VAHYE BAĞLI RİSÂLET İLE KİTABA BAĞLI RİSÂLET
(2.YAZI)
Peki Nübüvvet yani Nebi'lik kurumunun kapanması ile birlikte risâlet (Resül'lük)misyonu da bitmiş midir?
Şurası açıktır ki Muhammed (a.s)dan sonra Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı Nübüvvet ve Risalet'in olması artık mümkün değildir.
Yani son Nebi ve Resül olan Muhammed (a.s)dan sonra, Allah tarafından görev alma, Allah'tan herhangi bir yolla vahiy ve haber alma asla olmayacaktır.
Çünkü iman, itikat, güzel ahlak, ibadet ve öğüt olarak Kur'an'ın indirilmesiyle din tamamlanmıştır.
Dolayısıyla son Nebi ve Resul olan Muhammed (a.s) dan sonra hiçbir Nebi ( Allah'tan vahiy alan) gelmeyecektir.
Bu apaçık âyetten (Ahzab-40) sonra her kim bende Nübüvvet'e bağlı (Allah'tan vahiy alan) bir Resulüm derse kafir olur.
Yani Muhammed (a.s) dan sonra Nübüvvet ve Risâlet davası güden herkes kafirdir.
O halde, Nübüvvet'e bağlı risâlet sona ermiş ise, kitabın Resul oluşu veya kitabın Resul'ü olmak hükmen ne ifade eder.
Yani din ve hüküm olarak kitab-ı tek kaynak kabul eden ve insanlara yalnız onu tebliğ edenlere
Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı olmaksızın Resul denilebilir mi?
Şimdi bu soruların cevaplarını Kur'an'ın sisteminde bulmaya çalışalım.
Kur'an, Mısır kralının Yusuf (a.s) a gönderdiği elçiye "resul"
(Yusuf- 50)
Belkıs'ın Süleyman (a.s) a gönderdiği elçilere "mürselun" (Neml-35)
kavramlarını kullanmaktadır.
Fakat bu âyetlerde kullanılan resul kavramı, Nübüvvet'e bağlı yani Allah'tan vahiy alan bir Resullük değildir.
Bu manada değerlendirilirse yani Nübüvvet'e bağlı olmaksızın kitab'ın resülü olmak ne anlam ifade ediyor?
Eğer bu kelimeyi Nübüvvet'e bağlı yani Allah'tan vahiy alan Resul makamında kendini görmeyip sadece vahyi insanlara ulaştıran, yalnız onu rehber alan, sadece onu anlatan ve tebliğ eden elçi manasında kullanılırsa bir sorun teşkil etmez.
Tabi ki, Kur'an'ın sistemi buna bir açıklık getiriyor.
Yani bu konuyu kendi kafamızdan uyduruyor değiliz.
Fakat bu görevi yapanlar hiçbir zaman kendilerinin kitabın resulü olduklarını söyleyemezler.
Çünkü örneklik, güzel ahlak, vahyin bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bulunan çözümü yani ilim olarak bu göreve layık olup olmadıklarını bilemezler.
Muhammed (a.s) dan sonra her kim mehdi, nebi ve resül olduğunu iddia ederse, hem kafir, hem fasık, hem zalim hemde müşriktir.
Bu yalancı alçaklara iman edenlerin hepsi kafir, fasık, zalim ve müşrik olurlar.
Bunlar adi karakterli, basit son derece cahil kimselerdir.
Çünkü kitaba elçilik görevinin hakkıyla yapılıp yapılmadığı ancak âhirette Allah'ın huzurunda belli olacaktır.
İnsanlık tarihinde binlerce Resul geldiği halde sadece yirmi sekiz tanesinin ismi Kur'an'da geçmektedir.
Yani Allah'ın nazarında önemli olan resul'ün ahlak ve edebine sahip olmaktır.
Bu konuda insanların teveccühüne değer vermemek gerekir.
Bu görevi ifa edenlerin kendilerini Allah'ın resulü veya kitabın resülü olarak görmeleri birçok fitne, kargaşa, terör, anarşi, taklit, cehalet, zulüm, katliam, parçalanma, bölünme ve kula kulluğu yani şirki beraberinde getirecektir.
İnsanların kendilerini "resül" olarak göstermeleri yobazlık ve bağnazlığa sebep olacak, ilim ve hikmet, tefekkür ve sorgulama açısından kapkaranlık bir darboğaza girilecektir.
Herkes kendi elçisinin üstün olduğunun kavgasını verecek, bir nevi yeni bir tarikatçılık ve mehdiyet inancı hortlamış olacaktır.
Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı değil de, sadece kitab'a bağlı yani Nebi- Resul değil de kitap-resul'den veya beşer-resul'den söz edilir mi?
Yani kimliği belirsiz, vahye değil de, kitaba bağlı resüllüğün devam edip etmediğine bir bakalım.
Kitabın kendisi (vahiy); Resul yani risâlet görevini yerine getirdiğinden şüphe yok.
O halde, "ben Allah'ın resulüyüm" demeden, yani resullük iddiasında bulunmadan, kitab'ı insanlara aktaranların resül olduklarına dair Kur'an'da bir delil var mı?
Şimdi bu soruların cevaplarını soğukkanlı bir şekilde âyetlerden bulmaya çalışalım.
1.Âyet:
"Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tağut'tan sakının" diye (uyarmaları için) her ümmete bir elçi gönderdik..."
(Nahl- 36)
2.Âyet:
"...Biz, bir elçi göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz"
( İsra- 15)
3.Âyet:
"O küfredenler bölük bölük halinde cehenneme sürülür.
Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara:
Size, içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı İhtar eden elçiler gelmedi mi? derler...."
( Zümer- 71)
4.Âyet:
"Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugüne kavuşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi? derler..."
(Enam- 130)
5.Âyet:
"Ey Adem oğulları! Size kendi içinizden âyetlerimi anlatacak elçiler gelir de kim (onlara karşı gelmekten) sakınır ve kendini ıslah ederse onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir"
(Âraf-35)
Bu âyetlere baktığımızda muvahhidlerin Kur'an'ın ilim ve hikmetinden beslenip insanlara onların diliyle vahyi ulaştırmalarının çok önemli bir görev olduğu görülüyor.
İşte bu görevi ifa etme kitabın ifadesiyle resul (elçi) olma görevidir.
İlgili âyetlere dikkatli bir şekilde bakıldığında Nebi- Resul yani Nübüvvet ( Allah'tan vahiy almaya) bağlı Resullerin dışında da resullerin olduğu açık olarak görülüyor.
Çünkü âyetlerde kullanılan Resul kavramlarının tamamı nekre olarak kullanılmıştır.
Hiç bir âyette Nübüvvet makam ve mertebesinden söz edilmiyor.
Çünkü Nübüvvet tarihsel bir makam ve mertebe iken, Resül'lük evrensel bir görevdir.
Nebi-Resul (Nübüvvet'e bağlı Resullük) anlatılırken genelde Resul kavramı elif lam'lı yani mârife ( belirlilik) takısı kullanılmıştır.
Nekre (belirsizlik) takısıyla kullanılan yerlerde ise kitap-resul veya beşer- resul'e atıf yapmaktadır.
Eğer Resul (elçi) kavramı sadece Nübüvvet'e (Allah'tan vahiy almaya) bağlı elçilik olmuş olsaydı, her millete uyarıcı, hidayet edici elçilerin gönderildiği ile ilgili âyetleri nasıl anlamak gerekirdi.
Yukarıdaki âyetlerde geçen, "...içinizden size âyetlerimi anlatan ve sizi bu gününüzle uyaran elçiler gelmedi mi?..."
(En'am-130) ifadesini nasıl anlamak gerekir?
Hemde Resul lafzı hem çoğul hem de cins olarak kullanılmışken.
Yine "Ey ademoğulları! Aranızdan size âyetlerimizi okuyan Resuller geldiği zaman, kim korunur ve davranışlarını düzeltirse, artık onlara bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir"
(Araf- 35)
Yine yukarıdaki âyette geçen "Ey ademoğulları..!
Hitabı kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlarla ilgili olmadığını kim iddia edebilir?
Eğer bu ilâhi hitaplar kıyamet gününe kadar gelecek insanları ilgilendiriyorsa ki, bundan asla şüphe yoktur.
Evet Allah Resulü'nden sonra hidayet, rahmet, din ve itikat olarak onu sadece vahiy yani kitab temsil etmektedir.
Fakat kitabın dili yoktur, kitap konuşamaz, vahiy derdini anlatamaz.
Halbuki vahiy kesinlikle satırların ve yazının gücüne değil, sözün gücüne sahiptir.
Dünyanın bütün bilgisayarlarında, cep telefonlarında, kütüphanelerinde bulunan mushaflar Kur'an'dan konuşan bir kişi kadar etkili olamazlar.
Mimik hareketleri, etkin hitabetleri, güzel ahlak ve örnek kişilikleriyle elçiler her zaman insanların üzerinde kitaptan daha çok tesir bırakırlar.
Hiç bir zaman kitabın gücü sözün gücüne ulaşamaz.
Yazı ve kitap sözün gücü karşısında etkili değillerdir.
İşte burada vahiy onu anlatacak onu dillendirecek, onu okuyup beyan edecek ve tebliğ edecek muvahhid sözcülere gerçekten büyük bir ihtiyaç duyar.
Ancak burada önemli olan bazı konular ortaya çıkıyor.
1-) Vahyi tebliğ edenler onu bağlam ve bütünlüğü içinde bilecekler.
Yani onun ilmine ve sistemine vakıf olacaklar.
2-) Kur'an'ı hayata aktarmada güzel ahlak sahibi olacaklar.
Yani onu en güzel bir şekilde yaşayarak temsil edecekler.
3-) Kendilerinin resul olduklarını asla söylemeyecek etrafında olanlarda böyle bir inanca ve fikre sahip olmayacaklardır.
Çünkü vahyin elçiliğini hakkıyla yapıp yapmadıklarını bilen sadece Allah'tır.
Dolayısıyla kimin ne olduğunu Allah'tan başka hiç kimse bilemez.
4-) Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmeyecek ve sadece Kur'an ile uyarı ve ikaz yapacaklar.
Bu elçilik Nübüvvet'e ( Allah'tan vahiy almaya) bağlı bir elçilik olmayıp, sadece Allah'ın âyetlerini insanlara aktarma ve vahyin mücadelesinin yapıldığı bir elçiliktir.
Dolayısıyla bu hakikat ışığında anlaşılan gerçek şudur.
Nübüvvet'e ( Allah'tan vahiy almaya) bağlı bir elçilik olmaz, fakat vahye yani kitaba bağlı bir elçilik devam etmektedir.
Bir çok âyet bu gerçeği açık olarak ortaya koymaktadır.
"Kafirler diyorlar ki: Ona Rabbinden bir âyet indirilseydi ya! Ey Resul! Sen ancak bir uyarıcısın ve her kavmin bir hidayet edicisi bir rehberi vardır"
(Ra'd-7)
"Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Her ümmet için mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur"
(Fâtır-24)
Yukarıdaki âyette "ümmet" kavramının geçmesi çok önemlidir.
Çünkü Kur'an'ı Mübin'e göre "ümmet" aynı zamanda ve aynı coğrafyada yaşayan insanların ulusal birliğini yani "vatandaşlık" anlamına geliyor.
Millet ise: İnsanlık tarihinde ister şirk, ister islam (tevhid) olsun, aynı inanca sahip olan insanları ifade eder.
Yeri gelmişken şu Kur'an'i gerçeği de geçmeyelim.
Her Resül kendi döneminde yaşayan insanlar için şahittir.
Kendisinden sonra gelen insanlara şahit olamaz.
Bu gerçeği Kur'an, İsa (a.s) ın lisanıyla ortaya koyar.
"...İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şahit idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun..."
(Mâide-117)
İşte bu yüzden Resül "millet" için değil, ümmet için şahittir.
Şimdi Kitab-a bağlı resüllüğe delil olan âyetleri görmeye devam edelim.
"Yerine göre müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçiler gönderdik ki insanların Resullerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri kalmasın..."
(Nisa-165)
"Âd kavmi Resulleri yalanladı"
(Şuara-123)
"Nuh kavmi Resulleri yalanladı"
(Şuara-105)
Nuh (a.s) ın kavmine Nebi- Resul olarak sadece Nuh (a.s), Âd kavmine de sadece Hud (a.s) gönderilmişti.
Fakat âyetlerde "Nuh kavmi de Âd kavmi de Resulleri yalanladı" denilerek Resul kavramları cemi (çoğul) olarak kullanılmıştır.
Yalanlanan Resuller, o iki Nebiye inen âyetleri tebliğ edenlerden başkası değildir.
"Şüphesiz elçilerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem de şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz"
(Mümin-51)
"Allah: Elbette ben ve Resullerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir"
(Mücadele-21)
Yukarıdaki iki âyet risalet misyonunun dünya hayatı boyunca devam edeceğini ortaya koymaktadırlar.
NEBİ ve RESUL İLE İLGİLİ ÂYETLERİN GÜNCELLENMESİ:
Şimdi gelelim konunun en önemli yerlerinden biri olan Nebi ve Resul bağlamındaki âyetlerin güncellenmesi meselesine:
Nübüvvet'e bağlı risâlet son bulmuş olduğuna göre kitaba bağlı yani din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyen muvahhidlere atfen kitaba bağlı vahyin Resulu olarak âyetler nasıl güncellenmelidir.
Bu âyetler incelenirken elçilerin hem Nebi, hem Resul, hem de Nebi- Resul, bir mümin, bir devlet başkanı olduğu göz önünde bulundurularak ilgili ayetler bu eksende güncellenmelidir.
Bazı âyetler Resul"ün veya Nebi'nin şahsına hitap eder fakat bu hitaptan tüm müminler sorumludur.
Çünkü aynı zamanda o bir mümindir.
Bazı âyetlerde Resul'e veya Nebi'ye hitaben gelir, fakat bu hitaptan sadece önder ve öncü olan kimseler sorumludur.
Bazı âyetler de vardır ki, sadece Nebi'ye hitaben iner ve bu hüküm müminlerin dışında sadece ona özel bir hüküm olur.
Dolayısıyla bu güncelleme konusu ile ilgili olarak âyetlerin geçtiği bağlam ve bütünlüğe bakmak gerekir.
Son nebi Resul'dür ve Allah'tan vahiy alan bir Resul'dür.
Kitab-a resullük yapacak olanın âyetleri güncellemesi gerekliliğinden dolayı ben de resülüm diyemez.
Yani siz genelin anladığı tarzda bir vahiy alma meselesine güncelleme adı altında kendinizi resul olarak göremezsiniz.
Son Nebi olan Muhammed ( a.s) dan sonra kendisini Nebi veya Resul olarak ilan eden yalancı ve şarlatandır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder