11 Aralık 2020 Cuma

 TEFEKKÜR'ÜN ÖNEMİ

(3.YAZI)

Din ile ilim akıl ile inanç sadece tefekkür dünyasında birbiriyle savaşmaktan kurtulurlar.

 Zira çatışmaları ve çelişkileri çözen tefekkür nimetidir.

Tefekkürün hammaddesi ve mayası ilim, hikmet ve irfanla tek bir gönül halesi oluşturur.

Tefekkür külli bir ilimdir.

Hikmet, varlığın hakikatini, her varlık türünün yapısal özelliğini ve niçin yaratıldığını anlamaya çalışmaktır.

 Hikmet ilimle sanatın birleşmesidir.

 Bir anlamda ilim ve tefekkür demek olan hikmet, varlıkların özündeki manaları idrak etmektir.

Hikmet,  varlıklar arasındaki sebep sonuç ilişkilerini ve etkileşim düzeninde izleyip varlıkların  özünü ve amaçlarını kavramak demektir. Kur'an'ı Mübin'in  birçok yerinde hikmet Nübüvvet kavramı ile birlikte kullanılmaktadır.

 Dolayısıyla hikmet, Allah'ın emrini  doğru bir şekilde anlamaktır.

En geniş manasıyla hikmet vahyi bağlam ve bütünlüğü içinde anlama, vahyi kendi içinde bulunan çözümü demektir.

(Bakara- 231)

Hikmeti elde etmenin başlangıcı mutlaka tefekkürdür.

 Yaratıcının bahşettiği aklı, ihtiras ve şeytanın vesveselerine köle edenler ne iç dünyalarındaki ilhamlarını  ne de dış dünyada bulunan ibret manzaralarını kavrayıp idrak edemezler.  

Kâinatta  var olan Allah'ın âyetlerini anlayamaz ve  bunların üzerinde  düşünemezler.

 O halde ilahi bir hediye olan hikmet, ancak selim akıl  ve temiz kalp sahiplerine  bahşedilen bir erdemdir.

"Allah hikmeti dileyene verir. Kime hikmet  verilirse  ona pek çok hayırlar  verilmiş demektir Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar"

( Bakara- 269)

 Dolayısıyla gerçeği yakalamış akıl ve  hayrı talep eden irade,  hikmet'in şartı tefekkür de onun aydınlık yoludur.

 Araplar hikmet kelimesini "içinde nefsi uyaran,  iyiliği tavsiye eden, saadet ve bedbahtlıkla ilgili tecrübeleri  aktaran, edep ve ahlakın özünü yansıtan sözler" manasında kullanırlardı.

En doğrusunu Allah  bilir.

Hikmet "Kur'an bilgisi, Nübüvvet, Kur'an'la  alakalı doğru anlayış,  sözde ve davranışlarda doğru içtihadı elde etmek, Kur'an üzerinde düşünmek, akıl yürütmek, ilahi emirler  üzerinde düşünmek ve ona uymak, Allah'tan korkmaktır"  

 Rağıb el-İsfahaniye göre hikmet, "bilginin gerçeğe, Kur'an'a uygun olması ve aklın gerçeği yakalaması" demektir.

 Hikmet'in Allah'a mahsus olanı "yaratılmışları tüm yönleriyle bilmek, her şeyi yerli yerince yapmak, göklerde ve yerde abes bir şey yaratmamak,  ince ayar  ve hassas dengeyi sağlamak ve bütün yaratıklara bir hidayet tayin etmektir"

Hikmet tebliğ ve dâvet  çalışmalarının temel yöntemi olarak gösterilmiştir.

"Ey Nebi! Sen, Rabb'inin yoluna hikmetle ve  güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O,  hidayete erenleri çok iyi bilir"

(Nahl- 125)

 Buradaki hikmet kavramının "kesin kanıtlara dayalı, muhatabı tam olarak ikna edici ve kötü niyetli tartışmalara son verecek  kesinlikte, tevhid'e dayalı doğru ve sağlam bilgi" anlamında kullanılmıştır.

Hikmet terimini en güzel tanımlayan ifadelerden biri de Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, hikmetlerini, kavramaktan doğan bilgi ve bu bilgileri uygun yaşama itikadı  ve ameli açıdan Kur'an akıl ve ilminin sınırlarını aşmamaktır.

Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul edenlere hikmet hiçbir zaman nasip olmaz.

Çünkü hikmet, tamamen Allah'ın indirdiği vahiy, tevhid akidesi ve güzel ahlak ile alakalı bir durumdur.

Dolayısıyla en geniş anlamıyla fayda ve sağlamlık anlamına gelen hikmet, en güzel  bilginin ve Allah tarafından vâzedilen ameli salihin adı olmuştur.

 Bu bağlamda hikmet bir işi bağnazca yapmayıp, sebep sonuçlarını ve arkaplanı göz önünde bulundurarak meydana gelebilecek sıkıntı ve problemler oluşmadan önlemek ve ona göre tedbir almaktır.

 Demek ki hikmet'in gerçekleşmesi için ilimle  meşgul olmak ve her türlü hayırlı  eyleme geçip ileriye dönük iş yapmak hayati derecede öneme sahip iki husustur.

Tefekkür vahyin hakikat kandilinden ışık alır,  doğar, beslenir ve varlık âlemine düşerek kendini gösterir.

Tefekkürün gıdası ve oksijeni Allah'ın kitabı olan Kur'an'ı Mübin'dir.

 Onun içindir ki sözlerin en güzeli her daim düşünce  ve sorgulamaya, aklı kullanmaya ve ibret almaya ısrarla davet eder.

Vahiy başka bir şeyle değil,  kendisine tefekkür ile ulaşılmasını ister.

Çünkü Kur'an'ın hikmetlerine ancak tefekkürle ulaşılır.

Dil, İlim, merak ve araştırma daha sonraları işe katılır.

 Yani kendi bütünlüğü içerisinde Kur'an'ın anlaşılamaması tefekkür eksikliği ve zihni bir faaliyet olmadığındandır.

"Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı?  Yoksa kalpleri kilitli mi?

(Muhammed- 24)

"Andolsun ki biz Kur'an'ı öğüt alanlar için  kolaylaştırdık. Ondan öğüt alan yok mu?

( Kamer- 17,22, 32, 40)

"Eğer biz bu Kur'an'ı dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça  olmuş görürdün.  Bu misalleri insanlara tefekkür etsinler diye veriyoruz"

(Haşr- 21)

 Hayatın anlamını, kıymetini ve kalitesini artıran tefekkür Allah tarafından insana bahşedilen bir hayat, bir enerji, bir rahmet çisintisidir.

Allah'ın göklerde ve yerde olan muhteşem sanatını  düşünmek,

 tarihi düşünmek, Kur'an'ın esrar ve  hikmetleri üzerinde düşünmek,

hayatı ve ölümü düşünmek, kendimizi düşünmek,

hasılı varlığı ve en önemlisi Rahmân ve Rahim olan Allah'ı düşünmek geleceğin nesillerine kalacak en kıymetli miras olacaktır.

Gelecek olan nesiller ancak bu manevi  miras ile ayakta duracaklar.

 Musa ve İsa'nın mirası, son vahyin temsilcisinin mirası olmadan hayat yaşanmaz.

Elçilerden kalan bu miras olmadan geleceğin Firavun,ları, Nemrut,ları  Karun ve Ebu Cehilleriyle mucadele etmek mümkün değildir.

İbrahim'den bize  böyle bir miras kalmasaydı bugün nefes bile alamazdık, bize hayat hakkı tanımazlardı.

Dolayısıyla âtinin nesillerine vahiy ahlakından  ve tevhid mirasından daha hayırlı bir miras  kalmayacaktır.

"Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaratana kulluk ederim. Çünkü O,  beni doğru yola iletecektir.

Bu sözü ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktığı ki, insanlar onun dinine dönme azmini göstersinler"

(Zuhruf- 26, 27, 28)

Bu ilâhi  mirastan nasibi olmayanlar büzülür, akılları ve irfanları küçülür, kalpleri katılaşır, vicdanları körelir ve tarih sahnesinden  yıkılıp giderler.

Son,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder