2 Aralık 2020 Çarşamba

 ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI 

(19. YAZI) 

(Mehmet Erol hocanın hatıralarından)  

 Bir kitap bulacağım da İslam'ı öğreneceğim.

 Sene1951, Malatya'da ne kadar kitabevi gezdim.

Bir ilmihal dahi bulamadım. 

 Latin harfleri ile bir namaz hocası dahi elime geçiremedim.

Elim boş döndü.

 Köye geldim, sabaha kadar uyuyamadım.

"Ey Rabbim! Ben sana iman ettim, ama İslam'ı nasıl öğreneceğim? diye gözyaşları döküyordum.

Üç ay sonra tekrar gittim.

Yine kitap evlerini gezerken "Yunus Emre'nin Şiirler Antolojisi" kitabı elime geçti.

 Ondaki "Allah Peygamber" kelimeleriyle kendimi teselliye çalıştım.

 Ama o bana ne verebilirdi ki?  

Kendi köyüme tayin edildim.

 Baktım ki, bizim köyde Kâdiri Tarikatı var.

 Onların sohbetlerine devam etmeye başladım.

Divanda oturuyorum.

İşte erkekler bir halka oluyor, kadınlar biraz geride bir halka oluyor.

Onbaşıları, çavuşları, halifeleri varsa, ortada onlara zikir  yaptırıyordu.

Mesela : "Hayy" ismini okuyorlar, hay, hay, hay, sonra bu "huya" çevriliyor, hu, hu, hu..."

Ayağa kalkıyorlar, bir ileri, bir geri, "Allah, Peygamber" diyerek zikir yapıyorlardı.

 Şeyh'lerinden yardım istiyorlar.

 Ben divanda bunları seyrediyorum. Üç ay bunlara devam ettim.

 Baktım ki, "herhalde din bu" dedim. "Beni de tarikata alır mısınız?"

 "Tabi" diyerek beni kabul ettiler.

 Beni nihayet Akçadağlı örüklü köyüne bağlı bir şeyh'e götürdüler. Bu şeyh örüçlü Ali efendidir.

Onun şeyhi de şeyh Osman'dır.

 Şeyh Osman yüz sene evvel Bağdat'tan ailesiyle birlikte Türk vatandaşlığına geçmiştir.

 Orada on üç yaşında tarikata  girmiştir. 

Burada binbaşı olduktan sonra emekli olup Malatya'ya yerleşmiştir. Malatya'da tarikatını yaymaya  çalışmıştır. 

Kısa bir zamanda hemen hemen Türkiye'nin her tarafına yayılmış durumdadır.

 İşte bizim Ali Efendi'yi irşad eden ve onu kendine halife yapan Şeyh Osman'dır. 

Şimdi mezarı Yozgat'tadır. 

Hocam! tarikattan ayrılma serüveniniz nasıl oldu?

"Tabii şimdi beni örüçlü köylü Ali efendiye götürdüler. 

Bizim şeyh'in üç hanımı ve iki katlı evi vardı.

O zaman elektrik yoktu.

Şeyh'in evi  jeneratörle  aydınlatılıyordu.

Ta NATO havaalanına kadar arazileri var.

 Yaz- kış muritler orada çalışıyorlar. Tabii ben öğretmen olduğum için beni hemen onbaşılığa daha sonra  çavuşluğa yükseltti. 

Dedi ki: Artık Polat'ta zikirleri sen kendin yaptıracaksın.

Benim adıma da tatillerde gezip tekkeye mürit toplayacaksın.

 Ben bunu kabul ettim.

Artık kendi köyümde haftada bir kere toplanıp bizim evde ders yapıyoruz.

Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı halka halinde.

 Tabii bizim köyde karakol var.

 Bu arada bizim köyde köy enstitüsü mezunu ilkokul, orta, lise öğretmenleri benim aleyhime Konuşmaya başladılar.

"Bir öğretmen nasıl olur da bir tarikata bağlı olur" diyorlardı.

Beni Kaymakamlığa şikayet ettiler. Kaymakam beni çağırıyor.

"Oğlum! Bir öğretmen tarikatçı olamaz.

Bak seni meslekten atarız, perişan olursun"

 Hayır diyorum, beni meslekten  atabilirsiniz, görevden  çıkarabilirsiniz. 

 Ben yolumu buldum. Böyle inanıyorum.

 Oradan ümitleri kesiliyor.

 Valiliğe şikayet ediyorlar.

 Vali, Milli Eğitim Müdürüne emir veriyor.

 Üç müfettiş beni sorgulamak için geliyor.

Beni niye sorguluyorsunuz? diyorum.

 İstediğiniz zaman beni meslekten çıkarabilirsiniz, beni görevden atabilirsiniz.

Oradan ümitleri kesiliyor, savcılığa veriyorlar.

Muhakeme oluyorum.

 Savcı beni beraat ettiriyor,  fakat rica ediyor.

"Bir daha böyle yapma diye nasihat ediyorlar.

 Ben hayır diyorum. 

 Ben yolumu buldum, bu davada ne yaparsanız yapın, ben yolumdan ayrılmam.

 İşte böylece beş yıl devam ettim.

Ve sabahlara kadar ayakta zikredip dönüyordum.

 Nihayet bizim köyde Hasan Mumcu diye bir ateist vardı.

 Bizim okul mezunu.

 Yahu Hasan! Ben Müslüman oldum, gel sende Müslüman ol!

Ona bildiğim kadar anlatıyordum.

 Hasan,  akşam iman ediyordu, sabah tekrar inkar ediyordu.

 Bir tatil mevsiminde dedim ki, seni şeyh'e  götüreyim. 

Aldım onu Akçadağlı Ali efendiye götürdüm. 

Şeyh'e onun durumunu anlattım. Şeyh bütün köyün müritlerini topladı.

Salonda bize  zikir yaptırdı.

 Hasan divanda oturmuş bizi  seyrediyor. 

Zikir yaparken kafalarımız duvara değiyordu.

"Ya şeyh ! İmdat diye bağırıyoruz.

Zikir bitti ve böylece "Ali Efendi Hasan'a  bir şeyler anlatacak da, Hasan öyle müslüman olacak" diye düşünürken. 

 Şeyh Ali, kendi şeyh'i olan Şeyh Osman'ı anlatmaya başladı.

 Şeyh Ali karısına demiş ki: "Taksinin arkasına yoğurt, çökelek, tereyağı,  bulgur doldurun.

 Ben şehirde şeyh Osman'ı ziyarete gideceğim.

Geldim diyor, kapısına taksiyle vardım.

 Baktım şeyh bahçesinde bir havuzun kenarında oturuyor.

 Bana dedi ki : "Oğlum Ali! Çıkar hediyeleri anana (şeyh Osman'ın  hanımı) ver.

Bir sandalye al buraya gel!

 Bende arabayı süren çocuğa   dedim ki : Yeni caminin oraya git, arabayı park et, ikindi ezanı okuduğu zaman  gel, buradan köye dönelim.

 Şeyh Ali diyor ki : "Benim şeyh  (Osman) deriden yapılmış oyuncak bir kayık, onu böyle çubukla havuzda yüzdürüyor.

Oyuncak kayık nasıl olduysa yan yattı. 

Onu hemen hızlı bir şekilde doğrultu.

 (Şeyh Osman) bana dedi ki: "Oğlum Ali!  Şu anda dünyada önemli bir hadise oldu, bilir misin?"

 "Şeyh'im bilir" dedim.

"Oğlum! Basra Körfezi'nde içinde müritlerim olan bir vapur yan yattı, tam batıyırdu, bir müridim, "yetiş ya şeyh Osman!" diye yalvardı.

İşte ben bunu işittim.

Bu kayığı doğrultmakla oradaki vapuru doğrulttum. 

 "Oğlum Ali! Bir şeyh'in müridi, doğuda ve  batıda bir tehlikeye maruz kalsa,  ona ulaşamayan şeyh  köpeklerin şeyhi olsun" dedi. 

O ki ulaşamıyor, inan ki o şeyh  köpeklerin şeyhidir. 

 "Ben cihan kutbuyum" dedi.

Tabii şeyh Ali "benim şeyhe (şeyh Osman'a)  karşı imanım bir kat daha arttı" diyor. 

Müritlerinin şeyh Osman hakkında itikadları şöyleydi.

"Şeyh Osman kalplerden geçeni bilir.

Gelenin sormadan cevabını verir. 

Levh-i mahfuzu görür, levh-i mahfuzdaki bir muridinin kaderini cehennemlikse şayet, cennetlik  olarak çevirebilir. 

Dağlar ve taşlar onunla birlikte zikre   başlar.

Onların sesini işitir. 

Şeyh Osman, hiç cuma namazı kılmamıştır.

Mürit ona söyle İnanır.

"O Mekke-i Mükerreme'ye gider. Cuma'yı Mekke'de kılarak gelir.

Hatta bizim şeyh'e de (şeyh Ali'ye)  böyle iman ediyorlardı.

 Kore harbi devam ediyor.

 Ali efendi Kore'ye gidiyor.

 Kore'de Türkiye'den giden askerlere yardım ediyor ve kanlı elbisesiyle  geri geliyor. 

 Biz diyor, şeyh'in evine gittiğimiz zaman, mürit bakıyor ki, kapı anahtarı "la ilahe illallah muhammedurrasulullah" zikrini yapıyor.

 İşte böylece, hatta dünya şeyh  Osman'ın gözünde, göz önünde bir ceviz gibi, istediği her yere gidebiliyor, istediği şeyi görebiliyor, duyabiliyor.

 Ben islam'dan hiçbir şey bilmediğim için bunları islam sandım.

Ve bunlara inandım. 

Sonra yemek geldi.

 Yemekten sonra (şeyh Ali)  sohbette, bizim Hasan'a ders vermek istedi.

 Dedi ki: "Ben camiye geldim. Camide ikindi namazını kıldım, elim duada, şeyh'imi rabıtaya aldım.

 Yani kaşı ile gözünün arasına  nazara aldım.

(Rabıta: Şeyhi hayal etmek, her zaman kendisini murakebe ettiğine inanmaktır) 

Bende öyle bir hal oldu ki, kendi kendime içimden dedim ki:

 "Ali! Ali! Senin bu şeyh'in Şeyh Osman var ya! Allah'tan da büyüktür" dedim.

 Bunu toplumun içinde aleni olarak dile getirdi. 

Ben hemen karşılık verdim.

 Dedim "Ey şeyh! Şu anda sen kafir oldun, islam'dan çıktın, ama tevbe kapısı açıktır.

 Bir daha böyle demezsen belki  Allah seni affeder. 

Bana "Ne diyorsun?" dedi.

"Sen nasıl müritsin?"

"Bir mürit şeyh'ini Allah'tan büyük  görmedikçe tarikatta yol alamaz" dedi.

 Dedim ki, "Bir küfür daha işedin" Böylece ondan ayrılmış oldum. Hasan Mumcu yemeğe iştirak etmedi.

(Şeyh Ali) Dedi oğlum Hasan! Yemeğe buyurun!

"Hayır" dedi.

"Şeyh! Kusura bakma ben senin yemeğini yemeyeceğim" 

"Niye?" dedi.

"Ben Allah'a inanmıyorum, ama sen fani bir adamı Allah'tan büyük yaptın, senin yemeğin yenmez" dedi. 

 Ben köy lisan-ı ile "ulan Hasan! Ben seni getirdim ki, irşadına vesile olayım, ama sen beni irşad ettin"

 "Bu putperestin yemeği yenmez" Yemedik,  ikimize de tekrar köy'e döndük. 

 Ben sabahleyin kendi köyümüzün camiine gittim.

 Baktım ki Hasan benden önce gitmiş.

"Ulan Hasan, hayrola, ne oldu? "Birden bire camiye geldin" 

Dedi yahu, biz cehaletten komünist olmadık mı?

 Şimdi öyle bir zulüm gördüm ki, komünizmden daha zulüm, o zulüm  beni İslam'a sevk etti. 

 Müslüman oldu, hâlâ Müslüman olarak yaşamaktadır"

(Çay tv'de Mehmet Erol Hoca ile yapılan  yüzleşme programından)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder