21 Aralık 2020 Pazartesi

 KUR'AN'A İHANET TARİHİ 

(7. YAZI)

Emevi Devleti zamanında altyapısı kurulan, Abbasiler döneminde gelişen Hadis ve Sünnet dini son vahiy öncesi Arap geleneğinin ve ırkçılığının  kurumsallaşmasına zemin hazırlamıştır.

 Çünkü hadis ve Sünnet geleneği Arap geleneğini ve  egemenliğini korumayı esas almaktaydı.

 Hayatın her alanına hadisleri egemen kılmanın peşinde koşan bu hastalıklı zihin yapısı, hakkı  sadece kendi dininde gören, başkasına ait olanları reddeden,

kendi inanç ve aklına göre üstün bir dava için bireyi feda eden, cemaate  kudsiyet atfeden, farklı inanç ve  düşünceleri büyük bir tehlike olarak algılayan,  dışa tamamen kapalı bir toplum modeli doğurmuştur.

 Özellikle cemaate uyma ve cemaatin önemli olduğu inancı bu rivayetçi inanç yapısında çok önemli bir yer tutar.

Şia ve Ehl-i Sünnet'te cemaat olma ilkesi atalarının yolundan sapmamanın  garantisi olarak görülmüştür.

 Çünkü cemaatçi zihin yapısı özgür bireylerin oluşmasının önünde en büyük bir engel en aşılmaz bir bataklıktır.

 Dolayısıyla özgür bireylerin yetişmediği

 toplumlarda erdem ve güzel ahlakın, adalet ve ilmin gelişmesine de imkan yoktur.

 İşte bu yüzden ataların şirk dinine uyma ve cemaat olma inancı aslında Kur'an'ın saf dinine  karşı bir dayanışma çağrısı olarak meydana getirilmiştir.

 Şia,  Ehli Sünnet ve Selefi inancına göre;  din,  Allah ile Muhammed'in ortak  yapımı bir kurumdur.

Onların dininde Nebi ve  Resul diye bir şey bulunmamaktadır.

 Daha sonra da sahabe, tabiin ve tabe-i tâbiin olan muhaddis ve müctehidler bu kuruma alt  yardımcılar olarak katılmışlardır.

Onlara göre dinde önemli olan Kur'an değil Muhammed (a.s) ın sünnetidir, bu yüzden "hadisler Allah'ın indirdiği âyetleri nesheder" derler.

Tabi hadis dedikleri şey tamamı Allah Resulü'ne iftira olan saçma sapan sözlerden başka bir şey değildir.

Yine onların dininde "essünnetü kâdiyetun alel kitébi" "Sünnet kitab'a (Kur'an'a) egemen olarak görülmüştür.

Yine onlara göre;  islam dininde aklın kullanılmasına, tefekkür ve sorgulamaya gerek  yoktur.

 Çünkü Allah'ın muhatabı bireyler değil, müctehidler, mezhep imamları ve cemaat liderleridir.

Yani onların dinlerine göre  milletin yöneticileri ve idarecileri çoban milletin geri kalan ise sürüdür.

 Sürü çobanın emir ve yasaklarına uymak zorundadır.

 Şiilik, Sünnilik ve Selefilik  anlayışına göre dinin yaşanması için Kur'an'a gitmeye hiç gerek yoktur.

Çünkü hadisler Kur'an'ın, içtihatlar da hadislerin  açıklamasıdırlar.

Dolayısıyla İslam dendiğinde sadece din bilgisi olan fıkıh ve ilmihal kitaplarını alıp okumak gerekiyor.

Şia, Ehl-i  Sünnet ve Selefi anlayışta  Muhammed (a.s) vahiy alan bir Resul değil, din ve hüküm koyan  Allah'ın ortaklarından biri olarak görülmüştür.

Şia, Ehli Sünnet ve Selefi âlimleri Allah'ın dinini "İslam" değil, Muhammed'ilik olarak benimsemişlerdir.

 Ehli Sünnet ve Selefi mantık, yüzlerce âyette Kur'an'ın tek kaynak olması gerektiğini idrak edemediğinden "vahy-i gayri metlüv, hadis-i kutsi" gibi Kur'an açısından tamamen  şirk olan kavramlar üretmiştir.

Ehl-i Sünnet ve Selefi anlayış,  ilim kavramının içini boşaltmış, yani ilim Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, onu anlamak ve yaşamak iken,  onu hadislerden ve beşeri ictihadlardan ibaret  görmüş, tabiat kitabını, insan âyetini ve vahyin ahlakını arkalarına atmışlardır.

 Ehli Sünnet ve Selefi düşünce milleti geçmiş ataların dinine ve takdirine sığınan, yaşadıkları çağa yabancı ve gelecek zamanı planlamadan uzak kalarak, kaderci  bir inanç sistemi geliştirmiştir.

Dolayısıyla geleneksel din anlayışı yani Sünnilik, Şiilik ve Selefilik  Müslüman düşünürlerin yetişmesini engellemiştir.

 İşin doğrusu  Şiilik,  Sünnilik ve Selefilik Kur'an ahlak ve aklından uzak, sanat ve estetiğe düşman, merhametsiz bir düşünce ve inanç inşa etmiştir.

Geleneksel mezhebi anlayış, icat ve medeniyet yarışında kendisine iman eden milletin önünü  durağan düşünce ve kokuşmuş inanç sayesinde kesmiştir.

Şia ve Ehl-i Sünnet'in din atalarından kaynaklanan bu yozlaşmayı düzeltmek  zorundayız.

 İman edenler, vahiy,  aklı selim ve doğru bilgi sahibi olmadan sırat-ı müstakim yani hanif din olan islam'a sahip olamazlar.

Aslında vahyin esas amacı, bir kulluk sistemi, ekonomi  veya siyasi bir  sistem kurmak değildir.

Vahyin esas amacı, hanif islam'ı  yani mala- mülke, kula- kulluğu ortadan kaldırmak, güzel ahlakı inşa etmek, yeryüzünde adaleti ve merhameti gerçekleştirmektir.

Din, insanların hayatlarını ve yaşam tarzlarını  etkileme gücüne sahiptir.

 Bireyi değiştirip dönüştürmeden milletin değişip dönüşmesine de imkan ve ihtimal  yoktur.

Tüm vahiy'lerle  birlikte son vahiy'de bireyin hayatını kolaylaştırmak, ahlakını  güzelleştirmek ve yolunu islam'a doğru açmak için gönderilmiştir.

Yani son vahyin amacı, insana  problemlerini çözmede yardımcı olacak bir sistem sunmasıdır.

"Allah size bilmediklerinizi açıklamak ve sizi, sizden önceki iyilerin yollarına iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak istiyor.

Allah hakkıyla bilendir, yegane hikmet sahibidir. 

Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister, şehvetlerine uyanlar (şirk'in esiri olanlar)  ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler. Allah sizden yükünü hafifletmek ister, çünkü insan zayıf yaratılmıştır"

( Nisa- 26- 27 -28)

 Kur'an'ın emir ve yasakları tek tek her bireye yönelik olarak ortaya konmuştur.

 Yani din cemaat ve gruplar ile değil, bireyde  başlar ve bireyde son bulur.

İslam dininde toplum için bireyi feda etmek diye bir şey yoktur.

 Dolayısıyla tek hidayet kaynağı olan vahiy, bireyin kaliteli bir ahlak ve doğru bilgi ile yetişmesine değer verir.

Biireylerin inanç ve fikir  dünyası kalite kazanınca toplumsal olarak hayat kolay hale gelecektir.

Vahiy ehl-i muvahhidler, geleneksel din anlayışına yani mezheplere karşı onurlu hareket etmek ve atalar dinini tüm yönleriyle sorgulamak zorundadırlar.

 Aslında ataların dinini  sorgulamak Kur'an'daki islam için bir varolma savaşıdır.

 İslam dini hakkında araştırma ve inceleme yapmak Allah'ın emridir.

 İslam dininin tek kaynağı olan Kur'an'ı okumak, üzerinde düşünmek Allah'ın ilk ve en önemli emridir.

"Ey Resul! Kuran'ı okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı sana farz kılan Allah, elbette seni yine dönülecek yere döndürecektir.

De ki: Rabbim, kimin hidayeti getirdiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir.

 Sen, bu kitabın sana vahyedileciğini  ummuyordum.

 Bu ancak Rabbinden bir rahmet olarak gelmiştir.

O halde sakın kâfirlere arka çıkma. Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra,  artık sakın onlar seni bu âyetlerden  alıkoymasınlar. Sadece Rabbine dâvet et asla müşriklerden olma.

 Allah ile birlikte başka bir İLAHA tapıp yalvarma! O'ndan başka ilah yoktur.

O'nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz"

(Kasas- 85, 86, 87, 88)

 Bu farz Kuran'ı anlamadan  asla gerçekleşmeyecektir.

 Dolayısıyla Kur'an'ı herkes anlamaz inancı Kur'an'ın birçok âyetine aykırı olduğu için Allah'a karşı büyük bir iftiradır.

 Kur'an'ı herkes kendi bilgi, araştırma, düşünme, akletme, güzel ahlak ve merak seviyesine göre anlayabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder