MUSTAFA ÖZTÜRK'ÜN DİN ANLAYIŞI
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, vahyin kendi içinde bulunan çözümü, Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar bilinmeyince, Cuma suresinin beşinci âyetinin hükmü tahakkuk ediyor.
Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmeyen muvahhidler hakkındaki Mustafa Öztürk'ün cehalet ve akılsızlık dolu hezeyanlarına şahit oldum.
Böyle saçma sapan bir konuşmayı ancak cübbeli Ahmet gibilerinden duyabilirsiniz.
Turgay Güler'in sıra dışı programına konuk olarak katılan Mustafa Öztürk, baştan sona kadar hatalı, Nebi adına iftira, tam bir mugalata olan şu konuşmasını kelimesi kelimesine yazarak sizin anlayışınıza sunuyorum.
Turgay Güler soruyor.
"Ama şunu konuşalım:
"Nesi varmış ille de Kur'an, illede Kur'an demenin" diye bir eleştiri var!
Öztürk cevap veriyor.
"Ben Kur'an İslam'ı söyleminin Müslümanların başına gelebilecek en büyük talihsizliklerden, musibetlerden biri olduğu kanaatindeyim"
Turgay Güler soruyor.
"Mustafa Öztürk! Kur'an'a karşı mı geliyorsun?
Öztürk cevap veriyor.
"Ben sadece ve sadece "din Kur'an'dan ibarettir" sözüne karşıyım.
Niye karşıyım? Bunun usulü, metodolojik sıkıntıları var!
Hafızayı resetlemesi, sıfırlaması riski var! "peygamber efendimizin" misyonunu, konumunu bertaraf etme riski var!
Turgay Güler "Bravo"
Öztürk: Var da var!
Turgay Güler: "Muşahhas örnekler üzerinden gidelim hocam"
Bu ne demek?
Öztürk: Söyleyeyim, şimdi Kur'an islam'ı diyoruz.
Kur'an'dan öğrenelim İslam'ı değil mi?
Çok çarpıcı bir örnek vereyim!
İslam dünyasında kaç çeşit mezhep var?
Onlarca var.
Siz hiç bir mezhebin bugüne kadar Kur'an'ı Kerim'den kendisine âyet bulma sıkıntısına tanık oldunuz mu?
Güler: yok.
Öztürk: Siz diyorsunuz "kadere inanmıyorum" getirip 15 ayet koyuyorsunuz.
Ben de diyorum: İnsanın özgür iradesine inanmıyorum, hep kadere inanıyorum, bende getirip 30 âyet koyuyorum"
Bir tanesi ortayol diye hem inanıyorum, hem de inanmıyorum, o da buluyor.
Bakın Şia'nın yanında (âyet) var, Ehl-i Sünnet'inde var.
Turgay Güler:"İsa gelecek diyende âyet buluyor, İsa gelmeyecek diyen de ayet buluyor.
Mehdi gelecek diyen de âyet buluyor, gelmeyecek diyen da âyet buluyor"
Öztürk: Biraz önce onu söyledim sevgili kardeşim!
Bir lafız (Kur'an)önümüzde iniş bağlamı kaybolmuş gitmiş, tarihte kalmış, önümüzde cansız kuru bir metin (Kur'an) halinde duruyor! Turgay Güler: Şimdi bu "cansız mı" dedi, diyecekler.
Öztürk: O zeki kardeşlerimiz! hemen "Kur'an'a cansız" dedi, diyecekler.
Şimdi kelimeye istediğiniz operasyonu çekiyorsunuz!
Nasıl çekiyorsunuz?
Kur'an suskun! eli kolu bağlı! sizin insafınıza kalmış!
"Benim kelimenin anlamı öyle değil" size oradan cevap veremiyor!
Elinizin önünde, açıyorsunuz sözlüğü, sizi rahatsız eden anlam hangisi ise onu siliyorsunuz.
Kelimeden o sözlük marifetiyle hoşunuza giden, bağlama düşen, bugün sizin kitlenizi memnun edecek anlamı buluyorsunuz, bu bunu kastetti diyorsunuz.
Bunun adına tahrif deniyor arkadaşlar!
Bu kitap zembille boşluğa ineydi, tarihten yalıtık olarak orta yerde, gökyüzünde şöyle sallanır bir vaziyette "peygamber efendimize" de, bize de, aynı eşit mesafede, uzaklıkta olaydı böyle bir yetkimiz olabilirdi.
Yani herkes aynı anda eş zamanlı olarak bundan anladığını anlasın, yorumlasın!
Öyle değil, 23 senelik yaşanmış ve "peygamber efendimizin" rehberliğinde uygulanmış, ilk anlamını da orada bulmuş,
orada anlaşılmış ve orada hayata taşınmış bir metin var.
Bu metnin üzerinden o kadar yorum tortuları oluştu ki, bu eklenen yorumlarda hep masumâne anlama çabası yorumları değil, Müslümanlar birbirleriyle kavga ettiler, gırtlak gırtlağa girdiler.
Herkes pozisyonunu tahkim etmek, referansını da dine dayandırmak için, "bu âyet benim pozisyonumu haklı kılıyor" diye bir âyet öne sürdü.
Öbürü dedi ki: Hayır! benim halife adayım daha haklıydı, bak bu ayet, işte Şia,
Sünni, bitmeyen 1440 senedir, neredeyse bir kavga, bir ihtilaf, herkes Kur'an üzerinden kendini refere ediyor.
Arkadaşlar! Sonra, tarihte felsefi, kelami içerikli yığınla sorunumuz oluştu.
Kabir azabından girin, sırat köprüsünden çıkın, hepsine dair binbir çeşit yorum varmı?
Yorum var!
Peki siz bu kadar tarihsel tortu taşıyan, anlam yüklemeleri yapılmış bir metnin 1440 küsür sene sonra,
hem de içine doğduğunuz, dünyanın kültürel çocuğu olduğunuz halde, nasıl kalkar da İslam'ın, Kur'an'ın metninin doğru anlamını ben tespit ettim diyorsunuz.
"Her zaman söylerim, siz aynı dille yazıldığı halde, bugünkü konuştuğunuz dille yazıldığı halde 1938'de basılan, tamamlanan Türkçe Elmalı tefsirini okuyup anlayamıyorsunuz da, Arapça falan değil,
Türkçesi, siz hangi hakla, hangi dirayetle ben bu Kur'an'ın 1400 sene önceki anlamının ne kastettiğini veyahut bana ne söylediğini açarım, hem de bazen
Arap dilini bilmeye gerek yok, mealinden anlarım ve hükmünü de oradan oluştururum, istediğim gibi de konuşurum.
Böyle bir cehaletin başka bir varyantı yok zannediyorum.
Bu düpedüz diz boyu cehalettir.
Turgay Güler: Şimdi buna bir âyet delil getiriyorlar.
Öztürk: Neymiş o?
Güler: Diyorlar ki: "Biz bu Kur'an'ı sizin için indirdik, nasıldı âyet!
"Kur'an'ı sizin için indirdik, işte okuyup anlayasınız diye, değil mi?
Böyle bir âyet değil mi?
Mustafa Öztürk: "Yani İnné nahnu nezzelnazzikra" var.
"Kur'an'ı biz indirdik, biz koruyacağız" var.
Ama şu var!
"Litübeyyine linnési" "insanlara açıklayasın" veya aslında şu âyet üzerinde gidiyorlar.
"Biz öğüt alsınlar diye insanlara bu Kur'an'ı çok kolaylaştırdık, yok mu bundan öğüt alan"
Şimdi bu âyeti kerimeyi şöyle anlıyorlar herhalde bizim bu arkadaşlarımız!
Yani kur'an basit! hemen ilk bakışta ne dediği evet öyle anlaşılır, anlaşılır.
Ama neyi kastettiğini bir izah edin!
Arkadaşlar!
Ey insanlar!
Bu Cenab-ı Hakk'ın bu mesajını sizden temel talepleri itibarıyla ne dediği gayet açık ve seçik değil mi?
Niçin işi yokuşa sürüyorsunuz?
Bu anlamda ben sürekli söylüyorum.
Kuran'ı anlamanın bu anlamda sorunumuz yok!
Bizim bilgi fazlalığımız var!
Ben bunu defalarca söylemiştim.
Nedir bilgi fazlalığımız?
Yani mümin olmanın köşe taşları itibarıyla, ne tefsire hacet var, ne yeniden dönüp dönüp Kur'an okumaya var!
"Ben sürekli Kur'an anlaması için uğraşıyorum" diyen adam, yani bu Bakara kıssası var ya, Yahudilerin bu inek sarı mı olsun?
Yok çifte sürülmüş mi olsun?
Yok boynuzlu mu olsun?
Sürekli yapmamak için Kur'an'ı anlamama için uğraşılır ya!
Ya anlaşılmış kardeşim!
Yani Kur'an'ı Kerim'in Müslüman olmaktan talep ettiği şeyler, sağ duyulu bir ortalama insanın bile anlayabileceği basitlikte,
açıklıkta ki şeyler.
Ama bizim burada bahis konusu ettiğimiz şeyler, bu anlamda anlama değil, bunu, bu Kur'an'ı kolay anlaşılır kıldığı, ya tefsir âlimi olmak için sadece elinize bir meal almak yeterlidir, diye anlıyor.
Arkadaşlar! Ya ben diş hekimliği yaparım, İktisat işiyle uğraşıyorum, ama akşam da gelip Kur'an üzerinden istediğim hükmü çıkarırım ve istediğim şeyi söylerim gibi bir yetki.
Arkadaşlar!
Böyle bir şey yok!
Allah aşkına! ya size herhangi bir alanda, bir fırıncıya dahi o işte ehil olan bir insana dahi "ekmek böyle yapılmaz" deme cesareti göstermezken, simitçiye böyle bir ifadesineye çekmeye kendimize yedirmezken, ya edepsizlik böyle şey olur mu ya!
Adamın işine karışılır mı?
Yani bu niye böyle bir anonim meslek gibi algılanıyor?
Arkadaşlar! Bunun indiği bir gün varsa, indiği bir zaman varsa, indirildiği bir dil varsa, indirildiği vasatta bir kültürel yapı varsa, orada tarihi bir tecrübe yaşanmışlık varsa, buraya tamamen bigane kalarak,
sırf bu kitap bize de geldi diye, oradan tamamen kopuk,
"peygamber efendimizi" adeta refüze ederek, sahabenin yaşanmışlığını refuze ederek, sadece lafız üzerinden,
âyet şunu dediyse, siz hah bizi kastetti diyerek oturup böyle bir yorum, böyle bir şey olabilir mi ya!
Ya Protestanlıkta bile böyle bir versiyonu yok, Allah için!
Turgay Güler: Sonra böyle bir anlayışla namaz niyaz da gider!
Öztürk: Gider, gider!
Güler: Sonra böyle bir anlayışla namaz, niyaz da gider.
Öztürk: Gider, gider!
Güler: Abdest nasıl alınır?
Kuran'da var mı?
Öztürk: Abdest nasıl alınır, Kuran'da var.
Ama namazın şekli, şemaili, biçimi falan yok! Böyle genel kavramlar var.
"Verkau maarrakiin" "Ruku din"
(Mustafa Öztürk'ün Arapçasını okuduğu cümlenin manası "rükü edin" değil, (rükü edenlerle beraber rükü edin" demektir)
Öztürk: Emin olun rükü kelimesinin delaletini, medlülünü, fiili düzeyde gelenek üzerinden bize tevarus etmeseydi,
muhtemelen birisi diyecekti ki: "böyle eğilmek değil, amuda kalkmaktır" diye de sözlükten anlam bulabilirsiniz!
Bakmayın siz şimdi, zaten Kur'an'da yazıyor,
o Kuran'da yazıyor, Kur'an'da namaz yazıyor. Gelenekten hazır bilgisinin karşılıklarını orada benzeterek buluyor.
Gelenek diye bir hafızası olmazsa ne rükünün rükü olduğunu anlayabilir, ne secdenin secde olduğunu anlayabilir.
Niye?
Şimdi bir secdeyi, namaz secdesini böyle ediyoruz, değil mi?
Peki, Yusuf'a kardeşleri, annesi, babası secde ettiler, anlamı ne?
Onlar da böyle eğildiler mi! secdeye mi gittiler. Turgay Güler: Hııım,
Öztürk: O hangi secde?
Veyahut yeryüzünde bitkiler, ağaçlar, taşlar hepsi Allah'a secde eder.
Sen, hiç ağacın kalkıp da sabahleyin, böyle senin gibi eğilip de secdeye kapandığını gördün mü?
Ha demek ki her secde, o bizim namazda yaptığımız secde olarak kullanılmıyor.
Ama şimdi sorarsan efendiye!
Kur'an'da secde kelimesi var, namazında nasıl kılınacağını biliyoruz.
Sen onu bilmiyorsun!
Sen onu gelenekten tevarüs ediyorsun, sonra da geleneğe sırtını dönüp, yeni icat yapmış gibi, ben buldum diyorsun.
Kesinlikle ayıp ediyorsun!
Haydi secdeyi de buldun! namazın rekat'lı olduğunu nereden öğrendin?
Turgay Güler: "Kaç rekat?
Öztürk: Yani secdeli olduğunu, rekat'lı olduğunu Kur'an'dan çıkardınız.
Peki rekatlı bir şey olduğunu nereden öğrendiğiniz?
Hint alt kıtasındaki ehli Kur'an ekolü daha tutarlı davranmış, o Fatır suresinin başında meleklerin genellikle kanatlı oluşu ile ilişkilendirilen ayetlerle ilgili diyorlar ki:
"Aptallar" diyorlar,
"Burada meleklerin kanatlarından falan bahsetmiyor, namazın rekatından bahsediyor" deyip,
Kur'an'da nerede bir "üç rakamı, dört rakamı" bulurlarsa ondan da rekat yapıyorlar.
Buna da amenna!
Peki namazın rekat'lı olduğu nereden çıktı? Burda bakın, bu geleneğe karşı yapılmış son derece ilkesiz bir tutum!
Ben bir daha söylüyorum!
Şimdi burada yönetmen arkadaş arada geldi, dedi ki: "Hocam dedi: "Hadisler (Allah Resulü'nden) 150 sene sonra ortaya çıkmış, yazılmış.
Arkadaşım!
Dedim ki: Ben tek tek hadis rivayetinden bahsetmiyorum, yaşayarak gelen, Cuma namazı diye bir şeye hiç fasıla verildiğini gördünüz mü?
Peki yeniden cuma namazı icat etmenin ne alemi var?
Siz bu cuma namazının biçimini, şeklini, şemalini, edasını iki rekat oluşunu, vesairini "ize nudiye" ordan mı çıkardınız?
Orada cuma namazı da yazmıyor.
"Toplanma günü Allah'ın zikrine koşun" diyor. Ben de diyebilirim ki: Allah'ın zikri Allah Allah demektir.
Buyurun size Kur'an!
Niye biz böyle Cuma günü öğle namazında gidip toplanıyoruz?
imam hutbeye çıkıyor.
Hutbe nerede yazıyor?
Kur'an'da iki rekat olduğu nerede yazıyor?
Nasıl eda edileceği nerede yazıyor?
İşte yaşayan sünnet dediğin şey budur!
Biz bunu Peygamber efendimize borçluyuz! Ben bir daha söylüyorum!
Müslümanlar en çok peygamber efendimize şükran borçludur!
Büyük bir laf oldu şimdi değil mi?
Niye?
Kur'an'ı Kerim'le buluşmamıza vesile olan odur da onun için!
O getirdi, "Bu Kur'an'dır" dedi.
"Allah'ın kelamıdır" dedi.
Biz onun sayesinde Kur'an'a ulaştık!
Siz burayı tamamen refuze ediyorsunuz!
Kalkıp Kur'an'ı onun
elinden çekiyorsunuz, kendinizin malı gibi temellük edip, istediğiniz gibi üzerinde at oynatıyorsunuz!
Turgay Güler: Burada şirazeyi kaybedip, "her birimiz "peygamber" sayılırız" diyenler var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder