinmeyen, mülkte şeriki bulunmayan, âcizlikten ötürü bir veliye de ihtiyacı olmayan Allah'a hamdederim" de yani onu büyükle, büyüklükle an. (İsra Süresinin Sonu)

17 Mart 2022 Perşembe

RİSÂLE-İ NURDA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE  YALANLAR (22.YAZI )İsrailiyat, Hristiyanlık, eski İran inançları, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın kaynaklarından ne kadar uydurma ve hurafe varsa hepsini sanki Kur'an'ın âyetiymiş gibi eserine alan Said Nursi diyor ki:"Başta Ebu Nuaym Delâil-i Nübuvvette, (Nübüvvet'in delillerinde)  Ehli Hadis haber veriyorlar ki: Enes'in evindeki kuyuya, Resul'ü Ekrem (a.s.m) tüküruğünü içine atıp dua etmiş, Medine-i Münevvere'de en tatlı su o olmuş"(Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa-149)Cevap :En yüksek ahlak ve mükemmel edebi temsil eden Allah'ın Resul'ü Muhammed (a.s) böyle bir şeyi yapmaktan uzaktır.Kur'an'dan onun ahlak ve aklını bilen biri böyle cehalete değil iman, nefret edecektir.Said Nursi devamla diyorki: "İbni Mace (ehl-i sünnet dininin muhaddislerinden) haber veriyor ki, Ma'i zemzemden bir kova su Resul'ü Ekrem (a.s.m) a getirdiler.Bir parça ağzına aldı, kovaya boşalttı kova misk gibi rayiha (koku)  verdi" (a.g.e- Sayfa- 149)Şimdi size Said Nursi'nin kitabına aldığı uydurma bir rivayet geliyor ki biraz güleceksiniz.Diyor ki: "Ricalullah'tan (Allah'ın adamlarından)  ve İmam-ı Müslim ve Ulema-i Mağribin Mutemedi ve makbulü (Batının en güvenilir ve kabul edilen alimi ) olan Hammad İbn-i Seleme haber veriyor ki : Resul'ü Ekrem (a.s.m) deriden bir tuluk su doldurup ağzına üflemiş, dua etmiş, bağladı, bir kısım sahabeye verdi" ağzını açmayın, yalnız abdest aldığınız vakit açınız" demiş. Gitmişler, abdest almak vaktinde ağzını açmışlar.Görülüyor ki, halis bir süt, ağzında da kaymak yağ"(a.g.e- Sayfa- 149- Yeni Asya Yayınları )Cevap :Yani yalanın da bir ölçüsü, bir haddi hesabı olması lazım değil mi? Suyun süt olması uydurmacıları  kesmemiş, utanmazlar bir de süt'e yağ- kaymak bağlattırmışlar ve bu yalan rivayetler için Said Nursi diyor ki: "İşte bu beş cüz-ü bazıları meşhur, bazısı da mühim İmamlar naklediyorlar.Bunlar ve burada nakledilmeyenlerle mecmu-u (hepsi) manevi tevatür gibi bir mucizeyi mutlakanın tahakkukunu gösteriyorlar"(Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa-149)

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(161. YAZI)İsra Süresi 61-) Yani (bir zamanlar) meleklere: Âdem'e secde edin! demiştik. İblis'in dışında hepsi secde ettiler. İblis: "Ben, dedi, çamurdan yarattığına secde eder miyim!" 62-) Dedi ki: "Şu benim üstümde kerametli kıldığına bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamet gününe te'hir edersen, pek azı dışında, onun zürriyetini kendime bağlayacağım!"(Adem'in şeytanın üzerinde bir keramete yani üstünlüğe sahip olması onun akıl, yetenek, icad ve ilerleme kaydetmesiyle ilgilidir. Hem zihinsel şeytan hemde zihinsel şeytanların süret bulmuş hali olan din adamları insanları bu faziletlerden ve erdemlerden alıkorlar yani insanın maddi-manevi ilerlemesine engel olurlar.) 63-)(Allah) buyurdu: Git! Onlardan kim sana tâbi olursa, şüphesiz ki hepinizin cezası cehennemdir. Tam bir cezadır.64-) Onlardan gücünün yettiği kimseleri savtinle (sesinle kötülüklere) teşvik et; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vâdetmez.(Bu âyette anlatılan şeytan zihinsel şeytan değil, gerçek anlamda şeytanın kılığına girmiş, ete kemiğe bürünmüş, şeytanın süret almış hali olan din adamıdır. Bu âyette simgesel bir anlatım sanatı mevcuttur. Bu şeytanlarda gerçek bir iman yoktur. Sadece tâbilerinin akıllarını sihirleyici ses ve edebiyat yaparlar. Âyette geçen kötülükler şirktir. Suvariler, ileri gelen din anlatıcıları, yayalar ise, aldattıkları müritlerdir. Verdikleri vaad ise, yalan ve hayali cennetlerdir. Fakat hepsi çölde görülen serap gibi aldatmadan başka bir şey değildir. O da ancak âhirette belli olacaktır.) 65-) Şurası muhakkak ki, benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir saltanatın ve delilin olmayacaktır. (Onlara) vekil olarak Rabbin yeter.(İhlas, dinin Allah'a özel kılınması demektir. Yani dinde Kur'an'dan başka hiç bir kitap kabul etmeyen muhlis, başka kaynaklara iman eden müşrik oluyor.) 66-) (Kullarım!) Rabbiniz (öyle bir Rab) ki, faziletine nâil olmanız için denizde gemileri sizin için yüzdürendir. Doğrusu O, sizin için Rahim'dir.67-) Yani denizde başınıza bir musibet geldiğinde, O'ndan başka bütün dua edip yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında, yine O'ndan (kitabından) yüz çevirirsiniz yani insan çok nankördür.68-) O'nun, sizi kara tarafında yerin dibine geçirmeyeceğinden, yahut üzerinize kum savuran bir fırtına göndermeyeceğinden emin mi oldunuz? Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız.69-) Yahut O'nun, sizi bir kez daha oraya (denize) iadenizde üzerinize bir kasırga yollayarak, küfrünüzden dolayı sizi boğmayacağından emin mi oldunuz? Sonra, bundan dolayı kendinize (intikamınızı almak için) bizi arayıp soracak bir destekçi de bulamazsınız.70-) Yani andolsun ki biz, Âdemoğluna ikramda bulunduk yani onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık yani kendilerine güzel güzel rızıklar verdik yani onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden faziletli kıldık.(Şia ve Ehl-i Sünnette var olan "eşrefi mahlukat" söylemi, doğru değildir. Yani Âdemoğlu göklerde ver yerde bulunan her şeyden daha üstün ve değerli kılınmamıştır.? 71-) Her insan topluluğunu imamları ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin kitabı sağından verilirse, onlar, fitil kadar bir zulme uğramamış olarak kitablarını okuyacaklar.72-) Yani bu dünyada (hakka karşı) kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik en sapkın bir yoldadır. 73-)(Müşrikler,) sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi.74-)(Ey Nebi!) Eğer seni (vahyin üzerinde) sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin.75-) O zaman, hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık; sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.(Yukarıdaki üç âyet din ve iman olarak vahiy'den başka bir kaynağa azıcık meyledenlerin dünya ve âhirette başlarına gelecek olan felaketler anlatıyor. Yani âyetlerden anlayacağımız mezhep müşriklerinin yatacak yerleri yoktur. Özellikle 73.âyet hadisler şirkine dikkat çekmektedir. ) 76-) Yani onlar, seni o yerden (yurdundan) çıkarmak için nerdeyse yeri başına dar edeceler. Aslında onlar da, senin ardından pek az bir müddet kalırlar.77-) Senden önce gönderdiğimiz Resüllerimiz hakkındaki sünnet (kanun da) budur yani sünnetimizde hiçbir değişiklik bulamazsın.78-) Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) salât'ı ikâme et yani fecir Kur'an'ını (ihmal etme) Çünkü fecir Kur'an'ı (huzur ve dinginlik, algılama ve zihin açısından) şahitlidir.79-) Yani gecenin bir kısmında uyanarak, sana özel bir nafile olmak üzere (Kur'an'ı) teheccud et. (Böylece) Rabbin, seni,(sıkıntılardan sonra) övülecek bir konuma ulaştırsın.(Mekke'de inen sürelerde tekil olarak geçen tesbih, salât ve salat'ı ikâme ile ilgili bütün âyetler kelime kelimesine hepsi Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgilidir. Özellikle yalnız Nebi (a.s) ın Nübüvvet makamı ile ilgili olan gece ve fecir salât'ından tüm müminleri sorumlu tutmak ve insanları namaza kaldırmek tam bir cehalettir. Yani Hud 114; İsra-78, 79; Tâhâ 130 ve benzeri bütün salât âyetlerinin hepsi Mekki'dir ve hepsi sadece ve sadece Nebi (a.s) Nübüvvet makam ve mertebesi ile ilgilidir. Söz konusu âyetlerin iniş sebep ve hikmet de Müzzemmil süresinde çok açık bir şekilde açıklanmıştır. Dolayısıyla namaz gibi bir ibadet olmadığı gibi sabah namazı diye bir şey de yoktur. Namaza çağrı da sadece cuma namazı için meşru kılınmıştır.)

16 Mart 2022 Çarşamba

ISLAHAT VE SALÂTI İKAME (1)(31.YAZI) Islah, ıslahat, salih,sulh, salihât gibi kelimeleri sık sık duyuyoruz. İşte bu kelimeler salât'ı ikame etmenin (bağlantıyı ayakta tutmanın) önemli bir hedefini bize işaret ediyor. Islahı düzeltmek, ıslahatı düzeltme işleri, sulhu barış, salihi kendini düzeltip hayatına yansıtan barışçıl, salihâtı da tum varlıklara karşı görevini yerine getiren ameller olarak tanımlayabiliriz. Teşbihimize göre: Herkes çevrimiçinde size katılmasa bile onlarla birlikte yaşayabilmek için “kendinizi unutmadan” ve bozgunculuk çıkarmadan çevrenizi de ıslah etmeye ve bağlantısızlarla birlikte bile örnek olacak sâlihât işleri yapmaya başlamalısınız. Bizden beklenen budur: Fikirler ve bağlantılar farklı da olsa sulh’u (barışı) sağlamak. Arınmayla biraz benzeşse de burada bu arınmanın içinde ve çevresinde neler ve hangi tip davranışlar olduğunu da âyetlerle anlayacağız. Söyleyip bırakmayalım.Önce âyetlerde kelimeye nasıl bir anlam verilmiş ona bakalım.Islah’ın temeli olan “düzeltme” anlamını aşağıdaki âyetlerde açık biçimde görüyoruz. "… Şüphesiz Allah, ifsad edicilerin amellerini (ıslah etmez) düzeltmez, verimli bir sonuç elde edemezler"(Yunus-81) "…(Allah) iman edenlerin kötülüklerini örtüp-bağışlamış, durumlarını (ıslah etmiştir) düzeltmiştir"(Muhammed-2) (Allah) onları hidayete erdirecek ve durumlarını (ıslah edecek) düzeltecektir"(Muhammed-5) Yukarıdaki âyetler Allah’ın ıslahı “düzeltmesi” olarak alınır. Aslında her orijinal ve organik yapısıyla ıslah edilmiş olarak hayat bulur. Elbette ki esasta her şeyi düzelten de O’dur. Salât'ı ikâme çerçevesinde özne olarak kendimizi aldığımızda ise ıslahın hem bireysel hem de toplumsal bir faaliyet olduğunu görüyoruz: Bu kapsamda bireysel ıslahı gösteren âyetler vardır. İnsanların arasını ıslah etmeyi gösteren âyetler vardır. Toplumu ıslah etmeyi gösteren âyetler vardır. Ve ıslahı toplumsal sulha (barışa) çeviren âyetler vardır. Şimdi biz salât'ı ikâme etme sürecinde insanın kendisini düzeltmesi (ıslahı) ile ilgili âyetleri görerek devam edelim. "Ancak tevbe edenler, kendilerini ıslah edenler ve (indirileni vahyi gizlemeden) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim…" (Bakara-160) "Ancak tevbe edenler, kendilerini ıslah edenler, Allah'a (vahye) sığınanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah'a halis (özel) kılanlar başka…" Bunlar munafık olamazlar. (Nisa-146) "... Şu halde kim iman ederse ve (davranışlarını) ıslah ederse, artık onlar için korku yoktur yani onlar mahzun olmayacaklardır"(En'am-48) "… İçinizden kim cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder yani (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, Ğafur'dur, Rahim'dir. (En'am-54) "Ve kitaba sımsıkı tutunanlar yani salât'ı ikame edenler. Biz ıslah muslihlerin (düzeltenlerin) ecrini şüphesiz zayi etmeyiz" (Âraf-170) "… Eğer müminseniz artık Allah'a karşı takva sahibi olun yani aranızı ıslah edin (düzeltin) Allah'a yani elçisine itaat edin"(Enfal-1) "Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden yani ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra Ğafur'dur, Rahim'dir" (Nehl-119)Salât'ı ikame etme sürecinde kendisini düzeltip davranışlarına da bunu yansıtanlara salih insanlar diyoruz. Şimdi o âyetlerden bir örnek görmeden geçmeyelim. "O mihrapta ayakta böylece salât ederken, melekler ona seslendi: Allah seni Yahya ile müjdeliyor. O, Allah'tan olan bir kelimeyi doğrulayıcı; seyyid yani iffetli yani salihlerden bir nebidir"(Âli İmran-39) Peki, bu kendini ıslah edenler nasıl bir amelde bulunmaları gerekiyor? Önce kendi nefislerini düzelttiler, ya sonra? "Yeminlerinizi bahane ederek; erdemli olmanız yani takva sahibi olmanız yani insanların arasını düzeltmenize Allah'ı aracı kılmayın. Allah işitendir, bilendir"(Bakara- 224) Demek ki dinimizi ya da dini anlayışımızı bahane ederek (onlar bizden değil diyerek) başka insanların arasını düzeltmekten, barıştırmaktan kaçınmamamız gerekiyor. Her yönümüzle erdemli ve güvenilir insanlar olmak durumundayız. "(Kadın ile kocanın) Aralarının açılmasından korkarsanız, bu durumda erkeğin ailesinden bir hakem, kadının da ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar, (arayı) düzeltmek (ıslah) isterlerse, Allah da aralarında bir muvaffakiyet sağlar. Şüphesiz, Allah, bilendir, haberdar olandır"(Nisa-35) Demek ki sosyal hayatın her alanında ıslah edici yani barışçı insanlar olarak aktif rol almalıyız. "Onların gizlice söyleşmelerinin çoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka vermeyi veya mârufu ya da insanların arasını düzeltmeyi emredenlerin konuşmaları başkadır. Kim Allah'ın rızasını isteyerek böyle bir şey yaparsa, artık ona azim bir mükafat vereceğiz"(Nisa-114)Mücadele süresinde olduğu gibi yukarıdaki âyette de dedikodunun insanların arasını açmada ne kadar kötü bir ahlak olduğunu işaret ediyor. Salât'ı ikame edenlerin işi ise dedikoduyu yaymak değil, araları bozulan insanların ve toplumların arasını ıslah etmektir. "İman edenlerden iki topluluk çarpıştırılacak olursa, aralarını ıslah edin. Şayet biri diğerine bağiy (üstünlük) iddia edecek olursa, artık bağiy'de bulunanla, Allah'ın emrine geçinceye kadar savaşın. Eğer sonunda geçerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever" (Hucurat-9) Arabuluculuk demek oluyor ki ıslahtır ve salât'ı ikame eden kişiler için önemli bir görev ve büyük bir erdemdir. "Şüphesiz müminler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını (ıslah edin) düzeltin yani Allah'tan korkun. Umulur ki rahmet edilirsiniz"(Hucurat-10)

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(141. YAZI)İsra Süresi 31-) Yani geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Onları da, sizi de biz rızıklandırıyoruz. Onların canına kıymak gerçekten büyük bir suçtur.32-) Ve zinaya yaklaşmayın.Zira o, bir fahişeliktir yani kötü bir yoldur.33-) Ve haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın haram kıldığı cana kıymayın yani bir kimse zulmen öldürülürse, onun velîsine (hakkını alması için) yetki verdik. Ancak bu velî de kısasta ileri gitmesin. Zaten (kendisine bu yetki verilmekle) ona, (gereken) yardım yapılmıştır. 34-) Ve yetimin malına, olgunluk çağına erişinceye kadar, ancak en güzel bir şekilde yaklaşın yani ahdinize vefa gösterin. Çünkü ahid, sorumluluğu gerektirir.35-) Ve ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün yani doğru terazi ile tartın. Bu, daha hayırlı yani daha güzel bir sonuçtur. 36-) Ve hakkında ilmin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.37-) Ve yerde böbürlenerek yürüme! Çünkü sen ne yeri yarabilir ne de boyca dağlara erişebilirsin. 38-) Bütün bunlar, Rabbinin indinde kötü mekrüh olan şeylerdir. 39-) (Ey Nebi!) İşte bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdir yani sakın Allah ile birlikte başka ilâh edinme; sonra kınanmış ve (Allah'ın rahmetinden) uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.40-) (Ey müşrikler!) Rabbiniz, erkek çocukları sizin için ayırdı da yani kendisi de meleklerden kız çocuklar mı edindi! Gerçekten siz, (vebali) çok azim bir söz söylüyorsunuz.41-) Ve andolsun ki biz, tezekkür etmeleri için bu Kur'an'da (çeşitli ikaz ve ihtarları) türlü şekillerde tasrif ettik. Fakat bu, onların nefretlerini arttırmaktan başka hiç bir işe yaramadı. 42-) De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilâhlar bulunsaydı, o takdirde bunlar, Arş'ın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı.Kıraat Farklılığı Âyette bulunan "kemé yekulune" "söyledikleri gibi" kelimesi, "kemé tekulune" (ey müşrikler!) "söylediğiniz gibi" olarak da okunmuştur. Bu okuyuşa göre âyetin meâli şöyle oluyor. "De ki: (Ey müşrikler!) Eğer söylediğiniz gibi Allah ile birlikte başka ilâhlar bulunsaydı, o takdirde bunlar, Arş'ın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı. Yani "onu yenip yerine geçmek için" demek isteniyor. Birinci okuyuş müşriklerin giyabında ifade edilirken, ikinci okuyuş müşriklerin yüzüne karşı yapılıyor. İkinci okuyuş daha tesirli oluyor) 43-) Allah, onların söyledikleri şeylerden münezzehtir; son derece yücedir, büyüktür.44-) Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder yani O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur yani siz, onların tesbihini tefekküh edemezsiniz. O, Halîmdir, Ğafur'dur. (Tesbih, yaratılan her şeyin üzerine düşen görevi yerine getirmesi anlamına geliyor. Yani yüce Allah'ın ona yüklemiş olduğu görevi aksatmadan yerine getirir. Kanun ve yasası demektir. Ancak insan hariçtir. Çünkü insan sınama gereği özgür bir iradeye sahip kılınmıştır.) 45-) Ve biz, Kur'an okuduğun zaman, seninle ahirete inanmayanların arasına mestur bir hicâb kılarız.46-) Yani onu anlamamaları için kalplerine bir kapalılık yani kulaklarına bir ağırlık kılarız yani sen, Kur'an'da Rabbinin birliğini zikrettiğinde onlar, nefret eder bir vaziyette, gerisin geri dönüp giderler.47-) Biz, onların seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini yani kendi aralarında fısıldaşırlarken de o zalimlerin: "Siz, sihirlenmiş bir adamdan başkasına tâbi olmuyorsunuz!" dediklerini çok iyi biliriz.48-)(Ey Nebi!) Bir bak; senin için ne türlü darbı meseller yapıyorlar! Bu yüzden, (öyle bir) saptılar ki, artık (doğru) yola dönmeye güçleri yetmemektedir. 49-) Yani onlar dediler ki: Sahi biz, bir kemik yığını yani kokuşmuş bir toprak olmuş iken, yepyeni bir hilkatte (yaratılış ile) diriltileceğiz, öyle mi! 5-) De ki: "İster taş olun, ister demir"51-) Veya aklınıza (yeniden dirilmesi) imkânsız gibi görünen herhangi bir yaratık! (Bunlar, Allah'ın sizi yeniden diriltmesini imkansız kılmaz.) Diyecekler ki: "Bizi tekrar (hayata) kim döndürecek?" De ki: Size ilk kez fıtratınızı veren. Bunun üzerine onlar sana (alaylı bir tarzda) başlarını sallayacak, yani "O ne zamanmış?" diyecekler. De ki: Yakında olacaktır!52-) O gün (Allah) sizi dâvet eder. Kendisine hamdederek (ister istemez) icâbet edersiniz yani çok az kaldığınızı zannedersiniz.(İnsanlar ne zaman olürlerse ölsünler kabirde bir an, göz açıp kapayıncaya kadar kalırlar.) 53-) Yani kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.54-) Rabbiniz, sizi en iyi bilendir. Dilerse size merhamet eder; dilerse size azap eder yani biz, seni onların üzerlerine bir vekil olarak göndermedik.55-) Yani Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir yani andolsun ki biz, Nebilerin bazısını bazısına farklı kıldık ve Davud'a da Zebur'u verdik.56-) (Ey Resül!) de ki: "Allah'ın dununda (yanında-yöresinde-astında) (ilâh olduğunu) ileri sürdüklerinize dua edin. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı kaldıramazlar yani durumunuzu (kötüden, güzel olana) değiştiremezler" 57-) Onların dua ettikleri ( bu varlıklar) Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar yani O'nun rahmetini umarlar yani azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınılacak bir azaptır.58-) Yani ne kadar ülke varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helâk edecek veya en şiddetli bir şekilde azaplandıracağız. Bu, kitap'ta yazılıdır.59-) Yani bizi, âyetler (mucizeler) göndermekten meneden tek şey, öncekilerin bu âyetleri yalanlamış olmalarıdır yani Semûd'a dişi deveyi mubsireten (aydınlatıcı delil) olarak vermiştik. Onlar ise, buna zulmettiler yani biz âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.60-) Yani sana: Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır, demiştik. Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'an'da lânetlenen ağacı yani ancak insanları fitne (sınama) için meydana getirdik. Biz onları korkuturuz da, bu onlara, büyük bir taşkınlıklarını arttırmaktan başka bir şey sağlamaz.

15 Mart 2022 Salı

ISLAHAT VE SALÂTI İKAME (1)(31.YAZI) Islah, ıslahat, salih,sulh, salihât gibi kelimeleri sık sık duyuyoruz. İşte bu kelimeler salât'ı ikame etmenin (bağlantıyı ayakta tutmanın) önemli bir hedefini bize işaret ediyor. Islahı düzeltmek, ıslahatı düzeltme işleri, sulhu barış, salihi kendini düzeltip hayatına yansıtan barışçıl, salihâtı da tum varlıklara karşı görevini yerine getiren ameller olarak tanımlayabiliriz. Teşbihimize göre: Herkes çevrimiçinde size katılmasa bile onlarla birlikte yaşayabilmek için “kendinizi unutmadan” ve bozgunculuk çıkarmadan çevrenizi de ıslah etmeye ve bağlantısızlarla birlikte bile örnek olacak sâlihât işleri yapmaya başlamalısınız. Bizden beklenen budur: Fikirler ve bağlantılar farklı da olsa sulh’u (barışı) sağlamak. Arınmayla biraz benzeşse de burada bu arınmanın içinde ve çevresinde neler ve hangi tip davranışlar olduğunu da âyetlerle anlayacağız. Söyleyip bırakmayalım.Önce âyetlerde kelimeye nasıl bir anlam verilmiş ona bakalım.Islah’ın temeli olan “düzeltme” anlamını aşağıdaki âyetlerde açık biçimde görüyoruz. "… Şüphesiz Allah, ifsad edicilerin amellerini (ıslah etmez) düzeltmez, verimli bir sonuç elde edemezler"(Yunus-81) "…(Allah) iman edenlerin kötülüklerini örtüp-bağışlamış, durumlarını (ıslah etmiştir) düzeltmiştir"(Muhammed-2) (Allah) onları hidayete erdirecek ve durumlarını (ıslah edecek) düzeltecektir"(Muhammed-5) Yukarıdaki âyetler Allah’ın ıslahı “düzeltmesi” olarak alınır. Aslında her orijinal ve organik yapısıyla ıslah edilmiş olarak hayat bulur. Elbette ki esasta her şeyi düzelten de O’dur. Salât'ı ikâme çerçevesinde özne olarak kendimizi aldığımızda ise ıslahın hem bireysel hem de toplumsal bir faaliyet olduğunu görüyoruz: Bu kapsamda bireysel ıslahı gösteren âyetler vardır. İnsanların arasını ıslah etmeyi gösteren âyetler vardır. Toplumu ıslah etmeyi gösteren âyetler vardır. Ve ıslahı toplumsal sulha (barışa) çeviren âyetler vardır. Şimdi biz salât'ı ikâme etme sürecinde insanın kendisini düzeltmesi (ıslahı) ile ilgili âyetleri görerek devam edelim. "Ancak tevbe edenler, kendilerini ıslah edenler ve (indirileni vahyi gizlemeden) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim…" (Bakara-160) "Ancak tevbe edenler, kendilerini ıslah edenler, Allah'a (vahye) sığınanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah'a halis (özel) kılanlar başka…" Bunlar munafık olamazlar. (Nisa-146) "... Şu halde kim iman ederse ve (davranışlarını) ıslah ederse, artık onlar için korku yoktur yani onlar mahzun olmayacaklardır"(En'am-48) "… İçinizden kim cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder yani (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, Ğafur'dur, Rahim'dir. (En'am-54) "Ve kitaba sımsıkı tutunanlar yani salât'ı ikame edenler. Biz ıslah muslihlerin (düzeltenlerin) ecrini şüphesiz zayi etmeyiz" (Âraf-170) "… Eğer müminseniz artık Allah'a karşı takva sahibi olun yani aranızı ıslah edin (düzeltin) Allah'a yani elçisine itaat edin"(Enfal-1) "Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden yani ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra Ğafur'dur, Rahim'dir" (Nehl-119)Salât'ı ikame etme sürecinde kendisini düzeltip davranışlarına da bunu yansıtanlara salih insanlar diyoruz. Şimdi o âyetlerden bir örnek görmeden geçmeyelim. "O mihrapta ayakta böylece salât ederken, melekler ona seslendi: Allah seni Yahya ile müjdeliyor. O, Allah'tan olan bir kelimeyi doğrulayıcı; seyyid yani iffetli yani salihlerden bir nebidir"(Âli İmran-39) Peki, bu kendini ıslah edenler nasıl bir amelde bulunmaları gerekiyor? Önce kendi nefislerini düzelttiler, ya sonra? "Yeminlerinizi bahane ederek; erdemli olmanız yani takva sahibi olmanız yani insanların arasını düzeltmenize Allah'ı aracı kılmayın. Allah işitendir, bilendir"(Bakara! 224) Demek ki dinimizi ya da dini anlayışımızı bahane ederek (onlar bizden değil diyerek) başka insanların arasını düzeltmekten, barıştırmaktan kaçınmamamız gerekiyor. Her yönümüzle erdemli ve güvenilir insanlar olmak durumundayız. "(Kadın ile kocanın) Aralarının açılmasından korkarsanız, bu durumda erkeğin ailesinden bir hakem, kadının da ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar, (arayı) düzeltmek (ıslah) isterlerse, Allah da aralarında bir muvaffakiyet sağlar. Şüphesiz, Allah, bilendir, haberdar olandır"(Nisa-35) Demek ki sosyal hayatın her alanında ıslah edici yani barışçı insanlar olarak aktif rol almalıyız. "Onların gizlice söyleşmelerinin çoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka vermeyi veya mârufu ya da insanların arasını düzeltmeyi emredenlerin konuşmaları başkadır. Kim Allah'ın rızasını isteyerek böyle bir şey yaparsa, artık ona azim bir mükafat vereceğiz"(Nisa-114)Mücadele süresinde olduğu gibi yukarıdaki âyette de dedikodunun insanların arasını açmada ne kadar kötü bir ahlak olduğunu işaret ediyor. Salât'ı ikame edenlerin işi ise dedikoduyu yaymak değil, araları bozulan insanların ve toplumların arasını ıslah etmektir. "İman edenlerden iki topluluk çarpıştırılacak olursa, aralarını ıslah edin. Şayet biri diğerine bağiy (üstünlük) iddia edecek olursa, artık bağiy'de bulunanla, Allah'ın emrine geçinceye kadar savaşın. Eğer sonunda geçerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever" (Hucurat-9) Arabuluculuk demek oluyor ki ıslahtır ve salât'ı ikame eden kişiler için önemli bir görev ve büyük bir erdemdir. "Şüphesiz müminler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını (ıslah edin) düzeltin yani Allah'tan korkun. Umulur ki rahmet edilirsiniz"(Hucurat-10)

SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (12.YAZI) Kur'an'da bununla ilgili hiçbir işaret olmamasına rağmen, mezhep imamları bakın namaz kılmayanlarla ilgili nasıl bir ictihatta bulunmuşlar. Hanefi Mezhebine Göre:"Tembellik sebebiyle namazını kılmayan kişi fasık olup, böyle bir kişi hapsedilir ve namazı kılıp tevbe edinceye kadar vücudundan kan akacak şekilde dövülür. Ya tevbe edip namazını kılar yahut hapishanede ölür. Ramazan orucunu terk eden kimse de bunun gibidir. Bunların dayandıkları delil:Nebi (Aleyhisselam)'ın şu hadisidir."Müslüman bir kimsenin kanı ancak üç şey sebebiyle helal olur: Zina eden dul, cana karşı can, dinini terk edip cemaatten ayrılan kişi (murted)"( Buhari Müslim) Hanefiler buna şunu da ilave etmişlerdir. Namaz kılan kimsenin müslüman olduğuna ancak dört şart ile hüküm verilebilir:"Namazı vakti içinde kılmak, cemaatle kılmak, yahut vakti içinde ezan okumak, yahut bir secde ayeti okununca bunu duyduğu zaman tilavet secdesi etmek" (ed- Durrul Muhtar, 1,326, Merakil Felah, 6)Hanefiler Dışında Kalan Diğer Mezhep İmamlarına Göre: "Bir vakit de olsa, özürsüz olarak namazı terk eden kimse mürted de olduğu gibi, üç gün tevbeye çağırılır. Tevbe etmezse öldürülür"Maliki ve Şafiilere göre ceza olarak (hadden) öldürülür, kafir olduğu için öldürülmez. yani bu kişinin kafir olduğu ile hüküm verilmez"( el kavaninul fıkhiyye, 42, Bidayetul müctehid, 1,87, eş-Şerhus Sağir, 1,238, Mugnil muhtac, 1,327, el muhazzeb, 1,51, keşşaful kına, 1,263, el Muğni, 2, 442)Hanbeli mezhebinin imamı Ahmet Bin Hanbel şöyle demiştir. Namaz kılmayan kafir olduğu için öldürülür. Çünkü Nebi ( Aleyhisselam) Şöyle buyurmuştur. "Kişi ile küfür arasındaki fark namazı terk etmektir"( Buhari, Ebu Davud, Tirmizi, İbni mace, Dolayısıyla bu hadis namazı kılmayanın küfrü gerektiren hususlardan olduğuna delil teşkil etmektedir. Yukarıdaki hadisin bir benzeri de Büreyde hadisidir." Bizim ile sizin aranızdaki ahit namazdır. Namaz kılmayan kafir olur"( Bu hadisi beş hadis imamı Buhari, Müslim, Ebu Davut, İbni mace, Tirmizi ile ibni Hibban ve Hakim rivayet etmiştir) Bu hadis de namaz kılmayanın kâfir olduğuna delalet eder. İmamı Şevkani bu görüşü tercih ederek şöyle demiştir." Gerçek olan, namazı kılmayanın kafir olduğudur. Namaz kılmayan kafir olduğu için öldürülür"(İslam fıkhı ansiklopedisi, Prof. Dr. Vehbe Zuheyli, 1. Cilt, sayfa, 387, 388)CEVAP:Ehli sünnet âlimleri bütün ictihatlarını hadislerin üzerine bina etmişlerdir. Halbuki Kur'an'a inanıp Allah'ın kitabına güvenmiş olsalardı dinde hiç bir zorlamanın olmadığını göreceklerdi."Dinde zorlama yoktur,,,"(Bakara, 256)(Ey Resul! ) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?"(Yunus, 99) Bu konuda âyet çoktur. Allah'ın yaratmış olduğu kainatta en önemli haklardan bir tanesi canlı varlıkların hayat hakkıdır. Hayat hakkının korunması ile alakalı Kur'an'da birçok emirler vardır. Yani insanın hayat hakkına bazı durumlar dışında asla son verilemez. MESELA,"Haklı bir sebep(savaş, kısas, hata) olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı cana kıymayın"( İsra, 33 )MESELA,"Kim, bir cana ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın haksız yere bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur"(Maide, 32) MESELA,"Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır"( Nisa, 93) Yani kesin bir hüküm olarak Kur'an'da yer almadığı halde, bununla alakalı Kur'an'da en ufak bir işaret ve ima dahi bulunmadığı açık olarak ortada iken,"Namaz kılmayan, zina eden evli ve dul, dinden dönen öldürülür" hükmü nasıl verilebilir? Hatta Kur'an'da bunun tam tersi hükümler var olduğu halde, MESELA,"... Sizden kim, dininden döner ve kafir olarak ölürse, onların yaptıkları ameller dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktir ve onlar orada devamlı kalırlar"( Bakara, 217)Yukarıdaki âyette dinden dönenlere Allah tarafından eceliyle ölünceye kadar hayat hakkı verildiği açık olarak görülüyor.Şu anda on kişiyle beraber kulaktan kulağa oyunu oynasak, son kişiden kelime telâffuzu çoğunlukla farklı çıkacaktır. Hele ki bir de zamandan zamana kulaktan kulağa olursa bu değişimin delili daha da belirgin hâle gelir. Bunu da geçelim. Yüce Allah dinini itikat, iman, güzel ahlak ve ibadet olarak tamamlayarak göndermiştir. Yani dinde Nebi dahil hiç kimseye söz söyleme yetkisi vermemiş ve ihtiyaç bırakmamıştır. Dolayısıyla bir fiilin, amelin ve sözün Nebi'den geldiğini yüzde yüz bilsek dahi dini açıdan hiç bir şey ifade etmeyecektir. Yüce Allah İbrahim, İsmail, İshak ve Yakub gibi Nebilerde söz ettikten sonra aynen şöyle buyuruyor. "Onlar geçmiş birer ümmetti, onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz" (Bakara-134, 141)

RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR (21. YAZI )Yirminci asırda ilkel bir inanca ve gerici bir düşünceye sahip olan Said Nursi, Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediyesinde diyor ki:  Resul'ü Ekrem (a.s.m) Hz.Halid İbni Velid'e (Seyfullah) bir kaç saçını verip, nusretine (yardım olunacağına) dua etmiş, Hz. Halid, o saçları külahında hıfzetmiş, işte o saç ve duanın bereketi hürmetine, hiç bir harbe girmemiş, illa muzaffer çıkmış"(Sayfa-148)Cevap :Şii ve Sünni muhaddisler uydurma yarışında birbirlerinden çok etkilenmişlerdir.Şia, Ehli Beyt (Ali, Fatma, Hasan, Hüseyin) ve on iki imam'ın fazileti ile ilgili binlerce hadis uydurmaya başlayınca, Ehli Sünnet'de, Ebubekir, Ömer, Osman, Aişe, Hafsa ve diğer sahabelerle alakalı binlerce hadis uydurdular .Ehli Sünnet muhaddisleri, neredeyse Şia'nın kötülediği her şahsiyetin lehinde onu yücelten uydurmalarda bulunmuştur.Şia'nın muhaddisleri de, Ehl-i Sünnet muhaddislerinin övdüğü ve yücelttiği kimseleri alçak gösteren ve cehennemlik olduklarını ortaya koyan hadisler uydurmuşlardır.İşte Ehl-i Sünnet'te "Halid bin Velid sevgisi ve hayranlığı"  "Ali'nin kahramanlığı ve Allah'ın aslanı" söylemine karşı uydurulmuş bir yalandır.Said Nursi devamla diyorki : Selman-ı Farisi, evvelce Yahudilerin abdiymiş, (kölesiymiş) onun seyyidleri,(efendileri) onu azad etmek için çok şeyler istediler "üç yüz hurma fidanını dikip meyve verdikten sonra, kırk okkiye altın vermekle azad edilirsin" dediler.Resül'ü Ekrem (a.s.m) a geldi, beyanı hal etti.(durumu anlattı) Resül'ü Ekrem( a.s.m) kendi eliyle, Medine  civarında üç yüz fidanı dikti.Yalnız bir tanesini başkası dikti,o sene zarfında Resul'ü Ekrem (a.s.m) ın diktiği bütün fidanlar meyve verdi, yalnız bir tek başkası dikmişti o tek, meyve vermedi. Resül'ü Ekrem (a.s.m) onu çıkardı yeniden dikti, o da meyve verdi. Hem tavuk yumurtası kadar bir altını, ağzının tüküruğünü ona sürdü, dua etti,Selmanı Farisi'ye verdi. Dedi" Git ,Yahudilere ver"Selmanı Farisi gidip o altından kırk okkiyeyi onlara verdi.O tavuk yumurtası kadar olan altın, eskisi gibi baki kaldı.(Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye,  Sayfa-148)Cevap :Said Nursi'nin kitabına aldığı bu yalan rivayetler tek bir şey için faydalı olur, çocukları yatırırken masal niyetine mışıl mışıl uyumalarını sağlamak.Allahın elçisinin tüküruğü bile sürülse yumurta kadar bir altın kırk okkiye olur mu?Bu uydurma ile ilgili Said Nursi diyor ki "İşte şu vakıa Hz.Selmanı Farisi Pak'in sergüzeşti hayatının en mühim bir hadise-i mucize karinesidir.Muteber (itibarlı)  ve mevsuk (sağlam)  imamlar haber vermişler" (Sayfa- 148 )Said Nursi yüce Allah'ın mübarek ve muazzez dinini oyun ve eğlenceye çeviren, hanif İslam dinini aklını kullananlar nezdinde maskaraya çevirmiş şizofrenik bir kafa yapısına sahipti. Said Nursi bu kafa yapısıyla âhirette mazur bile olabilir. Fakat ona bir rab gibi bağlı olan ve kitabına Kur'an'dan daha fazla bağlı olan, âdeta ona kulluk eden milyonlarca insan ne yapacak?

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(160. YAZI)İsra Süresi 9-) Şüphesiz ki bu Kur'an en kıvamlı yola hidayet eder yani salih amellerde bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.10-) Ve âhirete iman etmeyenlere gelince, onlar için de elem verici bir azap hazırlamışızdır.11-) Yani insan hayrı davet ettiği kadar şerri de davet eder yani insan pek acelecidir!12-) Ve biz, geceyi ve gündüzü iki âyet (delil) kıldık. Nitekim, Rabbinizin nimetlerini araştırmanız, ayrıca, yılların sayı ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip (yerine, eşyayı) aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik yani biz, her şeyi açık açık tafsil ettik.13-) Yani biz, her insanın tâirehu (amelini- kaderini) kendi boynuna bağladık yani insan için kıyamet gününde, açılmış olarak (yaptıklarını) önüne neşredilecek (menşuran) bir kitap çıkarırız.14-) Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.15-) Kim (vahyin) hidayet yolunu seçerse, ancak kendi nefsinin hidayetini seçmiş olur yani kim de (vahyin hidayetinden) saparsa, kendi nefsinin aleyhine sapmış olur yani hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üslenmez yani biz, bir Resül (vahiy-Resül) göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.(Tebliğ kavramı, Kur'an'da vahiy ve Resül bağlamında kullanılılır. Aslında vahyin kendisi hem beyan'dır hemde belâğ'dır. "Resül göndermeden azap etmeyiz" demek, vahiy göndermeden azap etmeyiz demektır.Resül ile vahiy aynı şeydir. Tebliğ, Nebi bağlamında kullanılmaz.) 16-) Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına (salih amellerde bulunmalarını) emrederiz; buna rağmen onlar orada fasıklık yaparlar. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz.17-) Yani Nuh'tan sonraki asırlarda nicelerini helâk ettik yani kullarının günahlarını bilen ve gören olarak Rabbin yeterlidir.18-) Her kim bu acele geçen (dünyayı) dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız.19-) Ve kim de ahireti ister yani bir mümin olarak ona yaraşır bir emek ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları meşkürdür. (şükre şâyan görülmüştür) 20-) Hepsine, onlara da bunlara da (dünyayı isteyenlere de ahireti isteyenlere de) Rabbinin vergisinden (istediklerini önlerine) sereriz yani Rabbinin vergisi (kullarına) kısıtlanmış değildir. 21-) (Ey Nebi!) Bir bak, biz insanların kimini kiminden nasıl üstün (farklı) kılmışızdır yani elbette ki âhiret, dereceler ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.22-) (Ey Nebi!) Sakın Allah ile beraber bir ilâh tanıma! Sonra kınanmış ve kendi başına terkedilmiş olarak oturur kalırsın.23-) Yani Rabbin, sadece kendisine ibadet etmenizi ve ana-babanıza da güzellikle davranmanızı kesin bir şekilde karara bağladı. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında büyüklük çağına ulaşırsa, kendilerine "öf!" bile deme yani onları azarlama yani her ikisine de güzel söz söyle.24-) Yani onları merhametten gelen alçakgönüllülük kanatlarını üzerlerine ger yani "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl terbiye edip büyütmüşlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!" de. 25-) Rabbiniz sizin nefislerinizde olanı çok iyi bilir. Eğer siz salih olursanız, şunu bilin ki Allah, boyun bükerek (vahye) yönelenlere karşı Ğafur'dur. 26-) Ve akrabaya, yoksula, yol evladına hakkını ver yani gereksiz yere de saçıp savurma.27-) Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.28 -) Ve (Eğer elinin dar olması sebebiyle) Rabbinden umduğun bir rahmeti, beklerken o hak sahiplerine şimdilik ilgi gösteremiyorsan, hiç olmazsa onlara gönül alıcı bir söz söyle.29 -) Ve sakın elini boynuna kilitleyip asma onu büsbütün de açıp saçma. Sonra (bakmakla yükümlü olduğun kimseler tarafından) kınanmış mahsur (pişman) bir durumda oturur kalırsın.30-) Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine miktarında verir. Şüphesiz ki O, kullarından haberdar olandır, onları görendir.

14 Mart 2022 Pazartesi

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(158. YAZI)İsra Süresi: Mekke'de inmiştir. 111 Âyettir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu gizlice mescid-i harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız mescid-i aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.2-) Yani biz, Musa'ya kitab'ı verdik yani İsrailoğullarına: "Benim dunumda(yanımda- astımda- yöremde) başkasını vekil edinmeyin" diyerek bu kitab'ı bir hidayet kıldık.3-) (Musa) Nuh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin zürriyetindendi! Şunu bilin ki (Musa), şükreden bir kul idi.İSRA BİRİNCİ ÂYET KİMİN HAKKINDADIR? Bu konuda iki ihtimal ön plana çıkıyor. "Bir kısım âyetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüten O (Allah) yücedir. Şüphesiz O, işitendir, görendir. Evet bu gizli gece yürüyüşünü yapan Muhammed (a.s) mı yoksa Musa (a.s) mı? İsra birinci âyeti Nebi (a.s) a atfedilen Miraç hadisesi için Kur'an’da delil gösterilen tek âyettir. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da maalesef ön yargılı çeviriler ve meallendirmeler bizi yanlış sonuçlara ulaştırıyor. Bu âyette miraç hadisesi gibi bir olaydan bahsedilmemekle beraber anlatılan olayın son Nebi ile yakından uzaktan bir alakası yoktur. Söz konusu gece gizli yürüyüşün Kâbe, Mekke ve Kudüs’le de bir alakası yoktur. Şii ve Sünni din adamlarının miraç olarak inandıkları bu gece yürüyüşü Musa (a.s) a aittir. Taraflı ve geleneksel ön kabullerden arınmış olarak bu âyetin bağlam ve bütünlüğüne bir bakalım. Âyette geçen “bir kısım" "âyât" (âyetler) "abdihi" (kulunu), "leylen" (gece), mescidi haram, "esra" (gece gizli yürüyüş), "bérakné" mübarek kıldığımız)," mescidi aksa” tabirleri aklımızda kalsın. "Yani Musa’ya kitap verdik ve “Benden başka (yanımda-astımda-yöremde) vekil edinmeyin” diye onu İsrailoğullarına hidayet edici kıldık" (İsra-2)İsra ikinci âyetin başında bulunan "ve" edatı, "yani" anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ikinci âyet birinci âyetin devamıdır. Bu âyette Musa (a.s) dan söz ediliyor ve eğer birinci âyetteki gerçekten Muhammed (a.s) ise o âyet bağlam ve bütünlükten kopuyor ve tek başına kalıyor. Bu Kur'an'da başka yerde görmediğimiz bir durumdur."(Musa) Nuh ile birlikte taşıttığımız kimselerin zürriyetindendi; o şükreden bir kuldu" (İsra-3) Gördüğümüz gibi bu âyetteki "abdihi" (kulunu) kelimesi de Musa (a.s) için kullanılıyor. İsra 4.âyetten itibaren İsrailoğulları ile ilgili kıssa anlatılmaya devam ediliyor. Kur'an’ı açıp okuyun; konu tamamen Allah'ın Resülü Musa ve İsrailoğulları ile ilgilidir. Şimdi Musa (a.s) ile ilgili Neml süresindeki âyetlere yakından bakalım. "Hani Musa ehline: Şüphesiz ben bir ateş gördüm demişti. Size ondan ya bir haber veya ısınmanız için bir kor ateş getireceğim"(Neml-7) Musa (a.s) ın bu gece yürüyüşünü hepimiz biliyoruz.Ve Musa(a.s) ateşe doğru yaklaşır. Âlemlerin Rabbi olan yüce Allah Kur'an’da başka hiçbir yerle irtibatı olmayan ve çözülemeyen bir âyeti (İsra-1) gönderip de oradaki gece yürüyüşünü eksik ve açıklamaksızın bırakır mı? "Oraya geldiğinde şöyle seslenildi: Ateşin bulunduğu yerdeki ve çevresindekiler mübarek kılınmıştır! Âlemlerin Rabbi olan Allah eksikliklerden münezzehtir!" (Neml-8) “Ateşin bulunduğu yer ve çevresindekilerin mübarek kılınması” tabirini İsra 1.âyet ile bağdaştıramaz mıyız? İsra 1.âyette bulunan “mübarek kılınan” yerle burası aynı olamaz mı? Konu zaten Musa (a.s) değil mi? "Ey Musa! Gerçekten ben Aziz, Hakim olan Allah’ım"(Neml-9)Musa risâletle görevlendiriliyor. Ateşin başında ilk defa vahye muhatap oluyor ve dolayısıyla o çevre kutsal bir hale geliyor. "Yani asanı bırak! Derken onu çevik bir yılan gibi çalkanıp kıvranır görünce arkasına bakmadan dönüp kaçtı. Ey Musa! Korkma! Çünkü Resüller benim huzurumda korkmaz. Ancak zulmeden, sonra yaptığı kötülüğün yerine iyilik yapan olursa ona karşı da ben Ğafur'um, Rahim olanım" (Neml-10,11) Gördüğümüz gibi burada Musa’ya bir âyet (diğer bir anlamda mucize) öğretiliyor. Asa-yılan mucizesini daha sonra Firavun karşısında kullanacak olan elçiye talim ettiriliyor. Âyet gösteriliyor ve Musa (a.s) korkuyla arkasına bile bakmadan kaçmaya kalkıyor. "Bir de elini koynuna sok. Bembeyaz, kusursuz çıksın. Firavun ve kavmine dokuz âyetten biri olarak. Çünkü onlar fasık bir toplum oldular"(Neml-12) Ve ikinci bir mucize ile âyetler çoğalıyor. Allah İsrailoğullarına delillendireceği mucizelerin bir kısmını bu gece yürüyüşü esnasında kulu Musa’ya gösteriyor. İsra 1.âyette geçen kelimeleri tekrar gözden geçirelim. Gösterilecek bir kısım âyetler ortaya çıktı. Kul’un Musa olduğu ortaya çıktı. Gece yürüyüşünü kimin yaptığı ortaya çıktı.Mübarek kılınan yerin ateş ve çevresi olduğu ortaya çıktı.Mescidin memleket, vatan, yer, mahal manasında kullanıldığı ortaya çıktı. Şimdi geriye “mescidi haram” ve “mescidi aksa” tamlamaları kaldı. Mescidi haram toplumun merkezi yeri.Bu durumda sıladan gurbete bir gece yolculuğu söz konusu oluyor.Çünkü “aksa” uzak anlamına geldiğine göre Mescid-i aksa ne olur?Görüldüğü gibi İsra süresinin başında Musa (a.s) ın vahiy aldığı gece yürüyüşü anlatılmıştır. Muhammed (a.s) ın Allah’tan vahiy alışının anlatıldığı Necm süresi gibi. En doğrusunu Allah bilir. Yani demek istediğimiz, konu kültürel temayüllere takılmadan değerlendirilmelidir. Dolayısıyla mescid-i haramın herkes için farklı olabileceğini söyleyebiliriz. Zaten Yunus süresi 87. âyet de bunu gösteriyor.4-) Yani biz, kitap'ta İsrailoğullarına: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız yani azgınlık derecesinde (Allah'a karşı batıl) bi yüceliğe kapılacaksınız, diye hükmettik. 5-) Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü şiddetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar yani bu, yerine getirilmiş bir vaad idi.6-) Sonra onlara karşı size tekrar (galibiyet ve zafer) verdik yani servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık yani sayınızı daha da çoğalttık.7-) Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş yani kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler yani daha önce girdikleri gibi yine Mescid'e girsinler yani ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık).8-) Belki Rabbiniz size merhamet eder yani siz eğer yine (fesatçılığa) dönerseniz, biz de sizi yine cezalandırırız yani biz cehennemi kâfirler için bir hapishane yaptık.

SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (11.YAZI) Uydurma rivayet ve ve yalan ictihadlar yüzünden iman ve zihin planında namaz kapanına yakalanan insan bir daha kurtulamıyor. Çünkü din tamamen onun üzerine inşa edilmiştir. Kur'an'a iman olmadığı için bilinen tek ibadet odur. Mezhep Cahilleri “İnanmayan kâfirdir” diye de bir tehdit silâhı icat ettiler. Bütün bu cahil kapan inançlarını tek bir şeyle işlevsiz kılıyoruz.Yüce Allah'ın kitab'ı Kur'an'ı Mübin. Kur'an, bunların tuzaklarını darmadağın edip iş göremez hale getiriyor. Şöyle ki:İnsanlar namazla avlanıyorlardı. Başlangıçta öyle inandırıldık ki; Nebi (a.s) ve yüz yirmi dört bin Nebi-Resül bizim kıldığımız namazı kılıyordu. Dinin direği namazdı. Bütün günahları siliyordu. İnsan anasından doğduğu gibi piru pak oluyordu. Nasıl ki dedemizin kıldığı namazı, dedemiz de dedesinden öğrenmiş ve bize de aynen o şekilde geliyordu. İşte bu şekilde bize, Resulullah’tan ashaba geçtiği ve bize binlerce tabiinin uygulamasıyla ulaştığı yalanını kaynaklarıyla zihnimize enjekte edildi. Fakat Kur'an'ın aydınlığıyla biraz aklımızı işletince bin yıllık yalanlar Ağustos sıcağında eriyen kar topu gibi eriyip yok oldu. Çünkü bu verdikleri örnekler yalan ve iftiradan, yanılgı ve aldatmadan başka bir şey değildi. Şunu rahatlıkla söylüyoruz; Bugün kılınan namazın ve kuralların hepsi Nebi (a.s) ın ölümünden sonra konulan kurallardır. Muhaddislerin rivayetleri, mezhep imamlarının içtihadları, sonraki masumların!! ve din adamlarının namaz için çıkarttıkları farzlar, vacipler, sünnetler, müstehaplar, mendüplar, haramlar, mekruhlar, müfsitler, usuller, prensipler ve metodları Nebi (a.s) ın beş yüz yıl değil bin beş yüz yıl emri olsa koyamazdı.Yani bu zor dinin ondan gelmiş olması imkânsızdır. Beş on deli bir kayayı bir kuyuya atmışlar yani Kur'an'ın muhteşem salâtını namaz yapıp milletin başına bela etmişler. Bizde binbir Kur'ani ve akli delil ile bu namaz kayasını kuyudan çıkarmaya çalışıyoruz. Olay bu kadar basittir. Namaz yalanının uydurulduğu devir, tarihin en karanlık ve Kur'an'sız devriydi. Bu devir her kültür ve gelenekten yüzlerce uygulama binlerce yalanın imal edildiği ve iman edenlerin içine intikal ettiği bir devirdir. Kur'an gibi akıl, ilim ve mantık dolu, baştan sona kadar aydınlık ve hidayet olan bir kitaba rağmen bu kadar absürt ve ahmakça rivayetin nasıl geldiğini zannediyorsunuz?Söz konusu devirler, Kur'an ilim ve ahlakının, delil ve eğitimin, araştırma ve güvenliğin olmadığı zalim ve gaddarların cirit attığı karanlık bir devirdi.Bu devirle ilgili sadece Harre olayını ve Kerbela katliamını okusanız kanınız donar.Artık sahabilerin bile hayatta olduğu Sıffin'i, Nehrevanı, cemel vakasını söylemiyoruz.Arkasında gelen Mekke baskını ve yüzlerce sapkın fırka ve mezhepleri okuduğunuzda aklınız duracaktır. İçte meşhur Haccac bin Yusuf, Yezid bin Muaviye, daha sonra Malik bin Enes, Buhari, Muhammed bin İdris, Ahmed bin Hanbel, Nesai, Tirmizi, İbni Mace gibi adamlar bu karanlık devrin adamlarıdır. Bu devir mahalle baskısının yoğun bir şekilde yaşandığı devirlerdir. Kur'an'dan bağımsız, hep devirden devire, dilden dile geçen dini bir yapılanma hayata hakimdi.Bu devirde uydurulan binlerce hurafeden bir kaç tanesini gördükten sonra mezhep imamlarını namaz kılmayanlar hakkında verdikleri ölüm fetvalarına bakalım. İşte bir mümin olarak Kur'an'ı Mübin'de yer almadıkları için inanmak ve amel etmek zorunda olmadığımız, dolayısıyla dinde yeri olmayanların bir kısmı şunlardır. Kur'an'ın tek başına yetersiz olduğu iddiası. Allah Resulü adına iftira edilen hadislerin dinin ikinci kaynağı olduğu.Mezhep âlimlerinin fetvaları ile helal ve haramların belirlenmesi. Rivayet çıkarımlarına göre bazı Kur'an âyetlerinin nesh edilmesi. Mezhepleri dine eşit saymak, mezhepleri insanlara tek çıkar yol olarak göstermek. Kur'an'ı tecvid, makam ve teğanni ile müzik şeklinde okumak, Hatim ve mukabele yapmak, Kur'an'ı anlamadan sadece metin olarak telaffuz etmek. Cebrail ile Allah Resulü'nün karşılıklı olarak Kur'an'ı mukabele ettiklerine inanmak. Kur'an'ı Mübin'i özellikle Yasin ve Fatiha sürelerini ölülerin ruhlarına okumak. Kâinatın Allah Resulü için yaratıldığına iman etmek. Allah Resulü'nün en üstün Elçi olduğuna inanmak. Bazı kimseleri evliya kabul etmek ve türbelerini ziyaret etmek. Tarikat şeyhlerinden şifa, şefaat ve yarar beklemek. Tarikatlardaki bütün ibadetler, zikirler ve diğer uygulamaların hepsi batıldır. Şeyhlerin mürşid olarak kabul edilmeleri, şeyhlerin keramet gösterebileceklerine inanmak. Ahmak cahillerin söyledikleri "şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır" sözü. Sadece Ehli Sünnet veya Ehli Beytin cennetlik olduklarına inanmak. Yahudi, Hristiyan ve diğer dinlere mensup olanların hepsinin cehennemlik olduklarına inanmak. Hanefilik, Şafiilik, Hanbelilik, Malikilik, Maturidilik, Eşarilik gibi mezheplerin eleştirilmez olduğuna inanmakAklı inkar etmek. Ahiret hayatında Allah'ın rahmet ve şefaatinden başka kimselerin rahmet ve şefaatine inanmak. Erkekleri kadınlardan üstün gösteren bütün rivayetler uydurmadır. Kadınların cehennemlik olduklarını söyleyen hadislerin hepsi yalandır. Zina eden evli ve dul olanların taşlanarak öldürülmeleri.Dul ile evlilerin zina sebebiyle öldürülmelerini söyleyen âyetin bir keçi tarafından yenildiğini iddia eden rivayetler. Erkeklerin altın takma ve İpek giymelerinin haram olması. Yemekte altın ve gümüş takımlarının kullanılmasının haram olması. Resim yapmanın ve satranç oynamanın haram olması.Müzik enstrümanları ve müzik dinleme ile ilgili yasaklar. Midye, karides, ıstakoz gibi deniz ürünlerinin haram olması, Cinsel ilişkinin örtü altında olmasının gerekli olduğu. Eşlerin cinsel ilişki esnasında bile birbirlerinin organlarına bakamayacağı. Yıkanırken bile kişinin cinsel organının açıkta olmasının haram olduğu. Meleklerden utanması gerektiği, peştemal ile yıkanmanın şart olduğu ile alakalı bütün söylentiler yalandır, uydurmadır.(Eşler arasındaki cinsel ilişkilerde iki şey dışında kalan herşey caizdir. Ters yönde cinsel temas, hayız ve nifas halinde cinsel temas)Bu iki şey dışında kalan hiçbir şey dinen yasak değildir. Kur'an'ın eksik yazıldığı ile alakalı rivayetler yalandır! Kadınların evlerinde bile başlarının kapalı olması gerektiği. Sakal bırakmanın sevap ve sünnet olduğu ile alakalı bütün rivayetler uydurmadır! Saç ve sakala kına yakmanın sünnet olduğu,Sağ ayakla evden çıkmak, eve girmek, yatağa girmek, sol ayakla tuvalete girmek, sağ ayakla çıkmak, kıbleye karşı def'i hacet yapmamak, kıbleye karşı yatmak, ayaklarını uzatmamak, camide yatmanın veya ayakları uzatmanın haram olduğu, Ufak abdestin ayaktayken yapılmasının haram olduğu. Tuvalet taşının kıbleye karşı yapılmasının haram olduğu. Sol elle yemek yemenin haram olduğu. Sarık sarmak, cübbe giymek, entari ve şalvar giymek, beyaz, yeşil ve siyah renkli giysilerde sevap aramak. Sarı ve kırmızı renkli elbiseler giymeyi mekruh görmek. Hurma ve kabak gibi yiyeceklerde sevap aramak.Alkollü koku sürmemek, kolonya kullanmamak.Siyah köpekleri ve kertenkeleleri öldürmeyi emreden rivayetlerin hepsi ahmakça bir uydurmadır! Muska yazmak ve onu üzerinde taşımak, ondan bir fayda beklemek. Tahtaya vurmaktan, nazar boncuğundan hayır beklemek. Falcı ve cinci sahtekarları birer alim olarak bellemek. Kurşun dökmek veya merdiven altından geçmemek. Türbeleri ziyaret etmek, orada yatanları aracı edinerek onlardan şifa, şefaat ve yardım beklemek. Çamaşırı belli günlerde yıkamanın gerekli olduğuna inanmak. Cinsel ilişkiye belli günlerde girmenin önemine inanmak. Cahiller arasında mübarek sayılan kandil gecelerinde cinsel ilişkiden kaçınmak. Mevlit kasidesi, onu okumak, okutmak ve onu dinlemenin ibadet olduğuna inanmak. Mevlüt okumadan dolayı sevap beklemek.Ölünün 7. 40. 52. günlerinde mevlit okutmak, törenler icra etmek. Kabir azabı ile ilgili hikayeler, rivayetler, hadisler, kabir azabının kendisi, kabir hayatı, sırat köprüsü. Kesilen kurbanın üzerinde sıratın geçileceği uydurmaları. Kabir azabının çoğunun idrardan olacağı rivayetleri. Vekil olarak hacca gitmek veya birini göndermek.Kan akmaktan ve kadınlara dokunmaktan dolayı abdestin bozulacağı içtihatları. Ölünün arkasından ağlayınca ölüye azap olunacağı rivayetleri. Kıyamet alemetleri hakkında bulunan bütün haberler uydurmadır! Mehdi ve Deccalın zuhuru, İsa'nın nuzulü ile ilgili bütün rivayetler yalandır! Dabbe'nin fil kulaklı, hınzır gözlü, öküz başlı olduğu. Ye'cüc ve Me'cüc'ün Türkler olduğu ile ilgili hadisler. Arap ırkını ve dilini üstün tutan bütün rivayetler uydurmadır! Cennet ehlinin dillerinin Arapça olduğu ile alakalı hadisler. Kıyamet alametlerinden birisi olarak inanılan güneşin batıdan doğacağı, Önünden birinin geçmesiyle namazın bozulacağı, namaz kılan kimsenin önünden geçmenin günah olduğu ile alakalı bütün rivayetler uydurmadır! Zemzem suyunun kutsallığı ve onda aranan özellikler, Okunmuş şeker tuz gibi maddelerde sevap aramak, onlara okumakla bereketleneceklerine inanmak, Abdesti, cinsel ilişki ve tuvaletten gelme dışında başka şeylerinde bozacağı içtihatları. Namazda gülmenin abdesti ve namazı bozacağı. Gusül yaparken önce sağ, sonra sol tarafa üçer defa su dökmek gibi teferruatların hepsi yalandır! Abdest ve guslün namaz kılma dışında herhangi bir amel için mecbur tutulmaları,Cenabetli olarak gezmenin, yemek yemenin, sohbet etmenin haram olarak görülmesi yalandır.Abdestli gezmenin sevap olduğu (sürekli abdestli olmaya çalışmak sağlık açısından zararlıdır.) Cenabetin kötü görülmesi, pis olarak algılanması ile ilgili bütün rivayetler ve içtihatlar batıldır! Abdestsiz ve cünup olarak sadece namaz kılınmaz! Bazı amelleri yapabilmek için mezhep değiştirmek veya bir ameli yapmak için değişik mezhebe göre niyet etmek. Dövmesi olanların abdestinin veya boy abdestinin geçersiz olduğu ile ilgili bütün görüşler hurafedir! Güneş doğarken, tepedeyken ve batarken namaz kılınamayacağı ile ilgili bütün rivayetler ve içtihatlar hurafedir! Allah dinde akledilmesini, derin derin düşünülmesini, araştırılmasını, sadece ve sadece emirlerinin uygulanılmasını, kitabının tek rehber edinilmesini ister.Bütün bunlardan sonra şunu söylemek mümkündür. Bu ümmetin saf cahilleri âlimlerinden üstündür. Çünkü ümmi insanların dini rant yapmak ve Allah ile aldatmak gibi kahredici günahları yoktur! Yani cahiller din için, dini menfaatine alet eden âlimler kadar zararlı olmazlar. Sonuç olarak: İşte bundan dolayı Şia ve Ehli sünnet muhaddisleri ve âlimlerinin hurafeleri yüzünden Tevhid dini olan İslam'ın diğer batıl dinlerden bir farkı kalmamıştır.

12 Mart 2022 Cumartesi

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(157. YAZI)Nehl Süresi 91-) Ahitleşme yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin yani Allah'ı üzerinize kefil tutarak, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Şüphesiz Allah, yapacağınız şeyleri pek iyi bilir.92-) Bir ümmet diğer bir ümmetten (sayıca ve malca) daha çok olduğu için yeminlerinizi, aranızda bir fesat aracı edinerek ipliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan (kadın) gibi olmayın. Allah, bununla sizi sınamaktadır. Hakkında ihtilafa düşmekte olduğunuz şeyi kıyamet gününde mutlaka size açıklayacaktır.93-) Allah dileseydi (iradenize ipotek koysaydı) hepinizi bir tek ümmet kılardı; fakat O, dileyeni saptırır, dileyeni de (vahiy'le) hidayete iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız.(Diyanet vakfı meâli gibi bazı meâller "... fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de hidayete iletir..." demişler. Bizde onlara soruyoruz. Eğer âyete böyle bir mana verilirse, âyetin sonunda bulunan "Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız" cümlesinin ne anlamı kaldı?) 94-) Yani yeminlerinizi aranızda fesada araç edinmeyin, aksi halde (İslâm'da) sebat etmişken ayağınız kayar da (insanları) Allah yolundan alıkoymanız sebebiyle (dünyada) kötülüğü tadarsınız yani sizin için azim bir azap vardır.95-) Allah'ın ahdini az bir karşılığa değişmeyin! Şayet anlayan kimseler iseniz, şüphesiz Allah katında olan (sevap) sizin için daha hayırlıdır.96-) Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise bâkidir yani elbette sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.97-) Erkek veya kadın, mümin olarak kim salih ameller işlerse, onu mutlaka temiz bir hayat ile onu ihya ederiz yani yapmakta olduklarının en güzeli ile onları mükâfatlandırırız. 98-) Kur'an okuduğun zaman o racim şeytandan Allah'a sığın!99-) Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun bir saltanatı yoktur.100-) Onun saltanatı, ancak onu veli edinenlere ve onu Allah'a şirk koşanlaradır.101-) Yani bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- "Sen ancak bir iftiracısın" dediler. Hayır; onların çoğu bilmezler.102-) De ki: Onu, Mukaddes Rûh iman edenlere sebat vermek yani müslümanları hidayete iletmek yani onlara müjde vermek için, Rabbin katından hak olarak indirdi.103-) Şüphesiz biz onların: "Kur'an'ı ona ancak bir beşer öğretiyor" dediklerini biliyoruz. Kendisiyle ilhad ettikleri şahsın dili a'cemidir yani bu (Kur'an) apaçık bir Arapçadır.104-) Allah'ın âyetlerine iman etmeyenler yok mu, kuşkusuz Allah onları hidayete iletmez yani onlar için elem verici bir azap vardır.105-) Allah'ın âyetlerine iman etmeyenler, ancak yalan yere iftira ederler yani onlar, yalancıların ta kendileridir.106-) Kim iman ettikten sonra Allah'a karşı kâfir olursa -kalbi iman ile dolu olduğu halde (küfre) zorlanan başka- fakat kim göğsünu küfre açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır yani onlar için azim bir azap vardır.107-) Bu (azap), onların dünya hayatına ahiretin üzerinde sevgi beslemelerinden yani Allah'ın kâfirler toplumunu (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete erdirmemesinden ötürüdür.108-) İşte onlar Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir yani onlar gafillerin ta kendileridir.109-) Hiç şüphesiz onlar ahirette husrana uğrayanların ta kendileridir.110-) Sonra şüphesiz Rabbin, fitneye uğradıktan sonra hicret edip, ardından da sabreden yani cihad edenlerin yardımcısıdır. Bütün bunlardan sonra Rabbin Ğafur'dur, Rahim'dir. 111-) O gün, her nefis gelip kendi nefsi için mucadele eder yani her nefse yaptığının karşılığı eksiksiz olarak ödenir yani onlara asla zulmedilmez.112-) Ve Allah, (ibret için) bir ülkeyi darbı misal olarak verdi: Bu ülke emniyet içinde, huzurlu idi; ona rızkı her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku libasını (elbisesini) tattırdı.113-) Yani onlara kendilerinden Resül geldi de onu yalanladılar. Onlar zulmederlerken azap onları yakalayıverdi.114-) Artık, Allah'ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak yeyin yani eğer (gerçekten) yalnız Allah'a ibadet ediyorsanız, onun nimetine şükredin.115-) Allah size, sadece ölüyü, kanı, hınzır etini Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ancak kim mecbur kalırsa (başkalarının haklarına) aşırı gitmeksizin yani sınırı aşmadan (bunlardan yiyebilir). Çünkü Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. 116-) Yani dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helâldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan yere iftira etmiş olursunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan yere iftira edenler kurtuluşa eremezler.117-) Kazandıkları pek az bir meta'dır yani onlar için elem verici bir azap vardır.118-) Yani sana anlattıklarımızı, daha önce, yahudi olanlara da haram kılmıştık yani biz onlara zulmetmedik lâkin onlar kendilerine zulmediyorlardı.119-) Sonra şüphesiz Rabbin, cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra da bunun ardından tevbe edip yani kendini ıslah edenleri (bağışlayacaktır). Çünkü onlar tevbe ettikten sonra Rabbin Ğafur'dur, Rahim'dir. 120-) İbrahim, gerçekten (tek başına) bir ümmet, sadece Allah'a boyun eğen, hanif idi yani hiç bir zaman müşriklerden olmadı. (İbrahim (a.s) tevhid inancı Allah'a teslimiyeti ve saf imanı ile kendi döneminde yaşayan bütün insanlardan üstün idi.) 121-) Allah'ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah, onu seçmiş yani onu sırat'ı müstakime hidayet etmişti.122-) Yani ona dünyada güzellik verdik ve şüphesiz o, ahirette de sâlihlerdendir.123-) Sonra da sana: "İbrahim'in hanif milletine tâbi ol diye vahyettik yani o hiç bir zaman müşriklerden olmadı. 124-) Sebt, ancak onda ihtilaf edenlere kılınmıştı yani kıyamet günü Rabbin, muhakkak onların ihtilafa düştükleri şey hakkında aralarında hüküm verecektir.125-)(Ey Resül! Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle dâvet et yani onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir yani O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.126-) Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle verin yani sabrederseniz, (karşılık vermeme hususunda dayanıklı olursanız) elbette bu durum, sabredenler için daha hayırlıdır.127-) Sabret! yani senin sabrın da ancak Allah'ın (vahyin) yardımı iledir yani onlardan dolayı hüzünlenme yani kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma!128-) Hiç şüphesiz Allah, takva sahipleri yani güzel ahlak sahipleri ile beraberdir.

SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (10.YAZI) "Ey iman edenler! Salâta kalktığınız(katılacağınız) zaman, yüzlerinizi ve ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayın. Başlarınızı ve aşık kemiklerinizle beraber âyaklarınızı da meshedin ve cünüpseniz; tam olarak temizlenin. Eğer hastaysanız veya seferdeyseniz veya sizden biriniz gâitadan geldiyse veya kadinlarla cinsel ilişkiye girdiyseniz; o anda su bulamadıysanız, temiz bir maddeyle teyemmüm edin yani ellerinizi ve yüzlerinizi mesh edin. Allah size herhangi bir zorluk dilemiyor yani sizi temizlemek ve üzerinize nimetini tamamlamak istiyor. Umulur ki şükredersiniz. (Mâide-6)Bu âyete Şii ve Sünni din zihniyeti Kur'anda olmayan ve farsça bir kelime olan "abdest" âyeti adını vermiştir. Halbuki bu âyete verilecek en uygun isim temizlik âyetidir. Ümmi insanlar için söylüyorum, âyette abdest almak diye bir ifade geçmez."Abdest" kelimesi dilimize farsçadan geçmiştir ve arapçası da ''vudu'' dur.Fasça'da Abdest, elsuyu, Arapça'da abdest vudu'dur, aydınlanma, ışıklanma, parlama anlamına gelmektedir. Âyette tarifi yapılan söz konusu uzuvların suyla yıkanarak veya ona yakın bir maddeyle temizlenmesi demektir.Kur'an'da geçmeyen ve güya namaz kılmak, Kur'an okumak için farz olarak yapılan ve neredeyse büyük bir ibadet haline getirilen ''abdest'' kavramını Şii ve Sünni din anlayışı aynen "peygamber" kelimesi gibi, sanki Maide-6. âyetinin içinde arapça bir kavrammış gibi gösterip toplumu yanıltmıştır. Âyet sadece yüce Allah'ın cuma salât'ı için insanlara yapmış olduğu ''temizlik'' önerisinden başka hiçbirşey değildir. Âyetin inmiş olduğu coğrafya, gelenek ve kültürüyle kıyaslayacak olursak, günümüz insanları, vahyin ilk muhataplarından on kat daha temiz olduklarını söyleyebiliriz. Âyette önerilen bu "temizlik eylemi" sadece toplu salât'a katılım maksadıyla, ''salâta kalkıldığında, salât için çağrı yapıldığında'' yani ''toplu Kur'an eğitimi ve öğretimi için, maddi ve manevi dayanışma, istişare, toplumsal sorunları değerlendirme toplantısı için bir araya gelmek amacıyla çağrı yapıldığında'' istenmiştir. Son vahyin nâzil olduğu sosyokültürel faktörleri tasavvur edersek, o günün şartlarını düşündüğümüzde, iklim koşulları, yapılan ağır işler, sıcak ortam, toz-toprağın yoğun olduğu bir coğrafyada insanların asgari miktarda yani görünen uzuvlarını diğer insanları rahatsız etmeyecek kadar cemaate temiz gelmeleri istenmektedir. Bu da İslam'ın evrensel değerlerden biri olan temizliğe verdiği önemi gösteriyor. Aslında bu âyette söz konusu edilen sadece basit nezaket ve bir temizlik eylemidir. İnsani ilişkiler gereği toplumsal hayata katıldığımızda yapmamız istenen görünen uzuvlarımızı ''temizlemekle” ile ilgili bir durumdur. Bu ilahi öğüt ve öneriyi yani ''temizlenme'' ile ilgili bir âyeti alıp bunu ''abdest'' diye isimlendirip adeta büyük bir ibadetmiş gibi dinsel bir ritüel haline getirmek, sırf bununla ilgili ciltler dolusu kitaplar yazmak, tıpkı namaz ritüelinde olduğu gibi insanları gerçek dinden yani Kur'andan uzak tutmak adına "abdestin farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, mendüpleri, haramları, mehruhları, müfsitleri gibi bir sürü teferruat, ayrıntı, takıntı şizofrenik yani hastalık derecesine varan detaylara boğulmuş ritüeller ile ümmeti meşgul edip, dinin gereklerinin ancak bunlarla yerine getirilebilineceğine, en doğru ve en iyi müslüman olmanın ancak bu dinsel anlamlar yüklenmiş uygulamaları eksiksiz yapmakla mümkün olduğuna inandırmak, ancak ümmi halkı bunlarla uyutmak isteyen gelenekçi -mezhepçi-taklitçi-cahil, düşüncesiz din adamlarının bir vahiy tahrifatı olabilir."Ey iman edenler! Cuma (toplanma) günü salât için çağırıldığınızda alışverişi bırakıp hemen Allah'ın zikrine (Kur'ana) koşun. Eğer bilirseniz bu sizin için daha ''hayırlıdır'' (Cuma-9)Tekrar etmekte fayda vardır. Mâide-6. âyette bildirilen bu "temizlik eylemi" sadece toplu salât'a katılım için, yani sadece toplu Kur'an eğitimi ve öğretimi için istenmiştir. Yani örneğin cuma salâtı'nda olduğu gibi ''toplu Kur'an eğitimi ve öğretimi için, maddi ve manevi dayanışma, istişare, toplumsal sorunları değerlendirme toplantısı için'' biraraya gelme çağrısı yapıldığında öngörülmüştür.Bireysel salât için, yani evde kendimiz veya ailemizle ilgili zihinsel bir faaliyet olarak Kur'an ile meşgul olup, ilim ve hikmetine ulaşma adına yaptığıımız salât için bu "temizlik eylemi" gerekli değildir. Kur'anın iniş sırasına baktığımızda 110. sırada nâzil olmuş olan cuma süresindeki 9. âyette anlatılan cuma salâtı'nı bildiren âyetin hemen ardından 112. sırada nâzil olan Mâide süresindeki 6. âyet, konumuz olan ve adına abdest denilen temizlenme ile ilgili olarak gönderilmiştir. Çünkü Cuma 9. âyette geçen "elif lam" takısı almış yani marifeli es-salât'tır.Toplumda herkes tarafından bilinen ve tanınan salât, toplanma gününün salât'ı, Kur'an eğitimi ve öğretimi yapılan toplu salât'tır. Maide 6. âyette bildirilen ve adına "abdest" denilen "temizlenme" sadece toplu yapılan salât, yani cuma Salâtı için nazil olmuştur ve bu yüzden sadece cuma salât'ı için gerekli bir temizlenme işidir. Zaten salât, müminler, munafıklar, Yahudiler, Hristiyanlar, Güneşe-Ay'a tapanlar ve müşrikler tarafından bilindiği için her yerde elif lâm takılı yani (mârifeli) olarak gelmiştir. Bu iki âyetin (Mâide-6; Cuma-9) Kur'anın en son nazil olan âyetlerinden olduğunu, yani Medine döneminde indiklerini düşündüğümüzde akla şu soru geliyor. Maide-6. âyeti Kuran’ın son zamanlarında inmiştir. O halde bu âyet ininceye kadar Nebi (a.s) ve müslümanlar, o kadar zaman süresince, yıllar boyunca namazı âbdestsiz mi kılıyorlardı.Veya soruyu şöyle soralım. Salât, herkesin bildiği, yani müşrikler, Yahudiler, Hristiyanlar, Yahudilerin ataları olan İsrailoğulları tarafından bilindiği, üzerinde bu derece durulduğu ve anlatıldığı halde neden temizlikten hiç söz edilmemiştir. Bunun sebepleri, 1-) Mekke'de salât Nebi ve müminler tarafından bireysel olarak yapılıyor olmasından kaynaklanıyordu. Yani başkasını rahatsız etme durumu mevcut değildi. 2-) Namaz vakitlerinin hepsi Mekke'de inen sürelerde yer alıyor ve sadece Nebi (a.s) ın şahsına yönelik idi. 3-) Medine'de cuma (toplantı) salâtına gidenler temizlik kurallarına riâyet etmiyorlardı yani şikayetler baş gösteriyordu. Yoksa yüce Allah gerekçesiz hiç bir şeyi yasaklamaz ve hiçbir şeyi de emretmezdi. Sonuç olarak: İlgili âyette geçen ve biraraya gelmiş insanların birbirini rahatsız etmemeleri için asgari temizliği öngören, Kur'an'da geçmeyen ve geleneğin adına ''abdest'' dediği şey aslında basit bir ''temizlik eylemi'dir'' ve sadece toplu yapılan salât için (cuma salât'ı) gerekli görülen bir öneridir. Fakat Şii Sünni din adamları yani hadisçiler ve müctehidler dinlerini namaz üzerine inşa ettikleri için bunu dağlar kadar büyütüp insanların başına bela etmişlerdir. Onlarca âyeti ve mantıksal delili bir yana bırakın, sırf bu abdest kargaşası ve israfı yüzünden namaz kılınmaması gerekiyor.

11 Mart 2022 Cuma

KIBLE VE SALÂTI İKÂME(30.YAZI) Kıble hem mecaz anlamında “gidilen, kabul edilen yol” hem de fiziki olarak bir yön anlamına gelmektedir. Yön ve kabul anlamları olduğu için bu doğrudur. Ancak sadece bu anlamlarla sınırlı değildir. Kur'an kıble derken, ne demek istiyor? Bunu çözüme kavuşturmak gerekiyor. Allah'ın izniyle bu yazımızda bunun üzerinde çalışacağız.Ve salât'ı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) çerçevesinde gözden neleri kaçırdığımızı net biçimde göreceğiz. Başlangıçtaki örneğimize göre: Artık yönünüz çevrimdışından değil, çevrimiçinden gelen bilgilere döndü. Aynı zamanda bizim gibi düşünenlerin sayısı da çoğalmaya başladı. Daha da verimli salât faaliyetleri yapabilme ve dayanışma için bir buluşma merkezi oluşturduk. İşte edinilen bu yön ve yerlere Kur'an'ın dilindeki adı kıbledir.Cemaat ve tarikatların "yurtları" gibi. Aslında bu yurtlar onların mescitleri ve kıbleleridir. Yani salât'ın yapıldığı yerler anlamına gelmektedir. Ama onların salâtları yüce Allah için değil, kendi efendileri ve batıl dinleri içindir. Şimdi âyetleri dikkatli bir şekilde inceleyelim. "Hani o evi insanlar için toplanma ve güvenlik bir yer kılmıştık. İbrahim'in (Kur'an'da anlatılan Nübüvvet) makamından musallâ (örneklik-destek) edinin, İbrahim ve İsmail'e de, evimi tavaf edenler, itikâfa çekilenler yani rükû ve secde edenler için temiz tutun diye ahit vermiştik" (Bakara-125) Bu ev kâbe olsa da olmasa da, kıble olsa da olmasa da bir toplanma yeri imiş. Yani kıble namaz için değil, aynı inanç ve dava için oluşturulan yön ve merkezdir. Bunu anlamış olduk. Salât yeri olarak kullanıldığını da bu âyetteki ifadelerden anladık.Peki, bu ev herkes için de salât yeri mi? Acaba herkes için bir toplanma yeri midir? Konu kapsamındaki âyetlerle devam edelim… "Musa ve kardeşine vahyettik ki: Mısır'da toplumunuz için evler ayarlayın. Evlerinizi kıble kılın yani salât'ı ikame edin yani müminleri müjdele" (Yunus-87) Yani salât'ı ikâme etmek için kıble yaptığınız evlerinizde, Firavun'un zulmünden kurtulacaklarına dair müminleri zihnen hazırla ve onlara müjde ver. Demek ki kâbe'den önce de kıble varmış. Mısır'da İsrailoğullarının bir sürü kıbleleri varmış. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları âyetin cümesini şu şekilde veriyor. “Mısır’da evlerinizi kıbleye dönük yapın” Firavun’un zulmüyle perişan olmuş ve oradan kaçmayı planlayan insanlar bir de tutup kıbleye dönük yeni evler yapmakla uğraşacaklar! Bu sakat bir aklın ürünüdür? Soğanlarını sarımsaklarını bile Firavun verirken, hem ev yapacaklar hem de evlerin yönünü kıbleye dönük yapacaklar! Söylediğimiz gibi âyetten anlıyoruz ki, Musa (a.s) ve kavminin özgürlükleri için bir kıble değil, bir çok kıbleler oluşturulmuş. Demek oluyor ki bu âyetteki kıble kelimesi mescid edinilmiş o evler için kullanılan bir kavramdır. Destekleşmek, dayanışmak, yardımlaşmak ve Mısır'dan çıkış için plan yapabilmek, organize olmak, çözüm üretme yerleri, toplanma merkezleri kurmak. Kıble: Mescid, salât yeri, musallâ, tevhid merkezi. Yani tehdit ve zulüm olduğu için tek de değil, birçok ev kıble haline getirilmiş oluyor. "Bir takım sefih insanlar: Onları daha önceki kıblelerinden çeviren nedir, diyecekler. De ki: Doğu da Allah'ındır, batı da.O dileyeni (vahiy'le) hidayete yöneltir"(Bakara-142) Bu âyetten kıblenin sadece evler için değil, gidilen yön yani din ve iman anlamında da kullanıldığını anlayabiliriz. Aynı zamanda fiziki yön olarak da. Demek ki bugün kullanılan manada o gün de kıble kelimesi kullanılıyormuş.Ama bunun nedeni yine bir merkezi toplanma yeri ile ilgili. Bu evde olur, mescid de, dinde. Nebi ve arkadaşları demek ki daha önceden bilinen kıbleye uymaz ve başka bir kıbleye döner olmuşlar. Hem gidilen yol olarak hem de toplanma yeri olarak. Toplumun uyduğu kıble Mescid-i Haramdı ve yönetim olarak müşriklerdeydi. Peki, iman edenlerin kıblesi (toplandıkları yer) neresiydi? "…Senin üzerinde bulunduğunu kıble yapmamız, Resül'e uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu) Allah'ın (vahiy'le) hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyüktür (zordur). Allah imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz Allah insanlara karşı Rauf'tur, Rahim'dir" Bakara- 143) Mealciler ve tefsirciler bu âyete kafalarından ekleseler de aslında âyetin metninde “Mescid-i Haram” bulunmaz. Bulunulan toplumun uymasının zor olduğu bir vahiy gelmiş ve o güne kadar kıble olarak elçinin “üzerinde bulunduğu” yer kıble yapılmış. Muhtemelen orası da Nebi'nin yaşadığı ev ya da civarında bir mescid. Âyette bunun nedeni de açıklanmış. Ve bu yer toplumun genelinin kabul ettiği Mescid-i Haram değilmiş. Bir önceki âyetten bunu anlıyoruz. Kalplerinde hastalık olanlar, müminlerin neden Mescid-i Haram'ı bıraktığını sorguluyorlardı. Ve Nebi de oranın yönetiminin müşriklerde olmasından rahatsızdı. Çünkü orası İbrahim’den beri gelen bir tevhid ve toplanma merkeziydi. Nereden anlıyoruz? "Biz senin yüzünü çok defa göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette seni razı olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler tartışmasız bunun Rablerinden bir hak olduğunu elbette bilirler. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir"(Bakara- 144) Kıble iman edenler için yeniden Mescid-i Haram olmuş oldu. Artık iman edenler de orayı merkez edinecek orada toplanacaklardı. Yüzünü Mescid-i Haram'a dönmek aynı zamanda sılaya (kendi anayurduna) vahiy dinine göre yaşamak, orası için mücadele etmek, orayı ıslah etmek için çalışmak olarak da yorumlanabilir. "Andolsun kendilerine kitap verilenlere her âyeti getirsen, yine onlar senin kıblene uymaz. Sen de onların kıblelerine uyacak değilsin. Onlardan bir kısmı bir kısmının kıblesine uymaz. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevalarına tâbi olursan, işte o zaman zalimlerden olursun"(Bakara-145) Demek oluyor ki, kıbleden maksat kabul edilmiş dini anlayıştır. Âyet Kafirun süresine bağlantı veriyor. Bahsedilen şey “onlar sizin dininize, bu dine dayanan milletinize uymaz. Zaten onlar kendi aralarında da fırka fırka, şia şia, mezhep mezhep ayrılmış birbirlerinin kabullerine ve kıblelerine uymazlar” şeklinde anlaşılmasına daha belirgin görünüyor. Peki, bugün bizler de fiziki kıble olarak oraya mı dönmeliyiz? Bunun salât'ı ikame etme içinde bir anlamı var mı? "Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlik değildir. Çünkü erdemlik; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitab'a ve Nebilere iman eden, mala olan sevgisine rağmen onu akrabalara, yetimlere, miskinlere, yol evlatlarına, isteyene ve esaretten kurtulması gerekene veren; salât'ı ikame eden, zekât'a (arınmaya) gelen ve söz verdiklerinde sözüne vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve salgın hastalıklarda (afet-pandemi) sabredenlerin tutumlarıdır. İşte sadık olanlar ve muttaki olanlar onlardır"(Bakara-177)Bu âyet bugünküler gibi basit sorulara verilmiş örnek bir cevaptır. Mesele oraya buraya dönmek değil, salât'ı ikame edip (bağlantını ayakta tutup) bu bağlam içinde yüce Allah'ın rızasına uygun salih ameller işlemektir. O salih amellerin bir kısmı yukarıdaki âyette yazılmış. Nebi (a.s) Çin'de yaşasaydı Araplar bugün toplanma merkezi olarak Pekin'e mı gideceklerdi? Ya da biz Avustralya’da mı dayanışma yapacaktık? Ya da Almanlar Pekin’de mi vakitli salât'a çağırılacaklardı? Güney Amerika’daki iman edenler Konya’da mı âyetleri duyup ağlayarak secde edeceklerdi? Yoksa Kanadalı müminler Hindistan’da mı, Torontolu bir Firavundan kurtuluş planları yapacaklardı? Düşünmek biraz acı verse de, düşünmek gerek!Demek ki salât'ı ikâme bağlamında iman edenlerin merkez edindiği özel mescidlere (Mescid-i Haram) kıble diyoruz.Kıble bağlamında gelen şu âyet İslam dininin esas maksadını ortaya koymaktadır. Yani dinde esas olan nedir? "Herkesin yöneldiği bir yön (cephe) vardır.(Ey müminler!) Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getirir. Şüpheniz Allah her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir.(Bakara-148)Demek ki İslam dininde önemli olan hayırlarda ve salih amellerde yarış halinde olmakmış.En önemli hayır da din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul etmektir. Yani tevhid akidesidir. Bu önemli hayır ve esas olmadığı sürece bütün işler hayır değil, şerdirler. Peki, (yer anlamı dışında) diğer mescidler (secde edilen yerler) hakkında Kur'an ne diyor? "Zarar vermek, inkârı (pekiştirmek), iman edenlerin arasında fırkalara sebep olmak ve daha önce Allah'a ve yani Resülüne karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler ve: Biz güzellikten başka bir şey istemedik, diye yemin edenler (var ya) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir. Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiç bir zaman (ikame etme) durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescid, senin bunda (ikame etmene) durmana daha uygundur. Onda, temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah temizlenenleri sever" (Tevbe-107, 108) Tevbe süresinde geçen ve tehdit durumlarının söz konusu olduğu bu âyetlerden alınacak önemli ibretler vardır. Ama konumuz dışına çıkıp zaten uzun olan bu yazıyı daha da detaylandırmayalım.Sonuç olarak: Kısaca bu bölümü tekrar edersek; kıble merkez edinilmiş ve içinde salât edilen toplanma yerine verilen isim olarak öne çıkıyor. Yoksa namazda dönülecek bir yön ya da dayanışma yapılacak dünyadaki tek yer değildir. Kıblenin namazla hiç bir ilgisi yoktur. Kıble inançla, gönül birliğiyle ve salâtla ilgisi vardır. “Mescid-i Haram” denilen ve kıble edinilen özel toplanma merkezinin her toplum için farklı olabileceğini söyleyebiliriz. Maminin tek kıblesi vahiy'dir. Şii ve Sünni dininin mabedleri ve mescidleri Müslümanların kıblesi olamazlar.

10 Mart 2022 Perşembe

RİSÂLE-İ NURDA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR (20. YAZI ) Risâle-i Nur'da bulunan akıl fikir almaz, ilahların ve evliyaların şirk dininin hurafelerini aktarmaya devam ediyoruz.Allah Resulü'ne atılan şu iftiraya bir bakın. Said Nursi bunu gerçekmiş gibi eserine almıştır.Diyor ki "Resul'ü Ekrem (a.s.m) görüyordu, bir adam sol eliyle yemek yer, ferman etmiş, "sağ elinle ye" demiş, o adam demiş "sağ elimle yapamıyorum"Resul'ü Ekrem (a.s.m) demiş, "lesta'ta'te "kaldıramıyacaksın" diye ona beddua etmiş.İşte ondan sonra o adam sağ elini hiç kaldıramamış" Mektubat -19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 148)Cevap :Ey bu uydurmaları rivayet eden ve kitabına alan Allah Resülünün düşmanları, size yazıklar olsun!Allah Resulü'ne açık bir iftira olan bu rivayeti gerçekmiş gibi eserine alan Kur'an cahili, hurafe bilgini Said Nursi kendisine işkence edenler hakkında bakın ne söylüyor?"Madem ki nuru hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor : Bir Said değil, bin Said feda olsun, yirmi sekiz sene eza ve cefalar, maruz kaldığım işkenceler, katlandığım musibetler hep helal olsun, bana zulmedenlerin, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ithamlarla mahkum etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helal ettim" (Tarihçei Hayat - Konuşan Yalnız Hakikattır. Sayfa- 624, 625)Bunları söyleyen Said Nursi nasıl olur da sağ eliyle yemek yiyemeyen birisine Allah Resulünün beddua edeceğine inanır?Allah Resulü'ne hakaret olan bu rivayeti nasıl kabul eder ve eserine alır? Bizim gibi  günahkar bir adam dahi böyle bir şey yapmazken, nasıl oluyor da rahmet ve şefkatiyle Kur'anda bir çok ayette övülen, insanlara rahmet olarak gönderilen Resulullah (a.s) için böyle bir şeyden söz edilir. Bu Kur'an cehaletinden öte büyük bir  insafsızlık ve terbiye sınırını  aşmaktır.Nübüvvet makam ve mertebesine iftira, Risâlet misyonuna bir eziyet ve saldırıdır.Bu hurafeyi kim uydurmuşsa mutlaka İslam düşmanı bir müşriktir.Düşmanlarına bile beddua'ya tevessül etmeyen Allah'ın Resulü'ne ve bütün elçilere selam olsun. Halbuki Kur'an'ın dinine göre sol el ile yemek yemenin hiç bir sakıncası yoktur.Eğer yapabilseydim, sırf bu uydurma Emevi -Abbasi Ehli Sünnet mezhebine muhalefet etmek için sol elimle yemek yerdim.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(156.YAZI) 84-) Ve her ümmetten bir şahit göndereceğimiz gün, artık kâfirlere izin verilmez yani onların özür dilemeleri istenmez. ŞÂHİD Bir çok kavram gibi "şâhid" kavramı da Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır. Allah bağlamında kullanıldığı âyetler. "De ki: Ey ehl- i kitap! Allah yaptıklarınıza şâhid olurken niçin Allah'ın âyetlerinin üzerini örtüp onları inkar ediyorsunuz"( Âli İmran- 98)"De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür? De ki: (Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kuran bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu..."( Enam- 19) Yukarıdaki âyet kiyamet gününe kadar din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiç bir kaynağın olamayacağını açık olarak ortaya koyuyor.Yani din anlatanlar sadece Kur'an'dan konuşmaları ve sadece Kur'an'ı Mübin ile uyarı ve ikaz yapmaları gerekir."Mümin olanlar, Yahudi olanlar, Sabiiler, Hristiyanlar, Mecusiler ve Müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah bunlar arasında kıyamet gününde ayrı ayrı hükmünü verir. Çünkü Allah her şeyin üzerinde şâhid olandır"(Hac- 17)Kur'an'da Allah'ın her şeyin üzerinde şâhid olduğu ile ilgili onlarca ayet vardır.Resul bağlamında kullanıldığı âyetler. "İşte böyle sizin insanlara şahitler olmanız, Resul'ün de size şahid olması için size vasat bir ümmet kıldık..."(Bakara- 143)"Her bir ümmetten bir şâhid getirdiğimiz ve seni de (Ey Resul! ) bunlara şahid olarak gösterdiğimiz zaman durum nasıl olacak"(Nisa-41)"Ehl-i kitaptan her biri (kendi) ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o (İsa, Resul olarak) onlara şahitlik edecektir"(Nisa- 159)( ...Resul şöyle cevap verdi) içlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şâhid idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici sen oldun"( Maide- 117)"O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şâhid göndereceğiz..."(Nah- 89) "Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde de böyleydi. Resul'ün size şahid olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce gelmiş kitaplarda gerekse bunda (Kur'an'da) size Müslümanlar adını verdi..."(Hac-78) Kur'an'da "şâhid" kavramı "ümmet" kavramı bağlamında kullanıldığı için, son Nebi ve Nübüvvete bağlı son Resül olan Muhammed (a.s) sadece kendi döneminde yaşayan insanlara "şâhid" olabilir. Beşer Resül olan Muhammed (a.s) kendisinden sonra gelen insanlara şâhid olamaz. Çünkü Kur'an'da "ümmet" kavramı aynı zaman ve zeminde yaşayan "vatandaşlar" için kullanılırken, "millet" kavramı, ister şirk, ister islam olsun dünya tarihinde yaşayan bütün insanlar için kullanılan bir kelimedir. Yüce Allah, İsa (a.s) a "Beni ve anamı Allah'ın yanında iki ilâh edinin diye sen mi söyledin..." sorusuna, İsa (a.s) şöyle cevap vermiştir. "...içlerinde bulunduğum müddetçe onların üzerinde şâhid idim. Beni vefat ettirince artık onların üzerinde gözetleyici sen oldun..."(Mâide-117)Kur'an'da bir çok kavram Allah, vahiy ve resul bağlamında kullanılır. Bazı kavramlar var ki, sadece vahiy ile Resul bağlamında kullanılmıştır. Bazı kavramlarda vardır ki, Allah ile Resul bağlamında kullanılmıştır. Çok az olmakla beraber Nebi bağlamında kullanılan kelimeler de vardır. Kur'an sisteminde vahiyle Resul eşit bir konuma sahiptir. Fakat nihayette esas hedef olarak "vahye yani Kur'an'a tabi olmak ve ondan ayrılmamak emredilmiştir.(Âraf-3; En'am-153,155)Bu ilâhi emir başta Nebi olmak üzere bütün müminler için aynı öneme sahiptir.Onlarca âyete göre Nebi (a.s) da yalnız vahye tabi olmak ve Resül (a.s) da sadece vahyi tebliğ etmek zorundadır.Kur'an'da Nebi ve Resül sistemi çok önemlidir.Nebi vahye tâbi olur (Ahzab-1, 2) Resül ise vahyi tebliğ eder ( Mâide-67) İşte Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri Nebi ve Resül sisteminin cahili olduklarından dolayı Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırarak büyük bir kaos, anarşi ve fitneye sebep olmuşlardır. Halbuki Allah'ın son mesajı olan Kur'an'da vahiy ile Resul etle tırnak gibi birbirinin içine girmiş, aynı olmuş, birbirinden ayrılmayacak, iç içe geçmiş bir şekilde dizayn edilmiştir. Fakat Şia ve Ehli Sünnet'in cahil mezhep imamları Resulü anlamak için Kur'an'a, Kur'an'ı anlamak için Resul'e gitmediler. Yani vahye gitmiş olsalardı son Nebi ve Resul ile birlikte bütün elçileri de hakkıyla anlamış olacaklardı.Kur'an'da anlatılan Resul yerine uydurdukları hayal mahsulü bir Muhammed'in peşine takılıp uydurma ve anlamsız yani çok zor bir din yaşadılar. Yalan ve iftira rivayetlerle Allah'ın Resulü Muhammed (a.s) ı tanımanın imkanı yoktur. Yeryüzünde bundan daha absürt bir inanç ve ahlak yoktur.Aydınlıkta kaybettiklerini, kapkaranlık bir dünyada şaşkın şaşkın arayıp duruyorlar.) 85-) Ve o zulmedenler azabı gördüklerinde, artık onlardan azap hafifletilmez yani onlara (rahmet nazarıyla) bakılmaz.86-) Şirk koşanlar, şirk koştukları şeyleri gördükleri zaman derler ki: "Rabbimiz! İşte bunlar, senin dununda (yanında-astında-yörende) dua ettiğimiz şeriklerimizdir." Onlar da bunlara: "Siz yalancılarsınız" diye söz atarlar.87-) Ve o gün Allah'a teslim olurlar yani iftira ettikleri şeyler onlardan kaybolup gider.88-) Kafir olup Allah yolundan engelleyenler var ya, işte onlara, yapmakta oldukları fesatları sebebiyle, azap üstüne azaplarını arttıracağız.89-) Ve o gün her ümmetin içinden kendilerine bir şahit göndereceğiz ve seni de bunların üzerine şahit olarak getireceğiz ve bu kitab'ı sana, her şey için bir açıklama yani bir hidayet ve rahmet kaynağı yani müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.90-) Hiç şüphesiz ki Allah, adaleti yani güzel ahlakı yani akrabaya vermeyi emreder. Ve fahşâyı yani münkeri yani ırkçılığı da yasaklar. O, tezekkür edesiniz diye size vâzediyor.

9 Mart 2022 Çarşamba

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(155.YAZI) 70-) Sizi Allah yarattı; sonra sizi vefat ettirecek. Yani daha önce bilgili iken hiçbir şeyi bilmez hale gelsin diye sizden bazı kimseler ömrün en verimsiz çağına kadar yaşatılacak. Şüphesiz ki Allah alimdir, kadirdir.71-) Allah kiminize kiminizden daha farklı rızık (yolları) verdi. Rızkı biraz fazla verilenler, rızıklarını yeminleri altındakilere verip de bu hususta onları kendilerine eşit kılmazlar. Durum böyle iken Allah'ın (vahiy-tevhid) nimetini inkâr mı ediyorlar?ŞEYTAN EVLİYASINA İBRETLİK BİR TEMSİL "Allah size kendinizden bir misal verdi: Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeyler hususunda, elleriniz altındakilerden ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur, aranızda kendinizi saydığınız gibi, onları da sayıp kendinize eşit kabul eder misiniz. İşte biz, tefekkür eden bir toplum için âyetleri böyle açıklıyoruz" (Rum-28) Bu âyette yüce Allah, şeytan evliyasına ve ilahlara kulluk eden müşriklere cevap olması açısından güzel bir örnek ve akli bir kıyas yapmaktadır.Çünkü bütün müşrikler gibi Mekke müşrikleri de Allah'a iman etmekle beraber evliya ve ilahlarının Allah'ın dostları, yardımcıları, şefaatçi olduklarına iman ediyorlardı.Yüce Allah onlara öyle bir örnek veriyor ki, doğruluğunu başka hiçbir şeye bakma ihtiyaçları olmadan kendilerinden bilebilecekleri bir delil sunmutur. Delillerin en güzeli ve en etkilisi de, kişinin bizzat kendisinde bulunan ve inkar edemeyeceği bir şekilde kendisine karşı kullanılmasıdır.Yüce Allah şunu demek istiyor: Ey müşrikler! Korumanız altında olan, elinizin altında çalışanlar mal- mülk kuvvet- kudret, otorite- güç bakımından kendinize eşit seviyede kimse var mı? Dolayısıyla köle ve cariyelerinizden mal ve mülk, kuvvet ve kudret, güç ve otorite hususunda size ortak olacak kadar mal ve servet verip onları maddi olarak yüceltir misiniz ki, siz onlarla maddi bakımdan eşit hale gelesiniz? Bunun sonucunda da, mallarınızı sizinle birlikte istedikleri gibi paylaşsınlar ve onlarda tasarruf sahibi olsunlar. Çünkü bu bir ortağın, ortağına karşı taşıdığı korkudur."De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilahlar olsaydı, o takdirde bu ilahlar arşın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı"(İsra-42)"Yoksa o müşrikler, yeryüzünde bir takım ilahlar edindiler de, onlar mı diriltecekler? Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı yer ve gök (bunların nizam-ı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki arşın rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir"(Enbiya-21,22)Dolayısıyla "sizden biriniz, yanında çalışanın, mal ve mülk konusunda kendisine ortak olmasını istemez ve kabul etmezken"Yani siz mal ve mülkünüzde herhangi bir ortaklığa razı olmazken, nasıl olur da, noksan sıfatlardan uzak olan Allah, yarattığı aciz bir kulunu uluhiyet ve rububiyetine ortak eder? Bu sizin fıtrat ve aklınıza göre batıl ve yanlış bir hüküm olduğuna göre, halbuki bu sizin hakkınızda mümkün ve caizdir. Çünkü sizin köle ve cariyeleriniz gerçekte sizin malınız değil, onlarda sizin gibi kullardır. Sizin yaratılışınıza eşit bir şekilde aynı maddeden yaratılmışlardır. Bu durumda iken bile, siz kölelerinizi kendinize maddi güç bakımından eşit kılmak istemezken, Allah kullarından kendisine eşit olacak bir şekilde "evliya ve yardımcı ilahlar" edinir mi? Nasıl olur da, böyle bir şeyi Allah hakkından mümkün ve caiz görürsünüz?) 72-) Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı, eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar yarattı ve sizi temiz gıdalarla rızıklandırdı. Onlar hâla bâtıla iman edip Allah'ın (vahiy-İslam) nimetine küfür mü ediyorlar?73-) (Müşrikler) Allah'ın dununda (yanında-yöresinde-astında) göklerde ve yerde olan rızıktan kendilerine hiçbir şey vermeye mâlik olmayan yani buna asla güçleri yetmeyen şeylere (evliya ve ilâhlara) ibadet ediyorlar. 74-) Yani sakın Allah'a misaller getirmeyin. Çünkü Allah (her şeyi) bilir; siz bilmezsiniz.(Allah'a misaller getirmek, O'nun kitabını yeterli görmeyip, başka kaynakları O'nun mesajına destekleyici olarak getirmek, vahye ortaklar edinmek demektir.) 75-) Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının memlükü (tutsağı) olmuş bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak infak eden (hür) bir kimseyi darbı misal olarak verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.76-) Allah, şu iki kişiyi de darbı misal olarak verir: Onlardan biri dilsizdir, kudreti hiçbir şeye yetmez yani mevlasının (velisinin) üzerine bir yüktür. Onu her nereye gönderse bir hayır getirmez. Şimdi, bu adamla, adaleti emreden yani sırat'ı müstakim üzerinde yürüyen kimse eşit olur mu?77-) Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Kıyametin kopması ise, göz açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan ibarettir. Şüphesiz Allah, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 78-) Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.79-) Göğün boşluğunda musahhar kılınmış olarak uçuşan kuşları görmediler mi? Onları orada Allah'tan başkası tutamaz. Kuşkusuz bunda iman eden bir toplum için âyetler vardır.80-) Ve Allah, evlerinizi sizin için bir sükûnet yeri kıldı yani sizin için davar derilerinden gerek göç gününüzde ve gerekse konaklama gününüzde, kolayca taşıyacağınız evler; yünlerinden, yapağılarından yani kıllarından bir süreye kadar (faydalanacağınız) bir ev eşyası ve bir ticaret malı meydana getirdi.81-) Ve Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı yani dağlarda da sizin için barınaklar yarattı yani sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yarattı. İşte böylece Allah, müslüman olmanız için üzerinize nimetini tamamlıyor.82-)(Ey Resül!) Yine de yüz çevirirlerse, artık sana düşen ancak açık bir tebliğden ibarettir.83-) Onlar Allah'ın nimetini tanırlar. Sonra da onu inkâr ederler yani onların çoğu kâfirdir.

SALÂVAT VE SALÂTI İKAME(29.YAZI) Salât güncellemeleri artık sizi, sizin gibi olan müminlerle dayanışmaya dâvet etmeye başladı. Gerek bireysel gerekse müminlerle birlikte destekleşiyor, dayanışma planları yapıyor, yeni projeler üretiyor ve vahiy sayesinde aydınlanmayı herkes için faydalı bir hale getirmeye çalışıyorsunuz. İşte tüm bu işlere ve destek çabalarına son vahiy olan Kur'an "salâvat" diyor. Tabi ki bunu söyleyip olduğu yerde bırakmayacağız yani âyetlerle de bunu göstereceğiz. Kuran’daki “salâvat” kelimesi maalesef çok yanlış anlaşılan kelimelerden biridir. Âyetlerde açık bir şekilde görüleceği gibi “salâvat” aslında, salâta yönelik destekleşme faaliyetleridir ve hatta yardım ve dayanışma kurumları da buna dâhildir. Salâvat, ülkelerin eğitim ve dayanışma sistemleridir. Milli eğitim sistemidir. Mescitler, dernekler, kızılay, yeşilay ve tüm yardımlaşma ve dayanışma kurum ve kuruluşların hepsi birer salâvat merkezleridir. Zaten "sallâ" fiili de destek vermek anlamına geliyor. (Kiyâme-31)Bununla birlikte gerek sallâ fiili ve gerekse salâvat sadece insanların birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışma işleri değil, yüce Allah’ın destekleri için kullanılan bir kelimedir. "Onlara bir musibet isabet ettiğinde" Biz Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz" derler. Rablerinden salâvat ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de işte bunlardır" (Bakara-156, 157) Bakara 157.âyette bulunan "Rablerinden salâvat bunların üzerinedir” ifadesindeki kastın yüce Allah’ın iman edenleri vahiy'le desteklemesi anlamına gelmektedir. Yani deyim yerindeyse yüce Allah müminlere karşı kendi üzerine düşen yardım ve desteği yerine getiriyor demektir.(Nisa-141; Mümin-51) Peki biz iman edenler olarak ilâhi mesaja ve birbirimize destek veriyor muyuz? Eğer kendimizi müminler sınıfında sayıyorsak bizim de böyle bir destekleşme kaygımız olmalı değil midir? Eğer yoksa ya biz henüz iman edenler sınıfında değiliz ya da henüz biz gerçekten “biz” değiliz demektir. “Salâvat'a ve salâtil-vusta” üzerinde gözetici-daim olun ve Allah için ikna olmuş olarak kıyam edin. Eğer korkunuz varsa, yaya olarak veya binekte, güvenliğe kavuştuğunuzda ise siz bilmiyorken Allah'ın size öğrettiği gibi zikredin" (Bakara-238, 239)Âyette bulunan "siz bilmiyorken Allah'ın size öğrettiği gibi zikredin" cümlesi önemlidir. Demek ki, din adına her şeyi yüce Allah öğretiyormuş. Bakara suresi 238. âyette bulunan “salâvat” ve “salât'ı vusta”yı iki ayrı fiil olarak almalı ve her ikisi üzerinde de daim olunmalıdır. Peki bunlar hangi anlama gelmektedir? Salâvat daha önce de söylediğimiz gibi hem yüce Allah'ın müminlere hemde müminlerin kendi aralarında “dayanışma” ve "destekleşme" faaliyetleridir. Bu kapsamda yüce Allah, salâvat’ı da salâtı ikame etmenin (bağlantıyı ayakta tutmanın) içinde gösteriyor ve “birbirinizle sürekli bir yardımlaşma ve dayanışma içinde olun” diye bir mesaj vermiş oluyor. Ya salât'il-vusta nedir? İşte salât il-vusta da şudur: Ortada olup da zaten hepimizin bildiği, hani bir araya geldiğimiz, elçinin bize hikmeti ve Kuran’ı anlattığı, beraberce şura oluşturup, toplantı şeklinde yaptığımız (salâtı ikame etmenin içindeki, cuma süresinde de bahsi geçen) o vakitli salât var ya işte onu da elinizden geldiğince terk etmeyin buyuruyor. Yani “hem dayanışmayı hem de vakitli olarak bir araya gelmeyi aksatmayın” mesajını buradan alıyoruz. Peki, arkasından gelen binek, yaya gibi ifadelerin olduğu ayet neyle ilgilidir? İşte peşinden gelen Bakara süresi 239. âyet de zaten bu "salât'il vusta" ile ilgili: "Eğer bir korkunuz varsa (yani bir araya gelmeniz konusunda güvenlik sıkıntısı yaşıyorsanız, sizi engellemeye çalışanlar veya bir tehlike durumu varsa) bu durumda, yürürken ya da bineklerinizin üstünde vahyi dillendirmeye onu zikretmeye ve üzerinde tefekkür etmeye devam edin deniliyor" Ama böyle tehditler ortadan kalkmışsa (diğer âyetlerde) Allah’ın size öğrettiği gibi (vakitli salât bölümünde açıkladığımız gibi) salât il-vusta’yı (vakitli toplantı salâtını) yine yaparsınız, mesajı anlaşılıyor. "Onlardan ölen birinin üzerine ebediyen “salât” etme. Kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resülüne karşı kâfir oldular ve fasıklar olarak öldüler"(Tevbe-84) Cenazeler sadece gömü törenleri ya da dua merasimlerinden ibaret değildir. Orada cenazenin ya da kabrin olduğu yerde bulunmak aslında cenaze sahiplerine bir destek vermek, acılarını paylaşmak ve dayanışma halinde olmak anlamına gelmektedir.Yukarıdaki âyet bu manada alınırsa Nebi (a.s) dan kafirlerden ve munafıklardan yana bir destekleşme faaliyetine katılmaması isteniyor. Konu zaten savaş şartlarında geçiyor ve “onlar size düşmanlık yaparken onlara destek verme” denmiş oluyor. "Araplardan öyleleri vardır ki, infak ettiğini bir zarar sayar ve devrin size kötülük getirecek biçimde aleyhinize dönmesini bekler. Allah işitendir, bilendir" (Tevbe-98) "Araplardan öyleleri de vardır ki; Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve infak ettiğini Allah katında bir yakınlaşmaya ve Resül'e salâvat sayar. Bu gerçekten onlar için bir yakınlaşma değil midir? Allah onları merhametinin içine dâhil edecektir. Şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir" Tevbe-99) Tevbe süresi 98 ve 99 karşılaştırmalı âyetleri; iki zıt insan tipi olarak salâvat’ın tanımı ile ilgili çok belirleyici âyetlerdir.İnfakı zarar sayan birisine mukabil iman eden birisi davaya katkı sağlamak üzere bir infakta bulunuyor ve bunu Allah’a bir yakınlaşma ve Resül'e bir destek ya da “dayanışma” olarak görüyor. Salâvat çok açık değil mi? Salavât burada da yine “dayanışma” anlamına gelmektedir. "Onların mallarından sadaka al. Bununla onları temizlersin yani onları arındırmış olursun yani onlara salât et şüphesiz ki senin salât'ın onlar için bir sekinedir. Allah işitendir, bilendir" (Tevbe-103) Daha önceki âyette (Tevbe-102) iman ile nifak arasında bir çizgide duran, gel gitler yaşayan fakat sonradan suçlarını itiraf edip, tevbe edenlerden ilk etapta mallarından arınmalarına vesile olması için sadaka almasını istemiş ve onların bu suçlarını itiraf ve sadakatlarını ortaya koydukları sadakalarına ek olarak ey Resül "salli aleyhim" sende salâtınla yani vahiy'den onlara yapacağın eğitim desteğiyle istek ve çabalarını desteklemiş ve onları imanda sebat ettirmiş olursun. Şüphesiz ki bir Resül olarak senin desteğin onlara (imanda sebat etmek isteyenlere) bir sekinet (huzur) verecektir. "Salli" emri “destekle, destek ver” anlamındadır. Peşinden gelen cümlede bu destek işinin “salât” olarak tanımlandığını da görüyoruz. Dolayısıyla destek işi de salâtı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) süreci içindeki bir araç olarak ortaya çıkmış oluyor. "Onlar haklı bir sebep olmaksızın sadece “Rabbimiz Allah'tır'” demelerinden dolayı yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah'ın insanların kimini kimiyle savunması olmasaydı; onca" savamiu" (eğitim ve öğretim merkezleri veya tarım alanları), "biyaun" (alış veriş-ticaret merkezleri), "salâvatun" (yardım ve dayanışma merkezleri) ve içinde Allah’ın ismi zikredilen mescidlerin çoğu yıkılır giderdi. Kim ki Allah’a (O'nun dinine) yardım eder, kesin olarak Allah da ona yardım eder. Şüphesiz Allah kaviy'dir, azizdir"Hac-40)Yukarıdaki âyete çok problemli meal verilmiştir. Meallerin hemen tamamında "salâvat-havra” “savamiu- manastır" "biyaun-kilise" diye çevriliyor. Oysa hayati öneme sahip daha önemli yapılar ve merkezler dururken ve hatta “Rabbimiz Allah’tır” diyenler oralardan kovulurken Allah neden tahrif edilmiş batıl dinlerin ibadethanelerine önem versin ve onları korusun?Üstelik âyetin devamında bu manada bir kelime olan “mescidler” zaten anılmışken neden havra, manastır ve kiliseler ayrıca anılmış olsun? Oysa ayette “havra” olarak tercüme edilen kelime “salâvat” olup toplumsal yardımlaşma ve dayanışma kurumlarıdır.Yine orada “manastır” diye çevrilen “savamiu” da manastır değil, tarım ve hayvancılığa yönelik sosyal tesislerdir. Ve üçüncüsü olan “kilise” diye çevrilen “biyaun” kelimesinin de kilise değil ticari tesisler ve ticaret kurumları olması ihtimal dâhilindedir. Peki, ayette o zaman ne denmek isteniyor? Şu ki… Allah isteseydi bunların hepsinin altını üstüne getirebilirdi. Ancak bu durum yani savaş ortamı hem iman edenlerin bir denenmesidir, hem de Allah toplumun kazanımlarının korunmasını istiyor. İnkâr edenler ve iman edenler son ana kadar bir arada ve barış şartlarında yaşayabilmeli ve ıslahattan ortak faydalar sağlayabilmelidir. Hedef yıkmak değil, düzeltmektir. Islahat bölümünde bu konuyu âyetlerle açacağız. "Ve onlar emanetlerine ve verdikleri söze riayet edenlerdir. Onlar, salâvatları üzerinde muhafızdırlar (devamlıdırlar). İşte varis olacak olanlar onlardır yani onlar (iman edenler) salât’a yönelik yapılmış işleri ve/veya dayanışmalarını muhafaza edenlerdir"(Müminun-8,9,10) Burada da salâvat’ın yine destek verme ve dayanışma anlamının kapsamı dışına çıkmış olması için hiçbir sebep yok. Salla (destek vermek) ve salâvat (dayanışma) salâtı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) çabaları içinde birer kavramdırlar. "O’dur ki; karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size (vahiy'le) destek (yusalli aleyküm) verir. Ve melekleri de. O iman edenlere çok Rahim'dir.(Ahzab-43) Bu âyette de çok açık bir şekilde salâtın vahiy'le müminlere destek verme anlamında kullanıldığını görüyoruz. "Muhakkak ki Allah ve O’nun melekleri Nebi üzerine salâf ederler. (yusallune) Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle (Allah’a) teslim olun"(Ahzab-56) Allah ve melekleri Nebi üzerine namaz kılmazlar. Allah ve melekleri Nebi'ye (bilinen manada) salâvat da getirmezler. Ama Allah ve melekleri Nebi'ye destek verirler.Zaten Kur'an'da hangi âyette Allah ve Melekleri geçiyorsa, akla vahiy'den başka bir şey gelmemesi gerekiyor. O halde ey iman edenler siz de ona destek verin.Nebi'ye salât kendi döneminde yaşayan müminlerin yapabileceği yardım ve destek demektir. Öyle olmasaydı Nebi değil, Resül kelimesi kullanılırdı. Çünkü Nübüvvet yerel, bölgesel ve tarihseldir. Resül ve risâlet genel ve evrenseldir. Yani Nebi'ye salat etmek hiçbir zaman salâvat çekmek ve salavât okumak değildir.İşte geleneksel dinin muhaddis ve müctehidleri yani imamları bu kadar Kur'an cahilidirler. "Onlar Rablerine icabet edenler yani salât'ı ikame edenler yani işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler yani haklarına tecavüz edildiği zaman birbirleriyle yardımlaşanlardir"(Şura-38,39) Yine çok açık ve net biçimde salât'ı ikame etme (bağlantıyı ayakta tutma) havuzunda bulunan dayanışmayı bu âyetlerde açık olarak görüyoruz. İşlerini şura ile yürüttüklerini de. Geleneğin getirdiği aşılması gerçekten zor paradigmaları yıkınca (konulara baktığımız penceremizi değiştirince) gerçekler birer birer açığa çıkıyor. Bazılarının kabul etmesi zor oluyor ya da kabul edebilmek zaman alıyor. İtiraf ediyorum ki buna kendim de dâhilim. Uzun yıllar hataların içinde boğulmuş kalmışız. Hakkı öğrenince yanıldığımızı itiraf etmemiz gerekiyor. Bana inanın yarın da bu manada bugünden daha doğru olacaktır.Arkadaşlar haklı olarak, "görevdeyken böyle diyordun, şöyle yapıyordun, neden o zaman doğruları kunuşmadın" diyorlar.Kur'an'ı öğrendikçe, kavramların gerçek anlamlarını çözdükçe ne kadar kara cahil olduğumuzu daha iyi anlıyoruz. "Fakat o, ne tasdik etti (saddeka) ne de destekledi (sallâ)"(Kiyâme-31) Ve lakin yalanladı (kezzebe) ve yüz çevirdi (tevellâ)"(Kiyâme-32)Daha önce “tasdik” bölümünde konuyu doğrulama açısından konuşmuştuk. Burada iki kelime zıt anlamları ile kullanılmıştır.Yani nasıl ki yalanlama tasdik etmenin zıddıysa, burada tevellâ da sallâ kelimesinin zıddı oluyor. Tevellâ yüz çevirme demekse sallâ da tam aksi olarak destek verme demektir. Bir kez daha sallâ’nın destek vermek olduğunu bu âyetlerde görmüş oluyoruz. Namaz kılma veya salavât getirme değil. "Arınan kişi felaha ermiştir. Rabbinin ismini zikretti ve salât etti" (Âla-14, 15) Âla süresindeki bu âyetlerde geçen sallâ’yı yine Allah’ın dinine “destek verme” olarak anlamak mümkün. Ancak burada “salâtı ikame etmek” olarak tüm salât (bağlantılı) işlerini yaparak destek verme anlamına daha yakın duruyor. "Engelleyeni (nehyedeni) gördün mü? Salât ederken bir kulu. Gördün mü? Ya hidayet üzere ise. Veya takvayı emrediyorsa"(Âlak-9, 10, 11, 12) Âlak suresindeki bu âyetlerde de yine hem Allah’ın dinine “destek verme” hem de tüm “salâtı ikame” işleri olarak anlaşılabilir. Ancak “takvayı emrediyorsa” ifadesi insanlara vakitli bir toplantı salâtında konuştuğunun bir göstergesi de olabilir. Netice de değişmeyen hepsinin salât işi olmasıdır. Dersin içinde ya da dışında! Aslı değiştiren bir durum yok. Salât işi yapmak Allah’ın dinine destek vermektir. Dini yalanlayanı gördün mü? Yetimi itip kakan işte odur. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez. Yazıklar olsun o musallilere. Onlar salâtlarında yanılgıdadırlar. Onlar gösteriş yapanlardır. Ve dayanışmaya mani olanlardır"(Mâun-1/7)Gösteriş için salât ediyor, bu bağlamda infak ediyor ve birbirlerine destek verip küfürde dayanışma içine giriyorlar. Ama maalesef kurdukları bağlantıda yanılgı içindedirler. Ayakta tutmaya çalıştıkları “bağlantı” Allah’la değil ortak koştuklarıyla bağlantılı. Bu yüzden musallileri (salât edenleri, destek verenleri) oldukları salât (bağlantı) Allah’ın ayakta tutulmasını istediği salât değil. Bu yüzden de dini yalanlayıp yetimi itip kakanlar ve doyurmaya teşvik etmeyenler olmuş durumdalar. "Muhakkak ki biz sana kevseri verdik. O halde Rabbin için salât et yani zorluklara göğüs ger. Muhakkak ki ebter olan sana hınç duyandır" (Kevser-1,2, 3) Son bağlamlarda olduğu gibi burada da salât hem destek vermek hem de tüm salât işlerini yapmak olarak alınabilir. “Venhar” ifadesi salâtı ikamenin bağlamındaki sabrı da (kararlılıkla mücadeleyi de) işaret ediyor olabilir. Tüm bu ayetlerden sonra sallâ ve salâvat kelimelerinin ağırlıklı biçimde “destek verme” ve “dayanışma” manasında olduğunu, bununla beraber sallâ’nın “salât etme” anlamında salâvat’ın da “salât işleri” anlamında kullanılabildiğini de görüyoruz. Bu kapsamda “musalli” de “destekçi” ve “salât eden kişi” olarak kullanılabiliyor.

8 Mart 2022 Salı

SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (9.YAZI)Şii ve Sünni din adamları bize diyorlar ki:Nebi (a.s) hiç bu şekilde namaz kılmadı mı?Kesinlikle kılmadı! diyoruz. Biz de onlara şunu soruyoruz:Nebi (a.s) insanlara Kur'an'ın hikmeti, bağlam ve bütünlüğü, onun önemi, ona sahip olmakla, sadece onun izinde gitmekle ilgili hiç bir şey anlatmadı mı, onu hiç ders yapmadı mı?Şunu da soruyoruz. Kur'an'da şirk küfrüyle ilgili yüzlerce âyet vardır. Kustal kaynaklarınız olan hadislerde şirkle ilgili kaç tane hadis vardır? Kaynaklarınızda Kur'an'dan ve düşmanı olan şirkten niye hiç söz edilmez. Sizin kutsal kaynaklarınız olan hadislerde "sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve öğretendir" den başka bir şey var mıdır? Mesela şirkle ilgili bana bir hadis söyleyin. Size çok kolay ve net bir soru soruyoruz. İnsanların namaz kılmaya mı, yoksa Kur'an'ı öğrenmeye mi ihtiyaçları vardır. Yüce Allah için söyleyin insanların dünya ve âhiretleri için hangisi daha hayırlıdır? Veya asırlardan beri Kur'an'a ihanet ederek kıldığınız namazın size ne faydası oldu? Kur'an, Allah Resülünden "imam" olarak değil, öğretmen olarak söz eder. (Bakara-151; Âli İmran-164)Ama sizin dininizde Allah Resülü bir öğretmen ve eğitimci değil, mihraptan ayrılmayan bir cami imamıdır. Allah Resülünün sizin rivayet ve mezheplerinizin üretiği namazla hiç bir ilgisi yoktur.Allah Resülü (a.s) yüce Rabbimizin en önemli emirleri arasında yer alan salât'ı yani vahyin öğrenim ve öğretimi ile toplumu ayağa kaldırırdı. Soru şu şekilde olacak. Nebi (a.s) döneminde eğitim ve öğretim (salat) var mıydı?İşte salât'ın namaz yapılmasıyla bu şekilde gerçeğin üstü örtüldü. Ümmet hiç bir anlamı olmayan namaza mahkum edildi. Yoksa eğitim ve öğretimi yani maarifi, günümüzün ifadesiyle milli eğitim sistemi olmayan bir ülke olur mu? İşte salât vahyin eğitim ve öğretim sistemidir. Namazla insanları psikolojik baskı altında bırakan ve kendine kul yapan zihniyetin sonu gelecektir. Öyle rivayetler uydurdular öyle ictihadlar iftira ettiler ki, ümmi insanlar namaz kılmadıkları için kendilerini büyük bir suç işlemiş gibi görüyorlar. Fakat Kur'an'ın bir gün bu yalan ve iftiraları bir tokat gibi yüzlerine vuracağını unuttular. Yüce Allah, batılın değil, hakkın koruyucusudur. Yalanların değil, muvahhidlerin yanındadır. Namazı gerçekten Allah mı emretti yoksa muhaddis ve müctehidlerin çıkardığı mezhebi ve tasavvufi yapılanmanın bir başlangıcı mı olduğunu; şu sorulara doğru cevap vererek bulabiliriz:1-) Allah’ın insanların namaz kılmasına ihtiyacı olmadığına göre, namazın ümmete maddi manevi hiç bir getirisi bulunmadığına göre; tam aksine maddi- manevi ve psikolojik olarak bir çok zararı olduğuna göre günde beş vakit namaz kılın demiş olabilir mi, niçin desin?2-) Yüc Allah, insanların maddi-manevi bunca problemleri varken bir de üstüne namazı yükleyerek, hiç bir kolaylık ve tolerans tanımadan terkedildiğinde nasıl iade edileceğinden söz etmeyerek, bazı zamanlarda kılmanın “mümkün olamayacağını” bile bile onu zorla yaptıracak kadar merhametsiz midir? Sizin Allah tasavvurunuz bu mudur? 3-) Din kolaylık olduğuna göre yarattığı insanların zorlanacakları ve yapamayacakları bir şeyi nasıl emreder. Siz Kur'an'a iman etmediğiniz için aklınızı da kaybetmişsiniz. 4-) Dünya ve âhiretinizi inşa için indirilen âyetleri, oyun ve eğlence yaparak, bir müzik makamı şeklinde anlamadan geri göndermek yüce Allah'ın emri olabilir mi? 5-) Kur'an'da “salât”ın yanında kırk küsür yerde gelen ikâme; yerde sürünen eğitim sistemini “ayağa kaldırmak” diye anlamak mı (içinde bulunduğu âyete göre) daha uygundur yoksa “kılmak” diye çevirdikleri anlam mı daha uygun olacaktır? 6-) Bu kadar değer verdiğinize göre Kur'an'da neden namazın tarifi yapılmamıştır.Halbuki eğitimli köpeklerin yakaladıkları avların yenebileleğini söyleyen âyet bile var. (Mâide-4)7-) Eğitimli köpeklere bile değer veren bir kitap, Kur'an'ın eğitim ve öğretim sistemini es mi geçmiştir. 8-) Evlere nasıl girileceğini, kimlerle oturup yemek yenileceğini ve daha bir çok detay ve ayrıntıyı anlatan Kur'an Nebi (a.s) ın iki rekât namazından niye söz etmez? Abdest âyeti olarak bilinen Mâide 6.âyet, namaz temizliğini değil, müminlerin salât ilişkilerinde temizliği önererek hem bizim anlayışımıza onay verir, hem de şu uzay ve teknoloji çağında İslam dininin ne kadar geçerli ve hayatla uyumlu bir din olduğunu gösterir. Öngörülen temizlik ve arınma Namaz ve dua için değil, salât için bir araya yani eğitim sistemi içindir. Çocukları okula göderirken dişlerini fırçalamalarını ve temizlik yapmalarını tavsiye ettiğimiz gibi. Şöyle ki:Âyetin sonunda "yuridullâhu liyutahhiraküm" “Allah sizi temizlemek istiyor” ifadesi, bu gerçeği apaçık gösteriyor. Yani toplu olarak “salât'a kalktığınızda temizlenin” diye anlaşılması gerekiyor.Zihinsel ve bedensel temizliği amaçlayan bir âyeti Kur'an'da olmayan bir kelimeye dönüştürmek konuyu yanlış anlamamıza neden oluyor. Konuyu doğru anlamak istiyorsak abdest yerine “temizlik” kelimesini kullanmamız gerekiyor. İkincisi:Temizlik âyetinin (Mâide-6) Mekke'de değil de, Medine'de inmesinin sebebi toplu bir şekilde yani cemaatle salâtın ifa edilmemesinden dolayı idi. Ne zaman Medine'ye hicret gerçekleşti ve özgür bir ortam yakalandı cemaatin sağlık ve huzuru için yüce Allah tarafından temizlik önerildi. Üçüncüsü: Bu âyet nüzül sırasına göre cuma süresinden hemen sonra indiğine göre, demek ki, insanlar cemaate temiz-bakımlı ve zihnen temizlenmiş bir vaziyette gitmiyorlardı.Dördüncüsü: Maide 6.âyette bulunan “es-salât”ın cuma salâtı olduğunu mârife yani elif lam takısı ile biliyoruz. Kur'an'a göre çağrı, temizlik ve vaktin belirlenmesi sadece ve sadece cuma salât'ı içindir Çağrı sadece "hayya ales salâte" olarak yapılır. Geleneksel ezan cümlelerinin Kur'an'da bir karşılığı yoktur. Hatta Kur'an'a ve Allah Resülünün ahlakına aykırıdır. Alay etmeyi bırakın! Destekleşirken abdest almıyoruz. Kur'an'nın eğitim ve öğretim sistemi için bir araya geldiğimizde zihnen ve bedenen temizlik yapıyoruz. Peki bu âyeti toplu salâta yani Kur'an öğrenimine- verilen Kur'an hutbesine- dersine- dayanışma toplantısına temiz gidilmesine değil de, namaza yoranlar, bireysel “namazla- duayla temizliğin (abdestin) ne ilgisi var?Haydi bunu açıklasınlar da bir görelim! Temizlik bireysel salât için değil, toplu salât için yapılan bir şeydir. Çünkü hem Mâide 6.âyette hemde (toplantı) salâtını anlatan cuma süresi 9. âyet "Ey iman edenler! diye başlar ve bütün müminler tarafından bilinen yani "cuma salât'ı" anlamını taşıyan yani elif lam takısı "es salât" olarak gelmiştir. Son olarak; Mâide 6.âyette namazın (kıble, kraat, sücud, oturuş, .. gibi) hiçbir öğesi geçmez iken, bunların namaz için olduğunu nereden çıkarttınız?

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(154. YAZI)Nehl Süresi 61-) Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, yerde hiçbir canlı bırakmazdı. Lâkin onları ismi konmuş bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat (an) geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.62-) Kendilerinin hoşlarına gitmeyen şeyleri Allah'a isnat ediyorlar yani en güzel sonucun kendilerinin olduğunu anlatan dilleri de yalanın örneğini veriyor. Hiç şüphesiz onlar için sadece ateş vardır yani onlar (şirk ve iftirada) aşırı gidiyorlardı. 63-) Tallâhi, senden önceki ümmetlere de (Resüller) göndermişizdir. Fakat şeytan onlara işlerini süslü gösterdi de (iman etmediler). işte o, bugün onların velisidir yani onlar için elem verici bir azap vardır.(Âyette bulunan "şeytan" inançla ilgili olduğu için zihinsel şeytan değil, zihinsel şeytanın ete kemiğe bürünmüş şekli olan din adamı kimliğindeki kişidir. Yani muhaddis, müctehid!! cemaat lideri ve tarikat önderi olan şeytandır. Genellikle Kur'an'da geçen şeytan kavramları bunlarla ilgilidir. Yani sanal ve hayali şeyler aklımıza gelmesin.) 64-) Yani (ey Resül) biz bu kitab'ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.65-) Yani Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz ki bunda (hakkı) işiten toplum için bir âyet vardır.66-) Yani hiç kuşkusuz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira size, onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir süt içiriyoruz.("İhlasın" hangi anlama geldiğini bu âyet ortaya koyuyor. Yani nasıl ki süt dişardan içine hiç bir şey katılmadan direk olarak annenin göğsünden çocuğun ağzına ve midesine gidiyorsa, din de aynı şekilde yüce Allah'tan geldiği gibi insanların zihnine ve gönüllerine saf yani hanif ve katışıksız olarak girmesi gerekiyor. İçinde başkalarının rivayet ve ictihadları olan din Allah'ın dini değildir.) 67-) Yani hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel rızık edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için bir âyet vardır.68-) Yani Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin.69-) Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye vahyetti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şarab (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda tefekkür eden kavim için bir âyet vardır.(Kur'an doğadaki varlıklardan her biri için bir yol, kendine ait bir hedef ve sonuçta özel bir hidayetin (kanun-yasa) olduğunu söylemektedir.Yukarıdaki âyetlerde bal arısının ev yapımında, çiçeklerden ve meyvelerden öz almada, yaratanın belirlediği yolu katetmede ve sonuçta kendine özel hidayetini ifade eden bal üretimindeki kendine ait süreç gündeme getirilmiştir.Asıl ilginç olan şudur ki, bal üretimi yolunda doğru çabayı Allah'ın yolu, yani Allah'ın bal arısını yönelttiği ve hidayet amacına ulaşmak için ona gösterdiği yol olarak bilmesidir.Nebilere gelen vahiy, arılara gelen vahiy gibidir. Yani vahiy Nebiye aracısız olarak geliyor. Arı bu vahiy sayesinde hidayetini bulup bal imalatını gerçekleştiriyor.)

7 Mart 2022 Pazartesi

SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (8.YAZI)Kur'an'da geçen salât kavramlarının hiç bir tanesinden namaz diye bir ritüel çıkmaz. Çıkar diyenler bunu göstermek zorundadırlar. Çünkü biz Kur'an'da geçen salât kavramlarının hepsinin hangi anlamda kullanıldığını anlatıyoruz. MESELA: “Ey iman edenler! Cuma (toplantı) günü salâta nida edildiği zaman hemen Allah'ın zikrine (Kur'an'a) koşun yani alışverişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız elbette bu sizin için daha hayırlıdır"Neden daha haırlıdır? Çünkü dünya hayatında hidayet, aydınlık ve güven, âhirette saadet ve refahın tek kaynağı Allah'ın zikri olan vahiy'dir. Yukarıdaki âyetin namazla ne ilgisi var? Asırlardan beri namaz iman edenlerin hangi sorununu çözmüştür. Namazda var olan bir tane keramet gösterebilir misiniz? Halbuki Kur'an'ı bilenler hemen hatırlayacaklardır. Yüce Allah bir konuyu emreder veya tavsiye ederken, onun hangi derde deva olduğunu da söyler. Yani emir ve tavsiyesinin gerekçesini ortaya koyar. Kur'an'da "yardım" ve "destek" anlamına gelen beş kavram bulunmaktadır. 1-) Nasr = Hem yüce Allah'tan hemde insanlardan gelen maddi manevi yardım ve destek demektir. 2-) İstiâne = Sadece Allah'ın yapabileceği yardım demektir. Sabır ve salâtla talep edilen yardım çeşididir. 3-) Teavun-maunet = İnsanların bir araya gelerek kötülüklere karşı dayanışma içinde olmaları yani maddi olarak yaptıkları yardımlaşma ve destekleşme faaliyetleridir. 4-) İstiğâse= Zor durumda kalanların hem yüce Allah'tan hemde insanlardan acil durumlar için yardım çığlıklarıdır. 5-) Salât= İman edenlerin mescitlerde bir araya gelerek vahiy üzerinde yaptıkları öğrenim ve öğretim, zihinsel yardımlaşma ve dayanışma anlamına gelmektedir.İman edenler arasında en önemli dayanışma ve yardımlaşma çeşidi budur. Çünkü şu dünya hayatında yüce Allah'ın Nebi(a.s) a ve iman edenlere en büyük yardımı vahiy indirerek onları karanlıklardan aydınlığa çıkarması olmuştur. (Ahzab-43, 56)Bu olmadan diğerleri sağlıklı olarak işlemezler. Çünkü salât işin eğitim ve öğretim boyutunu temsil etmektedir. Milli eğitim sağlıklı işlemeden hiç bir sorun çözume kavuşmaz. Dolayısıyla salât eğitim ve öğretim sisteminin adıdır. Önyargılı olan hakka karşı kör ve sağır olacaktır. Milâdi 600. yıllar yani Nebi (a.s) ın yaşadığı asır, orijinal vahiy dini organik şekliyle yaşanırken, milâdi 800.yıllarda salât namaza evrimleşmiş “es-salât” kavramı darmadağın edilmiştir.Muhaddisler tarafından 800. yıllarda yazılmaya başlanan rivayetlerle bu yanılgı daha ileri bir safhaya götürüldü.Halbuki salât'ın “namaz kılmak” olmadığı Kur'an'ın dil sisteminden anlaşılmaktadır.Salât'ın başında bulunan "elif lam" takısı harfi tariftir. Yani bilineni, konu edileni işaret eder. Mâide-6 ve Nisa-103. âyette bulunan “es-salât”ların “cuma salâtları” için olduğu gösterdiği gibi.İngilizcedeki “the” takısı da aynı görevi ifa eder. Mekkeliler, inen salât âyetlerinin öğrenim ve dayanışma anlamına geldiğini biliyorlardı. Çünkü Kur'an'ın âyetleri anlattığı konuya uyumlu olarak bu manâyı veriyor. Fakat ilk nesil müminler değişince bu işin kolayı bulundu. Emevi- Abbasi din adamları yazılı kültürle salât'ı namaza çevirdiler.Tabi sadece salât'ı değiştirmediler. Nebi'ye destek olan salât âyeti (Ahzab-56) Muhammed'e salavat'a, cehennem azabı kabir azabına, ihlas (dini Allah'a özel kılma) samimi olmaya, zekat (arınma) malın kırkta birini vermeye, Mekke'nin bir mahallesinde bulunan Mescid-i Aksa Kudüsteki Süleyman (a.s) ın mabedine, Kur'an'da bulunan Nebi ve Resül hayali ve sanal bir Muhammed'e, âyetler rivayetlere, dinin tamamlanması Ali'nin imametine, imam yani önder Nebiler on iki imama, ehli beyt olan Nebinin hanımları Şia'nın ehli beytine, kevser havuza, dirilere okunması gereken Kur'an'ın ölülere okunmasına, din fırka ve mezheplere kısaca vahiy ve tevhid şirke ve küfre dönüştü. (İbrahim-28)İbadetten secdeye, ihlastan ihsana, takvadan imana kadar anlamı değiştirilmeyen hiçbir kavram kalmamıştır. Aslında ilk Müslümanların salât'ı ikâmeyi namaz olarak anlamaları imkânsızdır. Buna en büyük delil Kur'an'da bulunan hiçbir salât âyetinin namazla alâkalı olmayışıdır. O devirde kurulan ilk mescitlerin bile içinde kâbe tarafını gösteren mihraplar yoktu. Mihrab: Harb edilen yer anlamındadır. Yani Allah’ın zikrinin insanlara öğretilmesi için mucadele yapılan mekan demektir. Orada Resulullah veya ileri gelen muvahhid âlimler dikilerek cemaate Allah’ın ayetlerini anlatırlardı. Yani okullarda ders verilen kürsünün benzeri bir yer olarak düşünün. Atalar dinini tek kaynak olarak kabul eden zihniyet yüzünden iman edenler kendilerine hayat verecek olan Kur'an'la ilişkilerini yani salatlarını tamamen kaydetmişlerdir. Salât, secde, ibadet- itaat, ihlas, takva gibi, insana, topluma ve hayata kan ve can katacak nice ilâhi ilke, orijinal ve organik nitelikleri ile algılanmaktan çok, artık tarihi nitelikleri ile algılanmaktadır. Tevhid dininin aslına ilişkin bir hassasiyeti canlı ve dinamik tutmak yerine, topluma hiçbir faydası olmayan şekilsel ritüeller yaşatılmak istenmektedir. İslam’ın esasları, yerlerini, işlenmemesi halinde bir sorumluluk getirmeyen uygulamalara terk etmiş bulunmaktadır. Bu yüzden hiçbir İslami ilke hayatta karşılığını bulamamaktadır. Kimi ilkeler yüzyıllardır işlenmediği için zaten unutulmuştur. Bu durum, ümmetin namaza yönelmesi ve bunu farz olarak telakli etmesi yüzünden olmuştur.Namaz bize çok şey kaybettirmiştir. Yani esas olan adalet, dürüstlük, eşitlik, affetme, merhamet barış, özgürlük, tevhid, insan hakları ve saygınlığı, öğrenim ve dayanışmada bulunma, infak gibi erdemler yok olmuştur. Kur'an’da geçen “Cuma” herhangi bir günde “Toplanma, bir araya gelme” demektir. Yevm-il cumua = Nebi (a.s) ve müminler tarafından belirlenmiş “toplanma günündeki vakit” anlamına gelmektedir. Sonradan haftanın bir günü haline dönüşmüştür. Dolayısıyla iman edenler ihtiyaç ve imkânları dahilinde istedikleri günde bir araya gelebilirler. Cuma günü bir araya gelmeleri şart değildir. Çünkü yüce Rabbimizin bu konuda bağlayıcı ve açık bir beyanı bulunmaktadır."...Şüphesiz salât'ın vaktini belirlemek müminlerin üzerinde olan bir yazgıdır (görevdir) (Nisa-103)Yani müminler kendi ihtiyaç ve imkanları dahilinde bir araya gelecek ve salât'ı eda edeceklerdir. Bu bakımdan toplantı salâtlarının zamanı muhayyer bırakılmıştır. Muhayyer: Şartlara ve ihtiyaçlara göre değiştirilebilen demektir. Coğrafya ve kültürlerde hangi gün ve zaman salât için uygun görülürse o zaman yapılmasında bir sakınca yoktur. Çünkü gerekli olan bunun yapılmasıdır. Rabbimiz bu esnekliği müminlere bir hak olarak tanıdığı için Nisa-103. âyette “Allah tarafından” ifadesini koymamıştır. Âyetin son cümlesi olan “... Şüphesiz salât, müminler üzerine vakitleri belirlenmiş bir yazgıdır.” demesi, cuma salâtı ile ilgili bir durumdur.Çünkü salât'ın vakitlerine işaret eden diğer âyetlerin hepsi Nebi (a.s) la ilgili önerilerdir. Salât konusunda beni en çok şaşırtan şey, Hud süresi 114, İsra süresi 78, 79, Tâhâ süresi 130, Kaf süresi 39 âyetlerinin hepsinin Mekke'de inen sürelerde yer alması olmuştur. Bunun anlamı şudur. Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamlarının Namaz vakitleri olarak gördükleri bu âyetlerin hepsi Nebi(a.s) ın kendisiyle ilgilidirler. Bütün bu âyetlerin açılımlarını da Müzzemmil süresi ortaya koymaktadır. Yani Nebi (a.s) ın neden bu vakitlerde kalkması gerektiği anlatılır. Şii ve Sünni din adamları bu konuda tarifi imkansız bir cinayet işlemişlerdir? Şii ve Sünni din adamları kelimesi kelimesine Nebi'ye hitap olan bu âyetleri sanki bütün müminlere hitap ediyorlarmış gibi genelleştirmiş ve bu âyetlerden namaz vakitlerini çıkarmışlar. Yani konu ile ilgili âyetleri paramparça etmişler. Peki bu âyetlerin hepsi neden Nebi'nin kendisiyle ilgilidir? Bunu öğrenmek için Müzzemmil süresinin ilk âyetlerine bakmak gerekiyor. Evliya ve ilâhlara kullukta fanatik olan Mekkelilere karşı koyabilmek için Nebi (a.s) geceden hazırlık yapma zorundaydı. Çünkü tebliğ yükü onun sırtında bulunuyordu. Yani Müzzemmil süresini bilmeyenler salatın vaktiyle ilgili, hepsi Mekke'de nazil olan Hud 114, İsra 78-79, Tâhâ 130 ve diğer bir çok âyeti de anlayamazlar. Zaten âyetleri anlama diye bir dertleri de yoktur. Nebi (a.s) namaz kılsaydı, namazla ilgili bu kadar ihtilaf ve namaz çeşidi çıkmazdı. Namazın Kur'anla bir ilgisi yoktur. Namazın kaynağı Nebi(a.s) dan iki asır sonra uydurulan rivayetler ve mezhep ictihatlarıdır. Bu çağ dine bir şeyler eklemenin en kolay olduğu dönemlerdir. Çünkü Kur'an'ın ilim ve hikmetinden çoğunluğun haberi yoktur.Hatta mezhep imamları olarak şöhret olanlar bile Kur'an cahili idiler. Eğer Kur'an cahili olmasalardı hadis kaynakları yazmaz şâfi hadislere sünnet, sünnete de hikmettir demezdi. Evzai "es sünnetü kâdiyetün alel kitébi" "sünnet kitaba (Kur'an'a) egemendir" demezdi. Eğer Kur'an cahili olmasalardı Ahmet bin Hanbel'in Süneni, Malik bin Enes'in Muvattası olmazdı. Yani Kur'an'ı yeterli görür hadis şirkinin peşine düşmez Kur'an'ın kiymetini bilir ve onu tekr kaynak edinirlerdi. Dolayısıyla onlarca namaz çeşidinin olması bile namazın Nebi'nin vefatından sonra uydurulduğunu kanıtlar. Salât'ın namaz kılmakla hiç bir ilgisi ve benzerliği yoktur. Çünkü salât insanlık tarihi kadar daha doğrusu vahiy kadar eski bir tarihe sahiptir. Kur'an'da Nebilerin salâtından, müminlerin salâtından, müşriklerin, munafıkların, Yahudilerin ve ataları İsrailoğullarının salâtından söz ediliyor. Hatta İsrailoğullarını Mısır'dan özgürlüğe çıkışlarını mescidlerde icra edilen salat sağlamıştır. (Yunus-87)Yani eğer salât'ı ikâme namaz olsaydı, geleneklerine bu kadar bağlı olan Yahudiler bunu tümden kaybetmezlerdi. Halbuki mezheplerin önderlerine baktığımızda “sanki Nebi (a.s) sadece namaz kılmaya” geldiğini görüyoruz. Kur'an'da Nebi ve Resüllerle ilgili bir sürü hatıra anlatıldığı halde Şii ve Sünnilerin namazına benzer bir ritüelden asla söz etmez. Yani hiç bir teferruat vermez. Sadece salâtı ikâme etmekten söz eder. Musa (a.s) bağlamında onun da zikir yani vahyi ayakta tutma, toplumu vahiy'le ayağa kaldırma olduğunu görüyoruz. (Tâhâ-14)Hakkında hiçbir âyetin bulunmadığı namazı Nebi (a.s) nasıl müminlere"sallu keme raaytumuni usalli" “Beni nasıl namazı kılıyor görürseniz öyle namaz kılınız” diyebilir? Dediğimiz gibi, Kur'an Nebi ve Resüllerin bir çok anılarından söz ederken, özellikle Nebi (a.s) la ilgili “şu namazda imamlık yapmıştır” yada “şu namazı kıldıktan sonra ...” diye bahsetmez. Kur'an'da hiçbir Nebi ve Resül Şia ve Ehl-i Sünnette var olan namaza benzer bir ritüeli yapmamıştır. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının namaz sloganı atıp hemen sığındıkları tek bir yer vardır. Nebi (a.s) nisbet edilen binlerce yalan ve iftira. Halbuki Nebi (a.s) ın yaşadığı hayata Kur'an'ın penceresinden baktığımızda namazla ilgili tek bir hatıra bulamıyoruz.

6 Mart 2022 Pazar

KURANI MÜBİNİN MEÂLİ(153.YAZI) 33-) Kâfirler kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rablerinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi gözlüyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı yani Allah onlara zulmetmedi lâkin onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.34-) Sonunda yaptıklarının cezası onlara isabet etti yani alay etmekte oldukları şey onları çepeçevre kuşatıverdi.35-) Müşrikler dediler ki: "Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız ondan başkasına ibadet ederdik. Onun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Resüllerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi!(Müşrikler iradelerinin tamamen Allah'ın elinde olduğunu iddia ediyorlar. Halbuki bu doğru değildir. Yüce Allah insanları kendi iradeleri ve seçimleri ile baş başa bırakmıştır yani onlara tam bir özgürlük vermiştir. Âyatin son cümlesi hakkı net bir şekilde ortaya koymaktadır. Yani Allah tarafından irade gasbı söz konusu değildir. Resüller sadece indirilen vahyi tebliğ ederler. Hidayet ve dalâlet insanların kendi seçimleriyle ilgili bir durumdur. 36. âyet bu konuya son nokta mahiyetindedir. TEBLİĞ:Kur'an'da tebliğ kavramı bir çok kavram gibi Muhammed ve Nebi bağlamında değil, Resul bağlamında kullanılan kavramlardandır. "...ve me alerrusuli illel belâğul mübinu""...Resullerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi?"(Nahl-35)"Mé alerrasuli illel belâğü...""Resule düşen vazife, ancak tebiğdir..."(Mâide- 99) "Biz onlara vâdettiğimizin bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce seni öldürürsek de (Ey Resul! ) sana ancak Allah'ın emirlerini tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir"(Ra'd-40)"Übelliğuküm riséléti rabbi..." "Size Rabbimin vahiyettiklerini duyuruyorum..."(Âraf-62)36-) Andolsun ki biz, "Allah'a ibadet edin ve Tâğut'tan sakının" diye (tebliğ etmeleri için) her ümmete bir Resül gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını (vahiy'le) hidayete iletti. Onlardan bir kısmının üzerine de sapkınlık hak oldu. Yeryüzünde gezin de görün, yalanlayanların sonu nasıl olmuştur!37-) (Ey Nebi!) Sen, onların hidayetleri için düşkünlük göstersen de, bil ki Allah, dalâleti dileyeni (vahiy'den bağımsız olarak zorla) hidayete erdirmez yani onların yardımcıları yoktur.38-) Onlar: "Allah ölen bir kimseyi diriltmez" diye içtenlikle Allah'a kasem ettiler. Bilakis, bu O'nun üzerine hak olan bir vâdi'dir. Lâkin insanların çoğu bilmez.39-) Hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açıklanması ve kâfir olanların da yalancılar olduklarını bilmeleri için (Allah onları diriltecektir).40-) Biz, bir şeyin olmasını irâde ettiğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sadece "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluş sürecine girer. 41-) Ve zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür.42-) Onlar sabredenlerdir yani Rablerine tevekkül edenlerdir. 43-) Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını (Nebi) olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir (vahiy) ehline sorun.44-) Apaçık mucizeler ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik. TEBYİN: Tebyin kavramının hangi anlama geldiğini bilmek zorundayız. Çünkü Şii ve Sünni din adamları rivayetlerine yol açmak ve iftiralarına meşrü bir alan açmak için en çok istismar ettikleri tebyin kavramı bu âyette bulunuyor. Âyette bulunan "litubeyyine linnési" "insanlara açıklayasın" ifadesini, tefsir edesin, indirilen vahyi detaylandırasın" olarak anlamışlardır. Dolayısıyla bu âyette bulunan tebyin kavramına takılarak "vahyi gayri metlüv" diye bariz bir yalan ve apaçık bir iftiranın içine dalmışlardır. Bu inanç ve anlayışları asla doğru değildir. "Tebyin" kavramı Kur'an'da Nebi ve Muhammed bağlamında değil, Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan kavramlardandır. Kur'an-ı Mübin Allah tarafından hem tebyin, hem tasrif, hem tafsil hemde tefsir edildiği ve Resul'ün görevinin sadece onu duyurma anlamında "tebyin" beyan etme yani gizlememe olduğu ile ilgili yüzlerce âyer mevcuttur. Yani tebyin vahiy ve Resâletle ilgili bir kavramdır. "....Ayrıca bu kitab-ı da sana, her şey için "tibyenen" bir "açıklama" bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"(Nahl-89) "Elif. Lam. RA. (Bu sana indirilen), hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış sonra da detaylandırılmış "fussilet" bir kitaptır"(Hud-1)Aslında vahyin kendisi beyandır, Resul sadece onu okuyor, ilan edip duyuyor."Bu Kur'an bütün insanlara bir açıklamadır, (beyanün) takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür" (Âli İmran-138) Dolayısıyla Nahl 44'te bulunan "litübeyyine linnési" "insanlara açıklayasın" "duyurasın onu sakın gizlemeyesin" anlamında olduğunu bileceğiz.Kur'an'da öyle kurulu bir sistem mevcut ki, deteylandırma anlamına gelen "tasrif, tefsir, tafsil ve te'vil" kavramları Allah bağlamında, yalnız duyuru anlamına gelen "tebyin" kavramı Resül bağlamında kullanılmıştır. Yani Kur'an'ı sadece Allah detaylı bir şekilde ortaya koyar. Resül sadece onu tebliğ eder. (Mâide- 66, 67, 68)Nehl 44.âyette bulunan "litubeyyine" açıklayasın kelimesinin, duyurasın, ilan edesin, beyan edesin" yani tefsir ve detaylandırma olmadığını gösteren en güzel delil, şu âyettir. "Allah kendilerine kitap verilenlerden" "onu mutlaka insanları açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek misak almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler onu az bir (dünyalık) değerle değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü olmuştur"(Âli İmran-187)Âyette geçen "onu mutlaka insanlara açıklayacasınız" cümlesinin zıddı "onu gizlemeyeceksiniz" olarak gelmiştir. Demek oluyor ki, tebyin tefsir etme anlamında açıklama değil, gizlemeden beyan etme yani duyurma ve ilan etme anlamında bir açıklamadır. 45-) Kötülük tuzakları kuranlar, Allah'ın, kendilerini yere geçirmeyeceğinden veya kendilerine şuurunda olmadıkları bir yerden azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular?46-) Yahut onlar dönüp dolaşırlarken Allah'ın kendilerini yakalamayacağından emin mi oldular? Onlar (Allah'ı) âciz bırakacak değillerdir.47-) Yoksa Allah'ın kendilerini yavaş yavaş tüketerek cezalandırmayacağından (emin mi oldular)? Kuşkusuz Rabbiniz Rauf ve Rahim'dir. 48-) Allah'ın yarattığı herhangi bir şeyi görmediler mi? Onun gölgeleri, küçülerek ve Allah'a secde ederek sağa sola döner.49-) Yani göklerde bulunanlar ve yerdeki varlıklar yani bütün melekler, büyüklük taslamadan Allah'a secde ederler.50-) Onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar yani kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar.51-) Yani Allah buyurdu ki: Sakın iki ilâh edinmeyin! O ancak bir ilâhtır. O halde yalnız benden korkun!52-) Yani göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur yani din de yalnız O'nundur. O halde Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?53-) Yani nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır. Sonra size bir zarar dokunduğu zaman dayalnız O'na yalvarırsınız.54-) Sonra da sizden o zararı giderdiğinde, içinizden bir fırka, hemen Rablerine şirk koşarlar!55-) Kendilerine verdiklerimize kafir oldukları için (öyle yaparlar). O halde bir süre daha yararlanın; fakat yakında bileceksiniz!56-) Bir de kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, mahiyetini bilmedikleri şeylere (evliya-ilâhlara) pay ayırıyorlar. Tallâhi, iftira etmekte olduğunuz şeylerden mutlaka sorgulanacaksınız!57-) Ve onlar, kızların Allah'a ait olduğunu iddia ediyorlar O subhandır yani beğendikleri de (erkek çocuklar) kendilerinin oluyor.58-) Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir.59-) Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Dikkat edin, hükümleri ne kadar kötüdür!60-) Kötü sıfat, ahirete iman etmeyenler içindir. En yüce sıfatlar ise Allah'ındır yani O, Aziz'dir Hakim'dir.

5 Mart 2022 Cumartesi

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(152. YAZI)Nehl Süresi 31-)(O yurt), girecekleri, zemininden nehirler akan Adn cennetleridir. Onlar için orada kendilerine diledikleri her şey vardır. İşte Allah, muttakileri işte böyle mükâfatlandırır.32-) Onlar, meleklerin, "Size selâm olsun. Yapmış olduğunuz (salih) amellere karşılık cennete girin" diyerek tertemiz olarak vefat ettirdikleri kimselerdir. KABİRDE ZAMAN YOK,Kur'an'ı Mübin'in yüzlerce âyetine göre kabir azabı olmadığı gibi, kabir hayatı diye bir şey de söz konusu değildir. Kur'an'ı Mübin'in onlarca âyetine baktığımızda dünya hayatındaki cezalandırma ve kıyamet saatinden sonra sadece ateş azabı ve cehennem azabı vardır.Bu konuda bine (1000) yakın ayet bulunmaktadır.Kur'an'a baktığımızda sadece ateş azabı ve cehennem azabının anlatıldığını çok açık olarak görüyoruz.Kabir hayatı ve dolayısıyla kabir azabının olmadığı konusu Kur'an'da var olan konuların içinde en açık ve en anlaşılır olanıdır.Kabir azabının varlığını savunan Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehidlerinin zerre kadar Kur'an bilgileri mevcut değildir.Ehli Sünnet ve Şia âlimleri Kur'an'a hakkıyla inanmadıkları için yüce Allah, Kur'an'ın anlaşılmasını onlara imkansız kılmıştır.(Kehf- 57)Yahudi ve Hristiyan din adamları Kur'an'ı Mübin'i Ehl-i Sünnet ve Şia'nın âlimlerinden daha iyi bilir ve daha sağlıklı bilgiler verirler.Yüzlerce âyete baktığımızda hesap ve azabın yeniden diriliş saatinden sonra olacağını görebiliriz. Fakat Kur'an'a karşı gönülleri taşlaşmış, kulakları sağır ve gözleri kör olan Şia ve Ehli Sünnet âlimleri bunu anlayamaz ve bu gerçekleri idrak edemezler.Konuyla alakalı âyetlere baktığımızda şunları söylemek mümkündür.Dünya hayatının hemen ardından yani ölümün hemen arkasından Allah kıyameti ve âhiret azabını başlatacaktır.Yani kabirde kalma,"Bir tanışma müddeti kadar....",(Yunus-5)"Sadece bir akşam ya da kuşluk vakti kadar..." (Naziat--46) "Çok az bir zaman dilimi..." (Kehf-- 52)"Bir saat(an) kadar..."( Ahkaf- 35)"Bir yiyeceğin ve içeceğin sıcakta bozulma müddeti kadar..."( Bakara-259)"Ölümün hemen ardından ya cehennem veya cennet..."( Enfal-50; Muhammed-27; Nahl- 32)Yani bilmediğimiz bir gün vefat edeceğiz. Kıyamet sabahında veya akşamında uyanacağız.Uzun ve derin bir uykuya dalmış gibi.Aslında bu kabir uykumuz bizim dünya hayatındaki bir gecelik uykumuzdan çok daha kısa olacaktır.Bizim bir gecelik uykumuz kabir uykusundan çok daha uzun olacaktır.Hatta kabir uykusu "göz açıp kapayıncaya kadar belki ondan daha kısa olacaktır..." (Nehl- 77-- Kamer-50)Söndürülen ve yine yeniden yakılan bir ampul bir mum gibi,Fişi çekilmiş ve tekrar takılmış bir elektirikli bir makine ve bir cihaz gibi,Bir anlık duraklayan zaman tekrar yeniden çalışmaya başlayacak!Korku ve paniğe gerek yok, çünkü zaman kaybı diye bir şey asla söz konusu olamaz.Kaldığımız yerden başlayacağız.Ancak bu yepyeni başlangıç öncekinden apayrı sıfır sorun olarak başlayacak."Yaptıklarına karşılık olarak, onlara ne göz aydınlıklarının saklandığını kimse bilemez"(Secde-19)Bu yeni başlangıçta "ölüm korkusu, hüzünlenme, panik ve üzüntü yoktur,,( Fussilet- 30; Â'lâ-13) Zaman algımız yeniden devreye girecek,Aynen nabız verilen hasta gibi!Narkozun etkisi bitince yeniden kendimize gelip uyanacağız.Âzad edildiğimiz bir hayattan ailemizle birlikte yepyeni bir yaşam alanına intikal edeceğiz. Kabir''de ha bir an, ha bir saat, ha üçyüz yıl, ha bir milyar yıl ne farkeder.Dönüşümüz bizi yaratan, besleyen merhameti sonsuz yüce Rabbimiz değil mi?(Bakara- 156; Secde- 11) Korku ve ümitsizliğe mahal yok, çünkü ölümün hemen arkası yeniden diriliştir.Geçici dünya kapısı kapanırken baki ve ebedi olan hayatın kapısı açılacak,Gri perde kapanırken ötelere rengarenk perde açılacaktır.Kabir karanlık bir kuyunun ağzı değil, bir cennet bahçesinin giriş kapısıdır. Sürgün hayattan anavatana dönmüş olduk, acı ve ızdıraplar bitti, huzur, refah ve mutluluklar başladı.Yalan, dolan, hurafe, şirk, aldatma, zulüm, katliam ve kaos yok oldu. Allah'ın sonsuz merhameti olarak hiç yokluk tatmadık, zaman israfımız olmadı, bundan büyük nimet olur mu?İmtihan faslı bitti teneffüs ve tatil mevsimi başladı.Kış sona erdi, ilkbaharın dirilişi göründü.Çalışma, yorgunluk, esaret, emek ve sıkıntı sona erdi,Emeklilik ve özgürlük devri başladı.Ebedi hayatımıza bir an sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz.Hemde "Rabbimizin emirlerine sadık kaldığımızdan ötürü Allah ve melekleri tarafından selam selam diye karşılanmış olarak"(Zümer- 73; Yasin-58)

RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR (19.YAZI )Eseri Risâle-i Nur Külliyatında Said Nursi diyor ki:"Hatta, kırk defa Hac eden ve kırk sene sabah namazını yatsı abdestiyle kılan, tabiinin azim (büyük)  imamlarından ve çok sahabelerle görüşen Tavus denilen Ebu Abdurrahmanil Yemani, kat'iyyen haber verir ve hükmeder ve demiş ki :"Resul'ü Ekrem (a.s.m) a ne kadar mecnun gelmişse, Resul'ü Ekrem (a.s.m) sinesine elini koymuş ise, kat'iyyen şifa bulmuştur, şifa bulmayan kalmamış" (Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 143)Cevap :Allah Resulü dahil hiç kimse kırk (40) yıl yatsı abdestiyle sabah namazını kılamaz.Said Nursi'nin kitabına aldığı bu  rivayet, ilim, akıl ve tıbtan önce Allah'ın kitabına ve sünnetullaha aykırı bir yalandır.İşte kanıtı:  Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz.Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı.Artık (Ramazan gecelerinde )kadınlarınıza yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin"(Bakara- 187)Yani orucun farz kılındığı ilk yıllarda Ramazan gecelerinde de cinsel ilişki yasak idi, sahabiler dayanamayıp nefislerine mağlup olunca, Allah onu kaldırdı.Şimdi Ehli Sünnet mezhebinin göklere çıkarıp yıldız yaptığı Nebi (a.s) ın  arkadaşları bile hanımlarına yaklaşmamaya dayanmazken (aslında bu son derece normal ve fıtri bir ihtiyaçtır )Başkaları nasıl oluyor da 40 sene yatsı abdestiyle sabah namazını kılabiliyor.Bu konuda şu âyet de önemlidir."Ey Nebi! Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını bazen yarısını, bazen de üçte birini yatmadan geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını Rabbin elbette biliyor.Gece ve gündüzü ölçüp biçen ancak Allah'tır. O sizin, bunu (uzun zaman )yapamayacağınızı bildiği için, sizi bağışladı"(Muzzemmil-20 )Said Nursi'nin eserine aldığı bu rivayetler ilme, akla, fıtrata ve en önemlisi de Kur'an'a ve sünnetullaha aykırıdır.Kadim ummetlerde muvahhid kahramanlar Allah yolunda yaptıkları cihad ve mücadeleden dolayı Kur'an tarafından övülmektedirler ancak bu şekilde bir ibadet ve uygulamadan söz edilmemektedir.Allah Resulü'nün insanların gözleriyle görebilecekleri bir mucize göstermesi mümkün değildir.Onun tek mucizesi Kur'an-ı Mubin'dir.Said Nursi, İsrailiyat, Hristiyanlık, Eski İran ve Hindistan dinlerinden, Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki hurafe ve uydurma rivayetlerden doldurduğu eseri Risalei Nur külliyatında bulunan Mektubat- 19. Mektup Mücizât-ı Ahmediyesin'de diyor ki: "Hem naklı sahih ile Resül'ü Ekrem (a.s.m) İmam-ı Ali için dua etmişti. "Ya Rab, soğuk ve sıcağın zahmetini ona gösterme"İşte bu dua bereketiyle, İmam-ı Ali kışta yaz libasını giyerdi, yaz da kış libasını giyerdi.İmam-ı Ali der ki: "O dua'nın bereketiyle hiç bir soğuk ve sıcağın zahmetini çekmiyorum(Sayfa-146 )Cevap :Kışta yaz elbisesini anladık, yazda kış elbisesini niye giyip kendine yük yapsın ?Bu uydurma nereden transfer edilmiştir Allah bilir. Fakat bunun yalan olduğunu deli olanlar bile anlar.Said Nursi devamla diyor ki: "Muallim İbni Cessame dır ki, Amir İbni Azbat-ı gadr (haksız yere) katletmişti.Halbuki, Amir'i Resul'ü Ekrem (a.s.m) onu cihat ve harp için kumandan edip bir bölük ile göndermişti.Muallim de beraberdi. Bu gadrin (haksızlığın) haberi Resul'ü Ekrem (a.s.m) a yetiştiği vakit hiddet etmiş "Allah'ım muallimi bağışlama" diye beddua buyurmuş, yedi gün sonra o muallim öldü, kabre koydular, kabir dışarıya attı, kaç kere koydularsa, yer kabul etmedi.Sonra mecbur oldular, iki taş ortasında muhkemce bir duvar yapılmış, o surette yer altında setredilmiş"(Mektubat- 19. Mektup Mücizât-ı Ahmediye,  Sayfa-148 )Cehaletin bu kadarına da pes doğrusu.Şimdi biz bu uydurmanın hangi cümlesine cevap verelim?Nebi (a.s) insanlar için hep bağışlama dilemiş, Allah'tan uyarı ve ikaz alıncaya kadar en azılı münafıkların bile affedilmesini istemiştir.( Tevbe 80- 113 ) Hangi günahı işlerse işlesin toprak hiç kimseyi dışarı atmaz, toprak  herkesi kabul eder.Bu Allah'ın ona yüklemiş olduğu bir yasadır.Milyonlarca masum insanı katleden zalimleri bile toprak kabul etmekte ve onları dışarı atmamaktadır. Madem toprak katil muallimi dışarı attı, taşlarda onu dışarı atardı. Yoksa (Haşa) Allah'ın gücü taşlara yetmedi mi?Adamlar nerde, hangi kültür ve gelenekte bir masal ve efsane varsa toplamış Allah Resulünün hadisidir diye kitapları hurafelerle doldurmuşlar.Said Nursi de Allah'tan korkmadan  bunların yekünunü kat'i, naklı sahih diyerek Risalei Nur Külliyatına alarak halkın arasında iyice yerleşmesini sağlamıştır.Ahirette bu iftira ve yalanların hesabı mutlaka görülecektir.

SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (7.YAZI) Muhaddis ve müctehidlerin salât kavramlarını namaz diye yorumlamaları ümmi halk tarafından benimsenince cinayetin ne kadar büyük olduğunu farkedemeyen tâbiileri de kınanmamak için aynı görüşü Kur'ani kavramlara bağlayarak devam ettirdiler. Kur'an'da bazı yerlerde salât'a bağlı olarak geçen “ikame” (ayağa kaldırmak, dikmek) ifadesini de salâtın namaz yorumuna uyduracağız diye “kılmak” anlamı verdiler. Halbuki Kur'an'da “kılmak: ceale” kelimesiyle ifade ediliyordu. Ve "ceale" fiili (namaza çevirdikleri) salâtla birlikte hiç bir âyette geçmiyordu. Bu bile tek başına salât'ın namaza çevrilmesinin yanlış olduğunu göstermeğe kâfidir. İşte aldatmak tam da burda başlıyor. Ama hakkın bir gün mutlaka ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Tabi “namazı ayağa kaldırmak” diye bir uyumsuzluk olamayacağına göre ikame yerine “kılmak” sözcüğünü uydurmuşlardır.Fakat bu Rabbimizin kastettiği salât için olduğu apaçık bellidir. İkâme’nin “Ayağa kaldırmak, dikmek” anlamı namazla değil, salâtla uygunluğu vardır. Kur'an'da salât'ı ikame kalıp bir ifade olarak geçer. Yani zekat'a (arınmaya) gelme gibi, sadece ikâme ile birlikte geçtiği halde, insanları aldatmak için Kur'an'da geçmeyen hayali fiiler eklemişlerdir. Mesela: istikametle kılmak,dosdoğru kılmak, hakkıyla kılmak,sürekli kılmak, özenle kılmak, temiz kılmak, tam kılmak, Allah'ı görüyormüş gibi kılmak, gibi. Yani anlayacağınız "minareyi çalıp kılıfını hazırladılar"Esas, insanların ihtiyacı olan “ vahyin eğitimi ve öğtetimini yani ahlakını” namaz kılarak değil, salât'ı yaparak ayağa kaldırmalıyız. Ayağa kaldırmak; Rabbimizin emrettiği gibi; (salât) “ vahiy öğrenim ve öğretimi" olarak anlaşılsaydı, din adamları tarafından ümmet namazla cezalandırılmış olmayacaktı!Kur'an'da var olan kavramların değiştirilmesi neticesinde hem ümmet yıkıldı, hem din yıkıldı, hem Allah'ın Resülü yanlış anlaşıldı, hemde İslam insanların zihinlerde değerini kaybetti.Kuran’dan olmayan bir ritüel nasıl Allah’ın en önemli emri ve dinin direği oluyor?Siz hiç aklınızı kullanmayacak mısınız?Yoksa siz hakkın arayışı içinde değil de, rivayetlerden ve ictihadlardan ezberletilen batıl ve şirk imanı mı savunup duruyorsunuz? Biz size sadece Allah'ın âyetlerinden dilimizin döndüğü kadar anlatmaya çalışıyoruz. Önünüzde iki yol var. 1-) Salât'ın, Kur'an ilim ve hikmetinin öğrenim ve öğretimi olduğunu anlarsınız. 2-) Yada Emevi ve Abbasilerin iftiralarını din zannedip durmadan beş vakit namaz kılarsınız! Kılamazsanız da psikolojik olarak kendinizi suçlu hissedip bir hiç uğruna cehennemin mutfağına kendinizi mahkum edersiniz. Size olan tavsiyemiz. Dünyanızı Kur'an'da var olmayan uydurma ve sanal ibadetlerin peşinde israf etmeyin, rahat olun, özgür olun, sizin gibilerin akıl ve iradelerine kulluk edip hayatı kendinize ve çocuklarınıza zehir etmeyin.Kur'an'da ritüel bir ibadetin olmamasının en büyük sebebi şirk virüsünü yayma özelliğine sahip olmasından dolayıdır.Çünkü şirk belası ve kula kulluk küfrü en çok namaz ritüelini yerine getiren cemaat ve tarikatlarda bulunmaktadır.Şii ve Sünni dünyasında namaz kılanların büyük çoğunluğu şirk inancına sahiptir. Namazda var olan farz, vacip, sünnet, müstehap, mendüp, mekruh, müfsit, haram gibi kuralların da büyük bölümü din adamlarının koyduğu kurallardır. Fakat ümmi halka bu kurallar Allah’ın emri olarak sunulmaktadır. Yani ümmi halk insanların koyduğu kuralları din zannetmektedir.ŞİMDİ BİR MUHASEBE YAPALIM: Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni coğrafyalarında her biri milyon dolara mal olan yüz binlerce havra, kilise, cami neyi ifade eder? Mesela: Bu havralar, kiliseler ve camiler nasıl bir değer üretirler. Mesela: 16 milyar 89 milyon 550 bin liralık bütçesiyle bu ülkede diyanet ne yapar? Bu parayı nereye harcar? Diyanet olmazsa bu ülke insanının ahlak, vicdan, ilmi kalitesinden ne eksilir? Diyanet olduğu için insanlarımızın hangi erdemi arttı, hangi kalitesi arttı. Ülkeyi kalkındıracak olan bu devasa masrafa rağmen elimizde kalan ne var? Kur'an- tevhid; ihlas-ihsan; takva- özgürlük; infak-dayanışma ilişkisi açısından katkısı nedir? Bütün bu devasa bütçenin, devasa kitlenin, devasa harcamaların içimizdeki ve dışımızdaki barışa katkısı nedir? Yani hanif İslam dinine katkısı ne olmuştur? Yoksa ümmeti ayrıştırıp birbirine mi düşürüyor? Bu mu katkısı, çoğalıp azalan ne?Yani koca bir hiç, bir hiçlik mi geriye kalan? Kılınan namazlar insanlığımıza, ahlakımıza, aklımıza, kalitemize, ilmimize, vicdanımıza ne ekledi?Yoksa kibrimizi, gururumuzu, sahtekarlığımızı, hadsizliğimizi mi attırdı?Haydi biz kendimize soralım!Namaz kılan arsız ve hırsızlar, kurban kesen gösterişçileri mi arttırdık? Eskiden "ateistler, komünistler, lâik ülkeler" diye atıp sıkan bol bok cümleler kurardık. Peki ya coğrafyamızda dincilik artarken, azalan mutluluk, huzur ve güzelliğe ne demeli! Artan kötülük, çifte standartlar cehalet, adaletsizlik, arsızlık, hırsızlık, utanmazlığa ne demeli!

4 Mart 2022 Cuma

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(151. YAZI)Nehl Süresi 128 âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Allah'ın emri gelmiştir. Artık onu istemekte acele etmeyin. Allah, onların şirk koştukları şeylerden subhandır yani yücedir.2-) Allah kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye vahiy ile, "Benden başka ilâh olmadığına dair (insanları) uyarın yani takvalı olun" diye indirir.(Şura 52 ile bu âyet aynı gerçeği anlatır. Resül seçimi yüce Allah'ın meşiyetine yani iradesine bağlıdır.) 3-) Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı. O, şirk koştukları şeylerden yücedir.4-) O, insanı bir nutfeden yarattı. Fakat bakarsın ki (insan Rabbine karşı) apaçık bir hasım oluvermiştir.5-) Ve hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı (özellikler) ve birçok menfaatler vardır ve onların bir kısmını da yersiniz.6-) Ve onlarda sizin için ayrıca akşamleyin getirirken ve sabahleyin salıverirken bir güzellik (bir zevk) vardır.7-) Yani bu hayvanlar sizin ağırlıklarınızı, ancak güçlüklere katlanarak varabileceğiniz bir belede taşırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz Rauf'tur, Rahimdir. 8-) Ve atları, katırları ve eşekleri binmeniz ve (gözlere) zinet olsun diye (yarattı) ve Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha nice (nakil vasıtaları) yaratır.9-) Ve yolun doğrusu Allah'ındır yani (yolun) eğrisi de vardır ve Allah dileseydi hepinizi hidayete iletirdi.(Yani iradenize ipotek koysaydı. Fakat öyle yapmadı. Vahiy indirerek sizi kendi seçiminizde özgür bıraktı.) 10-) Gökten suyu indiren O'dur. Ondan hem size içecek vardır ve hem de (hayvanlarınızı) yaydığınız (otlar ve) ağaçlar. 11-) Allah su sayesinde sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve diğer meyvelerin hepsinden bitirir. İşte bunlarda tefekkür eden bir toplum için âyet vardır.12-) Ve O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize musahhar kıldı yani yıldızlar da Allah'ın emri (yasası) ile size musahhar kılındılar. Şüphesiz ki bunlarda aklını kullanan bir toplum için âyetler vardır.13-) Ve yerde sizin için muhtelif renkleri üretip çoğalttı. Şüphesiz bunda tezekkür eden bir toplum için âyet vardır. 14-) Yani içinden taze et (balık) yemeniz ve takacağınız süs (eşyası) çıkarmanız için denizi emrinize musahhar kılan da O'dur ve gemilerin denizde (suları) yara yara gittiklerini de görüyorsün yani (bütün bunlar) onun faziletinden (rızkınızı) aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir.15-) Yani size (rızık) sunması için yerde araziler, yolunuzu bulmanız için de nehirler ve yolları yerleştirdi.16-) Yani daha nice alâmetler (var etti) ve onlar yıldızla da yollarını bulurlar.17-) O halde, yaratan (Allah), yaratmayan gibi olur mu? Hâla tezekkür etmiyor musunuz?18-) Yani Allah'ın nimetini saymaya kalksanız, onu bitiremezsiniz. Şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dur. 19-) Ve Allah, gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilir.20-) Ve Allah'ı bırakıp da (yanında-astında-yöresinde) dua ettikleri (evliya ve ilâhlar), hiçbir şey yaratamazlar yani onlar kendileri yaratılmışlardır.21-) Onlar diriler değil, ölülerdir yani ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.22-) İlâhınız bir tek ilâhtır. Fakat ahirete iman etmeyenler var ya, onların kalpleri münkir yani kibirli kimselerdir.23-) Hiç şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları sevmez.24-) Yani onlara: Rabbiniz ne indirdi? denildiği zaman, "Öncekilerin masallarını" derler.25-) Kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımaları ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenmeleri için (öyle derler). Bak ki yüklenecekleri şey ne kötüdür!26-) Onlardan öncekiler de (Resüllere) tuzak kurmuşlardı. Sonunda Allah da onların binalarını temellerinden söktü üstlerindeki tavan da tepelerine çöktü yani azap onlara, fark edemedekleri bir yerden gelmişti.27-) Sonra kıyamet gününde (Allah), onları alçaltır yani onlara der ki: "Kendileri hakkında (müminlere) düşman kesildiğiniz şeriklerim nerede?" Kendilerine (vahiy'den) ilim verilmiş olanlar derler ki: "Şüphesiz bugün alçaklık yani kötülük kâfirlerin üzerindedir"(Yüzlerce âyette olduğu gibi, yukarıdaki iki âyette de kabir azabının olmadığını görüyoruz.Yani Kur'an "ölümün ve kiyamet gününde dirilmenin" ortasında olacak hiçbir şeyden söz etmez. Âyetlere daha yakından bakalım. "...Sonunda Allah' da onların binalarını temellerinden söktü üstlerindeki tavanda tepelerine çöktü.Bu azap onlara fark edemedikleri bir yerden gelmişti" (Nehl-26)"Sonra kıyamet gününde Allah onları rezil eder ve der ki..."(Nahl-27)26. âyette kafirlerin dünya hayatındaki azaplarından hemen sonra 27. âyette kiyamet gününe geçiş yapılmıştır. Yani kabir azabı diye bir şeyin söz konusu olmadığını göstermiştir.) 28-) Kendi nefislerine zulüm ederlerken meleklerin vefat ettirdikleri kimseler: Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk, diyerek teslim olurlar. Bilakis Allah, yapmakta olduğunuz amellerinizi daha iyi bilendir."29-) "O halde, içinde devamlı kalacağınız cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!"30-) Ve takva sahiplerine: Rabbiniz ne indirdi? denildiğinde, "Hayır (indirdi)" derler. Bu dünyada güzellik üretenlere, güzel mükâfat vardır yani âhiret yurdu daha hayırlıdır yani takvâ sahiplerinin yurdu gerçekten güzeldir!

3 Mart 2022 Perşembe

RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR(18.YAZI )Risalei Nur Külliyatında Said Nursi diyor ki,"İmam-ı Beyhaki ve Nesa'i naklı sahih ile haber veriyorlar ki : Muhammed İbni Hatib isminde bir çocuğun koluna kaynayan tencere dökülmüş, bütün kolunu yakmış, Resul'ü Ekrem (a.s.m) meshedip tüküruğünü sürdü.Dakikasında şifa buldu"(Mektubat- 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 142)Yalanın sonu, hurafenin haddi- hesabı yok,Said Nursi diyor ki:"Büyümüş, fakat lisanı yok, büyükçe bir çocuk Resul'ü Ekrem (a.s.m) ın yanına geldi.Çocuğa ferman etmiş "Ben kimim? " Hiç konuşmayan dilsiz çocuk" "sen Allah'ın Resulüsun" deyip tekellüme (konuşmaya) başlamış (Sayfa- 142)Bu uydurmalara hayatı boyunca hiç bir ilim görmemiş, mağarada büyümüş, bedevi yaşantıdan hiç medeniyete inmemiş, Kur'an diye bir kitaptan haberi olmamış ummi insanlar inanabilirler.Yani onlar cehaletlerinde mazur görülebilirler. Koca Osmanlı'nın başkentinde yetişen ve Bediuzzaman! Lakaplı, asrın muceddidi unvanlı, önemli ilim adamları arasında sayılan Said Nursi ve talebeleri bu ahmakça uydurmalara inanmamalıydı.İşte size Said Nursi'nin eseri Risâle-i Nur Külliyatına aldığı, Allah'ın Elçisine, Nübüvvet makam ve mertebesine hakaret sayılabilecek uydurma bir rivayet,Said Nursi diyor ki:"Resul'ü Ekrem (a.s.m) namaz kılarken, hırçın bir çocuk namazını kat'edip (namaz kılarken önünden)  geçtiğinden, Resul'ü Ekrem (a.s.m ) "Allah'ım onun gücünü kes al" demiş.Ondan sonra çocuk daha yürümemiş, öyle kalmış, hırçınlığının cezasını bulmuş"Mektubat- 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 142)Cevap :Bu iftarıyı rivayet edene, onu gerçekmiş gibi kitabına alana ve bu yalanlara iman edenlere yazıklar olsun.Nebi (a.s) savaştan kaçan sahabelere bile kırıcı söz söylemezken, "O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara (savaştan kaçanlara) yumuşak davrandın!Şayet sen (Ey Nebi! ) kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.Şu halde onları affet, bağışlanmaları için dua et,....."( Âli İmran-159) Ey cahil ahmaklar!Kur'an'da müminlere üsve-i hasene yani güzel bir örnek olarak gösterilen Allah'ın elçisi Muhammed (a.s) namaz!!! kılarken önünden geçen bir çocuğa nasıl beddua eder. Ehli Sünnet ve Şia kaynakları, mezhepler, cemaatler ve tarikatlar Kur'anın zerresini anlamadıkları gibi Allah'ın elçisinin ahlakını da anlamaktan yoksundurlar.Risâlet müessesenin insanlara rahmet olduğunun bile farkında değillerdir. (Enbiya-107)Beyler Allah'tan korkun, bize kızacağınıza bu yalan ve Resul'e iftira rivayetleri uyduran ve düşüncesizce eserine alan Kur'an cahillerine kızın.Siz insanlara rahmet olarak gönderilen, en yüksek ahlaka sahip Resüle iftira ediyorsunuz. Hemen sinirlenen, gazaba gelen, beddua eden, lanet okuyan, kaba birisinden değil, Allah Resülünden konuşuyorsunuz, insaf edin, ibret alın, Allah'tan korkun.Bu iftirayı Kur'ana götürecek olursak yalan olduğuna dair bir kitap ortaya çıkar.Elçiye iftira eden Allah'a iftira etmiş olur.Allaha iftira eden asla iflah olmaz. (Nahl- 116)iftiranın iyi niyetlisi olmaz.Aklınızı kullanın! Bu Ehli Sünnet hurafesidir.Siz namaz kılarken önünüzden geçen bir çocuğa beddua eder misiniz?İşte Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri bu kadar Kur'an cahilidirler. Nebi (a.s)a ve Allah Resulü'ne iftira etmenin Kur'an'daki faturasının ne olduğunu görmek ister misiniz?"Onlardan: O (Nebi) her söyleneni dinleyen bir kulaktır, diyerek Nebi'yi üzenler de vardır. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır.Çünkü o Allah'a iman eder, müminlere güvenir ve o, sizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah'ın Resulüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır"(Tevbe-61)"Allah'ı yani Resulü'nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için alçaltıcı  bir azap hazırlamıştır"( Ahzab-57)

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(150. YAZI)Hicr Süresi 40-) Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna.Kıraat Farklılığı: Bizim okuduğumuz mushaflarda kelime, "muhlasine" "ihlasa erdirilmiş kullar" anlamına geliyor. Bu kıraate göre, Nebi ve Resüllere şeytan bir şey yapamaz. Çünkü Nebi ve Resüller direk olarak yüce Allah tarafından vahiy'le ihlasa erdirilmişlerdir.İkinci kıraat şekline göre kelime "muhlisine" yani lam'ın fethasıyla değil, esresiyle okunuyor. O zaman mana "ihlasa ermiş kullar" oluyor. Yani kendi ahlak ve takvasıyla ihlasa ermiş müminler anlamına gelmektedir. İkinci kıraat şekli Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne daha uygundur. İhlas, dini Allah'a özel kılmak demektir. Yani dinde Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyene muhlis, dinde başka kitaplara iman edene de müşrik denir.) 41-)(Allah) şöyle buyurdu: "İşte bana varan müstakim yol budur."42-) "Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir saltanatın yoktur. Ancak şaşkınlardan sana tâbi olanlar müstesna."43-) Yani cehennem, onların hepsine vâdolunan yerdir.44-) Onun yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer cüz ayrılmıştır.45-) (Sorumluluk bilincine sahip olan) takvâ sahipleri, mutlaka cennetlerde yani pınar başlarında olacaklar.46-) "Oraya emniyet içinde, selâmetle girin" (denilir.)47-) Yani onların göğüslerinde bulunan endişeyi söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar.48-) Onlara orada hiçbir yorgunluk gelmeyecek yani onlar, oradan çıkarılmayacaklardır.49-) Yani kullarıma, benim, Ğafur'ur Rahim olduğumu haber ver.50-) Ve azabımın elem verici bir azap olduğunu da (haber ver.) 51-) Ve onlara İbrahim'in misafirlerinden de haber ver.52-) Onun yanına girdikleri zaman, "selam" dediler. (İbrahim:) Biz sizden korktuk, dedi.53-) Dediler ki: Korkma; biz sana alim bir oğul müjdeliyoruz.54-) İbrahim: Bana ihtiyarlık dokunmasına rağmen beni müjdeliyor musunuz? Beni ne tuhaf şeyle müjdeliyorsunuz? dedi.55-) Sani hak olanla müjdeledik, sakın ümitsizliğe düşenlerden olma! dediler.56-)(İbrahim:) dedi ki: Rabbinin rahmetinden, sapkınlardan başka kim ümit keser?57-) "Ey Resüller! (Başka) ne amacınız var?" dedi.58-) Dediler ki: "Biz, mücrim bir kavme gönderildik."59-) "Ancak Lût ailesi hariç. Onların hepsini kurtaracağız."60-) "(Fakat Lût'un) karısı müstesna; biz onun geri kalanlardan olmasını takdir ettik."61-) Resüller Lût âilesine gelince,62-) Lût onlara: "Gerçekten siz ürkülecek kimselersiniz" dedi.63-) Dediler ki: "Bilakis, biz sana, onların şüphe etmekte oldukları şeyi (azabı) getirdik.64-) Sana hak ile geldik yani biz, sadık olanlarız.65-) Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar ve sen de gerilerinde onlara tâbi ol yani sizden hiç kimse, sakın dönüp de ardına bakmasın ve size emredilen yere gidin."66-) Ve ona (Lût'a) şu emrimizi hükme bağladık: "Sabaha çıkarlarken mutlaka onların ardı (kökü kesilmiş olacaktır."67-) Şehir halkı, birbirlerini müjdeleyerek, (Resüllerin yanına) geldiIer.68-) Lût onlara "Bunlar benim misafirimdir. Sakın beni utandırmayın;69-) Yani Allah'tan korkun, beni rezil etmeyin!" dedi.70-) "Biz seni, âlemin ( insanların) işine karışmaktan nehyetmemiş miydik?" dediler.71-) Lût: İşte kızlarım! (Düşündüğünüzü) yapacaksanız (onlarla evlenin), dedi.72-) (Ey Nebi!) Ömrünün hakkı için onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı.73-) Sabahladıkları anda onları o korkunç sayha yakaladı.74-) Böylece ülkelerinin üstünü altına getirdik yani üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.75-) İşte ferâset sahipleri için bunda bir âyet vardır.76-) Orası hâla bir yol üzerinde durmaktadır 77-) Gerçekten bunda müminler için bir âyet vardır.78-) Ve Eyke ashabı da gerçekten zalim idiler.79-) Biz onlardan da intikam aldık yani ikisinde de (ibret almak isteyenler için) açık bir önderlik vardır.80-81) Andolsun, Hicr halkı da Resülleri yalanlamıştı yani onlara âyetlerimizi vermiştik; fakat onlardan yüz çevirdiler. (Kur'an' da "tekzib" "yalanlama" kavramı, yüce Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılmıştır. Yani Resüller sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ ettikleri için onlara karşı gelmek Allah'a karşı gelmek gibi kabul edilmiştir. Kur'an'da tekzib Nebi bağlamında geçmez. İkincisi, Kur'an'da geçen tekzib ifadesi, dil ile yalanlama değildir. Tekzib, inanç, ahlak, tavır, yüz çevirme, önem vermeme yani rivayetlerle yalanlamadır. Yani din olarak Kur'an'ın yanında başka kaynaklara iman edildiği zaman, âyetler yalanlanmış sayılır. Yoksa hahamlar yani Yahudi din adamları dil ile Tevrat'ı yalanlamazlardı. (Cuma-5)82-) Onlar, dağlardan emniyet içinde kalacakları evler yontarlardı. 83-) Onları da sabaha çıkarlarken o korkunç sayha yakaladı.84-) Kazanmakta oldukları şeyler onlardan hiçbir zararı uzaklaştırmadı. 85-) Ve biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri ancak hak ile yarattık yani o saat (kıyamet), mutlaka gelecektir. Onlara karşı güzel bir şekilde hoşgörülü davran. 86-) Şüphesiz Rabbin yaratandır, bilendir.87-) Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve azim Kur'an'ı verdik.("Seb'a Mesâniy" yani "yedi tekrarlanan" Kur'an'da bazen bir konuyu açığa çıkarmak için yedi yerde tekrarlanan bağlam ve bütünlük yani Kur'an'ın sistemi yani içinde bulunan hikmetidir. En doğrusunu Allah bilir.) 88-) Onlardan bazılarını kat kat yararlandığımız dünya metaına sakın göz dikme yani onlardan dolayı hüzünlenme ve müminlere karşı alçak gönüllü ol.89-) Yani (Ey Resül!) De ki: Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım.90-) Nitekim biz, (Kur'an'ı) kısımlara ayıranlara azabı indirmişizdir.(Kur'an'ı kısımlara ayırıp parçalamak demek, insanları aldatmak için kendi mezhep ve meşrebine uygun olan âyetleri almak, diğerlerini görmezden gelmektir.) 91-92-93) Rabbin hakkı için, yaptıklarından dolayı Kur'an'ı bölüp ayıranların hepsini sorguya çekeceğiz. 94-) Sana emredileni açıkça söyle yani müşriklerden yüz çevir!95-) İstihza edenlere karşı biz sana yeteriz. 96-) Onlar Allah ile beraber başka ilâh edinenlerdir. Yakında bilecekler!97-) Yani onların söyledikleri şeyler yüzünden senin gönlünün daraldığını andolsun biliyoruz.98-) Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol!99-) Yani sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!(Her şey gelip vahyi öğrenmeye dayanıyor. İslam dininde en önemli ibadet yüce Allah tarafından indirilen vahyin öğrenilmesidir. Çünkü vahyin öğrenim ve öğretimi (salât) olmadan güzel ahlak da olmuyor, İbrahim ve Musa da olmuyor, İsa ve Muhammed (aleyhimusselam) da doğru olarak öğrenilmiyor. İbadet çatı katı ve bütün emirlerin şemsiyesi olan bir kavramdır.Sizin Kur'an'ın ilminden, İbrahim'in tevhid mucadelesinden, Musa'nın çektiği eziyetlerden, Muhammed (a.s) ın ahlakından haberiniz yoksa, yani şuurlu bir Müslüman değilseniz bırakın namazı, niyazı, ezanı camilerinizin de yüce Allah indinde bir değeri yoktur. Sizde Kur'an'ın ilim ve hikmeti yoksa yüce Allah'ı hakkıyla takdir de edemezsiniz. İhlastan takvaya, güzel ahlaktan imana kadar, helal dairesinde çalışmaya kadar insanın yaptığı her şey ibadettir. İbadet belli zamanlarda yapılan bir ritüel değil, her zaman olan, insanın hayatından hiç ayrılmayan, vefat edinceye kadar onunla var olan bir erdemdir. Öyle olmasaydı, Resüllerin "Ey kavmim! Ben sizin için bir uyarıcı ve müjdeciyim" sözünden hemen sonra "Allah'a ibadet edin, sizin için ondan başka bir ilâhınız yoktur" sözünü söylemezlerdi. (Âraf-59, 65, 73, 85; Hud-50,61, 84; Muminun-23, 32)Demek ki ibadet hayatın tümüdür. Her meşru amel ibadettir. Yani namazın terkedilmesi ibadetlerin terkedilmesi değil, hurafelerin terkedilip Kur'an'ın ve evrensel ahlakın özgürlüğüne dönüş olarak kabul edilmelidir. Dolayısıyla Kur'an’ın tarif ettiği “Allah’a ibadet” beli zamanlarda tapınma değil, tüm hayatı kapsayan yani her zaman ve her durumda yüce Allah'ın Kur'an'da var olan bütün emirlerine itaat etme anlamındadır. Kur'an kavramlarının orijinallerini bozarsanız âyetlerin meallerini yamultur rivayetlerin fikrine göre konuşmaya başlar ve yüce Allah'a iftira etmiş olursunuz. Yani vahiy öğrenim veya öğretimi olan salât olmazsa, toplumda şu ahlak geçerli olacak ve böyle bir manzara topluma hakim olacaktır. Filibeli Ahmet Hilmi'nin Tarih-i İslam kitabı'ndan: Reinhart Dozy: Türkler gayet mükemmel namaz kılan bir kavimdir. Fakat onların ibadetlerinde kelimenin yüce manasıyla çok din aranmamalıdır. Türklerde namaz günlük vazifelerdendir. Kendiliğinden anlaşılır ki, bu vazife elbise giymek, işini yapmak, yemek yemek ve uyumak vazifeleri gibi yerine getirilir. Eskiden beri alışılmış bir adet takip edilir. Ne halde bulunulursa bulunsun ve hal ne kadar elverişsiz olursa olsun namaz kılınır. Mesela: Konuşma sırasında bir zat amiyane (müstehcen) bir hikaye anlatırken, o sırada müezzin ezan okumaya başlamışsa, hikayeyi anlatan hikayeyi keser, namazını kılar, sonra hikayesine kaldığı yerden devam eder. Bir tacir yalan söyler, aldatır, sonra namaz kılar, sonra yalan söylemeye ve insanları kandırmaya devam eder. Bir paşa vahşice bazı zulümler veya cinayet için emirler vermekle meşgüldür; ezan okunduğunu işitir, gayet huzurla seccadesini yayar, sakalını sıvazlar, rahat olduğu kadar muhteşem bir sima ile namazına başlar. Namaz kılındıktan sonra zalimane talimatını vermeye devam eder. Çünkü namazı ile vicdanının hiçbir alakası yoktur ve hiç kimse bunda hayret edilecek bir şey görmez, hiç kimse bundan arlanmaz, herkes kılınması gereken zamanlarda namazını kılar ve bununla her şey olmuş bitmiş olur.(Filibeli Ahmet Hilmi; burada Dozy'den alıntı yapıyor Tarih-i İslam, s. 535-536)Aslında bu manzara sadece Türklerle ilgili değildir. Bütün Şii ve Sünni dünyası için geçerlidir. (Hicr Süresinin Sonu)

2 Mart 2022 Çarşamba

SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (6.YAZI) Namazın Müslümanlara ait olan bir ritüel olduğunu savunanlar ciddi bir yanılgı içersindedir. Dinini Kur'an'dan değil de gelenekten ve atalardan öğrenen Şii ve Sünni din adamları, Kur'an’ın yetersizliğini ispat etmek ve Kur'an'ı rivayetlere bağımlı kılmak için en çok kullandıkları argüman namazın kılınışı idi. Namazın varlığını ispat etmek için, rivayetlere, rivayetlerin yetmediği yerde mezhep ictihadları, mezhep ictihadlarının yetmediği yerde ise fıkıh imamları hemen devreye giriyor. Onların da görüşleri olmayacak bir soru olduğunda hocaların, din önderlerinin fikirleri cevap olarak yetiyor. Ve bütün bunların toplamı: İnsanların emri değil, “Allah’ın emri” olarak karşımıza çıkarılıyor. Yani Kur'an'da deşifre edilen en büyük günahlardan biri düşüncesizce işleniyor. "Yalan yere Allah'a iftira edenden daha zalim kim vardır?" (En'am-21, 93; Hud-18; Ankebüt-68; Saf-7 ) Evet Yahudilik, Hristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik dinlerinde hanif İslam'a uygun hiçbirşey bulamazsınız.Yahudilik, Hristiyanlık, Şiilik ve Sünnilikte her şey yalandır, Allah'a iftiradır. Çünkü her dört ekol de vahyi terkederek dinlerini rivayetlerin üzerine inşa etmişlerdir. Hiç şaşmaz, her zaman aynı soruyu soruyorlar. Din ve hüküm olarak Kur'an yeterliyse, o zaman namazı nasıl kılacağız? Aslında bu soru, namazın insanlar tarafından uydurulduğu ve yüce Allah'a en açık bir iftira olduğunu kanıtlıyor. Çünkü bir şey Kur'an'da yoksa Allah’ın emri olamaz. Kur'an'ı ve son vahyin tarihini bilenler namazın insanların ahlak ve hayatları üzerinde olumlu hiçbir etki yapmadığını itiraf ederler. Fakat muhaddis ve müctehidleri yani hadisçilerin ve mezhep imamlarının yüzlerce hata binlerce rivayet üzerinde yapmış oldukları çalışmalar ve yaldızlı parlak sözlerle namazı sanki yüce Allah'ın en önemli emri yaptılar. Artık namaz bütün günahları silen, hataları imha eden, kötülükleri affeden, dinin olmazsa olmazı, tutulacak tek dal, sığınılacak yegane liman yaptılar. Namazla ilgili öyle bir hava oluşturuldu ki ona karşı gelmek yüce Allah'a ve dine karşı gelmek olarak algılanır oldu.Halbuki din ataları Kur'an'da var olan her şeyi ayaklar altına alarak, yüce Allah'ın en önemli emirlerine ihanet edıp baştan sona kadar batıl bir din icat ettiler. Namaz insanlık tarihi kadar eski bir ibadet ritüeldir, insanlık devam ettikçe her batıl din bu ritüelin içini kendi inancıyla doldurmuştur. Fakat her türlü şirkten tertemiz olan son vahyin içinden namaz gibi bir ibadeti çıkarmak mümkün değildir.Yüce Allah hanif dinine hiçbir işe yaramayan böyle bir ritüelin sokulmasına razı olmaz. Çünkü Nebi (a.s) a uyarı mahiyetinde olan âyetlerde geçen “Sana gelen bu ilimden (Kur'an'dan) sonra sakın onların arzularına tâbi olma, zalimlerden olursun, senin için Allah'tan başka bir veli yani yardımcı olmaz” (Bakara-120, 145; Râd-37) âyetleri bunun içindir. Onlar hanif İslam dinine kendi heva ve heveslerini yani kendi şirk inanç ve uygulamalarını ekliyorlardı.İşte namaz da bu uygulamalardan bir tanesidir. Kur'an'da bir çok konuda detay olduğu halde namaz konusunda bırakın detayın verilmemesi işaret dahi olmaması onun dinde olmadığını kanıtlıyor. Yani adamlar doğru söylüyor. "Kur'an namazdan detay vermez, hadislere ihtiyaç vardır"Dolayısıyla namaz baştan sona kadar ictihadlarla yerine getirilen bir ritüeldir. Yani namaz konusunda rivayetler de yeterli değildir. İşte onun için namaz konusunda yüzlerce ihtilaf vardır. Dolayısıyla insanların yüce Allah'a karşı uydurup en önemli ibadet yaptıkları namazın kılınmaması gerekiyor. Çünkü hak din batıl dinlere benzemez. Allah'ın yolu namaz değil, vahiy ilim ve ahlakını öğrenmek olan salât’tır. Salât toplu olarak mescidlerde, bireysel olarak her yerde, aile ile evde yapılması gereken en önemli bir emirdir. Salât yani vahyin eğitim ve öğretimi olmadan hiçbir şeyin Allah katında bir değeri yoktur. Her şey gelip vahyi öğrenmeye dayanıyor. Çünkü vahyin öğrenim ve öğretimi olmadan güzel ahlak da olmuyor, İbrahim ve Musa da olmuyor, İsa ve Muhammed (aleyhimusselam) da doğru olarak öğrenilmiyor. İbadet çatı katı ve bütün emirlerin şemsiyesi olan bir kavramdır.Sizin Kur'an'ın ilminnden, İbrahim'in tevhid mucadelesinden, Musa'nın çektiği eziyetlerden, Muhammed (a.s) ın ahlakından haberiniz yoksa, yani şuurlu bir Müslüman değilseniz bırakın namazı, niyazı, ezanı camilerinizin de yüce Allah indinde bir değeri yoktur. İhlastan takvaya, güzel ahlaktan imana kadar, helal dairesinde çalışmaya kadar insanın yaptığı her şey ibadettir. İbadet belli zamanlarda yapılan bir şey değil, her zaman olan, insanın hayatından hiç ayrılmayan, vefat edinceye kadar onunla var olan bir erdemdir. Öyle olmasaydı, Resüllerin "Ey kavmim! Ben sizin için bir uyarıcı ve müjdeciyim" sözünden hemen sonra "Allah'a ibadet edin, sizin için ondan başka bir ilâhınız yoktur" sözünü söylemezlerdi. (Âraf-59, 65, 73, 85; Hud-50,61, 84; Muminun-23, 32)Demek ki ibadet hayatın tümüdür. Her meşru amel ibadettir. Yani namazın terkedilmesi ibadetlerin terkedilmesi değil, hurafelerin terkedilip Kur'an'ın ve evrensel ahlakın özgürlüğüne dönüş olarak kabul edilmelidir. Dolayısıyla Kur'an’ın tarif ettiği “Allah’a ibadet” beli zamanlarda tapınma değil, tüm hayatı kapsayan yani her zaman ve her durumda yüce Allah'ın Kur'an'da var olan bütün emirlerine itaat etme anlamındadır. Kur'an kavramlarının orijinallerini bozarsanız âyetlerin meallerini yamultur rivayetlerin fikrine göre konuşmaya başlar ve yüce Allah'a iftira etmiş olursunuz. Ümmi saf ümmete sanki Kur'an'dan âyetlermiş gibi “İmandan sonra namazdan sorgulanacağız!” diyerek yüce Allah'a yalan yere iftira edenlerin uydurdukları namaz çeşitleri: 1-) Farz Namaz, 2-) Vacip Namaz, 3-) Nafile Namaz, 4-) Sünnet Namazı,5-) Korku Namazı,6-) Kuşluk Namazı, (Duha) 7-) Gece Namazı, (Teheccud) 8-) Cuma Namazı,9-) Bayram Namazı,10-) Cenaze Namazı,11-) Teravih Namazı,12-) Kandil Namazı,13-) Regaib Namazı,14-) Kurban Namazı,15-) İnşirah Namazı,16-) İstihare Namazı,17-) Husuf-Kusuf Namazı, (Ay ve Güneş Tutulması Namazı) 18-) Elfiye namazı, (Bin Namaz yerine Geçecek Namaz) 19-) Evvabin Namazı,20-) Ebabil Namazı,21-) Zuhr-i ahir Namazı, 22-) Şehadet Namazı,23-) İstiska (yağmur) Namazı,24-) Hac Namazı,25-) Cem Namazı,26-) İhrama Giriş Namazı 27-) Kaza Namazı,28-) Tehiyyet'ul-Mescid Namazı,29-) Hacet Namazı,30-) Tevbe Namazı,31-) Şükür Namazı,32-) Tesbih Namazı,33-) Kabir Nur namazı. 34-) Tavaf Namazı 35-) Yolculuğa Çıkış Namazı 36-) Yolculuktan Dönüş Namazı37-) Abdest ve Gusül Namazıİşte Şia ve Ehli Sünnet din adamlarının yüce Allah'a iftira ettikleri ve ümmi insanların zihinlerini felç ettikleri namaz ritüelinin çeşitleri. Yani şimdi siz Allah Resülünün yaşadığı çağda bu namaz çeşitlerinin olduğuna inanıyor musunuz? Size bir şey söyliyeyim. Şia ve Ehli Sünnet dininde olan her şey yalandır. Onların orijinal ve organik din olan İslamla hiç bir ilgileri ve bağlantıları yoktur. Şimdi bu kadar namazı kılan ümmi insanların zaman israflarının ve saf zihinlerine tecavüzün hesabını kim verecek? Bu kadar aldatma ve bilgi kirliliğinden sonra, bırakın bu kadar namaz çeşidini, farz diye bir namazın olmadığını nasıl kabul ettireceğiz?Bu masum ümmetten ne istediniz? Bu ümmete yazık günah değil mi? Başka tepinecek bir saha bulamadınız mı? Demek ki namazın 36 çeşidi yalan ve uydurmaysa, o kalan birinin de yalan ve uydurma olması kuvvetle muhtemeldir. İşte Kur'anla hiçbir bağlantısı olmayan namaz ritüeli bu derece yayılmıştır. Bunun en büyük sebebi dinin namazın üzerine bina edilmesi ve tam olarak günahları imha eden bir özelliğe yani en önemli günah çıkarıcı ibadet yapılmasıdır. Ümmi halk veya üç kağıtçı sahtekarlar için bu büyük bir avantajı beraberinde getiriyor. Her haltı yedikten sonra günahların birden affefilmesi fena bir şey değildir. Vaya kendini yüce Allah'ın karşısında mahcup yani infak gibi önemli bir hayrının olmamasının en makbul mazereti de namaz olması fena bir hesap olmayacaktır. İşte namazlar nasıl yalanlarla gayet rahat üretilmişse, namazın kendisi de yıllar içinde halk tarafından öyle üretilmiştir. Üretime başlama tarihi Allah Resülünün vefatından (632den) sonra artarak iki asır içinde oluşmuş ve Buhari gibileri tarafından sahih yalanlar halinde kurumsal hale getirilmiştir. Filibeli Ahmet Hilmi'nin Tarih-i İslam kitabı'ndan: Reinhart Dozy: Türkler gayet mükemmel namaz kılan bir kavimdir. Fakat onların ibadetlerinde kelimenin yüce manasıyla çok din aranmamalıdır. Türklerde namaz günlük vazifelerdendir. Kendiliğinden anlaşılır ki, bu vazife elbise giymek, işini yapmak, yemek yemek ve uyumak vazifeleri gibi yerine getirilir. Eskiden beri alışılmış bir adet takip edilir. Ne halde bulunulursa bulunsun ve hal ne kadar elverişsiz olursa olsun namaz kılınır. Mesela: Konuşma sırasında bir zat amiyane (müstehcen) bir hikaye anlatırken, o sırada müezzin ezan okumaya başlamışsa, hikayeyi anlatan hikayeyi keser, namazını kılar, sonra hikayesine kaldığı yerden devam eder. Bir tacir yalan söyler, aldatır, sonra namaz kılar, sonra yalan söylemeye ve insanları kandırmaya devam eder. Bir paşa vahşice bazı zulümler veya cinayet için emirler vermekle meşgüldür; ezan okunduğunu işitir, gayet huzurla seccadesini yayar, sakalını sıvazlar, rahat olduğu kadar muhteşem bir sima ile namazına başlar. Namaz kılındıktan sonra zalimane talimatını vermeye devam eder. Çünkü namazı ile vicdanının hiçbir alakası yoktur ve hiç kimse bunda hayret edilecek bir şey görmez, hiç kimse bundan arlanmaz, herkes kılınması gereken zamanlarda namazını kılar ve bununla her şey olmuş bitmiş olur.(Filibeli Ahmet Hilmi; burada Dozy'den alıntı yapıyor Tarih-i İslam, s. 535-536)

RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(17. YAZI )Said Nursi Kur'an cahili olmasına karşın fikirlerini topluma kabul ettirmiş olduğu için önemli bir şahsiyettir.Mektubat- 19. Mektup, Mücizât-ı Ahmediyesine bakın nasıl bir rivayeti almıştır. Diyor ki:"Büyük bir imam olan İbni Veheb haber veriyor ki :Gazve'i Bedirin (Bedir savaşının) on dört şehidinden birisi olan Muavviz İbni Afra, Ebu Cehil ile döğüşürken,Ebu Cehl-i lain, o kahramanın bir elini kesmiş, o da öteki eliyle elini tutup,Resul'ü Ekrem (a.s.m )ın yanına gelmiş, Resul'ü Ekrem (a.s.m) onun elini yerine yapıştırdı.Tüküruğünü ona sürdü.Birden şifa buldu, yine harbe gitti, şehit oluncaya kadar harb etti" (Sayfa-140 )Cevap :Allah Resulü'nün bu şekilde bir mucizesi olsaydı mutlaka Kur'an'da geçerdi.Çünkü yüce Allah, Kur'anda İsa (a.s) ın daha basit mucizelerini haber vermektedir.(Al-i İmran- 49 ; Maide- 110) Kur'an'ın basiret ve hidayetiyle bizi din adına uydurulan hurafelerden kurtaran Allah'a sonsuz hamd olsun. Aslında ben Risâle-i Nur'daki bu uydurmaları yazarken büyük bir rahatsızlık ve vicdan azabı çekiyorum.Acaba ben Said Nursi'nin bu hatalarının üzerinden manevi bir rant elde ettiğimden dolayı mı bunu yapıyorum?Acaba birisinin ayıbını ve hatasını  ganimete mi çeviriyorum? diye cidden rahatsız oluyorum.Fakat Risâle-i Nur talebeleri içinde bu kadar eğitim görmüş, entelektüel, ilim adamı mevcut iken en az beş on kişinin çıkıp Risâle-i Nur Külliyatında Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekküre aykırı hurafelerin var olduğunu neden itiraf etmiyor?İşte o zaman bizim bunları ele almamızın hiç bir anlamı kalmayacaktı.Bütün bu hurafelere ragmen F Gülen hala ne zaman konuşmaya başlasa "Piri mugan, Hz. Pir, Hz. Pir deyip duruyor. Şia, Ehli Sünnet ve yan kuruluşları  olan tarikat ve cemaatlerde adınızın önüne"Gavs, Bediuzzaman, Kutup, Mevlana, Efendi Hazretleri, Mürşidi Kamil,Şeyh Kuddise Sirruhu" gibi saçmasapan lakaplar gelebilmesi için inanç ve fikirlerinizin mutlaka Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekküre aykırı olması gerekir.Bakın Said Nursi Mektubat- 19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediye adlı  eserine hangi rivayetleri almış. "Başta İmam-ı Beyhaki, Ehl-i Hadis haber veriyorlar ki, İmam-ı Ali gayet hasta idi.İzdırabından, kendi kendine dua edip inliyordu.Resül'ü Ekrem (a.s.m) geldi.Dedi : "Allah'ım ona şifa ver "ve ayağıyla Hz.Ali'ye dokundu "Kalk" dedi.Birden şifa buldu. İmamı Ali der ki: "ondan sonra o hastalığı hiç görmedim"(Sayfa- 141) İmamı Bagavi, tahrici ve tashihi ile haber veriyorlar ki :Aliyyibni-l Hakemin Gazve-i Hendek'te kuffarın darbesiyle ayağı kırıldı.Resül'ü Ekrem ( a.s.m ) meshetti, dakikasında öyle şifa buldu ki, atından inmedi"(Sayfa- 141 )"İbni Ebi Şeybe (muhakkiki kamil ve muhaddisi meşhur) haber veriyor ki: Bir kadın, bir çocuğu Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ın yanına getirdi.O çocukta bir bela vardı, konuşmuyordu, aptal idi, Resul'ü Ekrem (a.s.m ) bir su ile mazmaza ( ağzını çalkaladı) etti, elini yıkadı, o suyu kadına verdi. "Çocuğa içirsin" ferman etti.Çocuk o suyu içtikten sonra, hastalığından ve belasından bir şey kalmadı.Öyle bir akıl ve kemal sahibi oldu ki, ukala-i nasın(en akıllı insanların)  fevkine çıktı. (Sayfa- 141)Naklı sahih ile, Hz. İbni Abbas demiş ki :Resul'ü Ekrem ( a.s.m ) a mecnun bir çocuk getirildi, mübarek elini onun göğsüne koydu : Birden çocuk istifra etti, içinden küçük hıyar kadar siyah bir şey çıktı, çocuk şifa buldu, gitti" (Sayfa-142)Cevap : Çocuğun iyi olabilmesi için içinden değil, kafasından bir şey çıkması gerekirdi.Hiç olmazsa uydurup yazarken bunu düşünun.Said Nursi bu hurafeleri eserine almakla nasıl batıl bir inanç ve yanlış uygulamalara kapı araladığının farkında olmadığını müşahede ediyoruz.

1 Mart 2022 Salı

İBLİS-ŞEYTAN-MELEK-MELEKLER" Melek, göklerde ve yerde yüce Allah'ın güç ve iradesini temsil eden yasalar ve doğal kanunlar anlamına gelmektedir. Mesela: Secde- 11. âyette "melekül mevt-ölüm meleğinden" (ölum yasasından) En'am 61.âyette "vefat ettiren Resüllerden,(yasalardan) Enfal-50; Muhammed-27; Yunus-104.âyetlerde de" ölüm meleklerinden (ölüm yasalarından) söz edilmektedir. Zümer-42; Nahl-70; Yunus-104; Mâide-117.âyetlerde de, aslında vefat ettirenin koyduğu yasalar gereği yüce Allah olduğu açık olarak haber verilmektedir. Yani Şii ve Sünni din adamlarının iddia ettikleri gibi azrail adında melek ve yüce Allah'tan bağımsız olarak melekler bulunmamaktadır. Kur'an'da Adem-melekler kıssasında simgesel bir anlatım tarzı bulunmaktadır. Yani kıssada anlatılanlar, olup gitmiş ve bitmiş şeyler değil, kiyamet gününe kadar devam edecek insanın hayat ve yaşam serüvenin manzarası veriliyor. Yüce Allah yerde sadece avlanması ve üremesi olan beşere insan kimliğini ve formatını atmadan önce, o zamana kadar dünya üzerinde yüce yaratıcının gücünü temsil eden melekler göklerde ve yerde olan madde ve enerji olan doğal güçlerden oluşuyordu. Yeryüzü yüce Allah'ın kuvvet ve kudretiyle onlar tarafından şekilleniyordu. Şu âyetlerde meleklerin, müminlere huzur, güven, cesaret ve destek verme anlamında kullanıldığını görüyoruz. (Enfal-9, 10, 11, 12; Fussilet-30)Vefatları anında melekler huzur ve güven şeklinde müminlerin gönüllerine nazil olurlar. (Nahl-32; Fussilet-30)Ama ilahi iradenin gereği olarak uzun yıllar beşer olarak yaşamış olan vahşi canlıya insan formatı atılmıştır.Yani artık yeryüzünün şekil almasında melekler insanın emrine musahhar kılındılar. Yani yüce Allah, insan akıl ve iradesinin yani ilim ve icad etme yeteneğinin önünde melekleri secde ettirmiştir. Herşeyin öncesi ve sonrasını bilen ve programlayan yüce Allah, tüm gökleri ve yeri daha öncesinde yaratacağını sadece kendisinin bildiği "İnsan türü" için hazırlamıştır."Hani Rabbin bir zaman meleklere (göklerde ve yerde bulunan enerji ve doğa güçlerine; ''Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturacağım. Onu düzgünleştirip ruhumdan üfleyip (akıl, vicdan, irade, yetenek, icad, merhamet, cömertlik ve bilgi ile donattığım zaman) derhal ona secde edin (boyun eğip teslim olun) demişti. Bunun üzerine İblis hariç melekler (göklerde ve yerde olan doğal güçlerin) tümü hep birlikte secde ettiler (boyun eğip, teslim oldular). İblis büyüklük tasladı ve o kafirlerden oldu. (Sad-71, 74)Kur’anda; ''Meleklere yeryüzünde bir halife atayacağım diye haber verilmesi'', ''Meleklerin bu karara, kan döken birini mi halife yapacaksın itirazı'' ''Meleklerin ve İblisin Adem'e secde etmesinin istenmesi'' gibi daha pek çok anlatım ve olay simgesel olarak yani bir temsil ve mesel olarak anlatılır. Yani gerçek anlamda böyle bir şey olmamıştır. Mesela: ''cennet ve cehenneme girecek olanların durumlarını'' anlatan âyetlerde de yine ''temsili bir sahne ve konuşmalarla'' aynı simgesel anlatım tarzını, yani ''teatral'' bir anlatımı görmekteyiz. Ama Kur'an'ın muhteşem edebiyat ve belağatını, âyetlerdeki mükemmel anlatım sistemini yani hikmet ve tekniğini kavrayamayan Şii ve Sünni din adamları, bu konuşmaları gerçek zannederek basit bir mantıkla sanki ''yüce Allah ve Meleklerini insanlar gibi karşılıklı konuşturan'' uydurma rivayetlerin ardına düşmüşlerdirŞia ve Ehl-i Sünnette var olan Allah ve mekekler inancı yaşamış oldukları saltanata uygun düştüğü için benimseniyor. Halbuki atomlardan protonlara rüzgarlardan uykuya kadar her şey melektir. Meleklere iman demek, bütün bunların Allah'ın ilim ve iradesiyle olduğunun bilincine varmak damektir. Aslında rivayetlerde yani geleneksel zihinlerde var olan algı gibi, Allah ve Melekleri arasında hiçbir zaman "karşılıklı bir konuşma ve dialog" meydana gelmemiştir. Yüce Allah'a böyle bir şeyin izafe edilmesi doğru değildir. Yüce Allah bu gibi şeylerden uzaktır, münezzehtir.Yüce Allah yarattığı her şeyi bir kanun ve kaideye bağlamış, insanların bunu rahat algılamaları için ilim olarak onların akıl seviyelarine indirgiyerek bunlara "melek" ve "melekler" adını vermiştir. Dolayısıyla Adem, İblis ve Melekler kıssasından almaları gereken ibret ve dersleri bu tarz bir söyleşi ile simgesel anlatarak insanların akıllarına çok geniş bir manevra alanı sunmuştur. Yani yeryüzünde kurduğu ilahi yasalara göre rüzgar, güneş enerjisi, yağmur gibi tüm yönetim güçlerinin (meleklerin) artık halife olarak atayacağı insan türünün akıl ve iradesinin emrine gireceğini, ona secde edeceklerini bu anlatım tarzı ile son vahiy olan Kur'anda bizlere haber vermiştir. Yani Âdem, Melekler, İblis ve Şeytan olayının sergilendiği sahne olmuş bitmiş bir oyun değildir. Kiyamet gününe kadar varlığını devam ettirecek gerçek bir akıl, yetenek, imtihan ve icad sahnesidir. Önemli olan bu hayat sahnesinde kim neyi temsil ediyor? Anlatılmak istenen nedir? Melekler, yüce Allah'ın göklerde ve yerde var ettiği güçler anlamına geliyor. Zaten melek, kök itibariyle "güç" demektir. Mülk, güç ve hükümdarlık demektir. Melik, kral ve hükümdar anlamına gelmektedir. Mélik, sahip ve sözü geçen, kudret sahibi demektir. İblis, kibir, küfür, şirk, haset, ve ırkçılığı temsil ediyor. Sahnede var olan şecere ise, şirk, hurafe, insanları vahiy'den uzaklaştıran karmaşık, çerpeşik, sanal, uydurma, zan ve algı gibi şeyleri temsil ediyor. Ağaca yaklaşmayın sözü, vahyi temsil ediyor. Şeytan, insanını nefsinde var olan "hırs, kibir, cimrilik, şehvet, kızgınlık, yalan, ırkçılık" gibi olumsuz duyguları temsil ediyor. Melekler, "sabır, cömertlik, güzel ahlak, merhamet, dürüstlük" gibi erdemli duyguları temsil ediyor. Temsilde geçen secde ise, ''tereddütsüz kabul etmek, boyun eğerek teslim olmak, itaat etmek'' anlamına gelmektedir. Karşısındaki hakim gücün emir ve hükümranlığını yani otoritesini kesin olarak kabul etmektir. İşte bundan dolayı temsilde sahnelenen oyunda; ''Allah’ın kodladığı bütün emirlerine harfiyen uyan, O’na hiç isyan etmeyen, insanın yararına olarak yaratılmış ve görevlendirilmiş yağmur, su, rüzgar, enerjisi olan bütün doğal güç- Meleklerinin" yani göklerde ve yerde bulunan kanunların, ince bir ayar ve hassas bir denge ile onları ayakta tutmak için yüce Allah'ın yaratmış olduğu çeşitli enerji türlerinin ve güçlerinin insanın emrine verilmesini ve ona destek olmalarını, onun emrine girmeyi kabul ettiklerini ''simgesel olarak'' dile getirilmektedir. Adem’e yani ''İnsanın akıl ve yeteneğine secde eden meleklerin''geleneksel dinde anlatıldığı gibi üç boyutlu nesnel yapılarıyla, uydurma dinin ümmileri gibi sürekli namaz kılan, niyazda bulunan Melekler olmadığı,aksine bu ''secde eden Meleklerin'' insanda bulunan (Allah’ın Adem’e Ruhumuzdan üfledik ifadesiyle verdiği) ''akıl, irade, yetenek, icad, vicdan, zihin, zekâ, hafıza, bilgiye sahip olma ve onu kullanabilme'' kabiliyeti gibi zihinsel fonksiyonlar ve Allah'ın bahşettiği ''el ve ayak becerileri'' gibi motor fonksiyonlar ile ''doğal dengede var olan su, madenlerdeki elementler, çekim kuvveti, itme gücü, kaldırma ve basınç kanunları, sıcaklık, ısı, enerji çeşitleri, yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ateş gibi, yani insanın dışında doğada mevcut diğer tüm canlılar ve güçlerden'' oluştuğu ve tüm bu sayılanlardan insanın istediği gibi teknoloji üreteceği ve her alanda hayatını kolaylaştırmak için onlardan yararlanabileceğini anlaşılır. Çünkü doğada insanın dışında bulunan bütün varlıklar ve güçler (enerji türleri) ''insana secde edip onun aklına boyun eğmişlerdir'', insanın aklını, gücünü, yeteneğini kabul etmişler, hizmetine amade kılınmışlardır. Bu secde kıyamet gününe kadar da kesintisiz olarak devam edecektir. Yani beşer olan ve henüz insana ait donanıma sahip olmayan Adem’e ''Ruh (akıl, irade, vicdan ve bilgi) üflendiğinde'' (akıl, ilim, icad, sanat, merhamet, adalet, cömertlik gibi Allah'a ait sıfatlar verildiği) zaman, beşer olan Ademinsan olan Adem'e dönüşmüş, bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir, onlardan yararlanabilir hale gelmiş, bilgisi geliştikçe de doğaya hükmetmeye başlamış hatta doğal dengeyi tahrip edebilecek bir güç ve kuvvete ulaşmıştır.Halife, yani insan, kendisine emanet edilen ''yeryüzü yönetimi'' gerçeğini, kavramak ve mevcut doğruları idame ettirmek zorundadır. Bunu yapabilmek için kendisine ''Meleklerin yönetimi ve gücü'' tahsis edilmiştir. Böylece hayvanları evcilleştirmiş, etinden, sütünden, kılından, postundan yararlanır hale gelmiş, rüzgâra hükmedip elektrik enerjisini elde eder, gemileri suda yüzdürür olmuş, ateşle madenleri işlemiş, ağaçları istediği amaçta kullanabilmiştir. Havanın kaldırma gücünden yararlanmış, uçaklar uçurmuştur. Bugün ise uzaya çıkmıştır. Bilgisayarla iletişim teknolojisini geliştirmiş, akıllı telefonlara sahip olmuştur. Bütün bunlar varlıkların, yani Meleklerin, yani doğa güçlerinin beşerden ''İnsana terfi eden Adem’e secde/boyun eğip itaat ettiğinin'' göstergesidir. Uydurma rivayetlerde anlatıldığı gibi Meleklerin insanlar gibi üç boyutlu bir yapıya bürünüp, ''yatıp kalkıp namaz kıldıkları'' gibi bir ibadet söz konusu değildir. Yani Meleklerin secde etmesi, gelenekçi din anlayışının iddia ettiği gibi "Meleklerin Adem'e karşı yere kapanıp alınlarını yere koyması" olarak şekilsel bir anlam Şii ve Sünni din adamlarının inancına uygun olabilir.Fakat Kur'an'ın tevhid ilkesine aykırıdır. Secde ederek boyun eğen, yani insanın emrine giren Melekler; insanın hüküm süreceği dünya hayatındaki güzel ve olumlu gücü temsil eden ''Meleke'leri'' olmuşlardır. İblis ise secde etmeyerek yani boyun eğmeyerek, insanın iradesi altına girmeyi reddederek dünya hayatında insanın kontrol altına alamadığı, ''olumsuz ve kötülüğe sevkeden güce'' yani ''şeytana'' dönüşmüş oluyor. Aslında Kur'anda bir kaç yerde tekrarlanan o sahne, yani "Meleklerin ve iblisin Adem'e secde etmeleri yani boyun eğme" emrine verdikleri cevabın sonucu şu olmuştur;Meleklerin insanın emrine verilmesi ile "güzel-olumlu Meleke'lerimiz" olmaları ve iblisin insanı Allah'ın yolundan alıkoymayı amaç edinen, kötülüğe sevkeden, ''olumsuz güdülerimize'' yani ''şeytana'' dönüşümüdür.Dolayısıyla şeytan, insanın zihin dünyasından, istediğini yapabilme gücüne sahip, bağımsız olan bir varlık değildir. Bütün bu âyetlerde verilmek istenen mesaj ve anlaşılması istenen ilahi gerçek; işte bu ilahi muradın gerçekleşmesinin anlatımıdır.Bunların hepsi zaten Allah'ın önceden yaptığı bir plan ve programın sahnelenmesi ve hayata geçirilmesidir. Yani Kur'anda bu konuyla ilgili âyetlerdeki akış içinde yer alan anlatımlardan asıl amaçlanan; "ilahi muradın yerine getirilmesinin anlaşılması" içindir. Meleklere ''Adem'e secde edin'' demek; aslında ''beşer olanı insan yapan'', iyi ve kötüye yönlendirebilecek her türlü manevi, duygusal, psikolojik davranışları harekete geçirecek kaabiliyetler ve yetiler, yani ''vicdan, sevinç, güven, irade, dayanıklılık, metanet, sevgi, zorluklara dayanıklılık, sabır, düşünme, idrak etme, eğriyi doğrudan ayırma, ahiret bilinci, Allah'a iman, tevekkül, takva, bilinç sahibi olmak, icat etmek, eldeki verilerden sonuçlar çıkarmak, koordinasyon, bilişsel faaliyetler, akletme, olaylar arasında bağlantı kurmak gibi birçok insana ait faaliyetleri yapmasını sağlayacak "Meleke'leri" insanın emrine vermesidir. Melekler aslında insana ait özellikleri ve faaliyetleri, icad etme yetenekleri, kaabiliyetleri ortaya çıkaracak Meleke'lerdir. Yani insana ait olan bu zihinsel ve bilişsel kaabiliyet ve faaliyetleri ''bize (Adem'e) secde eden, boyun eğen Melekler eliyle'', Melekler üzerinden harekete geçirip meydana getirebiliriz. Meleklerin Adem'e-İnsana secde etmesiyle; ''iyi yönde tüm Meleke, icad etme yetenek ve kaabiliyetler insanın emrine verilmiş ve bu iyi yönlü faaliyetleri kontrol edebilme gücü insana sunulmuştur. İblisin temsil ettiği kötü yönlü faaliyetler, yetiler ise İblisin (aslında ilahi murad gereği) secde etmemesi sonucunda Adem'in/insanın kontrolü dışında kalmıştır. Bu kötü yönlü tüm faaliyetler, yani ''isyan, küfür, kötülük, sapkınlık, Allah'a itaatsizlik, şirk koşma, zarar verme, yıkıp yakmak, kan dökmek gibi.'' iblisin secde etmemesi ile insanın kontrolü dışında kalmıştır ve ''ancak'' güzel yönlü amellerimizin, irademizin, faaliyetlerimizin baskısı altında tutularak, ortaya çıkmaları engellenerek kontrol altına alınabilecek olumsuz, şeytanî yönümüzdür, kendi şeytanımızdır. Yoksa insandan başka cin de yoktur şeytan da yoktur. Yani şeytan bizi her türlü kötülüğe yönelten, olumsuzlaştıran ve böylece Allah'ın dosdoğru yolundan alıkoyan, bu yolda ilerlememizi engelleyen ''içsel dürtü ve zihinsel güdülerimizdir'Şeytan bu kötü yönlerimizi açığa çıkarmak ve böylece insanları ''Allah'a karşı kibir, ğurur, isyan, küfür, şirk, kötülük gibi yollara saptırmak için Allah'tan kıyamete kadar mühlet istemiş ve Allah bu ilahi muradını bu şekilde gerçekleştirecek kurguyu, ilahi kanunlarına göre belirleyip başlatmıştır.Hamd-övgü, göklere ve yere yaradılış yasalarını koyan, Melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a özeldir. O, yaratmada dilediğini arttırır. Allah, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. (Fatır-1)Kur'anda iki, üç veya dört kanatlı olarak tarif edilen Meleklerin aslında bilinen anlamda kanatları yoktur. Bu ifade sadece ''Meleklerin farklı gücünü'' simgeler.Dumansız ateş, nur, yani ''saf enerji ve titreşimden'' oluşan Melekler ''Varlık Aleminde'' herşeyden sorumludur, ilk yaratılanlardır ve yüce Allah'ın güç, kuvvet, ilim, hikmet, rahmet ve iradesini temsil ederler.Evrendeki bütün doğa olayları, insanda bulunan bütün duygusal yeteneklerimiz, bütün hissiyatlarımızın hepsi birer Melektir. Fakat yüce Allah'tan ayrı ve bağımsız değillerdir. Yani koyduğu yasalardır ve emrinin dışına asla çıkamazlar.Yoksa kaos olur, denge bozulur, her şey alt üst olur. Çünkü gerçekte her şeyi yapan yüce Allah'tır. Bir yaprak O'nun iradesi ve ilmi yani yasası dışında yere düşmez, bütün işler O'na döner. Her Melek yaratılış amacına uygun olarak kendisine verilen görev alanından ve onu yerine getirmekten sorumlu birer güç ve enerji değişimidir.Doğal olarak bilgisi de kendisine verilen kadardır. Yani görevi neyse ona sadece o öğretilmiştir ve fazlasını bilmez. Melekler görevlerini, güçlerini Allah'ın iradesinin dışında asla kullanmaz, kullanamaz. Melek kavramını ''Allah'ın tek bir formda yarattığı bir güç, enerji'' olarak algılamak doğru olmaz;''insanları duygusal olarak motive ederek destekleyen ve böylece içindeki potansiyel gücü maksimum bir şekilde kullanmasını sağlayacak bir etken olarak da, duygusal destek formunda da hayat bulur, doğa olaylarını oluşturan tüm hareketleri sağlayan rüzgar, ısı, sıcaklık, itme, kaldırma, yerçekimi, enerji değişimleri, formunda da hayat bulabilir'Meleklerin insanın duygusal dünyasını etkileyen ve iç dünyasında meydana getirdiği değişimlerle insana özgü farklı duygulara yol açan birer ''duygusal enerji'' olduğunu aşağıdaki âyetler ortaya koymaktadır;"Eğer siz ona yardım etmezseniz, andolsun ki Allah ona yardım etmişti. Hani hakkı yalanlayan kafirler onu (Mekke'den) çıkardıklarında iki kişiden ikincisiydi. İkisi mağaradayken, o, arkadaşına: ''hüzünlenme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir.'' demişti. O anda Allah ''sekinetini'' üzerine indirmişti yani Onu, ''sizin görmediğiniz ordularla'' desteklemişti yani kafirlerin sözünü(davalarını) alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise en yüce olandır. Allah, Aziz'dir, Hakim'dir" (Tevbe-40)Sonra Allah, Resul'ünün ve müminlerin üzerine ''sekinetini'' (huzur-güven) indirdi yani ''görmediğiniz ordular indirdi'' yani hakkı yalanlayan kafirlere azap etti. İşte kafirlerin cezası budur. (Tevbe-26)Bu âyetlerde yüce Allah'ın lütuf ve inâyetiyle Resûl'e, müminlere ve zor durumda kalanlara görünmeyen güçlerle yani Melekler ile destek vermesi anlatılıyor. Aslında aynı zamanda zihinsel ve duygusal birer etkileşime yol açan, yani insanın iç dünyasında, ruhunda, kalbinde kişiyi olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyen tüm ''haleti ruhiye diye tabir edilen hissiyatlar'' birer Melek-Meleke'dir yani insanın içinde var olan potansiyeldir. Dolayısıyla insanın duygusal zihninde meydana gelen ''sevinç, güven, sevgi, öfke, üzüntü, inanç, direnme, yetinme, metanet, sabır gibi duyguların hepsi birer Melektir"Hani siz, Rabbinizden imdat diliyordunuz. O da ardı ardına bin Melekle yardım edeceğim diye, isteğinize karşılık vermişti. (Enfal-9)"Andolsun! Ezilmiş olduğunuz halde Bedir'de de Allah size yardım etmişti. O halde, Allah'a karşı takvalı olun ki şükretmiş olasınız.Hani! Sen mü'minlere: ''Rabb'inizin, indirmiş olduğu üç bin Melekle yardım etmesi size yetmez mi?'' diyordun.Evet! Sabreder ve takvalı davranırsanız, düşman size hemen saldırsa bile, Rabb'iniz, size, seçilmiş beş bin Melekle yardım eder.(Âli İmran-123-125)İşte bu âyetlerde Rabbimiz olan yüce Allah inananlara savaşta bin, 3 bin, 5 bin Melekle yardım ediyor. Buradaki 3 bin, 5 bin Melek kavramları şunları ifade eder;Orada savaşan müminlere, ''kural ve kaidelere göre akıllıca hareket etme yetisi, uykusuzluk, sabır ve metanet, açlık, susuzluk çekmemek, attığını vurma, kılıçlarının keskinliği, güneşin sıcaklığının onları rahatsız etmemesi, havanın serinlik vermesi'' gibi bir sürü duygusal destek sağlayan hissiyatlar aslında Allah'ın yardım için gönderdiği Melekleri'dir.Yüce Allah sadece hidayet ve sapkınlığı indirdiği vahye bağlamış, bu konuda insanın özgür iradesini meleklerin mudahalesi dışında tutmuştur. Ancak melekler iman edenlere yardım ve kafirlere korku verir azap ederler. Yani seçilmiş beş bin, üç bin Melekle destekledik demek; ''düşman kendilerinden daha güçlü olsa bile, inananları düşmanı yenebilecek bir ruh haline sokan sabır, metanet, güven, inanç, sıhhat, güç, cesaret, dirayet gibi binlerce zihinsel ve duygusal güçlerle-Meleklerle destekledik'' demektir.Yüce Allah'ın insanlara dünya hayatında doğru yolu bulmaları için verdiği en büyük destek; kuşkusuz insanlık tarihi boyunca Elçileri ile gönderdiği ilahi mesajlarını içeren ve Kur'anda ''Ruh'' diye adlandırılan ''Vahiy'dir'' İnsanları uyaran ve takvalı olmaya çağıran Elçilerini desteklemek için onlara ''vahiy'' ve emrine amade olan, boyun eğen, secde eden ''Melekler'' gönderir;Allah, ''Benden başka ilah yoktur, öyleyse bana karşı takvalı-vahyin korunma alanında olun'' uyarısında bulunmaları için kullarından dilediğine/Elçilerine emrinden ''Ruh/Vahiy'' ve ''Melekleri/göklerde enerji olan doğa güçlerini'' indirir. (Nahl-2)Bütün bu anlatılanlar çerçevesinde düşünüp, sorguladığımızda; acaba ''Kur'an'ın Melek kavramı ile bir bağlantısı olabilir mi? Bu konuyu, Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75) âyetinin bağlamında değerlendirip, Kur'an'ın özelliklerini inceleyerek,KUR'AN-MELEK-RESUL kavramları arasındaki bağı, yalnız âyetlere dayalı olarak analiz ettiğimizde nasıl bir ilişki olabileceğine bakabiliriz. MELEK KAVRAMI VE KUR'AN"Allah, Meleklerden de Resûller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir" (Hac-75)Peki melek neydi? Melek, yüce Allah'ın gücünü temsil eden tüm varlıkları kapsar. Bu bir doğa olayı, rüzgâr, ısı, basınç, yer çekimi, kaldırma gücü, sıcaklık ta olabilir, insanları doğru yola, iyiye, güzele, Allah'a imana, Allah'a sevgiye, Allah'a güvene, Allah'a tam bir teslimiyete yönlendiren, tüm bu "duyguları/Meleke'leri" kazandıran bir "Vahiy/Kitap" ta olabilir. Bu vahiy-kitap sıradan basit bir kitap değildir.Bu vahiy-mitap göklerde var olan en güçlü ilahi mesajdır, yani Melek'tir. Melek, sadece Allah'ın yarattığı ve kendisine verilen görevi yapan ilâhi yasalar değildir.Melek aynı zamanda enerji, belli bir amaca yönelik her türlü doğa olayı, bir açıdan da Meleke'lerimiz, yani insanın emrine verilmiş ve insanı yönlendiren her türlü duygusal, zihinsel, bilişsel, manevi etkileşime yolaçan, duygusal tepkilerimize yön veren ruhani bir güçtür.İnsanı doğruya, eğriye, yanlışa, iyiye yönlendiren, sevgi, hırs, öfke, rekabet, merhamet, sabır, dirayet, sebat gibi tüm duygusal etkileşim ve zihinsel faaliyetlerimiz ''Melekler'' tarafından yönlendirilen manevi, ruhsal enerjimizin ortaya çıkardığı ''Meleke'lerimizdir''Allah'ın insanları Sırat-ı Müstakim'e yönlendirdiği ve hidayete ilettiği esas Melek; işte her topluma gönderilmiş olan, Allah'ın doğru dinine götüren ve ebedi mutluluğa erişebilmek için uymaları gereken ilahi kurallar ve hükümlerini içeren ''vahiy/İlahi mesajlar- kitap'tır''İşte bu açıdan bakıldığında insanı doğruya, Allah'ın yoluna yönlendiren tüm ilahi mesajlar, yani gönderdiği tüm vahiyler/kitap'lar da birer Melek'tir. Bu ilahi mesajların sonuncusu, Allah'ın insanlığa tebliğ etmesi için son beşer Elçisi Muhammed (a.s) a gönderdiği, insanlığa hidayet rehberi, bir nur olarak gelmiş, kıyamete kadar bütün insanlara içerdiği ilahi mesajlar ile uyarı ve ikaz görevini yapacak ve sırat-ı müstakime ulaştıracak son vahiy olan Kur'an'da işte bir Melektir.Kur'an Allah'ın gönderdiği bir Melek olarak ve Beşer Resûl Muhammed (a.s) ile aynı muhteviyatta olması hasebiyle, O'nunla aynı özelliklere sahip olması, yani müjdeleyici, uyarıcı, öğüt verici, rahmet, karanlıktan aydınlığa çıkarma, yani bir Resulde bulunabilecek tüm özelliklere sahip olması ile Kur'an'da bir Resül'dür. "Elif, Lâm, Râ! Bu Kuran, insanları Rab'lerinin izniyle ''karanlıklardan aydınlığa çıkarman'' Aziz, Hamid olan Allah’ın yoluna iletmen için, sana indirdiğimiz bir kitaptır. (İbrahim-1)"Sizi ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. (Hadid-9)"İman eden ve salih ameller işleyenleri ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için, Allah’ın apaçık âyetlerini size okuyan bir Resül göndermiştir. (Talak-11)"Allah, kendi rızasına tâbi olanları, bu kitap-Kuran vesilesiyle selâmetin yollarına ulaştıracak yani izniyle-yasasıyla onları ''karanlıklardan aydınlığa çıkaracak'' yan onları sırat'ı müstakime hidayet edecektir" (Maide-16)Yani yüce Allah açıkça tekrar aynı gerçeği buyuruyor;Peki Allah'ın insanlardan seçtiği Resulleri zaten biliyoruz, Melek olan Resül nedir? Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75)Tüm bu anlatılanlara, ilgili âyetlere, Melek kavramının gerçek anlamını ortaya koyan ayetler eşliğinde ve Hac-75 bağlamında baktığımızda açık ve net bir şekilde görüyoruz ki; her ikisi de aynı içeriğe sahip olan ve Allah'ın insanlardan seçtiği RESÛL; Muhammed (a.s) gibi Resüller iken, Meleklerden seçtiği RESÛL DE; vahiy'dir yani Kur'an'dır. Yani Kur'an, meleklerden bir resüldür. Mesela: "...O gecede, Rablerinin izniyle-yasasıyla melekler yani ruh her iş için iner dururlar" (Kadr-4)Mesela: "Ruh yani melekler saf saf olup kıyam ettiği gün,..." "Bütün kötü duygu ve dürtüler şeytandır..."(Âraf-200, 201)"İnsanı cimriliğe sevkeden duygu şeytandır..."(Bakara-268) "Haset şeytandır.."(Yusuf-5) "İnsanı kötülüklere yönlendiren vesvese şeytandır..."(Âraf-20) "Şeytan" kavramlarının büyük çoğunluğu insan şeytanlarını anlatırken, bir kısmı da insanın içinde var olan zihinsel şeytanlardan söz etmektedir.Mesela: İnsanlar için faydalı olan yani zararlı mıkroplardan koruyan mikroorganizmalar yüce Allah'ın birer askeri anlamında melek olurken, ona zararlı olan mikroorganizmalar da şeytan oluyor. Yani hem insanın iç dünyasında maddi ve zihinsel melek ve şeytan vardır. Hem de dış dünyada melekler ve şeytanlar vardır. İnsan içinde var olan zihinsel şeytanın tuzağı zayıftır (Nisa- 76)"İnsanda var olan gurur ve kibir şeytandır..." (Nisa- 120)Kötülüklere yönlendiren tüm kötü ameller şeytandır.Yani onu vahiy'den uzaklaştıran, insanların arasına kin ve düşmanlık duygu ve dürtülerini yerleştiren de şeytandır. Yani bunlar insanın içinde var olan zihinsel şeytanlar olabildiği gibi, dış dünyada olan insan şeytanları da olabilir.İnsanın maddi ve manevi olarak temizleyen her şey melektir.Kur'an'da var olan meleklerin tesbihleri, yüce Allah'ın kendilerine yüklemiş olduğu görevleri yerine getirmeleri anlamına geliyor. Yüce Allah'a din öğretmeye kalkan din adamları şeytandır. Saçıp savurma şeytandır. İnsanı Kur'an'dan uzaklaştıran her şey şeytandır. Yani şeytan insanın dışında olan, ondan bağımsız ve bağlantısız bir varlık değildir. İnsanı kötülüklere yönlendiren, helali haram kılan, vahiy'den uzaklaştıran, cimrilikle korkutan, ahlaksızlığı telkin eden yine şeytandır.Mesela: İnsanlar için faydalı olan mikroorganizmalar yüce Allah'ın askerleri anlamında birer melektirler. Zararlı mikroorganizmalar da birer şeytandır. Mısırd kadınların Yusuf (a.s) için dedikleri "bu beşer değil, "mekekün kerim" "kerim bir melektir" ifadesi, yani "değil böyle bir şey yapması, beşeri dürtüleri olmayan bir melek kadar saf ve masum" anlamına gelmektedir. Yani aslında kadınlar meleğin hangi anlama geldiğini biliyorlardı. Yüce Allah'ın âhirette meleklere bu müşrikler size mi ibadet ediyorlardı (Sebe-41) dediği melekler de güneş, ay, rüzgar, su ve yağmur gibi Allah ın gücünü temsil eden doğadaki varlıklardır. Meleklerin de "bunlar cinlere ibadet adiyorlardı" (Sebe-42) şeklinde cevap vermeleriyle, cinlerin bilinmeyen, tanınmayan, farkında olunmayan, yabancılar anlamına geldiklerini anlıyoruz. Yani melekler lisanı halleriyle "onlar neye ibadet ettiklerinin bile farkında değillerdi" diyorlar. İnsana yararlı olan ve emrinde olan her şey melek, ona zararlı olan ve emrine girmeyen her duygu ve dürtü şeytandır. Şeytan ve melek hem insanın iç dünyasında hemde dış dünyada vardır. "Düşmanlık, haset, kin, cimrilik, gurur, kibir, nankörlük, acelecilik, zulüm gibi kötü duygular zihinsel şeytanla ilgilidir. "İbadet, ittiba yani tâbi olma, vâdetme, Allah ile aldatma, tağut, evliya, davet gibi somut kavramlar şeytan tabiatlı din adamları ile ilgilidir. Yani aslında uydurma dinin temsilcileri şeytanın ete kemiğe bürünmüş şeklidirler. Yine aynı şekilde çoğul halinde yani "şeyétin" "şeytanlar" olarak geçen bütün yerlerde, Allah ile aldatan, Allah'a iftira eden mezhep önderleri yani din adamları anlamında kullanılmıştır.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(149.YAZI) 28-) Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım."29-) "Ona tesviye ettiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secde edin!"30-) Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler.31-) Fakat İblis hariç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı.32-)(Allah:) Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir? dedi.33-) (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir beşere secde edecek değilim, dedi.34-35) (Allah) şöyle buyurdu: Öyle ise oradan çık! Sen racimsin! Yani kıyamet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır!36-) (İblis:) Rabbim! Öyle ise,(varlıkların) tekrar dirileceği güne kadar beni gözetle (neler yapacağım), dedi.37-) Allah buyurdu ki: "Sen gözetlenenlerden olacaksın. 38-) "Mâlum vaktin gününe kadar..."39-) (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni şaşırtmana karşılık ben de yerde onlara (günahları) süsleyeceğim yani onların hepsini mutlaka şaşırtacağım. İBLİS-ŞEYTAN-MELEK-MELEKLER" Melek, göklerde ve yerde yüce Allah'ın güç ve iradesini temsil eden yasalar ve doğal kanunlar anlamına gelmektedir. Mesela: Secde- 11. âyette "melekül mevt-ölüm meleğinden" (ölum yasasından) En'am 61.âyette "vefat ettiren Resüllerden, (yasalardan) Enfal-50; Muhammed-27; Yunus-104.âyetlerde de" ölüm meleklerinden (ölüm yasalarından) söz edilmektedir. Zümer-42; Nahl-70; Yunus-104; Mâide-117.âyetlerde de, aslında vefat ettirenin koyduğu yasalar gereği yüce Allah olduğu açık olarak haber verilmektedir. Yani Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni din adamlarının iddia ettikleri gibi "azrail" adında melek ve yüce Allah'tan bağımsız olarak melekler bulunmamaktadır. Kur'an'da Adem-melekler kıssasında simgesel bir anlatım tarzı bulunmaktadır. Yani kıssada anlatılanlar, olup gitmiş ve bitmiş şeyler değil, kiyamet gününe kadar devam edecek insanın hayat ve yaşam serüvenin manzarası anlatılmaktadır. Yüce Allah yerde sadece avlanması ve üremesi olan beşere insan kimliğini ve formatını atmadan önce, o zamana kadar dünya üzerinde yüce yaratıcının gücünü temsil eden melekler göklerde ve yerde olan madde ve enerji olan doğal güçlerden oluşuyordu. Yeryüzü yüce Allah'ın kuvvet ve kudretiyle onlar tarafından şekilleniyordu. Şu âyetlerde meleklerin, müminlere huzur, güven, cesaret ve destek verme anlamında kullanıldığını görüyoruz. (Enfal-9, 10, 11, 12; Fussilet-30)Vefatları anında melekler huzur ve güven şeklinde müminlerin gönüllerine nazil olurlar. (Nahl-32; Fussilet-30)Ama ilahi iradenin gereği olarak uzun yıllar beşer olarak yaşamış olan vahşi canlıya insan formatı atılmıştır.Yani artık yeryüzünün şekil almasında melekler insanın emrine musahhar kılındılar. Yani yüce Allah, insan akıl ve iradesinin yani ilim ve icad etme yeteneğinin önünde melekleri secde ettirmiştir. Herşeyin öncesi ve sonrasını bilen ve programlayan yüce Allah, tüm gökleri ve yeri daha öncesinde yaratacağını sadece kendisinin bildiği "İnsan türü" için hazırlamıştır."Hani Rabbin bir zaman meleklere (göklerde ve yerde bulunan enerji ve doğa güçlerine;) ''Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturacağım. Onu tesviye edip ruhumdan üflediğimde (akıl, vicdan, irade, yetenek, icad, merhamet, cömertlik ve bilgi ile donattığım zaman) derhal ona secde edin (boyun eğip teslim olun) demişti. Bunun üzerine İblis hariç melekler (göklerde ve yerde olan doğal güçlerin) tümü hep birlikte secde ettiler (boyun eğip, teslim oldular). İblis büyüklük tasladı ve o kafirlerden oldu. (Sad-71, 74)Kur’anda; ''Meleklere yeryüzünde bir halife kılacağım diye haber verilmesi'', ''Meleklerin bu karara, kan döken birini mi halife yapacaksın itirazı'' ''Meleklerin ve İblisin Adem'e secde etmesinin istenmesi'' gibi daha pek çok anlatım ve olay simgesel olarak yani bir temsil ve darbı mesel olarak anlatılır. Yani gerçek anlamda böyle bir şey olmamıştır. Mesela: ''cennet ve cehenneme girecek olanların durumlarını'' anlatan âyetlerde de yine ''temsili bir sahne ve konuşmalarla'' aynı simgesel anlatım tarzını, yani ''teatral'' bir anlatımı görmekteyiz. Ama Kur'an'ın muhteşem edebiyat ve belağatını, âyetlerdeki mükemmel anlatım sistemini yani hikmet ve tekniğini kavrayamayan Şii ve Sünni din adamları, bu konuşmaları gerçek zannederek basit bir mantıkla sanki ''yüce Allah ve Meleklerini insanlar gibi karşılıklı konuşturan'' uydurma rivayetlerin ardına düşmüşlerdirŞia ve Ehl-i Sünnette var olan Allah ve mekekler inancı yaşamış oldukları saltanata uygun düştüğü için benimseniyor. Halbuki atomlardan protonlara rüzgarlardan uykuya kadar her şey melektir. Meleklere iman demek, bütün bunların Allah'ın ilim ve iradesiyle olduğunun bilincine varmak damektir. Aslında rivayetlerde yani geleneksel zihinlerde var olan algı gibi, Allah ve Melekleri arasında hiçbir zaman "karşılıklı bir konuşma ve dialog" meydana gelmemiştir. Yüce Allah'a böyle bir şeyin izafe edilmesi doğru değildir. Yüce Allah bu gibi şeylerden uzaktır, münezzehtir.Yüce Allah yarattığı her şeyi bir kanun ve kaideye bağlamış, insanların bunu rahat algılamaları için ilim olarak onların akıl seviyelarine indirgiyerek bunlara "melek" ve "melekler" adını vermiştir. Dolayısıyla Adem, İblis ve Melekler kıssasından almaları gereken ibret ve dersleri bu tarz bir söyleşi ile simgesel anlatarak insanların akıllarına çok geniş bir manevra alanı sunmuştur. Yani yeryüzünde kurduğu ilahi yasalara göre rüzgar, güneş enerjisi, yağmur gibi tüm yönetim güçlerinin (meleklerin) artık halife olarak atayacağı insan türünün akıl ve iradesinin emrine gireceğini, ona secde edeceklerini bu anlatım tarzı ile son vahiy olan Kur'an'da bizlere haber vermiştir. Yani Âdem, Melekler, İblis ve Şeytan olayının sergilendiği sahne olmuş bitmiş bir oyun değildir. Kiyamet gününe kadar varlığını devam ettirecek gerçek bir akıl, emek, mucadele, beceri, yetenek, imtihan ve icad sahnesidir. Önemli olan bu hayat sahnesinde kim neyi temsil ediyor? Anlatılmak istenen nedir? Melekler, yüce Allah'ın göklerde ve yerde var ettiği güçler anlamına geliyor. Zaten melek, kök itibariyle "güç" demektir. Mülk, güç ve hükümdarlık demektir. Melik, kral ve hükümdar anlamına gelmektedir. Mélik, sahip ve sözü geçen, kudret sahibi demektir. İblis, kibir, küfür, şirk, haset ve ırkçılığı temsil ediyor. İblis, bir isimdir yani bir kimliktir. Yüce Allah'ın secde emrine kadar iblis tir. Kibir ve gururu kendisini secdeden engelleyince, yüce Allah tarafından bir sıfatla damgalandı. İşte o damganın adı şeytandır.Şeytan, ister cinlerden olsun ister insanlardan olsun, sapkınlıktan hidayete dönülemez bir yola girildiğinde alınan damga ve sıfatın adıdır. Sahnede var olan şecere ise, şirk, hurafe, insanları vahiy'den uzaklaştıran karmaşık, çerpeşik, sanal, uydurma, zan ve algı gibi şeyleri temsil ediyor. Ağaca yaklaşmayın sözü, vahyi temsil ediyor. Şeytan, insanını nefsinde var olan "hırs, kibir, cimrilik, şehvet, kızgınlık, yalan, ırkçılık" gibi olumsuz duyguları temsil ediyor. Melekler, "sabır, cömertlik, güzel ahlak, merhamet, dürüstlük" gibi erdemli duyguları temsil ediyor. Temsilde geçen secde ise, ''tereddütsüz kabul etmek, boyun eğerek teslim olmak, itaat etmek'' anlamına gelmektedir. Karşısındaki hakim gücün emir ve hükümranlığını yani otoritesini kesin olarak kabul etmektir. İşte bundan dolayı temsilde sahnelenen oyunda; ''Allah’ın kodladığı bütün emirlerine harfiyen uyan, O’na hiç isyan etmeyen, insanın yararına olarak yaratılmış ve görevlendirilmiş yağmur, su, rüzgar, enerjisi olan bütün doğal güç- Meleklerinin" yani göklerde ve yerde bulunan kanunların, ince bir ayar ve hassas bir denge ile onları ayakta tutmak için yüce Allah'ın yaratmış olduğu çeşitli enerji türlerinin ve güçlerinin insanın emrine verilmesini ve ona destek olmalarını, onun emrine girmeyi kabul ettiklerini ''simgesel olarak'' dile getirilmektedir. Adem’e yani ''İnsanın akıl ve yeteneğine secde eden meleklerin''geleneksel dinde anlatıldığı gibi üç boyutlu nesnel yapılarıyla, uydurma dinin ümmileri gibi sürekli namaz kılan, niyazda bulunan, zikir çeken Melekler olmadığı,aksine bu ''secde eden Meleklerin'' insanda bulunan (Allah’ın Adem’e Ruhumuzdan üfledik ifadesiyle verdiği) ''akıl, irade, yetenek, icad, vicdan, zihin, zekâ, hafıza, bilgiye sahip olma ve onu kullanabilme'' kabiliyeti gibi zihinsel fonksiyonlar ve Allah'ın bahşettiği ''el ve ayak becerileri'' gibi motor fonksiyonlar ile ''doğal dengede var olan su, madenlerdeki elementler, çekim kuvveti, itme gücü, kaldırma ve basınç kanunları, sıcaklık, ısı, enerji çeşitleri, yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ateş gibi, yani insanın dışında doğada mevcut diğer tüm canlılar ve güçlerden'' oluştuğu ve tüm bu sayılanlardan insanın istediği gibi teknoloji üreteceği ve her alanda hayatını kolaylaştırmak için onlardan yararlanabileceğini anlaşılır. Çünkü doğada insanın dışında bulunan bütün varlıklar ve güçler (enerji türleri) ''insana secde edip onun aklına boyun eğmişlerdir'', insanın aklını, gücünü, yeteneğini kabul etmişler, hizmetine amade kılınmışlardır. Meleklerin bu secdesi kıyamet gününe kadar da kesintisiz olarak devam edecektir. Yani beşer olan ve henüz insana ait donanıma sahip olmayan Adem’e ''Ruh (akıl, irade, vicdan ve bilgi) üflendiğinde'' (akıl, ilim, icad, sanat, merhamet, adalet, cömertlik gibi Allah'a ait sıfatlar verildiği) zaman, beşer olan Ademinsan olan Adem'e dönüşmüş, bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir, onlardan yararlanabilir hale gelmiş, bilgisi geliştikçe de doğaya hükmetmeye başlamış hatta doğal dengeyi tahrip edebilecek bir güç ve kuvvete ulaşmıştır.Halife, yani insan, kendisine emanet edilen ''yeryüzü yönetimi'' gerçeğini, kavramak ve mevcut doğruları idame ettirmek zorundadır. Bunu yapabilmek için kendisine ''Meleklerin yönetimi ve gücü'' tahsis edilmiştir. Böylece hayvanları evcilleştirmiş, etinden, sütünden, kılından, postundan yararlanır hale gelmiş, rüzgâra hükmedip elektrik enerjisini elde eder, gemileri suda yüzdürür olmuş, ateşle madenleri işlemiş, ağaçları istediği amaçta kullanabilmiştir. Havanın kaldırma gücünden yararlanmış, uçaklar uçurmuştur. Bugün ise uzaya çıkmıştır. Bilgisayarla iletişim teknolojisini geliştirmiş, akıllı telefonlara sahip olmuştur. Bütün bunlar varlıkların, yani Meleklerin, yani doğa güçlerinin beşerden ''İnsana terfi eden Adem’e secde/boyun eğip itaat ettiğinin'' göstergesidir. Uydurma rivayetlerde anlatıldığı gibi Meleklerin insanlar gibi üç boyutlu bir yapıya bürünüp, ''yatıp kalkıp namaz kıldıkları'' gibi bir ibadet söz konusu değildir. "Meleklerin Adem'e karşı yere kapanıp alınlarını yere koyması" olarak şekilsel bir anlam Şii ve Sünni din adamlarının inancına uygun olabilir.Fakat Kur'an'ın tevhid ilkesine aykırıdır. Secde ederek boyun eğen, yani insanın emrine giren Melekler; insanın hüküm süreceği dünya hayatındaki güzel ve olumlu gücü temsil eden ''Meleke'leri'' olmuşlardır. İblis ise secde etmeyerek yani boyun eğmeyerek, insanın iradesi altına girmeyi reddederek dünya hayatında insanın kontrol altına alamadığı, ''olumsuz ve kötülüğe sevkeden güce'' yani ''şeytana'' dönüşmüş oluyor. Aslında Kur'anda bir kaç yerde tekrarlanan o sahne, yani "Meleklerin ve iblisin Adem'e secde etmeleri yani boyun eğme" emrine verdikleri cevabın sonucu şu olmuştur;Meleklerin insanın emrine verilmesi ile "güzel-olumlu Meleke'lerimiz" olmaları ve iblisin insanı Allah'ın yolundan alıkoymayı amaç edinen, kötülüğe sevkeden, ''olumsuz güdülerimize'' yani ''şeytana'' dönüşümüdür.Dolayısıyla şeytan, insanın zihin dünyasından, istediğini yapabilme gücüne sahip, bağımsız olan bir varlık değildir. Bütün bu âyetlerde verilmek istenen mesaj ve anlaşılması istenen ilahi gerçek; işte bu ilahi muradın gerçekleşmesinin anlatımıdır.Bunların hepsi zaten Allah'ın önceden yaptığı bir plan ve programın sahnelenmesi ve hayata geçirilmesidir. Yani Kur'anda bu konuyla ilgili âyetlerdeki akış içinde yer alan anlatımlardan asıl amaçlanan; "ilahi muradın yerine getirilmesinin anlaşılması" içindir. Meleklere ''Adem'e secde edin'' demek; aslında ''beşer olanı insan yapan'', iyi ve kötüye yönlendirebilecek her türlü manevi, duygusal, psikolojik davranışları harekete geçirecek kaabiliyetler ve yetiler, yani ''vicdan, sevinç, güven, irade, dayanıklılık, metanet, sevgi, zorluklara dayanıklılık, sabır, düşünme, idrak etme, eğriyi doğrudan ayırma, ahiret bilinci, Allah'a iman, tevekkül, takva, bilinç sahibi olmak, icat etmek, eldeki verilerden sonuçlar çıkarmak, koordinasyon, bilişsel faaliyetler, akletme, olaylar arasında bağlantı kurmak gibi birçok insana ait faaliyetleri yapmasını sağlayacak "Meleke'leri" insanın emrine vermesidir. Melekler aslında insana ait özellikleri ve faaliyetleri, icad etme yetenekleri, kaabiliyetleri ortaya çıkaracak Meleke'lerdir. Yani insana ait olan bu zihinsel kaabiliyet ve faaliyetleri ''bize (Adem'e) secde eden, boyun eğen Melekler eliyle'', Melekler üzerinden harekete geçirip meydana getirebiliriz. Meleklerin Adem'e-İnsana secde etmesiyle; ''iyi yönde tüm Meleke, icad etme yetenek ve kaabiliyetler insanın emrine verilmiş ve bu iyi yönlü faaliyetleri kontrol edebilme gücü insana sunulmuştur. İblisin temsil ettiği kötü yönlü faaliyetler, yetiler ise İblisin (aslında ilahi murad gereği) secde etmemesi sonucunda Adem'in/insanın kontrolü dışında kalmıştır. Bu kötü yönlü tüm faaliyetler, yani ''isyan, küfür, kötülük, sapkınlık, Allah'a itaatsizlik, şirk koşma, zarar verme, yıkıp yakmak, kan dökmek gibi.'' iblisin secde etmemesi ile insanın kontrolü dışında kalmıştır ve ''ancak'' güzel yönlü amellerimizin, irademizin, faaliyetlerimizin baskısı altında tutularak, ortaya çıkmaları engellenerek kontrol altına alınabilecek olumsuz, şeytanî yönümüzdür, kendi şeytanımızdır. Yoksa insandan başka cin de yoktur şeytan da yoktur. Yani şeytan bizi her türlü kötülüğe yönelten, olumsuzlaştıran ve böylece Allah'ın dosdoğru yolundan alıkoyan, bu yolda ilerlememizi engelleyen ''içsel dürtü ve zihinsel güdülerimizdir'Şeytan bu kötü yönlerimizi açığa çıkarmak ve böylece insanları ''Allah'a karşı kibir, ğurur, isyan, küfür, şirk, kötülük gibi yollara saptırmak için Allah'tan kıyamete kadar mühlet istemiş ve Allah bu ilahi muradını bu şekilde gerçekleştirecek kurguyu, ilahi kanunlarına göre belirleyip başlatmıştır.Hamd-övgü, göklere ve yere yaradılış yasalarını koyan, Melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a özeldir. O, yaratmada dilediğini arttırır. Allah, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. (Fatır-1)Kur'anda iki, üç veya dört kanatlı olarak tarif edilen Meleklerin aslında bilinen anlamda kanatları yoktur. Bu ifade sadece ''Meleklerin farklı gücünü'' simgeler.Dumansız ateş, nur, yani ''saf enerji ve titreşimden'' oluşan Melekler ''Varlık Aleminde'' herşeyden sorumludur, ilk yaratılanlardır ve yüce Allah'ın güç, kuvvet, ilim, hikmet, rahmet ve iradesini temsil ederler.Evrendeki bütün doğa olayları, insanda bulunan bütün duygusal yeteneklerimiz, bütün hissiyatlarımızın hepsi birer Melektir. Fakat yüce Allah'tan ayrı ve bağımsız değillerdir. Yani koyduğu yasalardır ve emrinin dışına asla çıkamazlar.Yoksa kaos olur, denge bozulur, her şey alt üst olur. Çünkü gerçekte her şeyi yapan yüce Allah'tır. Bir yaprak O'nun iradesi ve ilmi yani yasası dışında yere düşmez, bütün işler O'na döner. Her Melek yaratılış amacına uygun olarak kendisine verilen görev alanından ve onu yerine getirmekten sorumlu birer güç ve enerji değişimidir.Doğal olarak bilgisi de kendisine verilen kadardır. Yani görevi neyse ona sadece o öğretilmiştir ve fazlasını bilmez. Melekler görevlerini, güçlerini Allah'ın iradesinin dışında asla kullanmaz, kullanamaz. Melek kavramını ''Allah'ın tek bir formda yarattığı bir güç, enerji'' olarak algılamak doğru olmaz;''insanları duygusal olarak motive ederek destekleyen ve böylece içindeki potansiyel gücü maksimum bir şekilde kullanmasını sağlayacak bir etken olarak da, duygusal destek formunda da hayat bulur, doğa olaylarını oluşturan tüm hareketleri sağlayan rüzgar, ısı, sıcaklık, itme, kaldırma, yerçekimi, enerji değişimleri, formunda da hayat bulabilir'Meleklerin insanın duygusal dünyasını etkileyen ve iç dünyasında meydana getirdiği değişimlerle insana özgü farklı duygulara yol açan birer ''duygusal enerji'' olduğunu aşağıdaki âyetler ortaya koymaktadır;"Eğer siz ona yardım etmezseniz, andolsun ki Allah ona yardım etmişti. Hani hakkı yalanlayan kafirler onu (Mekke'den) çıkardıklarında iki kişiden ikincisiydi. İkisi mağaradayken, o, arkadaşına: ''hüzünlenme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir.'' demişti. O anda Allah ''sekinetini'' üzerine indirmişti yani Onu, ''sizin görmediğiniz ordularla'' desteklemişti yani kafirlerin sözünü(davalarını) alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise en yüce olandır. Allah, Aziz'dir, Hakim'dir" (Tevbe-40)Sonra Allah, Resul'ünün ve müminlerin üzerine ''sekinetini'' (huzur-güven) indirdi yani ''görmediğiniz ordular indirdi'' yani hakkı yalanlayan kafirlere azap etti. İşte kafirlerin cezası budur. (Tevbe-26)Bu âyetlerde yüce Allah'ın lütuf ve inâyetiyle Resûl'e, müminlere ve zor durumda kalanlara görünmeyen güçlerle yani Melekler ile destek vermesi anlatılıyor. Aslında aynı zamanda zihinsel ve duygusal birer etkileşime yol açan, yani insanın iç dünyasında, ruhunda, kalbinde kişiyi olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyen tüm ''haleti ruhiye diye tabir edilen hissiyatlar'' birer Melek-Meleke'dir yani insanın içinde var olan potansiyeldir. Dolayısıyla insanın duygusal zihninde meydana gelen ''sevinç, güven, sevgi, öfke, üzüntü, inanç, direnme, yetinme, metanet, sabır gibi duyguların hepsi birer Melektir"Hani siz, Rabbinizden imdat diliyordunuz. O da ardı ardına bin Melekle yardım edeceğim diye, isteğinize karşılık vermişti. (Enfal-9)"Andolsun! Ezilmiş olduğunuz halde Bedir'de de Allah size yardım etmişti. O halde, Allah'a karşı takvalı olun ki şükretmiş olasınız.Hani! Sen mü'minlere: ''Rabb'inizin, indirmiş olduğu üç bin Melekle yardım etmesi size yetmez mi?'' diyordun.Evet! Sabreder ve takvalı davranırsanız, düşman size hemen saldırsa bile, Rabb'iniz, size, seçilmiş beş bin Melekle yardım eder.(Âli İmran-123-125)İşte bu âyetlerde Rabbimiz olan yüce Allah inananlara savaşta bin, 3 bin, 5 bin Melekle yardım ediyor. Buradaki 3 bin, 5 bin Melek kavramları şunları ifade eder;Orada savaşan müminlere, ''kural ve kaidelere göre akıllıca hareket etme yetisi, uykusuzluk, sabır ve metanet, açlık, susuzluk çekmemek, attığını vurma, kılıçlarının keskinliği, güneşin sıcaklığının onları rahatsız etmemesi, havanın serinlik vermesi'' gibi bir sürü duygusal destek sağlayan hissiyatlar aslında Allah'ın yardım için gönderdiği Melekleri'dir.Yüce Allah sadece hidayet ve sapkınlığı indirdiği vahye bağlamış, bu konuda insanın özgür iradesini meleklerin mudahalesi dışında tutmuştur. Ancak melekler iman edenlere yardım ve kafirlere korku verir azap ederler. Yani seçilmiş beş bin, üç bin Melekle destekledik demek; ''düşman kendilerinden daha güçlü olsa bile, inananları düşmanı yenebilecek bir ruh haline sokan sabır, metanet, güven, inanç, sıhhat, güç, cesaret, dirayet gibi binlerce zihinsel ve duygusal güçlerle-Meleklerle destekledik'' demektir.Yüce Allah'ın insanlara dünya hayatında doğru yolu bulmaları için verdiği en büyük destek; kuşkusuz insanlık tarihi boyunca Elçileri ile gönderdiği ilahi mesajlarını içeren ve Kur'anda ''Ruh'' diye adlandırılan ''Vahiy'dir'' İnsanları uyaran ve takvalı olmaya çağıran Elçilerini desteklemek için onlara ''vahiy'' ve emrine amade olan, boyun eğen, secde eden ''Melekler'' gönderir;Allah, ''Benden başka ilah yoktur, öyleyse bana karşı takvalı-vahyin korunma alanında olun'' uyarısında bulunmaları için kullarından dilediğine/Elçilerine emrinden ''Ruh/Vahiy'' ve ''Melekleri/göklerde enerji olan doğa güçlerini'' indirir. (Nahl-2)Bütün bu anlatılanlar çerçevesinde düşünüp, sorguladığımızda; acaba ''Kur'an'ın Melek kavramı ile bir bağlantısı olabilir mi? Bu konuyu, Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75) âyetinin bağlamında değerlendirip, Kur'an'ın özelliklerini inceleyerek,KUR'AN-MELEK-RESUL kavramları arasındaki bağı, yalnız âyetlere dayalı olarak analiz ettiğimizde nasıl bir ilişki olabileceğine bakabiliriz. MELEK KAVRAMI VE KUR'AN"Allah, Meleklerden de Resûller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir" (Hac-75)Peki melek neydi? Melek, yüce Allah'ın gücünü temsil eden tüm varlıkları kapsar. Bu bir doğa olayı, rüzgâr, ısı, basınç, yer çekimi, kaldırma gücü, sıcaklık ta olabilir, insanları doğru yola, iyiye, güzele, Allah'a imana, Allah'a sevgiye, Allah'a güvene, Allah'a tam bir teslimiyete yönlendiren, tüm bu "duyguları/Meleke'leri" kazandıran bir "Vahiy/Kitap" ta olabilir. Bu vahiy-kitap sıradan basit bir kitap değildir.Bu vahiy-mitap göklerde var olan en güçlü ilahi mesajdır, yani Melek'tir. Melek, sadece Allah'ın yarattığı ve kendisine verilen görevi yapan ilâhi yasalar değildir.Melek aynı zamanda enerji, belli bir amaca yönelik her türlü doğa olayı, bir açıdan da Meleke'lerimiz, yani insanın emrine verilmiş ve insanı yönlendiren her türlü duygusal, zihinsel, bilişsel, manevi etkileşime yolaçan, duygusal tepkilerimize yön veren ruhani bir güçtür.İnsanı doğruya, eğriye, yanlışa, iyiye yönlendiren, sevgi, hırs, öfke, rekabet, merhamet, sabır, dirayet, sebat gibi tüm duygusal etkileşim ve zihinsel faaliyetlerimiz ''Melekler'' tarafından yönlendirilen manevi, ruhsal enerjimizin ortaya çıkardığı ''Meleke'lerimizdir''Allah'ın insanları Sırat-ı Müstakim'e yönlendirdiği ve hidayete ilettiği esas Melek; işte her topluma gönderilmiş olan, Allah'ın doğru dinine götüren ve ebedi mutluluğa erişebilmek için uymaları gereken ilahi kurallar ve hükümlerini içeren ''vahiy/İlahi mesajlar- kitap'tır''İşte bu açıdan bakıldığında insanı doğruya, Allah'ın yoluna yönlendiren tüm ilahi mesajlar, yani gönderdiği tüm vahiyler/kitap'lar da birer Melek'tir. Bu ilahi mesajların sonuncusu, Allah'ın insanlığa tebliğ etmesi için son beşer Elçisi Muhammed (a.s) a gönderdiği, insanlığa hidayet rehberi, bir nur olarak gelmiş, kıyamete kadar bütün insanlara içerdiği ilahi mesajlar ile uyarı ve ikaz görevini yapacak ve sırat-ı müstakime ulaştıracak son vahiy olan Kur'an'da işte bir Melektir.Kur'an Allah'ın gönderdiği bir Melek olarak ve Beşer Resûl Muhammed (a.s) ile aynı muhteviyatta olması hasebiyle, O'nunla aynı özelliklere sahip olması, yani müjdeleyici, uyarıcı, öğüt verici, rahmet, karanlıktan aydınlığa çıkarma, yani bir Resulde bulunabilecek tüm özelliklere sahip olması ile Kur'an'da bir Resül'dür. "Elif, Lâm, Râ! Bu Kuran, insanları Rab'lerinin izniyle ''karanlıklardan aydınlığa çıkarman'' Aziz, Hamid olan Allah’ın yoluna iletmen için, sana indirdiğimiz bir kitaptır. (İbrahim-1)"Sizi ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. (Hadid-9)"İman eden ve salih ameller işleyenleri ''karanlıklardan aydınlığa çıkarmak'' için, Allah’ın apaçık âyetlerini size okuyan bir Resül göndermiştir. (Talak-11)"Allah, kendi rızasına tâbi olanları, bu kitap-Kuran vesilesiyle selâmetin yollarına ulaştıracak yani izniyle-yasasıyla onları ''karanlıklardan aydınlığa çıkaracak'' yan onları sırat'ı müstakime hidayet edecektir" (Maide-16)Yani yüce Allah açıkça tekrar aynı gerçeği buyuruyor;Peki Allah'ın insanlardan seçtiği Resulleri zaten biliyoruz, Melek olan Resül nedir? Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hac-75)Tüm bu anlatılanlara, ilgili âyetlere, Melek kavramının gerçek anlamını ortaya koyan ayetler eşliğinde ve Hac-75 bağlamında baktığımızda açık ve net bir şekilde görüyoruz ki; her ikisi de aynı içeriğe sahip olan ve Allah'ın insanlardan seçtiği RESÛL; Muhammed (a.s) gibi Resüller iken, Meleklerden seçtiği RESÛL DE; vahiy'dir yani Kur'an'dır. Yani Kur'an, meleklerden bir resüldür. Mesela: "...O gecede, Rablerinin izniyle-yasasıyla melekler yani ruh her iş için iner dururlar" (Kadr-4)Mesela: "Ruh yani melekler saf saf olup kıyam ettiği gün,..." "Bütün kötü duygu ve dürtüler şeytandır..."(Âraf-200, 201)"İnsanı cimriliğe sevkeden duygu şeytandır..."(Bakara-268) "Haset şeytandır.."(Yusuf-5) "İnsanı kötülüklere yönlendiren vesvese şeytandır..."(Âraf-20) "Şeytan" kavramlarının büyük çoğunluğu insan şeytanlarını anlatırken, bir kısmı da insanın içinde var olan zihinsel şeytanlardan söz etmektedir.Mesela: İnsanlar için faydalı olan yani zararlı mıkroplardan koruyan mikroorganizmalar yüce Allah'ın birer askeri anlamında melek olurken, ona zararlı olan mikroorganizmalar da şeytan oluyor. Yani hem insanın iç dünyasında maddi ve zihinsel melek ve şeytan vardır. Hem de dış dünyada melekler ve şeytanlar vardır. İnsan içinde var olan zihinsel şeytanın tuzağı zayıftır (Nisa- 76)"İnsanda var olan gurur ve kibir şeytandır..." (Nisa- 120)Kötülüklere yönlendiren tüm kötü ameller şeytandır.Yani onu vahiy'den uzaklaştıran, insanların arasına kin ve düşmanlık duygu ve dürtülerini yerleştiren de şeytandır. Yani bunlar insanın içinde var olan zihinsel şeytanlar olabildiği gibi, dış dünyada olan insan şeytanları da olabilir.İnsanın maddi ve manevi olarak temizleyen her şey melektir.Kur'an'da var olan meleklerin tesbihleri, yüce Allah'ın kendilerine yüklemiş olduğu görevleri yerine getirmeleri anlamına geliyor. Yüce Allah'a din öğretmeye kalkan din adamları şeytandır. Saçıp savurma şeytandır. İnsanı Kur'an'dan uzaklaştıran her şey şeytandır. Yani şeytan insanın dışında olan, ondan bağımsız ve bağlantısız bir varlık değildir. İnsanı kötülüklere yönlendiren, helali haram kılan, vahiy'den uzaklaştıran, cimrilikle korkutan, ahlaksızlığı telkin eden yine şeytandır.Mesela: İnsanlar için faydalı olan mikroorganizmalar yüce Allah'ın askerleri anlamında birer melektirler. Zararlı mikroorganizmalar da birer şeytandır. Mısırd kadınların Yusuf (a.s) için dedikleri "bu beşer değil, "mekekün kerim" "kerim bir melektir" ifadesi, yani "değil böyle bir şey yapması, beşeri dürtüleri olmayan bir melek kadar saf ve masum" anlamına gelmektedir. Yani aslında kadınlar meleğin hangi anlama geldiğini biliyorlardı. Yüce Allah'ın âhirette meleklere bu müşrikler size mi ibadet ediyorlardı (Sebe-41) dediği melekler de güneş, ay, rüzgar, su ve yağmur gibi Allah ın gücünü temsil eden doğadaki varlıklardır. Meleklerin de "bunlar cinlere ibadet adiyorlardı" (Sebe-42) şeklinde cevap vermeleriyle, cinlerin bilinmeyen, tanınmayan, farkında olunmayan, yabancılar anlamına geldiklerini anlıyoruz. Yani melekler lisanı halleriyle "onlar neye ibadet ettiklerinin bile farkında değillerdi" diyorlar. İnsana yararlı olan ve emrinde olan her şey melek, ona zararlı olan ve emrine girmeyen her duygu ve dürtü şeytandır. Şeytan ve melek hem insanın iç dünyasında hemde dış dünyada vardır. "Düşmanlık, haset, kin, cimrilik, gurur, kibir, nankörlük, acelecilik, zulüm gibi kötü duygular zihinsel şeytanla ilgilidir. "İbadet, ittiba yani tâbi olma, vâdetme, Allah ile aldatma, tağut, evliya, davet gibi somut kavramlar şeytan olan din adamları ilgilidir. Yani aslında uydurma dinin temsilcileri şeytanın ete kemiğe bürünmüş şeklidirler. Yine aynı şekilde çoğul halinde yani "şeyétin" "şeytanlar" olarak geçen bütün yerlerde, Allah ile aldatan, Allah'a iftira eden mezhep önderleri yani din adamları anlamında kullanılmıştır.

KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(148.YAZI)Hicr Süresi: 99 Âyet olup Mekke'de inmiştir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Elif. Lâm. Râ. Bunlar kitab'ın yani apaçık Kur'an'ın âyetleridir.2-) Kafirler keşke biz de müslüman olsaydık, diye arzu ederler.3-) Onları bırak; yesinler (dünyada) yararlansınlar yani boş emeller onları oyalaya dursun. Yakında bilecekler!4-) Helâk ettiğimiz hiçbir karye yoktur ki onun bilinen bir kitabı (vahiy) olmasın.(Yani onlara vahiy geldi, yakinen vahiy'le uyarıldılar, vahiy onlara malum oldu, fakat yola gelmeyip yok oluşu hak ettiler.) 5-) Hiçbir ümmet, ecelinin önüne geçemez yani onu geciktiremez.(Ümmet, aynı zamanda ve aynı mekanda yaşayan insan ve hayvan topluluklarına denir. Yani vatandaşlık ve ulusal birlik anlamına gelmektedir.) 6-) Dediler ki: "Ey kendisine zikir indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun!"7-) "Eğer sadıklardan isen, bize melekleri getirmeliydin."8-) Biz melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman onlara göz açtırılmaz.9-) Zikri kesinlikle biz indirdik yani elbette onu yine biz koruyacağız.(Kur'an iki şekilde koruma altına alınmıştır.1-) Yüce Allah'tan Nebi (a.s) a gelinceye kadar dış tehlikelerden korunma. 2-) Kiyamet gününe kadar olan sistemli koruma. Yani onun bağlam ve bütünlüğü, kavramlarda bulunan ince ayar ve hassas denge, canlı bir organizma gibi bünyesine yabancı bir maddeyi kabul etmemesi.) 10-) Andolsun, senden önceki şialara da (Resüller) gönderdik.11-) Onlara bir Resül geldiğinde, hemen onunla alay ederlerdi.12-) İşte böylece biz onu, suçluların kalplerine sokarız.13-) Öncekilerin sünnetinden ders almaları gerekirken onlar hala buna inanmıyorlar.14-) Yani onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar,15-) "Gözlerimiz boyandı, daha doğrusu biz sihirlenmiş bir kavim olduk" derler.16-) Andolsun, biz gökte birtakım burçlar kıldık yani nazar edenler için onu süsledik.17-) Yani onları, racim olan her şeytandan koruduk.18-) Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir şihap tâbi olmuştur.19-) Ve yeri uzatıp yaydık yani orada araziler yerleştirdik yani orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik.20-) Yani orada hem sizin için hem de rızıkları size ait olmayanlar için (gerekli) maişetler kıldık.21-) Ve her şeyin hazineleri yalnız bizim indimizdedir yani biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.22-) Yani biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirdik de onunla sizi suladık yani (bunları yapmasaydık) siz onu depolayamazdınız.23-) Ve şüphesiz biz diriltir ve biz öldürürüz yani her şeye biz vâris oluruz.24-) Yani andolsun ki biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz ve geri kalanları da biliriz.25-) Şüphesiz Rabbin onları toplayacaktır. Çünkü O, Hakîmdir, Alîmdir.26-) Andolsun biz insanı, (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık.27-) Ve cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık.