19 Aralık 2020 Cumartesi

 KUR'AN'A İHANET TARİHİ 

(5.YAZI)

SELEFİLİK :

 Din ve hüküm olarak Kur'an'ı Mübin'den başka hiçbir kaynak olmadığı ile ilgili yüzlerce ayet vardır.

Yani Allah tarafından indirilen vahiy'den başka hiçbir kaynak insanları bağlamaz.

İnsanlar sadece indirilen vahiy'den sorumlu  tutmuşlardır.

 Fakat SELEFİ anlayış, İslam dini için tâbiin ve tâbe-i tâbiin döneminin görüş ve uygulamalarını tek rehber olarak kabul eder.

 Selefi inanç ve  anlayışa göre Allah Resulü'nden sonra gelen ilk iki nesil islam dinini doğru olarak temsil etmişlerdir.

Selefilere göre, sahabe, tâbiin ve tabe-i tâbiinden sonra gelenler tam olarak islamı temsil edemezler.

Selefi anlayışa göre Allah Resulü adına nispet edilen yani rivayetler aynen Kur'an gibi dinin bir parçası konumundadırlar.

Halbuki Kur'an'a baktığımızda din olarak insanların sadece indirilen  vahy'den sorumlu olduklarını  görürüz.

 Allah elçilerinin tek görevi, indirilen mesajı insanlara bildirmekten ibarettir.

 Elçilerin görevi vahyi tebliğ ve tebyin etmek yani onu ilan etmek ve muhataplarına  ulaştırmaktır.

Her insan kendi aklı ile karar verme, özgürlüğünü sonuna kadar kullanma, tefekkür etme ve sorgulama yapabilme kabiliyetine sahip olarak yaratılmıştır.

Dolayısıyla Selefi inanç biçimi, hem akla ve tefekküre, hem Kur'an'i ilkelere hem de özgürlük ve sorgulamaya karşı mücadele etmiştir.

 Selefi düşünce aklın kullanılmasına karşı çıkmış, islam dininde tek kaynak olan vahyin yanına "Sünnet" adı altında dünyanın en karanlık rivayetlerini kaynak olarak kabul etmiştir.

Selefi akide,

Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden,  Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklardan, vahyin kavramlarının hangi anlama geldiğinden  haberi  olmadığı için uydurma rivayetleri Kur'an'ın tefsiri ve  açıklaması olarak kabul etmiş,

 insanların fikir sahibi olma, akıllarını kullanma, geleneği sorgulama ve doğruları bulma hakkına karşı çıkmış, vahyin sorun çözme yöntemini değil,

selefin uygulamalarını  esas almıştır.

 Dolayısıyla Selefiler, insanları siyasal anlamda hüküm verebilecek ve kendini yönetecek özgür bir varlık olarak kabul etmezler.

 Bu Kur'an'sız zihin yapısı,  insanların hem onur ve özgürlüklerini hem de sorumluluklarını ortadan kaldırmaktan başka hiçbir şeye yaramamıştır.

 Selefilik inancı zamanla iman edenleri çok kötü yönde etkilemiş, Selefi ve Sünni inancı her tarafı kaplamıştır.

Bugün islam toplumunda Kur'an'sızlığın  ve akıl tutulmasının arkasında bu tasavvuftan daha tehlikeli olan Selefi ve Sünni  düşünce yatmaktadır.

 Maalesef Selefi inanç, rivayetleri kutsayarak  Kur'an'ın anlamının buharlaşmasına da sebep olmuştur.

 Atalarından intikal eden iftira rivayetleri sorgulayacak yerde bu yalanların üzerini örten,  daha sonra da onları kutsayan ve dinde  kaynak olarak görmeye çalışan ilimsiz iman sahiplerine Selefi adı verilir.

 Allah Resulü'nün vefatından sonra cahiliyenin siyasal taassubu dini hayata el koymuş ve dini hayatı siyasallaştırmıştır.

 Bundan sonra Allah Resulü'nün Kur'an ile inşa ettiği insanları yönetmek için toplum kesimleri arasında siyasi mücadele dini alana sürüklenmiştir.

 Artık şahsi çıkarlar ve siyasi sorunlar dini sorunlara dönüşmüştür.

 İslam toplumunda siyasetten kaynaklanan sorunlar zamanla hız kazanmış,  toplumsal ihtilaflara,  kavgalara ve savaşlara dönüşmüştür.

Üçüncü halife olan Osman başkent Medine'de iman edenler tarafından katledilmiş, dördüncü  halife olan Ali döneminde sahabe arasında binlerce insanın ölümüne neden olan Cemel(Ali-Âişe) ve Sıffin (Ali- Muaviye)  savaşları meydana gelmiştir.

Halbuki Allah'ın mesajına gittiğimizde onun,  dünya hayatının en mükemmel mesajı   olduğunu, her zaman ve mekana uyum sağladığını görürüz.

 Kur'an'ı Mübin,  belli bir zaman dilimine sıkıştırılmış,  statik, durağan bir sistem önermez.

 Bugün olduğu gibi yirmi bin yıl sonra da vahiy  bağlılarına o zamanki hayata dair özel ve modern bir düşünce ve anlayış kazandıracaktır.

 Ancak Kur'an'ın mesajı, geçmişte olduğu gibi günümüzde de Selefi- Şii-Sünni- Batıni- Vahhabi ve siyasal islamcıların militan nefreti ile karşı karşıyadır.

 İman ettiklerini zannedenlerin kendi içlerinden çıkan  mezhep ve fırkalara karşı Kur'an'ın mesajı çok savunmasız kalmıştır. 

 Çünkü Allah tarafından indirilen vahiy sistemi ile Allah Resulü adına uydurulan rivayetler (metin değil)  mana itibariyle birbirinin içine karıştırılmış, özellikle ilk üç neslin haber ve uygulamaları ile dinin  tamamlandığı inancı yerleştirilmiştir. 

Dinin tek kaynağı olması gereken vahyin yanına birçok kaynaklar eklenerek Kur'an'a dolayısıyla  Allah'a karşı şirk  koşulmuştur.

 Kur'an'ın mesajına en büyük saldırı ve ihanet Selefi, Sünni ve Şii inanç altyapısından gelmiştir.

 Bu inanç yapısı,  dinde kaynakları çoğaltmış Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparmış ve dindeki konumunu yerle yeksan etmiştir.

Halbuki Kur'an'ın anlaşılmasında yüce Allah, tek tek her bireyi  muhatap almıştır.  

Yani hanif islam dini topluma birey açısından bakar.

 Siyaset ise bireyi toplum nazarıyla değerlendirir.

Bu durum, din ile  siyasetin alanlarının birbirinden çok farklı olduğunu gösterir.

Yani siyasetin dinden, dinin siyasetten ayrılması mümkündür.

 Aslında Emevi ve Abbasi yönetimleri siyasetin dinden ayrılmasının bir zorunluluk olduğunu göstermiştir.

 Yoksa ezeli ve ebedi ilmiyle yüce Allah, Resülünden sonra hanif dinin tahrif edileceğini ve uydurulan dinin şeriat kuralları ile insanların inanç ve zihinlerinin baskı altına alınacağını biliyordu.

Selefi inancın üç esası mevcuttur.

1-)  Her şeyi  "Kur'an" ve Sünnet'e göre dizayn etmek.

Bu maddede bulunan Kur'an, sözde kalan bir söylemden ibarettir.

Esas olan rivayetlerin yani uydurma sünnetin hayata hakim olmasıdır.

 Kur'an söylemi sadece ümmi halkı aldatmak ve yanlarına çekmek içindir.

 2-) Selefi atalardan intikal etmeyen her şeyin gayri meşru olduğuna iman etmek.

 3-)  Doğruya ulaşmak için aklı kullanmanın ve akla uygun hüküm vermenin islam dışı olduğuna iman etmek.

 Allah Resulü'nün tâbi olduğu yalnız indirilen vahiy iken (Ahkaf -9; Yunus-15, 109)  kendisinden sonra Kur'an'ın yanına birçok dini kaynaklar konmasına razı olmamak Selefi ve Sünni âlimlerince büyük bir sapıklık olarak kabul edilmiştir.

Allah Resulü adına iftira edilen binlerce hadisi sünnet adı altında "vahyi gayri metlüv" "namazda okunmayan fakat Kur'an gibi vahiy"  olarak değerlendirmek,  bu sakat ve hastalıklı zihin yapısından  kaynaklanmıştır.

 Yani bu ahlaksız ve karanlık zihin yapısı Allah'a dinini öğretme cüret ve cesaretini utanmadan göstermeye girişmiştir.

Şia ve Ehl-i Sünnet alimleri sadece Kur'an'ın manasını bozarak dinde emir ve yasakları arttımakla kalmamış,

  Kur'an'daki âyetlerin büyük çoğunluğunun iman edenlerle ilgili olmadığını iddia ederek inanç bakımından apaçık bir sapıklığa düşmüştür.

 Yani Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerine  göre Kur'an mesajlarının bir bölümü "puta tapan" müşrikleri, bir bölümü kafirleri, bir bölümü münafıkları, bir bölümü Yahudileri, bir bölümü Hıristiyanları çok az bir kısmı da iman edenleri ilgilendirmektedir. Halbuki Kur'an belli bir zaman ve zemine göre değil, evrensel mesajı ile her asırda  her ferdi alakadar etmektedir.

 Fakat Şii,  Sünni ve Selefi anlayışa göre, Kur'an'da iman edenleri  ilgilendiren âyet sayısı gayet azdır.

Açık olarak ortaya çıkıyor ki, vahyin manasını  bu hastalıklı işgalden kurtarmadıkça milletin içine düştüğü kaos ve ihtilaf, terör ve anarşi,  taklit ve cehalet belasından  kurtulma imkân yoktur.

 Din haline geldiği için çok güçlü olan Sünnetçi gelenek yok edilmedikçe, iman edenlerin zihin ve fikir yapısı değişmeyecektir.

 İşte bu yüzden Şia ve Ehl-i Sünnet dininin  doğru bildikleri her şeyi sorgulamak zorundayız.

 Dolayısıyla Allah'ın hidayetinden  yararlanmak için Kur'an'ın  dışında baş vuracağımız başka bir kaynak bulunmamaktadır.

 Allah'tan indirilen aydınlık yol (Yusuf-108; İbrahim-1) ile beşer tarafından uydurulan karanlık yolu  birbirinden ayırmak zorundayız.

 Elçiler tarihinde her zaman iki anlayış var olmuştur.

 Biri, özgür, kendisini davasının öznesi kabul eden ilim ve tefekkür, akıl ve mantığın gereğini yerine getirmeye çalışan anlayış,

diğeri ise, kendisini sınırlayan,  başkasının inanç ve fikirlerine göre yaşamayı esas alan, aklını kiraya veren ve daima bir emrin güdümünde olmayı önceleyen anlayıştır.

Selefi inanca göre aklı olanın dini olmaz.

 Akıl, dine girene kadar gereklidir.

Dine girdikten sonra akla ihtiyaç kalmamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder