KUR'AN'A İHANET TARİHİ
(1.YAZI)
Din ve hüküm olarak yalnız indirilen vahye tâbi olunmayınca, tek ve Kahhar olan Allah'a iman edilmiş olmuyor.
İman tam ve mükemmel olmayınca İhlas yani hanif İslam olmuş olmuyor.
Dolayısıyla bir insan hem Yahudi hem Müslüman, hem Hristiyan hem Müslüman, hem Şii hem Müslüman, hem Sünni hem Müslüman olamaz.
Bir insan ya sadece Allah'ın kitabına teslim olacak veya Allah'a iman eden bir müşrik olacaktır.
(Yusuf-106)
Çünkü bu inançların kaynakları birbirinden çok farklıdır.
Bu din ve inançlar birbirinden o kadar farklı ki, sadece biri ilâhi ve organik diğerleri beşeri ve sanaldırlar.
Tam ve mükemmel olarak Allah'a iman etmek için sadece indirilen vahiy dinine tabi olmak şarttır.
Allah'ın kim olduğunu ve kendisine nasıl iman edileceğini tam olarak son indirilen vahiy haricinde hiçbir kaynak ortaya koyamaz.
Dolayısıyla doğru ve sahih olarak Allah'a iman etmek için tek hidayet kaynağına ulaşmaktan başka bir yol bulunmamaktadır.
Kur'an, ehl-i kitabın alimlerini tek bir gerçeğe davet eder.
"Ey Nebi! de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim; ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanız! deyiniz"
(Âli İmran-64)
Biz vahiy ehl-i muvahhidlerde Şia ve Ehli Sünnet âlimlerini aynı gerçeğe davet ediyor ve onlara bir soru soruyoruz.
"Dünya hayatında sizi cehennemin mutfağına mahkum edip acı çektiren bir din niye cennete götürsün?
Kur'an'a gerçek olarak iman edenler mukallit bir zihin ve inanç yapısına değil, mukemmel bir ahlak ve fikir üreten zihin yapısına sahip olurlar.
İşte bundan dolayı ilk önce Kur'an'ın temel değer yargılarını ortaya koymak çok önemli bir görevdir.
Bu temel değerlerdeki barış bize yepyeni bir bakış açısı kazandıracaktır.
İnanç konularında uzlaşma sağlanırsa, ayrıntılardaki ihtilaflar problem teşkil etmeyecektir.
Atalar'dan intikal eden geleneksel din Kur'an'ın gölgesinde sorgulanmaya tabi tutulduğunda bütün kaos ve ihtilafların, anarşi ve terörün rivayet ve içtihatlardan kaynaklandığı görülecektir.
Kur'an'a tamamen aykırı olan bu rivayet ve içtihatları inanç dünyalarından uzaklaştırdığında islam milleti yepyeni bir başlangıç yapacaktır.
Kur'an'a sığınma olmadan veya Kur'an konusundaki cehaleti yok etmeden mezhebi geleneği sorgulamaya da değiştirmeye de imkan yoktur.
"Hep birlikte Allah'ın himayesine sığının; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.
Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun ( Kur'an) nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
(Âli İmran-103)
Milletin başına musallat olan kahrolası cehaletin tek sebebi Kur'an'ın bilinmezliğine gelip dayanıyor.
Şia ve Ehli Sünnet ilim adamlarının zihinleri Kur'an cehaletinden kaynaklanan hurafelerle kuşatılmış durumdadır.
Özellikle Emevilerle başlayan süreçte Kur'an'ın ilim ve ahlakı olmadan iman sahibi olmanın benimsenmesi insanların aklını tefekkürsüz bırakmıştır.
Halbuki Kur'an'ın İlim ve hikmetini öncelemek Resul (a.s) a ve müminlere verilen en önemli emirler arasında yar almaktadır.
(Bakara-120, 231)
Değişim ve dönüşümün temelinde Kur'an ilmi olmak zorundadır.
Din alanındaki taklit ve cehaleti ön planda tutan mezhep inancını değiştirmeden mevcut sorunlardan kurtulmanın imkanı yoktur.
Cemalettin Afgani ile başlayan ilmi hareketin başarıya ulaşamamasının nedeni iman edenlerin geri kalmalarının sebebini kendi dinlerinde değil, dışarıda aramaları yani atalarından intikal dini sorguya tâbi tutmamaları olmuştur.
Aynı hataya düşmemek için Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları anlamak, Kur'an'ın gerçek yerini tespit etmek, Şia ve Ehli Sünnet'in rivayet ve mezheplerinden kurtulmakla mümkün olacaktır.
Çünkü din alanındaki ihtilaflarını çözmek zorunda olan Şia ve Ehli Sünnet aklın ironisi, Kur'an cahili atalarını sorgulayacak yerde (Bakara-170,171) uydurulan bu çağdışı vahşi geleneği hala çözüm olarak görmesi, problemlerin sebeplerini sorgulama ihtiyacı duymamasıdır.
Dolayısıyla çatışma, kaos, kargaşa, ihtilaf, terör istiyorsak geçmişe, uzlaşma, barış, huzur, mutluluk, merhamet, medeniyet, adalet ve güzel ahlak istiyorsak ileriye bakmamız gerekir.
Zira geçmişe takılıp kalanlar sadece acı ve ızdırap çekerler.
Geçmiş uyulmak ve tapınmak için değil sadece ibret almak içindir.
Şia ve Ehli Sünnet geleneğinde bulunan itikadi ve ameli mezhepler siyasi ve sosyolojik bir olgudur.
Yani din ve davalarının Kur'an'da var olan hanif islam dini ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır
Müslümanların tek ortak değeri Kur'an'ın gösterdiği hanif dindir.
Dolayısıyla gerçek Müslüman Kur'an'ın dışında kalan bütün kaynaklara yozlaşma olarak bakmak zorundadır.
İslam dininin sahibi yüce Allah'tır.
iman edenler dini Allah'a özel kılmak zorundadır.
Çünkü islam dini elçilere indirilen vahiy'den ibarettir.
Yani Kur'an'dan bağımsız olarak Nebi (a.s) adına uydurulan rivayet ve mezheplerin iman edenler açısından ortak değer olma imkanı yoktur.
Beşeri rivayet ve yorumlar, mezhep ve fırkalar din sayılmazlar.
Çünkü beşeri rivayet ve içtihatlar zaman ve mekana göre değişirler.
Her milletin yaşam ilkeleri, geleneğin yani atalar dininden değil, vahiy'de var olan haktan çıkartılması gerekir.
Muvahhidlerin görevi, milletin içinde bulunduğu ve hiç kimsenin memnun olmadığı Kur'an dışı vaziyeti doğru tespit ederek toplumu bu hale getiren süreci Kur'an'ın ışığında sorgulamalarıdır.
Şia ve Ehl-i Sünnet rivayet ve içtihatlarının insanlara yol gösterme özelliği bulunmamaktadır.
Ehli Sünnet ve Şia'nın rivayet ve içtihatlarına mahkum olmak bir çeşit ruhban sınıfı ortaya çıkarmıştır.
Halbuki Kur'an ilim ve ahlakında ruhban sınıfı yoktur.
İşin esası ise her müslüman millet yaşadığı zaman ve zemine göre kendi çözümünü kendisi bulmak zorundadır.
Bu nedenle günümüzde artık islam'ın hayata aktarılma biçimi Şiilik ve Sünnilik tasallutundan kurtarılmalıdır.
Müslümanların Kuran'dan yana hiçbir sorunlar yoktur.
Allah Resulü'nün vefatından hemen sonra Müslümanlar önce siyasi, sonra dini ve daha sonra da ilmi alanda son derece yanlış bir yola sürüklenmişlerdir.
Allah Resulü'nün arkadaşları arasında siyaset ve taht kaygısından kaynaklanan savaşları algılamakta zorlanan zihinler,
geçmişi yani sahabe ve tabiin dönemini kutsallaştırarak, menfaatten kaynaklanan bu iş savaşların faturasını müşriklerin inançları arasında bulunan keder inancına yani Allah'ın takdir hakkına havale etmişlerdir.
Emevi Ehl-i Sünnet dini, Siyaset ve taht kavgasına dayalı çatışmaların takdir-i ilahi olduğunu imanın esaslarına ekleyerek sözde ideal nesilleri sorgulama alanının dışına çıkarmıştır.
Emevi ve Abbasi yönetimleri ilim adamlarının bu tasarrufundan çok memnun olmuş bu konuda yapılan rivayet ve içtihatlara büyük maddi destekle karşılık vermişlerdir.
Özellikle dini ve siyasi meşruiyet sıkıntısı çeken Emevi saltanatı, hicri yüzüncü yıllarda Allah Resulü referanslı uydurma hadis ticareti oluşturmuştur.
Emevi saltanatının hadis uydurmacılığı, Arapların din üzerindeki etkinliğini kaybetmelerine karşı geliştirilen ve satılık ilim adamları tarafından desteklenen planlı ve programlı bir faaliyet olarak ortaya çıkmıştır. Hadislerin toplanıp kayda geçirilmesi ile iman edenlerin Allah'ın kitabına yani saf islam'dan uzaklaşma süreci başlamıştır.
Allah Resulü döneminde dinin tek kaynağı Kur'an iken, hadislerin toplanmasından sonra Kur'an tamamen devre dışı bırakılmıştır.
İlk önce Kur'an'ın karşısına hadis adı altında sünnet çıkarılmış, daha sonra hadislerin ayetleri "nesh" edeceğine yani hükümsüz bırakacağına ilişkin inançlar ortalığı kaplamıştır.
Allah Resulü'ne indirilen vahiy koruma altına alınmasına ve milletin hafızasında yer almasına karşılık, "vahy-i gayr-i metlüv" yolu açılarak hanif dinin tek kaynağı olan Kur'an'ın hükmü yok edilmiştir.
VAHY-İ GAYR-İ METLÜV:
Allah tarafından Resul (a.s) a indirilen fakat namazda okunmayan vahiy (hadisler) demektir.
Dolayısıyla bu "vahy-i gayr-i metlüv" yalanı ile yepyeni bir din ortaya çıkarılmıştır.
Hanif İslam dini ile beşer tarafından uydurulan ataların şirk dininin birbiriyle çatışması kaçınılmaz olmuştur.
Vahiy ehl-i muvahhidlerin milletin ümmilerini suçlamalarına gerek yoktur.
Şuurlu müminler, ataların şirk dini ile yüzeysel değil, derin ve köklü bir hesaplaşmayı göze almaları gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder