RİSÂLE'İ NUR KÜLLİYÂTINDA BULUNAN ŞİRK, HURAFE VE YALANLAR
(99. YAZI)
Said Nursi ve şakirtleri Risâle'i Nur Külliyâtını beşer mahsulu bir eserle değil, Allah'ın kelamı Kur'an ile kıyas yaparlar.
Said Nursi kendisine yöneltilen bir soruya şu şekilde cevap vermektedir.
"... Bu defa mektubunuzda, Hıfz-ı Kur'an'a ( Kur'an'ı ezberlemeye) çalışmak ve Risâle'i Nur'u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir? (hangisine öncelik verilse daha iyidir?) diye sualinizin cevabı bedihidir (açıktır)
Çünkü bu kainatta ve her asırda en büyük makam Kur'an'ın'dır.
Ve her harfinde, ondan tâ binler sevap bulunan Kur'an'ın hıfz-ı (ezberlenmesi) ve kıraatı (okunması), her hizmete mukaddem ve mureccahtır (her hizmetten daha öncelikli bir konuma sahip ve tercihe şayandır) Fakat Risâle'i Nur dahi, o Kur'an'ı Azimüşşan'ın hakaik-i imaniyesinin (iman hakikatlerinin) burhanları (delilleri) ve hüccetleri olduğundan ve Kur'an'ın hıfz ve kıraatıne vasıta ve vesile ve hakaikını tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur'an hıfz-ı ile beraber ona çalışmak elzemdir"
(Kastamonu Lahikası-73)
Said Nursi şunu demek istiyor.
"Her ne kadar Kur'an'ı ezberlemek Risâle'i Nur'u yazmaktan daha öncelikli bir konuma sahip ise de Risale i Nur iman hakikatlerinin delilleri, Kur'an'ın tefsir ve açıklaması olduğu ve okunmasına sebep olduğundan onunla uğraşmak elzemdir.
Yani daha önemlidir.
Said Nursi ve talebeleri Kur'an'ın manasını bilmeden sadece metninin okunmasına karşı gelmezler.
Nurcular sabah akşam, gece gündüz,sürekli olarak,hiç durmadan sadece ve sadece Risâle'i Nur Külliyâtını okurlar.
Nurcuların Said Nursi'ye bakışları şu şekildedir.
"Evet o zat (Said Nursi) daha hal-i sabavette (çocukluk çağında) iken ve hiç tahsil yapmadan ulum-u evvelin ve âhirine ( geçmiş ve gelecek ilimlere ulaşmış) ve ledünniyet ( bilinmeyen- Allah tarafından direkt olarak verilen ilimler) ve hakaik-i eşyaya ve esrar-ı kainata (kâinatın bilinmeyen sırlarına) ve hikmeti ilahiyeye varis kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle bir mazhariyet-i ulyaya (en yüksek mertebeye) kimse nail olmamıştır"
( Şualar- 670)
Yani nurculara göre Said Nursi, Nebi ve elçilerden de üstündür. Halbuki gaybın anahtarlarının sadece Allah'ın yanında olduğu ile ilgili bir çok ayet vardır.
Ve yüce Allah gaybı sadece vahiy'le Resellere bildirir.
(Cin-27)
Mesala: Geçmiş elçilerin kıssaları gayb ile ilgili olaylardır.
Allah vahiy ile bunları Allah Resulüne bildirmiştir.
(Hud-49; Kasas-44;45)
Soru şu:
Vahiy'den bağımsız yani vahiy haricinde Said Nursi'ye "ulum-u evvelin ve âhirine (geçmiş ve gelecek ilimlere) eşyanın hakikatına, kâinatın esrarına ve hikmeti ilâhiyeye nasıl ve kim mirasçı kılmıştır?
Böyle enaniyet ve kibir çok az kişide bulunur.
Said Nursi diyor ki:
Risâle'i Nur doğrudan doğruya Kur'an'ın bahir bir burhanı (deniz gibi bir delili) ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir Lem'a-i i'caz-ı manevisi ve bahrin (denizin) bir reşhası ve o güneşin bir şuai (ışığı) ve o maden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek (yani Risâle'i Nur'un önemini anlatmak) Kur'an'ın şerefine ve hesabına ve senasına (övülmesine) gittiğinden, elbette Risâle'i Nur'un meziyetini (üstünlüğünü ve seçkin oluşunu) beyan etmekliği, hak iktiza eder ve hakikat ister, Kur'an izin verir.
Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür..."
(Şualar- 686)
Yani "Risâle'i Nur'u ne kadar övüp yüceltirseniz yüceltin hiçbir sakıncası yoktur.
"Onu övmek ve yüceltmek Kur'an'ı övmek ve yüceltmek gibidir"
Hatta onu yüceltmek gerekir bu bir haktır" demek istiyor.
Bir toplum en çok neye iman ederse ona değer verir, onu anlamaya çalışır.
Said Nursi'nin
"Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür..." cümlesi, Risâle'i Nur Külliyâtının vahiy olduğunu ima etmekten başka bir şey degildir.
Çünkü Risâle'i Nur'un kendisine ait olmadığını, kendisinin eseri olmadığını, aynen Allah elçileri gibi Risâle'i Nur'un (nur mesajının) kendi dilinden hayata yansıdığını söylüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder