28 Şubat 2022 Pazartesi
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR. (5.YAZI) 4-) YAHUDİ DİN ADAMLARININ SALÂTLARI: Bu âyetlerde anlatılmak istenen salât Medine'de bulunan Yahudi din adamlarının hurafelerden arınma ve son vahyi kayıtsız şartsız kabul etmeleriyle ilgili bir durumdur. Yoksa talmut'un hurafeleriyle namaz kılmanın hiç bir anlamı yoktur. (Bakara-40,41,42,43,44,45)Çünkü ataları olan İsrailoğulları da vahye sahip olma, fakir ve miskinleri gözetme anlamında salât'ı ikâme etmekle emrolunmuşlardı (Bakara-83; Mâide-12; Yunus-87)5-) MUNAFIKLARIN SALÂT'IMunafıklar hakkında olan sâlat âyetleri de onların salât'a iştirak etmede yani vahyi içlerine sindirmede gönülsüz ve isteksiz oldukları, fakir ve miskinlere infak etmede cimri davrandıklarını ortaya koyuyor. (Nisa-142; Tevbe-54)6-) İMAN EDENLERİN SALÂTLARI (Bakara-110, 238, 239; Nisa-101,102,103; En'am-72; Hac-78; Rum-31; Ahzab-43, 56)Ahzab süresi 43.âyette yüce Allah'ın melekleriyle vahiy indirerek müminleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak suretiyle onlara salât ettiğini haber vermektedir. Yoksa Allah'ın müminler için namaz kıldığını söylemek tam bir küfürdür.Şii ve Sünni din adamları dürüst olsalardı, Ahzab 43 ve 56. âyetleri de namaz olarak çevirirlerdi. 56.âyette, yüce Allah vahiy indirerek melekleri ile birlikte Nebi (a.s) a destek olduğunu dolayısıyla müminlerin de Nebi'ye destek olmaları gerektiğini hatırlatmaktadır. 7-) Uyarı, Yol gösterme, Öğüt Şeklinde Geçen Salât Âyetleri: (Bakara-3, 45, 153, 177, 277; Nisa- 43, 101, 102,103,142; Mâide-6, 91,106; Nur-56, 58; Meâric-22; Müddessir-43; Cuma-10; Mâun-4, Beyyine-5.) 8-) Haber Şeklinde Geçen Salât Âyetleri: (Bakara- 83, 125, 157; Âli İmran-39; Nisa-77, 103,162; Mâide-12, 55, 58; En'am-92, 162; Âraf-170; Enfal-3, 35, Tevbe-5, 11, 18, 54, 71, 99, 103;Yunus-87; Hud-87; Rad-22; İbrahim-31, 37, 40; Meryem-31, 55, 59; Tâhâ-14; Enbiya-73; Hac-35, 40, 41; Müminun-2, 9; Nur-37, 41; Neml-3, Ankebüt-45; Lokman-4, 17; Ahzab-43, 56; Fatır-18, 29; Şura-38; Meâric-23, 34; Müzzemmil- 20; Kiyame-31; Âlâ-15; İkra-10; Beyyine-5.İLGİLİ ÂYETLERIN TÜMÜNE GÖRE “SALÂT”IN AMACI: Salât kelimesinin, cümle içinde hangi nitelikte kullanıldığının analizinin yapılması, bu kavramı konu bağlamı gözetilerek doğru anlamak için çok önemlidir. Kur'an'da var olan salât cümleleri, tarihin Nebi ve kavimlerinden haber amaçlıdır.Dikkat edilirse bunun haber niteliğinde olduğunu salâtın geçtiği doksan dokuz âyetin elli altısında görülecektir. Tüm mealler bu doksan dokuz salât âyetinin doksan birini “namaz kılmak” diye çevirmektedirler. Böylece o âyetler ile hiç bir anlam ifadesi ve istifadesi gözetilmemektedir. Yani bu ümmet Emevi ve Abbasilerden beri namaz kılıyorlar da ne oldu? Ama salât'ı (vahyin öğrenim ve öğretimi) anlamında alırsak, o zaman dünya değişir.İşte o zaman iman edenler şirk ve küfür, firka ve mezhep belalarından kurtularak Âli İmran 103.âyetinin rahmet ve nimetine sığınmış olacaklar. İşte o zaman Kur'an'ın iyiliğe, erdeme, salih amellere, toplumun ilerlemesine ve vahiy'den ders alınmasına teşvik eden bir bildiri ve bir haber olduğunu anlarız. (İbrahim-52)Birinci dereceden direk müminlere emir niteliğinde geçen salât ayetleri on tanedir demiştik. Bu âyetleri doğru anlamak için1-) Niçin bu âyetler inmiş olabilir yada bu âyetler bize ne söylemek istiyor?Bu salât âyetlerinin ortak özelliği başta topluma faydalı bir “dini- hayati öğrenim ve dayanışma” yaptırmak amacındadır. Sorumluluk sahibi yapmaktır. 2-) Bu âyetleri nasıl hayata geçireceğiz? Zikri (yani Kur'an'ı) öğrenme çabasında olacağız. Bu da yaşamımızda güzel uygulamaların olmasına sonuç verecektir. Bir de; bir iş için araştırma geliştirme proje hazırlama ve değerlendirme kavramlarını kapsayan her çalışma o işe destek olma niteliğinde salâttır. Ayrıca dayanışma yapmak da salâtın bir öğesidir. Salat’ın amacı mümini erdemli insan yapmaktır. Bütün insanlara mutluluk verir. Bilgi öğrenmenin yolunu açar. Paylaşma ahlakını inşa eder ve geliştirir. İnsanlar özgürlüklerini elde ederler. Namaz kılmanın bunlarla hiçbir alâkası yoktur. Dua ise; “Rabbim! Elimden geleni yapıyorum. Yapamadıklarımda bana yardım et! diye Rabbimizden yardım istemek, dilekte bulunmaktır.Dua ile salâtın karıştırılması ümmeti içinden çıkılamaz bir karanlığa sürüklemiştir. Ne yazık ki halâ bazı kimseler inatla (apaçık âyetlere rağmen) salâtın namaz olduğunu savunmaktadırlar. Bunlara Bruno'nun güzel sözüyle cevap veriyoruz. "Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Allah'ı kullanırlar" Giordano Bruno
KIYAM-DUA VE SALÂTI İKAME(28.YAZI) Kıyam birbiri ile bağlantılı en az iki yönü olan bir kavramdır. Birincisi; uyanıp vahiy için, insanlık için, salih amel ve erdemli olma yolunda ayağa kalkıp bir şeyler yapabilmek içindir.İkincisi ise, ayağa kalkıp şirke, sanala, bölücülüğe yani mezheplerin yalanlarına karşı dik durup onlarla mücadele edebilmek içindir. Salât'ı ikame etme (vahiy'le bağlantıyı ayakta tutma) çerçevesinde takvadan başlayıp şu ana kadar aldığı yol bir musalliyi ayağa kalkmak zorunda bırakır. O eski çevrim dışılık yoktur artık. Hem daha fazla öğrenip daha fazla hayata geçirmek için ayakta kalmak, okumak, çabalamak, vahyi tavsiye etmek ve hem de her platformda tüm imkânları kullanarak insanları çevrimdışı bırakan sahte bağlantıların tuzaklarını herkese göstermek için uyarmak ve rivayetlerin ilahlarıyla mücadele etme azmindedir. "Ey iman edenler! Gerçek şu ki; ahbarların ve ruhbanların bir çoğu insanların mallarını batıl yollardan yerler yani (insanları) Allah'ın yolundan engellerler. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda infak etmeyenler... Onlara acı bir azabı müjdele" (Tevbe 34 Müddessir süresindeki “kalk ve uyar” âyetleri yani şirkle mücadele âyetleri büyük oranda yukarıdaki ahbarlara ve ruhbanlara ve kitap içinde anlatılan tağut din adamları, ahbar, ruhban ve sair karakterlere karşı insanları uyarmayla ilgilidir. Çünkü bunlar insanları vahyin bağlantılarından koparan en belalı karakterlerdir. Bununla birlikte âyetler üzerine eğilerek insanın kendi fücurundan arınma maksadıyla kendi şeytanıyla mücadeleye kalkması da kıyamdır. Esas kıyam budur. İnsan kendi zihinsel şeytanını yenmeden başka şeytanlara kıyamı beyhudedir. "O Rahmanın kulları, Rablerine secde ederek yani kıyama durarak gecelerler" (Furkan-64) "Hani biz (bir zamanlar) İbrahim'e beytin yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) Bana hiç bir şeyi şirk koşma yani tavaf edenler yani kıyam edenler yani rükû- sücud edenler için evimi tertemiz tut"(Hac-26)Dua, dava ve dâvet kelimeleri aynı menzile ve tek hedefe varan kelimelerdir. Yüce Allah'a duası olanın davası olmak zorundadır. Davası olmayanın duası da olmaz. Duası olan kimden yardım isteyeceğini de, kimi nereye davet edeceğini de bilmek zorundadır. Salât'ı ikame eden (bağlantısını ayakta tutan) kişi Allah’ın davasını kendine dava edinir, yalnız Allah’a dâvet eder ve sadece Allah’a dua eder. Diğer batıl bağlantılarından arınır."(Ey Nebi!) De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben Allah'a dâvet ediyorum ben ve bana tâbi olanlar basiretli bir yol üzerindeyiz yani Allah'ı tesbih ederim yani ben müşriklerden değilim" (Yusuf-108) Artık bir davanız, bir hedefiniz var. Artık bir davası olan dolayısıyla değeri olan bir bağlantı oldunuz. Eğer bunu dert edinmeseydiniz “çevrimin sahibi” için ne değeriniz olurdu ki! Bakın davânın önderi ve büyük babası en büyük imam İbrahim (a.s) davası uğruna bulunduğu olumlu şartlarda ailesinin bir kısmını niçin olumsuz bir yere yerleştiriyor bir görelim. "Rabbimiz! Zürriyetimden (bir kısmını) senin muharrem beytinin indinde ziraate elverişsiz bir vadiye iskân ettirdim. Rabbimiz! Salât'ı ikame etmeleri için (öyle yaptım). Sen insanların kalplerini onlara meyleder kıl ve onları ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler (şirkten uzak kalırlar)"(İbrahim-37) Zekeriya (a.s) duasını bu yüzden Allah’a yapıyor ve bakın duasında ne diyor? "Zekeriya işte orada Rabbine dua etti: Katından tertemiz bir zürriyet bağışla. Mutlaka ki sen duayı (çağrıyı) işitensin, dedi"(Âli İmran-38) Temiz zürriyet nedir bilir misiniz? Her türlü şirkten arınmış bir nesildir. İşte gerçek miras budur. Bu miras yüce Allah'ın emri,(Âli İmran-102, 103)İbrahim ve Yakub'un cocuklarına tek miraslarıdır. "Bunu (sadece Allah'a teslimiyeti) İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da, "Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam'ı) seçti. O halde sadece Müslüman olarak ölünüz" dediler. Yoksa Yakub'a ölüm hazır olduğu zaman siz orada mıydınız? O zaman (Yakub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar senin ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuş oluruz, dediler"
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR (16.YAZI )Arkadaşlar!Eğer dikkatinize sunmuş olduğum rivayetlere geniş bir yelpazededen bakmayacak olursanız.Yazı dizimizde ne demek istediğimizi anlamaktan uzak kalacaksınız.Esas hedefimiz Said Nursi ve yalanları değil, Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri yani Allah Resulü'ne iftira olan kaynaklardır.Yani ele aldığımız uydurma haberlerle Şia ve Ehl-i Sünnet'in (Diyanet- Cemaat- Tarikat) Allah'ın saadet ve rahmet kaynağı olarak gönderdiği kitabı nasıl mehcur bırakarak, hidayeti teperek, onun yerine tarihin en değersiz, yalanları ile Resul (a.s) a iftira metinlerle bu ümmeti korkunç şekilde aldattıklarını kavramyacak olursak, manzaranın tamamını kaybetmiş oluruz.O zaman Buhari'nin, Müslim'in, Tirmizi'nin, İbni Mace'nin, Ebu Davud'un, Nesai'nin ve diğer Şia ve Ehli Sünnet mezheplerinin kaynaklarının ne kadar tehlikeli olduğunun farkına varmayacak ve değersiz bilgilere dayandığını dolayısıyla Kur'anın yüceliğini kavramamış olacağız. Yani islam toplumunun nasıl böyle bir vaziyet aldığının nedenini ve hikmetini kaybetmiş olacağız. Yani bizi alakadar eden şey Said Nursi'nin Risalei Nur Külliyatına aldığı yalan ve uydurma rivayetler değildir.Dolayısıyla esas mesele, yalan rivayetler yüzünden ümmetin içinde bulunduğu karanlık, vahşet, yalan, güvensizlik, taklit, kaos, anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, bağnazlık, cehalet,geri kalmışlık, insan hayatının degersizligi, diğer milletlerin karşısında çaresizlik, emperyalist ABD, Avrupa ve İsrailin sömürü alanı haline gelme, terör, anarşi gibi müslüman inancına aykırı ve edebine uymayan olumsuz ahlak seviyesine ümmetin nasıl ve ne şekilde düşürüldüğünü tam olarak anlamaktır. Bundan dolayı Kur'an'dan başka bir kaynak kabul etmek ve ona iman etmenin ne kadar tehlikeli olduğunun bilincinde olma zorunluluğu ortaya çıkıyor. Arkadaşlar!Ben Kur'an'dan Şia ve Ehli Sünnet'e baktığımda ümmi, cahil, aldatılmış ve kandırılmış halk kesimini istisna ederek söylüyorum. Ehli Sünnet'in Katoliklere , Şia'nın da Yahudi inanç ve karakterine benzediğini görüyorum .Kur'an'ı anlamaya çalışmanızı önemle tavsiye ediyorum.Özellikle Yahudi ve Nasara kelimelerinin geçtiği âyetlerin üzerinde düşünüp,Ehli Sünnet ve Şia'nın inanç ve hareketlerinde Yahudi ve Hiristiyanlarla ne derece benzerlik arzettiğini sizler de yakından göreceksiniz.Ancak birçok konuda Yahudi ve Hiristiyanlar Ehli Sünnet ve Şia'dan daha üstündürler.
"TADARRU" FİZİKİ ALÇALMA DEĞİLDİR. "Tadarru" kelimesi, Kur'an'da altı âyette geçmektedir."Boyun bükerek tevâzu ile alçalma" anlamına gelen tadarru kelimesinin tam olarak hangi anlama geldiğine bakacağız.Yani fiziksel bir boyun eğme ve alçalma mı, yoksa zihinsel boyun bükerek ve alçalma anlamına mı gelmektedir.Âyetler: "Andolsun ki,(ey Resül!) senden önceki ümmetlere de resüller gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık. Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız onlara geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını süslü gösterdi"(Enam- 42) Yukarıdaki iki âyette geçen "tadarru" kelimesi, zihinsel boyun eğme olduğunu görüyoruz.Çünkü âyette geçen "hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan yaptıklarını süslü gösterdi" bölüme buna en büyük delildir.Âyette kalbin katılaşmasından söz ediliyor. Demek ki, zihnen ve kalben yani gönülleri bunu kabul edeceğine tam aksine hakka karşı kalpleri daha da katılaştı. "De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarıyor ki;(o zaman) O'na boyun eğerek yani korku ile "Eğer bizi bundan kurtarırsan, andolsun şükredenlerden olacağız" diye dua edersiniz. Bu âyette de tadarru kelimesinin, dil ile dua etmek yani acizliğini itiraf etmek olduğunu görüyoruz."Rabbinize boyun eğerek yani gizli gizli dua edin. Şüphesiz o aşırı gidenleri sevmez"(Âraf- 55)Bu âyette de tadarru yani boyun eğmenin dil, zihin ve gönülle ilgili olduğu net olarak görülüyor."Kendi nefsinde, boyun eğerek yani ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini zikret. Sakın gafillerden olmayasın (Araf- 205)Yine bu âyette geçen tadarru dille yapılan bir boyun eğmedir.Zaten âyette geçen "kendi nefsinde" denmesi TADARRU kavramının zihinsel olduğunu açık olarak ortaya koymaktadır. "Andolsun, biz onları azapla yakaladık Rablerine boyun eğmediler yani TADARRU da bulunmadılar yani iman etmediler.Dolayısıyla TADARRU kelimesinin alçala alçala yere kapanma, rüku ve secde etmek, alnı yere koymakla hiçbir ilgisi yoktur.
27 Şubat 2022 Pazar
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR (4.YAZI) Hadi gelin Şia ve Ehl-i Sünnet ümmilerini uyuduğu şu ağır uykudan uyandıralım. Çocuklarımızın istikbali için, ümmeti mezhep şirkinden, tam bir bataklık olan tasavvufi din anlayışından kurtarıp, hayatla uyumlu, evrensel ahlaka uygun, ileriyi gören, huzurlu ve özgür bir dünyayı miras bırakalım. Dünyasını cennet bahçesi yapan, ahireti de hak eder. Dünyayı cehenneme çeviren bir dinin âhireti cennet olamaz. “Salât” Âyetlerinin Konulara Göre Dağılımı: Salât'ı namaz diye çeviren Şii ve Sünni din adamları her konuda olduğu gibi salât konusunda da akıllarını kullanmadan, hiç bir araştırma yapmadan birbirlerini taklit ettiklerini görüyoruz. Kur'an'daki “salât” kavramı, niteliği bakımdan 8 çeşit olarak karşımıza çıkmaktadır ve Nebi'den hanımlarına, müşriğinden munafıkına, Yahudisinden Hristiyanına kadar herkesin yapabileceği önemli bir emirdir. 1-) NEBİ (a.s) ın SALÂTI(Tevbe-84, 103; Hud-114; İsra-78, 110;Tâhâ-130; Ankebüt-45; Kevser-2)Nebi ile ilgili salat ayetlerinin anlamının özeti, Mekke müşrikleri ile mucadele edebilmen için gecenin bazı dilimlerini vahiy'le geçirip, mesaja yoğunlaşman gerekiyor. Çünkü sana, karşında bulunan müşriklerin inadını kıracak ağır bir söz indireceğiz.(Müzzemmil-5)Nebi'ye özel olarak emredilen salât âyetlerinin hepsi Mekke'de inen sürelerde yer almaktadır. (Hud-114 =Mekke; İsra-78, 79 =Mekke; Ankebüt-45=Mekke) Hatta Nebi (a.s) a hitap olarak gelen ve rivayetçilerin namaz olarak çevirdikleri "tesbih" kavramlarının hepsi Mekke'de inen sürelerde yer almaktadır. Tâhâ-130=Mekke; Kaf-39,40= Mekke) Rum-17=Mekke; Hicr-98 =Mekke; Tur-49=Mekke; Vakıa-74,96 =Mekke; Hakka-52=Mekke; Nasr-3=Mekke) Tekil formunda olan yani Nebi'nin şahsına hitap eden tüm salât ve tesbih kavramları Mekke'de inen sürelerde yer almaktadırlar.Bunun sebebini en güzel ve sistemli olarak ortaya koyan Müzzemmil süresidir. Yani Nebi (a.s) ın üzerinde bulunan ağır yükün gece sayesinde hafifletilmesi olayıdır. Dolayısıyla Kur'an, namaz diye bir ritüelin olmadığını çok açık ve kesin olarak ortaya koymaktadır. Nebi ile ilgili salât vakitlerini yüce Allah belirlerken, müminler kendi salâtlarının vaktini kendileri belirlerler. İlgili cümle şöyledir. "...Şüphesiz salât'ın vaktini belirlemek müminlerin üzerine yazılı bir görevdir. (Nisa-103) 2-) Nebi (a.s) ın HANIMLARININ SALÂTLARI: Nebi'nin hanımlarının salât'ı, dünya malını ve zinetini bırakın vahye odaklanın mesajını vermektedir. (Ahzab-28-33) 3-) MÜŞRİKLERİN SALÂT'I: Enfal-35; Tevbe-5, 11, 54; Muddessir- 43; Maun-4)Müşrikler hakkında olan âyetler salât'ın namaz olmadığını gösteriyor. Çünkü Mekke müşrikleri veya genel olarak müşrikler namaz kılsalar ne olacak, kılmasalar ne olacak? Halbuki salât'ı vahiy olarak aldığımız zaman, eğer tevbe eder vahiy için salât'a iştirak eder ve zekât'a yani şirkten arınırlarsa mümin olacaklarını Kur'an hükme bağlıyor. (Tevbe-5,11) Müddessir süresinde müşriklerle ilgili âyette ise,(43) onların ahlak ve karakterleri deşifre ediliyor. Yani Meke'deki müşriklerin toplumun içinde bulunan fakir ve miskinlerin korunması ve gözetilmesi ile ilgili hiçbir çaba ve çalışmanın içinde olmadıkları yani eğer böyle bir ahlaka sahip olsalardı, bu ahlak onların gönüllerini iman etmeye zorlayacak Müslüman olmalarını sağlayacaktı demek istenmiştir.Maun süresi 4.âyet ise kiyamet gününe kadar gelecek müşriklerin imanını deşifre etmektedir. Yani her ne kadar bu müşrikler salât'ı yerine getiriyorlarsa da, salâtlarının merkezinde Kur'an değil, atalarının ve efendilerinin şirk dini olduğu için onların salâtları ihlas değil, "sehun" oluyor.Dolayısıyla salâtlarında yüce Allah'ın mesajı değil, rabb ve ilah gibi taptıkları din atalarının kitaplarını okuyor, ona itaat ediyor ve sadece ona ittiba ediyorlar. Enfal süresinde geçen salâtları ise, yapmış oldukları yardım ve infaklarını sanki alkış ve ıslık çalarak ilan etmeleri yani riyakarlık yaptıklarını açıklamaktadır. Aslında salât yapıyorlar ama Allah rızası için değil, gösteriş için yapıyorlar.
26 Şubat 2022 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(147. YAZI)İbrahim Süresi 31-) İman eden kullarıma söyle: salât'ı ikâme etsinler, kendisinde ne alışveriş, ne de dostluk bulunan bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah için) gizli-açık infak etsinler.32-) O öyle bir Allah'tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkardı; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri size musahhar etti yani nehirleri de size musahhar etti.33-) Düzenli seyreden güneşi ve ayı size musahhar etti yani geceyi ve gündüzü de size musahhar etti. 34-) O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz. Doğrusu insan zalimdir, aşırı nankördür!35-) Hatırla ki İbrahim şöyle demişti: "Rabbim! Bu şehri emniyetli kıl yani beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!"(Âyette geçen "asnâm" kelimesi, tesadüf ve amaçsız olarak tapılan putlar değildir. Din atalarını ve evliyayı temsil eden nesnelerdir. Yani türbeler gibi içlerinde bir fikir ve inanç barındıran anıt yapılardır.) 36-) "Rabbim! Onlar (din ataları- evliya- ilâhlar), insanları birçoğunu saptıdılar. Şimdi kim bana tâbi olursa o bendendir. Kim de bana isyan ederse, artık sen gerçekten Ğafur'sun Rahim'sin"37-) "Rabbimiz! Salât'ı ikâme etmeleri için ben, zürriyyetimden bir kısmını senin muharrem evinin indinde, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızıklandır! Umulur ki şükrederler."38-) "Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen bizim gizleyeceğimizi de açıklayacağımızı da bilirsin yani ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz."39-) "Büyüklük çağımda bana İsmail'i ve İshak'ı armağan eden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir."40-) "Ey Rabbim! Beni ve zürriyyetimden olanları salât'ı ikâme edenlerden eyle; Rabbimiz! Duamı kabul et!"(Âyette bulunan "zürriyyet" kelimesi, soy anlamında değil, tevhid anlamında kullanılmıştır. Yani benim imanıma sahip olanları, benim yolumda olanları demektir. Çünkü Kur'an'da "zürriyyet" kelimesi hem soy-ırk hemde din anlamında kullanılmıştır) 41-) "Rabbimiz! Beni, anamı-babamı ve müminleri hesabın ayağa kalkacağı gün mağfiret et!"ÖLÜLER ADINA HAYIR YAPILMAZ, DUA BİLE EDEİLMEZ.Allah'ın kitabına baktığımızda ölüler adına hiçbir hayrın yapılmayacağını görürüz.Dolayısıyla ölüler adına hacca gidilemeyeceği gibi, ölüler adına kurban kesilmez, Kur'an okunmaz, sadaka verilmez, hatta dua bile yapılmaz.Bir kişi yapmış olduğu bütün hayırları kendisi için yapmış olur. Cünkü Kur'an'da yüce Allah şöyle buyuruyor."Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka birşey yoktur ve çalışması (emeği- çabası) da ileride görülecektir"Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir"(Necm- 39, 40, 41) "Her nefis kazandığına karşılık bir rehindir"(Müddessir- 38)Her kişi sadece kazandığına karşılık bir rehindir"(Tur- 21)"O gün, herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlara asla zulmedilmez"(Nahl- 111) Bu konuda onlarca âyet vardır.Ölülere dua edileceğine delil olarak gösterilen ayet şudur."Bunların arkasından gelenler şöyle derler. Rabbimiz!Bizi ve bizden önce gelmiş geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli çok merhametlisin" (Haşr- 10)Yanlış meal verilen bu âyetin doğrusu şöyle olacaktır."Bunların arkasından gelenler (muhacirlerden sonra iman eden Ensar) şöyle derler."Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla..." yani iman etmede bizi geçmiş, bizden önce kendilerine iman nasip olmuş kardeşlerimizi bağışlı" anlamına gelmektedir. Âyet, "bizden önce ölmüş gitmiş kardeşlerimizi" değildir.Zaten ayetin içindeki şu cümle buna açık bir delildir."kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma"Peki neden ölüler adına hayır yapılmaz, hatta dua bile edilmez. Aslında kabir hayatı ve ölüm diye bir şey olmadığı içindir.Onun için yüce Allah "Her nefis ölümü tadıcıdır"(Ankebut, 57) buyuruyor.Yani nefis "ölümü sadece tadıyor" sonra kıyamet gününe kadar uyku moduna geçiyor.Vefat eden bir kimse kabirde(aslında kabir diye bir şeyde yoktur) uyku halindedir.Adem (a.s) döneminde ölen ile kiyametin son anında ölenler kabirde aynı zaman dilimini yaşarlar.Kur'an'ın "kabir" kelimesini kullanması bizim anlayış kabiliyetimize uygun olduğundan dolayıdır. Bir insan kabirde yüz bin sene kalsa bir saat kalmış gibi olacaktır. Ashabı Kehf kıssası buna güzel bir örnektir. Bizim bir gecelik uykumuz kabir hayatından çok uzundur. Ölümün hemen ardından kıyamet kopacaktır."Nihayet sur'a üfürülecek.Bir de bakarsın ki onlar cesetlerden kalkıp koşarak Rablerine giderler.( İşte o zaman) Eyvah, eyvah!Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?Bu, Rahman'ın vadettiği gündür. Elçiler gerçekten doğru söylemişler! derler. Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada sadece yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"( Yasin- 51, 52, 53, 54 )"Sonra, muhakkak ki siz bunun ardından elbet öleceksiniz. Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet tekrar diriltileceksiniz" (Mü'minün, 15, 16)Yukarıdaki iki ayet "ölümün hemen ardından kıyametin kopacağını" haber vermektedir. Kur'an'ı Mübin "ölü olan" diye bir kelime kullanmaz. "Rabbimiz! Bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Bizi ateş azabından koru! derler" (Bakara- 201)Zaman bu dünya hayatında yaşayanlar için söz konusudur. Vefat edenler açısından zaman mefhumu diye bir şeyden söz edilemez. Dolayısıyla Kur'an'ın dilinde ve ilminde kabir hayatı ve ölülere dua diye bir şey yoktur. Birçok Allah Elçisinin oğlu Elçi olduğu halde ana babasına dua ederken "ölmüş anne babama" demez.Gerçekten çok ilginç,Neden Kur'an'ın hiçbir ayetinde ölüler adına hayır yapılacağına ve dua edileceğine dair bir tane ayet geçmez?Bu konu Şia ve Ehli Sünnet dininin Kur'andaki İslam ile hiçbir ilgilerinin olmadığını gösteriyor.İbrahim (a.s) ın hayatta olan ana- babasına dua ve istiğfarı onlara verdiği bir sözden dolayı idi. Onların Allah düşmanı olduklarını anlayınca bundan vazgeçti. (Tevbe-114)İbrahim (a.s) ana-babası hayatta iken bu duayı yapmıştır.) 42-) Resûlüm! Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından gâfil olduğunu hesap etme! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne te'hir ediyor.43-) Gönülleri bomboş olarak kendilerine bile dönüp bakamaz durumda, gözleri havaya dikilmiş bir vaziyette koşarlar.44-) Kendilerine azabın geleceği, bu yüzden zalimlerin: "Rabbimiz! Yakın bir müddete kadar bizi te'hir et de senin davetine icabet edelim yani Resüllere tâbi olalım" diyecekleri gün hakkında insanları uyar. (Onlara denilir ki:) "Daha önce, sizin için bir zevâl olmadığına, yemin etmemiş miydiniz?" (Âyette geçen "senin davetine icabet edelim yani Resüllere tâbi olalım" cümlesi, vahiy ile Resüllerin aynı misyona sahip olduklarını görüyoruz. Resüllerin görevi vahyi tebliğ etmek ve onun mucadelesini yapmalarıdır. Aslında cümle "senin davetine icabet edelim ve Resüllere tâbi olalım" idi. Fakat bağlaç olan "ve" nin "yani" anlamına geldiği için bir çok yerde vav harfine "yani" anlamını veriyoruz.) 45-) "(Sizden önce) kendilerine zulmedenlerin meskenlerinde (yurtlarında) oturdunuz. Onlara nasıl muamele ettiğimiz size apaçık belli oldu. Ve size misaller de verdik."46-) Yani (Resüllere) tuzaklarını kurdular. Fakat tuzakları dağları yerinden yürütecek kadar güçlü olsa bile yinede tuzakları Allah'ın indinde idi. 47-) Yani sakın Allah'ı verdiği sözünde hilâf edeceğini hesap etme! Çünkü Allah Aziz'dir, (zulmün) intikamını alandır. 48-) Yer başka bir yer, gökler de (başka gökler) haline değiştirildiği, (insanlar) bir ve kahhar olan Allah'ın huzuruna çıktıkları gün (Allah bütün zalimlerin cezasını verecektir).49-) Yani o gün, mücrimlerin zincire vurulmuş olduğunu görürsün.50-) Onların elbiseleri katrandandır, yüzlerini de ateş bürümektedir.51-) Allah her nefsi kazandığının karşılığıyla cezalandırmak için (onları diriltecektir.) Kuşkusuz Allah, hesabı çabuk görendir.52-) İşte bu (Kur'an), kendisiyle uyarılsınlar yani Allah'ın ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler yani beyni olanlar iyice düşünüp tezekkür etsinler diye insanlara (gönderilmiş) bir belâğdır. (Kur'an'ın kendisi yüce Allah tarafından tebliğ edilen bir belâğ, aynı zamanda Allah tarafından tebyin edilen bir beyândır. (Âli İmran-138)Yani Kur'an yüce Allah tarafından hem tafsil, hem tasrif, hem tefsir (Furkan-33) hem tebyin edilmiş bir kitaptır.) Yüce Allah göndermiş olduğu mesajla oynama, ondan bir şey çıkarma ve ona bir şey eklemeyi imkansız bir sistem olarak indirmiştir.) (İbrahim Süresinin Sonu)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(15.YAZI ) Said Nursi'nin eseri olan Risalei Nur Külliyatına aldığı, Kur'an'a, akıl ve mantığa aykırı yüzlerce rivayeti aktarmaya devam ediyoruz. F.Gülen'de bu rivayetlerden doğmuştur.Said Nursi diyor ki: "Allame-i mağrib (batı'nın en büyük âlimi) Kâdı İyaz, Şifa-i şerifinde ulvi bir an'ane ile muteaddit (sayısız )tariklerle (yollarla ) Resul'ü Ekrem (a.s.m)ın hadimi (hizmetçisi) ve bir kumandanı ve İran'ın fâtihi ve Aşere-i Mubeşşereden (cennetle müjdelenen on sahabiden olan) Hz Sâd İbni Ebi Vakkas diyor."Gazve-i Uhud'da, ben Resul'ü Ekrem (a.s.m)ın yanında idim. Resül'ü Ekrem (a.s.m) o gün kavsim (yayım) kırılıncaya kadar küffara oklar attım.Sonra bana okları veriyordu. "At" diyordu.Nasl'sız (okun uçmasına yardım eden kanatları olmayan) okları verirdi ve bana emrederdi : "At" Ben de atardım, kanatlı oklar gibi uçardı, kuffarın cesedine yerleşirdi.O halde iken, Katade İbni Numan'ın gözüne bir ok isabet etmiş, gözünü çıkarıp, gözünün hadekası yüzünün üstüne indi.Resül'ü Ekrem(a.s.m)mübarek, şifalı eliyle onun gözünü alıp, eski yuvasına yerleştirip, iki gözünden en güzeli olarak, hiç bir şey olmamış gibi şifa buldu.(Mektubat- 19.Mektup, Mücizât-Ahmediye, Sayfa- 139)Eğer Cüneyt Arkın'ın çevirmiş olduğu Battal Gazi ve Kara Murat filmlerinin yönetmenleri ve rejisorleri bu rivayetlerden haberleri olsaydı onlara bir hayli malzeme çıkmış olurdu.Çünkü bu rivayetlerdeki yalanlar o filimlerde anlatılanlardan daha acaib uydurulmuştur. Cübbeli Ahmet okuduğu onca hurafe ve zikri nerden aldığını zannediyorsunuz.Bakınız "Bediuzzaman!!"lakaplı Said Nursi eseri Risâle-i Nur Külliyatına nasıl bir rivayeti almıştır. Diyor ki:"Başta Nesai olarak, erbab-ı siyer, Osman İbni Huneyf'ten haber veriyorlar ki :Osman diyor ki: Resul'ü Ekrem ( a.s.m) ın yanına bir ama geldi. "Benim gözlerimin açılması dua et" dedi.Resül'ü Ekrem (a.s.m) ona ferman etti "Şimdi git abdest al, sonra iki rekat namaz kıl ve şöyle dua et "Ya Rabbi, rahmet Resulü olan Muhammed'i şefaatçi ederek sana yöneliyor ve senden istiyorum, ya Muhammed,seni şefaatçi ederek Rabbime yöneliyorum ki, gözlerimi yeniden açsın,Allah'ım onun benim hakkımdaki şefaatini kabul eyle "O gitti, öyle yaptı, geldi.Gözü açılmış, güzel görüyormuş, gördük.( Mektubat-19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa-140 )Cevap : İslam aklında ve hikmetinde bir ama söz konusu duayı hayatı boyunca günde yüz defa okusa gözlerinin açılması ve sağlığına kavuşması mümkün değildir.Haydi diyelim İslam, Kur'an, ilim bilmez akılsız ahmaklar bu hurafeleri uydurdular.Said Nursi bunu eserine hangi ilim ve akıl ile aldı, yıllarca milyonlarca nurcu sorgulamadan bu rivayeti nasıl okudu?Bu derece akıldan ve mantıktan yoksun, bilimsel verilere aykırı, Kur'anın bir çok âyetine zıt bir rivayete insanların inanması ancak Kur'an'dan haberleri olmadığını ve akıllarını zerre kadar kullanamadıkları ile izah edilebilir. Bütün bu hurafelerden dolayı rahatlıkla şunu söyleyebiliriz.Said Nursi'nin Allah tarafından yazdırıldı dediği Risalei Nur Külliyatındaki uydurma rivayetler Kur'an'a ulaşmanın ve ondan beslenmenin önünde en büyük bir engel teşkil etmektedir.Risalei Nur, Kur'anın önünde aşılmaz bir duvar, içinden çıkılamaz bir bataklıktır.Risâle'i Nur Külliyâtı dinsizlikten daha beter bir şirk ve küfür kaynağıdır. İşin acı tarafı diyanet işleri başkanlığı da bunu bastırıp satıyor. Fetö gibi daha Allah sizin çok belanızı verecektir.
25 Şubat 2022 Cuma
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ (146.YAZI) İbrahim Süresi 13-) Kâfir olanlar Resüllerine dediler ki: "Elbette sizi ya yerimizden (yurdumuzdan) çıkaracağız, ya da mutlaka milletimize döneceksiniz!" Rableri de onlara: "Zalimleri mutlaka helâk edeceğiz!" diye vahyetti.14-) Ve (ey iman edenler!) Onlardan sonra sizi mutlaka o yerde yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkan yani vaadimden korkanlara özeldir.15-) (Resüller) fetih istediler (Allah da verdi). Her inatçı cabbar (zorba) da mahvoldu.16-) Ardından da (o inatçı zorbaya) cehennem vardır yani kendisine (ölümden) engelleyici su içirilecektir!("Mâin Sadidin" "ölümsüzlük-suyu iksiri" demektir. Kafir zorbalar "mâin sadidini" içtikten sonra artık onlar için ölüm diye bir şey olmayacaktır. Burada şöyle bir ders vardır. Dünya hayatında ölümsüz olmayı ve ebedi yaşamayı arzu ederek yüce Allah'ın mesajına kulak tıkarlarken, âhirette ise, ölmeyi ne kadar isterlerse de ölmeyecek yani sürekli bir azap içerisinde debelenip duracaklardır.) 17-) Onu (ölümü) yudumlamaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek yani ona her mekandan ölüm gelecek, oysa o ölecek değildir (ki azaptan kurtulsun) yani ötesinde kaba bir azap vardır.18-) Rablerine kâfir olanların durumu (şudur): Onların amelleri fırtınalı bir günde rüzgârın, şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şeye kadir olamazlar. (Hidayetten) uzak sapkınlık işte budur.(Din Kur'an'a dayanmıyorsa yani dinde ihlas yoksa yani dinde tek kaynak Kur'an değilse, insanın diğer amellerinin bir önemi kalmayacaktır. Ameller itikâda göre değer kazanırlar.) 19-20) Allah'ın gökleri ve yeri hak ile (bir amaca yönelik olarak) yarattığını görmedin mi? O dilerse sizi ortadan kaldırıp yepyeni bir halk (yaratılış) getirir yani bu, Allah'a güç değildir.21-) Kıyamet gününde hepsi Allah'ın huzuruna çıkacak ve müstazaflar (düşükler) müstekbirlere (büyüklük taslayanlara) diyecekler ki: "Biz size tâbi olmuştuk. Şimdi siz, Allah'ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?" Onlar da diyecekler ki: "(Ne yapalım) Allah bizi hidayete erdirseydi biz de sizi hidayete iletirdik. Şimdi sızlansak da sabretsek de bizim için birdir. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur."22-) Hesapları görülüp emir bitirilince, şeytan diyecek ki: "Şüphesiz Allah size hak olanı vâdetti, ben de size vâdettim ama, size yalancı çıktım yani benim size karşı bir saltanatım yoktu. Ben, sadece sizi sadece dâvet ettim, siz de benim davetime hemen icâbet ettiniz. O halde beni levmetmeyin yani kendi nefsinizi levmedin. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha önce ben, beni (Allah'a) şerik koşmanızı reddettim." Şüphesiz zalimler için elem verici bir azap vardır.(Yukarıdaki âyette anlatılan şeytan zihinsel şeytan değil, gerçek anlamda din adamı kılığındaki şeytandır. Yani zihinsel şeytanın ete kemiğe bürünmüş şeklidir. Bakara 165, 166, 167. ayetlerd de buna benzer bir manzara sunulmaktadır. Yüce Allah gönderdiği mesajda din ve iman, hayır ve şer, şirk ve tevhid, dünya ve âhiretle ilgili gerekli her şeyi bildirmiş ve vâdeceklerini tam olarak vâdetmiştir.Fakat batıl dinin imamları da rivayet ve ictihadlarla onlarda bir takım şeyler vadettiler. Ama onlar Allah adına yalan söylediler yani vahye ihanet ettiler. Kur'an'da haset, kibir, gurur, cimrilik, vesvese, dürtü gibi kavramlarla ifade edilenler zihinsel şeytan, ittiba, ibadet, itaat gibi kavramlarla geçen şeytan da gerçek anlamda olan insan şeytanlarıdır. İnsan şeytanları zihinsel şeytandan çok daha tehlikelidir.) 23-) İman edip yani salih ameller işleyenler, Rablerinin izniyle içinde devamlı kalacakları ve altından nehirler akan cennetlere sokulacaklardır. Orada (birbirleriyle olan dilekleri) "selam" dır.24-) Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan temiz bir ağaca (benzetti).25-) O ağaç, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir yani tezekkür etsinler diye Allah insanlara misaller getirir.26-) Habis bir sözün misali, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan (habis) bir ağaca benzer.27-) Allah Teâlâ sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit( sapasağlam) tutar yani Allah (sadece) zalimleri saptırır yani dilediğini yapar.28-) Allah'ın (vahiy) nimetini küfürle değiştirenleri yani kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?(Yukarıdaki âyet gerçekten çok önemlidir. Ben bu âyeti her okuduğumda aklıma Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni din adamları geliyor. Bunlar yüce Allah'ın tevhid dininin yani hanif İslamı, rivayetler yoluyla şirk ve küfür olarak değiştirdiler. Yani bir bölümünü veya yarısını değil, ihlasa dayalı olan din baştan sona kadar şirk oldu. Mabedlerinden ibadetlerine, inançlarından ahlaklarına kadar hiç bir hareketleri İslama uygunluk göstermiyor. Ümmi insanları uzak tutarak bunları söylüyorüz.) 29-) Onlar cehenneme destek olacaklardır. Orası ne kadar kötü bir karargâhtır!30-) İnsanları Allah yolundan saptırmak için O'na eş ortaklar edindiler. De ki: (İstediğiniz gibi dünyadan) yararlanın! Çünkü dönüşünüz ateşedir.(Yani din atalarından kendilerine intikal eden inanç ve fikirlere tâbi olup yüce Allah'ın âyetlerini arkalarına attılar. Vahye göstermeleri gereken önemi atalarının batıl kaynaklarına gösterdiler. Yoksa "bizim âlimlerimiz Allah'a ortaktır" demediler.)
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(14.YAZI )Risâle-i Nur Külliyatında bulunan hurafe ve yalanlar Şii ve Sünni din adamlarının nasıl bir taklit ve cehalet bataklığında kıvrandığının en büyük göstergelerinden biridir.İşte o hurafelerden biri daha, Said Nursi diyor ki:"Resul'ü Ekrem (a.s.m) Mekke'den hicret ettiği ve küffarlar takibe çıktıkları vakit, Sebir namındaki dağa çıktılar.Sebir dedi. "Ya Resulullah, benden ininiz, korkarım benim üstümde sizi vururlarsa Allah beni ta'zib (azap) eder, onun için korkarım "Cebel-i Hira çağırdı "Ey Allahın Resul'ü, bana gel""Bu sır içindir ki, Ehli kalp, Sebir'de havf (korku) ve Hira'da emniyeti hissederler"(Mektubat-19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 135)Cevap :Bu uydurmada zerre kadar akl-i kullanma, tefekkür ve Kur'an bilgisi bulunmamaktadır.İnsanlık tarihinde bir çok coğrafyada, yüzlerce Nebi ve milyonlarca müslüman, müşrikler tarafından şehit edilmişlerdir.Bir dağ, tepe, deniz, ova üzerinde şehit edilenlerden dolayı Allah indinde sorumlu olur mu?Sonra Allah yolunda öldürülmek her şuurlu mü'minin arzuladığı bir kurtuluştur.Ancak Said Nursi'nin Risâle-i Nur Külliyatına aldığı bu rivayetlerin çocuklara masal olarak anlatılmasında bir sakınca yoktur diyecektim, onu da diyemiyorum çünkü ilerdeki hayatlarında bu sefer yalan ve hurafelere de inanmaya meyil kazanıp akli dengelerini kaybederler. Şimdi de, Musa (a.s) ın Kur'an'da anlatılan mucizelerinden fotokopi yapılmış uydurma rivayetleri göreceğiz.Said Nursi "Musa(a.s) ın mucizeleri varsa Resülullahın da aynı şekilde mucizeleri vardır" aşağılık kompleksiyle, üzerinde hiç düşünmeden bu yalan rivayetleri Risâle-i Nur Külliyatına almıştır.Diyor ki: "Hz Musa'nın, yed'i beyza, (beyaz el) ve, âsâ mucizelerine nazire (benzer) olarak, üç hadisede bir mucizeyi Ahmediye. Birincisi : Resul'ü Ekrem (a.s.m) Katade İbni Numan'a karanlıklı, yağmurlu bir gecede bir değnek verir ve ferman eder ki, "Sana, lamba gibi, onar arşın her tarafta ışık verecek, evine gittiğin zaman bir siyah şahıs gölge göreceksin, o, şeytandır.Onu hanenden çıkar, tart et"Katade değneği alır, gider.Yed'i Beyza (Musa (a.s) ın beyaz eli) gibi ışık verir.Evine gider. O siyah şahsı görür. Tart eder"(Mektubat- 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 138 )Cevap : Said Nursi'nin kitabına aldığı uydurma rivayetler gibi bu rivayet de yalandır.Çünkü Kur'an ile sabittir ki, Nebi ( a.s) dahil hiçbir insan şeytanı göremez. Çünkü şeytan diye bağımsız bir varlık yoktur. Şeytan insanın içinde var olan zihinsel dürtü ve duygulardır. Said Nursi yalanlarına devam ediyor.İkincisi : Bir menba-i garaib(acayip manzaraları ve olayları) olan Gazve-i kubra-i Bedirde,(büyük bedir savaşında) Ukkaşe İbni Muhassinil Esedi'nin müşriklerle dövüşürken kılıncı kırıldı.Resül'ü Ekrem (a.s.m) ona mukabil kalınca bir değnek verdi.Dedi : '"bununla harp et, birden, değnek biiznilleh (Allah'ın izniyle) uzun beyaz bir kılınç oldu, onunla harp etti, hayatı miktarınca, (ömrü boyunca) ta yemame harbinde şehit oluncaya kadar boynunda taşıdı.Said Nursi devamla diyorki, şu hadise kat'idir.Çünkü Ukkaşe bütün hayatında onunla iftihar etmiş, ve o kılınç "el avn" namıyla meşhur olmuş"(Mektubat- 19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 138)Üçüncüsü : Gazve-i uhud da, Resul'ü Ekrem (a.s.m) ın halazadesi olan Abdullah İbni Cahş harp ederken kılıncı kırıldı.Resül'ü Ekrem (a.s.m) ona bir değnek verdi. O değnek onun elinde bir kılınç oldu.Onunla harp etti. O eseri mucize olan kılınc, baki kaldı. İşte bu iki kılınç, asayı Musa gibi birer mucizedir.Fakat, asayı Musa, vefatı Musa'dan sonra vech-i icaz-ı kalmadı, fakat şunlar baki kaldılar" ( Mektubat- 19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 138 )Said Nursi bu uydurma rivayetlerle ilgili şunu demek istiyor. Allah Resulü'nün mucizeleri Musa(a.s) ın mucizelerinden daha büyüktür. Aynen benim babam senin babanı döver misali,Risalei Nur Külliyatını okuyan içinde Prof. Dr. Öğretim üyesi, üniversiteli milyonlarca insana sadece şunu soruyoruz.Neden Kur'an önceki elçilerin mucizelerini anlattığı gibi Allah Resulü'nün hiç bir mucizesinden söz etmez.
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR.(3.YAZI) Biz bu çeşit bir ritüelin “Allah’ın emri” olmadığını ortaya koydukça, geleneksel dinin tâbiileri, sanki elinden oyuncağı alınmış çocuklar gibi ağlamaya ve feryat etmeye başlıyorlar.Yüce Allah'tan isim ve sıfatlarıyla bir istekte bulunma insanın kendi duygusal ve ihtiyaçlarıyla ilgili bir durumdur. İyice incelendiğinde salât kavramının geçtiği doksan dokuz âyetin hepsinde ya zihinsel destek olan öğrenim ya da maddi destek olan infak yani yardım ve dayanışma anlamında geçmektedir. Bu saf ve hanif dinin Emevi- Abbasi rivayetleriyle harcanması büyük bir yıkım getirmiştir.Kur'an cahili muhaddis ve müctehidler sanki ümmete büyük bir yarar sağlamış gibi namaz ritüelini şişirdiler de şişirdiler. Namazla ilgili şimdiye kadar kaleme aldığımız ilmi ve akli yazılarımız sayesinde bir çok arkadaştan olumlu mesajlar alıyoruz.Hiç olmazsa namaz için çocuklarının üzerinde artık eskisi gibi bir baskı kurmuyorlar. Diğer taraftan namaz ritüelini savunan arkadaşlar da yorumlarında bizi karalamaktan başka ilmi ve akli bir cevap verememişlerdir. Yani Kur'an'dan kopuk zihniyetin artık insanları aldatabilecek hiç bir delilleri bulunmamaktadır. Kur'an'ın ilmi ve hikmeti sayesinde hepsi çürütülmüştür. Namazla ilgili olarak Kur'an'dan getirebilecekleri hiçbir delilleri yoktur. Özellikle Hud süresi 114; İsra süresi - 78, 79 ve Nisa süresi 103.âyetinin son cümlesinin gerçek meâline ulaşmak bizim için de zihinsel bir devrim olmuştur. Yani namazın esaretinden salâtın özgürlüğune kavuşmakla Kur'an'ın ilmi zihin dünyamızı daha da arındırdı. İnsanın fıtratına ve evrensel hayat şartlarına uymayan bir şeyin yüce Allah'ın emri olmayacağını kesin olarak anladık. Yani din adamları Kur'an'da var olmayan namaz ritüelini farz kılmakla ümmetin akıl ve ahlakına büyük bir hakaret, hayat standartlarına ağır bir sınırlama getirdiler. Dolayısıyla yüce Allah'ın âyetlerini yalan yanlış açıklamaları sayesinde kalın zincirlerle kendilerine kul yaptılar. Yani namaz Kur'an'ı ümmilerin nazarından uzaklaştırma ve onları kul yapmanın aracısı olmuş bir uygulamadır. Şimdi sabah namazı diye bir ibadetin olmadığını ilgili âyetlerde yakından görelim. Kur'anda “Sabah Namazı”na delil olarak gösterilen âyetler, İsra- 78. ve Hud- 114.âyetleridir. Bu âyetlerin ikisi de Mekke'de inen sürelerde yer alırlar.Bu âyetlerin Mekke'de nazil olan sürelerde yer almaları o kadar önemli ki: Yani cuma salâtının farz olmadığı bir dönemle ilgilidirler. Sadece Nebi (a.s) ın tebliğ faaliyeti ile ilgili olarak inmişlerdir.Âyetlerin bir kelimesinde bile müminlerle ilgili bir emir ve tavsiye bulunmamaktadır.Yani "kılın" "yapın" "edin" diye bir emir yoktur.Âyetlerde “kıl” “yap” “et” emir ve tavsiyesi yer alır. Hitap müminlere olmadığı gibi Nebi'ye farz da kılınmış değildir. Sadece Nebi (a.s) ın şahsına bir öneridir. Buda Nebi (a.s) ın yüklenmiş olduğu ağır yükün hafifletilmesi ilgili bir durumdur. Bu âyetlerin hangi anlamda kullanıldığını Müzzemmil süresi mükemmel bir şekilde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla buradan da anlaşılıyor ki her devirde ve her yerde olan vahiy tebliğcilerine bir yol göstermedir. Yani gecenin bazı dilimlerinde Kur'an'ın ilim ve hikmetinin üzerinde araştırma yapmalarıyla ilgilidir. İşte Âyetler: "(Ey Nebi!) Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar salât'ı ikame et yani fecir Kur'an'ını (ikâmet et) çünkü fecir Kur'an'ı şahitlidir yani gecenin bir kısmında uyanarak sana özel bir nafile olmak üzere teheccud yap. Böylece Rabb'inin seni övgüye değer bir makama (konuma) göndereceği umulur yani şöyle de: Rabbim gireceğim yere sıdk ile girmemi sağla çıkacağım yerden de sıdk ile çıkmamı sağla. Bana tarafından hakkıyla yardım edecek bir sultan ver" (İsra-78, 79, 80) 79. âyet, hitabın sadece Nebi (a.s) la ilgili yani yalnız ona özel olduğunu "néfileten leke" demek süretiyle açıkça ortaya koymaktadır. 78.âyette geçen "meşhuden" kelimesi, gece okunan Kur'an'ın akıl, kalp, idrak ve zihin açısından daha verimli, daha kalıcı, daha etkili ve daha bereketli olduğunu göstermektedir. Bu gece çalışmasını en geniş anlatan Müzzemmil süresidir. 79.âyette bulunan "makamen mahmuden" ifadesi de, Nebi (a.s) ın Mekke'nın sıkıntılı ve işkenceli hayatından Medine'ye hicret edeceğini yani daha elverişli bir konuma kavuşacağına işaret ediyor. 80.âyet bu fikrimizi destekler bir özelliğe sahiptir. Âyette geçen “Kur'an-el fecr" (fecrin Kur'an'ı) ifadesi, “salât”ın namaz kılmak olmadığı, müşriklerle yapılacak ilmi mucadele için geceden hazırlık yapmanın önemine vurgu yapmaktadır. Yani Kur'an'ı tebliğ eden muvahhidlerin gecelerde başlayan Kur'an çalışmaları yoksa, başarılarının çok sınırlı kalacağını ortaya koymaktadır.Âyetler, tebliğ makamında olan müminlerin Kur'an dersi çalışmalarını gecenin ve fecrin sakin, serin ve dingin vaktinde yapmalarını öğütlemektedir."(Ey Nebi!) yani gündüzün iki tarafında (sabah -akşam) yani gecenin gündüze yakın saatlerinde salât'ı ikâme et! (Günün bu sakin zamanlarında, imkân bulduğunda vahiy dersini ayakta tutarak (hasene) güzellik yap !) Çünkü güzellikler (vahiy'den öğüt almalar) kötülükleri giderir. Bu (Kur'an çalışması), tezekkür edenler için bir zikirdir (düşünüp ders çıkarmak isteyenlere bir yol göstermedir.)” "Yani sabret, şüphesiz Allah güzel ahlak sahiplerinin mükafatlarını zâyi etmez" (Hud-114, 115)Dolayısıyla yukarıdaki âyette bulunan öğüt ve öneri sadece Nebi (a.a) özeldir.Kur'an'da bulunan hiç bir kavram ve ifade amaçsız olmadığı gibi, hitap bağlamı da boşuna ve amaçsız değildir. Hitab Nebi'ye ise, emir, öğüt ve öneriyi o yapacaktır. Yoksa yüce Allah, bir çok yerde olduğu gibi, hitap bağlamını daha geniş tutardı. Yani bütün müminleri hedef alırdı. Onun için "Ey iman edenler! Ey Kafirler! Ey Ehli kitap! Ey Nebi'nin hanımları! Ey Resül! Ey cahiller!" diye hitap edilmektedir. Ey cahiller! Nebi'ye tavsiye ve öneri olan âyetleri müminlere nasıl farz yaparsınız. Tekrar etmede fayda vardır.Nebi(a.s) ın şahsına olan öneri, aynı zamanda her devirde ve her coğrafyada var olan Kur'an tebliğcilerine bir mesaj’dır. Öneri bütün müminlere olsaydı, âyette “çoğul” fiili kullanılırdı. Dolayısıyla uykunun en derin ve en sağlıklı yerinde müminleri uyandırarak her gün kalkmaya mecbur eden bir emir bulunmamaktadır. Ama vahyi tebliğ edenler imkânları dahilinde bu vakitlerden yararlanmaları çok önemlidir. Bugün birçok yurtta öğrenciler daha uykularına doyamadan çok erken bir saatte sadece Kur'an cahillerinin ümmetin önüne sürdüğü uydurma rivayetlerle ve batıl ictihadlarla sabah namazı kılmaları için yataklarından kaldırılmaktadır. Uyku ihtiyacını tam alamadıkları için de dersi-salâtı yeterince anlayamamaktadırlar. Yüce Rabbimizin âyetlerini evrensel bir akıl ve mantıkla anlar ve bu şekilde tebliğ edersek, dinin rahmet ve hidayetinin yayılmasında ve sürdürülmesinde başarılı olabiliriz. Aksi halde son vahyin tarihinde görüldüğü gibi sadece Şiilik ve Sünniliğin basma kalıp uygulamalarına ve statik inançlarına mahkum oluruz. Bunun sonraki adımı da dini komple rafa kaldırmak olacaktır. Çünkü gerçek hayatta bir karşılığı olmayacaktır.
RİSÂLE-İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(13.YAZI )"Zamanın muceddidi!!! Bediuzzamanı!!! üstadı!!! olarak görülen Said Nursi'nin bu kadar uydurma ve hurafeleri bir araya toplaması ve milyonlarca insanı bunlara inandırması batıl din adına büyük bir başarıdır. Bakın ne diyor. "Allame-i mağrib Hz.Kadı İyaz naklı sahih ile haber veriyor ki, hâdim-i nebevi (Nebi'nin hizmetçisi) Hz.İbni Mesud dedi ki:Biz Resul'ü Ekrem (a.s.m) ın yanında taam (yemek) yerken, taamın (yemeğin) tesbihlerini işitiyorduk"(Mektubat- 19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 133)Aynen Cübbeli Ahmet gibi Said Nursi'nin de bütün yalan ve hurafeleri sahihtir!! Diyor ki:"Naklı sahih ile, Enes ve Ebu Zerden Kütüb-ü Sitte-i Sahiha haber veriyorlar ki, Hz. Enes(Hâdim-i Nebevi) demiş ki, Resul'ü Ekrem(a. s.m) ın yanında idik.Avucuna küçük taşları aldı, mübarek elinde tesbih etmeye başladılar. Sonra Ebubekir es Sıddık'ın eline koydu, yine tesbih ettiler.Ebu Zer Gıfari, tarikinde der ki, Sonra Hz. Ömerin eline koydu yine tesbih ettiler.Sonra aldı yere koydu, sustular. Sonra yine aldı Hz Osman'ın eline koydu yine tesbih ettiler.Sonra Hz Enes ve Ebu Zer diyorlar ki, ellerimize koyduk sustular" (Mektubat- 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediye Sayfa- 133 ) Neredeyse Şia ve Ehli Sünnet kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerinin bir çoğunu, eseri Risale-i Nur Külliyatına alan Said Nursi diyor ki:"Hz.Ali ile Hz.Cabir ve Hz. Aişe'den nakli sahih ile sabittir ki, dağ, taş, Resul'ü Ekrem (a.s.m) a "selam sana ey Allah'ın Resul-ü! diyorlardı"(Mektubat- 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 133 )Said Nursi şöyle devam ediyor."Hz.Ali tarikinde diyor ki,"Bidayeti Nübüvvet'te (Nübüvvet'in başlangıcında ) nevahii Mekke'de (Mekke'nin mahallelerinde) Resul'ü Ekrem(a.s.m) ile beraber gezdiğimizde, ağaç ve taşa rast geldiğimiz vakit "Selam sana ey Allah'ın Resul'ü" diyorlardı. Hz.Cabir, tarikinde derki: "Resul'ü Ekrem (a.s.m ) taş ve ağaca rast geldiği vakit, ona secde ediyorlardı."Yani, inkiyad edip, "Sana selam olsun ey Allah'ın Resul'ü" diyorlardı. ( Mektubat- 19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediye, Sayfa- 133 )Cevap : Bu şirk kokan rivayetin uydurulma gerekçesi, Melekler, Adem (a.s) a secde ettilerse, Allah Resulü'ne de ağaç ve taş olmak üzere her şey secde ederdi anlayışıdır. Yani Allah Resulü'nü diğer elçilerden üstün gösterme hastalığından başka bir şey değildir. Said Nursi o derece Kur'an'a aykırı düşmüş ki şu âyetten hiçbir zaman haberi olmamıştır. "Bitkiler ve ağaçlar Allah'a secde ederler"( Rahman-6)Aslında hurafeci Buhari, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i, Kütüb-ü tıs'a beni ilgilendirmiyor. Beni esas ilgilendiren şey Bediuzzaman olarak görülen bir kişinin, içinde sayısız hurafe ve yalan barınan bir eseri, Allah tarafından gönderilmiş gibi, eğitim görmüş milyonlarca insana inandırmasıdır. Milyonlarca insan batıl üzerinde hiçbir soru ve sorgulama yapmadan nasıl bu kadar yalana iman eder. Allah Resul'ünün mucize göstermesinin mümkün olmadığına dair yüzlerce âyet mevcut iken insanlar nasıl böyle hikayelere din diye nasıl aklını ve vicdanını mahkum eder? Bu konu psikoloji uzmanları tarafından araştırılması gereken bir konudur.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(145. YAZI)Rahman Rahim Allah'ın Adıyla İbrahim Süresi, 52 âyet olup Mekke'de inmiştir. 1-) Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle (yasasıyla) insanları karanlıklardan aydınlığa, Aziz, Hamid Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.(Yukarıdaki âyet, hidayetin yani karanlıklardan aydınlığa çıkmanın tek yolunun Kur'an olduğunu göstermektedir.) 2-) O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Şiddetli azaptan dolayı kâfirlerin vay haline!3-) Dünya hayatını ahiretin üstünde (tutup) sevenler yani Allah yolundan alıkoyanlar yani onun eğriliği için yol arayanlar var ya, işte onlar (haktan) uzak bir sapkınlık içindedirler.4-) Ve Allah'ın (mesajını) onlara beyan etsin diye her Resülü yalnız kendi kavminin lisanı ile gönderdik. Artık Allah dileyeni saptırır, dileyeni de hidayete iletir. Çünkü O, Aziz'dir, Hakim'dir.(Beyan, tefsir etme ve detaylandırma anlamında değil, gizlemeden açıklama, ilan etme ve duyurma anlamına gelmektedir. (Âli İmran-187)5-) Andolsun ki Musa'yı da: Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın (geçmiş kavimlerin başına getirdiği felâket) günlerini hatırlat, diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz ki bunda çok sabırlı, şükreden herkes için ibretler vardır.6-) Hani Musa kavmine demişti ki: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi işkencenin en kötüsüne sürmekte yani oğullarınızı kesip, kadınlarınızı (kızlarınızı) bırakmakta olan Firavun ailesinden kurtardı yani bu (kurtuluş ve özgür kalışınızda) Rabbinizden azim bir bela vardır."(Yani "bela" (sınama) Firavun'un onlara yaptığı zulümde değil, yüce Allah'ın onları kurtarıp kendilerini özgür kılma nimetindedir.) 7-) "Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer kafirlik ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! yasasını koymuştu."8-) Yani Musa dedi ki: "Eğer siz ve yerde olanların hepsi kafirlik ederseniz, bilin ki Allah gerçekten Ğani'dir, Hamid'tir"9-) Sizden öncekilerin, Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? Onları Allah'tan başkası bilmez. Resülleri kendilerine beyyineler getirdi de onlar, ellerini (Resüllerin) ağızlarına bastılar yani dediler ki: Biz, size gönderilene küfrettik yani bizi kendisine çağırdığınız şeye karşı derin bir kuşku içindeyiz.10-) Resülleri dediler ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Halbuki O, sizi günahlarınızdan mağfiret etmek (temizlemek) yani sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi (hak dine) dâvet ediyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın ibadet ettiği (ilahlardan) engellemek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir sultan getirin!11-) Resülleri onlara dediler ki: "(Evet) biz sizin gibi bir beşerden başkası değiliz. Lâkin Allah (vahiy ve Nübüvvet nimetiyle) kullarından dilediğine minnet eder yani Allah'ın izni olmadan bizim size bir sultan getirmemize imkân yoktur yani Müminler sadece Allah'a tevekkül etsinler""BEŞER" VE "İNSAN" KAVRAMLARININ ARASINDAKİ FARKLAR Allah'ın Elçileri beşeriyetlerini korumuş insanlardır. Beşer ve insan kelimeleri eş anlamlı kelimeler gibi bilinseler de Kur'an'da kullanıldıkları bağlam çok farklılık gösterir. Kur'an'da, "beşer" kavramı, "masum, günahsız, saf, temiz, sorumsuz" olarak geçerken, "insan" kavramı ise, zalim, günahkar, asi, sorumlu, akıllı ve icat etme potansiyeli var olan bir varlık" olarak anılır.Kur'an; mümin, müslim, muttaki, zalim, cahil, fasık, mühsin, şeytan, tağut gibi kavramları insan için kullanır. Kur'an'da bu kavramların hiç biri beşer için kullanılmaz. Daha doğrusu beşer kavramı Kur'an'da tek başına yalın bir kavram olarak geçer. Yani beşer her yerde olumlu bağlamlarda kullanılırken, insan hem olumlu hemde olumsuz bağlamlarda kullanılır. Kur'an'da tüm Nebi ve Resüllerin "insan" ile değil de "beşer" ile kıyaslanmaları çok önemlidir. Konuyu Kur'an boyunca araştırdığimızda şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor. Kur'an'da insan ve beşer kelimeleri yaklaşık üç yüz kere geçmektedir Piyasada bulunan meallerde beşer kelimesine hiç yer verilmemiş, bazılarında ise insan kelimesi beşer olarak çevrilmiştir. Buda Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne zarar vermekte ve bir çok konunun anlaşılmasını zorlaştırmaktadir. MELEKLERLE İNSANLAR KARŞILAŞTIRILDIĞINDA KUR'AN İNSANLAR İÇİN "BEŞER "KELİMESİ KULLANIR: Bildiğimiz gibi müşriklerin Resül anlayışı "Elçilerin Melek olması gerektiği" şeklindedir. Kur'an bu müşriklere karşı tüm elçilerin kendileri gibi beşer olduklarını ifade eder. KUR'AN'DA İNSAN KELİMESİ: "Gerçek şu ki, İnsan kendini kendine yeterli görerek tuğyan eder. Kuşkusuz dönüş rabbinedir" (Alak- 6,8)"...Muhakkak ki insanların çoğu fasıktır"( Maide- 49)"...İnsanların çoğu inkarcılıktan vazgeçmedi"( İsra- 89)"İşte insanların birçoğu, gerçekten âyetlerimizden gâfildirler "( Yunus- 92)"...İnsanların çoğu ile kâfirlikte diretmiştir"( Furkan- 50)"...Fakat insanların çoğu şükretmezler"(Bakara- 243) "...Fakat insanların çoğu bilmiyor" (Sebe- 36) En doğrusunu Allah bilir, daha insan makam ve mertebesine yükseltilmeden yani kendisine akıl, anlayış, fikir, kabiliyet, icat yeteneği, duygu ve araştırma verilmeden yeryüzünde beşer olarak uzun zaman geçirdi.İnsan yaratılış ve kabiliyetine geçirilmeden uzun bir zaman bu fiziki yapısı ile aynen hayvanlar gibi avlanıyor, cinsel arzu ve istekleri mevcut, günahı olmayan ve sorumluluğu bulunmayan, kendisini koruyabilen fakat duygu ve düşünceden mahrum "beşer" olarak uzun bir zaman yaşadı.Sonra yüce Allah, ona akıl, fikir, icat yapma kabiliyeti, olumlu her türlü duygu ile insan formatını yükleyerek beşer makamından insan mertebesine yükseltilenlerin içinden Nebi sıfatıyla Âdem (a.s) gönderdi. Şimdi şu âyete bir bakalım. "İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir zaman geçmedi mi? "İnsan süresi- 1)Yani akıl, iz'an, vicdan, ilim, vahiy, sorgulama, duygu ve düşünce, yetenek ve kabiliyeti yoktu, sonra Allah bütün bu yetenek ve kabiliyetleri ona bahşederek onu insan yaptı.Bu insana özgür bir irade vererek fucur ve fusuk yani hayır ve şerrin ne olduğunu vahiy'le bildirdi.Yani onu kendi yaptıklarından sorumlu bir varlık yaparak onun içinden Nebi ve Reseller gönderdi.Aslında Allah insanın fıtratına fucur yani kötülük yapma isteğini yerleştirmedi.Neyin takva ve fucur olduğunu vahiy'le bildirdi.KUR'AN'DA ELÇİLER NEDEN İNSAN DEĞİL DE BEŞER OLARAK NİTELENDİRİLİR?"...Onlar dediler ki: Sizde bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz..."(İbrahim-10)"Resulleri onlara dediler ki: "Evet biz sizin gibi bir beşerden başka değiliz..."(İbrahim-11)"Resullere dediler ki: Sizde anca bizim gibi birer beşersiniz..."(Yasin-15)"...Allah, Resul olarak bir beşer mi gönderdi?..."(İsra-94) Onlarca âyette Resuller "insan" kavramı ile değil "beşer" kavramı bağlamında ele alınmışlardır. Çünkü Kur'an insanın zulüm, küfür, şirk ve nifak hareketlerini anlatıyor.İşte Kur'an Resuller için "insan" kelimesini kullansa bu özelliklerin Resuller için de geçerli olduğu iddia edilebilecekti. Halbuki Kur'an kullandığı muhteşem dille buna izin vermemektedir Allah'ın elçileri beşerdir. Beşer kelimesinden türeyen beşir-müjdeci demektir. Kur'an " Elçiniz bir insandır" deyip de bu nankör hareketleri ona bağdaştırmamış,"Elçiniz bir beşerdir"demiştir. Buraya kadar anlattıklarımızdan yola çıkarak diyebiliriz ki: "Beşer kelimesi insanın fizyolojik özelliklerini temiz ve masum fıtratını temsil eder. İnsan kelimesi ise, beşer'in iyi veya kötü, sorumlu, günah işleyebilen, gelişmiş halini temsil eder."Allah'ın Elçileri beşerdi ve iyi gelişmiş insanlardı. Yani Kur'an'da kınanan birçok insan gibi değillerdi. Anadan doğmuş gibi tertemiz yani fıtratlarını beşeriyetlerini korumuş insanlardı. Bu yüzden hepsi bize güzel bir örnektir. Kur'an'ın bu konudaki muhteşem kelime kombinasyonu bitmiyor. Allah Resulü (a.s) tebliğ görevini yerine getirirken inkârcılar ona nasıl karşı çıkmıştı?"Sen de bizim gibi bir beşersin" demişlerdi. Bizim gibi insansın değil, bizim gibi beşersin. Peki, burada insan yerine neden beşer kullanılmış olabilir. "Hiçbir beşere yakışmaz ki, Allah ona kitap, Hikmet ve Nebilik versin de, sonra o, insanlara "Allah'ın yanı sıra bana da kul olun" desin! Bilakis insanlara öğrettiğiniz ve okuyup okuttuğunuz kitaba uyun da yalnız Allah'a içtenlikle kulluk eden kimseler olun" der.(Âli İmran-79)Âyette de görüldüğü üzere Kur'an'da beşer kelimesi şirk koşmayan, temiz, saf bağlamı içerisinde bu âyette kullanılmıştır.Yani beşeriyetini, temiz fıtratını korumuş olarak kullanılmıştır.Fıtrata uygun bağlamında kullanılmıştır. Bildiğimiz gibi "kalu bela" olayında olduğu gibi insanın fıtratında Allah'a inanmak vardır.Sonuç olarak : Kur'an'da beşer kelimesi fıtrata uygun davranışlar ve fizyolojik özellikler için, İnsan kelimesi ise olumsuz bağlamlarda iyi veya kötü gelişmiş beşer profili için kullanmaktadır.Anasından doğduktan sonra akıl ve buluğ çağına kadar çocuklar beşerdir. Akıl ve buluğ çağından sonra sorumlu bir birey olarak insan kimliğini kazanırlar. Deliler insan değil, beşerdir.) 12-) "Yani bize yollarımızı göstermiş olduğu halde ne diye biz, Allah'a tevekkül etmeyelim yani sizin bize verdiğiniz eziyete elbette sabredeceğiz. Tevekkül edenler sadece Allah'a tevekkül etsinler."
23 Şubat 2022 Çarşamba
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR (12.YAZI )İşte size Risalei Nur Külliyatından akıl fikir almaz bir rivayet daha,Said Nursi diyor ki: "İmamı İbni Fevrek ki,Kemal ictihad ve fazlından kinaye olarak, Şafii sani, ( ikinci imam-ı Şafii ) unvanını alan allame-i asır, (asrının en büyük âlimi) kat'i haber veriyor ki,Gazve-i Taifte (Taif gazvesinde) Resul'ü Ekrem(a.s.m) gece at üstünde giderken uykusu geliyordu.O halde iken, bir sidre ağacına rast geldi.Âğaç ona yol verip, atını incitmemek için iki şak oldu (ikiye ayrıldı) Resul'ü Ekrem (a.s.m ) hayvan ile içinden geçti.Ta zamanımızda kadar o ağaç iki ayak üstünde muhterem bir vaziyette kaldı.(Mektubat- 19.Mektup. Mücizât-ı Ahmediye-Sayfa.128 )Kur'an'la tanışmadan bu hurafelerle karşılaşan vicdan sahibi bir ateist İslam dinini kabul etmeyecek olursa aklına verdiği değerden dolayı Allah indinde sorumlu olmayacağına inanıyorum.Bu yalanlarla beraber Kur'an nasıl bir araya gelebilir.Bu hurafe rivayetlere bakarak Ehl-i Sünnet, Şia, Diyanet, Tarikat ve Nur Cemaatinin Kur'an'dan ne kadar uzak bir mesafeye savrulduklarını tahmin edebilirsiniz.Bu cehalet dolu hurafeleri Said Nursi nasıl eserine almıştır diye merak ediyorsanız, Mektubat 19.Mektup Mücizatı Ahmediye' yi açıp bir sefer okuyun. Bu hurafeden daha akılsız uydurma ve yalan rivayetlerle karşılaşacaksınız. Bazı Nurcular bize şöyle bir eleştiri getiriyorlar. "Bu kadar kafir, münafık, müşrik, zındık, İslam düşmanı varken Risâle-i Nur Külliyatının hurafeleri ile uğraşma zamanı mıdır?CEVAP :Biz içimizdeki akılsızlıkları temizlemeden, kendi İçimizdeki çürumüşlüğe eleştiri getirmeden, inançlarımızdaki ahmakça fikirlerden kurtulmadan, kendimizi her türlü cehaletten arındırmadan başkalarına bir şey söylmemizin haklılığı ve mantığı olamaz.İman edenlerin kendileri dürüst olmadan başkalarına örnek olmaları mümkün değildir.Kendi kusur ve ayıplarını görmeden başkalarına saldırmak hakkaniyet ve adalet olmasa gerektir.İlk önce kendi mahallemizde olan inanç ve ahlakı Kur'an'ın ölçüsüne vurmak gerekiyor. Bu bizdendir, bizim gibi düşünüyor ona eleştiri getirmeyelim, onun kusur ve ayıplarını görmeyelim demek, toplumu tümden bozmak anlamına gelecektir.Müslüman tamamen Allah'ın boyasına boyanmak zorundadır. Şimdi "at" rivayetine geri dönecek olursak, bu yalanı uyduranların ve eserlerine alanların at kadar akıllarının olmadığını söylersek haksız sayılmayız. Çünkü gece olsun, gündüz olsun at önüne gelen bir cismi yaratılıştan, Allah'ın ona vermiş olduğu fıtratla üzerine gitmez, cisimden yönünü değiştirir.Ağacın yarılmasına gerek yoktur. Uydurmacıların bunu düşünemiyecek kadar akıl ve iz'andan yoksun oldukları anlaşılmış oluyor.Bu rivayeti uyduran ilkel kafalılara kızmıyorum. Yirmi birinci yüzyılda bu ahmaklıklara iman eden milyonlarca nurcuya kızıyorum. Bir şizofrene Allah'a iman eder gibi nasıl iman edersiniz? Hemde yüce Allah'ın ilim ve hikmetiyle inmiş olan Kur'an gibi bir kitabınız varken.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(144. YAZI)Rahman Rahim Allah'ın Adıyla Râd Süresi, 43 Âyet olup Mekke'de inmiştir. 1-) Elif. Lâm. Mîm. Râ. Bunlar, kitab'ın âyetleridir yani sana Rabbinden indirilen haktır lâkin insanların çoğu iman etmezler.2-) Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak ref'eden, sonra (ilim ve kudretiyle) Arş'a istivâ eden yani güneşi ve ayı (emrinize) musahhar kılan Allah'tır. (Bunların) hepsi ecelin musammâ'ya (muayyen bir vakte kadar) kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza yakin getirmeniz için her işi düzenleyip âyetleri tafsil etmektedir.(Kur'an'ı detaylandırma anlamına gelen "tafsil, tasrif ve tefsir" sadece yüce Allah bağlamında geçerken, tebliğ etme, duyurma ve ilan etme anlamına gelen "tebyin" kavramı yüce Allah ve Resül bağlamında kullanılmıştır.) 3-) Yeri uzatan yani onda oturaklı zirveler ve nehirler kılan ve orada meyvelerin hepsinden çifter çifter kılan da O'dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda tefekkür eden bir toplum için âyetler vardır.4-) Yerde birbirine komşu kıtalar ve üzüm bahçeleri ve ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) tatlarında onların bir kısmını bir kısmına tafdil (farklı) kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için âyetler vardır.5-) Ve (Ey Nebi! Kâfirlerin yalanlamaları) senin acayibine gidiyor, ama asıl acayip olan onların: "Biz toprak olduğumuz zaman yeniden mi yaratılacağız?" demeleridir. İşte onlar, Rablerine kâfir olanlardır yani onlar boyunlarında (şirk ve küfrün taklit) tasmaları bulunanlardır yani onlar ateş ehlidir. Onlar, orada devamlı kalacaklardır!6-) Müşrikler senden güzellikten önce kötülüğü acele istiyorlar. Halbuki onlardan önce ibret alınacak nice azap örnekleri gelip geçmiştir yani insanlar kötülük ettikleri halde Rabbin onlar için mağfiret sahibidir ve Rabbinin ikâbı (cezalandırması) da çok şiddetlidir.7-) Kâfirler diyorlar ki: Ona Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi! (Halbuki) sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun (vahiy'le) bir hidayet edicisi vardır.8-) Her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksik, neyi ziyade edeceğini Allah bilir yani O'nun katında her şey ölçü iledir.9-) O, gaybı da şehadeti de bilir; büyüktür, muteâl olandır.10-) Sizden, sözü gizleyenle onu açığa vuran yani geceleyin gizlenenle gündüzün yürüyen (onun ilminde) eşittir.11-) Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler vardır. Bir toplum kendi nefislerinde var olan özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez yani Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur yani onların Allah'tan (vahiy'den) başka yardımcıları da yoktur.12-13) O, size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren yani (yağmur dolu) ağır bulutları meydana getirendir ve gök gürültüsü Allah'ı hamd ile tesbih eder yani melekler de O'nun korkusundan dolayı tesbih ederler yani onlar, Allah hakkında mücâdele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğine isâbet ettirir yani O, azabı pek şiddetli olandır.14-) El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak O'dur. O'nun dununda (yanında-yöresinde-astında) el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir yani kâfirlerin duaları sapkınlıktan başka bir şey değildir. (Yukarıdaki âyet son vahyin inmesiyle beraber olağanüstü olayların yani mücizelerin olmayacağını ortaya koyuyor. Çünkü çeşmeye ağzını dayamadan su içemezsin diyor. Yani matarayı doldurmazsan kendi kendine dolmaz buyuruyor.) 15-) Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez Allah'a secde ederler.16-) (Ey Resül!) De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." O halde de ki: "O'nun dununda (yanında-ötesinde-astında) kendi nefislerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayanları evliya mı edindiniz?" De ki: "Körle gören hiç bir olur mu? Ya da karanlıklarla nur eşit olur mu?" Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan şerikler buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyin yaratıcısıdır yani O, birdir, kahhar olandır. 17-) O, gökten su indirdi de vâdiler kendi hacimlerince sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yüklenip götürdü yani süs veya (diğer) eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur. İşte Allah hak ile bâtıla böyle misal verir ve köpük atılıp gider yani insanlara fayda veren şeye gelince, o yerde kalır. İşte Allah böyle darbı meseller verir. 18-) İşte Rablerinin emrine icâbet edenler için güzellikler vardır. Ona icâbet etmeyenlere gelince, eğer yerde olanların tümü ile bunun yanında bir misli daha kendilerinin olsa, (azaptan kurtulmak için) onu mutlaka fidye olarak verirlerdi. İşte onlar var ya, hesabın en kötüsü onlarındır yani varacakları yer cehennemdir. O ne kötü yataktır!19-) Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak beyni olanlar anlar.20-) Onlar, Allah'ın ahdine vefa gösterenler yani verdikleri sözü bozmayanlardır.21-) Yani onlar Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri birleştiren, Rablerinden haşyet duyan yani kötü hesaptan korkan kimselerdir.22-) Yine onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden yani salât'ı ikâme eden yani kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) infak eden yani kötülüğü güzellikle savan kimselerdir. İşte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel) akibeti sadece onlarındır.23-) O yurt Adn cennetleridir yani oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih olanlarla beraber girecekler yani melekler her kapıdan onların yanına gireceklerdir.24-) Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir! (Yukarıdaki âyetlerde geçen meleklerden kasıt, onların üzerine inen güven verici duygu ve düşüncelerdir.) 25-) Allah'a verdikleri misakı kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar yani Allah'ın riayet edilmesini emrettiği şeyleri (salât'ı ikâme-zekât'a gelip arınmayı) terk edenler ve yerde fesat çıkaranlar; işte lânet onlar içindir yani kötü yurt onlarındır.26-) Allah dilediğine rızkını yayar da ölçülü olarak da verir. Onlar dünya hayatıyla sevindiler. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir yararlanma metaından başka bir şey değildir.27-) Yani kâfirler diyorlar ki: Ona Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi? De ki: Kuşkusuz Allah dileyeni saptırır ve kendisine yöneleni de hidayete erdirir.28-) Bunlar, iman edenler yani kalpleri Allah'ın zikriyle (Kur'an'la) mutmain olanlardır. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ın zikriyle (Kur'an'la) mutmain olur.(Âyette geçen "itminân" manevi açıdan kalbin doyuma ulaşması ve huzur bulması anlamına gelmektedir. Bunu da Kur'an'dan başka hiç bir şey gerçekleştiremez.) 29-) İman edip yani salih ameller işleyenlere mutluluk yani varılacak güzel yurt onlar içindir.30-)(Ey Resül!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın. Onlar Rahman'a kafir oldular. De ki: O benim Rabbimdir. O'ndan başka ilâh yoktur. Sadece O'na tevekkül ettim ve dönüş sadece O'nadır.(Yukarıdaki âyet Allah Resülünün tek görevinin kendisine indirilen vahyi okumak olduğunu açık olarak göstermektedir.) 31-) Eğer okunan bir Kur'an'la dağlar yürütülseydi veya onunla yer parça parça olsaydı, yahut onunla ölüler konuşturulsaydı (o yine bu Kur'an olacaktı). Fakat bütün emirler Allah'a aittir. İman edenler hâla bilmediler mi ki, Allah dileseydi (iradelerine ipotek koysaydı) bütün insanları hidayete erdirirdi. Allah'ın vâdi gelinceye kadar kafirlere, yaptıklarından dolayı ya ansızın büyük bir bela isabet edecek veya o belâ evlerinin yakınına inecek. Şüphesiz Allah, vâdinden dönmez.32-) Andolsun, senden önceki Resüllerle de alay edildi de ben kafirlere mühlet verdim, sonra da onları yakaladım. (Görseydin ki) ikabım nasılmış!33-) Herkesin kazandığını gözetleyip muhafaza eden, (hiç böyle yapamayan gibi olur mu?). Yani onlar Allah'a şerikler koştular. De ki: "Onlara ad verin (onlar necidir?). Yoksa siz Allah'a yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Yahut boş laf mı ediyorsunuz?" Doğrusu kafirlere hileleri süslü gösterildi yani onlar hidayetten alıkonuldular yani kim Allah'ı (vahyi) kaybederse artık onu hidayete iletecek yoktur.34-) Dünya hayatında onlara azap vardır. Âhiret azabı ise daha şiddetlidir yani onları Allah'tan koruyacak kimse de yoktur.(Yukarıdaki âyete göre dünya hayatındaki cezalandırma ve ahirette bulunan ateş azabından veya cehennem azabından başka bir azap yoktur.) 35-) Takvâ sahiplerine vâdedilen cennetin özelliği (şudur): Onun zemininden nehirler akar. Yemişleri ve gölgesi devamlıdır. İşte bu, (kötülüklerden) sakınanların (mutlu) âkibetidir. Ve kâfirlerin âkibeti ise ateştir.36-) Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilene (Kur'an'a) sevinirler. Fakat (senin aleyhinde birleşen) hiziplerden onun bazısını inkâr eden de vardır. De ki: "Bana, sadece Allah'a kulluk etmem yani O'na şirk koşmamam emrolundu. Ben yalnız O'na dâvet ediyorum ve dönüş de yalnız O'nadır.37-) Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik yani (ey Nebi!) eğer sana gelen bu ilimden sonra, onların hevalarına tâbi olursan, (işte o zaman) Allah tarafından senin ne bir velin ne de koruyucun vardır.(Kur'an'ın bazı âyetleri değil, tümü hükümdür yani din ve hüküm olarak ondan başka kaynak yoktur. Nebi (a.s) içinde böyledir. Nebi din namına tek bir kelime ortaya koyamaz. Nebi dememin sebebi şudur. Nebi, vahye tâbi olmakla yükümlü iken (Ahzab-1,2) Resül, tebliğ etmekle yükümlüdür.(Mâide-67)Sistem bu şekilde işliyor. Yani sistem koruma altındadır.) 38-) Andolsun senden önce de Resüller gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik yani Allah'ın izni (yasası) olmadan hiçbir Resül için âyet (mücize) getirme imkânı yoktur. Her ecelin bir kitabı vardır.39-) Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların anası onun indindedir.40-) Biz, onlara vâdettiğimizin (azabın) bir kısmını sana göstersek de veya (ondan önce) seni öldürürsek de sana ancak (Allah'ın emirlerini) tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir.41-) Bizim, yeryüzüne gelip, onu uçlarından eksilttiğimizi görmediler mi? Allah (dilediği gibi) hükmeder, O'nun hükmünü bozacak kimse yoktur. Ve O hesabı çabuk görendir.42-) Onlardan öncekiler de (Resüllere) tuzak kurmuşlardı; halbuki bütün tuzakları (bozmak) Allah'a aittir. Çünkü O, herkesin ne kazanacağını bilir. Bu yurdun akibetinin kimin olduğunu yakında kâfirler bileceklerdir!43-) Kâfir olanlar: Sen gönderilmiş bir Resül değilsin, derler. De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında kitab'ın bilgisi olan (muvahhidler) yeter.(Vahiy ehli muvahhidler hem Kur'an'ın yüce Allah tarafından indirildiğini hemde Muhammed (a.s) ın son Nebi ve Nübüvvete bağlı son Resül olduğunu âyetlerin bağlam ve bütünlüğünden, kavramların arasında bulunan ince ayar ve hassas dengesinden bilirler. Dolayısıyla Kur'an'ın ilim ve hikmetini anlayan, vahyin sistemini kavrayan biri onda var olan kelime kombinasyonunun mükemmelliği karşısında büyük bir hayranlık duyacaktır
22 Şubat 2022 Salı
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(11.YAZI ) "AĞLAYAN KÜTÜK"İşte size Ehl-i Sünnet mezhebinin mutevatir derecesine ulaşmış en sahih bir rivayet, Said Nursi bu hurafeye öyle iman etmiş ki,Mücizat'ı Ahmediye adlı eserine alarak üzerinde önemle durmuş.Diyor ki, "Evet Mescid-i şerifte, hurma ağacından olan kuru direk Resul'ü Ekrem (a.s.m) hutbe okurken ona dayaniyordu.Sonra minber-i şerif yapıldığı vakit, Resulü Ekrem (a.s.m) çıkıp hutbeye başladı,okurken kuru direk deve gibi enin edip ağladı, bütün cemaat işitti.Ta Resul'ü Ekrem (a.s.m) yanına geldi, elini üstüne koydu onunla konuştu, teselli verdi, sonra durdu. Şu mucize-i Ahmediye (a.s.m) pek çok tariklerle, tevatür derecesinde nakledilmiştir.Evet haninul-ciz mucizesi çok munteşir ve meşhur ve hakiki mutevatir'dir.Tabiinin yüzler imamları, o mucizeyi, o tariklerle arkadaki asırlara haber vermişler.İşte, Hz. Cabir, tarikinde derki : Resulü Ekrem (a.s.m) hutbe okurken, Mescid-i şerifte " kuru hurma direği " denilen kuru direğe dayanıp, okurdu.Minberi şerif yapıldıktan sonra, minbere geçtiği vakit, direk tahammül edemeyerek, hamile deve gibi ses verip inleyerek ağladı.Hz. Enes, tarikinde der : Hem onun ağlaması üzerine, insanlarda ağlamak çoğaldı.Hz Ubey İbni ka'b, tarikinde diyor : Hem öyle ağladı ki, inşikak etti.(parçalandı )Diğer bir tarikte, Resul'ü Ekrem (a.s.m) Ferman etti "Onun mevkiinde okunan zikir ve hutbedeki zikri ilahinin iftirakındandır ağlaması.Diğer bir tarikte ferman etmiş."Ben onu kucaklayıp teselli vermeseydim, Resulullah'ın iftirakından (ayrı kaldığından) kıyamete kadar böyle ağlaması devam edecekti.Hz. Büreyde, tarikinde der ki, "Ciz (kütük) ağladıktan sonra Resul'ü Ekrem (a.s.m) elini üstüne koyup ferman etti."İstersen seni daha önce içinde bulunduğun bahçeye geri göndereyim,orada kök salasın, yetişip büyüyesin, yeni yeni yaprak çıkarasın,meyve veresin, istersen seni cennete dikeyim, Allah'ın dostları orada meyvelerinden yesin. Sonra o ciz'i dinledi, ne söylüyor.Ciz söyledi, arkadaki insanlar işitti."Cennette beni dik ki, benim meyvelerimden Cenab-ı Hakkın sevgili kulları yesin.Hem bir mekan ki, orada beka bulup, çürümek yoktur."Resul'ü Ekrem (a.s.m ) Ferman etti "Öyle yaptım! "Sonra ferman etti "Baki yurdu fani yurda tercih etti""İlmi kelamın büyük imamlarından meşhur Ebu İshakı İsferani naklediyor ki, Resul'ü Ekrem (a.s.m ) direğin yanına gitmedi, direk (yani ciz) onun emriyle yanına geldi. Sonra emretti, yerine döndü"( Mektubat- 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediye- Sayfa. 131 )Cevap : Aslında Risâle-i Nur Külliyatını okuyanların içinde Prof, öğretim üyeleri, binlerce üniversite öğrencisi, iş adamı, bürokrat, doktor, mühendis, milyonlarca entelektüel yüksek rütbeli subaylar bulunmasaydı bu deli saçması, ahmakça söylenmiş rivayetleri yazmaya değmezdi.Be ilkel düşünceli, Kur'an cahili Buhari, Müslim'e ve Tirmizi'ye kızmıyorum.Yirminci asırda Osmanlı'nın başkentinde yaşayan "Bediuzzaman" lakaplı Said Nursi'nin bunları kitabına almasına kızıyorum. Allah Resulü'nden yüzlerce sene sonra çocukları uyutmak için uydurulduğu belli olan bu masallar nasıl olur da Ehl-i Sünnet kaynaklarında mutevatir derecesine ulaşmıştır.Bu ümmet bu derece akılsız ve ahmak mıdır.Ey Yahudi uşakları! Bu milletin aklıyla alay etmeye hakkınız var mı ?Ben şahsen bu yalan uydurmayı yazarken hem gülüyor, hem de kızıyordum.Said Nursi bu hurafeyi Risalei Nur Külliyatına alırken, talebeleri bunu kayda geçirirken, yıllarca bunu okur ve ezbere yaparken bunun yalan olabileceğini hiç düşünmediler mi? Veya bu yalanları sorgulamadan kabul ederken Allah'ın kitabı Kur'an neredeydi?
SALÂT, NAMAZ DEĞİLDİR. (2.YAZI) Kur'an'ın salât kavramı, en geniş, evrensel ve en önemli kavramlardan bir tanesidir. Âdeta dinin olmazsa olmaz ilkelerinden biridir. Kavram olarak destek olmak, bağ kurmak, yardımlaşmak, sorunları üstlenmek ve sahiplenmek, arka çıkmak gibi bir çok yan anlamı vardır. Zaten bu anlamın Alak süresinde"Salla yaparken bir kulu nehyedeni gördün mü? Ne dersin, o kul hidayetin üzerinde ise yahut takvâyı emrediyorsa!(Alak-9-12) derken de, salât'ın belkemiğinin takva olduğunu, erdemlilik olduğunu, olaylara duyarsız olunamayacağını, sorunların üstesinden gelmek üzere adım atılmasının gerektiğini, toplumun her türlü sorununa destek vermek olduğunu göstermektedir. Mesela: Salât, helalinden iş bulup geçiminin sağlanması, aile kurumuna destek verilmesi, eğitim-öğretim boyutu gibi çok kapsamlı alanı olan bir kavramdır. Zaman içerisinde din adamları tarafından şu anda icra edilen ritüele dönüşmüştür.Hindulara bakın, Zerdüştlara bakın, Budistlere bakın, Yahudi ve Hristiyanlara bakın hepsi buna benzer bir ritüeli yaptıklarını görürsünüz. Peki namaz kılmak nereden geliyor? Namaz Sanskriçe bir kavram olarak, değerli ve saygın bilinen bir şeyin veya bir kişinin karşısında "saygıyla eğilmeyi" ifade eden bir kavramdır. Namaz, Hindistandan İran'a oradan Araplara, Araplardan Türklere geçmiş bir ritüeldir. Namaz kılmanın eylemi literatür olarak "ateşin önünde saygıyla eğilmek" demektir. Yani bu ateş olmaz da bir taşın karşısında veya bir beşerin karşısında saygıyla eğilirsiniz, bu o kadar önemli değildir. Herhangi bir anıtın, türbenin ve heykelin karşısında da saygı ile eğilebilirsiniz. İnsanın müşrik olması için bunlardan biri veya birkaçını yapıyor olması önemli değildir. Şekil önemli değildir.Dikkat ederseniz bunların hepsinin putperestlerin ve müşriklerin ibadeti olduğunu bir çok âyette Kur'an söylüyor.İşte bundan dolayı insanlara sürekli olarak Kur'an'ı okumalarını ve anlamalarını tavsiye ediyoruz. Salât'ın her yerinde vahiy vardır. Salât vahiy demektir. Salâtta okumak vardır. İnsan okumadığı ve bilmediği şeyin cahilidir. Yüce Allah'ın ilk emri ikra ile başlıyor. İman edenler Allah'tan korkmalı ve Resülden utanmaları gerekir. Allah'ın indirdiği mesaj nedir? Ne değildir. Allah ne emrediyor, nelerden yasaklıyor.Buyruğu nedir? Benim gittiğim yol nedir?Hidayet nedir?Ömrümü uğrunda tükettiğim din hidayet midir yoksa sapkınlık mıdır diye insan hiç merak etmez mi? İslam'ın yani Kur'an'ın bütün kavramlarının değiştirildiğini, tahrif edildiğini, bozulduğunu birçok yazımızda göstermeye çalışıyoruz.Şu an Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin uyguladığı yani fıkıh kitaplarında bulunan namaz eylemi hanif din olan İslam'da olmayan bir eylemdir. Önce bunu bilmek zorundayız. Dinde yaptığımız her şeyi soracağız, sorgulayacağız. Yüce Allah'ın böyle bir emri var mı, yok mu onu bileceğiz. Yoksa biz beş on tane Kur'an cahili mezhep önderinin, müşrik mollaların fetvalarına inanacak onlara ve onların aklına kendimizi mahkum edeceğiz. Yani biz Allah'ın emretmediği bir eylemi farkında olmadan mı yapıyoruz. Bunu kendimize mutlaka sormalıyız. Kur'an'ı okuyup anlamaya çalışacağız. Bilgisizce hareket etmek İslam dininin kabul etmediği bir ahlaktır.Şimdi salâta gelelim.Namaz kılmak diye bir eylemin olmadığını, Kur'an'da kalıplaşmış, robotlaşmış, alışılmış, yüzyıllardan beri taklit edilen, insanlara hiçbir katkısı olmayan Kur'an'da karşılığı bulunmayan bir ritüelin olmayacağını bilmemiz gerekir. Fakat Nebi'ye destek olan salât'ı Muhammed'e salavât olarak çevirdikleri gibi, (Ahzab;56) vahiy'le topluma destek olan salât'ı ikâme'yi namaza çevirdiler.Buradaki esas amaç, insanlar Kur'an'ı okusun, araştırsın, öğrensin istemiyorlardı. Kendilerine kul olsun, aynen sürü gibi hareket eden bir toplum isteniyordu. Çünkü putperest müşrik zihniyetinde mollalar takımı vardır. Aynen Türkiye'de olduğu gibi. Bu müşrik mollaların hiç bir tanesinin Kur'an'ın anlaşılması ve araştırılması ile ilgili bir cümlesini duyamazsınız. Bu mollalar takımı şirk dininin şeytanlarıdır. Bunlar asla Kur'an'ın ilmini tavsiye etmez, hidayete yönlendirmez ve doğruyu konuşmazlar. Bunların işleri güçleri Allah adına yalan söylemek ve iftira etmektir. Bu Sünniymiş, Şiaymış, Vahhabiymiş, Selefiymiş, Nurcuymuş, Süleymancıymış, Tarikatçıymış bizi ilgilendirmiyor. Önce bunlarla ilişkimizi keseceğiz. Bunlar Kur'an hidayeti açısından birer ümitsiz vakıadır. Bunların Kur'an'ı kabul etmeleri mümkün değildir. Yani bu konuda bir karar vereceğiz. Salâtın hedefi vahiy'le bilinçli ve şuurlu bir birey ve toplum oluşturmaktır. Yani sorumluluklarının idrakine sahip ne söylediğinin farkında olan, uğruna ulaşabileceği hedefleri kestirebilen toplum uyanacak, Kur'an'ın ilmine ve iklimine dönecektir.Salât öyle üç dakikalık yat kalk hareketi değildir. Esas salât, Kur'an'ın eğitim ve öğretimidir.Bir insan öğrenmediği ve bilmediği bir şeyin yabancısı olacaktır. Kur'an'ı öğrendiği zaman bilinçli hareket edecek, şirk ve hurafelerden de kendisini koruyabilecektir. Sadece salât değil, Kur'an'ın bütün kavramları değiştirilmiştir.Mesela: Akıl büyük bir güç ve önemli bir nimettir.Onu kullanmasını bilemezsiniz ona hakaret etmiş yani ona küfretmiş olursunuz. Aklın kullanılmamasının en büyük sebebi vahiy'den uzaklaşmaktır. Bizim dinimizde içten dua etmek vardır. Ve bunun bir formu ve şekli yoktur. Çünkü dua Yüce Allah ile kul arasında en ideal iletişim aracıdır.İslam dininde boyun bükerek, yalvara yalvara, gizli gizli, ilan etmeden, çağırıp bağırmadan yani gösteriş yapmadan dua etmek vardır. Nebi ve Resüllerin duaları bu şekilde idi. Rabbimize dua ederken yani onu anarken, isimleri ile ona yönelmemiz, ona hamd etmemiz, saygı ve sevgimizi belirtmemiz gerekir. Sakın bu kadar insanın yaptığı şey yanlış olamaz, bu kadar insan batılın üzerinde bir araya gelmez, demeyin.O zaman Hintlileri ve Çinlileri da haklı çıkarmış olursunuz. Salât, müminin her amelini, düşünüşünü, her türlü eylemini yüce Allah'a bağlı bir şekilde ondan gafil olmadan, takva sorumluluğu ile yerine getirmesi demektir.Salât, eğitim-öğretimde münferit ve toplumsal konularda, ailevi ve sosyal konularda destekleyici faaliyetlerle toplumu maddi-manevi ayağa kaldırıcı her türlü hayırlı eylemin adıdır. Salât budur. Peki bunlar salât'ı nasıl değiştirmişler? Şii ve Sünni din adamlarının "namaz vakitleri" olarak ileri sürdükleri âyetlerin hepsi Mekke'de inmiştir.Ve sadece Nebi (a.s) a özel olarak indiklerini kapkara cahil olmayan herkes anlar.Fakat müminlerin ilim için bu vakitleri değerlendirmelerinin hiç bir sakıncası yoktur. Yeter ki bu vakitler için sanal bir ritüel için vakit çıkarmayalım. Mekke'de salâtlar toplu olarak değil, münferit olarak yerine getiriliyordu. Cuma salâtı için temizliğin Mekke'de değil de, Medine'de önerilmesinin sebebi budur. Yani Şii ve Sünnilerin farz olarak gördükleri ve adına abdest dedikleri maddi temizlik bir tavsiye ve önermeden başka bir şey değildir. Mâide süresi 6.âyet gibi, "Ey iman edenler!" diye başlayan bir çok öneri ve tavsiye içerikli âyetler vardır. Ve iman edenlerin büyük çoğunluğu bunları hiç bir zaman duymamışlardır. Bunun sebebi dinin namaz ve abdestin üzerine bina edilmesinden kaynaklanmıştır. Yani, normal bir temizlik olan bir tavsiye büyük bir farz olarak telakki edilmiştir. Aynen Nebi'ye özel olan bir nafilenin (İsra-78,79) bütün ümmete farz yapıldığı gibi.
21 Şubat 2022 Pazartesi
İNFAK VE SALÂTI İKAME(27.YAZI) İnfak kavramında “vermek” ten daha çok “paylaşmak” anlamı vardır. Çünkü infak yüce Allah''ın verdiği rızıktan infak yapmaktır. İnsanın kendi asli malı değildir. Salât'ı ikame (vahiy'le bağlantıyı ayakta tutma) süreci içinde hidayet kitabınızı sorgulayıp irdelemeye ve doğrulamaya devam ederken ve çevrimiçinde kalıp güncellemelerle arınırken artık paylaşım yapmanızın da zamanı geldi. Ne kazanmışsanız çevrimdışı veya çevrimiçi tüm toplumsal platformlarda ondan vermeye başladınız. Buna özellikle öğrendikleriniz de dâhil. İşte bu paylaşım faaliyetine Kur'an infak diyor. İnfak salât'ı ikame âyetleri içinde bolca geçen kavramlardan biri ve hatta kitap sırasına göre ilkidir. (Bakara-3) Rızık sadece yiyecek içecek, mal ve mülk değildir. Rızık aynı zamanda vahiy'den edindiğimiz aydınlık bilgilerdir. Salâtımızda farkındalıkla aydınlanmamızı sağlayan gerçeklerdir. Yukarıdaki âyetin içerdiği infak da ağırlıkla işte o vahiy aydınlığını başkalarıyla paylaşmamızdır. Ne kadar infak ettiğimizin ölçüsü doğru ve güzel olanı ne kadar paylaştığımızdadır. "Onlar, salât'ı ikame eder ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler"(Enfal-3)Kazandığımız ama kenara çekilip tek başınıza tükettiklerimiz infak edilmemiş rızıklardır. İster mal ve mülk olsun ister hak ve hidayet bilgileri olsun. Hidayeti bulduk diye kenara çekilip toplumdan yalıtılmış bir hayat islâmi ve ahlâki bir hayat değildir. "Allah yolunda infak edin yani kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın yani güzel ahlak sahibi olun. Şüphesiz Allah, güzel ahlak sahiplerini sever" (Bakara-195) "Sana neyi-nasıl infak edeceklerini sorarlar. De ki: Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, akrabalara, yetimlere, miskinlere ve yol evladlarınadır. Hayır, olarak her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir"(Bakara; 215)Zekat, tamamen arınma anlamına geldiği için onunla ilgili hiç bir ayrıntı bulunmamaktadır. Fakat infak ve sadakalarla ilgili onlarca ayrıntı mevcuttur. Zekat ve sadakalarla ilgili, kime verilecekleri, ne zaman verilecekleri, hangi mallardan verilecekleri gibi bir çok teferruat vardır.Sanki tek ibadet namazmış gibi insanların akılları tamamen ona kilitlenmiş vaziyettedir. Halbuki Kur'an'da ibadet hükmünde geçen yüzlerce emir ve yasak vardır.Namaz ritüeli bütün bu ibadetlerin üstünü örten, onları hükümsüz bırakan, önemsiz kılan çok tehlikeli bir ugulamadır. Çünkü namaz gösterişe dayalı bir ritüel olduğu için istismara geniş bir alan yaratıyor. İhlas holdingten kombassana, yimpaştan fetö'ye kadar en önemli istismar ve rant aracı namaz ritüeli olmuştur. Dolayısıyla namaz ritüeli salih amelleri örtüp önemsiz kıldığı gibi, kötü amellerinde görünmesine engel olan kalın bir perde gibidir. Mesela infak etmek yani insanın elinde emanet olarak bulunan malı yüce Allah için paylaşmasının karşılığı cennettir. "Ey iman edenler! Hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kâfirler zalimlerin ta kendileridir. (Bakara-254) Görünüşte her ne kadar infak eden biz görülüyorsak da esasta infak eden Allah'tır. Yüce Allah’ın bize verdiğini bizim başımıza kakmasını ister miydik? O halde biz de sanki kendi malımızdan veriyormuş gibi infak edemeyiz. Biz sadece yüce Allah ile fakirler arasında bir hayır köprüsüyüz. Eğer maldan infaka gücümüz yoksa bazen güzel bir sözü iletmek ya da bağışlamak gönlümüzün arkada kalacağı infaktan çok daha güzel bir paylaşım olacaktır. Allah’ın bizim malımızdan vermemize ihtiyacı yoktur.Bizim temizlenmeye ve arınmaya ihtiyacımız vardır. Yine Allah isteseydi aracı kılmadan yani direkt olarak verirdi. O yüzden infak ettiğimizde aslında psikolojik olarak kendimizi tedavi ediyoruz demektir. Şu dünya hayatında güzel ahlakla beraber iki özellik kimde bulunursa yüce Allah'ın rızasına yani cennete kavuşur. 1-) Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiç bir rivayet, kaynak, mezhep, cemaat, tarikat, şeyh meyh tanımayanlar. 2-) Allah yolunda infak edecek yani cimri yani ahlaksız olmayanlar. Dolayısıyla camilerden, havralardan, kiliselerden, Mekke ve Medine'den, Kudüs ve Vatikandan Allah'a giden bir yol yoktur. Allah'a giden yol fakirlerin ve miskinlerin gönüllerinden geçiyor. Cimrilik cemaat ve tarikatların en belirgin özelliklerinden biridir. Mal ve para konusunda çok takıntılı ve onu elde etmek için çok hırslıdırlar. Ucuza kapatıp pahalıya verdiklerine çok sevinirler. Mallarını ve paralarını aşırı bir hassasiyetle diğer insanlardan gizlerler. Cami ve mescitlerin, zikir ve tesbihatların, namaz ve niyazın onlara hiç bir faydası olmamıştır. Şirk dinlerinde sırlar taşır, tekelleşmeye çalışırlar.İnsanlara infakı emreder ama kendileri alabildiğine cimridirler. Ellerindekinin bitmesinden ve fakirlikten çok korkarlar. Bir gün öleceklerini ve mallarını diğer tarafa götüremeyeceklerini asla düşünmezler. Kuran din namına eksik bir şey bırakmayan bir kitaptır. Yeter ki onun zikrettiği salât'ı (bağlantıyı) ayakta tutalım. İnfakta rızkın temizliği ve nereden ne şekilde edinildiği de önemlidir. Salât bağlantısının kime olacağını unutmuş biçimde sırtını düzenbaz tüccarlara yaslayıp kazananın infak etmesiyle az da olsa salâtını ayakta tutup temiz kazananın infakı bir olmaz. Çok malım var diyerek gösterişle verenle temiz rızkını paylaşan bir olmaz. İnsanların çoğu mal sahibi olunca halinden memnun ve kimseyi tanımaz, salât malat umursamaz hale gelir. Onlardan değil musallilerden olmak gerek. Musalli olmak sadece infakla ilgili değil tüm bağlantı araçlarıyla ilgilidir. Ama neticede infak salât'ın (vahiy'le bağlantının) bir aracı olduğu için o infakı yapanlara da musalli (salât eden) denir. Onlar salâtları üzerinde devamlıdırlar yani onlar bağlantılarını koparmayanlardır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(143. YAZI)Yusuf Süresi 91-) Kardeşleri dediler ki: Tallâhi, gerçekten Allah seni bize üstün kılmış yani biz hata etmişiz.92-) Yusuf dedi ki: "Bugün sizi kınamak yoktur, Allah size mağfiret etsin! Yani O, merhametlilerin en merhametlisidir."93-) "Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, basireti geri gelecektir. Ve bütün ehlinizle bana gelin. 94-) Kafile ayrılınca, babaları: Eğer bana bunamış demezseniz ben Yusuf'un kokusunu buluyorum! dedi.95-) Onlar da: Tallâhi sen hâla kadim şaşkınlığındasın, dediler.96-) Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz basireti geri geldi. Ben size: "Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim" demedim mi! dedi.97-) Oğulları dediler ki: Ey babamız! Bizim günahlarımız için istiğfar et! Çünkü biz gerçekten hatalı idik.98-) Ya'kub: Sizin için Rabbimden istiğfar dileyeceğim. Çünkü O Ğafur'dur, Rahim'dir, dedi.99-) Hep beraber Mısır'a gidip Yusufun yanına girdikleri zaman, ana-babasına yanına aldı yani "Emniyet içinde İnşéAllah Mısır'a girin!" dedi.100-) Ana ve babasını arşın üzerine kaldırdı ve hepsi (ona kavuştukları için Allah'a) secdeye kapandılar yani (Yusuf) dedi ki: "Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu hak kıldı yani Rabbim bana çok güzellik etti. Çünkü beni zindandan çıkardı yani şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dileyene lütfedicidir. Kuşkusuz O Alim'dir, Hakim'dir" (Secde kelimesine ilk olarak Bakara süresinin başlarında Âdem (a.s) için meleklerin secde etmesinde rastlıyoruz.Ve meleklere “Âdem için secde edin” dedik. İblis hariç secde ettiler. O ise diretti yani kibirlendi yani kâfirlerden oldu"(Bakara-34) “Meleklerin Âdem'e secdesi” konulu âyetlerde geçen "secde" kelimesi, bir fiili, hareketi ve ritüeli değil, bir emrin gereğini kayıtsız şartsız kabul etmeyi simgelemektedir. Şimdi âyetlerle konuyu daha da açmaya çalışalım. "Ey Meryem! Rabbine gönülden bağlan yani secde et yani rükû edenlerle birlikte rükû et.Ayette “gönülden bağlan” şeklinde çevirisi yapılmış ve emir kipinde olan"uknuti" kelimesi, dilimize de geçmiş ve çok aşina olduğumuz bir fiil olan" ikna, kanaat" gibi kelimelerle aynı yapıya sahiptir. Söylenen şey: İkna ol, boyun bük, kabul et.Demek ki secde dediğimiz şey "ikna olduktan" sonra yapılıyor veya ikna olmayla ilgili bir sürecin sonucu oluyor.O zaman ikna olmayı sağlayan etken nedir?"Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O'na kulluk etmekten büyüklenmezler; O'nu tesbih ederler ve yalnız O'na secde ederler" (Âraf-206)Yeri gelmişken, yukarıdaki âyette geçen “yalnız O'na secde ederler” cümlesini unutmayalım. Çünkü bu haber gerek Âdem için yapılan secdeyi ve gerekse aşağıda okuyacağımız âyetteki secdeyi doğru anlamak için bir mantık sınırı vermektedir. Yaratılışta bildiğimiz anlamda Âdem’e secde edilmemiştir. Âdem için Allah’ın emrine ikna olunmuş, kanaat getirilmiştir. Yani eşyanın onun aklının emrine verilmesi vardır. Bu şartlarda konumuz olan âyette anne-baba ve kardeşleri tarafından secde edilen Yusuf (a.s) değildir. Yani "hu" zamirinin muhatabı Yusuf (a.s) değil, yüce Allah'tır. Yusuf (a.s) ın olması mümkün değildir. Eğer öyle olsaydı Kur'an çelişkili bir kitap olurdu.Halbuki Kur'an'ın çelişkiden uzak ve hatadan masum olduğu ilâhi bir hükümdür. (Nisa-82)101-) "Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana hadiselerin te'vilini de öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim velimsin. Beni müslim olarak vefat ettir ve beni sâlihlere ilhak eyle!"102-) İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).103-) Sen ne kadar (iman etmeleri için) hırs göstersen de insanların çoğu mümin olacak değillerdir.104-) Halbuki sen bunun (Resüllük görevini îfa) için onlardan bir ücret istemiyorsun. O (Kur'an) âlemler (insanlar) için ancak bir zikirdir.105-) Göklerde ve yerde nice âyetler vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler.106-) Onların çoğu, ancak şirk koşarak Allah'a iman ederler.107-) Allah tarafından kuşatıcı bir azabın gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emîn mi gördüler?108-)(Ey Nebi!) De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a dâvet ediyorum, ben ve bana uyanlar basiretli bir yol üzerindeyiz. Allah'ı tenzih ederim yani ben müşriklerden değilim."109-) Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. (Kâfirler) yeryüzünde hiç seyretmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Hâla aklınızı kullanmayacak mısınız?110-) Nihayet Resüller ümitlerini yitirip de kendilerinin yalanlandıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan âfetimiz asla geri çevrilmez.111-) Andolsun onların (geçmiş Nebi-Resül ve kavimlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi tafsil eden (bir kitaptır); iman eden kavim için bir rahmet yani hidayettir.(Yusuf Süresinin Sonu)
20 Şubat 2022 Pazar
MUHATAP ALIP ALMAMA MESELESİ Bazı arkadaşlar iyi niyetle keşke Şii ve Sünni kelimelerini kullanmasanız diyorlar.Halbuki yüce Allah önemine binâen Firavun'un şirk ve küfrünü ebedi olarak deşifre etmiştir. (Kasas-38; Naziat-24)Aslında Kur'an Yahudi ve Hristiyan kelimelerini kullanmasaydı, bizde Şii ve Sünni kelimelerini kullanmayacaktık. Aralarında hiç bir fark yoktur. Hatta Kur'an'a karşı tavır almada yani muvahhidlere düşmanlıkta Şii ve Sünni din adamları Yahudi ve Hristiyan din adamlarından daha kötüdür. "Mustafa İslamoğlu'nun kanalı Hilal tv nalları dikti" diyen cübbeli Ahmedle ilgili Mustafa İslamoğlu aynen şunları söylemiştir : "Kafasında sarık, suratında sakal, sırtında cübbe, kendine de hoca sıfatını vermiş bir satıcı!Her şeyin satıcısı ve diline bakın, ahlakına bakın, karakter ve seciyesine bakın.Bu kendi ifadesiyle çocukluğundan beri babası da, buda tekke ve tarikatta, bir şeyhin önünde nefis terbiyesi almış, demek nefis böyle terbiye edilirmiş.Ve bu tanıdığınız şahıs şeyhi için “ete kemiğe büründü Allah diye göründü" diyen satıcı.Bu "Allah tuvalet taşı ile konuştu" diyen satıcı.Bu Abdülkadir Geylani'den "sırrım Allah'ın sırrıdır, emrim Allah'ın emridir, ben ne dersem o olur, kabrim beytullahtır" dediğini ve buna iman ettiğini ifade ederek büyük bir zevkle nakleden şahıstır. Bu "şeyhim Allah ile görüşüp kendini hapishaneden kurtardığını" söyleyen şahıstır. "Azap melekleri birini alıp cehenneme götürürlerken, ben Nakşibendi tarikatının Hâlidi kolundanım derse derhal serbest bırakırlar" diyen adamdır.Aranızda şunu söyleyenler olabilir. Hocam! Hiç bunu muhatap alma!Ben yedi sene hiç muhatap almadım, tam yedi sene onu muhatap almadım. Siz bu söylediğinize kendiniz inanıyor musunuz? Bu memlekette insanları nasıl haraca kestiler? Nasıl bu hale geldiler?Şu anda Ali kıran baş kesen olmaları biraz da onları muhatap almadan kaynaklanmıyor mu? Aslında bu bir kaçış değil mi? Bu durum aynen şuna benziyor. Tuvalet dolmuş, sifonu çekeceksiniz çekmiyorsunuz. Üç beş defa kullanıyorsunuz.Tabii önce tuvalet kokuyor, yüzünüze gülsuyu döküyorsunuz, sonra salon kokuyor, sonra ev kokuyor, sonra apartman kokmaya başlıyor. Niye sifonu çekmedin?Muhatap almadım! diyorsunuz. Muhatap almıyorsunuz.Böyle oluyor topraklarımız toplumumuz.Muhatap almamak kaçış bahanesinden biri, kaçış bahanesi. Bari kendinize şunu itiraf edin! Helal olsun, yüreğimiz yetmedi, yüreğimiz yetmedi. Çünkü yapamazsınız. Ne yaparlar? Her şeyi yaparlar! Her şeyi mi? Evet her şeyi yaparlar!"Dolayısıyla Şii ve Sünni din adamlarının bu dine yaptıkları ihanet ve kötülüler yanında onlar hakkında söylediklerimiz çok azdır.
SALÂT NAMAZ DEĞİLDİR.(1.YAZI) Allah’ın âyetlerini hakkıyla okuyup, kayıtsız şartsız teslim olup boyun eğerseniz (secde-rükû ederseniz) her türlü problemi çözersiniz.Fakat şeytanların rivayetlerinden yola çıkarsanız yani zanni bilgilerle hareket olursa çürümüş beyinlere mahkum olursunuz. İşte bu yüzden bugüne kadar ümmete öğretilen namaz ritüeli hem fıtri açıdan, hem medeni açıdan, hem Kur'anî açıdan ve hem de aklî açıdan anlamsız çıkıyor. Kur'an'da anlatılan salât ve salât'ı ikâme ile taban tabana zıt çıkıyor. Hiçbir âyette salât namazla uyum sağlamaz. İşte bunun için salât'ın namaz yorumunu değil, Kur'an’ın ve aklın gösterdiği istikameti doğru buluyoruz. Bunun farkına varırsak, samirilerin buzağısından ebediyen kurtulmuş oluruz. “Namaz kılmak” olarak çevrilen Salât âyetlerinin üzerinde defalarca eğiliyor ve her açıdan izah etmeye çalışıyoruz. Fakat İsrailoğullarının buzağıdan kurtulmaları hiç kolay olmuyor. Düşünebilir misiniz ki, Musa (a.s) gibi karizmatik bir lider yani Allah sevgisinin üzerinde tecelli ettığı bir Nebi ve Resül yıllarca sizi mescitlerde eğitsin, Firavun'a meydan okusun, şirk dininin bütün ilim adamlarını mağlup etsin, sizi özgürlüğe çıkarsın, denizi kupkuru bir yol olarak önünüze döşesin, ama karşıya geçer geçmez bir putun önünde eğilme ihtiyacını hissedeksiniz. (Âraf-138)İnsanların “namaz” da diretmelerinin sebepleri:1-) Kur'an'ın bilinmemesi: Bu ümmet Emevilerden beri Kur'an'a karşı büyük bir cehalet içindedir.Kur'an'ın en basit kavramları bile anlaşılmış değildir. Hatta tahrif edilmiştir. Vahyin bağlam ve bütünlüğü darmadağın edilmiş, Kur'an anlaşılmaz denilerek itibârı sarsılmış, Allah'ın âyetleri dünya metaına peşkeş çekilmiş, ölülerin hükümlerine esir edilmiştir. 2-) Kur'an'a korkunç ihânet edilmekle beraber "Namaz inancının" temeli çok sağlam atılmış, neredeyse din eşittir namaz olmuştur. Böyle olunca Kur'an'da var olan onlarca ibadet önemini yitirmiş, ümmet tek ibadetin namaz olduğuna iman edince Kur'an'ın en önemli ilkeleri meçhule karışmıştır. Buzağıya tapma arzusu, Musa (a.s) ın bütün emeklerini zayi etmiştir. Mesela: İhlasın, dini Allah'a özel kılma olduğunu kaç hadis profösörü biliyor. Mesela: İhsanın, (güzel ahlak) tevhid akidesinden sonra İslamın en önemli ilkesi olduğunu diyanet vaizlerinden duydunuz mu? Mesela: Takvanın ne olduğu, şükrün hangi anlama geldiğini, infak etmenin önemini, adalet, merhamet, hidayet, akrabalara ihsan, fakir, yetim ve miskinlerin gözetilmesi, boynu büküklerin özgürleştirilmesi gibi yüzlerce ibadet ve ilkenin yok olmasına sebep namaz ibadeti olmuştur. Bü ümmet zekat'ın ne olduğunu bile anlayamamıştır. Çünkü din, tevhid ve güzel ahlak üzerinde kurulu iken, onlar sanal bir ritüelin yani bir bataklığın üzerine inşa ettiler. Şii ve Sünni din adamları, tek ibadetin namaz kılmak ve hac yapmak olduğunu zannediyorlar. Halbuki Allah için yapılan her şey ibadettir. Daha doğrusu Kur'an'da var olan bütün emirler ibadettir. Yani Kur'an'da altı yüz civarında bulunan tüm emir ve yasakların hepsine riayet etmek ibadettir.Dolayısıyla salih amel olan her şey ibadet hükmüne geçer. Dini Allah'a özel kılanın her adımı ve her sözü ibadettir. Din ve hüküm olarak rivayetlere iman eden din adamlarının bütün amelleri şirk ve küfürdür. Tabi aldatma namazı dinin üzerine bina etmekle sona ermedi. Sırada devasa mâbedler, insanları etkileyen gösterişli mimari, ziynetli mefruşat ve bir hiç uğruna heba edilen servetler. Bütün bunlarla beraber Allah'ın kitabının mehcur bırakılmasını bir düşünün. Bu batıl dinde ihlas ve takva, hamd ve şükür, iman ve ihsan olmadığı gibi İbrahim ve Musa, İsa ve Muhammed (aleyhimusselâm) da yoktur. İbrahimsiz bir dini düşünün. Nebi ve Resüllerin olmadığı yani bilinmediği bir dini düşünün. Böyle bir din cehenem olmaya mahkumdur. Evet maalesef Kur'an'ın temeli yok edilmiş buna mukabil olarak namaz dininin temeli ümmetin zihnine çok sağlam atılmıştır. Bu bakımdan ümmetin salâtı algılaması zor oluyor. İsrailoğulları özgürlüğe ayak uyduramıyor.Çünkü Mısırda idealsiz bir hayata mahkum edilmişlerdi. O kadar ki, Musa (a.s) gibi çilekeş bir Resüle "git sen ve Rabbin savaşın, biz burada oturuyoruz" deme cüretini göstermişlerdir. Bütün bu zorluklara rağmen, hakkın yolunda olan arkadaşlarımız Kur'an'da var olan esas konulara odaklanarak salâtın gerçek olarak hangi anlama geldiğini araştıracaklardır.Bu yanlış algılamaların Şia ve Ehl-i Sünnet coğrafyasını ne hale getirdiğine bir bakın!Namaza Delil Olarak Gösterilen Bir Kaç Âyetin Gerçek Anlamı:1-) Nisa- 101: Bu âyette geçen salât; fanatik mezhep bağlılarının, cemaat ve tarikat mensuplarının yoğunlukta olduğu bir ortamda Kur'an dersi verildiği yani sadece vahiy anlatıldığı zaman, bir itiraz, kavga, kargaşa ve tehlikeli bir durum çıkma ihtimali halinde salat'a ara verilmeli ve kısa tutulması ile ilgilidir. Yani bir saatlik konuşmayı on beş dakikada bitirmek gibi bir durumdur. Dört rekatı iki rekata indirme cehaleti değildir.Çünkü fanatik müşrikler namazdan değil, Kur'an'ın tevhid öğretisinden rahatsız olurlar. Kur'an'a asla tahammül edemezler. Yoksa namaz kılmanın müşriklere hiç bir zararı yoktur. Onların dinini yıkacak olan namaz değil, vahiy ahlakının öğretilmesidir.2-) Nisa- 102: Nebi (a.s) orduya savaşla ilgili talim ve taktik veriyor. Vahiy nazil olursa, Allah'ın Resülü onunla askerleri motive ediyor. Toplu savaş eğitiminin desini veriyor yani salât'ı yerine getiriyor. İyice anlayıp motivasyonla iknâ olanlar, Resulullah’ın sözlerine secde ediyorlar yani tam teslimiyet gösteriyorlar. Sonra nöbetçilerle yer değiştirip aynı dersi yani taktik ve talim desteğini alıyorlar. Âyetin Esas Amacı: Savaş anındayken bile namazı kılın değil, düşman saldıracakken bile komutanın vereceği talimatı dinleyin kurallara göre hareket edin ve onun emrine uyun!” demektir. 3-) NİSA 103: Vahiy'le toplu eğitim bittiğinde dağılıp her halinizle (bireysel olarak) Allah’ı zikredin. Güvende olduğunuzda cemaat olarak salât'ı ikame edin! Muhakkak ki salât'ın vakitlerini yazmak müminler üzerine bir görevdir.Yani cuma salatının vaktini tayin etmek, onu berlemek yüce Allah'ın değil, müminleri üzerine düşen bir görevdir. Kendi durumlarına göre aralarında şura ile kayıt altına alırlar. Bu âyet de: “Cuma salâtı’nın yani toplu olarak salat'ı ikâme etmenin vaktine” işaret eder. 4-) Cuma-9:"Ey iman edenler! Cuma günü salât için nida edildiği zaman Allah'ın zikrine koşun yani alışverişi bırakın..." Bu âyet salâtın vahyi dinlemek olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. 5-) Tâhâ-14: "... Bana ibadet et yani salât'ı zikrim (vahiy) için ikâmet et" Demek oluyor ki, salât'ı ikâme vahiy'le toplumun ayağa kaldırılması, Kur'an ilminin insanlara ulaştırılmasıdır. 6-) Ankebüt-45:"Sana kitaptan vahyedileni tilâvet et yani salât'ı ikâme et. Şüphesiz salât fuhşiyattan ve münkerden alıkoyar yani Allah'ın zikri olan (Kur'an ile uyarmak) en büyük (öğüttür) Bu âyet iletişim ve diyalog olmadan kötülüklerden uzaklaşmanın mümkün olmadığını ortaya koyuyor. Yani salat'ı ikâme vahiy'le insanları uyarmaktan başka bir şey olmadığını net olarak gösteriyor. 7-) MAİDE 6: Bu âyetin Mekke'de değil de Medine'de inen bir sürede bulunmasının sebebi Mekke'de cuma salâtının olmaması yüzündendir.Çatışma ve kargaşa olmaması yani müminlerin zarar görmemesi için Mekke'de toplu olarak salât icra edilmiyordu. İşte bu yüzden cuma salât'ı olmadığı için Mekke'de maddi temizlik (abdest) önerilmemiştir.Yani maddi temizlik, bireysel salâtlar için değil, cuma salâtı için önerilmiştir.Ehl-i Sünnet din adamlarının namaz için çıkardıkları vakitlerin hepsi Mekke'de inen sürelerde yer almakta ve tümü Nebi (a.s) ın Mekke müşriklerine karşı vahiy'le mucadele etmesini konu almaktadır.İçte âyetle: Hud-114; İsra-78, 79; Tâhâ-130.Bu âyetlerin her kelimesi Nebiye özel yani çoğul formunda değil, tekil formunda gelmişlerdir. Hatta İsra süresinde "sana özel" hükmü de kayıt altına alınmıştır. Ancak bu âyetlerde geçen vakitler en verimli zaman dilimleri oldukları için müminlerin de bireysel olarak bu vakitleri değerlendirmelerinde hiç bir sakınca yoktur. Dolayısıyla bu zaman dilimlerinden müminler için namaz vakitleri çıkarmak cehaletin zirvesidir.
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR.(10. YAZI )Said Nursi'nin Risale'i Nur Külliyatına aldığı yalan rivayetleri ele almamızın esas sebebi, Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki hurafe ve uydurmaların ne kadar çok olduğunu ortaya koymak, aynı zamanda Said Nursi'ye bir ilâh gibi iman edenlere, sorgusuz sualsiz aklını ona teslim eden Kur'an cahillerine bir mesaj iletmek içindir. Çünkü Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki hurafe rivayetler ümmetin başına büyük felaketler açmıştır.Ehli Sünnet ve Şia'nın mensupları tâbi oldukları dinin ne kadar uydurma ve yalan, rivayetlerinin ne kadar tehlikeli olduğunun farkında değillerdirBu yüzden kaynağı kurutmadan cehaletin ve vahşetin önüne geçmek mümkün değildir.Terör örgütlerinin hepsi bu zehirli ve ölümcül kaynaklardan beslenmektedirler.Yoksa Rahmân ve Rahim olan Allah'ın hidayet kaynağından böyle cehalet ve vahşet çıkarmak mümkün değildir."İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir.Artık Allah'tan ve onun ayetlerinden başka hangi söze iman edecekler"(Casiye- 6)Ehli Sünnet ve Şia'nın din olarak edindikleri kaynaklardaki rivayetleri Said Nursi'nin Mektubat 19.Mektup Mücizatı Ahmediyesinden aktarmaya devam ediyoruz.Diyor ki, "Sahihi Tirmizi, nakli sahih ile İbni Abbas'tan haber veriyorlar ki :İbni Abbas dedi ki :Resulü Ekrem bir arabiye ferman etti "Ben bu âğacın şu dalını çağırırsam, yanıma gelse iman edecek misin?"Evet" dedi. Resülü Ekrem çağırdı.O urcun (dal ) ağacının başından kopup Resulü Ekrem (a.s.m) ın yanına atladı, geldi. Sonra emretti, yine yerine gitti.(Sayfa -129)Tekrar tekrar kaynak veriyoruz ki, bazıları Risalei Nur Külliyatında böyle akılsızca hadisler yoktur demesinler.Bir mümin için en büyük bela ve musibet,Allah'ın kesin delil olarak gönderdiği kitabı anlamaya çalışmadan, bu saçma sapan uydurma hurafeleri yıllarca gerçekmiş gibi okur da okur, onlara Kur'an gibi iman eder.Kur'anın, aklın ve ilmin kabul etmediği bu hurafelere inanan bir cemaat hakiki anlamda yeryüzünde hizmette bulunmasının ve sonuca ulaşmasının mümkün olmadığını herkes görecektir.Bir insan aklen hasta olabilir yani şizofren olabilir, dengesiz ve mantıksız da olabilir. Aklı başında olan biri bu ahmakça rivayetlere inanmaz. Çocuklar bile bunlara güler. Yani Said Nursi'den daha çok bu yalan ve iftiralara iman edenler bizi ilgilendiriyor. Kur'an gibi kitab'ı olan bir ümmet bunlara nasıl iman eder? Milyonlarca insan nasıl bu kadar Kur'an'dan habersiz olabilir?
19 Şubat 2022 Cumartesi
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR (9.YAZI ) Ehl-i Sünnet ve Şia'nın rivayetleriyle Said Nursi'nin kitabına aldığı yalanlara baktığımızda sanki Allah Resulü'nün Mekke ve Medine'de yaşayan bir beşer Resul değil, havada ve hayallerde yaşayan bir masal kahramanıdır. Said Nursi diyor ki:"Başka bir tarikte (rivayeti geldiği yol) rivayet edilmiş ki, Hz. Cabir der ki. Resulullah bana emretti ki,"O ağaçlara de, Resulullahın haceti (dışarı çıkmak, lavabo ihtiyacı) için birleşiniz""Ben öyle yaptım. Onlar birleştiler. Sonra ben beklerken, Resulü Ekrem çıkageldi, başıyla sağa sola işaret etti,( ağaçlara komut verdi ) iki ağaç yerlerine gittiler."(Mücizatı Ahmediye- sayfa, 127 )Aklı başında bir adam böyle saçma sapan şeylerle ilgilenir mi?Said Nursi bu hezeyanları kitabına alırken ve yüzlerce kez bunları tekrar tekrar okurken-okuturken Kur'an ve akıl neredeydi?Talebelerinin içinde aklı başında tek bir adam yokmuydu? Şimdi size Said Nursi'den çok enteresan bir uydurma daha aktaracağım.Diyor ki: "Hz Yale, tarikinde nakli sahih ile haber veriyor ki: Bir seferde, Talha veya Semure denilen bir ağaç geldi, Resulü Ekrem (a.s.m ) ın etrafında tavaf eder gibi döndü, sonra yine yerine gitti. Resülü Ekrem ( a.s.m ) Ferman etti. "O ağaç Cenabı Hak'tan istedi ki, bana selam etsin"( Mektubat- 19.Mektup- Mücizatı Ahmediye- Sayfa, 128 )Cevap :Bu yalan ve Allah Resulü'ne iftira rivayeti ancak hululiyeci bir müşrik uydurmuştur.Bunu eserine sahih bir rivayet olarak alan Said Nursi'nin tevhid anlayışını da muvahhidlerin idrakine havale ediyorum.Said Nursi'nin kitabında bu rivayetleri okuyanlar şeyhlerine ve efendilerine karşı her türlü şirk ve hurafeyi işler duruma gelirler.Said Nursi şirk ve küfrü normal hale getiren biridir. Bu cehalete ve uydurma rivayetlere inanan bir ümmetin uluslararası çapta bir icad, fikir, proje, başarı beklenebilir mi?Dolayısıyla insanları hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur'an'a yönlendirmek zorundayız.Bu milletin başka kurtuluş çaresi yoktur. Mücizât-ı Ahmediyesinde Said Nursi diyor ki: "Muhaddisler, naklı sahih ile, İbni Mesud 'dan beyan ediyorlar ki, İbni Mesud dedi :Batnı Nahl denilen nam mevkide, Nusaybin cinleri, ihtida için Resulü Ekrem (a.s.m) a geldikleri zaman bir ağaç o cinlerin geldiklerini haber verdi.Hem İmam-ı Mücahit, o hadiste İbni Mesud'dan nakleder ki :O cinler delil istediler, Resulü Ekrem bir ağacı emretti, yerinden çıkıp geldi, sonra yine yerine gitti. (Sayfa- 128 ) Cevap :Bu rivayetin hepsi yalandır.Cinlerin Allah Resulü'nden Kur'an dinledikleri âyetlerle sabittir.Allahın haber vermesi ağacın haber vermesinden daha önemlidir. (Cin süresi- 1,2 )Allah Resulü ( a.s) hiç kimsenin imana gelmesinde ve hidayet bulmasında zorlayıcı bir etkiye sahip değildir.O sadece tebliğ eder."...Sana ancak Allah'ın emirlerini tebliğ etmek düşer"(Ra'd- 40 ) "Ey Nebi ! Onları hidayete iletmek sana ait değildir"( Bakara- 272 )
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(142. YAZI)Yusuf Süresi 61-) Dediler ki: Onu babasından istemeye çalışacağız, kuşkusuz bunu yapacağız.62-) Yusuf emrindeki gençlere dedi ki: Sermayelerini yüklerinin içine koyun. Olur ki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki geri gelirler.63-) Babalarına döndüklerinde dediler ki: Ey babamız! Ölçek bize yasaklandı. Kardeşimizi bizimle beraber gönder de (onun sayesinde) ölçüp alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız.64-) Ya'kub dedi ki: Daha önce kardeşi (Yusuf) hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! (Ben onu sadece Allah'a emanet ediyorum); Allah en hayırlı koruyucudur yani O, merhametlilerin en merhametlisidir.65-) Metâlarını açtıklarında sermayelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Dediler ki: Ey babamız! Daha ne istiyoruz. İşte sermâyemiz de bize geri verilmiş. (Onunla yine) ailemize yiyecek getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla alırız. Çünkü bu (seferki aldığımız) ölçek çok kolay oldu. 66-) Ya'kub dedi ki: Kuşatılmanız (ve çaresiz kalma durumunuz) hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına bana sağlam bir söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem!" Ona (istediği şekilde) teminatlarını verdiklerinde dedi ki: Söylediklerimize Allah vekildir.67-) Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, farklı farklı kapılardan girin. Ama Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm yalnız Allah'ın'dır. (Onun için) ben yalnız O'na tevekkül ettim yani tevekkül edenler yalnız O'na tevekkül etsinler.68-) Babalarının kendilerine emrettiği yerden (farklı farklı kapılardan) girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler. Fakat bu tedbir) Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı; ancak Ya'kub içindeki bir dileği açığa vurmuş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Lakin insanların çoğu bilmezler.69-) Yusuf'un yanına girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı ve "Bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme" dedi.70-) Yusuf onların yükünü hazırladığı zaman maşrabayı kardeşinin yükü içine koydu! (Kafile hareket ettikten) sonra bir müezzin: Ey kafile! Siz hırsızsınız! diye seslendi.71-) Yusuf'un kardeşleri onlara dönerek: Ne arıyorsunuz? dediler.72-) Melik in su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var dediler. (İçlerinden biri:) Ben buna kefilim, dedi.73-) Allah'a andolsun ki, bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz, dediler.74-) Yusuf'un adamları dediler ki: Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir?75-) "Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız" dediler.76-) Bunun üzerine Yusuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini (aramaya) başladı. Sonra da onu, kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz Yusufa böyle bir tedbir öğrettik, yoksa melikin dinine göre kardeşini tutamayacaktı. Ancak Allah'ın dilemesi hariç. Biz kimi dilersek onu derecelerle yükseltiriz. Zira her ilim sahibinin üstünde daha alim birisi vardır.77-) Kardeşleri dediler ki: "Eğer o çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı." Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. (Kendi kendine) dedi ki: Siz daha kötü bir konumdasınız! Allah, sizin isnad ettiğinizi daha iyi bilir.78-) Dediler ki: Ey aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizden birini al. Zira biz seni, güzel ahlak sahibi olanlardan görüyoruz.79-) Dedi ki: Metaımızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını almaktan Allah'a sığınırız, o takdirde biz gerçekten zulmetmiş oluruz!80-) Ondan ümitlerini kesince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki: "Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdır.81-) Babanıza dönün ve deyin ki: "Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık yaptı. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz.Kıraat Farklılığı (Bazı kıraat imamları âyette bulunan "seraka" "hırsızlık yaptı" kelimesini, "surrika" olarak okumuşlardır. Bu kıraate göre mana, hırsızlık yaptı değil, hırsızlık yapmakla suçlandı olur.) 82-) İstersen içinde bulunduğumuz şehire (Mısır halkına) ve aralarında geldiğimiz kafileye de sor yani biz gerçekten sadık kimseleriz.83-) Babaları dedi ki: "Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, cemil bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O her şeyi bilendir, Hakim'dir. 84-) Onlardan yüz çevirdi, "Ah Yusuf ah!" diye sızlandı ve hüznünü içine gömmesi yüzünden dolayı gözlerine ak düştü. 85-) Oğulları: "Tallahi sen hâla Yusuf'u anıyorsun. Sonunda ya hastalıktan eriyeceksin ya da büsbütün helâk olanlardan olacaksın!" dediler.86-) Ya'kub: Ben üzüntümü ve hüznümü yalnız Allah'a şikayet ediyorum. Ve ben sizin bilemiyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi.87-) Ey oğullarım! Gidin de Yusuf'u ve kardeşini iyice araştırın yani Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfir kavimden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.88-) Yusuf'un yanına girdiklerinde dediler ki: Ey aziz! Bizi ve ailemizi zarar dokundu yani biz değersiz bir sermaye ile geldik. Ölçekte bize vefalı ol yani bize tasaddukta bulun. Şüphesiz Allah tasaddukta bulunanları mükâfatlandırır.89-) Yusuf dedi ki: Siz, cahilliğiniz yüzünden Yusuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz?90-) Yoksa sen, Yusuf musun? dediler. O da: (Evet) ben Yusufum, bu da kardeşim.(Birbirimize kavuşmakla) Allah bize minnet etti. Çünkü kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel ahlak sahiplerinin mükâfatını zayi etmez, dedi.
18 Şubat 2022 Cuma
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR(9.YAZI )Mektubat,19.Mektup, Mücizât-ı Ahmediyesinde Said Nursi diyor ki,"Başta İmamı Malik, Muvatta kitabı müteberinde Muaz İbni Cebel gibi meşahiri (şöhret bulmuş- ileri gelen) sahabeden haber veriyorlar ki:Hz. Muaz İbni Cebel dedi ki:"Gazve'i Tebukte bir çeşmeye rast geldik sicim kalınlığında güç ile akıyordu.Resülü Ekrem emretti ki, bir parça o suyu toplayınız "Avuçlarında bir parça topladılar. Resul'ü Ekrem onunla elini yıkadı.Suyu çeşmeye koyduk, birden çeşmenin merkezi açılıp, kesretle aktı, bütün orduya kafi geldi.Hatta bir ravi olan İmam İbni İshak der ki, gök gürültüsü gibi, toprak altında o çeşmenin gürültü yaparak öylece aktı.Resülü Ekrem, Muaz'a ferman etti ki,"Bu eseri mucize olan mübarek su devam edip buraları bağa çevirecek, ömrün varsa göreceksin" ve öyle olmuştur.(Sayfa-123 )Cevap :Said Nursi'nin kitabına aldığı bu yalan rivayete çocuklar bile inanmaz.Çünkü Allah Resulü'nün böyle mucizeleri olsaydı Mekke müşriklerine gösterirdi.Onlar şöyle diyorlardı"müşrikler, sen dediler, bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayız"(İsra- 90)Dolayısıyla Allah Resulü'nün Mekke müşriklerine bu mucizeyi göstermesi daha mantıklı olurdu.Said Nursi'nin en büyük başarısı yüzlerce uydurma ve iftira rivayeti bir araya getirip Allah Resulü'nün mucizesi diyerek kitabına alması olmuştur. Aslında bu rivayetlerden "uydurma hadisler" adı altında güzel bir eser meydana getirilebilirdi.Ciddi ciddi bakın eserine nasıl bir rivayeti almış"Başta Sahihi Müslim, Kütüb-ü Sitte-i sahiha (Ehl-i Sünnetin altı hadis kaynağı) haber veriyorlar ki,Cabir diyor : Biz, bir seferde Resulü Ekrem ile beraberdik, Allah'ın Resülü) kaza-i hacet (lavabo) için bir yer aradı.Settareli (korunaklı ) bir yer yoktu. Sonra gitti iki ağaç yanına, bir ağacın dalını tuttu, çekti.Ağaç itaat ederek beraber gitti. Öteki ağacın yanına getirdi. Muti (itaat eden) devenin yularını tutup çekildikçe geldıği gibi, o iki ağacı o süretle yan yana getirdi. Sonra ferman etti "üstüme birleşiniz" ikisi birleşerek settare (örtü) oldular.Arkalarında kaza-i hacetten (ihtiyacını gördükten) sonra onlara emretti, yerlerine gittile"(a.g.e Sayfa- 127 )Dünyada yalan bitmez.Fakat ilmin ve aklın zirvesinde bulunan bir Nebi ve Resul için bu kadar hurafe icat etmek kabul edilecek bir şey değildir. Utanmaz arlanmazlar. Resulullah(a.s) ı sanki gösteri yapan bir sihirbaz konumuna sokmaktan haya etmediler.Bu rivayetlerde anlatılan Resul tasavvuru müşriklerin Resul tasavvurlarından daha büyük bir kepazeliğe sahiptir.Ahlaksızlar hem Allah Resülü adına yalan söyleyip ona iftira etmişler. Hemde onun beşeri ihtiyaçları hakkında asla konuşulmayacak edep ve ahlak dışı bir sürü rivayet uydurmuşlar. Ve Said Nursi bu ölümcül inanç ve fikirleri hiç düşünmeden tarihin çöplüğünden toplayarak ümmetin zihinlerini zehirledi.
KUR'ANI MÜBİNİN MEÂLİ (141.YAZI) Yusuf Süresi 41-) Ey zindan arkadaşlarım ! Sizden biriniz rabbine (efendisine) şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından yiyecekler. Fetvasını benden istediğiniz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir.42-) Onlardan, kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: Beni rabbinin (efendinin) yanında zikret. Fakat şeytan ona, rabbine zikretmeyi unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf), birkaç sene daha zindanda kaldı.(Arapçada rab, terbiye eden, besleyen, yetiştiren, büyüten, koruyan, idare eden anlamlarına gelmektedir.) 43-) Melik dedi ki: Ben yedi zayıf ineğin yediği yedi semiz inek görüyorum. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğerlerini de (yedi başağı da) kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya tabir ediyorsanız, benim rüyam konusunda da fetva veriniz.44-) Dediler ki: Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin te'vilini bilenlerden değiliz.45-) (Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra idrak ederek dedi ki: Ben size onun te'vilini haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin. 46-)(Yusuf'un yanına gelerek) Dedi ki: "Yusuf! Ey sıddik olan! Yedi zayıf ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de (yedi) kuru olan (başaklar) hakkında bize fetva ver. Ümarım ki, insanlara (isabetli fetvanla) dönerim de belki onlar da doğruyu bilmiş olurlar.47-) Yusuf dedi ki: Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekeceksiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, hasad ettiğinizi başağında bırakacaksınız.48-) Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar (tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yeyip bitirecek yedi şiddetli kıtlık yılı gelecektir.49-) Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyvesuyu ve yağ) sıkacaklar.(Âyette bulunan "yuğâsu" manevi olarak yüce Allah'ın yardım etmesi anlamına gelmektedir.Aynı kökten gelen "istiğase" ise,(Enfal-9) zor durumda kalanların yüce Allah'tan yardım dilemeleri yani "imdat" anlamına gelmektedir. İşte tarikatçılar şeyhlerine aynı kökten gelen yani "manevi açıdan yardım etmeye gücü yeten" anlamına gelen "ğavs" ifadesini yakıştırmakla şirk koşuyorlar.) 50-) (Adam bu fetvâyı getirince) melik dedi ki: "Onu bana getirin!" Resül, Yusufa geldiği zaman, (Yusuf) dedi ki: "Rabbine dön de ona: Ellerini kesen o kadınların esas gayeleri neydi? diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların tuzaklarını iyi bilir."51-) (Melik kadınlara) dedi ki: Yusuf'un nefsinden yararlanmak istediğiniz zaman esas gayeniz neydi? Kadınlar, Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük bilmedik, dediler. Azizin karısı da dedi ki: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Onun nefsinden yararlanmak isteyen bendim. Şüphesiz ki o sâdık olanlardandır. 52-53) Bu, yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir yani ben nefsimi beraat ettirmiyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; ancak Rabbimin rahmet ettiği müstesnâdır. Şüphesiz Rabbim Ğafur'dur, Rahim'dir. 54-) Melik dedi ki: Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim. Onunla konuşunca: Bugün sen yanımızda karar mevkiinde emin birisin, dedi.55-) "Beni yerin hazinelerinin üzerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim" dedi.56-) Ve böylece Yusuf'a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde karar vermede yetki sahibi kıldık. Biz dilediğimiz kimseyi rahmetimize eriştiririz yani güzel ahlak sahiplerinin mükâfatını zayi etmeyiz.(Rahmetin güzel ahlaka bağlı olduğunu âyet çok güzel ortaya koymaktadır.) 57-) Âhiret mükâfâtı iman edenler yani takva sahipleri için daha hayırlıdır.58-) Yusuf'un kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler, (Yusuf) onları tanıdı, onlar onu tanımıyorlardı.59-) Yusuf onların yüklerini hazırlayınca dedi ki: "Sizin bababir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçeği tam dolduruyorum yani ben misafir ağırlayanların en hayırlısıyım.60-) Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size verilecek bir ölçek (erzak) yoktur yani bana hiç yaklaşmayın!"
17 Şubat 2022 Perşembe
RİSÂLE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR ( 7.YAZI ) Said Nursi diyor ki,"Resulü Ekrem (a.s.m )Beni Abdulmuttalibi cem etti.(Abdulmuttalip oğullarını topladı) Onlar kırk adam idiler, onlardan bazıları (tek başına) bir deve yavrusunu yerdi ve dört kiyye süt içerdi. Halbuki onlara bir avuç kadar bir yemek yaptı :Umum (hepsi) yiyip tok oldular, yemek eskisi gibi kaldı. Sonra, üç dört adama kafi gelir ağaçtan bir kap içinde süt getirdi umumen içtiler, içilmemiş gibi arttı.(Mektubat- 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediye- Sayfa 116 )CEVAP:Bu hurafelere medeni akla sahip olan asla inanmaz.Muhammed (a.s) ın Resül olduğuna en büyük delil Allah'ın kitabı Kur'an'dır. "Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? derler .De ki mucizeler ancak Allah'ın katındadır.Ben ise apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır"(Ankebut- 50, 51) Malesef günümüzde Risalei Nur talebeleri içinde Risaleleri sorgulayacak veya karşı çıkabilecek aklı başında, özgür iradeye ve medeni ilme sahip bir kişi bile bulunmamaktadır.Bu cehaleti hoş görmek doğru değildir.Bakınız Said Nursi, nasıl akıl almaz, fikir kabul etmez bir rivayeti eserine almıştır.Diyor ki: "Hz.Ebu Hüreyre aç olmuş, Resulü Ekrem (a.s.m) arkasından gidip menzili saadete (evine) gitmişler.Bakarlar ki, bir kadeh süt oraya hediye getirilmiş, Resulü Ekrem (a.s.m) emretti :Ehli suffe'yi çağır, ben kalbimden dedim ki :Bu sütün bütününü içebilirim, ben ziyade muhtacım"Fakat emri nebevi için, onları topladım, getirdim. Yüzü mutecaviz (yüz kişiden fazla ) idiler. Ferman etti onlara içir, ben de, o kadehteki sütü birer birer verdim.Her biri doyuncaya kadar içer, diğerine veririm. Böyle birer birer içerek bütün ehli suffe o safi sütten içtiler.Sonra ferman etti ki,"Ben ve sen kaldık "Sen iç, ben içtim içtikçe."İç ferman etti" ta ben dedim, seni hak dinle Elçi olarak gönderen Allah'a yemin ederim, yer kalmadı ki içeyim"Sonra kendisi aldı, Bismillah deyip, hamd ederek bakiyesini içti, yüz bin afiyet olsun"(Mektubat- Mücizat-ı Ahmediye sayfa- 119)Said Nursi ve nurculara şöyle bir soru soralım.Allah Resulü'nün risaletine en büyük şahit olarak Allah'ın göndermiş olduğu Kur'an yeterli değil mi ?"Muhammed Allah'ın Resulü'dür..."( Fetih 29 )Said Nursi yüzlerce hurafe ile beraber şu yalan rivayeti de eserine almıştır. "Başta Buhari, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i sahiha muttafikan haber veriyorlar ki : Hz. Enes diyor "Zevra nam mahalde üç yüz kişi kadar Resulü Ekrem ile beraberdik , ikindi namazı için abdest almayı emretti.Su bulamadık ,yalnız bir parça su emretti, getirdik, mübarek elini içine batırdı.Gördüm ki, parmaklarından çeşme gibi su akıyor.Sonra bütün maiyetindeki üç yüz adam geldiler, umumu abdest alıp, içtiler"(Mücizat-ı Ahmediye, sayfa 121 )Risâle-i Nur Külliyatında bulunan yalan ve hurafeler dünyadaki bütün yalan ve hurafelerden daha fazladır.İşte onlardan biri "Başta Buhari, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i sahiha muttafikan haber veriyorlar ki, Hz. Cabiri İbni Abdullah il Ensâri beyan ediyor"Biz bin beşyüz kişi Gazve-i Hudeybiye de susadık.Resülü Ekrem (a.s.m) kırba denilen deriden bir kap sudan abdest aldı. Sonra elini içine batırdı. Gördüm ki, parmaklarından çeşme gibi su akıyor. Bin beşyüz kişi su içip, kaplarını o kırbadan doldurdular.(Sayfa- 121)Bu uydurmanın ardından Said Nursi diyor ki, "Hz Musa'nın taştan on iki yerde çeşme gibi su akıtması, Resulü Ekrem (a.s.m) ın on parmağından on musluk suyun akmasının derecesine çıkamaz. Çünkü, taştan su akması mümkündür, adiyat içinde nâzırı bulunur. Fakat, et ve kemikten, âbı kevser gibi suyun akması naziri, adiyat içinde yoktur" (Mücizât-ı Ahmediye- Sayfa, 122 )Cevap :Said Nursi Kur'an'da yer alan ve Musa (a.s) a verilen bir mucizeyi hafife alıp küçümserken, Kur'an'da yer almayan hurafe bir rivayeti yüceltmeye, çocukça bir hevesle Allah Resulü'nü Musa (a.s)dan üstün göstermeye ve fazilet yarışına sokmaya çalışmaktadır.Aslında Allah Resulü'nün böyle bir mucizesi olsaydı, Allah onu Kur'an'da bize bildirirdi . Çünkü Allah'ın ahlakından bir tanesi de verdiği mucizeleri ve nimetleri muhataplara hatırlatıp onların imana gelmelerini veya tevhid dininde sebat etmelerini sağlamak olduğundan kur'an'da kayıt altına almıştır .
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(140. YAZI)31-) Kadın, onların tuzaklarını duyunca, onlara dâvetçi gönderdi; onlar için dayanacak yastıklar hazırladı. Herbirine bir bıçak verdi: "Çık karşılarına!" dedi. Kadınlar onu görünce, onun büyüklüğünü anladılar yani ellerini kestiler ve dediler ki: Hâşâ! Bu bir beşer değil, bu ancak kerim bir melektir!(Âyette mecazi bir anlatım vardır. Aslında kadınlar gerçek olarak ellerini kesmediler. Dillerini Yusuf'a uzatmaktan vazgeçtiler, kötü düşünceleri ve dedikodu yapmayı bıraktılar. Onun temiz ve masum olduğunu anladılar. Yoksa ne olursa olsun hiç kimse ellerini kesecek bir dalgınlığa ve şaşkınlığa düşemez.) 32-) Kadın dedi ki: İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Onu kendime çağıran bendim. Fakat o, (bundan Allah'a) sığındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak yani elbette zelillerden olacaktır!33-) Yusuf: Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha sevimlidir! Yani eğer onların hilelerini benden uzaklaştırmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum! dedi.34-) Rabbi onun duasını kabul etti ve onların hilesini uzaklaştırdı. Şüphesiz O, işitendir, bilendir.35-) Sonunda (aziz ve adamları) kesin delilleri görmelerine rağmen (halkın dedikodusunu kesmek için yine de) onu bir zamana kadar zindana atmaları kendilerine daha uygun göründü.36-) Onunla birlikte zindana iki genç daha girdi. Onlardan biri dedi ki: Ben şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de: Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun te'vilini bize haber ver. Çünkü biz seni güzel ahlak sahibi olanlardan görüyoruz, dedi.(Kur'an'da geçen "ehsenu, hüsnen, haseneten" gibi kelimeler "güzel" "muhsinine" kelimeleri de "güzel ahlak sahipleri" anlamına gelmektedir. Yani bunlara iyilik ve iyilik sahipleri gibi anlamlar vermek hatalıdır.) Kur'an'a baktığımızda, "te'vil" kavramının "yorum" anlamına gelmediğini görüyoruz. Te'vil, "kesin çözüm" demektir. Çünkü te'vil kavramının insanlarla ilgili bir kullanımı yoktur. Kullanım alanı Allah ve Resüldür. İşte bundan dolayı te'vile, "yorum" anlamını vermek hatalıdır. Yüce Allah yorum yapmaz, kesin söz söyler ve sorunu yüzde yüz çözer.) 37-) Yusuf dedi ki: Size rızık olarak yemek gelmeden önce onun te'vilini mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah'a iman etmeyen bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar ahirete de kâfir olan kimselerdi. 38-) Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine tâbi oldum. Allah'a herhangi bir şeyi şirk koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan faziletindendir. Fakat insanların çoğu şükretmezler.(Dinleri birbirinden ayıran tek şey tevhid, onları birbirine eşitleyen tek şey şirktir. Adı ne olursa olsun bir dinde tevhid yoksa, o din tağutların ve şeytanların şirk dinidir.) 39-) Ey zindan arkadaşlarım! Farklı rabler mı daha hayırlı, yoksa kahhar olan bir tek Allah mı?40-) Allah'n dununda (yöresinde-astında-yanında) ibadet ettikleriniz sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir sultan (delil) indirmemiştir. Hüküm yalnız Allah'ın'dır. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte (toplumu) ayağa kaldıracak din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.MÜŞRİK MANTIĞI Âyette geçen "Hüküm yalnız Allah'ın" dır" cümlesi, din ve hüküm olarak vahiy'den başka bir kaynak olmadığı ile ilgilidir. Yani rivayetleri ve mezhep ictihadlarını reddeden Kur'an'ın en önemli ilkelerindendir. Dolayısıyla bu ilkenin hitap kitlesi devlet başkanları, hakimler ve savcılar değildir. Esas muhatap aldığı kitle yüce Allah'ın mesajını görmezden gelen, rivayetler yoluyla onu arkasına atan, mezhep ictihadlarıyla onu yalanlayan din adamalarıdır.) Fakat Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri Kur'an'da bulunan bütün kavramlar gibi, hüküm kavramını da tahrif etmişlerdir. İnsanları aldatmak için kavramın orijinalini Kur'an'dan çalıyorlar. Onu içini dinlerinde var olan uydurma rivayet ve yalan ictihadlarla dolduruyorlar. Mesela: İslam, din, iman, Nebi, Resul, salât, salavât, hasenat, salihât, ümmet, millet, küfür, ihlâs kavramları gibi.Bu konuda ümmi insanların bir günahı yoktur.Ümmi insanlar hangi geleneğin ve dinin içinde kendini bulmuşsa o inanç ve geleneklerle şekil almışlardır. Şirk akıl ve mantığının en önemli argümanı "din âlimlerimiz, atalarımız, eski ulema bilmedi de, siz mi bildin?""Bunları nereden çıkarıyorsun ?""...Biz geçmişteki (din) atalarımızdan böyle bir şey işitmedik"(Mü'minün-24) itirazlarıdır. Mezhebi din edinen cahil, düşünmüyor ki, bir de şu Kur'an'a kulak verelim, bir de şu Kur'an'dan konuşanları dinleyelim.Bu konuşan insanlar sadece Kur'an'a atıf yapıyorlar, "dinde Kur'an'dan başka hiçbir kaynak yok" diyorlar. Bu adamlar dinde adres olarak yalnız Kur'an'ı gösterdiklerine göre, birde Allah'ın indirdiği kitab-a bir göz atalım. Bir ihtimal, olabilir ki, bunlar doğru söylüyor. Kur'an müminleri tarif ederken ne diyor? "Onlar ki, sözü dinlerler en güzeline uyarlar..."(Zümer-18)Sözü dinlemeden en güzelini nasıl bulacaksınız? Sizin Allah'a, kitab'a imanınız yok mu? Bak Kur'an her şeyi tarif ediyor, her açıklamayı yapıyor. Siz bin dört yüz seneden beri hiç durmadan aralıksız olarak yalan konuşuyor, her türlü iftirayı yapıyorsunuz.Bırakın herkes konuşsun, konuşturmuylar, hemen kafirsin, "Peygamber" düşmanısın, hemen aforoz ediyorlar. "Atalarımız, ulemamız, imamlarımız bilmedi de sen mi bildin? Bak Kur'an senin din ataların hakkında ne diyor? "Onlara (müşriklere) : Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Peki ataları hiç bir şey anlamamış, doğruyu bulamamış idiyseler?"(Bakara-170)"Nihayet hesap yerine geldikleri zaman Allah onlara buyurur. Siz benim âyetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi? Yoksa yaptığınız neydi ?"(Neml-84)Siz atalara kulluk ediyorsunuz, siz Ebu Cehil'in dinine mensup cehennem odunusunuz. Kur'an bir çok âyette bu gerçeği ortaya koyuyor. Bizim sizinle harcayacak bir zamanımız yoktur. Eğer bilgi sıkıntınız varsa, Kur'an ile giderelim. Ama aforoz yok, daha ağzımızı açmadan "atalarımız bilmedi de sen mi bildin?""Atalarımız bilmedi de, sen mi bildin?" diyen adam Kur'an'ın yüzlerce âyetini inkâr ediyor demektir."Atalarımız bilmedi de, sen mi bildin?" diyen, Allah'a, O'nun dinine ve elçilerine savaş açan Kur'an düşmanıdır. Evet ataların bilmedi, Kur'an sayesinde Allah bize bilmediklerimizi bildirdi.)
16 Şubat 2022 Çarşamba
SALÂTI İKAME ve ZEKAT (26.YAZI) Zekât'a (arınmaya) gelmek, arınmak olarak meâl verdiğimiz deyimin salât'ı ikame etmekle birlikte en çok anılan ifade olduğunu göz önüne alırsak, bunun salât'ı ikame etmenin içeriğine yönelik en önemli vurgu olduğunu kabul etmemiz gerekirmektedir.Ehl-i Sünnet mezheplerinde “zekât vermek” senede bir defa malının kırkta birini fakirlere vermek olarak biliniyor. Oysa zekât "atu-z-zekât’e" "zakat'a gelin" ifadesi, vahiy'le arınmak demektir. İnfak etmek zaten bir sonraki bölümde inceleyeceğimiz gibi salât'ı ikamenin bir parçası ama meselenin tamamı değildir. Aynen salât kelimesi gibi zekât da bir salih ameller havuzuna bizi sokuyor. Esas manası “tezkiye etme” yani “arınma” işinin içinde neler varsa “atu-z-zekât” içinde bunlar vardır. Gerek insanın kendi nefsini şirk ve hurafelerden tezkiye etmesi (arındırması) gerekse toplumun olumsuz inanç ve fikirlerden tezkiye edilmesi yani (arındırılması) adına salât ahlak ve erdeminin bizi getirdiği noktayı açıklayan bir tabirdir. Benzetim örneğimize dönecek olursak. Çevrimiçinde gerek tesbih gerekse salât güncellemeleri ile artık öncelikle kendiniz olmak üzere yakından uzağa çevrenizi İslam dinine aykırı olan inanç ve kötülüklerden vahiy'le arındırmaya başlamanın adı tezkiyedir yani gerçek olarak zekat budur.Ehl-i Sünnet dininde var olan zekat inancı baştan sona kadar, aşağıdan yukarıya kadar, her şeyi ile yalan ve iftiradır. "Hakkı batılla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin. Yani salât'ı ikame edin yani zekât'a (arınmaya) gelin yani rükû edenlerle birlikte rükû edin" (Bakara-42,43) Hakkı zanla yani algıyla ve yalanla karıştırmamanın yeryüzünde barışı sağlamak için doğru fiillerden biri olduğu konu bağlamında burada geçiyor. Nefsinizin kötülükleriyle beraber batıl inançlar da emin olun ki süratle geri dönüştürülemeyecek biçimde çöpe atılmaya başlanacaktır. Bu zekat'ın yani arınmanın en önemli adımıdır. Malından infak eden bir kişi kendi malını tezkiye etmekle (arındırarmakla) beraber kendi nefsini de arındırmış olacaktır. Allah rızası için insanlara ilmiyle faydalı olan bir kişi, üzerine düşen sorumluluktan kendini tezkiye etmiş olacaktır. Hakkı batıldan ayırarak beyanda bulunan bir kişi toplumu tezkiye etme yolunda mesafe almış olur. Toplumun içinde örnek davranışlarla ve faydalı amellerle ıslah için çaba harcayan bir kişi yine toplumu arındırma, insanların ahlakını onarma yolunda katkı sağlamış olur. İşte bu noktada kendisi gibi, Allah’ın tertemiz vahyine boyun eğerek salih ameller işleyen kişilerle birlikte ya da ortak bir platformda beraberce bu işi yapan kişi de Allah’ın emrine boyun eğip yönelerek “rükû eden kişilerle beraber rükû etmiş” olacaktır. "İnsanlara erdemli olmayı emrederken kendinizi unutuyor musunuz? Hâlbuki kitabı da tilâvet ediyorsunuz. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?"(Bakara-44) Her ne kadar insanlara doğruyu ve güzelliği tavsiye etmek salih bir insanın görevi olsa da esas olan önce kendisini arındırmasıdır. Başkalarının güzelliğine yaptığımız katkılar bile esasen başkasını değil önce bizi, kendi nefsimizi düzeltmelidir.Esasen insanlara güzellik yapmamıza ve başkalarını düzeltmek için gayret etmemize yüce Allah'ın ihtiyacı yoktur. Tüm gayretimiz kendimizin güzel ahlaka ulaşmamız için olmalıdır. Birisine ve topluma bir hayır ve güzellik yaptığımızda esasen hayır ve güzelliği bizzat kendimize yapmış oluyoruz. "Salât'ı ikame edin, zekât'a (arınmaya) gelin yani önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah indinde bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir"(Bakara-110)Resül (a.s) a itaat eden ve ona tâbi olanlar için zekat yani arındırıcı misyonunu ifa eder. Kur'an kiyamet gününe kadar müminler için arındırıcı işlevi gören bir Resül hükmündedir. Bu işlev “yüzekkihim” yani "onları arındırır" garantisidir.(Bakara-151; Âli İmran-164) Başka bir kitap için böyle bir garanti yok. "Rabbimiz, içlerinden onlara bir Resül gönder, onlara âyetlerini tilâvet etsin, kitabı yani hikmeti öğretsin yani onları arındırsın. Şüphesiz, sen Aziz olansın, Hakim olansın"(Bakara-129) Aşağıdaki âyet sahip olunan mal ya da paranın tezkiyesine bir örnektir. Ticaretin üzerinden kazanılmış olandan haksız olan kazancı terketmek bir arınma işidir. Hem malımızı hem de bizi tezkiye eder."Allah ribayı mahveder, sadakaları taşırır. Allah, günahkâr kâfirlerin hiç birini sevmez. İman edip yani salih amellerde bulunanlar yani salât'ı ikame edenler yani zekâta (arınmaya) gelenler. Onların mükâfatları Rablerinin indindedir. Onlara korku yoktur yani onlar mahzun olmayacaklardır. Ey iman edenler! Allah'a karşı takvalı olun yani eğer mümin iseniz, ribadan gelen bakiyeyi terk edin"(Bakara-276,277,278) Salât'ı ikame etmeyenler (bağlantısını ayakta tutmayanlar) davalarına sadık olamazlar. En ufak bir zorlukta ya da bir menfaat sezdiğinde davalarına aykırı davranabilirler. Bu durum onların tamamen arınamadığını gösterir. "Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanlar. İşte onlar için ahirette hiç bir pay yoktur yani kıyamet gününde Allah onlarla kelam etmez yani onlara nazar etmez yani onları arındırmaz yani onlar için acı bir azab vardır"(Âli İmran-77) Kendini temize çıkarmak için gösteriş peşinde iş yapanlar gerçekte temize çıkmış değillerdir. Arınmak gayrete mukabildir ve bu samimi gayretin karşılığını vererek gerçekte arıtan Allah’tır. "Kendi nefislerini (kuru sözlerle) arındıranları görmedin mi? Hayır! Allah, dileyeni (vahiy'le) arındırır. Onlar bir hurma çekirdeğindeki iplik kadar bile zulmedilmez "(Nisa-49) "Nifak gibi kötü ahlaktan kurtulmak için sadaka verenler için, bu hem bir doğrulama ve sözünde durma (tasdik) hem de tezkiye yani arınmadır. Böylece imanlarını “desteklemiş” ve Resül tarafından “desteklenmiş” olurlar. "Onların mallarından sadaka al. Bununla onları temizleyip yani onları tezkiye etmiş arındırmış olursun. Onlara salât et. Muhakkak ki senin salâtın onlar için bir sekinedir. Allah işitendir, bilendir" Tâhâ süresinde cennetlerin kime verileceği bağlamında. İçlerinde ebedi kalacakları altından nehirler akan Adn cennetleri de (onlarındır). Ve işte bu, arınmış olanın karşılığıdır"(Tâhâ-76) Nur suresinde, "Ey iman edenler, şeytanın adımlarına tâbi olmayın. Kim şeytanın adımlarına tâbi olursa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) kütülüğü ve çirkin şeyleri (şirk ve cimriliği) emreder yani eğer Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiç biriniz ebedi olarak arınamazdınız. Ancak Allah, dileyeni (vahiy'le) arındırır. Allah, işitendir, bilendir"(Nur-21) "Salâtı ikame edin yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Resül'e itaat edin. Umulur ki, rahmete nail olasınız" (Nur-56)Salât ile zekatın bir arada geçmesinin sebebi nedir? Salât olmayınca, zekat olamayacağındandır. Yani Resül olan Kur'an'la zihinsel destek almadan, onunla ilmi bir iletişime geçmeden zekat gerçekleşmez. Çünkü salat ta, takva da, ihlas da, ihsan da, şükür de, hamd etmekde, ibadet etmek de vahiy yani Kur'an'ı bilmekle ilgili erdemlerdir. Bunların ne olduğunu bize Kur'an bildiriyor. Şia ve Ehli Sünnet din adamları bütün bu kavramları Kur'an'dan çalarak içine kendilerinin çürük ve bozuk mallarını koymuşlardır. Sorun burada düğümlenip kalıyor.Yoksa ambalajlar Kur'anidir, ilâhidir fakat içindeki mal tağutidir, şeytanidir.Ambalaj orijinal ve organiktir, içindeki mal zehirli ve ölümcüldür. Bütün uygunsuz davranışlardan bizi arındıran tek şey Kur'an'dır. Kur'an'a teslim olmayanlar pislik içinde kalmaya mahkumdurlar. "Ey Nebi'nin hanımları! Evlerinizde vakurlu olun. Önceki cahiliye (dönemindeki) gibi öne çıkma (çalım yapma) hevesinde olmayın. Salât'ı ikame edin ve zekât'a (arınmaya) gelin. Yani Allah’a yani Resülüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden her türlü kiri gidermeyi yani sizi tertemiz hale getirmeyi irade ediyor. Yani evlerinizde tilâvet edilen Allah’ın âyetlerini yani hikmetini tezekkür edin. Şüphesiz Allah lütuf sahibi ve haberdar olandır"(Ahzab-33, 34)Demek ki Resüle yani âyetlere yani bağlam ve bütünlüğü olan hikmete gitmeden, Nebi'nin hanımları da olsa temizlenme olmuyormuş. "(Ey Nebi!) De ki: Bende ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. O'na doğru istikâmet sahibi olun yani O'na istiğfar edin. Müşriklere veyl olsun. Onlar (müşrikler) zekat'a (arınmaya) gelmezler: Onlar âhirete de kâfirdirler.(Fussilet- 6,7) Şimdi Fussilet 6. âyet müşrikleri zekat'ı vermediklerinden dolayı mı kınıyor? Yoksa vahiy'den uzak kalarak arınmaya yanaşmadıklarından dolayı mı ? Çünkü rivayet ve mezhep tapıcılarına göre âyette bulunan "lé yü'tünez zekéte" "zekat'a (arınmaya) gelmezler" ibaresi, arınma değil, "zekat vermezler" anlamına gelmektedir. Kuran’ın birçok yerinde hiç farkına varmadan arınma (zekât) türevi kelimeleri okuyup geçiyoruz.Zekât, salât'ı ikamedeki arınma işlevidir.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(139.YAZI)Yusuf Süresi Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Elif. Lâm. Râ. Bunlar, apaçık kitab'ın âyetleridir.2-) Aklınızı kullanasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.(Yukarıdaki âyet bize çok önemli bir konuyu hatırlatıyor. Yüce Allah, "Kur'an'ı biz indirdik" fakat aklınızı siz kullanacaksınız. buyuruyor. Âyette geçen "lealle" fiili bir amacı bildiriyor.Yani aklınızı kullanasınız diye Kur'an'ı Arapça (anlaşılır) bir kitap olarak indirdik.Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları ve eğitimcileri ümmetin aklına kelepçe vuruyorlar. Özellikle çocukların ve gençlerin akıl ve iradelerini kilitleyip tarihin karanlıklarına mahkum ediyorlar. Çocuklarımızı ve gençlerimizi cemaat ve tarikatların buz gibi duvarların arasında, yobaz kafaların esaretinde kaybedip gidiyoruz. Âyetlere baktığımızda yüce Allah'ın her insanı özgür yarattığını ve aklını kendisinin kullanmasının gerektiğini görüyoruz. Herkes aklını kendisi kullanacaktır. Yüce Allah "Ben sana aklını kullanman için gerekli kural ve kaideleri gönderdim ama aklını sen kullanacaksın" buyuruyor.Şimdi dinde olay şudur. Resüllerin en önemli görevi, insanların akıllarına vurulan zincirleri kırıp, üzerlerinde bulunan yükleri kaldırıp atmaktır. Demek ki vahyin amacı aklı özgür bırakmaktır.Vahiy demek, aklın önünde bulunan bütün engelleri kaldırmaktır. Bir çocuğu cemaat ve tarikatların zindanına mahkum ederseniz, o çocuğun aklına düşünme fırsatını, sorgulama nimetini vermez, belli dogmaların, statik düşüncelerin, dar kalıpların içerisine sokar da ona esaret zincirlerini vurursanız o çocuk şahsiyetini kaybedecektir. Çocuklar Kur'an cahili, şizofren adamların eserlerini okuyorlar yani çocuklara bunları okuyup dinlemelerini zorunlu kılıyorlar. Muhafazakar yobaz kafalar bu inancı çocuklara ve gençlere din diye dayatıyorlar. Olay şu: Biz Kur'an'ı bir kenara attık, mezhepleri öne çıkarttık onları birer din yaptık tarikatları ve cemaatleri öne çıkarttık, onları da birer din yaptık. Bu sefer yüce Allah'ın indirmiş olduğu hidayet ve rahmet kaynağı terkedilmiş bir vaziyette önemsiz kaldı.Adama soruyorsun, Ahmet bin Hanbel böyle dedi, Şafi böyle dedi, Buhari, Müslim böyle rivayet etti.İtikatta mezhebin nedir? Maturidi diyor. Halbuki itikadda tek yol, yüce Allah'ın indirdiği vahiy'dir. Müslümanın iman ve itikadını bir beşer nasıl belirleyebilir?Dinlerini parçalayıp fırka fırka edip şialara ayrılanlar varya, (Ey Nebi!) Senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allaha kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(Enam- 159)Âyette geçen "leste minhum fi şey'in, inneme emruhum ilallâhi" cümlesi önemlidir. Yani, rivayet ve ictihadlarından, alim ulemalarından, efendi olarak gördükleri büyüklerinden, cemaat ve tarikatlarından, mezhep ve farkalarından vazgeçmedikleri sürece, ey Nebi! Sen bile onların işini çözemezsin, onların işini halledemezsin. Onların dinlerini parçalamaları çözümsüz bir problemdir. Ey Nebi! Sen bunlara bir çözüm getiremezsin" gerçeğini ortaya koymaktadır.) 3-)(Ey Nebi!) Biz, sana bu Kur'an'ı vahyetmekle geçmiş ümmetlerin kıssalarını sana en güzel bir şekilde anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen bundan önce gafillerdendin (bu olayları bilmiyordun.) 4-) Bir zamanlar Yusuf, babasına (Ya'kub'a) demişti ki: Babacığım! Ben on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm.5-) Babası: Oğlum! dedi, rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.6-) İşte böylece Rabbin seni seçecek yani sana olayların yorumunu öğretecek yani daha önce iki atan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya'kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.7-) Andolsun ki Yusuf ve kardeşlerinde, (almak) isteyenler için âyetler vardır.8-) Kardeşleri dediler ki: Yusufla kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz kalabalık ve güçlüyüz. Şüphesiz ki babamız apaçık bir şaşkınlık içindedir.(Yani biz güçlü ve kuvvetli olduğumuz ve babamızın ihtiyaç duyduğu gıda ve himaye gibi şeyleri yeteri kadar ona temin ettiğimiz halde Yusuf'u ve kardeşini bize tercih ediyor. Gerçekte babamız açık bir hata ve şaşkınlık içindedir.) 9-) Aralarında dediler ki: Yusufu öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın (ilgi ve) teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da sâlih kimseler olursunuz!(Bazı insanlar sanki ecelleri kendi ellerindeymiş gibi böyle bir yanılgı içine düşüyorlar. Yani "ileride tevbe ederim hac ve umreye giderim, diyerek" her türlü gayri meşru amelleri yapıyorlar. İşte bu düşünce şeytâni bir düşüncedir.) 10-) Onlardan biri: Yusuf'u öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın (götürsün), dedi.11-) Dediler ki: "Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun için sadece nasihatçı olmuşuz. 12-) Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin (içsin), oynasın. Biz onu mutlaka muhafaza ederiz. Kıraat Farklılığı: (Âyette bulunan "yerta ve yelabe" "oynasın, eğlensin" kelimelerini, "nerta ve nelabe" "(beraber) oynayalım, eğlenelim" olarak okuyan kıraat imamları olmuştur.) 13-) Babaları dedi ki: Onu götürmeniz beni hüzünlendirir. Siz ondan gaflette olduğunuz bir anda onu bir kurdun yemesinden korkarım.14-) Dediler ki: Gerçekten biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten hüsrana uğramış kimseleriz. 15-) Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusuf'a: Andolsun ki sen onların bu yaptıklarını onlar (işin) farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin, diye vahyettik.16-) Ve akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.17-) Ey babamız! dediler, biz yarışmak üzere uzaklaştık yani Yusufu metaımızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! Gerçi biz sadıklardan olsak da sen bize inanmazsın.18-) Ve gömleğinin üstünde yalan bir kan ile geldiler. (Yakub) dedi ki: Bilakis nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) sabrı cemildir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan, ancak Allah'tır.19-) Bir kervan geldi ve sucularını (kuyuya) gönderdiler, o da (gidip) kovasını saldı, (Yusufu görünce) "Müjde! İşte bir oğlan!" dedi. Onu bir ticaret malı olarak sakladılar. Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir.20-) Kafile Mısır'a vardığında onu değersiz bir pahaya, sayılı birkaç dirheme sattılar. Onlar zaten ona değer vermemişlerdi.21-) Mısır'da onu satın alan adam, karısına dedi ki: "Ona ikram et yani güzel bak! Umulur ki bize bir menfaatı olur. Veya onu evlât ediniriz." İşte böylece (Mısır da adaletle hükmetmesi) ve kendisine olayların yorumunu öğretmemiz için Yusuf'u o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.22-) Yusuf erginlik çağına erişince, ona hüküm ve ilim verdik yani güzel ahlak sahiplerini biz böyle mükâfatlandırırız.23-) Evinde bulunduğu kadın, onu kendine çağırdı. kapıları iyice kapattı ve "Haydi gel!" dedi. O da" Allah'a sığınırım! Zira O (Allah) benim Rabbimdir. Bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!" dedi.24-) Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin burhanını (vahiy) görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (âyetlerimizi gösterdik). Şüphesiz o muhlis kullarımızdandı.(İhlas: Din ve hüküm olarak yüce Allah tarafından indirilen vahiy'den başka bir şeye iman etmemek yani dini Allah'a özel kılmak anlamına geliyor. İhlas ameli bir kelime olduğu için samimiyet anlamına gelmez. Dinde Allah'tan başka otorite kabul etmemektir.) 25-) İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında onun efendisiyle karşılaştılar. Kadın dedi ki: Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir azaptan başka ne olabilir!26-) Yusuf: "Beni kendisine çağıran odur" dedi. Kadının ehlinden biri şöyle şahitlik etti: "Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın sadıktır, bu ise yalancılardandır."27-) "Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise sadıklardandır"28-) Kocası, Yusuf'un gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına): "Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten azimdir"29-) "Yusuf! Sen burada (olanları söylemekten) vazgeç! (unut) (Ey kadın!) Sen de günahın için istiğfar et! Çünkü sen hata edicilerden oldun"30-) Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki: Azizin karısı, gencini kendisine çağırmış; Yusuf'un sevgisi ona işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapkınlık içinde görüyoruz.
15 Şubat 2022 Salı
RİSALE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR (6. YAZI ) "Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? derler."De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise apaçık bir uyarıcıyım."Kendilerine tilâvet olunan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir millet için onda rahmet ve ibret vardır"(Ankebut- 50, 51 )Bu âyette bulunan "mucizeler ancak Allah'ın katındadır" cümlesi, Allah Resulü'nün mücize göstermesinin imkansızlığına vurgu yapmaktadır.Kur'an'ın bir çok yerinde bu gerçek dile getirilmektedir.Bütün bu gerçeklere rağmen Şia ve Ehli Sünnet'in mukallidi olan Said Nursi bu yalanlara inanmayan kur'an ve tevhid ehline büyük bir öfke ile diyor ki,"Acaba niçin bu nurani, yüksek silsile-i rivayetten gelen şu mucize-i berekete, gözün ile görmüş gibi inanmıyorsun?Evet buna karşı şeytan dahi bahane bulamaz"(Sayfa- 117)Bu toplumda Risalei Nur külliyatının en büyük hizmeti! hurafelerin, yalanların ve uydurmaların yerleşmesini sağlamak vekökleştirmek olmuştur. Eğer Said Nursi'nin Risâle-i Nur Külliyatı olmasaydı Ehli Sünnet ve Şia'nın akıl dışı yalan ve uydurma rivayetleri milletin içinde intişar etmeyecekti.Mehdi'nin zuhuru, İsa'ın nuzulü, Deccal'ın çıkışı, Cifir hesapları,Ebced düzmeceleri, uydurma cevçen ve tesbihât duaları, kıyamet alametleri, Nebi'nin mucizeleri! gibi bir çok yalanın uygun zemin bulmasını ve beyinlere yerleşmesini Risalei Nur Külliyatı sağlamıştır.Said Nursi'nin Risale'i Nur Külliyatı, Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama düşmanlığını ortaya çıkaran ölümcül bir silah ve tehlikeli bir virüs gibidir.Şia ve Ehli Sünnet'in (Diyanet, Cemaat, Tarikat, Nurculuk) Paralel dini, yalandan Nebi'yi konuşturup gerçekte Allah'ı (Kur'an'ı) susturmuşlardır. Şöhretsiz birisi Allah'ın kitabından konuşacak olursa kendisine itibar edilmemekte, fakat "Bediuzzaman" lakaplı Said Nursi'nin Kur'an, akıl ve ilme aykırı hurafelerine herkes inanmakta ve bu yalanları hiçbir sorgulamaya tâbi tutmadan kabul etmektedir.Bizi üzüntüye sevkeden budur.Ümmetin dini, zihni, aklı ve ahlakı bu derece ayaklar altına alınmamalıydı. Bu millet bu kadar cahil kalmamalıydı."Bunlar, apaçık kitabın ayetleridir ( Ey Nebi! ) Onlar kur'an'a iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın"(Şuara- 2,3 )Siz Allah'ın kitabından muhatabınıza âyetler okuyun, bir sürü hakaret ve yalanlamalar işitin, buna mukabil Said Nursi'nin Şia veEhli Sünnet kaynaklarından, İsrailiyat ve Mecusilikten getirmiş olduğu yalan dolu rivayetleri çıkarsın, onlara Kur'an gibi iman edilsin, bu insanın psikolojisini harap ediyor."Rabbim!Bize sabır ver, dünya hayatında güzellik ahirette de güzellik ver"Mücizât-ı Ahmediyesinde Said Nursi diyor ki,"Hem Resulullah ferman etmiş ki, "Müslümanların davaları aynı, iki grup birbirleriyle savaşmadıkça kıyamet kopmaz" diye,Siffinde Hz.Ali ile Muaviye'nin harbini haber vermiş"(Sayfa-118 )Ehli Sünnet'ten başka herkes bilir ki, Muaviye'nin davası iktidar ve taht hırsından başka bir şey değildi, bu savaşta binlerce insan öldü aynı zamanda Arap ırkçısı Emeviler tarihte Firavun'un bile yapmadığı zulmü yaptılar.Ali ile Muaviye'nin davaları nasıl aynı kabul edilebilir.Muaviye nasıl Ali'ye eşit olarak görülebilir.Muabiye Şam valisi, Ali meşru halife yani devlet başkanı ve mümimlerin emiri değil miydi? Risâle-i Nur Külliyatından Mektubat 19.Mektup Mücizât-ı Ahmediyesinde Said Nursi diyor ki, "Başta Tirmizi ve İmam Beyhaki gibi muhakkikler, Hz.Ebu Hüreyre 'den nakli sahih ile beraber haber veriyorlar ki,Ebu Hüreyre demiş ki, "Bir gazvede (savaşta) ordu aç kaldı, Resulü Ekrem (a.s.m) Ferman etti. Bir şey var mı?Ben dedim, haybede bir parça hurma var. (Bir rivayette on beş tane varmış)Dedi getir, getirdim, mübarek elini soktu, bir kabza çıkardı, bir kaba bıraktı, bereketle dua buyurdular. Sonra onar onar askeri çağırdı umumen (hepsi-bütünordu) yediler.Sonra ferman etti, getirdiğini al, muhafaza et, fakat ölçme, ben aldım, elimi haybeye soktum. Evet getirdiğim kadar elime geldi. Sonra Resul-ü Ekrem'in hayatında, Ebu Bekir ve Ömer ve Osman'ın hayatında o hurmalardan yedim. Başka bir tarikte rivayet edilmiş ki, o hurmalardan kaç yük, fi sebililleh (Allah yolunda) sarf ettim.Sonra Osman'ın katlinde o hurma kabıyla nehb (çalındı ) ve garat edildi, gitti.Baştan sona kadar yalan ve uydurma olan bu rivayet hakkında Said Nursi diyor ki,"İşte hoca-i kainat olan Fahri alem (a.s) ın kudsi medresesi ve tekyesi olan suffenin demir baş bir mühim talebesi ve müridi ve kuvve-i hafızanın ziyadesi için dua-i nebeviye mazhar olan Hz.Ebu Hüreyre, gazvei Tebuk gibi bir mecma-i nasta (büyük bir kalabalıkta) vukunu haber verdiği şu mucizei bereket, manen bir ordu sözü kadar kat-i ve kuvvetli olması gerekir"(Sayfa-118)
KURANI MÜBİNİN MEÂLİ(138.YAZI) 114-) Gündüzün iki tarafında yani gecenin ilk saatlerinde salât'ı ikâme et. Çünkü güzellikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, zikir (Kur'an) tezekkür edenler içindir.NAMAZ VAKİTLERİ DİYE BİR ŞEY YOKTUR. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yani hikmetini yani kendi içinde bulunan sistemini ve kavramlarının hangi anlama geldiğini, Mekke'de inen sürelerin özelliklerini, Medine'de inen süreleri özelliklerini anlayamadıkları için, neredeyse Kur'an'ın bütün âyetlerine yanlış bir anlam vermişlerdir.Mesela: Yukarıdaki âyet Mekke'de indirilen sürede yer alan bu âyet, tamamen Nebi (a.s) ın şahsını hedef almakta ve tamamen ona hitap etmektedir. Âyet tamamen Nebi'ye özel olduğu halde bu âyetten namaz ritüelinin hangi vakitlerde kılınacağını ortaya çıkarmışlardır. Halbuki bu âyet Nebi (a.s) ın Kur'an üzerinde yoğunlaşmasına, Mekke müşrikleri ile ne şekilde etkili mücadele edeceğini, sabırlı olmasını, onların karşısına nasıl bir yöntemle çıkacağına yani tebliğ faaliyetini mükemmel olarak nasıl yapacağını ortaya koymak ile ilgili iken, onlar âyetten hayali ve sanal namaz vakitleri çıkarmışlardır. Kur'an'da namaz kelimesi geçmediği gibi, namaz ibadetinden ve namaz vakitlerinden de söz edilmez.Hud süresi 114;Taha 131; İsra 78,79; Kaf 39, 40; Tur 48, 49 gibi âyetlerin hepsi Nebi(a.s) a hitap etmektedir.Az Arapça bilen biri âyetlerde bulunan bütün kelimelerin tekil formunda olduklarını sadece Nebi (a.s) a özel hitap olduğunu yani onun tebliğ faaliyetine bir hazırlık, onun donanımı ve motivasyonu ile ilgili indiklerini hemen anlar.Neden Gece Vakitleri? Bütün bu âyetlerin önemi ve açılımı Müzzemmil süresindedir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla "Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et" (Kaf-39) Aşağıdaki âyette farklı bir tabir “secdelerin ardından” ifadesi geçmektedir. Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da O'nu tesbih et"(Kaf-40) “Secdelerin ardından” ifadesinin tesbihini “belli vakitlerle sınırlı tutmamak” anlamına yakın olduğunu anlamak gerekiyor. Gerek vakitli salâtlardan sonra gerekse bireysel tesbihlerin ardından gece ve gündüz bir uyarıcı olarak zihnen meşgul olunmaya devam edilmesi öngörülüyor. "Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, gözetimimizin altındasın yani her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et yani gecenin bir bölümünde ve yıldızlar kaybolurken O'nu tesbih et"(Tur-48, 49, ) "Ey iman edenler! Cuma(toplanma) günü salât için nida edildiği zaman, Allah'ın zikrine (Kur'an'a) koşun yani alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır" (Cuma-9) Kur'an’da üzerinde özellikle durulan vakitli salât işte budur. Müminler üzerinde ortak akıldan faydalanacakları bir beraberlik sorumluluğudur. Çağrıyla yapılan ve iman edenlerin katıldığı geniş bir ortak tesbih ve dayanışma faaliyetidir. Durumun bu olması ayrıca geniş kapsamlı başka salât yapılamaz demek değildir. Kur'an’da emredilen bu salâtın dışında elbette müminler kendi aralarında anlaşıp farklı gün ve saatlerde de emredilmediği halde toplu salât yapabilirler. Gece tesbihlerinde de bir araya gelebilirler. Gelmişlerdir de. Bunun önünde hiçbir bir engel yoktur. Şimdi Geldik Müzzemmil Süresine "Doğrusu gece inşası etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüzde, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-6, 7)Bu âyet açık olarak gündüzün öğütlenen bir ders tesbihi vakti olmadığını, gündüzün dışındaki saatlerde o tip tesbih saatlerinin öğütlendiğini gösteriyor. Sebeplerini de açıklıyor. Elbette vakitli olan toplantı salâtı bunun dışında. Bunu da Cuma süresi ve bağlantılı âyetlerden anlıyoruz. Şimdi geldik daha önce de bahsettiğimiz Müzzemmil 20.ayete. Hud 114’de konuştuğumuz ve link verdiğini belirttiğim gecenin zülüfleri bu ayetle ilgiliydi. "Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir grubun gecenin üçte ikisine yakın, yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor…" (Müzzemmil-20) Bu âyete tekrar döneceğiz. Ama önce Nebi önderliğinde salât'ı ikame eden bireylerin gelişim evrelerinden bu süre kapsamında bahsetmemiz gerekiyor. Müddessir ve Müzzemmil sürelerinde genelde her ikisi de benzer biçimde “örtüsüne/elbisesine bürünen” olarak tercüme edilen “Müddessir ” kelimesi ile bir sonraki sürede geçen “Müzzemmil” kelimesinin yakın anlamlara sahip olmakla birlikte aralarında bir nüans farkı vardır. Müzzemmil kelimesi daha çok “elbisesine bürünen” anlamına müddessir ise “örtünerek gizlenen” anlamına yakın duruyor. Yani birisinde kendi olağan kıyafetine bürünen bir kişi varken, diğerinde bir üst giysisi ya da üzerine aldığı ilave bir örtü söz konusudur. Ancak her iki kelimenin de benzeşimli bir deyim olduğunu göz önüne alırsak aradaki farkı daha net görüyoruz. Şöyle ki… Müzzemmil’den yani elbisesine bürünen kişiden kasıt, kendisini toplum içinde, daha doğrusu kalabalıklar içinde yalnızlığa terk etmiş olan, toplumdan farklı düşündüğü halde kendi kendine bu farklılığı yaşayıp toplumla bu yönde ilişki kurmayan ya da kuramayan bir kişi anlaşılır. Yani düşüncelerini kendi içinde yaşar. Müddessir ise bir adım daha geride durup gizlenmeyi seçendir. Müzzemmil’in tüm anlamlarını taşımakla beraber Müddessir deyiminden kasıt, kendisini toplumun içinde yalnız görmekle kalmamış elbisesinin üzerine bir de battaniye, zırh çeker gibi kendisini daha bir korumaya almış olan kişi anlaşılır. Yani düşüncelerinden dolayı yalnızlaşmış olan kişinin ilave olarak toplumdan kaçmaya başlaması, kendi gibi düşünmeyenlerin şerrinden korunma gayreti söz konusudur. Peki, bu fark niçin önemli diye sorabilirsiniz. Bunu surelerin diğer âyetlerinde göreceğiz. Müzzemmil aşamasında olan kişi henüz öğrenim aşamasının daha alt basamaklarındadır. Uyanmıştır ama daha okuyacağı, öğreneceği çok şey vardır. Fakat müddessir aşamasında olan kişi öğrendiklerinin ne kadar önemli olduğuna daha bir farkındalıkla hâkimdir ve bu yüzden toplumun tepkisinden iyiden iyiye çekinmeye başlamıştır. Kısacası Müzzemmil’de bir acemilik, bir kendi halindelik ve hamlık, müddessir’de ise ilerleyen fikri olgunluğun verdiği bir gizlenme refleksi ve “şimdi ben ne yapacağım” tereddüdü söz konusudur. Bu anlamlar sürelerde gelen sonraki âyetlerde mevcuttur. Müzzemmil süresinin ikinci ve daha sonra gelen âyetlerinde emredilenlerle Müddessir süresinin ikinci ve daha sonra gelen âyetlerinde emredilen şeylerin birbirinden farkı bunu net biçimde ortaya koyar. Müzzemmil süresi bireysel eğitime yöneltirken, Müddessir suresi ise öğrendiğini uygulamaya yönelten bir suredirAz bir kısmı dışında geceleri kalk (ayakta ol). Yarısı kadar veya ondan az eksiği ya da fazlası kadar. Kuran’ı azar azar düşüne düşüne oku. Gerçekten senin üzerine oldukça ağır bir söz bırakacağız" (Müzzemmil-2-5) Gördüğümüz gibi Müzzemmil’de Resül bir eğitim sürecine sokuluyor. Bu kapsamda biz de elbette üzerimize düşen dersialıyoruz. Peki, müddessir olana Müddessir süresinde ne deniyor? "Kalk, artık uyar yani Rabbini yücelt. Elbiselerini temizle ve kötülüklerden uzaklaş" (Müddessir-2/5) Gördüğümüz gibi Müddessir’de Nebi'ye harekete geçmesi emrediliyor ve uygulama süreci başlıyor. Kur'an insanlara âyetlerini yaşatır ve kendisini tekrar tekrar ispat eder. Sırası gelen âyet, izdüşümlerini bir şekilde herkese gösterir. Şu kitabı hakkıyla yani güzel niyetle okumaya başlayan herkes Müzzemmil ve Müddessir aşamalarını ve benzer süreçleri üç aşağı beş yukarı her zaman yaşamaktadır. Tâbi ki anlamadan iman eden çoğunluğu kastetmiyorum.Müzzemmil süresinin ana konusu gece okuma, düşünme, akletme ve öğrenme üzerinedir. Gece okumalarının (salât ve tesbihlerinin) nasıl yapılması gerektiği üzere tavsiyeler içerir. Aynı zamanda gerçeğe uyanmakta olan kişiye çevresinin tepkilerine karşı mucadele azmi yani psikolojik bir destek verir. Peki gece neden o kadar önemlidir? "Doğrusu gece inşası etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır"(Müzzemmil-6 Günümüzden örnek verecek olursak. Öğrencilerin, çeşitli sınavlara hazırlanmakta olan gençlerin, kitap okumayı alışkanlık haline getirenlerin, akademisyenlerin, fikir üzerine çalışanların, yazarların, araştırma yapanların çok iyi bilebileceği gibi gece fikri çalışma yapmak gündüze göre çok daha verimlidir. İşte her şeyi en ince detayına kadar bilen yüce Allah'ın âyette bize hatırlattığı şey tam da budur. Periyodik olarak gece Kuran okumaları yapan kişiler de bu gece gündüz ayrımını çok iyi bilirler. Maalesef bugün elimizde olan birçok mealin yazarının (istisnalar hariç) âyetlerin çevirilerini yaparken bağlam ve bütünlükten kopmakta olduğunu muşahede ediyoruz. Önce ve sonra gelen âyetleri, söylemlerinin aksine kâfi biçimde dikkate almadıklarını, âyetlerde geçen kelimelerin anlamı üzerinde yeterince düşünmediklerini, çoğunun böyle bir yeteneğinin olmadığını görüyoruz. Kelimeleri çevirirken genelde başkasının çevirilerinde kullandığı kelimeyi aynen kopyaladıklarını, elde mevcut kadim sözlüklerden yeterince faydalanmadıklarını, Kur'an’ın içinde aynı kelimenin ne kadar, nerede ve cümle içerisinde nasıl kullanıldığını göz ardı ettiklerini, geleneğin dayattığı kirli bilgilerle kelimeler üzerinde hiç düşünmeden bazı anlamları baştan doğru kabul ettiklerini, en kötüsü akıllarını kullanmaktan korktuklarını görüyoruz. Dolayısıyla Kur'an’ı Türkçe olarak okuyan kişiler bile zaman zaman okuduklarını anlamakta zorlanıyorlar. Adeta alakasız birkaç konu peş peşe veriliyor ya da aynı ayet içinde bile farklı konulardan bahsediliyor zannı uyanıyor. Oysa çoğu zaman âyetler gruplar halinde, kendini, öncesini, sonrasını açıklayıcı ifadelerle dolu. Ama okunanı parça parça eden anlayış âyetlerdeki kelimelerin, hep kafasındaki veya din atalarından gelen anlamların karşılığını verdiğini zannediyor. Kelimelerin kendi zamanlarına ve coğrafyalarına izdüşeceği ihtimalini göremiyorlar. Aykırı söylem sahiplerini ise dini eğitim, dil ve usul bilmemekle karalıyor, gerçeğin ortaya çıkmasına engel oluyorlar. Oysa kitap ister Arapça olsun ister bir başka lisanda, onu ancak hakkıyla okuyanlar, ona teslim olanlar, ona gerçekten iman edenler anlayacaktır. Elbette boş konuşanlar çoktur ve hep olacaktır. Ama bak her zaman haktır. Akademik yetkinlik Allah’ın ilminin yansıması değil, beşerî ilmin kurumlarında verilen diplomadan ya da fırkasal sivil yolların kişisel ve taraflı icazetlerinden ibarettir. Akademisyenler de keşke bunu bilseler ve beşerî ilimle hür tefekkürü birleştirdikleri oranda önlerinde daha güzel çalışmalar ve çeviriler yapabilme imkânlarının serili olduğunu görebilseler. Şayet öyle yapsalardı “Geceleyin kalkmak, pek meşakkatlidir, fakat ibâdet için de gece, pek uygun.” ya da “Gece ibadeti” ya da “teheccüd namazına kalkmak” vesair sözde çeviriler yapmaz, gerçeğin üstünü örttüklerine yanarlardı. Ama maalesef iş bununla da kalmamış, bırakın meali düzgün yazmayı, o Kur'an’ı insanlara dini kurumlarda ve camilerde anlatmak da toplumun bilgi ve fikri yeterliliği açısından çoğu zaman ortalamanın bile altında olan kişilere bırakılmıştır. Peki, neden gündüz değil? "Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-7) Aslında çok kolay anlaşılır ve net cümleler bunlar. Düzgün çevrildiklerinde akademik bir eğitime asla muhtaç bırakmayan, herkesin anlayabileceği şeyler. Ancak Kur'an’ın dışında dayatılan öyle bir sanal yani iftira bir din var ki, bu basit şeyler bile gözden kaçırılıyor. Gece okumaları tanımlanırken gündüzün nelere ayrılabileceği de açıkça belirtiliyor. Yani kimsenin “gündüz işten güçten ibadet yapamıyorum” diye kendini kınamasına ve kaygılanmasına gerek yok. Çünkü bir önceki gece, az da olsa kolayına gelen miktarda Kur'an okuyup düşünen birisi, ertesi gün zaten kolay kolay Allah’ı unutarak iş yapmaz. Ama ne dediğini bilmeden geceleyin teheccüd namazı kılan kişinin, ertesi gün yaşadığı uğraşlarda Kur'an’a, Allah’ın verdiği ilme ve hikmete göre nasıl davranması gerektiğini hiç bir zaman bilmeyecektir. Ezan okunduğunda camiye gitse de yaptığı işi Allah’ın öğrettiği gibi yapacak yeterli bir bilgisi zaten yoktur. Alışveriş yaparken, işinde çalışırken, patronla ya da işçisiyle konuşurken, minibüse binerken, önünden insanlar geçerken aklına Allah ve Allah’ın öğrettiği şeylerin gelmesi mümkündeğildir. Çünkü kitabından haberi yoktur. İnsanlara ezilirken ya da kendisi başka insanları ezerken ne halde olduğunu düşünmez. Dua ederken kimden ne isteyeceğini bilemez. Allah’tan istediğini zannederken O'dan başkasının yardımını ister. Allah’a dua ettiğini zannederken ettiği duanın davacısı olmaz. Her işinde Allah’ın değil hep birisinin gelip onu kurtaracağını zanneder. En ufak bir sorunda bile psikolojik durumu altüst olur. Müzzemmil süresinde kişi okumaya, akletmeye ve düşünmeye sevk edilirken sadece fikren yalnızlaşan kişiye değil, onun diğer insanlara karşı, daha doğrusu uyanmayanlara ve gerçeği yalanlayanlara karşı nasıl davranacağına dair de öğütler vardır. "Onların söylediklerine karşı sabret ve onlardan güzellikle ayrıl"(Müzzemmil-10) Buradaki “güzellikle ayrılış” veya “güzellikle ayrı gidiş” onlardan hayatın içinde fiziksel bir ayrılış değildir. Gerçeğe uyanan insanın ona bu yüzden düşman olanlardan fikren ve bu fikrin açtığı yol bakımından ayrı gitmesidir. Yoksa artık onlarla alışveriş yapmaması, konuşmaması, yaşam şartlarının gerektirdiği durumlarda onları yok sayması değildir. İstenen, tüm çabalara rağmen gerçeğe ikna olmayan bu kişilerin daha fazla ikna edilmeye çalışılmamasıdır. İlmi verenin Allah olduğunun unutulmamasıdır. Müzzemmil süresi benzer öğütlerle devam eder ve ardından surenin en uzun olan yukarıda konuştuğumuz son âyeti gelir ve tüm bunları anlayabilmenin okumaktan ve düşünüp akletmekten geçtiği hatırlatılır. Sürenin en başında öğütlenen “gece okuma”sına dair biliş ve çarpıcı açıklamalar yer alır. Lütfen üşenmeyin ve âyeti dikkatlice kelime kelime okumadan geçmeyin. "Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir tâifenin gecenin üçte ikisine yakın yani yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor. Gece ve gündüzü ölçü çerçevesinde düzenleyen Allah, sizin onu hesap edemeyeceğinizi ve bundan dolayı özrünüzü bilir. O halde kolayınıza gelen kadar okuyun-akledin. Allah sizden hastalar olduğunu, diğerleri içinde Allah’ın fazlını aramak için yeryüzünde dolaşanlar ve Allah’ın yolunda savaşanlar olduğunu da bilir. O halde ondan kolayınıza geldiği kadarını okuyun. Salât'ı (ikame edin) ayakta tutun yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah’a güzel bir borç verin yani önceden hayır olarak ne takdim ederseniz Allah'ın indinde kendiniz için onu daha hayırlı ve daha azim bir mükafat olarak bulacaksınız yani Allah’a istiğfar edin. Muhakkak ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. Âyette geçen “hesap edemeyeceğinizi biliyor” denen şey nedir acaba? Sadece gece ve gündüzün ne kadarına bu okuma işinin ayrılacağı mı? Neden Allah bu kadar önem veriyor bu hesap işine acaba? Bana göre, burada hesap edilemeyecek olan şey, okumaktan gerçeğin hazzını alan ve bu hazla düşünen kişinin zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağıdır. Bu nedenle “sabahlara kadar okuyup tüm zamanınızı harcamayın” öğüdü vardır burada. Çünkü “gündüz uzun uğraşlarımız vardır” belirtisi de bu öğüdü daha önce tamamlayan bir ifadedir. Üzerimize bırakılan ağır sözün mesuliyet hissinin omuzumuzu çökertmesini Allah’ın istememesidir. “Kolayımıza geldiği kadar okumamızla” çok uzatmayıp gecenin uyku için ayıracağımız kısmının da olması gerektiğine dair şu kadar zamanı aşmasanız iyi olur şeklinde ince ve merhametli bir uyarı vardır burada. “Abartıp da kendinizi hırpalamayın” merhameti mevcuttur. Sabahın soğuğunda pazar yerinde tezgâh açacak olan, gün doğmadan fırına ekmeğini sürecek olan, poliklinik saatinde beş dakikalık muayene için sırada bekleyecek olanlar var. Öğrencilerine insan olduklarını unutmadan ders anlatacak öğretmenler, hastasının derdini çözmeyi kendi derdi gibi görecek doktorlar, merhametli hemşireler, emniyet sağladığı yeri kendi evi gibi koruyan güvenlikçiler, bir çok zorluğun içinde görev yapacak askerlerimiz ve polislerimiz, davasına yetişecek adaletli hukukçular, az da olsa halkına hizmet için idari makamına koşacak insanlar var. Ve daha niceleri… Emin olun ki, Allah hepsinin farkında. Çeşitli nedenlerle sizin gibi yapamadıkları için sizin gibi okuyamadıkları için kendisini suçlu hissedenlere bile lütufkâr bir haber uçuruluyor bu âyette. Dinin ve kitabın içine abartılı biçimde dalıp da hayatı ve an’ı es geçenler olmamalıyız. Tam aksine hayatımızı daha bir bilinçle, özgüvenle, şuurla ve erdemle yaşamalıyız. Üstelik daha çok bilmek yetmez, hayata uygulamak daha önemlidir. Uykusuz kalıp ertesi gün işinizde gücünüzde mecalsiz kalmayın diye bir izdüşümü var bu âyette. İsterseniz yukarıya dönüp âyeti bir kez daha okuyun. Bu merhametleri ve belki de benim gördüğümden daha fazla izdüşümünü siz göreceksiniz. "Sabah, akşam Rabbinin adını zikret. Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve O'nu uzun tesbih et"(İnsan-23,24, 25, 26, 27)Abartısız söylüyorum. Şua ve Ehl-i Sünnet'in din adamları manasını bozmadıkları âyet bırakmamışlardır. Geçenlerde Ahmet Ali Yıldırım hocamla telefonda sohbet ederken, Nisa süresinin 103.âyetinin son cümlesine yanlış meâl verildiğinin farkına vardık. Bunun sebebi salât kavramının içinin boşaltılmasından başka bir şey değildir.Belkide namaz ritüleni sorgulama altına almasaydık hiçbir zaman bu hatanın ve tahrifin farkına varmayacaktık. Salât kavramının içi boşaltılınca yani manası bozulunca ona bağlı olan kavramlar da otomatikman bozulacaktır. Yanlış Meâl: "... Çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır. Doğru Meâl:"... Çünkü salât'ın vakitlerini yazmak (tayin etmek-belirlemek) müminler üzerine belli bir görevdir.Yani onun vaktini belirlemek, tayin etmek, yazmak zaman ve zeminin şartlarına göre, müminlerin üzerine düşen bir görevdir. Herhangi acil bir durum, vahiy ilim ve ahlakının insanlara ulaştırılmsı, istişâre ve şura toplantıları, büyük bir âfet, önemli bir mesele, haftalık toplu salât, ekonomik ve sosyal bir ihtiyaç halinde tayin edecekleri zamanlarda mescidlerde bir araya gelip salat'ı yerine getireceklerdir. "innes salâte kénet alel müminine kiteben mevkuten" cümlesi, bu manayı apaçık olarak ortaya koymaktadır.Dolayısıyla Şii ve Sünni din adamları namaz ritüelinden dolayı âyetin son cümlesini tahrif etmişlerdir. Maddi temizliğin (abdest) Mekke'de emredilmemesinin sebebi salâtın toplu olarak yerine getirilmesinin emredilmediğinden kaynaklanıyor. Mekke'de tebliğ faaliyetinin yükü tamamen Nebi'nin üzerinde bulunuyordu. Müminler toplu olarak bir araya gelemiyorlardı. İşte Nebi (a.s) için gece salat ve tesbihi bundan dolayı önemli hale geliyordu. 115-)(Ey Nebi!) Sabırlı ol, çünkü Allah güzel ahlak sahiplerinin mükâfatını zayi etmez.116-) Sizden önceki asırlarda yeryüzünde (insanları) fesat yapmaktan nehyedecek (güzel ahlak sahibi) kimseler bulunmalı değil miydi? Fakat onlardan, kurtuluşa erdirdiğimiz az bir kısmı hariç kimse bunu yapmadı yani zalimler, kendilerine verilen refahın peşine düştüler. Yani mücrim (günahkârlar) oldular. 117-) Halkı muslih (ıslah ediciler) olduğu halde Rabbin, zulmederek memleketleri helâk edici değildir.118-) Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek ümmet yapardı. (Fakat) onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler.119-) Ancak Rabbinin merhamet ettikleri müstesnadır. Zaten Rabbin onları bunun için yarattı. Rabbinin, "Andolsun ki cehennemi tümüyle cinlerle ve insanlarla dolduracağım" sözü tamam oldu.120-) Yani senin göğsüne sebat vermek için Resüllerin haberlerini sana kıssa ediyoruz. Bunda sana hakkın bilgisi yani müminlere mev'ize ve bir zikir gelmiştir.121-) İman etmeyenlere de ki: Siz kendi konumunuza göre amelinizi yapın! Biz de kendi (konumumuza göre) amelimizi yapmaktayız!122-) Yani gözleyin! Şüphesiz biz de gözlemekteyiz!123-) Ve göklerin ve yerin gaybı yalnız Allah'a aittir yani her iş O'na döndürülür. Öyle ise O'na ibadet et ve O'na tevekkül et yani Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.(Hud Süresinin Sonu)
14 Şubat 2022 Pazartesi
TESBİH, SALÂT ve VAKİT (5)(25.YAZI) "Az bir kısmı dışında geceleri kalk (ayakta ol). Yarısı kadar veya ondan az eksiği ya da fazlası kadar. Kuran’ı azar azar düşüne düşüne oku. Gerçekten senin üzerine oldukça ağır bir söz bırakacağız" (Müzzemmil-2/5) Gördüğümüz gibi Müzzemmil’de Resül bir eğitim sürecine sokuluyor. Bu kapsamda biz de elbette üzerimize düşen dersialıyoruz. Peki, müddessir olana Müddessir süresinde ne deniyor? "Kalk, artık uyar yani Rabbini yücelt. Elbiselerini temizle ve kötülüklerden uzaklaş" (Müddessir-2/5) Gördüğümüz gibi Müddessir’de Resül'e harekete geçmesi emrediliyor ve uygulama süreci başlıyor. Kur'an insanlara âyetlerini yaşatır ve kendisini tekrar tekrar ispat eder. Sırası gelen âyet, izdüşümlerini bir şekilde herkese gösterir. Şu kitabı hakkıyla yani güzel niyetle okumaya başlayan herkes Müzzemmil ve Müddessir aşamalarını ve benzer süreçleri üç aşağı beş yukarı her zaman yaşamaktadır. Tâbi ki anlamadan iman eden çoğunluğu kastetmiyorum.Müzzemmil süresinin ana konusu gece okuma, düşünme, akletme ve öğrenme üzerinedir. Gece okumalarının (tesbihlerinin) nasıl yapılması gerektiği üzere tavsiyeler içerir. Aynı zamanda gerçeğe uyanmakta olan kişiye çevresinin tepkilerine karşı mucadele azmi yani psikolojik bir destek verir. Peki gece neden o kadar önemlidir? "Doğrusu gece neşesi etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır"(Müzzemmil-6 Günümüzden örnek verecek olursak. Öğrencilerin, çeşitli sınavlara hazırlanmakta olan gençlerin, kitap okumayı alışkanlık haline getirenlerin, akademisyenlerin, fikir üzerine çalışanların, yazarların, araştırma yapanların çok iyi bilebileceği gibi gece fikri çalışma yapmak gündüze göre çok daha verimlidir. İşte her şeyi en ince detayına kadar bilen yüce Allah'ın âyette bize hatırlattığı şey tam da budur. Periyodik olarak gece Kuran okumaları yapan kişiler de bu gece gündüz ayrımını çok iyi bilirler. Maalesef bugün elimizde olan birçok mealin yazarının (istisnalar hariç) âyetlerin çevirilerini yaparken bağlam ve bütünlükten kopmakta olduğunu muşahede ediyoruz. Önce ve sonra gelen âyetleri, söylemlerinin aksine kâfi biçimde dikkate almadıklarını, âyetlerde geçen kelimelerin anlamı üzerinde yeterince düşünmediklerini, çoğunun böyle bir yeteneğinin olmadığını görüyoruz. Kelimeleri çevirirken genelde başkasının çevirilerinde kullandığı kelimeyi aynen kopyaladıklarını, elde mevcut kadim sözlüklerden yeterince faydalanmadıklarını, Kur'an’ın içinde aynı kelimenin ne kadar, nerede ve cümle içerisinde nasıl kullanıldığını göz ardı ettiklerini, geleneğin dayattığı kirli bilgilerle kelimeler üzerinde hiç düşünmeden bazı anlamları baştan doğru kabul ettiklerini, en kötüsü akıllarını kullanmaktan korktuklarını görüyoruz. Dolayısıyla Kur'an’ı Türkçe olarak okuyan kişiler bile zaman zaman okuduklarını anlamakta zorlanıyorlar. Adeta alakasız birkaç konu peş peşe veriliyor ya da aynı ayet içinde bile farklı konulardan bahsediliyor zannı uyanıyor. Oysa çoğu zaman âyetler gruplar halinde, kendini, öncesini, sonrasını açıklayıcı ifadelerle dolu. Ama okunanı parça parça eden anlayış âyetlerdeki kelimelerin, hep kafasındaki veya din atalarından gelen anlamların karşılığını verdiğini zannediyor. Kelimelerin kendi zamanlarına ve coğrafyalarına izdüşeceği ihtimalini göremiyorlar. Aykırı söylem sahiplerini ise dini eğitim, dil ve usul bilmemekle karalıyor, gerçeğin ortaya çıkmasına engel oluyorlar. Oysa kitap ister Arapça olsun ister bir başka lisanda, onu ancak hakkıyla okuyanlar, ona teslim olanlar, ona gerçekten iman edenler anlayacaktır. Elbette boş konuşanlar çoktur ve hep olacaktır. Ama bak her zaman haktır. Akademik yetkinlik Allah’ın ilminin yansıması değil, beşerî ilmin kurumlarında verilen diplomadan ya da fırkasal sivil yolların kişisel ve taraflı icazetlerinden ibarettir. Akademisyenler de keşke bunu bilseler ve beşerî ilimle hür tefekkürü birleştirdikleri oranda önlerinde daha güzel çalışmalar ve çeviriler yapabilme imkânlarının serili olduğunu görebilseler. Şayet öyle yapsalardı “Geceleyin kalkmak, pek meşakkatlidir, fakat ibâdet için de gece, pek uygun.” ya da “Gece ibadeti” ya da “teheccüd namazına kalkmak” vesair sözde çeviriler yapmaz, gerçeğin üstünü örttüklerine yanarlardı. Ama maalesef iş bununla da kalmamış, bırakın meali düzgün yazmayı, o Kur'an’ı insanlara dini kurumlarda ve camilerde anlatmak da toplumun bilgi ve fikri yeterliliği açısından çoğu zaman ortalamanın bile altında olan kişilere bırakılmıştır. Peki, neden gündüz değil? "Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-7) Aslında çok kolay anlaşılır ve net cümleler bunlar. Düzgün çevrildiklerinde akademik bir eğitime asla muhtaç bırakmayan, herkesin anlayabileceği şeyler. Ancak Kur'an’ın dışında dayatılan öyle bir sanal yani iftira bir din var ki, bu basit şeyler bile gözden kaçırılıyor. Gece okumaları tanımlanırken gündüzün nelere ayrılabileceği de açıkça belirtiliyor. Yani kimsenin “gündüz işten güçten ibadet yapamıyorum” diye kendini kınamasına ve kaygılanmasına gerek yok. Çünkü bir önceki gece, az da olsa kolayına gelen miktarda Kur'an okuyup düşünen birisi, ertesi gün zaten kolay kolay Allah’ı unutarak iş yapmaz. Ama ne dediğini bilmeden geceleyin teheccüd namazı kılan kişinin, ertesi gün yaşadığı uğraşlarda Kur'an’a, Allah’ın verdiği ilme ve hikmete göre nasıl davranması gerektiğini hiç bir zaman bilmeyecektir. Ezan okunduğunda camiye gitse de yaptığı işi Allah’ın öğrettiği gibi yapacak yeterli bir bilgisi zaten yoktur. Alışveriş yaparken, işinde çalışırken, patronla ya da işçisiyle konuşurken, minibüse binerken, önünden insanlar geçerken aklına Allah ve Allah’ın öğrettiği şeylerin gelmesi mümkündeğildir. Çünkü kitabından haberi yoktur. İnsanlara ezilirken ya da kendisi başka insanları ezerken ne halde olduğunu düşünmez. Dua ederken kimden ne isteyeceğini bilemez. Allah’tan istediğini zannederken O'dan başkasının yardımını ister. Allah’a dua ettiğini zannederken ettiği duanın davacısı olmaz. Her işinde Allah’ın değil hep birisinin gelip onu kurtaracağını zanneder. En ufak bir sorunda bile psikolojik durumu altüst olur. Müzzemmil süresinde kişi okumaya, akletmeye ve düşünmeye sevk edilirken sadece fikren yalnızlaşan kişiye değil, onun diğer insanlara karşı, daha doğrusu uyanmayanlara ve gerçeği yalanlayanlara karşı nasıl davranacağına dair de öğütler vardır. "Onların söylediklerine karşı sabret ve onlardan güzellikle ayrıl"(Müzzemmil-10) Buradaki “güzellikle ayrılış” veya “güzellikle ayrı gidiş” onlardan hayatın içinde fiziksel bir ayrılış değildir. Gerçeğe uyanan insanın ona bu yüzden düşman olanlardan fikren ve bu fikrin açtığı yol bakımından ayrı gitmesidir. Yoksa artık onlarla alışveriş yapmaması, konuşmaması, yaşam şartlarının gerektirdiği durumlarda onları yok sayması değildir. İstenen, tüm çabalara rağmen gerçeğe ikna olmayan bu kişilerin daha fazla ikna edilmeye çalışılmamasıdır. İlmi verenin Allah olduğunun unutulmamasıdır. Müzzemmil süresi benzer öğütlerle devam eder ve ardından surenin en uzun olan yukarıda konuştuğumuz son âyeti gelir ve tüm bunları anlayabilmenin okumaktan ve düşünüp akletmekten geçtiği hatırlatılır. Sürenin en başında öğütlenen “gece okuma”sına dair biliş ve çarpıcı açıklamalar yer alır. Lütfen üşenmeyin ve âyeti dikkatlice kelime kelime okumadan geçmeyin. "Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir tâifenin gecenin üçte ikisine yakın yani yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor. Gece ve gündüzü ölçü çerçevesinde düzenleyen Allah, sizin onu hesap edemeyeceğinizi ve bundan dolayı özrünüzü bilir. O halde kolayınıza gelen kadar okuyun/akledin. Allah sizden hastalar olduğunu, diğerleri içinde Allah’ın fazlını aramak için yeryüzünde dolaşanlar ve Allah’ın yolunda savaşanlar olduğunu da bilir. O halde ondan kolayınıza geldiği kadarını okuyun. Salât'ı (ikame edin) ayakta tutun yani zekât'a (arınmaya) gelin yani Allah’a güzel bir borç verin yani önceden hayır olarak ne takdim ederseniz Allah'ın indinde kendiniz için onu daha hayırlı ve daha azim bir mükafat olarak bulacaksınız yani Allah’a istiğfar edin. Muhakkak ki Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. Âyette geçen “hesap edemeyeceğinizi biliyor” denen şey nedir acaba? Sadece gece ve gündüzün ne kadarına bu okuma işinin ayrılacağı mı? Neden Allah bu kadar önem veriyor bu hesap işine acaba? Bana göre, burada hesap edilemeyecek olan şey, okumaktan gerçeğin hazzını alan ve bu hazla düşünen kişinin zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağıdır. Bu nedenle “sabahlara kadar okuyup tüm zamanınızı harcamayın” öğüdü vardır burada. Çünkü “gündüz uzun uğraşlarımız vardır” belirtisi de bu öğüdü daha önce tamamlayan bir ifadedir. Üzerimize bırakılan ağır sözün mesuliyet hissinin omuzumuzu çökertmesini Allah’ın istememesidir. “Kolayımıza geldiği kadar okumamızla” çok uzatmayıp gecenin uyku için ayıracağımız kısmının da olması gerektiğine dair şu kadar zamanı aşmasanız iyi olur şeklinde ince ve merhametli bir uyarı vardır burada. “Abartıp da kendinizi hırpalamayın” merhameti mevcuttur. Sabahın soğuğunda pazar yerinde tezgâh açacak olan, gün doğmadan fırına ekmeğini sürecek olan, poliklinik saatinde beş dakikalık muayene için sırada bekleyecek olanlar var. Öğrencilerine insan olduklarını unutmadan ders anlatacak öğretmenler, hastasının derdini çözmeyi kendi derdi gibi görecek doktorlar, merhametli hemşireler, emniyet sağladığı yeri kendi evi gibi koruyan güvenlikçiler, bir çok zorluğun içinde görev yapacak askerlerimiz ve polislerimiz, davasına yetişecek adaletli hukukçular, az da olsa halkına hizmet için idari makamına koşacak insanlar var. Ve daha niceleri… Emin olun ki, Allah hepsinin farkında. Çeşitli nedenlerle sizin gibi yapamadıkları için sizin gibi okuyamadıkları için kendisini suçlu hissedenlere bile lütufkâr bir haber uçuruluyor bu âyette. Dinin ve kitabın içine abartılı biçimde dalıp da hayatı ve an’ı es geçenler olmamalıyız. Tam aksine hayatımızı daha bir bilinçle, özgüvenle, şuurla ve erdemle yaşamalıyız. Üstelik daha çok bilmek yetmez, hayata uygulamak daha önemlidir. Uykusuz kalıp ertesi gün işinizde gücünüzde mecalsiz kalmayın diye bir izdüşümü var bu âyette. İsterseniz yukarıya dönüp âyeti bir kez daha okuyun. Bu merhametleri ve belki de benim gördüğümden daha fazla izdüşümünü siz göreceksiniz. "Sabah, akşam Rabbinin adını zikret. Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve O'nu uzun tesbih et"(İnsan-23,24, 25, 26, 27)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(137. YAZI)Hud Süresi 91-) Dediler ki: Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde seni cidden zayıf görüyoruz yani kabilen olmasa, seni mutlaka recmederdik. Yani sen üzerimizde herhangi bir izzete sahip değilsin. (Yani seni taşlamamıza engel olacak bir güç ve kudrete sahip değilsin. Biz sadece senin aşiretini sayıyor, azlıklarına rağmen onlara ikram ediyoruz. Çünkü onlar bizdendirler ve senin arka plana attığın ve küçümsediğin, kendince bozuk ve batıl olduğuna iman ederek bizi terke çağırdığın dinimize iman ediyorlar.) 92-) Şuayb: "Ey kavmim dedi, size göre benim aşiretim Allah'tan daha mı izzetli ki, onu (Allah'ın mesajını) arkanıza attınız. Şüphesiz ki Rabbim yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır.(Şuayb (a.s) ın cevabında Şii ve Sünni din adamlarına büyük bir ders ve ibret vardır. Şöyle ki, Şuayb (a.s) kavmine verdiği cevapta, aşiretinin yüce Allah'tan ve onun dininden daha aziz olmadığını yani iman eden hiç kimsenin atalarına yüce Allah'ın dininden daha fazla değer vermemesi gerektiğini, önemli olan yüce Allah tarafından indirilen orijinal ve organik dinin olduğunu, ataların uydurma, sanal, paralel ve şirk olan mezhep dininin önemsiz olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla atalarının kaynaklarına ve rivayetlerine yüce Allah'ın mesajından daha fazla değer verenler Şuayb (a.s) ın kavmi gibi müşrik olurlar.) 93-) Ey kavmim! Siz konumunuza uygun olan ameli yapın! Ben de yapacağım! Kendisini kepaze edecek azabın kime geleceği yani yalancının kim olduğunu yakında öğreneceksiniz yani gözetleyin ben de sizinle beraber gözetlemekteyim. 94-) Emrimiz gelince, Şuayb'ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; ve zulmedenleri korkunç bir sayha yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.95-) Sanki orada refah içinde yaşamamışlardı. Dikkat edin, Semûd kavmi (Allah'ın rahmetinden) uzak olduğu gibi Medyen kavmi de uzak oldu.96-) Andolsun ki Musa'yı da âyetlerimizle ve apaçık bir sultanla (delil) gönderdik.97-) Firavun'a ve onun ileri gelenlerine Fakat onlar Firavun'un emrine tâbi oldular. Oysa Firavun'un emri doğru değildi.98-) Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir yani varacakları yer ne kötü yerdir!99-) Onlar burada da, kıyamet gününde de lânete uğratıldılar. (Onlara) verilen bu armağan ne kötü armağandır!100-)(Ey Nebi!) İşte bu, (halkı helâk olmuş) memleketlerin haberlerindendir. Biz onu sana anlatıyoruz; onlardan (bugüne kadar izleri) kalan da vardır, biçilmiş ekin (gibi yok olan) da vardır.101-) Onlara biz zulmetmedik; fakat, onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin (azap) emri geldiğinde, Allah'ın dununda (yanında-yöresinde-astında) dua ettikleri ilahları, onlara hiçbir şey sağlamadı, mahvolmalarını artırmaktan başka hiç bir şeye yaramadı.102-) Rabbin, zalim olan memleketleri (onların halkını) yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle (çetindir). Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, şiddetlidir!103-) İşte bunda, ahiret azabından korkanlar için elbette bir âyet vardır. O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür yani o gün (bütün mahlûkatın) hazır bulunduğu bir gündür.104-) Ve biz onu (kıyamet gününü) sadece sayılı bir müddete kadar bekletiriz.105-) O geldiği gün Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimi şaki'dir ve kimi said (mutludur).106-) Ve şaki olanlar ateştedirler, orada onların (öyle feci) nefes alıp vermeleri vardır ki.107-) Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini yapandır.108-) Ve said olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada kalacaklardır. Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur.109-) O halde onların tapmakta oldukları şeylerden ( ilâhlarının batıl olduğundan) asla şüphen olmasın. Çünkü onlar ancak daha önce babalarının ibadet ettiği gibi tapıyorlar. Biz onların (azaptan) nasiplerini mutlaka eksiksiz olarak vereceğiz.TAKLİDİ İMANHangi millet, kültür, din ve hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın ümmi olan insanların inanç, ibadet ve akıbet olarak aralarında hiçbir fark yoktur.Yani anadan babadan geleneksel olarak kabul edilen dinin Allah katında hiç bir değeri bulunmamaktadır.Yaşadığımız vatanda meseleyi somut bir şekilde ortaya koyalım.İster Sünni, ister Şii, ister Yahudi, ister Hristiyan, ister Alevi olsun sıradan, ümmi, bilgisiz, saf olan halkın arasında inanç ve ibadet bakımından hiçbir fark yoktur.Dolayısıyla ibadet ettikleri mâbedlerinin (cami, kilise, havra, cemevi) arasında da fazilet açısından bir fark yoktur. Yani bu saf ve ümmi insanlar Allah'ın dosdoğru yolundan engellenmiş,vahyin yolu onlara eksik ve yamuk gösterilmiş, hak ile batıl birbirine karıştırılmış, din adamları dinlerini rant ve menfaat aracı haline getirmiş toplumu doğru yola iletecek bir rehber olmamıştır.Bu saf ve ümmi insanları, kendilerine vahiy ve Resul gelmemiş olarak kabul etmekten başka bir yol kalmıyor.Bu ümmi insanlar güzel ahlak sahip olur, insanlık için, adalet ve infak gibi bir değer ortaya koyarlarsa hangi dinden olurlarsa olsunlar âhirette Allah'ın rahmet ve mağfiretiyle cennete girerler.Çünkü Rahmân ve Rahim olan Allah, Resul göndermeden azap etmeyecektir.Yani vahiy ile, âyetlerini onlara tebliğ edecek, indirilen vahiyle onları uyaracak elçi göndermeden Allah kullarına azap etmez."Yerine göre müjdeleyici ve sakındırıcı olarak elçiler (Rusul) gönderdik ki insanların elçilerden (Rusul) sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah İzzet ve hikmet sahibidir"(Nisa-165 )"Biz hiç bir memleketi, öğüt vermek üzere gönderdiğimiz uyarıcıları olmadan yok etmemişizdir. Biz zalim değiliz"(Şuara- 208, 209) "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri yok etmişizdir"(Kasas-59)Bir insan ibedetinin Allah katında değerli ve geçerli olmasını istiyorsa indirilen vahiy sistemine göre yapıp yapmadığını bilmek zorundadır.Çünkü Allah tarafından indirilen vahiy sistemine göre olmayan ibadetin hiç bir getirisi olmayacaktır."Rablerini inkar edenlerin durumu şudur: Onların amelleri fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. İyiden iyiye sapıtma İşte budur"( İbrahim- 18)Allah'ın indinde taklidi imanın bir değeri olmadığı için, taklidi imana bağlı olan amelin de bir değeri olmaz.Ameller tevhid akidesine yani ihlasa yani takvaya ve güzel ahlaka göre değer kazanırlar.Tevhid akidesine yani vahiy ahlak ve sistemine göre yerine getirilmeyen amellerin Allah katında hiçbir kıymeti yoktur. Yukarıdaki âyette bulunan "küfür" ve "inkar" kelimeleri "âyetlere inanmama" değil, âyetlere iman olduğu halde "bile bile onlardan yüz çevirme, vahye itibar etmeme, Allah'ın kitabının yanında din ve hüküm olarak başka kaynaklar edinme" anlamına gelmektedir.Yani yukarıdaki âyette bulunan "küfür" kavramı şirk anlamında kullanılmıştır.Zaten Kur'an'da geçen bütün "küfür, fısk, tekzib, isyan, şikak" gibi kavramlar âyetleri reddetme anlamında değil, Kur'an'a şirk edinme anlamında kullanılmıştır.Mesela:"Kafirler benim yanımda (benimle birlikte) kullarımı dostlar(evliya) edineceklerini mı sandılar? Biz Cehennemi kafirlere bir konak olarak hazırladık" "De ki: Size, yaptıkları işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? Bunlar(Allah için) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında amelleri ve emekleri boşa giden kimselerdir. "İşte onlar, Rablerinin ayetlerini O'na kavuşmayı inkar eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir ki, biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız"İşte inkar ettikleri, âyetlerimi ve Resullerimi alaya aldıkları için onların cezası cehennemdir"(Kehf- 102, 103, 104, 105, 106)Hiç bir Allah Resulü dinsizliğe karşı mucadele etmemiştir.Gönderilen tüm Resuller istisnasız olarak ilahların ve evliyanın şirk dinine karşı mucadele etmişlerdir.Yani tarihin bütün müşrikleri Allah'ın varlığına iman ediyorlardı.Fakat günümüzde bulunan cemaat ve tarikat mensupları gibi ilahlarını ve evliya edindikleri kişileri asla bırakmıyorlardı."Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar ve kafirler: Bu pek yalancı bir sihirbazdır! İlahları tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir! dediler"(Sad- 4, 5)Sonuç:Papa, kardinaller, Papazlar, Hahamlar, din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul etmeyip bilinçli olarak insanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen muhaddis ve müctehid olarak şöhret olanlar, bütün din adamları, Cemaat liderleri, Tarikat Şeyhleri ve onlara fanatik bir şekilde bağlı olanların hepsi cehenneme gider.(fetö misali)"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi. İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopuk parçalanmıştır. (liderlere, Şeyhlere) uyanlar şöyle derler: Ah keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi bizde onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara işlerini pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar"( Bakara -165 ,166, 170, 167)110-) Andolsun biz Musa'ya kitab'ı verdik; fakat onda ihtilaf edildi. Eğer Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı, elbette onların arasında hüküm verilmişti (ve işleri de bitirilmişti). Şüphesiz ki onlar da Kur'an hakkında derin bir şüphe içindedirler.111-) Şüphesiz Rabbin, onların her birinin amellerinin karşılığını onlara tam olarak verecektir. Çünkü Rabbin, onların yapmakta olduklarından haberdardır.112-) O halde (Ey Nebi!) seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.(Âyette, 'dosdoğru ol' değilde, "emrolunduğun gibi dosdoğru ol" denilmesi önemlidir. Çünkü vahiy ilmi ve ahlakı olmayınca dosdoğru olunmuyor.) 113-) Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur. Yani sizin Allah'ın dununda (yanında- astında- yöresinde) evliyanız yoktur. Sonra yardım göremezsiniz!
TESBİH, SALÂT ve VAKİT (4)(24.YAZI) "Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et" (Kaf-39) Aşağıdaki âyette farklı bir tabir “secdelerin ardından” ifadesi geçmektedir. Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da O'nu tesbih et"(Kaf-40) “Secdelerin ardından” ifadesinin tesbihini “belli vakitlerle sınırlı tutmamak” anlamına yakın olduğunu anlamak gerekiyor. Gerek vakitli salâtlardan sonra gerekse bireysel tesbihlerin ardından gece ve gündüz bir uyarıcı olarak zihnen meşgul olunmaya devam edilmesi öngörülüyor. "Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, gözetimimizin altındasın yani her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et yani gecenin bir bölümünde ve yıldızlar kaybolurken O'nu tesbih et"(Tur-48, 49, ) "Ey iman edenler! Cuma(toplanma) günü salât için nida edildiği zaman, Allah'ın zikrine (Kur'an'a) koşun yani alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır" (Cuma-9) Kur'an’da üzerinde özellikle durulan vakitli salât işte budur. Müminler üzerinde ortak akıldan faydalanacakları bir beraberlik sorumluluğudur. Çağrıyla yapılan ve iman edenlerin katıldığı geniş bir ortak tesbih ve dayanışma faaliyetidir. Durumun bu olması ayrıca geniş kapsamlı başka salât yapılamaz demek değildir. Kuran’da emredilen bu salâtın dışında elbette müminler kendi aralarında anlaşıp farklı gün ve saatlerde de emredilmediği halde toplu salât yapabilirler. Gece tesbihlerinde de bir araya gelebilirler. Gelmişlerdir de. Bunun önünde hiçbir bir engel yoktur. "Doğrusu gece neşesi etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüzde, senin için uzun uğraşılar vardır" (Müzzemmil-6, 7)Bu âyet açık olarak gündüzün öğütlenen bir ders tesbihi vakti olmadığını, gündüzün dışındaki saatlerde o tip tesbih saatlerinin öğütlendiğini gösteriyor. Sebeplerini de açıklıyor. Elbette vakitli olan toplantı salâtı bunun dışında. Bunu da Cuma süresi ve bağlantılı âyetlerden anlıyoruz. Şimdi geldik daha önce de bahsettiğimiz Müzzemmil 20.ayete. Hud 114’de konuştuğumuz ve link verdiğini belirttiğim gecenin zülüfleri bu ayetle ilgiliydi. "Şüphesiz ki Rabbin, senin ve beraberindeki bir grubun gecenin üçte ikisine yakın, yarısı veya üçte birinde ayakta olduğunu biliyor…" (Müzzemmil-20) Bu ayete tekrar döneceğiz. Ama önce Nebi önderliğinde salât'ı ikame eden bireylerin gelişim evrelerinden bu sure kapsamında bahsetmemiz gerekiyor. Müddessir ve Müzzemmil sürelerinde genelde her ikisi de benzer biçimde “örtüsüne/elbisesine bürünen” olarak tercüme edilen “Müddessir ” kelimesi ile bir sonraki surede geçen “Müzzemmil” kelimesinin yakın anlamlara sahip olmakla birlikte aralarında bir nüans vardır. Müzzemmil kelimesi daha çok “elbisesine bürünen” anlamına müddessir ise “örtünerek gizlenen” anlamına yakın duruyor. Yani birisinde kendi olağan kıyafetine bürünen bir kişi varken, diğerinde bir üst giysisi ya da üzerine aldığı ilave bir örtü söz konusudur. Ancak her iki kelimenin de benzeşimli bir deyim olduğunu göz önüne alırsak aradaki farkı daha net görüyoruz. Şöyle ki… Müzzemmil’den yani elbisesine bürünen kişiden kasıt, kendisini toplum içinde, daha doğrusu kalabalıklar içinde yalnızlığa terk etmiş olan, toplumdan farklı düşündüğü halde kendi kendine bu farklılığı yaşayıp toplumla bu yönde ilişki kurmayan ya da kuramayan bir kişi anlaşılır. Yani düşüncelerini kendi içinde yaşar. Müddessir ise bir adım daha geride durup gizlenmeyi seçendir. Müzzemmil’in tüm anlamlarını taşımakla beraber Müddessir deyiminden kasıt, kendisini toplumun içinde yalnız görmekle kalmamış elbisesinin üzerine bir de battaniye/zırh çeker gibi kendisini daha bir korumaya almış olan kişi anlaşılır. Yani düşüncelerinden dolayı yalnızlaşmış olan kişinin ilave olarak toplumdan kaçmaya başlaması, kendi gibi düşünmeyenlerin şerrinden korunma gayreti söz konusudur. Peki, bu fark niçin önemli diye sorabilirsiniz. Bunu surelerin diğer âyetlerinde göreceğiz. Müzzemmil aşamasında olan kişi henüz öğrenim aşamasının daha alt basamaklarındadır. Uyanmıştır ama daha okuyacağı, öğreneceği çok şey vardır. Fakat müddessir aşamasında olan kişi öğrendiklerinin ne kadar önemli olduğuna daha bir farkındalıkla hâkimdir ve bu yüzden toplumun tepkisinden iyiden iyiye çekinmeye başlamıştır. Kısacası Müzzemmil’de bir acemilik, bir kendi halindelik ve hamlık, müddessir’de ise ilerleyen fikri olgunluğun verdiği bir gizlenme refleksi ve “şimdi ben ne yapacağım” tereddüdü söz konusudur. Bu anlamlar sürelerde gelen sonraki âyetlerde mevcuttur. Müzzemmil süresinin ikinci ve daha sonra gelen âyetlerinde emredilenlerle Müddessir süresinin ikinci ve daha sonra gelen âyetlerinde emredilen şeylerin birbirinden farkı bunu net biçimde ortaya koyar. Müzzemmil süresi bireysel eğitime yöneltirken, Müddessir suresi ise öğrendiğini uygulamaya yönelten bir suredir
13 Şubat 2022 Pazar
KUR'AN-I MÜBİNİN MEÂLİ(136.YAZI) Hud Süresi 74-) İbrahim'den endişe gidip yani kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında (adeta) bizimle mücadeleye başladı.75-) İbrahim cidden halim( yumuşak huylu, bağrı yanık), kendisini Allah'a adamış biri idi.76-) Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin emri gelmiştir yani onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir!77-) Elçilerimiz Lût'a gelince, (Lût) onların yüzünden üzüldü yani onlardan dolayı içi daraldı da "Bu zor bir gündür" dedi.78-) Lût'un kavmi, koşarak onun yanına geldiler. Daha önce de o kötülükleri yapmaktaydılar. (Lût): "Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır (onlarla evlenin); sizin için onlar daha temizdir. Allah'tan korkun yani misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu!" dedi.79-) Dediler ki: Senin kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını biliyorsun yani sen bizim ne istediğimizi elbette bilirsin.80-) Lût: Keşke benim size karşı (koyacak) bir kuvvetim olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim! dedi.81-) (Resüller) dediler ki: Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla ulaşamazlar. Sen gecenin bir bölümünde ehlinle (yola çıkıp) yürü. Karından başka sizden hiçbiri geride kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan musibet şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara vâdolunan (helâk) zamanı, sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?82-) Emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık.83-) O taşlar: Rabbin katında işaretlenerek (yağdırılmıştır) yani onlar zalimlerden uzak değildir.84-) Ve Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a ibadet edin! Sizin için ondan başka ilah yoktur. Ölçüyü ve tartıyı noksan yapmayın. Zira ben sizi hayır (ve bolluk) içinde görüyorum yani ben, sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.85-) Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın yani insanlara eşyalarını eksik vermeyin yani yerde ifsad ediciler olarak dolaşmayın.86-) Eğer mümin iseniz Allah'ın size (helalinden) bıraktığı (kar) sizin için daha hayırlıdır. Yani ben üzerinize bir bekçi değilim.87-) Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın ibadet ettiklerine (ilâhlara), ibadet etmemizi yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana salât'ın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!(Kur'an'da salât vahiy yani yüce Allah'ın emri anlamında kullanılmıştır. Bu âyette de salât, vahiy anlamında geçmektedir. İhlasa sahip olduktan sonra yani dini Allah'a özel kıldıktan sonra insanın yaptığı tüm salih ameller ibadet sayılır. Şu gerçeği hatırlamada büyük fayda vardır. İhlastan infaka, ihsan'dan (güzel ahlaktan) takvaya, şükürden hamdetmeye, huşu'dan zikre, hidayetten istikamete, salât'tan zekat'a (arınmaya) İslamdan imana, sabırdan adalate her şey gelip ilâhi mesajı bilmeye yani din ve hüküm olarak yalnız yüce Allah'a teslim olmaya gelip dayanıyor. Yani bütün bunlar Kur'an'ı dinde tek hüküm kaynağı kabul etmekle ilgili erdemlerdir. Bu ilke varsa, bütün bunlar yüce Allah indinde değer kazanırlar, yoksa bunların hiçbirinin önemi kalmaz. Dolayısıyla Kur'an'ın ilmi olmadan yani kayıtsız şartsız Allah'a teslim olmadan dinde hiç bir şeyin önemi yoktur. Dininizin ve hayatınızın merkezinde Kur'an tek kaynak değilse, hakimiyetinizin altında olan mâbed ve ibadetlerle sadece ölülere sanal cennetin ticaretini yaparsınız. Yukarıda bulunan erdemler olduğu zaman insan sadece yüce Allah'a ibadet etmiş oluyor. Yani yukarıdaki erdemlerin toplamına Kur'an ibadet adını vermiştir.Kur'an'da var olan bütün erdemlerin çatı katı ve şemsiyesi ibadettir. Onlarca âyette geçen "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur" öğüdünün gerçek anlamı budur. Yani ibadet belli zamanlarda yapılan anlamsız bir ritüel değil, insanın gece gündüz, her zaman, hayatı boyunca, her durumda, sürekli olarak beraber ömür geçirdiği en önemli ilkedir.) 88-) Dedi ki: Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından (verilmiş) apaçık bir beyyine üzerinde isem yani O bana tarafından güzel bir rızık (vahiy- nübüvvet) vermişse buna ne dersiniz? Size nehyettiğim şeylerin aksini yaparak size muhalif olmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum yani muvaffakiyetim yalnız Allah'ın yardımı iledir. Yalnız O'na tevekkül ettim yani O'na döneceğim.89-) Ey kavmim! Sakın bana karşı gelmeniz, Nuh kavminin veya Hûd kavminin, yahut Sâlih kavminin başlarına gelen musibetler gibi size de bir musibet getirmesin! Lût kavmi de sizden uzak değildir.90-) Rabbinize istiğfar edin; sonra O'na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim Rahim'dir, Vedüd'tur.
12 Şubat 2022 Cumartesi
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(135.YAZI) Hud Süresi 56-) "Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. Çünkü hareket halinde hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim sırat'ı müstakim üzerindedir.(Kur'an'da" sırat'ı müstakim yüce Allah, vahiy ve Resül bağlamında kullanılan bir kavramdır.) 57-) "Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki benimle size gönderileni (vahyi) size tebliğ ettim. Rabbim (dilerse) sizden başka bir kavmi yerinize getirir de O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü benim Rabbim her şeyi gözetendir."(Âyette bulunan "benimle gönderileni size tebliğ ettim" cümlesi, Resüllerin indirilen vahyi tebliğ etmekten başka bir görevlerinin olmadığını açıkca gösteriyor.) 58-) Emrimiz gelince, Hûd'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık, onları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik.59-) İşte Âd (kavmi). Rablerinin âyetlerine karşı geldiler yani O'nun Resüllerine âsi oldular yani inatçı her zorbanın emrine tâbi oldular.(Âyette vahiy ve Resülün aynı misyona sahip olduklarını apaçık görüyoruz.) 60-) Onlar hem bu dünyada hem de kıyamet gününde lânete tâbi tutuldular. Dikkat edin, Ad (kavmi) Rablerine kafir oldular. (Şuna da) dikkat edin ki Hûd'un kavmi Âd,.(Allah'ın rahmetinden) uzak kılındı.61-) Semûd (kavmine) de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. Sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) inşa etti. Ve sizi orada yaşattı. O halde O'na istiğfar edin; sonra da O'na tevbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (dualarını) kabul edendir.62-) Dediler ki: Ey Sâlih! Sen bundan önce içimizde ümit beslenen birisiydin. (Şimdi din) atalarımızın ibadet ettiklerine, ibadet etmekten bizi nehyediyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine (ibadete) dâvet ettiğin şeyden ciddi bir şüphe içindeyiz.63-) ( Sâlih) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (gelen) apaçık bir beyyine üzerinde isem yani O bana kendinden bir rahmet (nübüvvet) vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O'na âsi olursam beni Allah'tan (O'nun azabından) kim kurtarabilir? Siz benim husranımı arttırmaktan başka hiç bir şey yapamazsınız. 64-) Ey kavmim! İşte size bir âyet olarak Allah'ın devesi. Onu bırakın, Allah'ın arzında yesin (içsin) yani Ona kötülükle dokunmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalar.(Âyeti güncelleyecek olursak, bu deve kamu malını sembolize ediyor. Kamu malına kötülükle ellememek, devlet malına ihanet etmemenin dersi veriliyor.) 65-) Fakat Semûd kavmi o deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler. Sâlih dedi ki: "Yurdunuzda üç gün daha yararlanın (sonra helâk olacaksınız)!" Bu vaad, yalan olmayan bir vaad idi.66-) Emrimiz gelince, Sâlih'i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak (azaptan) yani o günün rezilliğinden kurtardık. Şüphesiz ki senin Rabbin kuvvetli olandır, Aziz olandır. 67-) Yani zalimleri o korkunç sayha yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar.68-) Sanki orada hiç oturmamışlardı. Dikkat edin, Semûd kavmi gerçekten Rablerine kafir oldular. Yine dikkat edin ki, Semûd kavmi (Allah'ın rahmetinden) uzak kılındı.69-) Andolsun ki elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldiler ve: "Selam (sana)" dediler. O da: "(Size de) selam" dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.(Bu Resüller melek değil, yüce Allah'ın özel elçileri idi. Çünkü bu Resüllerin melek oldukları ile ilgili Kur'an'da bir delil bulunmamaktadır.) 70-) Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı yani onlardan dolayı içine bir korku düştü. Dediler ki: Korkma! Biz Lût kavmine gönderildik.71-) O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik.72-) İbrahim'in karısı: Vay başıma gelen! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten acayip bir şeydir! dedi.73-) Dediler ki: Allah'ın emrine şaşırıyor musun? Ey Ehl-i Beyt! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, Hamid'tir, Mecid'tir. (Yani yüce Allah her türlü övgü ve methi hak edendir. Tâzimin en yücesine layıktır. Lügatta mecd'ın aslı bir devenin geniş bir otlağa girmesi demektir. Mastarı mecd ve mecâddedir. Yüce Allah, Kur'an'ı "Mecid" olarak tanımladığı gibi,(Kaf-1) kendini de böyle sıfatlandırdı. Bu tanımlama, kitabının geniş hidayeti ve bereketi, kendisinin de kullarına bol ihsan ve ikramı sebebiyledir.)
TESBİH, SALÂT ve VAKİT (3)(23.YAZI) Allah’ın nuru) Allah'ın, onların yükseltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir. Onların içinde sabah akşam O'nu tesbih ederler"(Nur-36) Bu âyet toplu halde yapılan vakitli salât'a katılanların kendi evlerinde de süreklilik gösteren biçimde tesbih ettiğini gösteren bir âyettir. Bu salât cuma suresinde geçen ifadelere benzemektedir ve salât'ı ikame bağlamında açıklanıyor. "(Onlar öyle) adamlar ki; ne ticaret yani ne alış-verişin onları Allah'ın zikrinden (Kur'an'dan) yani salât'ı ikame etmekten yani zekât'a (arınmaya) gelmekten alıkoymadığı kimselerdir. Onlar kalplerin ve bakışların altüst olacağı günden korkarlar"(Nur-37) Şimdi konu ile ilgili en önemli âyetlerden birine geldik. "Ey iman edenler! Himayeniz altında olanlar yani sizden erginliğe ulaşmamış olanlar üç kez izin istesinler: Fecir salâtından önce, gün içinden (öğle vakti) elbiselerinizi çıkarttığınız vakit ve işa (akşam) salâtından sonra. Üçü de özel (avret vakitleri)dir. Bunların dışında size de onlara da bir günah yoktur. Yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında olabilirsiniz. İşte Allah, size âyetleri böyle beyan ediyor. Allah bilendir, hâkim olandır" (Nur-58) Meşhur üç vakit ayeti! Aslında burada üç değil iki vakit var. Konu da esasen vakit değil aile içi terbiye. Yani iki vakit de namazla veya vakitli salâtla ilgli değil, tesbihle ilgili yukarıda konuştuğumuz vakitler. Salât kelimesinin kullanılmasının bir nedeni de aile içinde sabah ve akşam ailece tesbihin yapılabilir olması (Nur- 36) da olabilir. Neticede fecir ve işa olarak burada geçen salâtlar sabah ve akşam tesbihleridir. Öğle elbiselerin çıkarılması vakti ise salâtla ilgili değil sıcak iklimde yaşanan yerel dinlenme saatleriyle ilgili bir zaman aralığıdır. "Onlar, (Rahmanın kulları) Rablerine secde ederek ve kıyama durarak (ayakta kalarak) gecelerler"(Furkan-64) Vakit bağlamı yönünden tamamen hûşûyla ve gece tesbihiyle ilgili bir âyet olarak görünüyor. "Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah'ı tesbih edin yani göklerde ve yerde hamd O'nundur, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de"(Rum-17, 18) Aslında özel vakitler olmasından ziyade burada o özel zaman dilimlerinin de kati bir şart olmayıp şartlar içinde bir tavsiye olduğu açık olarak anlaşılıyor. Yine sabah ve akşam var. Tesbih var. Ama bu iki âyeti ilginç kılan başka bir durum daha var: "Günün sonu ve öğleye erdiğiniz vakit" Bu ikisinin gündüzün iki bölümü; yani öğleden akşama (günün sonu) ve sabahtan öğleye (öğleye erdiğiniz vakit) olma ihtimali kuvvetli görünüyor. Bu âyetteki kelime seçimleri de anlamlıdır: Genelde hamd ile tesbih birlikte kullanılan kelimelerdir. Rum on yedinci âyette tenzih anlamında bir tesbih geçerken, 18.âyette tesbih de değil sadece hamd geçiyor. Yani “gündüz meşguliyetleriniz olduğu için tesbih edemeseniz de günün her vakti zaten hamd Allah’adır” şeklinde anlamak uygun olacaktır. Aşağıdaki âyetlerde yine hem sabah ve akşam vakitlerini hem de tesbihin farklı içeriklerini gösteren ifadelere rastlıyoruz. "Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah ve akşam tesbih edin. O (Allah) ki, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size salât ediyor yani O, müminlere karşı Rahim'dir" (Ahzab-42, 43) "Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın vaadi haktır.(Ey Nebi!) Günahın için mağfiret dile, akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et" (Mümin-55)
RİSALEİ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR (5.YAZI ) Mücizât-ı Ahmediyesinde Said Nursi diyor ki"Ebu Eyyüb derki : Resulü Ekrem (a.s.m) ve Ebubekir- i Sıddık'a kâfi (yeterli) gelecek iki kişilik yemek yaptım. Ferman etti."Ensarın ileri gelenlerinden otuz kişi çağır" otuz adam geldiler, yediler. Sonra ferman etti. "altmış kişi çağır"Altmış adam daha davet ettim, geldiler, yediler, sonra ferman etti. "yetmiş kişi çağır" yetmiş kişi daha davet ettim, geldiler, yediler. Kaplarda yemek daha kaldı. Bütün gelenler o mücize karşısında İslamiyete girip, biat ettiler.O iki kişilik taamdan (yemekten ) 180 kişi adam yediler. "(Sayfa-114 )CEVAP :Halbuki Nebi (a.s) ile Ashab-ı, Mekke müşrikleri üç yıl boykot yaptıkları zaman Nebi (a.s) ve arkadaşları son derece büyük bir sıkıntı, darlık ve açlığa mahkum olup perişan oldular.O boykot döneminde Allah Resulü'nden hiç bir mucize rivayet edilmemiştir. Tarihin kaydettiği verilere göre o dönemde sahabeler ağaç kabuklarını, deri parçalarını ve ellerine geçirdikleri zararsız otları yemeye başladılar.Dolayısıyla Said Nursi'nin tasavvur ettiği ve inanmış olduğu Resul ile Kur'an da anlatılan beşer Resul aynı değildir.Ehli Sünnet ve Şia'nın inandığı ve müşriklerin istediği beşer Resul değil, İlah Resul'dür.Tasavvuf ve tarikat mensuplarının da Resul tasavvurları da hulul inancına bağlı olarak beşer Resul değil, ilâh Resul'dür. Müşrikler şöyle diyorlardı. "Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı, öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın" (İsra- 91)Yani "meşakkatsizce geçimini sağlayacak olağanüstü imkanlara sahip olmalısın" (Furkan- 7,8)Müşrikler, Said Nursi'nin Risalei Nur Külliyatına almış olduğu hurafe ve yalanlardan daha mantıklı isteklerde bulunuyorlardı.Malesef nurcuların sahip oldukları akıl İslami, Kur'ani hatta insani de değildir.Allah Resulü (a.s ) ın mucize göstermesinin mümkün olmadığına dair yüzlerce âyet mevcuttur.Örnek olarak şu ayetlere bakılabilir. (Ra'd 27; En'am- 35, 109; 35,Ankebut- 50,51; İsra-59)Bütün bu gerçeklere rağmen Said Nursi diyor ki,"Tirmizi ve Nesai ve Beyhaki ve Şifa-i şerif gibi kütübü sahiha beyan ediyorlar ki, Hz.Semurete'bni Cündüb der:Resulü Ekrem (a.s.m )a bir kâse et geldi.Sabahtan akşama kadar fevc fevc adamlar geldiler, yediler"(Mücizât-ı Ahmediye- sayfa, 116)HANGİ MUHAMMED? Yüce Allah tarafından kendilerine vahiy indirilinceye kadar müşrikler, Nebi ile Resulleri benimser, onlara saygı duyar ve onları severler. Resul oluncaya kadar aralarında önemli bir sorun yaşanmaz. Fakat ne zaman Resul olarak gönderilirlerse şirk ve tevhid (İslam) mücadelesi yüzünden çatışma ve ayrışma baş gösterir. Bu konuda en güzel örnek Salih (a.s)dır. Kavmi arasında sevilen biri olan Salih (a.s) Resullük görevi verildikten sonra kavmi kendisine aynen şunları söyledi. "Dediler ki: Ey Salih! Sen bundan önce içimizde ümit beslenen birisiydin. Şimdi babalarımızın taptıklarına kulluk etmekten bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine kulluğa çağırdığın şeyden ciddi bir şüphe içindeyiz"(Hud-62)İşte bunun gibi, Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Muhammed (a.s) ı çok severler! Ama Allah Resulü olan Muhammed (a.s) ı değil, Mekke vatandaşı olan Muhammed'i severler. Müşriklerin özelliği budur. Onlar hiçbir zaman kendisine Allah tarafından vahiy indirilen "Resül" ve "Nebi" Muhammed'i sevemediler. Hiçbir zaman Kur'an'da anlatılan "Resül" ve "Nebi" Muhammed'i görmek istemediler. Görmek istedikleri tek kişi Mekke ve Medine'de yaşayan vatandaş Muhammed'dir. İşte bundan dolayı "(Ey Resul! )Biz seni âlemlere (insanlara) rahmet olarak gönderdik" (Enbiya-107) âyetinde bulunan "rahmet" kelimesini "risâlet" makam ve mertebesiyle "risalet ve vahiy" ile değil, Muhammed ile ilişkilendirdiler. Risalet misyonunu ve vahyin rahmetini umursamadılar, risâleti anlayamadılar. Halbuki "rahmet" tamamen "vahiy" ve "risalet" yani "Allah" ile alakalı bir lütuf ve nimetti."...Bu Kur'an uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır. İman eden bir toplum için bir RAHMET ve bir hidayettir"(Yusuf-111)Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri "Allah ve meleklerinin "Nebi"ye olan salat'larını" (yardım ve desteğini) de bağlam ve bütünlüğünden (Ahzab- 56) kopararak "Muhammed'e salâvât getirme" olarak tahrif etmişlerdir.Halbuki "Allah ve melekleri sadece Nebi'ye değil, müminlere de salât ederlerdi. "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize "yusalli aleyküm" " üzerinize salât eden" yardım ve desteğini gönderen O'dur : Melekleri de size destek olur yardım ederler. Allah müminlere karşı çok merhametlidir"( Ahzab-43) Ehl-i Sünnet ve Şia'nın muhaddis ve müctehidleri yani âlimleri yanında, "Nübüvvet, vahiy ve risalet" önemli değildir. Varsa yoksa "Muhammed" sadece ve sadece "Muhammed'"dir! Aslında Mekke müşrikleri de vatandaş Muhammed ( a.s) a râzı idiler. Mekke müşrikleri Muhammed'i çok seviyor, saygı duyuyor, onların kaynaklarına göre aralarında hakem oluyor, kutsal siyah taşı yerine o koyuyordu.Önemli mallarını ve ziynet eşyalarını ona teslim ediyorlardı. Mekke müşriklerinin vatandaş Muhammed ile hiçbir sorunları yoktu. Tek sorun indirilen vahiy ile evliya ve ilahlarına karşı çıkan "Allah'ın Resulü" Muhammed idi.Onlar şöyle diyorlardı. "Aralarından kendilerine bir uyarıcı (Resulün) gelmesine şaşırdılar ve kafirler. "Bu yalancı bir sihirbazdır! İlâhları, tek bir ilâh mı yaptı? Doğrusu bu acaib bir şeydir! dediler"(Sâd-5,6) Yani Müşriklere göre sorun Muhammed değil, Allah'tan vahiy alan Resul idi. Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehiderini de Kur'an'daki "Allah Resulü" Muhammed hiç ilgilendirmiyor. Onların tek ilgilendikleri rivayetlerdeki saf, ümmi, hiçbir şeyden haberi olmayan, Kur'an ile hiçbir bağlantısı bulunmayan, evliya ve İlâhlarına karışmayan vatandaş Muhammed'dir. Peki rivayetlerini uydururlarken neden "kale Muhammed'ün" "Muhammed şöyle dedi" değil de, "kâle Rasulullah" olarak yayınlamayı daha uygun gördüler? Onu da ümmi halkı aldatmak ve insanları Allah'ın hidayet yolundan engellemek için yaptılar.Yani "Resul'ün" karizmasını kullandılar. Yoksa "Muhammed'ün Resulullah" (Muhammed Allah'ın Resulüdür) ilkesi onlarda anlamsız ve kuru bir slogandan başka bir şey degildir. Onlar da "Nebi" ve "Resul" önemli değildir. Çünkü "Resul" kavramının nasıl ehemmiyetli bir mana taşıdığından zerre kadar bir bilgileri yoktur. Eğer olsaydı yalan haberlerinin başına "kâle Resulullah" "Allah'ın Resulü şöyle dedi" iftirasını atamazlard.Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Allah Resulünü Kur'an'dan koparıp uydurma rivayetlerle İslam'dan bağımsız olarak yepyeni bir din inşa ettiler. Yani Kur'an'da var olan Allah Resulü Muhammed yerine kendi dinleri için sanal ve hayali bir Muhammed yarattılar. İşte dünyanın en yalan ve Allah Resul'üne iftira olan bu dinlerini yıkmanın en önemli şartı, sürekli olarak Kur'an'da anlatılan Nebi ve Resul Muhammed'i ön plana çıkarmak olacaktır. Evet bütün insanların hidayet ve selameti için Kur'an'da anlatılan Nebi ve Resul Muhammed çok önemlidir. Kur'an'da yüzlerce âyette anlatılan Nebi ve Resulü anlamak hayati bir öneme sahiptir. Aynen Mekke müşrikleri gibi, Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri de dinlerine muhalif olduğu için Allah Resulü Muhammed (a.s) dan çok korkarlar. İnanç ve dinleri açısından Mekke vatandaşı olan Muhammed (a.s) Allah'ın Resulü olan Muhammed'ten evladır. Mesela: Mekke vatandaşı olan sade Muhammed onların evliya ve ilahlarına karışmayan bir Muhammed'tir. Fakat kendisine vahiy indirilen Allah'ın Resulü Muhammed (Ey Müşrikler!) Siz ve Allah'ın (yanında, ötesinde, berisinde) ondan başka kulluk ettikleriniz cehennem yakıtısınız..." (Enbiya-98) diyen bir Muhammed'tir.İşte bundan dolayı Ehl-i Sünnet ve Şia'nın din adamları Allah Resulü Muhammed'i hiçbir zaman anlamadılar, Kur'an'da yüzlerce âyette anlatılan Nebi ve Resul Muhammed'e gitmediler, onu hiçbir zaman sineye çekmediler ve onu anlamadılar. Halbuki Kur'an'dan bağımsız Mekke ve Medine'de yaşayan vatandaş Muhammed'in diğer insanlardan bir farkı bulunmamaktadır. Bunu ben söylemiyorum. Bu gerçeği Allah'ın kitabı Kur'an haber veriyor. (Ey Nebi! ) De ki: Ben, ancak sizin gibi bir beşerim.(Şu var ki) bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık her kim Rabb'ine kavuşmayı umuyorsa salih amel yapsın ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın"( Kehf- 110) Diğer bir âyet de şöyledir .(Ey Nebi!) De ki: Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık sadece O'na yönelin. O'ndan mağfiret dileyin. Müşriklerin vay haline!(Fussilet -6)Demek oluyor ki, Muhammed (a.s) ı değerli kılan şey onun Nebi ve Allah Resulü olması, yani Allah tarafından kendisine vahiy indirilmesidir.Vahiy ehli muvahhidler, yüzlerce âyette anlatılan Nebi ve Allah Resulünü iyi tanımalı ve bütün Resüllerle birlikte sadece Nübüvvet makam ve Risâlet misyonunu ön plana çıkarmalıdırlar. Muvahhidler, Allah'ın Resülleri arasında ayrım yapmazlar. Son Nebi ve Nübüvvet'e bağlı son Resül olan Muhammed (a.s) ile diğer Resüller arasında hiçbir fark yoktur. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri evliya ve ilahlara karşı gelen Nuh (a.s) ı, Hud (a.s)ı İbrahim (a.s) ı, Resul Musa'yı, Allah'ın Resulü İsa Mesih'i bilmezler. Müşriklere, "Size de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yazıklar olsun! Aklınızı kullanmaz mısınız?(Enbiya- 67) diyen Allah Resulü İbrahim'i tanımazlar. Müşrikler, tağutlara meydan okuyan Nuh ve Hud (Aleyhimesselam) ı anlayamazlar. Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri şirk'le mücadele eden, evliya!!! ve ilahlara kulluğu reddeden Allah Resulü Muhammed Aleyhisselam'ı kabul etmezler. Onun için Ehl-i Sünnet ve Şia'nın muhaddis ve müctehidleri Kur'an'da yüzlerce âyette anlatılan Allah'ın Resulü Muhammed yerine uydurma rivayetlerle kendi dinlerinin Muhammed'ini icat ettiler. Çünkü kendi icad ve üretimleri olan Muhammed'e istedikleri her şeyi yaptırma imkânına sahip olacaklardı. Fakat Kur'an'da bulunan Allah'ın Resulüne uymak ve sadece ona itaat etmek zorunda idiler.HANGİ MUHAMMED? İstediklerini yaptırma imkânına sahip oldukları Mekke vatandaşı Muhammed mi?Kendisine uymak ve itaat etmek zorunda oldukları Allah Resulü Muhammed mi?Evliya ve ilahlarına yol veren, her türlü şirki onaylayan Muhammed mi? Evliya ve ilahlara vahiy'le savaş açan Nebi ve Allah Resulü Muhammed mi? Kur'an'da anlatılan vahiy mahsulü Allah'ın ahlakına sahip olan Muhammed mi? Uydurma şirk dininin Muhammed'i mi? Özgürlük savaşçısı Allah Resulü Muhammed mi? Kula kul olmaya öncülük eden hayal mahsulü masal kahramanı Muhammed mi? Hangi Muhammed? "Bütün ilahları tek bir ilah yapan (Sâd-5) Allah Resulü Muhammed mi? Sayısız ilah yaratan, Şia ve Ehl-i Sünnet'in Muhammed'i mi?En güzel ahlakı temsil eden Allah'ın Resulü arkadaş ve yoldaş Muhammed mi? (Tekvir-22)Âhirette bütün Resüllerin kendisine sığındıkları ilâh ve Rab Muhammed mi? Rahmet ve hidayete rehberlik eden Resul Muhammed mi? Her türlü yalan ve iftiraya, şirk ve hurafeye alet ve yol edilen uydurma Muhammed mi?Ey Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri!Böyle bir Muhammed yok! Siz hayal mahsulü, hiçbir zaman var olmayan, masal ve efsane bir Muhammed'in milletisiniz. Siz, Allah'ın Resulü Muhammed'in izinde değil, yoktan yarattığınız Muhammed'in yolunda, bir yokluğa ve hiçliğe yol almaktasınız.Ey Şia ve Ehl-i Sünnet'in Kur'an tanımaz cahilleri!Kertenkeleleri ve siyah köpekleri öldürmeyi sevap sayan bir Muhammed hiçbir zaman olmadı, böyle bir Muhammed yok!Gece geç saatlere kadar evinde oturanlara geç oldu evinize gidin diyemeyen güzel ahlak sahibi utangaç ve son derece mahcup bir Nebi Muhammet var!(Azab-53) Ey Resul tanımaz nankörler! Sağ elle yemek yiyemeyen çocuklara beddua eden bir Muhammed dünyaya gelmedi, öyle bir Muhammed yok! Yanında yüksek sesle bağırıp çağıranlara "arkadaşlar! susun, bağırmayın" (Hucurat-1,2,3) diyemeyen mükemmel bir edebe sahip olan Nebi ve Allah Resulü Muhammed var!Ey kara cahiller! Önüne gelene beddua ve lanet okuyan bir Muhammed hiçbir zaman yaşamadı, savaştan kaçanlara bile merhamet ile yaklaşan Nebi ve Resul Muhammed (a.s) var. "Camiye gitmeyenlerin evlerini yakmayı düşünen (Buhari) Muhammed hiçbir zaman olmadı, böyle bir Muhammed yok! İnsanlara (Enbiya-107) ve müminlere (Tevbe-61) rahmet olarak gönderilen Nebi ve Resul Muhammed (a.s) var. Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Nesa-i, Malik bin Enes, Muhammed Bin İdris, Ahmed bin Hanbel'in hayali ve efsane Muhammed'inden, ay ve güneş kadar gerçek olan Allah Resulü Muhammed Aleyhisselam'a sizi davet ediyoruz.Dine hüküm koyan Allah'ın ortağı Muhammed diye bir kimse bu dünyada yaşamadı, böyle bir Muhammed yok, sadece kendisine vahyedilene sımsıkı sarılan ( Zuhruf-43,44) yalnız kendisine gönderilen vahyi tebliğ eden (Maide- 99) sadece ve sadece indirilen vahye tabi olan (Yunus-15,109; Ahkaf- 9; Ahzab-1,2) sadece vahiy'le insanları uyaran (En'am-51; Enbiya-45; Kaf-45) Nebi ve Allah Resulü Muhammed'e sizi davet ediyoruz. Yedi kat gökleri dolaşan bir Muhammed asla olmamıştır, öyle bir Muhammed yok, sokaklarda dolaşan ve acıktığında herkes gibi yemek yiyen (Furkan- 7) yaşadığı Kur'an'i hayat ile Müminlere örnek gösterilen (Ahzab-21) Allah Resulü Muhammed var.Ey Ehl-i Sünnet ve Şia'nın bağnazları! Siz batıl bir inanç, olmayan bir Muhammed'in peşine takılıp hüsrana doğru yol alıyorsunuz! Helal onları haram, haram olanları helal kılan bir Muhammed'i hiç kimse görmedi, böyle bir Muhammed yok, Kur'an'da anlatılan ve daha kendisi hayatta iken indirilen vahiyle dini tamlanan (Mâide- En'am-115) Allah Resulü'den başka Muhammed yeryüzünde yaşamadı.Uydurduğunuz kutsal gecelerinizde ve mevlütlerinizde yalanlarla anlatığınız Muhammed adında bir kimse Mekke ve Medine'de yaşamadı. Ey uydurma batıl dinin mukallitleri! Aslında dinde Muhammed diye bir kimse yoktur! Dinde son Nebi ve Nübüvvet'e bağlı son Resul olan Muhammed (a.s) vardır. Milletin ümmilerine yalan söylemekten vazgeçin, İnsanları aldatmaya hakkınız yoktur. Allah'tan korkun ve dürüst olun.
10 Şubat 2022 Perşembe
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(134.YAZI) Hud Süresi 47-) Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında ilmim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni mağfiret etmez ve bana merhamet etmezsen, husrana uğrayanlardan olurum!48-) Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır.49-)(Ey Resül!) İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü akibet muttakilerindir.50-) Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. Siz sadece (Allah'a) iftira ediyorsunuz 51-) Ey kavmim! Ben, ona (Resüllük görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, bana bu (vahiy'le tevhid) fıtratını verenden başkasına ait değildir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?52-) Yani ey kavmim! Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Mücrimler (müşrikler) olarak (Allah'tan) yüz çevirmeyin.53-) Dediler ki: Ey Hûd! Sen bize açık bir beyyine getirmedin, biz de senin sözünle ilâhlarımızı bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz.54-) Biz "ilahlarımızdan bazıları seni kötü bir şekilde çarpmış!" demekten başka bir söz söylemeyiz! (Hûd) dedi ki: "Ben Allah'ı şahit tutuyorum; siz de şahit olun ki, ben sizin şirk koştuklarınızdan uzağım."55-) "O'nun dununda (yanında- öyesinde-berisinde kulluk ettiklerinizden uzağım). Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana bakmayın!"HULUL İNANCI :Dinin şemsiyesine sığınarak bir "evliya ve ilâhlar dinî" kurup kutsala hürmet adı altında açık şirke giddilmesi, Kur'an'ın dikkat çektiği en büyük ve en önemli tehlikedir. Kur'an bize gösterdi ki, şirkin failleri her zaman din adamları olmuştur. İlâhi mesaj, yüzlerce âyetinde doğrudan ve açık olarak bu din adamlarının kötülüklerini deşifre etmektedir. Kuran bilmektedir ki, elçiler mirası olan tevhid evliya ve ilâhlar mikrobuyla içinden çürütülmüş ve faturası Allah'a kesilen din, her zaman ve zeminde şeytan ve zulme hizmet eden bir yıkım kurumuna dönüşmüştür. İşte, İslam dünyasının asırlardan beri husrandan husrana ve akıl almaz katliamlara sürüklenmesinin gerçek sebebi burada yatıyor. Şirk, hulul inancı ve batınilik tevhid dininin yozlaştırıldığı anda ortaya çıkan dinin adıdır. Tevhid dininde, yani ilahi dinin herhangi bir ilkesinde vücut bulan bir yozlaşma o dini tartışmasız biçimde şirke bulaştırır. Yozlaşan tevhid dininin yeni kimliği kesinlikle şirk olacaktır. Nebi ve Resüllerden sonra her zaman dinin akibeti bu olmuştur. Olmasaydı ardarda elçiler gönderilmezdi. Bundan dolayı insanların din adına Kur'an'dan başka gidecek bir yeri, başvuracak sağlam bir kaynağı yoktur. Kur'an'dan nasip yoksa varılacak sonuç ya şirk veya tümden Allah'ın inkar edilmesi olacaktır. Şu mesele gerçekten çok önemlidir. Şirk Kur'an'ın gösterdiği şekliyle tanınmadıkça İslam'ı ve tevhidi Kur'anın gösterdigi şekliyle anlamak mümkün olmaz. Müslüman dünya gerçekten Kur'an'ın ortaya koyduğu şekliyle şirki tanımıyor. Tanıma yönündeki tüm gayretleri bilinçli ve şuurlu fasit bir iradeyle sonuçsuz bırakılıyor. Çünkü şirk ve hulul inancının mahiyeti halk tarafından anlaşıldıkça Müslüman dünyaya İslam adı altında yaşatılan dinin gerçek İslam olmadığı ortaya çıkacaktır. Böyle bir hakikat dünyadaki bütün çıkar dengelerini sarsacaktır.Kelime-i tevhid formülü, hiçbir ilah yok sadece Allah var, şeklinde tezahür eder. Dikkat edilirse formülde öncelikle sahte ilahlar yok ediliyor, onun ardından hak ilah olan alemlerin rabbi öne çıkarılıyor. Yani "olması gereken" gösterilmeden önce" olmaması gereken" tanıtılıyor. Bu o kadar önemli ki, şirk olmadığı zaman tevhid'in hâkimiyetinden söz edilebilir. Yani hem İman hem de şirkin bir insanda bulunma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Bundan ötürü yüce Allah Şöyle buyurur."İmana ulaşan ve imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya. İşte onlar emniyette ve hidayette olanlardır"( Enam- 82)Kur'anda bir çok ayette zulüm şirk anlamında kullanılmıştır. Yoksa insan bilerek veya bilmeyerek cahillikle, ailesine, akrabasına, çevresine, tabiata haksızlık ve zulüm edebilir. Kelime-i tevhidle formüllendirilen zıtlıkla kutuplardan herhangi birini gereğince tanımadığımızda ötekini gereğince tanımamız mümkün değildir. Bu da insanı, o kutupla ilgili tüm tespit, inanç ve eylemlerinde yanlış yapmaya mahkum eder. İslam dünyasının tevhid akidesine gerektiği gibi değer vermemesinin sebebi şirkin gerçek mahiyetini, tahrip gücünü ve yıkım özelliğini bilmediğindendir. Tevhide değer verilmeyince İslam dininin güzellikleri insanın hayatına yansımıyor.Dolayısıyla İslam'dan beklenen bereket, barış, nimet, huzur, mutluluk, merhamet uzaklarda kalır. Dünyayı şirke ve hululiyyet inancına yani kula kulluğa karşı uyaran, akli ve ilmi verilerle donatan tek kaynak Allah'ın kelâmı Kur'an'dır. Fakat maalesef Kur'an'ın iman eden çocuklarının sirki anlayamaz hale getirilmeleri insanlığın maruz kaldığı en büyük talihsizlik olmuştur. İslam dünyası şirkin ve huliliyyet inancının pençesinde can çekişmektedir. Yüzyıllardan beri belini doğrultamamasının sebebi budur. Yoksa yüce Allah hiçbir toplumu ufak tefek eksiklikleri yüzünden perişan etmez.Perişanlık ve hüsran sadece şirkin sonucudur. Şirk insanın emek ve üretimini yok eden en büyük beladır. İslamı anlamak için Kur'an'ı dikkatli okumak ve elçiler tarihini iyi incelemek gerekir. Kur'an hakkıyla okunursa( Bakara- 121) görülür ki, elçilerin mücadelesi dinsizliğe karşı değil, sahte din ve ilahlara karşı olmuştur.Bir kere elçilerin ve Kur'an'ın en büyük düşmanı şirktir ve şirk, dinsizlik değil, tarihin en yaman zorlu ve inatçı dinidir.
TESBİH, SALÂT ve VAKİT (2)(22.YAZI) Buradaki vakitler yine sadece Nebi'ye özel olan Hud 114’de yazılı vakitlerin farklı bir üslupla yazılmış halidir. Âyette bulunan vakitler ve Hud 114’deki vakitler aynı vakitlerdir: Sabah, akşam ve gecenin bir kısmı. "Kur'ânel-fecri" “Fecir okuması” tabirine gelecek olursak. Kur'an’da ne yazdığını anlamak gibi bir derdi olan ve o kitab'ı bir ikon ve fetiş yapmak için değil mesajı alıp doğruya ulaşmak üzere o kitab'ı okuyanların eminim ki birçok kere kulaklarının tırmalanıp takıldığı bir yerdir İsra 78. âyet. Ki bu âyeti, geleneksel meal yazarlarının hemen hepsi aynı biçimde çevirmişler. “Sabah namazı tanıklıdır” Hatta kimileri hızını alamamış ve “sabah namazına melekler şöyle şahit olurlar, böyle şahit olurlar” diyerek kelimeleri tahrif etmekle kalmayıp, olmayan kelimeleri de kitabın meâline eklemişler. Peki, neden böyle yapmışlar? Konunun hastalıklı yani mezhepsel bir saplantıyla namazla bağdaştırılıyor olmasıdır. Halbuki burada ikame edilmesi istenen salât, namaz değil yine bir tesbihtir. Nebi'yi ve arkadaşlarını Mekke'den çıkarma planları yapan veya kendi istedikleri kıvama getirmek isteyen müşriklere karşı yapılacak mücadelenin zihinsel hazırlığıdır. Âyetin önündeki ve arkasındaki âyetleri de okursanız bunu net olarak göreceksiniz. Nebi bu konuda sıkıntı çekiyor. Ne yapılması gerektiği üzerinde düşünüyor ve Allah’ın yardımını umuyor. Enine boyuna iyice düşünmeden karar vermek istemiyor. Buradaki tesbih bir hal tarzı çalışmasıdır. Kendi hayatımızda karşılaşabileceğimiz farklı konularda da ibret alınabilecek bir örnektir. Detaylandırılabilir ana mesaj kabaca şudur: “Başkaları tarafından başına bir sıkıntı getirildiğinde etraflıca düşünmeden hareket etme. Yol gösterici kitabın üzerinde çalış yoğunlaş. Konuyu analiz etmeye vakit ayır, sonra kararını ver ve yalnız Allah’a tevekkül et, sabırlı ol ve ümidini kesme. Oysa âyetlerin önüne ve arkasına bakmayanlar. O kadar sıkıntı içerisinde bulunan Nebi (a.s) ın başındaki belayı unutup hangi saatlerde nasıl namaz kılacağının ve kılacağı namaza meleklerin şahit olup olmayacağının derdine düştüğüne inanıyorlar. Hatta Şii ve Sünni din adamlarına kalsa Nebi (a.s) başında kılıç sallanırken bile namazını bozmayacağını ileri süreceklerini biliyoruz. Ama Kur'an’da böyle saçma sapan bir manzarayı göremezsiniz. Tam tersine tehlike anlarında salât'ın kısa tutulması gerektiği bile söylenir. Ayette geçen “fecr”in “sabah aydınlığı”, Kur'an’ın ise “okunan, okuma” anlamına geldiğini herkes bilir. “Meşhuden” ifadesi ise “görünen, görünür, görülebilir, tanık olunabilir, müşahede edilebilir” demektir. Yani âyette anlatılmak istenen şey, fecir’deki okumanın sadece dille değil, gözle ve gönülle de görülebilir bir okuma olduğudur. Okuyup düşünme işinin aydınlıktan dolayı kolaylaşmış olduğudur. Çünkü akşam alacakaranlığından gecenin kararmasına kadar ve gecenin bir bölümünde de konu üzerinde düşünen Nebi (a.s) ın osaatlerde fecir ile birlikte aydınlığa da kavuşmuş olması söz konusudur. Evet kelime “şâhit olunan” diye de çevrilebilir ama bu tanık olunma hali başkalarının gelip bize şâhit olması değildir. Şu halde onların söylediklerine rağmen sen sabırlı ol yani güneşin doğuşundan ve batışından önce ve geceden bir vakitte Rabbini hamd ile tesbih et yani böylece gündüzün taraflarında tesbihte bulun. Umulur ki razı olursun"(Tâhâ-130) Tâhâ 130. âyetteki vakitler, yine Hud 114 ve İsra 78-79’daki zaman dilimlerinin farklı cümlelerle aynısının ifadesidir ve yine vakitli salât değil tesbih içindir. Âyetlerin içinde bulunduğu sürelerin hepsi Mekke'de nazil olmuş ve tamamen Nebi (a.s) a özel olarak gelmişlerdir. Çünkü Mekke'de inen seksen küsür sürenin hiç bir tanesinde çoğul olarak "salât'ı ikame edin" diye bir emir yoktur. Dolayısıyla Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları tarafından "namaz vakitleri" olarak görülen âyetlerin hiç birinde vakit açısından müminleri ilgilendiren bir şey bulunmamaktadır. Yani müminlerin kendi aralarında istişare ile belirledikleri vakitler haricinde salâtın vakti diye bir şey yoktur.Ancak cuma salat'ı ve acil durumlar bundan müstesnadır. Yani şu gerçeği iyi anlamak gerekiyor. Mezhep imamları ve müctehidler tarafından Salât vakitleri olarak algılanan âyetler Nebi(a.s) özel olarak inmişlerdir. Ancak müminlerin de bu vakitleri değerlendirmelerinde hiç bir sakınca yoktur. Yeter ki büyük bir farz gibi telakki edilerek ümmeti de bundan sorumlu tutmasınlar. “Gündüzün tarafları” ifadesi bu vakitlerin gündüzün içinde olmadığından, etrafında (dışında) olduğundandır. Ön ve arka âyetlere bakıldığında yapılacak tesbihin de yine bağlamdaki sorunlar çerçevesinde olduğu görülür.
RİSALEİ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR (4. YAZI )NURCULAR KİMDİR? 20. asırda ortaya çıkan, Kur'an-ı Kerim'i okumayıp, kendi liderlerine vahyedileni okumayı ibadet sayan ve Avesta'da geçen Zerdüşti hurafeleriislam ismini kullanarak topluma şırınga etmeye çalışan, ezik ve sinsi cemaat! Liderlerine "Bediüzzaman" dualarına "Cevşen" kurtarıcılarına "Mehdi" otlattıklarına "Nurcu" adını veren, batını ve ilkel bir akım!Bu akımın, İslam'la tek bağı mürit edindiği insanların müslüman çocuğu olmasıdır.. Bunlar, devşirdikleri çocukları ailelerinden ve köklerinden koparmayı ilke edinmişlerdir..Arif KılıçMektubat 19. mektup Mücizât-ı Ahmediyesine almadığı hurafe bırakmayan Said Nursi diyor ki,"Son ehli keşfin tasdikiyle, yetmiş defa Resulü Ekrem (a.s.m ) temessul edip (canlı olarak gelip ) yakaza (uyanık ) halinde onun sohbetiyle müşerref olan Celaleddin Suyuti gibi allemeler ve muhakkikler, ehadisi sahihanın(sahih hadislerin ) elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan (uydurmalardan ) tefrik ettiler (ayıkladılar).İşte bahsedeceğimiz hadiseler, mucizeler böyle elden ele kuvvetli, emin, müteaddit ve çok, belki hadsiz ellerden sağlam olarak bize gelmiştir" (Sayfa, 114) CEVAP:Said Nursi, karşısında bulunan Kur'an cahillerini aldatmak için böyle ağdalı, edebi zor, karmaşık bir dil kullanmaktadır.Halbuki bu anlattığı şeylerin yalan ve uydurma olduğunu çocuklar bile anlar.F Gülen'nin Allah Resulü'nü statlara ve dershanelere getirmesinin altında da bu temessul yalanları yatıyor.Kur'an, ilim, hikmet, sorgulama, akıl ve tefekkür açısından söylediği şeylerin zerre kadar bir önemi yoktur.Said Nursi'nin bütün kaynakları yalan ve uydurma rivayetlerdir, Külliyatında hiç bir zaman Kur'an'ı ve tevhid akidesini kaynak olarak almamıştır.İnsan sormaktan kendini alamıyor.Milyonlarca entelektüel insan nasıl böyle hikayelere din diye iman ediyor.Mücizât-ı Ahmediyesinde Said Nursi diyor ki, "Berekete dair Mücizât-ı kat'iyenin (kesin mücizelerin) birinci misali :Başta Buhari ve Müslim olmak üzere Kütüb-ü Sitte-i sahiha(altı sahih hadis kitabı (Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Nesai) muttafikan (ittifakla) haber veriyorlar ki, Hz.Enesin (Enes bin Mâlik) validesi Ümmü Süleym, bir iki avuç hurmayı yağ ile kavurarak bir kaba koyup Hz.Enesle Peygamber (a.s.m)a gönderdi. Enese ferman etti ki, "...filan, filanı çağır.Hem kime tesadüf etsen davet et. "...Enes de kime rast geldiyse çağırdı.Üç yüz sahabe gelip suffe ve hucre-i saadeti (Nebi (a.s) ın evini) doldurdular.Ferman (emr) etti, onar onar halka olunuz..." "Sonra mübarek elini o az taamın (yemeğin) üzerine koydu. Dua etti."Buyurun dedi. "Bütün o üç yüz adam yediler, tok olup kalktılar. Enese ferman etmiş, kaldır, Enes demiş, bilmedim.Taam (yemek) kabını koyduğum vakit mi taam çoktu, yoksa kaldırdığım vakit mi çoktu, fark edemedim "(Sayfa- 114)Said Nursi'den öyle hurafeler aktaracağım ki inanmayacaksınız. Yüce Allah'ın mutlak hidayet olarak gönderdiği Kur'an şahittir ki, Allah Resulü'nün kur'an'dan başka hiçbir mucizesi bulunmamaktadır.Dolayısıyla yüzlerce uydurmayı Risâle-i Nur külliyatına alan Said Nursi Resulullahın beşer olduğuna inanmamaktadır.Bundan dolayı en az bu rivayetleri uyduranlar kadar vebal altına girmiştir.Çünkü onun gibi milyonlarca kişinin kalbinde taht kurmuş. Bütün Müslümanlar tarafından takdir edilen ve saygı duyulan birisi olarak Kur'an'ın yani İslam'ın akıl ve mantığına uygun olmayan bu hurafeleri eserine almamış olsaydı insanlar bunlara inanmayacaktı. F Gülen ve terör örgütü bu kadar tehlikeli olmayacaktı.Nurcular inkâr etse de F Gülen'in bu kadar tehlikeli olmasının baş sorumlusu Said Nursi'nin Risâle-i Nur Külliyatıdır.
9 Şubat 2022 Çarşamba
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(133.YAZI) Hud Süresi 28-)(Nuh) Dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından (bildirilen) açık bir beyyine (vahiy) üzerinde isem yani O bana kendi indinden bir rahmet(Nübüvvet-Risâlet) vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?29-) Yani ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.Kıraat Farklılığı (Âyette bulunan "feummiyet aleyküm" "size gizli tutulmuşsa" kelimesini bazı kıraat âlimleri "feamiyet aleyküm" "size gizli kalmışsa" olarak okumuşlardır.) 30-) Yani ey kavmim! Ben onları kovarsam, beni Allah'tan (ondan gelecek azaba karşı) kim bana yardım edebilir? Tezekkür etmiyor musunuz?31-) Yani ben size: "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır" demiyorum. Ve gaybı da bilmem yani ben bir meleğim" de demiyorum. Ve sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, "Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir" diyemem. Onların nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir.? Onları kovduğum takdirde) ben gerçekten zalimlerden olurum."32-) Dediler ki: Ey Nuh! Bizimle mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok ileri gittin. Eğer sâdıklardan isen, vâdettiğin (azabı) bize getir!33-) (Nuh) dedi ki: "Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz (Allah'ı) âciz bırakacak değilsiniz.34-) Eğer Allah sizi şaşırtırsa, ben size nasihat vermek istesem de, nasihatım size yarar sağlamaz. (Çünkü) O sizin Rabbinizdir yani (nihayet) O'na döndürüleceksiniz."(Yüce Allah vahiy haricinde hiç kimseyi şaşırtmaz, onların şaşırmaları vahiy ile ilgili bir durumdur. İlâhi mesajla hidayete gelmeyen insan için yapılacak hiçbir şey yoktur.) 35-) (Ey Resül!) Yoksa, "Bunu iftira etti mi" diyorlar? De ki: "Eğer onu iftira ettiysem suçum bana aittir yani ben sizin işlediğiniz suçlarınızdan uzağım.36-) Nuh'a vahyedildi ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla iman etmeyecek. Öyle ise onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme.37-) Gözetimimiz altında yani vahyimiz uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!38-) Ve Nuh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkça ona alay ediyorlardı. Dedi ki: "Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl bizimle alay ediyorsanız biz de sizinle alay edeceğiz!39-) Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz."40-) Nihayet emrimiz gelip de sular taşıp yükselmeye başlayınca Nuh'a dedik ki: Her birinden iki eş ile -(boğulacağına dair) aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında- aileni ve iman edenleri gemiye yükle!" Zaten onunla beraber pek azı iman etmişti.41-) Nuh dedi ki: "Ona binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim Ğafur'dur, Rahim'dir.42-) Ve o, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nuh, uzakta bulunan oğluna: Ey oğul! (Sen de) bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma! diye nida etti.43-)(Oğlu): Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nuh): "Bugün Allah'ın emrinden sığınacak bir yer yoktur, ancak merhamet edilen müstesna" dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.44-) Ve nihayet "Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!" denildi su çekildi yani iş bitirildi ve (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine yerleşti ve zalimler kavmine (rahmetten) uzak kalın denildi.45-) Ve Nuh Rabbine nida edip dedi ki: "Rabbim! Şüphesiz oğlum benim ehlimdendir yani senin vâdin elbette haktır ve sen hakimler hakimisin."46-) Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ehlinden değildir. Çünkü onun ameli salih değildi. O halde hakkında ilmin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı vâzediyorum."CEHALET" NE DEMEKTİR? Aslında Kur'an'ı Mübin'e baktığımızda âyetlerde geçen "cahil" sözcüğü, bugün dilimizde kullandığımız "cahil sözcüğü" ile aynı anlamı taşımıyor. Kur'an'ı Mübin'de geçen "cahil sözcüğü" "okuma yazma bilmeyen kişi" anlamıyla alakalı bir şey değildir.Kur'an'ı Mübin'in dilinde "cahil" ve "cehalet" sözcükleri "bir kişilik yapısını, olumsuz bir ahlakı, yaşam tarzını ve inanç sistemini" ortaya koymak için kullanılır. "Cahil" sözcüğü "ağır başlılığın ve aklı selimin" karşıt anlamlısı için söylenir. "Hikmetsiz ve gereksiz bilgi ve inanç peşinde koşan" için kullanılır. Yani "Allah tarafından bir sistem üzerine indirilen vahiy ve ilahi emirleri tek hidayet ve rehber kabul etmeyen, batıl yolda hareket eden, tevhid akidesini görmezlikten gelen, kötü ahlak sahibi, dinde anarşi ve kaos yaratmaya çalışan" için "cahil" sözcüğünün kullanıldığını açık olarak görüyoruz.Mesela: "Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetlerinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Salatı ikame edin, zekatı verin, Allah ve Resulüne itaat edin. Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"( Ahzab, 33 )Yukarıdaki ayette Kur'an'a aykırı yaşam tarzının bir "cehalet" eseri olduğu vurgulanıyor. Mesela: "De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?( Zümer, 64) Yukarıdaki âyette şirk "cehalet" müşriklerinde birer "cahil" oldukları ortaya konuyor.Mesela: "Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. O da: Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım, demişti"( Bakara, 67) Yukarıdaki ayette Musa (aleyhisselam) israiloğullarına kendileri ile alay etmenin bir cehalet eseri olduğunu ve bunun bir elçi olarak kendisine yakışmadığını söylüyor.Mesela: "Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse (Ey Elçi olan Muhammed! (aleyhisselam) Yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven kur ki onlara bir mucize getiresin. Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma" (En'am, 35) Yukarıdaki âyette de inanmak isteyenler için Kur'an'ın yeterli bir mucize olduğu, Kur'an haricinde gözlerle görülebilecek başka olağanüstü olayların istenmesinin bir cehalet eseri olduğu açık olarak yer alıyor. Mesela: "Yoksa onlar (Kur'an öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır" (Maide, 50) Bu ayette din ve hüküm olarak Allah'ın tevhid sisteminden ve İslam ahlakından başka hükümlerin ve ictihatların bir cahiliye olduğu yer alıyor. Yani din ve hüküm olarak ya Allah'ın dediği olacak, indirilen Kur'an zihinlere ve gönüllere hakim olacak, ya da cahiliye İdaresi ve köle sistemi milleti perişan edecektir. Mesela: (Allah buyurdu ki) Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir ameldir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ediyorum"(Hud, 46) Hz. Nuh (aleyhisselam) Nebilik makam mertebesinde tevhid akidesine aykırı olarak oğlunun boğulmamasını ve iman ile gitmesini isterken, Allah tarafından böyle bir kınamaya muhatap kalıyor. Yoksa Hz. Nuh(as) asla cahil birisi değildi, ve olmadı.)
TESBİH, SALÂT ve VAKİT (1)(21.YAZI) "Tesbih, Salat ve Vakit" yazılarını okumadan önce Allah Resülünün vahyin içinde nasıl bir yoğunlaşma yaşadığını bilmek çok önemlidir. Şia ve Ehl-i Sünnet din adamlarının rivayetler dininde yaşadıkları yoğunlaşmanın bin katı kadar vahyin merkezinde bir hayat yaşıyordu. Çünkü Mekke'de bütün yük onun sırtında idi. İşte bu yüzden tesbih ve salat'ı ikame ile ilgili emir ve tavsiyeler her zaman tekil formunda yani ona özel gelmiştir. Yani gece vakitlerinde Allah Resülüne özel bir motivasyon ve enerji sağlıyordu. Şii ve Sünni din adamları Nebi ve Resülün arasında bulunan farkları, Kur'an'daki kavramları, Mekke ve Medinenin şartlarını bilmedikleri için daha doğrusu Kur'an'a hakkıyla iman etmedikleri için bu gerçekleri anlamaktan uzak kalmışlardır. Yani Mekke'de vakit ayırma ihtiyacı salât'ı ikamenin içinde öncelikle bireysel olarak ortaya çıkan bir gerçektir.Bağlantınızın (salâtınızın) bir daha asla kopmamasını istediğiniz için öğrendiklerinizin üstüne koyarak ilerlemeye artık kesinlikle vakit ayırmak ihtiyacı hissedeceksiniz. "Salât'a kalktığınızda Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Ne zaman ki güvenliğinizden tatmin oldunuz artık salât'ı ikame edin. Öyle ki salât, müminler üzerine vakitli olarak yazılmıştır" (Nisa- 103)Âyetin başında geçen “salât'a kalktığınızda” ifadesi önceki âyetlerdeki salât'ı kısaltmayı öngören sefer (savaş) durumundaki salât'la ilgilidir. Yani “salât'ı tam olarak yerine getirmediğiniz için o vakit gelip de salât'a kalkacağınızda” denmek istenerek “bu durumda her halinizde zikretmeye, tesbih etmeye olan şartlarla kendi kendinize yaptığınız gibi devam edin” denmektedir. “Ama ne zamanki her şey eski güvenli hale gelirse o durumda eskiden yaptığınız gibi salât'a birlikte devam edersiniz. Çünkü bu topluca yaptığınız vakitli bir sorumluluğunuzdur.” anlamı mevcuttur. "Sabredenler, sâdık olanlar yani gönülden boyun eğenler yani infak edenler yani seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir"(Âli İmran-17) Bu ayetteki “seher vakitleri” ifadesi “Ey müminle! Hepiniz her sabah seher vaktinde af dileyin” anlamında değildir. Hûşû ile bağlantısını ayakta tutanların tesbihleri için örnek olarak gösterilen bir zaman dilimidir. Kati bir emir ya da görev değil, ibret alınacak bir misaldir. Yalnız başına kalınabilecek ve rahatça tesbih edilebilecek ve Allah’tan af dilenebilecek çok özel bir zaman dilimidir. Uykusuz kaldığımız bir gecenin sabahında bile mutlaka kalkıp o saatte yapacağımız bir görev değildir. "Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir ümmet vardır ki; gece vaktinde ayakta durup Allah'ın âyetlerini tilâvet ederek secde ederler" (Âli İmran-113) Benzer bir durum burada da vardır. Gece vakti ayakta kalıp Allah’ın âyetlerini okuyup çözümlemek, üzerinde düşünmek ve tam bir kavrayışa ulaşmak için farkındalık sahibi olmaya çalışmak erdemli bir meziyettir. Salât'ı ikâme etmek (vahiy'le bağlantısını ayakta tutmak) isteyenler için örnek bir ahlak biçimidir. Gecenin sessizliğinde çalışmak, kavrama kolaylığı açısından çok faydalıdır. Ama her gece için emredilen mutlak bir vazife değil, örnek gösterilen bir emek ve yöntemdir. Fırsatı olanların ve kendine fırsat yaratanların zaten yapmak isteyeceği bir ders çalışma işidir. "(Zekeriya) “Rabbim! Bana bir delil (âyet) kıl.” dedi. Senin âyetin, işaretleşme dışında, insanlarla üç gün konuşmamandır. Rabbini çokça zikret ve akşam sabah O’nu tesbih et"(Âli İmran-41) "Böylelikle (Zekeriya) mihraptan kavminin karşısına çıkıp onlara işaret etti: Sabah akşam tesbih edin"(Meryem-11) Sabah ve akşam olarak diğer tesbih âyetlerine uygun olarak da alınabilir, süreklilik ifadesi olarak da kabul edilebilir. Her iki şekilde de tesbih geçmektedir. "Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar salâtı ikame et. Ve fecir Kur’an’ı (okuması): Öyle ki fecir okuması müşahede edilebilirdir (görünürdür, şahit olunurdur). Gecenin bir kısmında sana özel ilave olarak onunla uyanık kal. Umulur ki Rabbin seni hamd edilecek bir makama (yere) ulaştırır"(İsra-78, 79)
8 Şubat 2022 Salı
RİSALEİ NUR'DA BULUNAN ŞİRK , HURAFE VE YALANLAR(3.YAZI ) Said Nursi Hedef Saptırarak Ümmeti Aldattı. Kur'anın bağlam ve bütünlüğüne, özellikle Kur'an'ın en önemli kavramlarından olan küfür-kâfir, şirk-müşrik, zulüm-zalim, fısk-fusuk, kizb-tekzib gibi bir çok kavramın Allah'ın varlığını kabul etmeyen dinsizlerle ilgili değil, Allah'a iman eden, kulluk yapan, hatta Said Nursi ve kendine tâbi olanlar gibi, dindar olarak kabul edeceğimiz kimseler hakkında kullanılmışlardır.Ama Said Nursi Kur'an'dan yan çizerek, tam aksine bir yol izleyip, sanki bütün dünya şirk ve küfür pençesinde değil de, dinsizlik ve imansızlık pençesinde kıvranıyormuş gibi, ömrünü Allah'ın varlığını ispat etme üzerine tüketmiş ve Anadoluyu şirk, hurafe ve yalanın bataklığında boğmuştur. Böyle olunca Kur'anın yüzlerce âyette kınadığı şirk ve müşriklerin, dolayısıyla Yahudi ve Hristiyanların, Şia ve Ehl-i Sünnet'in bütün şirk, küfür, zulüm ve vahşetlerinin görülmesini engelleyerek hedef saptırmıştır. Eserlerinde müşrikleri ,Yahudi ve Hristiyanları, mezhep ve fırkaları eleştirdiği bir cümlesi bile mevcut değildir. Halbuki yeryüzünde olan vahşet ve katliamların en büyük sebebi dinsizlik değil, şirk ve beğy'dir yani mezhep ve ırkçılık belasıdır. Ateistler hiçbir zaman Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünniler kadar etkili ve tehlikeli olamazlar. Hatta ateistler değil bir hükümet ve bir devlet kurmak, bir dernek ve vakıf bile kurabilecek bir güce sahip değillerdir. Yani anlayacağınız fetö'nün inanç atası ve fikir babası Said Nursi çok kötü bir şekilde ümmeti aldattı. Allah'a ve O'nun dini olan İslam'a en büyük düşman ateistler değil, müşriklerdir (Tevbe-114; Şura-13)Esas konumuza dönecek olursak. Ehli Sünnet mezheblerine bağlı muhaddis ve müctehitlerle Şia'nın muhaddis ve müctehidleri arasında kendi taraftarlarını üstün gösterme yarışında karşılıklı olarak binlerce rivayet uydurulmuştur.Şia :Ali bin Ebi Talip, Hasan bin Ali, Hüseyin bin Ali, Fatma binti Muhammed, Ehl-i Beyt, on iki imam ve Mehdi el müntazir gibi masum kabul ettikleri şahsiyetlerle ilgili binlerce hadis uydururken, Emevilerin maddi desteği ve teşviki ile Ehl-i Sünnet muhaddisleri de Ebubekir bin Kühafe, Ömer bin Hattab, Osman bin Affan ,Talha bin Ubeydullah, Aişe binti Ebibekr, Hafsa binti Ömer, Muaviye bin Ebi Süfyan, Hâlid bin Velid, Ebu Hüreyre ve diğer sahabelerle alakalı binlerce hadis uydurdular.Said Nursi, Şia ve Ehli Sünnet hadis kaynaklarına aynı mesafeden baktığı için iki ekol arasında ayırım yapmadan iki mezhebin eserlerinde bulunan yalan ve uydurma rivayetlerin bir çoğuna taşeronluk yaparak Anadolu'da iyice kök salmalarına sebep olmuştur.Bakın ne diyor"Hz. Peygamberin kanını şerbet yapıp teberruken içen Abdullah İbni Zübeyr'in harika bir şecaatle ümmetin başına geçeceğini,Emeviye Devletinin zuhurunu, (sayfa 103)Hz. Muaviye'nin ümmetin başına geçeceğini ona rıfk ve adaleti tavsiye ettiğini,Abbasi Devletinin zuhurunu ve uzun müddet devam edeceğini Hz. Peygamber haber vermiş" (Mücizat-ı Ahmediye, sayfa- 103)Hurafelerinden dolayı sakın Cübbeli Ahmet, Nihat Hatipoğlu, Osman Ünlü ve Adnan Oktarın yalanları tuhafınıza gitmesin,Said Nursi'ye göre Nebi (a.s) kıyamet gününe kadar gelecek her şeyi apaçık bir şekilde haber vermiştir.Kur'an cahili muhaddislerin kanın Allah tarafından haram kalındığını bilmedikleri belli oluyor. "Bediuzzaman!!! lakaplı Said Nursi kanın haram olduğundan nasıl haberi olmaz."Peygamber" kelimesini Said Nursi kullanıyor, yoksa ben "peygamber" kelimesini kullanmıyorum.Çünkü "Peygamber" kelimesi Kur'an'daki "Nebi" ve "Resul" ibarelerini tahrif eden çok tehlikeli bir ibaredir.Peygamber kelimesini kullananlar Nebi ve Resulün arasındaki farkı kavrayamazlar.Lütfen, Allah rızası için "Peygamber" kelimesini kullanmayalım. Said Nursi, uydurma rivayetlerin tümünü müdafaa ederek, Kur'an, ilim ve akıldan yoksun bu yalanları reddeden muvahhidleri eleştirerek diyor ki,"Daha hicretten iki yüz sene sonra, başta Buhari, Müslim, Kütübü Sitte-i makbule (kabul görmüş altı hadis kitabı) vazife-i hıfzı (hadis hafızlığını) omuzlarına almışlar.İbni Cevzi gibi şiddetli münekkidler çıkıp, bazı mulhidlerin veya fikirsiz veya hıfzsız veya nadanların karıştırdıkları mevzu (uydurma ) hadisi tefrik ettiler, gösterdiler (Mücizat-ı Ahmediye sayfa- 113 ) Yani Said Nursi 'ye göre şu anda Şia ve Ehli Sünnet'in hadis kaynaklarındaki bütün rivayetler doğrudur. Dolayısıyla uydurma veya zayıf diye bir hadisten söz etmek mümkün değildir.Halbuki Ebubekir'in hilafeti döneminde Resulullahın hadislerini toplamak istediklerinde 500 hadisten başka bir şeyle karşılaşmadılar.Bu rivayetlerde Kur'an'dan farklı bir şey görmeyince hepsini yakıp imha ettiler(TDV- İslam Ans- Hadis maddesi- c. 15- s. 27)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(132.YAZIHud Süresi 25-) Andolsun, biz Nuh'u kavmine gönderdik. Onlara: "Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım.26-) Allah'tan başkasına ibadet etmeyin! Ben, size (gelecek) elem verici bir günün azabından korkuyorum."27-) Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: "Biz seni sadece bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana tâbi olduğunu görmüyoruz yani sizin bize karşı bir faziletinizin olduğunu da görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz."(Gurur ve kibir çok kadim manevi bir hastalık türüdür.Kur'an bu manevi hastalığı iblis'e kadar götürmektedir. Elçilerin kıssalarında bu kadim hastalık türünü aşağı yukarı bütün kavimlerde görüyoruz. Allah'ın elçileri kavimlerini vahye yani tevhid akidesine davet ettikleri zaman, müşrikler Allah'ın elçilerini ve vahiy ehli muvahhidleri fakir, gariban, ve ayak takımı diyerek küçümsemişlerdir.Kur'an ehli muvahhidleri kendilerinden daha aşağı bir seviyede gördüklerinden dolayı aynı konuma, aynı davanın adamı olmayı gurur ve kibirlerine yediremediler.Mesela: "Onlardan ileri gelenler: Yürüyün, ilâhlarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz budur. Son dinde de bunu işitmedik. Bu, ancak bir uydurmadır. Kur'an aramızda ona mı indirildi? diyerek kalkıp yürüdüler"(Sâd- 5, 6)Mesela:"Ve dediler ki: Bu Kur'an iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?(Zuhruf- 31) Yani müşrikler diyorlar ki: Asil, seçkin ve yüce atalarımızdan gelen dini senin ve sana tâbi olan fakir, ayaktakımı, sâde ve hiç kimseye sözü geçmeyen basit vatandaşlar için nasıl terkederiz? Sizin gibi sıradan insanlar için babalarımızdan ve atalarımızdan gelen dini nasıl terk etmemizi isterseniz?Yani şimdi koskocaman Diyanet İşleri Başkanlığı ve kelli felli ilahiyatçılar, Emevilerden, Abbasilerden, Selçuklulardan ve Osmanlı İmparatorluğu'ndan gelen resmi atalar ve babalar dinini bırakıp, tarihte sadece birkaç gariban muvahhidin uyduğu dini nasıl kabul etsinler? Yani Kur'an'a baktığımızda istisnasız bütün elçilerin kavimlerinde aynı hastalık türünü görebiliriz. İşte bu gurur ve kibir ahlaksızlığı onları gerçeği kabul etmekten engellemiştir.Aynen Nuh (aleyhisselam) ın kavmi gibi Mekke müşrikleri de iman eden fakirlerle aynı konuma sahip olmayı kabul etmiyorlardı. Allah Resulü'ne garibanları yanından uzaklaştırmasını teklif ediyorlardı. Allah'tan gelen cevap şu şekilde tecelli ediyordu."Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovmayasın! Onların hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki bunları kovup da zalimlerden olasın"(En'am-52)Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyatçılar koskocaman büyük devletler ve imparatorluklar kuran müstekbir din atalarının yolunubırakıp bizim gibi dağınık, kimsesiz, gariban, fakir, sadece saf inancından ve sağlam duruşundan başka hiçbir şeyi bulunmayan muvahhidlerin garip dinini ve inancını kabul ederler mi? Kendisine hazineden oluk oluk ödenek ayrılan Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyatçılar içmeye ayranı olmayan garibanların dinine nasıl razı olacaklar ? Devletlerin ve imparatorlukların tabiat ve ahlakında doğruyu ve istikameti kabul etmek yoktur. İşte bu yüzden inanç ve amelleri ne kadar absürt olursa olsun devlet tarafında olan ilim adamları ve besleme din bezirganları o inanca ve amellere karşı gelmezler. Yani Diyanet ve ilahiyatçılar hiçbir zaman bu zayıf ve gariban olarak devam edip gelen tevhid damarını tanımayacak ve ilahi vahye iltifat etmeyeceklerdir.İşte ülkelerin ileri gelenlerinin elçilerin dâvetini reddetmelerinin ana sebeplerinden birisi bu gurur ve kibir olmuştur. Bu yüzden Kur'an bu müşrikler için "mele" (kaymak tabaka, aristokrat kesim) "mütref" (ileri gelen bürokratlar) ve "müstekbir" kavramlarını kullanır. Bu konuda şu iki ayeti kerime gerçekten dikkat çekicidir."Ey Resül! Seni gördükleri zaman: Bu mu Allah'ın elçi olarak gönderdiği! diyerek hep seni alaya alıyorlar"(Furkan- 41) Diğer bir ayet-i kerimede şöyledir. "Onlara: Allah'tan başka ilah yoktur, denildiği zaman kibirle direnirlerdi. Mecnun bir şair için biz İlâhlarımızı bırakacak mıyız? derlerdi"(Saffat-35, 36)Yani Diyanet İşleri Başkanlığı, sultanların, kralların ve padişahların şöhret bulmuş dinini bırakıp ufak tefek, miskinlerin ve düşüklerin dinini kabul eder mi?Kral, padişah ve saraylara hizmet etmek varken, Diyanet İşleri Başkanlığı Allah'a hizmeti kabul eder mi?
7 Şubat 2022 Pazartesi
SALÂT ve HUŞU(20.YAZI) Hûşû genellikle insanın iç dünyasında bir huzur ve mutluluk duygusu, dünyevileşmeden kurtulma özgürlüğüdür. Fakat hûşûnun içinde asıl önemli olan şey vahiy'de derinleşme ve hakkı daha fazla öğrenme duygusu ve yeni fikirleri merak etmedir. Takva ile başladığımız salât (vahiy'le bağlantı) yolculuğunda bakın neler öğrendik. Ne kadar tesirli duygularla yoğrulduk. Yeni şeyleri ve gerçekleri apaçık görmeye başlamak bu öğrenme merak ve heyecanını doğurdu. Boş işlere dalıp da bu huzur dolu duyguları kaybetmemek gerekiyor. İşte hûşû bu manada gerçeklere daha fazla bir istek ve iştahla sarılmaktır. Salât'ı ikame ediş (bağlantı) bu bağlılık hissi ile ayakta tutulmaktadır. "Andolsun ki müminler felaha ermiştir. Onlar salâtlarında hûşû içindedirler yani onlar boş şeylerden yüz çevirmişlerdir" (Müminün-1, 2, 3) Hûşû ile “boş şeylerden yüz çevirmişlik” yan yana ve hûşûnun tanımı mahiyetindedir. Kuran’daki bu tip ifadeler hûşûnun içi boş bir duygu yoğunluk hali değil, içi dolu bir farkındalık olduğunu gösterir. Huşuyu meydana getiren şey ne yaptığını ne istediğini ve nereye yürüdüğünü bilmektir. İlâhi mesajın farkında olmadan ve dişe dokunur hiçbir şey bilmeden anlamsız ve batıl bağlantılar içinde, geleneksel bir duygu yoğunluğu yaşamak hûşû değil, içi boş bir arabesk duygusudur. "Sabırla ve salâtla yardım dileyin. Şüphesiz bu hûşûlu olmayanlara büyük (zor) gelir" (Bakara-45)Duygu yoğunluğu ve hayat zorlukları içinde sıkışıldığı dönemlerde Allah’a dayanma davranışı gelip geçen bir duygudur. Ama hûşû esas olarak gelip geçen bir duygu değildir. Hûşûnun olmadığı duygu; içselleştirilmemiş ve devamlılığı olmayan bir duygu patlaması olduğu için onun olmadığı dönemlerde salât'ı ikameye (bağlantısını, davasını ayakta tutmaya) ve daha fazla öğrenip üzerinde çalışmaya olan istek azalır. Bu da insanı öğrendiklerini unutmaya, önemsememeye, “desinler” diye orada burada olmaya, ikiyüzlülüğe ve nifaka götürür. "Hiç Şüphesiz münafıklar Allah'ı aldatma peşindedir. O ise bunu başlarına çevirir (onları aldanmış bırakır). Salât için kalktıkları zaman, üşenerek kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar yani pek az (zaman) hariç Allah'ı zikrediyor değillerdir"(Nisa-142)Şu gerçeği hatırlamada büyük fayda vardır. İhlastan infaka, ihsan'dan (güzel ahlaktan) takvaya, şükürden hamdetmeye, huşu'dan zikre, hidayetten istikamete, salât'tan zekat'a (arınmaya) İslamdan imana her şey gelip ilâhi mesajı bilmeye yani yalnız yüce Allah'a teslim olmaya dayanıyor. Yani bütün bunlar Kur'an'ı dinde tek hüküm kaynağı kabul etmekle ilgili erdemlerdir. Bu ilke varsa, bütün bunlar değer kazanır, yoksa bunların hiçbirinin önemi kalmaz. Dolayısıyla Kur'an'ın ilmi olmadan yani kayıtsız şartsız Allah'a teslim olmadan dinde hiç bir şeyin önemi yoktur. Dininizin ve hayatınızın merkezinde Kur'an tek kaynak değilse, hakimiyetinizin altında olan mâbed ve ibadetlerle sadece ölülere sanal cennetin ticaretini yaparsınız. Yukarıda bulunan erdemler olduğu zaman insan sadece yüce Allah'a ibadet etmiş oluyor. Yani yukarıdaki erdemlerin toplamına Kur'an ibadet adını vermiştir. Onlarca âyette geçen "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur" öğüdünün gerçek anlamı budur. Yani ibadet belli zamanlarda yapılan anlamsız bir ritüel değil, insanın gece gündüz, her zaman, hayatı boyunca, her durumda, sürekli olarak beraber ömür geçirdiği erdemlerdir. "(Munafıklar) Ne onlarla, ne bunlarla (huzurlu) olurlar, arada bocalayıp dururlar yani kim Allah'tan (Kur'an'dan) saparsa, (mümkün değil) artık sen ona (hidayete doğru) bir yol bulamazsın" (Nisa-143)Yani hûşûnun en önemli unsuru vahye karşı olan farkındalıktır. Bu farkındalık Allah’ı doğru anlamayı ve O’nu hakkıyla takdir etmeyi de beraberinde getirir. "Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer yani kendilerine isabet eden musibetlere sabreden yani salât'ı ikame eden yani rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir" (Hac-35) Hûşûnun en önemli özelliği insanın bilmediği şeyleri daha iyi bilme heyecanına kapılmasıdır. Eğer bu heyecan yoksa o kişi henüz uyarılacak ve uyandırılacak kişi olamamıştır. Daha doğrusu uyanmaya hazır değildir. "Yükü olan kimse başka bir yükü yüklenmez. Eğer yükü ağır olan kimse onu taşımaya çağırsa yani yakını da olsa kendisine ondan hiç bir şey yükletilmez. Sen yalnızca gayb ile Rablerinden hûşû duyanları ve salât'ı ikame edenleri uyarırsın. İşte kim arınırsa, o sadece kendi nefsini arındırmış olur. Sonunda varış Allah'adır"(Fatır-18)Salât'ı ikâme, içinde iletişim, diyalog ve uyarının olduğu zihinsel bir destekleşme ve bilinçlenme faaliyetidir. Bazen toplu bir hûşû hali hissedilebilir ama esasta hûşû tekil (bireysel) bir duygudur. Yani toplu olunmadığı durumlarda bu duygu daha yoğun hissedilir. "Onların yanları yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler yani kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.(Secde-16)
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(131. YAZI)Hud Süresi: Mekke'de nazil olmuştur. 123 Âyettir. Rahman Rahim Allah'ın Adıyla 1-) Elif. Lâm. Râ. (Bu sana indirilen), hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından âyetleri muhkem kılınmış, sonra da tafsil edilmiş bir kitaptır.(Kur'an'da detaylandırma anlamına gelen "tafsil, tasrif ve tefsir" sadece Allah bağlamında kullanılmıştır. Yani Kur'an'ı sadece yüce Allah detaylandırıp açıklar. Duyurma ve tebliğ etme, ilan etme ve okuma anlamına gelen "tebyin" ise hem yüce Allah hemde Resül bağlamında geçmektedir. Resüller sadece vahyi tebliğ ederler. Onların Kur'an'dan başka sözleri yoktur. Nebi'nin sözleri ise, diğer insanların sözleri gibidir yani din değildir. Özel hayatla ilgilidir. ) 2- 3) De ki: Bu Kitap "Allah'tan başkasına ibadet etmemeniz için (indirildi). Şüphesiz ki ben, onun tarafından size (gönderilmiş) bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim. Yani Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da ona tevbe etmeniz için (indirildi. Eğer bu emrolunanları yaparsanız), Allah sizi, tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir metâ (kendi kazancınız ) ile geçindirir, fazilet sahiplerine de (kendisinden) fazlasını verir. Ve eğer yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek büyük günün azabından korkarım. (Şu gerçeği anlamada büyük fayda vardır. İhlastan infaka, ihsan'dan (güzel ahlaktan) takvaya, şükürden hamdetmeye, huşu'dan zikre, hidayetten istikamete, salât'tan zekat'a (arınmaya) İslamdan imana her şey gelip ilâhi mesajı bilmeye yani yalnız yüce Allah'a teslim olmaya dayanıyor. Yani bütün bunlar Kur'an'ı dinde tek hüküm kaynağı kabul etmekle ilgili erdemlerdir. Bütün bunlar bu ilke ile değer kazanırlar, bu ilke yoksa yukarıda sayılanların hiçbirinin önemi kalmaz. Dolayısıyla Kur'an'ın ilmi olmadan yani kayıtsız şartsız Allah'a teslim olunmadan dinde hiç bir şeyin önemi yoktur. Dininizin ve hayatınızın merkezinde Kur'an tek kaynak değilse, hakimiyetinizin altında olan mâbed ve ibadetlerle sadece ölülere sanal cennetin ticaretini yaparsınız. Yukarıda bulunan erdemler olduğu zaman insan sadece yüce Allah'a ibadet etmiş oluyor. Yani yukarıdaki erdemlerin toplamına Kur'an "ibadet" adını vermiştir. Onlarca âyette geçen "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur" öğüdünün, ve yukarıdaki âyette bulunan "Allah'tan başkasına ibadet etmeyesiniz diye" pasajının gerçek anlamı budur. Yani ibadet belli zamanlarda yapılan anlamsız bir ritüel değil, insanın gece gündüz, her zaman, hayatı boyunca, her durumda, sürekli olarak beraber ömür geçirdiği erdemlerdir. Hayat kesintisiz ibadettir. Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kitap kabul etmeyenin yaptığı her meşru amel ibadet hükmüne geçmektedir. Kur'an'ın yanında başka bir kaynağı kabul edenin hiçbir ameli yüce Allah geçerli değildir. Dolayısıyla Kur'an, salih amellerin tümüne ibadet demektedir. İbadet sâlihatın çatı kavramıdır.) 4-) Dönüşünüz yalnız Allah'adır. O, her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. 5-) Dikkat edin, onlar Resülden, (düşmanlıklarını) gizlemeleri için göğüslerini çevirirler (gönüllerinden geçeni gizlerler). Dikkat edin, onlar elbiselerine büründükleri zaman dahi, Allah onların gizlediklerini de, açığa çıkardıklarını da bilir. Çünkü O, kalplerin özünü bilendir.6-) Yeryüzünde hareket halinde olan her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir yani Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitaptadır. 7-) O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı (kudret ve hükümranlığı) su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Kasem olsun ki, (Ey Nebi!): "Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz" desen, kâfir olanlar derhal "Bu, açık bir sihirden başka bir şey değildir" derler.Kıraat Farklılığı: (Âyette bulunan "sihrun mübinün" (açık bir sihir) ibaresini, bazı kıraat âlimleri "séhirun mübinün" (açık bir sihirbaz) olarak okumuşlardır.Yani bir kıraate göre kafirler kitaba sihir derken, diğer kıraate göre Resül (a.s) a sihirbaz diyorlar.) 8-) Andolsun, eğer biz onlardan azabı sayılı bir süreye kadar ertelesek, mutlaka "Onun gelmesini engelleyen nedir?" derler. Bilesiniz ki, kendilerine azap geldiği gün, bir daha onlardan uzaklaştırılacak değildir yani alay etmekte oldukları şey, onları çepeçevre kuşatacaktır.9-) Ve eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak, tamamen ümitsiz ve nankör olur.10-) Ve eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak, elbette "Kötülükler benden gitti" der. Çünkü o (bunu derken) şımarıktır, kibirlidir.11-) Ancak (musibetlere) sabredip yani salih ameller işleyenler böyle değildir. İşte onlar için bir mağfiret ve bir büyük mükâfat vardır.12-) Neredeyse sen (müşriklerin:) "Ona (gökten) bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!" demelerinden ötürü sana vahyedilen âyetlerin bazısını (tebliğ etmeyi) terk edeceksin ve bu yüzden göğsün daralıyor. (İyi bil ki) sen ancak bir uyarıcısın yani Allah ise her şeyin üzerine vekîldir.13-) Yoksa, "Onu (Kur'an'ı) kendisi iftira etti" mi diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah'ın dununda (O'nun yanında-yöresinde-berisinde) gücünüzü yettiği (doslarınızı yardıma) dâvet edin de siz de onun gibi iftira edilmiş on sûre getirin.14-) Eğer (onlar) size cevap veremiyorlarsa, bilin ki, o ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir yani O'ndan başka ilâh yoktur. Artık siz müslüman oluyor musunuz?15-) Kim, (yalnız) dünya hayatını yani zinetini istemekte ise, amellerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz yani onlar orada hiçbir zarara uğratılmazlar.16-) İşte onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir yani bütün sanayileri (sanatları--emekleri) boşa gitmiştir yani yapmakta oldukları tüm ameller bâtıl olmuştur. 17-) Rabbin tarafından (gelmiş) açık bir beyyine ye dayanan yani kendisini Rabbinden bir şahidin izlediği yani kendisinden önce, bir imam ve bir rahmet olarak Musa'nın kitab'ı (elinde) bulunan kimse (kafirler gibi) midir? Çünkü bunlar ona (Kur'an'a) iman ederler yani hiziplerden hangisi ona kafir olursa işte ateş ona vâdedilmiştir, sakın bundan şüphen olmasın; zira bu, senin Rabbin tarafından bildirilmiş bir haktır; lâkin insanların çoğu iman etmezler.18-) Allah'a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır? Onlar (kıyamet gününde) Rablerine arz edilecekler yani şahitler: İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Dikkat edin, Allah'ın lâneti zalimlerin üzerindedir!19-) Onlar, (insanları) Allah'ın yolundan engelleyen ve onu yamuk göstermek isteyenlerdir yani onlar âhirete kafir olanlardır.20-) Onlar yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakacak değillerdir yani onların Allah'ın dununda (yöresinde- berisinde-yanında, yardım isteyecekleri) velileri de yoktur. Onların azabı kat kat olacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri) duyabilecek gücü göstermiyor yani (hakka) kulak vermiyorlardı.21-) İşte onlar kendi nefislerini husrana uğrattılar. İftira ettikleri şeyler de (evliya ve ilâhları) kendilerinden kaybolup gitti.22-) Şüphesiz onlar, ahirette en çok husrana uğrayanlardır.(Kur'an, ilim, hikmet, akıl ve tefekkür düşmanı evliya ve ilahların şirk dini, çok zor, ağır bir yük, karmaşık ve yaşanmaz bir sistem olarak şekillenmiştir. Bu dinde bulunan yüzlerce uydurma rab ve ilahı yani müctehidi yani şeytanı (Bakara-102) aşarak Allah'ın kitabına ulaşmak imkansızdır. Buhari, Müslim, Tirmizi, Muvatta, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Sünenler, Mü'cemler, tefsir külliyatlarını, fıkıh kitaplarını, Said Nursi'nin Risâle'i Nur Külliyâtını, Celaleddin-i Rumi'nin Mesnevisini, Erzurumlu İbrahim Hakkının Marifetnamesini, Mezhep imamlarının ictihatlarını, binlerce tarikat bataklığını, cemaatlerin okul ve yurtlarını, yalan iftira satan binlerce kütüphaneyi, televizyon, radyo, gazete, dergi, medrese, dergah sapkınlığını aşarak Kur'an'a nasıl ulaşacağız?İngiliz kuruluşu tarikatların girmediği bir mahalle ve bir hane kalmamış gibidir.Merkezi idarenin ve mahalli yönetimin maddi ve manevi desteğini sağlayan rivayetçi hurafeciler, muhafazakar televizyon kanalları, cemaat ve tarikatların radyo ve gazeteleri, karış karış, adım adım her yeri işgal eden evliya ve ilahların şirk dininin mensubu ekran vaizlerini, dört bakanlık bütçeye ve yüz elli bin imama sahip olan ve sürekli hurafe üreten Diyanet İşleri Başkanlığını ve daha sayamadığımız bir sürü fırka ve tekkeyi aşıp Kur'an'ın cennet iklimine ulaşmak son derece zor görünmektedir.Şia ve Ehl-i Sünnet'in bütün âlimleri Kur'an'ın anlaşılmaması için icma etmiş durumdalar. Şiilik ve Sünniliğin çoğunlukta olduğu ülkelerde "sadece Kur'an" diyenler, anında sapkın damgasını yemektedirler. Kur'an ehli muvahhidler, elmas misali kendi ailelerinde bile azınlığa mahkumdurlar.Halbuki Allah'ın insanlık fıtratına yerleştirdiği inanç ve evrensel ahlak tevhid akidesidir. İnsanlık tarihinde nasıl oldu da, evliya ve ilahların şirk dini her zaman ve zeminde İslam'a karşı baskın olmayı başarmıştır. Atalar dininden sonra bunun en önemli sebebi, insanların çoğunluğunun akıllarını kullanmayıp dünya refahına, şehevi arzulara aşırı derecede düşkün olmalarından kaynaklanmaktadır. Muvahhidler onurlu insanlardır, Allah'tan başkasına eğilmez, bükülmez, el öpmez, tevhid dini; fakir, miskin ve garibandan yana, evliya ve ilahların şirk dini ise, sultan, kral, padişah, halife, güç ve devletten yanadır. Bundan dolayı Kur'an, sık sık dünya hayatının geçiciliğini, âhiret'in sonsuz nimetlerini dikkatimize sunar. "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir. Allah kuluna yetmez mi? O ne güzel veli, ne güzel yardımcıdır. Veli ve yardımcı olarak Allah yeter"Evliya ve ilahların şirk dininin mensupları olan müşrikler ile muvahhidler arasındaki farklardan bir tanesi de, şirk ehli, mezhep imamının ictihadına, muhaddisin hadisine, âlimine, liderine, şeyhine, evliyasına, ilahına davet eder. Muvahhidler ise Allah'ın Elçileri gibi sadece Allah'a davet ederler. Giordano Bruno ne güzel söylemiş,"Allah, iradesini hakim kılmak için iyi insanları kullanır. Kötü insanlar da iradelerini hakim kılmak için Allah'ı kullanırlar") 23-) İman eden yani salih ameller işleyenler Rablerine gönülden boyun eğenlere gelince, işte onlar cennet ashâbıdır. Onlar orada devamlı kalırlar.24-) Bu iki zümrenin (müminlerle kâfirlerin) durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların misali hiç eşit olur mu? Hâla tezekkür etmiyor musunuz?
6 Şubat 2022 Pazar
RİSÂLE'İ NUR'DA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR(2. YAZI ) Unutulmamalıdır ki, hak ve adalet, Allah'ın emri ve rızası bütün değerlerin üzerindedir.İslam dini : Kur'an, tevhid, güzel ahlak, ilim, akıl tefekkür ve sorgulama ile insanlığa rahmet ve saadet getirecektir.Bir dinde bunlar yoksa o din kaos, katliam, kargaşa, vahşet, cehalet, terör, ihtilaf ve perişanlığın kaynağı olacaktır.Dolayısıyla körü körüne bir takım kişileri savunmak gayretiyle İslam aklının ve ögretilerinin te'villerle yozlaştırılması yahud göz ardı edilmesi, batılın hakka karıştırılması, insanların aklıyla alay edilmesi doğru olmayan şeytani bir ahlaktır. "Hak ve adaletin ortaya konulması hususunda batıl olanın yanında saf tutmak mümine yakışmaz. Bir eserde yazılanlar doğru değilse, o zaman böyle batıl eserden, o mezhepten, kim olursa olsun o kişiden insanları sakındırmak Allah'ın en önemli emirleri arasında yer almaktadırlar.(Hud-116) Allah biliyor ki, hata edenin hatasını söylemekten maksadımız, yüce İslam dinini ve Allah'ın elçisini her türlü hurafe ve yalandan tenzih etmek, o saf ve temiz olan tevhid dinini zararlı inançlardan arındırmaktan başka bir şey değildir. Bu çalışmamızda sadece islam emanetini yerine getirmeye ve İbrahim (a.s) ın tevhid mirasına sahip çıkmaya çalışıyoruz.Biz insanların kusurlarını açığa çıkarma peşinde değil, hakkı ortaya koyma peşindeyiz.Yüce Allah'ın izniyle yüz adetlik seri yazılarımıza başlıyoruz. Said Nursi diyor ki,"Resulü Ekrem (a.s) iddia-i nübuvvet etmiş, Kur'an-ı azimuşşan gibi bir fermanı göstermiş ve Ehli tahkikin yanında bine kadar Mücizat-ı bahireyi (deniz kadar mücizeleri) göstermiştir.O Mücizat-ı, heyeti mecmuasıyla, davayı nübuvvetin vukuu kadar vücutları kat'idir.Kur'anı Hakim'in çok yerlerinde en muannid kafirlerden naklettigi sihir isnat etmeleri gösteriyor ki, o muannid kafirler dahi mucizatın vücutlarını ve vuku'larını inkar edemiyorlar""Yalnız kendilerini aldatmak veya etbalarını kandırmak için haşa sihir demişler""Evet Mücizat-ı Ahmediye'nin yüz tevatur kuvvetinde bir kat'iyyeti vardır"(Mektubat, Mücizatı Ahmediyesayfa, 91 )CEVAP :Said Nursi, müşriklerin Allah Resulü'ne neden sihirbaz dediklerini anlayamamıştır.Mekke müşrikleri Resulullah (a.s ) dan görmüş oldukları mucizelerden dolayı sihirbaz demiyorlardı.Kur'anı Mubin'in olağanüstü belâğat ve edebiyatı karşısında aciz duruma düşmeleri, ona karşı hiç bir cevap verememeleri,akrabalar arasındaki ilişkilere tesir ettiğinden dolayı Allah kelamını gözden düşürmek için, "Allah Resulü'ne sihirbaz, Kur'ana da sihir" diyorlardı.Sihirbaz iftirasına uğramayan Nebi ve Resül yoktur.Davanın olağanüstü yüce bir mertebeye sahip olmasından dolayı böyle diyorlardı.Ve özellikle bunu sık sık dile getiriyorlardı. İkincisi: Hiçbir Nebi insanlara "ben sizin için güvenilir bir Nebi'yim" dememiştir.Bütün Resüller kavimlerine, "Ben sizin için güvenilir bir Resulüm" demişlerdir.Resuller Allah tarafından kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler.Yani Nübüvvet ve Risalet iddiasında bulunmazlar.Üçüncüsü: Allah Resulü'nün Kur'an'dan başka hiçbir mucizesi yoktur. Said Nursi, Mücizât-ı Ahmediye'nin 95.Sayfasında diyor ki,"Evet, Muhaddisinin muhakkikininden, el hafız, tabir ettikleri zatlar, laakal, (en az) yüz bin hadisi hıfzına almış (ezberlemiş) binler muhakkik muhaddisler, hem elli sene sabah namazını işa(yatsı )abdestiyle kılan muttaki muhaddisler ve başta Buhari ve Müslim olarak kütübü sitte-i hadisiye (altı hadis kitabı) sahipleri olan ilmi hadis dâhileri, allameleri tashih ve kabul ettikleri haberi vahid, tevatür katiyetinden geri kalmaz " 1-) Said Nursi'nin bu pasajda dile getirdikleri şeylerin hepsi yalan ve uydurma haberlerdir.Binler muhakkik muhaddis her biri nasıl olur da yüz bin hadisi ezberler, onları toplar, tasnif eder, yazar ve rivayet edebilir.2-) Allah Resulü'nün 13 yıl Mekke hayatını çıkaracak olursak ki , Mekke'de sadece Kur'an'ı tebliğ etmiştir.Mekke hayatında hadisten söz dahi edilemez.3-) Medine'de ise bir sürü savaş, gazve, seriyye, Mekke'nin fethi, aile hayatı, Müslümanların sorunları, münafıkların fitneleri, gelen ve gönderilen elçilerin karşılanması, inen vahyin sık sık insanlara okunması, Bedir, Uhud, Hendek, Huneyn savaşları, Beni Nadir, Kurayza, Kaynuka, Hayber Yahudileriyle yapılan gazveler, anlaşmalar, Tebuk, Beni Mustalik seriyyeleri ve bir çok meşgale arasında nasıl olur da Resülüllah'ın dilinden yüz binlerce hadis çıkabilir.Allah Resulü'nün görevi sadece Kur'anı tebliğ etmektir.4-) Bir insan "elli yıl sabah namazını yatsı abdestiyle nasıl kılar"Said Nursi bu akıl almaz ve mantık kabul etmez uydurmaya inanıyor ki onu da eserine almıştır.Halbuki böyle bir şeyi ne din, ne tıb, ne ilim, ne akıl kabul eder.Abartısız söylüyorum, Said Nursi Kur'an'a aykırı, akıl ve mantığın kabul etmeyeceği binlerce rivayetle eserini doldurmuştur.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(130. YAZI)Yunus Süresi 91-) (Ey Firavun!) Şimdi mi (iman ettin)! Halbuki sen daha önce isyan etmiş yani ifsad edicilerden olmuştun.92-) (Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olması için, bugün seni bedeninle kurtaracağız. Hiç şüphesiz ki insanlardan bir çoğu âyetlerimizden gafildirler.93-) Andolsun biz İsrailoğullarını güzel bir yurda yerleştirdik yani temiz nimetlerden onları rızıklandırdık. Kendilerine ilim gelinceye kadar ihtilâfa düşmediler. Şüphesiz ki Rabbin, ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkında, kiyamet günü aralarında hükmünü verecektir.94-95) (Ey Nebi!) Eğer sana indirdiğimizden kuşkuda isen, senden önce kitab'ı okuyanlara sor. Andolsun ki, Rabbinden sana hak gelmiştir. Sakın şüphecilerden olma! Yani Allah'ın âyetlerini yalanlayanlardan olma, sonra husranda kalanlardan olursun.96-97) Gerçekten haklarında Rabbinin sözü (hükmü) sabit olanlar, iman etmezler yani kendilerine (istedikleri) bütün âyetler gelmiş olsa bile, elem verici azabı görünceye kadar iman etmeyeceklerdir.98-) Yunus'un kavmi müstesna, (halkını yok ettiğimiz ülkelerden) herhangi bir ülke halkı, keşke (kendilerine azap gelmeden) iman etseydi, bu imanları kendilerine fayda verecekti! Yunus'un kavmi iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık yani onları bir süre daha dünya metaından yararlandırdık.99-) (Ey Nebi!) Eğer Rabbin dileseydi,(iradelerine ipotek koysaydı, zorla yönlendirseydi) yerdekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, mümin olmaları için insanları zorlayacak mısın?(Yani yüce Allah, elinde kudret olduğu halde iman etmeleri için insanları zorlamaz iken, senin böyle bir şey yapman olacak şey değildir.) 100-) Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanların üzerine pislik bırakır. (Âyette bulunan "izin" yasa demektir. Yani iman ve küfrün yasası yani son vahiy'le birlikte gönderilen emir ve yasaklar. 108. âyet buna açıklık getirecek.) 101-) De ki: "Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın!)" Fakat inanmayan bir kavme âyetler yani uyarılar fayda sağlamaz.102-) Onlar, kendilerinden önce gelip geçmiş kavimlerin (acıklı) günlerinin benzerlerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: Haydi bekleyin! Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.103-) Sonra biz, Resüllerimizi yani iman edenleri kurtarırız. Aynı şekilde müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir haktır.104-105-106) De ki: "Ey insanlar! Benim dinimden şüphe içerindeyseniz, (bilin ki) ben Allah'ın dununda (yanında- ötesinde-berisinde) ibadet ettiklerinize ibadet edecek değilim, fakat ancak sizi vefat ettirecek olan Allah'a ibadet ederim. Bana müminlerden olmam emrolundu."Yani (bana) hanîf (Allah'ın birliğini tanıyan saf müslüman) olarak yüzünü dine çevir yani sakın müşriklerden olma, diye (emredildi).Yani Allah'ı bırakıp da sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere dua etme. Eğer bunu yaparsan (Ey Nebi!) o takdirde sen mutlaka zalimlerden olursun.(diye de emredildi.) 107-) Yani Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O'nun faziletini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dileyene eriştirir yani O Ğafur'dur, Rahim'dir. 108-) De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak (Kur'an) gelmiştir. Artık kim hidayete gelirse, ancak kendi nefsini hidayet edecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim. (Sadece tebliğ etmekle memurum).(Âyette bulunan"...Size Rabbinizden hak gelmiştir, Artık kim hidayete gelirse, ancak kendi nefsini hidayet edecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır..." bölümü, hidayet ve sapkınlığın tamamen vahyi tek kaynak kabul edip etmemekle ilgili olduğunu göstermektedir. Yani yüce Allah, vahiy'den bağımsız olarak topluma asla mudahale etmez.) 109-)(Ey Nebi!) Sen, sana vahyedilene tâbi ol yani Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır.(Yunus Süresi Sonu)
5 Şubat 2022 Cumartesi
RİSÂLE-İ NURDA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR.(1.YAZI)Bu yazılarımızda amacımız Said Nursi ve Risâlelerinin iç yüzünü en açık bir şekilde ortaya koymak olacaktır.Said Nursi ve Risâle-i Nur Külliyatı talebelerince kutsal olarak kabul edilmiş, Kur'an cahili ümmi halka da böyle lanse edilmiştir.Kur'an cahili Nurcular için Said Nursi'nin kutsallaştırılması pek de zor olmamıştır.Çünkü insanların çoğu okumayı ve araştırmayı sevmez. İşte bu nedenle Said Nursi ne diyor?Bu dedikleri Allah'ın kitabına uygun mu ?Ya da sünnetullahla uyumlu mu diye bir araştırma yapmadan Said Nursi "Bediuzzaman" "zamanın eşsiz âlimi" ilan edilmiştir.Ümmi insanlar tarafından âlim olarak bilinen bir kişinin reklamı yapıldığında, artık o kişiye taraftarlarınca bir tür dokunulmazlık zırhı giydirilir ve o kişiyi eleştirenler sapıklıkla ve iftiracılıkla suçlanır.Kur'an buna "ahbarlarını ve ruhbanlarını Allah'ın yanında, berisinde rabler edindiler" der.Yani din atalarının kendilerine yalan söylediğine ve kendilerini aldattıklarını hiçbir zaman kabul etmezler. Hatta Said Nursi ve benzerlerine söz söyletmeyenler arasında kendini tevhid'e nispet eden kişiler de mevcuttur.Aslında bu açık bir cehalet ve büyük bir hastalıktır.Sadece çok reklamı yapıldığından dolayı Said Nursi ve benzerleri insanların bilinçaltlarında dokunulmaz bir mâsum olarak yer etmiştir.Halbuki İslam dışı inanç ve fikirler kimden gelirse gelsin onlara karşı İbrahim (a.s) gibi şiddetle karşı konulmalıdır.Bunlara bile bile karşı koymayanlar hanif dinin darbe almasına sebep olurlar.Sonuçta İslam dininin kutsalları bellidir.Bir adam düşünün ki, son Nebi'den ve Nübüvvet'e bağlı son Resul'den yani İslam dininin tamamlanmasından sonra (Mâide-3; En'am-115 ) ortaya çıksın ve aşağıdaki âyete rağmen bana Allah tarafından bir kitap yazdırıldı deyip hem kendini hem de kitabını kutsallaştırmaya kalksın."Elleriyle bir kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü onlara veyl olsun! Ve kazandıklarından ötürü onlara yuh olsun! (Bakara- 79)Şimdi böyle bir adam hakkında düşünceniz ne olurdu ? İşte Said Nursi eliyle yazdığı kitab-ı Allah'a nisbet edip bunu kendi iradesiyle değil de, Allah tarafından kendisine yazdırıldığını, Risâlelerinden ve kendisinden Kur'an'da övgüyle söz edildiğini, Allah Resulü'nün amcasının oğlu Ali başta olmak üzere asırlar önce yaşayıp geçmiş olan Abdulkadir Geylani gibi şahsiyetlerin Risâle-i Nur'u övdüğünü ve ondan haber verdiğinin iddiasındadır. Bu Kur'an'a aykırı ve akıldışı iddialar Said Nursi'nin Risâlelerinde bir çok yerde mevcuttur.Allah'ın izniyle bu yazılarımızda bunları işleyeceğiz.Aslında her şey gelip Kur'an'ın bilinmesine dayanıyor.Kur'an bilinirse şirk ve iftira, yalan ve uydurmalar bilinir. Fakat Kur'an'ın ilim ve hikmetinden uzak kalınırsa her cehalet normal hâle gelir. İşte Nurcular cahil oldukları için Kur'an'a, ilme ve bilimsel verilere yani sünnetullaha aykırı olan ayrıca itikadi bakımdan insanın inancını zedeleyen yani sapmasına sebep olan ve onu cehenneme atan bir kitabı sorgulamadan kayıtsız şartsız kabul eder Evet her şeyi Kur'an'ın bilinmesine gelip dayanıyor. Kur'an bilinirse her şey kolaylaşır, Kur'an bilinmezse her türlü akılsızlık ve ahmaklığın yolu açılmış olur.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(129.YAZI) Yunus Süresi 64-) Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, azim bir başarıdır.(Ey Nebi!) Onların sözleri seni mahzun etmesin. Çünkü bütün izzet Allah’ındır. O, işitendir, bilendir. 66-) Dikkat edin! göklerde kim var ve yerde kim varsa hepsi Allah’ındır yani Allah’tan başka (onun yöresinde-yanında-ötesinde) şeriklere dâvet edenler gerçekte neye tâbi olduklarının farkında değiller. Doğrusu onlar, zandan başka bir şeye tâbi olmuyorlar yani onlar sadece saçmalıyorlar. (Âyette, rivayetlere, ictihadlara, mezheplere, cemaat ve tarikatlara davet edenlerin müşrik oldukları vurgulanıyor. Göklerde ve yerde olanlar yüce Allah'ın olunca, din de ondan başkasının olamaz. Yani her şey Allah'ındır. Dolayısıyla zanni bilgilerden vazgeçip vahye teslim olun.) 67-) O (Allah), sizin için onda sükün (huzur- sekinet) bulasanız diye geceyi dinlenme kilan, (çalışıp kazanmanız için de) gündüzü görünür (aydınlık) kılandır. Şüphesiz bunda (söz) dinleyen bir kavim için âyetler vardır. 68-)(Müşrikler:) "Allah çocuk edindi" dediler. O'nu tenzih ederim. O bundan müstağnidir.(O’nun böyle şeylere ihtiyacı yoktur.) Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Bu hususta yanınızda herhangi bir sultan (delil) yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? 69-) De ki: Allah hakkında yalan yere iftira edenler asla kurtuluşa eremezler. 70-) Dünyada bir miktar metâ (geçimlik elde ederler) sonra dönüşleri bizedir; sonra da kâfir oldukları için onlara şiddetli azabı tattırırız. (İnsanın emek ve çabası neticesinde kazandıklarına Kur'an "metâ" (dünya geçimliği) adı verirken, yüce Allah'ın rahmet ve kereminden verdiklerine "nimet" adı verilmiştir. Yani metâ, dünyaya izafe edilirken, nimet, Allah'a izafe edilmiştir.) Nimet ile metâ arasında şöyle bir fark vardır. Nimet, maddi- manevi değerleri hatta dünya hayatı ve âhireti de içine alan çok geniş ve ebedi bir kavram iken, metâ, sadece dünya hayatında az bir geçimlik ve geçici bir yararlandırma anlamına gelmektedir.) 71-) Onlara Nuh’un haberini oku: Hani o kavmine demişti ki: "Ey kavmim! Eğer benim (nübüvvet) makamım ve (Resül olarak) Allah’ın âyetlerini hatırlatmam size büyük (bir olay gibi ağır) geldiyse, ben Allah’a tevekkül ettim. Siz de planlarınızı (yapın) ve şeriklerinizi toplayın. Sonra işiniz başınıza dert olmasın. Bundan sonra (vereceğiniz) kararı bana hemen uygulayın, sakın beklemeyin. 72-) "Eğer yüz çeviriyorsanız, zaten ben sizden bir ücret istemedim. Benim ecrim Allah’tan başkasına ait değildir ve bana müslümanlardan olmam emrolundu." 73-) Yine de onu yalanladılar, biz de hem onu hem de onunla beraber gemide bulunanları kurtardık ve onları (yeryüzünde) halifeler kıldık; âyetlerimizi yalanlayanları da (denizde) boğduk. Bak ki uyarılanların (fakat iman etmeyenlerin) sonu nasıl oldu! (Âyette bulunan "onu yalanladılar" ve "âyetlerimizi yalanlayanları" ibareleri, Resül ile vahiy arasında bir farkın olmadığını gösteriyor. Resül, vahye eşit bir konuma sahiptir.) 74-) Sonra onun arkasından birçok Resülleri kendi kavimlerine gönderdik. Onlara beyyinât (apaçık âyetler) getirdiler. Fakat onlar daha önce yalanladıkları şeye iman edecek değillerdi. İşte haddi aşanların kalplerini biz böyle mühürleriz. 75-) Onlardan sonra Musa ve Harun'u âyetlerimizle Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik, fakat kibirlendiler yani onlar mücrim bir kavim idiler. 76-) Katımızdan onlara hak (vahiy) gelince: "Bu elbette apaçık bir sihirdir" dediler. 77-) Musa: "Size hak geldiğinde onun için (hep böyle) mi dersiniz? Bu bir sihir midir? Halbuki sihirbazlar iflâh olmazlar" dedi. 78-) Onlar dediler ki: Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (dinden) bizi döndüresin ve yerde büyüklük ikinizin olsun diye mi bize geldin? Halbuki biz ikinize de inanacak değiliz. 79-) Firavun dedi ki: Bütün alim sihirbazları bana getirin! 80-) Sihirbazlar gelince Musa onlara: Atacağınızı atın, dedi. 81-82) Onlar iplerini atınca, Musa dedi ki: "Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onu ibtal edecektir. Çünkü Allah müfsidlerin amellerini ıslah etmez.Yani suçluların hoşuna gitmese de Allah, sözleriyle hakkı tahakkuk ettirecektir. (Yukarıdaki âyette simgesel bir anlatım tarzı mevcuttur. Yani sihirbazlardan maksat uydurma şirk dininin âlimleridir ve ilmi bir munazara ve mucadele yapılmaktadır. Musa (a.s) onlarla indirilen vahiy ile mucadele etmektedir. Çünkü Resülün vahiy'den başka bir şeyle mucadele etmesi âyetlere aykırıdır. Yani Resüllerin görevi vahyi tebliğ etmektir. Zaten bir çok âyette Musa(a.s) ın âyetlerle, furkanla, kitapla Firavun'a gittiği söylenmektedir. Âyette"...Allah kelimeleriyle hakkı ortaya koyacağını..." (Yunus-82) haber veriyor. Ayrıca bu konuda şu iki âyet de önemlidir. "Musa dedi ki: Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir Resul'üm. Allah hakkında gerçek olandan başkasını söylememek benim üzerime bir borçtur" (Âraf-104, 105)Dolayısıyla sihirbaz âlimlerle mucadele dille ve delille yani ilim ve hikmetle olmuştur. Allah tarafından gönderilen bir Resül için bundan başka bir galibiyetin hiçbir önemi yoktur. Yani bu şekilde iplerle, yılanla, ejderhayla bir zafer hiç bir zaman onun davasının doğru ve onun haklı olduğunu göstermez. Sadece onun daha uzman ve daha tecrübeli olduğunu ortaya koyar.) 83-) Firavun ve kavminin kendilerini fitne etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka Musa’ya iman eden olmadı. Çünkü Firavun yerde ululuk taslayan (zalim-zorba) yani o müsriflerden biri idi. 84-) Musa dedi ki: Ey kavmim! Eğer Allah’a iman ettiyseniz ve O’na teslim olduysanız sadece O’na tevekkül ediniz. 85-86) Onlar da dediler ki: "Allah’a tevekkül ettik. Rabbimiz! Bizi o zalimler kavmi için bir fitne konusu kılma! Yani bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar!" 87-) Biz de Musa ve kardeşine: Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın ve evlerinizi kıble yani salât'ı ikâme edin yani müminleri (kurtuluş için) müjdele! diye vahyettik. 88-) Musa dedi ki: Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun ve ileri gelenlerine dünya hayatında zinet ve nice mallar verdin. Rabbimiz! (Onlara bu mülk ve saltanatı), insanları senin yolundan saptırsınlar diye mi (verdin)? Rabbimiz! Onların mallarını yok et, kalplerinin üzerini bağla. Çünkü elem verici azabı görmeden iman etmeyeceklerdir. 89-) Allah: İkinizin de duası kabul olunmuştur. O halde siz ikiniz istikâmet sahibi olunuz yani sakın o bilmezlerin yoluna tâbi olmayın! dedi. 90-) Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri ırkçılık ve düşmanlık üzere onları takip ettiler. Nihayet (denizde) boğulma onu idrak edince, (Firavun:) "Gerçekten, İsrailoğullarının iman ettiği, kendisinden başka ilah olmayan (Allah'a) ben de iman ettim. Ben de teslim olanlardanım!" dedi.
CEHENNEMİN MÜTFAĞINDA GEÇEN BİR HAYAT (3.YAZI)Siyasal Dincilere "Müritlerimizi kibrit kutusunun içinde, Allah'a göstermeden cennete götürüp yerleştiririz" diyen şeyhlere ses seda etmiyorsunuz. "Allah ete kemiğe büründü, Mahmut diye göründü" diyen tağut'a niye sessiz şeytan kesiliyorsunuz.Allah Resül'ünün aklına ve ahlakına yapılan en ağır hakaretlere kör ve sağır oluyorsunuz.Yüce Allah'ı tüvalet taşı ile konuşturan şeytanla ilgili tek kelime ağzınızdan çıkmıyor. Cemaat yurdunda gördüğü baskıdan dolayı intihar eden tıp öğrencisi umurunuzda değil. Medrese ve yurt adı altında çocuklara yapılan taciz ve tecavüzlere hiç bir tepkiniz olmuyor. En adi ahlaksızlıkları yapan tarikat şeyhlerine ve cemaat liderlerine tek bir kınamanızı duymuyoruz. Sadece cübbeli'nin Allah Resülünün aile mahremiyetine ve tevhid inancına yapmış olduğu hakaretleri yazılacak olursa geniş hacimli bir kitap meydana çıkar. Ama bir kadın sanatçı beş yıl önce yayınladığı bir şarkıda Adem ile Havva’ya "cahil" dedi diye ortalığı ayağa kaldırıyorsunuz. Elbette ki, yapmış olduğu şey bir cehaletin eseridir. Fakat Kur'an'da, Nebiler hakkında bundan daha ağır ifadeler kullanıldığını biliyoruz. (Hud- 46; Tâhâ-121)Sizin bu çifte standart karakterinizin ne kadar mide bulandırıcı, tşksindirici ve iğrenç olduğunun farkında mısınız? Neymiş efendim, dinimiz ayaklar altına alınmış.Sizin hak dinle, imanla, hanif islam'la, Kur'an'la ne ilginiz var. Sizin insanlıkla ve güzel ahlakla ne ilginiz var.Sizin diyanetinizin Kur'an'dan zerre kadar haberi var mı? Tarikatlar ve cemaatler dini değerlere en ağır hakaretleri yaparken nerede idiniz.Çocuk tacizi, tecavüz, tarikat içi sapkınlıklar ve ahlaksız ilişkiler, gençleri intihara sürükleyen baskılar, şirk ve hurafeler gırtlağa kadar gelip dayanmışken, siz neyin peşinde koşuyorsunuz? Bütün bu rezilliklerin uydurma dininizde hiç bir karşılığı yok mu ki, oralı olmuyor, sesiniz sedanız çıkmıyor.Ama bir gerilim, bir kamplaşma, bir çatışma ortamı yaratmak söz konusu olunca hemen bir şarkı sözünden saldırıya geçiyorsunuz.Sahi merak ediyoruz. Sizin "din" dediğiniz nedir? Kur'an'sız din nasıl bir şeydir. Sizin Kur'an'dan haberiniz var mı? Ulan mukallit rivayet ve mezhep tapıcıları, bir buçuk yıl sonra olacak seçimin sonuçlarını konuştuğunuzun binde biri kadar, Kur'an'ı, İbrahim (a.s) ı ve Muhammed (a.s) ın ahlakını, dini ve imanı konuşsanız, ölür müsünüz? ALIN SİZE DİNİNİZİN EN ÖNDE GELENLERİN İLİM ve AKIL SEVİYELERİ. Tembellik sebebiyle namazını kılmayan kişi fasık olup, böyle bir kişi hapsedilir ve namazı kılıp tevbe edinceye kadar vücudundan kan akacak şekilde dövülür. Ya tevbe edip namazını kılar yahut hapishanede ölür. Ramazan orucunu terk eden kimse de bunun gibidir. Bunların dayandıkları delil:Nebi (Aleyhisselam)'ın şu hadisidir."Müslüman bir kimsenin kanı ancak üç şey sebebiyle helal olur: Zina eden dul, cana karşı can, dinini terk edip cemaatten ayrılan kişi (mürted)"( Buhari-Müslim) Hanefiler buna şunu da ilave etmişlerdir. Namaz kılan kimsenin müslüman olduğuna ancak dört şart ile hüküm verilebilir:"Namazı vakti içinde kılmak, cemaatle kılmak, yahut vakti içinde ezan okumak, yahut bir secde âyeti okununca bunu duyduğu zaman tilavet secdesi etmek" (ed- Durrul Muhtar, 1,326, Merakil Felah, 6) HANEFİLER DIŞINDA KALAN DİĞER MEZHEP İMAMLARINA GÖRE,"Bir vakit de olsa, özürsüz olarak namazı terk eden kimse mürted de olduğu gibi, üç gün tevbeye çağırılır. Tevbe etmezse öldürülür"Maliki ve Şafiilere göre ceza olarak (hadden) öldürülür, kafir olduğu için öldürülmez. Yani bu kişinin kafir olduğu ile hüküm verilmez"( el kavaninul fıkhiyye, 42, Bidayetul müctehid, 1,87, eş-Şerhus Sağir, 1,238, Mugnil muhtac, 1,327, el muhazzeb, 1,51, keşşaful kına, 1,263, el Muğni, 2, 442)Hanbeli mezhebinin imamı Ahmet bin Hanbel şöyle demiştir. Namaz kılmayan kafir olduğu için öldürülür. Çünkü Nebi ( Aleyhisselam) Şöyle buyurmuştur. "Kişi ile küfür arasındaki fark namazı terk etmektir"(Buhari, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace. Dolayısıyla bu hadis namazı kılmayanın küfrü gerektiren hususlardan olduğuna delil teşkil etmektedir. Yukarıdaki hadisin bir benzeri de Büreyde hadisidir."Bizim ile sizin aranızdaki ahit namazdır. Namaz kılmayan kafir olur"(Bu hadisi beş hadis imamı Buhari, Müslim, Ebu Davut, İbni mace, Tirmizi ile ibni Hibban ve Hakim rivayet etmiştir) Bu hadis de namaz kılmayanın kâfir olduğuna delalet eder. İmamı Şevkani bu görüşü tercih ederek şöyle demiştir."Gerçek olan, namazı kılmayanın kafir olduğudur. Namaz kılmayan kafir olduğu için öldürülür"(İslam fıkhı ansiklopedisi, Prof. Dr. Vehbe Zuheyli, 1. Cilt, sayfa, 387, 388)CEVAP: Ehli Sünnet âlimleri bütün ictihatlarını hadislerin üzerine bina etmişlerdir. Halbuki Kur'an'a inanıp Allah'ın kitabına güvenmiş olsalardı dinde hiç bir zorlamanın olmadığını göreceklerdi."Dinde zorlama yoktur,,,"(Bakara, 256)(Ey Resul! ) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, iman etmeleri için insanları zorlayacak mısın?"(Yunus- 99) Bu konuda âyet çoktur. Allah'ın yaratmış olduğu bu sistemde en önemli haklardan bir tanesi hayat hakkıdır. Hayat hakkının korunması ile alakalı Kur'an'da birçok emirler vardır. Yani insanın hayat hakkına bazı durumlar dışında asla son verilemez. Mesela:"Haklı bir sebep(savaş, kısas, hata) olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı cana kıymayın"( İsra- 33 )Mesela:"Kim, bir cana ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın haksız yere bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur"(Maide-32) Mesela: "Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır"( Nisa- 93) Yani kesin bir hüküm olarak Kur'an'da yer almadığı halde, bununla alakalı Kur'an'da en ufak bir işaret ve ima dahi bulunmadığı açık olarak ortada iken, "Namaz kılmayan, zina eden evli ve dul, dinden dönen öldürülür" hükmü nasıl verilebilir? Hatta Kur'an'da bunun tam tersi hükümler var olduğu halde,Mesela: "...Sizden kim, dininden döner ve kafir olarak ölürse, onların yaptıkları ameller dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktir ve onlar orada devamlı kalırlar"( Bakara, 217)Yukarıdaki âyette dinden dönenlere Allah tarafından eceliyle ölünceye kadar hayat hakkı verildiği açık olarak görülüyor.
4 Şubat 2022 Cuma
SALÂT ve TESBİH (19.YAZI) Konu bağlamında tesbih âyetlerinde kuşların tesbihinden, göklerin ve yerin tesbihine, sabah akşam tesbihten, gecenin üçte birine, tevekkülden sabıra, şükürden ve duadan niyaza, hamd ile tesbihten, sesini alçaltmaya, secdeden rükûya kadar birçok bahis vardır. Şimdi tesbih konulu âyetleri sırasıyla inceleyelim. "Onlar ayakta iken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah'ı zikrederler yani göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. Derler ki: Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.(Âli İmran-191) Sübhan kelimesinin de geçtiği bu âyetteki tesbihin içinde sürekliliğin yanında “düşünmek, yüceltmek ve dua” da vardır. "Kur'an okunduğu zaman, hemen ona kulak verin yani susun. Umulur ki (Allah'ın) rahmetine nail olursunuz" (Âraf-204) "Rabbini, kendi nefsinde tedarruan (alçala-alçala-boyun bükerek) yani ürpertiyle yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret yani gafillerden olma"(Âraf-205) "Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O'na ibadet etmekten kibirlenmezler yani O'nu tesbih ederler yani yalnız O'na secde ederler"(Âraf-206) Daha önce secde yönüyle okuduğumuz âyetin bu kez tesbih tarafına yoğunlaştığımızda bu tesbihin günlük hayat içinde yüce Allah’ın gerçekleri çerçevesinde onu hatırlayarak yaşanması gibi bir anlam öne çıkıyor. Tesbih Allah’ı farkındalıkla anma, vahyini çözümleme ve gerçekler üzerinde aydınlanma demektir. Eğer tesbih olmazsa uydurma din bizi içine çektikçe çeker. Tesbih refleks haline gelirse her zaman karşılaştığımız inanç ve fkirleri doğru anlamada bize farkındalık verir. Kısacası yüce Allah'ın mesajını hayata tatbik ederek salât'ı hayata da yansıtmış oluruz. İşte bu, günün içindeki tesbihtir. "Gündüzün iki tarafında ve gecenin zülüflerinde salât'ı ikame et. Şüphesiz güzellikler, kötülükleri giderir. İşte bu, zikredenler için bir zikirdir"(Hud-114) Gecenin zülüflerini daha önce gündüzün iki tarafındaki alacakaranlıkların açıklaması gibi düşünmüştük. Ancak biraz daha inceleyince burada üç vakitten bahsedildiğini ve üçüncüsünün de ayrıca üçe ayrıldığını; Müzzemmil- 20, İsra-79 ve Taha- 110 gibi, hepsi Mekke'de inen ve Nebi'ya özel olan bu okumaların gecenin üçe bölündüğü şeklinde açıklandığı âyetlerle Hud 114’ün link oluşturduğunu netleştirdiğimizde fark ettik. Yani gecenin zülüfleri gecenin üç parçaya bölünmesiyle ilgili bir ifade olarak görünüyor. Neticede buradaki vakitler; sabah alacakaranlığı, akşam alacakaranlığı ve üçe bölünmüş olan gecenin bir ya da iki kısmı. Peki, bu vakitlerde ne yapılması öğütleniyor? Yine aynı âyetlerden yola çıkarsak bu vakitlerde yapılan şeyin okuma, düşünme, yoğunlaşma ve vahyi çözümleme içerdiğini görüyoruz. Çözümleme işi sadece okuma ve tefekkür üzerinden değil, aynı zamanda güncel meselelerle de ilgili olabiliyor. Bunu da Nebi'yi yurdundan çıkarmak isteyenlerin İsra- 79’dan önce açıklandığı âyetten sonra konunun gündeme gelmesi gözler önüne seriyor. Yine Müzzemmil yirminci âyetten anladığımıza göre iman edenlerin bir kısmı Nebi'ye uyarak Kur'an'ı okumaya beraber kalkmak istiyorlar veya onun gibi evlerinde kendi kendilerine okuma yapıyorlar. Her iki anlam da makul görünüyor. Ama birlikte yapmak için bir talimat görünmüyor. Bu vakitlerde yapılan okuma ve tesbih bireyseldir. Vakit bildirilmesinin nedeni fikrimizce “hep bu saatlerde yapacaksın” demek için değil, bu vakitlerin bulundukları toplumsal hayatın şartlarında tesbih çözümlemesine uygun zaman dilimleri olmasıyla ilgili olduğundan kaynaklanıyor. Neticede onların çoğu gece mesaisi yaptıkları bir fabrikada ya da nöbete kaldıkları bir devlet kurumunda çalışmıyorlardı. Herkesin durumuna göre şartları farklı olabiliyordu. "(Ey Nebi!) Andolsun onların söyledikleri şeylerden dolayı senin göğsünün daraldığını biliyoruz. Sen Rabbini hamd ile tesbih et yani secde edenlerden ol yani yakîn sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et"(Hicr-97,98) Bu âyet tesbihin psikolojik boyutuna vurgu yapıyor. Demek ki tesbih etmenin üzüntüyü yok edip umudu yeşerten bir yönü vardır. Aslında Kur'an'da var olan, iman, islam, ibadet, ihlas, secde, rukü, birr, sabır, kıyam, salât, tesbih, zikir, şükür, hamd, furkan, takva, ihsan (güzel ahlak) gibi kavramlar, sürekli olarak insanın hayatında var olan, her an karşılaşabileceği, ondan hiç bir zaman ayrılmayan, sosyal hayatının bir parçası konumundadırlar. Yani bunların hiç birinin yeri ve zamanı yoktur. Ancak cuma salât'ı müstesnâdır. Dolayısıyla gece gündüz, yirmi dört saat, hayat boyunca bireysel olsun, ailevi, sosyal ve ictimâi hayat olsun din daima insanın zihni ile beraber yaşayan bir olgudur. "Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol yani güneşin doğuşundan ve batışından önce ve gecenin bir vaktinde Rabbini hamd ile tesbih et yani gündüzün taraflarında tesbihte bulun. Umulur ki (ilâhi) rızaya ulaşır (sende râzı olursun)" (Tâhâ-130) Yukarıda sözünü ettiğimiz yine Mekke'de nazil olan ve Nebi'ye özel olan Hud 114’ü açıklayan ve tam bir uyum içinde bir âyet olarak görünüyor. "Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur. O'nun indinde bulunanlar, O'na kulluk etmekte kibirli olmazlar ve yorgunluk duymazlar. Gece ve gündüz hiç durmaksızın tesbih ederler"(Enbiya-19,20) Sürekli olarak anma ve hayata yansıtma açısından tesbihin sürekliliğini ifade eden âyetlerdir. "Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur; her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler"(Enbiya-33) "Ne güneşin aya yetişir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler"(Yasin-40) "Yüzdükçe yüzerek gidenlere"(Nâziat-3) Bu âyetleri almamızın sebebi, içinde geçen ve tesbihle aynı kökten olan kelimedir. Gök cisimlerinin yörüngelerinde yüzmesini de tesbihin manidar bir tanımı olarak gösteriliyor. Yani tesbih, göklerde ve yerde olan herşeyin yüce Allah'ın kendisine yüklemiş olduğu görevi aşmadan, eksiksiz olarak yerine getirmesi anlamına gelmektedir. Biz de bize bildirilen hayat yörüngesinde, yüce Allah ile salât dediğimiz bağlantıyı ayakta tutarak devam etmeliyiz. "Biz bunu (hükmü) Süleyman’a kavrattık, her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile birlikte tesbih etsinler diye, dağları ve kuşları boyun eğdirdik. Bunları yapan biz idik"(Enbiya-79) "Sen onların söylediklerine karşı sabret ve bizim güç sahibi kulumuz Davud'u hatırla; çünkü o, (her tutum ve davranışında Allah'a) yönelen biriydi. Doğrusu biz dağlara boyun eğdirdik, akşam ve sabah kendisiyle birlikte (Allah'ı) tesbih ederlerdi. Ve toplanıp gelen kuşları da. Hepsi onunla yönelip-sığınmakta olanlar idi. Yani onun mülkünü güçlendirmiş, ona hikmet ve açık konuşma vermiştik" (Sâd-17, 18, 19, 20)Burada yine tesbihin yukarıda belirttiğimiz gibi esasen tek başına yapıldığı ama birlikte de yapılabileceği mesajını alıyoruz. İkinci bir hikmeti yine işin psikolojik yönü olarak görüyoruz. Belki de Davut hükümdar olmasına rağmen çoğunlukla kalabalıklar içinde tek başına idi. Yüce Allah'ın âyetlerine bakarak onlarla düşünüyor, onlar üzerinden kavrıyor ve rahatlıyordu. Şimdi topluca ya da gruplar halinde yapılan ve adına “salât” dediğimiz tesbihin netleştiği âyetler var sırada.Dikkat edilirse bütün bu âyetler, Mekke'de inen sürelerde (Hud-114; Tâhâ-130-İsra-78, 79; Kaf-39,40) bulunan ve müşriklerin psikolojik eziyet ve işkencelerine karşı Nebi (a.s) ın dayanma gücünü arttıran âyetler olduğunu görüyoruz. Ehl-i Sünnet Kur'an'ı parçaladıkları için bu salât âyetleri ile birlikte tesbih âyetlerini bile namaz vakitleri olarak yorumlamışlardır. Yine bu din adamları anlamlarını bilmediklerinden dolayı salât ve tesbihi birbirinin içine karıştırmışlardır. İkinci bir sebep, tesbih ve salât'ın içeriğinin birbirine benzer olmasındandır. (o nur) Allah'ın, onların yükseltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir yani onların içinde sabah akşam O'nu tesbih ederler"(Nur-36) Toplu halde yapılan tesbihlere katılanların kendi evlerindeki tesbihin devamlılığı gösteriliyor bu âyette. Cuma süresinde geçenlere benzer ifadelerin hemen hemen aynısının, bu âyetten hemen sonra gelen aşağıdaki âyette de göründüğünü ve salâtı ikame bağlamında açıklandığını hemen fark edeceksiniz. (Öyle) adamlar ki; ne ticaret yani ne alış-veriş onları Allah'ın zikrinden yani salât'ı ikame etmekten yani zekât'a (arınmaya) gelmekten alıkoymayan kimselerdir. Onlar kalplerin ve basiretlerin altüst olacağı günden korkarlar"(Nur-37 Ehl-i Sünnet âlimleri âyette “adamlar” geçtiği için muhtemelen “Cuma namazı kadınlara farz değil” demişlerdir.Halbuki Nur suresinin bu bölümünden önceki âyetlerde kadınların haklarına özgü olarak erkekleri kınayan bir konu bağlamı olduğu için burada rical (adam) kelimesi kullanılmıştır.Şimdi şu âyete bakalım. "Görmedin mi; göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar Allah'ı nasıl tesbih etmektedir. Hepsi kendi salât'ını ve tesbihini bilir. Ve Allah onların ne yaptığını bilmektedir" (Nur-41) Bu âyetten bir önceki âyette denizden, onun dalgalı karanlık katmanlarından söz ediliyordu. Çok önemli ve manidardır.Çünkü doğa üzerinden düşündürmüştür. Ondan bir öncesinde ise kâfirlerin çöldeki serap gibi olan amellerinin peşinde onu bir şey zannettikleri ama sonunda sadece Allah’ın azabını bulabilecekleri haber veriyordu. Batil imanlarıyla yapmış oldukları amellerle rahmet bulacaklarını hesaplarken, nasıl azabı bulduklarını anlatıyordu. O da doğanın üzerinden ders veriyordu. İşte kuşlarla ilgili bu âyet de tesbihi ve salât'ı tabiat üzerinden düşündüren ve ders veren, hikmetler çıkarılabilecek en önde gelen âyetlerden biridir. Kur'an’a bakarsanız göreceksiniz ki bu âyetlerden sonra da tabiat konusu hemen bitmez. Bulutların ve yağmurun işleyişinden, dağların, gece ile gündüzün oluşmasından ve sonra her canlının yaratılış serüveninden bahsedilerek devam eder gider. Kısacası doğadaki makul düzen ve yüce Allah ile olan bağlantıları ölçüsünde tesbih ve salât bu yolla açıklanmaktadır. Tekrar kuşlara dönelim. Toplu gruplar halinde uçan kuşlara şâhit olmuşsunuzdur. Bazıları V harfi biçiminde göç edenlerdir. İkinci grup ise adeta tek bir beyin tarafından yönetilircesine aynı anda aynı yöne dönen yani tek vucut gibi aynı hareketi yapan ve seyri hoş bir dans gösterisi sunup harika şekiller oluşturan kuşlardır.Her iki grubun önünde de sabit olmayan liderler vardır ve rüzgârdan faydalanarak en az enerjiyle en fazla faydayı sağlayarak uçar ve daha az yorulurlar. Yine de öndekiler en fazla güç sarf ederken yorulduklarında bu sefer hemen arkasındaki öne geçer ve bu döngü devam eder gider. Kısacası orada müthiş ve örnek alınası bir yardımlaşma, destekleşme ve dayanışma vardır. Tek başlarına uçamayacak kadar uzağa uçar ya da tek başlarına yapamayacakları kadar manevrayı, oluşturdukları hava akımı nedeniyle çok daha kolay ve daha az enerji harcayarak yaparlar. Alınacak ilk ibret budur: Dayanışma, destekleşme, yardımlaşma. Kuşlar geçmişten bu yana özgürlüğün sembolü olmuşlardır. Özgürce yaptıkları göçler gerektiğinde hicreti ve seferi ifade ederken, özgürce yaptıkları manevralar da özgün olarak hepsinin yaratılışı gereği bir arada çalışabileceğini gösterir. Aşağıya diğer insanlara ya da canlılara bakıp da onlar nasıl bir arada çalışıyor, neyi nasıl yapıyorlar diye dert etmez, içlerinden geldiği biçimde ve yaratılışlarında olana göre bir tesbih ve salât edişleri vardır. Yaptıkları taklit değildir. Birbirlerine özenmez, kıskanmaz ve üzerine düşeni güçleri ve yetenekleri ölçüsünde yaparlar. Alınacak ibret erdemli, özgür ve özgün olarak bir arada çalışmaktır. Kuşların diğer bir sembolik tarafı barışçı olmalarıdır. Orada o muhteşem gösteriyi ve dayanışmayı yaparken kimseyle kavga etmez, kimseye dokunmaz ve kimseyi rahatsız etmezler. Herkesi kendilerine hayran bırakırlar. Her birinin ayrı ayrı bir hayatı varken bir aradayken uyumlu taraflarını öne çıkarırlar. Bir diğer ibretse büyük güç olmalarıdır. Yırtıcı kuşlara ve canlılara tek başlarına iken kolayca av olacak kadar güçsüzdürler. Ama bir arada oldukları zaman yırtıcı bir kartal bile onların arasına girmekten korkacaktır. Uçmayı tek başına bile öğrenseler, uçmaya başladıktan sonra bir arada yaşaması gereken sosyal hayvanlardır. Doğru zamanda doğru yerde doğru işler yaptıktan sonra salâtları de elbette yüce Allah içindir. Ve Allah onların ne yaptığını bilmektedir.İşte salât'ı ikâmenin içindeki salât tam da budur. Kuşların salât ve tesbihlerinde büyük bir akıl, şuur, dinamizm, organize hareket ve eşsiz bir manevra kabiliyetinin olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda "hepsi salat ve tesbihatını bilmiştir" (Nur-41) cümlesi, "Salât ve tesbihatın canlı bir şuur, dinamik bir bilinç, açık bir zihin ve hikmetli bir ilimle ilgili olduğunu göstermektedir. Bunların hepsi sadece Kur'an'ın ilim ve hikmetiyle elde edilecek erdemlerdir. Kur'an olmadan asla. Çünkü bunların ne olduğunu bize Kur'an öğretmiştir. Öğretmeni Kur'an olmayanın, öğretmeni şeytandır. "Ölümsüz ve daima diri olan (Allah)a tevekkül et yani O'nu hamd ile tesbih et yani kullarının günahlarından O'nun haberdar olması yeter" (Furkan-58)Bu âyette bulunan tevekkül ve tesbih yine psikolojik bir destek ve yardım ile ilgilidir. Aşağıdaki âyetlerde ise nerede tesbih ettiğinin, yani mekânın çok da önemli olmadığı ve sadece zihnen de yapılabilecek bir şey olduğu açıklanır. "Derken onu balık yutmuştu yani o kınanmıştı. Eğer (Allah’ı) tesbih edenlerden olmasaydı, onun karnında dirilecekleri güne kadar kalacaktı "(Saffât-142,143,144) Tesbihin özgür içeriği içinde dua ve tevbe olabileceği de aşağıdaki âyetlerde mevcuttur. "(Ey Nebi!) Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın vaadi haktır yani Günahın için istiğfar et yani akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et"(Mü'min-55) Yukarıdaki âyetin başına "(Ey Nebi!) eklememizin sebebi şudur. Nebiler yüce Allah'a karşı hata ettikleri için günahlarından istiğfar etmeleri istenmiştir. Fakat görevi sadece vahyi tebliğ eden Resüller masumdur, onların hata etmeleri ve günah işlemeleri mümkün olmadığı için, onların istiğfar dilemeleri söz konusu değildir. İşte Nebi ve Resülün arasında bulunan farkları bilmek o kadar önemli ve hayati bir görevdir Salâtı ikame etme yani vahiy'le sürekli olarak bağlantıyı ayakta tutma kapsamında gerek tesbih, gerekse salât kavramları içinde sık sık karşılaştığımız “hûşû” diye bir kelime var. Bu da doğal süreç içinde oluşan bir duygusal etkilenmedir.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(128. YAZI)Yunus Süresi 61-) Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne zaman Kur’an’dan bir şey okusan ve siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman biz mutlaka üstünüzde şahidizdir yani ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz yani bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki apaçık kitapta (levh-i mahfuzda) bulunmasın. 62-63) Dikkat edin, Allah’ın evliyasına korku yoktur yani onlar üzülmeyecekler. Onlar, iman edip de takvâya ermiş olanlardır. "EVLİYA" Kur'an'a baktığımızda evliya kavramının iki boyutunun olduğunu görüyoruz. 1-) Genel anlamda evliya: Kim Allah'ın emir ve yasaklarını elinden geldiğince yerine getirir, Kur'an ehli saf bir muvahhid olur, güzel bir ahlaka sahip bulunursa, hiç şüphesiz bu kişi Allah'ın veli bir kuludur.Genel anlamda evliya vardır ve çoktur. Genel anlamda evliyaya delil olan âyetler. "Allah, iman edenlerin velisidir. (Allah'u veliyyüllezine émenu) onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlere gelince, onların velileri de tağuttur,(din adamları) onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler. İşte onlar ateş ashabıdır. Onlar orada devamlı kalırlar "(Bakara-257) "Bilesiniz ki, Allah'ın velilerine (Evliyâallâhi) korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Onlar, iman edip de takvaya ermiş olanlardır"(Yunus-62, 63)2-) Özel anlamda evliya: Özel anlamda evliya hem yoktur hemde büyük bir şirktir. Özel manada evliya olmadığına delil olan âyetler."Kafirler beni bırakıp da (veya benimle birlikte, benim yanımda) kullarımı evliya edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi kafirlere bir konak olarak hazırladık"(Kehf- 102) "Allah'tan başka evliya edinenleri Allah daima gözetlemektedir. Sen onlara vekil değilsin"(Şura-6) "Yoksa onlar Allah'tan başka evliya mı edindiler. Halbuki veli yalnız Allah'tır. O ölüleri diriltir, her şeye kâdirdir"(Şura- 9) "Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) tâbi olun. O'nu bırakıp da başka velilerin peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az düşünüyorsunuz"(Â'raf-3)"Çocuk edilmeyen, hakimiyette şeriki bulunmayan, âcizlikten münezzeh olduğu için bir veliye de ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun" de yani O'nu büyüklüğüne uygun olarak büyük tanı" (İsra-111)Yukarıdaki âyetlerde geçen "Allah'tan başka veliler-evliya edinmek" cümlesi "Allah'ın ile beraber, onun yanında, ötesinde, berisinde" manasını vermek daha doğrudur. Çünkü müşrikler Allah'ı inkâr etmezler, onun yanında onunla beraber evliya ve ilahlar edinirlerdi. Yani birisinin adını anarak, onun ismini sürekli kullanarak, onu Allah'ın veli bir kulu tayin etmek affedilmez bir günahtır.İnsanlık tarihindeki bütün müşriklerin inancı bu çeşit bir şirk idi. Ahirette Allah'ın affetmeyeceği tek ve en büyük günah şirktir. "Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa büsbütün sapıtmıştır"(Nisa-48, 116) Birisinin adını vererek onu Allah'ın veli bir kulu tayin etmek, Allah'a, onun ilmine ve dinine iftiradır. Çünkü kimin evliya olduğunu sadece Allah bilir. "...Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O (ALLAH) kötülükten sakınanı daha iyi bilir "(Necm-32) "Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanı en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O'dur" (Kalem- 7)Ümmi insanların "veli-evliya" olarak gördükleri bir kişi gerçekte Allah'ın katında zerre kadar bir değeri olmayabilir. Çünkü insanlar kitabı bilmezler, zanni bir bilgiye sahiptirler. Ben günümüzün Şii ve Sünni ümmi ve ilim adamlarına bakıyorum, neredeyse cahil ve sapkın olmayanı veli-evliya olarak kabul etmiyorlar.
3 Şubat 2022 Perşembe
CEHENNEMİN MUTFAĞINDA GEÇEN BİR HAYAT (2.YAZI) Kur'an'a baktığımızda yüce Allah'ın din eğitim ve öğretimini kendi üzerine aldığını görüyoruz.Dinden başka bütün bilim dalları ve eğitim sistemleri, Allah'ın verdiği akılla konunun uzmanları yapar. Fakat yüce Rabbimiz din eğitimini değil insanlara, Nebilere bile bırakmamıştır. Siz sakın tağutların ve şeytanların kaynaklarına bakmayın. Nebi (a.s) a vahiy iner, inen vahyi Resül olarak tebliğ eder. Yani ne Nebi'nin ne de Resül'ün dine bir kelime eklemeye yetkileri bulunmamaktadır.Çünkü din Allah'a özel kılınması gerekir. (Beyyine-5; Zümer-2, 3, 11, 12, 13)Yani çocuklara verilen eğitimin ne kadar önemli olduğunu anlamamız gerekiyor. Dolayısıyla ümmet olarak yüce Allah'ın Resül seçip vahiy göndermesinin sebebini araştırmamız gerekiyor. Kur'an'a uygun eğitim sistemini kavramamız şarttır. Çünkü din eğitimi o kadar önemlidir ki, din eğitimi o kadar objektif olması gerekir ki, bunu ancak yüce Allah'ın kitabına bırakırsak düzenli ve verimli olacaktır.Aksi takdirde mümkün değildir. Demek ki, din eğitimi yüce Allah'ın ele aldığı bir konu olması hasebiyle çok ciddi bir alanda konuşuyoruz. Nihayet insanın aklına, zihnine, gönlüne, hayatına, geleceğine hitap ediyoruz.Yani çocukların ve gençlerin hayatına yön veriyoruz. İnsanı bir şeye kul yapıyoruz.Dolayısıyla yüce Allah tüm Nebi'lere gönderdiği vahiy'lerde: Benden başka ilâh yoktur, o halde sadece bana kulluk edeceksiniz.(Tâhâ-14)Sakın benden başkasına kul olmayın. buyuruyor. (Hud-2)Nebi'lere gönderilen vahiy'lerde ilk ilke ve ilk emir bu oluyor.Meselenin ne kadar önemli ve ciddi olduğunu anlamamız şarttır. Yani insanlara dini eğitimin ne kadar hayati bir konu olduğunu ancak yüce Allah'ın göndermiş olduğu vahiy'den anlayabiliriz.Yüce Allah'ın sanatının, eğitiminin, Rablık sıfatının içinde olduğunun farkına varacağız. Onun için din eğitimini rastgele, gelişigüzel yapamayız.O zaman ne olacak?Dini eğitimi Allah'tan onay alması gerekiyor. Bizim yaptığımız din eğitimini, anlattığımız prensipleri, ilkeleri ve din ahlakını hangi prensiplere dayandırdığımıza dair Allah'ın onayı olması gerekir.Yüce Allah'ın onayı olması için de Kur'an'a gitmekten başka hiçbir yolumuz yoktur.Yüce Allah bizi Kur'an ile sorgulamaktadır ve Kur'an onaylıyorsa bizim eğitim sistemimizi Allah onaylıyor demektir.Şimdi ortada şu var.Şii ve Sünni din adamlarında büyük bir sorun var. Din eğitimlerinde Kur'an'ın anlaşılması üzerinde hiç durmuyorlar.Mesela: İlahiyat eğitiminde, Kur'an kursları eğitiminde Kur'an'ın ilmi diye bir şey yoktur. Oralarda böyle bir şey bilinmez. Yani şu anda bizim insanlara ahlak diye sunduğumuz prensipler Kur'an'dan gelmiyor. Kur'an'sız bir din ve Kur'an'sız bir ahlak anlayışı var. Bütün Kur'an meallerini bakın, bir tane "güzel ahlak" ibaresini bulamazsınız. Halbuki dinin en büyük tarafı hukuktur, eğitimidir, ahlaktır. Yani Kur'an dediğimiz zaman ne anlayacağız?Şimdi konumuza gelelim.Son vahyin tarihinde Şii ve Sünni din adamları, ümmileri Kur'an'dan engellemişlerdir. İnsanlar Kur'an'dan faydalanmadılar. Onun aydınlığına gitmediler.Halbuki yüce Allah ne buyuruyor."Apaçık kitab'a andolsun ki, aklınızı kullanmanız için biz onu Arapça (anlaşılır) bir Kur'an kıldık"(Zuhruf; 2, 3)"Elif. Lam. Ra. Bunlar apaçık kitab'ın âyetleridir. Aklınızı kullanmanız için onu biz Arapça (anlaşılır) bir Kur'an olarak indirdik"(Yusuf-1, 2)Ne buyuruyor? Biz Kur'an'ı Arapça bir kitap kıldı ki aklınızı kullanasınız diye. Şimdi burada gerçekten çok ciddi bir konu var. Yüce Allah, Kur'an'ı biz göndereceğiz, fakat aklınızı siz kullanacaksınız."lealle" bir amacı bildiriyor.Yani aklınızı kullanasınız diye Kur'an'ı Arapça (anlaşılır) bir kitap olarak gönderdik.Şimdi Şia ve Ehl-i Sünnet din adamları ve eğitimcileri gençlerin akıllarına kelepçe vuruyorlar. Çocukların ve gençlerin akıl ve iradelerini kilitleyip tarihin karanlıklarına mahkum ediyorlar. Çocuklarımızı ve gençlerimizi cemaat ve tarikatların buz gibi duvarların arasında, yobaz kafaların esaretinde kaybediyoruz.Âyetlere baktığımızda yüce Allah'ın her insanı özgür yarattığını ve aklını kendisinin kullanmasını emretmektedir. Herkes aklını kendisi kullanacaktır. Ben sana aklını kullanmak için gerekli kural ve kaideleri gönderdim ama aklını sen kullanacaksın.Şimdi dinde olay şudur. Resüllerin en önemli görevi, insanların akıllarına vurulan zincirleri kırıp, üzerlerinde bulunan yükleri kaldırıp atmaktır. Demek ki eğitimin amacı aklı özgür bırakmaktır.Eğitim demek, aklın önünde bulunan bütün engelleri kaldırmaktır. Bir çocuğu cemaat ve tarikatların zindanına bırakırsan, o çocuğun aklına düşünme fırsatını, sorgulama nimetini vermez, belli dogmaların, statik düşüncelerin, dar kalıpların içerisine sokar da ona esaret zincirlerini vurursan o çocuk intihar edecektir. Şimdi Enes Kara'nın intihar etmesinin en önemli sebeplerinden bir tanesi budur. Kaldığı yer yurt falan değil, gençlerin akıl ve iradelerinin kemirildiği karanlık hücrelerdir. Belli bir adamın eserlerini okuyorlar yani çocuklara bunu zorunlu kılıyorlar. Muhafazakar yobaz kafalar bu inancı çocuklara ve gençlere din diye dayatıyorlar. Genç üniversitede tıp dersi alıyor, aynı zamanda gelecek bu yurtta da Risale-i Nur okuyacak, bunlar kendilerine kul yaratıyorlar.Çocukların ve gençlerin beyinlerine egemen olarak kendi kullarını oluşturuyorlar. Burası yurt değil, insan kaynaklarımızın yok edildiği merdiven altı bir şirk merkezidir. Bunlar çocukların akıl ve gönüllerini mahkum etmeye çalışıyorlar. Bunlar yüce Allah'a kul değil, muhafazakarın gözetiminde kendilerine mürit devşiriyorlar. Bunlar din eğitimi falan yapmıyorlar. Çocuklarımızı ve gençlerimizi sürü yapıyorlar Müslümanın iradesi var, zihni var, aklı var, gönlü var, duyguları var yani onları beşeri kaynaklara esir edemezsiniz. Onları sürü yapamazsınız çünkü onlar hayvan değiller. Çocukları ve gençleri birer hayvan sürüsü gibi görmek, onları hayvan muamelesi yapmak affedilir bir suç değildir.Olay şu: Biz Kur'an'ı bir kenara attık, mezhepleri öne çıkarttık onları birer din yaptık tarikatları ve cemaatleri öne çıkarttık, onları da birer din yaptık. Bu sefer yüce Allah'ın indirmiş olduğu hidayet ve rahmet kaynağı terkedilmiş bir vaziyette önemsiz kaldı. Adama soruyorsun, İmam-ı Azam böyle dedi, Şafi böyle dedi, Buhari, Müslim böyle rivayet etti.İtikatta mezhebin nedir? Maturidi diyor. Halbuki itikadda tek yol, yüce Allah'ın indirdiği vahiy'dir. Müslümanın iman ve itikadını bir beşer nasıl belirleyebilir?Dinlerini parçalayıp fırka fırka edip şialara ayrılanlar varya, (Ey Nebi!) Senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allaha kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"(Enam- 159)Âyette geçen "leste minhum fi şey'in, inneme emruhum ilallâhi" cümlesi önemlidir. Yani, rivayet ve ictihadlarından, alim ulemalarından, efendi olarak gördükleri büyüklerinden, cemaat ve tarikatlarından, mezhep ve farkalarından vazgeçmedikleri sürece, ey Nebi! Sen bile onların işini çözemezsin, onların işini halledemezsin. Onların dinlerini parçalamaları çözümsüz bir problemdir. Ey Nebi! Sen bunlara bir çözüm getiremezsin" gerçeğini ortaya koymaktadır.
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(127.YAZI) Yunus Süresi 36-) Onların çoğu zandan başka bir şeye tâbi olmaz. Şüphesiz zan, haktan (vahiy'den) yana hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir. 37-) Bu Kur’an Allah'ın dununda (yanında-ötesinde-berisinde bulunanlar tarafından) iftira edilebilecek bir (kitap) değildir. Lâkin o kendinden öncekileri tasdik eden yani kitab’ı (daha önceki vahiy'leri) tasdik eden. Kendisinde şüphe olmayan, âlemlerin Rabbindendir. 38-) Yoksa, Onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler sâdık iseniz Allah’ın dununda (yanında- berisinde) gücünüzün yettiklerini dâvet edin de (hep beraber) onun misli (benzeri) bir sûre getirin. 39-) Bilakis, onlar ilmini ihata etmeden (ilmini araştırmadan) yani kendilerine te'vili gelmeden onu yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Şimdi bak, zalimlerin sonu nasıl oldu! (Kur'an'ın dininde ve dilinde "tekzib" (yalanlama) dil ile yapılan bir şey değildir. Rivayet, ictihad, mezhep, cemaat, tarikat, inanç, ahlak, karakter ve tavırla yalanlamadır. Yani ona gereken değeri vermemektir.) 40-) İçlerinden ona (Kur’an’a) iman eden de var, yine onlardan ona iman etmeyen de var. Rabbin müfsidleri en iyi bilendir. 41-)(Ey Resül!) onlar seni yalanlarlarsa de ki: "Benim amelim bana, sizin ameliniz de sizedir. Siz benim amelimden uzaksınız, ben de sizin amelinizden uzağım. 42-) Onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat sağırlara -üstelik akıllarını da kullanmıyorlarsa- sen mi duyuracaksın? 43-) Onlardan sana bakan da vardır. Fakat (hakka karşı) basiretleri kör olanları sen mi hidayete ileteceksin? 44-) Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, lakin insanlar kendi nefislerine zulmediyorlar. 45-) Ve Allah onları, sanki gündüzün bir saati kadar, aralarında tanışma müddeti kadar kaldıklarını zanneder vaziyette, yeniden diriltip toplayacağı gün, Allah’a kavuşmayı yalanlayanlar elbette husrana uğramışlardır yani onlar (vahyin) hidayetini tercih etmediler. 46-) Ve eğer onlara vâdettiğimiz (azabın) bir kısmını sana (dünyada iken) gösterirsek (ne âlâ); yok eğer (göstermeden) seni vefat ettirirsek (her halukarda) onların dönüşü bizedir. Sonra, Allah onların yapmakta olduklarına da şahittir. 47-) Ve her ümmetin bir Resül'ü vardır. Resülleri onlara geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir yani onlara asla zulmedilmez. 48-) Ve sâdık izeniz bu vaad ne zamandır? diyorlar. 49-) De ki: "Ben kendime bile Allah’ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahibim." Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler. (Kur'an'ın dilinde ümmet, vatandaşlık ve ulusal birlik destektir. Yani aynı zaman ve coğrafyada yaşayanlara Kur'an ümmet demektedir. Yani bir köyde, kasabada, ilçede, şehirde, aynı ülkede, aynı dünyada yaşayanlara Kur'an ümmet demektedir. İnsanlık tarihinde ister şirk isterse küfür olsun aynı inanca sahip olanlara Kur'an millet adını vermektedir.) 50-) De ki: (Ey müşrikler!) Ne dersiniz? Allah’ın azabı size geceleyin veya gündüzün gelirse (ne yaparsınız?). Suçlular ondan hangisini istemekte acele ediyorlar! 51-) Olacaklar olduktan sonra mı O’na iman edeceksiniz? Şimdi mi? Halbuki onu (azabın gelmesini) istemekte acele ediyordunuz? 52-) Sonra o (kendilerine) zulmedenlere, "Kalıcı azabı tadın!" denilecek. Kazanmakta olduğunuz amellerinizden başkasının karşılığını mı bulacaksınız? 53-) "O (azap) bir gerçek midir?" diye senden haber istiyorlar. De ki: Evet, Rabbime andolsun ki o şüphesiz haktır ve siz (Allah'ı) âciz bırakacak değilsiniz. 54-) O zaman zulmeden her nefis yerde olan her şeye sahip olsa (azaptan kurtulmak için) elbette onu fidye olarak verir.Ve azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını gizlerler. Aralarında adaletle hükmolunur ve onlara zulmedilmez. (Cehenneme girecek olanlar çeşitli sebeplerden dolayı olduğu için pişman olduğunu açıkça ortaya koyanlar olduğu gibi, gizlemeye çalışanlar da olacaktır.) 55-) Dikkat edin, göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. Yine dikkat edin, Allah’ın vâdi haktır, lâkin onların çoğu bilmezler.56-) O hem diriltir hem de öldürür ve yalnız O’na döndürüleceksiniz. 57-) Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt yani göğüslerde olana bir şifa yani müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir. (Kur'an sistemli bir kitaptır yani ilim üzerine inmiş hikmetli bir kitaptır. İsra 82 ve Fussilet 44.âyetlerde Kur'an'ın şifa olduğu haber verilmektedir. Ancak yukarıdaki âyette Kur'an'ın mutlak değil, yani her şeye şifa değil, "göğüslerde olana şifa" olduğu açıklanıyor ki, insanlar yanlış ve hatalı yollara tevessül etmesinler. Yoksa insanlar Kur'an'ı her türlü hastalığa okurlardı.) 58-) De ki: Ancak Allah’ın fazilet ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır. (Kıraat Farklılığı Âyette bulunan "huve hayrun mimmé yecmeun" "bu onların (dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır. Cümlesinde bulunan "yecmeun" (topladıklarından) kelimesi, bazı kıraat âlimleri tarafından "tecmeun" (topladığınız) olarak da okunmuştur. Bu okuyuşa göre âyetin meali şöyle oluyor. "Deki: Ancak Allah'ın fazilet ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu, sizin (dünya malı olarak) topladığınızdan daha hayırlıdır.) 59-) De ki: Allah’ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helâl, bir kısmını da haram kılmanıza ne dersiniz? De ki: Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz? 60-) Allah’a karşı yalan iftira edenler kıyamet günü (âkıbetleri) hakkındaki zanları nedir? Şüphesiz Allah insanlara karşı fazilet sahibidir. Lâkin onların çoğu şükretmezler.
2 Şubat 2022 Çarşamba
CEHENNEMİN MUTFAĞINDA GEÇEN BİR HAYAT (1.YAZI) Şia ve Ehl-i Sünnet'e bağlı cemaat ve tarikatlarda çocuk dört beş yaşlarında yani daha kendini bilmeden ne olup bittiğinin farkında olmadan, üzerinde anne ve babasının yoğun bir dini eğitim yaptırma, manevi eğitim tahsil ettirme hedefi ve arzusu oluşuyor. Aklı başına gelince de, kimi zaman babalık hakkını dayatarak, kimi zaman manevi baskı kurarak, kimi zaman beddua ile korkutarak, kimi zaman şöyle veya böyle şiddete başvurarak bu hedefini gerçekleştirmek için çocuklarını kendi mezhebinin ve cemaatinin öngördüğü iman neyse aynı kalıpta ve aynı standartta bir milim dışarı çıkmamak kaydıyla yetiştirmeyi kendilerine çok büyük bir dâvâ ve ulvi bir görev olarak görüyorlar. Bu toplumda dindar ve muhafazakar ana-babaların benimsediği bir yöntem ve tutumdur.Burada şöyle bir durum var.Anne-baba dünyaya getirdikleri çocuklarını kendilerinden bir organ gibi görüyorlar.Dolayısıyla onun özgür bir birey, başka bir insan, onun da kendileri gibi hayalleri, arzuları, emelleri, hedefleri olan kocaman mikro ölçekte bir dünya olduğunu düşünmüyorlar. Dünyaya getirdikleri için onu peşinden temellük ediyor. Onu bir mal ve mülk olarak görüyor. Ve mülkünün üzerinde de istedikleri gibi tasarruf edebileceklerine inanıyorlar.Bu inancın arka planında hakkı! ona öğretmek, yüce Allah'ın dinine! göre yetiştirmek gibi bir özgüven de mevcuttur. Çünkü sırtını tek hidayet olarak gördüğü inancına yaslıyor.İnancı ona diyor ki: "Bu hidayetten çocuğun da nasibini alsın!" Dolayısıyla yaptığı işin aynı zamanda büyük bir mükafatı da beraberinde getireceğini yani Allah'ın indinde sevap bulacağına inanıyor. Buradan baktığımızda son derece iyi niyetli ve samimi bir durum gibi görünüyor. Ancak İslâmi, ahlaki ve insani bir durum olarak hiç görünmüyor. Neden İslâmi ve insani bir durum olarak görünmüyor?Çünkü ana- babanın dünyaya getirdikleri çocukları onların malı ve mülkleri değildir. Anne-babanın çocukları üzerinde kuracakları manevi baskı, ancak şu olabilir. Kamusal ve toplumsal hayatta tüm insanlığın ortak değeri olarak görünen güzel ahlak, hayırseverlik, cömert ve erdemli olmaları konusunda onları yetiştirmektir. Yani hırsız, ahlaksız ve yüzsüz olmamaları, kul hakkına duyarlı olmaları, haram yememeleri, insanlara karşı kaygısız ve vurdumduymaz olmamaları konusunda manevi bir baskı kurabilirlerdi. Ancak anne-baba, dünya ve âhiretlerinin mamur olması gerektiği yolundaki iyi niyetlerinden hareketle çocuklarının tüm hayatına ipotek ve haciz koyma hakkına sahip değillerdir.Mesela: Çocuklarının meslek seçme hakkı onlara ait değildir. Siz ancak bir görüş, bir fikir ve bir kanaat ortaya koyarsınız. İstişâre yoluyla konuşarak, tartışarak kanaat ve görüşünüzü söyler, ikna yolunu denersiniz.Evladınız söylediklerinizi gerçekten benimser, bu benim için iyi bir gelecek olabilir diye ikna olursa, özgür iradesiyle gösterdiğiniz yola gidebilirdi. Ama siz kimi zaman manevi şantaj yolunu kullanarak, kimi zaman onun iâşe ve ibatesinden yani maddi imkanlardan mahrum ederek tehdidle, zorla istediğiniz hayat tarzını dayatır, bu yoldan gideceksin, ben ne istiyorsam öyle olacaksın, istediğim gibi hareket edeceksin diye çocuklarınızın üzerinde bir köle gibi çökmeye hakkınız yoktur. Fakat maalesef, Şia ve Ehl-i Sünnet cemaatlerinde yani dini alanda gözünü açmış bir çocuğun artık bundan sonra özgür olma hakkından söz edilemez.Şia ve Ehl-i Sünnet anlayışında özgürlük alanı son derece sınırlı tutulmuştur. Yahudi ve Hristiyan ruhbanlarında da özgürlük hakkı alabildiğine kısıtlandığı için bu dinden ve gelenekten beslenen anne baba da evlatlarına o alanı aynı şekilde sınırlı tuttular.Onların önlerine kendi inandıkları ve doğru olarak bildikleri yoldan başka bir yolu seçme özgürlüğünü bırakmadılar.Bunu da kendileri için çok kutsal bir dâvâ ve mukaddes bir vazife olarak yaptılar. Ama gençliğin hayatlarını söndürdüler, çocukların ve gençlerin yaşama sevincini yok ettiler. insanlığı cehennemin mutfağına mahkum ettiler. Özellikle sözleriyle, iddialarıyla ve yaşam pratikleriyle çelişki arz edince aynı zamanda o temsil ettikleri, dillerinden düşürmedikleri ibadetlere, dini değerlere ve sembollere karşı gençlikte büyük bir nefret, öfke ve tiksinti duygusunu biriktirdiler.
KURANI MÜBİNİN MEÂLİ(126.YAZI) Yunus Süresi 23-) Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar. Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir; (bununla)(sadece fâni) dünya hayatının metaını elde edersiniz; sonunda dönüşünüz yine bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz. 24-) Dünya hayatının misâli, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde karışıp birbirine girer. Nihayet yeryüzü zinetini takınıp yani (rengârenk) süslendiği yani sahipleri onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz (âfetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte tefekkür eden bir kavim için âyetlerimizi böyle tafsil ediyoruz. 25-) Allah kullarını selâmet yurduna dâvet ediyor yani O, dileyeni sırat'ı müstakime hidayet eder. 26-) Güzel davrananlara daha güzel karşılık yani bir de fazlası vardır yani onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ashâbıdır. Onlar orada devamlıdırdır. 27-) Kötülükleri kazananlara gelince, kötülüğün cezası misli iledir yani onları zillet kaplayacaktır. Onları Allah’a karşı koruyacak hiç kimse yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür. İşte onlar ateş ashâbıdır. Onlar orada devamlıdırlar. 28-) Ve onların hepsini biraraya toplayacağımız, sonra da Allah’a şirk koşanlara: «Siz ve şirk koştuğunuz ortaklarınız yerinizde bekleyin» diyeceğimiz gün artık onların (evliya ve ilahlarıyla) aralarını tamamen ayırmışızdır yani onların ortakları, (evliya ve ilahları) derler ki: "Siz, bize ibadet etmiyordunuz. 29-) Bu yüzden bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz ki biz sizin (bize) tapmanızdan tamamen habersizdik." 30-) Orada herkes geçmişte yaptıklarının ne olduğunu anlar yani artık onlar hak sahipleri olan Allah’a döndürülmüşlerdir yani uydurmakta oldukları şeyler (bâtıl ilâhları) da onları terkedip kaybolmuştur.31-)(Ey Nebi!) De ki: Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik (ve hakim) bulunuyor yani ölüden diriyi kim çıkarıyor ve diriden ölüyü kim çıkarıyor? Yani (her türlü) işi kim idare ediyor? "Allah" diyecekler. De ki: Öyle ise (O'na karşı gekmekten) korkmuyor musunuz? 32-) İşte O, sizin hak Rabbiniz olan Allah’tır. Artık haktan (ayrıldıktan) sonra sapkınlıktan başka bir şey kalır mı? O halde nasıl (sapkınlığa) döndürülüyorsunuz? (Yukarıdaki âyet din ve hüküm olarak vahiy'den başka bir kaynak olmayacağını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor.) 33-) İşte böylece Rabbinin fasıklar (yoldan çıkanlar) hakkındaki "Onlar iman etmezler" sözü gerçekleşmiş oldu. 34-)(Ey Nebi!) De ki: (Allah’a) şirk koştuklarınız arasında, yaratılışı başlatacak, arkasından onu tekrar ettirecek kimse var mı? De ki: Allah yaratılışı ilk defa başlatıp, onu tekrar ettirendir. O halde nasıl (haktan) döndürülüyorsunuz! 35-) De ki: şirk koştuklarınızdan hakka hidayet edecek olan var mı? De ki: "Hakka (yalnız) Allah hidayet eder." Öyle ise hakka hidayet eden mi tâbi olmaya daha hak sahibidir (daha lâyıktır;) yoksa (Allah tarafından) hidayet verilmedikçe kendi kendine hidayeti bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl (böyle yanlış) hükmediyorsunuz? (Yukarıdaki âyetin üzerinde biraz düşünüldüğünde Yahudilik, Hristiyanlık, Şiilik ve Sünniliğin ne kadar batıl ve şirk dinler oldukları hemen anlaşılır.) ŞİRKDinleri birbirinden ayıran tek şey tevhid, onları birbirine eşitleyen tek şey ise şirktir. Adı ne olursa olsun bir din yüzde yüz vahye yani Kur'an'a dayanmıyorsa o din şirktir. İçinde Allah'ın sözünden ve hükmünden başka tek bir söz, hüküm, helal, haram, farz olan din şirktir. Âhirette bağışlanmyacak tek günah şirk olduğu için başta"Allah'ın dostu, muvahhidlerin atası" İbrahim (aleyhisselam) olmak üzere bütün Allah elçileri "çocuklarına şirkten uzak kalmalarını tavsiye etmişlerdir"(Bakara-130/1136)Âhirette bağışlanmayacak tek günah şirk olduğu için Allah iman edenlere, şirk pisliğinden uzak kalarak huzuruna İslam çıkmalarını, tevhid dinine sahip çıkmalarını emretmektedir. (Âli İmran-102; Hac- 31)"Dini ayakta tutun yani onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a tavsiye ettiğini yani (Ey Nebi!) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu din müşriklere ağır gelir..."(Şura-13)"Ey Nebi! İşte bunlar Rabb'inin sana vahyettiği hikmetlerdir yani Allah ile beraber başka ilah edinme; sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın"(İsra-39)"Ey Nebi! Şüphesiz sana da senden önceki (Nebilere de) şöyle vahyedilmiştir ki: Andolsun Allah'a şirk koşarsan, amellerin mutlaka boşa gider yani husranda kalanlardan olursun"(Zümer-65)"Allah "İslam'dan" başka yani "Tevhid akidesi"nden başka hiçbir dini kabul etmeyecektir.(Âli İmran- 85) Bundan dolayı Yusuf (a.s) Allah'tan "Müslüman" (muvahhid) olarak vefat etmeyi istemiştir."...Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim dostumsun. Beni müslüman(muvahhid) olarak vefat ettir ve beni salihler arasına kat"(Yusuf- 101)Şirk büyük bir zulümdür."Lokman, oğluna öğüt vererek: Evladım! Allah'a şirk koşma! Doğrusu şirk büyük bir zulümdür, demişti"(Lokman-13) "Şirk büyük bir zulüm" olunca "tevhid büyük adalet" olacaktır. "Allah adaleti (tevhid'i) ayakta tutarak delilleriyle şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilah yoktur. Melekler ve ilim(tevhid) sahipleri de bunu İkrar etmişlerdir. Evet mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilah yoktur"(Âli İmran-18)
1 Şubat 2022 Salı
KUR'AN-I MÜBİN'İN MEÂLİ(125.YAZI)Yunus Süresi 19-) İnsanlar bir tek ümmetti, sonradan ihtilâfa düştüler. Eğer (azabın ertelenmesi ile ilgili) Rabbinden bir söz (vahiy) geçmemiş olsaydı, ihtilâfa düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi (Derhal cezalandırma iner ve işleri bitirilirdi).20-) Ona Muhammed’e Rabbinden bir âyet (mucize) indirilmeli değil miydi? diyorlar. De ki: Gayb yalnız Allah’ındır. Bekleyin (bakalım) ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim. 21-) Kendilerine dokunan (kıtlık ve hastalık gibi) bir sıkıntıdan sonra insanlara bir rahmet (esenlik) tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında onların bir tuzağı vardır. De ki: Allah’ın tuzağı (bozması) daha süratlidir. Şüphesiz resüllerimiz kurduğunuz tuzakları yazıyorlar. 22-) Sizi karada ve denizde gezdiren O’dur. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiyi de içindekileri tatlı bir esintiyle alıp götürdüğü ve (yolcular) bu yüzden ferahlandıkları zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allah’a halis kılarak: "Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız" diye Allah’a yalvarırlar. İHLAS NEDİR? Yani yüce Allah'a iman etmelerine rağmen insanları müşrik yapan şey nedir?Bu soruya Kur'an'ın cevabı şöyledir."Allah'ı bırakıp (yöresinde- berisinde bilginlerini) hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek Allah'a kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştuklarından uzaktır"(Tevbe-31)"Onlar Allah'ı bırakıp (yöresinde- berisinde) kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere kulluk ediyorlar ve: Bunlar, Allah'ın indinde bizim şefaatçilerimizdir, diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ O, onların şirk koştuklarından uzak ve yücedir"(Yunus-18)"...O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar (evliya) edinenlere: Onlara bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve alabildiğine hakkın üzerini örten kafiri (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete erdirmez"(Zümer- 3)Yani Şia ve Ehl-i Sünnet'in din adamları gibi tarihin bütün müşriklerinin yaptığı tek şey, Dinde ve hükümde Allah ile aralarına âlimlerini ve müctehidlerini aracılar koymak suretiyle Allah'ın hükümleri yerine onların hüküm ve içtihatlarına bağlı olarak yaşamaları idi.Halbuki Nebilere indirilen tüm vahiy'lerde en çok dikkat çekilen ilke "Dinde ihlas sahibi olmalarıydı" yani "dini sadece ve sadece Allah'a özel kılmaları idi. "Ey Nebi! Şüphesiz ki kitab-ı sana hak olarak indirdik. O halde sende dini Allah'a özel kılarak (İhlas ile) kulluk et. Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır"(Zümer- 2,3)Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'ın bütün kavramlarının manalarını tahrif etmişlerdir.Bozdukları ve anlamını yamulttukları en önemli kavramlardan birisi de ihlas kavramıdır. Onlara göre "ihlas" "samimi olmak, ibadetleri yalnız Allah için yapmaktır" Halbuki Kur'an'ı Mübin'de "İhlas" kavramı "Dini yalnız Allah'a özel kılmak" anlamında kullanılmıştır. Yani "İhlas" kavramı "ameli" bir kavram değil, "imâni" ve "itikadi" bir kavramdır. Eğer din yalnız Allah'a özel kılınmış olsaydı, ibadetler otomatikman Allah için yapılmış olacaktı. Onun için ihlas kavramı Kur'an'da her zaman din ile beraber anılarak dinin Allah'a özel kılınması ile ilgili bir kavram olduğu ortaya konmuştur."Halbuki onlara (tarihin bütün milletlerine) ancak, dini yalnız O'na özel kılarak hanifler (her türlü şirkten arınmış) olarak Allah'a kulluk etmeleri yani salat-ı ikame etmeleri yani zekat'a (arınmaya) gelmeleri emrolunmuştu yani (toplumları) ayağa kaldıracak sağlam din işte budur"(Beyyine-5)"Dini ayakta tutun yani onda ayrılığa düşmeyin, diye Nuh'a tavsiye ettiğini yani sana vahyettiğimizi yani İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı..."(Şura- 13)Dinde İhlas sahibi olmanın yani dini Allah'a özel kılmanın tek yolu sadece Allah tarafından indirilen âyetlere uymaktır."Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) tabi olun. O'nu bırakıp da (yöresinde- berisinde) başka dostların (evliya) peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz" (Araf-3) "Ey Resul! Sen, sana vahyedilene tâbi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"(Yunus- 109) "Ey Resul! Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"(En'am-106)"Ey Nebi! Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl! Şüphesiz ki sen (Kur'an) sayesinde dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"(Zuhruf-43,44)Dolayısıyla bize şah damarımızdan daha yakın olan Rahmân ve Rahim olan Rabbimizle aramıza hiç kimseyi aracı olarak koymaya hakkımız yoktur. Kur'an eski zamanların müşriklerini anlatırken, Allah Resulü'nün dönemindeki Mekke müşriklerine "Gördüğünüz gibi şimdi sizin yaptıklarınızla kadim müşriklerin yaptıkları arasında herhangi bir fark yoktur" demiş ve şirkin sadece geçmiş milletler'de kalmış bir fiil olmadığını ortaya koymuştur.Benzer şekilde Kur'an Musa (as)'a iman ettiklerini iddia ettikleri halde ona yapmadıkları eziyeti bırakmayan Yahudileri anlatırken, son vahyin sahibi olan Muhammed (a.s)a iman edenlere "Ey iman edenler! Sizde Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın..."(Ahzab-69)uyarısında bulunmuş oluyor. Dolayısıyla ilk anda Mekke müşriklerini muhatap alan yukarıdaki âyetler, onlardan sonraki bütün zamanlarda hatta kıyamet gününe kadar dünyanın herhangi bir yerinde aynı fiil yapacak herkesi doğrudan muhatap almaktadır. O gün müşrikleri uyaran Yüce Allah, bugün aynı şirki işlemeye meyilli iman ettiğinş iddia edenleri de uyarmaktadır.Öyleyse bu durumda olanlar "O günkü müşrikler için indirilmiştir, bu âyetler Yahudiler için nâzil olmuş, şu süre israiloğulları ile alakalı gelmiş, Hristiyanlar için indirilmiş âyetleri bize okuma" deme hakkına sahip değillerdir.Çünkü yüce Allah bu âyetleri kiyamet gününe kadar geçerli olarak indirmiştir."De ki: Hangi şey şehadetçe en büyüktür?De ki: (Allah'tan başka ilah olmadığına dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu..."(En'am-19)"Ey Resul! Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçi gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler"(Sebe-28)Kur'an'a göre ihlastan başka kurtuluş yolu yoktur. Şeytanın muhlis kullarla hiç bir işi yoktur. Şeytanlar sadece onlara yanaşamıyorlar. Onlarla şeytanların (din adamlarının) arkadaşlık kurmaları imkansızdır. (Yusuf-24; Hicr-40; Saffât-40, 74, 128, 160, 169; Sâd-83; Nisa-146; Âraf-29; Yunus-22; Lokman-32)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)