11 Kasım 2020 Çarşamba

 "YÜZLEŞME"

Geçenlerde eski diyanet işleri başkanı Ali Bardakoğlu'nun piyasaya yeni çıkmış "Yüzleşme!" adlı kitabını aldım.

 Kitab-ı almamın sebebi "Müslümanların içinde bulunduğu acı ve ızdıraplara bakarak bunun en önemli nedeninin Kur'an'dan kopuştan kaynaklandığını, uydurma dinin  ümmetin başına büyük bela ve felaketler açığının ortaya konmuş olabileceğinin ümit edilmesi" idi. 

Kitab-ı okuduğumda  Ali Bardakoğlu'nun tam bir  Kur'an cahili olduğunu ve kadim  Ehl-i Sünnet inancından hiçbir sapma yapmadan Nebi (a.s ) adına nisbet edilen yalan ve iftiraları yeniden  tekrarladığını gördüm.

 Dolayısıyla Ali Bardakoğlu'nun şahsında bir daha Ehl-i Sünnet'in yani Diyanet'in, Cemaat ve Tarikatların ne kadar Kur'an  ve hikmetten, ilim ve akıldan, tefekkür ve ve sorgulamadan uzak olduklarına şâhit oldum.

Yani bu inanç ve anlayışla Diyanet İşleri Başkanlığı (Ankara) Cemaat ve Tarikatların Kur'an'ın hidayetini  yakalamaları mümkün olmayacaktır.

"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını (sünnet-hadis-mezheb) unutandan daha zalim kim vardır? Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir"

(Kehf-57)

Çok güzel bir söz vardır 

"Böyle bir cehalet ancak tahsil ile mümkün olur" diye. 

Ben bu sözü bir aşama daha ileri götürerek diyorum ki "Böyle bir cehalet ancak Prof olmakla elde edilir"

(Akıl ve vahiy ehli akademisyenleri tenzih ediyoruz) 

Din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul eden vahiy ehl-i her Müslüman sabah akşam dua ederek, Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni dinine mensup  olmadığı için şükretmesi gerekiyor.

Çünkü rivayetlerin karanlığına yani Yahudilik, Hıristiyanlık, Sünnilik ve Şiilik dinine bulaşan birinin akıl ve mantığı iflas eder.

Artık böyle birinin Kur'an'ın ilim ve ahlakından yani hikmetinden yararlanması mümkün değildir.

 Çünkü insanı her türlü şirk ve akılsızlık illetinden kurtaracak tek şey Allah'ın kelâmı Kur'an'dır. 

İşte aklını kullanmayan, tefekkür ve sorgulamadan yoksun  dolayısıyla Kur'an'dan doğu ile batı kadar uzak olanlardan birinin de eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun olduğunu görüyoruz.  

Baştan sona kadar yalan ve iftira, uydurma ve çelişkilerle dolu olan söz konusu kitabında  Ali  Bardakoğlu diyor ki:

"Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v )Allah'tan aldığı vahyi bize olduğu gibi aktardı ki,  o yüce kitabımız Kur'an'dır. 

Bir de kendisi 23 yıllık "peygamberlik" döneminde bu vahyi açıkladı, uyguladı ve bize örnek bir yol çizdi ki, o da Sünnet'tir. 

Böylece din iki temel üzerine oturmuş oldu; birincisi Allah'ın kelâmı yani vahiy; Kitap ( Kur'an) ikincisi de onu getiren Hz.  Muhammed  Mustafa'nın (s.a.v) açıklamaları, uygulamaları yorumları, sözleri, emirleri, tavsiyelerinden çıkan anayol yani Sünnet.

 Kitap ve Sünnet  birbirini destekleyen, birbiriyle ahenk İçinde Allah'ın dinini açıklayan iki  kaynaktır. 

Birbirleriyle çelişemez; çünkü zaten Kur'an'ı bize tebliğ eden de, onun  Kur'an  olduğunu bize öğreten de  Hz. "Peygamber'dir"

Allah'tan aldığı vahiy bize tanıtan da yine odur. ilk Müslümanlar önce Hz. Peygamber'e inandıkları için  Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna İnandılar ve böylece devam etti. 

(S. 18-19)

İslam Kur'an'la, Hz. "Peygamber'in" daveti ve sünneti ile vaz' olundu, açıklandı ve tamamlandı.

Sahabe neslinden itibaren giderek geniş bir coğrafyaya açılan Müslümanlar, İslam'ın  mesajını anlamaya,  onun taleplerini hayatlarında somutlaştırmaya ve kendi şartları içinde yerine getirmeye çalıştılar. 

 Müslümanlar, dinin asılları olan Kur'an ve Sünnet'in din alanında yaptığı ve bildirimi ana hatlarıyla iyi kavradılar ve bunda bir ihtilaf  olmadı. Çünkü bu asıllar açık ve anlaşılır bir dille apaçık dini bilgiler getirdiler.  İslam'ın ve Kur'an'ın bir sıfatının Mübin (apaçık) olmasının anlamı da budur.

Ancak Kur'an ve Sünnet'te yer alan dini bilginin yorumunda, yani dini bilgiye dair bilgi ve yorumda hayatın akışına göre Müslümanlar haliyle farklı farklı düşüneceklerdi. 

 Öyle de oldu. Dinin sahih anlamının yorumunda diğer bir anlatımla  dinin anlaşılmasında bölgelere ve dönemlere göre, hatta bakış açılarına göre farklılaşma oldu.

 Orta Asya'dan Kuzey Afrika ve Endülüs'e, Yemen ve Hindistan'dan Kafkasya ve Balkanlar'a kadar uzanan geniş islam coğrafyasında birbirinden hayli farklı anlayışlar, yorumlar, mezhep ve meşrepler ortaya çıktı. 

Buna da biz "İslam'ın tarihsel tecrübesi" ya da "müslümanlık" diyoruz.

 Müslümanlık, Kur'an ve Sünnet'in getirdiklerinin  şu veya bu zaman diliminde veya bölgede müslümanlar tarafından hayata aktarılma ve yaşanma biçimini ifade eder. 

Diğer bir tabirle, İslâm Allah'ın gönderdiği din adı, müslümanlık da  bizim bu  dini anlama ve uygulama tarzımızdır. 

Müslümanlığı İslam'ın aynısı görmek, İslam ile İslam'ın tarihsel  tecrübesini aynileştirmek ne kadar yanlışsa, bu ikisi arasındaki bağı görmezden gelerek müslümanların tarihsel  tecrübesini bütünüyle İslam'ın  dışında ayrı bir olgu hatta İslam'dan  sapma olarak  görmek de o kadar yanlış olur.  

İslam'ın tarihsel tecrübesini yok sayma ve  onu dinden bağımsız bir olgu olarak görme de bir başka yanlıştır.  

Bu yanlışa ise, İslam'ı anlamada tarih ve toplum bilincini ıskalayan, İslam'a kurumsal ve ideolojik  bir misyon yükleyen veya  günümüz müslümanlığını  bu tecrübenin bir parçası olarak görmek istemeyen  çağdaş İslamcı söylem sıkça düşmektedir. 

Yaşanan müslümanlığın dinin asıllarına göre bazı  sapmaları ve yanlışları olabilir; hatta bu kaçınılmaz bir durumdur. 

Bu durum dün içinde bugün içinde geçerlidir. 

 Kur'an ve Sünnet'in müslümanlar  arasında kıyamete kadar var  olması,  işte bu yanlış ve sapmaların müslümanlar tarafından Kur'an ve Sünnet ışığında devamlı kontrol ederek düzeltilmesi gerektiği anlamına gelmektedir.

 Diğer bir anlatımla kaynağından arıduru şekilde çıkan su kapımızın önüne geldiğinde kirlenmiş ise, bize düşen onu kirleten arızi durumları gidermektir. 

 Kur'an ve Sünnet olduğu sürece müslümanların asla din  konusunda yolunu şaşırmayacağı  ve islam ümmetinin dalâlet  üzerinde birleşmeyeceğine dair ortak anlayış da bunu ifade etmektedir.

Böyle olunca, islam'ın iki ana kaynağının  dini öğretisi  ile islam'ın on dört asırlık  tarihsel tecrübesi arasındaki ince çizgiyi fark etmek,  sadece geçmişi anlamak için değil, günümüzde olup biteni kavramak ve günümüz müslümanlarının temel sorunlarını ele alırken özgüvenimizi ve  sağduyumuzu yitirmemek  için çok önemlidir"

(S. 20-21)

Bu saçmalıkları söyleyen birine,

"Daha Resul (a.s) hayatta iken, indirilen vahiy ile dinin Allah tarafından tamamlandığı, (Maide-3; En'am-115) 

"Din ve hüküm olarak vahiy'den başka hak olmayacağı, doğru yola ve hidayete sadece vahiy ile ulaşılacağı,

 (Ahzap- 4; Sebe-50; Yunus-108) "Din ve hüküm olarak  Allah'ın sözünden ve O'nun  ayetlerinden başka bir söze iman edilmeyeceği, ( Casiye- 6) 

"Sadece Allah tarafından indirilen Kur'an'ın hak olduğu, (Bakara- 147; Yunus- 94)

"Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir yerde tevhid, iman, İslam ve ilim aranmayacağı, (Bakara- 120; Râd -37)

 "Din ve hüküm olarak  Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa tâbi olunmayacağı, 

 ( Enam- 153,155; Araf- 3; Zümer-55)

 "Kur'an'ın Allah tarafından tefsir (Furkan- 33; 

tafsil (Araf- 32, 52,174; Yunus- 24; Enam- 55; 

tasrif (En'am-105; İsra-89) ve tebyin ( Âli İmran- 103; Maide- 89; Bakara-187,219,242,266) edildiği, yani  vahyin Allah tarafından detaylı bir şekilde ortaya konduğu, 

(Hud-1) 

"Allah'ın, hükmünde hiç kimseyi ortak yapmayacağı, (Kehf- 26)

 "Din ve hükmün sadece Allah'a ait olduğu,

 (Yusuf- 40; Şura- 10) 

"Dinin Allah'a özel kılınması gerektiği,

(Zümer-2,3,11,12,13,14; Mümin-14;Beyyine-5)

 "Din ve  hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynakların şirk ve azap olduğu,

 ( Kasas-87; İsra- 73, 74, 75)

 Allah elçilerinin  sadece kendilerine iletilen  vahiy ile kavimlerini uyandıkları, 

(En'am-51; Enbiya- 45; Kaf- 45; Araf- 62, 63, 67, 68; Maide 117) 

"Allah Resulü'nün sadece vahye tabi olduğu,

 (Yunus- 15, 109; Ahkaf-9; En'am-106) 

 "Allah elçilerinin görevlerinin sadece indirilen vahyi tebliğ yani aktarma olduğu, 

 (Nahl-35; Maide- 99; Râd- 40) "itaatin sadece Allah'a ve vahyi  dillendiren Resule olduğu, Nebi'ye itaatin mutlak  olmadığı

 (Ahzab- 37) 

"Allah'ın elçilerini vahiy'den  koparmanın küfür olduğu, 

(Nisa- 150, 151)

 "Kur'an'da itaat, icabet, davet, ittiba, kitab'ı tilavet etme, tebyin, İhanet etmeme, helal ve haram kılma, istihza, küfür, savaş açılma, isyan, şikak, hak, nur, inzar, tebliğ, emanet,aziz, kerim  gibi birçok kavramın sadece Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullandığı, dolayısıyla bütün hadislerin yalan ve Nebi adına iftira olduğu,

"Din ve hüküm olarak  Kur'an'ın yeterli olduğu, 

(Ankebut-50,51) 

"Sadece Allah'tan indirilen ve Resulün dilinde  hayat bulan Kur'an'ın din olduğunu nasıl anlatacağız?

Basiretleri bağlanmış, kör ve sağır olmuş bu akılsızlara 

"Resul'ün Kur'an'ı tebyin etmesinin anlamının onu tefsir etme değil, onu  okuma, onu duyurma, gizlemeden açıklama ve ilan etme olduğunu bu Kur'an cahillerine  nasıl kabul ettireceğiz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder