ŞİRK BATAKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(7.YAZI)
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sınırları içinde Nurcuların içinde Fetö'den sonra en güçlü grup "Yeni Asya" grubudur.
Başında da son derece Kur'an cahili olan Mehmet Kutlular vardır.
Yeni Asya grubu, Said Nursi'den dolayı her zaman "Demokrat, Adalet ve Doğu Yol partilerine" destek vermişlerdir.
İstedikleri partiye destek verebilirler, bunda sorun yoktur.
Sorun "Söz konusu partilerin" başına kim geçerse geçsin neredeyse onu "beklenen mehdi" olarak görmeleridir.
İşte bu yüzden Süleyman Demirel'e bile Mehdi gözüyle bakıyorlardı.
Kaynak yani beslenme alanı pislik ve zehirli olunca oradan sağlıklı bir neslin ve fikrin yetişmesi mümkün değildir.
Bakın Said Nursi'ye Allah gibi tapan Mehmet Kutlular ne diyor.
"Bir gün yine böyle sırtüstü uzanmış yatıyor veya uyku ile uyanıklık hali arası bir durumdayken, birden garip bir hal hissetmeye başladım.
İşte bu halette iken, güneş birden açılmaya başladı ve içinden bir karartı belirdi.
Bir müddet sonra onun üstadın (Said Nursi) kalpaklı portresi olduğunu fark kettim.
Ustad, gayet açık bir şekilde bana hitaben "kardeşim! Sen Risâle'i Nur'u oku, korkma, konuş! dedi.
Bunları gayet net bir şekilde duymuştum.
Ve konuşması biter bitmez perde kapandı ve kendime geldim, kendime geldim gelmesine, ama her yanım eklemlerinden ayrılmişçasına sızlıyor, ağrıyordu.
Hâlâ titremeye devam ediyordum.
Bütün vücudumu bir titreme kapladı.
Daha "Neler oluyor! diyemeden karşımda bir güneş belirdi.
Işınları, vücudumun içine işliyordu.
Titreme daha da artmıştı.
Herhalde ölüyorum diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Bu ihtimale binaen hemen kelime-i tevhid ve kelime-i şehadet getirmek istedim.
Fakat, "la ilahe illallah" derken, ya la... deyip tamamlayamadan ölürsem" endişesi içinde sadece Allah, Allah, Allah diyebildiğimi hatırlıyorum.
İşte bu halde iken, güneş birden açılmaya başladı ve içinden bir karartı belirdi.
Bir müddet sonra onun Üsta'dın kalpaklı portresi olduğunu fark ettim.
Üstad, gayet açık bir şekilde bana hitaben "kardeşim! sen Risâle'i Nur'u oku, korkma, konuş! dedi.
Bunları gayet net bir şekilde duymuştum.
Ve konuşması biter bitmez perde kapandı ve kendime geldim.
Kendime geldim gelmesine, ama her yanım, eklemlerinden ayrılmışcasına sızlıyor, ağrıyordu.
Hâlâ titremeye devam ediyordum.
Bu ikinci olay eğitimimin yönünü tayin etmemi sağlamış ve artık kararsızlıktan kurtulmuştum. Tam bir ferahlama hissettim.
Çünkü "Nasıl yapmalıyım? sorusunun cevabı bizzat Üstad tarafından verilmişti"
( Yeni Asya. Com. TR)
NURCULARDAN BAŞKA BİR ŞİRK SAPIKLIĞI:
Nurcu kalabalığa ders veren biri anlatıyor :
"Kıyamet kopacaktı, aslında kainatın devamına gerek kalmamıştı.
İşlenen günahlar, yapılan hatalar kıyametin kopmasını netice verecekti.
Ancak Bediüzzaman Hazretleri Risâle'i Nur külliyatını yazmakla Allah kâinatın ömrünü uzattı" dediler.
Demek ki kainat Bediüzzaman'a minnettar, çünkü hayatlarını ona borçlular"
Yukarıdaki cümlelerde Said Nursi (Hâşâ) Allah'ın yerine, Risale'i Nur Külliyatı da Kur'an'ın yerine uygun görülmüştür.
TELEVİZYONDA KONUŞAN İKİ NURCUNUN SÖYLEDİKLERİ:
"Geçenlerde okumuştuk, "içinizde çok alimler, ulemalar, manevi noktada, ilmi noktada, Kur'an'i noktada olabilir" diyor Üstad!
"Onlar bizim arkamızda durmaktan çekinmesiner.
Yani bize talebe olmaktan korkmasınlar. Onlarında bize talebe olmaları lazım.
Çünkü biz ulum-u imaniye de fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz.
Yani Allah bizi bu konuda görevlendirmiş.
İki kere iki dört. Biz Allah namına gelmişiz, görev yapıyoruz.
Kendi keyfimizden bu vazifeye geçmemişiz. Yani bu göreve Allah murat etmiş.
Şimdi böyle olunca Risale'i Nur bir anahtar hükmündedir.
Bazen bir anahtar bir hazineden daha kıymetlidir.
Çünkü hazine var ama anahtar yok açamıyorsun, sen garibansın canım.
Hazineyi açamıyorsan istediğin kadar hazine orada dursun.
Sen hazinenin sahibi değilsin ki, anahtarla açtığın zaman sen hazinenin sahibisin.
İçindeki mücevherlerden, elmaslardan istifade edersin.
İşte Risale'i Nur bu zamanda o anahtar hükmüne geçmiş, Kur'an hazinesinin esrarını, hikmetini bu asrın mizaç ve idrakine, cehaletine bertaraf edecek şekilde yazılmıştır"
Yukarıdaki konuşmada açık olarak "Risale'i Nur Külliyatının" Kur'an'dan daha üstün ve daha değerli olduğu vurgulanıyor.
En kahredici taraf Nurcuların hepsinin istisnasız bu ahmaklıklara kesin bir şekilde iman etmeleridir.
Şirk sapıklığı o kadar tehlikeli ve kötü bir ahlaktır ki, ona bulaşan birinin bütün iyilikleri ve yapmış olduğu hayırlar Allah'ın indinde geçersiz oluyor.
Şirk sapıklığına düşenin ondan kurtulması çok zordur.
Çünkü hiç kimse inandığı dinin batıl olduğunu kabul etmez.
Kur'an'ı Mübin'in birçok âyette haber verdiği gibi müşrikler ancak cehennemi gördükleri zaman sapıklık içinde olduklarını itiraf edeceklerdir.
Aslında insanlık tarihinde Firavun'dan Ebu Cehil'e kadar gelen müşriklerin mutlaka yapmış oldukları hayır ve iyilikler vardır.
Fakat içine düştükleri karanlık şirk sapıklığı bu iyilik ve hayırlarını Allah'ın indinde geçersiz kılıyordu.
Yoksa yüce Allah, bu müşriklerin sapık inanç ve fiillerini anlattığı yüzlerce âyetin yanında neden iyilik ve olumlu amellerinden söz etmez ve örnek vermez.
Çünkü şirk ve küfürleri onların olumlu amellerini yok ediyordu.
Şimdi Kur'an, ilim, aklı kullanma ve tefekkür düşmanı ahmakların şirk sapıklıklarına kaldığımız yerden devam edelim.
Cübbeli Ahmet Allah'a iftira ederek aynen şunları söylüyor.
"Tuvalet taşı Allah'a demiş ki,
"Rabbim! Beni niye tuvalet taşı yaptın?
Beni Kabe'ye taş yapsaydın.
Allahu Teala buyurmuş ki, "Sus seni 60 yaşını geçip de sakal bırakmayanın başına mezar taşı yapsaydım daha mı iyi olacaktı?
Başka bir konuşmasında cübbeli diyor ki:
"Maalesef millet Efendi Hazretleri'ni (Mahmud'u) tam anlamış değil, Türkiye tam anlamış değil, Allah anlatsın inşallah,
O zaman dostlardan biri, keşfi açık kullardan biri görmüştü.
Allahü Teala'nın tecellilerine mazhar olan biri zuhuratta, Allah ne diyor?
"Ete kemiğe büründüm Mahmut diye göründüm"
Yani efendi hazretleri Allah'ın aynasıdır.
Dostlar Allah'ın aynasıdır.
Mevla tecelli ediyor.
(Mahmud) tecelligahtır"
Bütün tarikatlarda hulul inancı hakimdir. Tarikatlarda şeyhe verilen önem hulul inancından ileri gelmektedir.
Yani bu müşriklerin inancına göre şeyh Allah'tır. Allah onda kendini göstermiştir.
Devletin tv kanalında program yapan Serdar Tuncer ile Ömer Tuğrul İnançer'in şirk sapıklıklarına bir bakalım.
Serdar Tuncer: "Özetle yeni ekran başına geçenler için söylüyorum.
Hocam(Ömer Tuğrul İnançer) dediler ki,
"Kula kulluk etmem diyenler nefsine kulluk etmektedirler.
"Resulü Ekrem Efendimiz (s.a.v) e kul olunmadan Allah'a kul olunmaz"
Bu ne demek diye soracağım!
Efendim biraz açalım dedik.
Ömer Tuğrul İnançer:
"Estağfurullah, Hz. Mevlana'nın bu husustaki beyanını konuşuyorduk.
"Kitab-ı Kerimimizdeki "Kul ya ibadiyellezine,,," âyetini tefsir ederken, Hz. Pir (Celaleddin-i Rumi) "kul" "deki" Habib-i edibi zişâna, Rabbil âlemin, hitap buyuruyor.
"Kul" "deki" "yâ ibadiyellezine" bu "ya ibâdi"
"Ey kullarım! sözü kimin ağzından çıkıyor.
Bunu düşündünüz mü? diyor.
Düşünceye bırakıyor, tefekküre bırakıyor. Tefekkür ne?
Allah kitabı Kerim'in'de mümini tarif ederken "Kim dedi, ey kullarım? sözünü.
Kimin ağzından çıktı?
Peki bunun fıkhi dayanağı ne ?
"Kim resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur"
"Kim resule isyan ederse Allah'a isyan etmiş olur"
"Kim Resulullah'a kul olursa Allah'a kul olmuş olur"
Ömer Tuğrul İnançer'in insanları Allah Resulü'nün kulları yaptığı âyetin tam olarak meali şöyledir.
(Ey Resul! ) De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine (günah işleyerek) haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin!
Çünkü Allah bütün günahları bağışlar Şüphesiz ki O, çok bağışlayan çok merhamet edendir"
(Zümer, 53)
Resullerden sâde insana kadar herkesin Allah'ın kulu olduğu ile ilgili onlarca âyet mevcuttur.
Fakat bu müşrik sapıklar hiçbir zaman Kur'an'a iman ve itibar etmediler.
Halbuki kulları içinde Allah'a karşı en çok saygı duyan ve en çok haddini bilen Allah'ın elçileridir.
"...(bütün bu elçiler hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı, onlar, bize karşı derin saygı içindeydiler"
(Enbiya- 90)
Kur'an'ın bir çok âyetinde aciz bir beşer olduklarından dolayı sıkıntılarından kurtulmak için elçilerin Allah'a nasıl yalvarıp yakardıkları yer alır.
"Bunun üzerine Musa, onların yerine davarlarını sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra(lütuf ve merhametine) çok muhtacım, dedi"
(Kasas- 24)
"Bunun üzerine, (Nuh) Rabb'ine: Ben mağlup oldum, bana yardım et!diyerek yalvardı"
(Kamer-10)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder