"YÜZLEŞME"
Geçenlerde eski diyanet işleri başkanı Ali Bardakoğlu'nun piyasaya yeni çıkmış "Yüzleşme!" adlı kitabını aldım.
Kitab-ı almamın sebebi "Müslümanların içinde bulunduğu acı ve ızdıraplara bakarak bunun en önemli nedeninin Kur'an'dan kopuştan kaynaklandığını, uydurma dinin ümmetin başına büyük bela ve felaketler açığının ortaya konmuş olabileceğinin ümit edilmesi" idi.
Kitab-ı okuduğumda Ali Bardakoğlu'nun tam bir Kur'an cahili olduğunu ve kadim Ehl-i Sünnet inancından hiçbir sapma yapmadan Nebi (a.s ) adına nisbet edilen yalan ve iftiraları yeniden tekrarladığını gördüm.
Dolayısıyla Ali Bardakoğlu'nun şahsında bir daha Ehl-i Sünnet'in yani Diyanet'in, Cemaat ve Tarikatların ne kadar Kur'an ve hikmetten, ilim ve akıldan, tefekkür ve ve sorgulamadan uzak olduklarına şâhit oldum.
Yani bu inanç ve anlayışla Diyanet İşleri Başkanlığı (Ankara) Cemaat ve Tarikatların Kur'an'ın hidayetini yakalamaları mümkün olmayacaktır.
"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını (sünnet-hadis-mezheb) unutandan daha zalim kim vardır? Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir"
(Kehf-57)
Çok güzel bir söz vardır
"Böyle bir cehalet ancak tahsil ile mümkün olur" diye.
Ben bu sözü bir aşama daha ileri götürerek diyorum ki "Böyle bir cehalet ancak Prof olmakla elde edilir"
(Akıl ve vahiy ehli akademisyenleri tenzih ediyoruz)
Din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul eden vahiy ehl-i her Müslüman sabah akşam dua ederek, Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni dinine mensup olmadığı için şükretmesi gerekiyor.
Çünkü rivayetlerin karanlığına yani Yahudilik, Hıristiyanlık, Sünnilik ve Şiilik dinine bulaşan birinin akıl ve mantığı iflas eder.
Artık böyle birinin Kur'an'ın ilim ve ahlakından yani hikmetinden yararlanması mümkün değildir.
Çünkü insanı her türlü şirk ve akılsızlık illetinden kurtaracak tek şey Allah'ın kelâmı Kur'an'dır.
İşte aklını kullanmayan, tefekkür ve sorgulamadan yoksun dolayısıyla Kur'an'dan doğu ile batı kadar uzak olanlardan birinin de eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun olduğunu görüyoruz.
Baştan sona kadar yalan ve iftira, uydurma ve çelişkilerle dolu olan söz konusu kitabında Ali Bardakoğlu diyor ki:
"Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v )Allah'tan aldığı vahyi bize olduğu gibi aktardı ki, o yüce kitabımız Kur'an'dır.
Bir de kendisi 23 yıllık "peygamberlik" döneminde bu vahyi açıkladı, uyguladı ve bize örnek bir yol çizdi ki, o da Sünnet'tir.
Böylece din iki temel üzerine oturmuş oldu; birincisi Allah'ın kelâmı yani vahiy; Kitap ( Kur'an) ikincisi de onu getiren Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a.v) açıklamaları, uygulamaları yorumları, sözleri, emirleri, tavsiyelerinden çıkan anayol yani Sünnet.
Kitap ve Sünnet birbirini destekleyen, birbiriyle ahenk İçinde Allah'ın dinini açıklayan iki kaynaktır.
Birbirleriyle çelişemez; çünkü zaten Kur'an'ı bize tebliğ eden de, onun Kur'an olduğunu bize öğreten de Hz. "Peygamber'dir"
Allah'tan aldığı vahiy bize tanıtan da yine odur. ilk Müslümanlar önce Hz. Peygamber'e inandıkları için Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna İnandılar ve böylece devam etti.
(S. 18-19)
İslam Kur'an'la, Hz. "Peygamber'in" daveti ve sünneti ile vaz' olundu, açıklandı ve tamamlandı.
Sahabe neslinden itibaren giderek geniş bir coğrafyaya açılan Müslümanlar, İslam'ın mesajını anlamaya, onun taleplerini hayatlarında somutlaştırmaya ve kendi şartları içinde yerine getirmeye çalıştılar.
Müslümanlar, dinin asılları olan Kur'an ve Sünnet'in din alanında yaptığı ve bildirimi ana hatlarıyla iyi kavradılar ve bunda bir ihtilaf olmadı. Çünkü bu asıllar açık ve anlaşılır bir dille apaçık dini bilgiler getirdiler. İslam'ın ve Kur'an'ın bir sıfatının Mübin (apaçık) olmasının anlamı da budur.
Ancak Kur'an ve Sünnet'te yer alan dini bilginin yorumunda, yani dini bilgiye dair bilgi ve yorumda hayatın akışına göre Müslümanlar haliyle farklı farklı düşüneceklerdi.
Öyle de oldu. Dinin sahih anlamının yorumunda diğer bir anlatımla dinin anlaşılmasında bölgelere ve dönemlere göre, hatta bakış açılarına göre farklılaşma oldu.
Orta Asya'dan Kuzey Afrika ve Endülüs'e, Yemen ve Hindistan'dan Kafkasya ve Balkanlar'a kadar uzanan geniş islam coğrafyasında birbirinden hayli farklı anlayışlar, yorumlar, mezhep ve meşrepler ortaya çıktı.
Buna da biz "İslam'ın tarihsel tecrübesi" ya da "müslümanlık" diyoruz.
Müslümanlık, Kur'an ve Sünnet'in getirdiklerinin şu veya bu zaman diliminde veya bölgede müslümanlar tarafından hayata aktarılma ve yaşanma biçimini ifade eder.
Diğer bir tabirle, İslâm Allah'ın gönderdiği din adı, müslümanlık da bizim bu dini anlama ve uygulama tarzımızdır.
Müslümanlığı İslam'ın aynısı görmek, İslam ile İslam'ın tarihsel tecrübesini aynileştirmek ne kadar yanlışsa, bu ikisi arasındaki bağı görmezden gelerek müslümanların tarihsel tecrübesini bütünüyle İslam'ın dışında ayrı bir olgu hatta İslam'dan sapma olarak görmek de o kadar yanlış olur.
İslam'ın tarihsel tecrübesini yok sayma ve onu dinden bağımsız bir olgu olarak görme de bir başka yanlıştır.
Bu yanlışa ise, İslam'ı anlamada tarih ve toplum bilincini ıskalayan, İslam'a kurumsal ve ideolojik bir misyon yükleyen veya günümüz müslümanlığını bu tecrübenin bir parçası olarak görmek istemeyen çağdaş İslamcı söylem sıkça düşmektedir.
Yaşanan müslümanlığın dinin asıllarına göre bazı sapmaları ve yanlışları olabilir; hatta bu kaçınılmaz bir durumdur.
Bu durum dün içinde bugün içinde geçerlidir.
Kur'an ve Sünnet'in müslümanlar arasında kıyamete kadar var olması, işte bu yanlış ve sapmaların müslümanlar tarafından Kur'an ve Sünnet ışığında devamlı kontrol ederek düzeltilmesi gerektiği anlamına gelmektedir.
Diğer bir anlatımla kaynağından arıduru şekilde çıkan su kapımızın önüne geldiğinde kirlenmiş ise, bize düşen onu kirleten arızi durumları gidermektir.
Kur'an ve Sünnet olduğu sürece müslümanların asla din konusunda yolunu şaşırmayacağı ve islam ümmetinin dalâlet üzerinde birleşmeyeceğine dair ortak anlayış da bunu ifade etmektedir.
Böyle olunca, islam'ın iki ana kaynağının dini öğretisi ile islam'ın on dört asırlık tarihsel tecrübesi arasındaki ince çizgiyi fark etmek, sadece geçmişi anlamak için değil, günümüzde olup biteni kavramak ve günümüz müslümanlarının temel sorunlarını ele alırken özgüvenimizi ve sağduyumuzu yitirmemek için çok önemlidir"
(S. 20-21)
Bu saçmalıkları söyleyen birine,
"Daha Resul (a.s) hayatta iken, indirilen vahiy ile dinin Allah tarafından tamamlandığı, (Maide-3; En'am-115)
"Din ve hüküm olarak vahiy'den başka hak olmayacağı, doğru yola ve hidayete sadece vahiy ile ulaşılacağı,
(Ahzap- 4; Sebe-50; Yunus-108) "Din ve hüküm olarak Allah'ın sözünden ve O'nun ayetlerinden başka bir söze iman edilmeyeceği, ( Casiye- 6)
"Sadece Allah tarafından indirilen Kur'an'ın hak olduğu, (Bakara- 147; Yunus- 94)
"Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir yerde tevhid, iman, İslam ve ilim aranmayacağı, (Bakara- 120; Râd -37)
"Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa tâbi olunmayacağı,
( Enam- 153,155; Araf- 3; Zümer-55)
"Kur'an'ın Allah tarafından tefsir (Furkan- 33;
tafsil (Araf- 32, 52,174; Yunus- 24; Enam- 55;
tasrif (En'am-105; İsra-89) ve tebyin ( Âli İmran- 103; Maide- 89; Bakara-187,219,242,266) edildiği, yani vahyin Allah tarafından detaylı bir şekilde ortaya konduğu,
(Hud-1)
"Allah'ın, hükmünde hiç kimseyi ortak yapmayacağı, (Kehf- 26)
"Din ve hükmün sadece Allah'a ait olduğu,
(Yusuf- 40; Şura- 10)
"Dinin Allah'a özel kılınması gerektiği,
(Zümer-2,3,11,12,13,14; Mümin-14;Beyyine-5)
"Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynakların şirk ve azap olduğu,
( Kasas-87; İsra- 73, 74, 75)
Allah elçilerinin sadece kendilerine iletilen vahiy ile kavimlerini uyandıkları,
(En'am-51; Enbiya- 45; Kaf- 45; Araf- 62, 63, 67, 68; Maide 117)
"Allah Resulü'nün sadece vahye tabi olduğu,
(Yunus- 15, 109; Ahkaf-9; En'am-106)
"Allah elçilerinin görevlerinin sadece indirilen vahyi tebliğ yani aktarma olduğu,
(Nahl-35; Maide- 99; Râd- 40) "itaatin sadece Allah'a ve vahyi dillendiren Resule olduğu, Nebi'ye itaatin mutlak olmadığı
(Ahzab- 37)
"Allah'ın elçilerini vahiy'den koparmanın küfür olduğu,
(Nisa- 150, 151)
"Kur'an'da itaat, icabet, davet, ittiba, kitab'ı tilavet etme, tebyin, İhanet etmeme, helal ve haram kılma, istihza, küfür, savaş açılma, isyan, şikak, hak, nur, inzar, tebliğ, emanet,aziz, kerim gibi birçok kavramın sadece Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullandığı, dolayısıyla bütün hadislerin yalan ve Nebi adına iftira olduğu,
"Din ve hüküm olarak Kur'an'ın yeterli olduğu,
(Ankebut-50,51)
"Sadece Allah'tan indirilen ve Resulün dilinde hayat bulan Kur'an'ın din olduğunu nasıl anlatacağız?
Basiretleri bağlanmış, kör ve sağır olmuş bu akılsızlara
"Resul'ün Kur'an'ı tebyin etmesinin anlamının onu tefsir etme değil, onu okuma, onu duyurma, gizlemeden açıklama ve ilan etme olduğunu bu Kur'an cahillerine nasıl kabul ettireceğiz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder