KAFİRUN SÜRESİ
De ki: Ey kafirler! Ben ibadet ettiklerinize ibadet etmem. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz.
Ben sizin ibadet ettiklerinize asla ibadet edecek değilim. Siz de (bu inançla) benim ibadet ettiğime ibadet edecek değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır"
(Kafirun- 1,6)
"Kâfir" ibaresi Kur'an'da birçok âyette geçen önemli kavramlardan biridir.
"Kâfir" ile aynı kökten türeyen "küfr" sözcüklerinin terim anlamları şöyledir.
"Küfr" sözcüğünün ilk ve en geniş anlamı "örtmektir"
Tohumu toprağa atıp üzerini örttüğünden dolayı çiftçiye"kâfir" denmiştir.
"...Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği"...e'cebel-küfférâ..."...kâfirlerin (çiftçilerin) hoşuna gider..."
(Hadid-20)
Bir çok âyette hakkıyla iman edenlerin günahlarının bağışlanması ve örtülmesi ilgili kullanılan kavram da "yükeffirullâhu anhüm seyyiétihim" (Allah onların günahlarını örter) "nükeffir" (örteriz) "kefferâ" (örttü) sözcükleridir.
Karanlığı ile her şeyi örttüğü için geceye "kâfir" (örten) denildiği gibi, erişilen nimetlere teşekkür etmeyerek yapılan nankörlüğe de "küfr" denir.
"Küfr" sözcüğünün terim anlamı ise, "Allah'ın hiçbir şeye benzemediğini, Risalet kurumunu ve Allah'ın Resullerini, öldükten sonra dirilmeyi ve Allah'ın âyetlerini" kabul etmemektir.
Bu anlamıyla "küfr" imanın zıddı yani vahyin ortaya koyduğu hakikatlere karşı gelme anlamına gelmektedir.
"Kâfir" sözcüğü "kefere" fiilinin ismi faili olup sözlük anlamı olarak vahiy ve tevhid nimetini örten, gerçeği inkar eden; sırat-ı müstakimden uzak kalıp hanif İslam'dan kaçınan anlamına gelmektedir.
Kafirun süresi şu gerçeği beyan etmektedir.
Tekyol ve hak din Allah tarafından indirilen dindir.
O da bütün Allah elçilerine indirilen, vahyin yani Kur'an'ın içinde bulunan hanif İslam adıyla yegane dindir.
İçinde eğrilik ve yamukluk olmadığı gibi insanların keyiflerine göre genişlik de yoktur.
Yani dosdoğru sırat-ı müstakim olan bir yoldur. İnsanların heva ve heveslerine göre sağa sola çekilecek bir yol değildir.
Çünkü bu dinin sınırları Allah tarafından çizilmiştir.
Kafirun süresinde ortaya konan iki inanç arasındaki ayırıcı çizgiyi belirtip, sistemlerin birbirinden farklı, düşüncelerin birbirinden ayrı, inançların birbirinden tamamen uzak olduğunu ortaya koymak için bu süre inmiştir.
Evet, Kafirun süresi red üzerine red, kesinlik üzerine kesinlik, te'kid üzerine te'kid, her türlü red, kesinlik ve te'kid ifadesiyle Resulullah'a nâzil olmuştur.
Hak ile batıl, iman ile küfür, hanif İslam ile şirk, aydınlık ile karanlık, Allah'ın kitabı Kur'an ile beşerin ürünü rivayetler bir arada bulunamaz, aynı yerde barınamaz, hiçbir zaman ortaklık kuramazlar.
"Körle gören, karanlıkla aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dileyene işittirir. Sen kabirdekilere işittiremezsin. Sen sadece bir uyarıcısın"
(Fâtır-19,20,21,22,23)
Doğrusu herhangi bir şekilde yolun ortalarında buluşma imkanı bulunmayan, tam bir ayrılığın özündeki farklılıkları açıklayabilmek için bu derece kesin bir ayrılığa ve sert bir inkâra gerek vardır.
Bunun örneğini en güzel bir şekilde İbrahim(a.s) ve insanlık tarihinde onun dinine uyan muvahhidler sergilemiştir.
"İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki:
"Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi inkar ediyoruz. Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir..."
(Mümtehine-4)
Çünkü ihtilaf ve anlaşmazlık inançların özünde, düşüncelerin esasında, sistemin hakikatinde ve yolun mahiyetinde idi.
Yani işin aldatmaya, hilekarlığa, yağcılığa ve münafıklığa ihtiyacı yoktu.
Evet, iş kişisel maslahattan, geçici istekten ve vahyin dosdoğru yolundan sapmışlara ve Allah'ın gazabına uğramışlara uyan batıl ehlinin ve her yerde Rahman'a düşman olan müşriklerin iddia ettikleri gibi "gökyüzü Allah'a, dünya da efendilerimize" değildir.
"Göklerin ve yerin Rabbi, Arşın'da Rabbi olan Allah onların vadıflandırmalarından yücedir, münezzehtir.
Sen onları bırak, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya kadar batılda oynayadursunlar. Gökteki ilâh da, yerdeki ilâh da sadece O'dur. O, hakimdir her şeyi bilendir"
( Zuhruf- 82, 83,84)
Kafirun süresi, rivayetçisinden fırkacısına, hadisinden içtihadına, Şii'sinden Sünni'sine, Hristiyan'ından, Yahudi'sine, cemaatçisinden tarikatçısına kadar bütün müşriklere kesin bir ültimatom ve apaçık bir reddeyedir.
Pazarlık yok, benzerlik yok, yolun ortasında buluşmak yok, yumuşaklık yok, taviz olmaz, kişisel rıza mümkün değildir.
Çünkü her zaman ve heryerde cahiliye cahiliyedir, küfür küfürdür, İslam islam'dır, hak birdir.
Aaradaki fark, aydınlık ile karanlık, ölü ile diri sıcak ile soğuk, körlük ile basiret, doğru ile batıl, külçe altın ve işlenmiş elmas ile kömür arasındaki fark gibidir.
Takip edilecek tek yol hem inanç, hem ahlak, hem ibadet, hem öğüt ve hemde hüküm açısından bütünüyle mezhep cahiliyesinden çıkıp, vahyin öngördüğü hanif İslam'a, İbrahim'in saf inancı olan sırat-ı müstakime dönmektir.
Diğer bir deyişle dini yalnız Allah'a özel kılarak, rivayetlerin karanlık dünyasından uzaklaşmak, kesin olarak şirk'ten ayrılmak ve her zaman hak ile batılın birbirinden uzak olduklarını tam olarak ortaya koymaktır.
"Sizin dininiz size benim dinim banadır"
"Onlara âyetlerimiz açık olarak okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayanlar, "ya bundan başka bir Kur'an bize getir veya bunu değiştir! dediler.
De ki: "Ben onu kendiliğimden değiştiremem, (bu benim için olacak bir şey değildir) Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Çünkü Rabbime karşı gelirsem elbette büyük günün azabından korkarım"
(Yunus- 15)
Kafirun suresinde İslam davetçilerine kıyamet gününe kadar büyük bir ders vardır.
Vazgeçilmesi, taviz verilmesi istenen şey ne kadar az da olsa İslam'ın hiç bir parçasından vazgeçmemek esas inanç olmalıdır.
İslam Rahmâni bir davadır.
Dolayısıyla karşılığı ne kadar büyük, sebepler ne kadar zor, düşman ne kadar zalim ve gaddar olursa olsun Rahmâni bir davada kesinlikle pazarlık söz konusu değildir.
Davetlilerin bu tür tekliflerden, teşvik edici maddi ve manevi cazibelerden sakınmaları gerekmektedir.
Sonuç olarak: Doğru yolu ve sırat-ı müstakimi tam olarak ortaya koymak için, sapık ve şirk yollarının açıkça ortaya konması hayati bir durumdur.
İşte o zaman hanif din sahibini her çeşit kaygan zeminlere ve karanlık yerlere götüren batıl yollardan uzaklaştırsın.
Bizim, vahiy karşıtlarıyla yani kur'an cahili rivayetçilerle olan savaşımız durmak nedir bilmeyen delilli, ilmi, ahlâki ve fikri bir savaştır.
Bizimle onlar arasındaki savaş, Kur'an'i metot ile hanif dini zorlaştıran, hak ile batılı birbirine karıştıran, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışan cahiliye tuzakları arasında cereyan eden sonu gelmez bir savaştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder