SIR
(1.YAZI)
Gecenin bir vaktinde kapı çalındı, gidip açtım. Karşımda efendim duruyordu.
İşin aksi tarafına bak ki, o gece de bizim yamuk tarlanın suyu vardı.
Saat biri çeyrek geçe.
Su ateş pahası.
Tarlaya pancar ekmişiz.
Lüksü yaktırdım, bizim küçük oğlan yanımda, omuzda bel, elde kürek vaktinden önce yola düştük.
Suyu Hanaltı'ndan kaldırıp tarlaya vuracağız. Pancarın dibi taş olmuş sanki.
O yıl da bir sıcak var ağa, bir sıcak.
Neyse..... Suyu indirdik Allah'ıma şükür.
Bir o yana seğirt, bir bu yana.
Oğlan daha ufak, eli kürek tutacak gibi değil, sade ışığı dolaştırıyor, boyu beraber çamura belendim, ter tırnağımdan çıkıyor.
Biz pancarı kurtardık.
Cenabı Hak böyle bir saat su daha nasip etse bu yılki mahsulu toparladık say.
Sırtüstü uzandım, yıldızları seyre durdum biraz. Vücudumun her bir yerinden başka bir ses geliyor.
Ne de olsa yaş kemale erdi, bir tarla su yordu bizi... Yorsun..
Oğlan lüks lambasını sallaya sallaya geldi, fukaranın gözünden uyku akıyor ki, düştü düşecek....
Döndük eve...
İşte böyle.
Efendimi kapının önünde görünce.
İlkin eğilip ayaklarıma bakıvermişim... insanız ya...
Daha çamuru üstünde... Kulaklarıma kadar kızarmışım...
Şeyhim gülümseyip sırtımı sıvazladı...
"Aldırma dedi.. "Rençberlik, olacak o kadar".. Geçti içeri, oturdu.
Yanında ihvan-ın ileri gelenlerinden iki kişi daha var.
Efendimin gelişinde mutlak bir hikmet vardır. İçim içime sığmıyor, odanın ayak ucunda el bağlayıp bekledim.
Ayranlar içildi...
O gece sabah ezanının önü sıra, "Benden sonra posta işte şu gördüğünüz zat oturacaktır. Ferman..." deyip kesti.
N'olur.. Ben bir fukara köylüyüm.
Ne ilmim var, ne hikmetim..
İki sözü bir araya getirmeye gücüm yetmez... Yapmayın, elinize, eteğinize düştüm" diyerek feryat ettim ise de, Efendim:
"Şahit olun ve usulünce biad edin" diye o iki hatırı sayılır ihvan-ı sıkı sıkı tembihledi.
Efendim haftasına varmadan gül yüzüne solgunluk erişip yatağa düştü.
Veda diyeceklerine elveda deyip bu fâni dünyadan bâki aleme göçtü.
Rençberliğe devam ile bir de tekke hizmetini üzerimize aldık ya, gelenin gidenin haddi hesabı tutulmaz oldu.
Memleketin dört bucağından, ihvan, "Medet yâ pir" deyip yollara düşüyor, binbir meşakkat ile bizim bu ucra, ucra olduğu kadar fukara köyümüze ulaşıp, eh bir iki gün yorgunluk çıkarıp, himmet ricasında bulunuyor.
Usul, erkan böyleymiş...
Lakin yer darlığından bizar olmuşuz.
Baktık olacak gibi değil, yani bu işlere ayırdığımız, sohbeti zikri tamam ettiğimiz ön odayı genişletelim, yanına bir de misafirhane ekleyelim diye ihvan ile müşavere kılıp gayrete geldik.
Uzak dağ köylerinden yüzleri güneş çalığı dağ gibi müritler duyup gelerek, ve bütün ova köylerinden daha nice insanlar gelerek, bizimle birlikte sırtı ile taş taşıyıp ayağıyla çamur çiğneyerek işe koyuldu.
Hanemizin kıyısına bir mütevazi tekke ile bir misafirhane inşa ettik.
Gitti bir zaman....
Gider iken. Yani köylülük işte.... Yediğimiz bulgur aşı, içtiğimiz ekşi ayran.
Ama dünya metadır, helalinden olsun ve temiz olsun.
Sünnete uygun olsun da ne olursa olsun diye biz hizmeti ve ikramı bir ölçüde ve aklımızın erdiği, fikrimizin yettiği gibi ısraftan ve gösterişten uzak tutup ilerlerken.
Bizim posta oturmuş olduktan kelli, hala çift ve çubuk, mal ile davar peşinde koşmamız, bel belleyip, ağaç budamamız, iki buçuk tarlayı ekip biçmemiz şehirli İhvan'ın hoşuna gitmemeye başlamış.
Hele ki kimseden bir kaşık yağ, bir tutam ot, bir kuruş akçe hediyedir diye kabul etmememiz dillere destan oldu.
Tekkemizin adı fukaraya çıktı.
Daha önce yolu tepip gelen, kuru ekmeğimiz ile ekşi ayranımıza razı olup, hasır üstünde yatan ihvanımız oturup bir gece dahi sohbetimizden istifade edemez olmuşlar, küskünlük el vermiş.....
Düşündüm.... Hakları da var... Gün boyu yazıda, yabandayız.
Dönüp geldiğimizde tekke'de bizi bekleyen misafirler sabırsızlık etmedeler.
Sorup anlayacakları, danışıp görüşecekleri meseleleri var.
Hiç biri olmasa dahi sırf yüzümüze bakıp feyz almak dileyenler var.
Biz bu hal ile kendi kendimize cebelleşip duralım, ihvan'ın ileri gelenleri kavlu karar (söz birliği) etmişler,
şehir yerlerinde bir arsa temin ile tekke'nin inşaatını başlatmışlar bile.
Neden sonra haber bize de ulaştı.
Tasa bir idi oldu bin.
Mazeret çok. Kumpas tamam.
Güya ki bu inşaat işi zaten yorucu bir dünya işi imiş ve beni dahi bu iş ile meşgul etmek istememişler.
Böylece başımızın üzerinde dönüp dolaşan fitne bir gün omuzumuza konar oldu.
Bu karar üzerine ihvan'ın ileri gelenleri ve akçesi çok olanları( her ne kadar muhalefet ettim ise de) köyümüzde görülmedik ve tekkemizde bilinmedik, hasılı şânımıza yakışmayacak israf ile bir ziyafet tertip ettiler. Keyfim kaçtı.
Bir tek lokmacık alayım da ziyafettir diye toplananlar meraklanmasın ve dahi incinmesin diye ağzıma aldığım lokma boğazıma takıldı kaldı.
Hal ehline malumdur, hayret edilmeye....
İki buçuk tarla ile bağı, bahçeyi köyün taşını toprağını, kurdunu, kuşunu son bir kez ziyaret edip hepsinden helallik diledim.
Şurası malum oldu ki anadan atadan bize yadigar kalan tarik (yol) bundan geri değişmektedir ve bir dahi aynı ahval geri dönüp bize nasip olmayacaktır, köyün ihvan'ından birine aynı minval üzerine tekkeyi muhafaza etmesi için hilafet verip baba ocağından çıktık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder