16 Aralık 2020 Çarşamba

 KUR'AN'A İHANET TARİHİ 

(3.YAZI)

Nebi(a.s) dan sonra siyasi düşüncede meydana gelen iki ayrı ucu teşkil eden Sünni ve Şii anlayışlar bu konuda aynı inancı paylaşmaktadır.

 Yani Sünnilere göre yüce Allah siyasi hakimiyetini iman eden toplum vasıtasıyla daha doğrusu devleti idare eden "Kral, halife ve padişah" vasıtasıyla,

Şiilere göre ise "masum İmamlar" vasıtasıyla gerçekleştirmektedir.

 Ehl-i Sünnet ve Şia âlimleri  hüküm âyetleri ile aslında atalar dininin sorgulandığını düşünemediler.

 Bu da "Nebi ile Resul'ün" arasında bulunan farklardan ve  Kur'an'ın kavramlarından  haberleri olmadıkları  için rivayetleri din olarak algılamalarından  kaynaklanmıştır.

 Yani Şia ve Ehli Sünnet'e göre "Resul'e itaat etmek"  rivayetleri benimseyip din olarak almak anlamına gelmektedir.

Dolayısıyla bütün iş Kur'an'a karşı olan  cehalette gelip düğümleniyor.

 Şia'ya göre toplumun kendisine özgü bir anlayış ve gerçekliği yani siyasal bir hakimiyet-i bulunmamaktadır.

 Çünkü toplum Kur'an'ı tam olarak anlamaktan mahrumdur.

 Kur'an'ı tam olarak anlama ve hayata aktarma ancak masum kılınmış imamlar tarafından gerçekleştirilir.

Şia "Temiz olmayanlar ona  dokunamaz" (Vakıa-79) âyetini "on iki  imamdan başka gerçek olarak kimse Kur'an'ı anlayamaz" olarak okumuşlardır.

Onlara göre Ahzap süresi 33.  âyetiyle Allah, Ehl-i Beyti her türlü günahtan koruma altına almıştır.

 On iki  imamın otoritesini temin eden şey onların Allah tarafından tayin edilen hakları ve hatasız olmalarıdır.

Şia'ya  göre zamanın imamını tanımayanlar gerçek Müslüman olmazlar.

Diğer taraftan Sünni anlayışa göre ise Allah'ın vekili ve gölgesi padişahlar ve devlet adamlarıdır.

Yani her ikisinde de Allah'a ait olduğunu inandıkları siyasal egemenlik O'nun vekilleri  tarafından kullanılmaktadır.

 Haricilik mezhebi, isim olarak sevilmemesine  rağmen zihniyet olarak Şia ve Ehl-i Sünnet'in  anlayışına  damgasını vurmuştur.

 Yani Şia ve Ehli  Sünnet'te,  siyasi ve devlet yönetiminde genelde harici anlayış hakim olmuştur.

Bugün de hüküm âyetlerinin Hârici yorumu Ehl-i Sünnet ve Şia'nın  anlayış ve inancına hakimdir.

 Sadece hakimiyet meselesi değil, Kur'an'da geçen pek çok kavramın içeriği Ehl-i Sünnet ve Şia alimlerince  yanlış yorumlanmış ve bu yanlışlıklar hâlâ devam etmektedir.

 Hakimiyet ile ilgili âyetlerin devletin yönetimi ile yani siyasetle ilgili olmadığı, âyetlerde mutlak güç sahibinin Allah olduğunun vurgulandığı görülmektedir.

 Mutlak gücün Allah'a ait olduğu konusunda Ehl-i Sünnet ve Şia arasında bir ihtilaf söz konusu değildir.

Esas ihtilaf, yüce Allah'ın, devlete ve  insana hükmetme, hakimiyet kullanma gücü olan siyasi egemenliği verip vermediği konusundadır. 

Kur'an'ı Mübin'e  göre siyasi hakimiyetin insana ait olduğu açıkça ortaya konmaktadır.

Devlet ve toplum idaresinde Allah'ın emri, topluma ait işlerin toplumsal idare yani Şura tarafından bir düzene sokulmasıdır.

(Âli İmran-159; Şura-38)

Adem'in yaratılış gerekçesinde onun yeryüzünde "halife" olduğu bildirilmiş, hür iradeli ve kendi adına iş yapacak bir varlık olduğu açıkça belirtilmiştir.

( Bakara- 30; Enam- 165 )

Şia ve Ehl-i Sünnet'in din ve devlet  adamları, siyasi hakimiyetin millete ait bir hak olmasından hiçbir zaman hoşlanmamışlardır. 

Aslında Allah'a iman eden ülkelerde hakimiyetin kişi ve ailelerden daha çok halka ait olması siyaset konusundaki birçok sorunu çözebilecek niteliktedir.

 İşte bundan dolayı iman edenlerin yani Müslüman toplumun özgürlükçü ruha dayalı bir siyasi yapılanmaya  geçmeleri, Şia ve Ehl-i Sünnet zihninin hatalarını devam ettirmemeleri gerekmektedir. 

Rahman ve rahim olan Allah, özgür olma ya da hürriyeti sonuna kadar kullanma imkanını her insana sunmuş ve insandan  hakimiyetini tam olarak kullanmasını istemiştir.

İman edenler, bulundukları durumdan hoşnut değillerse kendi yönlerini  değiştirmek zorundadırlar.

 (Râd-11; 11 Enfal- 53)

 Siyasi ve toplumsal olayların kötü sonuçları ile milletin karşılaşacak  olması bile siyasal  hakimiyetin millete ait bir hak olduğunu gösteriyor.

 Kur'an,  toplumsal ve siyasal ilişkilerin, milletin davranışlarının sonucuna göre şekilleneceğini  ortaya koymaktadır.

 Dolayısıyla siyasi  konudaki sıkıntılarımız Allah'ın kitabından değil, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın  anlayışından kaynaklanmaktadır.

Maalesef Şia ve Ehl-i Sünnet geleneği, devleti yönetenlerin arzu ve istekleri doğrultusunda oluşturulmuş, din adamları da  hukuk ve adaletin yanında değil, idarecilerin  tarafında yer almışlardır.

Kur'an'ın manası bozulmuş, sistem dağıtılmış, kavramların yeri değiştirilmiş, vahyin içindeki düzen bozulmuş, dedikodularla yeni bir din inşa edilmiştir.

Bu yeni dinin hadis ve ictihadlarıyla yöneticiler kutsanmış israf ve yolsuzlukları örtbas edilmiştir.

 Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimleri tarafından yaşatılmaya  çalıştırılan atalar dininin hakimiyet konusundaki yanlış uygulamalarının düzeltilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.

 Yüce Allah'ın insana verdiği iradenin de Allah'a ait olduğu yolundaki inanç, hem dinin sömürülmesine hem de müminlerin  ahlâken çökmesine sebep olmuştur.

İnananlar, idarecilerin kendi vekilleri  olduğunu, onların Allah'ın vekili  olamayacaklarını kavramak zorundadırlar.

Çok ilginç, iman edenleri hayat sahnesinden silen zihniyet her zaman kurtarıcı olarak gösterilmiştir.

Bu milletin sorunu Kur'an'ın temsil ettiği hanif İslam dini ile ilgili değildir.

Sorun, Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin oluşturduğu mezheplerle  ilgilidir.

(En'am-159; Rum-30,31,32)

Kur'an, vahyi tebliğ eden elçilerin dahi Allah'ın vekili olmadıklarını ve olamayacaklarını açıkça ortaya koymuşken, diğer insanların Allah'ın vekili olabileceklerini ve Allah adına hüküm  verebileceklerini yani O'nun adına hareket edebileceklerini söylemek her şeyden önce vahye aykırı düşmektedir.

 Hiçbir beşer'in -Nebi'ler ve Resuller dahil- Allah adına hüküm koyma ve Allah adına insanları idare etmeye hakkı yoktur.

 Allah'ın elçileri bile sadece risâlet misyonu ile  Allah tarafından indirileni insanlara  tebliğ ederler.

Kur'an'da bulunan "...Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hğkmet ..." (Mâide-48)

(Sana da şu talimatı verdik) : Aralarında Allah'ınindirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma..."

(Mâide-49)

Ve benzeri âyetler, Allah tarafından indirilen vahiy haricinde kaynak oluşturulmayacağı yani helal ve haram, din ve hüküm ile ilgili inmişlerdir.

Allah'ın Resulleri vahyin üzerine, yanına, yöresine  kendilerinden bir kelime bile ekleyemezler.

(Hakka- 44; İsra- 72)

Dolayısıyla  Resuller dahil hiçbir beşer'in Allah adına konuşmaması ve O'nun adına hüküm koymaması için vahiy koruma altında nazil  olmuştur.

 Kur'an'a tek kaynak olarak bağlı olmayan milletin özgürlükçü bir anlayışa sahip olması mümkün değildir.

 İman eden toplumun, hem dini hem siyasi anlayışı Şia ve Ehli Sünnet'in  uygulamalarına dayanmaktadır.

 İslam ülkelerinde bulunan siyasi krizlerin sebebi budur.

 Bu geleneksel mezhebi  anlayış yok olmadığı sürece iman edenlerin demokratik ve özgürlükçü  bir yapıya kavuşmaları mümkün değildir.

Öyle görülüyor ki devlet, siyaset ve din adamlarımız özgürlükçü yapının gelişmesi için mevcut parçalayıcı mezhepsel zihniyetin değiştirilmesinin önemini henüz anlayamamışlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder